25 HAZİRAN 2014 BALYOZ DAVASI TAHLİYELERİ Hükümeti askeri darbe ile yıkma teşebbüsü davası olarak bilinen Balyoz davasında tüm hükümlüler tahliye edildi. Anayasa Mahkemesi’nin adil yargılanma hakkının ihlaline dair kararının hemen ardından, nöbetçi mahkeme tarafından 230 Balyoz sanığı için tahliye kararı verildi. Böylece, Mahkeme tarafından verilmiş mahkûmiyet hükmü Yargıtay tarafından da onaylanmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararı ile darbeden hüküm giymiş tüm askeri personel tahliye edilmiş oldu. Gerek tutuklandıkları gerekse tahliye oldukları yargı süreçleri dikkate alındığında, hukuk sistemi ve yargı erkinin egemenlerin elinde nasıl bir silaha dönüştüğü çok net bir biçimde görüldü. Yasalar, yargı paketleri, yeniden düzenlemeler ve yüksek yargı içtihatları ise, olan bitene birer kılıf ve gerekçe oluşturmaktan ibarettir. Uzun yıllardır, halkın büyük çoğunluğunun maruz bırakıldığı haksızlık ve hukuk skandalları, seçkin zümreler söz konusu olunca gündeme gelmekte ve düzeltilmektedir. Yıllardır uygulanan keyfi hukuk düzeninde, şaibeli dijital veriler delil kabul edilerek Hizbullah, İBDA-C, El-Kaide, Umut Davası ve benzeri davalarda 229 kişi müebbet hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, tarih hilesi ile ellerinden alınan binlerce mahkûm ise halen zorba düzenin kurbanı olmaya devam etmektedir. Balyoz soruşturması ile kendisine yönelik darbe planları deşifre edilen hükümet ve başbakanın, gerçekleşen tahliyelerden hiçbir rahatsızlık duymaması, aksine tahliyelerden kendisine pay çıkarma gayreti sergilemesi tam bir tutarsızlıktır. Yakın zamanda, başbakanlıkta yasadışı dinlemeler sebebiyle başlatılan böcek soruşturmasında şüphelilerin serbest bırakılmasından şikâyet eden hükümet, darbe sanıklarından rahatsız olmamakla, bu konudaki samimiyetsizliğini ortaya koymuştur. Seçim meydanlarında darbe mağduriyeti ile halkın tercihini kendi tarafına kanalize etmeye çalışan iktidar partisi, yargı sisteminin bunca mağdurunu görmezden gelirken darbeci zihniyet sahibi seçkin zümrelerin hak ve hukukuna sahip çıkmayı ise marifet bilmiş ve olumlamıştır. 12 EYLÜL DARBE DAVASI KARARI 12 Eylül davasında dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya hakkında müebbet hapis kararı verildi. Yargılamaları başından beri tutuksuz devam eden EVREN ve ŞAHİNKAYA’nın, daha şimdiden 1991’de çıkarılan aftan faydalandırılması gündeme gelmiştir. Yaptıkları darbe ve sonrasındaki uygulamalarıyla birçok insanlık suçunun müsebbibi olan generallerin de önümüzdeki süreçte hukuki kılıfa uydurulup bir şekilde cezasız kalmasının sağlanması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Yakın dönemin tüm darbe sanıklarının dışarıda, darbe mağdurlarının ise halen cezaevlerinde tutulduğu, sözde yargılamalar ile yürüyen göstermelik hesaplaşmalar, hak ve adalet adı altında değişken müttefiklerle yürütülen sığ iktidar savaşının topluma mal edilebilecek bir yönü bulunmamaktadır. Çürümüş ve adamına göre muamele esasına göre işleyen yargı sisteminin kurbanı olmuş binlerce mahkûmun genel bir siyasi af ile özgürlüğüne kavuşması, bu süreçte toplumsal vicdana karşılık gelebilecek en uygun adım olacaktır. YARGI PAKETİ TBMM Genel Kurulu’nda, kamuoyunda "yeni yargı paketi" olarak bilinen TCK ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı kabul edilerek yasalaştı. Yasa ile, uyuşturucu imal ve ticareti, hırsızlık ve cinsel suçlar için öngörülen ceza miktarlarının önemli ölçüde artırılmış olması yerinde ve olumlu bir adım olmuştur. Önümüzdeki dönemde bu tür suçlar bakımından öngörülen hapis cezalarının caydırıcı etkisini göstermesini umuyor ve diliyoruz. Keza hasta mahkûmların tahliyesi için öngörülen ve keyfi muamelelere yol açan ağır şartların mahkûm lehine hafifletilmesi de isabetli olmuştur. Ne var ki bu konuda Adli Tıp Kurumu’nun keyfi kararlarını önleyici düzenleme yapılmaması da büyük bir eksikliktir. Sisteme muhalif hemen her kesimden siyasi mahkûma ayrımcı ve düşmanca bir tavırla yaklaşan Adli Tıp Kurumu’nun mağdur ettiği çok sayıda hasta mahkûm bulunmaktadır. Adli Tıp kaynaklı keyfi muamelelerin önüne geçilmesi de bir zaruret halini almıştır. Yargıtay Kanunu ve İdari yargıdaki bazı düzenlemeler ile siyasallaşan hukuk düzeni yerine, siyaset kendi hukuk düzenini inşa etmeye çalışmaktadır. İdari yargının hızlanması bakımından temyiz yerine istinaf sisteminin getirilmesi olumlu olmuştur. Ancak, kapsamlı yargı reformu yapmak yerine yine günübirlik ihtiyaca binaen hükümetin özelleştirme, acele kamulaştırma ve ihale gibi ekonomik değere sahip paralı işlemleri üzerine açılacak davaların ivedi yargılama usulü adı altında, alelacele karara bağlanmasını zorunlu kılan imtiyazlı yargı usulü getirilmesi, sağlıklı bir hukuki denetim açısından sakıncalı olmuştur. MEDRESELER Her eğitim öğretim döneminin sonunda ilim irfan yuvaları olan medreselerimiz topluma önderlik edecek âlim ve âlimelerini bir bir mezun etmekte, onlara icazetlerini vermektedir. Yasal bir statüye henüz kavuşmamış olsa da, milletimizin bağrından kadim bir gelenek olarak bağımsız şekilde hayatiyetini sürdüren medreselerimizin bağımsızlıklarını koruyarak yasal bir statüye kavuşmaları gerekmektedir. Parti programımızda da belirttiğimiz üzere, “Medreseler iyileştirilmeli, asli fonksiyonlarına kavuşturulmalı ve medreselerde verilen icazetlere resmi statü tanınmalıdır. Medrese eğitiminde geçen süre zorunlu eğitim süresinden sayılmalıdır. Buralardan mezun olan öğrencilere belli sınavlardan geçtikten sonra denklik diploması verilmelidir.” YASADIŞI DİNLEMELER İzmir`de partimize ve İslami Sivil toplum kuruluşlarına yönelik gerçekleştirilen yasadışı dinlemeler deşifre oldu. Daha önce parti çalışmalarımızın kayıt altına alınmasına yönelik dinleme teşebbüsünün suçüstü yapılarak ortaya çıkarılmasının ardından, İzmir il teşkilatımıza ses ve görüntülü kaydedici cihaz yerleştirildiği tespit edildi. Bu tür gayrimeşru izleme ve dinleme faaliyetlerinin siyasal hareketimizi, korku ve terör atmosferi oluşturarak engellemeye ve toplumsal desteği sınırlamaya yönelik bir algı operasyonu olduğu açıktır. Gerek partimizin gerekse de İslami faaliyetleri amaç edinmiş sivil toplum kuruluşlarını kriminalize etme çabaları, anlamsız ve beyhude girişimlerdir. Siyasal iktidarı elinde bulunduran hükümeti bu konuda uyarıyor, hukuk dışı bu ve benzeri uygulamaları bir an önce sonlandırması çağrısında bulunuyoruz. IRAK ABD işgali ile, Müslüman halkın kamplaştırılarak birbirine düşman edildiği Irakta, halkın acılarına yeni acılar katacak ve tüm İslam alemini de etkileyecek yeni bir fitne ortamı meydana gelmiştir. İttihad-ı İslam'a zarar veren mezhepçilik ve tekfircilik fitnelerinin yaygınlaşmaması, bu konuda haklı haksız çekişmesine girilmemesi ve bu çatışmaların kapsamlı bir mezhep savaşına dönüştürülmeden bir an önce sonlandırılması gerekir. Zira bu fitne yayılırsa Moğol istilasından daha büyük acı ve yıkım getirecektir. Müslümanların yaşadığı bütün işgal, sömürü, yıkım, katliam ve sefaletin sebebi, emperyalist güçler olduğundan İslam Ümmetinin topyekün bu cepheye karşı birlikte mücadele vermesi gerekirken, kendi içinde anlamsız savaşlara, hele hele mezhep savaşlarına tutuşmasının haklı tarafı yoktur. İslam düşmanı emperyalist ve siyonist cepheye karşı mücadele edenleri destekler ve tasvip ederiz. “Müminler ancak kardeştirler” diye ferman buyuran Allah’a iman etmiş ve bu ayeti defalarca okuyan Müslümanlar arasındaki, kardeşler arasındaki bir savaşı yanlış görüyoruz. İslam kardeşliği düşüncesine zarar veren her türlü çatışmayı İslam ümmetinin ve Müslümanların aleyhine ve zararına buluyor ve tasvip etmiyoruz. İslam coğrafyası ile ilgili en çok korkutan senaryolar, şüphesiz mezhep savaşı ve akabinde yaşanacak işgallerdir. ABD dışişleri bakanının Irak ziyareti de masumane bir destek ziyaretinden öte, yeni bir işgal için ön araştırma gibi görülmelidir. Bu yüzden, hangi mezhebe mensup olursa olsun İslam âleminin önde gelen âlimlerinin ve kanaat önderlerinin bu fitnenin son bulması için ortak çağrı yapması ve aradaki ihtilaflara çözüm sunması şarttır. Aksi takdirde bu fitne ateşi yayılarak ümmet coğrafyasını saracak, Müslümanları birbirlerine kırdırtacak, emperyalist batı ve siyonist cephenin, İslam coğrafyasını topyekûn işgaline sebebiyet verecektir. Müslümanlar, emperyalistlerin hile ve tuzaklarına karşı uyanık olmalı, aralarındaki ihtilafları, İslam hukuku çerçevesinde ve âlimlerin hakemliğinde sulh yoluyla çözmelidirler. Bu münasebetle HÜDA PAR olarak fitnenin uyandırılmaması gerektiğini belirten Rahmanî bütün uyarıları tekrar hatırlatıyor, herkesi bu noktada çok daha duyarlı ve sorumlu davranmaya davet ediyoruz. BANGLADEŞ-MISIR Mısır’da aralarında Muhammed Bedii’nin de bulunduğu 183 kişinin idam kararı tüm tepkilere rağmen kesinleşmiştir. Darbeci Sisi’nin cunta yönetimi gibi, bu mahkemeler de kararları da meşru değildir. Göstermelik yargılamalar, cuntanın soykırımına kılıf arayışlarıdır. En küçük hak ihlallerinde dahi dünya kamuoyunu uşaklarıyla birlikte harekete geçiren emperyalistler ne darbe ne yargılama için seslerini çıkarmamış ve ikiyüzlülüklerini sergilemişlerdir. Mısır’da yaşanan bu süreç, başta İslam âlemi tarafından reddedilmeliyken, bugün İslam ülkelerinin başındaki yöneticiler, darbeci yönetimi ve yargılamaları ilk tebrik edenler ve ödüllendirenler olmuşlardır. Bangladeş de siyasi kaygılarla başlattığı savaş suçları yargılamasını adeta Cemaat-i İslami Partisi’ni yok etme girişimi olarak devam ettirmekte ve tanınması mümkün olmayan yargı kararlarıyla Müslüman liderleri idama mahkûm etmektedir. Son olarak Cemaat-i İslami Partisi genel başkanı Matur Rahman Nizami’nin de yargılanması sona ermiştir. Uydurma suçlarla Abdülkadir Molla’yı idam sehpasına çıkaran zihniyet, diğer birçok liderin aynı yolla hayatına son vermeyi arzulamakta ve ülkedeki İslami çalışmalara balta vurmayı arzulamaktadır. Hem Mısır hem Bangladeş’te yaşanan yargı faciasına Müslüman halk tepki göstermelidir. FİLİSTİN-SURİYE Batı Şeria’da kaybolan üç Yahudi işgalciyi bulmak bahanesiyle israil, terör estirmeye devam etmektedir. Son 10 günde, aralarında bakan, milletvekili, Gilad Şalid takasında hürriyetlerine kavuşan Filistinlilerin de bulunduğu yüzlerce kişiyi gözaltına alan siyonistler, Gazze’yi de havadan bombalamayı sürdürmektedir. Bu bombalamalarda ve aramalar sırasında sivil kayıpları yaşanmıştır. Şüphesiz bunun amacı, Filistin’de sağlanan siyasi birliğe yönelik saldırı olup siyasi birlik taraftarı Filistinlileri cezalandırmaktır. Suriye iç savaşı, olanca şiddetiyle devam etmekte, her gün onlarca kişi hayatını kaybetmektedir. Son olarak bu savaşa İsrail de katılmış ve bir İsraillinin ölümünü bahane ederek Suriye topraklarında 9 hedefi vurmuştur. Suriye topraklarından gelecek herhangi bir saldırıda yine ülkedeki askeri hedefleri vuracağını belirten İsrail, bu şekilde asıl hedefinin Suriye topraklarındaki iç savaşın devam etmesi olduğunu göstermiştir. Nihai hedefi ise ‘vaadedilmiş topraklar’ olarak kabul ettiği Suriye’yi işgal etmektir.