T.C. ÇUKUROVA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI ĐNSANĐ GELĐŞME YAKLAŞIMI VE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐŞMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI Mehmet Sedat UĞUR YÜKSEK LĐSANS TEZĐ ADANA/2011 T.C. ÇUKUROVA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI ĐNSANĐ GELĐŞME YAKLAŞIMI VE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐŞMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI Mehmet Sedat UĞUR Danışman: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR YÜKSEK LĐSANS TEZĐ ADANA/2011 Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü'ne, Bu çalışma, jürimiz tarafından ĐKTĐSAT anabilim dalında YÜKSEK LĐSANS TEZĐ olarak kabul edilmiştir. Başkan: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR (Danışman) Üye: Prof. Dr. Ünal AY Üye: Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAŞ ONAY Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım. ...../...../2011 Prof. Dr. Azmi YALÇIN Enstitü Müdürü Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'ndaki hükümlere tabidir. i ÖZET ĐNSANĐ GELĐŞME YAKLAŞIMI VE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐŞMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI Mehmet Sedat UĞUR Yüksek Lisans Tezi, Đktisat Anabilim Dalı Danışman: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR Ağustos 2011, 170 sayfa Amartya Sen'e göre kalkınma, insanların yararlandıkları gerçek özgürlüklerin genişletilmesi sürecidir ve temel olarak insanlarla ilgilidir. Gerçek anlamda bir kalkınma ancak, insanların yaşamlarını özgür bir biçimde sürdürebildikleri bir toplum içerisinde gerçekleşebilir. Yalnızca gelir artışının veya çıktı düzeyinin artırılmasını içeren iktisadi bir anlayış, böylesi bir süreci açıklamada yetersiz kalır. Gelir artışı, tek başına insani yoksunluğu açıklayamaz. Đnsanların tercihleri, iktisadi refahın çok ötesindedir. Dolayısıyla kalkınma sürecinin asıl içeriğine erişilmesi, ancak insanların yaşamlarında önemli bir yer tutan ve onların yaşamlarını değerli kılan sosyal, siyasal, kültürel olmak üzere diğer tüm unsurların da analize dahil edilmesiyle mümkün olabilir. Ancak bu şekilde, insan refahı tam anlamıyla anlaşılabilir. Amartya Sen'in "kapasite yaklaşımı", insan merkezli bir kalkınma anlayışının felsefi ve kavramsal altyapısını oluşturur. Merkezine insanı alarak, onun temel kapasitelerine ve özgürlüklerine odaklanan insani gelişme yaklaşımı, kalkınma sürecinde önemli bir yer tutar. Kişisel çıkar dürtüsüne dayalı, faydanın ve iktisadi refahın maksimizasyonunu içeren ve rasyonaliteyi evrensel bir koşul olarak kabul eden neoliberal yaklaşımda ise kalkınmanın içeriği, milli gelirde rakamsal bir artışı ifade eder. Ancak böylesi bir kalkınma anlayışı, gelişmekte olan ülkelerin deneyimlerine bakıldığında yetersiz ve işlevsiz kalır. Đhtiyaç duyulan, bilinçli bir kamu politikasıyla iktisadi büyümenin insanların yaşantılarına aktarılmasıdır. Buna göre, kalkınma sürecinde insana ve insani gelişmeye dayalı bir yaklaşım, etkili bir kamu politikasıyla birlikte, gelişmekte olan ülkelerde neoliberal reçetelere göre daha etkin görünmektedir. Anahtar kelimeler: Đnsani gelişme, kapasite yaklaşımı, neoliberalizm. ii ABSTRACT COMPARISON OF HUMAN DEVELOPMENT APPROACH AND NEOLIBERAL POLICIES FOR DEVELOPING COUNTRIES Mehmet Sedat UGUR Master Thesis, Department of Economics Supervisor: Prof. Dr. Murat DOGANLAR August 2011, 170 pages Development is a process of expanding the real freedoms that people enjoy, as described by Amartya Sen. Main concern of development and its primary focus is human beings. Actual development can eventuate only in a society where the main focus is enriching human lives. An approach which focuses the expansion of income or economic outcomes is inadequate to explain such a process; a high income by itself was no defense against human deprivation. Many human choices extend far beyond economic well-being. Thus, only a multidisciplinary approach may reach the primary content of development process, by including both economic and non-economic factors and other social, political and cultural variables which make human life valuable. Only then, there's a major chance to understand human well-being. Amartya Sen's influential "capability approach" constitutes the philosophical and conceptual foundation of a human centered development view. There, human development approach stands as a considerable progress in development. This approach focuses on people's basic capabilities and their freedom by putting them in center of its analysis. In contrast, economic growth is the trend focus of neoliberal approach and content of development is an increase in national income. But, such a development view remains deficient and non-functional according to the experiences of developing countries. What is needed is to understand that the quality of this growth is just as important as its quantity. By no means, a conscious public policy is needed to translate economic growth into people's lives. Accordingly, a human development approach with an efficient public policy seems more effective than neoliberal policies. Keywords: Human development, capability approach, neoliberalism. iii ÖNSÖZ Geleneksel iktisatta, insanların kişisel çıkar dürtüsüne dayalı olarak rasyonel davrandığı ve böylesi bir güdünün, görünmez elin de marifetiyle kendiliğinden sosyal kazançta bir artışa yol açacağı varsayılır. Buradaki varsayımda söz konusu olan 'temsili ajanların' insan davranışlarını açıklaması beklenir. Ancak gerçek hayattaki insan davranışları, bir çok farklı güdünün etkisiyle oluşur. Đnsanın varoluş nedenleri nasıl çoğulsa, motivasyonları da o derecede o çoğuldur. Dolayısıyla, daha gerçekçi bir analiz için, insanı, karakterize edilmiş bir varlık olarak düşünmek yerine, insanın herhangi bir şey olmaya ve yapmaya muktedir olduğu temel kapasitelerini dikkate alarak düşünmek gerekir. Đnsanı analizinin merkezine koyan böylesi bir anlayış ile ancak gerçek kalkınma sağlanabilir ve insan refahı tam anlamıyla anlaşılabilir. Öyle ki bu tez de, ana hatlarını oluşturan ‘insani gelişme’ yaklaşımının da ilhamını aldığı Hintli iktisatçı Amartya Sen’in düşüncelerinden önemli ölçüde etkilenerek yazılmıştır. Sen’in yaptığı gibi, kalkınmayı insanların özgürlüklerinin genişletilmesi süreci olarak görmek, literatüre yeni ve emsalsiz bir boyut kazandırmıştır. Sonuçta, Sen’in 1980’lerin başından itibaren çerçevesini oluşturmaya başladığı kapasite yaklaşımı, genel olarak iktisat literatüründe ‘rasyonel bir hesaplama içerisinde olan insanın’ bundan çok daha farklı bir şekilde tasavvur edilmesine ve ‘günlük yaşantımız içerisinde görmeye alışık olduğumuz sosyal- insan’ haline gelmesine de önayak olmuştur. Đnsani gelişme yaklaşımının ortaya atıldığı Đnsani Gelişme Raporları ve ölçüm çabasını içeren Đnsani Gelişme Endeksi, bu çalışma için önem arz eder. 1990 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Gelişme Programı tarafından yayımlanan bu raporlar ve bu raporlarda hesaplanan endeks değerleri, insan odaklı bir anlayışın gelişmesi açısından önemlidir. Bu raporlar, her yıl düzenli olarak farklı konular üzerine odaklanmış, endeksin ölçüm yöntemi ve göstergeleri de en son 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda olmak üzere bu bağlamda geliştirilmiştir. Bu çalışmaya son noktayı koyduğum anda 2011 yılı Đnsani Gelişme Raporu henüz yayımlanmamıştır. Ancak herhangi bir değişiklik olmadığı takdirde, yeni raporun, herkes için daha iyi bir gelecek için sürdürülebilirlik ve adalet konuları üzerine odaklanacağı açıklanmıştır. Rapor, insani gelişme sürecinin hem günümüz insanları hem de gelecek nesiller için nasıl sürdürülebilir hale getirilebileceğinin ve dünyadaki kötü koşullarda yaşayan insanların çevresel bozulmadan en fazla etkilenecek insanlar olduğunun altını çizmeye hazırlanmaktadır. Böylesi bir rapor, sürdürülebilir kalkınma ve çevre için cesur iv yaklaşımların ortaya atılması gerektiğini savunurken, halihazırda 1980’den beri ilk defa bu ölçüde bir kuraklığa tanık olan Doğu Afrika'daki insanların yaşamakta olduğu kıtlık açısından da önem arz etmektedir. Öyle ki, raporun önerilerinin, bu toplumun insanları için de çözüm yolları sunabilmesiyle sınanacağı açıktır. Ayrıca, teze başlamadan önce bu tezin, kolektif emek ve ilgilerin bir ürünü olduğuna da değinmem gerekir. Çünkü bu emek verilmemiş ve gereken ilgi gösterilmemiş olsaydı, bu çalışma da ortaya çıkmamış olurdu. Bu nedenle öncelikle, tezin yazım aşamasında yaşadığım zorluklara karşı gösterdiği sabır ve hoşgörüsü, tez konumla ilgili olarak da gösterdiği özeni için, danışmanım olmasından dolayı onur ve mutluluk duyduğum hocam Sayın Prof. Dr. Murat DOĞANLAR’a teşekkürlerimi sunarım. Sayın hocam olmasaydı, bu konunun üzerine eğilmek mümkün olmayabilirdi. Ayrıca tez jürimde yer alan hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAŞ’a tezimle ilgili sorduğum sorulara verdiği içten cevaplar, yaptığı düzeltmeler ve temin etmemi sağladığı kaynaklar için teşekkürü bir borç bilirim. Tez jürimde yer alan ve konuma duyduğu ilgisinden dolayı mutlu olduğum hocam Sayın Prof. Dr. Ünal AY’a da verdiği destek için minnettarım. Elbette, Đktisat Bölümü’nün tüm öğretim elemanlarına, tüm çalışma arkadaşlarıma tez yazım sürecim boyunca geçirdiğim günler süresince iş hayatındaki aksamalara karşı gösterdikleri müsamaha ve verdikleri içten destek için minnettarım. Özellikle de başta Arş. Gör. Almıla BURGAÇ olmak üzere tüm araştırma görevlisi arkadaşlarımın verdikleri desteğin ve başta hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Hakkı ÇĐFTÇĐ ve hocam Sayın Doç. Dr. Harun BAL olmak üzere tüm hocalarımın gösterdiği ilgi, alaka ve hoşgörünün tezin ilerlemesinde yol gösterici olduğu inkar edilemez. Sonuç olarak, insani gelişme sürecimde emeği olan tüm insanlara; sağlıklı, iyi ve en önemlisi de ‘insanca’ bir hayat sürmemi sağlayan aileme ve bugüne dek verdikleri eğitim-öğretim için de tüm öğretmenlerime müteşekkirim. Đşin aslı, bu tezde en çok söz sahibi olması gereken de onlardır. Bu çalışma, ĐĐBF2010YL8 numaralı proje kapsamında Çukurova Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu tarafından desteklenmiştir. Mehmet Sedat UĞUR Adana, 2011. v ĐÇĐNDEKĐLER Sayfa ÖZET ............................................................................................................................... i ABSTRACT ................................................................................................................... ii ÖNSÖZ .......................................................................................................................... iii KISALTMALAR LĐSTESĐ ......................................................................................... ix TABLOLAR LĐSTESĐ .................................................................................................. x ŞEKĐLLER LĐSTESĐ ................................................................................................... xi BÖLÜM I GĐRĐŞ 1.1. Çalışmanın Önemi .................................................................................................... 1 1.2. Çalışmanın Kapsamı ve Kısıtları .............................................................................. 3 1.3. Çalışmanın Amacı .................................................................................................... 3 1.4. Çalışmanın Planı ....................................................................................................... 4 BÖLÜM II KALKINMA KAVRAMI, TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ VE ĐNSANĐ GELĐŞME 2.1. Kalkınma Kavramı ve Anlamsal Đçeriği ................................................................... 6 2.2. Kalkınma Đktisadı'nın Tarihsel Gelişimi ................................................................... 8 2.2.1. Kalkınma Đktisadı'nın Teorik Kökenleri ......................................................... 8 2.2.2. Yeni Bir Disipline Doğru ............................................................................. 12 2.2.3. Kalkınma Đktisadı'nın Doğuşu ...................................................................... 13 2.2.4. Kalkınma Đktisadı'nda Neoliberal Politikaların Ortaya Çıkışı ...................... 22 2.2.5. Kapasite Yaklaşımı ve Kapasitelerin Genişletilmesi Olarak Đnsani Gelişme ......................................................................................................... 25 2.3. Đnsani Gelişme Kavramı ......................................................................................... 32 2.3.1. Đnsani Gelişmenin Tanımı, Unsurları ve Gelişimi ........................................ 33 2.3.2. Đnsani Gelişmede Araç ve Sonuç Düşüncesi ................................................ 34 vi 2.3.3. Đnsani Gelişme ile Büyüme Arasındaki Đlişki ............................................... 36 2.4. Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP) Tarafından Yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları (ĐGR)'nın Đncelenmesi .............................................................. 39 2.4.1. Kuruluş Aşaması (1990-1994 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) ................. 39 2.4.2. Gelişim Aşaması (1995-1998 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) ................. 40 2.4.3. Yenilenme Aşaması (1999-2005 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) ............ 42 2.4.4. Krizlerle Mücadele Aşaması (2006-2009 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) ...................................................................................................... 46 2.4.5. Değişim Aşaması (2010 Yılı Đnsani Gelişme Raporu) ................................. 47 BÖLÜM III ĐNSAN REFAHININ VE ĐNSANĐ GELĐŞMENĐN ÖLÇÜLMESĐ 3.1. Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci ...................................................... 48 3.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm ............................................................. 53 3.2.1. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüm Yöntemi ve Avantajları ........................ 55 3.2.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüme Getirilen Eleştiriler ............................. 56 3.2.3. Neoliberal Yaklaşıma Göre Đnsan Refahı ve Neoliberal Politikaların Đçeriği ............................................................................................................ 59 3.2.4. Yoksulluk Kavramı, Tarihsel Gelişimi ve Tek Boyutlu Yoksulluk Ölçümleri ...................................................................................................... 63 3.2.4.1. Yoksulluğun Ölçülmesindeki Sorunlar ve Yoksulluk Tanımları .... 66 3.2.4.1.1. Mutlak Yoksulluk Tanımı ................................................. 67 3.2.4.1.2. Göreli Yoksulluk Tanımı ................................................... 69 3.2.4.2. Tek Boyutlu (Đktisadi) Yoksulluk Ölçüm Yöntemleri ..................... 71 3.2.4.2.1. FGT Kümesi (Kafa Sayım Oranı, Yoksulluk Açığı Endeksi, Yoksulluk Açığının Karesi Endeksi) .................. 71 3.2.4.2.2. Sen Endeksi ....................................................................... 74 3.2.4.2.3. Sen-Shorrocks-Thon Endeksi ............................................ 75 3.2.4.2.4. Watts Endeksi .................................................................... 75 3.3. Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm ............................................. 76 3.4. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan (Sosyal, Kültürel, Siyasal) Göstergelere Bağlı Ölçüm ..................................................................................... 77 vii 3.4.1. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan Göstergeler Bağlı Ölçüm Yöntemi, Ortaya Çıkışı ve Gelişimi ............................................................ 78 3.4.2. Đnsani Gelişme Endeksi .............................................................................. 79 3.4.2.1. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Tanımı ve Unsurları ........................... 80 3.4.2.1.1. Đyi Yaşam Standardı (Satın Alma Gücü Paritesine (PPP) Göre Kişi Başına Düşen Milli Gelir) ................................ 82 3.4.2.1.2. Bilgi Düzeyi (Okuryazarlık Oranı ve Okullaşma) ............ 84 3.4.2.1.3. Uzun, Sağlıklı Bir Yaşam (Doğumda Yaşam Beklen.) .... 85 3.4.2.2. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Hesaplanması ..................................... 85 3.4.2.3. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Avantajları ve Endekse Getirilen Eleştiriler ........................................................................................ 92 3.4.3. Đnsani Gelişmenin Ölçümünde Kullanılan Diğer Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP) Endeksleri ....................................................... 98 3.4.3.1. Özgürlük Kavramı ve Đnsani Özgürlükler Endeksi ........................ 98 3.4.3.2. Siyasi (Politik) Özgürlük Endeksi ................................................ 100 3.4.3.3. Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi ............................................... 100 3.4.3.4. Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Endeksi) ..................... 102 3.4.3.5. Kapasite Yoksulluğu Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi ........ 103 3.4.3.5.1.Gelişmekte olan Ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi . 104 3.4.3.5.2.Gelişmiş Ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi ............. 105 3.4.3.6. Öncelikli Ülke Gruplarına ve Gelir Gruplarına Göre Yapılan Ölçümler ....................................................................................... 105 3.4.3.7. Đnsani Gelişmede Eşitlik ve Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi ........................................................................... 106 3.4.3.8. Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi .......................................................... 111 3.4.3.9. Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi .................................................. 113 BÖLÜM IV ĐNSANĐ GELĐŞME ĐLE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐŞMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI 4.1. Gelişmekte Olan Ülkeler ve Đnsani Gelişmenin Önemi ...................................... 117 4.1.1. Gelişmekte Olan Ülkelerin Karakteristik Özellikleri ................................ 117 viii 4.1.2. Gelişmekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelişmenin Önemi ve Seçilmiş Gelişmekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelişmenin Đncelenmesi ................. 123 4.2. Đnsani Gelişme ve Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması .............................. 130 4.3. Đnsani Gelişmenin Türkiye Đçin Đncelenmesi ....................................................... 133 4.3.1. Türkiye Ekonomisinin Yapısı ve Kalkınma Göstergelerinin Evrimi ........ 135 4.3.2. Türkiye Đçin Đnsani Gelişme Göstergeleri ................................................. 137 BÖLÜM V SONUÇ VE ÖNERĐLER 5.1. Sonuç .................................................................................................................... 141 5.2. Öneriler ................................................................................................................. 145 KAYNAKÇA .............................................................................................................. 146 ÖZGEÇMĐŞ ............................................................................................................... 170 ix KISALTMALAR LĐSTESĐ BM (UN): Birleşmiş Milletler (United Nations) BMGP (UNDP): Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (United Nations Development Programme) CEE: Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (Gender Inequality Index) CGE: Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi (Gender Development Index) CYÖ: Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Gender Empowerment Measure) ÇYE: Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (Multidimensional Poverty Index) IMF: Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund) ĐGE: Đnsani Gelişme Endeksi (Human Development Index) ĐGR: Đnsani Gelişme Raporu (Human Development Report) ĐYE: Đnsani Yoksulluk Endeksi (Human Poverty Index) EĐGE: Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi (Inequality-adjusted Human Development Index FGT: Foster-Greer-Thorbecke GSMH: Gayrisafi Milli Hasıla GSYĐH: Gayrisafi Yurtiçi Hasıla HIV/AIDS: Đnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü (Human Immuno-deficiency Virus)/ Edinilmiş Bağışıklık Eksikliği Sendromu (Acquired Immune Deficiency Syndrome) MDGs: Milenyum Kalkınma Hedefleri (Millennium Development Goals) OECD: Ekonomik Đşbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organisation for Economic CoOperation and Development) PPP: Satın Alma Gücü Paritesi (Purchasing Power Parity) UNAIDS: HIV/AIDS Üzerine Birleşmiş Milletler Ortak Programı x TABLOLAR LĐSTESĐ Sayfa Tablo 1: 1950'den Neoliberal Politikalara Kadar (1980) Kalkınma Đktisadının Evrimi ............................................................................................................. 19 Tablo 2: 1980'den Bugüne Kalkınma Đktisadının Evrimi ............................................. 24 Tablo 3: Nussbaum'un Merkezi Đnsan Kapasiteleri ...................................................... 31 Tablo 4: Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci ............................................. 52 Tablo 5: Đnsan Refahının Ölçülmesinde Kullanılan Đktisadi Göstergeler ..................... 55 Tablo 6: Özgün ve Genişletilmiş Washington Konsensüsü ......................................... 62 Tablo 7: Dünya Bankası'nın Yoksulluk Sınırına Göre Yoksulluk Hesaplamaları ....... 74 Tablo 8: Đnsan Refahının Ölçülmesinde Kullanılan Đktisadi Olmayan Göstergeler ..... 76 Tablo 9: 2010 Yılı Đnsani Gelişme Endeksi Đçin Belirlenen Maksimum ve Minimum Sınırlar ........................................................................................... 91 Tablo 10: Đnsani Gelişme Đçin Kullanılabilecek Đlave Unsurlar ve Göstergeler ........... 97 Tablo 11: Dünya ve Bölgelerarası Çok Boyutlu Yoksulluk Ölçüm Değerleri ........... 115 Tablo 12: 2010 Yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda Yayımlanan Endekslerin Hesaplanması .............................................................................................. 116 Tablo 13: Gelişmiş Ülkelerin ve Gelişmekte Olan Bölgelerin Kentsel Nüfus Payları Ve Toplam Nüfusları .................................................................................. 121 Tablo 14: Ülke Grupları Arasında Đnsani Gelişme Endeksi Trendinin Karşılaştırılması .......................................................................................... 124 Tablo 15: Đnsani Gelişme Yaklaşımı ile Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması ... 131 Tablo 15 (devam): Đnsani Gelişme Yaklaşımı ile Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması .......................................................................................... 132 Tablo 16: Türkiye için Đnsani Gelişme Göstergelerinin Đncelenmesi ........................ 138 Tablo 17: Türkiye için Đnsani Gelişme Endeksi ve Diğer Endekslerdeki Değişimler .................................................................................................. 138 xi ŞEKĐLLER LĐSTESĐ Sayfa Şekil 1: Seçilmiş Ülkeler Đçin Kişi Başına GSMH ve Doğumda Yaşam Beklentisinin Karşılaştırılması ........................................................................ 38 Şekil 2: Đnsani Gelişme Endeksinin Unsurları ve Đktisadi Büyüme Arasındaki Bağ, 1970-2010 ........................................................................................................ 81 Şekil 3: Seçilmiş Ülkeler Đçin Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi (EĐGE) Değerleri ........................................................................................... 110 Şekil 4: HIV/AIDS ile Yaşayan Çocuk ve Yetişkin Đnsan Sayısı ............................... 118 Şekil 5: Son Kırk Yılda Đnsani Gelişme Düzeylerinde En Hızlı Gelişme Kaydeden Ülkeler .......................................................................................... 125 Şekil 6: Son Kırk Yılda Đnsani Gelişme Düzeylerinde En Düşük Gelişme Kaydeden Ülkeler .......................................................................................... 127 Şekil 7: Seçilmiş Afrika Ülkeleri Đçin Doğumda Yaşam Beklentisi Değerleri ........... 128 Şekil 8: Türkiye için GSYĐH Büyümesi Değerleri ..................................................... 134 1 BÖLÜM I GĐRĐŞ 1.1. Çalışmanın Önemi Bir toplumda kalkınmanın nasıl gerçekleşeceği hakkında farklı düşüncelerin dikkate alınması önemlidir. Kalkınmanın nasıl sağlanacağına dair farklı anlayışlar, farklı politika ve sonuçları da beraberinde getirir. II. Dünya Savaşı sonrası, siyasal özgürlüklerine kavuşan ülkelerin yönetimi acil bir sorun olarak ortaya çıktığında bu ülkeler, kalkınmalarını gerçekleştirebilmek için genelde büyüme odaklı bir anlayışa yönelmişlerdir. Bu dönem ve sonrasında kalkınma, genelde sanayileşme gibi kavramlarla eşdeğer olarak görülmüştür. Ancak, özellikle 1970'lerden sonra kalkınma kavramı, büyüme odaklı olduğu için eleştirilmeye başlanmış ve ülkeler iktisadi büyümelerini gerçekleştirmelerine rağmen bu ülkelerin insanlarının yaşam standartlarında herhangi bir ilerleme kaydedilememiştir. Yani iktisadi büyüme, o ülkenin insanları için olumlu sonuçlar doğurmamıştır. Yalnızca gelir artışına odaklanan bir büyüme toplumun ilerlemesinde yetersiz kalmış, bu nedenle de bu, insanı analizinin merkezine koyan, insan odaklı bir kalkınma anlayışına geçişi mecbur kılmıştır. En geniş biçimde kalkınma, insanların yaşamlarını özgür bir şekilde sürdürebildiği bir toplum içerisinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla sadece ekonomik çıktının veya kişi başına gelirin artırılması gibi ekonomik göstergelerle ifade edilen bir 'kalkınma' anlayışı böylesi bir süreçte anlamsız kalır. O halde kalkınmanın asıl içeriğine ulaşabilmek için, sosyal, siyasal, kültürel olmak üzere diğer bir çok niteliksel değişkenin de göz önünde bulundurulması gerekir. Aynı zamanda toplumun bir bütün olarak kalkınma sürecine katılması, kalkınmanın bir anlam ifade edebilmesi için ön koşuldur. Öyleyse kalkınmanın ilk olarak insanlarla ilgili olduğu, onları yalnızca bir 'araç' olarak değil, kalkınmanın asıl 'amacı' olarak kabul edilmesi, dolayısıyla kalkınmanın, bu insanların özgürlüklerinin ve kapasitelerinin genişletilmesi ve yaşam standartlarının yükseltilmesi süreci olarak görülmesi gerekir. Kalkınmanın insanların kapasitelerinin genişletilmesi süreci olarak görülmesi, aynı zamanda geleneksel kalkınma anlayışına bir meydan okuma niteliğini de taşır. Böylece, insan refahının tek başına 'fayda' ile ölçülemeyeceği, asıl ele alınması 2 gerekenin, insanın bazı temel şeyleri yapmaya muktedir olduğu 'temel kapasiteleri' olduğu ortaya konmuş olur. Đşlevli hale getirilebilen bu kapasiteler, aynı zamanda bireysel özgürlüğün de önkoşuludur (Sen, 1979b, s. 218; Sen, 1993, s. 33). Kapasite yaklaşımı, insanları kalkınma sürecinin merkezine koymasıyla önem arz eder. Böylece aynı zamanda etik bir kalkınma anlayışının da temelleri atılmış olur. Kalkınma anlayışında etik konusu gündeme geldiğinde, iktisadın özellikle marjinalist devrimle birlikte büründüğü bilimsel kıstaslarından uzaklaşıldığı kabul edilir. Çünkü iktisat kuramına göre, tüm bireyler akılcı bir biçimde kendi çıkarlarının peşinde koşarlar. Öyle ki Adam Smith, iktisadın temel taşı olan ünlü Ulusların Zenginliği'nde, insanları harekete geçiren olgunun 'durumlarını iyileştirme arzusu' olduğunu vurgularken, bunun için de en kaba yöntemin 'servet artırımı' olduğuna değinir (Smith, 1994[1776], s. 372). Dolayısıyla da, insanların çok çeşitli tutkularca sürüklendiğinin farkında olmasına rağmen, buradaki insan davranışında genelde akılcı bir yaklaşımı ön planda tutar. Böylece kişisel çıkarcı olarak nitelendirilen bireylerin davranışlarının görünmez bir elin marifetiyle toplumsal kazançta bir artışa yol açtığına ilişkin temelde rasyonel bir yaklaşım ortaya atılmış olur. Đnsan eyleminin bir rasyonel seçime indirgenmesi ile karakterize edilmiş böylesi bir rasyonel birey de, sonuç olarak tahmin edilebilir bir birey haline gelir. Bu açıdan kapitalizmin de, baskıcı ve yabancılaştırıcı yönü ve 'eksiksiz insan kişiliğinin' gelişimini nasıl engellediği tartışma konusudur. Ne var ki, Hirschman (2008, s. 129), tutkular ve çıkarlar açısından böyle bir suçlamanın biraz haksız olabileceğine değinir, çünkü kapitalizmden beklenenin tam da çeşitli insan dürtülerini ve eğilimlerini bastırması, daha az yönlü, öngörülemezliği azalmış ve tek boyutlu bir insan kişiliği yaratması olduğunu savunur. Yani aslında, buna göre kapitalizmin tam da bir süre sonra kendisinin en kötü özelliği olarak gösterilecek şeyleri zaten gerçekleştirmesi gerektiğini ifade eder. Ancak A. Sen'e göre, kendi tercih davranışında hiçbir tutarsızlık göstermeyen böylesi tahmin edilebilir bir birey ancak dar anlamda rasyonel olabilir. Đnsanların motivasyonları çoğul olduğundan kişisel çıkar dürtüsü tek başına insanlığı yönlendiremez. Đnsanlar, temel olarak benzer değildirler. Gerçekte, sağlık, uzun ömürlülük, iklim koşulları, yaşanılan yer, iş koşulları, mizaç ve hatta vücut ölçüleri bakımından farklılıklar gösterirler. Dolayısıyla, gerçekleri görebilen bir etik anlayışı için, çıkarı daha geniş anlamda değerlendirmek gerekir (Sen, 1979b, s. 215). 3 1.2. Çalışmanın Kapsamı ve Kısıtları Kalkınmaya daha geniş bir çerçeveden bakarak, bu süreci insanların özgürlüklerinin genişletilmesi süreci olarak görmek, yalnızca gelir artışına odaklı bir iktisadi büyüme anlayışından önemli bir farklılık gösterir. Đnsanların özgürlüklerinin genişletilmesi süreci olarak görülen kalkınma anlayışıyla birlikte analizin merkezine insan konulmuş olur. Böyle bir yaklaşım analizin kapsamını da genişletmiş olur. Đnsan refahını anlamaya çalışırken, gelirin önemli bir etkiye sahip olduğu, ancak yalnızca gelir çözümlemesiyle yetinilmemesi gerektiği düşüncesinin benimsenmesi önemlidir. Yalnızca gelir çözümlemesini içeren neoliberal görüş, çalışmanın bir boyutunu ifade ederken, çok boyutlu bir anlayış sunan insani gelişme yaklaşımı ise çalışmanın diğer boyutunu oluşturmuş olur. Amartya Sen'in 1980'lerin başından itibaren üzerinde durduğu, insani gelişme yaklaşımının da temelini oluşturan ve hem felsefi hem de iktisadi olarak güçlü bağlara sahip olan kapasite yaklaşımı, bu çalışma için önem arz eder. Đnsani gelişme yaklaşımı ile, kalkınmanın hedefi, üç temel kapasitenin genişletilmesi yoluyla insan yaşamının değerinin artırılması halini alır. Bu çerçevede insani gelişme yaklaşımının temel unsurları ve bu yaklaşımın ortaya çıkışını sağlayan Đnsani Gelişme Raporları ve diğer çalışmalar, bu çalışmanın kapsamı içerisindedir. Đnsan refahının ölçülmesi konusunda çalışmada ele alınan iki ayrı görüşün farklı ölçüm yöntemleri mevcuttur. Geliri içeren tek boyutlu bir analizi benimseyen neoliberal yaklaşım, ne yoksulluğu ne de insan refahını tam olarak açıklamada önemli sorunlar yaşar. Çok boyutlu bir anlayış sunan insan gelişme yaklaşımı ise, insani gelişme için gereken farklı unsurları içeren birçok farklı endeks ortaya koyar. Her ne kadar Đnsani Gelişme Endeksi her gelişmişlik düzeyindeki ülkeler için hesaplanıyor olsa da, çalışma içerisinde yapılan analizlerde öncelikli olarak gelişmekte olan ve Đnsani Gelişme Endeksi trendinde hızlı veya düşük düzeyde gelişme kaydeden ülkeler ele alınmıştır. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin karakteristiklerinin incelenmesi, bu ülkeler için gereken kalkınma anlayışının anlaşılabilmesi açısından önemlidir. 1.3. Çalışmanın Amacı Merkezine insanı alarak, özgürlüğe ve temel kapasitelere odaklanan insani gelişme yaklaşımı ile, iktisadi etkinliği analizinin merkezine koyan ve rasyonaliteyi evrensel bir koşul olarak kabul eden neoliberal yaklaşımın kavramsal çerçevelerinin 4 incelenmesi ve karşılaştırılması, ölçümlerindeki ve genel hatlarındaki farklılıkların anlaşılması bu çalışmanın amacını ifade etmektedir. Aynı zamanda bu çalışmayla hangi politikaların gelişmekte olan ülkelerde, bu ülkelerin karakteristik özellikleri de dikkate alındığında, çözüm olabileceğini ve bu ülkelerde insani gelişme sürecinin olumlu yönde nasıl gerçekleşebileceğini anlamak hedeflenmiştir. 1.4. Çalışmanın Planı Giriş ve sonuç bölümleri de dahil olmak üzere, beş bölümden oluşan tez çalışmasının birinci bölümünü çalışmanın önemi, amacı, kapsam ve kısıtlarını içeren giriş kısmı oluşturmaktadır. Đkinci bölümde, farklı anlayışlarının anlaşılabilmesi için, iktisat literatüründe kalkınma kavramı, kalkınma ve büyüme ayrımı, kalkınma ve büyüme iktisadının kırılma noktaları ve geleneksel kalkınma anlayışından insani gelişme anlayışına geçiş süreci ele alınmaktadır. Çalışmanın üçüncü bölümünde, insan refahının ölçülmesi konusu incelenmiştir. Đlk önce iktisadi refahın nasıl ölçüldüğü açıklanmaya çalışılmış, ardından yalnızca iktisadi refahı içermeyen ve sosyal-siyasal değişkenleri de analizine dahil eden ölçümler incelenmiştir. Bu bağlamda da merkeze gelir veya harcamaları koyan neoliberal yaklaşım ile merkezine insanı koyan insanı gelişme yaklaşımı karşılaştırılmış ve ölçüm endeksleri açıklanmıştır. Merkezine geliri koyan geleneksel iktisadi anlayışın kullandığı bir ölçüt olarak GSMH'nin insan yaşamını veya insanın değer verdiği şeyleri ölçmede sorunlar yaşadığı uzun bir süredir tartışılmaktadır. Robert F. Kennedy'nin de, 1968'deki ünlü konuşmasında1, eğer insan yaşamı, GSMH ile değerlendiriyorsa, Amerika'nın dünyadaki en yüksek GSMH değerine sahip olduğunu belirtirken, diğer taraftan, bu değerin hesaplanmasında, nükleer silah üretiminden, sigara reklamlarına kadar birçok unsurun ölçüme dahil edildiğini, ancak bu ölçümün, çocukların sağlığını, eğitimlerinin kalitesini ve oyunlardan aldıkları zevki, siyasal tartışmaların düzeyini ve siyasetçilerin dürüstlüğünü yok saydığını, hatta ne insanın duygularını ne de cesaretini dikkate almadığını ifade ederek, konuşmasını "GSMH, hayatı değerli kılan unsurlar hariç, her şeyi ölçmektedir" şeklinde etkili bir cümleyle bitirdiği görülmektedir. Bu ifade ve bu bağlamda, hayatı değerli kılan unsurların ölçüme dahil edilme çabası önemlidir. Öyle 1 Kansas Üniversitesi'ndeki bu konuşmanın tam metnine, http://www.jfklibrary.org/Research/ReadyReference/RFK-Speeches/Remarks-of-Robert-F-Kennedy-at-the-University-of-Kansas-March-181968.aspx adresinden erişilebilir. 5 ki, Đnsani Gelişme Raporları'nda sunulan ve temel insan kapasitelerini ölçmeye çalışan Đnsani Gelişme Endeksi ve bu endeksi destekleyen Đnsani Özgürlük Endeksi, Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi, Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi, Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi gibi diğer tüm endeksler de böylesi bir amaçla yola çıkmışlardır. Đnsanın hayatını değerli kılan unsurlarını ölçmeye çalışan bu endeksler, bu bölümün inceleme konusu içerisinde yer almaktadır. Aynı zamanda bu bölümde bu endeksler incelenirken, özgürlük, eşitlik ve eşitsizlik, çok boyutlu yoksulluk gibi kavramların analizlerine de yer verilerek, insani gelişmenin içeriğinin çok daha rahat kavranmasına yardımcı olunmaya çalışılmıştır. Çalışmanın dördüncü bölümünde, ülkeler arasındaki refah farklılıklarının nedenlerinin anlaşılması noktasından hareketle, gelişmekte olan ülkeler için en uygun kalkınma politikası anlaşılmaya çalışılmış, bu bağlamda neoliberal politikalarla, insani gelişme yaklaşımının en geniş bağlamda karşılaştırılması yapılmıştır. Dünyadaki bazı ülkelerin neden zengin bazılarınınsa neden yoksul kaldıkları üzerine literatürde birçok çalışma bulunmaktadır. Bunlar, salt iktisadi nedenlerden, coğrafik, siyasi, kültürel, etnik, dini, sosyal veya tarihsel olanlara kadar değişmektedir. Kalkınma sürecinin salt iktisadi unsurları değil, diğer tüm unsurları da içerisinde barındırması gerektiği düşüncesiyle, insani gelişmenin, seçilmiş gelişmekte olan ülkeler için incelenmesi yapıldıktan sonra, insani gelişme göstergeleri Türkiye için de incelenmiş ve Türkiye'nin kalkınma sürecinin analizi yapılmaya çalışılmıştır. Son olarak çalışmanın beşinci bölümü, sonuç ve öneriler kısmını içermektedir. Đnsani gelişme yaklaşımı ile neoliberal politikaların karşılaştırılmasından ne gibi sonuçlar elde edildiği ifade edilmiş ve bu bağlamda gelişmekte olan ülkeler için kalkınma sürecinde etkili olabilecek bir politika önerisi sunulmaya çalışılmıştır. 6 BÖLÜM II KALKINMA KAVRAMI, TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ VE ĐNSANĐ GELĐŞME 2.1. Kalkınma Kavramı ve Anlamsal Đçeriği Toplumun ve ekonominin tüm unsurlarıyla birlikte iyileştirilmesi, en geniş anlamda kalkınma1 olarak tanımlanır. Bu bağlamda kavram, yalnızca rakamsal artışı ifade eden büyüme kavramından ayrılır. Kalkınmanın yalnızca gelirle ilişkili olmadığı ve bu bağlamda büyümeyle aynı şeyi ifade etmediği evrensel olarak kabul edilmiştir. Bu düşünce, konuyla ilgili bir çok çalışmayla da desteklenmiştir2. Kalkınma, anlamsal olarak arzulanır bir içeriğe sahiptir. Đnsanoğlu da bu nedenle uygarlık tarihinin en başından beri bir kalkınma çabası içerisinde olmuştur. Bu noktada kalkınmanın esas hedeflerinin içeriği önemlidir. Bu hedefler; yiyecek, barınma, eğitim ve sağlık gibi hayatın sürdürülebilmesi için gereken temel malların sahip olunabilirliğinin artırılması ve bu malların dağıtımının genişletilmesi, yaşam standartlarının artırılması ve iktisadi, sosyal tercihlerin sınırlarının genişletilmesini içerdiği noktada asıl anlamına ulaşır (Todaro ve Smith, 2009, s. 22). Dolayısıyla, böylesi bir ortamda, kalkınmanın temel aktörü olan insan da; yaşamak ve yaşamını devam ettirebilmek için doğayı kontrol altına almayı, yaşam standartlarını yükseltmeyi, istihdam olanaklarını genişletmeyi ve çalışma koşullarını iyileştirmeyi, bu çabaları gerçekleştirirken çevreye en az zararı vermeyi, ve sonunda da, ekonomik, siyasal ve sosyal yönden özgürlük düzeyini yükseltmeyi hedefler (Kaynak, 2007, s. 59). Nobel ödüllü iktisatçı Amartya Sen, Özgürlükle Kalkınma adlı eserinde, kalkınmayı, insanların yararlandığı gerçek özgürlükleri genişletme süreci olarak ifade eder. Bu görüşe göre, özgürlüklere odaklanmak, kalkınmayı gayrisafi milli hasılanın büyümesiyle, bireysel gelirlerdeki artışla, sanayileşmeyle, teknolojik ilerlemeyle ya da toplumsal modernleşmeyle özdeşleştiren daha dar kapsamlı anlayışlara ters düşer (Sen, 2004, s. 17). Dolayısıyla iktisadi büyüme tek başına bir amaç olarak görülmez, çünkü kalkınmanın daha çok, yaşam standardımız yükseltmek ve yararlandığımız özgürlükleri 1 Bu çalışmada kalkınma ve gelişme kavramları eş anlamlı olarak kullanılacaktır. Kalkınma Đktisadı, Dünya Kalkınma Raporu, insani gelişme, gelişmekte olan ülkeler, azgelişmişlik gibi. 2 Tezde de yoğun olarak tartışılmakla birlikte; konuyla ilgili olarak bakınız: Sen (1983a, 2004), Streeten vd. (1981), UNDP (1990, 1991), ul Haq (1995), Ray (1998), Ghatak (2005) ve Todaro ve Smith (2009). 7 geliştirmekle ilgili olması gerekir. Değer verdiğimiz özgürlükleri genişletmek sadece yaşamımızı daha zengin ve daha engelsiz hale getirmekle kalmaz, aynı zamanda kendi irademizi kullanarak ve içinde yaşadığımız dünya ile etkileşerek -ve onu etkileyerekdaha bütünsel sosyal kişiler olmamızı sağlar (Sen, 2004, s. 29). Sen'in görüşleri, kalkınmanın içerik olarak yalnızca gelirdeki artışla ilişkili olmadığını ve çok boyutlu bir anlam içerdiğini açıkça gösterir. Yani, kalkınmadan bahsedildiğinde onun, yalnızca iktisadi (parasal) olarak ifade edilen göstergelerin iyileştirilmesini değil, aynı zamanda sosyal, siyasal ve kültürel koşulların da geliştirilmesini ifade ettiğini anlamak gerekir. Kişi başına düşen milli gelirde gerçekleşen bir artışın, insanların yaşam standartlarında da otomatik olarak bir artışa neden olacağı, dolayısıyla kalkınmanın -bir dönem kullanılmış olduğu gibi- büyüme ile eş değerli olması düşüncesi zaten pek de anlamlı görünmemektedir. Öyle ki yüksek kişi başına düşen gelire sahip farklı iki ülkenin insanlarının ortalama yaşam standartları eşit olmayabilir3 (Ghatak, 2005, s. 30). Kalkınma, gelirdeki artışın yanında aynı zamanda, yaşam beklentisinde, sağlık hizmetlerinde ve eğitim olanaklarında da ilerlemeyi veya gelişmeyi ifade eder. Yoksulluğun ve yetersiz beslenmenin ortadan kaldırılması, temiz içme suyu kaynaklarına ve sağlık hizmetlerine ulaşılması, bebek ölümlerinin azalması, bilgiye erişimin kolaylaşması, okullaşmanın ve sonuçta da okuryazarlığın artması, kalkınmanın kalitesini yükseltir (Ray, 1998, s. 8). Kalkınmanın bu çok boyutlu içeriğinde, gelir unsuru bir sonuç veya amaç (end) olarak değil, bir araç (mean) olarak görülür. Bu bağlamda kalkınmanın hem araç, hem de sonucunun insanın bizzat kendisi olduğunun anlaşılması önemlidir (Streeten, 1994, s. 232). Kalkınmanın insani boyutu, kalkınma tartışmalarına eklenen önemsiz bir mevzu değildir. Kalkınmada geleneksel yaklaşımın tekrar düzenlenmesi adına tamamen yeni bir perspektiftir. Bu düşünceyle birlikte, insanoğlu iktisadi bir soyutlama olmaktan çıkarak, kalkınmanın yaşayan ve eyleyen öğeleri haline gelir. Böylece de kalkınmanın esas öznesi ve nesnesi olmuş olur (ul Haq, 1995, s. 11). Kalkınmanın insani boyutu ilerleyen bölümlerde daha detaylı olarak incelenecektir. Ancak daha önce, kalkınma kavramının içeriğinin daha iyi anlaşılması gerekir. Bu nedenle şimdiki bölümde kalkınma düşüncesinin ve Kalkınma Đktisadı'nın tarihsel evrim süreci incelenecektir. Çünkü bu kalkınmanın evrim sürecinin anlaşılması, insani gelişme kavramının ortaya çıkışının gerekliliğiyle yakından ilişkilidir. 3 Đnsani gelişme yaklaşımında da önemli bir yere sahip olan bu düşünce, ilerleyen bölümlerde detaylı olarak incelenecektir. 8 2.2. Kalkınma Đktisadı’nın Tarihsel Gelişimi Kalkınmanın tarihsel gelişimine bakıldığında, kavramın, tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlarda kullanılabilmiş olduğu görülmektedir. Đlerleme, sanayileşme, modernleşme, genişleme, büyüme gibi kavramlarla iç içe geçen kalkınma kavramının anlamsal içeriği de aynı hızda değişim göstermiştir. Adam Smith’in Ulusların Zenginliği’ndeki kalkınma tanımı, “Đngiltere’nin bolluk ve yeniliğe doğru ilerleme sürecini” ifade ederken, Đkinci Dünya Savaşı sonrasında kalkınma, modernleşme ve sanayileşme ile eşdeğer anlamda kullanılmış, bu dönem kalkınma teorileri ise kalkınmayı, düşük üretkenlik, geleneksel teknoloji, azalan verimler ve hammadde üretim sektörü yerine, artan üretkenlik, modern teknoloji, artan verimler ve genellikle sanayi sektörünü ikame eden bir büyüme süreci olarak görmüşlerdir (Arndt, 1981, s. 457; Adelman, 1999a, s. 4). Teorik olarak kalkınma disiplininin kökenlerinin Adam Smith’e dayandığı söylenebilir. Ancak, kalkınma kavramı anlamsal olarak, Adam Smith’in çalışmalarından önce fizyokratların çalışmalarında dahi görülebilmektedir. Öyle ki William Petty, 1676 yılında yayımlanan eserinde “Fransızlar çok hızlı büyümüştür”4 şeklinde bir görüş ifade etmiştir. Bu görüş, her ne kadar ana hatlarıyla gelire bağlı (rakamsal) büyümeyi belirtse de; Petty'ye göre, yaşam standartlarına yönelik bir endişeyi de içerisinde barındırır. Dolayısıyla bu görüşün kalkınma iktisadını ilgilendirdiği ve konuyla ilgili ilk düşüncelerden biri olduğunu ayrıca kabul etmek gerekir (Sen, 1988, s. 10). 2.2.1. Kalkınma Đktisadı’nın Teorik Kökenleri Kalkınma Đktisadı’nın teorik kökenlerine bakıldığında, kalkınma kavramına iktisat literatüründe birçok iktisatçı tarafından, doğrudan kullanılmasa bile, anlamsal içerik açısından değinilmiş olduğu görülmektedir. Bu çalışmada, teorik olarak disiplinin kökenleri Adam Smith’e dayandırılacaktır. Đktisadi gelişme yolunda nüfus teorisiyle kavrama değinen T. R. Malthus ve kalkınmanın itici gücünün ticaret ve teknik yenilikler olduğunu savunan David Ricardo, kalkınmacı görüşleriyle Adam Smith’in takipçileri olarak görülebilir. David Ricardo’nun görüşlerini geliştirerek kalkınmaya farklı görüşleriyle katkı yapan iktisatçılar K. Marx, J. S. Mill ve J. A. Schumpeter'dir. David Ricardo’nun öncelikle yöntemini eleştirerek karşıt görüş geliştiren Alman tarihçi okulu 4 Belirtilen ifade, William Petty’nin 1676 yılında yazdığı ve 1690 yılında yayımlanan “Political Arithmetick” adlı eserinde, “French grow too fast” şeklinde geçmektedir. http://socserv.mcmaster.ca/econ/ugcm/3ll3/petty/poliarith.html (Erişim Tarihi: 01.08.2010) 9 iktisatçılarından özellikle W. Roscher ve B. Hildebrand’ın da kalkınmanın anlamsal içeriğine katkı yapmış oldukları söylenebilir. II. Dünya Savaşı sonrası "Kalkınma Đktisadı" adıyla ortaya çıkan yeni disiplinin ise, yoğun olarak J. A. Schumpeter’in ve J. M. Keynes’in görüşlerinden yararlandıkları görülmektedir (Willis, 2005). Özellikle ilk dönem Klasik Đktisatçıların (ya da çoğu ilk dönem Đktisatçıların) hepsinin bir açıdan kalkınma iktisatçısı olduklarını ifade etmek gerekir. Çünkü hepsi, sanayi devrimiyle birlikte endüstriyel dönüşüm süreci yaşayan -çoğu zaman Đngiltere olmak üzere- gelişmekte olan ekonomilerle ilgilenmişlerdir (Bardhan, 1993, s. 130). Öyle ki, kalkınma sorunlarıyla ilgilenilmesi çok önceleri başlamış olsa da, bunların daha çok Batı Avrupa ülkelerindeki iktisadi problemlerin analizine yönelik çalışmalar olduğu görülmektedir. Öyle ki, 1776’da yayımlanan Ulusların Zenginliği adlı kitabında çağını oldukça iyimser bir şekilde anlatmaya çalışan Adam Smith, bu çerçevede ulusların zenginliklerinin özelliklerini ve nedenlerini araştırmış ve piyasa merkezli bir yaklaşımla kalkınma sorunlarıyla ilgilenmiştir. Tasarruf miktarı ve sermaye birikimini kalkınma yolunda önemli bir faktör olarak izah eden ve iktisadi gelişme için üretime daha fazla ilgi gösterilmesi gerektiğini savunan Smith, coğrafi açıdan da on sekizinci yüzyıl Đngiltere’sini ve Batı Avrupa’sını incelemiştir (Smith, 1994[1776]). Adam Smith’in ardından, David Ricardo da kaynağını ve ilhamını Adam Smith’ten aldığı iktisadi büyüme için esas itici gücün ticaret olduğu görüşüyle “karşılaştırmalı üstünlükler teorisini” ortaya atmıştır. Ülkelerin her şeyi kendileri üretmek yerine karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları malda uzmanlaşmaya gitmelerini savunan Ricardo, bu sayede üretimin daha etkin olabileceğini, böylece de büyüme için daha yüksek kapasiteler yaratılabileceğini ve kıt kaynakların daha etkin kullanılabileceğini ifade etmiştir (Willis, 2005, s. 33). Yine, David Ricardo’nun da kitabında şarap ve kumaş üretimini ve ticaretini ele alarak karşılaştırdığı ülkeler, Portekiz ve Đngiltere gibi iki Batı Avrupa ülkesidir (Ricardo, 1821[1817], s. 142-145). Đngiltere’de Adam Smith ve David Ricardo, kalkınmanın içeriğine katkıda bulunurken, Almanya’da da kalkınma konusunda çalışan iktisatçılar bulunmaktaydı. Kendilerini “tarihçi okul” olarak adlandıran bu okula mensup iktisatçılardan Wilhelm Roscher, 1843 yılında yayımlanan Tarihçi Metoda Dayalı Olarak Politik Ekonomi Derslerinin Özeti adlı kitabında, iktisadi kalkınma yasalarının, ulusal tarihin ve ulusların, tıpkı insanlar gibi gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemleri olacağını belirtmiştir. Yine aynı dönem ve aynı okul iktisatçılarından Bruno Hildebrand da, kendine amaç olarak iktisadi kalkınmanın yasalarını bulmayı seçmiştir. Hildebrand, 10 mevcut mübadele araçlarını kriter olarak kullanarak, kalkınma aşamalarını; doğal mübadele aşaması, paralı mübadele aşaması ve kredili mübadele aşaması olarak üçe ayırmıştır. Roscher’in kötümser yaklaşımının aksine, Hildebrand’ın yaklaşımının ilerleyici ve iyimser olduğu görülmektedir. Gerçekten de Hildebrand, toplumların bir doğrusal gelişme süreci içerisinde olduklarını ve bir aşamadan diğerine geçişin bir ilerlemeyi gösterdiğini kabul etmektedir (Savaş, 2007, s. 503). Kalkınma düzeyleri üzerine çalışan bir başka Alman iktisatçı da Friedrich List’tir. List’in çözümleme ölçeği, Neoklasik kuramda olduğu gibi birey veya Marksizm'de olduğu gibi belirli bir toplumsal sınıf değil, ulustur. O’na göre, sosyal, sivil ve politik koşul ve kurumlar veya kısaca toplumun organizasyonu, bir ulusun kalkınma (sanayileşme) sürecinde yaşamsal bir rol oynar. 1846’daki ölümüne kadar çeşitli ulusların tarihlerini inceleyen List, ulusal ekonomilerin aşamalı kalkınmasını fark etmiştir. Buna göre, tarihsel deneyimlerin toplamı, onun aşamalar kuramının ve böylece de, önerdiği dış ticaret politikasının temelini veya altyapısını oluşturmaktadır. List, söz konusu aşamalar kuramında ulusları; i) ilkel yabanilik aşaması, ii) çobanlık aşaması, iii) tarım aşaması, iv) tarım-sanayi aşaması ve v) tarım-sanayi-dış ticaret aşaması şeklinde beş ana kalkınma aşamasına koyar. List, Đspanya, Portekiz gibi ülkelerin üçüncü; Avusturya, Almanya ve Kuzey Amerika’nın dördüncü; buna karşılık yalnızca Đngiltere’nin beşinci aşamada olduğunu ifade eder. O'na göre, Đngiltere’nin ardından bu son aşamaya en yakın olan ülke ise Fransa olabilir (Kibritçioğlu, 1996, s. 53-55; List, 1885 [1841]). David Ricardo’nun görüşlerinden etkilenen bir iktisatçı olarak, Karl Marx’a göre ise iktisadi kalkınma, “gelişen” bir toplum veya iktisadi sistemi ifade etmektedir (Arndt, 1981, s. 460). Marx’ın felsefi düşüncesine göre, hiçbir durum sonsuza kadar aynı niteliğini sürdürmez ve yeni bir duruma dönüşme potansiyelini içinde taşır. Yani değişim süreklilik arz eder. Marx’a göre, bir toplumun iktisadi yapısını, bilgi ve teknolojinin de içinde yer aldığı üretim güçleri yani maddi altyapı belirlemektedir. Bunun yanı sıra dil, din, sanat, ahlak, hukuk kuralları vb. unsurların oluşturduğu yapı da üstyapıyı oluşturur. Bir toplumsal gelişme aşamasından diğerine geçişi sağlayan faktör, altyapıdaki yani üretim güçlerindeki değişmedir. Marx’a göre, insanlık tarihi; sırasıyla, ilkel toplumlar, kölecilik, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve son olarak komünizm aşamalarından geçer (Berber, 2004, s. 78-80) Marx’a göre, insanlık kaçınılmaz bir şekilde mülkiyet ve üretim ilişkilerine bağlı olarak sınıf çatışmalarının belirlediği belli devrelerden geçmek zorundadır. Bu bakımdan, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve 11 komünist toplumlar insanlık tarihinin kaçınılmaz aşamalarıdır (Kaynak, 2007, s. 36). Yani bu bağlamda Marx’ın, kalkınmayı tarihsel perspektif içinde ve sınıf çatışmasına bağlı bir olay olarak ele alıp incelemiş olduğu görülmektedir (Savaş, 2007, s. 831). Yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde ise, iktisat bilimindeki yöntemsel karmaşa ve özellikle 1929 yılındaki Büyük Bunalım ile, iktisadi kalkınmada piyasa merkezli yaklaşımın aldığı darbe sonrasında iktisatçılar, ülkelerin ekonomileriyle ilgili yeni anlayışlar geliştirmeye başlamışlardır. Bunlardan en önemlisi 1936 yılında yayımlanan Genel Teori isimli kitabıyla J. Maynard Keynes’tir. Keynes’e göre, Adam Smith ve destekçilerinin savunduğu gibi serbest piyasa doktrini olumlu bir kuvvet değildir. Klasik iktisatçıların aksine Keynes, iktisadi büyümenin sağlanmasında devlete önemli bir rol öngörür. Keynes, piyasanın işlemesini serbest bırakmak yerine, hükümetlerin ya değişken faiz oranları gibi para politikalarıyla ya da doğrudan hükümet harcamalarıyla, yatırım sağlamak için ekonomiye müdahale edebileceklerini savunur. Öyle ki, Keynes'e göre, büyümenin anahtarı da reel yatırımlardır. Bu yatırımlar, istihdam yaratmaya olumlu etki yapacak, çarpan etkisi nedeniyle de refahı artıracaktır. Diğer yandan, her ne kadar Keynes, Güney ülkelerinin iktisadi koşulları hakkında özellikle bir şeyler yazmamış olsa da, hükümet aktivitelerini içeren görüşleri, savaşsonrası dönemdeki kalkınma müdahalelerinde ve bu dönem kalkınma iktisatçılarının teorilerinde yoğun olarak kullanılacaktır (Willis, 2005, s. 34). Son olarak, kalkınma literatürüne katkıda bulunan bir diğer iktisatçı da Joseph Alois Schumpeter’dir. Đngilizce çevirisi 1934 yılında yayımlanan Đktisadi Kalkınma Teorisi adlı kitabında, iktisadi kalkınmanın, her bir durumun, kendinden bir öncekinin ışığında anlaşılabileceği birbirini izleyen tarihsel durumlardan meydana geldiğini ifade eder (Witt, 2002, s. 12). Schumpeter’e göre yaratıcı yıkım5, kapitalizmde yaşam kalitesinde artışı sağlayacak bir rekabet şeklini ifade eder. Yaratıcı yıkım, teknolojik ilerlemenin iktisadi büyüme ve yaşam standartlarında gelişmenin esas kaynağı olduğu bir süreçtir (Diamond, 2006, s. 122). Ekonominin teknolojik performansının temelinde ise girişimci yer alır. Onun kapitalizminde girişimciler tarafından sergilenen her yenilikçi girişim, sürdürülebilir uzun-dönem iktisadi büyümenin itici gücüdür. Öyle ki, ekonomik değişmeyi yaratan temel unsur olan yenilikler olmazsa ekonomik yaşam, 5 J. A. Schumpeter tarafından geliştirilen bir kavram olan yaratıcı yıkım; yenilikçi süreci içerisinde barındırdığı için yaratıcı, ancak değişen teknolojiye ayak uyduramayan girişimcileri de piyasa dışına ittiği için yıkıcıdır. 12 durağan denge halinde kalacak, dairesel akımlar her yıl aynı kanallarda ve aynı büyüklükte devam edecektir (Savaş, 2007, s. 834) 2.2.2. Yeni Bir Disipline Doğru Adam Smith, David Ricardo, John S. Mill, Thomas Malthus gibi Klasik Đktisat’ın öncü isimlerinin çalışmalarında görülen kalkınma kavramı ne var ki, bu ilk yıllarında bağımsız bir inceleme alanı olarak görülmemekte, iktisadın bütünü içerisinde incelenmekteydi. Ayrışma, biri maksimizasyon, diğeri rasyonellik olan iki temel aksiyom üzerine kurulan marjinalist okulun, özellikle 1870’lerden sonra, iktisadın ilgi alanını formelleştirmesiyle birlikte gerçekleşmeye başlamış ve iktisat, teorik modellerin ölçümüne yönelmiştir; kalkınma da daha çok, çevre ülkelerin (periphery) gelişme sorunlarıyla ilgilenen bir inceleme alanına dönüşmüştür. Böylece, kavramın gerçek anlamda ortaya çıkışı ve yükselişe geçişi de, ancak yirminci yüzyılın ortalarında, sömürge olan ülkelerin siyasi bağımsızlıklarını kazanmasıyla gerçekleşebilmiştir (Basu, 1997, s. 6; Demir, 1996, s. 16). Gerçekten de, 1870’lerde yaşanan marjinalist devrimle birlikte iktisat, ilgi alanını ulusların nasıl zenginleşeceğini araştıran ekonomi-politikten iktisadın bir bilim haline getirilmesi uğraşına çevirmiştir. Öyle ki, kalkınma iktisadının yeni bir disiplin olarak ortaya çıkışına kadar, iktisadi büyüme konusu, neredeyse bu dönem iktisatçılarının tümü tarafından ihmal edilmiştir. Bu iktisatçılar teorilerinde daha çok fiyat ve kıt kaynakların optimal olarak dağıtılması problemiyle ilgilenmiş ve esasında iktisadi analizde statik Ricardiyan yaklaşıma da sadık kalmışlardır (Pribram, 1983, s. 550). Spiegel (1971)’e göre de, marjinalist devrimin gerçekleşmesiyle birlikte, iktisadın yapısı ve metodu, Klasiklerin politik iktisadından keskin çizgilerle ayrılmıştır. Öyle ki, Adam Smith’in yoğun olarak ilgilendiği iktisadi büyüme konusuna daha az vurgu yapılırken, onun yerine iktisat, toplam kaynakların verili miktarının dağıtımını konu edinen bir bilim haline getirilmiştir. Böylece iktisadi tartışma, toplam miktarların incelenmesi yerine, bu toplamlarda ufak değişikliklerin incelenmesine kaymıştır. Denge, esas kavramlardan biri haline gelmiştir. Sonuçta dengenin, mikro iktisatta uygulanmasıyla ve tüketici ile firma etrafında yoğunlaşmasıyla birlikte, ulusal gelirin saptanması, büyüme, kalkınma gibi makro iktisadi konular da artık tartışma konusu olmaktan çıkmıştır (Spiegel, 1971, s. 506). 13 Đktisadın, evrensel geçerliliği olan bir dizi güçlü yasalardan oluştuğu önermesinden hareket eden marjinalist okul, yirminci yüzyılın ortalarında yaşanan bunalım sonucu, analizlerinin inanırlılığında büyük sıkıntılar yaşamış ve Kalkınma Đktisadı da, bunu fırsat bilerek, yeni bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır (Hirschman, 2003, s. 26-28). Bu yeni disipline göre azgelişmiş ülkeler, gelişmiş ülkelerden farklı olarak, Neoklasik düşünce okulunun görüşlerinden farklı özellikler sergilemekteydiler. Bu nedenle de kalkınma, bu iktisatçılar tarafından, merkez-çevre ayrışmasına bağlı olarak, marjinalist okulun savunduğu gibi evrensel geçerliliği olan bir dizi analizden ziyade, azgelişmiş ülkelerin ekonomik yapılarındaki bazı özelliklerin geleneksel iktisadi analizin önemli bir kısmına uygulanamaz olduğu ve bunların ayrı olarak ele alınıp incelenmesi teziyle savunulmuştur6. Sonuç olarak da, bu iktisatçılar kendilerini, iktisadi analizde daha önce dünyanın unutulmuş bölgeleri olan Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın azgelişmiş ülkelerine yönelmiş olarak bulmuştur. 2.2.3. Kalkınma Đktisadı’nın Doğuşu Dünya Bankası tarafından her yıl yayımlanan Dünya Kalkınma Göstergeleri, kişi başına gelir düzeyini, ülkeleri gruplara ayırırken kullanır ve alt sınır olarak dikkate aldığı 11.905 A.B.D. dolarlık kişi başına gelir düzeyinin7 altında kalan ülkeleri düşük ve orta gelirli ülkeler olarak gruplandırır. Buna göre, bugün dünyada 7 milyara yakın insanın -üçte ikisi düşük gelirli ülkelerde olmak üzere- yaklaşık 5.6 milyarlık kısmı bu ülke gruplarında yaşamlarını sürdürmektedirler (World Bank, 2010a, s. 3). Đktisat literatüründe özerk bir inceleme alanı olarak yarım yüzyıldan fazla bir süredir yer edinmiş olan Kalkınma Đktisadı da, ilgisini özellikle bu ülkeler ve bu ülkelerdeki yoksul insanların yaşam standartlarında hızlı ve büyük ölçüde ilerleme sağlanması için gerekli iktisadi, sosyal ve kurumsal mekanizmalar üzerinde yoğunlaştırır (Todaro ve Smith, 2009, s. 25). II. Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası sistemde bir yandan siyasi bağımsızlığına kavuşan yeni ülkelerin yönetimi acil bir sorun olarak ortaya çıkmış, diğer yandan da Batı ülkelerinin, yeniden yapılanmalarını sağlamak için barış ortamı yaratma hedefleri ön plana geçmiştir. Bu çerçevede "Kalkınma Đktisadı" adlı yeni 6 Düşük kişi başına gelir düzeyleri gösteren ülkelerde, Kalkınma Đktisadı’na ayrı bir disiplin olarak ihtiyaç duyulup duyulmadığını sorgulayan bir makale olarak, bakınız; Lewis (1984). 7 2010 Dünya Kalkınma Göstergeleri’nde (World Development Indicators) yer alan ve 2008 yılına ait kişi başına düşen gelir rakamlarına göre hesaplanmış eşik değeridir. 14 disiplin, daha önceki yıllarda üzerinde fazla durulmamış olan azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin iktisadi sorunlarını karşılamak üzere ortaya çıkmış, dünyanın diğer tarafında ise Batı ülkeleri, savaş sonrasında kendi içlerinde diplomasi ve müzakerelerle yeniden yapılanma ve kalkınma sürecine girmişlerdir. Azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin koşullarını inceleyen iktisatçıların, bu ilk yıllarda, bu ülkeler için en önemli amacı belirli bir büyüme hedefi sağlamak olurken, Batı ülkeleri ise kendilerine hedef olarak; ilk aşamada kendi yeniden yapılanmalarını sağlamayı, ardından da azgelişmiş ülkelerin mevcut ekonomik yapılarını geliştirerek, bunun dünya ekonomisi üzerinde olumlu etkiler yaratmasını seçmişlerdir. Bu bağlamda yapılan çalışmalar da savaştan sonra uluslararası ticaret ve sermaye hareketlerinin nasıl hızlandırılabileceği ve azgelişmiş ülkelerin buna nasıl katkı sağlayabilecekleri gibi konular üzerine olmuştur. Örneğin, Kalkınma iktisadının ünlü isimlerinden Ragnar Nurkse, 1953 yılında yayımlanan Problems of Capital Formation in Underdeveloped Countries adlı eserinde, yoksulluk kısırdöngüsü (the vicious circle of poverty) adını verdiği ünlü döngüden bahsetmekte ve görüşünü “bir ülke yoksul olduğu için yoksuldur” şeklinde açıklamaktadır (Nurkse, 1961 [1953], s. 4). Bu görüş, azgelişmiş ülkelerin, sürekli olarak bir kısırdöngü içinde olduğunu, düşük gelir ve tasarruf oranlarından dolayı neden-sonuç ilişkisine bağlı olarak, sonuçta başlangıç noktasına geri dönüşün olacağını ve gelişmenin mümkün olamayacağını savunmaktadır. Gerçekten de, azgelişmiş ülkelerde yeterli bir kalkınma hızını gerçekleştirebilmek için ulusal gelirin önemli bir payını yatırıma ayırmak gerekir. Yatırımların ana kaynağı, tasarruflar olduğuna göre, yüksek bir yatırım oranı tasarrufların artırılmasına bağlı olacaktır. Ancak gelişmekte olan (veya az gelişmiş) ülkelerde ulusal gelirin yetersiz olması nedeniyle, tasarruf oranları düşüktür. Tasarruf oranı düşük olduğundan yatırımlar artırılamamakta, dolayısıyla iktisadi verimlilik artırılamamakta ve sonuç olarak ulusal gelir düşük bir düzeyde kalmaya devam etmektedir (Seyidoğlu, 2007, s. 636). Yani düşük gelir düzeyiyle ifade edilen yoksulluk, başladığı noktaya gelmiş olacaktır. Đşte bu noktada, gelişmekte olan ülkelere, içine düştükleri bu kısırdöngüden kurtulma adına dış kaynaklara başvurma yolu, bir alternatif olarak önerilmektedir. Bu çerçevede Nurkse, gerek azgelişmiş ülkelere uluslararası kuruluşlar eliyle yapılacak yatırımların, gerekse bu yatırımlar sonucunda kalkınmaya başlayacak bu ülkelerden kaynaklanacak ithalat talebinin, Batı dünyasının yeni bir bunalıma girmesini önleyebileceğini savunmuştur. (Kaynak, 2007, s. 29). 15 Nurkse ile birlikte, Kalkınma Đktisadı olarak bilinecek yeni disiplinin öncüsü olarak tanınan P. Rosenstein-Rodan da 1943 yılında yazdığı Problems of Industrialization of Eastern and South-Eastern Europe adlı makalesiyle, Batı Avrupa ülkeleri dışındaki ülkeler üzerine çalışan ilk iktisatçı olmuştur ve makalesine, “sanayileşmenin, Doğu ve Güneydoğu Avrupa gibi dünyanın sıkıntılı bölgelerinde yalnızca o ülkeler için değil, dünyanın bütününün çıkarına olduğu” görüşünü savunmakla başlamıştır. Bu bölgelerin uluslararası yatırımlar olmadan, kendi kendilerine-yeterliği hedefleyerek sanayileşebileceklerini, ancak bunun bir takım dezavantajlarının olduğunu ifade eden Rosenstein-Rodan, diğer bir sanayileşme alternatifi olarak dünya ekonomisine uyum sağlamayı önermiş ve bu tip bir sanayileşmenin “bağımsız ekonomi” politikasına göre daha tercih edilebilir olduğunu ifade etmiştir (Rosenstein-Rodan, 1943, s. 202-203). Ayrıca aynı çalışmasında büyük itiş olarak bilinen ünlü kalkınma görüşünü de tanımlayan Rosenstein-Rodan, çalışmayan işçilerin topraklarından getirilip yalnızca bir sanayi sektöründe çalıştırılmasıyla değil, ücretlerini harcayabilecekleri mal sepetlerinin üretilebileceği farklı bütün sanayi sektörlerinde çalıştırılmalarının, dünya piyasasına en az rahatsızlığı vererek dünya çıktısında genişlemeye neden olacağını savunmuştur. Böylece, dünyanın sıkıntılı bölgelerinde sanayileşmenin hedefi, tarımsal olarak fazla nüfusa üretken istihdam olanakları sağlayarak dünya ekonomisinde yapısal bir denge meydana getirmek olacaktır (Rosenstein-Rodan, 1943, s. 206, 210). Diğer bir deyişle, Rosenstein-Rodan, 1943'teki çalışmasında, doğu Avrupa ülkeleri için büyük-ölçekli, dışsal olarak finanse edilmiş yatırımlar talep etmektedir. Bu dönemde, genelde kalkınma iktisatçılarının bütününün üzerinde durduğu gibi benzer hedefler, ülkelerin yoksulluk kısırdöngüsünden kurtulmaları için büyük bir itişe ihtiyaç duyduğu, bu çerçevede yabancı yardımlarla finansal boşluğun8 doldurulması ve 8 Evsey Domar'ın 1946 yılında yayımlanan Capital Expansion, Rate of Growth and Employment başlıklı çalışması, Kalkınma Đktisadı'nın öncü çalışmaları için büyük önem arz etmektedir: Çalışma uzun dönem büyümeden ziyade, ABD'deki kısa dönemli resesyonlar ve yatırımlar üzerine odaklanmaktaydı. Çalışmayı yaptıktan on bir yıl sonra Domar, uzun dönemli büyüme için modelinin anlamsız olacağını savunarak kendi modelini reddetse de, bu çalışması kalkınma iktisatçıları tarafından kullanılmaktan kurtulamadı. Modelin temel amacı ekonomiyi eksik istihdama ve enflasyona maruz bırakmadan yürütebilmekti. Kalkınma iktisatçıları, yoksul ülkelerde hedef büyüme oranının sağlanması için gereken yatırım oranını belirlemek için modeli uygulamaya başladı. Gereken yatırımlar ile ulusal tasarruflar arasındaki fark da finansal boşluğu oluşturdu. Hedeflenen büyümeye ulaşmak için, finansal boşluk da yabancı yardımlarla dolduruldu. Ancak bu, yatırımlar ve büyüme arasındaki uzun dönemli bir ilişkiden ziyade, yoksul ülkeler için yardım ve yatırımlar sayesinde kısa-dönemli büyüme sağlayacak bir modelin öyküsü halini aldı (Easterly, 1997, s. 2). Konu ile ilgili olarak bakınız; Easterly (1997) ve Domar (1946, 1957, s. 7-8). 16 kapsamlı bir planlama aracılığı ile tüm konularda harekete geçilmesi gerektiği gibi hedeflerden oluşmaktadır (Easterly, 2006, s. 293). 1930’lara kadar iktisadi araştırmanın esas odağının gelişmiş ülkeler üzerine olduğu belirtilmişti. 1939’da Colin Clark, A Critique of Russian Statistics adlı kantitatif çalışmasında, insanlığın büyük kısmının gelişmiş bir kapitalist sistemde yaşamadığını ortaya koymuştur. Yine de kalkınma çalışmalarında ilk aşamada asıl endişe Avrupa ülkeleri olmuştur. Rosenstein-Rodan’ın adı geçen çalışması ve Kurt Mandelbaum’un 1945 yılındaki The Industrialization of Backward Areas adlı çalışmasında olduğu gibi, ilgi halen güneydoğu Avrupa bölgeleri üzerinedir. Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerine yönelme, biraz daha zaman alacaktır. Elbette, bu ülkelerin sömürgelikten çıkarılması ve siyasi bağımsızlıklarına kavuşmaları bu yönelmede önemli bir etkendir (Ghosh, 2008, s. 3; Ranis, 2004a, s. 2). Kalkınma iktisadının savaş sonrasındaki ilk on yılında, bu disiplin iktisatçılarının üzerlerinde durdukları teoriler genelde; tüm ülkelerin bir Avrupa modelini takip etmeleri gerektiğini savunan modernizasyon teorileri ve yerli iktisadi büyümenin sağlanabilmesi için Güney ülkelerinin küresel ekonomiyle etkileşimini sınırlandırmalarını savunan yapısalcı teoriler üzerine odaklanmış ve bu çerçevede Kalkınma Đktisadı literatürüne önemli çalışmalar eklenmiştir. 1952 yılında yayımlanan The Mechanics of Economic Development adlı çalışmasında Hans Singer (1952)9, nüfus artış oranı ile büyüme arasındaki ilişkiyi incelemiş, bu çerçevede varsayıma dayanan bir sermaye-çıktı oranı ile Harrod-Domar modelini kullanarak, bir ülkenin %6 tasarruflar ve %1.25 oranında bir nüfus artış oranıyla durağan bir ekonomi olacağını savunmuştur. Ancak aşırı-basitleştirmeye dayalı Harrod-Domar modeli, düşük tasarruf oranlarına sahip ve aksine yüksek nüfus artış oranlarına sahip gelişmekte olan ülkeler için açıklayıcı olmaktan uzak kalmıştır. Bu ülkeler, durağanlığı sağlamak bir yana iktisadi olarak gerileme içerisine girmişlerdir (Sen, 1983a, s. 750). Bununla birlikte Arthur Lewis'in 1954 yılında yayımlanan Economic Development with Unlimited Supplies of Labor adlı çalışması da kalkınma literatüründe önemli bir yere sahiptir (Ranis, 2004b). Düalist bir ekonomi üzerine teorisini geliştiren Lewis (1954), kalkınmanın kâra-dayanmayan tarım sektöründe çalışan emek fazlasının kapitalist modern sektöre taşınmasıyla sağlanacağını öngörmüştür. Böylece, emek 9 Hans Singer, aynı zamanda Kalkınma literatüründe Singer-Prebisch tezi olarak da bilinen; ticaret hadlerinin uzun dönemde tarım ürünü ihraç eden gelişmekte olan ülkeler aleyhine ve sanayi ürünü ihraç eden gelişmiş ülkeler lehine değişeceğini savunan ünlü tezin fikir babalarındandır. 17 fazlasının çokluğu nedeniyle, modern sektördeki ücretlerin de, fazla emek içselleştirilinceye kadar artmayacağını savunmuştur. Aynı zamanda Arthur Lewis de, az gelişmiş ülkelerde gelirin çok düşük olmasından dolayı yüksek yoksulluk düzeylerindeki insanların oldukça az tasarruf ettiklerini, bu kısırdöngüden kurtulmanın da ancak yabancı yatırımlarla mümkün olacağını düşünmüştür (Willis, 2005, s. 42). Bu dönemde önemli bir diğer katkı da 1960 yılında yayımlanan The Stages of Economic Growth adlı çalışması ile W. W. Rostow'dan gelmiştir. Daha önce kalkınma üzerine çalışan iktisatçılardan ilham aldığı açık olan Rostow da kalkınma yolunda ülkeler için bazı aşamalar belirlemiştir. Rostow, genelde kalkınma yerine, büyüme üzerine odaklansa da, "daha gelişmiş" ve "az gelişmiş" ülkeler arasında bir ayrıma gittiğinden ve onun "iktisadi büyüme aşamaları", "daha gelişmişlik" durumuna doğru giden yolu ifade ettiğinden, çalışması kalkınma literatürü için önemlidir. Rostow'a göre kalkınmaya giden yol, i) geleneksel toplum, ii) kalkışa hazırlık, iii) kalkış aşaması, iv) olgunluk aşaması ve v) kitle tüketim çağı olmak üzere beş aşamadan geçmektedir ve kalkınma da, nüfusun büyük çoğunluğunun tüketici mallarına yüksek miktarlar harcayabildiği, ekonominin büyük oranda tarımsal-olmadığı ve kentleşmenin daha yoğun olduğu bir durum olarak ifade edilmiştir (Willis, 2005, s. 40). Rostow'un, -D. Hume'dan yararlandığı- düşüncesine göre yoksul ülkeler, geçiş dönemlerinde düşük ücret avantajı ve bir o kadar da halihazırda uygulamadıkları teknoloji birikimlerinden faydalanabilecekleri için, zengin ülkeleri yakalama kapasitesine sahiptirler (Rostow, 1990, s. 29). Ayrıca Rostow, kalkınmanın komünist değil, kapitalist bir ortamda meydana gelebileceğini savunmuştur. Kalkınmanın, Rostow tarafından modernlikle yoğun ilişkili olarak tanımlanması ve yoksul ülkeler tarafından bir yakalama stratejisini içermesi, onu modernizasyon teorilerinin en önemlilerinden biri yapar (Willis, 2005, s. 39-40). Sonuç olarak, 1950'li yıllarda kalkınmada temel konular; sanayileşme, hızlı sermaye birikimi, işsiz emeğin hareketliliği ve planlama ile iktisadi olarak aktif hükümet olurken, temel hedef de GSMH büyümesi olmuştur (Sen, 1983a, s. 746). Bu hedefin geliştirilmesi yolunda, genellikle sanayileşme politikaları ve yabancı yatırımlardan yararlanmaya yönelik politikalar önerilmiştir. Đnsanı henüz kalkınmada önemli bir aktör olarak görmeyen bu ilk dönem yaklaşımların, insana henüz "emek fazlası" olarak baktıkları açıkça görülmektedir. Kalkınma Đktisadı’nın ikinci on yılında, yine modernizasyon teorileri ve ayrıca Güney ülkelerinin Kuzey ülkelerinin sömürüsü nedeniyle yoksul olduğunu savunan 18 bağımlılık teorileri ön planda olmuştur. Yeni disipline olan yoğun ilgi, literatüre bir çok çalışmayla katkı yapılmasını sağlamıştır. Albert O. Hirschman (1958) ve Paul Streeten (1959), daha önceki kalkınma iktisatçılarının savunduğu dengeli büyüme düşüncesine karşı dengesiz büyüme yaklaşımını savunmuşlardır. Hirschman, bölgeler arasındaki eşitsizliklere değinmiş ve kalkınma sürecinde bazı bölgelerin diğerlerine oranla daha ileride olabileceğini ve bu dengesizliğin kalkınmayı kolaylaştıracağını savunmuştur. Hirschman'ı bu düşünceye iten, az gelişmiş ülkelerde piyasanın darlığı ve mali yetersizliklerin aynı anda pek çok sektöre yatırım yapılmasına imkan vermemesi olmuştur. Bu nedenle, Hirschman'a göre, bazı kilit sektörlere ağırlık verilerek yapılacak yatırımlar ve sağlanacak "kalkış" diğer sektörlerin gelişmesine de yol açacaktır (Acar, 2008, s. 105-106). Aynı fikirde olan bir diğer kalkınma iktisatçısı Streeten'e göre de, dengesizlik büyümeyi uyaracak, bu da yeni dengesizliklere ve ilave uyarıcılara rehberlik edecektir (Streeten, 1959, s. 190). Aynı dönemde S. Kuznets (1955), gelir eşitsizliği ve büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen Economic Growth and Income Inequality adlı çalışmasında uzun-dönemli iktisadi kalkınma yöntemlerini incelemiştir. Buna göre de ülkeler geliştikçe, bu ülkelerdeki gelir eşitsizliğinin önce yükselip zirve yapacağını, ancak belirli gelişmişlik düzeylerine ulaştıktan sonra bu eşitsizliğin azalacağını savunmuş, bunu da karşılaştırmalı ülke ve zaman serisi analizleriyle belgelemiştir. Eşitsizliğin azalması konusunda yapılan çalışmalar arasında, yeni dönem çalışmalardan Acemoğlu ve Robinson'un çalışması, gelir eşitsizliğindeki bu azalan kısmı, politik reformlara ve ardından gelen etkilere bağlamaktadır. Ne var ki, politik reformlara da, eğrinin artan kısmında yaşanan sosyal gerginlik ve politik istikrarsızlıkların sebep olduğunu ifade etmekte, ancak ampirik sonuçların da gösterdiği gibi, böyle bir eğrinin tüm kalkınma örüntülerini açıklamada yetersiz kalacağını belirtmektedirler. Bu çerçevede de kalkınmanın bir Kuznets eğrisine sebep olmayacağını öngören bir politik ekonomi modeli önermektedirler (Acemoğlu ve Robinson, 2002, s. 183, 199). Diğer yandan, Kuznets'in aynı çalışmasında kişisel gelir dağılımı için insanoğlunun; üretici, tüketici ve tasarruf edici olarak, tepki ve davranış örüntülerinin anlaşılmasının önemli bir başlangıç noktası olduğunu ifade etmesi (Kuznets, 1955, s. 27), insanın, bu dönem iktisatçıları tarafından iktisadi analizlere dahil edilmesi çabasına yol açmıştır. Bu çerçevede "insan sermayesine yatırım" düşüncesi ön plana çıkmıştır. Öyle ki, Mincer (1958) ve Schultz (1961)’un bu dönemde insan sermayesi üzerine çalışmaları önemlidir. Öyle ki Schultz (1961, s. 16), bir iktisadi sistemin en ayırt edici özelliğinin insan sermayesinde sağlanan 19 büyüme olduğunu, bu nedenle insanın bilgi ve becerisini artırmak için yapılan yatırımların önemli olduğunu ifade etmektedir. Tablo 1 1950'den Neoliberal Politikalara Kadar (1980) Kalkınma Đktisadının Evrimi Hedefler Teoriler Politika ve Stratejiler Veri Sistemleri Öncü Đsimler / Çalışmalar 1950’ler - GSMH büyümesi - Büyük itiş - Kalkınmanın aşamaları - Kritik minimum çaba tezi - Toplam yatırım ölçütleri - Đthal ikamesi - Sanayileşme - Kentsel sektöre verilen önem eşliğinde ek sosyal sabit sermaye ve altyapı yatırımları - Milli gelir hesapları 1960’lar - GSMH büyümesi - Ödemeler dengesi - Đstihdam - GSMH büyümesi - Đstihdam - Gelir dağılımı - Yoksulluğun giderilmesi (örn. temel ihtiyaçlar) - Dış denge - Đnce ayar ve uygun fiyatlar - Tarım ve sanayi arasında “dengeli büyüme” - Đhracata teşvik - Dış yardım - Bölgesel entegrasyon - Mali reformlar - Sektörel planlar -Trickle-down hipotezi - Entegre kırsal kalkınma - Kapsamlı istihdam stratejileri - “Büyüme ile yeniden dağıtım” - “Temel ihtiyaçlar” - Reform (varlıkların yeniden dağıtımı) - Radikaltoplumcu - Trickle-down hipotezinin reddi - Milli gelir hesapları - Girdi-çıktı - Đstihdam sayımları - Sosyal Ulusal Hesaplar (SUH) 1970’ler - Ekonomik düalizm - Dengeli büyümeye karşı dengesiz büyüme - Sektörler arası bağlantılar - Đnsani sermaye - Üretim tekniği seçimi - Büyüme örüntü ve biçimleri - Tarımın rolü - Kayıt dışı sektörün rolü - Kır-kent göçü - Uygun teknoloji - Çıktı, istihdam, gelir dağılımı ve yoksulluk arasındaki ilişki ve ödünleşme - Sosyoekonomik yatırım kriterleri - Azgelişmişlik teorisi - Bağımlılık teorisi -NeoMalthusyen teoriler - P. RosensteinRodan (1943) - K. Mandelbaum (1945) - H. Singer (1952) - R. Nurkse (1953) - A. Lewis (1954) - W.W. Rostow (1952, 1956, 1960) -H. Leibenstein (1957) - J. H. Boeke (1953) - S. Kuznets (1955) - G. Myrdal (1957) - A. O. Hirschman (1958) - J. Mincer (1958) - P. Streeten (1959) - H. B. Chenery (1960) - T. Schultz (1961) - R. Prebisch (1962) - A. Gerschenkron (1962) -E. Thorbecke (1969) - A. G. Frank (1966) - J. Harris ve M. P. Todaro (1970) - A. Foster-Carter (1973) - J. Bhagwati (1978) - P. Streeten ve S. J. Burki (1978) - Milli gelir hesapları - Girdi-çıktı (sektör içi ve sektörler arası) - Đstihdam sayımları - Hane halkı anketleri - Entegre kırsal anketler - Kayıt dışı sektör anketleri - Demografik veriler Kaynak: Thorbecke (2009), Willis (2005), Ranis (2004a), Todaro ve Smith (2009) ve Şenses (2003). Daha sonraki çalışmalarla desteklenecek olan insan sermayesi literatürü, özellikle 1980'li yılların sonunda içsel büyüme modelleriyle, insan sermayesinin bir üretim faktörü sayılmasıyla birlikte yeni bir boyut kazanmış olacaktır. Bu dönemde, 20 insan sermayesinin ekonomik büyümeyi hızlandırarak iktisadi kalkınmaya yol açmasının, insana yapılan yatırımların da artmasını sağlamış olduğu söylenebilir (Dura vd., 2004, s. 14). Ancak, hazin olan insanın bu analizlerde bir sermaye olarak görülmesidir. Öyle ki, ilerleyen bölümlerde anlatılacak olan insani gelişme yaklaşımının reddettiği görüş de budur. Đnsanı yalnızca, büyüme için bir araç olarak görmek ve sonuç olarak sırf büyümeye ulaşmak için, ona yatırım yapmak düşüncesi, etik olmaktan oldukça uzak görünmektedir. Bu nedenle, her ne kadar bu dönem kalkınma düşüncesine insan faktörünün eklendiği görülse de, bu modellerin insanı yalnızca "sermaye" olarak gördüğü söylenebilir. Dönemin diğer önemli çalışmaları, Tablo 1.'de de gösterildiği üzere, özellikle H. B. Chenery (1960)’nin büyüme örüntü ve biçimleri üzerine çalışması ve E. Thorbecke (1969)’nin iktisadi kalkınmada geçimlik tarımın, kaynak tedarikçisi olarak kendi rolünü en iyi şekilde ancak pasif bir sektör olarak görülerek değil, sanayi ile eşit ve aktif bir ortak olarak görüldüğünde oynayabileceğini savunduğu çalışmasıdır (Thorbecke, 2009, s. 132). Yirminci yüzyılın ortalarında, II. Dünya savaşı sonrasında dikkatlerini Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın azgelişmiş ülkelerine yönelten iktisatçılar, bu ülkelerin o kadar da karmaşık olmadıklarına inanmışlardır. Öyle ki, kişi başına milli gelir yeterince yükseltilebilse sorunlarının çözüleceğini düşünmüşlerdir. Bu yıllarda, bu ülkelerin ilerlemesinin sorunsuz ve doğrusal olacağını varsayan bu iktisatçılar, her şeyin önüne geçen yoksulluk sorunları veriyken azgelişmiş ülkelerin kurulmuş oyuncaklar gibi işlemesini, çeşitli kalkınma aşamalarından sorunsuz ilerlemelerini beklemişlerdir. Yani bu ülkeler, sadece çıkarları olan ama tutkuları olmayan ülkeler olarak algılanmıştır. Ancak ne yazık ki tarihsel kanıtlar, iktisatçıların bu konuda yanılmış olduklarını ortaya koymuştur (Hirschman, 2003, s. 51). Geleneksel kalkınma görüşü, açık olarak ifade edildiği gibi GSMH’da sürdürülebilir bir yıllık artışın sağlanmasına dayanır. Öyle ki disiplinin ilk yıllarında kalkınma iktisatçıları da kendilerine hedef olarak GSMH’da rakamsal bir büyüme gerçekleştirmeyi seçmişlerdir. Ancak 1950’lerin ve 1960’ların deneyimleri; çoğu gelişmekte olan ülkenin iktisadi büyüme hedeflerine ulaşmalarına rağmen insanların yaşam düzeylerinin çoğu yönden aynı kalındığı görülünce, kalkınmanın bu dar tanımında bir şeylerin yanlış olduğunun anlaşılmasına önayak olmuştur. Böylece 1970’ler boyunca iktisadi kalkınma; yoksulluğun azaltılması veya ortadan kaldırılması, eşitsizlik ve büyüyen bir ekonomide işsizlik gibi kavramlarla yeniden tanımlanmıştır. 21 Sonuçta da, “büyümeden ayrışma” ortak slogan haline gelmiştir (Todaro ve Smith, 2009, s. 15). Öyle ki, 1970'lerin ortasına gelindiğinde, çok yönlü ve baskın bir hedef olarak GSMH, elbette tamamen ve her yerde değil ama genel olarak tahtından indirilmiştir. Sonuçta kalkınmanın anlamı da, olması gerektiği gibi, eş zamanlı olarak büyüme ve yoksulluğun giderilmesi hedefleriyle ilgili bir süreç olarak değişmiştir (Thorbecke, 2009, s. 138). 1970’li yıllarda Dünya Bankası da o zamana kadar uygulanan ve hızlı sermaye birikimine ve sanayileşmeye dayalı büyüme modelinin gelir dağılımını bozduğu ve yoksulluk sorununa kalıcı bir çözüm bulunamadığı gerekçesiyle yoksulluk konusunu gündemine almış ve yoksulluğun giderilmesi için yoksulların beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel gereksinmelerinin karşılanmasını hedefleyen temel ihtiyaçlar yaklaşımını10 ortaya atmıştır (Şenses, 2009a, s. 39). Özellikle yoksul ülkeler üzerine odaklanan bu yaklaşım, ana hatlarıyla "tüm insanoğluna eksiksiz bir hayat yaşayabilmeleri için bir fırsat sağlanmasını" öngörmektedir (Alkire, 2002a, s. 168). Ancak Sen, her ne kadar bu yaklaşımın, GSMH ve büyüme göstergeleri ile mücadelede olumlu bir rol oynadığına inansa da, onu derin temellere dayanan bir yaklaşım olarak görmenin bir hata olacağını belirtmiş ve diğer felsefi temelleri olan yaklaşımlardan destek alması gerektiğini savunmuştur (Sen, 1987a, s. 25-26). Bununla birlikte, Reader (2006, s. 339-341) de, tarihten ve analitik felsefeden olmak üzere iki örnekle, aslında temel ihtiyaçlar yaklaşımının oldukça zengin felsefi temellere dayandırılabileceğini savunur. Ancak ne yazık ki, 1982 borç kriziyle birlikte gelişmekte olan ülkeler, daha yoğun olarak istikrar ve uyum politikalarına yönelmiş, böylece bu yaklaşım da gereken bu desteği almaktan yoksun kalmıştır. Sonuç olarak da, meta-fetişizmine dayanması, özgürlüğe yetersiz önem vermesi, insanlar adına pasif bir durum içermesi ve felsefi yetersizliği gibi nedenlere dayandırılarak, temel ihtiyaçlar yaklaşımı, kapasite yaklaşımı daha fazla ön plana çıkıncaya kadar yoğun eleştirilere maruz kalmaktan kurtulamamıştır. Buna rağmen, yoksul insanlara yönelik bir politika önerisi olarak temel ihtiyaçlar yaklaşımının, insani gelişme yaklaşımının ortaya çıkmasında önemli bir yeri olduğunu ifade etmek pek de yanlış olmayacaktır. 10 Temel ihtiyaçlar yaklaşımı öncelikle 1976'da bir Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) konferansında tartışılmış, ardından Dünya Bankası konuyu gündemine almıştır (Stewart, 2006, s. 14). Bu yaklaşımın, i) yeterli gıda, barınak ve giyim gibi bir ailenin özel tüketimi için belirli asgari gereksinimleri, ve ii) temiz içme suyu, kanalizasyon, sağlık ve eğitim olanakları gibi genellikle toplum tarafından ve toplum için sağlanan temel hizmetleri, içerdiği ifade edilmektedir (Thorbecke, 2009, s. 141). Konu ile ilgili olarak bakınız; Streeten ve Burki (1978), Streeten vd. (1981), Alkire (2002a) ve Stewart (2006). 22 2.2.4. Kalkınma Đktisadı’nda Neoliberal Politikaların Ortaya Çıkışı II. Dünya Savaşı sonrası kalkınma teorileri, genel olarak ulusal düzeyde hükümet müdahalesini, uluslararası boyutta ise yabancı desteği öngören Keynesyen yaklaşımdan esinlenerek oluşturulmuştur (Willis, 2005, s. 47). Bu çerçevede de hem yapısal sorunların hem de koordinasyon başarısızlıklarının çaresine bakmak için ulusal düzeyde hükümetin aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini öngörmüşlerdir (Adelman, 1999b, s. 4). Ancak, uluslararası düzeyde yardımlara dayanan politika, dönemler arası farklılık göstermiştir. Gelişmekte olan ülkelerin ana finansman kaynağı 1950'lerde ve 1960'larda yardımlar ile doğrudan yabancı yatırımlar ve kısmen de sanayileşmiş ülke hükümetlerinden tavizli koşullarla alınan borçlar olurken, özellikle 1970'lerde petrol krizinin patlak vermesiyle gelişmekte olan ülkelerin ana finansman kaynağı özel uluslararası bankalar haline gelmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin borç stokunun artması ve borçlarının çevrilemez hale gelmesiyle -ve özel uluslararası bankaların verdikleri borçlardan taviz vermemeleriyle- bu ülkeler 1982 yılında dış borç krizine sürüklenmiştir (Gibson ve Tsakalatos, 2003, s. 182). Borç krizi de birçok gelişmekte olan ülkeyi IMF ve Dünya Bankası güdümünde istikrar ve yapısal uyum programları uygulamak zorunda bırakmış ve bu kuruluşlara hakim olan dışa dönük ve serbest piyasa ağırlıklı bakış açıları bu ülkelerin ekonomi politikalarının belirlenmesine yol açmıştır. IMF, 1-3 yıllık istikrar programlarıyla kısa dönem istikrarın sağlanması konusunda şartlılık uygularken, Dünya Bankası da, aynı dönemde şartlılık kriterlerini, yapısal uyum kredileri aracılığıyla, dış ticaret ve finans piyasalarında serbestleşme, özelleştirme ve devletin rolünün küçültülmesi, göreli faktör fiyat yapısındaki bozuklukların giderilmesi gibi temel alanlarda önemli orta ve uzun dönem etkileri olabilecek yapısal uyum yönergesine oturtmuşlardır (Şenses, 2003, s. 16, 113). Diğer bir deyişle tipik bir yapısal uyum paketi, devalüasyon, yapay fiyat bozuklukların giderilmesi, dış ticaretin serbestleştirilmesi ve sektör düzeyinde kurumsal değişimden oluşmuştur. Yapısal uyum stratejilerinin tamamlayıcı unsurları da dışa dönüklük, piyasalara güven ve devletin rolünün asgariye indirilmesini içermiştir (Thorbecke, 2009, s. 148). 1980'ler iktisadi kalkınma yolunda krizlerin, ağır problemlerin ve gerilemelerin olduğu yıllardır. Gelişmekte olan ülkelerin borç problemi, uyum ve istikrar politikaları döneminin esas endişeleridir. Bu konuya yoğunlaşan iktisatçılar tarafından, yoksullar bu dönemde ya unutulmuştur, ya da yoksulların sayılarını azaltmak yerine, herhangi bir sayı artışından korunmanın yolları aranmıştır (Streeten, 2005, s. 99). Yine de bu 23 dönemde yoksulluk konusu üzerine katkılar, Sen (1981, 1983b, 1985a) ve Foster vd. (1984)'den gelmiştir. Bu çerçevede, Sen (1979a, s. 285), öncelikli olarak kimlerin yoksul olarak tanımlanacağının belirlenmesini, bu çerçevede yoksulluğa özgü karakteristikleri belirleyerek bir yoksulluk ölçümü yapılabileceğini savunmuş, ilerleyen dönemlerde de kapasite yaklaşımını iyiden iyiye temellendirmiştir (Sen, 1983b, s. 167). Yoksulluğu düşük gelir düzeyinden çok temel kapasitelerden yoksunluk olarak düşünen Sen11, gelir ve serveti azami düzeye çıkarmanın temel hedef olarak belirlenmesinin yeterli olmadığını, kalkınmanın daha çok yaşam standardını yükseltmek ve yararlanılan özgürlüklerin geliştirilmesi ile ilgili olması gerektiğini savunmuş ve seçme özgürlüğünün refah (well-being)12 için önemli olduğunu vurgulamıştır (Sen, 2004, s. 29-36). Aynı dönemde, birey tercihlerinde mantıksal gerekçe olarak faydayı benimseyen faydacı yaklaşıma ve "refahçı" görüşe karşı alternatif bir yaklaşım öne süren Sen, insanların malları, karakteristik özellikleri ve karşıladıkları ihtiyaçlara göre değerlendirdiğini düşünmüştür. Ancak bunun ötesine giderek, malları tüketmenin sonuçlarının, tüketicinin de karakteristiklerine ve üyesi olduğu toplumun özelliklerine de bağlı olduğunu ifade etmiştir. Yaşam standartları, kişinin iyi beslendiği, sağlıklı ve bilgili olduğu, kendine saygı duyduğu, toplum hayatına katılım gösterdiği ve değer verdiği bir hayatı yaşayabilme kapasitesine göre değerlendirilmelidir (Streeten, 2005, s. 100). Diğer taraftan aynı dönemde insan sermayesi (veya beşeri sermaye) literatürüne de bir takım katkılar yapılmıştır. Lucas (1988) ve Romer (1989)'in sanayi devriminden beri belirli bir büyüklükte kişi başına gelir artışının nedenini dışsal (modelde açıklanamayan) teknolojik gelişmede aramak yerine, iktisadi sistemin bütünü içerisinde içsel olarak düşünülmesi gerektiğini savunan içsel büyüme modellerinde gösterir (Romer, 1994, s. 3). Öyle ki, büyüme modeline insan sermayesi birikimini ekleyen Lucas (1988, s. 39), iktisadi sistem içerisinde fiziksel ve insani olmak üzere iki sermaye olduğunu belirtmiş, bu çerçevede insan sermayesinin hem emeğin hem de fiziksel sermayenin verimliliğini artıracağını ifade etmiş ve insani sermayeyi fiziki sermaye gibi bir üretim faktörü olarak görmüştür. 11 Belirtilmelidir ki, yoksulluğun giderilmesi de, kendi içinde bir son değildir. Daha iyi bir şey için atılmış bir adımdır: Bu daha iyi bir şey ise insani gelişmedir; insan tercihlerinin artırılması ve insan kapasitelerinin güçlendirilmesidir (Jolly, 2005, s. 112). Bununla birlikte, insani gelişme yoksulluğun azaltılmasına elbette öncelik tanımalıdır, ancak -temel ihtiyaçlar yaklaşımının aksine- yoksul olmayana da bir şeyler sunmalıdır: herkes için refahın artırılması hakkında olmalıdır (Kaul, 2005, s. 91). 12 Amartya Sen'in, kişinin kapasiteleri ile ulaşmaya çalıştığı "sonuç" olarak gördüğü "well-being" ifadesi, en üst düzeyde bir iyi olma durumunu ifade eder. Tam olarak karşılayamasa da, tez içerisinde bundan sonra "refah" kelimesiyle ifade edilecektir. 24 Tablo 2 1980'den Bugüne Kalkınma Đktisadının Evrimi Hedefler Teoriler Politika ve Stratejiler Veri Sistemleri Öncü Đsimler 1980’ler - Đstikrar - Dış denge (ödemeler dengesi) - Đç (bütçe ve parasal) denge - Yapısal uyum - Verimlilik / etkinlik - Sürdürülebilir kalkınma - Endojen büyüme - Büyüme ve dış ticaret arasındaki bağlantı - Đnsan sermayesi ve teknoloji transferi arasındaki ilişki - Yeni kurumsal iktisat ve kurumların rolü - Đç içe geçen faktör piyasaları - Sosyal Hesaplar Matrisi ve 1970 yılına ait diğer tüm veriler - Kapsamlı, ayrıntılandırılmış ve büyük ölçekli hanehalkı gelir / harcama anketleri 1990’lar - Uyumun devamı - Đyi yönetişim ve kurumların kurulması - Yoksulluğun giderilmesinin bir hedef olarak yeniden güç kazanması - Asya finansal krizinin etkilerinin hafifletilmesi - Küresel kapitalizmin sınırlanması, liberalizasyon ve deregülasyon - Đnsani yüzlü yapısal uyum - Kalkınma patikasına bağlı olmada ve politikaların içselliğinde kurumların rolü - Piyasaların ve devletlerin rolü - Yolsuzluk ekonomisi - Đnsani sermayeyi tamamlayan sosyal sermaye - Post-kalkınma - A. Krueger (1978) - P. Bardhan (1980) - A. Sen (1981) - P. Krugman (1981) - K. Derviş vd. (1982) - J. Foster vd. (1984) - Oliver E. Williamson (1985) -J. Griffin (1986) - D. Lal ve S. Rajaptirana (1987) - R. Lucas (1988) - P. Romer (1989) - G. A. Cornia vd. (1987) - J. Coleman (1988) - D. C. North (1990) - T. Persson ve G. Tabellini (1990) - J. Wiliamson (1990) - UNDP (1990) - A. Escobar (1992) - P. Dasgupta (1993) - P. Krugman (1991, 1994) - D. Rodrik (1996) - S. Radelet ve J. Sachs (1998) - A. Sen (1992, 1999a) - P. R. Agenor vd. (1999) 2000’ler - Washington Mutabakatı'nda değişiklik yapılması ve sorgulanması dışında 1990 yılıyla aynı hedefler - Đnsani gelişme - Yoksulluk ve eşitsizliğin azaltılması - Milenyum Kalkınma Hedefleri - Kalkınmanın siyasal iktisadı ve kurumların rolü - Büyümeeşitsizlik ve yoksulluk bağlantısı - Çok boyutlu yoksulluk - Çoklu denge - Đstikrar ve yapısal uyum - Dışa açık yaklaşımlar - Piyasalara güven / piyasa ağırlıklı yaklaşım - Özelleştirme - Devletin rolünün en aza indirgenmesi - Neoklasik fayda yaklaşımına karşı eleştiriler - Đstikrar ve yapısal uyum - Dışa yönelim - Piyasalara güven/ serbest piyasa ağırlıklı politikalar - Asya mucizesinin başarı unsurlarının diğer GOÜ'lere yaygınlaştırılması - Yoksulluğun giderilmesi ve sosyo-ekonomik refahın artırılması - Finansal krizin ardından uygun kontrol ve düzenlemeler - Kalkınma stratejisi olarak küreselleşme - Yoksul yanlısı büyüme odaklı kalkınma stratejisi anlayışı - Sosyal Hesaplar Matrisi ve 1970 yılına ait diğer tüm veriler - Kapsamlı ve büyük ölçekli bölümlere ayrılmış hanehalkı gelir/ harcama anketleri - Çok yıllık anketler (öznel yoksulluk hedeflerini de içeren) - Demografik anketler ve sağlık anketleri - 1990 yılına ait tüm veriler - Daha fazla mikro ve panel veri kaynakları - Veri bankaları - M. Qizilbash (1996) - J. Stiglitz (1998, 2001) - M. Nussbaum (2000) - G. Ranis vd. (2000) - D. Acemoğlu vd. (2001) - F. Bourguignon ve S. Chakravarty (2003) - K. Basu ve R. Kanbur (2009) Kaynak: Thorbecke (2009), Willis (2005), Ranis (2004a), Todaro ve Smith (2009) ve Şenses (2003). Ancak, insan sermayesi birikimi gibi teoriler, daha önce de ifade edildiği gibi, genelde insanları, büyüme hedefinde bir araç olarak görmekten kurtulamamıştır. Çünkü, 25 insan sermayesi birikimi, üretim olanaklarını çoğaltan ajanlara yönelirken, insan kapasitelerinin genişletilmesi düşüncesi, sahip olunan bağımsız tercihlerin geliştirilmesiyle birlikte insanların yaşamlarını sürdürebilme yeteneğini içerir ve odak noktasına ve kalkınmanın sonucuna da haliyle insanı alır. Öyle ki, kapasite düşüncesi, daha geniş çerçevede, yalnızca bir araç olarak iktisadi üretimin sağlanmasını değil aynı zamanda sosyal kalkınmayı da içerir (Sen, 2005a, s. 35-37). Kalkınma düşüncesinde bu ayrım önemlidir. Çünkü aslında, insani gelişme yaklaşımı da neoliberal yaklaşım da birey için tercih özgürlüğünün ve kalkınmada tercihlerin genişletilmesinin esas unsur olduğunun üzerinde dururken, insani gelişmenin asıl hedefi, insanın fırsat ve kapasitelerinin artırılmasıyla, onun kalkınmaya dahil edilmesidir ve bu süreçte insanı sonuç olarak görür. Aksine, neoliberal düşüncenin hedefi iktisadi refahın maksimizasyonudur. Vurgu, piyasalar ve piyasaların işlevliliğine, dolayısıyla kalkınmanın sonuçlarından ziyade araçlarınadır (Jolly, 2005, s. 108). Kalkınma literatürüne 1980'li yılların ortalarından itibaren eklenen yoksulluk literatürü, 1990'lı yılların başında, insani gelişme düşüncesinin kalkınmaya eklenmesine ve de yoğun ilgi ile karşılanmasına neden olmuştur. Đçinde bulunduğumuz on yılda da yoksulluğun ve eşitsizliğin azaltılması ve Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDGs) gibi hedeflerle etkisini sürdüren bu yazın ve bu dönemin önemli hedef ve teorileri Tablo 2. yardımıyla incelenebilir. Sonuç olarak, gelişen dünyanın heterojenliği ve kalkınma sürecinin karmaşıklığı nedeniyle, kalkınma iktisadının içeriği eklektik olmalıdır. Hem geleneksel iktisadi analizin kavram ve teorilerini, hem de Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinin tarihi ve günümüz kalkınma deneyimlerinden türetilecek yeni modelleri ve çok-disiplinli yaklaşımları içermelidir (Todaro ve Smith, 2009, s. 8). Dolayısıyla aşağıdaki bölümde, öncelikle çok-disiplinli yaklaşımlardan biri olan insani gelişme yaklaşımı ve bu yaklaşımın temelleri incelenecektir. 2.2.5. Kapasite Yaklaşımı ve Kapasitelerin Genişletilmesi Olarak Đnsani Gelişme Kalkınma sürecinde insan refahını anlamaya çalışırken, gelirin oldukça önemli bir etkiye sahip olduğu, ama yalnızca gelir çözümlemesiyle yetinilmemesi gerektiği düşüncesinin kabul edilmesi gerekir. Bununla ilgili olarak öncelikle Rawls (1971)'ın klasik 'birincil mallar' (primary goods) çözümlemesi önemlidir. Bu düşünce, insanların ayrı ayrı amaçlarından bağımsız olarak ihtiyaç duydukları kaynaklara ilişkin daha geniş 26 bir görünüm sunar; bu anlayış, geliri, ama aynı zamanda diğer genel amaçlı 'araçları' içerir. Birincil mallar, herhangi bir kişinin kendi amaçlarına ulaşmasına yardımcı olan genel amaçlı bir araçtır ve hakları, özgürlükleri ve fırsatları, gelir ve serveti ve özsaygının toplumsal temellerini içerir (Sen, 2004, s. 101). Ancak Sen (1979b, s. 215)'e göre, Rawls'ın bu çözümlemesi, bazı problemleri içerisinde barındırır. Buna göre, Rawls'ın çözümlemesindeki gibi, eğer insanlar temel olarak oldukça benzerlerse, çıkarın değerlendirilmesi adına oluşturulacak bir birincil mallar endeksi oldukça yararlı olabilir. Ne var ki gerçekte insanlar, sağlık, uzun ömürlülük, iklim koşulları, yaşanılan yer, iş koşulları, mizaç ve hatta -yiyecek ve giyim ihtiyaçlarıyla ilgili olarak- vücut ölçüleri bakımından farklılıklar gösterirler. Dolayısıyla, çıkarı yalnızca birincil mallar açısından değerlendirmek, kısmen gerçekleri göremeyen bir ahlak anlayışına neden olur. Amartya Sen, 1979'da, Rawlscı eşitlik ve faydacı yaklaşımın birleştirilmesi ile eşitlik üzerine yeni ve yeterli bir teorinin oluşturulup oluşturulamayacağını sorgular13. Yeni bir yorum adına da daha önceki yaklaşımların eksik bıraktığı çerçevenin bir insanın bazı temel şeyleri yapmaya muktedir olduğu 'temel kapasiteleri' (basic capabilities) olduğunu ortaya koyar (Sen, 1979b, s. 218). Böylece Rawls'ın birincil mallar düşüncesindeki mallara odaklanma düşüncesinden -aynı zamanda mal fetişizminden de- uzaklaşılır. Çünkü malların karakteristiği bir kişinin bundan nasıl yararlanacağını göstermekten uzaktır. Dolayısıyla Sen'in düşüncesine göre artık kişinin işlevliliklerine (functionings) bakmak gerekir. Böylece insanoğlunun bu mallardan nasıl yararlanacağı üzerine odaklanılmış olunur (Sen, 1999b, s. 6). Kapasite yaklaşımının Rawls'ın düşüncesi ile bağlantısı daha yeni olmakla birlikte, yaklaşımın çok eskiye dayanan bağlantıları da bulunmaktadır. Amartya Sen, kapasite yaklaşımını oluştururken, Adam Smith'in 'ihtiyaçlar' (necessities) ve yaşam koşulları üzerine analizinden ve Karl Marx'ın insanın özgürlüğüne ve serbest bırakılmasına ilişkin yaptığı vurgudan yararlanarak kavramın altyapısını oluşturmuştur (Clark, 2006, s. 32). Ancak yaklaşım, esas altyapısını ve kavramsal bağlantısını Aristo'nun siyasal bölüşüme ilişkin analizinde ortaya koyduğu eudaimonia (insan gelişimi/human flourishing) kavramında bulmuştur (Sen, 1993, s. 46). 13 Eşitlik düşüncesi üzerine, 1979'da Stanford University'de yaptığı Equality of What? başlıklı bahsi geçen konuşmasında Sen, ne tek başına faydacı, toplam fayda ve Rawlscı eşitlik düşüncelerinin yeterli oldukları, ne de bu düşüncelerin bir birleşiminin yeterli olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu açığın temel kapasiteler yaklaşımı ile kapatılabileceği, aynı zamanda bunun fayda ve birincil malların ötesinde ahlaki olarak uygun bir yaklaşım olduğu sonucuna ulaşmıştır (Sen, 1979b, s. 220). Ancak Sen, 'nasıl bir eşitlik' sorusuna cevap ararken ulaştığı bu yaklaşımı yalnızca eşitlik kavramıyla sınırlandırılmaması gerektiğini de ilerleyen yıllarda belirtmiştir (Sen, 1993, s. 49-50). 27 Đktisadi kalkınma süreci, insanların tercihlerinin yanında, kapasitelerinin (capabilities) de genişletilmesi süreci olarak görülmelidir. Geleneksel kalkınma anlayışının en önemli eksikliği de zaten insanların yetkilendirilmesine (entitlements) ve bu yetkilerin doğurduğu kapasitelere odaklanmasından ziyade toplam gelir veya milli hasıla gibi konulara odaklanmış olmasından kaynaklanır (Sen, 1983a, s. 754-755). Kapasite yaklaşımının en önemli özelliği olan, insanların kapasitelerine göre ne yapmaya ve ne olmaya muktedir olduklarına odaklanması düşüncesi, insanların arzutatminine odaklanan felsefi yaklaşımlara veya gelir, harcama, tüketim, temel ihtiyaçların karşılanmasına odaklanan teorik ve pratik yaklaşımlara ters düşer. Kalkınma politikalarının tercihinde insanların kapasitelerine odaklanılması, derin bir teorik farklılaşma arz eder. Bu yönüyle de, neoliberal ve faydacı politika reçetelerine kıyasla oldukça farklı politikalar ortaya koyar (Robeyns, 2003a, s. 5). Yani insan refahı tek başına gelirle veya geleneksel olarak ifade edilirse fayda ile ölçülemez. Sorun insanın neye sahip olduğu değil, -kapasitesini gösteren- ne olduğu/olabileceği veya ne yaptığı/yapabileceğidir. Refah için önemli olan, -fayda yaklaşımındaki gibi- tüketilen malların karakteristiği değildir. Sorun tüketicinin onu nasıl kullandığıdır. Örneğin, bir kitabın okuma-yazma bilmeyen biri için çok az değeri vardır. Öyleyse insan refahını ve yoksulluğu anlayabilmek için malları sahip olunabilirliklerinin ötesinde ve Sen'in işlevlilik (functioning) dediği, malların kullanımı açısından düşünmek gerekir. Đşlevlilik malların verili karakteristikleriyle bir kişinin ne yapabileceğidir (Todaro ve Smith, 2009, s. 16). Bir kişinin kapasitesi de bu kişinin erişebileceği alternatif işlevliliklerin bir birleşimini yansıtır (Sen, 1993, s. 31). Kapasite yaklaşımı, işlevli hale getirilebilen kapasitelerin yaşam kalitesini değerlendirmesine yardımcı olmuş olur (Sen, 2005b, s. 4). Sen (1999b)'e göre, kapasite yaklaşımı, “kişinin farklı işlevlilik vektörlerine sahip olma ve buna ilişkin refah (well-being) erişimlerinden yararlanma kapasitesini” refahın en iyi göstergesi olarak görür. Đşlevlilik, "olma" ve "yapma" durumları gibi, bir kişinin kazanımlarını ifade ederken, metalar, bu işlevliliklere erişmek için kullanılır. Öyleyse; ݔ , i kişisi tarafından sahip olunan metaların vektörü, c (.), bir meta vektörünü, bu metaların karakteristiklerinin vektörüne çeviren fonksiyon14, 14 Meta ve işlevlilik ayrımı üzerine, Sen (1999b)'in kitabında verdiği bisiklet kullanma ile bisiklete sahip olma örneği ele alınırsa; bir bisiklet (ݔ ), taşıt olarak düşünüldüğünde (c karakteristiği), kişi -kapasitesine bağlı olarak (ܳ )- ya bisikleti kullanabilecek, ya da kullanamayacaktır. 28 ݂ (.), i kişisinin bireysel "yararlanma (utilization) fonksiyonu", ܨ , biri i kişisinin gerçekte seçebileceği olmak üzere, ݂ fonksiyonları seti, Eğer kişi, ݂ (.) yararlanma fonksiyonunu seçerse, ݔ meta vektörüyle, erişilen işlevlilik fonksiyonu, ܾ vektörü ile; ܾ = ݂ (c (ݔ )) olur. Eğer kişinin meta tercihleri vektörü, ܺ seti ile kısıtlanırsa, o zaman kişinin en uygun işlevlilik vektörü ܳ (ܺ ) seti ile tanımlanır: ܳ (ܺ ) = [ܾ |ܾ = ݂ (c (ݔ )) ∀ ݂ (.) ∈ ܨ ve ∀ ݔ ∈ ܺ ]. ܳ (ܺ ), işlevlilik tercihleri altında, kişinin özgürlüğünü ve yetkilendirme olarak adlandırılan, ݔ metaları üzerindeki hakimiyetini; ܳ ise, i kişisinin kapasitelerini ifade eder. Kapasiteler, kişinin erişebileceği işlevliliğinin farklı kombinasyonlarını yansıtır (Sen, 1999b, s. 7-9). Daha da geniş olarak ifade edilirse, kapasite yaklaşımı, zevkler, mutluluk veya isteklerin tatminine dayanan kişisel fayda yaklaşımından; mal sepetlerine, reel gelire veya reel refaha odaklanan mutlak veya göreli zenginlik düşüncesinden; müdahalenin olmadığı kuralları içeren negatif özgürlük değerlendirmelerinden; birincil mallar düşüncesindeki gibi özgürlüğün araçlarının kıyaslanmasından, farklı bilgileri odağa koyduğu noktada ayrılır (Sen, 1993, s. 30). Bir kişinin kapasitesi, kişisel karakteristikler ve sosyal düzenlemeler de dahil olmak üzere bir çok faktöre bağlıdır. Đnsan kapasiteleri, bireysel özgürlüğün önemli bir parçasını oluşturur (Sen, 1993, s. 33)15. Qizilbash'a göre, Sen'in yaklaşımı, i) kapasiteler açısından, hayat kalitesi ve kalkınmanın değerlendirilmesi için diğer yaklaşımlara göre önemli bir yere sahiptir, ii) insanların kapasiteleri, onların -sonuçlarda özgürlüğe dayanan- pozitif özgürlüklerinin16 derecesini ele alır, iii) kalkınma, kapasitelerin genişletilmesi süreci olarak görülmelidir ve iv) bu bağlamda, kalkınma özgürlükte bir artıştır (Qizilbash, 1996, s. 146). Clark'a göre de Sen'in kapasite yaklaşımında üç nokta önemlidir: Đlki, Sen herhangi bir liste oluşturmamıştır. Bunun yerine Sen, kapasitelerin seçimi ve ağırlıklandırılmasının bireysel değer yargılarına bağlı olduğunu vurgular. Dolayısıyla da 15 Özgürlüğün bir çok yönü vardır. Erişimleri yalnızca kişinin gerçek tercihlerine bağlı olduğunu düşünmek hata olur. Kişinin farklı değerlere sahip işlevliliklere erişmesi en etkili bir şekilde bir kamu politika ve uygulamaları ile artırılabilir. Aynı zamanda erişilen işlevlilikler, doğru tanımlanmazsa, oruç tuttuğu için aç olan bir insanla yoksul olduğu için aç olan bir insan arasında aynı endişeyi taşırız. Eğer, yoksul olduğu için aç olan insanın açlığını gidermeye çalışıyorsak, bu, oruç tutanın iyi beslenme kapasitesine sahip olduğu ancak bunu kullanmadığı, yoksul olanın ise kapasite eksikliği yaşadığı ve açlık durumu içerisine istemeyerek sürüklendiğindendir. Her ikisi de aynı erişilen işlevliliklere sahip olsalar da farklı kapasiteleri gösterirler (Sen, 1993, s. 45). 16 Belirtilen özgürlük kavramı, ilerleyen bölümde daha ayrıntılı biçimde ifade edilmeye çalışılacaktır. 29 hem pratik hem de stratejik açıdan 'nesnel olarak doğru' bir kapasiteler listesi oluşturmayı reddeder (Clark, 2006, s. 35). Đkincisi Sen, bu yaklaşımın farklı alanlarda farklı değerlendirilmesini öngörür. Öyle ki, yoksulluk analizinin daha sınırlı kapasite setine ihtiyaç duyacağını belirtirken, insan refahı analizinin daha geniş bir çerçevede incelemeye tabi tutulması gerektiğini belirtir. Son olarak bu, tek başına yeterli bir değerlendirme ölçütü değildir. Tek başına bir adalet ve kalkınma teorisi oluşturmaz. Bireysel özgürlük, iktisadi büyüme ve etkinlik gibi kavramların da dikkate alınması ve yaklaşımın bu kavramlarla desteklenmesi gerekir (Clark, 2006, s. 35). Kapasite yaklaşımı, işlevlilikler, özgürlük, çoğulculuk ve eksiklik olmak üzere dört esas kavramı içinde barındırır. Bu yaklaşım, sosyal tercih ve sosyal refah analizlerinin enformasyonel içeriğini genişleterek; sadece mutluluk veya açıklanmış tercihlerin ötesine geçip ahlaki ilkeleri de analize dahil ederek çoğulcu bir anlayış kazanır (Alkire, 2002a, s. 4-10). Diğer taraftan kapasite yaklaşımı içerik olarak tam bir yaklaşım olarak görülemez. Ancak Alkire'ye göre, kapasite yaklaşımının tam olmama durumu (Sen, 1992, s. 46-49), onun önemli avantajlarından birini oluşturur, çünkü bu sayede tekrar tekrar dönülerek eksiklikleri giderilmeye çalışılabilir (Alkire, 2002a, s. 10). Kapasite yaklaşımı bazı eleştirilere maruz kalmaktan da kurtulamamıştır. Kapasitelere odaklanmanın yetersiz olduğunu, 'sosyal oyunun' içeriğinde hangi fırsatların tam olarak sunulacağını ve bu faktörlerin bireysel başarı veya başarısızlığı nasıl etkilediğinin bilinmek istediğini düşünen Fleurbaey (2002:73-74), yaklaşımın etik birçok görüşü içerisinde barındırmasına rağmen bir belirsizlik taşıdığını ve farklı anlayış ve tartışmalara yol açtığını ifade etmektedir. Diğer taraftan, kapasite yaklaşımı genelde, ne derece işlevsel (operational) olduğu konusunda (Sugden, 1993, s. 1953; Gasper, 2007, s. 357) ve çerçevesini tutarlı bir kapasiteler listesi ile desteklemediği için (Nussbaum, 2000) eleştiriye uğrar. Gasper (2002, s. 436) ise, insan yaşamının 'kalkınmanın, insan tercihlerinin genişletilmesi süreci' olduğu şeklindeki bir görüşle ifade edilemeyecek kadar karmaşık olduğundan hareketle, yaklaşımın henüz gelişim aşamasında olduğunu, bir refah teorisi olarak yetersiz olduğunu ifade eder. Tercihlere yönelik aşırı vurgusunun, esas kavramlarının içeriğinin belirsiz olmasının ve iktisat ile felsefe arasındaki ilişkinin psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi alanlara değinilmeden kurulmuş olmasının ise belirgin eksiklikleri olduğunu belirtir. 30 Đnsani gelişme düşüncesi de, teorik altyapısını Sen’in kapasite yaklaşımında bulur. Ancak insani gelişmenin çok boyutluluğu, aynı zamanda onun boyutlarının ne olduğu sorgusuna da yol açar. Belirtildiği üzere Amartya Sen, kapasite yaklaşımını ortaya atarken, farklı boyutlar için düşünülmesi gereken herhangi bir liste sunmamıştır veya hangi kapasitelerin öncelikli olduğuna yönelik bir iddia ortaya koymaktan uzak durmuştur (Alkire, 2002b, s. 184). Ancak ilerleyen yıllarda yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları'nda sunulan Đnsani Gelişme Endeksi, kapasiteleri üç temel boyuta indirgerken, kapasite yaklaşımının gelişmesinde önemli bir yeri olan Nussbaum (2000) da merkezi insan kapasiteleri olarak on farklı boyuttan oluşan bir liste ortaya koymuştur17. Sen'in kapasitelerin genişletilmesi olarak kalkınma düşüncesi, insani gelişme yaklaşımının başlangıç noktasını oluşturur. Böylece kalkınmanın hedefi, sağlıklı olmak ve iyi beslenmek, bilgi sahibi olmak ve toplum yaşamına katılım sağlamak gibi bir kişinin olabileceği ve yapabileceği şeylerin sınırlarının genişletilmesiyle insan yaşamının değerinin artırılması halini alır (Fukuda-Parr, 2003, s. 303). Bu yaklaşım, Mahbub ul Haq öncülüğünde yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları'nda ortaya atılmıştır. Aynı raporda hesaplanan Đnsani Gelişme Endeksi, insan kapasitelerinin üç temel boyutuna vurgu yapmaktadır18. Bunlar, i) yaşamını sürdürmek ve sağlıklı olmak, ii) bilgi sahibi olmak ve iii) iyi bir yaşam standardına sahip olmaktır (UNDP, 1990, s. 12). Đkinci bölümde endekse daha ayrıntılı bir şekilde değinilecektir. Ancak, endeks oluşturulurken, neden bu üç kapasitenin (veya boyutun) tercih edildiği ve dolayısıyla neden bunların en önemli olduklarının anlaşılması önemlidir. Bu tercih yapılırken, evrensel olarak değeri olan ve eksikliği başka kapasitelerin eksikliğine neden olacak temel kapasitelerin seçilmesine özen gösterilmiştir. Böylece ortaya üç boyutlu bir endeks çıkmıştır. Ayrıca endeksin özellikle bölüşüm19 sorunlarından uzak durması ve ortalama erişimin bir ölçümü olması, endeks oluşturulurken verilen bir diğer önemli karardır (Fukuda-Parr, 2003, s. 305-306). 17 Temel ihtiyaçlar, insan refahı ve kapasiteler üzerine farklı boyutların ne olması gerektiğiyle ilgili literatürde bir çok yazar birçok liste oluşturmuştur. Bunun etkili bir analizi için bkz. Alkire (2002b). Ayrıca bu konuda önemli bir diğer çalışma olan Griffin (1986, s. 67)'in insan yaşantısının daha iyiye gitmesi için gereken ve i) başarı, ii) -özgürlük gibi- insan varlığına özgü unsurlar, iii) anlama (understanding), iv) zevk alma, v) derin kişisel ilişkileri içeren 'makul değerler' yaklaşımına da bu bağlamda değinmek gerekir. Öyle ki Qizilbash (1996, s. 156) da bu yaklaşımdan ilham alarak daha geniş bir makul değerler listesi ortaya koyar. 18 Amartya Sen, tek bir endeksle insan kapasitelerinin karmaşık yapısının anlaşılmasının güçlüğü nedeniyle, insani gelişmenin üç boyuta indirgenmesine karşı çıkmasına rağmen, Mahbub ul Haq'ın yalnızca rakamsal bir değerin politika-yapıcılar için ilgi uyandıracağı düşüncesine katılmış ve endeksin oluşturulmasına katkıda bulunmuştur (Fukuda-Parr, 2003, s. 305). 19 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda bölüşüm sorunlarına duyarlı olan Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi adında yeni bir endeks hesaplanmıştır. 31 Kapasite üzerine ilk çalışması 1980'li yılların sonuna rastlayan (Nussbaum, 1987) ve iyi bir insan yaşamı için gereken işlevliliklerin listesini Aristo felsefesinden yararlanarak oluşturan ve siyasal liberalizm bağlamında düzenleyen M. Nussbaum da kapasite yaklaşımı için önem arz eder. Kapasitelerin temel, içsel ve birleşik kapasiteler olarak ayrılması ve belirli bir kapasite listesinin oluşturulması, hayal gücünün ve duyguların da siyasal etkilerinin önemine vurgu yapılması gibi bazı yönlerden de Sen'in yaklaşımından farklılaşır (Nussbaum, 2000, s. 13-15). Nussbaum'un kapasiteler listesi (central human capabilities), erdemli bir insan yaşantısı için gerekli insan kapasiteleri setini tanımlar, ancak değişime karşı esnek olduğu kadar bir takım eksiklikleri de içinde barındırır (Alkire, 2002b, s. 187). Ancak bir merkezi kapasiteler listesi, birçok farklı alanda iyi bir sosyal alt sınırın belirlenmesi adına önemlidir (Nussbaum, 2000, s. 75). Birçok kere değiştirilerek son halini alan liste Tablo 3.'de gösterilmiştir. Tablo 3. Nussbaum'um Merkezi Đnsan Kapasiteleri Yaşam (Life) Vücut Sağlığı (Bodily health) Vücut Bütünlüğü (Bodily integration) Duyular, Hayal gücü ve Düşünceler (Senses, Imagination, thought) Duygular (Emotions) Pratik Akıl (Practical Reason) Đlişkide Bulunma (Affiliation) Diğer Canlılar (Other Species) Oyun (Play) Kontrol Gücüne Sahip Olma (Control over One's Environment) Kaynak: Nussbaum, 2000, s. 78-80. Normal bir yaşam süresinin sonuna kadar yaşayabilmek. Sağlıklı ve aynı zamanda üretken olmak, yeteri düzeyde beslenebilmek ve yeterli barınma koşullarına sahip olmak. Bir yerden başka bir yere özgürce hareket edebilmek, saldırılardan, -çocuklar da dahil- cinsel istismardan ve şiddetten korunabilmek, cinsel tatminini sağlayabilmekte ve üremede seçim şansına sahip olmak. Duyularını kullanabilmek, düşünebilmek, hayal ve muhakeme edebilmek, bunları da yeterli eğitim düzeyine sahip olma gibi 'insanca' bir şekilde gerçekleştirmek, tatmin edici deneyimlere sahip olmak ve gereksiz acıdan kaçınmak. Dışarıdaki insan ve cisimlerle bağ kurabilmek, seven ve endişe edenlerimize karşı sevgi duymak ve yokluklarına üzülmek; genel olarak, sevmek, üzülmek, özlem duymak, minnet duymak, haklı öfke duymak gibi duygulara sahip olmak. 'Đyi' kavramını muhakeme edebilmek ve birisinin yaşamını planlamada iyice düşünüp karar vermek. a) başkaları için ve başkaları ile yaşayabilmek, diğer insanlar için ilgi ve endişe duymak, sosyal etkileşimde bulunmak, başkalarının içinde bulunduğu durumu kavrayabilmek ve buna karşı merhamet besleyebilmek, hem adalet hem de arkadaşlık kapasitelerine sahip olmak; b) kendine saygı duymak, diğer insanlarla eşit olmaya değecek kadar asil biri gibi davranılmak. Hayvanlar, bitkiler ve doğa ile ilişki içerisinde olmak ve bunlara karşı ilgi duymak. Gülebilmek, oynayabilmek, eğlencelerden zevk alabilmek. a) siyasi: siyasal seçimlere etkin bir şekilde katılım sağlamak, siyasi katılım hakkına sahip olmak, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün korunmasına sahip olmak; b) materyal: mülk sahibi olabilmek, diğerleriyle eşit mülkiyet haklarına sahip olmak, diğerleriyle eşit bir şekilde iş arama hakkına sahip olmak, haksız yere arama ve tutuklamanın olmadığı bir özgürlüğe sahip olmak, iş yerinde insanca çalışabilmek ve diğer işçilerle ortak ilişkiler kurabilmek. 32 Kapasite yaklaşımı, insani gelişme düşüncesinin felsefi ve teorik altyapısını oluşturur. Şimdiki bölümde de insani gelişme yaklaşımının ne anlam ifade ettiğinden, unsurlarından, özelliklerinden ve tarihsel gelişiminden bahsedilecektir. 2.3. Đnsani Gelişme Kavramı Modern iktisadın başlangıç tarihi olan 1776’dan önce, pratikte insanoğlunun her sabah uyandığında kendine dert edindiği geçim derdi ile ilgili kayda değer bir çalışma yayınlanmamıştır. Đnsanoğlu, yüzyıllar boyunca alnının teriyle, çoğu zaman ölmeyecek kadar kazanarak hayatta kalma mücadelesi vermiş, sürekli olarak erken ölüm, hastalık, açlık, savaş ve kıt kanaat geçimlik ücretlerle boğuşup durmuştur ve sonuçta yalnızca şanslı bir azınlığın mutlu bir hayatı olmuştur. Öyle ki, on sekizinci yüzyılda, ortalama insan ömrü kırk yılı bile aşmazken, Thomas Hobbes, ilk olarak 1651’de yayımlanan Leviathan adlı eserinde, insan hayatını isabetli bir şekilde “yalnız, yoksul, pis, yabani ve kısa” olarak nitelendirmiştir (Skousen, 2009, s. 13). Ancak, dünya konjonktüründe gerçekleşen olaylar dizisi ve “iktisadi aydınlanma” sonrası, insan hayatında da bir takım olumlu gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. Öyle ki, insanın sosyal gelişiminin üç büyük dalga sonucu meydana geldiğini ifade eden Toffler (2008)’e göre de, ilk dönüm noktası, tarımın yükselişidir. Đkinci önemli hamle, on yedinci yüzyılda meydana gelen sanayi devrimidir. Tarımsal yeniliğe geçilmeden önce, insanların çoğu küçük ve genellikle göçebe gruplar halinde yaşamakta ve kendilerini hayvancılık, avcılık ve balıkçılıkla beslemekte iken, tarım devrimi ile birlikte yeni bir yaşam düzeni kurulmuştur. Ancak ikinci büyük dalga, ilkinden çok daha etkili olmuş, ülkeler ve kıtalara çok daha hızlı yayılmıştır. Tarımsal yeniliğin gücü, günümüzde artık etkisini pek göstermese de sanayileşmenin canlılığı hala sürmektedir. Đkinci dalga henüz tam olarak bitirilmemiştir. Her ne kadar ikinci dalga süreç olarak devam etse de, günümüzde artık, üçüncü ve daha önemli yeni bir dalga başlamış bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki on yıllarda sanayileşme her ne kadar zirve yapsa da, üçüncü bir dalga, bilginin gücü, dünya üzerinde dalgalanmakta, dokunduğu her şeyi dönüştürmektedir (Kimura, 2003, s. 12). II. Dünya Savaşı sonrası Kalkınma Đktisadı adı altında kurulan yeni disipline karşı başlayan yoğun ilgi, öncelikle 1970’lerin petrol kriziyle, ardından 1982 borç kriziyle büyük darbe almıştır. Bununla birlikte, belirli büyüme rakamları yakalasalar bile, belirli bir süre sonra yeniden durgunluğa geçen ve de kalkınmalarını gerçekleştiremeyen ve hala yoksulluk içinde kıvranan insanların yaşadığı ülkelerin veri 33 olduğu bir dünya sisteminde, başka bir kalkınma fikrine ihtiyaç duyulduğu, özellikle son otuz yılda fark edilmeye başlanmıştır: Artık, bilginin gücüne dayanan yeni sosyal gelişim aşamasında insanı, kalkınmaya dahil etmek gerekmekteydi. Çünkü, kişi başına gelirde büyüme temelli iktisadi kalkınma düşüncesinin nüfusun büyük çoğunluğu için insani refah artışı sağlamada başarısızlığa düşebilmekteydi. Böylece, kalkınma daha çok, insan yaşamının kalitesinin adaletli olarak ve haklarının korunması ile tutarlı bir şekilde artırılması olarak düşünülmeye başlanmıştır. Sonuçta da, 1980’li yılların ortasında, özellikle Amartya Sen'in çalışmalarıyla, bu konuda yapılmaya başlanan çalışmalar, ilk meyvesini 1990 yılında Birleşmiş Milletler Gelişme Programı’nın Mahbub ul Haq öncülüğünde yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları’nda vermiştir. Bu çerçevede, kalkınmanın öncelikli amacının insanlara fayda sağlamak olduğu ve gelirin, insan yaşamının bütününü ifade etmediği öne sürülmüştür. Bu yeni yaklaşım, iktisadi büyüme, insan sermayesi formülasyonu, insan refahı veya temel insan gereksinimlerindeki geleneksel yaklaşımlardan farklılaştığını iddia etmektedir. Bunu da geliri, insani gelişme için gerekli ama yetersiz bir girdi olarak; insanları araçtan ziyade kalkınmanın sonucu olarak görerek ve kalkınma sürecinden pasif kazanç elde eden bireyler yerine kalkınmanın aktif katılımcıları olarak görmesiyle sağlar. (UNDP, 1990, s. 11). Çünkü toplumlar asıl zenginliklerinin kendi insanları olduğunu fark etmedikçe, maddi refah takıntısı, insan yaşantısını zenginleştirme (veya insan refahını artırma) hedefini mutlaka örtbas edecektir (ul Haq, 1995, s. 15). 2.3.1. Đnsani Gelişmenin Tanımı, Unsurları ve Gelişimi A. Sen için insan refahı (well-being), iyi olma (being-well) anlamına gelir. Bu da, uzun ve sağlıklı bir hayat yaşayabilmek, iyi bir yaşam standardına sahip olabilmek ve bilgili olabilmek gibi değer verdiğimiz kapasitelere sahip olunmasıyla ve daha geniş bağlamda kişinin ne olabileceği ve ne yapabileceği konusunda tercih özgürlüğüne sahip olmasıyla açıklanabilir (Todaro ve Smith, 2009, s. 18). Dolayısıyla insani gelişme, insanların tercihlerinin (veya seçeneklerinin) genişletilmesi süreci olarak görülmelidir20. Bu tercihler, sınırsızdır ve zaman içerisinde değişebilir. Ancak kalkınmanın her aşamasında, uzun ve sağlıklı bir hayat sürdürebilmek, bilgiye sahip olabilmek ve iyi bir yaşam standardına sahip olabilmek için ihtiyaç duyulan kaynaklara erişmek, insanların sahip olmak zorunda olduğu üç temel unsurdur. Eğer bu esas tercihler sağlanmazsa, 20 Đnsani gelişme yaklaşımına giriş niteliğinde önemli çalışmalar için bkz. Fukuda-Parr ve Kumar (2005), Deneulin ve Shahani (2009) ve Nussbaum (2011). 34 birçok diğer fırsat da erişilemez hale gelir. Aynı zamanda, insani gelişme iki yönlüdür. Đlki, sağlık, bilgi ve becerilerin artırılması şeklindeki insan kapasitelerinin birikimi (formasyonu) ve diğeri üretici amaçlar için veya kültürel, sosyal ve politik ilişkilerde aktif olmak için insanların sahip oldukları kapasitelerin kullanılmasıdır. Đnsani gelişmenin ölçüsü her iki tarafı da dengelemezse, insani gelişmeden bahsetmek mümkün olmayacaktır (UNDP, 1990, s. 10). Đnsani gelişme kavramı, ilk kez 1990 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından yayımlanan Đnsani Gelişme Raporu'nda ortaya atılmıştır. Bu raporlar, daha sonraki yıllarda, düzenli olarak yayımlanmaya devam etmiştir. Buna göre, insanların daha uzun, sağlıklı ve eksiksiz yaşayabilmeleri için durumlarının düzeltilmesi, insani gelişme olarak tanımlanabilir (Ranis ve Stewart, 2000, s. 49). Đnsani gelişmenin gerçekleşebilmesi için de insanların ekonomik, sosyal, kültürel ve politik özgürlüklerinin sağlanması gerekir. Öyle ki, Amartya Sen de, kalkınmayı insanların özgürlüklerini genişletme süreci olarak görürken, onların uzun, sağlıklı ve eksiksiz yaşayabilmelerinin, özgürlüklerinin sağlanmasıyla mümkün olacağını savunmuştur. Dolayısıyla insani gelişme, uzun, sağlıklı ve yaratıcı bir şekilde yaşayabilmek, ortak gezegende kalkınmanın eşit ve sürdürülebilir olarak şekillenmesinde aktif bir rol oynayabilmek için insanların özgürlüklerinin artırılmasını içerir (UNDP, 2010, s. 22). Đnsani gelişmenin dört önemli unsuru vardır: Öncelikle, eğer kalkınmanın insan tercihlerini artırması amaçlanıyorsa, bütün insanlar fırsatlara eşit oranda ulaşabilir olmalıdır. Fırsatlarda eşitlik olmadan, kalkınma toplumdaki çoğu bireyin tercihlerinde kısıtlama anlamına gelir. Bununla birlikte, doğal kaynakların ve insanın elde ettiği fırsatların sürdürülebilirliği de önemlidir. Önemli olan, tüm bireyler için, bugün de yarın da eşit kalkınma fırsatlarına erişiminin sağlanmasıdır. Bir diğer önemli unsur ise, insanlara yatırımı ve maksimum potansiyellerine ulaşabilmeleri için uygun makro ekonomik çevrenin yaratılmasını içeren verimlilik faktörüdür. Đnsani gelişmenin sağlanması adına, son unsur olan yetki ise, insanların kalkınma sürecinde hayatlarını şekillendiren etkinlik, olay ve süreçlere katılım sağlamalarına odaklanır ve onların eyleyen bireyler olmasını ve yetkilendirilmesini öngörür (ul Haq, 1995, s. 17-19). 2.3.2. Đnsani Gelişmede Araç ve Sonuç Düşüncesi Geleneksel iktisadi analizde, tek bir basit ölçümle kişinin çıkarının ve onun davranışlarının ölçümü yapılır. Bu ölçüm de genelde faydaya dayanır. Buna göre fayda, 35 tatmine veya mutluluğa ulaşma olarak görülür veya arzuların gerçekleştirilmesi bazında değerlendirilir (Sen, 1999b, s. 1). Neoklasik düşünce de, değer ve davranış üzerine teorilerini faydayı esas alarak kurar. Faydacı felsefe, J. S. Mill'de kendini, insanın zevklerini maksimize ederken acılarını minimize etme peşinde koştuğu yargısıyla asıl ilkesi olan en çok insan için en fazla mutluluğa ulaştığı sonucuna ulaşarak gösterir. Ancak marjinalist devrimle birlikte, Mill'in faydacılığının haz maksimizasyonu ilkesi disiplinin temel davranış ilkesi olarak ele alınmış ve insanlığın bireysel çıkar dürtüsüyle sürekli olarak faydasını maksimize etme çabası içerisinde olduğu öne sürülmüştür (Yılmaz, 2009, s. 70). Ne var ki Sen, insanları yönlendiren tek dürtünün bireysel çıkar olmadığını savunmuş ve bireysel çıkar dürtüsünü, evrensel geçerliliği olan bir yasa olarak kabul etmenin yanlışlığına değinmiştir. Çünkü O'na göre, asıl sorgulanması gereken, kişisel çıkarın tek başına insanlığı yönlendirip yönlendiremeyeceğidir. Çünkü, insanların motivasyonları (veya davranış nedenleri) çoğuldur ve bunlar, tek bir ilkeye indirgenemezler (Sen, 1987b, s. 16, 19)21. Buna göre, faydacı düşüncede tek bir tercih sıralaması verili bir kişinin, ve ortaya çıkan ihtiyaçlarının, bu kişinin çıkarlarını yansıtması, refahını göstermesi, ne yapılması gerektiği hakkında düşüncesini özetlemesi, ve gerçek tercih ve davranışını tanımlamasının beklenmesi gerekir. Ancak, kendi tercih davranışında hiç bir tutarsızlık göstermeyen böylesi bir insan ancak dar anlamda 'rasyonel' olabilir. Hatta yine Sen'in deyişiyle bu, böylesi bir insanın ancak biraz 'budala' (rational fool) olabileceğini gösterir. Bu noktada gerekli olan, kişinin etik tercihleri ile sübjektif tercihleri arasında bir ayrımın yapılmasıdır. Sonuçta, birincisi, şahsi olmayan sosyal düşünce bazında, bu bireyin neyi tercih edebileceğini, diğeri ise kişisel çıkar bazında, bireyin esasta neyi tercih edeceğini gösterecektir (Sen, 1977, s. 336). Çünkü insanlar, yalnızca faydaya (veya tatmine) ulaşmakla değil, aynı zamanda refah (well-being)22 hedefiyle de ilgilenirler; refaha ulaşmanın yolu da yalnızca bireysel akılcı, optimizasyoncu etkinlik değil, toplumun içerisinde kendi kendisini gerçekleştirebilmektir (Özel, 2009, s. 232). Gelir ve harcama odaklı, ve fayda temelli yaklaşımlar, insan sermayesi birikimine yönelir. Bu çerçevede, insanoğlunu sonuç olarak görmekten ziyade, onları öncelikli olarak kalkınmanın aracı olarak görürler ve yalnızca mal ve hizmet üretim 21 Sen'in etik iktisat önerisinin incelemesini yapan Đnsel (2005, s. 375, 388) de insani varoluş nedenlerinin çoğulluğu ilkesi nedeniyle, insanların motivasyonlarının çoğul olduğuna ve tek bir ilke veya yönteme indirgenemeyeceğine değinir ve Sen'in bu önerisiyle birlikte iktisadın analitik gücünü kaybetmeden etik ve siyasal merkezli de tasarlanabileceğinin gösterilmiş olduğunu ifade eder. 22 Kaynakta ifade "iyi yaşam" olarak kullanılmıştır. Ancak tez içerisinde anlam bütünlüğünün korunması için bu kavram da "refah" ile ifade edilmiştir. 36 sürecinin arz kısmı ile ilgilenirler. Her ne kadar insanoğlunun üretim sürecinin aktif bir girdisi olduğu doğru olsa da, insanoğlu, mal ve hizmet üretimi için gereken sermaye malından daha fazla bir şeyi ifade eder. Aynı zamanda onlar, bu sürecin nihai sonucu ve yarar sağlayan katılımcılarıdır. Bu nedenle, insan sermayesi birikimi, insani gelişmenin tamamını değil yalnızca bir yanını kapsamaktadır (UNDP, 1990, s. 11). Öyle ki, yokluk ve yoksunluk üzerine yapılan çalışmalar ve bu tür ağır talihsizlik ve adaletsizliklerle insanların mücadele etme yolları, kalkınma iktisatçılarının, faydanın ölçülmesinin sınırlamalarını daha iyi fark etmelerine neden olmuştur (Bardhan, 1993, s. 138). Sonuçta, insani gelişmede refah ve kalkınmanın araçları ve sonuçları arasındaki ayrım, önemli bir analitik ayrımdır. Sonuçlar, esasi bir önem arz ederken, araçlar, refahın artırılması ve kalkınmanın sağlanması için hedeflere ulaşmada aracı rolü oynar. O halde, refahın ve kalkınmanın sonuçlarının neler olduğunun belirtilmesi gerekir: Refah ve kalkınma insanların, etkin fırsatları çerçevesinde dahil olmak istedikleri eylemlere giriştikleri ve olmak istedikleri kişi oldukları, böylece -daha önce belirtildiği gibi- işlevsel hale getirebildikleri kapasiteleri çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda erişilen işlevlilikler, yaşamı değerli kılar. Đşlevlilikler, çalışmayı, dinlenmeyi, sağlıklı olmayı, toplumun bir parçası olmayı ve saygı duyulmayı içerir (Robeyns, 2003a, s. 6). 2.3.3. Đnsani Gelişme ile Büyüme Arasındaki Đlişki Đktisadi büyüme ile insani gelişme arasındaki farka bakıldığında, birisinin gelir olmak üzere tek bir tercihin genişletilmesine odaklanırken, diğerinin ise iktisadi, sosyal, kültürel ve politik olmak üzere tüm insan tercihlerinin (veya seçeneklerinin) genişletilmesini içine aldığı görülür. Birçok insan tercihi, iktisadi refahın çok uzağındadır. Bilgi, sağlık, fiziksel olarak temiz bir çevre, politik özgürlük, hayattaki basit zevkler, hiçbiri yalnız veya tamamen gelirle ilgili değildir (ul Haq, 1995, s. 14-15). Bu nedenle insani gelişme yaklaşımı en bütüncül kalkınma modelidir. Bu yaklaşım, iktisadi büyüme, sosyal yatırım, insanların yetkilendirilmesi, temel ihtiyaçların temini, sosyal güvenlik ağları, politik ve kültürel özgürlükler ve insanların yaşamlarına dair kalkınma yolunda gereken tüm diğer kavramları içerir. Aslında hayatın kendisinin pratik yansımasıdır (ul Haq, 1995, s. 23). Elbette, gelir sahibi olmak, insanların ihtiyacını duyduğu önemli bir faktördür, ancak en önemli faktör değildir. Đnsani gelişme de, geliri ve refahı içerir ancak bunlar kadar değer verilen daha bir çok başka şeyi de analizine dahil eder (Streeten, 2005, s. 101). 37 Mantıksal çerçevede, daha fazla özgürlük ve kapasite, iktisadi performansı artırır, böylece insani gelişme büyümeye önemli bir etki sağlar. Aynı şekilde; daha fazla gelir, hanehalkı ve devletin tercih ve kapasitelerinin sınırlarını genişletir, böylece büyüme, insani gelişmeyi artırmış olur (Ranis, 2004c, s. 1). Her ne kadar, büyüme ile insani gelişme arasında önemli bir ilişki var olduğu kabul edilse de, iki faktör arasında otomatik bir bağ yoktur; daha önemlisi büyümenin sunduğu artırılmış refah fırsatlarına ulaşılmasının yolu, onun uygun şekilde yönetilmesinden geçer. Bazı ülkeler, büyüme rakamlarını insani gelişme yolunda başarıyla kullanırken, bazıları bunu yapmakta başarı sağlayamamıştır (UNDP, 1990, s. 42). Özellikle sağlık hizmetleri ve temel eğitim gibi toplumsal hizmetlerin sağlanmasına öncelik vererek işleyen 'destek uygulamaları' sonucunda çok düşük gelir düzeylerine sahip olan ülkeler, -Şekil 1.’de gösterildiği gibidünyanın çok daha zengin olan insanlarından muazzam ölçülerde daha uzun yaşam süresi beklentilerine sahip olabilmektedirler. Uzun yaşam süresi beklentisindeki değişiklikler kalkınmanın merkezinde yer alan toplumsal fırsatların türüyle ilişkili olduğu için, gelir merkezli bir görüşün kalkınma sürecine ilişkin daha bütünlüklü bir anlayış edinmesi ciddi bir katkıyı gerektirir (Sen, 2004, s. 68). Öyle ki ülkeler arası ampirik analizleri sonucunda Ranis vd. (2000, s. 213), iyi iktisadi büyümenin, insani gelişmede artışla desteklenmezse, bunun, eninde sonunda sürdürülemez olabileceğini kanıtlamışlardır. Gelirin artmasıyla insan yaşantısını geliştirme arasında otomatik bir bağ olduğunu reddetme, büyümenin kendisini reddetme anlamına gelmez. Đktisadi büyüme fakir toplumlarda yoksulluğu azaltmak veya yok etmek için şarttır. Ama büyümenin kalitesi de, ölçüsü kadar önemlidir. O yüzden bilinçli bir kamu politikasının iktisadi büyümeyi, insanların yaşantılarına aktarması ve insani gelişmeyi sağlaması gerekir (ul Haq, 1995, s. 15). Bu çerçevede de eğitim ve sağlık düzeylerini artırmak ilk aşamada çok önemlidir. Öyle ki, insani sermaye ve işgücü kalitesindeki değişiklikler, daha çok içsel büyümenin problemidir. Bir ülkenin sürdürülebilir büyüme yolunu belirleyen ise insani gelişme düzeyidir. Öyle ki, "önce büyü ve insani gelişme konusunda daha sonra endişelen" tarzı bir görüş, kanıtlarla desteklenmemektedir. Eğitim ve sağlık düzeylerini artırmanın ya önceliğinin olması veya en azından doğrudan büyümeyi genişleten çabalarla birlikte sürdürülmesi gerekir. (Ranis, 2004c, s. 9-10). Sonuç olarak, yüksek gelir tek başına insani yoksulluğun engelleyicisi olamamıştır. Aynı zamanda yüksek büyüme performansı hayat standardının artırılmasını otomatik olarak sağlayamamaktadır (ul Haq, 1995, s. 25). Büyüme de insani gelişmenin bir unsurudur. Dolayısıyla, insani gelişmenin başarısını anlayabilmek 38 için, öncelikle ekonomik kaynakların (milli gelirin), insani gelişmeyi nasıl sağlayacağının keşfedilmesi gerekir (Ranis ve Stewart, 2000, s. 50). Bir ülke geleneksel iktisadi terimlerle zengin olabilir ancak, insanın yaşam kalitesinde ve dolayısıyla insani gelişmede hala oldukça yoksul kalmış olabilir. Gerçekten de iktisadi zenginlik, insanların yaşamlarına takviye olan bir araçtan başka bir şey değildir (Sen, 1987c, s. 1; ul Haq, 1995, s. 13; UNDP, 1990, s. 9, Greve, 2008, s. 53)23. 8.000 80 7.000 70 6.000 60 5.000 50 4.000 40 3.000 30 2.000 20 1.000 Çin 0 Sri Lanka Angola Gabon Güney Afrika Kişibaşına GSMH (ABD Doları, 2008) Doğumda Yaşam Beklentisi (Yıl Olarak, 2008) 10 0 Şekil 1. Seçilmiş Ülkeler Đçin Kişi Başına GSMH ve Doğumda Yaşam Beklentisi Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/country (Erişim: 30.09.2010). Son olarak; insani gelişme ile büyüme arasında kuvvetli bir bağ kurmanın dört yolu vardır: i) insanların eğitim, sağlık ve becerilerine yatırım düşüncesine odaklanmak, onları büyüme sürecinin katılımcıları olduğu kadar, onun yararlanıcıları olmalarını da mümkün kılar, ii) gelir ve varlıkların daha eşit dağıtımı, büyüme ile insani gelişme arasında bağ kurmak için çok önemlidir. Gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu ve varlıkların eşit dağıtılmadığı bir durumda, yüksek büyüme performansı, insani gelişmeyi sağlamakta başarısız olur, iii) hükümet tarafından sağlanan iyi düzenlenmiş sosyal harcamalar, insani gelişmenin hızlandırılması için önemlidir. Bu düzenlemeler de iktisadi temellerin sosyal temelleri yeteri kadar desteklemediği durumlarda sürdürülebilir olamaz, iv) başta kadınlar olmak üzere, insanların yetkilendirilmesi de insani gelişme ile büyüme arasında bağ kurmak için önemlidir. Eğer insanlar, tercihlerini politik, sosyal ve iktisadi alanda kullanırlarsa, büyüme büyük olasılıkla güçlü, demokratik, katılımcı ve dayanıklı olacaktır (ul Haq, 1995, s. 21-22). 23 Bu düşünceye sahip olan insani gelişme yaklaşımı iktisatçıları genelde, Aristo'nun "Nikomakhos'a Etik" adlı eserindeki, "besbelli ki zenginlik, aradığımız iyilik değildir; ancak zenginlik, yararlıdır ve başka bir şeye ulaşmak için gereklidir." alıntısını kullanırlar. Bakınız; D. Ross'un çevirisiyle, Aristotle (1980, s. 7) 39 2.4. Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP) Tarafından Yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları'nın Đncelenmesi Son olarak bu bölümde, insani gelişme kavramının biraz daha detaylı anlaşılabilmesi için Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP) tarafından düzenli olarak yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları (ĐGR) incelenmiş ve bu raporlarda her yıl işlenen konuların insani gelişmeyle bağlantısı analiz edilmeye çalışılmıştır. 2.4.1. Kuruluş Aşaması (1990-1994 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) Đlk Đnsani Gelişme Raporu (ĐGR), 1990 yılında yayımlanmıştır. Bu raporda, insani gelişme kavramı tanıtılmış ve kavram, insanların tercihlerinin genişletilmesi süreci olarak görülmüştür. Đnsani gelişmenin geniş kapsamını karşılayamasa da aynı zamanda yine ilk rapordan itibaren üç temel kapasiteyi ölçmeye yönelik bir insani gelişme endeksi de ortaya atılmıştır. Genel olarak kavram ve ölçüm konusunda giriş niteliğinde bilgiler sunan 1990 yılı raporu aynı zamanda, ilk on yılda, i) gelişmekte olan ülkelere kendi insani gelişme hedeflerini hazırlamak ve tüm büyüme modelleri ile yatırım bütçelerini bu hedeflere uyarlamak için ikna etme, ii) gelişmekte olan ülkelere insani gelişme göstergelerinde daha kaliteli veri toplama konusunda yardımcı olma, iii) yalnızca üretim üzerine değil spesifik projelerin ve programların insanlar üzerine etkilerini analiz etme, gibi konuları da gündemine almıştır (ul Haq, 1995, s. 28). Đnsani gelişmenin insan özgürlükleri olmadan eksik olacağı düşüncesinden yola çıkılarak bir Đnsani Özgürlük Endeksi'nin oluşturulduğu 1991 yılı ĐGR'de ise, 'Đnsani Gelişmenin Finansmanı' düşüncesi temel alınmıştır ve var olan bütçelerin yeniden yapılandırılmasının tüm insanlar için gereken temel sosyal hizmetleri finanse edebileceği sonucuna varılmıştır. Aynı zamanda, i) kamu teşebbüslerinde düzeltmeler yapılması, ii) borç ödemelerinin yeniden yapılandırılması, iii) yolsuzlukla mücadele edilmesi ve iv) sermaye kaçışlarının durdurulması gibi yollarla insani gelişme için daha fazla kaynak sağlanabileceği ifade edilmiştir (UNDP, 1991, s. 5). 1992 yılı ĐGR'de ise, 'Đnsani Gelişmenin Uluslararası Boyutları' ele alınmıştır. Tüm insanlar için piyasa koşullarına eşit derecede erişimin sağlanmasının gerektiğini ifade eden rapor, piyasa fırsatlarına eşit erişim için gereken araştırmanın da ulusal sınırların ötesine geçip küresel sistemi içermesi gerektiğini iddia etmektedir. Sonuç olarak da piyasa fırsatlarına erişimleri artırılmadıkça yoksul insanlar veya yoksul uluslar için yoksulluk tuzağından kurtulmalarının olasılık dışı olduğu ifade edilmektedir 1993 yılı ĐGR'nin ele aldığı konu 40 ise, insanların katılımıdır. Halen bir milyardan fazla insanın yoksulluk sınırı altında yaşadığı ve derin küresel gelir eşitsizliğinin hoş görüldüğü, kadınların hala erkeklerin yarısı kadar kazandığı ve hala etnik azınlıkların kendi ülkelerinde ayrı bir ulusmuş gibi yaşadığı böylesine farklılık içeren ve insanların katılımcılığını engelleyen bir dünyada, böylesi bir hedef oldukça etkileyicidir. (ul Haq, 1995, s. 31, 35). Đnsan güvenliğinin daha iyi silahlarla değil, insanlara daha iyi yaşam koşulları sağlanmasıyla meydana geleceğini içeren yeni bir konseptin biçimlendirilmesi ana fikriyle ortaya çıkan 1994 yılı ĐGR, geleceğin savaşının geçmişin silahlarıyla yapılmasının zamanının artık geçmiş olduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda sosyal bir dünya sözleşmesi, küresel askeri harcamalarda % 3'lük bir azaltma, küresel bir insani güvenlik fonu ve kalkınmada işbirliğinin sağlanması için yeni bir çerçeve öneren rapor, dünyada insan güvenliği için yeni bir yapının oluşturulmasının zamanı geldiğini öne sürmektedir (UNDP, 1994, s. 6). 2.4.2. Gelişim Aşaması (1995-1998 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) Đnsani Gelişme Raporları, 1990'ların ilk yıllarında hak ettiği ilgiyi görmüştür. Đnsani gelişme düşüncesinin içeriğine sempatiyle yaklaşan çalışmalar, Đnsani Gelişme Endeksi'ne bazı yönlerden de eleştiriyle yaklaşmıştır. Bu bağlamda endekste zaman içerisinde iyileştirmelerin yapılması uygun görülmüştür. Aynı zamanda Đnsani Gelişme Endeksi'nce dahil edilmeyen unsurların ölçülmesi amacıyla yeni endeksler geliştirilmiştir. 1995 yılı ĐGR de cinsiyete dayalı endekslerin ortaya atılması açısından önemlidir. Buradan hareketle, 1995 yılı raporu, insani gelişmede kadınlara önemli bir rol verilmesi amacıyla yola çıkmıştır. Öyle ki, küresel olarak kadın, erkekten daha yoksul olmaya eğilimlidir. Sağlık, eğitim ve özgürlüğün tüm içeriklerinde erkeklere göre daha yoksundurlar. O halde kalkınmaya en büyük etkinin yapılması için toplum, kadınlarını yetkilendirmeli ve onu ilgi odağına koymalıdır (Todaro ve Smith, 2009, s. 22). Zaten, insani gelişmenin toplumun bir bölümünün değil, tüm insanların tercihlerinin genişletilmesi süreci olduğu kabul edildiğinde, böylesi bir sürecin eğer çoğu kadın faydalarından dışlanırsa adil olmayan ve ayrımcı bir duruma düşeceği ifade edilmektedir (UNDP, 1995, s. 1). Ekonomik büyüme ile insani gelişme arasındaki ilişkiye değinen 1996 yılı ĐGR, ikisi arasında otomatik bir bağ olmadığını ve büyümenin iyi yönetilmediği takdirde iş üretmeyen büyüme, merhametsiz büyüme, söz hakkı olmayan büyüme, kökleri olmayan 41 büyüme ve geleceği olmayan büyüme gibi sonuçlara yol açacağını savunur (UNDP, 1996, s. 2-4). Tatmin edici bir hayat yaşamak için gereken piyasa ve piyasa-dışı mallara erişimden yoksun dünyadaki bir çok insana iktisadi büyümenin fayda sağlayacağının bir güvencesi olmadığını kabul eden Ravallion (1997, s. 637) ise, dünyadaki yoksullar için bugün düşük-kaliteli büyümeden ziyade, normal kalitede bile çok düşük bir büyümenin asıl sorun teşkil ettiğini savunur. Ancak büyümeyi araç, insani gelişmeyi sonuç olarak hedefine koyan rapor, insani gelişme ve büyümenin birlikte hareket etmesi gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla büyümeye karşı bir tavır takınmamakla birlikte, büyümeyi insani gelişmeye dönüştürerek ülkelerin etkinliklerini artıracaklarını öne sürer. Öyle ki ilişkinin zayıf veya dengesiz olduğu durumlarda, ülkenin dengesiz insani gelişme veya dengesiz büyüme dönemlerine girebileceğini ifade eder (UNDP, 1996, s. 67). Yoksulluk konusunu ele alan ve yoksulluğun çok boyutlu olduğundan hareketle Đnsani Yoksulluk Endeksi'ni ortaya atan 1997 yılı ĐGR, yoksulluğun yalnızca materyal refah eksikliğinden kaynaklanmadığını, tahammül edilebilir bir hayat sürmek için elde edilen fırsatların reddedilmesinden kaynaklanabileceğini savunur. Eğer insan tercihlerinin genişletilmesi olarak tanımlanan insani gelişme, insan tercihlerinin genişletilmesi hakkındaysa; yoksulluk, insani gelişmenin temelinde yatan fırsatların ve tercihlerin reddedildiği anlamına gelir. Bunlar, uzun, sağlıklı, yaratıcı bir hayat sürmek, iyi bir yaşam standardı sağlamak ve özgürlüğü, haysiyeti, özsaygı ve diğerlerine saygıyı içeren bir hayatı yaşamaktır (UNDP, 1997, s. 15). 1998 yılı ĐGR ise, dünya tüketimi konusunu gündemine almıştır. Yirminci yüzyıl boyunca, dünya tüketiminin yüksek oranlardaki artışı, 1998 yılı raporunun ilk maddesini oluşturmuştur. Buna göre tüketim, insanların kapasitelerini geliştirdiği ve -diğerlerinin refahlarını ters etkilemediği süreceyaşamlarını zenginleştirdiği zaman insani gelişmeye katkıda bulunur. Ancak mevcut tüketim, çevresel kaynak temelini zayıflatmaktadır. Eşitsizlikler şiddetlenmektedir. Eğer yüksek gelirli tüketicilerden düşük gelirli tüketicilere doğru yeniden bölüşüm sağlanmaz ve çevresel kirlenmeden daha temiz mallara ve üretim teknolojilerine geçilmez, gösteriş için tüketimden temel ihtiyaçların karşılanmasına önem verilmez ve trend değişmezse, mevcut tüketim ve insani gelişme sorunlarının kötüleşeceği öne sürülmektedir. Ancak trend, kaçınılmaz değildir. Değişim, gerekli ve mümkündür. Kısacası tüketim, paylaşılmalı (herkes için temel ihtiyaçları sağlamalı), güçlendirmeli (insan kapasitelerini yaratmalı), sosyal olarak sorumluluk yüklemeli (diğerlerinin refahını sıkıntıya sokmamalı) ve sürdürülebilir olmalıdır (gelecek nesillerin tercihlerini rehin vermemeli). Öyleyse tüm insan tercihlerinin genişletilmesini içeren insani gelişme 42 paradigmaları, tüketicinin tercihlerini de insan yaşamının değerini artıracak yönde genişletmeyi ve artırmayı hedeflemelidir (UNDP, 1998, s. 1). 2.4.3. Yenilenme Aşaması (1999-2005 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) 1999 yılı ĐGR'nin temel konusu küreselleşme olmuştur. 1,5 trilyon dolardan daha fazla bir tutar, dünya kur piyasalarında her gün değişime uğramaktadır. Ne var ki küreselleşme elbette yalnızca para ve ticaret akımlarından da ibaret değildir, bundan daha fazlasını; dünya insanlarının artan karşılıklı bağlılığını (dayanışma) içerir. Ve küreselleşme yalnızca ekonominin entegrasyonunu değil, aynı zamanda kültürün, teknolojinin ve yönetişimin de entegrasyonunu gerektirir. Küreselleşme yeni bir kavram değildir. Erken 16. yüzyıl ve 19. yüzyıl sonlarına uzanır. Ama bu dönem farklıdır. Yeni piyasalar, yeni araçlar, yeni aktörler ve yeni kurallar uygulanmaktadır. Küreselleşme dönemi, dünyadaki milyonlarca insana bir çok fırsat tanımaktadır. Artan ticaret, yeni teknolojiler, yabancı yatırımlar, artan medya ve internet bağlantıları iktisadi büyümeyi ve insani ilerlemeyi körüklemektedir. Tüm bunlar 21. yüzyılda yoksulluğun yok edilmesi için büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. Đnsanlık artık daha önce olmadığı kadar fazla zenginlik ve teknolojiye sahiptir ve küresel topluma daha fazla bağımlıdır. O halde küresel piyasalar, küresel teknoloji, küresel fikirler ve küresel dayanışma (birlik) dünyanın her yerindeki insanların yaşamlarını zenginleştirebilir, büyük oranda tercihlerini genişletebilir (UNDP, 1999, s. 1). Yeni yüzyıldaki küreselleşme mücadelesi, küresel piyasaların durdurulmasını içermez. Sen (2004, s. 200) de piyasa mekanizmasının insanların birbiriyle etkileşebildiği, ve karşılıklı olarak avantajlı eylemlerde bulunabildikleri temel bir düzenleme olduğunu ve piyasa mekanizmasına neden eleştirildiğini anlamanın zor olduğunu belirtir. Hatta ortaya çıkan sorunların da genellikle başka kaynaklardan yayıldığını, bu sorunları piyasalara baskı yaparak değil, onların işlevlerini daha büyük bir dürüstlükle ve yeterli destekle yerine getirmelerine izin vererek ele almak gerektiğini savunur. Dolayısıyla, küresel piyasaların ve rekabetin avantajlarını koruyan daha güçlü yönetişim için kurallar ve kurumların bulunmasının mücadelesi verilmelidir. Ama aynı zamanda insan, toplum ve çevresel kaynaklar için yeterli alan sağlayan bir küreselleşmenin yalnızca kar için değil, insan için işleyeceğini temin eden bir duruş da gereklidir. Yani küreselleşmenin; etik (insan haklarının daha az ihlali), eşitlik (uluslar içinde ve arasında daha az farklılık), dahil etme (insanların ve ülkelerin daha az marjinalleşmesi), insan güvenliği (toplumların daha az istikrarsızlığı 43 ve insanların daha az hassasiyeti), sürdürülebilirlik (çevresel zararın artık daha fazla değil, daha az olması) ve kalkınma (daha az yoksulluk ve yoksunluk) ile birlikte devam etmesi gerekir (UNDP, 1999, s. 2). Aksi takdirde, örneğin eğer aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısı düşmemekte ve küresel eşitsizlik genişlemekte ise, küreselleşmenin dünyada doğru yönde ilerlemediği sonucuna varılabilir (Wade, 2004, s. 582). Yirmi birinci yüzyılın hemen başında yayımlanan 2000 yılı ĐGR, son on yılın tezde de belirtildiği üzere- önemli konularından ve -bugün dünyanın dörtte üçü demokratik rejimlerle yöneltildiğinde göre- 20. yüzyılın önemli başarılarından biri olan insan hakları üzerine odaklanmıştır. Đnsan hakları ve insani gelişme ortak bir vizyon ve ortak bir amaç taşır. Bunlar, her yerde tüm insanlar için özgürlüğü, refahı ve haysiyeti korumayı içerir. Bunun için cinsiyet, ırk, etnik grup, ulus, din ayrımının olmadığı bir özgürlük, iyi bir yaşam standardı sürmek için muhtaçlığın olmadığı bir özgürlük, insan potansiyelinin anlaşılması ve geliştirilmesi için özgürlük, kişisel güvenlik, işkence ve diğer şiddet olaylarına ilişkin korkunun olmadığı bir özgürlük, adaletsizlik ve hukuk kurallarının ihlalinin olmadığı bir özgürlük, düşünce, konuşma ve katılım sağlama özgürlüğü, sömürünün olmadığı iyi bir işe sahip olma özgürlüğü gibi özgürlüklere ihtiyaç duyulur. Yani insan hakları da insani gelişme de temel özgürlüklerin korunması üzerinedir: Đnsani gelişme, insan haklarının fark edilmesi için gereklidir. Đnsan hakları da tam bir insani gelişme sağlanması için şarttır (UNDP, 2000, s. 1-2). Yeni teknolojilerin, insani gelişme için işler hale getirilmesi amacı ise 2001 yılı ĐGR'nin ana temasını oluşturur. Đnsanlar yeni teknolojiler yaratarak ve onları kullanarak, yaşam kalitelerini artırırlar. Tarih boyunca, teknoloji, insani gelişme ve yoksulluğun azaltılması için etkili bir araç olmuştur. Katılım ve bilginin artması, yeni ilaçların, yeni istihdam ve ihracat fırsatlarının ortaya çıkması, teknoloji ile gerçekleşmiştir (UNDP, 2001a, s. 1). Aynı zamanda, rapor, insani gelişmenin geçmiş, mevcut ve gelecek dönemler analizini yaparak başlar ve günümüzde insanların yaşamlarında kabul edilemez yoksunluk düzeylerinin mevcut olduğunu ifade eder24. Ayrıca, Eylül 2000'de 24 Gelişmekte olan ülkelerdeki 4,6 milyar insanın 850 milyondan fazlasının okuryazar olmadığını, yaklaşık 1 milyar insanın 'arıtılmış' su kaynaklarına erişimden yoksun olduğunu ve 2,4 milyar insanın sağlık korumasından yoksun olduğunu ifade eder. Yaklaşık 325 milyon kız ve erkek çocuğunun okula gitmediğini belirtir. 11 milyon beş yaş altı çocuğun her yıl engellenebilir nedenlerden öldüğünü ifade eder. 1,2 milyar civarında insanın günlük 1 doların altında bir gelirle, 2,8 milyar insanın da günlük 2 doların altında bir gelirle yaşadığını söyler. Ne var ki aslında böyle yoksunlukların yalnızca gelişmekte olan ülkelerle sınırlı olmadığını, OECD ülkelerinde de 130 milyondan fazla insanın gelir yoksulu olduğunu ifade eder. 34 milyonunun işsiz olduğunu belirtir ve ülkelerin insani gelişme düzeyleri üzerine analizini yapar (UNDP, 2001, s. 9). 44 ortaya konulan Milenyum Kalkınma Hedefleri'ni de içeren ve hedefleri benimseyen rapor, ne var ki süreç hızlandırılmazsa hedeflerin yerine getirilemeyeceğini de belirtir. Dolayısıyla son otuz yılda insani ilerlemenin bize neyin mümkün olduğunu gösterdiğini ve teknolojik ilerlemenin geçmiş dönemlerdeki bu insani ilerlemenin hızlanmasına büyük katkı sağladığını asıl mesaj olarak ifade eder. Ve bu katkıların, daha büyük hızlanmalara bir ümit verdiğini dile getirir (UNDP, 2001a, s. 25). Politika ve insani gelişme arasındaki ilişkiye odaklanan 2002 yılı ĐGR, böylesine bölünmüş bir dünyada merkezine demokrasinin derinleştirilmesini almıştır. Politik gücün ve -resmi, kayıt dışı veya ulusal, uluslararası- kurumların, insani ilerlemeyi nasıl şekillendirdiğiyle ilgilidir ve tüm insanların -çoğunun geri kaldığı bir dünyada- insani gelişimini yükseltecek demokratik yönetişim sistemlerinin kurulması için ülkelerin ne yapması gerektiği hakkındadır. Đnsanlar her yerde, kaderlerini belirlemek, görüşlerini açıklamak ve yaşamlarını şekillendiren kararlarda katılımcı olmak için özgür olmayı istedikleri için politika, insani gelişme için önemlidir. Bu kapasiteler insani gelişme için eğitimli olmak ve sağlıklı yaşam sürebilmek kadar -insanların tercihlerinin genişletilmesi bakımından- önemlidir (UNDP, 2002, s. 1). Đnsani gelişme perspektifinden iyi yönetişim ise demokratik yönetişimdir. Böylesi bir yönetimle, i) insanların, haklarına ve temel özgürlüklerine saygı duyulan ve haysiyetli bir şekilde yaşamalarına izin verilir, ii) insanlar yaşamlarını etkileyen kararlarda söz sahibi olur, iii) insanlar, karar vericileri herhangi bir konuda sorumlu tutabilir, iv) kapsayıcı ve adil kurallar, kurumlar ve uygulamalar, sosyal etkileşime hakim olur, v) kadınlar, erkeklerle yaşamın ve karar verici alanda özel ve kamu alanda eşit ortaklardır, vi) insanlar ırk, sınıf, cinsiyet ayrımından uzaktırlar, vii) mevcut politikalar gelecek nesillerin ihtiyaçlarını yansıtır, viii) ekonomik ve sosyal politikalar, insanların ihtiyaç ve emellerini karşılamalıdır, ix) ekonomik ve sosyal politikalar, yoksulluğu yok etmeyi ve tüm insanların yaşamlarındaki tercihleri genişletmeyi hedeflemelidir (UNDP, 2002, s. 51). 2003 yılı ĐGR'nin ele aldığı konu ise Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDGs) olmuştur. Buna göre, sekiz hedeften oluşan MDGs'nin, 2015 yılına kadar gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Bu bağlamda da dünya liderleri, insani ilerleme ve yoksulluğun azaltılması için somut hedefleri gerçekleştirmek adına 2015 ya da daha öncesi için söz vermişlerdir (UNDP, 2003, s. 1). 2004 ĐGR ise, kültürel özgürlük üzerine odaklanmıştır. Kültürel özgürlük, insani gelişmenin elzem bir parçasıdır. Çünkü bir kimsenin diğerlerinin saygısını kaybetmeden ve diğer tercihlerden mahrum 45 bırakılmadan kimliğini seçebilmesi -kim olduğunu-, tam bir hayat sürdürebilmek için önemlidir. Đnsanlar, inançlarını açıkça icra edebildikleri, kendi dillerini konuşabildikleri, alay, ceza veya fırsatların azalması korkusu olmadan etnik ve dini geleneklerini yerine getirebildikleri bir özgürlük isterler. Devletler bu talepleri karşılamak için kaçınılmaz bir mücadeleyle karşı karşıyadırlar. Eğer iyi kontrol edilirse, kimliklerin daha fazla tanınması, toplumda daha fazla kültürel eşitlik meydana getirir, insanların yaşamlarını zenginleştirir (UNDP, 2004a, s. 1). Çünkü insan kimliğinin tercihsiz tekilliğinde ısrar etmek yanlıştır, çünkü herkesin birbirine benzediği yolunda gerçek dışı bir iddia olamaz. Aksine, sorunlu dünyada uyumlu yaşama umudunun dayanağı, kimliklerimizin çoğulludur. En kötü bozulma dolayısıyla, aklın ve tercihin rolüne boş verilmesinin eseri olarak ortaya çıkar. Tercihlerden yoksun tekilliğin tasvir etmedeki zayıflığı sosyal ve politik aklımızın güç ve kapsamını ciddi şekilde yoksullaştırır (Sen, 2010, s. 36-37). Dolayısıyla insanların kültürel kimlikleri devlet tarafından tanınmalıdır ve insanlar, bu kimliklerini, yaşamlarının diğer yönlerinde ayrıma maruz kalmadan açıklama özgürlüğüne sahip olmalıdır. Kısacası kültürel özgürlük bir insan hakkıdır ve insani gelişmenin önemli bir yönüdür. Bu nedenle de devlet müdahalesi ve ilgisine değerdir (UNDP, 2004a, s. 6). 2005 yılı ĐGR, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki işbirliğine odaklanırken, bu işbirliğinin, her biri acil yenilenme ihtiyacında olan üç şartına önem verir: Birincisi kalkınma desteğidir. Uluslararası yardımlar, insani gelişme için önemlidir. Bu yatırımın getirileri, kaçınılabilir hastalık ve ölümlerin önlenmesi, tüm çocukların eğitilmesi, cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi, ve sürdürülebilir ekonomik büyüme koşullarının yaratılması ile ortaya çıkan insani potansiyel ile ölçülebilir. Kalkınma yardımı, kronik yetersiz finansman ve kötü kalite gibi iki sorunla karşı karşıya kalabilir. Đkinci şart ise, uluslararası ticarettir. Doğru (adil) şartlar altında ticaret, insani gelişmenin güçlü bir motoru olabilir. Ticaret yardımdan daha fazla bir şekilde, dünyanın yoksul ülke ve insanlarının küresel zenginlik payının artırılmasında potansiyele sahiptir. Ne var ki zengin ülkelerin ticaret politikaları, yoksul ülkeleri ve yoksul insanların, küresel zenginlikten adil bir pay almasından mahrum bırakmaktadır. Böylesi bir uygulama haksız (zalimce) ve ikiyüzlüdür. Üçüncü şart ise güvenliktir. Şiddetli çatışmalar, yüzlerce insanın yaşam şekillerini bozmaktadır. Daha etkin uluslararası işbirliği şiddetli çatışmaların yarattığı engellerin kaldırılmasına yardımcı olarak hızlandırılmış insani gelişme ve gerçek güvenlik koşullarının yaratılmasını sağlar. Yenilenme, uluslararası işbirliğinin her koşulunun aynı anda yerine getirilmesini 46 şart koşar. Bir koşuldaki başarısızlık, gelecek dönem ilerlemelerin temellerini zayıflatır. Uluslararası ticarette daha etkin kuralların, şiddetli çatışmaların ticarete katılım fırsatlarını engellediği ülkelerde pek yardımı dokunmamaktadır. Daha adil ticaret kuralları olmadan artan yardımlar, istenilenin altında sonuçlara neden olur. Ve yardımlar ve ticaret ile sağlanmış artırılmış insan refahı ve yoksulluğun azaltılması umudu olmadan sağlanan barış ortamı, kırılgan kalacaktır (UNDP, 2005, s. 2-3). 2.4.4. Krizlerle Mücadele Aşaması (2006-2009 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) 2006 yılı ĐGR, merkezine insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan birini alarak başlar. Su ve sağlık hizmetlerindeki krizle başa çıkmak, 21. yüzyılın en büyük insani gelişme mücadelelerinden biridir. Đnsanlar oksijene ihtiyaç duyduğu kadar suya ihtiyaç duyarlar. Đnsanlar, sağlıklarını sürdürmek ve haysiyetlerini korumak için temiz suya ve sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyarlar. Bazıları, suya karşı küresel mücadelenin bir kıtlık problemi olduğunu savunsa da rapor, böylesi bir iddiayı reddeder. Çünkü, suya erişim endişesi yalnızca bazı ülkeler hastır. Ancak küresel su krizinin odağındaki kıtlık düşüncesi, fiziksel bulunabilirlikle değil, güç, yoksulluk ve eşitsizlikle kökleşmektedir (UNDP, 2006, s. 2). 2007-2008 yılı ĐGR ise, bir diğer insanlık krizi olan küresel ısınma konusuna odaklanır. Halihazırda sera gazı emisyonlarının azaltılması, gönüllü çabalarla iklimin koruma çabası sürdürülse de, mevcut tepkinin yetersiz kaldığı iddia edilmektedir (DiMento ve Doughman, 2007, s. 135). Küresel ısınma, neslimizin insani gelişme meselesi olarak tanımlanır. Đnsani kalkınma kapasitelerin genişletilmesi süreci olduğuna göre, küresel ısınma insan özgürlüklerini bozarak ve tercihleri sınırlandırarak bu süreci tehdit edecektir (UNDP, 2007, s. 1). Bu bağlamda insani gelişme sürecini tersine çevirebilecek beş büyük riskle karşılaşılabilir: i) azalan tarımsal verimlilik, ii) artan su güvensizliği, iii) artan kıyı taşkınlarına ve ekstrem hava koşullarına maruz kalma, iv) ekosistemin çöküşü, v) sağlık risklerinin artışı (UNDP, 2007, s. 27-30). Bu nedenle, insani gelişme sürecinin daha etkin devam edebilmesi için küresel ısınmayla mücadelede daha etkin çözüm yollarının aranması gerekir. 2009 yılı ĐGR, nüfus hareketliliği üzerine odaklanmıştır. Rapor, uluslararası hareketliliğe karşı engellerin azaltılması ve uluslararası hareketlilikte bulunan bu insanlara karşı sergilenen davranışların iyileştirilmesinin, insani gelişmeye büyük kazançlar sağlayabileceğini, dolayısıyla cesur bir vizyonun bu kazançların farkına 47 varması gerektiğini öne sürer (UNDP, 2009, s. 3). Serbest bir insan hareketliliği vizyonu, aynı zamanda insani gelişmenin özgürlük vurgusuna da dikkat çeker. Bu sayede insan, dilediği yerde yaşama özgürlüğüne sahip olur. 2.4.5. Değişim Aşaması (2010 Yılı Đnsani Gelişme Raporu) Halihazırda yayımlanan 2010 yılı ĐGR, ilk ĐGR'nin yayımlanmasının ardından geçen yirmi yıl boyunca insani gelişmede gösterilen ilerleme üzerine odaklanır ve "insanların bir ülkenin gerçek zenginliği" oldukları vurgusunu yapar. Kalkınmanın merkezine insanı koymanın, süreci daha adaletli yaptığı, böylece insanların değişimin aktif katılımcıları haline geldiği ve mevcut erişimlerin (kazançların) gelecek nesillerin tercihlerinin engellenmesi pahasına sağlanmaması gerektiği anlamına geldiğini ifade eder (UNDP, 2010, s. 10). Böylece rapor, yirmi yıl önce tanımlanan insani gelişme kavramının içeriğini yeniden doğrularken, bu kez özellikle sürdürülebilirlik, eşitlik ve yetkilendirme kavramlarının yoğun olarak üstünde durmuş olur. Đnsani Gelişme Endeksi hesaplamasını ve bazı göstergelerini değiştiren rapor, insanların yaşam standartlarındaki -genel- ilerlemeyi göstermek adına aynı zamanda eski Đnsani Gelişme Endeksi göstergelerini kullanarak yeni yöntemiyle melez (hybrid) bir endeks de oluşturmuştur. Buna göre 135 ülke için son 40 yıla ilişkin insani gelişme trendleri oluşturmuştur (UNDP, 2010, s. 25). Aynı zamanda, daha önceki yıllardaki raporlarda hesaplanan Đnsani Gelişme Endeksi dışındaki diğer endekslerin yerine üç farklı yeni endeks hesaplanmıştır Takip eden bölümde bu konulara daha ayrıntılı bir şekilde değinilecektir. 48 BÖLÜM III ĐNSAN REFAHININ VE ĐNSANĐ GELĐŞMENĐN ÖLÇÜLMESĐ 3.1. Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci Đktisadi kalkınmanın esası, toplumu oluşturan insanlar üzerine kurulduğu andan itibaren, geleneksel çizgisinden kurtulup, insana dayalı bir tanımlama ihtiyacı duyar. Bu bağlamda, karmaşık varlıklar olarak insanların gerçek yaşam düzeylerini anlayabilmek ve bunu ölçebilmek de zor bir sorun haline gelir. Đktisadi kalkınmayı ölçmeye çalışan ilk yaklaşımlar, insanların yaşam düzeylerini ölçmeye çalışırken, ölçümlerinin merkezine insana odaklanmayı koymamış ve yalnızca miktara bağlı bir artışın (büyümenin) gerçekleşmesine önem vermişlerdir (Miller ve Wadsworth, 1967, s. 1195). Öyle ki özellikle II. Dünya Savaşı sonrası ülkelerin kalkınmalarını sağlamak adına oluşturulan iktisadi büyüme modellerinde olduğu gibi ancak iktisadi olarak ölçülebilen önemli hale gelmiştir ve ülke refahının göstergesi milli gelirin büyümesi olmuştur1. Gelir ve servet düzeyinde gerçekleşen artış, kalkınmanın anlamı olarak görülürken, kişi başına düşen gelirin artış oranı ise kalkınmada tek ölçüt haline gelmiştir (UNDP, 1990, s. 104)2. Ancak böylesine ortalama bir değeri ifade eden ve yalnızca iktisadi bir içeriği olan bir gösterge, bireylerin gerçek yaşam düzeyleri (veya standartları) hakkında bilgi vermekten uzak ve yetersiz kalmıştır. 1 'Milli' gelirin büyümesi konusunda yakından ilişkili ancak farklı kavramlar olan GSYĐH ve GSMH'nin kavramsal ayrımı hakkında bkz. Cypher ve Dietz (2009, s. 33-47) ve Thomas (2000, s. 11). Bu değerlerin nüfusa bölünmesi kişi başına düşen gayrisafi milli veya yurtiçi geliri ifade eder. Ancak uygulamada gelir ölçütünü kullanarak, ülkelerin kalkınma düzeylerinin değerlendirilmesi bağlamında iki gösterge değerleri düşük düzeyde rakamsal değişiklik gösterdiğinden (Cypher ve Dietz, 2009, s. 47), tez içerisinde anlam karmaşasından kurtulmak için kavram, aksi belirtilmedikçe, -genel kullanımıyla- kişi başına düşen gelir olarak kullanılacaktır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'na kadar da hesaplanan Đnsani Gelişme Endeksi'nde satın alma gücü paritesine göre hesaplanmış kişi başına düşen GSYĐH kullanılmıştır. Ancak, 2010 yılı endeksinde ülke vatandaşları ile ülke içi gelir arasındaki farkın genişlediği varsayımıyla satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen GSMH kullanılmaya başlanmıştır (UNDP, 2010, s. 15). 2 Srinivasan (1994, s. 238), aslında gelirin hiçbir zaman -ne tek, ne de öncelikli olarak- kalkınmanın ölçüsü olmadığını ifade eder. Hatta savaş sonrası dönemde Buchanan ve Ellis'in (1955) çalışmasını örnek göstererek, bu yazarlar tarafından, ilk kalkınma endekslerinin iki gruba ayrıldığını belirtir. Birinci grup, yaşamın yapı ve kalitesini 'son ürün' olarak görürken; ikinci grup, iktisadi performansı ve yaşamı bir son ürün olarak görmektedir. Buna göre, yaşam beklentisi, bebek ölüm oranları, sağlık göstergeleri gibi göstergeler de ilk gruba dahil edilmektedir (Buchanan ve Ellis, 1955, s. 7). Sonuçta bu endekslerde sürdürülebilir artış gerçekleştiren bir ülke, kalkınmasını da gerçekleştirmiş olur. Ne var ki, bu tezde, bu gibi istisnalar olmakla birlikte, savaş sonrası ilk dönem çalışmalarının yoğun olarak gelir odaklı olduğu, ancak daha sonraları insan yaşamına odaklanan çalışmaların ortaya çıktığı savunulmaktadır. 49 Bir ülkenin kalkınma hedeflerinin içeriği, kişi başına düşen gelir düzeyindeki endişenin ötesindedir. Ne var ki, kişi başına düşen gelirin hesaplanmasındaki ve verilerin elde edilmesindeki kolaylıklar nedeniyle iktisatçılar, bir ülkenin kalkınması için bu göstergeyi yine de bir ikame proxy (gösterge, temsilci) olarak tercih ederler (Cypher ve Dietz, 2009, s. 31; Wadsworth ve Miller, 1967, s. 1195). Bu nedenle gelir ve servetin azami düzeye çıkarılması, özellikle iktisadi büyümeyi bir amaç olarak gören ve II. Dünya Savaşı sonrasında yoğun olarak oluşturulan iktisadi büyüme modellerinde önemli yer tutar. Ancak insanı merkeze koyan iktisadi kalkınma düşüncesinde gelirin ve servetin artırılması bir amaç değil, insanın hayatını sürdürebilmesi için gereken bir araçtan ibarettir. Asıl amaç, insanların yaşam standartlarının yükseltilmesi ve özgürlüklerinin genişletilmesidir (Sen, 2004, s. 29). Bu noktadan hareketle, kalkınma çalışmalarında zenginlik yaratma düşüncesi yalnızca bir araç olarak görülmelidir. Sonuçta bu düşünceden uzaklaşıp, insanın hem kalkınmanın aracı hem de asıl amacı olarak görülmesi düşüncesine odaklandıkça, evrimsel sürecinde kalkınma kavramının asıl içeriğinin anlaşılması daha kolay hale gelir Gelirin, oldukça sınırlı bir refah kavramı olmasından hareketle, 1970'li yıllarda, kalkınmanın ve insan refahının (well-being)3 anlaşılabilmesi için, iktisadi olmayan göstergelere, özellikle de yaşam beklentisi, bebek ölüm oranı ve okuryazarlık gibi 'sosyal göstergelere' dayanan bir ölçümün kullanılmasının daha uygun olacağı ortaya atılmıştır. Bu görüş, aynı zamanda 1970'li yılların sonunda ortaya çıkan 'temel ihtiyaçlar yaklaşımının' da temelini oluşturmuştur (Ravallion, 1996, s. 1331). Bu çerçevede insan refahı; yiyecek, barınma ve kamusal mallar gibi fiziksel gereklilikler ve istihdam olanakları ile bunların elde edilmesi gibi temel ihtiyaçların tatmini olarak görülmüştür. 1970'li yılların çabaları sonucunda, insan refahının ekonomik olmayan göstergelerle ölçümüne ilişkinin ilk birleşik endeks olan D. Morris (1979)'in Fiziksel Yaşam Kalitesi Endeksi (Physical Quality of Life Index) ortaya atılmıştır. Böylece, ilk defa gelir veya iktisadi refahı analize katmayan bir insan refahı ölçümü ortaya çıkmıştır. Ölçümün üç unsuru da doğumda yaşam beklentisi, bebek ölüm oranı ve yetişkin okuryazar oranı olmuştur (Sumner, 2004, s. 4)4. Fiziksel Yaşam Kalitesi Endeksi (PQLI), bu üç unsurun 3 Đnsanın hayatını sürdürebilmesi için gerekli tüm koşulların sağlanmış olmasını içeren ve 'iyi yaşam'ı ifade eden well-being kelimesi, birinci bölümde kullanıldığı gibi, 'refah' veya 'insan refahı' şeklinde kullanılacaktır. 4 'Temel ihtiyaçlar' konusu tezin ilk bölümünde tartışılmıştır. Ölçümünde kullanılan göstergeler de belirtilmiştir. Ancak burada, Streeten vd. (1981) ve Hicks ve Streeten (1979)'un temel malların ve 'temel ihtiyaçların' belirlenmesine ilişkin görüşleri önemlidir. Öyle ki, bu yazarlar, bir takım esas göstergeler seti önermişlerdir. Buna göre, doğumda yaşam beklentisini içeren bir sağlık göstergesi, okuryazarlık ve ilk 50 ağırlıksız aritmetik ortalaması olarak hesaplanmış ve 0 ile 100 arasında değişen değerlere göre, 1950 yılından beri tutulan kayıtlar çerçevesinde ülke performansları en iyiden (100), en kötüye (0) doğru sıralanmıştır. Bu endeks, bireylerin belli temel ihtiyaçlarının karşılanması için ülke performanslarının özetlenmesi ve karşılaştırılması için basit ve kullanışlı bir endekstir. Ancak bu endeks için, gelir bazlı ölçümlerdeki gibi, teorik bir çerçeve oluşturulmamıştır. Böylece endeks, bazı eleştirilere uğramaktan kurtulamamıştır. Bazıları göstergelerden biri olan okuryazarlık oranının fiziksel yaşam kalitesini göstermekten uzak olduğunu ifade etmiştir. Çünkü bireysel düzeyde gerçek refah ölçümüne doğrudan çok az etki yaptığını, ancak ulusal düzeyde bakıldığında, sosyal olanakların kadınlar, azınlıklar ve çok yoksullar arasında dağılımının ölçüsü olarak önemli olduğunu ifade etmişlerdir (Moon ve Dixon, 1985, s. 662-665). Ayrıca, doğumda yaşam beklentisi ve bebek ölüm oranı göstergelerinin de özellikle gelişmekte olan ülkeler için dikkate değer derecede birbirleriyle örtüştüğünü çünkü ikisinin de uzun ömürlülükle ilgisi olduğu ve yakın bir korelasyon ilişkisi içerisinde olduğu ifade edilmiştir (Hopkins, 1991, s. 1471; UNDP, 1990, s. 105). 1980'lerin başında da iktisadi olmayan faktörlerle ve insan refahının ölçülmesiyle ilgili yeni tartışmalar, konuya karşı artan ilgiyi ortaya koymuş ve ilginin iktisadi determinizmden uzaklaşmaya başladığını göstermiştir. Ne var ki, 1980'lerin borç krizi, iktisadi olmayan endişeleri konu dışı bırakmış ve insan refahı yeniden iktisadi büyüme ile eşdeğer tutulmuştur. Ancak dönemin önemli etkilerinden biri, refahın iktisadi (veya parasal) ve iktisadi olmayan (veya parasal olmayan) göstergelerine dayanan yeni bir sentez oluşturması olmuştur (Sumner, 2004, s. 4). Özellikle A. Sen (1979b, 1985b, 1987a, 1987b)'in çalışmalarının etkisiyle 1990'ların başında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından Đnsani Gelişme Raporları yayımlanmaya başlamış ve ilk raporda hem iktisadi hem de iktisadi-olmayan göstergeleri içeren bir endeks oluşturulmuştur: Đnsani Gelişme Endeksi adı verilen bu endeks, bir ülkede insani gelişmenin üç temel boyutuna (temel kapasitelere) ortalama erişimi ölçmektedir. Doğumda yaşam beklentisi ile ölçülen uzun ve sağlıklı bir hayat, ortalama eğitim yılı ile beklenen eğitim yılını içeren bilgi sahibi olma ve kişi başına düşen milli gelirle ölçülen iyi bir yaşam standardı, insani gelişmenin bu üç boyutunu okula kayıt oranını gösteren bir eğitim göstergesi, kişi başına kalori tüketimi veya gereksinimlerin yüzdesi olarak kalori tüketimi gösteren bir yiyecek/beslenme göstergesi, bebek ölüm oranı ve su kaynaklarına erişen nüfusun yüzdesini içeren bir su tedarik göstergesi, bebek ölüm oranını içeren bir sağlık koşulları (hizmetleri) göstergesi ve bir de barınma göstergesi oluşturmuşlardır (Khan ve Islam, 1989, s. 147). Refah ölçümünde kullanılabilir benzer temel ihtiyaçlar göstergelerinin listesi ve bu göstergelere göre yapılan ampirik bir çalışma için bkz. Khan ve Islam (1989). 51 gösterir (UNDP, 2010, s. 215). Đnsani Gelişme Endeksi, Fiziksel Yaşam Kalitesi Endeksi'nden öncelikle, iktisadi bir göstergeyi analize katmış olmasından dolayı farklılık arz eder. Ayrıca, merkezinde Amartya Sen'in kapasite yaklaşımını içeren derin bir kuramsal temele dayanır (Şenses, 2009a, s. 101). Ayrıca bu yaklaşımların belirledikleri hedefleri de birbirlerinden farklılık gösterir. Temel ihtiyaçlar yaklaşımı kendisine hedef olarak temel sosyal hizmetlerin genişletilmesini koyarken, iktisadi ölçüme dayalı yaklaşım, iktisadi büyümeyi kendisine hedef olarak koyar. Ancak insani gelişme yaklaşımı, daha geniş çerçevede insanların sosyal, iktisadi ve de siyasal tercihlerinin genişletilmesi hedefini içerir (Fukuda-Parr, 2003, s. 311). Temel insan kapasitelerine erişim ölçümü olarak Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE), 1990 yılında ortaya atılmasını takip eden yıllarda hem ölçümünde bazı değişikliklere gidilerek geliştirilmiş, hem de yeni endekslerle desteklenmiştir. Böylece kalkınmanın ve insan refahının ölçülmesi adına daha anlamlı ve daha geniş kapsamlı bir ölçüm niteliği taşımıştır. 1990'lı yıllar, ĐGE'nin ortaya atılması ve bu endekse karşı yapılan eleştirilerle endeksin geliştirilmesi açısından önemlidir. Đnsani gelişmenin anlaşılması bakımından yoksulluğa, eğitime ve cinsiyete yönelik çalışmalar Đnsani Gelişme Raporları'nda (ĐGR) yeni endekslerin ortaya çıkarılmasına neden olmuştur. Özellikle yoksulluk elbette, insani gelişme sürecinde karşılaşılan en büyük sorunlardan biridir. Đnsan refahından yoksunluğu ifade eden bir kavram olarak yoksulluk, insan refahı incelenirken ele alınması gereken önemli bir kavramdır. Öyle ki refaha ulaşıldığında, yoksulluk da sona ermiş olacaktır. Bu nedenle insani gelişme ve yoksulluk çalışmaları da en başından beri iç içe sürmektedir ve yoksulluk kavramının da tek boyutlu yoksulluk sınırlarına indirgemekten ziyade çok boyutlu bir içeriğinin olması gerektiği öne sürülmektedir. Çünkü gelire dayalı yoksulluk ölçümleri yalnızca tek göstergeyi içerir ve dolayısıyla yoksunluğun farklı boyutlarını ele almaktan geri kalır. Yoksulluk sınırının üstünde bir gelire sahip bir birey, okuma yazma bilmiyor olabilir, prematüre ölüm oranlarının artmasına neden olacak salgın hastalıklara karşı korunmasız olabilir veya temiz suya ve sağlık hizmetlerine erişimden mahrum kalmış olabilir; yani insan yaşamı farklı yönlerden yoksullaşmış olabilir. Dolayısıyla da gelir anlamının dışında bir yoksunluk yaşıyor olabilir (Anand ve Sen, 1997, s. 5). 2000'li yıllarda ise insan refahı konusu, insani gelişmenin yanında, konuya özgürlük ve evrensel haklar gibi kavramların eklenmesi halini almıştır. Bu çerçevede insani gelişme ölçümlerinin yapılmasına devam edilirken, Tablo 4.'de de görüldüğü gibi 52 ölçüm konusunda Milenyum Kalkınma Hedefleri ortaya atılmıştır. Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDGs), Eylül 2000'de Birleşmiş Milletler üyesi 189 ülke tarafından kabul edilen sekiz hedefi içerir. Buna göre 2015 yılına kadar, i) şiddetli yoksulluğu (sefaleti) ve açlığı yok etmek, ii) evrensel olarak ilköğretimi gerçekleştirmek, iii) cinsiyet eşitliği sağlamak ve kadınları yetkilendirmek, iv) çocuk ölüm oranlarını azaltmak, v). anne sağlığını geliştirmek, vi) HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele etmek, vii) çevresel sürdürülebilirliği sağlamak, viii) kalkınma için küresel bir ortaklık geliştirmek, hedeflenmiştir. Ne var ki, Birleşmiş Milletler Gelişme Programı'nın belirttiği üzere, eğer mevcut trend devam ederse, hedeflerin hepsinin gerçekleşmesi çok zordur. Dolayısıyla da sürecin hızlandırılması gerekmektedir (Todaro ve Smith, 2009, s. 23-24; UNDP, 2003, s. 33)5. Tablo 4 Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci 1950'ler 1960'lar 1970'ler 1980'ler Đnsan Refahının Anlamı Đktisadi refah Đktisadi refah Temel ihtiyaçlar Đktisadi refah 1990'lar 2000'ler Đnsani gelişme / kapasiteler Evrensel haklar, geçinme, özgürlük Ölçümü GSMH büyümesi Kişi başına GSMH büyümesi Kişi başına GSMH büyümesi ve temel mallar Kişi başına GSMH büyümesi, ancak parasal olmayan faktörlerin artışı Đnsani gelişme ve sürdürülebilirlik Milenyum Kalkınma Hedefleri, yeni alanlar, insani gelişmenin devamı Kaynak: Sumner, 2004, s. 3. Bununla birlikte, son on yılda yoksulluğu insan hakları ihlali olarak değerlendirmek yönünde de önemli çabalar harcanmaktadır. Yeni hedef, yoksulluğun insan hakları ihlali olarak algılanmasını sağlayacak bir yaklaşımın benimsenmesini sağlamaktır. Öyle ki Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 3. maddesi, "yaşam, özgürlük ve kişisel güvenlik her insanın hakkıdır" diye belirtir6. Dolayısıyla yoksul kişileri hakları ihlal edilmiş kişiler olarak gördüğümüz noktada yoksulluğu, yoksul kişilerin başarısızlıkları, kaderleri, talihsizlikleri ya da onların sorumsuzlukları olarak değerlendirmekten ziyade yoksulluğu oluşturan koşullara dikkatimizi yöneltmiş oluruz. Böylesi bir bakış, yoksul kişilerin, ailelerin dışındaki kurumlara ve topluma da sorumluluk yüklemektedir (Semerci, 2010, s. 3). Sonuçta, insan hakları düşüncesi, 5 Öyle ki, 2015 yılının hedefler için son tarih olarak belirlenmesi, eğer bunlar meydana gelmezse, gelecek kalkınma hedeflerini cesaretlendirmek yerine cesaretini kırabilecektir. Raporların hedefledikleri rakamlar ve gerçekleşen rakamlar için bkz. UN (2006), UN (2011). 6 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen 30 maddelik bildirinin içeriği için bkz.: http://www.ohchr.org/EN/UDHR/Documents/UDHR_Translations/trk.pdf (Erişim: 07.02.2011). 53 yoksulluğun azaltılması mücadelesinde gereken motivasyon ve yetkinin sağlanması yolunda önemli bir etki sağlamış olabilir. Çünkü haklar, tercihler ve ihtiyaçların aksine, gerçekleştirilmesi için bir görev ve bir iddia içerirler (Shaffer, 2008, s. 7). Aslında insan haklarının yerine getirilmesi ve insani gelişmenin artması, çoğu açıdan ortak bir sebep (motivasyon) içerir ve tüm toplumlarda özgürlüğün, refahın ve bireyin haysiyetinin sağlanması için önemli bir vaadi yansıtır (UNDP, 2000, s. 20)7. Sonuçta kalkınma çalışmaları, yalnızca ekonomik amaçlar peşinde koşmaktan, çok-disiplinli yaklaşımlara yöneldikçe, insan refahının (well-being) incelenmesi konusu da ekonomik nedensellikten çok-boyutlu tanımlamalara yönelmiştir. Özellikle son yıllarda, insan refahının anlamı ve ölçümü konusu da, yalnızca iktisadi faktörlerin kullanılmasının yanında, iktisadi olmayan faktörlerin de işin içine dahil edilmesi şekline dönüşmüştür. Öyle ki, son elli yıl boyunca bu konu üzerindeki tartışmalar, iktisadi olarak tanımlanan refahtan yoksulluğun daha geniş çerçevede kavramsallaştırılmasına, refahın 'araçlarının' dikkate alınmasından 'sonuçlarının' analize katılmasına, 'ihtiyaçların' belirlenmesinden 'hakların' tanımlanmasına doğru kaymıştır. Bu çerçevede çok az sayıda gösterge yerine bir çok gösterge kullanılmaya başlamış ve de en önemlisi insan refahı, unutulmuş bir düşünce olmaktan çıkarak kalkınma tartışmalarının merkez noktası haline gelmiştir (Sumner, 2004, s. 3, 7). 3.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm Ulusların gelişip refaha ve zenginliğe ulaşmaları yolundaki etkenlerin araştırılması çabası, iktisat çalışmalarında önemli bir yer tutar. Öyle ki bu çaba, Adam Smith'in Ulusların Zenginliği adlı eserinde bile açıkça görülür. Aslında ilk çalışmalarını ahlak felsefesi üzerine yapmış olan Adam Smith, ilk eseri Ahlaki Duygular Kuramı'nda "dünyanın bütün bu çalışmasının ve koşuşturmasının amacı ne? (...) zenginleşme hırsının; refah, güç ve üstünlük peşinde koşmanın sonu ne?" sorusunu sorar (Smith, 7 Her iki yaklaşımın uyumluluğuna rağmen, bazen stratejik yapıları ve odak noktalarının farklılık gösterdiği iddia edilmektedir. Çünkü insan hakları literatürü genellikle, öncelikli olarak siyasi özgürlükler, sivil haklar ve demokratik özgürlük gibi konulara odaklanırken, bu gibi göstergeler çoğu insani gelişme göstergelerinin arasında hesaplanamadığı için yer almaz. Öyle ki, Đnsani Gelişme Endeksi, daha yoğun olarak uzun ömürlülüğü, okuryazarlığı ve diğer sosyoekonomik endişeleri yansıtır. Ancak elbette insani gelişme yaklaşımı, Đnsani Gelişme Endeksi'nde ölçülenin çok ötesinde bir şeyi ifade eder. Ölçülmesi zor olsa da politik özgürlükler ve demokratik özgürlüklerin önemini inkar etmez. Hatta, demokratik özgürlüğü ve sivil hakların yoksul insanların kapasiteleri artırmasında önemli rol oynayabileceğini ifade eder. Karşılıklı olarak insan hakları da yalnızca politik ve sivil özgürlükleri değil, eğitim, yeterli sağlık hizmeti haklarından ve diğer özgürlükleri de içerir. Sonuçta, insan hakları ve insani gelişme kavramları arasındaki fark, ikisinin de dikkati çekmeye çalıştığı esas konudan uzaklaşmayı gerektirmez (UNDP, 2000, s. 19-26). 54 1984[1759], s. 84) ve yanıtını da bu eserden on yedi yıl sonra yayımlanacak ve iktisadın temel taşlarından biri olacak olan Ulusların Zenginliği adlı eserinde "zenginlik, ihtişam, şan, şeref için böylesi bir mücadele ancak sıradan insanın refahıyla kendini haklı çıkarabilir." (Heilbroner, 2008, s. 66) diyerek verir. Böylece insan refahını, iktisadi analizde önemli bir yere koyar. Aynı şekilde iktisadın, dünyanın veya belirli bir ülkenin refahının artırılması yolunda önemli etkenleri araştırması gerektiğini belirten Arthur C. Pigou da, bir bireyin refahının (welfare), onun ruh halinde veya bilincinde aranması gerektiğini belirtirken, ancak bu refaha bir araç olarak kullanılabilecek maddi (material) refahın ölçülebileceğini ve bir bireyin maddi refahının da onun elde ettiği tatminlerden oluştuğunu dile getirir (Pigou, 1951, s. 287-289). Sosyal fayda ve tüm toplumun faydası da bireysel faydaların toplamına eşit olacaktır (Nath, 1981, s. 13). Sonuçta da sosyal refahın ilişki kurulabilecek, ölçülebilecek kısmı maddi refah olmaktadır. Öyleyse Pigou'ya göre ekonomi politikasının amacı sosyal refahın reel değerini maksimize etme halini alır. Bu reel değere varmak için yapılacak şey, üretilmiş çeşitli malların miktarlarının belirli bir fiyat seti alınarak ağırlıklı şekilde hesaplanmasıdır. Bu ölçümde ele alınan fiyatlar piyasaya hakim olan fiyatlardır (Eroğlu, 2004, s. 139). Arthur Pigou (1932[1920]), The Economics of Welfare adlı ünlü eserinde, maddi refahı, toplam refahın bir parçası olarak görüp, ancak bunun para ile ölçülebileceğini ortaya koyduğu bu düşüncesiyle geliri ilk defa, refahı ölçmenin bir yolu olarak ortaya atmış olur. Đktisadi refahı, insan refahının ölçülebilir kısmı olarak tanımlayan Pigou, insan refahını da ancak paranın ölçülebilirliği olan bu kısmıyla ilişkilendirebilmiştir. Ardından gelir, II. Dünya Savaşı ile birlikte mal ve hizmetlerin toplam miktarının fiyatlar bazında ölçümü olarak kullanıldığında, halihazırda üretilmiş mal ve hizmetlerin kaydı haline gelmiştir (UNDP, 1990, s. 104). Đlerleyen yıllarda da kalkınma, uzun bir süre iktisadi performans olarak tanımlanmıştır. Kişi başına yüksek gelir (veya tüketim) ve maddi (material) yaşam standardının geliştirilmesi, hedeflenen insan refahı olarak gösterilmiştir. Bu bağlamda maddi (material) üretim, uzun bir süre ilgi odağı olmuş ve ölçümü için bir göstergeye ihtiyaç duyulmuştur. Đlk aşamada bu ölçüt de kişi başına düşen gelir olmuştur (Jahan, 2005, s. 152). Bununla birlikte ilerleyen yıllarda bireylerin geçimini sağlayıp sağlayamadıklarının ölçülebilmesi ve maddi yaşam standartlarının anlaşılabilmesi için reel ücretler ve aynı zamanda bireylerin işsizlik oranları da analize dahil edilmiştir. Yine aynı zamanda belirli bir gelir sınırı belirlenip, bu sınırın altında kalan nüfusun yoksul 55 olarak tanımlandığı gelir yoksulluk sınırları ve yoksullar arasındaki gelir dağılımını da dikkate alan gelire dayalı ölçümler de geliştirilmiştir. Tablo 5 Đnsan Refahının Ölçümünde Kullanılan Đktisadi Göstergeler Kişi başına düşen gelir - Kişi başına düşen milli gelir Gelir yoksulluk sınırları - Kişi başına günde bir doların altında yaşayan nüfusun yüzdesi - Reel ücretler - Ulusal yoksulluk sınırının (2100 kalori) altında yaşayan nüfusun yüzdesi - Gelir veya mallardaki değişime bağlı olarak yoksulluğa karşı hassas nüfusun yüzdesi - Đşsizlik oranları Gelir eşitsizliği - Kişi başına günde bir doları içeren yoksulluk boşluğu ve şiddeti (severity) göstergeleri - Toplam harcamanın yüzdesi olarak en düşük yüzde yirmilik kısmın yaptığı harcama - Gini katsayısı Kaynak: Sumner, 2004, s. 7. Refahın, yüksek gelir, kişi başına tüketim veya maddi yaşam standardı olarak tanımlanması günümüzde halen geçerlidir; Tablo 5., bu bağlamda, ölçümde kullanılan iktisadi göstergeleri ifade etmektedir. Kişi başına düşen gelir, gelir yoksulluk sınırları ve gelir eşitsizliği olmak üzere üç gruba ayrılan bu ölçümler, insan refahının ölçümünde yaygın olarak kullanılan ekonomik göstergeleri ifade etmektedir (Sumner, 2004, s. 7). 3.2.1. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüm Yöntemi ve Avantajları Bir ülkenin milli gelirinin ölçülmesi, o ülkenin iktisadi faaliyetlerinin detaylı olarak incelenebilmesine olanak verir. Bireye yönelik bir refah ölçümü yapabilmek içinse, kişi başına düşen geliri kullanmak gerekir. Milli gelirin toplam nüfusa bölünmesini ifade eden bir değer olarak kişi başına düşen gelir, bireylerin maddi refahının anlaşılmasında yoğun olarak kullanılır. Bu gösterge, ülke içi maddi refahın ölçümlerde yeterli sayılırken, farklı ülkelerdeki insanların maddi refah düzeylerinin karşılaştırılmasında yetersiz kalabilmektedir. Dolayısıyla kişi başına düşen gelir baz alınarak yapılan ülke karşılaştırılmalarında ise genellikle döviz kurlarında dönüştürme yapmak yerine, milli gelirin satın alma gücü paritesine bakılır. Satın alma gücü paritesi (PPP), uluslararası fiyatlar cinsinden, üretilmiş tüm mal ve hizmetlerin ortak bir seti ele alınarak ve tüm ülkeler için aynı malları A.B.D. fiyatları cinsinden değerlendirerek hesaplanır. Doğal olarak, azgelişmiş ülkelerde yerli fiyatlar düşükse, satın alma gücü paritesine göre hesaplanmış milli gelir, döviz kuru dönüştürmesi yapılarak hesaplanan tahminlerden daha yüksek olacaktır. Yani PPP kullanıldığında, yoksul ve zengin ülkeler 56 arasındaki gelir boşlukları azalmaya eğilimli hale gelecektir (Todaro ve Smith, 2009, s. 47). Kişi başına düşen gelirin ölçümünde bir takım üstünlükleri vardır. Öncelikle, iktisadi performansın ölçümünde kullanılabilir tek göstergeye indirgenmiş bir ölçüttür. Đkincisi uluslararası düzeyde karşılaştırma yapma açısından önemlidir çünkü dünyayı gruplara bölme -zengin ve yoksul, gelişmiş ve azgelişmiş şeklinde- açısından yararlı olarak görülür. Son olarak ulusal gelir hesaplamalarında belirli bir zamanda kişi başına düşen geliri hesaplamak için güvenilir ve sürekli veriler mevcuttur (Jahan, 2005, s. 152). Öyle ki bunlar sosyal göstergelerin içerdiği gibi zaman gecikmesi içermediklerinden, değişimlere daha hızlı tepki verebilmektedir. Yine iktisadi olmayan göstergelere göre, bunlara ilişkin daha yeni ve halihazırda mevcut veriler bulunabilir. Ayrıca, bunlar hem daha ucuzdurlar, hem de -örneğin, iktisadi-olmayan yoksulluk göstergelerindeki gibi- toplanmaları karmaşık değildir (Sumner, 2004, s. 7). 3.2.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüme Getirilen Eleştiriler Đktisadi göstergelere bağlı bir ölçüm, insan refahının tek boyutunu analizine dahil etmesine rağmen, insan refahı çok boyutlu bir tanımlamaya ihtiyaç duyar. Đnsan refahı ancak farklı boyutların aynı zamanda ele alınması ile anlaşılabilir. Öyle ki yalnızca maddi yaşam standartları (gelir, tüketim ve servet) değil; i) sağlık, ii) eğitim, iii) iş dahil tüm kişisel aktiviteler, iv) politikaya dahil olma ve yönetişim, v) sosyal çevre ve ilişkiler, vi) mevcut ve gelecek dönem çevresel koşullar, vii) hem iktisadi hem de fiziksel içeriğe güvensizlik8 gibi tüm bu boyutlar, toplumdaki insanların refahını şekillendirir ve bunların çoğu geleneksel gelir ölçümlerinde dikkate alınmaz (Stiglitz vd., 2010, s. 15). Bu da, geleneksel ölçümlerin refah konusunda -kendilerinin de belirttiği gibi- yalnızca maddi ölçüm boyutunda kaldığını ve insan refahının yalnızca bir boyutu hakkında fikir verebileceğini gösterir. Gelire dayalı ölçümler, ortaya çıkışını takip eden yıllarda, özellikle de 1960'lı yıllardan sonra ciddi eleştirilere uğramış ve kendi içinde bazı sorunlar yaşamaya başlamıştır. Ancak, gelir ölçümlerinin kullanılamaz olduğu da kabul edilmemiş ve 8 Đnsan refahının bir parçası olarak iktisadi güvensizlik ve hassasiyet konusunda Osberg (2010, s. 33), iktisadi güvensizliğin hem doğrudan hem de dolaylı olarak iktisadi refahı etkilediğini belirtir. Sonuçta da, iktisadi güvensizliğin, ülkeler arasında karşılaştırılabilir bir yöntemle ölçülebileceğini ifade eder. Çalışmasında kullandığı sekiz ülkeden, en yoksul ülkede (Tanzanya) iktisadi güvenin en az, en yüksek kişi başına düşen milli gelire sahip ülkede (Norveç) en fazla olduğu, ancak oldukça aksak bir korelasyon olduğu sonucuna ulaşmıştır. Dolayısıyla, iktisadi güvenin iktisadi refahın bir boyutu olduğu ve tek başına incelenmesi gerektiğini öne sürmüştür. 57 ölçümün geliştirilmesi uğraşı içerisine girilmiştir. Öyle ki, Nordhaus ve Tobin (1973), gayrisafi milli hasılanın eksikliklerini gidermeyi ve iktisadi büyüme ile refah arasında daha kapsamlı bir ilişki kurmayı hedefleyen, Đktisadi Refahın Ölçümü (Measure of Economic Welfare) adını verdikleri ölçümü ortaya atmışlardır. Buna göre, GSMH'de ve diğer gelir bazlı ölçümlerde piyasa dışı aktiviteler, boş zaman ve çevre kirliliği gibi faktörlerde düzeltmeye gidilmiş ve bunlar refahın kusursuz ölçümleri olmasa da uzun süreli gelişmenin ifade edilmesi için en kapsamlı ölçüm olarak görülmüştür (Nordhaus ve Tobin, 1973, s. 512, 532). Đktisadi Refahın Ölçümü, milli gelir hesaplamalarında yine de yetersiz kalmıştır ancak GSMH'nın yerini alamasa da, Daly ve Cobb (1994[1989])'un ortaya attıkları Sürdürülebilir Đktisadi Refah Endeksi (Index of Sustainable Economic Welfare) gibi 'çevreci milli gelir' hesaplamalarının ortaya çıkmasında etkili olmuştur9. Milli gelire yapılan eleştiriler de zaten, genelde ölçümünde karşılaşılan problemlere yöneliktir. Özellikle kayıt dışı ekonominin varlığı, ölçümün ve de ekonominin yaşadığı önemli bir sorundur. Genel olarak bakıldığında, ilk olarak gönüllü iş gibi piyasa-dışı faaliyetler ve evde görülen işler gibi piyasada pazarlanamayan ürünler iyi ölçülememektedir. Đkincisi, bilgisayar gibi yeni teknolojiyle gelişen malların kalitesindeki iyileşmeleri doğru biçimde hesaba katmak zordur. Düzeltme yapmaya çalışılsa bile, yeni ürünler için bunları yapmak kolay değildir. Üçüncüsü, ölçümün menfi malları ortadan kaldırmak ya da denetim altına almak amacıyla kullanılması zordur. Ayrıca milli gelir hesapları, insan faaliyetleri sonucu oluşan çevre kirliliğini ve çevresel zararı göz önüne almamaktadır (Dornbusch ve Fischer, 1998, s. 36). Dolayısıyla maddi insan refahı boyutuna indirgendiğinde de yetersiz kalmaktan kurtulamamaktadır. Ancak gelir, ölçümündeki bu gibi zorluklara rağmen, rakamsal ve kolay anlaşılabilir bir değeri ifade ettiği için yaygın kullanımından uzaklaşmamıştır (Desai, 1994, s. 36). Bir diğer eleştiri, ortalama bir değer olarak kişi başına düşen milli gelirin, servet dağılımının yoksul ve zengin arasında bölüşümü hakkında fikir vermekten uzak olduğuna yöneliktir (Thomas, 2000, s. 12). Ortalama kişi başına düşen gelir ve servet ölçümleri, kaynakların hane halkları tarafından nasıl bölüşüldüğünü açıklamaz. Yani sonuçta, üretim sonucu elde edilen bu gelirden kimin ne derecede faydalandığını da 9 Sürdürülebilir Đktisadi Refah Endeksi'nin -daha sonraki kullanımıyla Gerçek Đlerleme Göstergesi'nin (Genuine Progress Indicator)-, öncülü Đktisadi Refah Ölçümü'nden farkı çevresel zararı ve doğal kaynakların tüketilmesini açık ve yoğun bir şekilde milli gelir analizine dahil etmesinde yatar. Lawn (2003, s. 112) tarafından hem sürdürülebilir iktisadi refah hem de gelir için teorik temelde kusursuz göstergeler olduğu belirtilen bu göstergelerin teorik incelemesi için bkz. Lawn (2003), Hamilton (1999) ve Lawn (2005). 58 göstermediğinden ve yalnızca bir ortalama olduğundan, ülke içerisindeki tüm vatandaşlarının refah durumunun anlaşılmasında yetersiz kalabilir10 (Stiglitz vd., 2010, s. 44). Sonuçta, eğer ortalama olarak kişi başına düşen gelirdeki artışa rağmen eşitsizlik artarsa, çoğu insanın durumu daha kötüye gidebilir (Stiglitz vd., 2010, s. 3). Ayrıca gelir, piyasada mübadele edilebilen farklı mal ve hizmetlerin miktarlarının fiyata göre ağırlıklandırılmış toplamını ifade eder. Ne var ki fiyatlar, her koşulda ideal ağırlıklar olamazlar. Aksak rekabet koşulları altında mal ve hizmetler değerinden yüksek veya düşük değerlendirilebilir ve daha kötüsü piyasanın var olmadığı koşullar ise tamamen dışlanır. Önemli bir not olarak insan refahının (ve kalkınmanın) ölçülmesinde hangi göstergelerin ölçüme eklenip hangilerinin dışlanacağına karar vermek önemlidir. Gelir göstergesi, üretilmiş ve piyasaya sunulmuş tüm mal ve hizmetleri içerir. Ne var ki, bunların içerisine atmosfere zarar veren veya sağlığı bozan mallar da girer (UNDP, 1990, s. 105). Çünkü parasal ölçümler, piyasadaki üretim ve istihdam konularına duyulan ilgi sonucu ortaya çıkmışlardır, dolayısıyla parasal birim olarak piyasadaki üretimi ölçerler ve iktisadi aktiviteyi kontrol etme gibi bir çok soruna çözüm sunarlar (Stiglitz vd., 2010, s. 11). Milli gelir hesaplamaları, kamu sektörünü dahil eden ancak evde görülen üretimi dışlayan ve benzer başka ölçüm problemlerine de sahip piyasaya yönelik ekonomik aktivitenin düzeyini ölçer. Ancak bu ölçütlerin tek boyutluluğu bir sorun yaratır. Çünkü bu kadar karmaşık bir toplumu içerecek tek bir göstergenin var olması mümkün değildir. Bu nedenle hedef, bir çok önemli sorunun çözümünü bir araya getiren bir ölçüm seti oluşturmak olmalıdır. Stiglitz vd. (2010: xxvi)'ye göre, revize edilmiş GSMH ölçümü, yine piyasa aktivitesini ölçmek için kullanılabilir; ancak vatandaşların durumunu daha geniş bağlamda yansıtan bir gelirin medyanı ölçümü, yoksulun durumunu ölçen bir yoksulluk ölçümü, çevrenin durumunu ölçen kaynak tüketim ve çevresel zarar ölçümü ve ekonomik sürdürülebilirliğin durumunu ölçmek için borç ölçümü gibi ölçümlerle desteklenmelidir. Kalkınmanın, yalnızca miktarlara indirgenen büyüme kavramından farklı bir içeriği olduğu bugün yaygın olarak kabul edilmektedir11. Kalkınmanın merkezine insanı koyan ve bu çerçevede 'insan odaklı' bir yaklaşım ortaya sunan insani gelişme yaklaşımı da öncelikli olarak insanlara uzun, sağlıklı ve yaratıcı olabilecekleri bir ortam yaratmayı 10 Stiglitz vd. (2010, s. 44), bunun önlenmesi adına gelir medyanı ölçümünü önerirler. Çünkü medyan bireyin tipik bir birey olduğunu öne sürerler. 11 Tezin ilk bölümünde de yoğun olarak belirtilmiş ve ayrı bir başlık altında konuya değinilmiştir. 59 amaçlar. Bu ortamın yaratılması sürecinde de birey için tercih özgürlüğünün ve kalkınmada tercihlerin genişletilmesinin esas unsur olduğunun önemine vurgu yapar. Öyle ki, neoliberal yaklaşım ile insani gelişme yaklaşımı arasındaki temel fark da bireyin tercihlerinin genişletilmesi sürecinde ortaya çıkar. Neoliberal yaklaşım, gelir olmak üzere, yalnızca bir tercihin artırılmasına yoğunlaşırken, insani gelişme yaklaşımı, iktisadi, sosyal, kültürel ve politik olmak üzere insanın tüm tercihlerinin artırılmasını içerir (ul Haq, 1995, s. 14). Bu bağlamda, toplumda yaşayan insanların refah ve kalkınma düzeyi ölçülmeye çalışılırken bir yandan gelirin artışını içeren iktisadi bir ölçüm dikkate alınırken, diğer yandan da iktisadi olmayan göstergeleri de içeren bir başka ölçüm de ortaya atılmaktadır. 3.2.3. Neoliberal Yaklaşıma Göre Đnsan Refahı ve Neoliberal Politikaların Đçeriği Geliri refah ölçütü olarak kullanan ve piyasayla ilgili konuları merkezine alan politikalar, günümüzde neoliberal politikalar olarak değerlendirilir12. Bunlar, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Keynesyen politikaların hüküm sürdüğü bir ortamda şekillenmiş, ortaya çıkmaları ve güçlenmeleri ise yine Keynesyen politikaların işlerliğini yitirmeleriyle gerçekleşmiştir. 1970'lerde Keynesyen politikaların yaşadığı kriz sonucu enflasyon ve işsizliğin bir arada görülmesi, neoliberalizmin ortaya çıkmasında önemli rol oynar. 1970'lerde, iktisadi aktivitelerde devlet müdahalesi tartışılmaya başlanmıştır. Bu müdahalenin, etkinliği azalttığı ve piyasanın kendi düzenine bırakıldığında sağlayacağı ekonomik büyümeden daha düşük oranlarda büyüme sağladığı ifade edilmiştir. Böylece bu iktisatçılar, yeniden 'piyasanın görünmez eli' düşüncesinin şekillendirdiği teoriler geliştirmeye başlamışlardır. Buna göre, daha fazla iktisadi büyüme rakamlarına ulaşabilmenin ve dahası herkes için daha üst düzeylerde refaha ulaşabilmenin anahtarı devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın fiyatları ve ücretleri ayarlamaya bırakılması olduğu savunulmuştur Böylesi bir politikanın, kaynakların en etkin dağılımını sağlayacağını, böylece etkin büyüme oranlarına da sosyal yararların eşlik edeceğini iddia etmişlerdir (Willis, 2005, s. 47). Dolayısıyla neoliberalizm, aslında ilk olarak insan refahının en iyi şekilde bireysel girişimciliğe ait özgürlüğün ve becerilerin serbest bırakılmasıyla ilerleyeceğini öneren politik iktisat uygulamalarını içeren bir teori olarak ortaya çıkmıştır. Bunun için 12 Tezde de, insani gelişme yaklaşımı ve neoliberal politikaların kıyaslaması buna bağlı olarak yapılmıştır. 60 de karakteristiğini güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaret gibi kurumsal çerçeveler oluşturmuştur. Devletin rolünün de, böylesi uygulamalara uygun bir kurumsal çerçeve yaratmak ve bunu korumak olması gerektiği belirtilmiştir (Harvey, 2005, s. 2). Bunun dışında da devlet, herhangi bir müdahalede bulunmamalıdır. Özellikle 1980'lerden sonra neredeyse tüm ülkeler bazen gönüllü olarak bazen de zorlayıcı baskılarla, neoliberal teoriyi kabul etmişlerdir. Neoliberalizmin üç temel öğesi vardır: i) fiyat desteklerinin, tavan fiyatlarının ve tavanlarının kaldırılması, serbest dış ticaret, döviz kurlarının piyasada belirlenmesi gibi bir takım yollarla iktisadi yönetişim alanında ve mal ve sermaye akımlarını yönlendirmede piyasaların rolünü artırır, ii) özelleştirme, piyasaların devlet müdahalesinden arındırılması gibi yollarla özel sektörün ve özel mülkiyetin rolünü ve kapsamını genişletir. Son olarak da iii) denk bütçeler, işgücü piyasası esnekliği ve düşük enflasyon gibi yollarla tek bir 'iyi iktisat politikası' anlayışını teşvik eder ve sonuçta gelişmekte olan ülkeler için zenginlik ve refaha giden yol olarak görülür (Chang ve Grabel, 2005, s. 30)13. 1980'lerin borç krizi ise neoliberal politikaların güçlenmesinde önemli rol oynamıştır. Öyle ki neoliberal kalkınma politikalarının en etkin adımlarından 'yapısal uyum programları', ülkelerin refaha ulaşması yolunda borç krizinin ardından ülkelere önerilmeye başlamıştır. Neoliberalizmin yükselişine neyin neden olduğu konusunda birçok görüş bulunmaktadır. Yaygın görüşlerden biri neoliberalizmin yükselişine kapitalizmin politik ekonomisinde finansın (veya finans sisteminin) artan rolü ve gücünün neden olduğuna yöneliktir. Buna göre, neoliberalizm, kapitalist sermayedarların ve kurumların elinde bulundurdukları ve Büyük Buhran ve Đkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana azalan gelir ve durumlarını güçlendirmeye ve dolayısıyla gelirlerini artırma arzularına yönelik bir söylemdir (Dumenil ve Levy, 2004, s. 2). Ancak bazı yazarlar da finansallaşmanın neoliberalizmin ötesinde ve ondan ilişkisiz daha derin köklerinin bulunduğu ve bu sürecin aslında neoliberalizmi açıklamadığını, neoliberalizmin yükselişinin, o dönemin anahtar hammadde fiyatlarındaki dalgalanmalarda, enflasyon oranlarında ve döviz kuru oranlarında gibi yaşanan sıkıntılarda aranması gerektiğini ifade ederler. Ancak neoliberalizmin finansallaşma süreci için uygun bir ortam oluşturduğunu da ifade ederler (Kotz, 2008, s. 10, 13). 13 Chang ve Grabel (2005, s. 39), aynı eserinde bu söylenceyi reddeder ve neoliberal dönemde gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda yoksulluğun arttığını ve sosyal koşulların düzeltilmesinde daha önceleri katedilen yoldan geriye dönüldüğünü ifade etmektedir. 61 Neoliberalizm, hem iktisadi bir teorinin yapısını hem de politik tutumunu ifade eder. Neoliberal teori, yüksek oranda düzenlemeler yapılmamış kapitalist bir sistemde (serbest piyasa ekonomisi) yalnızca serbest bireysel tercihlerin önemine dikkat çekmez, aynı zamanda etkinliği, iktisadi büyümeyi, teknik ilerlemeyi ve bölüşümde adaleti içeren optimum iktisadi performansa erişileceğini savunur. Devletin mülkiyet haklarını belirlemek, sözleşmeleri yürürlüğe koymak ve para arzını düzenlemek gibi çok sınırlı rolleri vardır (Kotz, 2002, s. 64). Küreselleşme süreci rekabetin baskısını artırmıştır ve ülkeleri küresel rakipleri ile daha etkin rekabet edebilmek için kısıtlamaları kaldırmak ve serbestleştirmeye yönelmek zorunda bırakmıştır. Dolayısıyla kapitalizmin değişen rekabet yapısı, neoliberalizmin, klasik liberalizmin köklerinden yararlanarak yükselişini kısmen açıklayabilmektedir. Bununla birlikte, neoliberal egemenliğin sağlanmasında rol oynayan üç ilave faktör daha bulunmaktadır. Bunlar, sanayileşmiş ülkelerde sosyalist hareketlerin zayıflaması, devlet sosyalizminin iflas etmesi ve son büyük kapitalist ekonomik krizden bu yana geçen uzun dönemdir (Kotz, 2002, s. 75-76). 1980'lerin sonunda, bugün neoliberal politikaların en açık şekilde ifade edilişi olarak bilinen Washington Konsensüsü ortaya atılmıştır. Bu, 1989 yılında çoğu Latin Amerika ülkesi tarafından uygulanması uygun görülen on adet öneriyi içerir: Bunlar; i) mali disiplin: bütçe açıklarının enflasyon vergisi yaratılmadan finanse edilecek kadar küçük olması, ii) kamu harcamalarının sağlık hizmetleri, ilköğretim ve altyapı gibi yüksek ekonomik getiriye sahip ve gelir dağılımını iyileştiren ve öncelik gerektiren alanlara göre yeniden düzenlenmesi, iii) vergi reformu: vergi matrahının genişletilmesi ve marjinal vergi oranlarının düşürülmesi, iv) finansal serbestleşme: piyasada belirlenmiş faiz oranlarını içeren nihai hedef, v) rekabetçi döviz kuru, vi) ticarette serbestleşme: ticarette miktar kısıtlamaları yerine tarifelerin kullanılması ve tarifelerin de herkes için geçerli olacak düşük bir oran düzeyine kadar düşürülmesi, vii) doğrudan yabancı yatırımların ülkeye girişinde serbestleşme: doğrudan yabancı yatırımların ülkeye girişine yönelik mevcut engellerin kaldırılması, viii) özelleştirme: kamu teşebbüslerinin (KĐT) özelleştirilmesi, ix) deregülasyon: yeni firmaların piyasaya girişini engelleyen veya rekabeti kısıtlayan düzenlemelerin kaldırılması, x) mülkiyet haklarının korunmasıdır (Williamson, 2004, s. 196). Bu politika seti, ilk yıllarında Latin Amerika ülkeleri için sunulan bu on öneriyi içermiş olsa da, daha sonraki yıllarda farklı bir anlam kazanmış ve Washington-merkezli kuruluşların (Dünya Bankası, IMF) üyelerine önerdikleri politikaları içeren bir anlama bürünmüştür (Williamson, 2004, s. 195). Buna göre, öneriyi ortaya atan Williamson (1990), konsensüsün ilk ortaya 62 çıktığının hemen sonraki günlerde aslından fazla uzaklaşmasa da ilerleyen yıllarda belirgin farkların ortaya çıktığını ifade etmekte ve bunun iki farklı anlam içermesi gerektiğini belirtmektedir. Öyle ki, ilerleyen yıllarda bu konsensüs, esas anlamından uzaklaşıp önemli bir serbestleşme savunucusu, emperyalizmin yeni kanunu, parasal ve mali disiplini, özelleştirmeyi ve özellikle de serbest piyasa-bazlı önerileri içeren bir reçete olarak görülmeye başlanmıştır (Williamson, 2000, s. 255)14. Tablo 6 Özgün ve Genişletilmiş Washington Konsensüsü Özgün Washington Konsensüsü Mali disiplin Kamu harcamalarının yeniden düzenlenmesi Vergi reformu Finansal serbestleşme Rekabetçi döviz kurları Ticarette serbestleşme Doğrudan yabancı yatırımlara karşı açıklık Özelleştirme Deregülasyon Mülkiyet haklarının korunması Kaynak: Rodrik, 2006, s. 978. Genişletilmiş (Post) Washington Konsensüsü (Özgün uzlaşmadaki maddelere ilave olarak) Kurumsal yönetim Yolsuzlukla mücadele Esnek işgücü piyasaları Dünya Ticaret Örgütü anlaşmaları Finansal kural ve standartlar 'Ölçülü' sermaye hesabı açılması Ara döviz kuru rejimlerinin reddi Bağımsız merkez bankaları/enflasyon hedeflemesi Sosyal güvenlik ağları Yoksulluğun azaltılması hedefi 1990'ların başlarında, 'bırakınız yapsınlar' liberalizmini içeren böylesi piyasaya bağımlı bir yaklaşım, piyasa-dostu bir yaklaşımın ortaya çıkışıyla hafifletilmiştir. Bu, yabancı ticareti ve sermaye hareketlerinde serbestleşmeyi savunmaya devam etse de, bununla birlikte yerli iktisadi serbestleşmenin sınırları belirlenmiştir. Öyle ki özellikle piyasa başarısızlıklarında devlet müdahalesinin meşruluğu tanınmaya başlamıştır (Gore, 2000, s. 793). Çünkü Williamson'un listesindeki maddeler, -mülkiyet hakları dışındakurumsal bir değişimi gerektirmeyen basit politika değişimlerini içerdiğinden zamanla kurumsal koşullarda karşılaşılan sorunlar nedeniyle uygulamada sıkıntılar yaşamıştır. Sonuçta da özgün liste, içerik olarak yoğun kurumsal bir yapıya bürünerek genişletilmiş ve yeni bir hal almıştır (Rodrik, 2006, s. 978). Bu yeni yaklaşım, kurumların önemini vurgularken piyasa odaklı reformların uygulanmasında devletin rolünün artırılmasının 14 Williamson (2000, s. 256), böylesi popülist bir yaklaşımın (aşırı piyasaya bağımlılık ve neoliberalizm); devlete saldırıp, piyasayı kendi haline bırakmaya yönelik bir düşüncenin yoksulluğu azaltmada etkin bir rol oynayabileceğini düşünmediğini açıkça ifade eder. Çünkü yoksulluğu azaltmak için yoksulun beşeri sermayesine odaklanmak gerekirken, popülist görüşün bunu işaret etmede başarısız olduğunu iddia eder. Ayrıca bazı gelirin yeniden dağıtılmasını içeren ölçütler, yalnızca iktisadi büyümeden ziyade yoksulluğun azaltılmasına odaklanan politikaları içermelidir. Ancak piyasa bağımlıları, tüm gelirin yeniden dağılımını içeren politikaları yok sayarlar. Bu yüzden, konsensüsün iki farklı anlamını içermesi gerektiğini, birinin yoksul yanlı (pro-poor) politikaları içerdiğini, diğeriyse yoksula karşı tutumunda daha az politika önerisi sunan ve hiçbir destek içermeyen bir yaklaşım olduğunu belirtir (Williamson, 2000, s. 262). 63 önemine değinmiştir. Aynı zamanda Post-Washington Konsensüsü denilen bu yeni yaklaşımla yoksulluğun azaltılması da doğrudan bir hedef olarak kabul edilmiştir. 3.2.4. Yoksulluk Kavramı, Tarihsel Gelişimi ve Tek Boyutlu Yoksulluk Ölçümleri Yoksulluk kavramı, karmaşık nitelikleri nedeniyle genel-geçer bir tanım yapmaya olanak vermeyen bir kavramdır. Bu noktada kavramın, insanların kendileri için yeterli kabul edebilecekleri tatmin düzeyini sağlamaya yetecek bir gelire sahip olup olmadıklarına ilişkin beyanına bağlı olduğu bir sübjektif tanımı, bireyin gereksinmelerini karşılama derecesi yönüyle toplumun diğer bireyleri karşısındaki durumuna göre tanımlayan bir göreli tanımı ve mutlak bir standarda bağlanmasını öngören bir mutlak tanımı ortaya çıkar. Dünya Bankası olguyu, mutlak tanımı çerçevesinde, asgari yaşam standardına erişilememiş olma durumu olarak tanımlar. Bu durumda, bir çeşit yetersizlik göstergesi olan yoksulluk, besin, ısınma, barınma gibi standart yaşamın temel gereksinmelerine yapılan harcamaların ortalama düzeyden aşağı olması şeklinde tanımlanabilir. Birey, bu gereksinmeleri karşılayacak gelire sahip olmadığı takdirde de yoksul kabul edilir (Dağdemir, 2002, s. 2). Bu tanımlar, ilerleyen bölümlerde, yoksulluğun ölçümü konusunda, daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Bu noktada, öncelikle kavramın tarihsel sürecine ve sosyal bir sorun olarak ortaya çıkışına göz atmak gerekir: Çünkü, kavram hakkında inceleme yapılması aşamasında, yoksulluğun yeni bir sorun olmadığı ve konunun çok eskilere dayandığı bilinmelidir. Öyle ki, insanların geçimlerini sağlamakta, hatta karınlarını doyurmakta güçlük çekmeleri ile ilgili bir konu olan yoksulluk, tarihin her döneminde, her toplumda rastlanabilen bir kavramdır. Ancak bir sosyal sorun olarak bakıldığında, yoksulluğun Avrupa’da kapitalizmin ortaya çıkışıyla bağlantılı olduğu görülmektedir (Buğra, 2008, s. 25). Öyle ki, 16. yüzyılda, erken kapitalizmin değerler dünyası içinde serseriliğin ve dilenciliğin önlenmesi için giderek güçlenmeye başlayan bir yoksul çalıştırma gayretinin ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu gayretin merkezinde de, var olan düzeni, yani insanı işgücü olarak gören kapitalist düzeni koruma ve meşrulaştırma amacı yer almıştır. Ama şehirdeki işler, tarımdan kopan nüfusun tamamını karşılayabilecek nitelikte olmadığından, talep dalgalanmaları işsizliğe ve işgücünün geçim sınırı altında ücret elde etmesine neden olmuş; geçimini sağlamaya yetecek bir iş bulamayan ve böylece çalışmayan yoksul tehlikeli bir yabancı olarak görülmüş ve yoksulluk, şehir hayatının huzursuzluk yaratan bir öğesi olarak ortaya çıkmıştır. Sonuçta, 'sadaka 64 reformu'15 çerçevesinde resmi bir yardım anlayışına geçilmesi fikri de bu dönemde ortaya atılmıştır (Buğra, 2008, s. 37). Ancak 17. yüzyıla gelindiğinde, bir yandan yoksulların çalıştırıldığı kurumlar yaygınlaşırken, yoksulluk tartışmaları daha geniş bir anlamda değişmeye başlamış, iki unsur önem kazanmıştır: Bunlardan birincisi, yoksul yardımının mali yüküyle ilgili kaygılar olurken; ikincisi ve daha önemlisi ise, giderek daha ticari bir nitelik kazanan toplumlarda, emeği ziyan edilmemesi gereken bir üretim faktörü olarak değerlendiren yaklaşımların belirginleşmesi olmuştur: Bir ulusun zenginliğini artırmanın yolunun daha çok emek kullanımından geçtiği, merkantilist iktisat düşüncesinin merkezinde yer almış ve yoksulları çalıştırarak para kazanma fikri giderek daha çekici hale gelmiştir (Buğra, 2008, s. 40). Bu nedenle, 17 ve 18. yüzyıllar, yoksulların çalıştırıldığı kurumların Đngiltere’ye ve kıta Avrupası'na yayıldığı bir dönemdir. Ancak 18. yüzyıl ortalarında, Büyük Britanya zenginleşirken durumları kötüleşen ve sayıları giderek artan bir yoksullar kitlesi oluşmuştur. Sanayileşmeye dayalı kapitalizmin kök salmaya ve yaygınlaşmaya başladığı 18. ve 19. yüzyıllarda, bir çok düşünür, yoksulluk sorununa ilgiyle yaklaşmaya başlamıştır. Öyle ki, 1776’da çığır açan Ulusların Zenginliği adlı kitabı yayımlanan Adam Smith, ülke zenginleşirken yoksulluğun artmasını önemli bir paradoks olarak dile getirmiş ve bir ekonomik sistemin başarısının değerlendirilmesinde en yoksul yurttaşların durumlarının ne derece iyileştiğini temel kıstas olarak önermiştir (Şenses, 2009a, s. 33). Bu çerçevede de kendisi, “ekonomiye mantıksız müdahalelerin ortadan kalktığı akıllı bir iktisat politikası ortamında, ulusların zenginliğinin temelinde yatan işbölümünün, toplumun bütün bireylerine yansıyan bir ekonomik gelişmeye yol açacağını ve zengin bir toplumda yoksulluk sorununa yer kalmayacağını” düşünmüştür. Ancak 19. yüzyıl koşulları böyle bir iyimserliğe yer bırakacak nitelikte değildi. Öyle ki, 1834’de Yeni Yoksullar Yasası’yla 19.yüzyıl liberalleri, yoksulların çalıştırıldığı kurumlar dışında verilen bütün yardımları ortadan kaldırmakta ve bu kurumlardaki koşulların ölümden beter hale getirilmesine zemin hazırlamaktaydı. Bu, insanı işgücü olarak kabul eden bir dünya görüşünün ulaştığı son nokta olarak görülmektedir. Bu durum 20. yüzyılda yerini refah devleti uygulamalarına bırakmıştır. 19. yüzyılda bütün dünyaya yayılan piyasa sisteminin, Büyük Buhran, faşizmin yükselişi ve Đkinci Dünya 15 Ayşe Buğra (2008), “Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika” adlı eserinde, Reform tartışmalarına yapılan katkılar arasında Juan Luis Vives’in “Yoksul Yardımı Üzerine” (1526) adlı eserinin ilk metinlerden biri olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda, bu çerçevede, dönemin düşünürleri arasında şehirlerin gerçekten çalışamayacak durumda olanları darülaceze benzeri yerlerde barındırmaları ve bakmaları gerektiği konusunda fikir ayrılığına rastlanmadığını ve bu yönde önlemler alındığını ifade etmektedir (Buğra, 2008, s. 37). 65 Savaşı gibi bir dizi felaketin ardından son bulmasından sonra ortaya çıkan refah devletiyle birlikte gündeme sosyal dayanışma anlayışı gelmiştir. Böylece sosyal politikanın konusu artık yoksullukla mücadele değil, herkesi ortak bir 'vatandaşlık statüsü'nde birleştiren bir önlemler paketi haline gelmiştir (Buğra, 2008, s. 66). II. Dünya Savaşı’ndan sonra yoksulluk kavramı artık, giderek azgelişmiş ülkelere doğru kaymış ve azgelişmişlik kavramıyla özdeşleşmiştir. Kalkınma iktisatçıları da, yoksulluğu, azgelişmiş ülkeler için yapısal bir sorun olarak görmüştür: Ülkenin 'kısırdöngü kuramı' çerçevesinde yoksulluğunu, azgelişmişliğin hem nedeni hem de sonucu olarak nitelemişler ve bu ülkelerin yoksul oldukları için yeterli derecede yatırım ve tasarruf yapamadığını ve böylece yoksul kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu iktisatçılar, gerekli önemi büyümeye vermiş, hızlı büyümenin önemli etkilerinin zaman içinde toplumun bütün kesimlerine yayılacağını ve uzun dönemde yoksulluk sorununun çözüme kavuşacağını savunmuşlardır (Şenses, 2009a, s. 36). Ancak ne yazık ki, bazı ülkeler, başlarda olumlu büyüme rakamları tutturmuş olsalar da daha sonraları, özellikle 1970’ler sonrası ekonomik bunalımların içerisine sürüklenmiş ve yaşadıkları krizlerle kalkınma iktisadının çöküşüne yol açmışlardır. 1970’li yılların başlarında Dünya Bankası, yoksulların beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel gereksinmelerinin karşılanmasını hedefleyen Temel Đhtiyaçlar Yaklaşımı'yla birlikte yoksulluk konusunu gündemine almıştır. 1970’li yılların sonrasında ise Dünya Bankası, neoliberal ekonomi politikaları ağırlıklı bir gündem çerçevesinde giderek IMF ile birlikte hareket etmeye başlamıştır. 1980’li yılların başından itibaren de yapısal uyum programlarıyla neoliberal politikaların yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu süreçte yoksulluk sorununu, ülkelerin bir iç sorunu olarak görmüş ve yaklaşık bir on yıl gündeminden çıkarmıştır (Şenses, 2009a, s. 50). 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, ekonomik koşulların etkisiyle birlikte, Dünya Bankası tekrar, yoksullukla mücadeleyi ana gündem maddesine koymuştur. Bu noktada, 1990 yılında bir bölümü özel olarak yoksullukla mücadeleye ayrılan bir Dünya Kalkınma Raporu yayınlanmış ve yoksulluğu “gelişme topluluğunun karşı karşıya olduğu en acil sorun” olarak tanımlamıştır. Ayrıca, yoksulluğun azaltılmasını ekonomik gelişmeyle özdeşleştirerek “hiçbir amacın bundan daha önemli olamayacağını” belirtmiştir (Şenses, 2009a, s. 41, Uzun, 2003, s. 159). 1990 yılından bu yana geçen sürede de Dünya Bankası’nın IMF ile birlikte, yoksulluk konusuna artan bir duyarlılık gösterdiği görülmektedir16. 16 Ne var ki, Dünya Bankası’nın bu yoğun ilgisinin, özellikle 1980-90 arası uyguladığı politikalar nedeniyle bazı iktisatçılar tarafından şüpheyle karşılanmakta olduğu görülmektedir. Birçoğu, Dünya 66 3.2.4.1. Yoksulluğun Ölçülmesindeki Sorunlar ve Yoksulluk Tanımları Yoksulluğun ölçülmesi, önce kimin yoksul olarak tanımlandığı ve farklı insanların yoksulluk durumlarının toplamının nasıl bir birleşim gösterdiği noktasından hareketle açıklanmalıdır (Sen, 1979a, s. 285). Öyle ki, yoksulluk ölçülmeden önce, i) bireysel refahın nasıl değerlendirileceği, ii) -ölçülen- hangi refah düzeyinde kişinin yoksul olmadığının söylenebileceği ve iii) bireysel refah göstergelerinin bir yoksulluk göstergesi altında nasıl bir araya getirilebileceği gibi soruların cevaplanması gerekir. Đlk iki soru, hangi bireylerin yoksul ve ne kadar yoksul olduklarını ifade eden 'tanımlama' problemini, üçüncüsü ise ne kadar yoksulluğun mevcut olduğunu ifade eden 'birleştirme' problemini belirtir. Literatürdeki son çalışmalar özellikle birleştirme problemi üzerinedir (Ravallion, 1992, s. 4). Yoksulluğun tanımlanmasına ilişkin örnekler, minimum ihtiyaçlara dayalı olarak ifade edilebilir. Birleştirme problemine ilişkin örnekler ise, farklı insanların yoksunluklarının bir araya getirilmesini içeren metotlarla açıklayıcı göstergelere dönüştürülmesi ihtiyacını duyar (Sen, 1979a, s. 288). Yoksulluğun nasıl tanımlanacağı ve nasıl ölçüleceği konusunun altında bir çok sorun yatmaktadır. Bunlardan ilki, yoksunluğun olduğu alan (space) ve bu alanın nasıl tanımlandığı sorunudur. Öyle ki, bu çerçevede sorulması gereken soru, yoksulluk tanımı yapılırken sadece ekonomik kıstasların mı, yoksa bunlara ek olarak sosyal, kültürel ve hatta siyasal kıstasların mı dikkate alınacağı konusudur. Ayrıca bunun da ötesinde ölçüm yapılırken, yoksulluğun, -parasal ölçümün belirttiği gibi- fayda ve kaynaklara göre mi, yoksa -kapasite yaklaşımındaki gibi- bireyin hayatını yaşama özgürlüğü olarak mı ölçülmesi gerektiğidir (Laderchi vd., 2003, s. 3). Bankası’nın yoksullukla mücadele politikasının, yoksulluk mantığını kavramakta başarısız kaldığını belirtmekte ve asıl amacının küresel düzeyde kapitalist sömürü ve birikim elde etmek olduğunu savunmaktadır (Cammack, 2003, s. 2). Öyle ki, Dünya Bankası’nın 1990 yılında yayınladığı Dünya Kalkınma Raporu’nda belirtilen; “bu rapor, yoksulluk konusunda hızlı ve politik olarak sürdürülebilir bir süreç sağlama adına iki tane eşit derecede önemli öğeye sahip bir strateji sunmaktadır. Đlk öğe, yoksulun en bol varlığının -işgücünün- verimli olarak kullanılmasının gelişmesine yardımcı olmak, ikincisi de yoksula sağlık, aile planlaması, beslenme, ilköğretim gibi temel sosyal hizmetleri sağlamaktır.” (World Bank, 1990, s. 3) ifadesinden yola çıkarak, Dünya Bankası’nın temel amacının tüm insanların dünya piyasasına karışmasını öngördüğü ve bununla birlikte de kapitalist rejimin uluslararası karakterinin gelişim göstereceği savunulmaktadır. Hatta, Dünya Bankası’nın yoksulluk-karşıtı programının neoliberal devrimden uzaklaşma amacı gütmediğini, aksine neoliberal devrimin tamamlayıcısı olduğu belirtilmektedir (Cammack, 2003, s. 3-5). Bir süre Dünya Bankası’nda baş ekonomist olarak çalışan J. Stiglitz de, uluslararası kuruluşların yanlış politikalarının, özellikle de IMF’nin, gelişmekte olan ülkelerde özelleştirme ve liberalleştirme çabası adına büyük bir hızla sürdürülmüş olduğunu ve birçok gelişmekte olan ülkeye bu nedenle, büyük maliyetler yüklediğini itiraf etmektedir. Zira, bu ülkelerin ekonomik sistemlerinin kendilerine özgü koşulları nedeniyle, bu politikalara uyarlanabilir olmadığını belirtmektedir (Stiglitz, 2006, s. 76, 94). 67 Đkinci bir sorun, evrensellik sorunudur. Öyle ki, bir toplum için uygulanmış tanımların ve ölçümlerin, diğer toplumlara da dönüştürülebileceği beklentisi, önemli bir sorunsalı içinde barındırmaktadır. Tanımlar gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere göre farklılık gösterebilir, ölçümde de tek bir evrensel tanım bulmak çok zordur (Laderchi vd., 2003, s. 3). Üçüncü bir sorun, metotların öznel veya nesnel oluşudur. Bu çerçevede işin içine değer yargıları girdiğinde ölçümün nesnel olması beklenemez (Laderchi vd., 2003, s. 4). Öyle ki, “Yoksulluğun, güzellik gibi, algılayanın görüşüne bağlı olduğunu”17 belirten öznel bir içerik, daha çok kişisel yargılara ve ahlaki öğelere yer vermektedir ve yoksulluğun ölçümü konusunda yetersiz kalabilmektedir. Dördüncü sorun bir yoksulluk sınırı ile, yoksulun yoksul olmayandan nasıl ayrılabileceği ve böyle bir sınırın çizilmesinin gerekçesinin ne olabileceğidir. Sorun bu sınırın, hangi ölçülerde göreli olarak tanımlanmakta ve hangi ölçülerde yoksunluğun mutlak standartlarını yansıtmayı amaçlamakta olduğuyla ilgilidir. Gerçek hayatta sosyal standartlar hesaba katılmaksızın bir mutlak ihtiyaçlar tanımı belirlemek çok zordur. Çoğu mutlak göstergeler dahi, göreli unsurlar taşır. Öyle ki, Rowntree, 1930'lardaki York şehri üzerine ikinci çalışmasında yoksul ile yoksul olmayan ayrımını, bireyin bir banyo ve bahçeye sahip olup olmamasıyla yapar. A. Sen dahi gereksinimlerin mutlak olsa da kaynak bazında göreli olarak yorumlanması gerektiğini belirtir. Nasıl ki, beslenme ihtiyaçlarına göre yoksulluk mutlak olarak tanımlansa da, gelir bazında bazı ölçülerde görelik bulunması mümkündür. Öyle ki, zengin ülkeler aynı besin değerlerine sahip olmak için (daha ucuz yiyecekler bulunmaması, alışveriş için yolculuk etme gerekmesi gibi nedenlerden dolayı) daha fazla paraya ihtiyaç duymaktadır (Laderchi vd., 2003, s. 4). Gerçekten de yoksulluk sınırlarının belirlenmesi oldukça önemli bir konudur. Her ne kadar iktisadi refah kavramı, yaşam kalitesi tanımını daraltsa da, iktisadi açıdan düşünüldüğünde kabul edilebilir düzeyde iktisadi ihtiyaçların tanımlanması, mutlak ve göreli ölçütlere göre düşünülmektedir. Kökeni en eskiye uzanan ve en basit şekilde bir tanım yapılmasına olanak veren yoksulluk tanımı mutlak yoksulluk tanımıdır. Yirminci yüzyılın başında, 1901 yılında Rowntree (Wagle, 2008, s. 17'de belirtildiği üzere)'nin Londra üzerine çalışmasında ve Orshansky (1965)'in Amerika Birleşik Devletleri üzerine çalışmasında kendini gösteren ve yiyecek tüketimi, barınma ve diğer yiyecek-dışı öğelere dayalı olarak belirlenen 17 Orshansky, 1969, s. 37, referans için bkz. (Sen, 1979a, s. 285) 68 mutlak yoksulluk sınırı, yoksul fertleri nüfusun geri kalanından ayırmak için kullanılmıştır (Wagle, 2008, s. 22). Rowntree'nin 1901 yılındaki ilk çalışması aynı zamanda, yoksulluk konusunda ilk bilimsel çalışma niteliğindedir. Rowntree, giyim ve kiraya yönelik ihtiyaçlar ile beslenme konusunda yeterli bir diyeti içeren parasal gereksinimleri tahmin eden bir yoksulluk sınırı öne sürmüştür. Bu sınırın aşağısındakileri de birincil yoksul olarak tanımlamıştır. Ayrıca 'açık bir şekilde muhtaç ve sefil' olarak yaşayan bir başka grubu daha belirlemiş, belirlenen yoksulluk sınırının üstünde olmalarına rağmen, bu kategoriye düşenleri de ikincil yoksul olarak tanımlamıştır. Buna göre de çalışmasında, York civarında %30 civarında bir yoksulluk hesaplamıştır (Laderchi vd., 2003, s. 8). Mutlak yoksulluk, genel olarak hane halkı ya da fertlerin hayatlarını sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları asgari gelir ve harcama düzeyini gösterir. Daha kolay nicelleştirilebildikleri için mutlak yoksulluk ölçümlerinde en yaygın kullanılan yoksulluk kıstasları parasal gelir ve tüketim harcamalarıdır. Tüketim harcamalarına ilişkin hesaplamalar, genellikle yeterli miktarda temel gıda maddesinden oluşan bir gıda sepetinin maliyeti veya bir asgari kalori normunun gerektirdiği tüketim harcamaları esasına göre yapılmaktadır. Buna göre, yaşamda kalabilmek için gerekli en düşük maliyetli gıda harcamalarının parasal değeri bir yoksulluk sınırı oluşturmakta ve bu gelir düzeyine ulaşamayanlar yoksul kabul edilmektedir (Şenses, 2009a, s. 63). Yani mutlak yoksulluk sınırı tanımlanırken, temel ihtiyaçların maliyetinin parasal değerinin sınır olarak belirlendiği bir temel ihtiyaçların maliyeti metodu kullanılır. Bu hesaplamada karşılaşılan sorun, 'temel ihtiyaçları' neyin meydana getirdiğinin tanımlanmasıdır ve maliyeti oluşturacak fiyat bilgileri eksik olabileceğidir. Dolayısıyla diğer yandan bir de yiyecek enerji alımı metodu kullanılır. Kalori bazında hesaplanan bir yiyecek enerji alımı sınırı (genellikle 2100 kalori) belirlendikten sonra kişinin bu enerji düzeyini elde etmek için gereken tüketim harcaması ve geliri dikkate alınır. Gelişmekte olan ülkeler için, temel ihtiyaçlara dayalı bir yoksulluk sınırının en önemli unsuru, tavsiye edilen yiyecek enerji alımını sağlayabilmek için gerekli yiyecek harcamalarıdır (Ravallion, 1992, s. 26-27). Mutlak yoksulluk ölçümünün, iktisadi yoksunluğu yaşayan bireylerin ve hane halklarının ekonomik durumlarını iyileştirmek için önerilen programın maliyetinin tam olarak hesaplanmasına olanak vermesi ve temel tüketim sepetinin güncellenmesinin kolay olması gibi avantajları bulunmaktadır. Bunun yanında, temel tüketim sepetinin belirlenmesinde uzlaşma sağlanamaması ve evrensel ve standart bir sepetin 69 bulunmasının zorluğu gibi dezavantajları da bulunmaktadır (Awad ve Israeli, 1997, s. 56). Öyle ki, ülkelerin ekonomik ve sosyal yapıları, iklim koşulları, göreli fiyat yapıları ve gelişmişlik düzeyleri, para birimlerinin satın alma gücü ve nakit dış yardımların düzeyi arasındaki farklılıklar ve bunların da ötesinde, ülkelerin farklı tarihleri, kültürleri, gelenekleri ve hatta inanç sistemleri mutlak yoksulluk sınırı konusunda ortak bir yaklaşımın benimsenmesini güçleştirmektedir (Şenses, 2009a, s. 85). Aynı zamanda böylesi mutlak bir sınırın belirlenmesinin içerisinde açık bir keyfilik barındırdığı da bir gerçektir (Townsend, 1954, s. 131). Dolayısıyla yoksulluğun, ancak göreli yoksunluğa dayalı olarak tanımlanabileceği ortaya atılmıştır. Göreli yoksulluk, bireyin mevcut yaşam düzeyinin, daha yüksek bir gelire sahip referans grubuyla kıyaslanması sonucu ortaya çıkan bir yoksunluğu ifade eder (Streeten, 1998, s. 9)18. Buna göre toplam nüfusun içerisindeki bireyler, aileler ve gruplar, beslenme kaynaklarından, aktivitelere katılımcı olmaktan, alışılmış yaşam standartlarına sahip olmaktan veya en azından ait oldukları toplum tarafından kabul görülmekten mahrum iseler, bu durumda göreli yoksulluktan bahsedilebilir; yani yoksulluk göreli tanımıyla ancak gereksinimlerin karşılanması yönünden toplumun diğer bireyleri karşısındaki durumuna göre tanımlanır (Townsend, 1979, s. 31). Mutlak görüşün aksine, göreli yoksulluk, yoksulu toplumun geri kalanından ayırmak için kullanılan yoksulluk eşiğinin, en düşük gelire sahip olanlarla toplumun geri kalanı arasında kıyaslama yapılabilmesine olanak vermesini önerir. Toplumun çoğunluğuna ne olduğu, tüketimi, ihtiyaçları ve genel olarak yaşam standardını içeren bütün sosyal normları ve tercihleri belirler. Birinin ihtiyaçlarının toplumdaki tüm refah düzeyi tarafından belirlendiği düşüncesi nedeniyle, göreli yoksulluğa odaklanan çalışmalar, yoksulluk eşiklerinin geliştirilmesinde bölüşüm sorunlarını merkeze alır. Dolayısıyla göreli yoksulluk -bir insanın görece diğerine göre 18 Aynı eserinde Streeten (1998, s. 9), göreli yoksulluğu tanımlamak için Karl Marx (1933, s. 33)'dan yararlandığı şu örneği verir: Küçük bir kulübede yaşayan bir adamın oldukça mutlu bir hayat sürdürdüğünü, ancak bu mutluluğunun hemen karşısına taşınan komşusunun bir saray inşa etmesiyle sona erdiğini ve dolayısıyla adamın, kendini yoksullaşmış hissettiğini belirtir. Kişisel yargıların farklılığının ve göreli gelirin etkileşimde bulunulan toplumla ilgili ne derecede önemli olduğuna Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı eserinde de rastlanılabilir. Öyle ki Adam Smith 'zorunluluk' kavramına değinmektedir ve bu konuyu eserinde: “[Z]orunluluğu, sadece hayatın devamı için vazgeçilmez mal ve hizmetler olarak değil, ülke adetlerinin onsuz en alt tabakadaki insanların bile itibarsız hale geleceği bir şey olarak anlıyorum. Sözgelimi bir keten gömleğin hayatı sürdürmek için bir zorunluluk olduğu söylenemez. Grekler ve Romalılar öyle sanıyorum ki, ketensiz de gayet rahat yaşadılar. Ancak günümüzde, Avrupa’nın büyük bir bölümünde itibarlı bir gündelik işçi üzerinde keten gömlek olmadan insan içine çıkmaya utanacaktır. Keten gömlekten yoksunluğun, aşırı kötü bir durum dışında hiç kimsenin düşemeyeceği rezalet derecesinde bir yoksulluğun göstergesi olduğu farz edilecektir.” şeklinde ifade eder (Sen, 2004, s. 105). 70 daha düşük yaşam standardına sahip olduğu düşüncesi- daha çok, eşitsizlikle ilgilidir (Wagle, 2008, s. 23). Öyle ki, mutlak yoksulluk kavramına göre bir toplumda hiç kimse yoksul olmayabilir, oysa yoksulluğu bir eşitsizlik olgusu olarak alan ve gelir dağılımının en altındaki yüzde 30-40'lık kesimin medyan gelirinin alınması gibi uygulamalarında19 gelir dağılımıyla doğrudan ilişkilendiren göreli yoksulluk kavramına göre toplumda her zaman yoksul olan bir kesim olacaktır (Şenses, 2009a, s. 92). Sonuçta yoksulluk tanımlamalarında azaltılamaz bir mutlak temelin bulunduğunu iddia eden Sen, açlığın ve beslenme yetersizliğinin olduğu yerde -göreli yoksulluk nasıl ifade ederse etsin- mutlak bir yoksulluğun olduğunu belirtir (Sen, 1983b, s. 159). Dolayısıyla bir kişinin mutlak yoksulluğunun kapasiteleriyle ilişkili, göreli yoksulluğunun da mallar, gelir ve kaynaklarla ilişkili olduğu düşüncesinden hareketle Sen (1983b, s. 153, 167), mutlak veya göreli yoksulluk arasındaki çatışmanın bu alanda daha kesin bir yolla çözüme kavuşturulabileceğini, bunun da kapasiteye dayalı bir yoksulluk ölçümüyle gerçekleşebileceğini savunur20. Yoksulluğun tanım ve ölçümüyle ilgili beşinci önemli sorun, yoksulluğun tanımlandığı birimdir. Yoksulluğun, birey veya aile düzeyinde mi tanımlanacağı yoksa ayrıca coğrafik bir mesele mi olduğu önemlidir (Laderchi vd., 2003, s. 5). Altıncı sorun, yoksulluğun çok boyutluluğudur. Bireysel refah çok boyutlu bir tanımı içerse de, parasal yaklaşım, parasal ölçümlerin yoksunluğun özünü içerdiğini varsayarak veya diğer tüm yoksunluklar için bir yakın gösterge (proxy) kullanarak bunu görmezden gelir (Laderchi vd., 2003, s. 5). Kapasite yaklaşımına dayalı refah değerlemesinde ise, çoğulcu bir yaklaşım kullanılır ve hem iktisadi hem de iktisadi olmayan tüm yoksunluklar için ayrı göstergelerle bir ölçüm oluşturmaya çalışılır (Sen, 2000, s. 21-23). Yedinci sorun, yoksulluğun tanımlandığı zaman boyutudur. Yoksulluğun belirli bir ay veya yıl için mi yoksa daha uzun bir zaman zarfında mı ölçüleceği önemli bir sorundur. Zamanla insanlar yoksullaşabilir veya yoksulluktan çıkabilir. Ayrıca zaman uzadıkça daha az yoksulluk ortaya çıkmaya eğilimlidir (Laderchi vd., 2003, s. 6). Son sorun ise, yoksulluk tanımının sunduğu nedensel bir açıklamanın ve yoksulluğun hafifletilmesi yolunda politika önerilerinin ne olduğuna yöneliktir. Bazı 19 Böylesi bir ölçüm, Đnsani Yoksulluk Endeksi'nin gelişmiş ülkeler üzerine uygulamasında da dikkati çeker. Burada kişi başına geliri medyanın %50 aşağısına düşenler yoksul olarak sınıflandırılır. (UNDP, 2001, s. 14) 20 Yoksulluk tanımları üzerine mutlak veya göreli bir tanımın belirlenmesi bağlamında Amartya Sen (1985a) ile Peter Townsend (1985)'in arasındaki akademik mücadele dikkate değerdir. 71 yaklaşımlar, yoksulluğun nedensel açıklamasına giderken, bazıları yalnızca yoksulluğu tanımlayabilmekle uğraşır (Laderchi vd., 2003, s. 6). Yoksulluğun ölçümünde, halihazırda, çok boyutlu yoksulluğun geleneksel tek boyutlu gelir yaklaşımından daha zengin bir kavram olduğu genel kabul görmektedir (Asselin, 2009, s. 4). Ne var ki, yoksulluğun her ne kadar çok boyutlu olduğu ifade edilse de, literatürde tek boyutlu yoksulluk ölçümleri de önemli yer tutmaktadır ve bu ölçümler halen de yoksulluk hesaplamalarında kullanılmaya devam etmektedir. 3.2.4.2. Tek Boyutlu (Đktisadi) Yoksulluk Ölçüm Yöntemleri Yoksulluğun ölçülmesinde, yoksulluk sınırının belirlenmesinden bir sonraki aşama uygun endeksin seçilmesidir. Yoksulluk ölçümlerinin yorumlanması ve ne kadar makul olduklarına karar verilmesi için ayrıca yoksullukla ilgili aksiyomların da bilinmesi gerekir. Osberg ve Xu, (Kabaş, 2010, s. 18’de belirtildiği üzere), yedi tane en iyi bilinen aksiyomu ifade etmiştir. Bunlar, odak aksiyomu (yoksul ölçümü, yoksul olmayanlardan bağımsız olmalıdır), zayıf monotonik aksiyom (yoksul bir insanın gelirinde azalış, diğer gelirler sabitken yoksulluk ölçüsünü artırmalıdır), yansızlık aksiyomu (bir yoksulluk ölçüsü gelirlerin sıralanmasına duyarsız olmalıdır), zayıf transfer aksiyomu (iki insan arasından daha yoksul olandan diğerine gelir transferi yapılıyorsa ve yoksul insanlar kümesi değişmiyorsa yoksulluk ölçüsünde bir artış olmalıdır), güçlü yukarı transfer aksiyomu (iki insan arasından yoksul olandan diğerine bir gelir transferi yapılırsa yoksulluk ölçüsünde artış olmalıdır), devamlılık aksiyomu (yoksulluk ölçüsü gelirlerle sürekli değişmelidir) ve kopyanın değişmezliği aksiyomudur (orijinal bir gelir dağılımından kopyalanarak elde edilen bir gelir dağılımının yoksulluk ölçüsünün değeri değişmez). Gelir perspektifinden yoksulluk ölçümüne dayanan literatür genelde, bir yoksulluk endeksinin arzu edilen özelliklerinde ayarlamalarla sağlanan bir aksiyomatik yaklaşımı esas alır (Laderchi vd., 2003, s. 13). Bu bölüm, bu gibi endekslerin ölçüm yöntemlerine odaklanacaktır. 3.2.4.2.1. Foster-Greer-Thorbecke Kümesi (Kafa Sayım Oranı, Yoksulluk Açığı Endeksi, Yoksulluk Açığının Karesi Endeksi) Foster, Greer ve Thorbecke (1984)'nin yoksulluk ölçümü için önemli çalışmaları, genel bir yoksulluk ölçüm formülü yaratması açısından önemlidir. Endeksin, toplam yoksulluğu değişik alt gruplara ayrıştırabilme özelliği ve gelir dağılımı sorunlarına 72 duyarlı olması, yoksulluk ölçümüne önemli katkılarındandır (Şenses, 2009a, s. 67). Yoksullar arasında kaynakların dağılımına yönelik yoksulluk değerlendirmesinin hassasiyetini analiz etmek için FGT endeksinin alfa değeri, 0 ile 2 arasında değişen değerlere göre hesaplanır: 1 − = ( ) şeklindeki formül, genel FGT endeksini gösterir. , alfa (α) değeri yoksulluğun derinliğine göre ağırlıklandırılan bir değerken endeks değerini gösterir. n, toplumdaki toplam nüfusu ifade eder. q, yoksulluk sınırının altındaki nüfusu gösterir. z, yoksulluk sınırını ifade ederken, de i. bireyin gelirini gösterir. α = 0 iken, basitçe kafa sayım oranını verir. α = 1 iken, = olmak üzere, yoksulluk açığı endeksini ifade eder. Yoksulluk açığının karesini gösteren ölçümüne ise, α = 2 iken ulaşılır. α değeri, bir yoksulluktan kaçınma değeri olarak görülebilir: Daha yüksek α değeri en yoksul yoksula daha fazla vurgu yapar. α değeri arttıkça, yalnızca en yoksul hane halklarının durumunu dikkate alan bir ölçüm halini alır (Foster vd., 1984, s. 763). Diğer bir deyişle, α değerinin artması, endeksin yoksullar arasındaki gelir dağılımına daha duyarlı hale gelmesine neden olur ve yoksulluğun şiddetini ölçer. Yoksulluk ölçümünde en yaygın olarak kullanılan endeks, yoksulluk sınırı altındaki kişilerin toplam nüfusa oranını gösteren kafa sayım oranı (H)’dır. q yoksul olarak tanımlanan (yoksulluk sınırının altında kalan) nüfusu ve n de toplumdaki toplam nüfus olarak kabul edilirse, kafa sayım oranı basitçe; H =⁄ şeklinde ifade edilir (Sen, 1979a, s. 294)21. Kullanımının oldukça eskiye dayandığı bu endeks, yoğun olarak da eleştirilere maruz kalmıştır. Kafa sayım oranı, yoksulluk sınırının altındaki nüfus sayısına duyarlı olsa da, bu nüfusun gelir yokluğunun boyutlarının ne derecede olduğunu dikkate almaz. Yani, herhangi birinin yoksulluk sınırının hemen altında mı veya ciddi bir sefalet veya açlık içerisinde mi olduğunu önemsemez (Sen, 1979a, s. 295). Dolayısıyla, yoksulluk sınırının hemen altındaki bir kişiyle onun çok altındaki bir kişi arasında ayrım yapmadığından ve yoksul kitle içindeki gelir dağılımına duyarsız kaldığından yoksulluğun derecesini ölçmekten uzak kalır (Şenses, 2009a, s. 67). Kafa 21 FGT Endeksinin ilk durumunu oluşturan bu endeks şöyle de ifade edilebilir: = ∑( ) = ⁄ . 73 sayım oranı odak, yansızlık ve kopyanın değişmezliği aksiyomlarını ihlal etmezken, zayıf monotonik ve zayıf transfer aksiyomlarını ihlal eder (Kabaş, 2010, s. 20). Yoksulluğun derinliğini ölçebilmek ve yoksulluk oranının yoksulluk sınırına duyarlılığını azaltabilmek için yoksulların gelirlerinin/tüketimlerinin, yoksulluk sınırından uzaklığının ortalamasının yoksulluk sınırına oranı olarak yoksulluk açığı endeksi (PG) belirlenmiştir. PG = şeklinde ifade edilir. I, gelir açığı oranı olarak adlandırılır ve yoksulların ortalama gelirinin yoksulluk sınırından uzaklığını ölçer. Bu endeks, yoksulluk sınırına ulaşabilmeleri için oran olarak yoksul olanlara ne kadar gelir transfer edilmesi gerektiğini gösterir. Dolayısıyla veri bir toplumda yoksulluğun yok edilmesi için ihtiyaç duyulan toplam gerekli harcamalar için bir gösterge ölçümüdür (Mabughi ve Selim, 2006, s. 195). Örneğin, %20'lik bir yoksulluk açığı oranı, yoksullara yoksulluk sınırının %20’si kadar gelir transfer edilirse yoksulluk sınırına ulaşacaklarını ifade eder (Coudouel vd., 2002, s. 406). Tek başına yeterli bir yoksulluk ölçümü olmayan bu endeks de bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Öncelikli olarak gelir açığı oranı, yoksulluk sınırı altındaki yoksul sayısını dikkate almaz; gelirin nasıl dağıldığı ve ne kadarı arasında dağıldığını önemsemez ve yalnızca toplam gelir yokluğuna odaklanır (Sen, 1979a, s. 295). Bu endeks de odak, yansızlık ve zayıf monotonik aksiyomları ihlal etmezken, zayıf transfer aksiyomunu ihlal eder. Yani yoksulluğun derinliğini ölçerken, yoksulların gelir dağılımına duyarsız kalır (Kabaş, 2010, s. 21). Dolayısıyla, bu endeks de kafa sayım oranı gibi, yoksullar arasındaki gelir dağılımını göz ardı eder. Ayrıca yoksulların sayısını dikkate almaz. Bu, yeni arayışlara yol açmış ve kafa sayım oranı (H), gelir açığı (I) ve yoksullar arasındaki gelir dağılımını (Gini katsayısı ile) birlikte dikkate alan Sen endeksi gündeme gelmiştir. Ancak Sen endeksine geçmeden önce, FGT endeksinin üçüncü durumu olan yoksulluk açığının karesi (yoksulluğun şiddeti) endeksine de değinmek gerekir. Çünkü =2 durumunu ele alan bu endeks de, yoksullar arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğini açıklamaya çalışır ve yoksulların ortalama gelirinin yoksulluk sınırından uzaklığının karesi olarak hesaplanır. Ancak yorumlanması kolay olmadığı için yaygın olarak kullanılmamaktadır (WBI, 2005, s. 73). Yoksulluk içinde yaşayan nüfusu tanımlayan bir kriter olarak açlık sınırı, Dünya Bankası tarafından, günlük 1,25 dolar (mutlak yoksulluk sınırı) olarak belirlenmiştir. Buna göre, Tablo 7.'de de görüldüğü üzere, dünya nüfusunun %25.19’u bu sınırın altında yaşamaktadır. Yani, yaklaşık 1 milyar 400 milyon insan günlük 1,25 doların 74 altında yaşamakta, yoksullukla mücadele etmektedir. Tabloda H, kafa sayım oranı değerlerini göstermektedir: Sahra-altı Afrika'da toplam nüfusun %50,9'u yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. PG ise yoksulluk açığı endeksini ifade eder. Toplam nüfus için % 7,5'lik bir değer, dünya toplam nüfusuna % 7,5'lik bir gelir transferi edildiğinde, tüm insanların yoksulluk sınırına ulaşacakları anlamına gelir. Son olarak SPG ise, yoksulluk açığının karesi endeksini göstermektedir. Tablo 7 Dünya Bankası'nın Yoksulluk Sınırına Göre Yoksulluk Hesaplamaları Yoksulluk Sınırı (dolar) H (%) PG (%) Doğu Asya ve Pasifik 38.0 16.78 Avrupa ve Orta Asya 38.0 3.65 Latin Amerika ve Karayipler 38.0 8.22 Orta Doğu ve Kuzey Afrika 38.0 3.60 Güney Asya 38.0 40.34 Sahra-altı Afrika 38.0 50.91 Toplam 38.0 25.19 Kaynak: 2005 Dünya Bankası verilerine göre hazırlanmıştır22. 4.04 1.05 2.75 0.78 10.29 20.74 7.5 SPG (%) 1.40 0.47 1.46 0.30 3.64 11.05 3.22 Yoksul Sayısı (m) Nüfus (n) 316.21 17.29 45.25 10.99 595.58 388.38 1373.69 1884.42 473.6 550.43 305.23 1476.4 762.88 5452.96 3.2.4.2.2. Sen Endeksi Kafa sayım oranı (H), gelir açığı oranı (I) ve yoksullar arasındaki gelir dağılımı (Gini katsayısı olarak/G) olmak üzere bu üç faktörün bir fonksiyonu olan Sen endeksi, = + (1 − )"#" şeklinde tanımlanmaktadır (Sen, 1976, s. 223). Bu noktada endeksin en önemli katkısı, yoksul bir hane halkının geliri düştüğünde yoksulluk ölçüsünün artması gerektiği ve yoksul bir hane halkından daha yüksek gelirli yoksul bir hane halkına gelir transfer edildiğinde yoksulluk ölçüsünün artması gerektiği gibi aksiyomları yerine getirerek kafa sayım oranının temel eksiklerini gidermesi olmuştur (Şenses, 2009a, s. 66). Ancak yine de Sen endeksi, kopyanın değişmezliği, devamlılık ve de en önemlisi güçlü yukarı transfer aksiyomunu yerine getiremez. Dolayısıyla Shorrocks (1995), yoksulluğun yoğunluğunun ölçülebilmesi için bu aksiyom eksikliklerini gideren yenilenmiş bir Sen endeksi önermiştir. 22 http://iresearch.worldbank.org/PovcalNet/povDuplic.html (Erişim: 16.02.2011) 75 3.2.4.2.3. Sen-Shorrocks-Thon Endeksi Sen-Shorrocks-Thon Endeksi teorik bir ölçüm olmakla birlikte tüm nüfusun gelir verilerinin bilindiği ve stokastik olmadığı varsayımına dayanır (Shorrocks, 1995, s. 1228): ( ; ) = % 1 + #()" şeklinde formüle edilir. Formülde, % ortalama yoksulluk açığı oranı iken, #() de yoksulluk açığı oranlarının Gini katsayısıdır. Örnek olarak, Kanada'nın Quebec şehrinde 1996 yılında nüfusun %12,4'ü yoksulluk altındadır. Yoksulluk açığı endeksi -yalnızca yoksula uygulanan- 0,272 olarak bulunur. Yoksulluk açığı oranlarının Gini katsayısı da 0,924'tür. O halde Sen-Shorrocks-Thon Endeksi: 0,1240,272 1 + 0,924") eşitliğinden 0,065 bulunur. SST endeksi, karmaşık olması nedeniyle, önyükleme (bootstrapping) yöntemi ile suni olarak hesaplanmaktadır (WBI, 2005, s. 76, 79) 23. 3.2.4.2.4. Watts Endeksi Son olarak, 1968 yılında ortaya atılan Watts Endeksi'nin de incelenmesi gerekir, çünkü bu endeks, gelir dağılımına karşı hassas ilk yoksulluk ölçümüdür. n toplam nüfusu oluşturan bireylerin artan gelir sıralamasına göre endekslenmiş halini göstermekte ve geliri ( ), z yoksulluk sınırının altında kalan q kadar bireyin toplamından elde edilmekte iken endeks, şu şekilde formüle edilmiştir (WBI, 2005, s. 79): 1 , = ln() − ln( )" Watts Endeksi, kafa sayım oranı ve yoksulluk açığı oranı gibi endekslerden çok daha iyi bir ölçüm endeksi olarak görülmektedir. Çünkü bu endeks, “yoksulluk ölçümü yoksul olmayanlardan bağımsız olmalıdır” (odak), “yoksul bir insanın gelirinde azalış, diğer gelirler sabitken yoksulluk ölçüsünü artırmalıdır” (monotonik), “iki insan arasında daha yoksul olandan diğerine gelir transferi yapılıyorsa ve yoksul insanlar kümesi değişmiyorsa yoksulluk ölçüsünde bir artış olmalıdır” (transfer) “yoksulluk ölçütü 23 Osberg ve Xu (1999), ilk önce Sen-Shorrocks-Thon endeksini kullanarak on Kanada şehrinin yoksulluk yoğunluğunun analizini yapmış, ardından Osberg ve Xu (2000), Sen-Shorrocks-Thon endeksini kullanarak yoksulluğun yoğunluğunu ilk kez uluslararası çerçevede kıyaslamışlardır. 76 gelirlerle sürekli değişmelidir” (süreklilik), ayrıştırılabilirlik ve ölçünün değişmezliği gibi aksiyomları yerine getirmektedir (Muller, 1998, s. 4, Muller, 2001, s. 2). Bu bölümde iktisadi göstergelerle ölçüme bağlı olarak; yoksulluğun ölçümünde yoksulluğun gelir eksikliğinden kaynaklandığı görüşü ifade edilmiş olsa da yoksulluğu düşük gelir düzeyinden çok temel kapasitelerden yoksunluk olarak görmek, çerçeveyi biraz daha genişletmek anlamına gelecektir. Bu bağlamda ilerleyen bölümlerde iktisadi olmayan göstergelerin dahil edilmesiyle yoksulluğun çok boyutlu olduğu kabul edilerek oluşturulan endeksler de incelenecektir. 3.3. Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Ölçüm Đktisadi göstergelerin insan refahının ölçümündeki dar kapsamlı içeriği, iktisadi olmayan göstergelere ilişkin çalışmalara olan ilginin artmasına neden olmuştur ve son yıllarda insan refahının ölçülmesi için iktisadi olmayan bir çok gösterge ortaya atılmıştır (McGillivray, 2005, s. 350). Đktisadi olmayan göstergelerin, insan refahının ölçümünde kullanılması kuşkusuz, insan refahının ölçümünün çerçevesini genişletmiştir. Bu bağlamda; eğitim, sağlık ve beslenme, çevre ve yetkilendirme ve katılım olmak üzere dört ana başlık altında tanımlanabilecek önemli iktisadi olmayan göstergeler Tablo 8.'de gösterilmiştir. Tablo 8 Đnsan Refahının Ölçümünde Kullanılan Đktisadi Olmayan Göstergeler Eğitim - Okula kayıt oranları Sağlık ve beslenme - Yetersiz beslenme oranları / kişi başına yiyecek veya kalori tüketimi / vücut kitle endeksi - Đlk veya orta okulu - Ölüm ve hastalık bitirme oranları / yaşam beklentisi / kırk yaşına kadar yaşamama beklentisi / enfeksiyon oranları - Okuryazarlık oranları - Sağlık hizmetlerinden yararlanma - doğumda vasıflı eleman / gebelik önleyici hapların yaygınlık oranı / bağışıklılık oranları Kaynak: Sumner, 2004, s. 10. Çevre - 'Islah edilmiş' su kaynaklarına erişim Yetkilendirme ve katılım - Genel ve yerel seçimlere katılım (farklı düzeylerde karar verici olma) - 'Yeterli oranda' sağlık koşullarına erişim - Yerel projeler ve bölge bütçeleri hakkında belirli bilgiye sahip olma (bilgiye erişim) - Hanehalkı altyapısı evin duvarlarında ve elektrik teçhizatında kullanılan kalıcı materyal - Aktif sivil toplum örgütlerinin (STK) sayısı, büyüklüğü ve gelirleri (sivil toplumun denetimi için potansiyel oluşturma) 77 Đnsan refahını iktisadi olmayan göstergelerle ölçümün avantajı, bu göstergelerin -daha fazla gelir gibi- araçlardan veya girdilerden ziyade daha çok -eğitimli ve sağlıklı olma gibi- sonuçlara veya çıktılara odaklandığından, orta veya uzun dönem değerlemesi gerektiğinde daha yararlı olmalarında yatar. Ne var ki, bu göstergeler daha yavaş sonuç verirler ve iktisadi verilerden daha pahalıya elde edilirler. Genel olarak da iki önemli kısıtlamaya maruz kalırlar: Birincisi, verilerin bulunabilirliği ve kalitesidir. Đkincisi de kapasitenin tam ölçümündeki zorluklardır. Örnek olarak, eğitim kapasitesi ölçülürken, okula kayıt günlük olarak devamlılığı, kaliteli öğretimi ve kaynakları ifade etmedikçe aldatıcı olabilmektedir. Kısacası, iktisadi olmayan göstergelerle insan refahının ölçümü uzun dönemli politika önerilerinde yararlı olsa da, önemli kısıtlamalar içermektedir (Sumner, 2004, s. 12). Birleşik bir endeks olan Fiziksel Yaşam Kalitesi Endeksi (PQLI) de, yalnızca iktisadi olmayan göstergeleri içeren bir endekstir. Bunun dışında Bennett (1951)'in ortaya attığı Birleşik Tüketim Düzeyi Endeksi, Harbison ve Myers (1964)'in ortaya attığı Đnsan Kaynakları Gelişimi Endeksi, Beckerman ve Bacon (1966)'un ortaya attığı Reel Tüketim Endeksi de gelir veya iktisadi büyümeyi gösterge olarak içermeyen ve iktisadi olmayan göstergelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş endekslerdendir (Booysen, 2002, s. 138). 3.4. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan (Sosyal, Kültürel ve Siyasal) Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm Hem iktisadi göstergelerin, hem de iktisadi olmayan göstergelerin yetersizliği, bu iki farklı göstergelerin bir araya toplanıp birleşik bir sosyo-ekonomik ölçüm yaratılması hedefini ortaya çıkarmıştır. Bu aynı zamanda insanı, salt iktisadi bir araç olarak görmenin ötesine giden etik bir anlayışla da uyumludur. Đnsanlık üzerine etik bir çözüm yolu arayışı Kant'ın ahlakı metafizikleştirmeye çalıştığı Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde de yoğun olarak görülmektedir. Ona göre, insan sadece çevresinde bulunanları kavrayıp onlar hakkında teoriler kuran teorik bir akla sahip olan, başka deyişle, bilme ihtiyacı içinde olan bir varlık değildir. Aynı zamanda, ne yapması gerektiği hakkındaki bilgiyi de kendisinde taşıyan salt pratik akla sahip olan, kısacası, eylemde bulunma, davranma ihtiyacı içinde olan da bir varlıktır (Öktem, 2007, s. 11-12). Bu da Kant'ın, aynı eserinde insanı 78 yalnızca bir araç olarak değil, daima bir sonuç (amaç) olarak görmenin ve buna göre davranmanın gerekliliğini vurgulamasında görülür (Kant, 1998[1785], s. 38). Sadece iktisadi göstergeleri içeren bir insan refahı ölçümü de, insanı yalnızca bir araç olarak görmekten kurtulamaz. Bu nedenledir ki, insan refahının ölçülmesi ve anlaşılması yolunda insanı yalnızca bir araç olarak görmeyen, aksine insanı kendi refahına ulaşması yolunda analizin merkezine koyan ve eyleyen bireyler olarak bu sürecin asıl fayda sağlayanları olarak gören bir yaklaşımın kabul edilmesi daha mantıklı görülmektedir. Ölçümüne temel kapasiteleri alan insani gelişme yaklaşımı da tam olarak bunu hedeflemektedir. Bu çerçevede de Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP) tarafından 1990 yılından bu yana insanı merkezine alan birleşik endeksler geliştirilmekte ve insan refahı çok boyutlu anlaşılmaya çalışılmaktadır. 3.4.1. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Ölçüm Yöntemi, Ortaya Çıkışı ve Gelişimi Gelire dayalı mevcut ölçümlerin yetersizliği ve 1980'lerin insan refahının ölçümünde iktisadi olmayan boyutları da içeren genel yapısı, çok boyutlu bir anlayışın ortaya çıkmasında önemlidir. Öyle ki, McGranahan vd. (1972)'nin ortaya attıkları Genel Gelişme Endeksi bu bağlamda bir ilk olarak görülebilir. Endeks, demografik dinamikler, eğitim, sağlık ve beslenme, barınma, gelir, işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlik gibi boyutlar olmak üzere 18 göstergeyi içeren bir endekstir. Ardından Ram (1982) tarafından Birleşik Temel Đhtiyaçlar Göstergeleri adı verilen ve geliri de dahil eden toplam 5 göstergeye dayalı bir ölçüm daha oluşturulmuştur (Booysen, 2002, s. 138). Bu gibi benzer endeksler 1980'li yıllarda ortaya atılmaya devam edilmekle birlikte Nüfus Kriz Komitesi'nin (Population Crisis Committee) 1987 yılında hazırladıkları Đnsani Elem (Suffering) Endeksi, insani krizin hızlı nüfus artışından kaynaklandığı görüşünü içermesi nedeniyle bu dönemde dikkatleri üzerine çekmiştir. Yaşam beklentisi, günlük kalori ihtiyacı temini, temiz içme suyu, bebeklere hastalıklara karşı bağışıklık kazandırılması, orta öğretime kayıt veya yetişkin okuryazarlık, iletişim teknolojileri, politik özgürlük ve sivil haklar, kent nüfusuna yönelik baskılar, kişi başına düşen milli gelir ve enflasyon oranını içeren endeks, bu on göstergeyle ölçülmeye çalışılmıştır. Bu on gösterge ardından her biri için 0 (düşük elem) ile 10 (yüksek elem) arasında değerlendirilerek toplam birleşik ölçüme ulaşılmıştır. 130 ülke için yapılan hesaplamada Đsviçre 4 değeriyle en düşük, Mozambik ise 95 değeriyle en yüksek eleme sahip olarak 79 bulunmuştur. Ne var ki endeks, içerdiği göstergeler arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı nedeniyle bazı önemli eksiklikler göstermektedir (Kelley, 1989, s. 732, 736). Ancak yine de, dönemin bu gibi çalışmaları yararsız olarak görülmemekte ve Đnsani Gelişme Endeksi'nin ortaya çıkmasında -kapasite yaklaşımının etkisiyle birlikte- önemli adımlar olarak değerlendirilmektedir. Đnsani Gelişme Endeksi'nin ortaya çıkmasının nedeni, ulusal gelişmenin yalnız başına milli gelirle ölçülmesinin engellenmesi ve daha kapsamlı bir sosyo-ekonomik göstergenin yaratılması olarak görülebilir. Mahbub ul Haq'ın deyişiyle amaç, "milli gelir ölçümü gibi insan yaşamının sosyal etkenlerini görmezden gelmeyen bir ölçüm meydana getirmektir" (UNDP, 1999, s. 23). Çünkü ulusal gelir hesaplamalarının gelişmesinden beri, insan refahı için ölçüm aracı olarak milli gelirin kullanılması tatminsizlik yaratmıştır. Dolayısıyla Đnsani Gelişme Endeksi de insanların tercihlerini genişletmek amacıyla insani gelişmede temel unsurların ölçümü için ortaya çıkmıştır. Uzun yaşama arzusu, bilgi edinme, iyi bir yaşam standardına sahip olma, iyi bir kazanca sahip olarak istihdam edilme, temiz hava alma, özgür olma, bir topluluğun üyesi olarak yaşama, tüm bu tercihleri içerir. Elbette tüm bu unsurlar ölçülemese de amaç, insani gelişme sürecini yansıtan bir süreç oluşturmaktır (ul Haq, 1995, s. 47). 3.4.2. Đnsani Gelişme Endeksi Đnsani gelişme yaklaşımının önemi kalkınma sürecinde insanı merkeze koymasından kaynaklanır. Ancak insani gelişme düşüncesi ölçülemeyen bazı kapasiteleri de içinde barındırdığından -aslında- herhangi bir ölçümün çok ötesindedir. Dolayısıyla Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE) gibi endekslere çok fazla yoğunlaşmak -belki de- büyük hata olur. Bunlar her ne kadar -kabaca- yararlı göstergeler olsalar da insani gelişme düşüncesini tam olarak açıklayamaz. Çünkü insani gelişme yaklaşımının asıl erdemi onun kalkınma evrimine getirdiği çoğulcu ihtimamdır, muhtelif istatistiklerin kavranmasına yardımcı olması için toplu bir ölçüm meydana getirmek değildir (Sen, 2000, s. 22). ĐGE özellikle, insani gelişmenin ölçülmesi için eksik bir ölçüm olarak görülebilir; endeks, yaşamdaki bir çok unsuru analizine dahil edememekte, yalnızca insan refahı için gereken üç temel unsuru içermektedir (Ranis vd., 2006, s. 324). Dolayısıyla da endeksin böylesine karmaşık bir düşünceyi basitleştirmesi ve politik özgürlükler ve katılımcılık gibi referansları hariç tutması gibi başlangıcındaki bu iki temel eksikliği, hem insani gelişme endeksini, hem de daha genel çerçevede insani 80 gelişme kavramını sürekli olarak eleştiriye maruz bırakmaktadır (Fukuda-Parr, 2005, s. 117; UNDP, 2002, s. 53). Felsefesinin temelinde kapasite yaklaşımının yattığı insani gelişme yaklaşımı, özellikle son yıllarda, insan refahının ölçümünde iktisadi göstergelerin yanında diğer göstergelerin gerekliliğine yaptığı vurgu nedeniyle yoğun ilgiyle karşılanmıştır. Đktisadi sürecin ölçümünü değil, insanların yaşadığı toplumda eğitim ve sağlık hizmetlerini içeren genel yaşam kalitesindeki zenginliğin sistematik sınamasının, insani gelişmenin ölçümü olarak sunulması, insan refahının ölçülmesine farklı bir bakış açısı kazandırmıştır (Sen, 2000, s. 18). Bu yaklaşımdan yararlanarak -kabaca da olsa- türetilen ĐGE, ortaya çıkışını takip eden yıllarda bazı iktisatçılar tarafından 'gereksiz' (McGillivray, 1991) veya ölçülen kalkınma unsurlarının daha önceden de yoğun olarak çalışılmış olmasına atfen 'tekerleğin yeniden icadı' (Srinivasan, 1994) olarak değerlendirilmiş, bazıları tarafından da 'dikkatle ele alınması gerektiği' (Kelley, 1991) belirtilmiştir. Đlerleyen yıllarında endeks, çoğu iktisatçı tarafından daha geniş bir kalkınma ölçümü olarak sahiplenilmiş ve geliştirilme uğraşı içerisine girilmiştir. 3.4.2.1. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Tanımı ve Unsurları Birleşmiş Milletler Gelişme Programı tarafından 1990 yılında yayımlanan ĐGR'de ortaya atılan ĐGE, insani gelişme için üç temel unsurun birleşimini ifade eder. Bunlar; doğumda yaşam beklentisi ile ölçülen uzun yaşam, ortalama eğitim yılı ve beklenen eğitim yılı ile ölçülen bilgi düzeyi (eğitim) ve satın alma gücü paritesine uyarlanmış kişi başına düşen reel milli gelirle ölçülen yaşam standardıdır. Đnsani gelişme için ideal olan ölçüm aslında, yalnızca üç unsurun çok ötesine gitmeyi gerektirse de veri yetersizliği bunu kısıtlamaktadır. Aynı zamanda yeni eklenmesi istenen veriler mevcut verilerle örtüşebilmektedir. Dolayısıyla daha fazla değişken eklemek, aslında görüntüyü yanıltıcı hale getirebilir ve asıl trendin değerini düşürebilir (UNDP, 1994, s. 91; UNDP, 2010, s. 215). Dolayısıyla insani gelişme için daha özgür, daha çevreci ve daha fazla cinsiyete ağırlık veren bir ölçüm önerilmekte ise de, ĐGE, esas insan kapasitelerini içerdiğini düşündüğü üç temel unsurunu koruma güdüsünden vazgeçmemiştir. Ancak ilerleyen yıllarda cinsiyete ağırlık veren başka bir endeks, insan 81 özgürlüğüne ve politik özgürlüğe ağırlık veren bir başka endeks daha oluşturulmuş, daha çevreci bir endeks oluşturma çabası ise yetersiz kalmıştır (Kaul, 2005, s. 89)24. ĐGE'nin unsurlarından en tartışmalı olanı kuşkusuz gelir değişkenidir. Unsur, hem ölçüm yöntemi, hem endeksteki ağırlık değeri, hem de diğer bir çok nedenden dolayı eleştiriye uğramış ve Đnsani Gelişme Raporları'nda bu unsurda zaman içerisinde bir çok defa yenilemeye gidilmiştir. Ayrıca bazı iktisatçılar tarafından endeksin, eğer felsefesinin temelinde yatan düşüncesini yansıtmak istiyorsa, gelirin başka amaçlara (sonuçlara) bir araç olmasından hareketle, ölçüm içerisinde bulunmaması gerektiği de öne sürülmüştür (McGillivray ve White, 1993, s. 190). Ayrıca gelir ile insani gelişme arasındaki ilişki de yoğun olarak tartışılmıştır. Kişi başına düşen gelirin bireysel refah ölçümü için yeterli olduğunu, ĐGE değerlerinin de bu göstergeyle benzer sonuçlar verdiğini ifade eden yaklaşımlar, bu nedenle endeksin gereksizliğine vurgu yapmışlardır (Cahill, 2005, s. 5). Gelir artışı ve insani gelişme arasındaki ilişkiye yönelik son 40 yılın kanıtlarını gösteren Şekil 2., ĐGE ile gelir artışı arasında olumlu bir ilişki olduğunu kabul eder. Ancak gelirin, endeksin bir unsuru olmasından hareketle, böyle bir sonuca ulaşılmasının olağan olduğunu belirtir. Bu nedenle endeksin gelir-dışı unsurları da analize dahil edildiğinde, gelir-dışı unsurlarla gelir artışı arasındaki korelasyonun daha zayıf ve istatistiksel olarak anlamsız olduğunu ifade eder (UNDP, 2010, s. 46). Dolayısıyla da ĐGE'nin daha geniş bir içeriği olduğu belirtilir. Şekil 2. ĐGE'nin Unsurları ve Đktisadi Büyüme Arasındaki Bağ, 1970-2010 Kaynak: UNDP, 2010, s. 47. 24 Neumayer (2001), daha çevreci bir endeks oluşturulması ve insani gelişme endeksiyle sürdürülebilirlik arasında bir ilişkinin kurulabilmesi yönünde bir çabayı içeren bir öneri geliştirmiştir ve insani gelişmeyi sağlayan unsurlardan birinin doğa olduğuna dikkat çekmiştir (Neumayer, 2001, s. 111). 82 3.4.2.1.1. Đyi Yaşam Standardı (Satın Alma Gücü Paritesine (PPP) Göre Kişi Başına Düşen Milli Gelir) Toplumun yoksulluğu, yetersiz refahın göstergesidir ve hem parasal hem de parasal olmayan göstergelere bağlıdır. Daha yüksek bir gelir veya tüketim bütçesi ile bir kişinin mevcut parasal ve parasal-olmayan koşullarını iyileştirebileceği gerçektir. Ancak, bazı parasal-olmayan özellikler için, bazı kamu mallarında olduğu gibi piyasanın var olmadığı durumlar da mevcuttur. Aynı zamanda piyasalar, miktar sınırlandırmaları gibi oldukça aksak koşullara sahip olabilir. Bu yüzden gelirin refahın tek ölçütü olarak kullanılması yetersizdir ve barınma, okuryazarlık, hayat beklentisi ve kamu mallarının sağlanması gibi diğer farklı değişkenlerle desteklenmesi gerekir (Bourguignon ve Chakravarty, 2003, s. 26). Dolayısıyla ĐGE'de gelir değişkeninin kullanılması şarttır. Gelir değişkeni, ĐGE'de en fazla evrim geçiren ve ölçülmesinde en fazla sorunla karşılaşılan değişkendir. 1990 yılı ĐGR'de ilk ortaya konan gelir hesaplaması, eşik sınırının üzerindeki gelire sahip ülkeleri dikkate almamaktadır ve onların gelir yoksunluğunu endekste yoksulluk (eşik) sınırındaki değere göre hesaplamaktadır. Öyle ki, W(Y) refah veya gelirden türetilmiş fayda ve y* yoksulluk sınırı gelir düzeyi iken; W(Y) = log y, 0 < y ≤ y* için, W(Y) = log y*, y > y* için, şeklinde bir hesaplama uygulanmaktadır (UNDP, 1990, s. 109). Ancak bu, her ne kadar gelirin insani gelişmeye azalan marjinal katkısı düşünüldüğü için uygulansa da yoksulluk sınırının üzerindeki ülkelerin cezalandırılması anlamına geldiğinden, 1991 yılında yoksulluk sınırının üzerindeki gelire kademeli olarak azalan ağırlık verilmiştir: W(Y) = y, y ≤ y* için, 1 W(Y) = y + 2(y − y ∗)2 , y > y* için, şeklinde bir hesaplamaya dönüşmüştür. Yoksulluk sınırının üstündeki geliri gösteren fraksiyonel ağırlık da Atkinson formülünden türetilmiştir (UNDP, 1991, s. 89): W(y) = ∈ ∈ Ne var ki gelir hesaplamasındaki bu yöntem de 1999 yılı raporuna kadar kullanılmış ve 1999 yılı ĐGR'de yeniden logaritmik hesaplamaya, ancak bu sefer daha farklı bir yöntemle, dönülmüştür (UNDP, 1999, s. 159): W(Y) = 345 345 6 345 678345 6 83 Đlerleyen bölümde ĐGE hesaplanırken, yöntemler ve değişimi gerektiren nedenler daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır. O yüzden son olarak endeksin içerisinde yer alan bir unsur olarak gelire yöneltilen eleştirilere bakmak gerekir: Gelir ölçümüne ilk eleştiriler, 1990 yılı raporunda gelir için bir eşik sınırı alması ve üstündeki gelire sıfır ağırlık vermesine yönelik olmuştur. 1991 yılı raporunda değiştirilen ve yeni yöntemiyle eşik sınırının üzerinde kademeli olarak azalan marjinal getiri sağlaması düşüncesi de, yüksek gelirli ülkeler için getirinin yine de çok düşük oranlarda olması ve yeni ölçümün sonuçta belirgin bir fark oluşturamaması nedeniyle eleştiriye uğramış ve logaritmik ölçümün daha uygun olacağı öne sürülmüştür (McGillivray ve White, 1993, s. 187). Gelir ölçümü de buradan hareketle 1999 yılından sonra belirli bir üst sınır belirlenmesi yoluyla ve logaritmik bir ölçümle yapılmıştır. Ayrıca ilk yıllarında her gösterge için her yıl değişen maksimum-minimum sınırlar da eleştiriye uğramıştır. Bunun yıldan yıla kıyaslanabilirliği engellediği öne sürülmüştür ve her gösterge için üst-alt sınırlar belirlenmesi önerilmiştir (McGillivray ve White, 1993, s. 190). Öyle ki bu da, 1994 yılı raporunda gerçekleştirilmiştir. Gelir ölçümü, bir satın alma gücü paritesi endeksi kullanılarak yapılandırılır. Bu sayede ülkeler arasında tüketicinin satın alma gücünün daha iyi yansıtılması beklenir. Sonrasında ise, daha yüksek düzey gelirde harcama gücünde artışlara daha az ağırlık vermek adına değerlerin logaritmaları alınır (Kelley, 1991, s. 317). Gelirin eleştirisini yapmak, elbette onu analizlerden dışlamak anlamına gelmez. Gelir, insan refahının anlaşılmasında dışsal bir faktör değildir. Onun yalnızca bir boyutudur. O halde, insanların gerçek yaşam düzeyleri hakkında fikir elde edebilmek için gelirin ve diğer faktörlerin bir arada dikkate alınması gerekir. Ancak bu şekilde, farklı bölgelerdeki insanların refah düzeyleri karşılaştırılabilir ve anlamlandırılabilir (Miller ve Wadsworth, 1967, s. 1197). Ayrıca insan refahına erişememenin veya yoksulluğun sadece gelir eksikliğinden kaynaklandığı görüşü, aslında saçma bir görüş değildir, çünkü gelir neyi yapıp neyi yapamayacağımız konusunda muazzam bir etkiye sahiptir. Gelir yetersizliği, her zaman yoksullukla birlikte anılan, açlık ve kıtlıkları da kapsayan yoksunlukların çoğu kez başlıca nedenidir. Ne var ki sadece gelir çözümlemesiyle yetinmemek gerekir. Đyi yaşamak için gerekli olan araçları odağa yerleştiren ve insanların ulaşabilecekleri gerçek yaşam üzerinde yoğunlaştıran bir alternatif gerekir (Sen, 2004, s. 101-103). Bu noktada insani gelişme yaklaşımı kendini gösterir. Đnsani gelişme yaklaşımının sınırlı bir göstergesi olarak da gelir, endeksi daha geniş kapsamlı hale getirir. Đnsani gelişmenin 84 diğer iki göstergesinin açıklamada yetersiz kalacağı ekonomik performansın anlaşılabilmesini sağlar (Anand ve Sen, 2000, s. 102). 3.4.2.1.2. Bilgi Düzeyi (Okuryazarlık Oranı ve Okullaşma) Değişim ve yenilik fikirlerle meydana gelir. Yeni bir fikir de ancak eğitilmiş bir aklın ürünü olabilir. Đnsani gelişme sürecinde eğitimin toplumsal bir etkisi vardır. Bir yandan sosyal, siyasal veya kültürel süreçlere katılımcı olmayı kolaylaştırırken, diğer yandan her türlü eşitsizlikle mücadeleye katkıda bulunur. Tarihsel sürece bakıldığında ise, eğitimin öncelikle iktisat literatüründe beşeri sermaye üzerine odaklanan çalışmalarda ele alındığı görülür ve burada -kişilerin beceri ve bilgi düzeylerinin geliştirilmesi yoluyla- eğitim, iktisadi verimlilik için bir araç olarak ifade edilir. Dolayısıyla insanlar da üretim olanaklarını çoğaltan ajanlar olarak düşünülür. Ancak insani gelişme perspektifinden bakıldığında, insani gelişmenin, insan kapasitesinin genişletilmesiyle insanların değer verdikleri bir hayatı yaşayabilme ve sahip olunan bağımsız tercihlerinin genişletilmesi yeteneğine odaklandığı görülür. Dolayısıyla bu kapasitelerden biri olan eğitim de daha geniş bir çerçevede analiz edilme ihtiyacı duyar (Sen, 2005a, s. 35). Đnsani Gelişme Raporları'nda eğitim ölçüsü olarak kullanılan göstergelerden biri yetişkin okuryazarlık oranıdır. Bu gösterge, ilk ĐGE'den 2010 yılı endeksine kadar eğitimin bir ölçüsü olarak kullanılmıştır. Ancak, 1990 yılı endeksinde tek başına kullanılan bu gösterge, 1991 yılı endeksinde ortalama eğitim (okul) yılı göstergesi ile desteklenmiştir. Ardından, verilerin elde edilmesinde sorunları olması nedeniyle 1995 yılı endeksinde hesaplamadan çıkarılmış, yerine ilk, orta ve yüksek okula kayıt oranlarının birleşimi kullanılmaya başlamıştır. Buna göre de, bir ülkenin toplam eğitim ölçüsü, 2:3 oranında yetişkin okur yazarlık göstergesiyle, 1:3 oranında da ilk, orta ve yüksek okula kayıt oranlarının birleşimi göstergesiyle ölçülmeye çalışılmıştır (UNDP, 2007, s. 356). Ne var ki, 2010 yılı ĐGE'de eğitim göstergeleri ve hesaplanması tamamen değiştirilmiş ve ortalama eğitim (okul) yılı yeniden bir gösterge olarak eklenirken, beklenen eğitim (okul) yılı ikinci gösterge olarak kullanılmaya başlamış ve her iki gösterge de eşit ağırlıklı olarak hesaplanmıştır (UNDP, 2010, s. 216). Her iki göstergenin toplamı da genel endeksin üçte biri kadar ağırlıklandırılmıştır. 85 3.4.2.1.3. Uzun ve Sağlıklı Bir Yaşam (Doğumda Yaşam Beklentisi) Rene Descartes, "kuşkusuz, öncelikli yapılması gereken şey, sağlığın korunmasıdır ve bu, hayattaki diğer tüm şeylerin de temelini oluşturur"25 sözüyle yaşamda sağlığın önemine değinmiştir. Sağlığın bu derece önemli olması hem onun insan refahının kurucu niteliğini taşımasında yatar, hem de bireyi bir eyleyen olarak işlevini yerine getirmesini mümkün kılar. Bu işlevler de kişinin değer verdiği hedef ve planları elde etmeye çalışmayı içerir. Sen (1999b)'in deyişiyle de sağlık, insanın değer verdiği bir yaşamı yaşayabilmek için işler hale getirebildiği temel kapasitelere katkıda bulunur (Anand, 2004, s. 17). Uzun ve sağlıklı bir yaşamın ölçülmesinin göstergesi olarak ise en sık doğumda yaşam beklentisi kullanılır. Doğumda yaşam beklentisi, tek bir bireyin özelliğini göstermez, bütün bir grup için (ülke, bölge, etnik grup) ortalama bir değerdir (UNDP, 1993, s. 105). Yeni doğmuş bir bebeğin, doğduğu zamandaki yaşa-özgü ölüm oranlarının mevcut örüntüsünün bebeğin yaşamı boyunca aynı kalacağı düşünüldüğünde, yaşamayı beklediği yıl sayısına eşittir (UNDP, 2010, s. 224). ĐGE'nin 1990 yılında ortaya çıkışından bugüne dek de doğumda yaşam beklentisi hiç değişmeden uzun ömürlülük ölçüsü olarak kullanılmış ve halen de kullanılmaya devam edilmektedir ve genel endeksin üçte biri kadar ağırlıklandırılmaktadır. Ulusal düzeyde bakıldığında genel olarak daha zengin ülkelerdeki (gelir düzeyi daha yüksek) insanların daha sağlıklı -ve aynı zamanda eğitimli- oldukları kabul görmektedir. Ne var ki son yıllardaki değişimlere bakıldığında gelir büyümesindeki değişim ile sağlık ve eğitimdeki değişim arasında böylesine tam bir ilişkiyi ifade etmek güçtür26. Ancak tarihsel analiz çerçevesinden bakıldığında, farklı tüm gelir düzeyindeki insanların sağlık -ve eğitim- düzeylerini zaman boyunca artırdığı görülmekte, özellikle de yoksul ülkelerin son kırk yıllık dönemde zengin ülkelere nispeten bu göstergelerde daha hızlı ilerleme (artış) kaydettiği ifade edilmektedir (UNDP, 2010, s. 48). 3.4.2.2. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Hesaplanması ĐGE'nin hesaplanması, ortaya atılmasından bu yana, en son 2010 yılı ĐGR'de de olmak üzere, bir çok defa değişikliğe uğramıştır. 25 Descartes'in 1637 yılında yayımlanan Discours De La Methode adlı eserinden alıntılanmıştır. Referans için bkz. Anand (2004, s. 17). 26 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda özellikle son 40 yıl için her iki değişkendeki (gelir ve doğumda yaşam beklentisi) değişimlere bakıldığında, pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (bkz. şekil 2). 86 1990 yılında yayımlanan ilk raporda, ĐGE'nin hesaplanması için ilk adım, bir ülkenin üç temel değişkenin her birinde yaşadığı yoksulluğun ölçüsünün tanımlanması olmuştur. Bu çerçevede endeks, yaşam beklentisi ( ), yetişkin okuryazarlık ( ) ve satın alma gücü paritesi cinsinden kişi başına düşen reel gelirin27 (; ) logaritması alınarak hesaplanmıştır. Karşılaştırmaya dahil olan ülkelerin gözlemlenen değerlerinden yola çıkılarak bu göstergeler için maksimum ve minimum değerler belirlenmiştir. Buna göre, maksimum yaşam beklentisi 78,4 yıl iken, minimum yaşam beklentisi 41,8 yıldır. Maksimum yetişkin okuryazarlık oranı 100,0 iken, minimum yetişkin okuryazarlık oranı 12,3'tür. Son olarak da maksimum kişi başına düşen reel gelirin logaritmik değeri 3,68 iken, minimum değeri ise 2,34 olarak belirlenmiştir. Ardından, maksimum değerler ile minimum değerler arasındaki farkı belirten bir yoksunluk ölçümü tanımlanmıştır ve bu ölçüme göre ülkeler sıfırla bir arasında değişen değerleri içeren bir sıralamaya tabi tutulmuştur. Buna göre j. ülke ve i. değişken için yoksunluk göstergesi (< ) şöyle tanımlanmıştır: (< ) = (=>? A@ A@ ) @ (=>? A@ =BC@ A@ ) @ Đkinci adım, ortalama yoksunluk göstergesinin belirlenmesidir. Bu da üç göstergenin ortalamasının alınmasıyla olur: ; < = < : Üçüncü ve son adım ise, insani gelişme endeksini ölçmektir. Bu da 1'den ortalama yoksunluk göstergesinin çıkarılmasıyla elde edilir: (İ#F)< = (1 − < ) 1990 yılı ĐGR'nin teknik notlar kısmında hesaplama açıklanmıştır ve Kenya örneği hesaplanmıştır (UNDP, 1990, s. 109)28. 1991 yılı ĐGR'de, endekste bir takım 'iyileştirmeler' yapılmıştır. Bu rapordaki endekste, uzun yaşam ölçüsü olarak yaşam beklentisi aynen kullanılmaya devam edilmiştir. Bilgi ölçüsü (B) değişime uğramıştır ve ortalama eğitim (okul) yılı ölçüme 27 Đnsani gelişme ölçümünde kullanılan gelir, satın alma gücü paritesi cinsinden reel olarak ifade edilmektedir, tez içerisinde de kişi başına düşen reel gelir olarak da kullanılmıştır. 28 Buna göre, Kenya'nın yaşam beklentisi 59,4 yıl, yetişkin okuryazar oranı 60,0 ve reel milli gelirinin (GH,IJH,I) = 0,519, yetişkin okuryazar logaritması 2,90 iken; Kenya'nın yaşam beklentisi yoksunluğu = yoksunluğu = (K) (,;) (GH,II,H) = 0,456, Kenya'nın kişi başına reel milli gelir logaritması = (;,KH,L) (;,KH,;I) = 0,582 olarak hesaplanmıştır. Ardından Kenya'nın ortalama yoksunluğu = (0,519 + 0,456 + 0,582) / 3 = 0,519 bulunmuştur. Son olarak da Kenya'nın insani gelişme endeksi = 1 - 0,519 = 0,481 olarak ifade edilmiştir. 87 eklenmiştir. Buna göre, B = M x okuryazarlık + M x ortalama eğitim yılı olarak hesaplanmaya başlamıştır ve okuryazarlık göstergesine 2:3 oranında ağırlık verilirken, ortalama eğitim yılı göstergesine 1:3 oranında ağırlık verilmiştir. Son olarak gelir değişkeninde ise önemli bir değişiklik yapılmış ve Atkinson formülü kullanılmaya başlanmıştır. Đlk insani gelişme endeksi, gelirin insani gelişme için azalan getiri sağladığı önermesine dayanmıştır. Dolayısıyla da gelirin logaritması alınmış ve yoksulluk sınırının üstündeki gelire sıfır ağırlık verilmiştir. Ancak 1991 yılı raporunda yoksulluk sınırının ötesindeki gelirin, endekse hiçbir katkı yapmadığı düşüncesi yerine, bu sınırın üzerindeki gelire kademeli olarak azalan ağırlık verilmeye başlanmıştır (UNDP, 1991, s. 2). Dolayısıyla da azalan getiri için daha sistematik bir yol olarak kesin bir formülasyon kullanmaya başlanmıştır. Đyi bilinen ve sık kullanılan formül ise gelirin faydasını ölçmek için kullanılan Atkinson formülü olmuştur: W(y) = ∈ ∈ W(y) gelirden türetilen refahı (fayda) ifade ederken, ∈ azalan getirinin değerini göstermektedir. ∈ = 0 ise azalan getiri yoktur, ∈ = 1 ise W(y) = log y olur. Bu ĐGE'de kabul edilen uyarlama, ∈'nin değerinin gelir arttıkça yavaş yavaş artmasına izin vermektedir. Bu amaçla, gelirin tüm sınırları, yoksulluk sınırının katlarına bölünür. Böylece çoğu ülke 0 ile y* arasında, bazıları y* ile 2y* arasında, az bir kısmı da 2y* ile 3y* arasında yer alır: y ≤ y* için, -yoksul ülkeler- ∈ = 0 ve azalan getiri yok, y* ≤ y ≤ 2y* için, ∈ = 1:2, 2y* ≤ y ≤ 3y* için, ∈ = 2:3'tür. Yani, αy* ≤ y ≤ (α+1)y*, ∈ = :( + 1) olduğuna göre: W(y) = y 0 < y < y* için, W(y) = ∗ + 2( − ∗) W(y) = 2( ∗) : : + 3( − 2 ∗) y* < y < 2y* için, : ; 2y* < y < 3y* için, olarak belirlenir. Böylece yoksulluk sınırının üstündeki gelir, insani gelişmeye katkıda bulunur, ancak değeri arttıkça daha fazla azalan getiri sağlamaya başlar (Anand ve Sen, 2000, s. 89). 1991 yılı ĐGR'de maksimum ve minimum sınırlar da değiştirilmiştir. Buna göre, maksimum yaşam beklentisi 78,6 yıl, minimum yaşam beklentisi 42 yıldır. Maksimum eğitim edinme oranı (iki eğitim göstergesinin ortalaması) 70,1 iken, minimum eğitim 88 edinme oranı 9,1'dir. Son olarak uyarlanmış kişi başına düşen reel gelir maksimum 5.070 dolar iken, minimum 350 dolar olarak belirtilmiştir (UNDP, 1991, s. 91)29. Böylece 1991 yılı ĐGR'de gelirin logaritmik dönüşümü terk edilerek, 1992 yılı ve daha sonraki raporlarda da gelir, azalan marjinal getiriye izin veren bu hesaplamayla ifade edilmeye başlanmıştır (UNDP, 1993, s. 107). 1992 yılı ĐGR'de hesaplamada büyük değişiklikler olmamakla birlikte, maksimum ve minimum sınırlarda ufak değişikliklere gidilmiştir. Buna göre, maksimum yaşam beklentisi 78,6 yıl, minimum yaşam beklentisi 42 yılda kalırken; maksimum eğitim edinme oranı 3,0 ve minimum eğitim edinme oranı 0,0 olarak belirlenmiştir. Son olarak da uyarlanmış kişi başına düşen reel gelir, maksimum 5.079 dolar, minimum 380 dolar olarak ifade edilmiştir (UNDP, 1992, s. 91). Öyle ki, 1993 yılı ĐGR'de de diğer değişkenler sabit kalırken, uyarlanmış kişi başına düşen gelir maksimum 5.075 dolar, minimum 367 dolar olarak belirlenmiştir (UNDP, 1993, s. 100). Anand ve Sen'in çabaları ile 1993 yılı ĐGR'de endeksin geliştirilmesine yönelik ilk adımlar atılmış ve ayrıca göstergeler için sabit maksimum ve minimum sınırlar belirlenmesi önerilmiştir (UNDP, 1993, s. 112). Böylece 1994 yılındaki ĐGE, önceki yıllara göre farklı bir temelde hesaplanmıştır (Anand ve Sen, 1994, s. 8). Buna göre endeks, j. ülkeye göre i. her boyut için şu şekilde bulunmuştur: < = (N< − min NQ ) Q (max NQ − min NQ ) Q Q Ardından, toplam değer de üç boyutun ortalaması alınarak hesaplanmıştır: 1 < = < 3 Diğer yandan her sene -özellikle gelir için- değişiklik gösteren maksimum ve minimum sınırlar, ölçüm için büyük sorunlar yarattığından 1994 yılı raporunda insani gelişmenin üç boyutunda yer alan dört değişken için de maksimum ve minimum değerler sabitlenmiştir. Buna göre, doğumda yaşam beklentisi maksimum 85, minimum 29 Bahamalar örneğini ele alan rapor, bu ülkenin insani gelişme endeksini de şu şekilde hesaplar: Bahamalar'ın kişi başına düşen reel milli geliri 10.590 dolar ve yoksulluk sınırı 4.829 dolar ise; W(y) = 2( ∗) : + 3( − 2 ∗) :; eşitliğinden W(y) = 4.997 dolar sonucuna ulaşılır: W(y) = 4.829 + : 2(4.829) + 3(10.590 − 9.658) :; = 4.829 + 139 + 29 = 4.997'dir. Görüldüğü gibi, gelir arttıkça, artan azalan getiri sağlamaktadır. O halde Bahamalar'ın yaşam beklentisi 71,5 yıl, eğitim edinme oranı 68,1 ve uyarlanmış kişi başına düşen reel milli geliri 4.997 dolar iken: Bahamalar'ın yaşam beklentisi (GH,KG,J) (G,KH,) = 0,193, Bahamalar'ın eğitim edinme yoksunluğu = = 0,032, yoksunluğu = (GH,KI) Bahamalar'ın kişi başına düşen reel milli gelir yoksunluğu = (J.GI.LLG) (J.G;J) (GH,IL,) = 0,015 olarak hesaplanmıştır. Ardından, Bahamalar'ın ortalama yoksunluğu = (0,193 + 0,032 + 0,015) / 3 = 0,080 bulunmuştur ve buna göre Bahamalar'ın ĐGE'si 0,920 olarak hesaplanmıştır (UNDP, 1991, s. 91). 89 25 yıldır. Yetişkin okuryazarlık oranı maksimum 100, minimum 0'dır. Ortalama eğitim yılı maksimum 15, minimum 0 yıldır. Kişi başına düşen reel gelir ise, uyarlanmamış olarak satın alma gücü paritesine göre maksimum 40.000, minimum 200 dolar olarak belirlenmiştir30. Gelir için eşik değer de 5.120 dolar olarak alınmıştır (UNDP, 1994, s. 108)31. 1995 yılı ĐGR'de, endekste iki değişikliğe daha gidilmiştir. Đlki, ortalama eğitim yılı göstergesi, hesaplanması karmaşık ve veri gereksinimi yüksek olması nedeniyle ilk, orta ve yüksek okula kayıt oranlarının birleşim değeriyle değiştirilmiştir. Ortalama eğitim yılı, Birleşmiş Milletler Ajansları veya uluslararası kuruluşlarca temin edilmediğinden, yapılan tahminler her zaman kabul edilebilir olmamıştır. Dolayısıyla, birleşik okula kayıt oranı bu sorunu çözmüştür. Đkinci değişiklik, gelirin minimum değerinde gerçekleşmiş ve -çok az bir etki sağlasa da- minimum değer 100 dolara indirilmiştir. Bunun nedeni de 1995 yılı raporunda ortaya atılan Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi'nde (CGE) minimum kadın gelirinin gözlemlenen değerinin 100 dolar olarak bulunmasına bağlanmış ve böylece, iki endeks arasında kıyaslanabilirliği sağlamak hedeflenmiştir (UNDP, 1995, s. 134). ĐGE, 1994 yılı raporunda gerçekleşen büyük değişiklik ve 1995 yılı raporundaki iyileştirme sonrasında, 1999 yılı raporuna kadar herhangi bir değişikliğe uğramamıştır. 1999 yılı ĐGR'de ise, uzun ömürlülük ve eğitim göstergeleri ve maksimum-minimum sınırlar aynı kalırken, yine Anand ve Sen'in çalışmalarının etkisiyle 1999 yılı gelir hesaplaması önemli bir değişikliğe uğramıştır. Önceki yıllarda dünya ortalama gelirinin eşik sınırının üstündeki gelir, marjinal azalan getiriye bağlı olarak azalmıştır. Bu formüldeki esas sorun, eşik düzeyinin üzerindeki gelirdeki azalmanın oldukça şiddetli olduğu ve eşik düzeyini aşan ülkenin bir nevi cezalandırıldığına ilişkin olmuştur. Bu nedenle 1999 yılı raporunda, bu sorunun düzeltilmesi adına gelir, şu formülle ilişkilendirilmiştir (UNDP, 1999, s. 159): 345 345 6 W(y) = 345 678345 6 30 Maksimum uyarlanmış gelir, 1990 yılı ulusal dolar fiyatları cinsinden 5.385 dolar olarak hesaplanmıştır 52,9 yıllık yaşam beklentisine, 62,5'lik yetişkin okuryazarlık oranına, 2,6'lık ortalama eğitim süresine ve 3.498 dolarlık kişi başına düşen reel milli gelire sahip Gabon örneğini kullanan 1994 Đnsani Gelişme (J,LJ) G,L Raporu; Gabon'un yaşam beklentisini = = = 0,465, Gabon'un yetişkin okuryazarlık oranını = 31 (K,J) () = K,J (HJJ) K = 0,625, Gabon'un ortalama eğitim yılı = (,K) (J) = ,K J = 0,173. Dolayısıyla Gabon'un eğitim göstergesi = 2(0,625)+0,173=1,423/3=0,473. Son olarak da Gabon'un gelir göstergesi = (;.ILH) (J.;HJ) = ;.LH J.HJ = 0,636 ise; Gabon'un Đnsani Gelişme Endeksi = 0,465+0,473+0,636=1,574/3 = 0,525 olarak bulunur. 90 Bu formülün birçok avantajı bulunmaktadır. En önemlisi, daha önceki formülün yaptığı kadar eşik sınırının üstündeki geliri şiddetli düzeyde azaltmamaktadır. Dolayısıyla yalnızca belirli bir düzeyin üstündeki geliri değil, tüm geliri dikkate almaktadır (UNDP, 1999, s. 160)32. Yeni gelir ölçümü, daha önceki yıllarla tam olarak kıyaslanabilir değildir. Ancak ĐGE'deki değişimin çoğu gelirin hesaplanmasından kaynaklandığı bilinir. Ayrıca, 1999 yılı raporundaki sonuçlar daha önceki yıllara göre değerlerde belirgin bozulmalar gösterse de, farklı yıllar için yeni gelir hesaplamasının karşılaştırmalarda kullanımı, aslında her ülke için ĐGE değerinin artış yaşadığını göstermektedir (UNDP, 1999, s. 160). Daha sonraki yıllarda, 2010 yılı ĐGR'ye kadar bu ölçüm yönteminde ve maksimum-minimum sınırlarda herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Ancak 2010 yılı endeksinde önemli bir değişikliğe gidilmiştir. 2010 yılı ĐGR, yeni ortaya atılan endeksler ve yeni hesaplama yöntemi ile yenilikçi bir rapordur. Bu raporda, ĐGE'nin görece uzun bir süredir kullanılan hesaplama yöntemi ve hatta bazı göstergeleri değişikliğe uğramıştır. ĐGE'nin sağlık, eğitim ve gelir olmak üzere üç boyutu aynen kullanılmaya devam edilmiştir. Ancak, bu boyutların göstergelerinden bazıları değiştirilmiştir. Eğitim göstergesi olarak kullanılan yetişkin okuryazarlık oranı terk edilerek, yerine ortalama eğitim yılı ve -mevcut veri okula kayıt oranlarına göre bir çocuğun almayı beklediği eğitim yıl sayısını gösteren- beklenen eğitim yılı olmak üzere iki farklı yeni gösterge kullanılmıştır. Yaşam standardını gösteren gelir göstergesi olarak ise, kişi başına yurtiçi gelir yerine kişi başına milli gelir kullanılmaya başlanmıştır33. Sağlık göstergesi olarak doğumda yaşam beklentisi ise aynen bırakılmıştır (UNDP, 2010, s. 15). Endeksin hesaplama yöntemi ise, büyük bir değişikliğe uğramıştır. En başından beri kullanılan aritmetik ortalama yöntemi yerine, geometrik ortalama yöntemi kullanılmaya başlanmıştır. Herhangi bir unsurdaki kötü performans artık doğrudan ĐGE'de yansıyacaktır ve boyutlar arasında artık tam ikame geçersiz olacaktır. Böylece de bu yöntem ülkenin performansının boyutlar arasında nasıl dağıldığını göstermiş 32 Hesaplamada örnek olarak Almanya'yı alan rapor (UNDP, 1999, s. 160), Almanya'nın doğumda yaşam beklentisi 77,2 yıl, yetişkin okuryazar oranı 99,0, birleşik okula kayıt oranı 88,1 ve kişi başına düşen reel (GG,J) = 0,870, milli geliri 21.266 dolar iken şöyle hesaplanmıştır: Almanya'nın yaşam beklentisi = yetişkin okuryazar oranını = (LL) (HJJ) (HH,) = 0,990, birleşik okula kayıt oranını = = 0,881 olarak () () bulunmuştur. Dolayısıyla, eğitim göstergesi = 2:3(0,990)+1:3(0,881) = 0,954. Son olarak da gelir 345(.K)345() = 0,895 olarak bulunmuştur. O halde Almanya'nın Đnsani Gelişme Endeksi göstergesi = 345(I.)345() = (0,870+0,954+0,895)/3 = 0,906'dır. 33 Bkz. 2. bölüm 1. dipnot. 91 olacaktır (UNDP, 2010, s. 15). Dolayısıyla birleştirme yöntemi olarak geometrik ortalamanın kullanılması ile, maksimum sınır değerleri iki ülke veya zaman aralığı arasındaki göreli karşılaştırmayı etkilememektedir. Böylece, geometrik ortalamayı kullanmak boyutlar arasında eşit olmayan kalkınma düzeylerine sahip ülkelerde daha büyük değişikliklere neden olmakta ve daha düşük endeks değerleri ortaya çıkarmaktadır. (UNDP, 2010, s. 216-217). Buna göre, endeks şu şekilde hesaplanmış olur: : : : ; ; ; İ#F = (X7ğZ[Q \ğ]6 ^\Z_ ). 2010 yılı ĐGE'de belirli yıllarda belirli ülkeler için gözlemlenen değerlere göre maksimum ve minimum sınırlar da Tablo 9.'da görüldüğü gibi, yeniden belirlenmiştir: Tablo 9 2010 Yılı Đnsani Gelişme Endeksi Đçin Belirlenen Maksimum ve Minimum Sınırlar Göstergeler Yaşam beklentisi Ortalama eğitim yılı Beklenen eğitim yılı Birleşik eğitim endeksi Kişi başına gelir (PPP dolar) Kaynak: UNDP, 2010, s. 216. Gözlemlenen Maksimum 83.2 (Japonya, 2010) 13.2 (Amerika Birleşik D., 2000) 20.6 (Avustralya, 2002) 0.951 (Yeni Zelanda, 2010) 108,211 (B.A.E., 1980) Minimum 20.0 0.0 0.0 0.0 163 (Zimbabve, 2008) Maksimum ve minimum değerlere göre de, gelir endeksi için doğal logaritma almak koşuluyla, her boyut için endeks hesaplamasında şu formül kullanılmıştır: `abcdefağag − `hh`d`fağag `Mijh`d`fağag − `hh`d`fağag Çin örneğini ele alan 2010 yılı ĐGR (UNDP, 2010, s. 216-217), 73.5 yıllık doğumda yaşam beklentisi, 7.5 yıllık ortalama eğitim yılı, 11.4 yıllık beklenen eğitim yılı ve satın alma gücü paritesine göre 7,263 dolarlık kişi başına geliri olan Çin'in insani gelişme değerini şu şekilde hesaplamıştır: G;.J Yaşam beklentisi endeksi = H;. = 0.847 (1) G.J Ortalama eğitim yılı = ;. = 0.568 ve beklenen eğitim yılı = Eğitim endeksi = √.JKH8.JJ; .LJ .I .K = 0.553 = 0.589 (2) 3C(G,K;)3C(K;) Gelir endeksi = 3C(H,)3C(K;) = 0.584 (3) Dolayısıyla ĐGE = √0.8470.5890.584 = 0.663'tür. l Henüz ortaya atılmakla birlikte, 2010 yılı ĐGE, bazı eleştirilere de maruz kalmaktan kurtulamamıştır. En önemlilerinden biri olan Ravallion (2010), endeksin eşit- 92 olarak ağırlıklandırılmış ortalamaya yönelik ölçüm yönteminden, insani gelişmenin üç unsuru arasında eksik ikamenin sağlanması adına çoğaltıcı bir ölçüm yöntemine geçişi eleştirmektedir. Buna göre, yeni endeks, üç boyut arasındaki belirgin trade-off nedeniyle daha karmaşık ve sorunludur. Öyle ki, endeksin üç temel unsuru arasında marjinal ikame oranlarında önemli sorunlar olduğunu ve özellikle yeni ĐGE'nin yoksul ülkelerde uzun ömürlülük ölçümünün değerini düşürdüğünü ifade etmektedir (Ravallion, 2010, s. 10, 17). Aynı zamanda yeni ĐGE'nin matematiksel ölçümünde bazı ihtilaflı değer yargılarının barındığını da belirten Ravallion (2010, s. 18), endekste zengin bir insanın yoksul bir insandan daha uzun yaşayabilmek için daha fazla harcamaya muktedir olabileceğinin ve tipik olarak da böyle davranacağının kabul edilebildiğini ifade etmekte ve insani gelişme sürecinin değerlendirilmesinde böylesi eşitsizlikler yaratılmasının mazur görülemeyeceğini belirtmektedir. Ravallion (2010)'un görüşlerinden yararlanarak, Easterly ve Freschi (2010) de yeni ĐGE'nin düşük gelirli ülkeleri cezalandırdığını ve Afrika'daki ülkelerin durumunu daha da kötü gösterdiğini ifade etmektedir. Ancak Klugman vd. (2011, s. 29-32), Ravallion (2010)'un görüşlerinde bazı hatalar bulunduğunu, özellikle de yeni ĐGE'nin yoksul ülkelerde zengin ülkelere göre uzun ömürlülük ölçüsündeki belirgin ağırlığının azaldığı düşüncesinin doğru olmadığını ve eski endeks ile yeni endeks arasında maksimum sınırların değişmesini göz ardı ettiğini belirtmektedir. 3.4.2.3. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Avantajları ve Endekse Getirilen Eleştiriler ĐGE'nin en çok önem arz eden özelliği, kalkınma literatürüne insan refahının ölçülmesi konusunda ülke karşılaştırmaları yapılırken kişi başına düşen gelirin yanında sosyal göstergeleri de kapsayan bir ölçüm sunmuş olmasıdır. Böylece kalkınma, gelir ve servetin artırılmasından çok daha fazla bir şeyi ifade etmeye başlamıştır. Dolayısıyla bu endeks ile birlikte kalkınmanın yalnızca yüksek gelir anlamına gelmediği, bundan ziyade daha kapsamlı bir çerçevede 'insani gelişmenin' kastedildiği anlaşılmaya başlanmış, düşük gelir düzeyine sahip bir ülkenin eğitim ve sağlık boyutlarında ilerleme kaydedebileceği ve insani gelişme gerçekleştirebileceği; bunun yanında petrol zengini ülkelerse kalkınma olmadan yalnızca büyüme gerçekleştirebileceği anlaşılmıştır (Todaro ve Smith, 2009, s. 51). Dolayısıyla ĐGE, literatürde insan refahının ölçümü konusunda çok boyutlu bir görünüm ortaya koymuş olmaktadır. 93 ĐGE, insanların tercihlerinin genişletilmesi adına insani gelişmede temel kapasitelerin ölçülmesi için ortaya çıkmıştır (ul Haq, 1995, s. 47). Buradaki 'insani' amaç önemli olmakla birlikte, araç-amaç ayrımının da dikkate alınması adına da büyük önem taşır. Böylece politika yapıcılar, yalnızca araçlara odaklanmaktan uzaklaşıp, kalkınmanın esas amacına (sonucuna) odaklanmış olur (ul Haq, 1995, s. 50). ĐGE, ulusal öncelikleri göstermesi nedeniyle de önemlidir. Endeks değerlerine bakılarak, hangi ülkenin sosyal kalkınmayla birlikte iktisadi bir ilerleme gösterdiğini, hangilerininse bunu yapmaktan uzak olduğu anlaşılabilir. Böylece politika-yapıcılara performanslarını artırmaları için baskı sağlamış olur. Eğer bir ülke, insani gelişmesini sağlayabilirse, bu aynı zamanda potansiyel büyümesinin de göstergesidir. Eğitimli ve sağlıklı bir nüfus ile, doğru makroekonomik politikalar uygulanarak hızlı büyüme sağlanabilir. Ancak eğitimsiz ve sağlıksız bir nüfusa sahip olma, sürdürülebilir bir büyümenin sağlanabilmesi için oldukça fazla bir zamana ihtiyaç olacağı anlamına gelir. Aynı zamanda ĐGE zaman içerisinde değişebilir özelliktedir (ul Haq, 1995, s. 54-56). Öyle ki, ortaya çıkışından bu yana da bir çok defa değişkenlerinde ve hesaplanmasında değişikliklere uğramıştır. Ancak, değişen koşullar, bu değişimi de zorunlu kılmaktadır. Öyle ki, aslında ĐGE'yi oluşturan unsurların zaman içerisinde, ilave veriler kullanılabilir hale geldikçe ve yaşamın bazı temel unsurları evrensel olarak anlaşılıp ortadan kaldırıldıkça, değişmesi beklenmelidir. Öyle ki, yetişkinlerin okuma yazma bilmeyişi evrensel anlamda ortadan kaldırıldığında doğal olarak bu göstergenin artık kullanılmasına gerek kalmayacaktır34 (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 3). Son olarak, ĐGE, ülkeler için bir erken uyarı sistemi niteliği de taşır. Halihazırda bazı ülkeler ayrıntılı insani gelişme endeksleri hazırlamaya başlamışlardır (ul Haq, 1995, s. 55). ĐGE, ortaya çıkışını takip eden yıllarda, gelişmiş ülkeler için yapılacak hiçbir şey olmaması nedeniyle eleştirilmiştir. Buna göre, gelişmiş ülkelerin hepsi zaten yüksek okuryazarlık, yüksek doğumda yaşam beklentisi ve yüksek gelir düzeyi rakamları gösterdiğinden neredeyse maksimum düzeyde bir insani gelişme sağlamıştır (Kelley, 1991, s. 318). Dolayısıyla gelişmiş ülkelerin bu eylemsel anlamından uzaklaştırılıp 34 2010 yılı Đnsani Gelişme Endeksi'nde en başından beri bir eğitim göstergesi olarak kullanılan yetişkin okuryazarlık oranı, hesaplamadan çıkarılmıştır. 1970 yılından 2010 yılına kadar dünya genelinde yetişkin okuryazarlık oranının % 60'dan % 83'e çıkması bunda önemli bir etkendir (Klugman vd., 2011, s. 19). Yetişkin okuryazarlık oranı ile ilgili bahsedilmesi gereken bir nokta vardır. Lind (1992, s. 99-100), yetişkin okuryazarlık oranının kullanımının hatalı olduğuna endeksin ortaya atılışından hemen sonra değinmiştir. Bu göstergenin, iyi bir insani gelişme ölçüm unsuru olmadığını, çünkü hatalı-tanımlanmış olduğunu, ölçüm ve örnekleme hatalarına sahip olduğunu, tahrife açık olduğunu ve kültüre bağlı olduğunu, ancak % 100 ile sınırlı olduğunu ve insanın kültürel gelişiminin bununla sınırlı olamayacağını vurgulamıştır. 94 analize dahil edilebilmesi amacıyla, ilerleyen yıllarda asıl değişkenlerde değişikliklere gidilmiş, okula kayıt oranları değişken olarak kullanılmış veya 2010 yılı raporunda olduğu gibi beklenen eğitim yılı gibi göstergeler kullanılmıştır (UNDP, 2010). Endeks, değişkenlerin birleştirilmesi, değişkenlere verilen ağırlıklar ve değişkenler arasındaki korelasyon ilişkisi olduğu nedenleriyle yoğun eleştirilere uğramıştır (Kovacevic, 2010a). Öncelikle üç farklı göstergenin ortalama erişimi gösteren bir toplam endeksinde bir araya getirilmesi (aggregation) eleştirilmiştir (Booysen, 2002, s. 141). Böylesi bir toplama, birbirilerinden farklı unsurların tek tek ele alınıp, bunları anlamlı bir endeks oluşturulma çabası altında bir bütün haline getirme çabasına benzetilmiştir. Buna göre, iyi bir yaşam, refah ve eğitim fırsatları, bir çıktı olan yaşam beklentisine; refah ve eşitlik gibi dışsal nitelikler eğitim gibi içsel bir niteliğe eklenmektedir (Veenhoven, 2007, s. 227). Gelir değişkeninin sağlık veya eğitim artışı meydana getireceği düşüncesinden hareketle, endeksteki üç değişkene verilen eşit oranda ağırlık da eleştiriye uğramıştır (Kelley, 1991; McGillivray, 1991). Todaro ve Smith (2009, s. 52) de bunun altında belirlenmesi zor olan bir değer yargısının bulunduğunu ifade etmişlerdir. Ancak, gelir ve gelir-dışı unsurların farklılığına vurgu yapan rapor (UNDP, 1993, s. 110), değişkenler arasındaki simetri ilişkisi ve nedensellik sıralamasının eksikliği nedeniyle üç değişkenden hangisinin daha ağır bastığının karar verilmesini zorlaştırır. Bu nedenle, halen ĐGE'nin üç boyutu eşit ağırlıklı olarak kullanılıp endeks hesaplanmaktadır. Aynı zamanda buna bağlı olarak değişkenler arasında ve GSMH ile ĐGE arasında yüksek düzeyde korelasyon ilişkisinin bulunduğu iddia edilmiştir (Hopkins, 1991; McGillivray, 1991; Cahill, 2002, s. 887; Cahill, 2005, s. 1). McGillivray (1991)'in -özellikle gelir ile yüksek korelasyona sahip olduğundanendeksi insani gelişme sürecinde gereksiz bir gösterge olarak görmesine karşılık, Ranis vd. (2006, s. 346, 349), korelasyonun aksak olduğunu ve böyle bir yargının özellikle de düşük gelirli ülkeler için geçerli olmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla ĐGE'nin aslında kişi başına gelire göre daha kapsayıcı bir gösterge olduğunu, sosyal göstergelerle daha güçlü bir ilişki içerisinde bulunduğunu, bu nedenle de kişi başına gelire göre insani gelişmenin bazı temel unsurları için ülke performansları hakkında -kendi içinde bazı aksaklıklara sahip olsa da- daha geniş kapsamlı bir ölçüm olduğunu ifade etmektedir. Öyle ki, kişi başına gelir tek başına kullanılırsa insani gelişmenin boyutlarını, ĐGE'den daha fazla eksik bırakmaktadır. 95 ĐGE'de kullanılan gelir dışındaki göstergelerin daha önceki yıllardaki çalışmalarda da kullanılmış olduğundan hareket eden ve kalkınma politikasına hiç bir yenilik getirmediğini savunan Srinivasan (1994, s. 241), endeksin kavramsal olarak zayıf, ampirik olarak geçersiz, belirli bir alan ve zaman boyunca da kıyaslanamaz olduğunu iddia etmiştir. Endeksteki verilerin zayıf, eksik, ölçüm hatalarına sahip ve yanlı olduğunu belirtmiştir. Buradan hareketle, farklı ülkelerin okuryazarlık tanımlarının bile farklı olduğunu, bu nedenle evrensel göstergeler kullanmanın hatalı olacağını ifade etmiştir. Buna göre, okula kayıt oranlarının; okulların kalitesi, terk oranları, okul süresi uzunluğu gibi ülke içi ve ülkeler arası değişkenlerin farklılığından dolayı uluslararası alanda kıyaslanabilir olmadığını belirtmiştir. 2009 yılı ĐGR'ye kadar bir eğitim göstergesi olarak kullanılan brüt okula kayıt oranı gerçekten de çoğu durumda eğitim durumunu olduğundan fazla gösterebilmektedir, çünkü çoğu ülkede ilkokula başlayan bir öğrenci okulu bırakıp bırakmadığı dikkate alınmaksızın okula kaydolmuş sayılır (Todaro ve Smith, 2009, s. 52). Aynı zamanda gerçekten de endeks hesaplanırken, bir kaç ülke için eğitim ve sağlık göstergeleri veri eksikliğinden dolayı belirtilen yıl için değil de çok daha önceki yılların verileri kullanılarak (UNDP, 2002, s. 152) hesaplanabilmiştir (Sumner, 2004, s. 14). ĐGE'de gerçekten de kalitenin rolüne yönelik hiçbir endişe bulunmamaktadır. Örneğin sağlıklı bir yaşamı içeren fazladan yıllar ile yatağa bağımlı olma gibi sınırlı kapasiteleri içeren fazladan yıllar arasında büyük fark vardır. Dahası, 2010 yılı ĐGE göstergelerinden biri olan eğitim yılı göstergesinde de yalnızca -sayı olarak- yılların dikkate alınmaması, bu eğitimin kalitesinin de hesaplanması gerekmektedir (Todaro ve Smith, 2009, s. 52). Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, sağlık ve eğitim için yeni ve farklı başka göstergeler düşünülse bile dikkate alınacak yeni endeksin bir çok ülke için yeterli veriye sahip olması gerekeceğidir (Todaro ve Smith, 2009, s. 52). Dolayısıyla bu da sosyal göstergelere ait verilerin elde edilmesinin zorluğunun anlaşılmasına yardımcı olabilir. Endeksin, ortak eleştiriye uğradığı nokta şüphesiz yaşam kalitesini gösteren diğer sosyal erişimleri dışlamasıdır. Buna göre endeksin siyasal özgürlük ve insan haklarını içeren göstergelerle desteklenmesi gerektiği ve insani gelişmenin değerlendirilmesine yetersiz bir katkı yaptığı vurgulanmıştır (Kelley, 1991, s. 320, 323). Ancak, endekse siyasal göstergelerin eklenmemesi gerektiğini düşünen ve genel eğilimin de bu yönde olduğunu belirten Streeten (1994, s. 236), öncelikle özgürlüğün kendi içinde büyük bir önem arz ettiği ve belirli bir özgürlük kaybının diğer 96 değişkenlerle desteklenemeyeceğini belirtir. Bununla birlikte, siyasal özgürlük değişkenlerinin ĐGE'deki diğer değişkenlere nispeten, ufak bir değişime karşı daha hassas olduğunu, daha düşük derecede nesnel (objektif) olarak hesaplandığını ve dolayısıyla endeksin toplam nesnelliğine zarar vereceğini ve dolayısıyla farklı endekslerle hesaplanmaları gerektiğini vurgular. Endeks, özellikle ülkelerin çevresel ve insani gelişme performansları arasındaki ilişki olmak üzere, kalkınmanın çevresel boyutunu da görmezden gelmektedir (Sagar ve Najam, 1998, s. 251). Ne var ki, ul Haq (1995, s. 58) yiyecek güvenliği, barınma, çevre gibi başka göstergelerin yeterli ve güvenilir verilere sahip oldukları zaman dikkate alınıp istenirse eklenilebileceğini ancak endekse daha fazla göstergenin eklenmesinin, endeksi geliştirmeyeceğini ve asıl göstergelere ve trende zarar vereceğini ifade etmektedir. Sen (2005c, s. x) de refah ve insani özgürlüğün siyasal, iktisadi, sosyal, yasal ve hastalıklarla ilgili birçok başka faktörden etkilendiğini ve ĐGE'nin ancak bu faktörlerin içinden birkaçının cesurca seçilmesiyle ve diğerlerinin dışlanmasıyla oluşturulduğunu ifade eder. Ancak, Sen (2005c, s. x)'e göre de, eklenen her yeni fazla değişken, bir diğerinin ve öncekilerin önemini azaltmaktadır. Bu nedenle daha fazla yeni göstergenin eklenmesi sorunu çözmeyecektir. Dolayısıyla Sen (2005c, s. xii), insani gelişme için gereken unsurların endeksteki eksikliğinden dolayı ĐGE ile genel olarak insani gelişme yaklaşımı arasında bir ayrıma gidilmesi gerektiğini ifade eder. Diğer sosyal erişimleri göstermesi açısından ĐGE'den ayrı olarak Đnsani Özgürlük Endeksi, Politik Özgürlük Endeksi, Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi, Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi gibi endeksler ortaya atılmış ancak bunlar yaygın olarak kullanılmamıştır. 2010 yılı ĐGR'de de yine cinsiyet eşitliği, siyasal haklar ve çok boyutlu yoksulluk gibi unsurları analize dahil eden yeni endeksler hesaplanmıştır. Son olarak, endeks aynı zamanda hem yoksulluk problemine uzak kalmakta ve Sen'in tanımlama ve birleştirme problemleri olarak ifade ettiği, kimin yoksul olduğu ve kaç kişinin yoksul olduğu gibi sorulara da cevap verememektedir (Sumner, 2004, s. 14), hem de eşitsizlik problemini dışlamaktadır. Eşitsizlik problemine göre, bir ülke diğerlerinden daha yüksek bir ĐGE değerine sahip olabilir ancak bu ülkede yoksulluk yaygın ve büyük gruplar kalkınma sürecinden dışlanmış olabilir (Foster vd., 2005, s. 25). Bununla ilgili olarak da 2010 yılı ĐGR'de eşitsizliği de dahil eden bir Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi hesaplanmıştır (UNDP, 2010, s. 217). 97 Tablo 10 Đnsani Gelişme için Kullanılabilecek Đlave Unsurlar ve Göstergeler Unsurlar Zihinsel refah (zihnen iyi olma) Yetkilendirme Siyasal özgürlük Sosyal ilişkiler Toplum refahı Eşitsizlikler Đş koşulları Serbestlik durumları (boş zaman) Đktisadi güvenlik (istikrar) Siyasal güvenlik (istikrarsızlık) Çevre koşulları Kaynak: Ranis vd., 2006, s. 329, 344. Göstergeler Erkek intihar oranı, hapiste bulunanlar Cinsiyete dayalı yetkilendirme endeksi Siyasal ve medeni özgürlükler, siyasal terör Arkadaşların değeri, ailenin değeri, komşuya hoşgörü ve boşanma oranları Alkol tüketimi, doğal felaketler, komşuya hoşgörü Gini katsayısı, yatay eşitsizlik, kentsel/kırsal eşitsizlik, sağlıkta eşitsizlik, gayrisafi yurtiçi hasıla Đşsizlik, istihdam koşulları, kayıt dışı sektörün payı, minimum ücret politikaları Sinemaya gitme GSYĐH çevrimi (cycle), tüketici fiyat endeksi dalgalanmaları, portföy yatırımları, ticaret hadleri Siyasal şiddet, mülteci akımları Çevresel sürdürülebilirlik Endeksin bu eksiklikleri nedeniyle, Ranis vd. (2006), geniş anlamda bir insani gelişme analizi yapılması durumunda, ĐGE'nin indirgenmiş -ve yetersiz- bir ölçüm olduğunu belirtir ve insani gelişmenin daha iyi anlaşılabilmesi için, ĐGE'nin ötesine gidilmesi gerektiğini savunur ve birçok başka sosyal-siyasal göstergeyi de içeren yeni bir endeks ortaya atar. Buna göre Ranis vd. (2006, s. 328), ĐGE'nin bizzat kendisine ilave olarak on bir unsur ve bu unsurların ölçülmesi için farklı göstergeler35 tanımlamıştır. Bu unsur ve göstergeler Tablo 10.'da gösterilmiştir. Ranis vd. (2006, s. 344, 348), toplam 31 gösterge eklerken, her bir gösterge insani gelişmenin bağımsız bir boyutunu ortaya koymaktadır. Belirtilen unsurlar, ĐGE ile oldukça düşük düzeyde korelasyon ilişkilerine sahip olsalar da ve insani gelişmenin anlaşılmasında daha geniş bir görünüm sunuyor olsalar da veri kısıtları nedeniyle birçok ülke için kıyaslanamaz durumdadırlar (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 2). 35 Ranis vd. (2006), her farklı unsur için bir çok gösterge belirlemiş, ancak bazı göstergeleri birbirleri arasındaki yüksek korelasyon ilişkileri nedeniyle analizinden dışlamıştır. Örneğin, kadın intihar oranı ile erkek intihar oranı yüksek oranda korelasyona sahip olduğundan Ranis vd. (2006, s. 333), kadın intihar oranını analizinde dışlamıştır. Ardından, geri kalan göstergelerin arasından Đnsani Gelişme Endeksi ile korelasyon ilişkisi bulunanları da analizinden çıkarmıştır. Örneğin, yaşam tatmini, doğum kontrol hapı kullanım oranı, hukuk kuralları, telefon kullanımı ve sosyal güvenlik politikalarının hepsi ĐGE'yle yüksek oranda pozitif korelasyona sahiptir. Günde 1 doların altında yoksulluk düzeyi, AIDS nedenli ölümler ve çocuk işgücü oranı da ĐGE'yle yüksek oranda negatif korelasyona sahiptir. Bu nedenle de Ranis vd. (2006) analizinde bu göstergeleri yeniden kullanmaya gerek görmemiştir (Ranis vd., 2006, s. 342). 98 3.4.3. Đnsani Gelişmenin Ölçümünde Kullanılan Diğer Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP/UNDP) Endeksleri ĐGE'nin ölçümünde karşılaşılan eksikliklerin giderilmesi amacıyla, Đnsani Gelişme Raporları'nda farklı zamanlarda farklı bir takım endeksler tanıtılmıştır. Bunlar genellikle, ĐGE'de eksik bırakılan noktalarının tamamlanmasına yöneliktir. Örneğin, bu endeksler, ya cinsiyet eşitsizliğini, ya gelir eşitsizliğini, ya da insani gelişmenin önemli bir unsuru olan ancak ĐGE'de ölçüme dahil edilemeyen bir başka unsur olan politik özgürlüğü değişken olarak kabul edip yeni bir endeks oluşturmuşlardır. 3.4.3.1. Özgürlük Kavramı ve Đnsani Özgürlük Endeksi 1990 yılı ĐGR'de, tarih boyunca insanların ulusal ve kişisel özgürlüklerini elde etme uğruna canlarını feda etmeye hazır oldukları belirtilmiş, dolayısıyla insani gelişmenin, insan özgürlükleri olmadan eksik kalacağı ifade edilmiştir. Bu nedenle de insani gelişme ile insan özgürlükleri arasında bir ilişkinin araştırılması ve kantitatif ölçüme izin veren göstergelerin bulunması gerektiği belirtilmiştir (UNDP, 1990, s. 16). Bu düşünce de kendini, bir sonraki yıl raporunda göstermiş ve 1991 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda Đnsani Özgürlük Endeksi tanıtılmıştır. Özgürlük konusundaki tartışmalar, pozitif ve negatif özgürlük ayrımı noktasında yapılır. Bu iki ayrım Isaiah Berlin'in Özgürlüğün Đki Konsepti adlı makalesinde geçer. Buna göre bireye, hiç kimsenin herhangi bir müdahalede bulunmadığı özgürlük tipi negatif özgürlük olarak tanımlanırken, pozitif özgürlük konsepti ise bireyin kendi efendisi olma isteğinden meydana gelir (Berlin, 2002[1969], s. 169, 178). Diğer bir deyişle I. Berlin'in negatifle anlatmak istediği engelin veya sınırın olmadığı noktada kişinin özgür olduğu fikridir. Özgürlükler negatif nitelemesiyle sınırlanmama hali üzerinden kurgulanırken; pozitif özgürlükle özgürlüklerin belirlenme durumu kastedilir. Başkalarının müdahalesi olmadan bir insanın özgürce hareket edebileceği alan negatif özgürlükler bakış açısını, pozitif yaklaşımsa insanların neleri gerçekten yapabileceği ve gerçekten bir tercihin, istenilenin gerçekleşme olanağının olup olmadığı noktasına odaklanır36 (Semerci, 2010, s. 8). Dikkat, bireyin işlevli hale getirebileceği kapasitelerine kaydığı anda, pozitif özgürlük boyutu dikkate alınmış olunur (Sen, 1985b, s. 200-201). 36 Dolayısıyla negatif özgürlük de, insanların 'neleri yapamayacağı' belirlendikten sonra, yasada sınırları belirtilen noktaların dışında kalan alanlarda insanların özgürlüğünün var olduğu fikrine dayanır. Dolayısıyla 'yasak' olanın dışında özgürlük vardır (Semerci, 2010, s. 8). 99 Đnsani gelişme yaklaşımında özgürlük düşüncesi, kapasite yaklaşımından hareketle büyük önem taşır. Buna göre özgürlük yalnızca negatif özgürlük olarak değil, aynı zamanda pozitif içeriklidir: kişinin değer verdiği şeyleri olabilme ve yapabilme özgürlüğüdür. Diğer deyişle özgürlük için esas olan, başkasının müdahalesi olmadan bir özgürlük değil, kişinin iyi ve yaşamaya değer bir hayat yaşayabilmesi için gereken özgürlüktür ve kamu politikasının ilk hedefi bunu genişletmek olmalıdır. Ayrıca, insani gelişme perspektifindeki özgürlük düşüncesi, piyasa liberalizmindeki özgürlük düşüncesinden de bu noktada ayrılır. Piyasa liberalizmindeki özgürlük tanımı yalnızca negatif bir özgürlük barındırır. Çünkü piyasa liberalizmi için özgürlük, öncelikle ve en önemlisi müdahalenin olmamasını içerir. Örneğin, yüksek oranda alınan bir vergi bir ulusal güvenlik sistemi olarak kamusal malların temini için kullanılsa bile, kişiyi daha az özgür hale getirir. Elbette, piyasalara katılımcı olma kapasitesi ve mübadele özgürlüğü önemli olsa da, piyasa özgürlüğü, insan özgürlüğünün yalnızca bir boyutudur (Deneulin, 2009, s. 51)37. Bu bağlamda gerçek kapasitelere odaklanma noktasından hareketle, 1991 yılı raporunda Đnsani Özgürlük Endeksi oluşturulmuştur. Bu endeksin çıkış noktasını Humana Endeksi oluşturur. 1986 yılında yayımlanan Đnsan Hakları Konusunda Dünya Rehberi adlı eserinde Charles Humana, özgürlüğü değerlendirmek için kırk farklı ölçüt belirlemiştir. Bunlar; dolaşım özgürlüğü, özgür ifade hakkı, etnik grubun hakları ve cinsiyet eşitliği, hukuk kuralları ve diğer demokratik özgürlükler gibi hak ve özgürlükleri içermektedir. Dolayısıyla Humana'nın endeksi hem bir politik özgürlük endeksinin, hem de bir insan hakları endeksinin ötesindedir. Bir insani özgürlük endeksidir. Humana'nın 1985 verileriyle hesapladığı değerlere göre 40 ölçütün 38'inde özgür sayılan Đsveç ve Danimarka, en özgür ülkeler olarak görülmüştür. Ancak insan özgürlüklerinin ve insan haklarının dinamik bir süreç olmasından hareketle, ĐGR, bunun yenilenmiş verilerle yapılması gerektiğini savunur ve Đnsani Özgürlük Endeksi'ni oluşturur. Elde ettiği sonuçlarla da insani özgürlüklerle insani gelişmenin birbiriyle pozitif ilişkili olduğuna ulaşır (UNDP, 1991, s. 19-20). Ancak rapor, veri elde etme sıkıntısının çok büyük olduğunu ifade etmekle birlikte, insani özgürlüğün sistematik analizinin yapılması ve tartışılması yolunda henüz yolun çok başında olunduğunu da belirtir (UNDP, 1991, s. 98). 37 Qizilbash (1996, s. 147)'a göre Sen, -'haklar' konusu gibi- daha önceki yazılarında negatif özgürlüğün önemine değinir, ancak kalkınma görüşünde negatif özgürlüğe gereken önemi vermeyi ihmal eder. O'na göre Sen'in kalkınma ve yaşam kalitesine ilişkin görüşleri öncelikli olarak pozitif özgürlükle ilişkilidir. 100 3.4.3.2. Siyasi (Politik) Özgürlük Endeksi Đnsani Özgürlük Endeksi'nden sonra, Đnsani Gelişme Raporları, bir politik özgürlük endeksi kurma çabasına girişmiştir. Bu çabayla 1992 yılı ĐGR'de politik özgürlük veya insan haklarına dayalı bir endeks kurulması çabasına girişilmiştir. Ancak endeksin karşılaştığı en büyük sorun yine veri yetersizliği olmuştur. Ayrıca ĐGE'nin yıldan yıla çok önemli ölçüde değişmeyen -durağan- göstergeleri içerdiği bilinmektedir. Ne var ki politik özgürlükler aniden ortaya çıkabilirler. Örneğin, askeri bir darbe endekste ani bir düşüşe neden olabilir. Bu da endeks için önemli bir sorun teşkil etmektedir (UNDP, 1993, s. 105). Dolayısıyla da hesaplamalarda iki endeksin ayrı tutulmasına özen gösterilmiştir. Đnsan özgürlüklerinin sosyal, ekonomik ve politik özgürlükleri içermesi gerekir. Sosyal ve ekonomik özgürlüklerin ölçümü ĐGE'dir. Politik Özgürlük Endeksi de dolayısıyla, politik özgürlüklerin ölçümünü sağlayabilmek için ortaya atılmıştır. Kişisel güvenlik, hukuk kuralları, kendini ifade etme özgürlüğü, politik katılım ve fırsat eşitliği olmak üzere geniş kapsamlı beş geniş çerçeve kullanılırken (esas alınırken), bunlarla ilgili göstergeler raporda belirtilmiştir (UNDP, 1992, s. 31). Sonuçlar, insani gelişme ile politik özgürlüklerin birbirini izleyen çiftler olduğunu göstermektedir. Yüksek insani gelişme rakamlarına sahip ülkeler ortalama % 84'lük bir politik özgürlüğe sahipken, orta ve düşük insani gelişme rakamlarına sahip ülkelerse ortalama % 48'lik bir politik özgürlüğe sahip olarak bulunmuştur (UNDP, 1992, s. 32). 3.4.3.3. Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi (CGE), basit olarak ĐGE'nin cinsiyet farklılıkları ele alınarak ölçülmesini içerir. Dolayısıyla bu endeksle birlikte her ülke için cinsiyet eşitsizliği nedeniyle katlanılan cezayı görmek mümkündür. CGE değeri hiç bir ülke için ĐGE değerinden büyük olamaz. Bunun nedeni de, her ülkenin ele alınan en az bir unsurda mutlak bir cinsiyet boşluğuna sahip olduğu ve cezalandırıldığıdır (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 988). Genellikle de bu cinsiyet boşlukları, ölçümde kullanılan gelir unsuruna dayalı olarak meydana gelir ve bu ölçümün hesaplanmasındaki varsayımlara yönelik ciddi endişeleri dile getirirler (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 990). 1995 yılı ĐGR'de, 130 ülke ele alınarak ortaya atılan ve temel insan kapasitelerinde cinsiyet ayrımcılığını yansıtan CGE'nin sonuçlarına göre, cinsiyet eşitliğini ve kadınların yetkilendirilmesini bilinçli bir ulusal politika olarak izleyen Đsveç, Finlandiya, Norveç 101 ve Danimarka, ülke sıralamasında ilk dört ülke olmuştur. Bu ülkelerde yetişkin okuryazar oranı kadın ve erkek için eşitken, birleşik okullaşma kadınlarda ise daha yüksektir. Kadınların yaşam beklentisi erkeklere göre yedi yıl daha fazlayken, gelirleri de erkeklerin dörtte üçü kadardır (UNDP, 1995, s. 2). CGE, ĐGE ile aynı değişkenleri kullanır. Fakat CGE, her ülkenin her farklı kapasite için ortalama erişim değerlerini kadınlar ve erkekler arasındaki erişimin eşitsizlik derecesine göre uyarlar (UNDP, 1995, s. 130). 1995 yılındaki ölçüm yöntemi, 1999 yılında ĐGE ile birlikte aynı anda bir değişikliğe uğramıştır. Eğitim ve uzun ömürlülük göstergelerinde herhangi bir değişiklik meydana gelmezken, gelir göstergesi farklı hesaplanmıştır. Bu endeks için uzun ömürlülük göstergesi olarak belirlenen, erkekler için yaşam beklentisi maksimum 82,5, minimum 22,5 yıl iken, kadınlar için maksimum 87,5, minimum 27,5 yıldır. Eğitim göstergesi ise, ĐGE ile aynı yöntemle, ancak kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı hesaplanmıştır. Ancak gelir için endeks hesaplamak karmaşıktır. 1999 yılındaki ve 2010 yılına kadar devam edecek olan ölçümde; kadınlar ve erkekler için reel kişi başına düşen gelir değerleri, kazanılmış gelirde kadın payları (m ) ve kazanılmış gelirde erkek paylarından (6 ) hesaplanır. Bu paylar, kadınların ücretinin (,m ) erkek ücretine (,6 ) oranı ve ekonomik olarak aktif nüfusta kadının yüzdelik payı (aMm ) ve erkeğin yüzdelik payı (aM6 ) dikkate alınarak hesaplanır. Ücret oranlarında veri yetersiz olduğu koşulda, ücret verisi olarak tüm ülkeler için ücret oranlarının ağırlıklandırılmış ortalaması olan % 75'lik değer kullanılır. Böylece kadın ve erkek geliri hesaplanıp, eşit olarak dağıtılmış gelir endeksine ulaşılır: Ücret hesabında kadın payı = (no ⁄np )8\7o (no ⁄np )8\7o "q\7p 'dir. O halde, kazanılmış gelirde kadın payının (m ) bu rakama eşit olduğu varsayılır. Ülkenin satın alma gücü paritesi cinsinden toplam geliri (Y), kadınlar ve erkekler arasında m 'ye göre dağıldığı varsayılırsa, kadınların toplam geliri (m r) olarak ve erkeklerin toplam geliri r − sm rt" olarak hesaplanır. O halde kadınların kişi başına düşen geliri, toplam kadın nüfusuna (um ) bölünerek elde edilir: rm = (m r)⁄um . Aynı şekilde, erkeklerin kişi başına düşen geliri de, toplam erkek nüfusuna (u6 ) bölünerek elde edilir: r6 = vr − sm rtw⁄u6 . Sonuçta da; 345 x 345 6 o kadınlar için uyarlanmış gelir, W(rm ) = 345 678345 6 erkekler için uyarlanmış gelir, W(r6 ) = 345 xp 345 6 345 678345 6 olarak hesaplanır. 102 Buradan, eşit olarak dağıtılmış gelir endeksi de; { iMfıüzdj{M ı(,srm t) " + agiaiüzdj{M ı(W(r6 )) "} olarak hesaplanır. Son olarak eğitim, yaşam beklentisi ve gelir sonuçları aynı anda eşit ağırlıklandırılarak nihai endeks değerine ulaşılır (UNDP, 1999, s. 160). 1999 yılı raporunda CGE'de 0,928 değeriyle Kanada ilk, 0,928 değeriyle Norveç ikinci sırada yer alırken, hesaplama kısmında Kamerun örneğini kullanan rapor, bu ülkenin cinsiyete dayalı endeks değerini de 0,527 bulmuştur ve bu ülkeyi orta derecede insani gelişmiş ülke olarak tanımlamıştır (UNDP, 1999, s. 140, 161). CGE'de kullanılan bu ölçüm yöntemi 2010 yılı raporuna kadar kullanılmış, ancak 2010 yılı ĐGR'de Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi ile yenilenmiş, değiştirilmiştir. CGE, bazı çalışmalar tarafından eleştirilere maruz kalmıştır ve yapılan eleştiriler, genelde endeksin kazanılmış gelirde kadının payını gösteren gelir değişkenine yönelik olmuştur (Dijkstra, 2002, s. 304). Ayrıca, kazanılmış gelirde eşit miktarda bir kazanılmış gelirin tüm toplumlar için ortak bir hedef olarak belirlenmesi de tartışmalı bir konudur. Çünkü, bazı ülkelerde işgücünün cinsiyete yönelik bir iş bölümünün iktisadi olarak faydalı ve hem erkek hem de kadın için arzulanır olup olmadığı da tartışılabilmektedir. Çünkü, kazanılmış gelirde elliye ellilik bir bölüşüm, kültüre göre göreceli bir hedeftir ve Batı toplumlarının iktisadi ve sosyal örgütlenme düşüncesini içerir. Ayrıca, kazanılmış gelir kavramı, çoğu gelişmekte olan ülke için belirgin bir unsur olan kar getirmeyen işleri ve para getirmeyen günlük işleri de (ev işleri gibi) dışlar ve bu işleri değersiz olarak görür (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 992). 3.4.3.4. Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Endeksi) 1995 yılı ĐGR'nin CGE'yle birlikte bir diğer yeniliği de Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü'dür. Kadınların parlamentodaki temsiline, kadınların yönetici ve profesyonel olarak pozisyonlarının payına, kadınların aktif işgücüne katılımına ve ulusal gelirdeki payına bakan bu yeni ölçümde 116 ülke ele alınmıştır ve sonuç olarak ülke sıralamasında ilk ikide yine Đsveç ve Norveç yer almıştır (UNDP, 1995, s. 4). Ölçümde ilk değişken, ekonomik katılım ve karar verme gücünü yansıtırken, ikinci değişken politik katılım ve karar verme gücünü yansıtır. Bu, kadınların ve erkeklerin yönetim ve idare ile ilgili pozisyonlardaki yüzdelik payı ile profesyonel ve teknik mesleklerdeki yüzdelik payı ile ifade edilir. Đkinci değişken ise politik katılım ve karar verme gücünü yansıtır. Bu da parlamentodaki kadın ve erkek milletvekili sayısı 103 paylarını ifade eder. Gelir göstergesi olarak da uyarlanmamış (maksimum 40.000, minimum 100 dolar olan) kişi başına düşen gelir ele alınır ve eşit olarak dağıtılmış eşdeğer yüzde türetilmeye çalışılır. Ölçüm yöntemi 1999'da CGE gibi değişmiş, ancak aynı değişkenler kullanılarak 2010 yılı raporundaki değişime kadar ölçüme devam edilmiştir (UNDP, 1995, s. 132; UNDP, 2001a, s. 239). Cinsiyete Dayalı Yetki Ölçümü'nde, i) parlamentodaki kadın milletvekilinin payı ve ii) profesyonel ve teknik ile yönetici ve idari pozisyonlardaki kadın payı gibi göstergeler kullanıldığından, bu endeks üzerine eleştirilerini yönelten iktisatçılar, özellikle parlamentodaki kadın payı ile cinsiyet yetkilendirilmesiyle ilişkisi arasındaki ilintinin sınırlı olduğuna değinmiş ve endeksi bu noktada eleştirmişlerdir. Örneğin eski sosyalist ülkelerde bu payın fazla olmaya eğilimli olduğu halde, parlamentonun fazla gücü olmadığına dikkat çekmişlerdir (Dijkstra, 2002, s. 306). Bu bağlamda da daha çok aktif sivil toplum örgütleri gibi oluşumlarda kadınların yerel politik ve idari düzeylerde katılımcılığını dikkate alması önerilmektedir (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 1001). 3.4.3.5. Kapasite Yoksulluğu Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi Kapasite perspektifinden yoksulluk, işler hale getirilebilecek bazı temel kapasitelerden yoksunluk olarak tanımlanır. Burada, işlevliliklerin bazı en düşük kabul edilebilir düzeylerine erişimden mahrum olma durumu yatar. Bu işlevlilikler fiziksel olabileceği gibi, sosyal erişimleri de içerebilir. Sonuçta da, gelirler ile mal ve hizmetlere dayalı göreli bir yoksunluk, minimum kapasitelerde mutlak bir yoksunluğa neden olabilir (UNDP, 1997, s. 16). Tek boyutlu yoksulluk ölçümlerinin en büyük sorunu, yoksulluğu yalnızca gelir eksikliğinden kaynaklanan bir sorun olarak görmesinde yatar. Ancak yoksulluk çalışmaları, yoksulluğun ötesine gitmelidir. Bir birey, istihdam koşullarına veya mal ve hizmetlere erişimden, veya öğrenim fırsatlarından yoksun olabilir; yüksek düzeyde bağımlılık oranına sahip hane halkları arasında yaşıyor olabilir; hizmete muhtaç azınlık arasında bulunuyor olabilir. Öyleyse yoksulluk ölçümleri, insanların yoksunluklarının esas değişkenlerine odaklanmalıdır (UNDP, 1990, s. 108). Bu noktadan hareketle, 1996 yılı ĐGR'de ilk kez kapasite odaklı yoksulluğu çok boyutlu olarak ölçme çabasındaki Kapasite Yoksulluk Ölçümü ortaya atılmıştır. Eğitim, bilgi düzeyi, sağlık ve beslenme gibi sosyal göstergeleri içeren ölçüm, 101 ülke için yapılmıştır (Booysen, 2002, s. 136, 138). Ölçüm için ele alınan göstergeler, normalin 104 altında ağırlığı olan çocuklar ile ölçülen tüm nüfusun beslenme ve sağlık ihtiyacı, gözetimsiz doğum ile ölçülen üretken sağlık hizmetlerine erişim ve genel olarak bu erişimin somut testi, okuryazar olmayan kadınların oranı ile ölçülen temel eğitim edinme ve cinsiyet eşitsizliği hakkında bilgidir (UNDP, 1996, s. 110). 1997 yılı ĐGR'de bu ölçüm yeniden formüle edilerek ve iyi bir yaşam standardını gerektiren gelir unsurlarını da barındırarak Đnsani Yoksulluk Endeksi (ĐYE) halini almıştır. Çünkü, halihazırda yoksun kalmış (deprived) insanların perspektifinden bakılması ihtiyacı içeren bir endekse ihtiyaç duyulmuştur. Bu nedenle de ĐYE, özellikle yoksun bırakılmış ve yoksullaşmış insanlara odaklanmıştır. Bu endeks, ĐGE'nin ikamesi değildir ve daha çok yoksul insanlara odakladığından, göstergeleri de yoksul insanlara yöneliktir. Örneğin, ĐGE, kişi başına düşen milli geliri dikkate almakla tüm nüfusu incelemiş olurken, ĐYE, gelire dayalı yoksulluk endekslerini dikkate alarak özellikle yoksulun gelirine odaklanır (Anand ve Sen, 1997, s. 3). Ölçümün üç unsuru da, i) 40 yaşına kadar yaşaması beklenmeyen insanların toplam nüfusa oranı olarak yaşamı sürdürme yoksunluğu, ii) okuryazar olmayan insanların yüzdesi olarak eğitim ve bilgi yoksunluğu ve iii) temiz suya erişimden mahrum nüfus, sağlık hizmetlerine erişimden mahrum nüfus, beş yaş altı normalin altında ağırlığa sahip çocukların yüzdesi olmak üzere üç gösterge ile ölçülen iktisadi yoksunluktur (Anand ve Sen, 1997, s. 11; UNDP, 1997, s. 125). Đktisadi yoksunluk unsurunda, hem açlığa neden olan kişisel gelir eksikliğine, hem de kamu sağlık hizmetlerinden ve temiz su arzından mahrumiyeti ifade eden kamu gelir eksikliğine değinilmiş olunur (McKinley, 2009, s. 26). Ölçüm yapılırken, iktisadi yoksunluğun göstergeleri eşit ağırlıklandırılıp hesaplanır. Ardından üç unsur eşit ağırlıklandırılıp ĐYE'ye ulaşılır: İrF = 1⁄3 (r; + r; + r;; )"⁄; 78 yoksul ülke için yapılan ilk analizde Trinidad ve Tobago % 4,1 oranı ile en düşük insani yoksulluğa; Nijer ise, % 66 ile en yüksek insani yoksulluğa sahip ülke olarak bulunmuştur (UNDP, 1997, s. 127)38. 1998 yılı ĐGR'de ise, 1997 yılı raporunda yalnızca gelişmekte olan ülkeler için hesaplanan ĐYE, bu kez hem gelişmekte olan ülkeler hem de gelişmiş ülkeler için farklı olmak üzere iki adet hesaplanmıştır. Gelişmekte olan ülkeler için ölçüm aynen kalırken, 38 UNDP (1997, s. 125), Đnsani Yoksulluk Endeksi hesaplaması örneğini Mısır için göstermiştir. Buna göre, yaşamı sürdürme yoksunluğu değeri % 16,6 (1), eğitim ve bilgi yoksunluğu değeri % 49,5 (2), temiz suya erişimden mahrum nüfus yüzdesi %21, sağlık hizmetlerine erişimden mahrum nüfus yüzdesi %1 ve beş yaş altı normalin altında ağırlığa sahip çocukların yüzdesi %9 ve dolayısıyla bu üç unsurun birleşimi olan iktisadi yoksunluk değeri 31/3= %10,33'tür (3). O halde Mısır'ın Đnsani Yoksulluk Endeksi değeri = 1⁄3 (16,6; + 49,5; + 10,33; )"⁄; 'ten 34,8 olarak hesaplanır. 105 gelişmiş ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi (ĐYE-2), dört farklı boyutta yoksunluğa göre hesaplanmıştır. Bunlar, i) 60 yaşına kadar yaşaması beklenmeyen insanların toplam nüfusa oranı olarak yaşamı sürdürme yoksunluğu, ii) fonksiyonel olarak okuryazar olmayan insanların yüzdesi ile ölçülen bilgi ve eğitim yoksunluğu, iii) kişisel harcanabilir gelirin % 50 medyanı alınarak hesaplanmış gelir yoksulluk sınırının altında yaşayan insanların yüzdesi olarak iyi bir yaşam standardı yoksunluğu ve iv) işgücünün uzun dönem (12 ay veya daha fazla) işsizlik oranı ile ölçülen katılım yoksunluğudur: İrF − 2 = 1⁄4 (r7; + r~; + r; + r; )"⁄; 1998 yılı raporunda Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.) için hesaplanan ĐYE2'ye göre, A.B.D.'nin, % 16,5 düzeyinde insani yoksulluğa sahip olduğu bulunmuştur (UNDP, 1998, s. 110)39. 2001 yılı ĐGR'de, gelişmekte olan ülkeler için hesaplanan Đnsani Yoksulluk Endeksi (ĐYE-1)'nin iktisadi yoksunluk göstergelerinden biri olan sağlık hizmetlerine erişim, bazı yıllar için güvenilir veri eksikliğinden dolayı ölçümden çıkarılmış ve iktisadi yoksunluk, kalan iki göstergenin ağırlıksız ortalaması alınarak ölçülmüştür (UNDP, 2001a, s. 241). Her iki farklı ülke grupları için hesaplanan ĐYE'nin ölçüm yöntemi, 2010 yılı raporunda, Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi ile yenilenip, değiştirilinceye kadar aynı şekilde kullanılmaya devam etmiştir. 3.4.3.6. Öncelikli Ülke Gruplarına ve Gelir Gruplarına Göre Yapılan Ölçümler Milenyum Kalkınma Hedeflerine ulaşılması için, 2003 yılı ĐGR, bazı ülkelere öncelik verilmesi gerektiğini öne sürmüş ve bu bağlamda 31 ülkeyi en üst öncelikli, 28 ülkeyi de yüksek öncelikli ülkeler olarak belirlemiştir. Bunu belirleyebilmek için de bir endeks oluşturulmuştur (UNDP, 2003, s. 45). Her hedef için, insani yoksulluğa ve 1990'ların insani gelişme trendine dayanarak bir ölçüm geliştirilmiştir. En üst önceliğe sahip ülke, hem aşırı yoksulluğun olduğu hem de sürecin (trendin) yavaş veya tersine işlediği ülkedir. Yüksek öncelikli ülke ise, aşırı yoksulluğun olduğu ve insani gelişme sürecinde orta derecede bir ilerleme kaydeden ülkedir. Dolayısıyla ülkelerine kaydettikleri ilerleme derecelerini ve insani yoksulluk düzeylerini ölçen ve hangi öncelikte olduğunun karar verilmesine yönelik bir ölçüm oluşturulmuş olur. Raporda, örnek ülke olarak Çad için, en üst öncelik belirlenmiştir (UNDP, 2003, s. 347-349). 39 Hesaplamada kullanılan genel formülde α değeri 3 olarak kullanılmıştır. α=1 olsaydı, Đnsani Yoksulluk endeksi, boyutlarının ortalaması halini alırdı. Ancak α arttıkça, her boyuta daha fazla ağırlık verilir ve dolayısıyla daha fazla yoksunluğun olduğu ifade edilmiş olur (Anand ve Sen, 1997; UNDP, 2004, s. 260). 106 2006 yılı ĐGR'de de ayrıca ilk kez nüfusun beşte birlik bölümleri için, gelir gruplarına göre bir insani gelişme endeksi geliştirilmiştir. Yeni ölçüm, hem önemli bir insani gelişme konusunu tartışmaya açmayı hem de çoğu ülkede zengin ile yoksul arasındaki geniş eşitsizliklere işaret etmeyi hedeflemiştir. On üç düşük ve orta gelirli ve 2 yüksek gelirli olmak üzere on beş ülke için geliştirilmiş ve Grimm vd. (2006) tarafından metodoloji açıklanmıştır. Önce ĐGE'deki gibi, üç boyutun değerleri hesaplanmıştır. Yaşam beklentisi endeksi için Demografik ve Sağlık Anketlerine dayanarak bebek ölüm oranı verilerinden türetilmiş ve ardından bu gösterge, nüfusun her % 20'lik kısmı için hesaplanmıştır. Hanehalkı gelir anketlerinden yararlanarak yetişkin okuryazar oranları doğrudan bulunmuştur. Yine aynı minimum ve maksimum değerler ile her % 20'lik kısım için ayrı ayrı hesaplanmıştır. Hanehalkı gelir anketlerinden yararlanarak elde edilen gelir değerleri de, standart ĐGE'ye uyumlu bir şekilde hesaplanmıştır. Her üç değer toplanıp, toplam değer 3'e bölünür ve farklı gelir grupları (her % 20'lik kısım) için insani gelişme endeksi bulunmuş olur (UNDP, 2006, s. 400-401). Ülke içerisindeki gelir gruplarının gelir dağılımını ölçmeye çalışan bu endeksin sonuçlarına göre, gelir grupları arasında gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Grimm vd., 2006, s. 32). 3.4.3.7. Đnsani Gelişmede Eşitlik ve Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi Eşitlik üzerine yapılan çalışmaların çoğu bu kavramı 'etik bir ideal' olarak görmüştür. Genelde bu çalışmalar, Sen (1979b)'in 'neyin eşitliği' şeklinde sorguladığı, 'herhangi bir şeyin eşitliği' üzerine odaklanmışlardır40. Öyle ki, John Rawls, teorisine birincil malların eşitliğinden bahsederek başlamıştır. Ronald Dworkin, kaynakların eşitliğini teorisinin temeline koymuştur. Thomas Nagel ise iktisadi eşitlik konusunu ön plana koymuş ve bunun kendi içerisinde önemli bir ahlaki değer barındırdığını ifade etmiştir (Sen, 1992, s. 12; Frankfurt, 1987, s. 21). Dolayısıyla önce değerlendirilecek ve incelenecek eşitlik (veya eşitsizlik) bakımından odak alınacak değişkenin -alanınbelirlenmesi gerekir ve eşitsizlik üzerine yapılacak bir çalışmanın belirli bir 'alan' (space) içermesi önemlidir. 40 'Neyin eşitliği' şeklindeki bir sorgu, eşitlik konusunda öncelikle tüm insanların, oldukça belirgin bir şekilde birbirlerinden farklı olduğunun kabul edilmesini gerektirir. Öyle ki, insanlar yalnızca -miras ve çevresel faktörler gibi- dışsal karakteristiklere bağlı olarak değil, -yaş, cinsiyet ve fiziksel veya zihinsel yetenekler gibi- kişisel karakteristiklerine göre de birbirlerinden farklılık gösterirler. Ancak 'insanların eşitliği' retoriği genelde bu farklılıkları görmezden gelmeye eğilimlidir. Dolayısıyla alışılmış eşitsizlik değerlendirmeleri, bu farklılıkları işaret etmekten uzak kalır (Sen, 1992, s. 1, 28). 107 ĐGE de gelir, eğitim ve uzun ömürlülük boyutlarına odaklandığına göre, eşitsizlik konusunda yapılacak bir analizin bu üç boyuttaki (alan) eşitsizliği ölçmesi gerekir. Anand ve Sen (1994, s. 3) de 'etkinlik argümanı' ve 'adalet argümanı' ile belirtilen bu üç boyutta bir eşitliğe ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Çünkü insani gelişmenin esas unsurları olan sağlık, eğitim ve gelirdeki eşitsizlikler insani gelişme sürecine oldukça önemli bir etkide bulunurlar. Bu süreçte tüm insanların, eğitim sahibi olma, yeterli derecede beslenme, temiz suya ve diğer temel hizmetlere erişime sahip olma ve uzun ve sağlıklı bir hayat sürme fırsatına sahip olması gerekir. Eşit-olarak geliştirilen insan kapasiteleri ve eşit-olarak dağıtılan fırsatlar, insani gelişme sürecinin dengesiz (lopsided) ilerlememesini ve elde edilen faydalarının adil olarak paylaşılmasını sağlayabilir (Kovacevic, 2010b, s. 3). ĐGE, ulusal bir ortalamayı gösterdiği için insanlar arasında temel göstergelerdeki dağılım (bölüşüm) farklılıklarına karşı duyarsız kalmaktadır (UNDP, 1991, s. 94). Bu nedenle eşitsizliğe karşı duyarlı bir endeks oluşturma çabası en başından beri endeksin odak noktasında yer almıştır. ĐGE'yi eşitsizliğe göre uyarlama çabaları ilk olarak 1991 yılı ĐGR'de görülür. Ancak bu çaba insani gelişmenin üç unsurunda yalnızca biriyle gelir- ilgilidir. Bu raporda sınırlı sayıda ülke (53) için Gini katsayısı dikkate alınarak yapılan ölçüm sonucunda, ülkeler arasında gelir dağılımlarında farklılıkların önemli düzeyde olduğu, iki ülke dışında orijinal ĐGE'ye göre yeni endeks değerlerinin düşüş gösterdiği ortaya atılmıştır (UNDP, 1991, s. 95)41. Her üç boyut için de eşitsizliğe duyarlı bir endeks, ilk olarak Hicks (1997) tarafından hesaplanmıştır. Hicks (1997, s. 1291)'e göre, 'Đnsani Gelişme Endeksi' adı altında insani gelişmeyi ölçen bir endeks oluşturulması önemli bir hedef olmasına rağmen, bölüşümle ilgili ölçümler de bu endeksin bir parçası olması gerekir. Çünkü ancak bu her üç boyuttaki eşitsizliklerin ölçüme eklenmesi daha tam bir görüntü ortaya koyar. Hicks, her boyut için [N = N (1 − # )] eşitsizliği Gini endeksi (G) ile hesaplar ve denkleştirmeyi de hesaba kattıktan sonra şu ölçüme ulaşır: 1 = \ (1 − #\ )F + X (1 − #X ) + (1 − # )" 3 E: eğitim, S: sağlık ve I: gelir için orijinal endeks değerlerini ifade ederken, \,X, değeri eşitsizliğe uyarlanmış faktöre verilen ağırlığı gösterir (Hicks, 1997, s. 1292). Sonuçta da, 1995 yılı ĐGE değerlerine göre kıyasladığı eşitsizliğe uyarlanmış 41 Örnek olarak, Nepal'da Đnsani Gelişme Endeksi'ne göre % 18,8'lik, Brezilya'da % 14,1'lik bir fark oluşmuştur. Orijinal endekse göre artış gösteren iki ülke ise Kore (Cumh.) ile Endonezya'dır. 108 hesaplamasında ülkeler arası büyük farklılıklar gözlemler. Örnek olarak orijinal endekse göre, Bangladeş ve Guatemala'da % 56,6'lık bir kaybın olduğunu ifade eder. Dolayısıyla eğer, eşitsizliği dikkate almadan kalkınma kavramsallaştırmak istenirse, çoğu ülke için yanlış değerlendirmelere ulaşmak mümkün olabilir. Ancak böylesi bir ölçümün daha anlamlı olmasına rağmen, her üç boyutta bölüşüm verisi bulunmasının zorluğu gibi ampirik zorlukları bulunduğunun da ifade edilmesi gerekir (Hicks, 1997, s. 1293). Hicks'in Gini katsayısını kullanarak, Sen refah standardına göre yaptığı bu ölçüm, ne var ki alt-grup uyumlu (subgroup consistent) değildir. Bütün bir bölgenin toplam insani gelişmesinde artış yaşanmasına rağmen, belirli bir grubun insani gelişmesi kötüleşip, geri kalan grup da bundan etkilenmiyor olabilir (Seth, 2009, s. 377). Bu nedenle Foster vd. (2005), hem bölüşüme duyarlı hem de alt-grup uyumlu ve genelleştirilmiş ortalamalara dayalı bir endeks ortaya koymuştur. Atkinson (1970) refah fonksiyon kümesini ( )42 kullanılan bu endekste şu şekilde bir çok boyutlu ölçüm yapılır: % () () = 1 − = %() − % ()"/%() %() , eşitliğe duyarlı genelleştirilmiş ortalamaları ifade ederken, (), 'deki tüm boyutların eşitsizliklerinin ölçümünü içerir. Dolayısıyla da refah ve eşitsizlik arasındaki bağlantıyı kullanılarak yeni endeks, , şu şekilde oluşturulur: () = () 1 − ()" = 1 − ()" Sonuçta, yeni refah fonksiyon kümesine göre () insani gelişme değeri, çok boyutlu Atkinson ölçümü kullanılarak, boyutlarındaki eşitsizlik düzeylerinin orijinal ĐGE (HDI) değerinden düşülmesiyle hesaplanmış olur (Foster vd., 2005, s. 19). Son olarak Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi'nin oluşturulması yolunda, insani gelişmede eşitsizlik unsurunun ölçülmesine yönelik bir diğer önemli çalışma da Seth (2009)'in çalışmasıdır. Bu çalışmanın önceki çalışmalardan farkı, diğerleri bölüşüme duyarlı (distribution sensitive) bir endeks oluşturma çabasında iken, Seth (2009)'in, boyutlar arasındaki korelasyonu dikkate alan birleşime duyarlı (association sensitive) bir endeks oluşturmaya çalışmasıdır. Seth (2009, s. 376) aynı zamanda bu endeksin politika önerisi yönünden de bölüşüme duyarlı endekse göre daha önemli olduğunu ifade eder. Buna göre, politika yapıcı, bölüşüme duyarlı endekste, herhangi bir boyutta yoksul olan bir kişinin her üç boyutta da yoksul olmayabileceği 42 ε eşitsizlik parametresini ifade eder. 0 < ε < ∞ olmakla birlikte, ε' nin değeri ne kadar artarsa toplum eşitsizliğe o ölçüde duyarlı hale gelir, yani toplum o ölçüde eşitsizdir (Aktan ve Vural, 2002, s. 19). 109 düşüncesi bir ikilem yaratabilir. Dolayısıyla birleşime duyarlı endeks, boyutlar arasındaki ikamenin sosyal olarak kabul edilebilir bir derecesini ölçüm içerisinde zaten uyarladığı için, her üç boyutun birleşimini içeren bu endeksin en küçük değeri politika yapıcının odaklanacağı kişiyi ifade eder (Kovacevic, 2010b, s. 29). Ancak, bu endeks de insani gelişmenin boyutları arasında ayrışmaya izin vermediğinden her boyutun toplam insani gelişmeye katkısının hesaplanmasını zorlaştırır (Seth, 2009, s. 394). Alkire ve Foster (2010), Designing the Inequality-Adjusted Human Development Index başlıklı çalışmalarında, Foster vd. (2005) tarafından kullanılan metodolojide bazı değişiklikler yaparak, toplam nüfus içerisinde, insani gelişmenin her boyutundaki bölüşümün eşitsizliğe uyarlanmış halini dikkate alan yeni bir endeks ortaya koymuşlardır. Bu endeks aynı zamanda 2010 yılı raporunda yayımlanan Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi'nin (EĐGE) de altyapısını oluşturmuştur. Bu ölçüm, geometrik ortalamaların geometrik ortalaması olarak, her boyut için ayrı olarak hesaplanmıştır. Buna göre EĐGE, nüfus içerisinde eşitsizlik olmadığı durumda değerin, ĐGE'ye eşit olacağını ifade etmektedir (UNDP, 2010, s. 217; Kovacevic, 2010b, s. 29). 138 ülke için oluşturulan bu endeks, üç adımda hesaplanır. Đlk adımda, asıl dağılımdaki (underlying distribution) eşitsizlik ölçülür. EĐGE, Atkinson (1970) eşitsizlik ölçüm kümesine göre hesaplanır ve ε parametresini 1'e eşitler. Bu durumda, geometrik ortalama, % aritmetik ortalama iken, eşitsizlik ölçümü = 1 − /% olarak hesaplanır. O halde, {N , … , N } konu edilen boyutlardaki esas dağılımı gösterdiğine göre, 8 eşitliği -eğitim, sağlık ve gelir olmak üzere- her değişken için yeniden şu şekilde ifade edilebilir43: 8 = 1 − N , … , N X Đkinci adım, her bir boyuttaki ortalama erişimin, X , eşitsizliğe uyarlanmasıdır: X * = X (1 − 8 ) = N , … , N Bu durumda, dağılımın geometrik ortalaması, X *, dağılımdaki eşitsizliğe göre ortalamayı azaltmış olur. Eşitsizliğe uyarlanmış gösterge endeksleri, , ĐGE boyutlarındaki göstergelerin 8 , (1 − 8 ) ile çarpılmasıyla elde edilir. O halde; = (1 − 8 )8 43 Elde edilen eşitlikte geometrik ortalama sıfırlı değerlere izin vermediğinden (ve dolayısıyla her boyut için belirli uyarlamalara ihtiyaç duyulduğundan) ölçümde bazı uyarlamalara gidilmiştir (UNDP, 2010, s. 218). ĐGE göstergelerindeki dağılımın eşitsizliğinin ölçülmesi konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Alkire ve Foster (2010) ve Kovacevic (2010b). 110 Eşitsizliğe uyarlanmış gelir endeksi ( ∗ ) logaritması alınmamış gayrisafi milli gelir endeksi ( ∗ ) cinsinden hesaba alınır. Bu, EĐGE'nin gelir eşitsizliğinin tüm etkilerini hesaba katmasını mümkün kılar (UNDP, 2010, s. 218). Son olarak, üçüncü adımda ise, 'Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi' hesaplanır. Bu endeks, eşitsizliğe uyarlanmış üç boyuttaki göstergelerin geometrik ortalamasını ifade eder. Bu adımda, öncelikle logaritması alınmamış gelir endeksini içeren EĐGE hesaplanır (EĐGE*). O halde; Fİ#F ∗= ∗ = (1 − X )X (1 − \ )\ (1 − ) ∗ l l Logaritması alınmamış gelir endeksini içeren ĐGE de hesaplandıktan sonra (ĐGE*), ĐGE*'ye göre her boyuttaki eşitsizlikleri içeren 'kaybın yüzdesi' hesaplanır: M ı{ = 1 − Fİ#F ∗ l = 1 − (1 − X )(1 − \ )(1 − ) İ#F ∗ Gelir dağılımında eşitsizliği içeren yüzdelik kaybın, hem ortalama gelir hem de logaritması için aynı olduğu varsayımıyla sonuç olarak EĐGE şu şekilde hesaplanır (UNDP, 2010, s. 219): Fİ#F ∗ l Fİ#F = İ#F = (1 − X )(1 − \ )(1 − )İ#F İ#F ∗ Şekil 3.Seçilmiş Ülkeler Đçin Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi Değerleri44 44 Đnsani Gelişme Endeksi ile Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksleri değerleri sırasıyla Çek Cumhuriyeti için 0,841 ve 0,790; Kore Cum. için 0,877 ve 0,731; Peru için 0,723 ve 0,501; Ukrayna için 111 Eşitsizliğe göre hesaplanan yeni endekste ifade edilen kayıp düzeyi yüzdelik olarak ifade edilir. Buna göre eşitsizliğe bağlı olarak, insani gelişmedeki toplam kayıp % 22 iken, ülkeler arasında bu değer en düşük % 6 ile (Çek Cumhuriyeti) en yüksek % 45 (Mozambik) arasında değişmektedir (Klugman vd., 2011, s. 35). Aynı zamanda Şekil 3.'de de görüldüğü üzere, -yüzdelik kayıp ve EĐGE toplamını ifade eden- Đnsani Gelişme Endeksi rakamlarında yüksek değerler sergileyen ülkeler genellikle daha adil bir dağılıma sahip olmaya yatkındır (UNDP, 2010, s. 72). Öyle ki, çok yüksek insani gelişme rakamlarına sahip ülkelerin eşitsizlik hesaplamaları sonrası ortalama -insani gelişme- kaybı % 10 iken, düşük insani gelişme rakamlarına sahip ülkelerin % 32'dir. 3.4.3.8. Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi Kadınlar ve erkekler, birlikte yaşarken, yaşamın içeriğini de paylaşırlar. Ancak genellikle çoğu karmaşık koşullarda erkeklerle birlikte çalışmalarına rağmen, -eşit olmayan sosyal koşullar nedeniyle- farklı mükafat veya yoksunluklara maruz kalırlar (Anand ve Sen, 1995, s. 2). Bir toplumda eşit olmayan sosyal ve siyasal koşullar, genellikle kadınların eşit olmayan insan kapasitelerine sahip olmasına izin verildiği anlamına gelir (Nussbaum, 2000, s. 1)45. 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda hesaplanan Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (CEE) de kadınların, üreme sağlığı, yetki ve iktisadi aktiviteyi içeren üç boyuttaki dezavantajını yansıtmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla endeks, kadınlar ve erkeklerin, bu boyutlara erişimlerinde, aralarındaki eşitsizlikten kaynaklanan insani gelişme kaybını ifade etmektedir (UNDP, 2010, s. 219). Endekste sağlık göstergeleri olarak, anne ölüm oranı (aoo) ve ergen doğurganlık oranı (edo); yetki göstergeleri olarak en az ortaöğretimden mezun kadın ve erkek nüfusu (omn) ve parlamentodaki kadın ve erkek koltuk payları (pkp); iktisadi aktivite göstergesi olarak da kadın ve erkek işgücüne katılım oranları (iko) ele alınmaktadır (UNDP, 2010, s. 215). CEE, Seth (2009) tarafından ortaya konulan birleşime duyarlı eşitsizlik ölçümü temel alınarak hesaplanır. Spesifik olarak ise, Gaye vd. (2010, s. 8)'de belirtildiği üzere, ilk kez 2010 yılında E. Zambrano tarafından ortaya konulan ve göstergeler arasındaki 0,710 ve 0,652; Namibya için 0,606 ve 0,338; Moldova için 0,623 ve 0,539; Gana için 0,467 ve 0,349; Mozambik için ise 0,284 ve 0,155'tir. Kaynak için bkz. UNDP (2010) ve Klugman vd. (2011, s. 35). 45 Robeyns (2003b, s. 76-84), -asıl hedefinin Batı toplumlarında cinsiyet eşitsizliğini incelemek olduğunu belirttiği- cinsiyet eşitsizliği ve kapasiteler üzerine yaptığı çalışmasında, yetki, ev işi ve piyasa dışı hizmet, boş zaman aktiviteleri, hareketlilik (mobilite), din gibi kapasiteleri de içeren bir liste sunmuştur. 112 geometrik ortalamaların cinsiyetler arasındaki harmonik ortalamasını ifade eden belirli bir yönteme göre ölçülür. Ölçüme başlamadan önce, ilk olarak, anne ölüm oranı ve parlamentodaki kadın payı göstergeleri uyarlamaya ihtiyaç duyar. Ardından her cinsiyet grubu için geometrik ortalamalar kullanılarak boyutlar arasındaki toplam değer hesaplanır. Kadınlar için; #Q = ( )⁄ (uQ Q )⁄ İQ . l Erkekler için ise; #\ = 1(u\ \ )⁄ İ\ şeklinde hesaplanır. l Ardından, eşit olarak dağıtılmış cinsiyet endekslerine ulaşmak için, harmonik ortalama kullanılarak, cinsiyetler arasında toplam değerler hesaplanır: (#Q ) + (#\ ) " (#Q , #\ ) = 2 Gruplar arasında geometrik ortalamaların harmonik ortalamasını kullanmak, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliği ele alır ve boyutlar arasındaki birleşimi uyarlamış olur (UNDP, 2010, s. 220). Bunun ardından, referans alınacak standardı belirleyebilmek adına her gösterge için aritmetik ortalamaların geometrik ortalaması (# K , E ) hesaplanır. Sonuç olarak da eşit olarak dağıtılmış cinsiyet endeksinin referans alınan standartla mukayesesi sonucu CEE şu şekilde formüle edilir (UNDP, 2010, s. 220; Gaye vd., 2010, s. 16)46: FF = 1 − (# , # ) # K,E Endeks değeri 0 ile 1 arasında değişir. Değerin "0" olması boyutlar arasında cinsiyet eşitsizliğinin olmadığı anlamına gelir (Gaye vd., 2010, s. 16). 2010 yılı raporunun hesaplamasına göre Hollanda 0,174'lük endeks değeri ile ilk sırada yer alırken, Yemen 0,853'lük değeri ile son sırada yer almaktadır (UNDP, 2010, s. 156159). Yani Hollanda, ele alınan boyutlar arasında cinsiyet eşitsizliğinin en az olduğu ülke olurken, Yemen, cinsiyet eşitsizliğinin en fazla sorun teşkil ettiği ülke olarak görülmektedir. Cinsiyet eşitsizliğine bağlı tahmini küresel insani gelişme kaybı % 56'dır. Bu kayıpların çoğu, bölgelere göre bakıldığında, Güney Asya ve Sahra-altı Afrika 46 2010 yılı raporunda, örnek hesaplama Brezilya için yapılmış ve değer 0,632 olarak bulunmuştur. Bu değer, hesaplamanın yapıldığı 138 ülke içerisinde Brezilya'yı 80. sıraya yerleştirmiştir. Brezilya'nın sıralamadaki bu durumu, yüksek ergen doğurganlık oranına, kadınların parlamentodaki çok düşük payına ve kadınlar ile erkekler arasındaki işgücüne katılım oranındaki görece yüksek farka bağlanmıştır (Gaye vd., 2010, s. 18). Endeksin hesaplama yöntemi hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Gaye vd. (2010). 113 ülkeleriyle Arap devletlerinde yoğunlaşmaktadır. Nitekim, gelişmiş OECD ülkelerinde bu kayıp % 32'ler düzeyindeyken, Güney Asya ülkeleri için kayıp % 74'tür47 (Gaye vd., 2010, s. 18; Klugman vd., 2011, s. 37). Dolayısıyla bu endeks, sağlık, yetki ve işgücüne katılım boyutlarında cinsiyet farklılıklarının önemine vurgu yapması nedeniyle, kritik politika müdahaleleri için de önemli bir gösterge olarak durmaktadır. 3.4.3.9. Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi Đnsani Gelişme Raporları'nda ortaya atılan ve bu bölümde incelenecek son endeks Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇYE)'dir. Bu endeks, hanehalkı anketlerinden elde edilen mikro verileri kullanarak sağlık, eğitim ve yaşam standartlarında bireysel düzeyde var olan yoksunluğu tespit etmeyi amaçlar. Buna göre, veri hanedeki her birey yoksunluk sayılarına bağlı olarak yoksul veya yoksul-olmayan olarak sınıflandırılır. Bu veriler ardından ulusal yoksulluk ölçümünde bir araya getirilir (UNDP, 2010, s. 221). Yoksunlukların ve yoksulluğun çok boyutlu olarak ele alınması, dolayısıyla kendisini yalnızca tek bir yoksunluğa -gelir- odaklanan yoksulluk ölçümünden ayırır. Ancak böylesi bir yaklaşımla insani yoksulluğun anlaşılması için yeterli bir ölçüm yapılması mümkün olabilir (Anand ve Sen, 1997, s. 5). ÇYE, temellerini Sen (2004)'in 'kapasite yoksunluğu olarak yoksulluk' düşüncesinden ve Atkinson (2003)'un çok boyutlu yoksulluğun ölçümüne ilişkin ölçüm yönteminden alır. BMGP tarafından yayımlanan daha önceki yoksulluk endekslerinden de daha geniş bir görünüm sunar. Bourguignon ve Chakravarty (2003, s. 25-26) de yoksulluğun çok boyutlu olarak tanımlanması gereğini vurgular ve yoksulluğu 'işlevlilik eksikliği' veya daha geniş olarak, bireyin refahının her boyuttaki eşik düzeylerinden (threshold levels) daha az olma durumu olarak ifade eder. Dolayısıyla da, çok boyutlu bir yoksulluk ölçümünde, her boyuttaki farklı yoksunluk derecelerini dikkate almak, analizin ilk adımını oluşturur. Ölçümün yoksunluk göstergeleri ve metodolojisi 2010 yılı raporunun teknik notlar kısmında ifade edilmiştir. Alkire ve Foster (2009) ve Alkire ve Santos (2010)'un çalışmaları48 endeksin oluşturulmasına katkıda bulunmuşlardır. Endeks, 104 ülke için, üç temel boyuttaki insan yoksunluklarına vurgu yapar. Buna göre, sağlık boyutunda iki, eğitim boyutunda iki ve yaşam standardı boyutunda altı tane olmak üzere 10 parça 47 Türkiye'nin 2010 yılı raporunda yayımlanan CEE değeri ise 0,621'dir ve bu, Türkiye'yi 138 ülke arasında 77. sıraya yerleştirmiştir. Türkiye'nin bu düşük değeri, genellikle kadınların düşük eğitim düzeyi ve düşük işgücüne katılım oranlarından kaynaklanır (UNDP, 2010). 48 Özellikle Alkire ve Santos (2010)'un çalışması, hem endeksi ilk olarak ortaya atması hem de endeksin metodolojisine ilişkin gerekli açıklamaları içerisinde barındırması açısından önemli bir çalışmadır. 114 yoksunluk göstergesi ele alınır. Sağlık boyutu için, çocuk ölüm oranı ve beslenme; eğitim boyutu için, eğitim yılı ve çocukların eğitime katılımı; yaşam standardı için ise, elektrik, içme suyu, sağlığın korunması, evin döşemesi, yiyecek için kullanılan yakıt ve sahip olunan varlıklar, göstergeleri ifade eder. Maksimum değer 10'dur. Dolayısıyla her boyut eşit ağırlıklı olmakla birlikte; sağlık ve eğitim boyutlarındaki göstergelerin her biri 1,67 değerinde (5:3), yaşam standardı boyutundaki göstergelerin her biri ise 0,56 değerindedir (5:9) (UNDP, 2010, s. 221). Çok boyutlu olarak yoksulu tanımlamak için; hanehalkı yoksunluğunu (c) gözlemleyebilmek adına, her hanehalkının yoksunluk puanı özetlenir. "3" değeri, yoksul ile yoksul-olmayanın ayrımında sınır değer olarak ele alınır. Eğer c değeri 3 veya 3'den büyükse, bu birey (ve içinde yaşayan diğer herkes) çok boyutlu olarak yoksul kabul edilir. 2 ile 3 arasında bir değere sahip olan bir hanenin ise çok boyutlu olarak yoksul olma riskine karşı korunmasız olduğu ifade edilir (UNDP,2010, s. 221). ÇYE, kafa sayım oranı ve yoksulluğun yoğunluğu olmak üzere iki ölçümün ürünüdür. Kafa sayım oranı (), çok boyutlu olarak yoksul olan nüfusun payını ifade eder. çok boyutlu olarak yoksul olan insanların sayısını ve de toplam nüfusu belirtir: = / , olarak hesaplanır. Yoksulluğun yoğunluğu () ise, ortalama olarak yoksunluğa sahip olan yoksul insanların ağırlıklandırılmış göstergelerinin (f) payını ifade eder. Yalnızca yoksul hanehalkları için yoksunluk rakamları özetlenir ve göstergelerin toplam değerine ve yoksul insanların toplam sayısına bölünür (UNDP, 2010, s. 222): ∑ c = f ÇYE, 2010 yılı raporunda 104 ülke için hesaplanmıştır ve sonuçlar, azgelişmiş ülkeler için daha uygun görünmektedir. Endeks, özellikle Güney Asya ve Sahra-altı Afrika ülkeleri ile yoksul Latin Amerika ülkelerindeki yaygın yoksunlukları gösterir. Öyle ki, çok boyutlu yoksulluğun bölgesel oranları Avrupa ve Orta Asya'da bölge nüfusunun % 3'ünü ifade ederken, Sahra-altı Afrika'sında ise % 65 düzeyine ulaşmaktadır. Toplam çok boyutlu yoksul nüfusa bakıldığında ise, Güney Asya ülkeleri ise, yaklaşık % 51'lik oranla çok boyutlu yoksulluk içerisinde yaşayan insanların en fazla olduğu bölgedir. Sahra-altı Afrika ülkeleri ise yaklaşık % 28'lik oranıyla bu 115 ülkeleri takip etmektedir (Alkire ve Santos, 2010, s. 45; UNDP, 2010, s. 98)49. Tablo 11.'de de görüldüğü üzere, ele alınan ülkelerdeki toplam 5 milyar 230 milyonluk nüfusun yaklaşık % 32'si çok boyutlu yoksulluk içerisindedir50 (Alkire ve Santos, 2010, s. 30). Tablo 11 Dünya ve Bölgelerarası Çok Boyutlu Yoksulluk Ölçüm Değerleri Toplam Nüfus (milyon, 2007) Çok boyutlu olarak yoksul nüfus (milyon, 2007) ve bölge toplam nüfusuna oranı Avrupa ve Merkez 24 400 Asya Arap Devletleri 11 217,5 Latin Amerika ve 18 491 Karayipler Güney Asya 5 1.544 Doğu Asya ve 9 1.868 Pasifik Sahra-Altı Afrika 37 710,4 104 5.230,9 Toplam Kaynak: Alkire ve Santos, 2010, s. 45; UNDP, 2010. 12,2 (% 3) Çok boyutlu olarak yoksul nüfusun toplam çok boyutlu olarak yoksul nüfusa oranı % 0,7 38,9 (% 17,9) 51 (% 10,4) % 2,3 % 3,1 843,8 (% 54,7) 255 (% 13,7) % 50,9 % 15,4 458 (% 64,5) 1.658,9 (% 31,7) % 27,6 % 100 Bölgeler Hesaplamada ele alınan ülke sayısı Ne var ki, ÇYE de özellikle veri kısıtlarından kaynaklanan bir takım kusurlar içermektedir. Đlki, her boyut için uygun veriler bulunmadığından, göstergeler hem eğitim yılı gibi bir çıktı, hem yiyecek için kullanılan yakıt gibi bir girdi, hem de çocuk ölüm oranı gibi bir stok gösterge olmak üzere farklı gösterge türlerini içerisinde barındırır. Đkincisi, sağlık verileri görece zayıftır veya verilerin içeriği yetersizdir. Üçüncüsü, bazı durumlarda eksik veriye odaklanan dikkatli kararların verilmesi gerekmektedir. Dördüncüsü, şiddetli hane içi eşitsizliklerin olacağı bilinmekle birlikte, bunun ölçülebilmesi zordur ve dikkate alınmaz. Beşincisi, endeks, yoksullar arasındaki eşitsizliği yansıtmaz. Son olarak da, ülke tahminleri elde olan verilerle yapıldığından ve veriler 2000 ile 2008 yılları arası farklı yılları içerdiğinden ülkeler arası kıyaslamaları da kısıtlamaktadır (UNDP, 2010, s. 99-100). 49 Bu, özellikle Hindistan'ın yoğun nüfusu ve bu ülkedeki yoksul nüfusla ilişkilendirilebilir. Öyle ki, sekiz Hindistan eyaletinde, 421 milyon çok boyutlu olarak yoksul insan yaşamaktadır. Bu rakam, 26 Afrika ülkesindeki 410 milyonluk çok boyutlu yoksul nüfusun daha fazlasını ifade eder (UNDP, 2010, s. 98) 50 2010 yılı ĐGR'de 2010 yılı nüfus verileri ele alınarak hesaplanan toplam çok boyutlu yoksul nüfus yaklaşık- 1 milyar 750 milyondur (UNDP, 2010, s. 96). Hesaplamanın öncüsü olan Alkire ve Santos (2010, s. 30-33, 45)'un 2007 yılı nüfus verilerini kullanarak yaptığı hesaplamada ise 1 milyar 659 milyon insan çok boyutlu yoksul olarak ifade edilmiştir. Ayrıca aynı ölçüme göre, bu nüfusun 1 milyar 388 milyonluk kısmı da kırsal alanlarda yaşamaktadır. 116 Son olarak, Tablo 12., 2010 yılı ĐGR'de sunulan tüm endekslerin boyutlarına, göstergelerine ve hesaplanmasına ilişkin özet bilgileri içermektedir (UNDP, 2010: 215): Tablo 12. 2010 Yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda Yayımlanan Endekslerin Hesaplanması Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE) Boyutlar Uzun ve sağlıklı yaşam Göstergeler Doğumda yaşam beklentisi Boyut endeksi Yaşam beklentisi endeksi Bilgi Ortalama eğitim yılı Đyi bir yaşam standardı Beklenen eğitim yılı Eğitim endeksi PPP cinsinden kişi başına gelir Gelir endeksi Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE) Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi (EĐGE) Boyutlar Uzun ve sağlıklı yaşam Göstergeler Doğumda yaşam beklentisi Boyut endeksi Yaşam beklentisi Eğitim yılı Gelir/tüketim Eşitsizliğe uyarlanmış endeks Eşitsizliğe uyarlanmış yaşam beklentisi endeksi Eşitsizliğe uyarlanmış eğitim endeksi Eşitsizliğe uyarlanmış gelir endeksi Bilgi Ortalama eğitim yılı Đyi bir yaşam standardı Beklenen eğitim yılı PPP cinsinden kişi başına gelir Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi (EĐGE) Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (CEE) Boyutlar Göstergeler Boyut endeksi Sağlık Anne ölüm oranı Yetki Ergen doğurganlık oranı En az orta öğretimden mezun kadın ve erkek nüfus Kadın üreme sağlığı endeksi Kadın yetki endeksi Đşgücü piyasası Parlamentoda kadın ve erkek koltuk payları Kadın işgücü piyasası endeksi Kadınlar için cinsiyet endeksi Kadın ve erkek işgücüne katılım oranları Erkek yetki endeksi Erkek işgücü piyasası endeksi Erkekler için cinsiyet endeksi Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (CEE) Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇYE) Boyutlar Göstergeler Yoksulluk ölçümleri Sağlık Beslenme Eğitim Çocuk ölüm oranı Eğitim yılı Kafa sayım oranı Okula kayıtlı çocuk Yaşam Standardı a) Yiyecek için yakıt, b) tuvalet, c) su, d) elektrik, e) temiz döşeme, f) varlıklar Yoksulluğun yoğunluğu Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇYE) Kaynak: UNDP, 2010, s. 215. 117 BÖLÜM IV ĐNSANĐ GELĐŞME ĐLE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐŞMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI 4.1. Gelişmekte Olan Ülkeler ve Đnsani Gelişmenin Önemi Son yıllarda hızla gelişen teknoloji ile birlikte ortaya çıkan çarpıcı yenilikler ve değişimler, dünya üzerinde yaşayan insanların birbirileriyle etkileşimlerini de önemli ölçüde değiştirmiştir. Değişim kavramıyla birlikte böylece artık 'yeni dünya düzeni' olarak adlandırılan bir düzen içine girilmiştir. Küreselleşme olarak adlandırılan bu olgu ile birlikte dünyadaki farklı sosyo-ekonomik yapılar da birbirinin içine girerek bütünleşmeye başlamış ve her anlamda -sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasaldünyaya açılma ve dünya ile bütünleşme söz konusu olmuştur. 4.1.1. Gelişmekte Olan Ülkelerin Karakteristik Özellikleri Dünyadaki farklı sosyo-ekonomik yapıların birbirleriyle bütünleşme çabası özellikle gelişmekte olan ülkelere özgü karakteristik sorunların da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Günümüz gelişen dünyasında ülkeler arasında büyük farklılıkların olduğu açıktır. Bu farklılıklar veya karakteristik sorunlar, bazı ülkelerin neden zengin, diğerlerininse neden yoksul olduğunun altında yatan nedenlerin en önemlisidir. Bir ülkeyi diğerlerinden daha zengin kılan unsurlar, oldukça ilgi görmektedir. Çoğu iktisatçı ulusların farklı zenginlik düzeylerini, salt iktisadi nedenlere bağlarken, diğerleri coğrafi, hukuki, politik, kültürel, dini veya tarihi gibi farklı nedenlere bağlamaktadır. Az gelişmiş (veya daha genel olarak gelişmekte olan) ülkelerin karakteristik özellikleri incelendiğinde, bu ülkelerin birtakım 'kronik' sorunlarla baş etmeye çalışmakta oldukları görülmektedir. Bunlardan ilki, bu ülkeler içerisinde bir kısırdöngünün varlığıdır. Çünkü çok düşük gelir düzeyleri -daha önceki bölümde ifade edildiği gibi- düşük verimlilik ve iktisadi durgunlukla sonuçlanır. Elbette bu kısırdöngüden kurtulmanın birtakım yolları mümkündür. Öyle ki, mevcut dönemde hızla gelişme gösteren G. Kore ve Tayvan gibi ülkelerin de bir zamanlar dünyanın en fakir ülkeleri arasında oldukları bilinmektedir. Zaman içerisinde bu ülkeler bulundukları kısırdöngüden kurtularak gelişme kaydetmişlerdir (Todaro ve Smith, 2009, s. 57). 118 Bir diğer özellik, dünya üzerindeki farklı 'beşeri sermaye' düzeyleridir. Eğitim, sağlık ve beceriler düzeyinde tanımlandığında, gelişmekte olan ülkelerin çok büyük bir düzeyinin hala çok büyük sorunlarla karşı karşıya olduğu görülmektedir. Hızlı gelişme gösteren gelişmekte olan ülkelerin eğitim ve sağlık standartları, gelişmiş ülkelerin standartlarına daha yakın olsa da, daha düşük gelir düzeyli ülkeler hem eğitim hem de sağlık konusunda çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Her ne kadar Doğu Asya ülkeleri sağlık konusunda görece daha iyi durumda olsalar da, Sahra-altı Afrika ülkeleri halen yetersiz beslenme, sıtma, AIDS ve parazit enfeksiyonu gibi sorunlarla mücadele etmeye devam etmektedir. Şekil 4. bu ülkelerde yaşanan sağlık problemlerinin yalnızca bir boyutunu gözler önüne sermektedir. Güney Asya ülkeleri de bir takım gelişmeler kaydediyor olsalar da1 halen hem yüksek oranda okuryazar olmama, düşük okullaşma gibi eğitim sorunları, hem de yetersiz beslenme gibi sağlık sorunları yaşamaya devam etmektedir (Todaro ve Smith, 2009, s. 59). Okyanusya Karayipler Ortadoğu ve Kuzey Afrika Doğu Asya Batı ve Orta Avrupa Doğu Avrupa ve Orta Asya Orta ve Güney Amerika Kuzey Amerika Güney ve Güneydoğu Asya 29 57 240 240 180 460 350 770 630 820 760 1.400 1.100 1.400 1.200 1.500 3.800 4.100 20.300 22.500 Sahra-altı Afrika 2001 yılı 2009 yılı Şekil 4. HIV/AIDS ile yaşayan çocuk ve yetişkin insan sayısı (bin) Kaynak: UNAIDS (2010). Bu ülkelere ait üçüncü karakteristik özellik, bu ülkelerdeki yüksek eşitsizlik ve mutlak yoksulluk düzeyleridir. Dünyada, en zengin yüzde %20'lik kesim ile en yoksul %20'lik kesimin milli gelirden aldıkları paylar arasında büyük eşitsizlikler 1 Gelişmekte olan ülkelerin de zaman içerisinde birtakım gelişmeler gösterdikleri özellikle Đnsani Gelişme Raporları'nda da değinilen bir konudur. Bu çerçevede, Hindistan'da da eğitim ve sağlık sorunları devam etmekle birlikte, örneğin bu ülkede ilkokula kayıt oranı (net) 1990'lardaki %68'lik düzeyden, 2008 yılında %91 düzeyine çıkmıştır. Aynı şekilde Bangladeş'te de ilkokula kayıt oranı (net), 1990'lardaki %64'lük düzeyden %86 düzeyine çıkmıştır. http://data.worldbank.org/indicator/SE.PRM.NENR/countries/BD-8S-XM (Erişim Tarihi: 03.05.2011). 119 görülmektedir2 (UNDP, 1996, s. 13). Bugün, küresel olarak en yoksul %20'lik kesim, dünya gelirinden %1,5'luk bir pay almakta ve yaklaşık bir milyar insan günlük bir doların altında bir gelirle hayatlarına devam etmektedir. Eşitsizliğin özellikle Sierra Leone, Lesotho ve Güney Afrika gibi Afrika ülkelerinde en yüksek düzeylere eriştiği görülmekle birlikte, özellikle Ortadoğu ve Sahra-altı Afrika ülkeleri için büyük sorunlar teşkil ettiği gözlemlenmiştir. Bir ülkedeki yoksulluğun boyutları milli gelirin ortalama düzeylerine ve bunun dağılımının eşitsizlik derecelerine bağlı olduğu varsayımı altında, gelir ne kadar eşitsiz dağıtılmışsa, yoksulluğun görülme derecesi o kadar artacaktır. Dolayısıyla düşük ortalama gelir düzeylerine bağlı olarak bugün, aşırı yoksulluk içerisindeki yoksulların büyük bir kısmı Sahra-altı ülkelerinde ve Güney Asya'da yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar (Todaro ve Smith, 2009, s. 59-61). Diğer bir özellik, bu ülkelerde görülen yüksek nüfus artış oranlarıdır. Sanayi Devrimi'nden bu yana dünya nüfusu büyük oranlarda artış göstererek, 1800 yılında 1 milyar insandan, 1900 yılında 1,65 milyar insana ve 2000 yılında 6 milyar insana ulaşmıştır. Hızlı nüfus artışı, Avrupa ve diğer bugünün sanayileşmiş ülkelerinde başlamış olsa da, son yıllarda gelişmekte olan ülkeler çok daha hızlı nüfus artış oranlarına ulaşmışlardır. Öyle ki bugün dünya nüfusunun 5/6'sından daha fazlası gelişmekte olan ülkelerde yaşamlarını sürdürmektedir3 (Todaro ve Smith, 2009, s. 62). Beşinci özellik, bu ülkelerdeki sosyal farklılaşmanın (farklı gruplara ayrılma) çok yüksek düzeyde olmasıdır. Düşük gelirli ülkeler genelde daha sık olarak etnik, dilsel veya diğer başka sosyal gruplara ayrılma eğilimindedirler (Todaro ve Smith, 2009, s. 63). Bu bağlamda literatürde etnik çeşitliliğin iktisadi performans üzerindeki etkilerini incelemeye odaklanan birçok çalışma mevcuttur. En önemlilerinden biri olan Easterly ve Levine (1997), Afrika'nın ekonomik yapısına değindikleri çalışmalarında, bu kıtadaki ülkelerin karşı karşıya oldukları yetersiz büyüme -ve dolayısıyla düşük gelire sahip olma- sorununun düşük oranda okullaşma, siyasi istikrarsızlık, gelişmemiş finansal 2 Gelir eşitsizliği, Türkiye için de sorun teşkil eden bir durumdur. Öyle ki, Türkiye'de en zengin yüzde %20'lik kesimin milli gelirden aldığı pay 2008 yılına göre %45,8 iken, en yoksul yüzde %20'lik kesimin milli gelirden aldığı pay %5,7'dir. Türkiye için Gini endeks değeri de aynı yıl 40,0 olarak gerçekleşmiştir. http://data.worldbank.org/topic/poverty (Erişim Tarihi: 04.05.2011). 3 Bu ülkelerdeki kaba (crude) doğum oranı, gelişmiş ülkelere göre çok daha fazladır. Dünya Bankası 2009 yılı verilerine göre, -ortalama olarak- Sahra-altı Afrika ülkelerinde bu oran 1000 kişi başına 38 iken, Güney Asya ülkelerinde 1000 kişi başına 24, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde 1000 kişi başına 23 ve Latin Amerika ve Karayip ülkelerinde ise 1000 kişi başına 18'dir (değerler azalma eğilimindedir). Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde bu rakam, kısmen Çin'deki doğum kontrol uygulamalarına da bağlı olarak diğerlerine nispeten düşüktür ve 1000 kişi başına 14'dür. Yüksek gelirli ülkelerde ise bu rakam 1000 kişi başına 11-12 kişi düzeylerindedir. Sonuç olarak özellikle Sahra-altı Afrika ülkelerinin, gelişmiş ülkelere göre 3 kattan daha fazla kaba doğum oranı rakamlarına ulaştığı görülmektedir. http://data.worldbank.org/indicator/SP.DYN.CBRT.IN (Erişim Tarihi: 04.05.2011). 120 sistemler, çarpık yabancı döviz piyasaları, yüksek bütçe açıkları ve yetersiz altyapı gibi iktisadi ve iktisadi olmayan bir çok başka faktör tarafından belirlendiğini ifade etmişlerdir. Aynı zamanda yüksek etnik çeşitliliğin, düşük oranda okullaşma, gelişmemiş finansal sistemler, çarpık yabancı döviz piyasaları ve yetersiz altyapıyla yakından ilişkili olduğu sonucuna ulaşmışlardır (Easterly ve Levine, 1997, s. 1241). Collier (1998, s. 12) de etnik olarak gruplara ayrılmış toplumların daha homojen toplumlara göre daha kötü iktisadi performans göstermelerinin olası olduğuna değinmiş, aynı zamanda böylesi bir farklılaşmanın sivil savaş ve şiddetli çatışmaların nedeni olduğuna yönelik bir varsayımın da olduğunu belirtmiştir. Bunun da Afrika'daki düşük oranda büyüme ve yüksek oranda sivil savaş örnekleriyle desteklendiğini ifade etmiştir4. Gerçekten de etnik özellikler ve din faktörü kalkınma çabalarının başarısı veya başarısızlığında çok önemli bir rol oynamaktadır. Todaro ve Smith (2009, s. 64)'e göre de bir ülkede ne kadar fazla etnik, dil ve din farklılaşması varsa, o ülkede o kadar iç mücadele ve siyasi istikrarsızlık mevcuttur. Dolayısıyla da Güney Kore, Tayvan, Singapur ve Hong Kong gibi halihazırdaki başarılı kalkınma deneyimlerine sahip ülkelerin kültürel olarak homojen toplumlarda meydana gelmesi oldukça olağandır. Alesina vd. (2003, s. 183) de elde ettikleri ampirik sonuçlar neticesinde, etnik ve dilsel farklılaşmanın -dine nazaran daha fazla oranda- hem çıktı (büyüme) bazında iktisadi başarının, hem refah kalitesinin (okuryazarlık oranı gibi), hem de kurumların kalitesinin (politik özgürlük gibi) önemli belirleyicileri olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Dünyadaki azgelişmiş ülkelerin yarısından fazlası halihazırda etnik iç çatışma tecrübesi geçirmişlerdir. Sadece 1990'lı yıllarda Afganistan, Ruanda, Mozambik, Sri Lanka, Irak, Hindistan, Somali, Etiyopya, Liberya, Angola, Myanmar, Sudan, Yugoslavya, Haiti, Endonezya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde gerçekleşen etnik ve dini çatışmalar onlarca ölüm ve yıkıma neden olmuştur (Todaro ve Smith, 2009, s. 64). Öyle ki, Ruanda'da 1994 yılında Hutu ve Tutsi'ler arasında gerçekleşen iç çatışmada toplam nüfusun % 13'ünü ifade eden 1.1 milyon insanın öldüğü (Reyntjens, 2004, s. 178), soykırım döneminde cinsel istismara uğrayan5 ve yaşamlarını sürdüren 4 Burada Collier (1998)'in çalışmasına bağlı olarak değinilmesi gereken bir konu mevcuttur: Collier (1998, s. 12), çok yüksek oranda gruplara ayrılmış toplumların, çok düşük oranda gruplara ayrılmış toplumlardan daha güvenli olduğuna değinmeyi de ihmal etmez, asıl sorunun orta-derecede (middlelevels) bir gruplara ayrılma olduğunu ve böylesi bir farklılaşma düzeyinin şiddete yatkın olduğunu ve iktisadi büyümeyi olumsuz etkilediğini belirtir. Ayrıca yine aynı çalışmasında, etnik olarak gruplara ayrılmış ülkelerde siyasi kurumların, daha homojen ülkelere göre daha fazla önem arz ettiği sonucuna ulaşır ve barış koşullarına demokratik bir yapılanmayla erişileceğini ifade eder. 5 Halihazırda iç savaş yaşamış bir çok başka ülke de, tecavüzün bir savaş silahı olarak kullanılmasına örnek olarak verilebilir. Aslında son yirmi yıldır Burundi, Kongo Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti, 121 kadınların yüzde %70'inin HIV pozitif olduğu6 (Kayitesi-Blewitt, 2006, s. 318), dolayısıyla böylesi bir şiddet olayının ölüm oranı, hastalık oranı ve fiziksel, psikolojik ve sosyal sakatlıkla doğrudan ilintili olduğu (Krug vd., 2002, s. 222), sonucunda da insani gelişmeyi büyük sekteye uğrattığını göz ardı etmemek gerekir. Gelişmekte olan ülkelere ait bir diğer özellik, kırsal nüfusun fazlalığına rağmen hızlı kırdan kente göç düzeyidir. Tablo 13.'de de görüldüğü üzere, gelişmekte olan ülkelerde, kırsal kesimde yaşayan nüfusun oranı gelişmiş ülkelere göre daha fazladır. Kırsal alanlar, nispeten daha yoksuldurlar ve piyasa olanaklarını kaçırma, kısıtlı bilgiye ve toplumsal tabakalaşmaya sahip olma gibi sorunlardan daha yoğun olarak zarar görmektedirler. Aynı zamanda kırsal nüfusun kente göç oranı da hızlı bir şekilde artmaktadır ve bu da kendine özgü daha birçok problemi beraberinde getirmektedir (Todaro ve Smith, 2009, s. 65). Tablo 13 Gelişmiş Ülkelerin ve Gelişmekte Olan Bölgelerin Kentsel Nüfus Payları Bölge Toplam Nüfus (milyon, 2010) 6,892 Dünya 1,236 Gelişmiş Ülkeler 5,656 Gelişmekte Olan Ülkeler 865 Sahra-altı Afrika 209 Kuzey Afrika 1,755 Güney-Merkez Asya 597 Güneydoğu Asya 1,571 Doğu Asya 235 Batı Asya 586 Latin Amerika ve Karayipler 295 Doğu Avrupa Ülkeleri Kaynak: Population Reference Bureau (2010). Kentsel Nüfus Payı (%) 50 75 44 35 50 31 42 52 69 77 69 Gelişmekte olan ülkelere ait yedinci özellik, bu ülkelerdeki düşük sanayileşme ve imalat ihracatı düzeyleridir. Sanayileşme, ulusal iktisadi güç kazanımı açısından önemli bir yer tutar ve yüksek verimlilik ve yüksek gelirle de yakından ilişkilidir. Ancak, özellikle çoğu Afrika ve Asya ülkesi için halen tarım, üretimde büyük yer tutar ve bu üretime dayalı istihdam da genel toplam içerisinde büyük paya sahiptir. Elbette düşük sanayileşme düzeyine bağlı olarak bu ülkeler, görece düşük tarımsal ürün ve maden ihracatına bağlı bir dış ticaret politikası izlerler (Todaro ve Smith, 2009, s. 65). Çad, Fildişi Sahili, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Etiyopya, Liberya, Nijerya, Ruanda, Sierra Leone, Somali, Sudan ve Uganda'da bu tür cinsel istismar olayları rapor edilmiştir (Arieff, 2009). Bunlardan bir tanesi olan ve 1991-2002 yılı arasında iç savaş yaşayan Sierra Leone'deki cinsel istismar olaylarının değerlendirmesini içeren bir çalışma için bkz. Denov (2006). 6 Soykırım döneminde cinsel istismara uğrayan on yedi kurbanın gözünden, soykırımı ve cinsel istismar sonrası hayatlarına devam etme cesaretlerini anlatan bir çalışma için bkz. de Brouwer ve K-Chu. (2009). 122 Bir başka özellik de, gelişmekte olan ülkelerin içinde bulunduğu coğrafyanın olumsuz etkileridir. Đktisat literatüründe ülkelerin bulundukları coğrafya ile iktisadi kalkınma arasındaki ilişkiye değinen ve farklı bakış açılarını içeren bir çok çalışma (Landes, 1998; Gallup vd., 1999; Rodrik vd., 2002, Bosker ve Garretsen, 2008) mevcuttur. Örneğin; entegrasyon, kurumlar ve coğrafyanın gelir düzeyi arasındaki ilişkisini inceleyen çalışmalarında Rodrik vd. (2002, s. 12, 24), coğrafyanın gelir düzeyi üzerinde dışsal bir etkisinin bulunduğunu, kurumların kalitesine de bağlı olarak gelir düzeyinin artırılmasını dolaylı olarak etkilediğini ifade etmişlerdir. Đktisadi ve siyasi kurumların yanında coğrafyanın iktisadi kalkınmada oldukça önemli bir rol oynadığını ifade eden Gallup vd. (1999) ise, elde ettikleri ampirik sonuçlara göre, merkezi piyasalara uzaklığın iktisadi büyüme ile ilişkisine ait güçlü sonuçlara ulaşamamakla birlikte7, tropik iklimin iktisadi büyüme üzerinde olumsuz, kıyı şeridinde yaşayan nüfusun fazlalığın ise olumlu etkisi olduğu sonucuna ulaşmışlar, aynı zamanda tropik iklimin de sıtma hastalığının yaygınlığıyla yakından ilişkili olduğunu ifade etmişlerdir. Ardından sonuçlarını bölgeler bazında incelemişler ve özellikle Afrika'nın tropikal konumundan etkilendiğini ve dolayısıyla bu bölgede sıtma hastalığının fazla yaygın olduğunu, kıyı şeridinde yaşayan nüfusun payının ise az olduğunu belirtmişlerdir (Gallup vd., 1999, s. 26). Gerçekten de gelişmekte olan ülkelerin çoğu tropikal veya astropikal (dönence altı) bölgelerde konumlanmışlardır. Coğrafi konumları itibariyle, bu ülkeler, tropik iklime özgü zararlı ve parazitlerden, sıtma gibi bölgesel hastalıklardan, su kaynakları kısıtlarından ve aşırı sıcaklardan diğer ülkelere göre daha fazla zarar görmektedirler. Ayrıca bu ülkeler, petrol-zengini Basra Körfezi ülkeleri istisna olmak üzere, genelde doğal kaynaklar yönünden de yoksuldurlar (Todaro ve Smith, 2009, s. 67)8. Son olarak kalkınma sorunlarına doğal çevre açısından yanıt verme çabasında olan Jared Diamond'un Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı eseri de bu bağlamda önemlidir. Ülkelerin kalkınmalarının 'coğrafi şans'a bağlı olduğuna değinen ve otuz yıldan uzun süre Yeni Gine'de araştırma yapan Diamond (2010) da, sonuç olarak ülkeler arasındaki farklı kalkınma düzeylerini coğrafi koşullara bağlamaktadır. 7 Coğrafi olarak, piyasaya erişim konusunda Bosker ve Garretsen (2008), 48 Sahra-altı Afrika ülkesi üzerinde 1993-2002 yılları arasını kapsayan ampirik bir çalışma yapmışlar ve piyasaya erişimin kişi başına geliri her zaman olumlu olarak etkilediği sonucuna ulaşmışlardır. 8 Elbette coğrafya faktörü, bir kader olarak da görülmemelidir. Halihazırda Sahra-altı ülkelerinde tropikal hastalıkların kontrolü üzerine büyük çabalar harcanmaktadır. Aynı zamanda coğrafi konumun kader olmamasından hareketle, Malezya ve Singapur gibi ülkelerin de benzer tropikal iklime sahip olduklarını belirtmekte de fayda vardır. Bu ülkeler de geçmişlerinde sıtma hastalığıyla büyük sorunlar yaşamışlardır. Ancak ulusal çapta bilinçli bir projeyle bu hastalığı ülkelerinden yok etmişlerdir. 123 Burada gelişmekte olan ülkelerle ilgili değinilecek bir diğer özellik, bu ülkelerdeki azgelişmiş finansal ve diğer piyasalardır. Aksak piyasaların ve eksik bilginin varlığı bu ülkelerde oldukça yaygındır; bu nedenle yerel piyasalar, özellikle de finansal piyasalar daha verimsiz bir şekilde işler (Todaro ve Smith, 2009, s. 67). Dolayısıyla, böylesi bir olumsuz özelliğin varlığı, bu ülkelerin gelişme süreçlerinin yavaşlamasında önemli bir etkide bulunur. Gelişmekte olan ülkelere ait onuncu ve sonuncu karakteristik özellik ise, bu ülkelerin sömürgeciliğin etkilerinden kurtulamamalarıdır. Çünkü tarihsel çerçevede bu ülkelerin çoğu bir zamanlar Avrupa ülkelerinin sömürgesi oldukları için, genellikle daha önce sömürgesi oldukları bu gelişmiş ülkeler tarafından kurulan kurumların etkisi altında kalkınmalarını gerçekleştirmeye çalışırlar ve bu kurumların özellikleri sömürgecilik döneminin özelliklerini taşıdığından genelde bu ülkeler için olumsuz etkiler doğururlar. Bununla bağlantılı olarak değinilmesi gereken bir diğer konu da bu ülkelerin uluslararası ilişkilerde örgütlenme sorunları yaşadıkları ve etkili durumda olmadıklarıdır. Dolayısıyla da uluslararası pazarlık konularında da gelişmiş ülkelere göre çok daha zayıf konumdadırlar (Todaro ve Smith, 2009, s. 68-69). Dünya nüfusunun oldukça büyük bir kısmını oluşturan gelişmekte olan ülkelere ait bu karakteristik özellikler, onların kalkınma çabalarında karşılaştıkları zorlukların anlaşılması açısından da önemlidir. Bu nedenle evrensel geçerliliği olan politikaların uygulanması yerine farklı bölgelerin farklı olumsuz karakteristik özelliklerini giderecek çok boyutlu bir anlayışa gereksinim duyulmaktadır. 4.1.2. Gelişmekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelişmenin Önemi ve Seçilmiş Gelişmekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelişmenin Đncelenmesi Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma düzeylerinin ve yaşam standartlarının anlaşılması için 'insani gelişme' düzeylerinin anlaşılması çok daha önemlidir. Bu bağlamda 'Đnsani Gelişme Endeksi' olarak bilinen endeksin farklı gelişmekte olan ülkeler için ne anlam ifade ettiği ve bu sürecin, bu ülkeler için önemine değinilecektir. Đnsani Gelişme Endeksi'nin tarihsel olarak gelişimi, farklı ülke grupları arasında incelendiğinde, ülkeler arasındaki insani gelişme farkları9 açık bir şekilde ortaya 9 Kenny (2011, s. 4-13), küresel kalkınmanın aslında doğru yolda ilerlediğini, Afrika ülkelerinin ve diğer bazı ülkelerin gelir büyümesinde sorun yaşamalarına rağmen, sağlık, eğitim, cinsiyet eşitliği, güvenlik ve insan hakları konularında tarihi olarak benzersiz gelişme kaydettiklerini ve sadece gelire odaklanmanın bu gelişmeleri göz ardı ettiğini ifade eder. Aynı zamanda Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin de 124 çıkmaktadır. Tablo 14.'de de görüldüğü üzere, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında gözle görülür insani gelişme farkları varken, özellikle Sahra-altı Afrika ülkeleri gelişmiş ülkelerin çok gerisinde kalmakta, Güney Asya ve Arap Devletleri de bu ülkelere göre nispeten düşük insani gelişme değerleri göstermektedir. Ancak, Güney Asya ve Arap Devletleri'nin son 30 yıldaki insani gelişme değerlerinin gelişimi dikkate değerken, insani gelişme düzeylerinde en hızlı gelişmeyi Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri'nin, en ağır gelişmeyi de Sahra-altı Afrika ülkelerinin gösterdiği görülmektedir. Tablo 14 Ülke Grupları Arasında Đnsani Gelişme Endeksi Trendinin Karşılaştırılması Bölgeler/Yıllar 1980 1990 2000 0.754 0.798 0.852 OECD ülkeleri (Gelişmiş ülkeler) 0.701 0.761 0.799 OECD-dışındaki Gelişmiş Ülkeler: 0.396 0.470 0.525 Arap Devletleri 0.503 0.660 0.648 Avrupa ve Orta Asya Ülkeleri 0.383 0.466 0.559 Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri 0.573 0.614 0.660 Latin Amerika ve Karayipler 0.315 0.387 0.440 Güney Asya 0.293 0.354 0.315 Sahra-altı Afrika Kaynak: UNDESA (2009), Barro ve Lee (2010), 2005 0.868 2006 0.871 2007 0.874 2008 0.876 2009 0.876 2010 0.879 0.829 0.833 0.838 0.839 0.840 0.844 0.562 0.679 0.565 0.687 0.571 0.694 0.576 0.699 0.583 0.698 0.588 0.702 0.600 0.610 0.621 0.629 0.636 0.643 0.681 0.689 0.695 0.700 0.699 0.704 0.481 0.489 0.499 0.504 0.510 0.516 0.366 0.372 0.377 0.379 0.384 0.389 UNESCO Institute for Statistics (2010), World Bank (2010b) ve IMF (2010) verileriyle Birleşmiş Milletler Gelişme Programı veritabanından yararlanarak oluşturulmuştur. http://hdrstats.undp.org/en/tables/default.html (Erişim: 28.05.2011). Ortaya çıkışından bu yana ĐGE incelendiğinde, insani gelişme düzeylerinde önemli bir ilerlemenin olduğu görülmekte10, ama aynı zamanda bu ilerlemenin ülkeler arasında farklılıklar gösterdiği de dikkati çekmektedir. Genel olarak en hızlı ilerlemenin Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde görüldüğü ve bunu Güney Asya ve Arap ülkelerinin takip ettiği görülmektedir. 2010 yılı ĐGR'de aynı zamanda en hızlı ve en düşük ilerleme kaydeden on ülke de incelenmiştir ve Şekil 5-6.'da bu ülkeler gösterilmiştir. En hızlı gelişme kaydeden ülkelerin, Doğu ve Güney Asya ülkeleri ile Arap ülkeleri oldukları görülmektedir. Listede bulunan beş Arap ülkesi, petrol zenginliklerini gelir-dışı göstergelere de aktarabildikleri için insani gelişme endeksi değerlerinde hızlı bir sağlık değerlerinde 'mucize' sergilediklerini ve kırk yıllık süreçte doğumda yaşam beklentilerini 48 yıldan 69 yıla çıkardıklarını ifade ederek, böylesi başarıların farkına varmanın gereğini vurgular. 10 2010 yılı raporunda sunulan ve eski göstergelerle (2009 yılı) yeni ölçüm yöntemi kullanılarak hesaplanan melez (hybrid) Đnsani Gelişme Endeksi (UNDP, 2010, s. 26) ile hesaplanan değerlere göre, 1970'den bugüne 135 ülke arasından 3 ülke hariç bütün ülkelerin insani gelişme düzeylerinde bir artış yaşanmıştır. Düşüş yaşayan bu üç ülke de Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Zambiya ve Zimbabve'dir. 125 ilerleme kaydedebilmişlerdir. Öyle ki, petrol zenginliğinin avantajıyla ve bu zenginliği, sağlık ve eğitime dönüştürebilmesiyle Arap ülkelerinden biri olarak Umman, en hızlı gelişme yaşayan ülke olurken, Çin, Nepal ve Endonezya gibi Asya ülkeleri, bu ülkeyi takip etmektedir. Özellikle çok düşük endeks rakamlarından başlayarak gösterdikleri yüksek ilerlemeyle Nepal ve Laos ise dikkate değer ülkelerdendir (UNDP, 2010, s. 27). Şekil 5. Son 40 Yılda Đnsani Gelişme Düzeylerinde En Hızlı Gelişme Kaydeden Ülkeler Kaynak: UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends/ (Erişim Tarihi: 12.05.2011). En hızlı ilerleme kaydeden ülkelerin başarılarının ardında insani gelişme endeksinin gelir-dışı unsurlarına verdikleri önem ve bu çerçevede uyguladıkları kamu politikaları etkilidir. Öyle ki Umman, okula kayıt oranı ve okuryazarlık oranını 1970'deki düzeyine göre dört kat, doğumda yaşam beklentisini de 27 yaş artırmıştır. Aynı zamanda 1970'den 2000'e kamu sağlık harcamalarında da altı kat artış görülmüştür. Yine Nepal'ın da eğitim ve sağlık göstergelerindeki etkileyici gelişmesinin altında büyük orandaki kamu politikası çabaları yatmaktadır. 1971'de tüm çocuklar için ücretsiz ilköğretim yasallaştırılmış, bu 2007'deki ortaöğretimin de ücretsizleştirilmesi şeklinde genişletilmiştir. Okula kayıt oranı artmakla birlikte, okuryazarlık oranı da artmıştır. Bebek ölüm oranlarındaki belirgin azalış da sağlıktaki genel başarı için bir göstergedir (UNDP, 2010, s. 54). Öyle ki Nepal, hem okuryazarlık, hem doğumda yaşam beklentisi, hem de okula kayıt oranı göstergelerinde en hızlı gelişme kaydeden 126 ülkelerdendir. En hızlı okuryazarlık ve doğumda yaşam beklentisi gibi göstergelere odaklandığında bunların dünyadaki en hızlı gelir büyümesi kaydeden ülkelerde meydana gelmediği, bunun yerine Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelerin düşük ve orta gelirli ülkelerinin altkümesinden oluştuğu görülmektedir (Molina ve Purser, 2010, s. 27). Buna bağlı olarak Nepal'ın iktisadi büyümesi o kadar belirgin değildir. Ülkede işsizlik mevcuttur ve halen yoksul bir ülkedir. Özellikle kent ve kırsal kesim ile etnik gruplar arasında okula devam ve eğitim kalitesinde büyük farklılıklar sürmektedir. Bulaşıcı hastalıklar ve yetersiz beslenme konusunda halen sağlık sorunları baş göstermektedir ve eşitsizlik de ülke içerisinde büyük bir sorun olarak yer almaktadır. Son 30 yılda Nepal'da gelir dağılımı önemli ölçüde eşitsiz hale gelmiştir. Nüfusun en zengin % 20'sinin gelirden aldığı pay 1984'de % 40 iken 2004'de bu rakam % 55'e ulaşmıştır. Đktisadi eşitsizlik siyasi gelişmeyle de yakından ilişkilidir. Eşitsizlik özellikle 1980'lerin ortasında ya da 1990'ların başında artmaya başlamıştır. (Thapa, 1995; Wagle, 2010). Son olarak her üç boyutta da gelişme gösteren bir ülke olarak Tunus'un özellikle eğitime odaklandığı ifade edilebilir. 1991'de zorunlu eğitimin 10 yıla çıkarılmasıyla okula kayıt oranlarında önemli bir artış yaşanmıştır. Kızamık ve tüberküloz gibi hastalıklara karşı yüksek aşı oranları sağlıkta başarıyı getirmiştir. Mali ve parasal ihtiyatlılık ve ulaşım ve iletişim altyapılarına yapılan yatırımla da son kırk yılda kişi başına gelir büyümesi yıllık yüzde üç civarında olmuştur (UNDP, 2010, s. 54). Ancak bu ülkeler için de -endekste yer almayan- insani gelişmenin kritik bir boyutu eksik olarak kalmaktadır. Endekste gösterilemese de insani gelişme için önem arz eden 'politik özgürlük' boyutu. Öyle ki, Nepal, uzun bir süre monarşiyle yönetilmiştir. 19962006 yıllarını kapsayan on yıllık bir iç savaşın ardından ülkede federal demokrasi sistemi kurulmuştur. Umman, halen seçimle başa gelmemiş bir yöneticiye sahip, herhangi bir partiye bağlı olmayan yasama organına ve tüm siyasi partiler üzerinde yasağı içeren bir sultanlıktır. Tunus ise, çok partili resmi sistemine rağmen, henüz barışçıl bir yetki devrine tanık olamamıştır (UNDP, 2010, s. 54). En düşük gelişme kaydeden ülkeler ise Şekil 6.'da gösterilmiştir. Bu, Doğu Avrupa ve Karayipler de dahil olmak üzere farklı bölgelerden on ülkeyi göstermektedir. Şeklin en düşük insani gelişme değerlerine Afrika ülkeleri sahiptir. Ele alınan kırk yıl boyunca bu dört Afrika ülkesinden üçü insani gelişme endeksi değerinde gerileme kaydetmiştir. Afrika ülkeleri, 1980'lerin başından itibaren şiddetli makroekonomik ve yapısal dengesizliklerle mücadele etmişlerdir. Đktisadi büyümelerini sağlama ve aynı 127 zamanda makroekonomik istikrar ve liberalizasyon hedefleriyle yapısal uyum programlarını kabul eden bu ülkeler, reformlara rağmen durağan kişi başına düşen milli gelir ve şiddetli yoksulluktan kurtulamamışlardır (Bigsten ve Fosu, 2004, s. 2). Şekil 6. Son 40 Yılda Đnsani Gelişme Düzeylerinde En Düşük Gelişme Kaydeden Ülkeler Kaynak: UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends/ (Erişim Tarihi: 12.05.2011). Dünya Bankası, Afrika'daki şiddetli yoksulluğun nedenlerini şöyle sıralar: i) istihdam fırsatlarına yetersiz erişim, ii) toprak, sermaye, ve küçük ölçekli bile olsa krediye en düşük düzeyde erişim gibi yetersiz fiziksel varlıklar, iii) yoksul bölgelerde kırsal kalkınmanın desteklenmesi için yetersiz olanaklar, iv) yoksulun mal ve hizmetleri alıp satabileceği piyasalara yetersiz erişim, v) düşük beşeri sermaye düzeyleri, vi) çevresel bozulma ve azalan verimliliğe neden olan doğal kaynakların tahrip edilmesi ve vii) katılım eksikliği ve dolayısıyla yoksul insanların kalkınma programına dahil edilmesindeki başarısızlıktır (World Bank, 1996; Fields, 2000, s. 63). Dolayısıyla Afrika ülkelerine, aynı zamanda azgelişmiş ülkelere özgü belirli karakteristik özellikleri de sergiledikleri için özel bir tutumun sergilenmesi gerekir. Bu özellikleri nedeniyle de, Đnsani Gelişme Endeksi'ndeki ilerleyen trende rağmen Afrika ülkeleri dünyanın diğer bölgelerinin çok gerisinde kalmaktadırlar. Afrika ülkeleri arasında yüksek insani gelişme değerlerine sırasıyla Libya, Tunus ve Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinde 128 rastlanmaktadır. Sahra-altı Afrika ülkeleri arasından ise yalnızca Mauritius yüksek insani gelişme düzeyi sergiler (UNDP, 2010, s. 144)11. 70 Botsvana 65 Güney Afrika 60 Kenya 55 50 Uganda 45 Zimbabve 40 35 1960 1964 1968 Botsvana 1972 1976 Kenya 1980 1984 1988 Güney Afrika 1992 1996 Uganda 2000 2004 2008 Zimbabve Şekil 7. Seçilmiş Afrika Ülkeleri için Doğumda Yaşam Beklentisi Değerleri (Yaş/Yıllar) Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/indicator/SP.DYN.LE00.IN (Erişim Tarihi: 15.05.2011). Zambiya'nın kötü performansı Đnsani Gelişme Endeksi'nin her üç değişkenine de bağlanabilir. Ancak asıl sağlık ve gelir göstergelerindeki değişimler bu ülke için çok daha etkili olmuştur. Öyle ki 1980'lerin sonu ve 1990'larda yaşam beklentisindeki düşüş önemlidir. AIDS hastalığının varlığının (HIV) Afrika'da genel olarak bu yıllarda bir sağlık şoku yarattığı bilinmektedir12. Öyle ki, bazı seçilmiş Afrika ülkeleri için doğumda yaşam beklentilerini gösteren Şekil 7. ile HIV/AIDS'in bölgeler arasındaki varlığını gösteren Şekil 4. de bu sağlık şokunun etkisini kanıtlamaktadır. Bu ülkelerde artış eğilimindeki doğumda yaşam beklentisi, HIV'in 1980'lerin sonlarında iyice yayılmaya başlamasıyla düşüş eğilimine girmiştir13. Zambiya için 1980'lerin ortalarında 52 olan doğumda yaşam beklentisi değeri 2000 yılında 42'ye düşmüştür. Gelirdeki sorun da yakın bir döneme rast gelir. 1970'lerde Zambiya'nın ihracat gelirinde önemli 11 Mauritius'u takiben, Đnsani Gelişme Endeksi'nde, Gabon, Botsvana, Namibya, Güney Afrika, Ekvator Ginesi, Svaziland ve Kongo orta insani gelişme düzeyinde yer alırken, geri kalan Sahra-altı Afrika ülkeleri ise düşük insani gelişme düzeyinde yer alırlar. 12 Sahra-altı Afrika'sında toplam nüfusun yaklaşık %32'sini oluşturan HIV/AIDS'li insan sayısı, bu bölgedeki 8 ülkede kendi nüfuslarının %15'inden daha fazlasını oluşturmaktadır. Bunlar, Botsvana (%23), Lesotho (%27), Mozambik (%16), Namibya (%17), Güney Afrika (%29), Svaziland (%37), Zambiya (%17) ve Zimbabve (%18)'dir (van Rensburg, 2009, s. 1133; NACA, 2008) 13 Bu trend, UNAIDS'in çabalarıyla son yıllarda yeniden artış eğilimine girmektedir. 129 bir yeri olan bakırın fiyatı önemli derecede düşmeye ve ülkedeki iktisadi getiriyi azaltmaya başladığında, ülkenin GSYĐH'sı da doğal olarak düşüş göstermeye başlamıştır. Kongo Demokratik Cumhuriyeti de en çok GSYĐH'daki düşüşten etkilenen ülkelerden biridir. Ülkede bu değerdeki düşüş de kötü yönetişim ve siyasi istikrarsızlıkla ilişkilendirilmektedir (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 13-15). Son kırk yılda Đnsani Gelişme Endeksi değerlerinde en kötü performans gösteren bir diğer ülke olarak Zimbabve, 1980'de özellikle kırsal alanda sağlık merkezlerine, suya erişime ve okullara yapılan eğitim ve sağlığa yönelik kamu harcamaları hızla artmıştır. Bebek ölüm oranı 1980'den 1993'e kadar yarıya inmiştir. Ne var ki harcamalar genişledikçe, kötü iktisadi yönetişim nedeniyle ülke ekonomisi çöküşe uğramıştır ve 1990'lı yıllardan itibaren insani gelişme değişkenleri -okuryazarlık oranı hariç olmak üzere- düşmeye başlamıştır. Gelir yoksulluğu artmış ve insanlar şehirlere veya komşu ülkelere göç etmeye başlamışlardır. Ardından HIV salgını kamu hizmetlerini daha da şiddetlendirmiştir. Halihazırda gelir yoksulluğu % 62 civarındadır (UNDP, 2010, s. 30). Sahra-altı Afrika'sının sömürge yönetimini görmemiş tek ülkesi olan Liberya ise, bölgesindeki diğer ülkelere benzer sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan en önemlisi ülkenin Đnsani Gelişme Endeks değerlerinin ele alındığı yıllar arasında iki büyük iç savaş yaşamış olmasıdır. Özellikle 1989'da başlayıp 1997'ye kadar süren ve tam olarak kaç insanın öldüğünün bilinmediği ilk iç savaş korkunç bir katliam öyküsüdür. 1997 ile 2000 yılları arasında görece durağan ve barışçı durumdaki Liberya, ne var ki demokrasi ve refah koşullarından yine de oldukça uzak olmuş ve 2000 yılında başlayan ikinci iç savaş ülkeyi içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Liberya, hem siyasi hem de iktisadi olarak yeniden kurulmaya ihtiyaç duyan bir ülkedir. Çözümler de askeri, iktisadi ve sosyal liderler arasında ulusal bir uzlaşı sağlanmasıyla sağlanabilir (Boas, 2005, s. 80-88). Eğitim, sağlık konularında da büyük sıkıntı yaşayan ülke, insan haklarının istismar edildiği, kadınların % 70'inin tecavüze uğramış olduğu, insanların % 80'inin işsiz olduğu ve insanlarının önemli bir kısmının AIDS ile hayatını sürdürdüğü bir ülkedir14. Çatışmanın olduğu bir yerde, eğitim kurumları da işlemez hale gelir. Eğitim kurumlarında yer alan öğretmen ve öğrenciler de dolayısıyla eğitim hayatlarını bırakır ve savaşın bir parçası olur. Liberya'nın ilk iç savaşından da en çok çocuklar etkilenmiştir (Reimers ve Chung, 2010, s. 506). Çocuklar, okulda geçirmeleri gereken zamanı ellerinde silahlarla kendi insanlarını öldürmekle geçirmişlerdir. Sonuçta 14 Vbs.tv, The Vice Guide To Liberia, http://www.vbs.tv/watch/the-vice-guide-to-travel/the-vice-guideto-liberia (Erişim: 23.05.2011). 130 "özgürlük aşkı bizi buraya getirdi"15 diyerek Amerika'dan yola çıkan -veya çıkarılanbir millet iç çatışmaları yüzünden kendi toplumunu pisliğe, adaletsizliğe, sağlıksızlığa ve eğitimsizliğe sürüklemişlerdir. Dolayısıyla Sahra-altı Afrika'sının insani gelişme yolunda ciddi bir mücadele vereceği açıktır. Bu ülkeler, gelir yoksulluğu, HIV/AIDS ve sıtma hastalıkları, siyasi kurumların inşası, finansman kaynaklarına uygun ortamın yaratılması ve bunun etkinliğinin artırılması gibi sistemik ve devamlı bir mücadele içerisinde olacaklardır (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 36-40). 4.2. Đnsani Gelişme ve Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması Gelişmekte olan ülkelerin farklı karakteristiklerine vurgu, Đnsani Gelişme Yaklaşımının da önemini ön plana çıkarır. Kalkınmada daha geniş çerçevede bir düşünce şekli ile birlikte insan hakları, insan tercihleri, insan kapasiteleri; yani esas olarak insan, analizin ve politika-uygulamalarının merkezine konmuş olur. Bu da bir noktada kalkınmada iktisadi verimliliği ön plana çıkaran neoliberal görüşle çatışmış olur. Ancak gelişmekte olan ülkelerin karakteristik özelliklerine bakıldığında, bu ülkelerin salt iktisadi sorunlarla mücadele etmediği, bunun yanında bir çok sosyal, kültürel, siyasal hatta coğrafyaya ilişkin sorunlarla karşı karşıya olduğu görülmektedir. Bu nedenle de bu ülkelerde kalkınmayı gerçekleştirebilmek için kalkınmanın sınırlarını genişletmek, insanların kapasitelerini ve özgürlüklerini ön plana çıkarmak şarttır. Đnsani gelişme yaklaşımı, neoliberal görüşe ters düşebilecek sağlam bir paradigmayı temsil etmektedir. Đki yaklaşımın örtüştüğü bazı noktalar bulunmaktadır. Örneğin, insanların özgürlüğü noktasında her iki yaklaşımın aslında bir noktada benzer görüşleri bulunmaktadır. Her ikisi de bireyin tercih özgürlüğüne ve kalkınmada anahtar unsur olarak tercihlerin genişletilmesine vurgu yapar (Jolly, 2005, s. 108). Ancak buradaki özgürlüğün içeriği negatif ve pozitif ayrımlara tabi olarak farklılaşmaktadır. Hem bununla birlikte, hedeflerde, varsayımlarda, kısıtlamalarda, anahtar politika uygulamalarında ve sonuçların değerlendirilmesi için gereken göstergelerde oldukça önemli farklılıklar göstermektedirler (Jolly, 2005, s. 106). Đnsani gelişme yaklaşımı ile neoliberal politikaların tarihsel gelişim süreçleri, temellerinde yatan düşünceler ve ölçüm yöntemleri daha önceki bölümlerde ifade edilmeye çalışılmıştır. Bu iki yaklaşımın en geniş çerçevede karşılaştırılması da Tablo 15 Daha önceden köleleştirilmiş Afrika asıllı Amerikalıların özgür çocukları tarafından kurulmuş olmasına atfen, Liberya'nın sloganıdır. 131 15.'de gösterilmiştir. Buradan hareketle bu bölümde, bu iki yaklaşımdaki farklılıkların gelişmekte olan ülkeler için ne ifade ettiği ve uygun politikanın seçilmesi yolunda ne derecede önem arz ettiği anlaşılmaya çalışılacaktır. Tablo 15 Đnsani Gelişme Yaklaşımı ile Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması Đnsani Gelişme Yaklaşımı Hedef ve stratejilerin karşılaştırılması Đnsanların fırsatlarının ve Hedef (amaç) Đlgi odağı Yol gösterici ilke Vurgu Odaklandığı trend Yoksulluk tanımı Anahtar göstergeler kapasitelerinin genişletilmesi Đnsanlar Eşitlik ve adalet Sonuçlar Yoksulluğun azaltılması Çok boyutlu yoksulluk içerisindeki nüfus ĐGE, Eşitsizliğe Uyarlanmış ĐGE, Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi, Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi Ortak prensipler - farklı nedenler * Đnsan kapasitelerinin ve Temelindeki felsefe Eğitim, sağlık ve beslenme Ayrımcılığa son verilmesi Yönetişim (Đdare) işlevliliklerinin genişletilmesi yoluyla sağlanan seçme özgürlüğü * Bütün insan haklarına vurgu * Eşitlik ve adalet konusuna ilgi * Kendi içlerinde önem taşımakta * Yetkilendirme yolunda bir araç * Đnsan hakları olarak önemli Adalet (doğruluk) için önemli bir insan hakkı * Demokratik ve kapsayıcı * Devlete yönelik önemli işlevler Neoliberalizm Đktisadi refahın maksimizasyonu Piyasalar Đktisadi etkinlik Araçlar Đktisadi büyüme Minimum gelir düzeyinin (sınırının) altındaki nüfus Gayrisafi milli hasıla, GSMH büyümesi, gelir yoksulluk sınırının altındaki nüfusun yüzdesi * Faydanın ve tercihlerin tatminin artırılmasına dayanan seçme özgürlüğü * Genel olarak siyasal ve yurttaşlık haklarına vurgu * Beşeri sermayeye yatırım olarak önem taşımakta Etkinlik için önemli bir insan hakkı * Demokratik * Minimal devlet Kaynak: Jolly (2005). Her iki yaklaşımın farklı amaçlarla yola koyulduğu, farklı içeriklere vurgu yaptığı ve ilgi odaklarının farklı olduğu açıkça görülmektedir. Genel hatlarıyla bakıldığında, neoliberal politikaların iktisadi, dogmatik, araçlara vurgu yapan ve genel dengeyi hedefleyen bir paradigma olduğu; buna karşılık insani gelişme yaklaşımının ise çok disiplinli, pratik uygulamalara yatkın, merkezi olmayan yaklaşımlara ve sonuçlara vurgu yapan bir paradigma olduğu görülür (Jolly, 2005, s. 114). Sonuçta insani gelişme yaklaşımının, neoliberal politikalardan farklı kılan özelliği farklı bir değerler setini benimsemesidir. Öyle ki, bu yaklaşımla birlikte, neoliberal paradigmanın ahlaki eleştirisi de yapılmış olur (Gore, 2000, s. 795-796). 132 Tablo 15 (devam) Đnsani Gelişme Yaklaşımı ile Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması Đnsani Gelişme Yaklaşımı Neoliberalizm Önceliklerin karşılaştırılması - yoksulluğun azaltılması ve büyüme Büyüme,bilinçli bir şekilde insan Trickle-down hipotezi Anahtar varsayım Hedefe yönelik yoksulluk stratejisi ve yoksul odaklı şekilde sağlanmalıdır * Yoksulun yetkilendirilmesi * Cinsiyet eşitliğinin hedeflenmesi * Yoksulun varlıklara erişiminin sağlanması * Yoksul-yanlı büyümenin hızlandırılması * Ulusal hareketin gerçekleşebilmesi için uluslararası destek sağlanması Önceliklerin karşılaştırılması - ulusal politika * Tercih ve fırsatların Ulusal politikaya genişletilmesi yönelik strateji * Đnsan kapasitelerinin güçlendirilmesi * Katılımın sağlanması * Eşitsizliğin hafifletilmesi * Đnsani gelişmenin elzem unsurları olarak eğitim ve sağlığa gereken önemin verilmesi * Ulusal bütçelerin yeniden yapılandırılması Önceliklerin karşılaştırılması - uluslararası etki ve destek * Küresel rekabet alanında diğer Uluslararası politikaya ülkelerle aynı düzeye gelebilmek yönelik strateji için daha demokratik küresel idare * Zayıf ve yoksul ülkelerin pazarlık durumlarının güçlendirilmesi * Uluslararası göçe olumlu tutum * Özellikle daha az gelişmiş ülkeleri destekleyici yardım politikaları * Đnsan güvenliği (ve aynı zamanda askeri harcamaların azaltılması) Genel hatlarıyla paradigmaların karşılaştırılması * Çok disiplinli (multi-disipliner) Genel çerçeve Güçlü yanları Zayıflıkları Kaynak: Jolly (2005). * Pratik uygulamalara yatkın * Dağıtılmış (merkezi olmayan) yaklaşımlara vurgu * Sonuçlara vurgu *Asli unsurlara odaklanılması * Tercihler, fırsatlar, kapasiteler * Zaman, hanehalkı içinde bölüşüm gibi piyasa-dışı konular * Analizin çoğu kez rastgele oluşu * Çoğu kez zayıf (yetersiz) veriler beklenmelidir * Yeterli iktisadi büyümenin sağlanması * Sosyal sektörlerin (sivil toplum örgütleri gibi) geliştirilmesi * Güvenlik ağlarının inşası * Açık ekonomi politikalarının uygulanması ve uluslararası yardım sağlanması * Serbest piyasalar * Doğru fiyatların oluşturulması (getting prices right) * Monopolün önlenmesi * Daha fazla etkinlik (verimlilik) * Đnsan kaynaklarına yatırım * Geri dönüşüm oranı iyi bir yatırım olarak görünüyorsa eğitim ve sağlığa gereken önemin verilmesi * Ulusal bütçelerin küçültülmesi * Ticaret ve sermaye akımlarının önündeki tüm engellerin kaldırılması * Bir takım yardım politikaları * Askeri güvenlik * Đktisadi * Dogmatik * Genel dengeye ulaşmak istenmesi * Araçlara vurgu * Güçlü iktisadi teorik altyapı ve finansal analiz olanağı * Kaliteli ve güncellenebilir iktisadi verilerin çokluğu * Đktisadi olmayan unsurların dışlanması 133 Gelişmekte olan ülkelerde neoliberal politikaların uygulanmasının sürdürülebilir kalkınma önünde bir engel olduğunu belirten Haque (1999, s. 211)'e göre de, neoliberal politikalar, piyasa rekabetine, özelleştirmeye, deregülasyona, liberalizasyona, ihracata dayalı üretime ve büyüme odaklı kalkınmaya yönelik yaptıkları vurguların sürdürülebilir kalkınmayı kısıtladığını, çünkü bu politikaların iktisadi büyümeye aşırı vurgu yaparak çevreye daha az önem verdiğini ifade etmektedir. Neoliberal düşüncenin temelinde yatan 'iktisadi refahın maksimizasyonu' hedefi, temelinde bazı sorunları barındırır. Đktisadi olarak belirli büyüme gösteren ve refah hedefine ulaşmaya çalışan ülkeler, yaşam standartlarında veya insani özgürlük kriterlerinde aynı derecede gelişme kaydetmeyebilirler. Öyle ki, Katar, Kuveyt, Brunei, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, petrol zenginliklerine bağlı olarak kişi başına yüksek milli gelir düzeyleri sergileseler de eğitim düzeylerinde bu düzeyin çok gerisinde kalmışlardır. Yine Botsvana, Ekvator Ginesi, Güney Afrika gibi ülkeler de nispeten yüksek kişi başına milli gelire sahip olsalar da sağlık standartlarında aynı başarıyı sergileyememişler, dolayısıyla düşük doğumda yaşam beklentisi rakamlarına ulaşmışlardır (UNDP, 2010, s. 143-145). Diğer yandan, özgürlük açısından ise Çin, Malezya, Suudi Arabistan ve Singapur gibi ülkeler yüksek büyüme rakamlarına ulaşsalar da insani özgürlük kriterlerinde bu denli bir başarı yakalayamamışlardır (Todaro ve Smith, 2009, s. 22)16. Dolayısıyla gelir rakamları, kalkınmayı anlama yolunda yanıltıcı olmakla birlikte, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma düzeylerinin anlaşılması yolunda iktisadi olmayan göstergeleri de içeren bir endeksin daha gerekli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Elbette bu endeksin de 'özgürlük göstergeleri' gibi bir takım eksikliklerin olduğu da kabul edilmektedir. 4.3 Đnsani Gelişmenin Türkiye için Đncelenmesi Đnsani Gelişme Endeksi, ortaya çıkışından bu yana politika yapıcılar için önemli bir gösterge haline gelmiştir. Bu, benzer gelir düzeylerine sahip ülkelerin, endeksin ülke sıralamalarında farklı pozisyonlarını da sorgulamasına yol açmıştır. Bu bağlamda, 16 Freedom House tarafından yayımlanan ve ülkelerin özgürlük düzeylerini gösteren özgürlük endeksi de 2010 yılı için, Çin ve Suudi Arabistan'a çok düşük değerler vermekle birlikte bu ülkelerin ne politik haklar, ne de sivil özgürlükler yönünden özgür olmadıklarını ifade etmektedir. Malezya ve Singapur'un ise kısmen özgür olduklarını, ancak özgürlükle ilgili büyük sorunlar yaşadıklarını ve özellikle Singapur'da hala konuşma özgürlüğünün sınırlandırılmasının büyük bir sorun olarak durduğunu ifade etmektedir. http://www.freedomhouse.org/template.cfm?page=363&year=2010 (Erişim: 10.05.2011). 134 ülkeler, gerçek anlamda bir kalkınma için yalnızca gelir düzeyinin artışına değil, her anlamda bir gelişmeye ihtiyaç duyulduğunun farkına varmışlardır. Türkiye'nin de bu bağlamda incelenmesi önemlidir. Öyle ki Türkiye'nin iktisadi büyümesi incelendiğinde, yüksek ihracat ve doğrudan yabancı sermaye yatırımı düzeyleri sayesinde dış ekonomik bağlantıları artmış durumda olsa da, halen bazı alanlarda kırılgan bir yapısının olduğu gözlemlenmektedir (UNDP, 2008). Şekil 8.'de de görüldüğü üzere, kriz dönemlerinde Türkiye, ekonomisinde önemli küçülmeler yaşamıştır. Ancak, ekonomisine zarar veren 2001 krizinin ardından, beş yıllık süreçte Türkiye'nin, belirli bir büyüme de kaydettiği de görülmektedir. Dolayısıyla iktisadi büyüme Türkiye için hassas bir gösterge olmakla birlikte, insani gelişmede ilerleme de, ancak iktisadi büyümeden ziyade toplumun bireylerinin kişisel kapasitelerini özgürce kullanabildikleri bir ortamın yaratılmasında yatmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'nin asıl kalkınma düzeyini anlayabilmek için de gelir göstergesinin yanında, elde edilmesi mümkün olan diğer sosyal, siyasal verilere de bakılması gerekir. Đnsani Gelişme Endeksi'nde 169 ülkeyle birlikte Türkiye için de gelir, sağlık ve eğitim göstergeleri dikkate alınarak ölçüm yapılmıştır. 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'na göre Türkiye, 0,679'luk insani gelişme değeriyle 83. sırada, yüksek insani gelişme grubu arasında yer almıştır (UNDP, 2010, s. 144). 10 8 6 4 2 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992 1991 -2 1990 0 -4 -6 -8 GSYĐH büyümesi (yıllık %) Şekil 8. Türkiye Đçin GSYĐH Büyümesi (yıllık %) Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/country/turkey (Erişim Tarihi: 04.07.2011). Türkiye için insani gelişme göstergelerinin incelenmesine geçmeden önce, Birinci Dünya Savaşı'ndan Đnsani Gelişme Raporu'nun yayımlanmasına kadar geçen süre içerisinde Türkiye Ekonomisi'nin geçtiği aşamaların bilinmesi, insani gelişme 135 sürecinin anlaşılabilmesi açısından gerekli ve önemlidir. Bu nedenle, bu sürecin özet bir anlatımı yararlı olabilir. 4.3.1. Türkiye Ekonomisinin Yapısı ve Kalkınma Göstergelerinin Evrimi Birinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir ulus devleti olarak ortaya çıkan Türkiye, Đkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar olan süreçte, toplum ve ekonomi açısından oldukça büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Savaşın yarattığı yıkımın etkileri henüz tamamıyla ortadan kaldırılamadan ülke, Dünya Ekonomik Buhranı ve dünya tarım ürünleri piyasasının çöküşü ile karşı karşıya kalmıştır. Dünya Ekonomik Buhranı sonrasındaki yılların ayırt edici özelliği de, devlet müdahaleciliği ve yerel sanayinin teşviki olmuştur. Ardından Đkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, ülke savaşa katılmadığı halde pahalı bir seferberlik dönemine yol açmıştır. Türkiye'nin iki savaş arasında kalan ekonomik performansının olumlu olmasına karşın uzun süren iki savaş dönemi ve yüksek maliyetli seferberliğin kıskacı içinde olduğunu vurgulamak gerekir. Bu savaşların bedeli, uzun vadede ağır biçimde ödenmiştir. Öyle ki büyümenin ötesinde, hükümet tarafından sağlık ve eğitim alanlarına ayrılan bütçe harcamaları sınırlı düzeyde kalmıştır. Aynı zamanda gelir dağılımıyla ilgili genel eğilimler, iki savaş dönemi arasında kalan dönemde yaşam süresi, sağlık ve eğitim alanlarında bir miktar ilerleme olmuşsa da bunun daha çok kentlerde gerçekleştiğini göstermektedir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 19, 43-44). Türkiye, Đkinci Dünya Savaşı sonrasında ise farklı dönemlerde farklı politikalar uygulamıştır. Đlk dönem, 1947-1962 dönemlerini kapsayan tarım önderliğinde büyüme dönemidir17. Bu dönemin siyasi ve iktisadi politikaları, ödemeler dengesi krizine ve sıkı ithalat kısıtlamalarına yol açarak, 1963-1979 dönemlerini kapsayan ithal ikamesine dayalı sanayileşme ve sonrasında bunun yarattığı ciddi bir ödemeler dengesi bunalımı dönemini de beraberinde getirmiştir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 141-149). 1960'lı ve 1970'li yılların politikalarında her şeyden önce iç pazarın korunması ve ithal ikamesi yoluyla sanayileşme hedeflenmiştir. Bu kapsamda hazırlanan beş yıllık planlar yapılacak yatırımların kararlaştırılmasında eşgüdüm sağlamayı amaçlamıştır (Owen ve Pamuk, 2002, s. 150). Ne var ki, 1960'ların ve 1970'lerin beş yıllık planları 17 Tarımsal üreticiler bu dönemde uygun giden iklim koşulları, talep artışı ve iyileşen ticaret hadlerinden de yararlanmıştır. Đç piyasadaki fiyatlar, 1940'lı yılların sonlarında tarım sektörü lehine gelişme göstermiştir. Ancak 1953 yılından sonra bu ortam aniden yok olmuş ve tarım sektörünün zayıf yanları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle tarımsal üretim düzeylerinde dalgalanmalar yaşanmış ve 1960'lı yılların başına kadar da artış eğilimi gözlenmemiştir. Türkiye tarımı, devamlı üretim artışları için, daha yoğun tarımsal üretim yöntemlerinin benimsendiği 1960'lı yılların ortasına kadar beklemek zorunda kalmıştır (Owen ve Pamuk, 2002, s. 145-146). 136 hızlı sanayileşme yoluyla büyümeye odaklanırken, yoksulluk konusuna özel ilgi göstermemiş ve yoksulluğun uluslararası kuruluşların gündemlerinde ilk sıraya yükselmesinden de etkilenmemiştir. Bu bağlamdaki tartışmalar yalnızca gelir dağılımına odaklanmıştır (Şenses, 2009b, s. 682). Dolayısıyla diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye'de de kalkınma, tarımda ilerlemeye veya sanayileşmeye bağlı olarak milli gelirde gerçekleşecek bir büyüme olarak görülmüş ve özellikle iktisadi sorun ön planda olmuştur. 1980'ler ise Türkiye için, ekonomisinin liberalleştiği, ancak makroekonomik istikrarsızlıkların da arttığı bir dönem olmuştur. Ekonominin liberalleşmesi dönemin koşullarıyla elbette yakından ilişkilidir. Öyle ki, 1970'lerin sonunda Türkiye ve diğer birkaç ülkede, başta Latin Amerika ülkeleri ve diğerlerinde 1982'de olmak üzere çoğu gelişmekte olan ülkede borç krizi patlak vermiş, bu da uluslararası kuruluşların istikrar ve yapısal uyum politikaları aracılığıyla azgelişmiş ülkelere yoksulluk yerine neoliberal politikaları önermelerine de önayak olmuştur (Şenses, 2009a, s. 50). Ancak benimsenen bu politikaların reel ekonomi üzerinde gösterdiği etkiler karmaşıktır18. Dolayısıyla ekonominin büyüme performansı önceki dönemlere göre daha etkileyici düzeyde değildir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 163). 1988'e gelindiğinde ekonominin bir tıkanma içinde olduğu da bir gerçektir. Yine de Türkiye ekonomisi, 1990'lı yıllara finans ve kambiyo hizmetlerini de kapsayacak politika değişiklikleriyle doğrudan doğruya dışa açık bir makroekonomi görünümde girmiştir (Yeldan, 2008, s. 40). Ancak Türkiye'de devletin gerekli makroekonomik istikrar şartlarını ve finansal sistemin sıkı bir şekilde düzenlenmesini sağlamadan 1989'da sermaye hesabını dışa açması, ekonominin 1990'larda giderek sürdürülemez ve krizlere yatkın bir hale gelmesine neden olmuştur (Öniş ve Şenses, 2009, s. 725). Genel olarak, Đkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, tekrarlanan bunalım ve dalgalanmalara karşın kişi başına düşen gelir yine de, yılda % 3'ün üzerinde artarak 1947-1990 yılları arasında neredeyse üçe katlanmıştır. Sosyal ve iktisadi kalkınma göstergeleri de düzenli bir artış sergilemiştir. Doğumda yaşam beklentisi 1950'de 44 yıldan 1990'da 65 yıla çıkmıştır. Eğitim konusundaki temel göstergeler ise, önemli ama 18 Yeni politikalar uzun vadede büyüme için gerekli olan özel sektör yatırımlarını yeterli derecede harekete geçirememiştir. Đmalat sanayisinde yüksek faiz oranları ve siyasi istikrarsızlık en büyük engeller olmuştur. Hatta ihracat alanında bile yeni yatırım yapılmamış ve üretim artışı büyük ölçüde var olan sanayi kapasitesiyle elde edilmiştir. 1980'lerin sonunda finans ve ticaretin serbestleştirilmesinin ardından özellikle uluslararası bankaların büyük rekabet gücüne sahip olduğu dış ticaret finansmanı ve yatırım bankacılığı konularında bankacılık alanına yapılan yabancı yatırımlar da büyük bir artış göstermiştir. Ne var ki, yerli sermayeyi etkileyen aynı nedenlerden ötürü bu yeni politika uygulamalarına yabancı sermayenin tepkisi pek güçlü olmamıştır (Owen ve Pamuk, 2002, s. 163). 137 olağanüstü olmayan bir yükselmeye işaret etmektedir. Öyle ki, 15 yaş ve üzerindeki nüfus içinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı 1960 yılı için erkeklerde % 55, kadınlarda % 86 ve toplamda % 72'den, 1990'da erkeklerde % 10, kadınlarda % 29 ve toplamda % 19'a gerilemiştir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 166). 4.3.2. Türkiye Đçin Đnsani Gelişme Göstergeleri Đlk olarak 1990 yılında yayımlanan ve ilerleyen yıllarda da her yıl olmak üzere yayımlanmaya devam eden Đnsani Gelişme Raporları, 'insani gelişme yaklaşımının' da temelini oluşturur. Bu yaklaşım, insanın özgürlüklerinin genişletilebilmesi için kapasitelerinin artırılması düşüncesini içerir. Dolayısıyla iktisadi içeriğinin yanında, içerisinde her türlü sosyal, siyasal, kültürel özgürlükleri de barındırır. Bu raporlarda düzenli olarak hesaplanan Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE) ise, üç temel insan kapasitesini merkezine alır. Bunlar, uzun ve sağlıklı bir yaşamı içeren uzun ömürlülük, iyi bir eğitimi içeren bilgi ve iyi bir yaşam standardını içeren gelir boyutlarını ifade eder. Dolayısıyla ölçüm, bu kapasiteleri en iyi şekilde ifade edebilecek göstergelerle yapılır. 1990 yılındaki ilk hesaplanmasından bu yana, bu göstergelerin bazıları ya hesaplanmasında değişimlere uğramıştır ya da yeni göstergelerle değiştirilmiştir. Endeks, Türkiye için de ilk hesaplanmasından bu yana düzenli olarak hesaplanmaktadır ve belirtilen göstergelerin çoğu Türkiye için de mevcuttur. Tablo 16, ayrıntılı bir biçimde, bugüne kadar kullanılan bütün göstergelerin Türkiye için evrimsel analizini içermektedir. Buna göre, Türkiye'nin insani gelişme göstergelerinde belirgin bir ilerleme kaydettiği görülmektedir. 2010 yılı ĐGR'de yayımlanan ve 1980-2010 yılları arasındaki insani gelişme trendini gösteren değerler (UNDP, 2010, s. 149) ve 2010 yılı raporunda 2009 yılı raporundaki göstergelerle yeni ölçüm yöntemine göre hesaplanan melez (hybrid) endeks değerleri de Türkiye'nin insani gelişmesindeki değişimi göstermektedir. Tablo 17.'de de görüldüğü üzere, Türkiye'nin göstergelere bağlı olarak özellikle eğitim ve sağlık endeksleri olmak üzere her üç endekste de, kaydettiği ilerleme önemlidir. Dünya ortalamasının üzerinde olan Türkiye'nin insani gelişme değeri, ne var ki, Tablo 14.'den hatırlanacağı üzere, Avrupa ve Merkez Asya ülkeleri ile Latin Amerika ve Karayip ülkelerinin ortalamasının gerisinde kalmaktadır. 138 Tablo 16. Türkiye Đçin Đnsani Gelişme Göstergelerinin Đncelenmesi Gösterge/Yıllar 1980 1990 2000 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Sağlık: Doğumda 60,3 64,6 70,0 71,4 71,6 71,7 71,9 72,1 72,2 Yaşam Beklentisi (yıl) Eğitim: Yetişkin 65,7 79,2 86,4b 88,2 88,1 88,7c 88,7 88,7 88,7 Okuryazarlık Oranı (%)a Eğitim: Birleşik 48,1 55,0 67,9 68,6 71,1 71,1c 71,1 71,1 71,1 Okula Kayıt Oranı (%)d Eğitim: Ortalama Eğitim Yılı 2,9 4,5 5,5 6,0 6,1e 6,2 6,3 6,4 6,5 (yetişkinler için/yıl) Eğitim: Beklenen 7,0 8,4 10,8 11,2 11,6 11,8 11,8f 11,8 11,8 Eğitim Yılı (çocuklar için/yıl) Gelir: Kişi başına 6,402 8,778 10,580 12,344 13,026 13,464 13,417 12,771 13,359 h düşen GSYĐH g (ABD doları) Gelir: Kişi başına 6,291 8,631 10,421 12,205 12,861 13,315 13,417 12,771 13,359 düşen GSMH (ABD doları)i Kaynak: UNDP Statistics, http://hdrstats.undp.org/en/tables/default.html (Erişim Tarihi: 04.07.2011). Veriler, farklı veri tabanları kullanılarak Đnsani Gelişme Raporu Ofisi'nin kendi hesaplamalarını içerir ve cari veri yılı 2008'dir. a 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda kullanımı terk edilmiştir. 2006 yılı sonrası veriler ulusal hanehalkı anketinden elde edilmiştir. b BMGP, hesaplamasında bu yıl için de 1990 yılı rakamını referans almıştır. Bu veri, TÜĐK veri tabanından elde edilmiştir: http://nkg.tuik.gov.tr/goster.asp?aile=3 (Erişim Tarihi: 04.07.2011). c Bu yıldan sonraki yıllarda hesaplamada BMGP tarafından bu yıl rakamı referans olarak alınmıştır. d ĐGE'nin hesaplanmasında farklı yıllar için kullanılsa da 2010 yılı raporunda kullanılmamıştır. e Bu yıl da dahil olmak üzere 2010 yılına kadarki değerler 'tahmin edilmiş' değerlerdir. f Bu yılda 2007 yılı verisi kullanılmakla birlikte, daha sonraki yıllar için de bu yıl referans alınmıştır. g Değer, 2008 yılı için cari fiyatlarla satın alma gücü paritesine göre, Đnsani Gelişme Raporu Ofisi'nin kendi hesaplamalarına göre hesaplanmıştır. h Kişi başına düşen GSYĐH'nin büyümesi baz alınarak hesaplanmıştır. Bundan sonraki yıllarda, kişi başına düşen GSMH değerleri için de aynı değerler kullanılmıştır. i Değer, 2008 yılı için cari fiyatlarla satın alma gücü paritesine göre hesaplanmıştır. Satın alma gücü paritesi (PPP) cinsinden kişi başına düşen GSMH ve kişi başına düşen GSYĐH verilerinden (hem cari ve hem de sabit fiyatlarla Dünya Bankası veri bankasından) yararlanarak, IMF tarafından yayımlanan kişi başına düşen GSYĐH verilerinin büyüme oranları dikkate alınarak, Đnsani Gelişme Raporu Ofisi (ĐGRO/HDRO) tarafından hesaplanmıştır. Tablo 17. Türkiye Đçin Đnsani Gelişme Endeksi ve Diğer Endekslerdeki Değişimler Endeks / Yıllar 1980 1990 1995 2000 2005 2010 1980-2010 Yılı ĐGE Trendi (2010 Yılı ĐGR) Melez (Hybrid) ĐGE 0,467 0,552 0,583 0,629 0,656 0,679 0,574 0,644 0,672 0,711 0,736 0,754 Melez (Hybrid) Eğitim Endeksi 0,523 0,615 0,645 0,705 0,734 0,764 Melez (Hybrid) Sağlık Endeksi 0,638 0,706 0,753 0,791 0,814 0,827 Melez (Hybrid) Gelir Endeksi 0,566 0,615 0,626 0,643 0,667 0,679 Dünya: 1980-2010 Yılı ĐGE Trendi 0,455 0,526 0,554 0,570 0,598 0,624 (2010 Yılı ĐGR) Kaynak: UNDP, 2010, s. 149; UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends (Erişim: 06.07.2011). 139 Türkiye'nin insani gelişme performansını inceleyen 2004 yılı ulusal Đnsani Gelişme Raporu (UNDP, 2004b, s. 9), Türkiye'nin bebek ölüm oranları gibi sağlık göstergelerinde önemli ilerlemeler kaydettiğini ifade etse de, ülkenin toplam insani gelişme endeks değerinin genellikle kararsız ve bazen de umut kırıcı olduğunu belirtir19. Bunu da genellikle, savaş sonrası dönemde benzer başlangıç düzeylerinde kişi başına düşen gelire sahip ülkelerin daha hızlı iktisadi büyüme gösterdiğini, ancak Türkiye'nin daha hassas bir iktisadi yapısının olduğunu, dahası ülkenin sürdürülebilir bir büyüme sağlayamadığını ve belirli yıllarda küçülme (negatif büyüme) gösterdiğini vurgular. Aynı zamanda yaşam beklentisi değerlerinde de hızlı bir artış gerçekleştirse de, benzer ĐGE değerlerine sahip ülkelerin (Tunus ve Ermenistan gibi) daha yüksek yaşam beklentilerine sahip olduğunu ifade eder. Gerçekten de, 2010 yılı raporuna göre 72,2 yıllık doğumda yaşam beklentisi değeri ile Türkiye içinde bulunduğu yüksek insani gelişme grubunun ortalamasının (72,6) altında kalmaktadır (UNDP, 2010, s. 144-146). Yine de Türkiye'nin asıl sorunu, insani gelişme endeksinin hesaplanmasında kullanılan kapasitelerde (gelir, eğitim, sağlık) değil de, insani gelişme için gereken diğer kapasitelerin genişletilmesinde yatmakta gibi görünmektedir. Çünkü, insani özgürlük kriterleri halen oldukça düşük değerlere sahiptir20. Đnsani gelişmede eşitsizlik (insani gelişme endeksindeki her üç boyut için de) önemli bir sorundur. Öyle ki, Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi'ne göre, potansiyel insani gelişmede eşitsizliğe bağlı olarak % 23,6'lık bir kayıp meydana gelmektedir (UNDP, 2010, s. 153). Cinsiyet eşitsizliği halen bir sorun olarak ülkenin önünde durmaktadır ve özellikle kadın işgücü ve en az ortaöğretimden mezun kadın21 oranları oldukça düşük değerler göstermektedir (UNDP, 2010, s. 157). Ayrıca hem ülkenin farklı şehirleri arasındaki hem de kent ve kır nüfusu arasındaki insani gelişme farklılıklarının da dikkate alınması gerekir. Öyle ki Akder (2000), kır-kent nüfusunu da dikkate alan çalışmasında, Türkiye'de bölgeler ve şehirler arasında önemli insani gelişme farklılıkları olduğunu ifade etmekte, Türkiye'deki düşük insani gelişme düzeylerine sahip şehirlerin de genelde doğu ve 19 Öyle ki 2010 yılı ĐGE değerlerine bakıldığında, Türkiye'nin endeks değerini artıran sağlık göstergesi olurken, eğitim göstergesi görece daha düşük bir değere sahiptir ve toplam endeks değerini azaltmaktadır. 20 Freedom House tarafından yayımlanan ve ülkelerin özgürlük düzeylerini gösteren özgürlük endeksi de 2010 yılı için hem siyasal haklar hem de sivil özgürlükler konusunda Türkiye'yi kısmen özgür olarak görmektedir. Bunda da Anayasa Mahkemesi tarafından verilen siyasi kararların önemli rol oynadığını vurgulamaktadır. http://www.freedomhouse.org/template.cfm?page=363&year=2010&country=7937 (Erişim Tarihi: 06.07.2011). 21 Türkiye'de, özellikle düşük gelir gruplarında ve kırsal kesimlerde tek çocuk okutmak zorunda kalan ailelerin genellikle erkek çocuklarını okula gönderdikleri ve kız çocuklarını okul dışında bıraktıkları bir gerçektir. Son yıllarda bununla ilgili, kamu yardım politikalarının uygulamaya konulduğu bilinmektedir. 140 güneydoğu Anadolu bölgesindeki şehirler olduğunu ifade etmektedir (Akder, 2000, s. 25-35). Bölgeler arasındaki farklı şehirler için insani gelişme değerlerini inceleyen Kabaş (2010, s. 257-266) da aynı bölgede bulunan iller arasında dahi gelir ve insani gelişme düzeyleri bakımından önemli farklılıklar bulunduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla BMGP tarafından Türkiye'nin insani gelişme düzeyini artırmaya yönelik farklı yıllarda sosyal bütünleşme, gençlik, insan hakları, sürdürülebilirlik gibi farklı insani gelişme boyutlarını da içeren Ulusal Đnsani Gelişme Raporları (UNDP, 2001b; UNDP, 2004b; UNDP, 2008)22 yayımlanmıştır. Bunların arasında Türkiye'deki genç nüfusa odaklanan 2008 yılı raporu, gençliğin, Türkiye'nin ilerleyen dönemlerinde insani gelişmeyi içeren kalkınma perspektifinde hayati ve önemli ölçüde belirleyici bir rol oynayacağını ifade etmektedir (UNDP, 2008, s. 1). Sonuç olarak Türkiye'nin ĐGE değerine ve trendine bakıldığında, artan oranlı bir trend sergilediği ancak bu trendin çok da hızlı olmadığı ve benzer düzeylerde başlangıç değerlerine sahip ülkelerin daha hızlı bir gelişme kaydettiklerini söylemek mümkündür. Ancak yine de, etkin bir devletin uygulayacağı politikalarla birlikte, makroekonomik istikrarın ve gelir dağılımında adaletin sağlanması ve insan kapasitelerinin genişletilmesine daha fazla önem verilmesi, görece daha uygun koşullara sahip olan Türkiye'nin insani gelişme potansiyelini mutlak düzeyde artıracak ve trendi daha hızlı bir hale getirecektir. 22 BMGP tarafından ilki 1995 yılında olmak üzere farklı yıllarda Türkiye için 'Ulusal Đnsani Gelişme Raporları' yayımlanmıştır. 1995 yılında yayımlanan ulusal rapor, Türkiye'de sürdürülebilir insani gelişme mücadelesine odaklanmıştır. 1996 yılı ulusal raporunda, Türkiye'deki insanların barınma sorununa ve yoksullukla mücadeleye yer verilmiştir. 1997 yılı ulusal raporunun konusu ise insani gelişme ve sosyal entegrasyon olmuştur. 1998 yılında yayımlanan ulusal rapor ise, kalkınmada hak-bazlı bir yaklaşımın ön planda tutulması gerektiğine işaret etmiştir. 1999 yılı ulusal raporu, yine sürdürülebilir kalkınmaya odaklanırken, spesifik olarak bunun için gereken ulusal politikaların oluşturulmasına yer vermiştir. Ardından 2001, 2004 ve 2008 yıllarında Türkiye için yayımlanan ulusal insani gelişme raporlarında ise Türkiye'nin insani gelişme performansının ölçülmesi, bilgi ve iletişim teknolojileri ve gençlik gibi konular ön planda olmuştur. 2001 yılı ve sonrası ulusal raporlarına Birleşmiş Milletler Gelişme Programı'nın internet sayfasından erişilebilir: http://hdr.undp.org/en/reports/ (Erişim Tarihi: 23.07.11). 141 BÖLÜM V SONUÇ 5.1. Sonuç Đnsanların sosyal ve ekonomik sürecin en önemli aktörü olması düşüncesi, aslında içinde herkesçe kabul edilen bir gerçekliği taşır. Bir ulusun gerçek zenginliği olan insanların, herhangi bir karşılık beklenmeden, temel kapasitelerinin genişletilmesi düşüncesi, gereksiz bir kalkınma anlayışını içerisinde barındırmaz. Aksine kalkınmada, önemli ve gerekli bir süreci ifade eder. Ancak kalkınma, uzun yıllar iktisadi olarak tanımlandığı ve genelde büyümeye odaklandığı için, ne yazık ki böylesi bir düşünceye gereken önem verilememiştir. Merkezine insanı koyan insani gelişme düşüncesinde temel kapasitelerin genişletilmesi ön plandadır. Bu yapılırken, ulusların esas zenginliğinin gelir artırımı değil, insanları olduğunun altı çizilmesi önemlidir. Herhangi bir toplumda, insanlarının yoksulluk ve sefalet içerisinde olmadığı, özgürce toplum hareketlerine katılım sağlayabildiği, bilgiye ve sağlık hizmetlerine ulaşabildiği, yani her anlamda belirli bir yaşam standardının üzerinde olduğu noktada insani gelişme sürecinden bahsedilebilir. Öyleyse, A. Smith'in Ulusların Zenginliği'ndeki düşüncesinden alınan ilhamla1, ancak üyelerinin büyük kısmının değer verdikleri özgürlüklerini gerçekleştiremediği bir yaşam koşullarına sahip olduğu bir topluluk gelişip mutlu olamaz. Özgürlüklerin genişletilmesi ifadesini içerisinde barındıran ve genel bir yaklaşımı ifade eden kapasite yaklaşımı, iktisadi analizdeki gibi yalnızca bir insanın sahip olabileceği gelir ve mallara odaklanmaz, tüm insan yaşamını dikkate alır (Sen, 2009, s. 233). Tercihlere ve özgürlüğe odaklanarak, tercihin bireyin kendisinde olduğu noktada, gerçek hayatta herhangi bir davranışta bulunma özgürlüğünü ifade eder. Tercih ve fırsatların genişletilmesi ve bireyin özgürlüğüne odaklanılması, kalkınmada insanı, yalnızca 'işgücü veya sermaye' olarak görmekten kurtarır, onu kalkınmada 'eyleyen ve katılım sağlayan' noktasına koyar. Bu da, insanların, yalnızca üretim sürecinde yarar sağlayan bir 'araç' olarak görülmemesi düşüncesini içerir. Bu nokta, dikkati çekmeye çalışılan kalkınma anlayışı açısından çok önemlidir. Çünkü kalkınma sürecinin hem 1 Adam Smith'in adı geçen eserinde “üyelerinin büyük kısmının yoksulluk ve sefalet içerisinde olduğu bir topluluk gelişip mutlu olamaz” (Smith, 1994 [1776], s. 90) şeklinde bir düşünce yer alır. 142 'aracı' hem de 'sonucunun' insan olduğu noktasında kalkınma düşüncesi anlam kazanır. Đnsanlara bir getiri sağlaması açısından yatırım yapma düşüncesi hem etik olmaktan çok uzaktır, hem de sürdürülebilir bir kalkınma anlayışı için anlamsızdır. Đnsani gelişme sürecinde, temel kapasitelerin genişletilmesinden çok, iktisadi refahın maksimizasyonuna yönelen ve iktisadi etkinliği analizinin merkezine koyan bir diğer yaklaşım da mevcuttur. Geleneksel yaklaşımların özelliğini içerisinde barındıran ve ölçümlerinde gelir veya harcamaları kullanan, ve araç olarak insanları, amaç olarak da kendine iktisadi büyümeyi alan bu neoliberal yaklaşım, 'kapasitelerin genişletilmesi' şeklindeki etik bir insani gelişme yaklaşımından önemli farklılıklar göstermektedir. Đlgi odağı piyasa olan ve iktisadi etkinliği ilke olarak benimseyen bu yaklaşım, uzun bir süre kalkınma sürecinde, belirli bir kalkınma düzeyine ulaşmaya çalışan ülkelerce benimsenmiştir. Ama yalnızca iktisadi sorunları içerisinde barındıran bu yaklaşımla bu ülkelerin sorunları çözülmediğinde, yeni bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmuştur. Amartya Sen'in kapasitelerin genişletilmesi olarak kalkınma düşüncesi, 1990 yılından sonra Mahbub ul Haq öncülüğünde düzenli olarak yayımlanmaya başlayan Đnsani Gelişme Raporları'nda ortaya atılan insani gelişme yaklaşımının da temelini oluşturur. Böylece yalnızca gelir değil; bilgi, sağlık, temiz bir çevre, siyasal özgürlük ve hayatın basit zevkleri artık insani gelişmenin bir unsuru olmuş olur. Kalkınmanın hedefi, sağlıklı olmak ve iyi beslenmek, bilgi sahibi olmak ve toplum yaşamına katılım sağlamak gibi temel kapasitelerin genişletilmesi halini aldığı anda, insanın yaşamının değerinin artırılması ön plana geçmiş olur. Bu noktada gelire bağlı bir refah, arzu edilen bir unsur olmaktan çıkar, toplum, asıl refahın kendi insanları olduğunun farkına varır. Yüksek gelir düzeylerinin ülkenin kalkınması yolunda olumlu yönlerine ilişkin bazı varsayımlar, Alkire ve Deneulin (2009, s. 13-19) tarafından da eleştiriye uğramıştır. Öyle ki, iktisadi büyümenin, insanların gelirini ve dolayısıyla yaşam kalitesini artırdığını savunan genel görüş her zaman geçerli değildir. Yüksek büyüme rakamlarına sahip ülkelerin insanları her zaman yüksek yaşam kalitesine veya yüksek insani gelişmişlik düzeylerine sahip olmayabilirler. Diğer taraftan, iyi bir gelire sahip ailelerin eğitim ve sağlık gibi diğer başka boyutlarda yoksunluk yaşamayacağı öngörülür. Ancak, belirli bir gelir düzeyine sahip olmanın veya 'yoksul-olmayan' hanehalkları arasında olmanın her zaman yetersiz beslenmeyi önleyeceği ve -özellikle kamu hizmetleri zayıf veya yetersiz olduğu durumda- eğitim almanın garantisini vereceği söz konusu değildir. Bir diğer varsayım, iktisadi büyümenin yetersiz beslenme gibi diğer yoksulluk türlerini otomatik olarak azaltacağıdır. Ancak Hindistan ve Çin 143 gibi ülkelerde büyüme rakamlarında gerçekleşen artışlar, özellikle kırsal alanda yaşanan sağlık eşitsizliklerini ve yoksunluklarını önleyememektedir. Aynı zamanda Çin'in, her ne kadar Hindistan'dan daha büyük büyüme rakamlarına ulaşmış olsa da istikrarlı bir siyasal özgürlük kriterlerine ulaşmada başarı gösteremediği görülmektedir. Bir diğer varsayım, iktisadi büyümenin, insani gelişmeye göre daha kolay sağlanabileceğidir. Ancak uyum politikaları gibi politikalarla gelişmekte olan birçok ülkeye önerilen politikalar, her zaman olumlu sonuçlar doğurmamış ve iktisadi büyümenin sağlanması da o kadar kolay gerçekleşmemiştir. Son varsayım ise, insani gelişme unsurları dikkate alınmadan da iktisadi büyümenin sürdürülebilir olabileceğini iddia eder. Ancak, yeterli eğitimi ve sağlık hizmetlerini almamış bir topluma sahip bir ülkenin uzun dönemde büyümesinin sürdürülebilir olmayacağına Ranis vd. (2000) tarafından değinilmiştir. Zaten bu tezin de altında yatan düşünce, insani gelişmenin ve insanların yaşamlarının iyileştirilmesi üzerine odaklanan politikaların asıl önem arz ettiği düşüncesidir. Đnsani gelişme sürecinde büyümenin veya yalnızca gelire bağlı değişkenlerin eleştirisini yapmak, geliri analizlerden dışlamak anlamına gelmez. Öyle ki, yüksek gelirli ülkelerde en yüksek sağlık ve eğitim rakamlarının görülmesi şaşırtıcı değildir. Dolayısıyla gelir, doğru kaynaklara aktarıldığı zaman, gelirin kalkınma için elzem bir unsur olduğu sonucuna ulaşılmış olur. Aynı zamanda iktisadi büyüme yoksul ülkelerde yoksulluğu azaltmada veya yoksullukla mücadelede önem arz eder. Ancak belirtildiği gibi, büyümenin miktarından çok kalitesi önemlidir. Bilinçli bir kamu politikasının gelir artışını insanların yaşantılarına dönüştürmesi gerekir. Dolayısıyla büyümenin ötesine gidilmelidir. Đnsanların yaşamlarının iyileştirilmesi olarak anlaşılan bir kalkınma anlayışıyla insan, kalkınma yaklaşımının merkezine konulmalıdır. Elbette fırsatlara eşit olarak erişebildikleri noktada insanlar, kapasitelerini artırabilirler. Bu çerçevede siyasal, sosyal ve kültürel faktörlere, iktisadi faktörler kadar önem verilmelidir. Kapasite yaklaşımını oluştururken Amartya Sen'in, herhangi bir kapasiteler listesi oluşturmadığı görülmektedir. Ancak ilerleyen yıllarda, ilk önce 1990 yılındaki Đnsani Gelişme Raporu'nda yayımlanan Đnsani Gelişme Endeksi ile üç temel kapasiteye odaklanan bir ölçüm yapılır. Ölçümün üç temel unsuru eğitim, sağlık ve gelirdir. Bu ölçüm, insanlarının bilgi sahibi ve sağlıklı olduğu ve belirli bir gelir düzeyine eriştiği toplumları insani gelişmişlik düzeyinde üst sıralara koyar. Ardından, herhangi bir ölçüm yapmasa da Nussbaum (2000) tarafından merkezi insan kapasiteleri adı altında on temel kapasiteyi içeren bir liste sunulur. Buna göre, erdemli bir insan yaşantısı için gerekli insan kapasiteleri tanımlanmış olur. Daha sonraki yıllarda ise Ranis vd. (2006), Đnsani 144 Gelişme Endeksi'nin, insani gelişmeyi açıklamada yetersiz kaldığını ve insani gelişmeyi açıklayabilmek için bu endeksin de ötesine gitmenin gerekliliğini savunarak daha geniş bir ölçüm ortaya koyarlar ve zihinsel refah, yetkilendirme, siyasal özgürlük, sosyal ilişkiler, toplum refahı, eşitsizlikler, iş koşulları, boş zaman, iktisadi ve siyasal güvenlik, çevre koşulları gibi birçok başka sosyal-siyasal göstergeyi de içeren yeni bir endeks ortaya atarlar. Ortaya çıkışından bu yana Đnsani Gelişme Endeksi trendi incelendiğinde, tüm ülkeleri için insani gelişme düzeylerinde ilerlemeler kaydedildiği görülmektedir. Ancak en hızlı ilerlemeyi Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri, en yavaş ilerlemeyi de Sahra-altı Afrika ülkeleri sergilemektedir. En hızlı ilerleme kaydeden ülkelerin başarılarının altında insani gelişme endeksinin gelir-dışı unsurlarına verilen önem ve bu çerçevede uyguladıkları kamu politikaları yatarken, en yavaş ilerleme kaydeden ülkelerin içinde bulundukları gelir yoksulluğu ve diğer taraftan çevresel koşulları; yaşadıkları iç savaşlar ve hastalıklar, bu yavaş ilerlemede önemli paya sahiptir. Bu noktada Đnsani Gelişme Endeksi'nin, insani gelişme sürecinin anlaşılması yolunda gerekli ama 'kaba' bir ölçüm olduğunun anlaşılması gerekir. Bu endeks, insani gelişmenin tam olarak anlaşılmasına yardımcı olamaz, çünkü siyasal özgürlükler, eşitsizlikler gibi bir çok değişkeni ölçüme almakta sorun yaşar. Bu nedenle, Đnsani Gelişme Endeksi ile genel olarak insani gelişme arasında bir ayrıma gidilmelisi gerekir. Öyle ki, insani gelişmenin değerinin anlaşılabilmesi için, yalnızca bu endekse odaklanmak hata olabilir. Đnsani gelişme süreci, çok daha geniş anlamda bir kalkınma anlayışı sunar. Đnsanların iyi ve yaşamaya değer bir hayat yaşayabilmesi için gereken özgürlükleri içerir. Tercihlerin ve kapasitelerin genişletildiği noktada önem arz eder. Kalkınma sürecinde insani gelişme veya yoksulluğa gereken önemi vermemiş olan Türkiye için de bu koşullar geçerlidir. Türkiye, kalkınma sürecinin ilk yıllarında gelişmekte olan ülkelerle paralel bir şekilde, büyümeyi ön planda tutan ve sanayileşmeye dayalı bir kalkınma anlayışını barındıran bir yapıya sahip olmuştur. Yoksulluğa veya insan kapasitelerinin genişletilmesine gereken önem verilmemiştir. Her ne kadar Đnsani Gelişme Endeksi göstergelerinde ilerlemeler kaydetse de, hem bunlar çok hızlı bir trende göre ilerlememiş, hem de ülke, insani özgürlük ve insan hakları kriterlerinde yeterli başarıyı sağlayamamıştır ve özellikle siyasal özgürlükler, cinsiyet eşitsizliği ve kadın eğitim oranı gibi bazı göstergelerde sıkıntılar yaşamaktadır. Bundan sonra Türkiye için gereken, daha bilinçli bir kamu politikasıyla, ulusun gerçek zenginliğinin insan olduğu yargısıyla, insani gelişmeye ve kapasitelerin genişletilmesine 145 önem verilmesidir. Böylesi bir anlayışla, yeterli potansiyeli içerisinde barındıran Türkiye için, insani gelişme trendinin hızlanacağı açıktır. Dolayısıyla çalışmanın vardığı sonuç, kalkınma sürecinde insani gelişmeye dayalı bir yaklaşımın, gelişmekte olan ülkelerde neoliberal reçetelere göre daha etkin durumda olduğudur. Çünkü iktisadi olarak belirli büyüme gösteren ve refah hedefine ulaşmaya çalışan ülkeler, yaşam standartlarında veya insani özgürlük kriterlerinde aynı düzeyde ilerleme kaydetmeyebilirler. Sürdürülebilir bir kalkınma anlayışı için, eğitim ve sağlık başta olmak üzere, insani gelişmeye gereken önemin verilmesi, yalnızca iktisadi büyümeye önem verilmesinden çok daha önemlidir. Bu bağlamda gelir rakamları, kalkınmayı anlama yolunda yanıltıcı olabilir. Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma düzeylerinin anlaşılması ve ülkeler arası karşılaştırmaların yapılabilmesi için iktisadi olmayan göstergeleri de içeren bir endeksin gerekli olduğu anlaşılmıştır. Elbette, çok daha geniş içerikli, çok daha fazla insan kapasitesini içeren bir ölçüm, gelecek dönem çalışmalarını şekillendirebilir. 5.2. Öneriler Đnsani gelişme düşüncesinin arzulanan bir içeriğe sahip olduğu açıktır. Halihazırda genel insani gelişme gündeminin beş önemli unsurundan bahsedilebilir. Bu unsurlar, insani gelişme sürecinin hızlandırılması için gelişmekte olan ülkelere politika önerileri olarak da sunulabilir. Buna göre insani gelişme sürecinin hızlandırılması için; i) eğitimin ve sağlık olanaklarının geliştirilmesi hedeflerini içeren bir sosyal kalkınma anlayışına öncelik vermek, ii) insani gelişme ve unsurları için kaynak sağlayan bir iktisadi büyüme meydana getirmek, iii) insan haklarını koruyan bir demokratik idare için siyasi ve sosyal reformları gerçekleştirmek; böylece insanların daha fazla topluma katılım ve bireysel bağımsızlığa sahip olması ile özgürlük ve haysiyet içerisinde yaşayabilmelerini sağlamak, iv) kamu politikalarında genellikle çıkarları ihmal edilen ezilmişlere ve yoksullara özel bir yoğunlaşma ile birlikte, tüm bireyler için insani gelişmenin üç temel unsurunda adaleti sağlamak, ve, v) yoksul ülkelerin küresel piyasalara, teknolojiye ve bilgiye erişmelerine daha fazla yardımcı olan iktisadi bir ortamın yaratılması için küresel düzeyde kural ve kurumsal reformları oluşturmak gerekir (Fukuda-Parr, 2003, s. 311-312). Elbette, insani gelişme sürecinin değişime açıklığı nedeniyle politika önerileri de ortaya çıkan yeni kaygılara bağlı olarak değişime uğrayabilir. Dolayısıyla da evrimleşen bir süreçten bahsedilmiş olunur. 146 KAYNAKÇA Acar, Y. (2008). Đktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri (5. bas.). Bursa: Dora. Acemoglu, D.; Johnson, S.; Robinson, J. (2001). The Colonial Origins of Comparative Development: An Empirical Investigation. American Economic Review. Vol. 91, No. 5 (December). 1369-1401. Acemoglu, D.; Robinson, J. (2002). The Political Economy of the Kuznets Curve. Review of Development Economics. 6 (2). 183-203. Adelman, I. (1999a). Fallacies in Development Theory and Their Implications For Policy. Department of Agricultural and Resource Economics and Policy, Division of Agricultural and National Resources Working Paper. No. 887. U.C. Berkeley. Adelman, I. (1999b). The Role of Government in Economic Development. Department of Agricultural and Resource Economics and Policy, Division of Agricultural and National Resources Working Paper. No. 890. U.C. Berkeley. Agenor, P. R.; Miller, M.; Vines, D.; Weber, A. (1999). The Asian Financial Crisis: Causes, Contagion and Consequences. Cambridge University Press. Akder, A. H. (2000). Regional Disparities and Rural Poverty in Turkey: Human Development Approach. In A. H. Akder (coord.), Regional Development and Rural Poverty (pp. 15-35). Đstanbul: TESEV Yayınları. Aktan, C. C.; Vural, Đ. Y. (2002). Gelir Dağılımında Adalet(siz)lik ve Gelir Eşit(siz)liği: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri. Đçinde C. C. Aktan (ed.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri. Ankara: Hak-Đş Konfederasyonu Yayınları. http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/anasayfa-yoksulluk.htm (26.06.11). Alesina, A.; Devleeschauwer, A.; Easterly, W.; Kurlat, S.; Wacziarg, R. (2003). Fractionalization. Journal of Economic Growth. No. 8. 155-194. Alkire, S. (2002a). Valuing Freedoms. New York: Oxford University Press. Alkire, S. (2002b). Dimensions of Human Development. World Development. Vol. 30, No. 2. 181–205. Alkire, S.; Deneulin, S. (2009). A Normative Framework for Development. In S. Deneulin, L. Shahani (eds.), An Introduction to Human Development and Capability Approach: Freedom and Agency (pp. 3-21). London: Earthscan. 147 Alkire, S.; Foster, J. (2009). Counting and Multidimensional Poverty Measurement. OPHI Working Paper. No. 32. December. Oxford Department of International Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford. Alkire, S.; Foster, J. (2010). Designing the Inequality-Adjusted Human Development Index (HDI). OPHI Working Paper. No. 37. July. Oxford Department of International Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford. Alkire, S.; Santos, M. E. (2010). Acute Multidimensional Poverty: A New Index for Developing Countries. OPHI Working Paper. No. 38. July. Oxford Department of International Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford. Anand, S. (2004). The Concern for Equity in Health. In S. Anand; F. Peter; A. Sen (eds.), Public Health, Ethics and Equity (pp. 15-20). Oxford University Press. Anand, S.; Sen, A. (1994). Human Development Index: Methodology and Measurement. Human Development Report Office Occasional Paper 12. New York: UNDP [Later published in S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 138-151). New Delhi: O.U.P. 2005]. Anand, S.; Sen, A. (1995). Gender Inequality in Human Development: Theories and Measurement. Occasional Paper 19. June. New York, HDRO, UNDP. Anand, S.; Sen, A. (1997). Concepts of Human Development and Poverty: A Multidimensional Perspective. Human Development Working Papers. New York: UNDP [Later published in S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 228-244). New Delhi: O.U.P. 2005]. Anand, S.; Sen, A. (2000). The Income Component of the Human Development Index. Journal of Human Development. Vol. 1, No. 1. 83-106. Arieff, A. (2009). Sexual Violence in African Conflicts. Congressional Research Service Report. http://www.fas.org/sgp/crs/row/R40956.pdf (Erişim: 10.05.11). Aristotle (1980). The Nicomachean Ethics (trans.: D. Ross). Oxford University Press. Arndt, H. W. (1981). Economic Development: A Semantic History. Economic Development and Cultural Change. Vol. 29, No.3. 457-466. Asselin, L. (2009). Analysis of Multidimensional Poverty: Theory and Case Studies. New York: Springer. 148 Atkinson, A. B. (1970). On the Measurement of Inequality. Journal of Economic Theory. No.2. 244-263. Atkinson, A. B. (2003). Multidimensional Deprivation: Contrasting Social Welfare and Counting Approaches. Journal of Economic Inequality. No. 1. 51-65. Awad, Y.; Israeli, N. (1997). Poverty and Income Inequality: An International Comparison, 1980s and 1990s. Luxembourg Income Study Working Paper Series. No. 166 (July). Luxembourg Income Study. Bardhan, K.; Klasen, S. (1999). UNDP's Gender-Related Indices: A Critical Review. World Development. Vol. 27, No. 6. 985-1010. Bardhan, P. (1980). Interlocking Factor Markets and Agrarian Development: A Review of Issues. Oxford Economic Papers, New Series. Vol. 32, No. 1 (March). 82-98. Bardhan, P. (1993). Economics of Development and The Development of Economics. The Journal Of Economic Perspectives. Vol.7, No.2 (Spring). 129-142. Barro, R. J.; Lee, J. W. (2010). A New Data Set of Educational Attainment in the World, 1950-2010. NBER Working Paper Series. No. 15902. April. Cambridge. Basu, K. (1997). Analytical Development Economics: The Less Developed Economy Revisited. MIT Press. Basu, K.; Kanbur, R. (2009). Arguments for a Better World (Volume I and Volume II). New York: Oxford University Press. Beckerman, W.; Bacon, R. (1966). International Comparisons of Income Levels: A Suggested New Measure. The Economic Journal. Vol. 76, No. 303. 519-536. Bennett, M. K. (1951). International Disparities in Consumption Levels. The American Economic Review. Vol. 41, No. 4 (September). 632-649. Berber, M. (2004). Đktisadi Büyüme ve Kalkınma. Trabzon: Derya Kitabevi. Berlin, I. (2002[1969]). Liberty (ed.: H. Hardy). Oxford: Oxford University Press. Bhagwati, J. (1978). Anatomy and Consequences of Exchange Control Regimes. Cambridge: Ballinger Pub. Co. Bigsten, A.; Fosu, A. K. (2004). Growth and Poverty in Africa: An Overview. Journal of African Economies. Vol. 13, AERC Supplement 1. i1-i15. 149 Boas, M. (2005). The Liberian Civil War: New War/Old War? Global Society. Vol. 19, No. 1 (January). 73-88. Boeke, J. H. (1953). Economics and Economic Policy of Dual Societies. New York: International Secretariat Institute of Pacific Relations. Booysen, F. (2002). An Overview and Evaluation of Composite Indices of Development. Social Indicators Research. No. 59. 115-151. Bosker, M.; Garretsen, H. (2008). Economic Geography and Economic Development in Sub-Saharan Africa. CESifo Working Paper. No. 2490. December. Bourguignon, F.; Chakravarty, S. (2003). The Measurement of Multidimensional Poverty. Journal of Economic Inequality. No. 1. 25-49. Buchanan, N. S.; Ellis, H. S. (1955). Approaches to Economic Development. New York: The Twentieth Century Fund. Buğra, A. (2008). Kapitalizm Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika. Đstanbul: Đletişim. Cahill, M. B. (2002). Diminishing returns to GDP and the Human Development Index. Applied Economics Letters. No. 9. 885-887. Cahill, M. B. (2005). Is The Human Development Index Redundant? Eastern Economic Journal. Vol. 31, No. 1 (Winter). 1-5. Cammack, P. (2003). What the World Bank Means by Poverty Reduction. Staying Poor: Chronic Poverty and Development Policy Conference. London: CPRC. Chang, H.; Grabel, I. (2005). Kalkınma Yeniden: Alternatif Đktisat Politikaları El Kitabı (çev.: E. Özçelik). Ankara: Đmge Kitabevi. Chenery, H. B. (1960). Patterns of Industrial Growth. The American Economic Review. Vol. 50, No. 4 (September). 624-654. Clark, D. A. (2006). Capability Approach. In D. A. Clark (ed.), The Elgar Companion to Development Studies (pp. 32-45). Cheltenham: Edward Elgar Publishing Ltd. Coleman, J. S. (1988). Social Capital in the Creation of Human Capital. The American Journal of Sociology, Vol. 94 Suppl.: Organizations and Institutions: Sociological and Economic Approaches to the Analysis of Social Structure. 95-120. Collier, P. (1998). The Political Economy of Ethnicity. Working Paper Series. No. 98/8. April. Centre for the Study of African Economies, University of Oxford. 150 Cornia, G. A.; Jolly, R.; Stewart, F. (1987). Adjustment with a Human Face. New York: Oxford University Press. Coudouel, A.; Hentschel, J. S.; Wodon, Q. T. (2002) Poverty Measurement and Analysis (Including Technical Notes). In Jeni Klugman (ed.), A Sourcebook for Poverty Reduction Strategies (pp. 27-74, 405-427). Washington: World Bank. Cypher, J. M.; Dietz, J. L. (2009). The Process of Economic Development (3rd ed.). New York: Routledge. Dağdemir, Ö. (2002). Türkiye Ekonomisi’nde Yoksulluk Sorunu ve Yoksulluğun Analizi: 1987-1994. Đçinde C. C. Aktan (ed.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri. http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/ucuncu-bol/dagdemir.pdf (28.01.11) Daly, H. E.; Cobb, J. B. Jr. (1994[1989]). For The Common Good (2nd ed.). Boston: Beacon Press. Dasgupta, P. (1993). An Inquiry Into Well-Being and Destitution. New York: Oxford University Press. de Brouwer, A.; Ka Hon Chu, S. (2009). The Men Who Killed Me: Rwandan Survivors of Sexual Violence. Vancouver: Douglas and McIntyre. Demir, Ö. (1996). Kurumcu Đktisat. Ankara: Vadi Yayınları. Deneulin, S. (2009). Ideas Related to Human Development. In S. Deneulin, L. Shahani (eds.), An Introduction to Human Development and Capability Approach: Freedom and Agency (pp. 49-70). London: Earthscan. Deneulin, S.; Shahani, L. (2009). An Introduction to Human Development and Capability Approach: Freedom and Agency. London: Earthscan. Denov, M. (2006). Wartime Sexual Violence: Assessing a Human Security Response to War-Affected Girls in Sierra Leone. Security Dialogue. Vol. 37, No. 3. 319-342. Dervis, K.; de Melo, J.; Robinson, S. (1982). General Equilibrium Models for Development Policy. Cambridge University Press. Desai, M. (1994). The Measurement Problem in Economics. Scottish Journal of Political Economy. Vol. 41. No. 1 (February). 34-42. Diamond, A. M. Jr. (2006). Schumpeter's Creative Destruction: A Review of The Evidence. Journal of Private Enterprise. Vol. XXII, No. 1 (Fall). 120-146. 151 Diamond, J. (2010). Tüfek, Mikrop ve Çelik (çev.: Ü. Đnce) (22. bas.). Ankara: Tübitak. Dijkstra, A. G. (2002). Revisiting UNDP's GDI and GEM: Towards an Alternative. Social Indicators Research. No. 57. 301-338. DiMento, J. F. C.; Doughman, P. (2007). Climate Change: How the World Is Responding. In J. F. C. DiMento; P. Doughman (eds.), Climate Change: What it Means For Us, Our Children, And Our Grandchildren (pp. 101-138). MIT Press. Domar, E. D. (1946). Capital Expansion, Rate of Growth, and Employment. Econometrica. Vol. 14, No. 2 (April). 137-147. Domar, E. D. (1957). Essays in the Theory of Economic Growth. New York: Oxford University Press. Dornbusch, R.; Fischer, S. (1998). Makroekonomi (çev.: S. Ak vd.). Đstanbul: Akademi. Dumenil, G.; Levy, D. (2004). Capital Resurgent: Roots of The Neoliberal Revolution (trans.: D. Jeffers). Cambridge: Harvard University Press. Dura, C.; Atik, H.; Türker, O. (2004). Beşeri Sermaye Açısından Türkiye’nin Avrupa Birliği Karşısındaki Kalkınma Seviyesi. III. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi. Osmangazi Üniversitesi, Đ.Đ.B.F., 25-26 Kasım, Eskişehir. Easterly, W. (1997). The Ghost of Financing Gap: How the Harrod-Domar Growth Model Still Haunts Development Economics. World Bank Policy Research Working Paper Series. No. 1807. Easterly, W. (2006). Reliving the 1950s: the big push, poverty traps and takeoffs in economic development. Journal of Economic Growth. Vol. 11. 289-318. Easterly, W.; Freschi, L. (2010). The First Law of Development Stats: Whatever our Bizarre Methodology, We make Africa look Worse. Aidwatch Post. December 2. http://aidwatchers.com/2010/12/the-first-law-of-development-stats-whatever-ourbizarre-methodology-we-make-africa-look-worse/ (Erişim Tarihi: 11.05.11). Easterly, W.; Levine, R. (1997). Africa's Growth Tragedy: Policies and Ethnic Divisions. The Quarterly Journal of Economics. Vol. 112, No. 4. 1203-1250. Eroğlu, N. (2004). John R. Hicks'in Refah Ekonomisine Katkıları. Marmara Üniversitesi Đ.Đ.B.F. Dergisi. Cilt. XIX, No. 1. 137-153. 152 Escobar, A. (1992). Imagining a Post Development Era? Critical Thought, Development and Social Movements. Social Text. No. 31/32. 20-56. Fields, G. S. (2000). The Dynamics Of Poverty, Inequality and Economic Well-being: African Economic Growth in Comparative Perspective. Journal of African Economies. Vol. 9, AERC Supplement 1. 45-78. Fleurbaey, M. (2002). Development, Capabilities and Freedom. Studies in Comparative International Development. Vol. 37, No. 2 (Summer). 71-77. Foster, J.; Greer, J.; Thorbecke, E. (1984). A Class of Decomposable Poverty Measures. Econometrica. Vol. 52, No. 3 (May). 761-766. Foster, J.; Lopez-Calva, L. P.; Szekely, M. (2005). Measuring the Distribution of Human Development: methodology and an application to Mexico. Journal of Human Development. Vol. 6, No. 1 (March). 5-29. Foster-Carter, A. (1973). Neo-Marxist Approaches to Development and UnderDevelopment. Journal of Contemporary Asia. Vol. 3, No. 1. 7-33. Fosu, A. K.; Mwabu, G. (2010). Human Development In Africa. Human Development Research Paper 2010/08. June. N.Y.: UNDP. Frank, A. G. (1966). The Development of Underdevelopment. Monthly Review. Vol. 18, No. 4 (September). 17-37. Frankfurt, H. (1987). Equality as a Moral Ideal. Ethics. Vol. 98, No. 1 (October). 21-43. Fukuda-Parr, S. (2003). The Human Development Paradigm: Operationalizing Sen's Ideas on Capabilities. Feminist Economics. Vol. 9, No. 2-3. 301-317. Fukuda-Parr, S. (2005). Rescuing The Human Development Concept From the HDI: Reflections on a New Agenda. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 117-124). New Delhi: O.U.P. Fukuda-Parr, S.; Kumar, A. K. S. (2005). Readings in Human Development (2nd ed.). New Delhi: Oxford University Press. Gallup, J. L.; Sachs, J. D.; Mellinger, A. (1999). Geography and Economic Development. CID Working Paper. No. 1. March. Center for International Development at Harvard University. 153 Gasper, D. (2002). Is Sen’s Capability Approach an Adequate Basis for Considering Human Development? Review of Political Economy. Vol. 14, No. 4. 435-461. Gasper, D. (2007). What is the Capability Approach? Its Core, Rationale, Partners and Dangers. The Journal of Socio-Economics. No. 36. 335–359. Gaye, A.; Klugman, J.; Kovacevic, M.; Twigg, S.; Zambrano, E. (2010). Measuring Key Disparities in Human Development: The Gender Inequality Index. Human Development Research Paper 2010/46. December. New York: UNDP. Gerschenkron, A. (1962). Economic Backwardness in Historical Perspective. Belknap Press of Harvard University Press. Ghatak, S. (2005). Introduction to Development Economics (3rd edt.). Routledge. Ghosh, N. (2008). The Road from Economic Growth to Sustainable Development: How was it Traversed? Takshashila Academia of Economic Research Ltd., Working Paper Series (January). Gibson, H.; Tsakalatos, E. (2003). Uluslararası Borç Krizi: Nedenler, Sonuçlar ve Çözümler. Đçinde F. Şenses (der.), Kalkınma Đktisadı: Yükselişi ve Gerilemesi (3. bas.) (çev.: S. Öztürk) (pp. 173-210). Đstanbul: Đletişim Yayınları. Gore, C. (2000). The Rise and Fall of the Washington Consensus as a Paradigm for Developing Countries. World Development. Vol. 28, No. 5. 789-804. Greve, B. (2008). What is Welfare? Central European Journal of Public Policy. Vol. 2, No. 1 (July). 50-73. Griffin, J. (1986). Well-Being: Its Meaning, Measurement, and Moral Importance. New York: Oxford University Press. Grimm, M.; Harttgen, K.; Klasen, S.; Misselhorn, M. (2006). A Human Development Index by Income Groups. Background Paper for Human Development Report 2006. November 15. UNDP. Haque, M. S. (1999). The Fate of Sustainable Development Under Neo-liberal Regimes in Developing Countries. International Political Science Review. 20 (2). 197-218. Hamilton, C. (1999). The Genuine Progress Indicator: Methodological Developments and Results from Australia. Ecological Economics. No. 30. 13-28. 154 Harbison, F. H.; Myers, C. A. (1964). Education, Manpower and Economic Growth. New York: McGraw-Hill. Harris, J. R.; Todaro, M. P. (1970). Migration, Unemployment and Development: A Two-Sector Analysis. The American Economic Review. Vol. 60, No. 1. 126-142. Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. N.Y.: Oxford University Press. Heilbroner, R. L. (2008). Đktisat Düşünürleri (2. bas.) (çev.: A. Tartanoğlu). Ankara: Dost Kitabevi. Hicks, D. A. (1997). The Inequality-Adjusted Human Development Index: A Constructive Proposal. World Development. Vol. 25, No. 8. 1283-1298. Hicks, N.; Streeten, P. (1979). Indicators of Development: The Search for a Basic Needs Yardstick. World Development. Vol. 7, No. 6 (June). 567-580. Hirschman, A. O. (1958). The Strategy of Economic Development. New Haven: Yale University Press. Hirschman, A. O. (2003). Kalkınma Đktisadının Yükselişi ve Gerilemesi. Đçinde F. Şenses (der.), Kalkınma Đktisadı: Yükselişi ve Gerilemesi (3. bas.) (çev.: S. Öztürk) (pp. 23-52). Đstanbul: Đletişim Yayınları. Hirschman, A. O. (2008). Tutkular ve Çıkarlar (çev.: B. Cezar). Đstanbul: Metis. Hopkins, M. (1991). Human Development Revisited: A New UNDP Report. World Development. Vol. 19, No. 10. 1469-1473. IMF (2010). Government Finance Statistics-GFS. http://www.imf.org/external/data.htm (Erişim Tarihi: 28.05.11). Đnsel, A. (2005). Neo-liberalizm: Hegemonyanın Yeni Dili. Đstanbul: Birikim Yayınları. Jahan, S. (2005). Evolution of The Human Development Index. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 152-163). New Delhi: Oxford University Press. Jolly, R. (2005). Human Development and Neo-liberalism: Paradigms Compared. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 106-116). New Delhi: Oxford University Press. Kabaş, T. (2010). Gelişmekte Olan Ülkelerde Yoksulluğun Nedenleri ve Yoksullukla Mücadele Yolları. Adana: Nobel Kitabevi. 155 Kant, I. (1998[1785]). Groundwork of the Metaphysics of Morals (trans.: M. Gregor). Cambridge: Cambridge University Press. Kaul, I. (2005). Choices that Shaped the Human Development Reports. In S. FukudaParr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 8591). New Delhi: Oxford University Press. Kayitesi-Blewitt, M. (2006). Funding Development in Rwanda: The Survivors' Perspective. Development in Practice, Vol. 16, No. 3-4 (June). 316-321. Kaynak, M. (2007). Kalkınma Đktisadı (2. bas.). Ankara: Gazi Kitabevi. Kelley, A. C. (1989). The "International Human Suffering Index": Reconsideration of the Evidence. Population and Development Review. Vol. 15, No. 4. 731-737. Kelley, A. C. (1991). The Human Development Index: "Handle with Care". Population and Development Review. Vol. 17, No. 2 (June). 315-324. Kenny, C. (2011). Getting Better: Why Global Development is Succeeding and How We Can Improve the World Even More. New York: Basic Books. Khan, H.; Islam, I. (1989). Trends in International Inequality: A Basic Needs Approach. Journal of Economic Development. Vol. 14, No. 2 (December). 143-152. Kibritçioğlu, A. (1996). Friedrich List'in Bebek Endüstriler Tezi. Đçinde A. Kibritçioğlu (ed.), Uluslararası (Makro) Đktisat (pp. 49-81). Ankara: 72 TDFOB Yayıncılık. Kimura, I. (2003). Goals and Roles of Basic Education in Human Development Case: Bangladesh. Unpublished Doctor of Philosophy in Education Thesis. University of California, Los Angeles. Klugman, J.; Rodriguez, F.; Choi, H. (2011). The HDI 2010: New Controversies, Old Critiques. Human Development Research Paper 2011/01. April. N.Y.: UNDP. Kotz, D. M. (2002). Globalization and Neoliberalism. Rethinking Marxism. Vol. 14, No. 2 (Summer). 64-79. Kotz, D. M. (2008). Neoliberalism and Financialization. Conference Paper in Honor of Jane D'Arista. Political Economy Research Institute, University of Massachusetts Amherst. May 2-3. Kovacevic, M. (2010a). Review of HDI Critiques and Potential Improvements. Human Development Research Paper 2010/33. New York: UNDP. 156 Kovacevic, M. (2010b). Measurement of Inequality in Human Development: A Review. Human Development Research Paper 2010/35. November. New York: UNDP. Krueger, A. O. (1978). Foreign Trade Regimes and Economic Development: Liberalization Attempts and Consequences. Lexington: Ballinger Press for NBER. Krug, E. G.; Dahlberg, L. L.; Mercy, J. A.; Zwi, A.B.; Lozano, R. (2002). World Report on Violence and Health. Geneva: World Health Organization. Krugman, P. (1981). Intraindustry Specialization and the Gains from Trade. Journal of Political Economy. Vol. 89, No. 5 (October). 959-973. Krugman, P. (1991). Increasing Returns and Economic Geography. The Journal of Political Economy. Vol. 99, No. 3 (June). 483-499. Krugman, P. (1994). The Myth of Asia's Miracle. Foreign Affairs. Vol. 73 (6). 62-78. Kuznets, S. (1955). Economic Growth and Income Inequality. The American Economic Review. Vol. 45, No. 1 (March). 1-28. Laderchi, C. R.; Saith, R.; Stewart, F. (2003). Does it Matter that We don't Agree on the Definition of Poverty? A Comparison of Four Approaches. Working Paper. No. 107. Queen Elizabeth House, University of Oxford. Lal, D.; Rajaptirana, S. (1987). Foreign Trade Regimes and Economic Growth in Developing Countries. World Bank Research Observer. Vol. 2, No. 2. 189-217. Landes, D. S. (1998). The Wealth and Poverty of Nations: Why Some are So Rich and Some So Poor. New York: W. W. Norton. Lawn, P. A. (2003). A Theoretical Foundation to Support the Index of Sustainable Economic Welfare (ISEW), Genuine Progress Indicator (GPI), and Other Related Indexes. Ecological Economics. No. 44. 105-118. Lawn, P. A. (2005). An Assessment of the Valuation Methods Used to Calculate the Index of Sustainable Economic Welfare (ISEW), Genuine Progress Indicator (GPI), and Sustainable Net Benefit Index (SNBI). Environment, Development and Sustainability. No. 7. 185-208. Leibenstein, H. (1957). Economic Backwardness and Economic Growth. N.Y.: Wiley. Lewis, W. A. (1954). Economic Development with Unlimited Supplies of Labour. The Manchester School of Economic and Social Studies. 22 (2). 139-191. 157 Lewis, W. A. (1984). The State of Development Theory. The American Economic Review. Vol. 74, No. 1 (March). 1-10. Lind, N. C. (1992). Some Thoughts on The Human Devlopment Index. Social lndicators Research. No. 27. 89-101. List (1885[1841]). The National System of Political Economy (trans.: S. S. Lloyd). London. http://socserv.mcmaster.ca/~econ/ugcm/3ll3/list/national.html (01.08.10). Lucas, R. E. Jr. (1988). On The Mechanics of Economic Development. Journal of Monetary Economics. No. 22. 3-42. Mabughi, N.; Selim, T. (2006). Poverty as Social Deprivation. Review of Social Economy. Vol. 64, No. 2. 181-204. Mandelbaum, K. (1945). The Industrialisation of Backward Areas. Oxford: Blackwell. Marx, K. (1933[1891]). Wage-Labour and Capital. New York: International Publishers. McGillivray, M. (1991). The Human Development Index: Yet Another Redundant Composite Development Indicator? World Development. 19 (10). 1461-1468. McGillivray, M. (2005). Measuring Non-Economic Well-Being Achievement. Review of Income and Wealth. Vol. 51, No 2 (June). 337-364. McGillivray, M.; White, H. (1993). Measuring Development? The UNDP's Human Development Index. Journal of International Development. Vol.5, No.2. 183-192. McGranahan, D.V.; Richard-Proust, C.; Sovani, N.V.; Subramanian, M. (1972). Contents and Measurement of Socioeconomic Development. (United Nations Research Institute for Social Development, A Staff Study). New York: Praeger. McKinley, T. (2009). What is Poverty? Good Question. In International Policy Centre for Inclusive Growth (IPC-IG), Collection of One Pagers (pp. 26). Brazil: UNDP. Miller, W. L.; Wadsworth, H. A. (1967). Improving Measures of Economic Development. Journal of Farm Economics. Vol. 49, No. 5 (Dec.). 1193-1197. Mincer, J. (1958). Investment in Human Capital and Personal Income Distribution. The Journal of Political Economy. Vol. 66, No. 4 (August). 281-302. Molina, G. G.; Purser, M. (2010). Human Development Trends Since 1970: A Social Convergence Story. Human Development Research Paper 2010/02. June. UNDP. 158 Moon, B. E.; Dixon, W. J. (1985). Politics, the State, and Basic Human Needs: A CrossNational Study. American Journal of Political Science. Vol. 29, No. 4 (Nov.). 661-694. Morris, D. (1979). Measuring the Condition of the World’s Poor: The Physical Quality of Life Index. London: Cass. Muller, C. (1998). The Properties of The Watts’ Poverty Index Under Log-normality. Working Paper. September-98, Vers. 1.1. Centre for the Study of African Economies, Institute of Economics and Statistics, University of Oxford. Muller, C. (2001). The Properties of the Watts Poverty Index under Log-normality. Economics Bulletin. Vol. 9, No. 1. 1-9. Myrdal, G. (1957). Economic Theory and Underdeveloped Regions. London: Gerald Duckworth & Co Ltd. NACA (2008). HIV/AIDS In Botswana: Estimated Trends And Implications Based On Surveillance And Modeling. National AIDS Coordinating Agency Rep. Botswana. http://www.unaids.org/en/dataanalysis/epidemiology/countryestimationreports/20 080701_botswana_nationalestimate2007_en.pdf (Erişim Tarihi: 15.05.11). Nath, S. K. (1981). Refah Ekonomisine Bir Bakış (çev.: I. Akbaygil). Đstanbul: Akbank Kültür Yayınları. Neumayer, E. (2001). The Human Development Index and Sustainability: A Constructive Proposal. Ecological Economics. No. 39. 101-114. Nordhaus, W. D.; Tobin, J. (1973). Is Growth Obsolete? Cowles Foundation Paper. No. 398. Yale University [Reprinted in M. Moss (ed.), The Measurement of Economic and Social Performance: Studies in Income and Wealth, Vol. 38 (pp. 509-564). New York: Columbia University Press. 1973]. North, D. C. (1990). Institutions, Institutional Change and Economic Performance. Cambridge University Press. Nurkse, R. (1961[1953]). Problems of Capital Formation in Underdeveloped Countries. New York: Oxford University Press. Nussbaum, M. (1987). Nature, Function and Capability: Aristotle on Political Distribution. Wider Working Papers. No. 31. WIDER of the UNU. 159 Nussbaum, M. (2000). Women and Human Development. Cambridge University Press. Nussbaum, M. (2011). Creating Capabilities: The Human Development Approach. The Belknap Press of Harvard University Press. Orshansky, M. (1965). Counting The Poor: Another Look at the Poverty Profile. Social Security Bulletin. Vol. 28, No. 1 (January). 3-29. Orshansky, M. (1969). How Poverty is Measured. Monthly Labor Review. Vol. 92, No. 2 (February). 37-41. Osberg, L. (2010). Measuring Economic Insecurity and Vulnerability as Part of Economic Well-Being: Concepts and Context. Working Paper. No. 2010-04. Department of Economics, Dalhousie University. Osberg, L.; Xu, K. (1999). Poverty Intensity: How Well Do Canadian Provinces Compare? Canadian Public Policy. Vol. XXV, No. 2. 179-195. Osberg, L.; Xu, K. (2000). International Comparisons of Poverty Intensity: Index Decomposition and Bootstrap Inference. The Journal of Human Resources. Vol. 35, No. 1 (Winter). 51-81. Owen, R.; Pamuk, Ş. (2002). 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi. Đstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları. Öktem, Ü. (2007). Kant Ahlakı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü Dergisi. Cilt. 18. 11-22. Öniş, Z.; Şenses, F. (2009). Küresel Dinamikler, Ülkeiçi Koalisyonlar ve Reaktif Devlet: Türkiye'nin Savaş Sonrası Kalkınmasında Önemli Politika Dönüşümleri. Đçinde F. Şenses (der.), Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma (pp. 705-743). Đstanbul: Đletişim Yayınları. Özel, H. (2009). Piyasa Ütopyası. Ankara: Bilgesu. Persson, T.; Tabellini, G. (1990). Macroeconomic Policy, Credibility and Politics. London: Harwood. Petty, W. (1690[1676]). Political Arithmetick. London: Mortlock. Pigou, A. C. (1932[1920]). The Economics of Welfare (4th ed.). London: Macmillan. Pigou, A. C. (1951). Some Aspects of Welfare Economics. The American Economic Review. Vol. 41, No. 3 (June). 287-302. 160 Population Reference Bureau (2010). World Population Data Sheet. Washington: PRB. Prebisch, R. (1962). The Economic Development of Latin America and Its Principal Problems. United Nations. Pribram, K. (1983). A History of Economic Reasoning. Baltimore: Johns Hopkins University Press. Qizilbash, M. (1996). Capabilities, well-being and human development: A survey. Journal of Development Studies. Vol. 33, No. 2 (December). 143-162. Radelet, S.; Sachs, J. (1998). The East Asian Financial Crisis: Diagnosis, Remedies, Prospects. Brookings Papers on Economic Activity. Vol. 1998, No. 1. 1-90. Ram, R. (1982). Composite Indices of Physical Quality of Life, Basic Needs Fulfilment, and Income: A Principal Component Representation. Journal of Development Economics. Vol. 11, No. 2. 227-247. Ranis, G. (2004a). The Evolution of Development Thinking: Theory and Policy. Economic Growth Center. Discussion Paper No. 886. Yale University. Ranis, G. (2004b). Arthur Lewis's Contribution to Development Thinking and Policy. The Manchester School. Vol. 72, No. 6 (December). 712-723. Ranis, G. (2004c). Human Development and Economic Growth. Economic Growth Center. Discussion Paper No. 887. Yale University. Ranis, G.; Stewart, F. (2000). Strategies for Success in Human Development. Journal of Human Development. Vol. 1, No. 1. 49-69. Ranis, G.; Stewart, F.; Ramirez, A. (2000). Economic Growth and Human Development. World Development. Vol. 28, No. 2. 197-219. Ranis, G.; Stewart, F.; Samman, E. (2006). Human Development: Beyond the Human Development Index. Journal of Human Development. Vol. 7, No. 3. 323-358. Ravallion, M. (1992). Poverty Comparisons: A Guide to Concepts and Methods (Living Standards Measurement Study Working Paper No. 88). Washington: World Bank. Ravallion, M. (1996). Issues in Measuring and Modelling Poverty. The Economic Journal. Vol. 106, No. 438 (September). 1328-1343. Ravallion, M. (1997). Good and Bad Growth: The Human Development Reports. World Development. Vol. 25, No. 5. 631-638. 161 Ravallion, M. (2010). Troubling Tradeoffs in the Human Development Index. Policy Research Working Paper. No. 5484. World Bank, Development Research Group. Rawls, J. (1971). A Theory of Justice. The Belknap Press of Harvard University Press. Ray, D. (1998). Development Economics. New Jersey: Princeton University Press. Reader, S. (2006). Does a Basic Needs Approach Need Capabilities? The Journal of Political Philosophy. Vol. 14, No. 3. 337–350 Reimers, F. M.; Chung, C. K. (2010). Education for Human Rights in Times of Peace and Conflict. Development. Vol. 53, No. 4. 504-510. Reyntjens, F. (2004). Rwanda, Ten Years On: From Genocide to Dictatorship. African Affairs. No. 103. 177-210. Ricardo, D. (1821[1817]). On the Principles of Political Economy and Taxation (3rd edt.). London: John Murray, Albemarle Street. Robeyns, I. (2003a). The Capability Approach: An Interdisciplinary Introduction. Training Course preceding the 3rd Int. Conf. on the Capability Approach. Pavia, Italy (Sept.). http://www.hd-ca.org/pubs/323CAtraining20031209.pdf (21.08.10). Robeyns, I. (2003b). Sen’s Capability Approach and Gender Inequality: Selecting Relevant Capabilities. Feminist Economics. Vol. 9, No. 2-3. 61-92. Rodrik, D. (1996). Understanding Economic Policy Reform. Journal of Economic Literature. Vol. 34, No. 1 (March). 9-41. Rodrik, D. (2006). Goodbye Washington Consensus, Hello Washington Confusion? A Review of the World Bank's "Economic Growth in the 1990s: Learning from a Decade of Reform". Journal of Economic Literature. Vol. 44, No. 4. 973-987. Rodrik, D.; Subramanian, A.; Trebbi, F. (2002). Institutions Rule: The Primacy Of Institutions Over Geography And Integration In Economic Development. NBER Working Paper Series. No. 9305. Cambridge. Romer, P. S. (1989). Endogenous Technological Change. NBER Working Paper Series. No. 3210. Cambridge. Romer, P. S. (1994). The Origins of Endogenous Growth. The Journal of Economic Perspectives. Vol. 8, No. 1 (Winter). 3-22. 162 Rosenstein-Rodan, P. N. (1943). Problems of Industrialization of Eastern and SouthEastern Europe. The Economic Journal. Vol. 53, Issue. 210/211. 202-211. Rostow, W. W. (1952). The Process of Economic Growth. New York: W. W. Norton. Rostow, W. W. (1956). The Take-off Into Self-Sustained Growth. Economic Journal. Vol. 66, No. 261 (March). 25-48. Rostow, W. W. (1960). The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto. Cambridge University Press. Rostow, W. W. (1990). Theorists of Economic Growth from David Hume to The Present. New York: Oxford University Press. Sagar, A. D.; Najam, A. (1998). The Human Development Index: A Critical Review. Ecological Economics. No. 25. 249-264. Savaş, V. F. (2007). Đktisatın Tarihi (5. bas.). Ankara: Siyasal Kitabevi. Schultz, T. W. (1961). Investment in Human Capital. The American Economic Review. Vol. 51, No. 1 (March). 1-17. Semerci, P. U. (2010). Dev ve Cüce Aynı Yolda: Yoksulluk ve Pozitif Özgürlükler. Đçinde P. U. Semerci (der.), Đnsan Hakları Đhlali Olarak Yoksulluk (pp. 1-19). Đstanbul: Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Sen, A. (1976). Poverty: An Ordinal Approach to Measurement. Econometrica. Vol. 44, No. 2 (March). 219-231. Sen, A. (1977). Rational Fools: A Critique of the Behavioral Foundations of Economic Theory. Philosophy and Public Affairs. Vol. 6, No. 4 (Summer). 317-344. Sen, A. (1979a). Issues in The Measurement of Poverty. The Scandinavian Journal of Economics. Vol. 81, No. 2 (Measurement in Public Choice). 285-307. Sen, A. (1979b). Equality of What? The Tanner Lecture on Human Values. Delivered at Stanford University, May 22. [Later published in S. McMurrin (ed.), Tanner Lectures on Human Values (pp. 197-220). Cambridge University Press. 1980]. Sen, A. (1981). Poverty and Famines: An Essay on Entitlement and Deprivation. New York: Oxford University Press. Sen, A. (1983a). Development: Which Way Now? The Economic Journal. Vol. 93, No. 372. (December). 745-762. 163 Sen, A. (1983b). Poor, Relatively Speaking. Oxford Economic Papers, New Series. Vol. 35, No. 2 (July). 153-169. Sen, A. (1985a). A Sociological Approach to the Measurement of Poverty: A Reply to Professor Peter Townsend. Oxford Economic Papers, New Series. Vol. 37, No. 4 (December). 669-676. Sen, A. (1985b). Well-Being, Agency and Freedom: The Dewey Lectures 1984. The Journal of Philosophy. Vol. 82, No. 4 (April). 169-221. Sen, A. (1987a). The Standard of Living (Lecture I and Lecture II). In G. Hawthorn (ed.), The Standard of Living (pp. 1-38). Cambridge: Cambridge University Press. Sen, A. (1987b). On Ethics and Economics. Oxford: Blackwell Publishing. Sen, A. (1987c). Freedom of Choice: Concept and Content. WIDER Working Papers. No.25. August. WIDER of the United Nations University. Sen, A. (1988). The Concept of Development. In H. Chenery; T. N. Srinivasan (eds.), Handbook of Development Economics Volume I (pp.10-26). Elsevier Science Pub. Sen, A. (1992). Inequality Reexamined. New York: Oxford University Press. Sen, A. (1993). Capability and Well-Being. In M. C. Nussbaum; A. Sen (eds.), The Quality of Life (pp.30-53). Oxford: Clarendon Press. Sen, A. (1999a). Development as Freedom. New York: Knopf Press. Sen, A. (1999b). Commodities and Capabilities. New Delhi: Oxford University Press [First published in 1985. Amsterdam: Elsevier]. Sen, A. (2000). A Decade of Human Development. Journal of Human Development. Vol. 1, No. 1. 17-23. Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma (çev.: Y. Alogan). Đstanbul: Ayrıntı. Sen, A. (2005a). Human Capital and Human Capability. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 35-37). New Delhi: Oxford University Press. Sen, A. (2005b). Development As Capability Expansion. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 3-16). New Delhi: Oxford University Press. 164 Sen, A. (2005c). Foreword. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. vii-xiii). New Delhi: Oxford University Press. Sen, A. (2009). The Idea of Justice. Cambridge: The Belknap Press of Harvard University Press. Sen, A. (2010). Kimlik ve Şiddet: Kader Yanılsaması. Đstanbul: Optimist. Seth, S. (2009). Inequality, Interactions, and Human Development. Journal of Human Development and Capabilities. Vol. 10, No. 3 (November). 375-396. Seyidoğlu, H. (2007). Uluslararası Đktisat (16. bas.). Đstanbul: Güzem Can Yayınları. Shaffer, P. (2008). New Thinking on Poverty: Implications for Globalisation and Poverty Reduction Strategies. DESA Working Paper. No. 65. United Nations. Shorrocks, A. F. (1995). Revisiting the Sen Poverty Index. Econometrica. Vol. 63, No. 5 (September). 1225-1230. Singer, H. W. (1952). The Mechanics of Economic Development. Indian Economic Review. Vol. 1, No. 2 (August). 1-18. Skousen, M. (2009). Đktisadi Düşünce Tarihi: Modern Đktisadın Đnşası (4. bas.) (çev.: M. Acar vd.). Ankara: Adres Yayınları. Smith, A. (1994[1776]). An Inquiry into The Nature and Causes of The Wealth Of Nations (ed.: E. Cannan). New York: The Modern Library. Smith, A. (1984[1759]). The Theory of Moral Sentiments. Indianapolis: Liberty Fund. Spiegel, H. W. (1971). The Growth of Economic Thought. Englewood Cliffs, N.J.: Prentice-Hall. Srinivasan, T. N. (1994). Human Development: A New Paradigm or Reinvention of the Wheel? The American Economic Review. Vol. 84, No. 2 (May). 238-243. Stewart, F. (2006). Basic Needs Approach. In D. A. Clark (ed.), The Elgar Companion to Development Studies (pp. 14-18). Cheltenham: Edward Elgar Publishing Ltd. Stiglitz, J. E. (1998). Towards a New Paradigm for Development: Strategies, Policies, and Processes. Prebisch Lecture at UNCTAD, Geneva. October 19. 165 Stiglitz, J. E. (2001). From Miracle to Crisis to Recovery: Lessons from Four Decades of East Asian Experience. In J. E. Stiglitz; S. Yusuf (eds.), Rethinking the East Asian Miracle (pp. 509-526). New York: Oxford University Press. Stiglitz, J. E. (2006). Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı (çev.: A. Taşçıoğlu; D. Vural). Đstanbul: Plan B Yayıncılık. Stiglitz, J. E.; Sen, A.; Fitoussi, J. (2010). Mis-Measuring Our Lives: Why Gdp Doesn't Add Up. New York: The New Press. Streeten, P. (1959). Unbalanced Growth. Oxford Economic Papers. New Series, Vol. 11, No. 2 (June). 167-190. Streeten, P. (1994). Human Development: Means and Ends. The American Economic Review. Vol. 84, No. 2. Papers and Proceedings of the Hundred and Sixth Annual Meeting of the American Economic Association (May). 232-237. Streeten, P. (1998). Beyond The Six Veils: Conceptualizing and Measuring Poverty. Journal of International Affairs. Vol. 52, No. 1 (Fall). 1-31. Streeten, P. (2005). Shifting Fashions in Development Dialogue. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 92-105). New Delhi: Oxford University Press. Streeten, P.; Burki, S. J. (1978). Basic Needs: Some Issues. World Development. Vol. 6, No. 3 (March). 411-421. Streeten, P.; Burki, S. J.; ul Haq, M.; Hicks, N.; Stewart, F. (1981). First Things First: Meeting Basic Human Needs In The Developing Countries. Washington D. C.: Oxford University Press. Sugden, R. (1993). Review: Welfare, Resources, and Capabilities: A Review of Inequality Reexamined by Amartya Sen. Journal of Economic Literature. Vol. 31, No. 4 (December). 1947-1962. Sumner, A. (2004). Economic Well-being and Non-economic Well-being: A Review of the Meaning and Measurement of Poverty. UNU-WIDER Research Paper. No. 30. Şenses, F. (2003). Kalkınma Đktisadı: Yükselişi ve Gerilemesi (3. bas.) (çev.: S. Öztürk). Đstanbul: Đletişim Yayınları. Şenses, F. (2009a). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk (5. bas.). Đstanbul: Đletişim. 166 Şenses, F. (2009b). Neoliberal Küreselleşme Çağında Yoksulluk Araştırmalarındaki Kayıp Bağlantılar: Türkiye Deneyiminden Çıkarılacak Dersler. Đçinde F. Şenses (der.), Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma (pp. 679-704). Đstanbul: Đletişim. Thapa, S. (1995). The Human Development Index: A Portrait of the 75 Districts in Nepal. Asia-Pacific Population Journal. Vol. 10, No. 2. 3-14. Thomas, A. (2000). Poverty and the 'end of development'. In T. Allen; A. Thomas (eds.), Poverty and Development Into The 21st Century (revised edition) (pp. 322). New York: Oxford University Press. Thorbecke, E. (1969). The Role of Agriculture in Economic Development. New York: Columbia University Press. Thorbecke (2009). Kalkınma Doktrininin Evrimi, 1950-2005. Đçinde F. Şenses (der.), Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma (pp. 123-175). Đstanbul: Đletişim Yayınları. Todaro, M. P.; Smith, S. (2009). Economic Development (10th edt.). Addison-Wesley. Toffler, A. (2008). Üçüncü Dalga (çev.: S. Yeniçeri). Đstanbul: Koridor Yayıncılık. Townsend, P. (1954). Measuring Poverty. The British Journal of Sociology. Vol. 5, No. 2 (June). 130-137. Townsend, P. (1979). Poverty in The United Kingdom. University of California Press. Townsend, P. (1985). A Sociological Approach to the Measurement of Poverty - A Rejoinder to Professor Amartya Sen. Oxford Economic Papers, New Series. Vol. 37, No. 4 (December). 659-668. ul Haq, M. (1995). Reflections on Human Development. N.Y.: Oxford University Press. UN (2006). The Millennium Development Goals Report 2006. New York: U. N. UN (2011). The Millennium Development Goals Report 2011. New York: U. N. UNAIDS (2010). Global Report: UNAIDS Report on the Global AIDS Epidemic 2010. New York: UNAIDS. UNDESA (2009). World Population Prospects: The 2008 Revision. New York: U. N. UNDP (1990). Human Development Report 1990. New York: Oxford University Press. UNDP (1991). Human Development Report 1991. New York: Oxford University Press. UNDP (1992). Human Development Report 1992. New York: Oxford University Press. 167 UNDP (1993). Human Development Report 1993. New York: Oxford University Press. UNDP (1994). Human Development Report 1994. New York: Oxford University Press. UNDP (1995). Human Development Report 1995. New York: Oxford University Press. UNDP (1996). Human Development Report 1996. New York: Oxford University Press. UNDP (1997). Human Development Report 1997. New York: Oxford University Press. UNDP (1998). Human Development Report 1998. New York: Oxford University Press. UNDP (1999). Human Development Report 1999. New York: Oxford University Press. UNDP (2000). Human Development Report 2000. New York: Oxford University Press. UNDP (2001a). Human Development Report 2001. N. Y.: Oxford University Press. UNDP (2001b). Human Development Report: Turkey 2001, Measuring Turkey's Human Development Performance. Ankara: UNDP. UNDP (2002). Human Development Report 2002. New York: Oxford University Press. UNDP (2003). Human Development Report 2003. New York: Oxford University Press. UNDP (2004a). Human Development Report 2004. New York: Hoechstetter Printing. UNDP (2004b). Human Development Report: Turkey 2004, Information and Communication Technologies. Ankara: UNDP. UNDP (2005). Human Development Report 2005. New York: Hoechstetter Printing. UNDP (2006). Human Development Report 2006. New York: Palgrave Macmillan. UNDP (2007). Human Development Report 2007/2008. N. Y.: Palgrave Macmillan. UNDP (2008). Human Development Report: Turkey 2008, Youth in Turkey. Ankara: Desen Ofset/UNDP. UNDP (2009). Human Development Report 2009. New York: Palgrave Macmillan. UNDP (2010). Human Development Report 2010. New York: Palgrave Macmillan. UNDP Statistics (2011). Human Development Reports, International Human Development Indicators. http://hdr.undp.org/en/statistics/data/ (Various Times). UNESCO Institute for Statistics (2010). UNESCO Institute for Statistics Data Site. http://stats.uis.unesco.org/unesco/ (Erişim Tarihi: 28.05.11). 168 Uzun, A. M. (2003). Yoksulluk Olgusu ve Dünya Bankası. C.Ü. Đktisadi ve Đdari Bilimler Dergisi. Cilt 4, Sayı 2. 155-173. van Rensburg, M. S. J. (2009). Measuring the Quality of Life of Residents in SADC Communities Affected by HIV. AIDS Care. Vol. 21, No. 9 (Sept.). 1132-1140. Veenhoven, R. (2007). Subjective Measures of Well-being. In M. McGillivray (ed.), Human Well-being: Concept and Measurement (pp. 214-239). New York: Palgrave Macmillan/UNU. Wade, R. H. (2004). Is Globalization Reducing Poverty and Inequality? World Development. Vol. 32, No. 4. 567–589. Wagle, U. (2008). Multidimensional Poverty Measurement: Concepts and Applications. New York: Springer. Wagle, U. (2010). Economic Inequality in Nepal: Patterns and Changes During the Late 1990s and Early 2000s. Journal of International Development. No. 22. 573-590. WBI (2005). Introduction to Poverty Analysis. Poverty Analysis Initiative, World Bank Institute. http://go.worldbank.org/UVD0DBDGC0 (Erişim Tarihi: 15.02.11) Williamson, J. (1990). What Washington Means by Policy Reform. In J. Williamson (ed.), Latin American Adjustment: How Much Has Happened? (pp. 5-20). Washington D.C.: Institute for International Economics. Williamson, J. (2000). What Should the World Bank Think about the Washington Consensus? The World Bank Research Observer. Vol. 15, No. 2. 251-264. Williamson, J. (2004). The Strange History of the Washington Consensus. Journal of Post Keynesian Economics. Vol. 27, No. 2 (Winter). 195-206. Williamson, O. E. (1985). The Economic Institutions of Capitalism. New York: The Free Press. Willis, K. (2005). Theories and Practices of Development. New York: Routledge. Witt, U. (2002). How Evolutionary is Schumpeter's Theory of Economic Development. Industry and Innovation. Vol. 9, Numbers 1/2. 7–22. World Bank (1990). World Development Report 1990: Poverty. New York: Oxford University Press. 169 World Bank (1996). Poverty in Sub-Saharan Africa: Issues and Recommendations. WB Africa Region Findings No. 73. http://www.africafocus.org/docs96/pov9610.php (Erişim Tarihi:11.05.11). World Bank (2010a). World Development Indicators 2010. Washington D.C. World Bank (2010b). Global Economic Prospects - Summer 2010: Fiscal Headwinds and Recovery. http://go.worldbank.org/7NIPEVSMO0 (Erişim Tarihi: 28.05.11). Yeldan, E. (2008). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme. Đstanbul: Đletişim Yayınları. Yılmaz, F. (2009). Rasyonalite: Đktisat Özelinde Bir Tartışma. Đstanbul: Paradigma. 170 ÖZGEÇMĐŞ Mehmet Sedat UĞUR Çukurova Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Đktisat Bölümü Kat:1 Balcalı/Adana [email protected] / [email protected] Eğitim Geçmişi__________________________________________________________ 2008 - 2011: Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Đktisat Anabilim Dalı. 2004 - 2008: Lisans, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi, Đktisat Bölümü. Đş Deneyimi____________________________________________________________ 2010 - ... : Araştırma Görevlisi, Çukurova Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi, Đktisat Bölümü, Adana. 2009 - 2010: Araştırma Görevlisi, Çankırı Karatekin Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi, Đktisat Bölümü, Çankırı. Yabancı Dil ve Paket Program Bilgisi_______________________________________ Đngilizce (ileri), E-Views 5.1/6.0 (temel), MS Office (temel). Bilimsel Kuruluşlara Üyelikler_____________________________________________ Human Development and Capability Association, Đktisadi Bilimler Derneği (Adana).