Tıp Tarihi ve Tıbbi Etik 10 Bulaşıcı Hastalıklar ve AIDS İle İlgili Etik

advertisement
1
(AIDS ve TÜBERKÜLOZ ÖRNEKLENEREK)
BULAŞICI-SALGIN HASTALIKLARDA ETİK TUTUM
TIPTA SINIRLI KAYNAKLARIN PAYLAŞTIRILMASI
Prof. Dr. Arın Namal
Her şahsın, saygı görerek tedavi edilme ve kendi bedeni hakkındaki kararları kendisinin
verebilmesi hakkıdır. Çağdaş ülkelerde bu haklar Anayasa ve diğer yasalarla korunmuştur.
Hastaneler de, kişilerin bu hakları gözetilerek işleyen kurumlardır. Kişinin hastaneye gitmesi
ile kendi hakkında karar verme hakkı ile bedeninin dokunulmazlığı hakkı ortadan kalkmaz.
Hasta üzerinde tıbbi müdahalede bulunabilmek için, doğru endikasyon yeterli değildir. Acil
durumlar dışında her türlü tanı ve tedavi girişimi ile ilgili olarak hasta aydınlatılmalı ve onamı
alınmalıdır. Onam veremeyecek durumda olan hastalar için yasal vekili devreye girecektir.
Tanı ve tedavi ile ilgili her girişim öncesinde hastanın onamının alınması gerekir. Onam
verecek kişi, önerilen tanı ya da tedavi girişiminin niteliğini anlamalı, onamını sözlü ya da
yazılı olarak vermelidir. Zorla tedavi ancak,
1-Açık yasal dayanağı varsa,
2-Kişinin kendisine ya da başkalarına yönelik tehlikenin başka türlü ortadan kalkması söz
konusu değilse uygulanabilir.
Bir başka söyleyişle zorla tedavi, ancak kişinin ve bu kişi aracılığıyla başkalarının
yaşamlarının başka türlü giderilemeyecek bir tehlike altına girmesi durumunda savunulabilir.
Hastalar, tanı ve tedavi girişimini reddetme hakkına da sahiptirler. Bulaşıcı hastalıklarda, bu
özerklik bir ölçüde kısıtlanabilmektedir.
AVRUPA KONSEYİ İNSAN HAKLARI VE TEMEL ÖZGÜRLÜKLERİN KORUNMASINA İLİŞKİN
SÖZLEŞME (11. PROTOKOL İLE DEĞİŞTİRİLEN METİN)
Madde 5-Özgürlük ve güvenlik hakkı
“Bulaşıcı hastalık yayabilecek bir kimse, bir akıl hastası, bir alkolik, uyuşturucu madde bağımlısı olan
kişi, usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulabilir (madde 5e).”
Kişinin yakın çevresini ya da toplumu zarara uğratabileceği, bu nedenle zorla tedavi edilmesi
ya da sır hakkının ihlalini gerektiren hastalık durumunu, bulaşıcı bir hastalığın taşıyıcısı olma
durumunda yasal ve etik açıdan ortaya çıkan sorunları, iki majör sağlık sorunu, AIDS ve
TÜBERKÜLOZ örnekleri üzerinden tartışacağız.
İNSAN HAKLARI-HASTA HAKLARI AÇISINDAN HIV-POZİTİFLİK
ve AIDS
AIDS, insanın sağlığı ile ilgili olarak tıbbi yardım alma, sağlık çalışanlarının da bu konuda
hizmet verme yükümlülüklerini tartışmaya açtı. Oysa Birleşmiş Milletler’in 1948 yılında
yayınladığı “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin, her vatandaşın yeterli sağlık bakımı
almasını, evrensel temel hak olarak tanımladığı bilinir. Bu hak, çağdaş ülkelerde
yasalaştırılarak güvence altına alınmış bir haktır. Konuya daha yakından bakılıp, hekimin
“hangi durumlarda” hastaya hizmet vermeye zorunlu olduğu sorusu sorulduğunda bu sorunun
yanıtı, müdahalede bulunulmadığında hastanın yaşamını yitireceği acil durumlar olacaktır.
Temel zorunluluk böyle tanımlanmakla birlikte, hekimlik mesleğinin geleneği, yaşamın
2
korunmasına hizmet idealine dayalıdır: M.Ö. 3000’lere uzanan Hint Uygarlığı’nın Hekim
Yemini’nde, hekimin bulaşıcı hastalığı olanlara hizmet vermesinin ödevi olduğu
vurgulanmıştı. 1847 yılında Amerikan Tıp Birliği tarafından oluşturulan “Hekimlik
Mesleğinin Etik Kuralları”nda da, salgınlarda hekimin, kendi sağlığı için risk içermesine
aldırmaksızın görevini yerine getirmesi gerektiği belirtiliyordu. Dünya Hekimler Birliği,
salgının başlangıcından itibaren, çeşitli bildirgeler yayınlayarak HIV-pozitif kişilerin ve AIDS
hastalarının ayrımcılığa uğratılmamaları gerektiği çağrısında bulundu.
HIV-POZİTİF ya da AIDS’Lİ OLMAK ve HASTANELER
HIV-pozitiflik ya da AIDS, hastaneye kabul edilmeme nedeni olamaz. Hastaneye yatışta
imzalatılan onam formu içerisinde, gerekirse kanın HIV açısından test edilebileceği ibaresinin
yer alması, hukuki açıdan yeterli bulunmamaktadır. Form aracılığıyla, aydınlatma yapılmadan
onam alınması, yasal geçerlilik taşımayacaktır. HIV-Antikor Testi yapılabilmesi için
hekimlerin, kişiye testin amacını, niteliğini, kendisine hangi avantaj ya da dezavantajlar
getireceğini, böyle bir teste neden gereksinim duyulduğunu açıklamaları gerekir. Şahıs,
HIV’i tanılayacak test yaptırmaya zorlanamaz, ya da bu konuda aldatılamaz. Test öncesi
kişiye danışmanlık verilmeli, pozitif ya da negatif test sonucunun hangi anlama geleceği
kendisine açıklanmalıdır. Aynı danışmanlık hizmeti, test sonucu negatif ya da pozitif olsa da
tekrarlanmalıdır. Sonuç negatifse, nasıl negatif kalmayı sürdürebileceği hakkında bilgi verilir.
Test sonucu pozitif ise partnerlerine/partnerlerine bulaştırıcı olmamaya özen göstermesi,
sağlığını korumaya çalışması konusunda bilgi veriler, ruhsal destek alması sağlanmaya
çalışılır.
Hastane duvarlarında, bu hastanede tüm hastalara HIV-Antikor Testi uygulandığını
duyuran afişlerin asılması da, hastalardan rıza alma biçimi kabul edilemez. Çünkü:
-Tüm hastalar okur yazar değillerdir ve afişleri okuyamazlar.
-Herkes, afişleri görmeyebilir.
-Afişi okuyan kişi, HIV-Antikor Testi’nin ne olduğunu, kendisi için hangi anlamı taşıyacağını
anlamayabilir.
-Zaten, afiş ya da broşür yoluyla aydınlatma, hukuk ve etik açıdan geçerli bir aydınlatma
kabul edilmez.
HIV-ANTİKOR TESTİ UYGULARKEN “AYDINLATILMIŞ ONAM” ALINMA
ZORUNLULUĞUNUN İSTİSNALARI
-Acil olgular: Acil durumda HIV-Antikor Testi, ancak hastanın hayatını kurtarmak açısından
bir anlam taşıyorsa ( ki böyle bir anlam taşıması söz konusu değildir) uygulanabilir. Hastaya
müdahale edecek sağlık çalışanını korumak amacıyla böyle bir test uygulanamaz.
-Kan bağışlarında: Kan bağışlayacakların doldurdukları, çeşitli sorular içeren formlarda,
herhangi bir bulaşıcı hastalığın taşıyıcısı olup olmadıklarını aydınlatmaya yönelik sorular
yanında, bağışladıkları kanın HIV, Hepatit-B, Hepatit-C gibi etkenler açısından inceleneceği
belirtilir. Test sonucu, bu etkenlerden biri ya da birden çoğu açısından pozitifse, durum kanı
bağışlayan kişiye açıklanır.
-Sağlık çalışanının iğne ile yaralanması sonrasında test: Sağlık çalışanı iğne ile yaralanmış
ve ortada hastadan alınmış bir kan örneği bulunuyorsa, bu kan örneği hastanın rızası olmasa
da test edilebilir. Kanı test edilen kişiye, test sonucunun gizli tutulacağı belirtilmelidir.
-Daha önce başka amaçla alınmış kan örnekleri üzerinde, örnekler tamamiyle
anonimleştirildikten sonra (geriye dönük kime ait olduğunun belirlenemeyeceği hale
getirildikten sonra)onam alınmaksızın inceleme yapılabilir.
-Bazı ülkelerde, tecavüz ile suçlanan kişilere zorunlu HIV-Antikor Testi uygulanması
yasalaştırılmaya çalışılmıştır.
3
AIDS ve HEKİMİN SIR TUTMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Antik Yunan Uygarlığı’nda Hippokrat’ın tanımladığı hekimin sır tutma yükümlülüğü, meslek
geleneğinin en önemli karakteristiği olma özelliğini daima korudu. Bütün hekimler ve onlar
tarafından görevlendirilmiş tıbbi personel,- psikologlar ve tıbbi hizmete katılan diğer
mesleklerdekiler-, mesleki uygulamaları çerçevesinde, karşılarındaki kişi hakkında edindikleri
şahsi sırları saklamakla yükümlüdürler. Sır tutma yükümlülüğü, bireyin/hastanın sağlığına iki
şekilde hizmet eder:
1-Hasta, hekime güven duyacağı için, tedavisi ile ilgili tüm bilgileri çekinmeden aktarır.
2-Hekim, bu çerçevede açık bir iletişim kurduğu hastasını, zararı dokunabileceği kişilere
açıklamada bulunması konusunda motive edebilir.
DİKKAT: DÜNYA TIP BİRLİĞİ (WMA) HASTA HAKLARI BİLDİRGESİ (BALİ, 1995)
Madde 8- Gizlilik hakkı
“Hastanın sağlık durumu, tıbbi durumu, tanısı, prognozu, tedavisi ve kişiye özel diğer tüm
bilgiler, ölümünden sonra bile gizli tutulmalıdır. İstisna olarak hasta yakınlarının kendileri ile
ilgili sağlık risklerini öğrenmeleri açısından bu bilgilere ulaşabilme hakkı olabilir.”
Sırrın çiğnenmesinde 2 yıla varan hapis cezası yaptırımı doğabilmektedir. Cezayı sınırlayan
haller, hekimin, üçüncü bir şahsın zarara uğrama tehlikesini farketmesi ile gerçekleşir.
Örneğin hekimin, infekte kişinin, bu durumunu bilmeyen kişi ile korunmasız cinsel ilişkide
bulunduğuna kanaat getirmesi ve bu kişinin tutumunu değiştirmesi konusunda yaptığı
telkinlere uymamasıdır. Yasalar, ancak böyle bir durumda, sırrın açıklanmasını kabul
etmektedir.
DİKKAT: SIRRIN AÇIKLANMASINI HAKLI ÇIKARACAK TEK GEREKÇE → DAHA
ÜSTÜN BİR MENFAATİN BAŞKA TÜRLÜ KORUNAMAYACAK OLMASIDIR !
(Hukukta buna MEŞRU MENFAAT denir!)
HIV-pozitif kişi, başkalarını infekte etme tehlikesi taşıdığından, gizlilik yükümlülüğünün
yerine getirilmesi, önemli etik ikilemler barındırır. HIV pozitif ya da AIDS hastası bireyin,
toplumsal yaşamda zarar görmesine yol açacak şekilde sırrının çiğnenmesi insan haklarına
aykırı olmakla birlikte, onun gizliliğini koruma adına üçüncü kişilerin zarara uğramasına göz
yumma çelişkisi, ciddi bir etik ikilem oluşturur. Hekim, birinci derecede tedavisini üstlendiği
hastasına karşı sorumlu olmakla birlikte, onun evli olduğu eşine ya da partnerine, uyuşturucu
kullanıyorsa, ortak enjektör kullanabileceği kişilere, HIV-bulaşma riski hakkında açıklamada
bulunmak zorunda kalabilir. Burada hekimden, hastasını, bu açıklamayı bizzat kendisinin
yapması konusunda ikna etmesi beklenir. Hekim, HIV-pozitif ya da AIDS hastası olan
hastasının, evli olduğu eşini ya da infekte edebileceği nitelikte ilişkisi bulunan kişileri
bilgilendirmediğini, onları korumak için özen göstermediğini farkettiğinde, bu kişileri bizzat
haberdar etme yükümlülüğü taşır. Hastanın vücut sıvılarına maruz kalmayacak kişilere ( eş
dışındaki aile üyeleri, işveren, arkadaşları vb.) açıklamada bulunmak, ise gizliliğin haksız yere
ihlali kabul edilmektedir. Hekimler, sır tutma yükümlülüklerini çiğnemeleri için sigorta vb.
kurumlar tarafından da sıkıştırılmaya çalışılırlar. Bu nedenle her hekim, CYBH’da hekimhasta arasında güven ilişkisi ayakta tutulamazsa, salgınların önünün alınamayacağını daima
gözönünde bulundurmalıdır.
OLGU
4
Bay M. de birkaç gün sonra Aile Hekimi olarak çalışan Dr. T.’ye gelir, onunla tümüyle aralarında kalacak
şekilde konuşmak istediğini söyler. Yaklaşık bir yıldır, bir mesleki seyahatinde tanıştığı bir bayan arkadaşı
vardır. Eşi bunu bilmemektedir, kendisi de bunu gizli tutmak istememektedir. Ama, kendisinde büyük endişe
uyandıran bir sorunu vardır. Tanıştığı kadın, tanışmalarının öncesinde biseksüel bir erkekle birlikte yaşamış ve
muhtemelen ondan kendisine HIV bulaşmıştır. Dün öğrendiğine göre, yapılan test pozitif sonuç vermiştir. Şimdi
kendisi de bu testi yaptırmak istemektedir. Ama karısının bunlardan haberi olmamalıdır. Bay M., Dr. T.’nin,
durum aydınlanana kadar eşiyle ve diğer bayan arkadaşı ile cinsel ilişkiye girerken kondom kullanması
tavsiyesini, eşiyle cinsel ilişkide hiçbir zaman kondom kullanmamış olduğu gerekçesiyle reddeder. Şimdi birden
bire kondom kullanmaya kalkmasının, kuşku uyandıracağını söyler. Eşiyle cinsel ilişkisini birden bire
kesmesinin, aralarında zaten dramatik hale gelmiş ilişkiyi daha da bozacağını düşünmektedir. Yeni arkadaşıyla
ise, en azından test sonucu belli olana kadar cinsel ilişkide bulunmayı düşünmemekte, infekte olmaktan çok
korkmaktadır. Eğer infekte olmamışsa, bu kadını terkedecektir. Bu nedenle durum aydınlanıncaya kadar,
karısının hiçbir şey bilmemesini istemektedir.
-Bir insanın istediği gibi yaşamasının kuşkusuz sınırları da vardır. Bu sınırlar nerededir ve nasıl savunulabilir?
-Bay M.’nin böyle bir karar vermeye hakkı var mıdır?
-Bir başka kişinin infekte olması, hayatının tehdit altına girmesi, toplum için de yeni çok yüksek bir mali yük
oluşması demek değil midir?
-Hekimin sır yükümlülüğünün sınırları nerededir?
-Hekim, Bay. M.’nin eşine durumu açıklamalı mıdır?
ÜLKEMİZDE HIV/AIDSLİ OLGULARIN BİLDİRİMİ ve GİZLİLİK
HIV-pozitiflik ve AIDS, ülkemizde ilk kez tanılandığı 1985 yılından bu yana, Umumi
Hıfzısıhha Kanunu’nun 64. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak [EĞER SIR,
BAŞKALARINA VE TOPLUMA ZARAR VERECEKSE, GİZLİLİK BOZULMALIDIR],
aynı kanunun 57. maddesinde belirtilen bildirimi zorunlu hastalıklar arasına alınmış ve
gizlilik kurallarına uyulması koşuluyla infeksiyonun bildirimine başlanmıştır. Başlangıçta
HIV ile infekte olan kişilerin ve AIDS olgularının bildiriminde hastanın açık ismi ve kimlik
bilgileri yer almaktaydı.
HIV-infeksiyonu bildirimleri Mayıs 1994 tarihinden itibaren tamamen “isimsiz (anonim)”
olarak, kodlama usulü ile [D-86 Formu: İsmin ilk iki harfi, soyadının ilk iki harfi, doğum
yılının son iki rakamı ile kodlama] yapılmaya başlanmıştır. Bu uygulamaya geçilmesindeki
amaç, kişilik haklarının korunması, böylelikle gerçeğe daha yakın verilerin elde
edilebilmesidir.
HASTALIĞI YENME HEDEFİNDEKİ ARAŞTIRMALARA AYIRILAN KAYNAK
YANINDA, TOPLUMUN KORUNMASI İÇİN AYDINLATMA KAMPANYALARINA
DA ÖNEMLİ ÖLÇÜDE KAYNAK AYIRILMALIDIR!
5
Epidemiyoloji ve uluslar arası sağlık konusunda uzman, WHO Global AIDS Programı
başkanı ve uluslar arası fonların AIDS ile mücadele eden yoksul ülkelere yönlendirilmesi için
büyük çabalar harcayan Prof. Dr. Jonathan Mann, WHO’nun Cenevre’de yapılacak
kongresine katılmak üzere New York’tan eşi ile birlikte bindiği uçağın düşmesi üzerine 51
yaşındayken öldü. Prof. Mann “Yoksulluk ve eğitimsizlik, salgınların motorudur!” demişti.
HEKİM, HIV-POZİTİFSE
Hekim, hemşire ve laboratuar personeli, infekte olma bakımından yüksek risk altındadır.
Fakat aynı şekilde, hasta için infeksiyon kaynağı da olabilirler. Uluslar arası literatürde,
hekimden hastaya HIV bulaştığı saptanan tipik iki bildirim bulunmaktadır. Birincisi,
1990’ların başında Florida’da 6 hastasını infekte ettiği kanaati edinilen bir dişhekimi, diğeri
1997’de kamuoyuna açıklanan, 968 eski hastası test edilerek birinin operasyon esnasında HIV
ile infekte olduğu kanaatine varılan Fransız ortopedisttir.
Alman Tabipler Birliği ve Sağlık Bakanlığı, salgının başlangıç yılları sayılabilecek 1991
yılında bu konuda bir tavsiye kararı yayınlamıştır. Bu karara göre, invazif girişimler
uygulamakta olan hekimler HIV-Antikor Testi yaptırmalı, sonuç negatifse belli aralıklarla
testi yeniletmelidir. Sonuç pozitifse, gerek hekimler, gerekse Diş Hekimleri, etkinlik
alanlarını sınırlandırmalı ya da değiştirmeli, müdahale esnasında yaralanma olasılıkları
bulunan girişimleri asla uygulamamalıydılar. Mensubu bulundukları Kurum ve Meslek
Birliği, HIV-pozitif meslek üyelerine dayanışma ile yaklaşmalıdır. Hekim, HIV-pozitif ise,
hasta ile kanının temasa gelebileceği riskli müdahaleleri üstlenmeyerek mesleğini uygulamayı
sürdürebilir. Hasta, ısrarla hekimin HIV-pozitif olup olmadığını öğrenmek istiyorsa, bu tutum,
hekim-hasta arasındaki güven ilişkisinin sarsılması olarak nitelenebilir. Hekim, güvenin
zedelenişini gerekçe göstererek, hastanın tedavisini üstlenmeyebilir.
Salgın hastalıklar tarihi, cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH) içerisinde sadece bir
grup içinde sınırlı kalan CYBH olamayacağını göstermektedir. Yayılım, sadece zaman
işidir. HIV-pozitif ve para karşılığında seks yapan bir kadınla, HIV-pozitif ve sık partner
değiştirmekten hoşlanan, “yaşamaya” meraklı bir kadın arasındaki fark büyük müdür? HIVpozitif para karşılığında seks yapan kadına yasak getirildiğinde, bu yasak ne ölçüde kontrol
edilebilecektir? Aynı şekilde HIV-pozitif heteroseksüel ya da homoseksüel erkeklerin
yaşamları nasıl kontrol edilebilecektir? Bu nedenle eşcinsel bar ve saunalarını kapatmak
yerine, AIDS Danışma Merkezleri’nin bu kişilere ulaşabilecek ya da bu kişilerin ulaşabileceği
şekilde yapılanmaları ve hizmet vermeleri doğru olacağı anlaşılmıştır. Bu kişilerle gerekli
6
diyaloğa girebilmek, onları cinsel yaşamlarında HIV bulaşmasından korunmak üzere
eğitebilecek uygun konuşma yollarını öğrenebilmek için, hekimlerin de eğitim almaya
gereksinimleri vardır.
DİKKAT: Yani, cinsel açıdan aktif durumda olan ve partneri ile birbirine sadık
yaşamayan her kişinin, infekte olma potansiyeli yüksektir. Bu nedenle HIV’in
yayılımından çeşitli grupları sorumlu tutmak, hatalı bir tutum, damgalamadır!
TÜBERKÜLOZ ve ETİK
Tüberküloz (TB), binlerce yıldan beri yeryüzünde insan sağlığını tehdit eden, genç ve orta yaş
gruptaki ölümlerin önemli nedeni olan ve henüz başarılı eradikasyonu sağlanamamış bir
hastalıktır. Bugün dünya nüfusunun üçte biri TB basili ile infektedir. Tedavide kaydedilen
ilerlemelere karşın, tüberküloz, gittikçe artan bir biçimde morbidite ve mortalitede dünya
ölçeğinde bir neden olmaya devam etmektedir. Çünkü TB medikososyal bir sorundur. Sosyoekonomik düzey, beslenme durumu, hastalığın algılanış şekli, sağlık olanaklarına ulaşabilme
ve davranış şekilleri gibi faktörler TB’un sıklığını ve prognozunu etkilemektedir. Tüberküloz
hastası bir çok kişide hastalığın tanılanamadığı, tanılansa da doğru biçimde tedavi edilemediği
bilinmektedir. Bunun çeşitli nedenleri olmakla birlikte, bu nedenler içerisinde hekimlerin
doğru ilaçları yazamamaları, hastaların da ilaçlarını doğru bir şekilde kullanamamaları önde
gelmektedir.
Ayrıca tüberküloz, HIV-pozitif insanların sağlığını da ciddi olarak tehdit eden bir hastalıktır
ve giderek daha çok AIDS hastasının ölüm nedeni olmakta ve bütün bu faktörler, ilaçlara
dirençli TB suşlarının oluşumuna yol açmaktadır. Ülkemizde tüberkülozun durumu
değerlendirildiğinde, hastalık insidansı açısından başarılı kontrol programı uygulamış ülkeler
ile, kötü programlar uygulamış ülkeler arasında bir konumumuzun olduğu görülmektedir.
Ancak ülkemiz, dirençli vaka sayısı bakımından DSÖ (WMA) tarafından kırmızı alarmda bir
ülke olarak değerlendirilmektedir.Yoksulluk, yetersiz beslenmeye, sağlıksız konutlarda
yaşamaya, suç işleme oranlarını arttırarak cezaevi gibi kalabalık ortamlarda yaşamaya ve
hatta evsiz-barksız (homeless) yaşam tarzına yol açarak TB gibi hastalıklara direkt veya
indirekt olarak davetiye çıkarabilmektedir. Oturulan evin oda sayısı TB’un bulaşmasını
etkileyen bir faktördür.Bu nedenle ekonomik açıdan zor günler yaşayan risk gruplarına
yönelik makro düzeyde politikaların ivedilikle hazırlanması ve uygulanması gerekir. Aksi
taktirde birçok faktöre bağlı olarak ortaya çıkan TB hastalığının bu olumsuz tablo içinde
gittikçe büyüyen bir sorun halini alması kaçınılmazdır. Tüberküloz etik açıdan, toplumsal
kaynakların paylaşımındaki adaletsizlikler, ayrımcılık, Malpraktis konularının daha hararetli
tartışılacağı bir sağlık sorunudur.
TÜBERKÜLOZ ve HASTA HAKLARI
Verem hastalığı, toplumdaki önyargılar nedeniyle zaman zaman belirli çevrelerde olumsuz
olarak değerlendirilmekte, hastaların insanlar arasında daha aşağı bir noktada
konumlandırılmasına yol açabilmektedir. Verem hastaları da birer insan olarak onur duygusu
ve saygınlığa sahiptirler. Diğer insanlara kıyasla hiçbir ayrım gösterilmeksizin onun kişilik
hakları gözetilmeli ve sağlanmalıdır. Gerek hizmet alınan sağlık kurumlarında, gerekse kendi
içlerinde ve toplumsal çevrelerinde hastalar bu tür bir olumsuzlukla karşılaşmamalı, aksine
hasta oldukları için destek görebilmelidirler. Sağlık personeli hizmet verdikleri tüm insanlara
cinsiyet, eğitim, ırk, yaş, inanç ya da sosyal ve ekonomik durum veya yaşam tarzı gibi
farklılıklara aldırmadan nasıl eşit davranıyorsa verem hastalarına da aynı yaklaşım içinde
7
olmalıdırlar. Bu bağlamda Hasta Hakları içerisinde, TB hastaları açısından şu haklar daha da
önem kazanır:
-Genel olarak basamaklandırılmış bir sağlık sistemine, özel olarak da verem hastalığı
konusunda uzmanlaşmış bir organizasyona sahip olma hakkı,
-Verem hastalığı hakkında bilgilenme hakkı,
-Hastalığı bulaştırma durumunda olan kişilerden korunma hakkı,
-Verem hastalığını yapan basile karşı bağışıklanma hakkı,
-Verem hastalığı ile ilgili kontrol ve izlenme hakkı,
-Sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma hakkı,
-Saygınlığını koruma/ayrımcılığa uğratılmama hakkı,
-Onaylama hakkı,
-Mahremiyet ve gizlilik hakkı,
-Tutulan kayıt ve dosyalarla ilgili haklar,
-Başvuru ve şikayet hakkı,
-Sosyal yardım ve destek hakkı/Psikolojik destek alma hakkı.
Ülkemize ait bir çok araştırmada, TB hastalarını ağırlıklı olarak erkeklerin oluşturduğu
gösterilmiştir. Bu durum erkeklerin sosyal olarak daha aktif olmalarından kaynaklanabileceği
gibi kadınların tanısal sürece ulaşmalarında ki güçlükler nedeniyle de olabileceği
düşünülmektedir. Oysa kadının toplumsal konumunun, tanı ve tedaviye ulaşabilmeye olanak
tanımaması, temel insan haklarından “sağlık hakkı”nın ve giderek “yaşama hakkı”nın
çiğnenmesi anlamını taşır.
DİKKAT:
1982 tarihli T.C. Anayasası
Madde 17: “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir…”
Tüberküloz gibi birey sağlığının yanı sıra tüm toplumun sağlığını da ilgilendiren bir hastalık
olgusunda, uygulanan yanlış tedaviler nedeniyle hastalarda ağır komplikasyonların ortaya
çıkması; tedaviye dirençli bir form alarak bireysel sağaltımı güçleştirmesi ve maddi yükler
eklemesi; en önemlisi de bu dirençli basillerin topluma yayılarak üçüncü kişileri de tedavisiz
bırakma riskinin oluşması, anayasal bir hak olan sağlıklı olma hakkı açısından önlemler
alınmasını gerektirir.
TÜBERKÜLOZ HASTASI ve AYDINLATILMIŞ ONAM
Hastanın tedaviye uyumsuzlukla ilgili hiçbir sorunu kalmaması için hastalığı hakkında
aydınlatılması gerekir. Verem, bulaşıcı bir hastalık olduğu için, kişinin aydınlatılması ayrıca
önem kazanır. Hastalığın kesin tedavinin mümkün olup olmadığı, bunun için nelerin
yapılması gerektiği, tedaviyle ilgili ortaya çıkabilecek olumsuz durumlar, tedavinin nasıl ve
nerede yapılacağı, bunun için ödenecek ücret, uygulanacak işlemler ve tedavi sırasında
bunları gerçekleştirecek kişilerin bilgi ve deneyimlerinin olup olmadığı, hastalık süresince ve
tedavi sırasında hastaların neleri yapıp neleri yapamayacağı, herhangi bir kısıtlamaya maruz
kalıp kalmayacağı, olumsuz durumlardan korunmak ya da sakınmak için yapılması
gerekenler, hastalık süreci ve sonrasında yapılacak izlemelerle ilgili bilgiler, komplikasyonlar
8
ve bu süreçte yaşanabilecek sıkıntılar, kısacası tanı ve tedavi açısından gerekli olabilecek her
şey ve hasta ya da yakınlarının aklına gelebilecek tüm sorular ve konular her hastanın ve
yakınlarının anlayabileceği biçimde ya da anlayana kadar anlatılmalıdır. Tüm bu anlatılanları
her hastanın başka hekim ya da kurumlara danışarak yeniden değerlendirme hakkı da vardır.
Bu konu da olumlu karşılanarak, talep etmesi halinde bu konuda da hastaya yardımcı
olunmalıdır.
(Fotoğraf: Arın Namal)
Ülkemizde yapılan kapsamlı bir araştırmada, TB hastalarının yetersiz gelire rağmen büyük bir
kısmının sosyal yardım almadığı belirlenmiştir. Bu durum hastaların toplumda yer alan sosyal
destek ve sosyal yardım kaynaklarına nasıl ulaşabileceği konusunda yeterli bilgiye sahip
olmamaları ile açıklanabilir. Burada, hastanın yeterince aydınlatılamadığı ortaya çıkmaktadır.
Hastanın aydınlatılması, sadece tanının, tedavi hakkında bilgilendirilmesini kapsamaz. Hasta,
hastalığı ile ilgili yardım alabileceği kurum ve kuruluşlar hakkında da bilgilendirilmelidir.
Dolayısıyla burada hekimlerimizin hem hukuki, hem de etik sorumlulukları olan aydınlatma
görevlerini yeterince yerine getirmediklerini düşündürecek bir sonuç bulunmaktadır.
TB TANI ve TEDAVİSİNE ÖZGÜ ETİK SORUNLAR
TB tanısı bakteriyolojiktir ve Dünya Sağlık Örgütü de bu nedenle mikroskopi ile tanı
konulmasını önermektedir. TB teşhisinin en kolay şekilde konmasının yolu da mikroskopik
tanı iken ve dispanserlerde balgam yayması yapılacak teknik alt yapı mevcutken, bir çok
dispanserin radyoloji ağırlıklı çalıştığı görülmektedir. Ülkemizde TB hastası başına ortalama
1500 USD harcandığı, oysa Dünya Sağlık Örgütü’nün bu konuda önerdiği miktarın hasta başı
80 -100 USD olduğu belirtilmektedir. TB ile savaşa ayrılan kaynağın, yanlış tüketimi, sağlık
alanında kaynak yetersizliği ile ilgili çok ciddi sıkıntılar karşısında, tıp etiğinin adalet
ilkesinin düşüncesizce çiğnenmesi anlamı taşır.
Yanlış veya eksik tedavi uygulayan ya da özel muayenehanelerinde veya hastanelerde
tüberküloz tedavi etmeye kalkan bu konuda yeterli eğitime sahip olmayan hekimler, insan ve
toplum sağlığı ile ilgili sorumluluklarını çiğnemiş olurlar. Özel hekim ve sağlık kuruluşlarının
9
TB teşhisi sonrasında tedavi değil sadece hastayı Verem Savaş Dispanseri’ne yönlendirmesi
ve bildirim konusunda çok sıkı denetlenmeleri şarttır. İyi bir hasta takip sistemi
kurulamadığında, tıp etiğinde “kolay incitilebilir kişiler (vulnerable persons)” olarak nitelenen
gruplardan sosyopatik, psikolojik sorunlu, bağımlı, kimsesiz vs. gibi gruplara ait TB
hastalarının düzenli tedavi almaları büsbütün güçleşir.
DİKKAT: 1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun 113 ve devamı
maddeleri gereğince TB ile karşılaşıldığı anda durum, yetkili mercilere bildirilmek ve yetkili
merciler isee gereken tertibatı almakla yükümlüdürler. Bunun yapılmaması halinde aynı
Kanunun 282 ve devamındaki ceza hükümleri gündeme gelir ve ilgililer hapis ve para cezası
uygulanır.
TB uzmanı olmayan hekimlerin bu olguları ayaktan tedavi etmeye kalkışması, hasta olanların
kayda geçirilmesini engellemektedir. Bu durum, hastaların gerektiği gibi takibi, hastalığın
ülkedeki yayılımı hakkında doğru bir fikir edinilebilmesi önünde çok önemli bir engeldir.
Kronik olguların en az 2 ay yatması gerekli görülürken, yatak sayısının yetersizliği nedeniyle
balgamda ARB(+) olan bir çok hasta yatak yetersizliğinde dolayı evlerine gönderilmek
zorunda kalınması nedeniyle, ailenin ve toplumun infekte edilmesine yol açılacağı açıktır.
Ülkemizde TB hastalarının bakımını üstlenen hastanelerin artık Göğüs Hastalıkları
Hastaneleri adı altında hizmet verdikleri bilinmektedir. Yani bu hastanelerde artık sadece TB
hastaları yatmamaktadır. Buralarda çalışan Göğüs Hastalıkları Uzmanları’nın neredeyse
hepsinin muayenehanesinin bulunduğu ve bu hastanelere, genellikle yoksul olan TB hastaları
yerine KOAH, Astım, Kanser gibi hastaları yatırma eğiliminde olabilecekleri tehlikesinin
değerlendirilmesi gerekir.
DİKKAT: Bir Halk Sağlığı sorunu olan TB’da, hastalar ile hekimler arasında kesinlikle para
sorunu olmamalı, tedavi sadece TB tedavisi ile uğraşan hekim ve kurumlarca (en azından
birimlerce) yapılmalıdır.
Ülkemize ait önemli bir sorun, TB ilaçlarının eczanelerde serbest olarak satılmakta oluşudur.
Bu bir çelişkidir, çünkü tüberküloz tedavisi devletçe ücretsiz yapılması zorunlu bir bulaşıcı
hastalık kabul edilmiştir. İlaçların verem savaş dispanserlerinden ücretsiz olarak temin
edilmesi gerekirken, ihaleler zamanında yapılmadığından zaman zaman dispanserlerde bazı
ilaçlar bulunmamaktadır. Kısa bir süre tedavisine devam eden, bu sayede kendisini iyi
hisseden, aynı zamanda sürekli ilaç kullanmaktan da bıkmış durumda olan hasta, böyle bir
durumda kolaylıkla tedaviden kopabilmektedir. Bu hasta bir süre sonra kendisini yeniden
kötü hissettiğinde, tedaviyi yarım bıraktıkları için doktordan azar işiteceğinden çekinerek
onun daha önce yazdığı ilaçları eczaneden alıp kullanmaya kalkmakta, kontrolsüz bu kullanış,
ilaçlara karşı direnç gelişmesine neden olmaktadır.
10
(Fotoğraf: Arın Namal)
1982 tarihli T.C.Anayasası
Madde 56: “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak;
insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla
sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu
ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine
getirir.”
TB şüphesi olan veya hastalığı olanların eğer hastaneye yatacaksa, TB İzolasyon Odaları’na
yatırılması gelişmiş ülkelerde yeğlenmektedir. Ülkemizde genellikle izolasyon odalarının
olmaması nedeniyle, en azından basil çıkaran hastaların, basil çıkarmayan hastalardan ayrı
odalarda tutulması sağlanmalıdır. Ayrıca ilaca dirençli tüberküloz hastalarının bulaştırıcılığı
sürebileceğinden, hastanede yattıkları sürece izolasyon odalarında tutulmaları şarttır.
İzolasyon odalarının negatif basınçlı olması gerekir. Ruhsal sorunu olan, evsiz barksız,
kimsesizler, uyuşturucu ve alkol bağımlısı olanlar, tiner kullanan çocuklar vs tüm tedavi
boyunca uygun bir merkezde bakılabilmeleri gerekir.
Tüberküloz hastaları, toplum tarafından farkedilip dışlanacakları korkusu, ilaç kullanmayı
bırakmalarına yol açabilmektedir. 21.04.2001 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde çıkan haberde
verem olan bir vatandaşın yaşadığı apartmandan kovulduğu, hasta olan bu adamcağızın ailesi
ile birlikte Kaymakamlığa başvurduğunda, ancak ilçeyi terkederlerse para yardımı yapılacağı
yanıtıyla karşılandığı şeklinde bir haber yer almıştır. Psikolog desteği ile çalışmanın tedaviye
uyumu artırmaktadır. Hastalar tedavi sürecinde bazı mağduriyetlere uğrayabilirler. Örneğin
yatarak tedavi görmek zorunda olanların ekonomik yönden desteklenmeleri, işlerinden ayrı
kaldıkları sürelerde kendilerinin ve ailelerinin geçimlerinin sağlanması, çalışmamaktan
kaynaklanan işe yaramama duygularının oluşması önlenmesi, işle rehabilitasyon, beceri
kazandırma, o koşullarda çalışma olanaklarının bulunması ve sosyal etkinliklerde yer alma
11
biçiminde ek katkılar sunulması gerekebilir. Bu gereksinimler nedeniyle Sosyal Hizmet
Uzmanları ve Psikologların Verem Savaş Dernekleri’nde istihdam edilmeleri gerekir.
Gerek AIDS, gerekse TB gibi pandemi yaratmış sağlık sorunları, tıbba ayrılan kaynakların
miktarı ve nasıl dağıtılacakları konusunda önemli tartışmalar açar.
TIPTA SINIRLI KAYNAKLARIN PAYLAŞTIRILMASI
Tıpta para kaynağı ve insan kaynağı sınırlı olmakla birlikte, insanın tıbbi yardıma gereksinimi
potansiyel anlamda sınırsızdır. Bu tür “Allokasyon (Tahsisat)” sorunlarına mevcut iki diyaliz
aygıtına karşılık diyalize gereksinimi bulunan 3 hastanın varlığında doğacak sorunu örnek
verebiliriz. Hekim, bu üç hastadan hangisini hizmet dışında bırakacaktır? Böyle durumlar için
geliştirilmiş kurallar var mıdır? Hastane, yeni bir diyaliz aygıtı mı satın almalıdır? Yoksa,
yetkili politikacılar uyarılarak, benzer durumlarda yetersiz kalınmaması için, gerekli
altyapının sağlanması için kaynak ayırmaları çağrısında mı bulunulmalıdır?
ALAN
BASAMAK
MAKROALLOKASYON
MİKROALLOKASYON
DAĞILIM GÖREVİ
SORUMLU
4
Gayrısafi toplumsal
birikimin çeşitli
alanlara dağılımı
Başbakan
3
Sağlık sisteminde
çeşitli projelere
dağıtım
Sağlık Bakanı
Sağlık Müdürleri
2
Hastane
bölümlerindeki
paylaşım ilkeleri
Hastane Yönetimi
1
Hastalar arasında
Dağılım
Hekim
Tablo: Allokasyon [KAYNAK AYIRMA/TAHSİSAT] kararlarında alanlar ve basamaklar
4. BASAMAĞA AİT SORU:
-Ulusal gelirin ne kadarı sağlık harcamalarına ayırılmalıdır?
3. BASAMAĞA AİT SORU:
-Araştırma ve tedavi alanında nelere öncelik verilmelidir? Örneğin araştırma alanında AIDS,
genetik hastalıklar, kalp-dolaşım hastalıklarından hangisine daha fazla kaynak ayırılmalıdır?
2. BASAMAĞA AİT SORU:
-Sağlık mesleği mensupları, kararlarında hangi kriterlere dayanacaktır?
1. BASAMAĞA AİT SORU:
-Hangi tıbbi yardım, hangi hasta için uygundur?
Tahsisat sorunu, ileri tıp teknolojisine sahip, fakat bu olanaklara ulaşabilen insan sayısının
sınırlı olduğu ülkelerde derinleşir. Bu hizmetlere ulaşım, sigorta sistemine, sosyal devlet
anlayışına ya da kişinin ödeme gücüne bağlıdır. Genel olarak da kaynakların hangi toplumsal
gereksinime yönlendirilişi ile ilgilidir. Bu konu tıp çevrelerinde tartışılmaktadır. Amerika
Birleşik Devletleri Baylor College’da Çocuk Kliniği, parasal kaynaklarını, erken doğanların
12
korunması için yoğun bakım yatakları hazırlanmasına ayırmak istemiş, hastane etik kurulu bu
projeye karşı çıkarak, kaynağın anne olacakların eğitimi ile ilgili bir projeye kaydırılmasını
savunmuştu. Kaynakların bu şekilde kısıtlanması ile, 500 gr.’ın altında ağırlıkla erken doğup,
doğanın tanımadığı bir şansı zorlayarak ileri teknoloji desteğiyle yaşamda tutulmaya
çalışılmalarının yolu kesilmişti.
Sınırlı kaynakların paylaşımında kişinin yaşı, sosyal yararlılığı kriter olamaz. Buna karşın, 70
yaş üzerine yoğun bakım uygulanmasını eleştiren görüşler bulunmaktadır. Karar vermede şu
ölçütler dikkate alınmalıdır:
-İlgili kişi, mutlaka karara dahil edilmelidir.
-Hekim, toplumun gereksinimlerini dikkate almadan sadece hastanın çıkarına odaklanamaz.
Ya da toplumun çıkarını gözeterek, bireyin gereksinimlerini hiçe sayamaz.
-Yüksek maliyetli bakımlara yol açacak sakatlıklar/hastalıklar, prenatal, neonatal vb.
koruyucu hekimlik taramaları ile önlenmeye çalışılmalı, tıbbi müdahaleler, sağlayacakları
açısından değerlendirilmelidir.
-Kaynakların kısıtlanması yerine, mali külfetin daha uygun biçimde paylaşılması için yollar
aranmalıdır.
-Rasyonalizasyon: Zorunlu tedbirlerle gereksiz harcamaların önüne geçilmelidir. Örneğin bazı
ilaçların, çok kısıtlı endikasyonlarda kullanılmasına izin verilmesi gerekir.
KAYNAKLAR
1- T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü (Yay.) : Bulaşıcı
Hastalıkların İhbarı ve Bildirim Sistemi. Standart Tanı, Sürveyans ve Laboratuar
Rehberi. Ankara 2004.
2- Özkara Ş, Kılıçaslan Z, Öztürk F, et al. Bölge verileriyle Türkiye’de Tüberküloz
.Toraks Dergisi 2002, 3:178-187.
3- Yıldırım Y ve Balbay Ö. Tüberküloz ve Yoksulluk Birbirini Tetikleyen İki Büyük
Tehlike midir?’ STED (Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi), Cilt: 12, Sayı: 1, 2003.
4- Illhardt FJ, Piechowiak Mittelverteilung. In: Kahlke W, Reiter Theil S (Hg.) Ethik in
der Medizin. Stuttgart 1995.
5- Namal A. HIV ve AIDS’e Karşın Yaşamak. HIV/AIDS’liler,Yakınları ve Sağlık
Görevlileri İçin HIV/AIDS’li Yaşamlarda Haklar. Nobel Tıp Kitabevi. İstanbul 1997.
Download