ADALET VE MEDENİYET DERGİSİ AĞUSTOS EYLÜL EKİM 2015 YIL: 1 SAYI: 1 adaletvemedeniyet.com 22 Hâkim Fethullah Soyubelli Bir Şehadet Özelinde Medya Etiği 34 Akif Tögel Hukuku Seçme Hakkı ve Medine Vesikası n i t a k i k Ha ı c v a S r i B e d z a İzin r i K lim e S t e m h e M le i y t e d a Şehit i Ş eh ir leşti rd i A dı Gi bi d Sel im k t Bayra Bi i y ’ e y i rk Tü rk la Öztü Atil Musa Kazım Arıcan Bir Hukukçu Olarak İmamı Azam Ebu Hanife 47 Emir Eş Bir Medeniyet Meşalesi Süleymaniye Kütüphanesi 25 ı y a n m ulla ğrendik i K y İ Ö Zamavncıımızdan a Fuzuli Aydoğdu S t i h Şe 28 e Av. Ahm 16 36 60 Abdulkadir Yıldız İfade Özgürlüğü ve Sınırları Genel Yayın Yönetmeninden Bir şey yap güzel olsun… Huzura vesile olsun, rikkate yol açsın, şevk versin, hakikate işaret etsin. Bir şey yap doğru olsun. İnsanları yalanın yanlışın bataklığına düşmekten korusun. Bir şey yap adil olsun, haktan hukuktan ayrılmasın. Zalime haddini bildirsin, mazlumun payını versin diyor, hikâyeciliğimizin piri Mustafa Kutlu. Başlamak zordur derler, yeniden başlamak da öyle. Başlarken büyüklerin iz bırakmış düşüncelerinden notlarla başlamak iyidir, başlayanın işaret fişekleridir. Biz de notlarımıza devam ederken; ‘İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah.’ diyelim ve ekleyelim: Doğruların da yeniden başlayanların da yardımcısı Allah’tır. Bu inançla Adalet ve Medeniyet dergimizin ilk sayısı için bismillah diyerek yola çıktık. Adaletten adle boyun eğmeyi anlayan bir medeniyetin evlatları olarak ömrümüzce adle boyun eğmenin mücadelesini vermek bizim en önemli meselemiz olacaktır. “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın…” emrinin muhatabı olarak, İslam Medeniyetinin ruh köklerini ulu bir çınar haline getiren Osmanlı’yı güçlü kılan şeyin adil yönetimle başarılan dinamizm ve zenginlikten kaynaklandığına inanıyoruz. Medeniyet bizce teknik, teknoloji gibi kavramlarla açıklanamayacağı gibi, maddi üstünlükle de kesinlikle izah edilemez. Taşların tanklara galip geleceğine inanıyoruz çünkü. Teknik ve tekniğe bağlı olarak gelişen teknoloji ise ancak uygarlığı ifade edebilir. Din-medine-medeniyet köken itibariyle birbiriyle ilintili kavramlar olarak ifade edilir. Lütfi Bergen Medine’ye geçişten sonra medeniyetten bahsedilmesi meselesinin özünü açıklarken özetle şöyle der: ‘’Medine’yi Medine yapan hususiyet Müslümanların ahkâmı yaşayan bir toplum haline gelmeleri, Pazar ilişkilerini tesis etmeleri ve dindarlıklarını yaşayacakları merkezler, kurumlar, teşkil etmeleri idi.’’ Şiirde, sanatta, ticarette önemli bir merkez olan Mekke’nin o dönem itibariyle Medeniyet ile ilişkilendirilmemesi tam olarak medeniyet ve uygarlık farkının ortaya konması bakımından önemli bir işarettir diye düşünüyoruz. İlk sayımızda adaletin tesisi için mücadele eden ve bu uğurda şehadete kavuşan Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı konu edindik. Onda adaleti yeniden canlandıracak ve adaleti ayakta tutmanın mücadelesini verecek kişilere yol gösterecek şeyler bulduk, sizlerle paylaşmazsak olmazdı. Hem siz hiç tanımadığınız birisi için ağladınız mı bilmiyoruz ama birçok tanımayanı onu sevdi ve onun için gözyaşı döktü. Gözyaşlarıyla hazırlanmış bir dosya var diyebiliriz sizlere. İstanbul Başsavcıvekilimiz Fuzuli Aydoğdu “Zamanı iyi kullanmayı şehit savcımızdan öğrendik.” dedi ve 20 metre karelik odada altı kişiyle geçen günlerini anlattı. Şehit savcımızın imam hatipten sınıf arkadaşı ve 30 yıllık dostu Av. Ahmet Bayrak şehit savcımızla geçirdiği günlerden ve şehidimizin kişiliğinden bahsetti. Ayrıca fotoğraf arşivini de bizlere açtı. İmam Hatip ve üniversite döneminde birlikte çekildiği fotoğrafları röportajımızda görebilirsiniz. Şehidimizin İstanbul Adliyesinden arkadaşı Hâkim Atilla Öztürk, Şehit Savcımız Mehmet Selim Kiraz’la ilgili önemli bir tespitte bulundu: Şehadetiyle Türkiye’yi birleştirdi. Hakim Fethullah Soyubelli “Bir Şehadet Özelinde Medya Etiği” başlıklı yazısıyla önemli mesajlar veriyor ve tehlikeyi işaret ediyor: Hakareti, küçük düşürmeyi, rencide etmeyi, kişilik haklarını ihlali haber verme hürriyeti; kendi çıkarını, siyasal yaklaşımını, ideolojik tutumunu kamunun yararı; hitap ettiği ve mobilize tuttuğu bir kesimi toplumun bütünü zanneden bir anlayışla karşı karşıyayız. Medeniyet üzerine yoğun okumalar yapan Halil İbrahim Uzun ‘Medeni Bir Duygu Olarak Adaleti’ ele aldı. Musa Kazım Arıcan ‘Bir Hukukçu Olarak İmamı Azam Ebu Hanife’yi yazdı. Samet Öztürk, Mücahit Ayhan Emre, Halil İbrahim Uzun, Onur Dur, Burak Şahin, Hüseyin Türk, Emir Eş, Abdulkadir Yıldız, ilk sayımızda emekleri olan diğer yazarlarımız. Daha iyi bir sayıda buluşabilmek duasıyla… >>>içindekiler »22 »28 Bir Şehadet Özelinde Medya Etiği İstanbul Başsavcı Vekili Fuzuli Aydoğdu: Zamanı İyi Kullanmayı Şehit Savcımızdan Öğrendik >> Hâkim Fethullah Soyubelli »16 »25 Av. Ahmet Bayrak: Adı Gibi Selimdi Hâkim Atilla Öztürk: Şehadetiyle Türkiye’yi Birleştirdi Türkiye Bülteni 4 Dünya Bülteni 6 Günüllü Bülteni 8 Sivil Toplum Bülteni 12 Adalet ve Medeniyet Dergisi Yaygın Süreli Bilimsel Dergi Üç Ayda bir yayınlanır. Yıl: 1 Sayı: 1 Ağustos-Eylül-Ekim 2015 ISSN 2149-4460 »15 Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz »44 Kısasta Hayat >>Sezai Karakoç >>Hüseyin Öztürk Adalet ve Medeniyet Derneği Adına Yayın Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Fatih Karadayı »47 »50 >>Emir Eş >>Halil İbrahim Uzun Bir Medeniyet Meşalesi Süleymaniye Kütüphanesi Danışma Kurulu: Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yrd. Doç Dr. Musa Öztürk Genel Yayın Yönetmeni: Akif Tögel Mardin Artuklu Üniversitesi Medeni Bir Duygu Olarak Adalet Yayın Kurulu: Mücahit Ayhan Emre Ömür Kadri Sarı Yunus Emre Bağlar Barış Coşkun Yrd. Doç. Dr. Mehmet Aykanat Necmettin Erbakan Üniversitesi Arş. Gör. Halil İbrahim Uzun Yıldız Teknik Üniversitesi Hukuk Danışmanı: Av. Hüseyin Tepe Son Okuma: Kadri Çalışkan »34 »40 Hukuku Seçme Hakkı ve Medine Vesikası İslam Ceza Hukuku Konferansı İSİ M • ADA LE K İ T >>Akif Tögel RG MEDENİYET D E VE E T O E Y L Ü L S - »31 - A Ğ U S BİYOGRAFİ »36 Endülüste Hukuk Bir Hukukçu Olarak İmamı Azam Ebu Hanife >> Samet Öztürk >>Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan »52 »54 »56 »60 >>Onur Dur >>Burak Şahin >>Mücahit Ayhan Emre >> Abdulkadir Yıldız Terörizm İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Huzursuz Vicdanın Zaferi Yayın Yönetim Merkezi: Kabil Caddesi 1335. Sok.No:58/2 Öveçler-Çankaya-Ankara [email protected] Grafik Tasarım: Ali Bıyıklı 0539 763 89 49 Anayasa Mahkemesi Tuba Arslan Kararı İfade Özgürlüğü ve Sınırları Baskı: Pozitif Matbaacılık ve Ambalaj San. Tic. Ltd. Şti. Çamlıca Mahallesi Anadolu Bulvarı 145. Sokak 10/19 Yenimahalle/Ankara Tel: 0312 397 00 31 Faks: 0312 397 86 12 pozitifmatbaa.com [email protected] ‘’Dergimiz basın ahlak ilkelerine uyar. Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.’' >>Ali Emrah Bozbayındır MEDENİYET D GİS • ADA L E VE ER T t E M K İ İ • a ğ u s o s e y l ü l Sözün Ustası Sezai Karakoç Diriliş Işığıyla Yeniden Başladı Diriliş İdeali, Milletimizin, Yine İslâmla Tarihteki Büyük Yerine Oturması Atılımıdır. İslam milletinin dirilmesi için yarım asırdır mücadele eden sözün ustası Sezai Karakoç, Diriliş Işığı ile gazete yazılarına verdiği araya son vermiş oldu. Diriliş neslinin mimarı Sezai Karakoç ülke meselelerine ilişkin değerlendirmelerini genellikle haftalık basın toplantıları ile milletimizle paylaşıyordu. Diriliş ideali, milletimizin, Yine İslamla tarihteki büyük yerine oturması atılımıdır, diyen Sezai Karakoç Diriliş Işığındaki yazısında şu hususlara değindi: “… Bir ülke, varoluş savaşını, biçim ve görünümüyle eskinin tıpkısı olmasa da, özü, anlamı ve amacıyla değişmez bir yapı kazanmış olan kendi dünya görüşünün aşkı, harareti ve direnciyle yapar. O görüş, o milletin hayat temeli olan medeniyetin bir meyvesi ve aynı zamanda o medeniyeti canlı tutan özsuyudur. Milletimizin tarihte varoluş hikmeti haline gelen ve hayat tarzını belirleyen görüş ve yaşayış, şüphe götürmez bir hakikat olarak İSLÂM’dır. Diriliş ideali, İslâm’ın Dirilişi dediğimiz, milletimizin, yine İslâmla tarihteki büyük yerine oturması atılımıdır. Diriliş görüş ve hareketi, önce İslâm Medeniyeti üzerinde durmuştur. Daha önce, İslâm Medeniyetini kabul etmekle beraber, geçmişte kalmış, artık bu- adalet ve medeniyet ............................. 6 ............................. gün yaşamayan bir medeniyet olarak ele alıp artık dünyada Batı Medeniyetinden başka bir medeniyet kalmadığını, bütün meselenin ona adapte olmak olduğunu, aksi iddia edilemez bir gerçeklik gibi ileri sürüyorlardı sözde bilim, düşünce adamları ve genel olarak aydın çevreler. Biz ise, toplum olarak, İslâm Dünyası olarak bugün dahi İslâm Medeniyeti ile yaşadığımızı, ancak bunun çok düşük bir kapasite ve kalitede olduğunu, meselenin başka bir medeniyete uymak ve uyum sağlamak olmayıp kendi medeniyet seviyemizi lâyık olduğu seviyeye çıkarmak olduğunu ısrarla ileri sürdük. Bugün bu tez, artık birçok çevrede benimsenmeye yüz tutmuştur. Şimdilerde de, belki ikinci adım olarak, “DİRİLİŞ’’ kelimesi genel anlamında yayılma aşamasına gelmiştir. İşte, bu noktada, özgün DİRİLİŞ GÖRÜŞ VE HAREKETİ’nin, devreye girerek, son ve tam bir atılımla, İSLÂM MİLLET ve MEDENİYETİ’NİN DİRİLİŞİ amacını gerçekleştirmesi, inanç, düşünce, edebiyat ve politika alanında olduğu gibi toplumu her alanda ayağa kaldıracak süreçleri tamamlaması ve yeni bir çağ açması günü gelmiştir.” Mursî ve Karadâvî Hakkında Türkiye Âlimler Birliği Açıklaması İslam Dünyası Bu Kumpasları Görmeli ve Tepkisini Göstermeli Ağustos-Eylül-Ekim İslamî ilim ve değerlerin gelişmesi, güçlenmesi, yaygınlaşması ve korunmasına destek olmak, sahih din anlayışına sahip nitelikli âlimlerin yetişmesine katkıda bulunmak, insanların manevi ihtiyaçlarının sağlıklı bir şekilde karşılanmasına yardım ve rehberlik etmek, bu alanlarda ortaya çıkan meselelere ehliyet sahibi ilim adamları tarafından çözümler üretmek, bunlar için gereken hazırlıkları yapmak, yapılanlara destek olmak maksadıyla kurulan Türkiye Âlimler Birliği, Mursî ve Karadâvî hakkında ve- rilen idam kararlarıyla ilgili bir açıklama yaptı. Türkiye Âlimler Birliği adına başkan Prof. Dr. Raşit Küçük imzasıyla yayınlanan açıklamada: “Mısır tarihinde ilk kez halkın hür iradesini yansıtan, demokratik bir seçimle cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursî’nin görevinin henüz bir yılını doldurmuşken askeri darbeyle alaşağı edilmesi ve devam eden bir dizi yargılama içerisinde “hapishaneler baskını”ndaki bazı tutukluların kaçması olayıyla ilişkilendirilerek ve “casusluk Dr. Kamil Furtun’ları Korumak Prof. Dr. Orhan Arslan: Kısas Ceza Değil Adalettir. Samsun Göğüs Hastalıkları Hastanesi Göğüs Cerrahisi Uzmanı 56 yaşındaki Dr. Kamil Furtun, hastane koridorunda yürürken, kalbinden 3 kurşunla vurularak şehit edildikten sonra katili 'Niye yaptın?' sorusuna, "Canım sıkıldı. Böyle zevklerim var abi. Hoşuma gitti ondan vurdum." yanıtını verdi. Bu olay üzerine Prof. Dr. Orhan Arslan kısas vurgulu bir yazı kaleme aldı: “Ey Devlet! Ey Millet! Ey adalet! İnsanınızı koruyamıyorsunuz. Acizsiniz. Zavallı bir güçsüzlükle boğuluyorsunuz. Aziz olmanın, yani üstün, güçlü ve şerefli olmanın yolu, Allah-Kuran-Peygamberli olmaktan geçer (Nisa 4/139). Siz Kur’an’ı hayatınızdan çıkartırsanız daha çok Özgecan’lar, Dr. Kamil Furtunlar telef olup gider. Niçin inat ediyorsunuz. Allah ile niçin inatlaşıyorsunuz? Yaratan, yarattığını nasıl koruyacağını da en iyi bilen değil midir? Nasıl korunacağı belli insanın. “Ey iman edenler! Öldürülmede kısas size farz kılındı. Ancak affedilirse kısas düşer. O zaman öldürülenin velisine diyet ödeyin. Bu Rabbinizden bir rahmettir. Kısasta sizin için hayat vardır (Bakara 2/178-179).” Kısas ceza değil; adalettir, rahmettir. Kısas; suça denk ve adil karşılık demektir; kısasta hayat vardır. Öldürüleceğini bilen insan, cinayete cesaret edemez. Kısas, devlete ait bir idam cezası değildir, gerekirse maktulün yakınları tarafından af edilebilir. İs- ............................. 7 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim rafından siyasal ve kimi İslam ülkelerince de finansal olarak desteklenen darbeci Mısır yönetiminin halkın demokratik tercihlerine bakışını ve zulme tepki veren hakiki âlimleri susturmaya yönelik tavrını açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye Âlimler Birliği olarak İslam dünyasının artık bu kumpasları görmesini ve gereken tepkiyi her platformda göstermesini diliyoruz.” ifadelerine yer verildi. adalet ve medeniyet davası” ithamıyla idama mahkûm edilmesi, darbeci Mısır yönetiminin aldığı utanç verici ve en şiddetli şekilde kınanması gereken bir karar olarak değerlendirilmelidir. İki binli yılların başında mensubu bulunduğu “Müslüman Kardeşler” teşkilatı siyasi parti olarak faaliyet gösteremediği için bağımsız olarak Mısır Parlamentosuna seçilen Muhammed Mursî hiçbir zaman şiddet ve terör eylemlerini tasvip etmemiş ve her daim demokratik yollarla Mısır halkının problemlerine çözüm arayışlarını ve çabasını sürdürmüştür. Mursî ile birlikte hâlihazırda İslam dünyasındaki en saygın âlimlerden olan Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusuf el-Karadâvî’nin de aynı güdümlü mahkeme tarafından idama mahkûm edilmesi, maalesef ABD ve Avrupa ta- lam’da hapishane yoktur, tutukevi vardır. Suç işleyen bir kimse, ya öldürülür, para, ya da sürgün cezasına çarptırılır; hapse atılmaz. Norveç’te 77 kişiyi öldüren sapığa 21 yıl hapis verildi. Bu ceza değil, cinayete teşviktir. Ülkede Allah’ın adaleti olsaydı, sapık İsmail Koyun, 3 günlük muhakeme sonunda ölüme mahkûm edilirdi (Allah’ın emridir bu, farzdır, kaçamazsınız).Yarın sabah darağacının önüne getirilir; Eşi Funda ile oğlu Taylan’ın irade ve merhametine teslim edilirdi. Onlar ya infaz ederlerdi, ya af. Adalet de yerini bulurdu. Şimdi siz ne yapıyorsunuz? Ayrıca siz kim oluyorsunuz da, Funda Hanım ve Taylan’a ait olan bir hakkı kullanıyorsunuz? Size ne? Sizin mi kocanız, ya da babanız öldü? Hakkı lütfen sahibine teslim ediniz. 7 milyar insana, insanlığa soruyorum: Daha iyisini biliyorsanız söyleyin. Muhakkak şanı yüce Allah doğru söyler.” MEDENİYET D GİS t E İ • a ğ u s M • ADA LE K İ VE ER T o s e y l ü l Ulusların Sınırları Osmanlı Kayıtlarıyla Çiziliyor Osmanlı Arşivlerinde Filistin Belgeleri Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklarının desteğiyle Filistin Platformunun yürütücülüğünde; Kudüs’te, Gazze’de ve tüm Filistin’de vuku bulan haksızlıklara karşı, refleksif tavırlardan öte, kalıcı ve sürdürülebilir bir inisiyatif alarak tarihi ve hukuki bir savunma zemini oluşturma adına Osmanlı Arşivlerinde Filistin Belgeleri konulu proje çalışması yürütüyor. Başbakanlık Devlet Arşivlerindeki Osmanlı dönemine ait belgeler, büyük bir imparatorluğun hükmettiği ve bugün artık irili ufaklı birçok devletin yer aldığı geniş bir coğrafyada karşılaşılan birçok ihtilafın çözümünde anahtar rol oynamaktadır. Ortadoğu ve Balkanlar’da, keza Mısır ile İsrail arasındaki Sina Yarımadası konusunda çıkan çok değişik problemlerde, Libya ile Tunus arasında oluşan sınır anlaşmazlığında hep arşivlerimize müracaat edildi. Uluslararası Adalet Divanı Kuveyt ile Katar arasında çıkan ada ihtilafında Osmanlı arşivlerindeki belgelerle karar verdi. Büyük bir Cihan Devleti olan Osmanlı’nın dört yüz yıl boyunca hakimiyetinde kalmış olan Filistin bölgesini ilgilendiren bir çok husus Osmanlı arşivlerinde kayıt altında bulunmaktadır. Özellikle klasik dönemde arazi kayıtları (Kudüs Tahrirleri gibi..); vakıf kayıtları ve vakfiyeler; özel mülkiyet, münazaa, miras vs. gibi mahkeme kayıtları (Şer’iyye Sicilleri) yakınçağlarda mülkiyet üzerinde oluşturulan yeni tasarruflar ve tapu uygulamaları, söz konusu belgelerde yer almaktadır. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplululukları Başkanlığı, yapacağı arşiv çalışmasıyla tarihi gerçekleri, özellikle bölgede bulunan tarihi camiler, tekke ve medreseler, çeşmeler gibi eserler, özel mülkler ve eski mezarlıklar, kamu binaları ve emsali yapılarının tespitini gerçekleştirecek ve önemli bir bölümü birinci dönem envanter çalışması ile tamamlanan bu belgelerin, yerel mahkemeler ve uluslararası mahkemelerde kullanılarak, Filistinlilerin gasbedilen haklarını aramalarına vesile olmayı hedeflemektedir. Alanında uzman akademisyenlerce tarihi yorumları yapılan belgelerin kataloglanıp bunlardan gerekli görülenlerin siyaset, uluslararası hukuk ve bilim dünyasının istifadesine sunulması ayrıca aynı belgelerin günümüz hukuk davalarına mesned teşkil edecek hukuki yorumlarının uzman hukukçulara yaptırılması planlanmıştır. Cihan devleti Osmanlı’nın tarihi, hukuki ve siyasi mirasına sahip çıkma anlamında çok önemli olan bu proje hem pratik ihtiyaçlara cevap verecek ve hem de haksızlıkların önüne geçmekte katkılar sunacaktır. Proje kapsamında elde edilecek veriler bilim kurulunun öncelikleri esas alınarak günümüz Türkçesine, İngilizce ve Arapçaya çevrilecek; tarihi, kültürel, sosyo-ekonomik ve hukuki cihetlerden sonuçları ortaya konulacaktır. Vakıflara ve özel mülkiyete ait olarak tespit edilen gayrimenkullerin günümüz şartlarındaki kadastral değerlendirmeleri yapılacak, güncel haritalarda koordinatları belirlenerek muhtemel hak taleplerinin takibi kolaylaştırılacaktır. İran ve Azerbeycan’dan Önemli Bir Adım İran ve Azerbeycan Tahran’da Ortak Banka Kuracak adalet ve medeniyet ............................. 8 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim İran İslam Cumhuriyeti Bakü Büyükelçisi, yakın bir gelecekte İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ortak banka kuracağını bildirdi. Mehr Haber Ajansı'nın haberine göre, Bağımsız Devletler Topluluğu ile Ticaret toplantısında konuşan İran İslam Cumhuriyeti Bakü Büyükelçisi Mohsen Pakayin, İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesi için çalıştıklarını ve bu konuda iki ülkenin ulusal para birimlerini kullanmayı planladıklarını belirtti. Pakayin sözlerinin devamında, İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti arasındaki ticaret hacminin 500 milyon dolar civarında olduğunu ve yakın bir gelecekte ise Tahran’da İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti ortak bankasının ku- rulmasını planladıklarını söyledi. Parayı elinde tutan güç ya da güçlerin dünya siyasetini yönlendirdiği gerçeğinden yola çıkılarak tüm İslam ülkelerinin kendi aralarında iş birliği ve ticaretlerini geliştirme adına, ortak para birimlerini oluşturmaları ve kendi bankalarını kurmaları yeryüzünün huzura ve refaha kavuşmasında önemli bir adım olacaktır. 1900’lü yılların ikinci yarısında Batılıların gerçekleştirdiği ortak pazar, ortak para birimi projesini bir türlü hayata geçiremeyen Müslümanların, bu uygulamaya bir an evvel geçmesi gerekmektedir. İran-Azerbaycan ticari ilişkilerini geliştirme adına kurulması planlanan bu banka küçük de olsa önemli bir adım. Camimizden Defol, Kerry!.. Önce İsrail BMGK Kararlarına Uysun ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Cibuti'ye düzenlediği ziyaretin ardından Suudi Arabistan'a geçti. Kerry'nin Cibuti'deki cami ziyareti sırasında 'vaaz veren' görüntüsü ise çok şey anlatıyor. Cibuti'yi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Cibuti Dışişleri Bakanı Mahmud Ali Yusuf ile bir araya geldi. Bu arada cami ziyaretinde kadınlı erkekli cemaatle bir araya gelip konuşması da tepkilere sebep oldu. Görüşmenin ardından Müslümanların ve Müslüman coğrafyanın her işine burnunu sokan üzerine vazife olmayan işlere karışan ABD’nin Dış İşleri Bakanı, yaptığı basın açıklamasında, Yemen'deki krizden Ensarullah Hareketi'nin (Husiler) sorumlu olduğunu belirterek, "Yemen'de krizi çıkaran Husilerdir. Husilerin, BMGK kararlarına bağlı kalması gerek." dedi. İsrail’in BM binalarını vurması, yıllardan beri BMGK kararlarını çiğnemesi ile ilgili herhangi bir somut adım atmayan ABD’nin Yemen’deki meselelerle ilgili açıklamalarının şuurlu Müslümanlar tarafından dikkate alınmayacağını belirtmek isteriz. Cami, müminlerin birbiriyle ve Allah’la buluşma yeridir; Camiler, kışladır ancak müminler için. Bu sebeple camimize girerek dinimizin uygun görmediği kadınlı-erkekli bir ortamda konuşma yapan Kerry’e ‘Camimizden defol!’ diyoruz. Kırmızı Bülten Kararları İnterpol'e Gönderilsin! İsrailli Komutanlar Yakalansın ............................. 9 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır. Bu nedenle medyanın, insanlığın ortak davası olan Mavi Marmara Davası’nı; kapsamlı bir şekilde takip ederek Türkiye ve dünya kamuoyunu haberdar etmesini önemsiyoruz. Saldırıda hayatını kaybeden gazeteci kardeşimiz Cevdet Kılıçlar; diğer insani yardım gönüllüleri ve yaklaşık 2,5 yıldır komada olan Uğur Süleyman Söylemez için, 37 ülkeden gelecek olan tüm gemi yolcularına duruşma esnasında kamuoyumuzun desteğini talep ediyoruz” ifadelerine yer veriliyor. Davanın 26.05.2014 tarihinde 7'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 6. duruşmasında dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Marom, Askeri İstihbarat Daire Başkanı Amos Yadlin ve Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Avishay Levi hakkında yakalama kararı verilmiş ve sanıklar hakkında kırmızı bülten çıkarılmasına karar verilmişti. Ancak o günden bugüne bir sene geçmiş olmasına rağmen İsrailli komutanlar hakkında Kırmızı Bülten kararı İnterpol'e gönderilmedi. Kırmızı Bülten kararının bir an evvel İnterpol’e yazılarak İsrailli komutanların yakalanması ve hukuk önüne çıkarılması sağlanmalıdır. adalet ve medeniyet Gazze Özgürlük Filosu ve Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıdan dolayı 6 Kasım 2012 yılından beri yapılan duruşmalar devam ediyor. Gazze’ye Özgürlük Filosu ve Mavi Marmara organizatörü İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH); İsrail’in uluslarası platformda ceza alması için yoğun çalışma sürdürüyor. 37 ülkeden yolcu, gazi ve şehit yakınları dâhil 490 kişinin "müşteki-mağdur" olarak yer aldığı davanın sanıkları; dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Gabiel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Maron, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Avishay Levi ve İsrail İstihbarat Başkanı Amos Yadlin. Sanıklar davada "firari sanık" sıfatıyla tanımlanıyor. İHH İnsani Yardım Vakfı’ndan yapılan çağrıda “İşlenen suç sadece bu yolculara karşı değil o gemide temsilini bulan dünyanın ortak vicdanına karşı yani vicdan sahibi tüm insanlara, halklara karşı işlenmiş bir suçtur. İsrailli sorumlular insanlığın hukukunu çiğnemiştir. Adaletin gereği olarak da sorumlular dünya kamuoyunun önünde adil y a rg ı l a n m a ortamında MEDENİYET D GİS t E İ • a ğ u s M • ADA LE K İ VE ER T o s e y l ü l Gönüllülerimizden Şehit Savcının Ailesine Taziye Ziyareti adalet veadalet medeniyet Ağustos-Eylül-Ekim ve medeniyet Ağustos-Eylül-Ekim ............................. 10 ............................. ............................. 10 ............................. Milli ve manevi değerlerine bağlı hukukçular yetiştirme niyetiyle yola çıkmış olan gönüllülerimiz, 31.03.2015 tarihinde şehadete kavuşan Mehmet Selim Kiraz’ın ailesine taziye ziyaretinde bulundu. Şehit savcının babasının ve ailesinin yakın ilgi ve alaka gösterdiği genç hukukçular, şehit savcının babasının teskin edici cümlelerinden çok etkilendiler. Şehit savcının babası Hakkı Kiraz Beyefendi genç hukukçulara: ‘Oğlum işe giderken her gün abdest alır, öyle giderdi. Rabbine kavuştuğu gün servise geç kalması pahasına abdestini alarak işinin başına gitti ve sonrasını biliyorsunuz evladım şehit oldu. Evladımın bu şekilde Rabbine kavuşması mukadderat yani takdiri ilahidir. Nasıl ki benim evladım benim için çok değerliyse siz de aileleriniz nezdinde çok önemlisiniz. Ancak ülkeniz için çok daha önemlisiniz. Çok kritik bir mesleğin icracılarısınız. Hak-hukuk olan bir alandasınız. Şehidimiz kul hakkına çok dikkat ederdi, başkasının hakkını yememek için çok çalışır, işini titizlikle yapardı.’ dedi. Şehit savcımızın eşi Yasemin Kiraz Hanımefendinin de hazır bulunduğu ziyarette, Yasemin Hanımefendi gençlere ‘Eşim şehit oldu, artık görev sırası, hizmet sırası sizde.’ dedi. Adaleti ve Hukuku Tesis Etmeliyiz Çarşamba Söyleşilerinin Konuğu Emir Eş idi Gönüllü hukuk öğrencilerimizin düzenlediği Çarşamba Söyleşileri kapsamında Yazma Eserler Kurumu İstanbul Bölge Müdürü Sayın Emir Eş, 'Adalet Penceresinden, Kimliksel Donanımımızın Basamakları' konulu söyleşiyi gerçekleştirdi. İnsanın mefhumlarla düşündüğünden medeniyetin mefhumlar üzerinden kurulduğundan hareketle bazı tanımlamalarda bulundu ve mühim hususlar hakkında açıklamalar yaptı: “Keşif, görülmeden görmek, vurulmadan dönmektir. Veli, görüldüğünde Allah'ı hatırlatan kişidir. Mü'minin istikameti, velinin kerametidir. Cihad, insan ile İslam arasındaki engelleri kaldırıp; insanın İslam'ı yakından incelemesini sağlama faaliyetidir. Engele göre cihadın aleti belirlenir. Hadisi Şerif'in hükmü gereğince düşmana kendi silahıyla mukabelede bulunmak gerekir. Müslümanın kimliksel donanımlarından birisi de (en mühim olanlarından); velayetini müslümana vermek, adaleti ve hukuku tesis edecekleri seçme vazifesini yerine getirmektir. Müslüman hayatının her zerresinde, zamanının her anında İslam için yaşayacak, büyük gayeler için yol alırken en küçük detayları dahi ihmal etmeyecek bu doğrultuda hayatını idame ettirecektir. Osmanlı döneminde baytarlık hakkında yazılmış bir kitabın mukaddimesinde baytarlığın fetih ve cihad için önemli olduğu ve bu kitabın hizmetinin ve öneminin de bundan kaynaklandığı belirtilmiş. İşte ihtiyacımız olan bu şuurdur.” Programın ardından dernek çalışmaları hakkında Emir Eş’e bir bilgilendirmede bulunuldu. Dernek çalışmaları hakkında istişareler yapılıp karşılıklı iyi dilek temennilerinde bulunulduktan sonra misafirimiz İstanbul’a uğurlandı. Hukukçu Öğrencilerle Bir Araya Gelen İhsan Şenocak: Usulü Fıkıhtan Haberiniz Olsun Gönüllülerimiz, İFAM’ın (İlmi ve Fikri Araştırmalar Merkezi) kurucusu İhsan Şenocak Hoca’yı hukuk fakültesi öğrencileri ile buluşturdu. İFAM’da tefsir, hadis, fıkıh, akâid, usûl, nahiv, mantık, kavâid ve makâsıd gibi temel ve yardımcı ilimler okutmakta olan İhsan Hoca’nın sohbetinde genel olarak şu hususlara değindi: Yollarımızın açılması için; Allah'ın boyasıyla boyanmak, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellamin mayasıyla mayalanmak mecburiyetinde ve memuriyetindeyiz. İslam'ı cemiyetin bütün şubelerinde siyasi, içtimai, iktisadi alanlarda hâkim kılmak için hukuk ve siyasal bilimler fakültesi öğrencileri İslami İlimleri öğrenmeliler. Bu alanda eğitim alan öğrenciler bir rahlenin önünde diz çökerek İslami ilimleri tahsil etmeliler ki medresenin hayatı tanıyamaması problemi aşılabilsin. Hukukçularımız var, fıkıh usulünü bilmiyor, alim- lerimiz var siyasi literatüre vâkıf değil. İşte bu ayrılığı ve aykırılığı sizin fedakâr çalışmalarınız sonlandıracaktır. İhsan Hoca gençlere ‘Her kardeşimin mutlaka okuması gereken bir kitap diyerek' Ebu'l Hasen Ali En-Nedvi’nin "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?" kitabı ile yine aynı yazara ait sekiz ciltten oluşan "İslam Önderleri Tarihi" kitaplarını tavsiye etti. Suriyeli Kardeşlerimizin Yanındayız Ankara’da ikamet eden Suriyeli Ailelere Yardım Çalışmaları… “Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” hadisi şeriflerinden ilham alarak dernek bünyesinde Ankara’da bulunan Suriyeli mültecilere yardım masası oluşturdu. Suriye’deki savaş sebebiyle Türkiye’nin sınır illerine ve oradan da Ankara’ya gelen mültecilere gönüllü aileler tarafından barınma (kira, elektrik ve su faturası ödeme, eşya yardımı), giyinme ve gıda yardımları ulaştırılıyor. İhtiyaç sahipleri ile yardım etmek isteyenlerin buluşturulduğu çalışma Suriyeli ailelere umut ışığı oluyor. adalet ve medeniyet Ağustos-Eylül-Ekim adalet ve medeniyet Ağustos-Eylül-Ekim Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle ülkede her gün ortalama 100’ün üzerinde insan hayatını kaybederken yüz binlercesi de saldırı, işkence ve tecavüz riski, temel ihtiyaç maddelerinin yokluğu vb. sebeplerle evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalmaktadır. Hemen yanıbaşımızda gerçekleşen bu insanlık dramı 2 milyona yakın Suriyeli’nin ülkemize göç etmesini de beraberinde getirmiştir. Bu zorunlu göç ve beraberinde gelen mültecilik ise Suriyeli kardeşlerimize ciddi mahrumiyetler ve mağduriyetler yaşatmaktadır. Gönüllülerimiz, “Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” ve ............................. 11 ............................. ............................. 11 ............................. MEDENİYET D GİS t E İ • a ğ u s M • ADA LE K İ VE ER T o s e y l ü l Gönüllülerimiz İftar Programında Buluştu… adalet ve medeniyet ............................. 12 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Sen bizi özledin biz de seni. Müminler yolunu gözledi, yürekler seni bekledi. Rahmanın bu dünyada kuluna her yıl ikram etme lütfunda bulunduğu Ramazanımız hoş geldin, sefalar getirdin mümin yüreklere. Paylaşma ruhunun şahlandığı mübarek ayda derneğimizin kuruluşundan bugüne kadar desteğini esirgemeyen gönüllülerimizle Sayıştay Sosyal tesislerinde iftar programında bir araya geldik. Firdevs camii müezzini Davut Kasapoğlu'nun aşrı şerifiyle başlayan programda tanıtım filminin izlenmesinin ardından konuşması yapan Adalet Gönüllüleri Derneği Genel Başkanı Bilal Temel, “Adalet Gönüllüleri Derneği 2006 yılında bir grup idealist, milli ve manevi değerlerine bağlı olan Avukatlar tarafından kurulmuştur. Düsturumuz; “Herkes İçin Adalet”, İlkemiz; Malkom X’in ifadesiyle ‘Ben gerçeğin peşindeyim, kimin ne söylediği önemli değil, ben adaletin peşindeyim, kim için ve kime karşı olduğu önemli değil.’ dedi. Derneğe gönül veren, katkıda bulunan ve programa katılan misafirlere teşekkür ederek konuşmasını tamamlayan Bilal Temel’den sonra Adalet Bakanlığını 07.03.2015 tarihinde devreden Bekir Bozdağ kürsüye çıkarak bir selamlama konuşması yaptı. Konuşmasına Ramazan ayının müminler için bir rahmet, bereket ayı olduğunu hatırlatmasıyla başlayan Bozdağ “ Mübarek Ramazan ayını idrak ettiğimiz bu günlerde Ankara’mızda bu güzel mekanda huzurlu bir şekilde, güzel bir atmosferde iftarımızı yaptık ama bu imkandan yoksun olan Müslüman kardeşlerimiz, Müslüman coğrafyalar var. Irak’ta, Suriye’de, Filistinde, Arakan’da ve birçok yerde Müslüman kardeşlerimiz zor şartlar altında Ramazan geçiriyor. Bu Ramazanın Müslüman kardeşlerimizin ve Müslüman coğrafyaların sıkıntılarından kurtuluşuna vesile olsun.” dedi 'Adalet Ahlakı’ Konulu Seminer Düzenlendi Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan: Sürdürülebilir Ahlak Hukukla Mümkündür ‘Bir Hanımefendinin Gözünden Hukukçu Olmak’ konulu seminer düzenlendi ............................. 13 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Beyazıt Hukuk Bürosu avukatlarından Beyza Nur Beyazıt ‘Bir Hanımefendinin Gözünden Hukukçu Olmak’ konulu söyleşide Adalet Gönüllüsü hanımlarla birlikte oldu. Av. Beyza Nur Beyazıt ‘Hukuk fakültesinden mezun olunca bizleri neler bekliyor?” sorusu kapsamında hâkimlik, noterlik, arabuluculuk konularında genel değerlendirmelerde bulundu. Hukuk fakültesinden mezun olmadan önce deneyim kazanma adına mutlaka bir hukuk bürosunda bir avukatın yanında teoride öğrenilen bilgilerin pratiğinin nasıl uygulandığıyla ilgili deneyim kazanmanın önemine vurgu yapan Beyza Nur Ha nım’ın sunumundan notlar: “Avukatlar halk nazarında maalesef yalancı sıfatı ile anılıyor, avukatlık mesleğini dürüstçe yürütmek mümkün. Bu aslında insanın ahlak anlayışıyla, vicdani kanaatiyle ilgili bir durum. Avukatlık mesleğini icra ederken ahlaki değerleri ikinci plana atamayız. Her yerde ahlakımızla var olmalıyız. Avukatların belirli alanlarda ihtisaslaşması kendisinin yararına olacaktır. Bir avukat her davayı almamalıdır, bazı kriterlere göre dava almak avukatı vicdani yönden rahatlatacaktır. Avukatlık mesleğini başarılı bir şekilde yürütmek isteyen hukukçular şu hususlara dikkat etmelidir: Her şeyden önce avukatlık mesleğinin hem mesleki anlamda bir mesuliyet hem de dini anlamda mesuliyet yüklediğinin bilinciyle hareket etmek. Yaptığı işi aşkla, şevkle ve severek yapmak, İyi bir gözlemci olmak, Araştırmacı ruha sahip olmak, Zamanı etkili ve verimli kullanmak, Hızlı ve pratik olmak, Etkili iletişim becerilerine sahip olmak. adalet ve medeniyet Hanım gönüllü çalışmaları kapsamında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Türk İslam Düşüncesi Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan’ın katılımıyla ‘Adalet Ahlakı’ konulu seminer düzenledi. Hukukun, insanın ahlaklı olmasını sürdüren eylem olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Musa Kazım Arıcan, temel olarak şu hususlara değindi: İnsan ilişkilerinde ve toplum düzeni içerisinde 5 temel değerimiz vardır: 1. Şecaat; denge hali, erdem asıl olarak budur. 2. İffet; namus anlayışı olarak değil ölçülülük hâli olarak iffet. 3. Hikmet 4. Cömertlik 5. Adalet Bu 5 temel değerimizi adalet kendi içinde toplar. Bu nedenle adalet çok hassas bir terazi üzerine kuruludur. Onun doğru uygulanması bu 5 temel değerin; toplum düzeni ve insan ilişkileri üzerindeki etkisi açısından büyük bir önem arz eder. Tüm bunları denetleyen mekanizma ise hukuktur. Hukuk, insanın ahlaklı olmasını sürdüren eylem demektir. Adaletin hakkaniyete uygun bir biçimde tecellisi üzerinde ahlakın, genel anlamda ahlakın oluşmasında ise örf ve kültürün etkisi çok büyüktür. Biz Müslümanların kültürü ise; Efendimiz’in yaşantısını takip etmek ve Veda Hutbesinde bize bıraktığı Kur’an ve Sünnet emanetine sahip çıkarak hayatımıza geçirmek üzerine kuruludur. Adalet bir ödevdir. Yalnızca hukukun ve hukukçuların ilgi alanı içerisinde değil topyekün bir sorumluluk bilinci içinde değerlendirilmelidir. Ahlaki değerleri oturmuş bir toplumun, adaletiyle mülkünü sağlaması zor olmadığı gibi ilerlemesi ve gelişmesi de daha kolay ve nitelikli olacaktır. Av. Beyzanur Beyazıt: Ahlakımızla Var Olalım MEDENİYET D GİS t E İ • a ğ u s M • ADA LE K İ VE ER T o s e y l ü l 'İslam Hukukunda Makâsıd' Konulu Sempozyum Gerçekleştirildi. Ahlaki Müeyyide Üzerine Konuşmalar-4: Celal Türer, “Ahlâk Ve Müeyyide” İLEM’in İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi Devam Ediyor… ADAM Vakfı akademik çalışmalarına devam ediyor… adalet ve medeniyet ............................. 14 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Çağın her alanındaki ideal insanına ulaşabilmek için dayanışma ve yardımlaşma değerlerini ön plana çıkararak yola çıkmış olan Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi (ADAM) tarafından ‘İslam Hukukunda Makâsıd’ konulu sempozyum gerçekleştirildi. Başkonuşmacılarının Prof. Dr. Mehmet BULUT, Prof. Dr. Şamil DAĞCI, Prof. Dr. Arif ERSOY olduğu programın yürütücüsü ADAM Vakfı tarafından programın sunuş ve amacı şu şekilde açıklanmış: Makâsıd; maksad kelimesinin çoğuludur. Ulaşılması hedeflenen yer anlamına gelmektedir. İslam Hukuku literatüründe makâsıdü’ş-şârî veya makâsidü’ş-şerîa ya da el-makâsidü’ş şer’iyye şeklindeki ifadesiyle Yüce Allah’ın emir ve yasakları koymadaki muradını ve hukuk düzeninden beklediği yararları ifade eder. Bu bağlamda Makâsıd, yararların sağlanması suretiyle maslahatın gerçekleştirilmesi ve zararların giderilmesi suretiyle mefsedetin izalesidir diyebiliriz. Makâsıd içinde mesâlih-i mürsele, sedd-i zeri‘a ve umûm-i belvâ gibi hususlar yer almaktadır. Dolayısıyla çok geniş bir konu olan Makâsıd mevzuunu etraflıca ele almanın böyle kısıtlı zaman ve dar bir programa sığdırmanın mümkün olamayacağının farkında olduğumuzu beyan etmekle beraber, akademik camianın, özellikle Hukuk ve İslam Hukuku alanında tahsil gören kitlenin İslam Hukukunun canlı ve dinamik boyutuna bir nebze dikkat dikkat çekmek ve bu meyanda farkındalık yaratmak maksadıyla bu gibi etkinliklerin düzenlenmesinde fayda mülahaza ediyor, çalışmamızın bu noktada hayırlı bir başlangıç olmasını temenni ediyoruz. İLEM (İlmi Etüdler Derneği) ve İLKE (İlim Kültür Eğitim Derneği) tarafından 2013 yılında tohumları serpilen, temel amacı; ahlâk alanında telif edilmiş çalışmaların belli bir sistem dâhilinde ortaya konularak, nitelikli ilmi çalışmalar yapılmasına imkân sağlanması ve bu süreçte ahlâk çalışan bir zümrenin yetişmesinin temin edilmesi olan “İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi” kapsamında Ahlaki Müeyyide Üzerine Konuşmalar-4 Celal Türer'in "Ahlâk ve Müeyyide" başlıklı sunumuyla gerçekleştirildi. Celal Türer “Eğer ahlâk tümüyle bir özgürlük alanı olsaydı, o zaman ahlâklı olmayı seçmeyebilirdik ama bir şekilde seçtiğimiz için bir zorunluluk alanıdır, eğer müeyyideyi bu zorunluluk üzerinden ele alırsak ahlâkî müeyyidenin hem deruni bir biçimde hem de harici bir biçimde tezahür ettiğini söyleyebiliriz. Geleneksel anlayışta da vicdandan başlıyoruz, sosyal yaptırım ve dış otorite olarak karşımıza çıkıyor. Bu husus aslında ahlâkın nasıl tezahür ettiğiyle ilgili bir yapıyı ortaya koyar. Ahlâk özne ile onu aşan bir alan arasındaki ilişkide cereyan eder. Bu ilişki her iki tarafın aynı anda kavrandığı bir ilişki biçimi değildir, sıkıntı bu arada gerçekleşir. Biz öznenin ne bizatihi kendisini biliyoruz ne de aşkın alanın bizatihi mahiyetini biliyoruz, bildiğimiz husus bu ikisi arasında gerçekleşen deneyimin kendisidir.” dedi. Hukukçular Derneği, Uluslararası Hukukçular Birliği, Anayasa Hukukçuları Derneği, Uluslararası Hukuk Merkezi ve Hukuki Araştırmalar Derneği tarafından insanlık onurunun sesi, insanın dehlizlere atılmış vicdanının iniltisi, tüm dünyada inim inim inleyen mazlumların “âh” nidası olacak, büyük mahkemede zalimlerin zulmüne şahitlik edecek vicdan mahkemeleri kuruluyor. Faaliyetlerin, yayınlayacak raporların, güncel gelişmelerin ve yapılacak yargılamaların Türkçe, İngilizce, Arapça ve Fransızca olmak üzere dört dilde yayın yapacak olan www.vicdanmahkemeleri.com adresinden efkârıumumiyle paylaşılacağı ifade edildi. Mısırın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 3 Temmuz 2013 yılında bir askeri darbe neticesinde tutuklanarak Mursi’nin ve Mısır halkının gaspedildiği, Mısır halkının gerçek temsilcilerinin her türlü hukuk ve insan hakları ihlalleriyle idama mahkûm edilmeleri örneği üzerinden tüm dünyada Müslümanlara topyekün bir saldırı altında olduğu söz konusu hukuk dernekleri tarafından dile getirilerek aşağıdaki açıklamalara yer verildi: Önceleri terörle mücadele olarak başlatılan saldırılar sonraları sözde İslami Terörle mücadeleye döndü. Ancak artık dolaylı değil, direkt olan bu saldırılar İslam'a ve Müslümanlara yönelmiş durumdadır. Bu da saldırıların gerçek amacının direkt olarak Müslümanlar olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır. İnsanlık tarihine geçecek kara lekelerden biri olan başta Mısır darbesi ve idam kararları olmak üzere Müslümanlara karşı başlatılmış olan Uluslararası Hukuk Projesi bu örtülü savaşın karşısında biz hukukçular, her türlü platformda mücadele edeceğimizi ilan ediyoruz. Sözüm ona medeni olduğunu iddia eden kesimlerin ve güçlerin işlediği “Sessizlik Suçu”na ortak olmayacağız. Bu mücadelemizin ilk kurumsal adımı olarak Uluslararası Vicdan Mahkemelerini kuruyoruz. Bu mahkeme insanlık onurunun sesidir. Bu mahkeme insanın dehlizlere atılmış vicdanının iniltisidir. Bu mahkeme tüm dünyada inim inim inleyen mazlumların “âh” nidasıdır. Bu mahkeme, Mahkeme-i Kübra'da, “Ya Rab biz zalimlerden olmadık, bilakis zalimlere karşı olduk” savunmasına hazırlıktır. Bu, büyük mahkemede zalimlerin zulmüne şahitliktir. Vicdan Mahkemeleri olarak başta Müslümanlara karşı olmak üzere dünyada gerçekleştirilen saldırılar ve ağır hak ihlallerini takip edecek, raporlayacak ve gerektiğinde yargılama faaliyetlerini yürüteceğiz. Dünyanın pek çok ülkesinde oluşturacağımız temsilcilikler ve destekçi kurumlar ile birlikte tüm yargılama ve diğer faaliyetleri dünyanın her yerinde eşzamanlı ve eşgüdümlü olarak gerçekleştirecek kurumsal bir yapıya sahip olacağız. Türkçe, İngilizce, Arapça ve Fransızca olmak üzere dört dilde yayın yapacak olan www.vicdanmahkemeleri.com adresinden faaliyetlerimize, yayınlayacağımız raporlara, güncel gelişmelere ve yapacağımız yargılamalara yer vereceğiz. Dünya var oldukça zalimlerin hukuksuzluklarının karşısında olacağımızı kamuoyunun takdirlerine saygı ile arz ederiz. Hukukçular Derneği ve Aziz Mahmut Hüdai Vakfından Umut Yüklü Bir Çalışma… ............................. 15 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim ana planda işleyecektir. Hazırlık öğrencileri için yabancı dil takibi ve fakülteye entelektüel bağlamda hazırlığın öncelendiği programın yanı sıra bölüm öğrencileri için de İngilizce anlatılacak Uluslararası Hukuk ve alt branşlarına dönük dersler organize edilecek olup bununla birlikte öğrencilerin ikinci yabancı dil öğrenmeleri için de alt yapı sağlanacaktır. Detaylı bilgi ve başvurular için Hukukçular Derneğinin internet sayfası takip edilmelidir. adalet ve medeniyet 21 Mart 2015 ile 9 Mayıs 2015 arasında Hukukçular Derneği ile Aziz Mahut Hüdai vakfı ortaklığında Genç Hukukçular için Uluslararası Hukuk Formasyonu programı gerçekleştirildi. Uluslararası Hukuk, Uluslararası Mülteci Hukuku, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku, Uluslararası Ceza Hukuku ve Uluslararası Yatırım Hukuku alanlarında yurt dışında eğitim almış eğitmenler tarafından İngilizce olarak verilen derslerden müteşekkil olan program başarı ile tamamlandı. Programın bir sonraki aşaması ise gelecek yıl sene boyunca gerçekleştirilecek yatılı programdan oluşacaktır. Eylül ayında seçmelerin yapılacağı program, Hazırlık öğrencileri ve Bölüm öğrencileri olarak iki Gideriz nur yolu izde gideriz Taş bağırda, sular dizde gideriz Bir gün akşam olur biz de gideriz Kalır dudaklarda şarkımız bizim… Necip Fazıl Kısakürek adalet ve medeniyet ............................. 16 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim s. e h İ t S a v c I m I z >> Hüseyin Öztürk Mehmet Selİm Kİraz Iğdır, Kürtlerin ve Azerilerin yoğun olarak yaşadıkları bir ilimiz. Ancak adaletle denge sağlanabilir, sulh ve asayiş tesis edilebilir. Ş ............................. 17 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Onun adalete verdiği önem ve insani ilişkilerinde de daima ön planda tuttuğu adillik, insanı önceleyen yaklaşım çalışma arkadaşları tarafından da görev yaptığı her yerde keşfedilmiş ve şehidimiz çalışma arkadaşları ve kendisini tanıyan insanlar üzerinde iz bırakarak görev yaptığı yerlerden ayrılmıştır. Iğdır’da adliye katiplerinin şehidimizin tayin haberinden sonra iddianame formatında düzenledikleri SEVGİNAME Şehit Savcımızın iletişim kurduğu insanlar üzerine bıraktığı izi göstermeye yetecektir. Şehit Savcımız Osmaniye’de görev yaparken “Bizler suçluları cezalandırırken ailelerini de cezalandırmamalıyız.” diyerek, mahkum ziyaretçileri için hapishane karşısında bir mescidin inşasına vesile olur. Şehit Savcımızın şehadeti ile insanların gönlünde yer edinmesi şu sözleri zihnimde düşünmeme vesile oldu: Sevdiğin kadar sevilirsin, aşk değil, ticarettir. Üzdüğün kadar üzülürsün, beddua değil ilahi adalettir. Osmaniye’deki görevinden sonra İstanbul Gaziosmanpaşa Adliyesinde göreve başlayan Şehit Savcımız kısa bir süre sonra da İstanbul Adliye Sarayına atanır. Memleketimizi ciddi manada meşgul eden ve farklı siyasi amaçlara malzeme olarak kullanılmak istenen, dört savcı değiştirmiş ve sonuca ulaşılamamış Berkin Elvan dosyası burada kendisine verildi. Soruşturmanın teknik kısmı bizim yazımızın konusu olmadığı için değinmiyorum ancak Şehit Savcımızın elindeki işleri sahiplenmesi anlamında önemli olduğu için Akşam gazetesine verdiği röportajdaki “Berkin Elvan dosyası için gece gündüz hatta hafta sonları dahil çalışıyorum. Olayda suçu olanları ortaya çıkaracağız. Elimden gelenini yapıyorum. Bu dosyanın siyasi boyutu beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren suçluların ortaya çıkarılmasıdır.” açıklamasını önemli buluyorum. Adaleti ayakta tutacak hakim ve savcılarımız açısından çıkarılması gereken ders kanaatimce alçaklar kadar asillerin de cesaretli olmaları ve adaletten şaşmama ilkesidir. Şehit Mehmet Selim bir hukukçu olarak adaletten şaşmamayı, farklı fikirlerde de olsa mağdurun hakkının teslim edilmesi gerektiğini belleklere kazıyarak şehadete kavuştu. Kiraz’ımızı dalından kopardılar. Bilmeliler ki birimiz toprağa düşersek neşv ü nema bulur ağaç olur bin doğarız. « adalet ve medeniyet ehit M. Selim Kiraz, 1969 yılında Siirt’in merkeze bağlı Kayaboğaz (eski ismi Xiirt) köyünde dünyaya geldi. Şehit Mehmet Selim ailenin ilk ve tek erkek çocuğudur. Köyde meydana gelen bir niza –çekişme, kavga- sonucu şehit savcımızın babası Hakkı Kiraz abi 43 sene önce Mersin’e göç eder. Köyde saygın ve varlıklı olan aile, şehir ortamında maddi sıkıntılar yaşasa da Adliyede yazı işleri müdürü olarak devlet memuru olan Hakkı abi, 6 çocuğunu mütevazı bir şekilde yetiştirir. İlkokulu bitiren Mehmet Selim okul dışındaki zamanını terzilik yapan dayısının yanında çalışarak aile ekonomisine katkıda bulunarak geçirir. Zaman zaman babasının aldığı kumaşlardan babasına takım elbiseler diker. Hakkı abinin arkadaşları bu elbiseyi nereden aldın diyenlere “Made in Selim” diyerek latifede bulunur. Orta ve liseyi Mersin İmam Hatip Lisesinde okur. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanan Mehmet Selim, hukuk fakültesi birinci sınıfın sonunda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine yatay geçişte bulunur. Stajını Mersin'de bulunan Hukukçu ve Cumhuriyet Başsavcılığı yapan Reşat PETEK Bey’in yanında bitirir. 2 yıl serbest avukat olarak çalışan Şehit Savcı Mehmet Selim, hâkimlik-savcılık sınavını kazanır. Sözlü sınavda kendisinin İmam Hatipli olduğu anlaşılınca dönemin siyasi erki(Adalet Bakanı M.Moğoltay ve Y.K. Doğan dönemi) kendisine sıkıntı çıkartsa da o dönemde sözlü sınavı geçen tek İmam Hatiplidir. Meslek hayatında görev yaptığı yerler Erzincan/Çayırlı, Karaman, (Bu dönemde aynı adliyede hakimlik yapan saygıdeğer eşi Yasemin Kiraz ile tanışır ve izdivaç eder.) Iğdır/ Merkez, Osmaniye/Merkez, İstanbul/Gaziosmanpaşa ve Çağlayan Adalet Sarayıdır. Şehit savcımızın hayatına kronolojik olarak kısaca değindikten sonra biraz da bir hukukçu olarak Şehit Savcımızdan bahsedelim. Hâkim ve savcılar ceza ile sonuçlanan dava kararları neticesinde genelde toplumda hasım edinseler de Şehit Kiraz bütün bunlardan beri bir hukukçu kimliğe sahip olmuştur. Örneğin, Iğdır’da görev yaptığı dönemde bir akrabası ile şu anısını paylaşır: Iğdır kozmopolit bir yer, Kürtlerin ve Azerilerin yoğun olarak yaşadıkları bir ilimiz. Ancak adaletle denge sağlanabilir, sulh ve asayiş tesis edilebilir. >> Röportaj: Muhammed Yasir Akmaz >> Fotoğraf: Abdullah Gencer AHMET BAYRAK KİMDİR: adalet ve medeniyet ............................. 18 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim 1971 Sivas doğumlu. İlk okulu Sivas Halil Rıfat Paşa İlköğretim Okulunda okudu. Sonrasında İmam Hatip’in ilk dört yılını Sivas’ta, son üç yılını Şehit Savcımız Mehmet Selim Kiraz’la Mersin İmam Hatip Lisesinde okudu. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 18.04.1996 tarihinden itibaren İstanbul Barosuna kayıtlı olarak İstanbul’da serbest avukat yapmakta. AV. AHMET BAYRAK: 3 1 Mart günü şehit olan savcımız Mehmet Selim Kiraz ile dostluğunuz nereye dayanıyor, nasıl tanıştınız, sizin gözünüzden Mehmet Selim Kiraz kimdir, biraz bahsedebilir misiniz? Şehit savcımız Mehmet Selim Kiraz ile bizim 30 yıla yakın bir dostluğumuz var. Sene 1986’da İmam Hatip Lisesi ikinci sınıfta tanışmıştık. Mehmet Selim Kiraz, Siirtli. 1969’da Siirt’e bağlı merkez Kayaboğaz köyünden. Onlar çocukken Siirt’ten Mersin’e göç etmişler ve ilk olarak Mersin’in Necati Bey İlköğretim Okulu’nda okumuş ve ardından 1982 yılında Mersin İmam Hatip’e kaydolmuş. Bendeniz de Sivaslıyım. Babam din görevlisi, cami imam hatibi. Sivas’ın soğuğundan kaçıp Mersin’in sıcaklığı için Mersin’e gelmiş birisi. Lise 2’de ben de Mersin İmam Hatip Lisesine kaydımı yaptırdığımda Mehmet Selim Kiraz ile aynı sınıfta tanışmış olduk. 1986-87 öğretim yılına tekabül ediyor bu. 1986’dan vefatına kadarki yılı katarsak 29 yıl. Yani yaklaşık 30 yıllık bir dostluğumuz oldu. Üç yıl imam hatibi beraber okuduk. Sonra 1989 İmam Hatip Lisesi mezunu olunca üniversite imtihanlara girdik. Ben Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini, Selim kardeşimiz de Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmıştı. Devamlı görüştük, mektuplaştık. Benim ona yazdıklarım, onun bana yazdıkları… Fiilen üç yıl aynı sınıfta beraber okuduk ama şehit olana kadar dostluğumuz devam etti. Çalışkan bir arkadaşımızdı. Dersleri, gayreti, sınıftaki ağırbaşlılıÜniversite öğrencisiyken iyi bir hukuk ğı, efendiliği… Saygın bir kişiliği eğitimi almanın kaygısını taşıyordu!.. vardı. Mesela Selim’in ailesiyle, Diyarbakır’ı kazandıktan sonra yazışmalarımızda ve gölise ve üniversitedeki arkadaşlarüşmelerimizde oradan çok memnun olmadığından, karıyla bir görüşme yapılsa kimse liteli hocaların eksikliğinden yakınıyordu. “Bu şekilde onu kavgada görmemiştir. Çünbiz nasıl hukuk eğitimi alacağız, nasıl hukuk nosyonu kü öyle bir tabiatı yoktu. Belki edineceğiz?” diye serzenişte bulunurdu. İlk fırsatta İstanhayatı boyunca hiç kavga etmebul’a geçmeyi arzu ederdi. O dönemin şartlarında bile İstanbul’dan kitaplar isterdi. Ben buradan ders kitaplarını miştir. Adı gibi Selim’di. ............................. 19 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim bahsediyorduk, o da bize kendi ders ve hocalarından bahsediyordu. Karşılıklı bir hukuk akışı sağladık birbirimize. Akabinde mezun olduktan sonra 1993 yılı hâkimlik savcılık imtihanına girdi, savcı oldu. Erzincan’ın Üzümlü ilçesine gitti ilk. Oradan Karaman’ın Kazımkarabekir ilçesine tayini çıktı. Bu dönemlerde bekardı henüz. Karamandayken şimdi evli olduğu Yasemin Hanım ile tanışmıştı. O dönemden sonra evlendiler. İki taraf da meslektaş olunca eş durumundan dolayı beraber Iğdır’a gittiler. Iğdır’da, ardından Osmaniye’de görev yaptılar. adalet ve medeniyet yollamıştım. Bir an önce İstanbul’a gelmek isterdi. Birinci sınıfı Dicle’de okuyup sonra yatay geçiş imtihanlarına girip İstanbul’a geldi. Önce Marmara Hukuk kabul etti onu. İkinci sınıfın ilk başlarında bir dönem beraber aynı sınıfta okuduk Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde. Sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden de kabul gelince istişare ettik. İstanbul daha köklü bir üniversite olduğu için oraya gitmek istedi. Mehmet Selim’in İstanbul Üniversitesine geçmesinin bizim derslerimize de faydası oldu. Biz Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki derslerden, hocalardan ona Osmaniye’den sonra İstanbul Gaziosmanpaşa Adliyesi’ne 2010 yılında geldi. Biz de bu vesileyle yıllar sonra tekrar aynı mekânda buluşmuş olduk. Ailecek görüşmeye başladık. Burada Gaziosmanpaşa Adliyesi’nde 4 yıl çalıştıktan sonra 2014’te İstanbul Çağlayan Adliyesi’ne -şu anda ismi Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz Yerleşkesi diye tanımlanmış- tayin edildi. Bir arkadaş, arkadaştan ziyade bir dost olarak Mehmet Selim Kiraz nasıl biriydi? Mehmet Selim Kiraz tabi çok kıymetli bir arkadaşımızdı. Benim kendi hayatımdan 3 arkadaş say desen 3 arkadaştan biri kesinlikle Mehmet Selim Kiraz olurdu. Herkesle arkadaş olunabilir ama dost diyebileceğin bütün sırlarını paylaşabileceğin, onun da sana sırlarını açtığı, sağlam karakterli 3 arkadaşımdan birisidir benim ömrüm boyunca sayabileceğim. Öncelikle talebelik döneminde tanıştığımız için, talebelik döneminde çalışkan bir arkadaşımızdı. Dersleri, gayreti, sınıftaki ağırbaşlılığı, efendiliği… Saygın bir kişiliği vardı. Mesela Selim’in hayatında ailesiyle, lise ve üniversitedeki arkadaşlarıyla bir görüşme yapılsa kimse onu kavga da görmemiştir. Çünkü öyle bir tabiatı yoktu. Belki hayatı boyunca hiç kavga etmemiştir. Adı gibi Selim’di. Arapça dersi iyiydi. Hüsn-ü Hat dersi çok iyiydi. Sadece sınıfımızın değil okulun en güzel Hüsn-ü Hat yazan talebelerinden biriydi. Kişiliğini oluşturan kaynaklara baktığımızda Hasan El Benna’nın Risaleler kitabı var adalet ve medeniyet ............................. 20 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Mehmet Selim kardeşimiz iyi bir kitap kurduydu, çok kitap okurdu. Tabi bu tür birikimli, donanımlı insanların hayatına baktığımız zaman kitap okumak ön plana çıkar. Selim de çok kitap okuyan birisiydi. Tabi kişiliğini oluşturan kaynaklara baktığımızda Hasan El Benna’nın Risaleler kitabı var. Öğrencilik döneminde İslam Dergisi, Kadın ve Aile dergisi abonesi olan sayılı talebelerdendi. İslami hassasiyetleri ön planda olan, islami eserleri ilk fırsatta alıp okuyan bir arkadaşımızdı. Terzilik kabiliyeti de olan biriydi. Gömlek, pantolon dikerdi bizlere hatta hocalara bile. Benim hala onun diktiği gömleklerim var. İsmiyle müsemma bir arkadaşımızdı her yönden. Gerçekten de hem Mehmet hem Selim. Görünmeyen üniversiteye gönülden bağlıydı. Mahmut Esat Hocaefendi’nin İskenderpaşa Camiinde Pazar günleri ikindi namazına müteakip yaptığı hadis derslerine birlikte katıldığımız çok olmuştur. Manevi dünyasını dinç tutmaya çalışırdı adetâ bir gönül insanıydı. Öğrencilik döneminde İslam Dergisi, Kadın ve Aile dergisi abonesi olan sayılı talebelerdendi. İslami hassasiyetleri ön planda olan, islami eserleri ilk fırsatta alıp okuyan bir arkadaşımızdı. Terzilik kabiliyeti de olan biriydi. Gömlek, pantolon dikerdi bizlere hatta hocalara bile. Benim hala onun diktiği gömleklerim var. Olay günü görüşmüş müydünüz, sizin açınızdan olay günü nasıl gelişme gösterdi, yaşadıklarınızdan hatırladıklarınızı öğrenebilir miyiz? Olay günü yani 31 Mart diye tarihe not düşülen gün görüşmedim. Hatta daha önce ismi geçen bir arkadaşımız yine aynı dönem mezun olduğumuz İmam Hatipten İsmail Küçük Malatyalı ve ticaretle uğraşan bir arkadaşımız telefonla bizi aradı. Biz de bürodaydık burada Murat Başyiğit isimli aynı dönem arkadaşımızla. “Haberiniz var mı, haberlere bakıyor musunuz? Mehmet Selim Kiraz kardeşimizle ilgili olumsuz bir durum var, dedi. Biz hemen telefonu kapattık, buradan internetten bilgisayardan haberlere baktık ve böylece olayı öğrenmiş olduk. Biz adliyeye geçtiğimizde olay sıcağı sıcağına yaşanmıştı. Adliyede çatışma henüz olmuş hastaneye götürmüşlerdi, biz de oradan hastaneye geçtik. Babası da oradaydı, diğer yakınları oradaydı, Aydın Can kardeşimiz adliyede eşiyle beraber idi. Olaydan hemen önce abdestini alıp namazını kılmış… Cenaze merasiminde Savcı Bey’in meslektaşları bahsediyordu: Yan odadaki görev arkadaşı, öğleye doğru bu olaydan hemen önce hadi çıkalım aşağı kantine, yemekhaneye -ya da nereye teklif ettiyse artık- demiş. Mehmet Selim kardeşimiz de “Ben hemen bir abdest alıp namaz kılayım da öyle gidelim.” demiş. Mehmet Selim kardeşimiz abdest almış, namaza durmuş ve arkasından bu hadise cereyan etmiş. Yine öğrendiğimize göre örgütün kendisine su verdiğini ama “Ben sizin elinizden su içmem.” deyip onurlu bir davranış sergilediğini öğrendim. Ailecek gittiğimizde eşim cenaze evinde şöyle konuşulduğunu söyledi bana: Bir gün önce ailecek son mektup filmine gitmişler. Çıkışta Selim kardeşimiz de eşine “Allah bize de şahadet şerbetini nasip etsin.” demiş. Ertesi gün de böyle bir hadiseyle karşılaşmış. Yani bütün bunları üst üste koyunca tabi bu arzusunun gerçekleştiğini şehit olduğunu düşünüyorum. Ondan sonraki gelişmeleri hesaba katarak milletin hüsn-ü şehadetini ve teveccühünü gerek vefat haberinin duyulmasıyla oluşan ortamı gerek cenazedeki katılımı ve arkasından okunan binlerce yasin-i şerif, hatm-i şerifi düşünüyorum. O bu dünyasını bu mertebede terk etmiş oldu. Olaydan bir gün önce ailecek son mektup filmine gitmişler. Çıkışta Selim kardeşimiz eşine “Allah bize de şahadet şerbetini nasip etsin.” demiş. adalet ve medeniyet ............................. 21 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Şehit savcımızın rehin alındığı haberini ilk öğrendiğinizde neler hissettiniz? Devam eden süreçte neler yaşandı? Tabi ciddi bir yara hissettim. Ben bunu birkaç yerde hissettim. Birincisi babamın vefatında hissettim. Ona da çok üzülmüştüm, o Mersin’de vefat etmişti. Sonra Selim’in de ciddi etkilendiği, kişiliğinin oluşmasında katkısı olan, yine başka bir şehit, Avustralya’da Mahmut Esat Coşan Hoca’nın vefatını duyduğumda hissettiğim bir acı olmuştu. Yine Türkiye’de adamlığına kişiliğine değer verdiğim Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatında da ben böyle bir acı hissetmiştim. Burada da 30 yıllık bir dost, bir yaren olarak ciddi bir acı hissettim yüreğimde. Biz hastanedeyken babası yanımızdaydı. Başhekim akşam 9-10 gibi yanımıza gelip ‘’Savcımızı kaybettik, şehit oldu.’’ dedi. Ben çok üzüldüm ama yanımda babası vardı. Ağzından ilk çıkan kelimeler ‘’İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.’’ oldu. Daha bir metanetli. Bir baba olarak evladını kaybetmesinin üstüne tam teslimiyetli. ‘’Ben bir şehit babasıyım artık.’’ diye babası dik durdu, bizde onu teskin etmeye, teselli etmeye çalıştık. Hatta o gece bir iki gibi oradan döndük. Şehidimizin ailesine “Sizin oğlunuz görev başında şehit oldu. Nereye isterseniz hangi camide namazının kılınmasını nereye defnedilmesini arzu ederseniz oraya defnedelim.” dendi. Babası önce “Fatih Camii’nde kılınsın.” dedi. Ardından başka bir avukat arkadaşımız bize ‘’O gün çarşamba, orada pazar olur caminin yarısı da restore ediliyor. Dolayısıyla restore edilen ve etrafında pazar olan bir yer sıkışık olur. Fatih Camii olmasa daha iyi olur.’’ dedi. Ben de o zaman gönlümden geçeni söyledim: “Selim de benim kadim dostum. Biz bunu Eyüp Camii’nde kılsak ve Eyüp Mezarlığı’na defnetsek daha uygun olur. Çünkü ben Eyüp’e mümkün olduğu kadar her cuma veya değişik Mehmet Selim kardeşimizin kişiliğinin oluşumunda Mahmut Esat Coşan Hoca’mızın katkısı vardı. Şehidimiz Esat Coşan Hocaefendi’den etkilenmişti. vesilelerle gidiyorum. İstiyorum ki ziyaret edeyim.” Babasının kafasına yattı bu. Şehidimizin eşinden de görüş alındıktan sonra ”Eyüp’e defnetme ve cenaze namazını Eyüp’te kılmaya” karar verildi. adalet ve medeniyet ............................. 22 ............................. Şehit savcımızın ilgilendiği bu malum dava hakkında bireysel olarak ne kadar ilerleme kaydedebilmişti? HSYK seçimleri olduğu gün, biz yine bir grup arkadaşla aynı dönem Mersin İmam Hatip Lisesi mezunları, İstanbul’da olan arkadaşlarla bir buluşma tertip etmiştik. Mehmet Selim de oyunu kullanıp geldi. Ben ilk defa orada konuşurken Berkin Elvan dosyasının ona tevdi edildiğini öğrendim. Ben de “Allah kolaylık versin.” dedim. Çünkü kendisinden önce dört savcıdan geçmişti, çok zor bir dosyaydı. “Sen adaleti sağlayacaksın, Allah’ın izniyle.’’ diyerek dua ederek destek verdik. Ağustos-Eylül-Ekim Kendisine 100 veren Arapça Hocasına 100 almamam gerekiyordu, diyerek itiraz etti, notunu düşürdü… Berkin Elvan dosyası televizyonlarda haberlere çıkmıştı, ben de telefon açtım: Şehidimiz bu olayı sonuna kadar götüreceğini, ucu nereye varırsa varsın çözeceğini, bundan da kimsenin kuşkusunun olmaması gerektiğini söyledi. Ben de ona inandığımı, güvendiğimi, ona destek verdiğimi belirttim. Çünkü gerçekten mesleğini adaletle yapmaya çalışan, haktan ayrılmayan, hukukun üstünlüğünü tanıyan, hakkın yanında olan, haksızlığı babası yapmış bile olsa onun karşısında durabilecek karakterde olan bir dostumuz olduğu için bu işi çözebilecek bir insandı. Belki de buna fırsat verilmedi. Dosyayı belli bir yere kadar getirmiş hatta ölü bir dosyayı canlandırmış, gerekli incelemeleri yaptırmış ve çözüme çok yakın bir dönemdeydi bu olay gerçekleştiğinde. Eğer çözüm istiyorlarsa onun yaşaması gerekirdi. Çünkü onun karakteri, onun görevlerdeki çizgisi görevini yapacağına dair işaretler veriyordu ama ömrü iktifa etmedi. Şehit savcımızla ilgili unutamadığınız hatıralarınız varsa paylaşabilir misiniz? Selim’in Arapçası iyiydi, gerek gramer gerek Arapça bilgisi yönünden, sınıfımızda en iyilerden biriydi. Tabi Arapça dersi hocamız İbrahim Hoca, Selim’in bu kadar iyi olduğunu bildiği için Arapçasında hata yapsa da gözden kaçırmıştır zaten biliyor bunları düşüncesiyle hareket etmiş. Bir gün Arapça imtihanının sonuçları açıklandı- ğında Selim’in 100 aldığını söyledi. Fakat Selim sorulan sorulardan birkaçını yapamadığını veya dikkatsizlikten dolayı gözden kaçırdığını biliyor. İtiraz etti: ''Hocam benim 100 almamam lazım, hatalarım var, fazla not gelmiş, tekrar kâğıdım gözden geçirilsin, tam notumu almak istiyorum.'' diye. Not orada 80’e 85’e falan düştü. Onun adalet duygusuna, hakkaniyet duygusuna, Allah'ın kendisinden razı olmasına yani ''Allah benden razı olsun, kulun dediği önemli değil.'' fikrini hayatının merkezine koyması açısından çok manidar bir anı olduğunu düşünüyorum. Vefat ettiği gece biz hastaneden eve dönünce biraz uyuduk, sabah kalkıp ben tekrar adliyedeki merasime gitmek için hazırlanırken çocuğum Mehmet Zahit, olayı bir şekilde öğrenmiş: Eline bir bıçak almış kapıyı zorluyor, gideceğim diyor. Dedim ''Oğlum nereye gidiyorsun?'' “Selim amcayı öldürenleri öldüreceğim.” diyor. İnsan arkadaşlarından etkilenir, onlardan bir şeyler öğrenir. Son olarak özet şeklinde şehit savcımızın sizi özellikle etkileyen yönleri nelerdir? Şehit savcımızdan neler öğrendiniz? Onun şahsından öncelikle Anadolu'nun fakirlik ve yokluktan gariban bir yerinden gelip insanların dürüstçe ve samimiyetle çalışarak kendi memleketine vatanına hizmet edebileceğini; hakim, savcı ve daha ileri düzeyde noktalara ulaşabileceğini; hiç doğruluktan, dürüstlükten ayrılmadan da bunların yapılabileceğini, üst makamlardaki insanların buralara samimice de gelebileceğini çıkarıyorum. Mutlaka balık bilmese de Halik bilir sözü çerçevesinde yaşanırsa hem dünyanın hem de ahiretin kazanılabileceğini öğrendiğimi düşünüyorum. Çünkü o bize yaşantısıyla, kurduğu arkadaşlıklarla, vazife şuu- ruyla, haktan adaletten ayrılmadan bu noktaya varılabileceğini göstermiştir. Selim kardeşimiz ihtiyaç sahiplerine hiç hissettirmeden yardım yaparmış, bunu sonradan öğrendik. Özellikle hadis-i şerif gereği önce ailesinden başlayıp buna eşinin ailesi de dahil olmak üzere kimin ne ihtiyacı varsa hiç bir karşılık gözetmeden hiç de hissettirmeden yardım yapan biriydi. Mesela kayınpederinin vefatında evlatları olmakla beraber başucunda olan, son nefesinde yanında olan, öz oğul gibi davranan, eşine çok iyi bir eş, çocuklarına çok iyi bir babalık yapmış bir arkadaşımız. Mehmet Selim'in hem dünyasını hem de ahiret hayatını kurtardığına otuz yıllık dostluğumuza dayanarak ben şahadet ediyorum. Allah makamının cennet derecesini yüksek etsin. Onun bu hayatından bütün gençlerin, özellikle hukuk talebelerinin nice dersler çıkaracağına ve ondan ibret alacaklarına inanıyorum. Son olarak eklemek istediğiniz herhangi bir husus var mı? Burada özellikle belirtmek istediğim bir husus var. Şehit Savcımıza devletimizin sahip çıkması çok önemliydi. Gerek Cumhurbaşkanımızın gerekse Başbakanımızın ilgi ve alakaları, aileye sahip çıkmaları, yanınızdayız arkanızdayız mesajları çok önemliydi. İstanbul Adalet Sarayına Şehit Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz Yerleşkesi isminin verilmesi takdire şayan son derece önemli ve yerinde bir girişim olmuştur. Emeği geçenlere sonsuz şükranlarımı sunarım. Ancak bununla beraber benim ilgili ve yetkililerden beklediğim bir girişim daha var. 30 yıllık dostumla beraber aynı sıralarda okuduğumuz Mersin İmam Hatip Lisesine de şehit savcımızın isminin verilmesi. Bu da son derece önemli bir girişim olacaktır. « adalet ve medeniyet ............................. 23 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Benim ilgili ve yetkililerden beklediğim bir girişim daha var. 30 yıllık dostumla beraber aynı sıralarda okuduğumuz Mersin İmam Hatip Lisesine de şehit savcımızın isminin verilmesi. >>> >> Hâkim Fethullah Soyubelli/[email protected] adalet ve medeniyet ............................. 24 ............................. BiR SEHADET OZELiNDE MEDYA ETiGi… Etik kelimesinin ahlakın katsayısını düşürücü bir etki yaptığı da ortada. Etik olmayanın ahlaksız olduğu reddedilmeyecek bir gerçek. Onun için biz ahlak kelimesini tercih edelim. Ağustos-Eylül-Ekim Etik mi, Ahlak mı? T Medyada Ahlakilik Sorunu Sosyal medya ve ahlak denince bir araya gelmeyecek, uzlaşmaz iki kavram algısı çoktan oturmuş durumda. Mesleki ahlakın her meslekte olduğunu düşünürüz. Sonuçta yeryüzündeki her davranışın, her durumun bir hukuku vardır. Savaşın bile... Mesleki ahlak kurallarının ne kadar uygulanabilir olduğu ilgili meslek mensuplarının insafına kalmış olduğunu tahmin etmek zor değil. Mesleki ahlak kurallarını hukuki düzenleme ve cezai yaptırımlar dışında ilgili meslek örgütleri takip etmekte ve kendince yaptırmalar uygulanmaktadır. Yasalar da bir kısım meslek fiillerini yaptırıma bağlamıştır. Ne var ki meselenin bu yüzüne değil insani ve ahlaki olanına yöneleceğiz. Medyada ahlakın nerede başlayıp nerede bittiği sorusunun cevabı sorunu çözecek nitelikte ama sorunun çıkmaz ve açmazları zaten tam da burada düğümleniyor. Ahlaki olana yönelmek ve vasata tutunmuş bir davranış silsilesi ortaya koymak adına bu düğümün çözülmesi mutlak olarak iyi olduğu düşünülen bir çerçeveyi oluşturmaktan geçiyor. İyi olan veya kötü olanın tespiti göreceli olsa da ahlaki olanın iyi olduğu tartışmasızdır. Buna ahlaki tutumun ta kendisi diyebiliriz. Zaten yaşamı kapsayan tüm alanlarda kimsenin dışına çıkamayacağı insani tutum, davranış ve düşünüş biçimi toplumda içselleştirildiği zaman maya tutmuş oluyor. Tasavvur, anlayış veya özlenen değerler dizisi budur. Bedel Ödetilen Ülke: Türkiye Türkiye uzun yıllar çeşitli terör örgütleri ile mücadele etmek zorunda bırakılan bir ülkedir. Siyasal iktidarlar, yönetim anlayışı veya mevzuat değişse de terörün bitmediğini ve çeşitlenerek devam ettiğini görüyoruz. Bu içselleştirilmiş ve alıştırılmış bir düzene tekabül ediyor maalesef. Bu duruma yönelik mücadelede bir başka açmaz da terörün ............................. 25 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Ahlak ile hukukun ortak olarak yanlış olduğunu vazettiği birçok konu var. Hukuki olmayan çoğu zaman ahlaki olmuyor zaten. Yaşanılan postmodern kaos hukuku o kadar aciz hale getirdi ki bir yanlış fiile hukuki bir yaptırım uygulansa bile hiçbir etkisi kalmıyor. Üzerinde kalem oynatılan alan basın, medya, sosyal medya ve bunlara ilişkin ahlak kuralları olunca olaya temkinli yaklaşmak gerekiyor. Hakareti, küçük düşürmeyi, rencide etmeyi, kişilik haklarını ihlali haber verme hürriyeti; kendi çıkarını, siyasal yaklaşımını, ideolojik tutumunu kamunun yararı; hitap ettiği ve mobilize tuttuğu bir kesimi toplumun bütünü zanneden bir anlayışla karşı karşıyayız. Her türlü habercilik refleksini çok özel anlamlar kattığı manşet veya başlıklara çevirmekte pek mahir bir medyadan söz ediyoruz. adalet ve medeniyet ürkiye’de genel olarak etikten (ahlak) bahsetmek çoğu zaman insanı gülünç duruma düşürür. Etik, ahlak, moral değerler gibi kavramlar dile dolandıkça bayağılaşıyor. Etik ile başlayan her cümle inandırıcılığını yitirdiği gibi pek ciddiye de alınmıyor. Konusu insanlar olan tüm bilimler ve ideolojilere dayalı izm'ler yalan söylüyor. Bu yalanlar o kadar büyük ki hakikat gibi algılanıyor. Yaklaşım olarak her insan ve insan grubunun bir sosyolojisi, bir psikolojisi, bir siyaseti ve bir ekonomisi var. Bu ise genel ve doğru olanın mümkünsüzlüğüne sebep oluyor. Mesele, biz hukukçulara öğretildiği gibi yaptırımlı veya yaptırımsız kurallar bütününü kavramak değil. Öncelenecek, genel kabul görecek ve ortak olana işaret edecek olan 'genel-geçer' ne kadar farklı insan ve insan gruplarınca kabul edilip, çeşitli noktalardan farklılık taşıyanları bir araya getirirse kalıcı bir kültür öğesine dönüşüyor. Birlikte yaşama kültürüne girişi buradan başlatabiliriz aslında. Hukuki kurallara uyma zorunluluğu cezai, hukuki veya idari yaptırım içermesidir. Peki yaptırım içermeyen diğer toplumsal kuralların -belki de en önemlisi olan- ahlak kurallarının benimsenmesinde kullanılan araç ve yöntem ne olacaktır? Aslında bu sorunun cevabı yok. Ahlaki kurallar bütününün öğütlendiği dini anlayışlar ve bir kısım seküler ahlak modelleri bazı cevaplar verse de insanların pek oralı olduğu söylenemez. Özetle ahlaki kurallar bütününün içselleştirilmesinin pek öyle kolay olmadığını her gün dener ve müşahede ederiz. Peki, etik nedir? TDK’ye göre 1. ‘töre bilimi’, 2. Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü demektir. Sıfat olarak bizimde sorunu bağlamayı düşündüğümüz ‘ahlak’ tanımı oracığa iliştirilmiş. Aslında etik bizim medeniyetimizde güzel ahlakın bizatihi kendisidir. Etik kelimesinin ahlakın katsayısını düşürücü bir etki yaptığı da ortada. Etik olmayanın ahlaksız olduğu reddedilmeyecek bir gerçek. Onun için biz ahlak kelimesini tercih edelim. >>> Türk i ye’de kategorik olarak ele alınan sorunlu alanlardan besleniyor olması. Bu nedenle özelde teröre genelde ise diğer şiddet yöntemlerine asgari bir ortak tepki zemini oluşturulamamaktadır. Bu fikri ve psikolojik yırtılma doğal olarak basına ve sosyal medyaya da sirayet ediyor. Şiddet ve terörün propagandası değişik tonlarda medyada kerhen veya kasten yapılabilmektedir. Burada kastedilen medya ikide bir etik ilkeler (!) yayınlayan, gündem belirleme gücü olan bir kısım medya unsurlarıdır. Medyanın Türkiye’de genel olarak ahlak ve sorumluluk taşıdığını söylemek zordur. Bu genel ahlaki erozyonun bir parçasıdır. Hakareti, küçük düşürmeyi, rencide etmeyi, kişilik haklarını ihlali haber verme hürriyeti, kendi çıkarını, siyasal yaklaşımını, ideolojik tutumunu kamunun yararı, hitap ettiği ve mobilize tuttuğu bir kesimi toplumun bütünü zanneden bir anlayışla karşı karşıyayız. Her türlü habercilik refleksini çok özel anlamlar kattığı manşet veya başlıklara çevirmekte pek mahir bir medyadan söz ediyoruz. Demokrasinin ve açık toplumların vazgeçilmez öğesi olan medyanın, haber alma hakkının bizatihi aracı olduğu gerçeği unutulmadan Türkiye’deki söz konusu medyanın kendini gözden geçirme zamanının gelip geçtiği 28 Şubat sürecinden beri devam eden bir gerçek. Bir Şehadet, Bir Turnusol Kağıdı adalet ve medeniyet ............................. 26 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Cumhuriyet savcısı Mehmet Selim KİRAZ’ın şehadeti üzerine basın ahlakı ciddi anlamda dibe vurdu. Bakmış olduğu bir dosya nedeniyle bir Cumhuriyet savcısı odasında iki terörist tarafından avukat kılığında ve dosya incelemek bahanesiyle rehin alındı. Terör örgütü şehit savcımızın odasının değişik yerlerine propaganda malzemelerini asarak değişik iletişim kanalları ile propaganda yapmaya başlamıştı. Teröristler Türkiye’nin alışık olmadığı ve kaldıramayacağı bir takım fotoğraflar çekerek servis etti. Propaganda bitince teröristler Mehmet Selim KİRAZ’ı şehit ettiler. Terör eyleminin görüntüleri ilk andan itibaren dijital ve sosyal medyada hiç bir kaygı gözetilmeksizin internet sitelerine konuldu. Kendini merkez medya olarak adlan- dıran gazeteler bir sonraki gün basılı yayınlarında da fotoğrafları kullandı. Peki, bu habercilik refleksi ile açıklanabilir mi? Haber yapılırken haberin olası etkileri de düşünülmek ve ele alınılmak zorunda değil mi? İnsan hakkı, haysiyet ve şerefi, onur ve gururu düşünülmek zorundadır. Yapılan haberin bu tür kaygılardan uzak durularak yapılması medyanın saygınlığına gölge düşürdüğü gibi medyaya olan inandırıcılık da azalmaktadır. Toplumun teröre karşı hassasiyetini ayakta tutmak bir ülke medyasının görevleri arasında yer alır. Ancak haber yapma ve verme şekli ve kullanılan terminoloji konusunda medyanın bir kısmının kronik bir hastalığa duçar olduğu aşikar. Burada beklenen her olaya aynı tepkinin verilmesi ve tutum belirlenmesi değil, asgari insani olanın dikkate alınmasıdır. Pekâlâ, söz haber söz konusu görüntüler olmadan verilebilir, Şehit Savcımızın ailesi, akrabaları ve meslektaşları bu görüntülerin oluşturacağı olumsuzluklardan uzak tutulabilirdi. Söz konusu ahlak dışı davranış ağır ihmal veya ihmal suretiyle terör örgütü propagandasına alet olunmasıdır. Kendisine merkez medya, ana medya vs. diyen medya grupları ve mensuplarının böyle bir lüksü olmasa gerek. Yaşanılan olumsuz her vakada toplum total bir sorumluluk taşımaktadır. En azından insani tutum gereği her olaydan bir politik sonuç, siyasal bir kazanım çıkarmamak bu yaklaşımın ilk adımı olabilir. Ahlaki ve iyi olanın makul olana yöneldiği ve farklılaşan değer yargılarında bile elle tutulur bir davranışa dönüş- Gerçekten sadece ahlaklı olalım ve ahlak üzerine yaşayalım yeter. İnsanlar değerlendirme yapmaya her zaman insani olan noktadan başlar. İnsani olan ahlaki olandır. meleri her zaman mümkündür. Kim olursa olsun ve neyi ilgilendirirse ilgilendirsin vicdan ve kişiliğin ortaya konularak, meslek hırsı, sınır tanımazlık, keyfilik gibi ilk anda nefse hoş gelen tutumların terki kamunun ve kişilerin daha fazla yararınadır. Yaşadığı topluma yabancılaşan, onun değer yargılarına saygı duymayan her zaman kaybetmeye adaydır. Gerçekten sadece ahlaklı olalım ve ahlak üzerine yaşayalım yeter. İnsanlar değerlendirme yapmaya her zaman insani olan noktadan başlar. İnsani olan ahlaki olandır. Bu ülkenin Şehit Cumhuriyet savcısına ve diğer şehitlerine rahmet diliyorum. Ruhun şad, mekânın cennet olsun güzel insan. « >> Röportaj: Mustafa Furkan >> Fotoğraf: Mustafa Çağan HÂKİM ATİLLA ÖZTÜRK: Ş rimiz de meslektaşlarımızdan oluyor. Orada iki yıl kadar birlikte çalıştık Savcı Beyle. 2013 yaz kararnamesi ile ben Çağlayan Adliyesine geldim. Savcı Bey orada kaldı. En son 2014 yaz kararnamesi ile eşiyle birlikte tayin istediler. Çağlayan adliyesine geldiler, 2014 yazından bu menfur olay olana kadar Çağlayan Adliyesinde beraber çalıştık. Daha çok Gaziosmanpaşa’daki adliyedeydi hemhal olduğumuz zamanlar. ............................. 27 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim ehit Savcımız Mehmet Selim Kiraz ile nasıl tanıştınız? Hakim-Savcı sınıfı meslek itibariyle çok sık yer değiştirir. Ben 2010 yılı yaz kararnamesi ile Gaziosmanpaşa adliyesine gelmiştim. Savcı beyde 2011 kararnamesinde Gaziosmanpaşa adliyesine gelmişti. Tabi orası daha küçük bir adliye. Biz de orada tanıştık Savcı Beyle. Mesleğin getirdiği bir dezantaj var üzerimizde. Dışarıdan pek dostumuz, yakın arkadaşımız olmuyor. Genelde ailecek görüştükle- 01.05.1972 Yozgat Aydıncık doğumlu. 1994 Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi mezunu. Sırasıyla Şanlıurfa, Beylikova (Eskişehir), İskilip (Çorum), Burhaniye (Balıkesir), Gaziosmanpaşa’da (İstanbul) görev yaptı.18.06.2013 itibariyle İstanbul Çağlayan adliyesinde görev yapmakta. Şehit savcımız Mehmet Selim Kiraz’ın mesai ve umre arkadaşı. adalet ve medeniyet ŞEHADETiYLE TÜRKiYE’Yi BiRLEŞTiRDi HÂKİM ATİLLA ÖZTÜRK KİMDİR: Savcı Bey’in sağlığında ülkesine iyi bir savcı olarak hizmet ettiğini düşünüyorum, gerçekten hiçbir etki altında kalmadan vicdanıyla, ahlakıyla işini yaptı. Şehadetiyle de Türkiye’yi birleştirdi. Büyük bir iz bıraktı arkasından gelenler için. Kendisi ile aranızdaki bağı nasıl tanımlarsınız? Mehmet Bey sizin pencerenizden nasıl biriydi? Herkesin hayatta arkadaşı çok olur ama dost az olur, bilirsiniz. Bizim Savcı Bey’le mesai arkadaşlığının da ötesinde dostluğumuz vardı. Ailecek görüşürdük, annesi babasını da çok iyi tanıyorum onlar da ailecek gelirlerdi, biz de ailecek ziyaretlerde bulunurduk. Sadece mesai ile bağlı olan bir arkadaşlığımız yoktu, mesai dışında da görüşürdük. Kısacası iki insan birbirine ne kadar yakın olabilirse, ne kadar dost olabilirse o kadar yakındık. adalet ve medeniyet ............................. 28 ............................. Disiplini elden bırakmayan bir insandı, birçok kez evine dosya götürürdü… Ağustos-Eylül-Ekim Savcı Bey çok güler yüzlü bir insandı. Kimseyi incitmez, görevinin gereğini yapardı. Ben Savcı Bey’in kızdığına hiç şahit olmadım ne mesai saatleri içinde ne de mesai sonrasında. Odasında birlikte oturduğumuzda bazen vatandaşlar gelir, icabında sanık gelir, suç işleyen insanlar bile gelebilir. Onlara bile kızmazdı. Genel olarak karakteri bu şekildeydi. Savcı Bey’in İstanbul’da farklı nitelikte tanımlayabileceğimiz bir hayatı yoktu. Yani siyasetçilerle olsun, iş adamları ile olsun, farklı caimalardan olsun, oturup kalkma gibi bir olayı yoktu. İncelediği dosya itibariyle de bu du- rum sıkıntıya sebep olabilirdi. Zaten iş yükü bayağı ağırdı. Ona rağmen disiplini elden bırakmayan bir insandı. Birçok kez evine dosya götürürdü mesela. Son atandığı dosyadan birçok savcı geçmiş, yani atanmış bir şekilde öncekiler işi tamamına erdirememişler. Bunun ağırlığını zaman zaman hissediyordu. Savcı Bey tam manasıyla taşın altına elini sokmuş ve adım adım ilerliyordu. Öğrendiğim kadarıyla birlikte umreye gitmiştiniz. Peki orada nasıl bir Mehmet Selim Kiraz ile beraberdiniz? Hatırladığınız birkaç anınızı bizimle paylaşabilir misiniz? Biz aynı oteldeydik, aynı kattaydık. Kabeye, mescid-i Nebevi’ye gittiğimizde ailecek giderdik, çıkışta birbirimizi kaybedersek otelin lobisinde buluşurduk. Her Müslüman gibi Savcı Bey de kutsal toprakları gidip görmeyi çok arzuluyordu. Orada zaten az uyuyorsunuz iki saat, üç saat en fazla. Gün içerisinde yatsıdan sonra uyurduk. Geri kalan süreçler hep ibadetle geçerdi. Bir de şunu araştırmıştık, sormuştuk tur hocamıza. “Şimdi mesleğimiz var ama sonrasında burada nasıl yaşayabiliriz, yani resmi yoldan kalabilmenin koşulları nelerdir?” Hocamızda bunun üzerine tebessüm edip birkaç cevapla sorumuzu cevaplamıştı. Hatıra konusuna gelirsek öyle aniden bir şeyler Sadece mesai ile bağlı olan bir arkadaşlığımız yoktu, mesai dışında da görüşürdük. Kısacası iki insan birbirine ne kadar yakın olabilirse, ne kadar dost olabilirse o kadar yakındık. uyanmadı ama zihnimde madem umreden konuşuyoruz orada olan bir olayı anlatayım o halde. Bir seferinde böyle kabeye girdik, Savcı Bey “Aaa benim gözlüğüm yok.” dedi. Biz ne yaptın, unuttun mu acaba bir yerde diye sorunca bir iki saat önce filan abdest almıştım dedi, gözlüğü dedi oraya koymuştum sanırım. Öyle deyince bende burası emin bir yer, abdest aldığın yeri billiyorsan git, gözlüğü koyduğun gibi bulursun dedim. Gitti hakikaten gözlüğü buldu, koşar adımlarla hızlı hızlı geri geldi. Karşılıklı tebessümleştik gelince. İnsan o günleri şimdi daha çok özlüyor. ............................. 29 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Böyle olaylar daha önceden de yaşanmıştı. Şehit Mehmet Selim Kiraz’ın bu şekilde şehit edilmesiyle adalet ve medeniyet Savcı Bey’in vefatından nasıl etkilendiniz? Şöyle söyleyeyim, daha önce böyle bir şey yaşadınız mı bilmiyorum. Yatmadan önce zaten aklınızda, yatıyorsunuz, gece bazen uyanıyorsunuz aniden ister istemez. Tüm samimiyetimle söylüyorum, ilk aklınıza gelen şey. Sabah uyandınız ya alarm çalıyor, ilk aklınıza gelen şey. Yani iradeniz sizdeyken, bilinciniz açıkken hiç aklınızdan çıkmıyor. İnsanın alıştığı bir şeyin yerini doldurabilmesi mümkün değil. Biz her gün birlikte otururduk sabahleyin. Öğle yemeğinde sonra birlikte otururduk. Olayın üzerinden iki ay geçti 5-10 dakika öğlen yemeğinden sonra oturduğumuz oturma grubu yerine oturamıyoruz. Çünkü onun oturduğu yer gözümüzün önünde, yani o hayal gözümüzün önünde hiç gitmiyor. Türkiye neler kaybetti, sizin açınızdan yansımaları ne oldu? Açıkcası Türkiye’nin kaybetmekten çok kazandığını düşünüyorum. Savcı Bey’in sağlığında ülkesine iyi bir savcı olarak hizmet ettiğini düşünüyorum, gerçekten hiçbir etki altında kalmadan vicdanıyla ahlakıyla işini yaptı. Şehadetiyle de Türkiye’yi birleştirdi. Büyük bir iz bıraktı arkasından gelenler için. Tanıyan tanımayan onlarca insan, yurt dışından taziyeye gelenler, cenazeye gelenler oldu. Bugün biz kabrini ziyaret ediyoruz, hiç tanımayan insanlar, araçlarıyla otobüsleriyle geliyorlar, başında Kur’an okuyorlar, dua ediyorlar, gidiyorlar. Bu her insana nasip olacak bir şey değil, hakikaten çok şereflice bir duruş sergileyerek şehadete kavuştu. Benim bir çok arkadaşım arıyor, diyorlar ki anamın babamın ölümünde bu kadar üzülmedim, ağlamadım. Benim arkadaşlarım onu tanımıyorlar, benim onunla yakınlığımı gördükleri için hakikaten üzüldüklerini söylüyorlar. Yani benim fikrime göre adalet camiası hiçbir şey kaybetmedi. “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.” diyor ya Fuzuli. Hoş bir sada bırakarak gitmek varsa eğer bu dünyada, ben Şehit Savcımızın “Hoş bir sada” bırakarak şehit olduğunu düşünüyorum. Bu tip olaylar bizim azmimizi arttıracak olaylar, yani bizi yıldırıcak bir şey değil. Biz böyle bir olay oldu diye daha dikkatli olalım, suya sabuna dokunmayalım mı diyeceğiz. Tabii ki hayır. Her birimiz Mehmet Selim kardeşimizin dosyasına bakmak istiyoruz. O yüzden kazancımız olduğunu düşünüyorum. Hepimiz için. « >> Röportaj: Abdullah Gencer, Muhammed Yasir Akmaz >> Fotoğraf: Mustafa Meral adalet ve medeniyet ............................. 30 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim FUZULİ AYDOĞDU KİMDİR: Fuzuli Aydoğdu. 10.06.1968 Sivas Suşehri doğumlu. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1994 mezunlarından. Evli ve üç çocuk sahibi. Şehit savcımızla öğrencilik döneminde bir sene aynı odayı paylaştı. Sırasıyla; Koyulhisar, Dargeçit, Pınarhisar, Karacabey, Fatih’te Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptıktan sonra 20.02.2015 tarihinden itibaren İstanbul Başsavcıvekili olarak görev yapmaktadır. İSTANBUL BAŞSAVCIVEKİLİ FUZULİ AYDOĞDU ZAMANI iYi KULLANMAYI ŞEHiT SAVCIMIZDAN ÖĞRENDiK!.. Ş ehit savcımız Mehmet Selim Kiraz ile ne zaman ve nasıl tanıştınız? Bize Şehit Savcımızdan bahseder misiniz? Mehmet Selim Kiraz arkadaşımızla Dicle Üniversitesinde tanıştık. O da Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmıştı, ben de. Kendisiyle aynı gün yurda kaydımızı yaptırdık. Kaydı yaptırdığımızda, tesadüfen Selim Kiraz ile ben aynı odaya düştük. Selim, düzenli bir arkadaştı. Kendisinin terzilik yeteneği de varmış. Sabahları bizden daha erken kalkardı. Kalktığında abdestini alır, ‘’Arkadaşlar hadi namaza, vakit geldi.’’ diye çağırırdı. Allah rahmet eylesin. Günlük dersini çalışır, ardından düzenli bir saatte yatar, sabah yine aynı şekilde okula giderdi. Düzenli bir hayatı vardı. Olaylara ciddi bakıyordu, sulu diyeceğimiz hareketleri yoktu. Hep bir olgunluk, vakar içindeki yaşamı ile hakikaten Türk toplumuna örnek bir arkadaşımızdı. Kırıcı hiçbir şeyini görmedik. Hep yapıcı bir arkadaşımızdı. Hani bunları rahmetli oldu gitti diye değil hakikaten yaşadığımız için söylüyorum. Tanıdığım süre boyunca hiç kimseyi incittiğini görmedim. Paylaşmayla geçen o bir yılı arkadaşlarıma çocuklarıma hep anlatıyorum. Paylaşmanın, herkesi mutlu eden kimseyi mağdur etmeyen bir şey olduğunu söylüyorum. Bizim çok paramız olmuyordu ama hiç parasız kalmıyorduk. Çok paramız olmuyordu ama hiç parasız kalmıyorduk ............................. 31 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim nunda İstanbul’da yine yollarımız kesişti rahmetli Selim Savcımızla. Selim Bey İstanbul’a geldiğinde Gaziosmanpaşa Adliyesi’nde çalışırken ben de İstanbul Çağlayan Adliyesi Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosundaydım. Ziyaretime geldi eşi hâkime hanımefendiyle birlikte. Sohbet ettik, eski günleri yâd ettik. Sonra kendisi de İstanbul Adliyesini sevdi ve burada çalışmak istedi. Sonra İstanbul Adliyesine tayini çıktı. Buraya geldiğinde Memur Suçları Bürosunda görevlendirildi. Memur Suçları Bürosunda da hakikaten işini iyi yapan, çalışkan, dürüst ve hukukçuluğuna daha çok güvenilen arkadaşlar biraz daha tercih edilir. Sayın Başsavcımız da onu uygun görmüş ve bu büroda çalışması için görevlendirmişti. Aynı adliyede olmamız nedeniyle sık sık görüşüyorduk, sohbet ediyorduk fırsat buldukça. Memur Büroda çalışırken malum dosya da Sayın Savcımıza düşmüş. Oradan edindiğim izlenim en ince ayrıntısına kadar her şeyi araştırıyordu. Zaten Selim Bey’in hayat felsefesi hak yememek. İnanan bir insandı, doğruyu arardı. Kul hakkına özen gösteriyordu. Bu dosyada da aynı gayreti gösteriyordu. Bu ve diğer tüm dosyalarda aynı hassasiyeti gösteriyordu. adalet ve medeniyet Bir yıl aynı odayı, aynı ailenin fertleri gibi 6 arkadaşımızla beraber geçirdik. 20 metrekarelik bir odada yaşadığımız için her şeyimiz sıcak bir ortamda gerçekleşti. Hepimiz Anadolu çocuğuyuz, onun babası da memurdu, bizimkilerin de kimisi memur kimisi çiftçi. Hiçbir zaman biz kendi harçlığımızın tamamını harcayamazdık. Ya bizimki erken gelir, onlarınki gecikir ya tam tersi olurdu. Böyle sanki ismi konmamış bir havuz vardı. Harçlıkları beraber harcar bitirir, kiminki gelirse onu harcardık. Böyle kardeşçe bir paylaşım içerisinde bir yılımızı geçirdik. Paylaşmayla geçen o bir yılı arkadaşlarıma çocuklarıma hep anlatıyorum. Paylaşmanın, herkesi mutlu eden kimseyi mağdur etmeyen bir şey olduğunu söylüyorum. Bizim çok paramız olmuyordu ama hiç parasız kalmıyorduk. Öyle bir yılımızı geçirdik. Mehmet Selim daha düzenli ve tertipli olduğu için İstanbul’da okumayı istiyordu, yatay geçişle İstanbul Üniversitesine yatay geçiş yaptı. Biz de gıpta ettik tabii ki. Sonra ben de bir sonraki yıl İstanbul’a yatay geçiş yaptım. O, bize ışık tuttu. İstanbul’a geldikten sonra ben Marmara Üniversitesinde devam ettim, o İstanbul Üniversitesindeydi. Yine görüşmelerimiz oluyordu aynı samimiyetle, aynı kardeşlik duyguları içerisinde. Sonra fakülteler bitti, mesleğe başladık. Meslekte çeşitli yerlere gittik. En so- Memur Suçları Bürosunda da hakikaten işini iyi yapan, çalışkan, dürüst ve hukukçuluğuna daha çok güvenilen arkadaşlar biraz daha tercih edilir. Sayın Başsavcımız da onu uygun görmüş ve bu büroda çalışması için görevlendirmişti. İdeal bir aile reisi yaşantısı vardı. Hiçbir nuz. Yani bu manevi duygunun yıpranmaması için, böyle bir olayın bir daha yaşanmaması için nasıl kötü alışkanlığı yoktu Ailesiyle çok ilgiliydi, ideal bir aile reisi yaşantısı vardı. Hiçbir kötü alışkanlığı yoktu. Kötüyle Selim Bey’i bir araya koymak mümkün değil zaten. Samimi, sevecen, çalışkan bir kardeşimizdi. Hakikaten Türkiye ve Adalet camiası açısından kendisini şehit vermek büyük bir kayıp oldu. Bunu en kalbi duygularımla söyleyebilirim. Tabi o makama ulaşmak da herkese nasip olmaz. adalet ve medeniyet ............................. 32 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Şehit savcımızın sizi özellikle etkileyen yönleri nelerdi? Kendisinden öğrendiğiniz şeyler oldu mu? Mehmet Selim Bey prensipliydi. İnsanların yüzüne söylemeseniz de gözlemliyorsunuz ve bir şeyi çok iyi yaptığını fark ediyorsunuz. Biraz önce bahsettim gelir, dinlenir, dersini çalışır, kenara koyar, işine bakardı. Hakikaten güzel bir şey. Okuldan geliyor, dinleniyor, dersini çalışıyor; sonra işte artık kitap okur, televizyon izler, gezer, ne yaparsa. Zamanı iyi kullanmayı öğrendik onunla birlikte. Bu anlamda faydalandık Selim Bey’den. O konuda hakkı var üstümde. İnşallah hakkını helal eder, biz de borcumuzu ödemiş oluruz. Son olarak bu olayda terör örgütünün görevlendirdiği kişiler öğrenciydi. Bizlerde öğrenciyiz malumu- öğütler verebilirsiniz bizlere? Ben öğrencilere özellikle şunu tavsiye ediyorum: Allah bize akıl vermiş, düşünme yeteneği vermiş, olayları irdeleyip yorumlayabilme yeteneği vermiş. Önce okuyalım, olayları kendi aklımızla yorumlayalım. Kim olursa olsun, fikirlerine önem verilebilir ama hiç kimsenin fikri ilahi bir şey değildir. Bu böyledir diye bir şey yok. Yani aklımızı başkalarına kiraya vermeyelim. Bu da nasıl olur? Bilmeyle, çok okumayla olur. Şimdi birisi bana bir olayın doğrusu şudur diye söylediğinde eğer ben bilmiyorsam evet işte bizden daha büyük bilge kişi söyledi doğrusu budur, deriz. Eğer ben okur, araştırır onun yanlış olduğunu bilirsem onun bu fikrine itibar etmem. Yetişmiş, çalışkan, dürüst, ahlaklı bir nesile ihtiyacımız var Benim sizden özellikle isteğim çok okuyun ve kendi aklınızla hareket edin. Mutlaka birilerinin fikirlerine önem verir, dikkate alabilirsiniz ama bu yüzde yüz doğrudur diye kesin bir teslimiyetle teslim olmamak lazım. Günümüzde bu tür gruplar maalesef var. Böyle olmamak lazım. Yani okuyun, kendinizi yetiştirin. Yetişmiş, çalışkan, dürüst, ahlaklı bir nesile ihtiyacımız var. « adaletvemedeniyet.com<<< Mesuliyeti ağır bir vazifeyi icra ediyor olmalarına rağmen Endülüs kadıları devletten yüksek ücretler almıyorlardı. Öyle ki bazı kadıların kadılık hizmeti karşılığında hiçbir ücret almadığı da Endülüs tarihinde gözlemlenebilmiştir. ENDÜLÜSTE HUKUK >> Samet Öztürk/Sosyolog/[email protected] ............................. 33 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim larına sıkça aşina olduğumuz günümüzde, ideallerimizdeki devlet nizamına ışık tutabilecek önemli tecrübelerle karşılaşmaktayız. Tarihi akış içerisinde Fenikeliler, Keltler, Yunanlar, Kartacalılar, Romalılar ve Vizigotların elinden geçen İspanya toprakları, özellikle Roma ve Vizigot hâkimiyeti döneminde Hıristiyanlığın yaygınlaştığı bir zemine sahip olur. Miladi 711 yılına gelindiğinde İslam fetihlerinin bu coğrafyaya kadar yaygınlaşması ile İslam ile karşılaşır ve Afrika’dan gelen Müslüman akıncıların hâkimiyeti altına girer. adalet ve medeniyet “O gaddar bildiğimiz insanların arasında öyle mükemmel şeylerle karşılaştık ki doğrusu hayrete düşmekten kendimizi alamadık...” Haçlı seferlerinin hemen ardından XIII. yüzyılda İslam topraklarını ziyaret eden İtalyan bir seyyah, gördüğü sosyal tablo karşısında bu sözleri söylemekten kendisini alamaz. Georges Anawati’nin 1975 yılında kaleme aldığı makalesinde1 aktarılan ve ismi belirtilmeyen bu İtalyan seyyahın hayret gerekçelerini irdelediğimizde, “Dünyanın yeni düzeni” ve “yeni Türkiye” kavram- >>> Bu tarihe kadar siyasi istikrarı bozulmuş, ekonomik imkân ve kaynakları verimsizleştirilmiş, kültürel çeşitliliği izole edilmiş, bilimsel üretim kabiliyeti tükenmiş, şehirleri bakımsız bırakılmış durumdaki İspanya toprakları, İslam coğrafyasının hızla genişlediği 8.yüzyılda Müslümanlar tarafından fethedilir. İki yüzyıl içerisinde bu topraklar, Batı’nın kültür ve medeniyet alanında tartışmasız en ileri ve en köklü devletine ev sahipliğinde bulunur. Kuruluşundan itibaren yaklaşık yedi buçuk asır kadar sonrasında küller altına gizlenmek istenen bu devletin adı Endülüs’tür. Endülüs Batı medeniyetinin beşiği olarak değerlendirilmiştir adalet ve medeniyet ............................. 34 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Köklü geçmişi ile tarihin zengin sayfaları arasında yerini alan Endülüs, sahip olduğu sosyal zenginliği ve kültürel üretim kapasitesiyle, her alanda dikkatlerimizi çeken büyük bir birikimi gözler önüne sermektedir. İbn Firnas’ın ve Cabir bin Eflah’ın (Geber) astronomi; Dânî’nin tıp, geometri ve fizik; İbn Rüşd’ün2 felsefe, matematik ve tıp; İbn Tufeyl’in tıp, hukuk ve felsefe; Kurtubî’nin dil bilimi ve tefsir; İbn Meserre’nin de felsefe alanında önemli eserler ortaya koydukları bu topraklar, pek çok araştırmacı tarafından Batı medeniyetinin beşiği olarak da değerlendirilmiştir. Bu birikim ve zenginliği ile Endülüs topraklarının hukuki süreci ve hukuk birimlerine kısaca göz attığımızda bile, günümüz hukuk araştırmacıları için yaşanmış önemli ve ibret dolu sahnelerle karşılaşabilmekteyiz. Endülüs’te Kadı Olmak Endülüs’e İslam fethiyle birlikte giren kadılık makamı, Endülüs İslam Devleti tarihinde en üst adli makamı teşkil etmekteydi.3 İslam inancında hukuk ve dinin ontolojik olarak iç içe olmasından ötürü de en kıdemli İslami kurumlardan biri durumundaydı. Kadı, günümüzdeki anlamıyla görev yaptığı yerin hâkimiydi. Evlenme, boşanma, miras taksimi, anlaşmaların yürürlüğü, suçluların ceza takdiri gibi hususlar kadıların temel çalışma alanı içerisindeydi. Bununla birlikte kadıların görevi yalnızca davaların takibi de değildi. Ülkedeki hukuki sürecin yakın takip ve kontrolü noktasında kadıların mahkeme dışında farklı teftiş görevleri de bulunmaktaydı. Devlet malının (beytü’l-mâl) takip ve kontrolü, vakıfların ve vakıf mallarının idaresi, merkez câmii imam hatipliği, Cuma hutbesinin verilmesi, hudutlardaki idari ve askeri çalışmaların teftiş edilmesi, gerektiğinde hükümdar adına yabancı devletlerle diplomatik faaliyetlerin sürdürülmesi gibi görevler de kadılarca gerçekleştirilmekteydi.4 Böylesine geniş kapsamlı bir sorumluluk alanına sahip olan kadılık makamına tayin edilecek kişilerde çeşitli vasıflar aranmaktaydı. Bu kişilerin öncelikle günlük yaşantılarında temiz bir ahlaki sicile sahip olmaları gerekiyordu. Ayrıca hukuk ve dinin ayrılmazlığı gerçeğinden yola çıkılarak, kadıların fıkhi meselelere hakim olmaları da gerekliydi. Mizaç itibariyle samimiyet, zarafet, tok gözlülük, metanet ve kadılık, kadı adaylarının taşıması gereken diğer vasıflardı.5 Yargılama görevinin layıkıyla yerine getirilebilmesi için En- “Kadılığı kabul edemem, kabul etmiyorum! Allah’ın emanetini gökler ve yer nasıl kabul etmediyse ben de öyle kabul etmiyorum! Kabul etmeyişim, fitne ve isyan maksadıyla değil, sadece aşırı hassasiyetim nedeniyledir!” dülüs kadılarının uymaları gereken temel meslek ilkeleri ise şöyleydi:6 • Hukukun ve dinin temel kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’i rehber edinme, • Kendisine yüklenen vazifenin ağırlığını ve Allah katındaki önemini dikkate alarak her gün nefis murakabesi (öz eleştiri) yapma, • Davalı ve davacı arasında ayrım gözetmeme, • Tarafların tüm delillerini toplama ve iyi kavrama, • Şahitleri sonuna kadar dinleme, • Hüküm verilebilecek kanaat oluştuğunda davayı derhal sonuçlandırma, • Davalarda kendisine eşlik eden müşavir ve yardımcılarını, dürüstlükleri hakkında en ufak bir şüphe bulunmayan ilim insanları arasından seçme. Mesuliyeti ağır bir vazifeyi icra ediyor olmalarına rağmen Endülüs kadıları devletten yüksek ücretler almıyorlardı. Öyle ki bazı kadıların kadılık hizmeti karşılığında hiçbir ücret almadığı da Endülüs tarihinde gözlemlenebilmiştir. Böylesi durumlarda kadılar kendi geçimlerini, ya kendilerine ait gayrı menkullerinin kira gelirleriyle ya da ticaret, ziraat vb. işlemlerle temin edebilmekteydiler.7 Görevden affını isteyen kadılar… DİPNOTLAR ............................. 35 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim 1. "Factors and Effects of Arabization and Islamization”, Islam and Cultural Change, Weisbaden 1975. 2. Aynı zamanda İşbiliye (Sevilla) kadısı olarak da karşımıza çıkmaktadır. 3. Özdemir, Mehmet; “Endülüs Müslümanları - Kültür ve Medeniyet” s.132, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2013. 4. Özdemir s.134. 5. Özdemir s.133. 6. Özdemir s.134. 7. Özdemir s.133. 8. Özdemir s.132. 9. Özdemir s.133. adalet ve medeniyet Pek çok İslam beldesinde görüldüğü gibi Endülüs’te de kendilerine bu görevi yapmaları için teklif götürülen kadı adaylarının bir kısmının, bu görev ve sorumluluğu üstlenmekten kaçındıkları ve değişik mazeretler sundukları gözlemlenmiştir. Öyle ki Endülüs’teki kadı adaylarının bir kısmı bu görevi rica minnet kabul etmiş ve birkaç gün görev yaptıktan sonra bu görevlerinden affedilmelerini de talep etmişlerdir. Böylesi adayların redd-i vazife etmelerinde maddi sebeplerin etkisi bulunmamakla birlikte, temel gerekçe olarak vazifeleri esnasında bilmeden de olsa haksızlık yapmaktan kaçınıyor olmaları, böylelikle üzerlerinde kul hakkı kalmasından korktukları bilinmektedir.8 Aşağıdaki iki örnek olay,9 bu hassas durumu tarihin ibretleri sayfaları arasından önemle günümüze ulaştırmaktadır: Endülüs Emevî Emîri Muhammed, Muhammed İbn Abdüsselam el-Huşenî’yi Ceyyan şehrine kadı olarak tayin etmek ister. Vezir aracılığıyla bu istek el-Huşenî’ye ulaştırılır. Ancak el-Huşenî, bu isteği kesin olarak reddeder. Vezirler kendisini ikna etmeye çalışsalar da bu konuda başarılı olamazlar. Ni- hayet durum Emîr’e bildirilir ve Emîr bu durum karşısında kızgınlığını ifade eden bir mektup kaleme alır. Mektubun içerisinde bu görevi kabul etmediği takdirde el-Huşenî’nin kendi eliyle hayatını tehlikeye atmış olacağı da vurgulanır. el-Huşenî bu durumdan haberdar olunca, sarığını çıkarır ve boynunu vurulmak istercesine uzatır. Mektubu getiren görevlilere şu cevabı verir: “Kabul edemem, kabul etmiyorum! Allah’ın emanetini gökler ve yer nasıl kabul etmediyse ben de öyle kabul etmiyorum! Kabul etmeyişim, fitne ve isyan maksadıyla değil, sadece aşırı hassasiyetim nedeniyledir!” Bu cevap karşılığında Emîr Muhammed, vezirlerine el-Huşenî’yi serbest bırakmaları talimatını verir. Aynı şekilde Ceyyan şehrine kadı olarak atanılması istenen Ebân İbn İsa İbn Dinar, affını isteyerek kadılık teklifini geri çevirir. Ancak Emîr, saraydaki muhafızlara ve vezirlere, zorla da olsa Ebân İbn İsa’yı göreve başlatmaları emrini verir ve bu emir derhal yerine getirilir. Fakat Ebân İbn İsa, göreve başlatıldığı günün akşamında şehri terk eder. Kadılık görevine zorlamanın da işe yaramayacağını gören Emîr, Ebân İbn İsa’yı anlayışla karşılar ve kadılık görevini kendisine dayatmaktan vazgeçer. Ancak adaletli ve doğru bir kişi olduğu bilinen Ebân İbn İsa’yı yine de kendi haline bırakmaz ve bu kez onu Kurtuba Ulu Camii’ne imamlık göreviyle tayin eder. Ebân İbn İsa, kendisine tevdi edilen bu görevi memnuniyetle yerine getirir… Endülüs’te yargı süreci, kadılık görevi ile kısıtlı değildir. Kadıların yanı sıra kadılardan daha kısıtlı görevleri icra eden hâkimler, birbirinden farklı görevleri icra eden sâhibu’r-rey, sâhibu’l-mezalim, ehl-i şûra, adl/udûl (şahitler) ve sâhibu’s-sûk görevleri de Endülüs adaletini ayakta tutan diğer birimlerdir. « >>> ) ifade özgürlügü, >>Akif Tögel /Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Arş. Gör./ [email protected] Hamidullah, bu anayasa ile bireylerin ve kabilelerin kendi haklarını kendilerinin tesis etmesi usulünün terk edilerek hüküm ve infaz yetkisinin merkezi otoriteye devredildiğini savunmaktadır. Ancak merkezi otorite burada tüm halk için geçerli ortak bir hukuk sistemi kabul etmek yerine çoğul yapıya kulak veren bir anlayış benimsemiştir. İ adalet ve medeniyet ............................. 36 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim slam medeniyetinin gerçek anlamda inşa edilerek, sonraki İslam toplumları için örnekler barındıran Medine İslam devletinin kurulma çalışmaları, Hz. Muhammed ve beraberindekilerin Mekke’den Medine’ye hicret etmelerini müteakip başlamıştır. Medine’deki yeni oluşumun üç temele sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bunlardan ilki Müslümanların bir araya gelebilecekleri, bazen devletin en önemli konularının tartışılacağı bir mescidin inşa edilmesidir. İkinci adım Mekke’den gelen muhacirler ve Medineli ensar Müslümanlar arasında gerçek anlamda bir kardeşliğin kurulmasıdır. Üçüncü adım ise Müslümanların kendi aralarındaki yaşam düzeninin ve Müslüman olmayanlarla ilişkilerinin düzenlendiği bir metnin hazırlanarak ilan edilmesidir.1 Bu metin ile Medine’deki grupları bir toplum hâline getiren fakat bu grupları denk kabul ederek dinlerinde serbest bırakan hükümler karşılıklı olarak kabul edilmiştir.2 Söz konusu metni Medine Anayasası olarak isimlendiren Hamidullah, bu anayasa ile bireylerin ve kabilelerin kendi haklarını kendilerinin tesis etmesi usulünün terk edilerek hüküm ve infaz yetkisinin merkezi otoriteye devredildiğini savunmaktadır. Ancak merkezi otorite burada tüm halk için geçerli ortak bir hukuk siste- mi kabul etmek yerine çoğul yapıya kulak veren bir anlayış benimsemiştir. Dolayısı ile Müslüman olmayan kabileler kendi hukuklarına göre kendi yargı yerlerine başvurabilme imkânını da korumuşlardır. Bir Yahudi ile bir Müslümanın, bir Yahudi ile bir Hristiyanın veya iki Yahudinin hakem tayini konusunda anlaşamamaları durumunda ise İslam mahkemelerine başvurulacağı belirtilmiştir.3 İslam devletinin kurulması akabinde ve Medine vesikası çerçevesinde Medine’de Yahudiler çoğunlukta bulunduğu için sadece onlara bir yargı muhtariyeti verildiği düşünülebilir. Ancak Yemen’deki Necran Hristiyanları ile yapılan anlaşma neticesinde Hristiyanların düşünce, inanç ve ifade hürriyetlerinin yanında yargı bağımsızlıkları da kabul edilmiş, Necran Hristiyanları, aralarında çıkacak uyuşmazlıklarda sahabenin hakemliğini tercih edeceklerini beyan etmişlerdir.4 Medine vesikasının öneminin anlaşılması bakımından hukuki vasfının da tespit edilmesi gereklidir. Yukarıda değindiğimiz gibi Hamidullah bu metne ‘anayasa’ nitelemesi yapmıştır. Ancak vesika; Alman teoloğu ve şarkiyatçı Wellhausen5 ile Hollandalı şarkiyatçı Wensinck6 tarafından ‘sözleşme’ olarak nitelendirilmiştir.7 Vesika metninin Medine vesikasının günümüz hukuk sistemlerine bakan en önemli özelliği toplumdaki farklılıkları uzlaşma mantığı içerisinde çözme azmidir. Bu mantıkla şekillenen sözleşme içeriğinde bireylere hakem önünde kendilerine uygulanacak hukuku seçme hakkının tanınmış olmasıdır. ğinde katılıma dayanan bir metin hazırlığının, Müslüman olmayan diğer kabileleri de Medine vesikası etrafında topladığını söylemektedir. Wensinck ise Müslümanların Yahudileri yola getirecek güçten yoksun olduğunu ve vesikanın Yahudileri bir süre etkisiz kılmayı amaçlayan bir ‘‘bekleyiş stratejisi’’ dahilinde imzalandığını iddia etmektedir.16 Tüm bu tartışmaların ışığında biz vesikanın hukuki nitelendirilmesinin ‘sözleşme-antlaşma’ olarak yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü vesika metni içeriği ve ortaya çıkış süreci Medine’deki topluluklar arasında bir uzlaşı ortamının varlığını, farklı düşüncelere ve inançlara tanınan ifade özgürlüğünü, barış içerisinde ortak yaşamaya dair ilkeleri ortaya koymaktadır. Metin, günümüz manasında bir anayasaya ancak bireylerin bazı temel haklarının17 tanınması boyutu ile yaklaştırılabilir. Medine vesikasının günümüz hukuk sistemlerine bakan en önemli özelliği toplumdaki farklılıkları uzlaşma mantığı içerisinde çözme azmidir. Bu mantıkla şekillenen sözleşme içeriğinde bireylere hakem önünde kendilerine uygulanacak hukuku seçme hakkının tanınmış olmasıdır. Bu hak aynı zamanda en temel insan hakları arasında yer alan düşünce, inanç ve ifade özgürlüğünün de bir uzantısıdır. ............................. 37 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Dipnotlar 1. M.Said Ramazan El-Buti, Fıkhus’s-siyre, (çev. Ali Nar-Orhan Aktepe) İstanbul, 2003, s.213. 2. Martin Lings, Hz.Muhammed’in Hayatı, (çev. Nazife Şişman) İstanbul, 2003, s.178. 3. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, (çev.Mehmet Yazgan) İstanbul, 2004, s.765; Kur’an’ın Maide Suresindeki 42. Ayet bu yoruma esastır: ‘Onlar (Yahudiler), yalana çok kulak verirler ve çok haram yerler. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hükmet, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir zarar veremezler. Eğer aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever.’ 4.İbn Hişam, Siretü Resülillah, 1958’den nakleden Hamidullah, s.766. 5. Hilal Görgün, ‘‘Julius Wellhausen’’ Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.43, s.155. 6. Fatma Kızıl, ‘‘Arent Jan Wensinck’’ Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.43, s.158. 7. Julius Wellhausen, ‘‘Muhammad’s Constitution of Madina’’, 1889, içinde Arent Jan Wensinck, Muhammad and the Jews of Medina, 1908, (çev. Wolfgang H. Behn), Berlin, 1982’den aktaran Ragıp Ege, ‘‘Medine Vesikası mı, hukuk devleti mi?’’, Birikim, S.47, s.25. Wellhhausen makale isminde her ne kadar anayasa ibaresini kullanmışsa da, söz konusu metnin ancak bir sözleşme olabileceğini ileri sürmektedir. 8.İbn Seyyid en-Nas, Uyunu’l-Eser, C.I, s.197 ve İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Kahire, 1351, C.III, s.224’den aktaran Ali Bulaç, “Medine Vesikası Hakkında Genel Bilgiler”, Birikim, 1992, S.38-39, s.103.(1992-1) 9.Muhammed Hamidullah, el-Vesaiku’s-Siyasiyye, Kahire, 1956, No.1’den aktaran Salih Tuğ, İslam Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul, 1969, s.31; Hamidullah, s.177-182; Bulaç (1992-1), s.106-108. Tasnifte bazı maddeler 12.a-12.b, 20.a-20.b gibi alt ayrıma tabi tutulduğundan madde sayısı 52 de kabul edilebilir. 10.Muhammad Tahir-ul-Qadri, Constitutional Analysis of the Constitution of Madina, London, 2012 (e-book); Vesika metninin tercümesine eleştiri getirerek madde sayısının takriben 64 olması gerektiğinin savunulduğu inceleme için bkz: Mehmet Erdem, ‘‘Medine Vesikasının Maddelendirilme Şekli ve Türkçe Çevirileri Üzerine Bazı Mülahazalar’’, The Journal of Academic Social Science Studies, Volume 5 Issue 8, 2012, s.541. 11. Ali Bulaç, “Sözleşme Temelinde Toplumsal Proje”, Birikim, 1992, S.40, s.62.(1992-2) 12. Hamidullah, s.168. 13. el-Buhari, es-Sahih, 96/17, No:18’den aktaran Hamidullah, s.167; El-Buti, s.224. 14.Leone Caetani, Annali dell’Islam, Volume I, Milano, 1905, s.393’den, Wensinck, s.78’den, Wellhausen, s.80’den aktaran W. Montgomery Watt, Muhammad at Medina, Oxford, 1956, s.226. 15. Hubert Grimme, Mohammed, Münster, 1892, s.76’dan aktaran Watt, s.225. 16.Wensinck, s.70’den aktaran Ege, s.31. 17. Yaşam hakkı (m.14), Kısas hakkı (m.21), Suç ve cezanın bireyselliği (m.22-m.31), Hakeme başvuru hakkı (m.23), Düşünce, İnanç ve İfade özgürlüğü-Hukuki özerklik (m.25). adalet ve medeniyet günümüze gelişi Muhammed İbn İshak’a dayanmakta olup, İbn Seyyid en-Nas ve İbn Kesir’in kitaplarında yer almıştır.8 Vesika ile ilgili kaynaklarda bazı tasnif farklılıkları bulunmaktadır. Tasnifte esas alınan kriter sebebiyle vesikadaki madde sayısı Hamidullah’ın naklettiği metinde 47 (ya da 52) olarak belirtilmekte9 iken Pakistanlı yazar Muhammet Tahir’ül Kadri, vesika metnini modern anayasal metinlerde yer alan başlıklara göre tasnif ederek 63 maddeye genişletmiştir.10 Bulaç, Medine Vesikasını siyasal bir sözleşme olarak nitelerken, katılımcı ve çoğulcu bir model vurgusu yapmaktadır. Bu modele göre yasama, sözleşmeye katılan ‘hukuk topluluklarına’ bırakılmalı, yürütme, vergi toplama, savunma ve iç güvenlik seçimle iş başına gelen ortak bir yönetim tarafından sağlanmalıdır.11 Hamidullah’a göre vesika metni iki ayrı bölümden oluşmaktadır ve kaynaklarda bu iki ayrı bölümün aynı tarihte mi yoksa farklı tarihlerde mi kabul edildiği belirsizdir. Bu belirsizlik sebebiyle tek seferde tek bir metin ortaya çıkmış gibi görünse de derinlemesine bir analiz bizi farklı tarihlerde kabul edilen metinlere götürmektedir.12 Buna göre esas olarak Müslümanları ilgilendiren ilk 23 madde Hicri 1. yılda (M.622) oluşturulmuş13 , Müslüman olmayanları ilgilendiren diğer maddeler ise Bedir savaşından (Hicri 2. yıl, Miladi 624) önce14 veya bu savaştan hemen sonra15 kabul edilmiştir. Mekke’deki baskı ve işkence ortamından uzaklaşarak henüz Medine’ye gelmiş Müslümanların, sayıca az olmalarına rağmen Medine’deki Yahudi ve Hristiyan kabileler ile içeriğinde ‘‘Allah’ın elçisi Muhammed’’ ibaresinin yer aldığı böyle bir metin üzerinde anlaşmaya varmaları kaynaklarda farklı şekillerde izah edilmeye çalışılmıştır. Bulaç, Medine’de halkın uzun yıllardan beri süregelen kabileler arası çekişmeler nedeniyle bir ‘‘sulh edici kişi’’ beklentisinde olduğunu ve Hz. Muhammed liderli- MEDENİYET D T m • k i E BİYOGRAFİ İ •A Ğ U S ADA GİS LE VE ER T O S E y l ü l >> Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan/Yıldırım Beyazıt Üniversitesi/ [email protected] BiR HUKUKÇU OLARAK adalet ve medeniyet ............................. 38 ............................. iMAMI AZAM EBU HANiFE Ağustos-Eylül-Ekim EBU HANİFE, FIKHI; ‘KİŞİNİN LEH VE ALEYHİNDE OLANLARI BİLMESİDİR.’ ŞEKLİNDE TANIMLAMAKLA, ONA OLDUKÇA GENİŞ BİR ANLAM YÜKLEMİŞTİR. İNANÇ, İBADET, AHLAK, MUAMELAT VE AHKÂMLA İLGİLİ DİĞER HÜKÜMLERİN TAMAMI, BÖYLE BİR TANIM İÇERİSİNE GİRMEKTEDİR. İSTİHSAN METODU MÜÇTEHİDE, BULUNDUĞU KÜLTÜR VE MEDENİYET ORTAMINDA, KENDİSİNE ULAŞAN FİKHÎ KURALLARI, GÖRÜŞLERİ, AYET VE HADİSLERİ İNSANLARIN İHTİYAÇLARI AÇISINDAN BULUNDUĞU ZAMAN VE ŞARTLAR İÇİNDE YENİDEN DEĞERLENDİRİP SINIRLI NASSLARLA SINIRSIZ PROBLEMLERİ, NAKLİN HÜKMÜ İLE AKLIN YORUMUNU MAKUL BİR AHENK İÇİNDE, ÇÖZME İMKÂNI SAĞLAMIŞTIR. E görüşme ve onlardan ilmî yönden faydalanma imkânı bulan Ebu Hanife’nin asıl hocası, döneminde Kûfe re’y ekolünün üstadı kabul edilen Hammâd b. Ebu Süleyman’dır. Ebu Hanife, 102 yılından itibaren hocasının vefatına kadar on sekiz yıl süreyle onun ders halkasına devam etmiş, en seçkin öğrencileri arasında yer almış, hocasının bulunmadığı zamanlarda ona vekâleten ders verecek seviyeye yükselmiştir.4 Onun ilim meclisi hür düşünce okulu idi!.. Ebu Hanife’nin ders verme usulünün de eski filozofların diyalektik akademi derslerini andırdığı belirtilmektedir.5 Bir mesele ortaya atılarak talebeler tarafından tartışılır ve herkes görüşünü söyledikten sonra, en son imam, delil ve hüküm çıkarma (istinbat) ile sonuca ulaşılmasını sağlayarak nihai kararı özlü bir şekilde yazdırırdı. Bu sözleri ise en yakın talebeleri tarafından fıkıh kaideleri haline getirilirdi. Onun ilim meclisinin ders halkası olma yanında bir istişare, bir diyalog merkezi ve hür düşünce okulu olduğu ifade edilmektedir.6 Ebu Hanîfe fıkıh ilmine dalmadan önce, kendini akaid bahislerine ve kelâm münakaşalarına vermiş,7 mübahaselerde temayüz etmiştir. Hatta Ebu Hanife’nin, fıkha yönelmeden önce kelamî meselelerle meşgul olup ilk İslam filozofu sıfatını kazandığı da ileri sürülmektedir.8 Dolayısıyla, İslam ruhunun ve medeniyetinin en güçlü yorumcularından birisi mütekellim ve feylesof, Ebu Hanife’dir.9 adalet ve medeniyet ............................. 39 ............................. Güçlü bir ideal ve cesarete de sahipti. Tabiat olarak Ebu Hanife’nin kanaatkâr, cömert, güvenilir, âbid ve zâhid bir kişi olduğunda, bütün ticarî işlem ve beşerî ilişkilerinde bu özelliklerinin açıkça görüldüğünde kaynaklar ittifak etmektedir. Onun Ağustos-Eylül-Ekim bu Hanîfe, Nu’mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh (80/699) Kûfe’de doğmuş (ö.150/767), tahsilini Medine, Basra ve Kûfe’de, Ebu Amr Amir-i Şa’bî (M.720) ve sonra Hammad İbn-i Süleyman (M.737) yanlarında yapmış ve Hanefî mezhebinin imamı, büyük müçtehittir. Ebu Hanîfe, ‘İslam’da hukukî düşüncenin ve içtihad anlayışının gelişmesinde önemli payı olup daha çok İmâm-ı Âzam diye şöhret bulmuştur. Kendisine Ebu Hanife denmesi, doğru yolun, tevhit inancının sâliki; İslam’a tam olarak inanıp emirlerine boyun eğmiş bulunması veya Iraklılar arasında ‘hanife’ denilen bir divit veya yazı hokkasını daima yanında taşıyıp kullanması sebebiyledir’.1 Buna göre ‘Ebu Hanîfe’yi gerçek anlamda künye değil bir lakap ve sıfat olarak kabul etmek gerekir. Ebu Hanîfe öncülüğünde başlayan ve talebelerinin gayretiyle gelişip yaygınlaşan Irak fıkıh ekolü de imamın bu künyesine nispetle ‘Hanefî mezhebi’ adını almıştır. ‘Büyük imam’ anlamına gelen İmâm-ı Âzam sıfatının verilmesi de çağdaşları arasında seçkin bir yere sahip bulunması, hukukî düşünce ve içtihad metodunda belli bir çığır açması, döneminden itibaren birçok fakihin onun görüşleri ve metodu etrafında kümelenmiş olması gibi sebeplerle açıklanabilir.2 Bunun yanında Ebu Hanife ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğudur ve kendisi de ilim tahsiline başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmıştır. İlim tahsiline öncelikle akaid ve cedel öğrenmeye başlayarak adım atan Ebu Hanife, dönemindeki inkârcı ve bidatçilerle tartışmalar yapmış, farklı itikadi düşünceye sahip kimselerin ve mezheplerin bulunduğu Basra’ya zaman zaman yaptığı yolculuklarında da bu tavrını sürdürmüştür.3 Kendi çağındaki mümtaz ilim ehlinin pek çoğu ile >>> adalet ve medeniyet ............................. 40 ............................. kuvvetli fıkıh bilgisinin yanında, inandığını ve doğru bildiğini söylemekten ve onun mücadelesini vermekten çekinmeyen güçlü bir ideal ve cesarete de sahip olduğu belirtilmektedir.10 Ebu Hanife bir konuda görüş serdetmeden önce şu önceliklere müracaat etmektedir: Bir meselenin hükmünü önce Kur’an’da aramakta, nassın her türlü lâfzî delâletini, umum-husus, ıtlak-takyid, nâsih-mensuh gibi lafızlar arası metodolojik ilişkisini göz önünde bulundurmakta, aksine bir delil ve gerekçe olmadığı sürece ayetlerin açık, genel ve doğrudan ifadelerini esas almaktadır. Eğer Kur’an’da konuyla ilgili bir nass bulamamışsa Hz. Peygamber tarafından Yemen’e vali olarak gönderilen Muâz b. Cebel’in, Kur’an’da bulamadığı bir meselenin hükmünü sünnette arayacağını bildirmesiyle ortaya çıkan ve Peygamber’in de tasvibine mazhar olup bütün sahâbenin uyguladığı sıraya göre sünnete müracaat etmiştir. Esasen sünnetin delil olduğu ve delil olarak alınmasının önemi ve gerekliliği Ebu Hanîfe’nin ictihad ve fetvalarında da açıkça görülmektedir.11 Bunun yanında Ebu Yusuf’un naklettiğine göre Ebu Hanîfe, kendisine bir mesele sorulduğunda, önce talebelerinin bu konuda bildikleri hadisleri ve sahâbi sözünü sorar, ardından kendi bildiği rivayetleri nakleder, meseleyi değişik yönleriyle ele alır, talebelerinin görüşlerini ayrı ayrı dinler, daha sonra da o meseleyi hükme bağlardı. Sorulan konuda bir hadis ve sahâbi görüşü bulunmadığı takdirde kıyas yapar, kıyasın da mümkün olmadığı yerde istihsana12 giderdi. Onun ders verme usulüne göre soruları önce öğrencilerle tartışması, o mesele hakkında nass bulunup bulunmadığının araştırılması demektir. Verdiği bazı hükümlerin o konuda mevcut bir hadise aykırı görünmesi ise bazen hadisin Ebu Hanîfe’ye ulaşmamış olmasıyla, çok defa da hadis Ebu Hanife’nin aradığı sıhhat şartlarını taşımadığı için onunla amel etmeyi uygun görmemesiyle izah edilmektedir.13 Ebu Hanife geliştirdiği istihsan metoduyla, verilen hükümlerin ucunu açık bırakmıştır Ağustos-Eylül-Ekim Ebu Hanife, istihsan temelinde geliştirmiş olduğu makul içtihatlarının bir sonucu olarak kurucusu kabul edildiği Hanefi mezhebinin genelde katı bir kuralcı olmasından çok, meselelere problematik bir tarzda yaklaşmasının zeminini hazırlamış olması, Hanefi mezhebinin hayata ve insanların ihtiyaçlarına uygun karakteristiğinde gelişmesini sağlamıştır. Ebu Hanife geliştirdiği istihsan metoduyla, verilen hükümlerin ucunu açık bırakmıştır. Çünkü bu metot müçtehide, bulunduğu kültür ve medeniyet ortamında, kendisine ulaşan fikhî kuralları, görüşleri, ayet ve hadisleri insanların ihtiyaçları açısından bulunduğu zaman ve şartlar içinde yeniden değerlendirip sınırlı nasslarla sınırsız problemleri, naklin hükmü ile aklın yorumunu makul bir ahenk içinde, çözme imkânı sağlamıştır’.14 O, içtihadlarında, şahıs olarak insana gereken değeri vermek ve insan tasarruflarına mümkün olduğunca geniş alan bırakmak gayreti içindedir. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliği, içtihatlarında kişiyi, kişi hak ve özgürlüklerini ve bireysel tasarruf hürriyetini merkeze alması olmuştur.15 Ebu Hanife’nin ticaret hayatının içinde bulunması, insanların problem ve ihtiyaçlarını yakından tanıması da içtihadlarının kabul ve uygulama şansını artırmıştır. Onun farklı kültür ve geleneklere sahip çeşitli grupların karma bir halde yaşadığı Irak bölgesinde yetişmiş olması, Hicaz bölgesinde hâkim geleneksel sosyal yapı ve anlayıştan daha az etkilenmesine, birçok konuda örfü ve sosyal olayları esas alan farklı yorum ve içtihadlara sahip olmasına zemin hazırlamıştır. Hanefi mezhebinin Araplar dışındaki Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmasının bir sebebi de muhtemelen budur.16 Bu yönüyle olsa gerek Ebu Hanife, verdiği kararlarda konunun dinî, siyasî, hukukî,17 dünyevî ve uhrevî/eskatolojik boyutlarını ayrı ayrı dikkate almıştır. Yani o, hükümlerin hukukî tarafını uhrevî hayata ilişkin dinî yönünden ayrı mütalaa ettiğinden, işin dinî ve vicdanî tarafı fertlere ait olmak üzere insanî ilişkilerde objektif ölçüleri kullanmıştır. Bu metodu gereği, bazı fetvaları diğer hukuk ekollerince, hatta öğrencilerince tenkit edilmiştir.18 Derslerinde ve ilim meclislerinde herkese söz hakkı vermiş Hakikati aramada ve takip etmede son derece samimi olan Ebu Hanife, başkalarının görüşlerine karşı hoşgörülü, kendi içtihadının doğruluğunda ısrar eden ve onu tartışmaya imkân vermeyen bir taassup göstermemiştir. Derslerinde ve ilim meclislerinde herkese söz hakkı vermiş, aykırı görüşleri dinleyerek, öğrencilerini kendi kanaatlerini benimsemeye zorlamamıştır. Tartışma sonunda ulaştığı netice için de, ‘bizim kanaatimiz ve ulaşabildiğimiz en güzel görüş budur. Bundan daha iyisini bulan olursa şüphe yok ki doğru olan onun görüşüdür’ diyerek hem diğer gö- rüşlere müsamaha ile bakmış, hem de ilmi araştırmayı sürdürmeyi teşvik etmiştir.19 Ebu Hanife’nin ilmi metodu ise şöyle ifade edilmektedir: Rasûlullah’dan gelen baş üstüne; sahâbeden gelenleri seçer, birini tercih ederiz; fakat toptan terk etmeyiz. Bunlardan başkalarına ait olan hüküm ve içtihadlara gelince, biz de onlar gibi ilim adamlarıyız. Bir başka anlatımda ise onun, Allah’ın kitabındakini alır kabul ederim. Onda bulamazsam Rasûlullah’ın güvenilir, âlimlerce mâlum ve meşhur sünnetiyle amel ederim. Onda da bulamazsam ashâbından dilediğim kimsenin re’yini alırım dediği belirtilmektedir. Fakat iş İbrahim, Şâ’bi, el-Hasen ve Atâ gibi zevâta gelince, Ebu Hanife, ben de onlar gibi ictihad ederim, demektedir.20 Sonuç olarak Ebu Hanife, sürekli sosyal hayatın içinde bulunduğundan dolayı dinî sorunlara problematik olarak yaklaşmasını bilmiş ve ortaya koyduğu yaklaşımlarla da makul, insanî, vicdanî, kabul edilebilir ve yaşanabilir çözümler sunmuştur. « Dipnotlar 11. Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife’, s. 135. 12. İstihsan yöntemini kullanmadaki amaç, kolaylığı, genişliği, toleransı alma, rahatı araştırmadır. Yani istihsan kolaylık için zorluğu terk etmekten ibarettir ve müçtehidin takdir hakkını kullanarak en güzel olanı seçmesidir. Ali Bardakoğlu, ‘İstihsan’ maddesi, TDVİA, XXIII, s. 339-347. Ebu Hanife, istihsan terimini teknik anlamda ilk defa kullanıp geliştiren kişidir. 13. Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife’, s. 135, 136. 14.İbrahim Hakkı Aydın, ‘İstihsan Temelinde Akıl ve Ebu Hanife’, İslami Araştırmalar Dergisi Ebu Hanife Özel Sayısı, Cilt: 15, Sayı: 1-2, 2002, s. 169. 15. Tevhit Ayengin, ‘Ebû Hanîfe’nin Hukukî İrâde Anlayışı’, İmam-ı Azam Ebu Hanife ve Düşünce Sistemi (Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri), I. Cilt, Kurav Yay., Bursa 2005, s. 207. 16.Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife’, s. 136. 17. Ebu Hanife’nin döneminde siyaset-hukuk ilişkisi hakkında bkz. Ahmet Yaman, ‘Siyaset-Hukuk İlişkisi Bağlamında Ebu Hanife Dönemi’, İslami Araştırmalar Dergisi Ebu Hanife Özel Sayısı, Cilt: 15, Sayı: 1-2, 2002, s. 273-281. 18.Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife’, s. 137. 19.Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife’, s. 134. 20.Ağırakça, Kızılırmak, ‘Ebu Hanife’, s. 165. 1. Mustafa Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife ve Nasları Değerlendirmesi’, İslami Araştırmalar Dergisi Ebu Hanife Özel Sayısı, Cilt: 15, Sayı: 1-2, 2002, s. 20. 2. Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife’, s. 131. 3. Mustafa Ünver, ‘Ebu Hanife Düşüncesinin Arkaplanını Besleyen Ayetler’, İslami Araştırmalar Dergisi Ebu Hanife Özel Sayısı, Cilt:15, Sayı: 1-2, 2002, s. 51. 4. Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife’, s. 132. 5. Ahmet Ağırakça, Said Kızılırmak, ‘Ebu Hanife’, İslam Ansiklopedisi, Şamil Yay., İst. 1999, s. 164. 6. İbrahim Emiroğlu, ‘İmam-ı Âzam’ın Beş Eseri Üzerine’, İslami Araştırmalar Dergisi Ebu Hanife Özel Sayısı, Cilt: 15, Sayı: 1-2, 2002, s. 216. 7. Semerkand’da Ebu Hanife’nin, itikadî ve fıkhî görüşlerinin felsefî ve teolojik temellerinin tartışıldığı ‘Dâru’l-Cuzcâniye’ adıyla bilinen önemli bir eğitim merkezi bulunduğu, Mâturîdî’nin de burada eğitim gördüğü ifade edilmektedir. Kutlu, ‘Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmam Mâturîdî’, s. 18, 19. 8. Yavuz ‘Ebu Hanife’yi Tanımak’, s. 5. 9. Ramazan Altıntaş, ‘Ebu Hanife’nin Kelam Metodu ve ‘el-Fıkhu’l-Ekber’ adlı Eserine Yöneltilen Bazı İtirazlar’, İslami Araştırmalar Dergisi Ebu Hanife Özel Sayısı, Cilt: 15, Sayı: 1-2, 2002, s. 185. 10.Uzunpostalcı, ‘Ebu Hanife’, s. 133. Eserleri ............................. 41 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim ile talebeleri Ebu Yusuf ve Ebu Mutî’ el-Belhî tarafından rivayet edilmiştir. 4. el-‘Âlim ve’l-Müte’allim: Ehl-i sünnet’in görüşlerini açıklayıp savunma amacıyla ve soru-cevap tarzında kaleme alınmış akaide ilişkin bir risaledir. 5. er-Risâle: Ebu Hanife’nin Basra Kadısı Osman el-Bettî’ye hitaben yazdığı mektup niteliğindeki bu eserinde Ebu Hanife, akaid konularında kendisine yöneltilen bazı itham ve iddialara cevap vermektedir. 6. el-Vasiyye: Akaid konularını kısaca ele alan bir risaledir. 7. el-Kasîdetü’n-Num’mâniyye: Hz. Peygamber için yazdığı naatları ihtiva etmektedir. Bunlar dışında, birçoğu akaid alanında olmak üzere Ebu Hanife’ye nispet edilen birçok eserden bahsedilse de bunların ona aidiyetini ihtiyatla karşılamak daha doğru olacaktır. adalet ve medeniyet Ebu Hanife’ye doğrudan nispet edilen eserler: 1. el-Müsned: Öğrencilerinin Ebu Hanife’den rivayet edilen hadisleri bir araya getirdiği bir eserdir. Aynı zamanda söz konusu eser, onun ictihadlarında delil olarak kullandığı hadisleri ihtiva etmektedir. 2. el-Fıkhu’l-Ekber: Akaide dair ya da Ehl-i sünnet inancına ilişkin görüşleri özetleyen bir eserdir. Özellikle I. Goldziher başta olmak üzere bir kısım şarkiyatçılar söz konusu eseri Ebu Hanife’ye ait görmezlerse de, birçok şerhi bulunan bu eserin ona ait olduğunda İslâm âlimleri görüş birliği içindedirler. Konu hakkındaki bazı yorumculara göre de Fıkh-ı Ekber risalelerinin, ehl-i sünnet dışı mezhep ve fırkalarının görüşlerine karşı reddiye için yazılmış olduklarını söylemektedirler. 3. el-Fıkhu’l-Ebsat: Akaide dair olup, oğlu Hammad >>> Batı hegemonyasının kendisini İslam dünyasında hissettirmesiyle birlikte, Batı’dan gelen dalga İslam toplumlarının sosyal ve iktisadi yapıları üzerindeki tesirine pararel olarak hukuk sistemi üzerinde de önemli etkiler göstermiş; birçok İslam ülkesinde kaynağı İslam olan ceza hukuku yürürlükten kaldırılmıştır. adalet ve medeniyet ............................. 42 ............................. adalet ve medeniyet Ağustos-Eylül-Ekim ............................. 42 ............................. İSLAM CEZA HUKUKU KONFERANSI >>Yrd. Doç. Dr. Ali Emrah Bozbayındır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi/ [email protected] Ağustos-Eylül-Ekim izlerini Sava Paşa, Ömer Nasuhi Bilmen ve Tahir Taner’in eserlerinde müşahade etmek mümkündür. Buna mukabil, Batı hegomanyasının kendisini İslam dünyasında hissettirmesiyle birlikte, Batı’dan gelen dalga İslam toplumlarının sosyal ve iktisadi yapıları üzerindeki tesirine pararel olarak hukuk sistemi üzerinde de önemli etkiler göstermiş; birçok İslam ülkesinde kaynağı İslam olan ceza hukuku, yürürlükten kaldırılmıştır. ............................. 43 ............................. adalet ve medeniyet Ağustos-Eylül-Ekim eza hukuku, bir toplumun korunmaya değer gördüğü temel değerleri yansıtır. Tarih boyunca da İslam toplumlarının cezai meselelerinin temelini, İslam hukukunun kaynakları ve fıkıh usulünün teşkil ettiği normatif bir çerçeve marifetiyle yönetilmiştir. Hakikaten, Osmanlı Şeriye Sicillerini tetkik eden müsteşrikler XVI. ile XVIII. asır arasında Osmanlı’nın istikrarlı ve oldukça iyi işleyen bir ceza adaleti sistemine sahip olduğunu kaydetmektedir.1 Hakikaten bu sistemin adalet ve medeniyet C ............................. 43 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim >>> İslam Ceza Hukuku, İslam Hukuku’nun en tartışmalı sahalarından biridir adalet ve adalet medeniyet ve medeniyetAğustos-Eylül-Ekim Ağustos-Eylül-Ekim ............................. 44 ............................. ............................. 44 ............................. Bousquet ve Schacht gibi müsteşriklerin de savundukları bir İslam Ceza Hukuku’ndan bashetmenin mümkün olmadığı çünkü bu sahadaki normların belli bir sistematik bütünlük arz etmediği görüşü de oldukça yaygınlaşmıştır.2 Bassiuoni ise İslam Ceza Hukuku’nun Romanist gelenekten ziyade common law sistemine benzediği görüşündedir.3 Buna mukabil Johansen’in, İslam âlimlerinin ceza hukuku (ukubat) sahasında yeknesaklaşmış bir muhakeme hukukunun teşekkül ettirildiği tespitini yapmştır.4 Günümüzde de çeşitli bağlamlarda İslam Ceza Hukuku, İslam Hukuku’nun en önemli ve tartışmalı sahalarından biri olma hüviyetindedir. Keza, İslam’ın modern çağ öncesi (pre-modern) döneminde tüm İslam aleminde uygulanan İslam ceza Hukuku, günümüzde de İran, Pakistan, Sudan ve Nijerya gibi ülkelerde yeniden Batı hukukunun yerine uygulamaya konulmuştur. Bu manzara, şüphesiz, İslam dünyasında ceza hukuku sahasında çalışan alim ve akademisyenlerin mümkün olduğunca katılımının sağlandığı geniş tabanlı bir İslam Ceza Hukuku konferenası fikrinin doğumuna sebebiyet vermiştir. Antalya’da, 30 Nisan-3 Mayıs Tarihleri arasında İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversiteleri ve Uluslararası Hukukçular Birliği tarafından, Elbeyoğlu A.Ş.’nin sponsorluğunda, İslam Ceza Hukuku alanında katılım ve kapsam bakımından bir ilk olma özelliği taşıyan bir İslam Ceza Hukuku Konferansı gerçekleştirilmiştir. Konferansa Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, İrlanda, Amerika Birleşik Devletleri, Katar, Mısır, Almanya, Irak, Kanada, Japonya, Malezya, Pakistan, Bosna, İspanya, Fransa, Bangladeş, Ürdün, Sudan, Kuveyt, Fas, Cibuti, Moritanya, Suudi Arabistan, Filipinler, Lübnan, Makedonya, Suriye, İngiltere, Cezayir, Filistin’den alanında önde gelen alim ve akademisyenler tebliğleriyle iştirak etti. Bilhassa İslam Ceza Hukuku’nun tatbik edildiği ülkelerin temsiline özen gösterilerek; bu alanda başka ülkelerde çalışan akademisyenlerin bir araya getirilmesi gayreti gösterildi. İslam Ceza Hukuku sahasında çalışmalarıyla tanınan önde gelen akademisyenlerden Prof. Mohamad Alzuhili (Birleşik Arap Emirlikleri), Prof. Sadiq Reza (ABD), Prof. Dr. Mustafa Avcı (Türkiye), Prof. Hisham Mahmoud Ramadan (Kanada), Prof. Ahmad Atif Ahmad (ABD), Prof. Faridah Jalil (Malezya), Prof. Dr. Ahmed Samir Hassenein (Katar), Prof. Junya Shinohe (Japonya), Prof. Dr. Shalluf Hadi (Fransa) gibi birçok önemli isim konferansta tebliğ sundu. Konferansın ilk günü açılış konferanslarına tahsis edilmiş; konuşmacılar İslam Ceza Hukuku’nun ana konularına giriş mahiyetinde tebliğler sunmuştur. İlk konuşmacı Prof. Muhammed Munir (Pakistan), İslam Ceza Hukuku’nda suçta ve cezada kanunilik ilkesininin (mabda’ al-Ibahat) İslam Ceza Hukuku’nun en önemli ilkesi (mabadi’ usuli) olduğu tezini işlemiştir. Prof. Muhammed Al-Zuhayli (Birleşik Arap Emirlikleri) de klasik ayırıma uygun olarak İslam Ceza Hukuku’nda suçların tasnifi (had, tazir) konusunu örneklerle işlemiştir. Dr. Ajeel Jassem Al-Nashmi (Kuveyt) de İslam Ceza Hukuku’nda cezalandırmanın gayesi ve özellikle kısas konusu üzerinde durmuştur. İlk gün konferanslarının son konuşmacısı Prof. Sadiq Reza (ABD) ise İslam Ceza Hukuku’nun adil bir tarzda tatbikinin ancak usul kurallarına riayetle mümkün olacağı görüşünü dile getirmiştir.5 Dr. Vogel: Dine hakaret suçunun Avrupa’da az tatbiki empati yoksunluğudur. Konferansın takib eden iki gününde bu genel sunumlarda çerçevesi ana hatlarıyla çizilmiş olan meseleler derinlemesine çok çeşitli tebliğlerle ele alınmıştır. İkinci günün sabah oturumunda İslam Ceza Hukuku’nda suçların tasnifi (Prof. Avcı, Prof. Ramadan) konuları ile suçun manevi unsuru meselesi (Prof. Şafak) ele alınmıştır. Akabinde, daha ziyade İslam Ceza Hukuku’nda cezalandırmanın gayesi üzerinde İslam’ın modern çağ öncesi (pre-modern) döneminde tüm İslam aleminde uygulanan İslam ceza hukuku, günümüzde de İran, Pakistan, Sudan ve Nijerya gibi ülkelerde yeniden Batı hukukunun yerine uygulamaya konulmuştur. duran tebliğler yer almıştır. Öğleden sonraki oturumda uygulama sorunları (Prof. Hamoudi) ile dine hakaret suçunun Avrupa’da az tatbikini empati yoksunluğuna bağlayan görüşleri dile getiren (Dr. Vogel) sunumlar yapılmıştır. Takip eden oturumda İslam Ceza Hukuku’nda hapis cezası (Dr. Kurban, Prof. Ali), mağdurun faili affetme müesseleri (Dr. Sadique) ve kısas kurumu (Av. Şamlı) ele alınmıştır. İkinci günün son oturumda ise ikrah (Dr. Acar), suç ve cezaların kanuniliği (Dr. Yurtseven) ile çok failli suçlara (Dr. Hasan) ilişkin tebliğler ön plana çıkmıştır. Japonya’daki içki yasağı örneği üzerinden tedricilik konusu ele alındı SONUÇ BİLDİRGESİ Konferansta İslam ceza hukukunda suçta ve cezada kanunilik ilkesi ve uygulaması tartışılmıştır. Batının İslam hukukundan istifade ettiği ancak bunu seküler bir temel üzerinden geliştirdiği dile getirilmiştir. İslam ceza hukukuna önyargılı bir bakış olduğu ifade edilmiştir. İslam ceza hukukunda cezalandırma hem cezalandırılan hem de toplum için bir rahmettir. İslam ceza hukukunda suçların nasıl tasnif edildiği üzerinde durulmuştur. Kısas cezasının kaynakları, uygulaması, suçta ve cezada getirdiği denge, suç işlenmesinin önlenmesi, kişi ve toplum üzerindeki etkileri dile getirilmiştir. Osmanlı döneminde uygulanan kardeş katli üzerinde durulmuştur. Konu kanunilik ilkesi ve İslam açısından değerlendirilmiştir. İslam Ceza hukuku ve modern ceza hukuku teori ve uygulamaları arasında mukayeseler ve istişareler yapılmıştır. İslam ceza hukukunun insan psikolojisi ile tezat teşkil etmediği ve suç ile ceza arasında dengeyi daha iyi kurduğu vurgulanmış, bu konuda ileri sürülen düşüncelerin yoğunluğu dikkat çekmiştir. Müslüman hukukçulara büyük bir görev düştüğü İslam Ceza hukuku ile ilgili ciddi çalışmaların yapılması gerektiği vurgulanmıştır. « Dipnotlar 1. Bkz. Rudolph Peters, Crime and Punishment in Islamic Law, Cambridge University Press, Cambridge 2005, s. 5 vd. 2. Baber Johansen, “Zum Prozessrecht der Uqubat”, in: Contingency in a Sacred Law, Legal and Ethical Norms in Muslim Fiqh, Brill, Leiden 1999, s. 421. 3. M. Cherif Bassiouni, The Sharia and Islamic Criminal Justice in Time of War and Peace, Cambridge University Press, Cambridge 2014, s. 119. 4. Johansen, a.g.e., s. 422 vd., 433. 5. Prof. Reza, usul kuralları bütününü tarif için Amerikan hukuku menşeli due process kavramını kullanmıştır. adalet ve adalet medeniyet ve medeniyetAğustos-Eylül-Ekim Ağustos-Eylül-Ekim Konferansın son gününün ana başlıkları Günümüzde İslam Ceza Hukuku, suç tipleri ve İslam ve uluslararası ceza hukuku olmuştur. Günümüzde İslam Ceza Hukuku başlığı altında, İslam ülkeleri anayasalarında ceza hukuku ilkeleri (Prof. Eren) ve Malezyalı hukukçuların İslam Hukuku’nun memleketlerindeki tatbikatına ilişkin sunumları dikkat çekmiştir (Prof. Jalil, Prof. Mokhtar, Dr. Laeba). Keza, 2013 tarihli İran Ceza Kanunu’nda (Av. Magzi) getirilen yenilikleri ve yeni Katar Ceza Kanunu üzerinde İslam Ceza Hukuku’nun etkilerini (Prof. Hassenein) ele alan tebliğler sunulmuştur. Japonya’dan, Prof. Shinohe ise İslam toplumu olmayan bir ülkede (Japonya) İslam ceza hukuku kurallarının uygulanmasında içki yasağı örneği üzerinden ele aldığı tedricilik konusundaki sunumu oldukça dikkat çekmiştir. Uluslararası Ceza Hukuku konusunda Prof. Shalluf ve Prof. Samir (Mısır) tarafından sunulan İslam Ceza Hukuku’nda ve günümüzde siyasi suçlar ve Arap Baharı Uygulaması konulu sunum da dikkatle izlenmiştir. İslam Ceza Hukuku konusunda bir ilk olma niteliği taşıyan konferansın sonunda katılımcılarda bu nevi toplantıların devlet ve kurumlardan bağımsız olarak ilmi çerçevede devam etmesi gerektiği temennisi dile getirilmiştir. Bilhassa, bir model İslam Ceza Kanunu kodifikasyonu çalışmasının günümüzde elzem hale geldiği toplantıya katılan birçok ilim adamı tarafından dile getirilmiş; bu konuda bir dizi toplantıyı ihtiva eden bir istikamet ve yol haritası ortaya konulmuştur. ............................. 45 ............................. ............................. 45 ............................. ESKİMEZ METİNLER ı tek b Cezay dir. S i l k e r ge rın da cezala dır sa yatkın undan olduğ adalet ve medeniyet ............................. 46 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim T A Y A H zı * Bu ya an itabınd İslam k n ’u ç o arak Sezai K * koç >>Sezai Kara tır. alınmış B atı Ceza Hukukuyla İslam Ceza Hukuku arasındaki temel ayrılık ve aykırılıklardan biri ve başlıcası da müeyyidelerin yapı farklılığıdır. Bir başka deyişle, suçla cezadır; suçla ceza arasındaki bağıntının genel yapı farkındadır. Bu farklar da cezaların cinsi, yani tesir vasıtaları, maddi yapıları, cezaların birbiriyle ilişkileri, nihayet cezaların, suçlara nisbetinde ortaya çıkar. Âdeta, bir prensip olarak göze çarpan ilk nokta, Batı hukukunda cezaların, abstre (mücerret, soyut), İslam hukukundaysa konkre (müşahhas, somut) oluşudur. Burada, elbette, birbirine müşahhaslık, mücerretlik söz konusudur. Vücutta yaptıkları değişikliler, birinde ilk bakışta görünür, diğerinin ise görünmezdir ilk bakışta veya etrafı çizilebilir şekilde. İslam’ın ana ceza prensibi ve vasıtalarının toplu ölçüsü olan kısasla veya kısas vasıtaları ile Batı ceza vasıtası, nmek ü ş ü d r berabe a l r a l uç undan eğil, s ğ d u a d l n ı baş ler o ndur; y u e g ş y ı l u ı can olmas r e Suçlar l nsinde i y c e ş l i ı i l f ı kan suçlar , r. a d a canl m la ektedi s İ m . l a e y g u olarak ağduy l i i f a lar d n, ceza adalet ve medeniyet ............................. 47 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim hapis arasındaki mahiyet farkı ilkin buradadır. Bu nokta, ilk anda, problem derinleştirilmeden şaşırtıcı gelebilir insana: Öyle ya aşağı yukarı mücerretler medeniyeti olan İslam’ın müşahhas, konkreler medeniyeti olan Batı Medeniyetinin mücerret cezalar koyması bir tezat değil midir? Hayır değildir. Değildir, çünkü İslam, sadece bir mücerretler medeniyeti değil, ruhu maddeye ve mücerreti müşahhasa üstün tutan, hâkim kılan bir gerçekler bütünüdür. Suç bizzat konkre olduğundan, İslam ceza hukukunda, ceza da konkre olmuştur diyebiliriz. Bu, elbette, sebep değil bir yorum, bir açıklamadır. Gerçek sebepleri bilen ancak Yaratıcıdır. Nitekim, suçlara çerçevelik yapan fiillerin gerçek varoluş sebebini ancak yine onu yaratan bilir. Yaratıcı o fiilleri de o fiilleri önleyici ve giderici fiilleri de yaratmıştır. Bunun için, insanın, suç fiillerini yaratan değil, sadece işleyen olduğu hâlde, onun kaçınılmaz olarak çağıracağı ceza fiilini kendisinin tayin sureti ile adeta yaratmak istemesi garip olmaz mı? Bu nokta, ayrı bir konudur ve ayrıca işlemek gerekir. Bizim burada yanlış anlaşılmaktan korunmak için, belirteceğimiz nokta, teklif sırrı, imtihan vb. hikmetler gibi bir hikmet tespitidir, suçla cezanın konkre oluşunu birbirine bağlayışımız. Yoksa ilahi tayini bilen Mutlak Tayin ediciden başkası olamaz. Mutlak Tayin Edici: “Sizin İçin kısasta hayat vardır.” diyor. Dünya durdukça yorumlanacak ebedi bir ölçü ve bir ipucudur bu bizim için. Toplumda, suçun unsurlarını ve vasıtalarını ortadan kaldırdığı, toplumu sağlığa kavuşturduğu, bir fiil sebebi ile öleyazan bir topluluğu yeniden canlandırdığı ve dirilttiği için, hayat vardır kısasta. Bu, İslam düşmanlarının ilim adı altında gözbağcılığıyla saldıracakları noktanın ve gerekçelerinin önceden görülüşü, bir mucize ve ilahi bir tayine ebedî bir gerekçe verilişidir. Bu yorum, İslam ceza hukuk politikası ve felsefesi açısından bir yorumdur. Bir de doğrudan doğruya hukuk ilmi açısından da bize bir ipucu olmaktadır. Batı hukukunun ceza müeyyidesi hapis, abstre, ölü, cansız, pasif, saklı olduğu hâlde, İslam hukuku ceza müeyyideleri konkre, canlı, göze görünür, aktif, dinamiktir. Bir kelimeyle, batı cezası hayatsız, İslam cezası hayatlıdır. Biri hayat kemiren öbürü her ameliyat gibi hayat verendir. Öte yandan, bir konkrenin bir konkreye nispeti abstre olduğundan, İslam ceza prensipleri, medeniyetin abstreyi üstün tutan temel motiflerine aykırı değildir. Cezayı tek başına değil, suçlarla beraber düşünmek gereklidir. Suçlar canlı şeyler olduğundan cezaların da canlı kanlı şeyler olması uygundur; yatkındır sağduyuya. İslam’da, suçlar fiil cinsinde olduğundan, cezalar da fiil olarak gelmektedir. Yağ kirini, yine yağ tortusu olan sabunun götürmesi gibi. İlk bakışta, ölüm cezasının Batı ceza hukukunda bulunuşu, bizim bu ayrımımıza bir istisna gibi duruyorsa da gerçekte öyle değildir. İki paralel çizginin sonsuzda >>> adalet ve medeniyet ............................. 48 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim bu kadar yıl hapis oluşuna sının inandıramaz. Bir bakıma bir a z e c n günlük hapis, en ağır suçir suçu s b i , p i z a tan daha ağırdır, bir bakıma i yıl h çe, b r k a e d r e a k g s, müebbet hapis bile, en hafif nce ve nsa bu k hapi ü u ü ş ç l ü u n d s suçtan daha hafiftir, adaü ir g aşka b b Hiçbir a t r e i m ı b b k b let düşünce ve duygularına ar yıl, Bir ba a müe d . a m z ı k a k a u m göre. ş t bir b e ndıra , l a r a ı n d i d a r a ı , Ve nihayet, ilk bakışta müafiftir aha ağ oluşun h d a n h a a t samahakar gibi gelen Batı tan d r suç ı ç ğ u a s f n i f e müeyyidesi, insanın hüröre. , en ha e g l i a b n ı s riyetini, yani ruh bağımular hapi g y u d sızlığını, ruhunu tehdit ce ve düşün etmekte, ruhu öldürmekte zehirlemektedir. İslami mübuluşması gibi, abstre ve konkre cezaların son ve ortak eyyide ise, ruhu uyarıcı ve ucu ölüm cezasıdır. Ölüm cezası, bir bakıma en konkre, suçtan önceki sağlık hâline iade edici, ibret saçıcı, içtibir bakıma da en abstre bir cezadır. Hele Batı düşünce- mai kangrenlerin cerrahı, ruhu ve cemiyeti ihya, mağsinin arka ve art fikirlerine inilirse, ölüm cezası konkre duru ikna tatmin, suçluyu tecziye ve tenbih edici ilahi insanı abstre insan (ölü) hâline getirmekten başka bir bir neşterdir. Örnek olarak hırsızlık suçunu alalım. Verişey değildir. İslam’daysa, ölümden sonra diriliş abstre lecek birkaç yıllık bir ceza, uzvun kesilmesi kadar ibret bir diriliş değil, konkre bir diriliş olduğundan, ölüm ce- verici, insanları korkutucu ve çekindirici, sonuç olarak zası, en konkre cezadır. Hele, Batıda, ölüm cezasının yer önleyici olmadığı hâlde, bir uzvun kesilmesinden çok yer kaldırıldığı veya elektrik sandalyesi gibi vasıtalarda daha zarar vericidir. Çünkü hapis cezası dişlerini ruha icrası, ölüme geçiren anı bile abstreleştirme eğilimini or- geçirir. Güveler gibi ruhu kemirir. Ruhu yavaş, yavaş zetaya kor. hirler ve soldurur. O ruh, o şahsiyet, o benlik, ruh, şahSuçlar arasında bir mahiyet farkı vardır, örnek olarak: siyet ve benlik olmaktan çıkınca, uzuvların ne değeri ve Adam öldürme suçu ile hırsızlık suçunu alalım. Bu iki ne anlamı vardır? Aslında o ceza, ruhu ve şahsiyeti ölsuç arasında tam bir mahiyet farkı vardır. Suçlar arasın- dürmekle, kolları, bacakları, kalbi, dili ve yüzü de cezadaki mahiyet farkına paralel olarak, İslam ceza huku- landırmış ve öldürmüştür. Hapisten çıkan bir mahkûm, kunda da cezalar arasında mahiyet farkı vardır. Batı ceza hapis süresine göre, ayakta dolaşan, %2, %17, %33, %52, hukukunda ise, bir mahiyet ve keyfiyet farkı değil bir %89, nihayet %99 bir ölüdür. Elleri, kolları, gözleri ve miktar ve kemiyet farkı bulunuyor. Bu da yine cezaların ruhu da ölüdür. konkreliği ve abstreliğinden doğuyor. Batı ceza hukuku- Bir miktar sitesi olan batı sitesi, bir yandan yaramazlık nun en zayıf ve çürük noktalarından biri de bu noktadır: yapan oğluna öğüt verirken, öte yandan yemeğine ceza Birbirinden tamamen farklı suçlara nasıl olur da sadece olsun diye her gün zehir katan bir baba, bir mutlaklık miktar bakımından farklı aynı ceza uygulanabilir? Mik- sitesi olan İslam Sitesi ise yaramaz çocuğuna öğüt veren tar farkı, bir keyfiyet ve vasıf farkını nasıl karşılayabilir? ve kulağını çeken bir babadır. Ruhu hasta bir babayla, Üçüncü bir ayrılık da hareket noktası, çıkış noktası far- ruhu, aklı ve maddesi sapsağlam bir baba arasındaki kıdır. İslam’da, ceza da suçlar gibi konkre olduğundan farktır bu fark. « çıkış noktası açık ve seçik ve tam bir adalet fikir ve duygusuna cevap verici bir durumdadır. Her suç fiiline, kendi cinsinden bir ceza tayin edilmiştir. Suçla ceza arasına bir köprü atılmış, bir ilişki kurulmuştur. Hâlbuki batıda, aralarında hiçbir ilişkisi yoktur. Her biri ayrı bir âleme mensuptur. Birim bir suç olmadığı hâlde birim bir ceza vardır: Bir günlük hapis. Hiçbir düşünce ve gerekçe, bizi, bir suçun cezasının şu kadar yıl, bir başka suçunsa >>Emir Eş/ Yazma Eserler İstanbul Bölge Müdürü/ [email protected] BİR MEDENİYET MEŞ’ALESİ: Mekteb-i Sıbyân ve Evvel, Sânî, Sâlis ve Râbi’ diye adlandırılan Medreseler, Tıb Medresesi, Dâru’ş-Şifâ, Dâru’z-Ziyâfe, Tâbhâne, Dâru’l-Hadîs, Dâru’l- Kurrâ, Dâru’l- Mülâzimiye, Hamâm, Mimâr Sinân Hazretlerinin mütevazı türbesi bulunmaktadır. Avlu giriş kapıları üzerindeki bekçi evleri ile Câmiin kıblesinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın ve zevcesi Hürrem Sultân’ın türbeleri ve kabristandan oluşan hazîre, İmâret’in mütemmim unsurlarıdır. ............................. 49 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim arih 1550 yılını gösterirken, Dersaadet’te, İstanbul’un ortasında fethin Hicrî takvim itibariyle 100. yılı anısına, adı daha sonra “Külliye” olarak anılacak olan bir İmâret’in temeli atılıyor. Süleymaniye İmâreti… Tamamlanması kabaca 1557 tarihine denk düşen İmâret’in merkezinde Osmanlı’nın, gelecekte resmi bir takım merasim ve muayedelerin tertiplenecek olması itibariyle birinci sınıf protokol camii olarak tavsif edilebilecek Mescid vardır. Etrafında ise adalet ve medeniyet T >>> Süleymaniye Kütüphanesinde psikolojiden, spora; musikiden, coğrafyaya; eczacılıktan, tefsire; astronomiden, mühendisliğe; edebiyattan tıbba; optikten, kelamî konulara kadar her alanda esere rastlamak mümkündür. adalet ve medeniyet ............................. 50 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim İstanbul’un çeşitli semtlerinde kurulmuş “Fıkıh”ı; miras, - Eczacılıkta, Dieskorides’in Kitâbu’l-Haşâvakıf kütüphaneleri, 1918 yılından itibayiş vasiyetler, ren Külliye’nin birinci ve ikinci medrese- Edebiyatta çeşitli Dîvanlar, kasideler, gamuamelat, kamu lerinde bir araya getirilerek, medreseden zeller, hikâyeler hizmetleri, kütüphaneye geçiş süreci başlamıştır. Adını cami içinde batı yönündeki dökme İslam Hukuku Alanındaki Eserler savaş hukuku, pirinç şebeke ile çevrili özel bölmede bu- Bu yazının özel konusu olan İslam Hukuuluslar arası lunan ve bu süreçte medreseye naklediku dalında birkaç eser ismine yer vermemiilişkiler, velayet, len koleksiyondan alan kütüphanemiz, zin yararlı olacağını umarak aşağıdaki eserinsan hakları, aslında 1583 tarihinde oluşturulmuştur. leri, haklarındaki çok muhtasar malumat Daha sonra sağlanan bağışlarla birlikte hayvan hakları, ile birlikte kaydetmiş olalım: elde edilen koleksiyon sayısı, 120 tanesi - Çelebi Abdullah Koleksiyonu’nda 96 nuticari konular, Osmanlı dönemine ait olmak üzere bu marada kayıtlı, el-Harizmî, Tâhir b. Kâsım emanetler, kadın b.Ahmed el-Ensârî el-Hanefî’nin, hicrî 1088 gün 144’e ulaşmış bulunmaktadır. Bunlar arasında çok sayıda Padişah, Sadrazam, hakları, esirlerin tarihinde kaleme aldığı, Arapça CEVÂHİŞeyhu’l-İslam, Kazasker, Valide Sultan, hakları, vakıflar, RU’L-FIKH adlı eseri. Ağa, Paşa, Reisü’l-Küttab, Medrese, Tek- çocuk hakları vs. - Bağdatlı Vehbî koleksiyonu’nda 471 numakayıtlı, Ebu’l-Leys es-Semerkandî Nasr ke, Dergâh, vakıf, özel şahıs ve camilere türden temel tüm rada b. Muhammed el-Hanefî’nin, hicrî 1004 mahsus kütüphane bulunmaktadır. Yazılı kültürümüzün ana kaynakların- “Hukuki” konuları tarihinde Arapça olarak yazmış olduğu, da kapsayan HIZÂNETÜ’L- FIKH isimli eseri. dan yazma ve kıymetli matbu eserleri - Yeni Cami Koleksiyonu 461 numarada bünyesinde barındıran, yerli ve yabancı bir alan olarak kayıtlı, İbn-i Mekkî, Hüsameddin Ali b. Aharaştırmacılara uluslararası düzeyde hizalgılamamız med b. Mekkî er-Râzî’nin (tarihsiz), HULÂmet sunan bir kurum olan Süleymaniye gerekir. Kütüphanesi, Türkiye Yazma Eserler KuSATÜ’D- DELÂİL FÎ TENKÎHI’L-MESÂİL rumu İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne bağlı isimli, Arapça eseri. olarak faaliyetini sürdürmektedir. Kütüphanemiz cilt, tez- - Ayasofya Camii Koleksiyonu’ndan Süleymaniye Kütüphahip, minyatür, hat, ebru ve levha gibi gelenekli kitap sanat- nesi’ne intikal edenler arasında bulunan, 1074 numarada kayıtlı hicrî 431 tarihinde yazılmış olması hasebiyle olduklarımızın en nadir örneklerini barındırmaktadır. Kütüphanemizi sıradan kütüphanelerden ayıran özellik- ça eski dönemlere aidiyeti anlaşılan, İbnu’l-Kass, Ahmed lerden birisi de eskiden “Hazîne” yahut “Hızâne” denilen b. Muhammed b. et-Taberî’nin, et-TELHÎS FÎ FIKHI’Ş-ŞÂFİÎ depolarında bir medeniyet kütüphanesi olduğunu ispatlar isimli meşhur eseri. nitelikte eserleri bulundurmasıdır. Saymakla bitiremeyece- - Yeni Câmi Koleksiyonu’nun 436 sayılı eseri olarak kayıtğimiz kadar çok olan bu eserler arasında farklı branşlardan larımızda bulunan, Kadîhân, Fahreddin Hasan b. Mansûr ilk bakışta dikkati çeken birkaç tanesini zikretmekte fayda b. Mahmûd el- Ozcendî’nin, hicrî 860 tarihinde ilim dünyavar: sının istifadesine Arapça olarak sunduğu eseri olan, ŞER- Tıp bilimleri konusunda, İbn-i Sînâ’nın El Kânûn fi’t-Tıb HU’L-CÂMİİ’S-SAGÎR adlı meşhur kitab. - Laleli Câmii Koleksiyonu’muzda 967 numaralı olup, el-Guc- Denizcilikte, Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriye - Seyahat kaynakları konusunda, Evliyâ Çelebî’nin Seyahat- düvânî, Feyzullah b. Mes’ûd. b. Muhammed’in, et-TENVÎR FÎ ŞERH-İ TELHÎS-İ CÂMİİ’L- KEBÎR isimli ve yazılış tarihi nâme olarak 815 tarihini taşıyan yazma eser. - Teknoloji hakkında, Ebu’l- İzz’in Kitâbu’l- Hiyel - Dâmât İbrahim Paşa Koleksiyonu 482 numarada kayıt- Matematik ile ilgili, Ali Kuşcu’nun Risâle fi’l-Hisâb İslam coğrafyasından gelen ve Türk vatandaşı olmayan araştırmacılarımız genellikle, tahkik (edisyon kritik) ve güncel sorunlara fıkıh temelli çözümler üretme amacıyla mezhepler arası mukayeseli İslam hukuku konularında yoğunlaşmaktadırlar. lı olan, hicrî 778 tarihinde el-Habbâzî, Celâleddîn Ömer b. Muhammed b. Ömer el- Hanefî tarafından kaleme alınmış, el-MUGNÎ FÎ USÛLİ’L-FIKH isimli, araştırmacılar tarafından çok aranıp-sorulan eseri. - Ve yine Yeni Cami Koleksiyonu’nun en kıymetli eserlerinden olup, 356 numarada bulunan, Sadru’ş-Şâhid Ömer b. Abdu’l-Aziz b. Ömer Hasenu’d-Dîn tarafından kaleme alınmış olan ŞERHU ÂDÂBİ’L- GÂDÎ Lİ’L-HAŞŞÂF isimli meşhur Arapça şerh. -Daha fazla bilgi isteyen okuyucularımın, bilimsel bir metni okuyabilecek seviyede Arapça, Farsça ya da Osmanlı Türkçesi’ne vâkıf olmaları halinde, bu yazının nâsirine müracaat ettikleri takdirde kendileriyle ilgilenilecektir, inşaallah. Fıkıh sadece namaz, oruç, hac ve zekat gibi bir takım ibadet ahkamı değildir!.. Bu yazıyı yazarken biz, değerli okuyucularımızın “Fıkıh” ve “Hukuk” kelimelerinin birbirinin eş anlamlısı olarak uzun yüzyıllar boyunca kullanıldığını bildiklerinden hareket etmekteyiz. Kitap isimlerine bakarak toplumda namaz, oruç, hac ve zekat gibi bir takım ibadet ahkamını beyan ettiği sanılan “Fıkıh”ı; bu dar anlamdan öte davalar, miras, vasiyetler, muamelat, kamu hizmetleri, savaş hukuku, uluslar arası ilişkiler, velayet, insan hakları, hayvan hakları, ticari konular, emanetler, kadın hakları, esirlerin hakları, vakıflar, çocuk hakları vs. türden temel tüm “Hukuki” konuları da kapsayan bir alan olarak algılamamız gerekir. Süleymaniye Kütüphanesinde psikolojiden, spora; musikiden, coğrafyaya; eczacılıktan, tefsire; astronomiden, mühendisliğe; edebiyattan tıbba; optikten, kelamî konulara kadar. ............................. 51 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Eserlerimiz Sibirya’dan Hindistan’a, Yemen’den Güney Afrika’ya, yine Afrika’nın doğu ve batı sahillerinden Müslüman unsurun yoğun olarak bulunduğu kuzey bölgelerine; İspanya’dan-Portekiz’den Bosna’ya; bugün Rusya sınırları içinde kalmış olan ve Türkî devletlerin bulunduğu topraklara; Turan’dan İran’a kadar eski dünya denilen coğrafyanın tüm beldelerinden bir şekilde gelerek, getirilerek İslam Dünyasının tarih boyunca en önemli kültür başkentlerinden birisi adalet ve medeniyet Sibirya’dan Hindistan’a, Turan’dan İran’a kadar her coğrafyadan eserler getirilmiş!.. olan İstanbul ve yakın çevresinde ilim adamlarının istifadesine sunulmuş; önemli alimlerin yetişmesine vesile olmuştur. Eserlerin yazıldığı ya da toplandığı bölgeler arasında, hatta başında bugün “Ortadoğu” olarak adlandırılan bölgenin anılmasına, Şam’ın, Bağdat’ın, Kahire’nin, İsfahan’ın, Şiraz’ın zikredilmesine gerek bile yoktur. Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan yazmalar arasında hukukla ilgili eserlerin sayısı ve oranı genel yekün içerisinde çok önemli bir yer tutar. Alanında önemli kabul edilen, en çok ilgilenilen hukuki eserler, hiç şüphesiz yukarıda isimleri serdedilenlerden binlerce kat fazladır. Türkiye Yazma Eserler Kurumu’na ait internet ağının ilgili sayfasında bu eserlerin bibliyografik künye bilgilerine ulaşmak mümkündür. Ancak yukarıda da işaret edildiği üzere bu yazmaların % 70’i Arapça; % 25’i Osmanlı Türkçesi ve % 5’i Farsça olması hasebiyle ilgilenenlerin, bu dilleri bilimsel metin okuma seviyesinde bilmesi gerekir. Çok değil, daha günümüzden 100 küsur sene önce Arapça, ilmi eserlerin en yoğun şekilde yazıldığı dünya dilleri listesinin başlarında yer alıyordu. Kütüphanemizde bulunan hukuki eserler içinde, Türkiyeli araştırmacıların ilgilendiği kitaplar ile yabancıların üzerinde durduğu eserler arasında farklılık vardır. Bizde uzun soluklu profesyonel araştırmacı sayısı maalesef oldukça azdır. İlgili araştırmacılarımız genellikle akademik tezlerini tamamlayıncaya kadar hukuk yazmalarıyla ilgilenmekte; işleri bitince de çoğu yarıştan kopmaktadır. Araştırmayı tüm hayatına yayan bilim adamımız oldukça azdır. Bu sebeplere, ülkemizde ilmi araştırmalara gerekli maddi desteğin ve moral takviyenin bilhassa devlet kurumlarında ve üniversitelerde halen sağlanamamış olmasını da eklememizin, vicdani bir görevi ifa ve hakkı teslim olarak ilave etmemiz gerekir. İslam coğrafyasından gelen ve Türk vatandaşı olmayan araştırmacılarımız genellikle, tahkik (edisyon kritik) ve güncel sorunlara fıkıh temelli çözümler üretme amacıyla mezhepler arası mukayeseli İslam hukuku konularında yoğunlaşmaktadırlar. Bir kültür coğrafyası olarak “Batı” diye adlandıracağımız bölgelerden gelenler ise daha ziyade mukayeseli dini hukuk konusunda ya da semavi dinlerin hukuk anlayışı ile beşeri dinlerin hukuk anlayışını karşılaştırmak için araştırma yapmak üzere kaynaklarımıza başvurmaktadır. « >>> MEDENiBiR DUYGUOLARAK ADALET >>Halil İbrahim Uzun/ Yıldız Teknik Üniversit esi Arş. Gör./hibrahim [email protected] Davranışlarımız bir duygunun (vicdan/adalet duygusu) ve o da sahip olduğumuz değerler sisteminin (medeniyet tasavvuru) sonucudur. Ancak bilimin bahsettiği ilkel insan, aktarmaya çalıştığımız bu değerler sisteminden uzak, belki duygu dünyası bile oluşmamış bir varlıktır. A adalet ve medeniyet ............................. 52 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim daletin temel bir hakkı ifade ettiği ancak mekanik bir düzen anlayışında hukuk felsefesinin bir konusu olarak ele alındığı bir çağa eriştik. Adaletin tesisi Türkiye’de yaygın olarak Medine ve din (dyn) bağlamının dışında düşünülerek medeniyet olarak tanımlanan/dayatılan sivilleşme sürecinin (sivilizasyon) mühim bir göstergesi olarak hatalı ve fıtrata aykırı bir surette ortaya konmaktadır. Hakim paradigma, sürekli takipçiler oluşturma gayretindedir ve sosyal medyadan da anlaşılacağı üzere birbirini izleyenler zümresi ile fasit bir daire/kısır bir döngü oluşturmuştur. Çünkü takip edenin hâkimiyeti hiçbir şekilde ele geçiremeyeceği muhakkaktır. Dolayısı ile tanımlamalar bu hâkim gücün inisiyatifinde yapılarak bir nev’i zerk edilmektedir. Bunların yanında hayatımıza intikal eden bu paradigmanın güç ve tahakkümü –adil olmayan bir hüküm sistemi- ana aktör olarak oyuna soktuğu söylenebilir. Kelimelerimiz ve kavramlarımızda meydana gelen sapma zihinsel bir erozyonun mühim göstergeleridir. Bir kavramın oluşturulabilmesi, zihinlerde belirgin bir resim olabilmesi için zıt veya dereceli alternatif kelime ve kavramlara da ihtiyaç duyulmaktadır. Bir süreci ifade eden sivilizasyon, barbar ve vahşi gibi tanımlamalarla yerini kuvvetlendirmektedir. Günümüz teknolojisi veya bilgisinin üstünlüğünü ispat etmek için doğrusal/çizgisel bir tarih felsefesi ile hareket edip; ilk insanların vahşi olduğunu, hayal edilen ilk insanlar gibi tabiatla mündemiç yaşayan insanların da vahşi olduğunu söylemek mecburidir. Doğru bir tabir olursa geçmişi devamlı karanlık görmek, bugünü kurtarmak için geçmişi yermek gerekmektedir. Zira tabiatın bizatihi kendisi de vahşi olarak tanımlanmaktadır ve sonuçta her vahşinin ehlileştirilmeye ............................. 53 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Kaynakça: [1] Araf Suresi 23 adalet ve medeniyet meyecektir. Hakikatte yani İslâm inancında durum olihtiyacı vardır; ona dilediğince müdahale etmek haktır. Devamlı savunduğumuz bir hakikat vardır ki “insan yaptı- dukça farklı bir boyuta taşınır. Hz. Adem eşi ile birlikte ğıdır”. İmanın da paranın da gizlenemeyeceğine inanıyo- kendi iradesiyle ve iyi niyet taşıyarak ağaca yaklaşmıştır. ruz. Psikolojinin ayakları yere basan güzel bir söylemi var- Akabinde vuk’u bulanlar insanın donanımına dair bizleri dır: Düşünceler, duygulara, duygular ise davranışlara yön gerçekten dehşete düşürmesi gereken fikirleri verir. verir. Nihayetinde davranışlarımız karşımızdaki insanın Hz. Adem ve eşi önce hicap duymuşlardır, akabinde nedeğerler sistemi tarafından yorumlanıp yeni bir düşünce damet hissi kaplamıştır onları. Günahlarını itiraf ile tevbe meydana gelerek aynı silsile ile devam eder. Böyle bir giriz- etmeleri uygar denilen dünyada dahi insanların başaragâhtan sonra belirtmeliyiz ki davranışlarımız bir duygunun madığı husus olarak ehemmiyetini muhafaza etmektedir. (vicdan/adalet duygusu) ve o da sahip olduğumuz değerler Ancak konuyu getirmek istediğimiz nokta adalet duygusisteminin (medeniyet tasavvuru) sonucudur. Ancak bili- sunu kaim kılan zulümdür. Hz. Adem ve eşi nefislerine min bahsettiği ilkel insan, aktarmaya çalıştığımız bu değer- zulmettiklerini (zalemnâ) dile getirerek bağışlanma dileler sisteminden uzak, belki duygu dünyası bile oluşmamış mektedirler [1]. İnsanlık tarihinde de hata eden tüm yol göstericiler bu şekilde bağışlanma dilemişlerdir. Nihayebir varlıktır. Batı paradigmasının Yahudi – Hristiyan inancına dayanan, tinde bu ahlaka dönüştürülmesi gereken bu fıtrı özellik ideolojik bir sistem olduğunu hatırlatmak faydalı olabilir. (vicdan/adalet duygusu) sivilizasyonun ilerlemeci tarih Bu ideolojinin temelinde bile oldukça soyut düşünebilen, algısını yok saymaktadır. İlk insan bizim soyut olarak mantıksal tercihleri bulunan (Adem, Tanrı ile konuşmuş, bildiğimiz bir âleme kısmen vakıf olduğu için tasavvur melekler ile muhatap olmuştur) bir ilk İlk insan bizim soyut olarak bizden daha üstündür diyebiliinsan (Eski Ahit – Genesis) tasavvuru olarak bildiğimiz bir riz. Artık fıtrata aykırı olan tüm davranış modellerinin zulüm doğuracağını ifade vardır. Buna rağmen özellikle rönesans âleme kısmen vakıf edebiliriz. Önemli olan nokta fıtratın sesonrası hayatı profanlaştıran, dinini ibaolduğu için tasavvur küler ifade ile sürdürülebilirliğini sağladethanesinde hafta sonuna mahpus eden, olarak bizden daha yarak ahlak haline gelmesini sağlamak insanı tanrılaştırma gayretinde olan (hüüstündür diyebiliriz. gerekir. manizm) üstünlüğü bilim ve teknolojide Artık fıtrata aykırı Arzda halife olarak oranın maddi ve ma(mühendis ideolojisi) gören bu inanç avcı olan tüm davranış nevi âlemde imarı görevini üstlenen intoplayıcı, vicdandan beri, gayr-i medeni modellerinin zulüm san, görevi verenin esmasının tecelligâhı bir varlıktan söz etmektedir. doğuracağını ifade olmakla birlikte bunu işlerine de yansıtMevcut durum hakkında tartışmalardan mak mecburiyetindedir. Temel kıstas her uzak durarak İslam medeniyet tasavvuru edebiliriz. Önemli şeyi yerli yerine koyma (tevhid) mücaheile Batı paradigmasının ilk insana dair düolan nokta fıtratın desidir. Tabiata zulmetmeyen bir teknik, şünce farklılıklarının hususi olarak adalet seküler ifade ile çelişki oluşturmayan imar, insana zulçerçevesinde orta yere konulması düştüsürdürülebilirliğini ğümüz bunalıma bir tanımlama (teşhis) sağlayarak ahlak haline metmeyen ekonomik sistem; yerli yerigetirebilir ki herkesçe kabul gören hakikat gelmesini sağlamak ne koyma gayretinin maddi ölçüleridir. Saadettin Ökten, “cehalet; Allah’ın emirfarkındalığın artırılmasının çözüm yolungerekir. lerini bilmemek veya bilerek ‘bilmezden da mühim bir adım olacağıdır. Eski Ahit’e göre (Eski Ahit yani Tevrat, Hristiyanların kut- gelmek’tir. İşte o zaman zulüm doğar.” diyerek yozlaşan sal kitabı Kitab-ı Mukaddesin bir bölümünü oluşturmak- zihinsel yapıya bir eleştiri getirmektedir. tadır) Tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştır. Bu “Tanrı Sonuç olarak önce insanda kendilik bilincinin oluşinsan” inancının kuvvetli bir delili niteliğindedir. İnsan turulması ve bireyselleşmenin aksine insanı tamamve eşi yasak olan ağaca yaklaşmışlardır ve Adem mey- layacak toplumsallaşma sürecinin yeniden hayata veyi yedirdiği için kadını, kadın şeytanı, şeytan da ken- geçirilmesi gerekiyor. Ahlakın bir konusu olarak ele alıdisini azdırdığı için Tanrı’yı suçlamıştır. Bu suçun kabul nabilecek adalet sadece hükümlerle ilgili değil, iç dinaedilmediği ve tekrar yaratıcıya döndüğü, insan iradesi- miklerle kuvvetlendirilen bir yapıdır, hissidir. Tüm innin yaratılışta yok sayıldığı gayr-i medeni bir durumdur. sanlık ile mutabakat sağlayabileceğimiz en büyük ortak İnsan, iradesini cezanın karşılığı olarak eziyet çekeceği noktamızdır. Ancak önce kendimizde ve akabinde tabiata arza kovulduktan sonra ele alacaktır ama günah affedil- El Adl’ın tecellisi şarttır. « KİTAP TANITIMI M TERÖRİZ E V K U K U LH I C N A S N İ RI A L K A H İNSAN linde ntrolü e o k e ’d e Gazz lan n yapı o a r u d n ası u bul iç politik cek l i a r s İ , dirile HAMAS değerlen n a d n ı pı bakım ist bir ya r ö r e t ıl a s olur sı İnsanc a r a r a l s u iken, Ul rarası e Ulusla v k u k e u H mında is a l ğ a b k Huku olarak avaşçısı s k ü l r ü özg r irmek zo d n e l r e ğ de aktır. olmayac >>Onur Dur/Gala tasara Ü adalet ve medeniyet ............................. 54 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim lkemizde son 30 yılda birçok acıya sebep olan gündelik hayatımıza dek nüfuz etmiş bir kavramdır terörizm. Bilhassa şu günlerde biz hukuk camiasını derinden yaralayan Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesi nedeni ile dikkatleri yeniden çeken bu konu üzerine bir kitap tanıtmak yerinde olacaktır. Terörizm birçok alanı ilgilendiren, hukuk, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler hatta psikolojiyi bile ilgilendiren oldukça güncel bir kavramdır. Ülkemizde de zaman zaman yaşanan saldırılar neticesinde gündemden düşmeyen ve günlük dile oldukça yerleşmiş bir kelimedir. Bununla birlikte bu kadar kolay kullanılmasının yanında acaba gerçekten her durumda doğru mu kullanmaktayız? Bilhassa medya ve siyaset dilinde kullanıldığı ölçüde terörizm sadece çapı normalden büyük şiddet olaylarını içermektedir. Artık kavramın kapsamı genişlemiş ve @hotmail.com ncisi/onurdur Hukuk Öğre y Üniversitesi terörizm uluslararası bir kimlik kazanarak küresel problemlerin başlıcalarından birisi haline gelmiştir. Bu bağlamda Prof. Dr. Akif Emre Öktem’in “Terörizm İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları” isimli kitabını tanıtmayı isabetli görmekteyiz. Kitap, tanım sorunlarını ele alan ilk bölüm, insancıl hukuk ile ilişkisini inceleyen ikinci bölüm ve son olarak insan hakları hukuku ile bağına odaklanan üçüncü bölümden oluşmaktadır. Kitabın ilk bölümünde tanım sorunu üzerinde durulmaktadır. Doktrinde uzun yıllar tartışılmasına rağmen bir tanıma uzlaşılamadığını söylemek mümkündür. Buna ek olarak uluslararası konvansiyonlar da tanım vermekten hususiyetle kaçınmaktadır. Bu eğilimin altında ise terörizmin sürekli genişleyen ve değişen formunun sınırlanmasının pek mümkün gözükmemesidir. Örnek vermek adalet ve medeniyet ............................. 55 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim gerekirse, 1970’li yıllarda terörizm denince insanların olan HAMAS, İsrail iç politikası bakımından değerlendiaklına ilk gelen uçak kaçırma eylemleri iken, bu eylem rilecek olursa terörist bir yapı iken, Uluslararası İnsancıl günümüzde pek gözükmemektedir. Ayrıca aktörler de Hukuk ve Uluslararası Hukuk bağlamında ise özgürlük sürekli değişmektedir, yine aynı dönemde oldukça faal savaşçısı olarak değerlendirmek zor olmayacaktır. Sıkınolan Kızıl Ordu Fraksiyonu, IRA(Irish Republican Army) tılı olan nokta ise, hem bu ayrımın net olmaması hem ve ASALA gibi terör örgütleri günümüzde pek faal gö- de buna dair normatif hükümlerden yani uluslararası zükmemektedir. Etkilenen bölgeler de sürekli bir deği- anlaşmalardan mahrum bulunmamızdır. Bu açıdan, obşim içindedir. 70’li yıllarda nispeten Avrupa ağırlıklı jektif olmanın hem zorluğu hem de gerekliliği daha net saldırılar görmekteyken günümüzde ise Orta Doğudan ortaya çıkmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, hem İnsan Pakistan’a uzanan coğrafyada bir yoğunluk göze çarp- Hakları Hukuku açısından hem de Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku bakımından dünyanı en problemli maktadır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereği tanımlayamadı- ülkelerinden olan İsrail ve ABD’nin bu konu üzerinde ğınız suçun uluslararası düzeyde cezalandırılması da birçok araştırma enstitüsüne sahip olması ve bu alana pek mümkün olmamaktadır çünkü devletler kendi iç sürekli yatırım yapmaları manidardır. mevzuatlarında kendi iç politikaları bağlamında tanım- Kitabın üçüncü bölümünde ise konunun Uluslararası lar kullanmakta dolayısı ile her devletin kendine has bir İnsan Hakları Hukuku bakımından incelemesi yapılterörizm tanımı bulunmaktadır. Ortaya çıkan bu kaotik mıştır. İnsan Haklarının sınırlanması bakımından tabi durum da bu alanda çalışmayı bir hayli zorlaştırmakta- olan rejimlerin içerisinde bazı ülkeler terörizmi de dâhil etmek istemektedir. Böylelikle idarenin dır. Hem İnsan Hakları eline ciddi oranda güç geçecek olup topHukuk bağlamında terörizme bakıldıHukuku açısından lumdaki hassasiyete dayanılarak da hak ğında ise öncelikle uluslararası karakhem de Uluslararası ihlallerine neden olan kanunlar savuterinden ötürü uluslararası hukuk öne Silahlı Çatışmalar nulabilir hale gelecektir. Bunun yakın çıkmaktadır. Bununla birlikte alt branHukuku bakımından zamanda gerçekleşen örneği Fransa’da şları olan Uluslararası İnsan Hakları Hukuku ve Uluslararası İnsancıl Hukuk dünyanı en problemli görülmüştür. Charlie Hebdo saldırısı ülkelerinden olan sonrasında ortaya çıkan atmosferden bakımından da inceleme yapmanın önemi tartışılmazdır. Kitabın geri kalan İsrail ve ABD’nin bu yararlanan hükümet kolluk kuvvetlerikısmında bu bağlamda incelemeye de- konu üzerinde birçok ne oldukça genişletilmiş hatta yer yer keyfi olarak tabir edilebilecek yetkiler vam edilmektedir. araştırma enstitüsü tanıyan Terörizm Kanununu yasalaştırKitabın ikinci bölümünde ise Uluslavardır. dı. Bu bölümde ise bu minvalde uluslararası İnsancıl Hukuk bir diğer değişle Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku bağlamında rarası mahkemelerin içtihatları da dikkate alınarak hak konu ele alınmıştır. Bu alanda başı çeken sorun muharip bazlı olarak incelenmektedir. tanımının terörizm açısından anlamıdır. ABD’nin başını Akademik olarak çalışılması oldukça zor bir alan olan çektiği bir grup devlet tarafından terörist olarak görü- terörizm üzerine, her ne kadar ciddi bir mağduru olsak len kişilerin muharip statüsünden mahrum kılınması ve da, ülkemizde bulunan basılı yayın sayısı oldukça azdolayısı ile olağanüstü uygulamalara maruz bırakılma- dır. Bu bakımdan Galatasaray Üniversitesi Hukuk Falarının yolunu açmak istenmektedir. Bunun net örneği kültesi Uluslararası Hukuk Bölüm Başkanı Prof. Dr. olarak da Bush yönetiminde Guantanamo’da uygulan Akif Emre Öktem’in bu alanda yaptığı çalışması ciddi vahşetin bu argümana sığınılarak yıllar yılı kontrolsüz bir ihtiyaca hizmet etmektedir. Kitapta yukarıda bahsedilen teorik sorunlar bilhassa tanım eksikliği sorubiçimde sürdürüldüğüne şahit olduk. Bölümün devamında gündemi en çok meşgul eden mev- nu üzerinde zengin bir literatür taraması yapılarak zulardan birisi de terörist ve özgürlük savaşçısı dilem- durulmuştur. ması incelenmektedir. Pratik olarak aynı kişi olmalarına Sonuç olarak denilebilir ki her ne kadar sürekli güncel rağmen insanların kendilerine atfettikleri karakterler- gelişmeler yaşanmasına rağmen böylesine tartışmalı den ötürü farklılaşan bu ayrım doktrin bakımından da ve hassas bir konunun tarihsel gelişiminin ve teorik alt büyük problem teşkil etmektedir. Konuyu somutlaştır- yapısının hukuk perspektifinden görülmesi için incelenmak adına, Gazze’de kontrolü elinde bulunduran yapı mesi faydalı olacaktır. « A E MEDENİYET T V DE RG İSİ AD LE Sinema huzursuz vicdanın zaferi On iki farklı hayat güzergâhı olan kişilerin yer yer birbirleriyle mücadelelerine tanık oluyoruz. Bu mücadeleler psikolojik arka planlı gerçekleşiyor. Yaşadığı olaylar ya da sahip bulunduğu kişilik özelliklerinin davranışlara yansıması sonucu oluşan psikolojilerin savaşı, mücadelesi. >>Burak Şahin/Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi adalet ve medeniyet ............................. 56 ............................. D ergimizin ilk sayısında sizlere başyapıt olan bir filmin tahliliyle merhaba diyoruz. İnceleyeceğimiz filmin adı: On İki Öfkeli Adam. 12 Öfkeli Adam, Sidney Lumet'in yönettiği 1957 ABD yapımı bir drama filmidir. Film tiyatro oyunundan uyarlamadır, bizdeki Yönetmen Mesut Uçakan’ın uyarladığı tiyatro oyunu Reis Bey gibi. En başta şunu söylemek isterim ki jüri sistemi her zaman ilgimi çeken bir sistem olmuştur. Bildiğimiz gibi Anglosakson hukuk sisteminin en temel yargılama işlevi olan kurumdur. Elbette ki mezkur kurumun artılarıyla beraber eksileri de vardır. Bu uygulamada her davaya jüri karar vermiyor. Karar sürecinde hâkimin de etkin rol oynadığı davalar söz konusu oluyor. Jürinin gözü önünde iddia ve savunma taraflarının delilleri tartışmaları bence sağlıklı bir yargılama sürecinin işaretlerindendir. Ayrıca zaman olarak davanın adli olaydan kısa bir süre sonra başlaması sistemin olumlu taraflarındandır. Filmimiz de bizim hukuk sistemimizden farklı olarak bu minval üzerine ilerliyor. Jürinin içinde muhalif bir kişinin en başta tavrını koymasıyla filmin gidişatı şeklini almış oluyor. Burada on iki farklı hayat Ağustos-Eylül-Ekim Kendi içindeki sabit fikirlere huzursuz vicdanıyla karşı koyabiliyor. İdeale yakın hukukçunun adli olaya nasıl yaklaşması gerektiği hakkında ipuçlarını yakalayabiliyoruz. sahip olabileceğini ve bunları bazen aşmasının zor olabileceğini yönetmen bize göstermiş oluyor. On İki Öfkeli Adam filmi hukuki açıdan tahlili yapılabileceği gibi psikolojik anlamda tahlil edilmesi gereken bir film. Her cinayet davası sosyal bir olgu olduğundan dolayı sosyo-psikolojik unsurların olması kaçınılmaz oluyor. Alınan karara karşı olan başrol oyuncusunun psikolojisi filmin gidişatına damga vuruyor. Jüri üyelerinden bazılarının önyargılarla bazılarının da umursamazlıkla karar almasına vicdanının huzursuzluğu sebebiyle ahlaki bir karşı duruş sergiliyor. Bunu yaparken de şüpheden sanık yararlanır ilkesini iddiasının temel sac ayağı yapıyor. Bu noktada diğer üyelerden farklılaşıyor. Diğerlerinin yapamadığını şüphelenmekle yapmaya çalışıyor. Kısacası kendi içindeki sabit fikirlere huzursuz vicdanıyla karşı koyabiliyor. İdeale yakın hukukçunun adli olaya nasıl yaklaşması gerektiği hakkında ipuçlarını yakalayabiliyoruz. Biz hukukçulara sorgulayıcı bir tarzın hukukçunun olmazsa olmazı olduğu başrol oyuncusunun yaklaşımından etkili ve başarılı bir şekilde aktarılıyor. Böylece vicdanlı ve ilkesel hareket eden jüri üyesinin davranışlarından ideal hukukçunun -hukukçu diyorum çünkü olayı sadece hâkimlik, savcılık ya da avukatlığa özgülemek sınırlayıcı bir yaklaşım olur kanaatimce- nasıl olması gerektiği hissettiriliyor. Nihayetinde karşı argümanları çürütmesiyle bunu görmüş oluyoruz. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi söz konusu hukuk filminin ana temasını oluşturduğundan dolayı senaryonun düzgün ve sağlıklı ilerlemesinde mihenk taşını oluşturuyor. Film 1957 yapım olması sebebiyle siyah-beyaz nostaljisine götürüyor izleyicileri. Senaryodaki diyalogların sürükleyiciliği ve olgular arasındaki kurgunun zincirlemesinin sağlam olması izleyiciyi filmden tatmin olma noktasına getiriyor. Bunu da sağlam hukuki ve sosyo-psikolojik temellere dayandırarak yapıyor. « adalet ve medeniyet adalet Ağustos-Eylül-Ekim ve medeniyet Ağustos-Eylül-Ekim güzergâhı olan kişilerin yer yer birbirleriyle mücadelelerine tanık oluyoruz. Bu mücadeleler psikolojik arka planlı gerçekleşiyor. Yaşadığı olaylar ya da sahip bulunduğu kişilik özelliklerinin davranışlara yansıması sonucu oluşan psikolojilerin savaşı, mücadelesi. Filmimizde jüri üyelerinin halet-i ruhiyelerinin olay örgüsüne ne denli uygun olduğunu müşahede edebiliyoruz. Sosyal hayattaki konumları da senaryoya derinlik kazandırıyor. Sanıkla aynı sosyal konumu paylaşan üyenin karar alma sürecindeki payını göz ardı edemeyiz mesela. Önyargı ile oluşan savunma refleksli psikolojinin insanı nasıl bir tezat savunma içine düşürdüğünü, önyargı ile yaklaşımın hukuki sorunun çözümünde ne kadar isabetsiz olduğunu müşahede etmiş olduk. Önyargılı hareket eden jüri üyesinin sırf kendi oğluyla aynı konumda olduğu için suçu işlemiştir peşin hükmüne dayanması ne kadar sağlıksız bir değerlendirme yaptığının belgesiydi. İnsanların ister istemez önyargılara ............................. 57 ............................. ............................. 57 ............................. KCAELREAMERSİ İN >>Mücahit Ayhan EMRE/Hâkim Adayı/[email protected] Anayasa Mahkemesİ Tuba Arslan KararI adalet ve medeniyet ............................. 58 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Hukuk, “Olanı” Esas Alır, Kuşkuya ve Gelecekteki Olasılıklara Göre Karar Verilemez Mahkeme hâki- lan, Ankara Barosuna kayıtlı serbest avueşeriyetin genel ilkesi olarak başlangıçtan beri her insanın kendisi mi, başvurucu- kat olarak çalışmaktadır. Müvekkilinin duruşmasına onun haklarını savunmak için çizdiği bir mahremiyet alanı vardır nun “başörtülü maksatlı katılmak istemiş ve fakat davave burası kutsaldır, korunaklıdır, dışarıolarak duruşnın 11/12/2013 tarihli celsesinde mahkeme ya, başkalarına karşı kapalıdır. Bu ilke, dini, ahlaki, medeniyete özgü ve kültümada görev ya- hâkimi, başvurucunun “başörtülü olarak duruşmada görev yapamayacağını ve bu rel her türlü toplumsal yapıda böylece pamayacağını nedenle duruşmanın yapılamayacağını kabul edilmiştir. Üstelik bu bir kişilik ve bu nedenle belirtmiş ve başvurucunun müvekkiline ‘özel alan’ sadece insanın üzerine giydiği kıyafetle, kendisine özgü cismaniyeti duruşmanın ya- kendisini yeni bir avukatla temsil ettirmesi için bir sonraki celseye kadar süre kapattığıyla sınırlı değildir; ruh dünyapılamayacağıvermiştir.” mıza ait gerçekleri de kapatır, güncel haHalbuki başvurucunun da savunmasınyatta söylenecek olanlar ile olmayanları nı belirtmiş ve da belirttiği gibi [ Danıştay 8. Dairesinin da birbirinden ayırırız. Toplumsal oluş, başvurucunun 5/11/2012 tarih ve 2012/5257 esas sayılı her durumda, insanın bedensel, zihinmüvekkiline kararı ile Türkiye Barolar Birliği (TBB) sel, ruhsal mahremiyetlerini gizleyebilAvukatlık Meslek Kurallarının 20. maddeme hakkını da kendiliğinden dayatır. Bu kendisini yeni sinde yer alan “Avukatlar ve avukat stajbakımdan Müslüman ya da değil, dindar bir avukatla yerleri, mesleğe yakışır bir kılık kıyafetle, yahut dinsiz her insanın kendine özgü temsil ettirmesi başları açık olarak mahkemelerde görev ‘bir kişilik dünyasında’ gizleyeceği ve aşikar hale getireceği değerleri birinci dereiçin bir sonraki yaparlar.” cümlesinde yer alan “başları açık” ibaresinin yürütmesinin durdurulceden kendisini ilgilendirir ve dışarıdan celseye kadar masına karar verdiğini] başörtülü olarak herhangi bir müdahaleyi ise ıskat hale süre vermiştir.” duruşmalara girilmesini engelleyen hergetirir. Bütün bunların sonucu olarak İshangi bir kural da kalmamıştır. lam dininin bir gereği biçiminde kadınların başını örtmeleri her şeyden önce bireysel bir haktır Yine Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin ve devlet dahil, hiçbir otoritenin onun bu hakkını elin- Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmeliğin 5. maddesinde den alması düşünülemez. Toplumun en küçük çekirdeği yer alan “Elbise, pantolon, etek temiz, düzgün, ütülü ve olan ailenin ‘eve’ özgü dokunulmazlığı ne kadar kutsal ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal todokunulamaz ise onun en küçük birimi olan ‘bireyin’ bi- puklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar reysel hakları da aynı şekilde kutsaldır ve dokunulamaz; düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur” ibaresinin 4/10/2013 tarih ve 2013/5443 sayılı başörtüsü bundan vareste değildir. Teorisi böyle olduğu halde pratikte geçmişten bugüne Bakanlar Kurulu kararı ile metinden çıkarılmıştır. başörtüsüyle ilgili tasarrufların genellikle yanlış ve kötü Söz konusu kararlardan sonra kadınların kamu kurum ve uygulamalardan dolayı hep birey aleyhinde cereyan et- kuruluşlarında başları örtülü olarak görev yapabilmeleri tiği vakıadır. Özellikle son birkaç on yılda başörtüsü kı- mümkün hale gelmiştir. sıtlamaları ülkemizin ve aslında evrensel boyutlarda in- Ayrıca AİHM’in haç, başörtüsü, türban gibi dini simgelesanlığın kanayan yarası durumuna gelmiştir. Bu kanayan rin taşınması ve giyilmesinin mesleki görüntüye ve başyara -zaman zaman merhem sürülse de- bir türlü gerçek kalarının çıkarlarına zarar verdiğinin kanıtlanamaması manada tedavi edilememiştir. Her ne kadar tam manasıy- durumunda devletlerin bireylerin dinini ifşa etme hakkıla bir tedavi olmasa da atılan önemli adımlardan biridir na yapılan müdahalelerde 9. maddedeki pozitif yükümlülüklerine aykırı bir şekilde din ve vicdan özgürlüğünü Anayasa Mahkemesinin Tuğba Arslan kararı. Değerli okuyucularımıza Anayasa Mahkemesinin vermiş yeterince güvence altına almadıklarını belirterek ihlal olduğu önemli bir kararın [Başvuru Numarası: 2014/256 kararları da mevcuttur. Karar Tarihi: 25/6/2014] içeriğini ve ülkemiz demokrasi Yine din ve vicdan hürriyetini içeren hükümler incelenirve özgürlük anlayışı çerçevesinde yansımasını vermeyi se; Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin yararlı buluyoruz şöyle ki; Anayasa mahkemesine başvuruda bulunan Tuğba Ars- Uluslararası Sözleşmesi’nin 18. maddesinin (1) ve (2) nu- B adalet ve medeniyet ............................. 59 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim >>> Bir dini sembo- adalet ve medeniyet ............................. 60 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim mak; inancın kendisinin zayıflatılması maralı fıkraları şöyledir: 1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgür- lün onu kullanan ve bireyin din ve inanç özgürlüğünün ihlüğüne sahip olacaktır. Bu hak, herkesin din mensupların- lali ile sonuçlanacağından, bireyin inancının açığa vurumunu değerlendirirken, istediği dine ya da inanca sahip olması ca “zorunlu bir açığa vurulan davranışların inancın “uyya da bunları benimsemesi özgürlüğüdini vazife” ola- gulama”sı olup olmadığının belirlenmenü ve herkesin aleni veya özel olarak bireysel ya da başkaları ile birlikte toplu rak telakki edil- si önem kazanmaktadır. Vatandaşların kendi dinleri ile ilgili yorumlarını ve “alıolarak, kendi din ya da inancını ibadet, mesi anlaşılabilir şıldık dini uygulamaların” neler olduğuicra, bunun icaplarını yerine getirme ya nu sorgulamak yargı organlarının ilgisi da öğretme bakımından ortaya koyma bir durumdur. dışındadır. Aksine bir yaklaşım mahkeözgürlüğünü de içerir. Salt başkaları melerin veya kamu gücünü kullanan 2. Hiç kimse, kendi seçtiği bir din ya da etkilenebilir varorganların kendi değer yargılarını fiilen inanca sahip olma ya da bunu benimsebaşvurucuların vicdani değerlendirmeme özgürlüğünü zedeleyecek bir baskıya sayımıyla dini maruz bırakılamaz. (...) bir vazifenin ya- sinin yerine koyarak, onların din veya inancın uygulamaları konusunda neye Sözleşme’nin “Düşünce, din ve vicdan saklanması o din inanmalarının “yerinde” olduğunu beözgürlüğü” başlıklı 9. maddesi şöyledir: lirlemeleri anlamına gelecektir. Ve devlet 1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürmensubu açıerkinin kendini vatandaş yerine koyma lüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç sından ise “dine yetkisi bulunmamaktadır. değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya mensubiyete Bu bakımlardan, kadınların İslam dinitopluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suremüdahale oluş- nin bir emri olduğu inancıyla başörtüsü takmasının, Anayasa’nın 24. maddesinin tiyle dinini veya inancını açıklama özgürturur.” Hukuk, olağan anlamının kapsamında değerlenlüğünü de içerir.(...) “olanı” esas alır, dirilebilecek bir konu olduğunun kabul Öte yandan T.C. Anayasasının 24. maddesinde de düzenlemelere paralel olarak kuşkuya ve gele- edilmesi gerekir. AİHM, herkes tarafından benimsenmediği ve başkalarını radin ve vicdan hürriyeti başlıklı norm dücekteki olasılık- hatsız edebileceği gerekçesiyle ifade özzenlenmiştir. Mahkemenin değerlendirmesine de yer lara göre karar gürlüğüne yapılan müdahaleleri hiçbir zaman kabul etmemiştir. verecek olursak “ Din özgürlüğü bağlaverilemez. Başörtüsüne karşı çıkanların kullandıkmında “tanıma”, devlet-birey ilişkilerinları “laiklik” kavramıyla, dini vecibe olade devletin, tüm din veya inanç guruplarının varlıklarını eşit şekilde kabul etmesini gerektirir. rak örtünmeyi yasaklamak uymamaktadır. Laiklik, devDevletin çoğulcu bir tanıma siyaseti, bir yandan devleti letin din ve inançlar karşısında tarafsızlığını sağlayan, toplumda herkese karşı eşit mesafede durmaya zorlar- devletin din ve inançlar karşısındaki hukuki konumunu, ken öte yandan, devletin herhangi bir dini ya da ideolo- görev ve yetkileri ile sınırlarını belirleyen anayasal bir iljiyi resmen benimsemesine izin vermez. Çoğulculuk ise kedir. Laik devlet, resmî bir dine sahip olmayan, din ve herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak toplumsal ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dini inançlarını barış içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri siyasal yaşama katılmasıyla mümkündür. Farklılıkların ve farklı olanların tanınmadığı ve tehditler ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve karşısında korunmadığı bir yerde çoğulculuktan bahse- vicdan hürriyetini güvence altına alan devlettir. Devletle dilemez. Çoğulcu toplumda devlet, bireylerin kendi dün- dinin ayrılığı, din ve vicdan hürriyetinin bir gereği olmaya görüşlerinin ve inançlarının gereğine uygun olarak nın yanında, dinin siyasi müdahalelerden korunması ve yaşamalarını sağlamakla yükümlüdür. Din ve vicdan bağımsızlığını sürdürmesi için de gereklidir (Bkz. AYM, özgürlüğünü koruyan üçüncü anlayış ise bireylerin din E.2012/65, K.2012/128, K.T. 20/9/2012). ve vicdan özgürlüğünün eşit düzeyde korunmasının te- Laikliğin tarihsel gelişimi incelendiğinde, din olgusuna yönelik yaklaşım farklılıklarına bağlı olarak, kavramın minatı olan laiklikten doğan tarafsızlıktır. Bireyi, din veya inancına uygun davranmaktan alıkoy- iki farklı yorumu ve uygulamasının bulunduğu görül- mektedir. Bunlardan, katı laiklik anlayışına göre din; bireyin sadece vicdanında yer bulan, bunun dışına çıkarak toplumsal ve kamusal alana kesinlikle yansımaması gereken bir olgudur. Laikliğin daha esnek ya da özgürlükçü yorumu ise dinin bireysel boyutunun yanında aynı zamanda toplumsal bir olgu olduğu tespitinden yola çıkılmaktadır. Bu laiklik anlayışı; dini sadece bireyin iç dünyasına hapsetmemekte, onu bireysel ve kolektif kimliğin önemli bir unsuru olarak görmekte, toplumsal görünürlüğüne imkân tanımaktadır. Laik bir siyasal sistemde, dini konulardaki bireysel tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında ancak, koruması altındadır. Bu anlamda laiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir (Bkz. AYM, E.2012/65, K.2012/128, K.T. 20/9/2012). Bu anlamda laiklik; devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Negatif yükümlülük; devletin bir dini ya da inancı resmî olarak benimsememesini ve bireylerin din ve vicdan hürriyetine zorunlu nedenler olmadıkça müdahale etmemesini gerektirmektedir. Pozitif yükümlülük ise devletin, din ve vicdan hürriye- tinin önündeki engelleri kaldırması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkânları sağlaması ödevini beraberinde getirmektedir. Laikliğin devlete yüklediği pozitif yükümlülüğün kaynağı, Anayasa’nın 5. ve 24. maddeleridir. Anayasa’nın 5. maddesine göre, Devletin, temel amaç ve görevlerinden biri “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” Bütün bunlar derlenip toparlandığında; dini, siyasi, ahlaki, sosyolojik, psikolojik ve tarihi ögelerin hangisinden bakılırsa bakılsın başörtüsü bireysel bir haktır ve bu hakkın kullanımı hiçbir otorite tarafından engellenemez. Bütün bunlar bir tarafa bırakılsa bile yukarıda ayrıntılarıyla değinildiği gibi anılan karar ve yasa metinlerinde dini vazife olarak başörtüsü takmak yasak değildir. Tüm kamu kurumları ve yasama organı dahil bu özgürlüğe saygı göstermek ve hayata geçirmek yükümlülüğü altındadır. « adalet ve medeniyet ............................. 61 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Devlet, toplumda var olan görüşlerden veya yaşam tarzlarından birini “yanlış” kabul etme yetkisine sahip değildir. Bu bağlamda Anayasa’da yer alan sınırlama sebepleri bulunmadıkça, farklılıkların bir arada yaşatılması, çoğunluğun ya da azınlığın hoşuna gitmese de çoğulculuğun bir gereğidir. >>> >>Dr. Abdulkadir Yıldız/Kırıkkale Üniversitesi Arş. Gör./[email protected] İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ’NÜN SINIRLARI BAĞLAMINDA "DiNE HAKARET" G iriş adalet ve medeniyet ............................. 62 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Özgürlükler, birbiriyle yakın ilişkisi sebebiyle bir bütün olarak anlam ifade etmektedir. Bu yakın ilişkiyi, din özgürlüğü ile ifade özgürlüğü arasında da görmek mümkündür. Din özgürlüğünün kapsamında “dini(ni) ifade özgürlüğü” de bulunmaktadır. Ayrıca kılık-kıyafet gibi “dini tezahürler”, aynı zamanda, bir ifade şekli olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla, özgürlüklerin kesişmesi görülebilir. Özgürlüklerin bahsedilen bütünlüğüne karşılık, özgürlüklerin karşı karşıya gelmesi söz konusudur. Tüm özgürlükler, aynı zamanda, diğer bir özgürlüğü ihlal etme potansiyelini taşımaktadır. Bu açıdan, örneğin, 1924 Anayasası’nın özgürlük anlayışında, başkasına zarar vermeyen her türlü tasarruf özgürlük kapsamında değerlendirilmiş ve özgürlüğün sınırı, başkalarının özgülüklerinin başlangıcı olarak görülmüştür. Mecelle’nin umumi kaidelerinde “Eşyada aslolan ibahadır.” ilkesi bulunmaktadır. Yani özgürlük esas, sınırlama istisnadır. Bu açıdan, anayasalarda özgürlüklerin değil, sınırlamaların sayılması gerekir. Bununla birlikte, modern anayasacılıkta, hak ve özgürlüklere ilişkin güçlü güvence sağlanabilmesi amacıyla, temel hak ve özgürlüklerin belirli kategorilerde sayıldığını söylemeliyiz. Buna rağmen, örneğin ilk haliyle 1982 Anayasası, özgürlükleri sınırlayıcı şekilde ele alması yönüyle eleştirilmiştir. Temel hak ve özgürlükler insan onuruyla temellendirilmektedir. İfade özgürlüğü, insan onurunun en belirgin yansımalarındandır. Tüm hak ve özgürlükler gibi ifade öz- gürlüğünde de insan varlığı bir bütün olarak görülebilir. Bununla birlikte, diğer bir özgürlüğün ihlali söz konusu olduğunda, doğal olarak, ifade özgürlüğünün sınırlanması söz konusu olacaktır. Yani özgürlük, mutlak değildir. Bu anlamda, ifade özgürlüğü ile din özgürlüğünün karşı karşıya gelmesi halinde hangisinin korunacağı önem taşımaktadır. Ulusal ve uluslararası belgelerde, genel olarak, hak veya özgürlüğün bir tanımı yapılmamaktadır. Bu durum, hak veya özgürlüğün kapsamının sınırlanmaması amacına yöneliktir. Bununla birlikte, özgürlüğün kapsamı ve sınırları verilmektedir. “İfade özgürlüğünün kapsamında, bilgiye ulaşma, görüş oluşturma, görüşü açığa vurma ve düşünceleri yayma özgürlükleri bulunmaktadır”1. 1982 Anayasası’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlığı altında ifade özgürlüğünün kapsamı ve sınırları belirtilmektedir. Burada düşünce ve kanaatlerin söz, yazı veya herhangi bir araçla ifadesinin bireysel veya toplu olarak mümkün olduğu belirtilmektedir. Birleşmiş Milletler Evrensel Bildiri’sinin 19. maddesinde ise ifade özgürlüğü şu şekilde belirtilmektedir: “Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.” Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi de aynı içerikte ifade özgürlüğünün kapsamını vermektedir. İfade özgürlüğünün sınırı olarak ise kamu düzeni, güvenli- İngiltere’de dine hakaret suçu yalnızca Hristiyanlık dini bakımından tanımlanmaktadır . Tanrı’ya ve mukaddesata sövme Avusturya ve Hollanda’da bir suç olarak tanımlanmakta, mezheplere hakaret ise Norveç ve İsveç’te suç teşkil etmektedir. ği, ahlakı, başkalarının ün, şöhret ve onurları, başkalarının hakları görülebilir. 1982 Anayasası’nda sayılan diğer sınırlama sebepleri –suçun önlenmesi, özel hayatın ve ailenin korunması, devlet sırlarının korunması gibi- yukarıda sayılan sınırlama sebeplerinin genişletilmesinden çok, açıklanması olarak değerlendirilebilir. Görüldüğü üzere, ifade özgürlüğünün din özgürlüğü bakımından sınırlanması; kamu düzeni ve başkalarının hakları sebeplerine dayandırılabilir. Çünkü başkalarının dini duygularını ifade özgürlüğü sebebiyle rencide etmek, başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmenin yanında, kamu düzeninin bozulması riskini de taşımaktadır. Çünkü dini kanaatler, mahiyeti gereği, kişilerin hassas oldukları bir konudur. ............................. 63 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Din özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü ya da inanç özgürlüğü olarak ifade edilmektedir2. Dinin ne olduğunun tanımlanması hukuk tarafından yapılmamaktadır. Hukuk “din özgürlüğünü” korumaktadır. Din özgürlüğü ise düşünce ve kanaat özgürlüğünden farklı bir korumaya rejimine sahiptir. Çünkü din, esas olarak bir kanaat olmakla birlikte, kanaatten daha güçlü bir inancı, imanı, ifade etmektedir. Din özgürlüğünün iki boyutu bulunmaktadır. Birincisi, içsel alan yani bir dine inanma, inanmama veya inandığı dini değiştirme özgürlüğüdür. Din özgürlüğünün ikinci kısmını ise adalet ve medeniyet 1. Din Özgürlüğü ve Sınırları inancın tezahür alanı oluşturmaktadır. Buna göre, kişinin inandığı dine göre yaşaması, inancının gereklerini yerine getirmesi bu dışsal alanı ifade etmektedir3. 1982 Anayasası’nın 24. maddesinde de din özgürlüğü, vicdan ve tezahür olmak üzere bu iki boyutundan yola çıkılarak belirtilmektedir. Buna göre herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu; kimsenin ibadete, dini törenlere zorlanamayacağı, dinini açıklamak zorunda bırakılamayacağı, dini inanç ve kanaatinden dolayı kınanıp suçlanamayacağı belirtilmektedir. Din özgürlüğünün içsel alanı yani vicdan, ulusal ve ulusüstü hukukta sınırlanması mümkün olmayan kısmı ifade eder. Buna karşılık, dinin tezahürü sınırlanabilir. 1982 Anayasası’nın 24. maddesinde, ibadet ve dini törenlerin 14. madde hükümlerine aykırı olamayacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla, dini tezahür alanı 14. madde hükümleriyle sınırlanmıştır. Anayasa’nın 14. maddesi ise temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılamaması açısından genel bir maddedir. Bunun yanında, 24. maddenin son fıkrası din özgürlüğünün, devletin temel düzenini dine dayandıracak amaçları güdemeyeceğini belirtmektedir. MSHS’nin 18. maddesinin 3. paragrafında “Din ya da kanaatini izhar etme özgürlüğü, ancak kanunen öngörülmesi halinde kamu güvenliği, düzeni, sağlığı veya ahlakı ya da >>> başkalarının hakları...” sebepleriyle sınırlanabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesinde ise din ve vicdan özgürlüğünün sınırlama sebepleri “…kamu güvenliği, kamu düzeni, genel sağlık veya genel ahlak yahut başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için zaruri olan tedbirler…” şeklinde belirlenmiştir. Dolayısıyla din özgürlüğü sınırlanması mümkün bir özgürlüktür. Din özgürlüğü mahiyeti gereği başkalarının ifade özgürlüğüne doğrudan bir tehdit oluşturmaz. Bununla birlikte, başkalarının ifade özgürlüğü din özgürlüğü lehine sınırlanabilir. Bunun yanında, somut olaya göre ifade özgürlüğü din özgürlüğü lehine sınırlanmadığı takdirde, ifade özgürlüğünün tercih edildiği söylenebilir. Tabii bu durum, din özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirilmesinin yanında, kamu düzeni bakımından da tehdit oluşturabilir. 2. Dine Hakaret adalet ve medeniyet ............................. 64 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim Dine hakaret veya “blasphemy” İslam Siyasi Düşüncesi Princeton Ansiklopedisi’nde Allah inancına, kutsal kişi veya kurumlara yönelik hakaretamiz veya saygısız ifadeler olarak tanımlanmaktadır4. Dolayısıyla, dine hakaret esas olarak bir çeşit ifade olmakla birlikte, başkalarının dini duygu ve hassasiyetlerine ilişkin rencide edici bir ifade olarak belirlenmektedir. Buna göre hakaret sayılan ifadeden, din özgürlüğü lehine taviz verilmektedir. Burada, ifade özgürlüğünden din özgürlüğü lehine taviz verilmesi sebepleri tartışılabilir. Yani kamu için ifade özgürlüğünün korunması mı önceliklidir yoksa din özgürlüğünün korunması mı önceliklidir? Ayrıca haklar arasında bir öncelik sıralaması yapılabilir mi ve yapılırsa bu sıralama neye göre olacaktır? İlk olarak kamu yararı bağlamında dine hakaret kamu düzeninin bozulmasına neden olabilir. Kamu düzeni ve dini barışın korunması din özgürlüğünün korunmasını gerektirmektedir5. İkincisi, hakkın kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumamaktadır. Yani ifade özgürlüğü hakkı, başkalarının din özgürlüğünü rencide edecek konuma geldiği durumda hukuk tarafından korunması mümkün olmayacaktır. Üçüncüsü, din özgürlüğü mahiyeti gereği ifade özgürlüğüne göre daha birincil bir konumda yer almaktadır. Buna gerekçe olarak din özgürlüğünün içsel alanla ve insan onuruyla yoğun irtibatı gösterilebilir. Ulusal hukuklarda dine karşı suçların belirlenmesi noktasında din ve devlet ilişkisi önemli bir yer tutmaktadır. Buna göre bazı ülke kanunlarında dine karşı suç kategorisi bulunmamakta, bazı ülke kanunlarında ise yalnızca belirli dinlere ilişkin bir güvence tanınmaktadır. Bir diğeri ise tüm dinler bakımından bir güvenceyi içerecek şekilde, dine karşı suçların ve dolayısıyla dine hakaretin bir suç olarak belir- Dine karşı düşmanca bir yaklaşım ve inananların duygularını rencide etmek, toplumun çoğulculuğuna ilişkin bir tehdit olduğu gibi dini barışı da ortadan kaldırma riski taşımaktadır. lenmesidir6. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde “kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle”, hakaret suçunun işlenmesi ağırlaştırıcı sebep olarak belirtilmiştir. Bununla birlikte, örneğin İngiltere’de dine hakaret suçu yalnızca Hristiyanlık dini bakımından tanımlanmaktadır7. Tanrı’ya ve mukaddesata sövme Avusturya ve Hollanda’da bir suç olarak tanımlanmakta, mezheplere hakaret ise Norveç ve İsveç’te suç teşkil etmektedir8. Görüldüğü üzere, dine hakaret suçuna ilişkin yaptırımlar ülkelere göre değişmektedir. Fakat dine hakaretin ulusal hukuklarda, genel olarak, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmediği görülmektedir. Dine hakaret Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ifade özgürlüğünün sınırlanmasında bir sebep olarak öngörülmemektedir. Bununla birlikte, ifade özgürlüğünün sınırları kapsamında içtihat yoluyla 9. maddenin kapsamında değerlendirilmektedir9. Bu anlamda, Otto-Preminger Enstitüsü/ Avusturya10 davası ve Wingrove/Birleşik Krallık11 davasında, Hristiyan dinine göre kutsal sayılan kişi ve kurumlara ilişkin filmin yasaklanmasının ifade özgürlüğünü ihlal etmediği sonucuna varılmıştır. İslam Peygamberine yönelik saldırgan ifadeler içeren kitabın yasaklanmasına karşı söz konusu olan İ.A./Türkiye başvurusunda da Mahkeme, ifade özgürlüğüne ilişkin bir ihlalin olmadığına karar vermiştir12. İfade özgürlüğünün sınırlanmasında devlete geniş bir takdir yetkisinin tanınması, ifade özgürlüğü bakımından aşırı sınırlayıcı bir hale gelebilir. Dolayısıyla din özgürlüğü gerekçesiyle ifade özgürlüğünün sınırlanmasında, başkalarının haklarının gerçek anlamda korunması ile kamu düzeni bakımından ciddi tehdit oluşturacağı ihtimali dikkatlice değerlendirilmelidir13. Burada dikkat edilmesi gereken bir konu ise hem kamuoyu bakımından hem de resmi merciler ve özellikle mahkemeler açısından çelişkili bir konumda yer alınmaması gereğidir. Bununla birlikte, ne yazık ki, Avrupa’da yaygınlaşan İslamofobia, bahsedilen çelişkili tutumda önemli bir yer işgal etmektedir14. Bu algı neticesinde, Avrupa kamu düzeninin bozulmaması açısından Hristiyanlık öğretisine karşı yaklaşımlar ciddi sınırlamalara tabi tutulabilirken, İslam’a karşı yaklaşımlar daha şiddetli ve rencide edici olmasına rağmen bu yaklaşımlar, genel olarak, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiştir. Örneğin, Hz. Peygamber’in karikatürünün çizilmesi, Müslümanların din özgürlüklerine ilişkin açık bir ihlal olmasının yanında kamu düzenine yönelik açık bir tehdit de oluşturmaktadır. Buna rağmen, bu konunun sürekli olarak ifade özgürlüğü kapsamında lanse edilmesi bahsedilen çelişkili yaklaşımın bir sonucudur. Sonuç Dipnotlar ............................. 65 ............................. Ağustos-Eylül-Ekim 1. Abdurrahman Eren, “İnsan Hakları Hukuku Bakımından İslam Peygamberinin Karikatürünün çizilmesi”, http://kanuniesasi.com/ index.php/kose-yazilari/20hz-peygamberin-karikaturunin-cizilmesi, (27.5.2015). 2. Hasan S. Vural, Türkiye’de Din Özgürlüğüne İlişkin Anayasal Güvence, 1. Baskı, Ankara, Seçkin, 2013, s.193-194. 3. Yıldız, s.49-50. 4. The Princeton encyclopedia of Islamic Political Thought, The Princeton University Press, 2013, “Blasphemy”, s.71. 5. Zühtü Arslan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde Din Özgürlüğü, Ankara, Liberal Düşünce Topluluğu, 2005, s.57. 6. Mehmet Emin Artuk, “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.9, s.332. 7. Aslan Gündüz, “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.9, s.329. 8. Artuk, s.332. 9. Arslan, s.53. 10. AİHM, Otto- Preminger Institut v. Austria, 20.9.1994, App. No. 13470/87. 11. AİHM, Wingrove v. the United Kingdom, 25.11.1996, App. No. 17419/90. 12. AİHM, İ.A. v. Turkey, 13.9.2005, App. No. 42571/98. 13. Arslan, s.57-58. 14. Bu konuda, Avrupa’da İslam karşıtı örgütlenen PEGIDA hareketi için bkz. Hilal Barın, PEGIDA and the Rise of Fascism in Germany, http:// setav.org/en/pegida-and-the-rise-of-fascism-in-germany/opinion/18099, (27.5.2015); Müslüman Kadınlara (…) Muamelesi Yapılıyor, http://www.haber7.com/neler-oluyor-hayatta/haber/1386711-musluman-kadinlara-kopek-muamelesi-yapiyorlar, (28.5.2015). 15. Bkz. Eren, agm. adalet ve medeniyet İfade özgürlüğü, insanın en temel haklarındandır ve bu anlamda korunmaktadır. İfade özgürlüğünün korunması, aynı zamanda, demokratik toplum düzeninin gereklerindendir15. Bunun gibi din ve vicdan özgürlüğünün ve çoğulculuğun korunması da demokratik toplumun en önemli öğelerindendir. Dolayısıyla, dine karşı düşmanca bir yaklaşım ve inananların duygularını rencide etmek, toplumun çoğulculuğuna ilişkin bir tehdit olduğu gibi dini barışı da ortadan kaldırma riski taşımaktadır. Sınırlanmaya elverişli tüm özgürlüklerde olduğu gibi, ifade özgürlüğü, başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmesi durumunda sınırlanabilir. Başkalarının dini hassasiyetleri, ifade özgürlüğünün sınırlanmasında bir sebeptir. Din özgürlüğü de dışsal alan bakımından sınırlanmaya tabidir. Aslında başkalarının hak ve özgürlükleri tüm özgürlüklerde olduğu gibi bu iki özgürlük açısından da sınırlama sebebidir. Bununla birlikte, bu iki özgürlüğün karşı karşıya geldiği durumda, ifade özgürlüğü mü din özgürlüğü mü korunacaktır? Her somut olayın şartları bakımından bir değerlendirme yapmak gerekmekle birlikte, din özgürlüğü hem birey hem de toplum bakımından ifade özgürlüğüne oranla önceliklidir. Bu durum, ulusal ve ulusüstü belgelerden anlaşıldığı gibi mahkeme içtihatlarında da çıkarılabilir. Dolayısıyla, dine hakaret, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Çünkü dine hakaret, dini duyguları rencide etmek suretiyle, başkalarının din özgürlüğünü ihlal etmektedir. Her hak ve özgürlüğün sınırlarının olması ve hakkın kötüye kullanılamaması hususları, ifade özgürlüğünün din özgürlüğü bakımından sınırlanmasını zorunlu kılmaktadır. Son zamanlarda artan din karşıtı tutum, ifade özgürlüğü görüşü savunularak meşrulaştırılamaz. Bunun yanında, din özgürlüğünün korunması, yalnızca belli dinler açısından değil, hukuk güvenliğine hizmet edecek şekilde anlaşılmalıdır. Dolayısıyla, din özgürlüğü radikalleşmeyi içermediği gibi radikalleşme gerekçesiyle dinlere karşı tutum da kabul edilemez. Esas olarak hukuk, eşit ve adil olarak dağıtılmak suretiyle hukuk güvenliğini sağlayabilir. Bu bağlamda, ulusal ve ulusüstü bağlamda, özellikle mahkemelerin özgürlükleri koruması gereken yaklaşımı önem göstermektedir. « Kaynakça Arslan, Zühtü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde Din Özgürlüğü, Ankara, Liberal Düşünce Topluluğu, 2005 Artuk, Mehmet Emin, “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.9, ss.332-333, 1994 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları, http://hudoc.echr.coe.int/ sites/eng/Pages/search.aspx#{"documentcollectionid2 ":["GRANDCHAMBER","CHAMBER"]}. Barın, Hilal, PEGIDA and the Rise of Fascism in Germany, http://setav.org/ en/pegida-and-the-rise-of-fascism-in-germany/opinion/18099, (13.2.2015) Eren, Abdurrahman, “İnsan Hakları Hukuku Bakımından İslam Peygamberinin Karikatürünün çizilmesi”, http://kanuniesasi.com/index.php/kose-yazilari/20hz-peygamberin-karikaturunin-cizilmesi, (27.5.2015) Gündüz, Aslan, “Din”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.9, ss.328-330, 1994 Müslüman Kadınlara (…) Muamelesi Yapılıyor, http://www.haber7.com/ neler-oluyor-hayatta/haber/1386711-musluman-kadinlara-kopek-muamelesi-yapiyorlar, (28.5.2015) The Princeton encyclopedia of Islamic Political Thought, The Princeton University Press, “Blasphemy”, s.71, 2013 Temperman, Jereon, “Blasphemy, Defamation of Religions and Human Rights Law”, Netherland Quartedly of Human Rights, Vol.26, No.4, pp.517547, 2008 Vural, Hasan S., Türkiye’de Din Özgürlüğüne İlişkin Anayasal Güvence, 1. Baskı, Ankara, Seçkin, 2013 Yıldız, Abdulkadir, “Uluslararası Standartlar Açısından Türk Anayasa Mahkemesi’nin Din ve Vicdan Özgürlüğü’ne İlişkin Kararları”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi SBE, 2015 Yüzbaşıoğlu, Necmi, Anayasa Hukukunun Temel Metinleri, 7. Baskı, İstanbul, Beta, 2011 OkurYazıları Sen de yazabilirsin!.. Kadim medeniyetimizin temelinin adalet olduğu şuurundan hareketle bir avuç müslümanın bir dergi çıkarma fikri üzerine yaptığı istişarelerin bereketi olarak elinizde bulunan ‘Adalet ve Medeniyet’ dergisi neşredilmiştir. Hak, hukuk, adalet ve medeniyet merkezinde yazıların yayınlanacağı dergimizde, deneme, sinema inceleme, kitap tanıtım, portre, röportaj, gezi yazısı türünde yazılar yayınlanacaktır. Yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı ve yazınızda kullanılmasını istediğiniz görseller varsa onları da [email protected] adresine mail olarak gönderebilirsiniz. YazıveYayınKuralları 1. Dergimize gönderilen yazılarda, yazarın adı, soyadı, fotoğrafı, görev ve unvanı ile kısa öz geçmişi, telefonu, e-posta ve ikamet adresi yazılmalıdır. 2. Yazıda yararlanılan veya atıfta bulunulan kaynaklar belirtilmelidir. 3. Dergiye gönderilen makaleler ve yazılar daha önce başka bir yerde yayımlanmamış olmalı ve değerlendirme sürecinde de olmamalıdır. Yazarları, gönderilen makaleleri ve yazıları başka bir yerde yayımlatmamayı taahhüt eder. Bu taahhüdün kapsamına yazının türevleri de girer. 4. Yazıların dergimize gönderilmeden önce gözden geçirilmesi ve gerekli düzeltmelerin bizzat yazar tarafından yapılması gerekmektedir. Yayın Kurulu yazılarda gerekli gördüğü değişikliği yapabilir. 5. Yazı içeriğiyle ilgili bütün sorumluluk yazara aittir. 6. Dergide hangi yazıların yayınlanacağı konusunda takdir hakkı Yayın Kuruluna aittir. Yayınlansın veya yayınlanmasın dergiye gönderilen yazı, çalışma veya dokümanlar iade edilmez. Hedefler Dünya Standartlarında Standartlarında Milli Milli Mühendisler Mühendisler Yetiştirmek Yetiştirmek Dünya Yeni Nesil Nesil Teknolojiler Teknolojiler ve ve Çözümler Çözümler Üretmek Üretmek Yeni Uluslararası Sivil Sivil Mühendislik Mühendislik Organizasyonları Organizasyonları Kurmak Kurmak Uluslararası Spesifik Bir Bir Alana Alana Yoğunlaşarak Yoğunlaşarak Uzmanlaşmak Uzmanlaşmak Spesifik Stratejik Faaliyet Alanları Bilişim, Elektrik-Elektronik Elektrik-Elektronik Bilişim, Mekatronik Mekatronik Endüstriyel Tasarım Tasarım Endüstriyel Enerji Teknolojileri Teknolojileri Enerji Nano Mühendislik Mühendislik Nano Eğitim Faaliyetlerimiz Bilişim Eğitimleri Eğitimleri Bilişim Teknik Mühendislik Mühendislik Eğitimleri Eğitimleri Teknik Proje Yönetimi Yönetimi ve ve Kalite Kalite Yönetim Yönetim Eğitimleri Eğitimleri Proje Kişisel Gelişim Gelişim Eğitimleri Eğitimleri Kişisel Kitap Okuma Okuma Grupları Grupları Kitap Söyleşiler Söyleşiler Mesleki Teknik Teknik Geziler Geziler Mesleki Eğitim Kampları Kampları Eğitim mimce.org mimcem Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız başkalarının düşünceleriyle değil. “Üstümde yıldızlı gök” demişti Königsberg’li “içerimde ahlâk yasası.” Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa? İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek idam mangasındasın içinde yasa varsa. Girmem, girmedim mangalara Yer etmedi adalet duygusu içimde benim çünkü ben ömrümce adle boyun eğdim. Yıldızlı gökten bana soracak olursanız kösnüdüm ona karşı onu hep altımda istedim. İsmet Özel