tc çukurova ünđversđtesđ sosyal bđlđmler enstđtüsü đktđsat

advertisement
T.C.
ÇUKUROVA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI
ĐNSANĐ GELĐŞME YAKLAŞIMI VE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN
GELĐŞMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
Mehmet Sedat UĞUR
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
ADANA/2011
T.C.
ÇUKUROVA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI
ĐNSANĐ GELĐŞME YAKLAŞIMI VE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN
GELĐŞMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
Mehmet Sedat UĞUR
Danışman: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
ADANA/2011
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü'ne,
Bu çalışma, jürimiz tarafından ĐKTĐSAT anabilim dalında YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
olarak kabul edilmiştir.
Başkan: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR
(Danışman)
Üye: Prof. Dr. Ünal AY
Üye: Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAŞ
ONAY
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.
...../...../2011
Prof. Dr. Azmi YALÇIN
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve
fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu'ndaki hükümlere tabidir.
i
ÖZET
ĐNSANĐ GELĐŞME YAKLAŞIMI VE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN
GELĐŞMEKTE OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
Mehmet Sedat UĞUR
Yüksek Lisans Tezi, Đktisat Anabilim Dalı
Danışman: Prof. Dr. Murat DOĞANLAR
Ağustos 2011, 170 sayfa
Amartya Sen'e göre kalkınma, insanların yararlandıkları gerçek özgürlüklerin
genişletilmesi sürecidir ve temel olarak insanlarla ilgilidir. Gerçek anlamda bir
kalkınma ancak, insanların yaşamlarını özgür bir biçimde sürdürebildikleri bir toplum
içerisinde gerçekleşebilir. Yalnızca gelir artışının veya çıktı düzeyinin artırılmasını
içeren iktisadi bir anlayış, böylesi bir süreci açıklamada yetersiz kalır. Gelir artışı, tek
başına insani yoksunluğu açıklayamaz. Đnsanların tercihleri, iktisadi refahın çok
ötesindedir. Dolayısıyla kalkınma sürecinin asıl içeriğine erişilmesi, ancak insanların
yaşamlarında önemli bir yer tutan ve onların yaşamlarını değerli kılan sosyal, siyasal,
kültürel olmak üzere diğer tüm unsurların da analize dahil edilmesiyle mümkün olabilir.
Ancak bu şekilde, insan refahı tam anlamıyla anlaşılabilir.
Amartya Sen'in "kapasite yaklaşımı", insan merkezli bir kalkınma anlayışının
felsefi ve kavramsal altyapısını oluşturur. Merkezine insanı alarak, onun temel
kapasitelerine ve özgürlüklerine odaklanan insani gelişme yaklaşımı, kalkınma
sürecinde önemli bir yer tutar. Kişisel çıkar dürtüsüne dayalı, faydanın ve iktisadi
refahın maksimizasyonunu içeren ve rasyonaliteyi evrensel bir koşul olarak kabul eden
neoliberal yaklaşımda ise kalkınmanın içeriği, milli gelirde rakamsal bir artışı ifade eder.
Ancak böylesi bir kalkınma anlayışı, gelişmekte olan ülkelerin deneyimlerine
bakıldığında yetersiz ve işlevsiz kalır. Đhtiyaç duyulan, bilinçli bir kamu politikasıyla
iktisadi büyümenin insanların yaşantılarına aktarılmasıdır. Buna göre, kalkınma
sürecinde insana ve insani gelişmeye dayalı bir yaklaşım, etkili bir kamu politikasıyla
birlikte, gelişmekte olan ülkelerde neoliberal reçetelere göre daha etkin görünmektedir.
Anahtar kelimeler: Đnsani gelişme, kapasite yaklaşımı, neoliberalizm.
ii
ABSTRACT
COMPARISON OF HUMAN DEVELOPMENT APPROACH AND
NEOLIBERAL POLICIES FOR DEVELOPING COUNTRIES
Mehmet Sedat UGUR
Master Thesis, Department of Economics
Supervisor: Prof. Dr. Murat DOGANLAR
August 2011, 170 pages
Development is a process of expanding the real freedoms that people enjoy, as
described by Amartya Sen. Main concern of development and its primary focus is
human beings. Actual development can eventuate only in a society where the main
focus is enriching human lives. An approach which focuses the expansion of income or
economic outcomes is inadequate to explain such a process; a high income by itself was
no defense against human deprivation. Many human choices extend far beyond
economic well-being. Thus, only a multidisciplinary approach may reach the primary
content of development process, by including both economic and non-economic factors
and other social, political and cultural variables which make human life valuable. Only
then, there's a major chance to understand human well-being.
Amartya Sen's influential "capability approach" constitutes the philosophical and
conceptual foundation of a human centered development view. There, human
development approach stands as a considerable progress in development. This approach
focuses on people's basic capabilities and their freedom by putting them in center of its
analysis. In contrast, economic growth is the trend focus of neoliberal approach and
content of development is an increase in national income. But, such a development view
remains deficient and non-functional according to the experiences of developing
countries. What is needed is to understand that the quality of this growth is just as
important as its quantity. By no means, a conscious public policy is needed to translate
economic growth into people's lives. Accordingly, a human development approach with
an efficient public policy seems more effective than neoliberal policies.
Keywords: Human development, capability approach, neoliberalism.
iii
ÖNSÖZ
Geleneksel iktisatta, insanların kişisel çıkar dürtüsüne dayalı olarak rasyonel
davrandığı ve böylesi bir güdünün, görünmez elin de marifetiyle kendiliğinden sosyal
kazançta bir artışa yol açacağı varsayılır. Buradaki varsayımda söz konusu olan 'temsili
ajanların' insan davranışlarını açıklaması beklenir. Ancak gerçek hayattaki insan
davranışları, bir çok farklı güdünün etkisiyle oluşur. Đnsanın varoluş nedenleri nasıl
çoğulsa, motivasyonları da o derecede o çoğuldur. Dolayısıyla, daha gerçekçi bir analiz
için, insanı, karakterize edilmiş bir varlık olarak düşünmek yerine, insanın herhangi bir
şey olmaya ve yapmaya muktedir olduğu temel kapasitelerini dikkate alarak düşünmek
gerekir. Đnsanı analizinin merkezine koyan böylesi bir anlayış ile ancak gerçek kalkınma
sağlanabilir ve insan refahı tam anlamıyla anlaşılabilir. Öyle ki bu tez de, ana hatlarını
oluşturan ‘insani gelişme’ yaklaşımının da ilhamını aldığı Hintli iktisatçı Amartya
Sen’in düşüncelerinden önemli ölçüde etkilenerek yazılmıştır. Sen’in yaptığı gibi,
kalkınmayı insanların özgürlüklerinin genişletilmesi süreci olarak görmek, literatüre
yeni ve emsalsiz bir boyut kazandırmıştır. Sonuçta, Sen’in 1980’lerin başından itibaren
çerçevesini oluşturmaya başladığı kapasite yaklaşımı, genel olarak iktisat literatüründe
‘rasyonel bir hesaplama içerisinde olan insanın’ bundan çok daha farklı bir şekilde
tasavvur edilmesine ve ‘günlük yaşantımız içerisinde görmeye alışık olduğumuz sosyal- insan’ haline gelmesine de önayak olmuştur.
Đnsani gelişme yaklaşımının ortaya atıldığı Đnsani Gelişme Raporları ve ölçüm
çabasını içeren Đnsani Gelişme Endeksi, bu çalışma için önem arz eder. 1990 yılından
bu yana Birleşmiş Milletler Gelişme Programı tarafından yayımlanan bu raporlar ve bu
raporlarda hesaplanan endeks değerleri, insan odaklı bir anlayışın gelişmesi açısından
önemlidir. Bu raporlar, her yıl düzenli olarak farklı konular üzerine odaklanmış,
endeksin ölçüm yöntemi ve göstergeleri de en son 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda
olmak üzere bu bağlamda geliştirilmiştir. Bu çalışmaya son noktayı koyduğum anda
2011 yılı Đnsani Gelişme Raporu henüz yayımlanmamıştır. Ancak herhangi bir
değişiklik olmadığı takdirde, yeni raporun, herkes için daha iyi bir gelecek için
sürdürülebilirlik ve adalet konuları üzerine odaklanacağı açıklanmıştır. Rapor, insani
gelişme sürecinin hem günümüz insanları hem de gelecek nesiller için nasıl
sürdürülebilir hale getirilebileceğinin ve dünyadaki kötü koşullarda yaşayan insanların
çevresel bozulmadan en fazla etkilenecek insanlar olduğunun altını çizmeye
hazırlanmaktadır. Böylesi bir rapor, sürdürülebilir kalkınma ve çevre için cesur
iv
yaklaşımların ortaya atılması gerektiğini savunurken, halihazırda 1980’den beri ilk defa
bu ölçüde bir kuraklığa tanık olan Doğu Afrika'daki insanların yaşamakta olduğu kıtlık
açısından da önem arz etmektedir. Öyle ki, raporun önerilerinin, bu toplumun insanları
için de çözüm yolları sunabilmesiyle sınanacağı açıktır.
Ayrıca, teze başlamadan önce bu tezin, kolektif emek ve ilgilerin bir ürünü
olduğuna da değinmem gerekir. Çünkü bu emek verilmemiş ve gereken ilgi
gösterilmemiş olsaydı, bu çalışma da ortaya çıkmamış olurdu. Bu nedenle öncelikle,
tezin yazım aşamasında yaşadığım zorluklara karşı gösterdiği sabır ve hoşgörüsü, tez
konumla ilgili olarak da gösterdiği özeni için, danışmanım olmasından dolayı onur ve
mutluluk duyduğum hocam Sayın Prof. Dr. Murat DOĞANLAR’a teşekkürlerimi
sunarım. Sayın hocam olmasaydı, bu konunun üzerine eğilmek mümkün olmayabilirdi.
Ayrıca tez jürimde yer alan hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Tolga KABAŞ’a tezimle ilgili
sorduğum sorulara verdiği içten cevaplar, yaptığı düzeltmeler ve temin etmemi
sağladığı kaynaklar için teşekkürü bir borç bilirim. Tez jürimde yer alan ve konuma
duyduğu ilgisinden dolayı mutlu olduğum hocam Sayın Prof. Dr. Ünal AY’a da verdiği
destek için minnettarım. Elbette, Đktisat Bölümü’nün tüm öğretim elemanlarına, tüm
çalışma arkadaşlarıma tez yazım sürecim boyunca geçirdiğim günler süresince iş
hayatındaki aksamalara karşı gösterdikleri müsamaha ve verdikleri içten destek için
minnettarım. Özellikle de başta Arş. Gör. Almıla BURGAÇ olmak üzere tüm araştırma
görevlisi arkadaşlarımın verdikleri desteğin ve başta hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Hakkı
ÇĐFTÇĐ ve hocam Sayın Doç. Dr. Harun BAL olmak üzere tüm hocalarımın gösterdiği
ilgi, alaka ve hoşgörünün tezin ilerlemesinde yol gösterici olduğu inkar edilemez.
Sonuç olarak, insani gelişme sürecimde emeği olan tüm insanlara; sağlıklı, iyi ve
en önemlisi de ‘insanca’ bir hayat sürmemi sağlayan aileme ve bugüne dek verdikleri
eğitim-öğretim için de tüm öğretmenlerime müteşekkirim. Đşin aslı, bu tezde en çok söz
sahibi olması gereken de onlardır.
Bu çalışma, ĐĐBF2010YL8 numaralı proje kapsamında Çukurova Üniversitesi
Bilimsel Araştırma Fonu tarafından desteklenmiştir.
Mehmet Sedat UĞUR
Adana, 2011.
v
ĐÇĐNDEKĐLER
Sayfa
ÖZET ............................................................................................................................... i
ABSTRACT ................................................................................................................... ii
ÖNSÖZ .......................................................................................................................... iii
KISALTMALAR LĐSTESĐ ......................................................................................... ix
TABLOLAR LĐSTESĐ .................................................................................................. x
ŞEKĐLLER LĐSTESĐ ................................................................................................... xi
BÖLÜM I
GĐRĐŞ
1.1. Çalışmanın Önemi .................................................................................................... 1
1.2. Çalışmanın Kapsamı ve Kısıtları .............................................................................. 3
1.3. Çalışmanın Amacı .................................................................................................... 3
1.4. Çalışmanın Planı ....................................................................................................... 4
BÖLÜM II
KALKINMA KAVRAMI, TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ VE ĐNSANĐ GELĐŞME
2.1. Kalkınma Kavramı ve Anlamsal Đçeriği ................................................................... 6
2.2. Kalkınma Đktisadı'nın Tarihsel Gelişimi ................................................................... 8
2.2.1. Kalkınma Đktisadı'nın Teorik Kökenleri ......................................................... 8
2.2.2. Yeni Bir Disipline Doğru ............................................................................. 12
2.2.3. Kalkınma Đktisadı'nın Doğuşu ...................................................................... 13
2.2.4. Kalkınma Đktisadı'nda Neoliberal Politikaların Ortaya Çıkışı ...................... 22
2.2.5. Kapasite Yaklaşımı ve Kapasitelerin Genişletilmesi Olarak Đnsani
Gelişme ......................................................................................................... 25
2.3. Đnsani Gelişme Kavramı ......................................................................................... 32
2.3.1. Đnsani Gelişmenin Tanımı, Unsurları ve Gelişimi ........................................ 33
2.3.2. Đnsani Gelişmede Araç ve Sonuç Düşüncesi ................................................ 34
vi
2.3.3. Đnsani Gelişme ile Büyüme Arasındaki Đlişki ............................................... 36
2.4. Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP) Tarafından Yayımlanan Đnsani
Gelişme Raporları (ĐGR)'nın Đncelenmesi .............................................................. 39
2.4.1. Kuruluş Aşaması (1990-1994 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) ................. 39
2.4.2. Gelişim Aşaması (1995-1998 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) ................. 40
2.4.3. Yenilenme Aşaması (1999-2005 Yılları Đnsani Gelişme Raporları) ............ 42
2.4.4. Krizlerle Mücadele Aşaması (2006-2009 Yılları Đnsani Gelişme
Raporları) ...................................................................................................... 46
2.4.5. Değişim Aşaması (2010 Yılı Đnsani Gelişme Raporu) ................................. 47
BÖLÜM III
ĐNSAN REFAHININ VE ĐNSANĐ GELĐŞMENĐN ÖLÇÜLMESĐ
3.1. Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci ...................................................... 48
3.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm ............................................................. 53
3.2.1. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüm Yöntemi ve Avantajları ........................ 55
3.2.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüme Getirilen Eleştiriler ............................. 56
3.2.3. Neoliberal Yaklaşıma Göre Đnsan Refahı ve Neoliberal Politikaların
Đçeriği ............................................................................................................ 59
3.2.4. Yoksulluk Kavramı, Tarihsel Gelişimi ve Tek Boyutlu Yoksulluk
Ölçümleri ...................................................................................................... 63
3.2.4.1. Yoksulluğun Ölçülmesindeki Sorunlar ve Yoksulluk Tanımları .... 66
3.2.4.1.1. Mutlak Yoksulluk Tanımı ................................................. 67
3.2.4.1.2. Göreli Yoksulluk Tanımı ................................................... 69
3.2.4.2. Tek Boyutlu (Đktisadi) Yoksulluk Ölçüm Yöntemleri ..................... 71
3.2.4.2.1. FGT Kümesi (Kafa Sayım Oranı, Yoksulluk Açığı
Endeksi, Yoksulluk Açığının Karesi Endeksi) .................. 71
3.2.4.2.2. Sen Endeksi ....................................................................... 74
3.2.4.2.3. Sen-Shorrocks-Thon Endeksi ............................................ 75
3.2.4.2.4. Watts Endeksi .................................................................... 75
3.3. Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm ............................................. 76
3.4. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan (Sosyal, Kültürel, Siyasal)
Göstergelere Bağlı Ölçüm ..................................................................................... 77
vii
3.4.1. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan Göstergeler Bağlı Ölçüm
Yöntemi, Ortaya Çıkışı ve Gelişimi ............................................................ 78
3.4.2. Đnsani Gelişme Endeksi .............................................................................. 79
3.4.2.1. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Tanımı ve Unsurları ........................... 80
3.4.2.1.1. Đyi Yaşam Standardı (Satın Alma Gücü Paritesine (PPP)
Göre Kişi Başına Düşen Milli Gelir) ................................ 82
3.4.2.1.2. Bilgi Düzeyi (Okuryazarlık Oranı ve Okullaşma) ............ 84
3.4.2.1.3. Uzun, Sağlıklı Bir Yaşam (Doğumda Yaşam Beklen.) .... 85
3.4.2.2. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Hesaplanması ..................................... 85
3.4.2.3. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Avantajları ve Endekse Getirilen
Eleştiriler ........................................................................................ 92
3.4.3. Đnsani Gelişmenin Ölçümünde Kullanılan Diğer Birleşmiş Milletler
Gelişme Programı (BMGP) Endeksleri ....................................................... 98
3.4.3.1. Özgürlük Kavramı ve Đnsani Özgürlükler Endeksi ........................ 98
3.4.3.2. Siyasi (Politik) Özgürlük Endeksi ................................................ 100
3.4.3.3. Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi ............................................... 100
3.4.3.4. Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Endeksi) ..................... 102
3.4.3.5. Kapasite Yoksulluğu Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi ........ 103
3.4.3.5.1.Gelişmekte olan Ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi . 104
3.4.3.5.2.Gelişmiş Ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi ............. 105
3.4.3.6. Öncelikli Ülke Gruplarına ve Gelir Gruplarına Göre Yapılan
Ölçümler ....................................................................................... 105
3.4.3.7. Đnsani Gelişmede Eşitlik ve Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani
Gelişme Endeksi ........................................................................... 106
3.4.3.8. Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi .......................................................... 111
3.4.3.9. Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi .................................................. 113
BÖLÜM IV
ĐNSANĐ GELĐŞME ĐLE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐŞMEKTE
OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
4.1. Gelişmekte Olan Ülkeler ve Đnsani Gelişmenin Önemi ...................................... 117
4.1.1. Gelişmekte Olan Ülkelerin Karakteristik Özellikleri ................................ 117
viii
4.1.2. Gelişmekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelişmenin Önemi ve Seçilmiş
Gelişmekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelişmenin Đncelenmesi ................. 123
4.2. Đnsani Gelişme ve Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması .............................. 130
4.3. Đnsani Gelişmenin Türkiye Đçin Đncelenmesi ....................................................... 133
4.3.1. Türkiye Ekonomisinin Yapısı ve Kalkınma Göstergelerinin Evrimi ........ 135
4.3.2. Türkiye Đçin Đnsani Gelişme Göstergeleri ................................................. 137
BÖLÜM V
SONUÇ VE ÖNERĐLER
5.1. Sonuç .................................................................................................................... 141
5.2. Öneriler ................................................................................................................. 145
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 146
ÖZGEÇMĐŞ ............................................................................................................... 170
ix
KISALTMALAR LĐSTESĐ
BM (UN): Birleşmiş Milletler (United Nations)
BMGP (UNDP): Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (United Nations Development
Programme)
CEE: Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (Gender Inequality Index)
CGE: Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi (Gender Development Index)
CYÖ: Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Gender Empowerment Measure)
ÇYE: Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (Multidimensional Poverty Index)
IMF: Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund)
ĐGE: Đnsani Gelişme Endeksi (Human Development Index)
ĐGR: Đnsani Gelişme Raporu (Human Development Report)
ĐYE: Đnsani Yoksulluk Endeksi (Human Poverty Index)
EĐGE: Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi (Inequality-adjusted Human
Development Index
FGT: Foster-Greer-Thorbecke
GSMH: Gayrisafi Milli Hasıla
GSYĐH: Gayrisafi Yurtiçi Hasıla
HIV/AIDS: Đnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü (Human Immuno-deficiency Virus)/
Edinilmiş Bağışıklık Eksikliği Sendromu (Acquired Immune Deficiency Syndrome)
MDGs: Milenyum Kalkınma Hedefleri (Millennium Development Goals)
OECD: Ekonomik Đşbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organisation for Economic CoOperation and Development)
PPP: Satın Alma Gücü Paritesi (Purchasing Power Parity)
UNAIDS: HIV/AIDS Üzerine Birleşmiş Milletler Ortak Programı
x
TABLOLAR LĐSTESĐ
Sayfa
Tablo 1: 1950'den Neoliberal Politikalara Kadar (1980) Kalkınma Đktisadının
Evrimi ............................................................................................................. 19
Tablo 2: 1980'den Bugüne Kalkınma Đktisadının Evrimi ............................................. 24
Tablo 3: Nussbaum'un Merkezi Đnsan Kapasiteleri ...................................................... 31
Tablo 4: Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci ............................................. 52
Tablo 5: Đnsan Refahının Ölçülmesinde Kullanılan Đktisadi Göstergeler ..................... 55
Tablo 6: Özgün ve Genişletilmiş Washington Konsensüsü ......................................... 62
Tablo 7: Dünya Bankası'nın Yoksulluk Sınırına Göre Yoksulluk Hesaplamaları ....... 74
Tablo 8: Đnsan Refahının Ölçülmesinde Kullanılan Đktisadi Olmayan Göstergeler ..... 76
Tablo 9: 2010 Yılı Đnsani Gelişme Endeksi Đçin Belirlenen Maksimum ve
Minimum Sınırlar ........................................................................................... 91
Tablo 10: Đnsani Gelişme Đçin Kullanılabilecek Đlave Unsurlar ve Göstergeler ........... 97
Tablo 11: Dünya ve Bölgelerarası Çok Boyutlu Yoksulluk Ölçüm Değerleri ........... 115
Tablo 12: 2010 Yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda Yayımlanan Endekslerin
Hesaplanması .............................................................................................. 116
Tablo 13: Gelişmiş Ülkelerin ve Gelişmekte Olan Bölgelerin Kentsel Nüfus Payları
Ve Toplam Nüfusları .................................................................................. 121
Tablo 14: Ülke Grupları Arasında Đnsani Gelişme Endeksi Trendinin
Karşılaştırılması .......................................................................................... 124
Tablo 15: Đnsani Gelişme Yaklaşımı ile Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması ... 131
Tablo 15 (devam): Đnsani Gelişme Yaklaşımı ile Neoliberal Politikaların
Karşılaştırılması .......................................................................................... 132
Tablo 16: Türkiye için Đnsani Gelişme Göstergelerinin Đncelenmesi ........................ 138
Tablo 17: Türkiye için Đnsani Gelişme Endeksi ve Diğer Endekslerdeki
Değişimler .................................................................................................. 138
xi
ŞEKĐLLER LĐSTESĐ
Sayfa
Şekil 1: Seçilmiş Ülkeler Đçin Kişi Başına GSMH ve Doğumda Yaşam
Beklentisinin Karşılaştırılması ........................................................................ 38
Şekil 2: Đnsani Gelişme Endeksinin Unsurları ve Đktisadi Büyüme Arasındaki Bağ,
1970-2010 ........................................................................................................ 81
Şekil 3: Seçilmiş Ülkeler Đçin Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi
(EĐGE) Değerleri ........................................................................................... 110
Şekil 4: HIV/AIDS ile Yaşayan Çocuk ve Yetişkin Đnsan Sayısı ............................... 118
Şekil 5: Son Kırk Yılda Đnsani Gelişme Düzeylerinde En Hızlı Gelişme
Kaydeden Ülkeler .......................................................................................... 125
Şekil 6: Son Kırk Yılda Đnsani Gelişme Düzeylerinde En Düşük Gelişme
Kaydeden Ülkeler .......................................................................................... 127
Şekil 7: Seçilmiş Afrika Ülkeleri Đçin Doğumda Yaşam Beklentisi Değerleri ........... 128
Şekil 8: Türkiye için GSYĐH Büyümesi Değerleri ..................................................... 134
1
BÖLÜM I
GĐRĐŞ
1.1. Çalışmanın Önemi
Bir toplumda kalkınmanın nasıl gerçekleşeceği hakkında farklı düşüncelerin
dikkate alınması önemlidir. Kalkınmanın nasıl sağlanacağına dair farklı anlayışlar,
farklı politika ve sonuçları da beraberinde getirir. II. Dünya Savaşı sonrası, siyasal
özgürlüklerine kavuşan ülkelerin yönetimi acil bir sorun olarak ortaya çıktığında bu
ülkeler, kalkınmalarını gerçekleştirebilmek için genelde büyüme odaklı bir anlayışa
yönelmişlerdir. Bu dönem ve sonrasında kalkınma, genelde sanayileşme gibi
kavramlarla eşdeğer olarak görülmüştür. Ancak, özellikle 1970'lerden sonra kalkınma
kavramı, büyüme odaklı olduğu için eleştirilmeye başlanmış ve ülkeler iktisadi
büyümelerini
gerçekleştirmelerine
rağmen
bu
ülkelerin
insanlarının
yaşam
standartlarında herhangi bir ilerleme kaydedilememiştir. Yani iktisadi büyüme, o
ülkenin insanları için olumlu sonuçlar doğurmamıştır. Yalnızca gelir artışına odaklanan
bir büyüme toplumun ilerlemesinde yetersiz kalmış, bu nedenle de bu, insanı analizinin
merkezine koyan, insan odaklı bir kalkınma anlayışına geçişi mecbur kılmıştır.
En geniş biçimde kalkınma, insanların yaşamlarını özgür bir şekilde
sürdürebildiği bir toplum içerisinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla sadece ekonomik
çıktının veya kişi başına gelirin artırılması gibi ekonomik göstergelerle ifade edilen bir
'kalkınma' anlayışı böylesi bir süreçte anlamsız kalır. O halde kalkınmanın asıl içeriğine
ulaşabilmek için, sosyal, siyasal, kültürel olmak üzere diğer bir çok niteliksel
değişkenin de göz önünde bulundurulması gerekir. Aynı zamanda toplumun bir bütün
olarak kalkınma sürecine katılması, kalkınmanın bir anlam ifade edebilmesi için ön
koşuldur. Öyleyse kalkınmanın ilk olarak insanlarla ilgili olduğu, onları yalnızca bir
'araç' olarak değil, kalkınmanın asıl 'amacı' olarak kabul edilmesi, dolayısıyla
kalkınmanın, bu insanların özgürlüklerinin ve kapasitelerinin genişletilmesi ve yaşam
standartlarının yükseltilmesi süreci olarak görülmesi gerekir.
Kalkınmanın insanların kapasitelerinin genişletilmesi süreci olarak görülmesi,
aynı zamanda geleneksel kalkınma anlayışına bir meydan okuma niteliğini de taşır.
Böylece, insan refahının tek başına 'fayda' ile ölçülemeyeceği, asıl ele alınması
2
gerekenin, insanın bazı temel şeyleri yapmaya muktedir olduğu 'temel kapasiteleri'
olduğu ortaya konmuş olur. Đşlevli hale getirilebilen bu kapasiteler, aynı zamanda
bireysel özgürlüğün de önkoşuludur (Sen, 1979b, s. 218; Sen, 1993, s. 33). Kapasite
yaklaşımı, insanları kalkınma sürecinin merkezine koymasıyla önem arz eder. Böylece
aynı zamanda etik bir kalkınma anlayışının da temelleri atılmış olur.
Kalkınma anlayışında etik konusu gündeme geldiğinde, iktisadın özellikle
marjinalist devrimle birlikte büründüğü bilimsel kıstaslarından uzaklaşıldığı kabul
edilir. Çünkü iktisat kuramına göre, tüm bireyler akılcı bir biçimde kendi çıkarlarının
peşinde koşarlar. Öyle ki Adam Smith, iktisadın temel taşı olan ünlü Ulusların
Zenginliği'nde, insanları harekete geçiren olgunun 'durumlarını iyileştirme arzusu'
olduğunu vurgularken, bunun için de en kaba yöntemin 'servet artırımı' olduğuna
değinir (Smith, 1994[1776], s. 372). Dolayısıyla da, insanların çok çeşitli tutkularca
sürüklendiğinin farkında olmasına rağmen, buradaki insan davranışında genelde akılcı
bir yaklaşımı ön planda tutar. Böylece kişisel çıkarcı olarak nitelendirilen bireylerin
davranışlarının görünmez bir elin marifetiyle toplumsal kazançta bir artışa yol açtığına
ilişkin temelde rasyonel bir yaklaşım ortaya atılmış olur. Đnsan eyleminin bir rasyonel
seçime indirgenmesi ile karakterize edilmiş böylesi bir rasyonel birey de, sonuç olarak
tahmin edilebilir bir birey haline gelir.
Bu açıdan kapitalizmin de, baskıcı ve yabancılaştırıcı yönü ve 'eksiksiz insan
kişiliğinin' gelişimini nasıl engellediği tartışma konusudur. Ne var ki, Hirschman (2008,
s. 129), tutkular ve çıkarlar açısından böyle bir suçlamanın biraz haksız olabileceğine
değinir, çünkü kapitalizmden beklenenin tam da çeşitli insan dürtülerini ve eğilimlerini
bastırması, daha az yönlü, öngörülemezliği azalmış ve tek boyutlu bir insan kişiliği
yaratması olduğunu savunur. Yani aslında, buna göre kapitalizmin tam da bir süre sonra
kendisinin en kötü özelliği olarak gösterilecek şeyleri zaten gerçekleştirmesi gerektiğini
ifade eder. Ancak A. Sen'e göre, kendi tercih davranışında hiçbir tutarsızlık
göstermeyen böylesi tahmin edilebilir bir birey ancak dar anlamda rasyonel olabilir.
Đnsanların motivasyonları çoğul olduğundan kişisel çıkar dürtüsü tek başına insanlığı
yönlendiremez. Đnsanlar, temel olarak benzer değildirler. Gerçekte, sağlık, uzun
ömürlülük, iklim koşulları, yaşanılan yer, iş koşulları, mizaç ve hatta vücut ölçüleri
bakımından farklılıklar gösterirler. Dolayısıyla, gerçekleri görebilen bir etik anlayışı
için, çıkarı daha geniş anlamda değerlendirmek gerekir (Sen, 1979b, s. 215).
3
1.2. Çalışmanın Kapsamı ve Kısıtları
Kalkınmaya daha geniş bir çerçeveden bakarak, bu süreci insanların
özgürlüklerinin genişletilmesi süreci olarak görmek, yalnızca gelir artışına odaklı bir
iktisadi büyüme anlayışından önemli bir farklılık gösterir. Đnsanların özgürlüklerinin
genişletilmesi süreci olarak görülen kalkınma anlayışıyla birlikte analizin merkezine
insan konulmuş olur. Böyle bir yaklaşım analizin kapsamını da genişletmiş olur.
Đnsan refahını anlamaya çalışırken, gelirin önemli bir etkiye sahip olduğu, ancak
yalnızca gelir çözümlemesiyle yetinilmemesi gerektiği düşüncesinin benimsenmesi
önemlidir. Yalnızca gelir çözümlemesini içeren neoliberal görüş, çalışmanın bir
boyutunu ifade ederken, çok boyutlu bir anlayış sunan insani gelişme yaklaşımı ise
çalışmanın diğer boyutunu oluşturmuş olur.
Amartya Sen'in 1980'lerin başından itibaren üzerinde durduğu, insani gelişme
yaklaşımının da temelini oluşturan ve hem felsefi hem de iktisadi olarak güçlü bağlara
sahip olan kapasite yaklaşımı, bu çalışma için önem arz eder. Đnsani gelişme yaklaşımı
ile, kalkınmanın hedefi, üç temel kapasitenin genişletilmesi yoluyla insan yaşamının
değerinin artırılması halini alır. Bu çerçevede insani gelişme yaklaşımının temel
unsurları ve bu yaklaşımın ortaya çıkışını sağlayan Đnsani Gelişme Raporları ve diğer
çalışmalar, bu çalışmanın kapsamı içerisindedir.
Đnsan refahının ölçülmesi konusunda çalışmada ele alınan iki ayrı görüşün farklı
ölçüm yöntemleri mevcuttur. Geliri içeren tek boyutlu bir analizi benimseyen neoliberal
yaklaşım, ne yoksulluğu ne de insan refahını tam olarak açıklamada önemli sorunlar
yaşar. Çok boyutlu bir anlayış sunan insan gelişme yaklaşımı ise, insani gelişme için
gereken farklı unsurları içeren birçok farklı endeks ortaya koyar.
Her ne kadar Đnsani Gelişme Endeksi her gelişmişlik düzeyindeki ülkeler için
hesaplanıyor olsa da, çalışma içerisinde yapılan analizlerde öncelikli olarak gelişmekte
olan ve Đnsani Gelişme Endeksi trendinde hızlı veya düşük düzeyde gelişme kaydeden
ülkeler ele alınmıştır. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin karakteristiklerinin incelenmesi,
bu ülkeler için gereken kalkınma anlayışının anlaşılabilmesi açısından önemlidir.
1.3. Çalışmanın Amacı
Merkezine insanı alarak, özgürlüğe ve temel kapasitelere odaklanan insani
gelişme yaklaşımı ile, iktisadi etkinliği analizinin merkezine koyan ve rasyonaliteyi
evrensel bir koşul olarak kabul eden neoliberal yaklaşımın kavramsal çerçevelerinin
4
incelenmesi ve karşılaştırılması, ölçümlerindeki ve genel hatlarındaki farklılıkların
anlaşılması bu çalışmanın amacını ifade etmektedir. Aynı zamanda bu çalışmayla hangi
politikaların gelişmekte olan ülkelerde, bu ülkelerin karakteristik özellikleri de dikkate
alındığında, çözüm olabileceğini ve bu ülkelerde insani gelişme sürecinin olumlu yönde
nasıl gerçekleşebileceğini anlamak hedeflenmiştir.
1.4. Çalışmanın Planı
Giriş ve sonuç bölümleri de dahil olmak üzere, beş bölümden oluşan tez
çalışmasının birinci bölümünü çalışmanın önemi, amacı, kapsam ve kısıtlarını içeren
giriş kısmı oluşturmaktadır. Đkinci bölümde, farklı anlayışlarının anlaşılabilmesi için,
iktisat literatüründe kalkınma kavramı, kalkınma ve büyüme ayrımı, kalkınma ve
büyüme iktisadının kırılma noktaları ve geleneksel kalkınma anlayışından insani
gelişme anlayışına geçiş süreci ele alınmaktadır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde, insan refahının ölçülmesi konusu incelenmiştir.
Đlk önce iktisadi refahın nasıl ölçüldüğü açıklanmaya çalışılmış, ardından yalnızca
iktisadi refahı içermeyen ve sosyal-siyasal değişkenleri de analizine dahil eden ölçümler
incelenmiştir. Bu bağlamda da merkeze gelir veya harcamaları koyan neoliberal
yaklaşım ile merkezine insanı koyan insanı gelişme yaklaşımı karşılaştırılmış ve ölçüm
endeksleri açıklanmıştır.
Merkezine geliri koyan geleneksel iktisadi anlayışın kullandığı bir ölçüt olarak
GSMH'nin insan yaşamını veya insanın değer verdiği şeyleri ölçmede sorunlar yaşadığı
uzun bir süredir tartışılmaktadır. Robert F. Kennedy'nin de, 1968'deki ünlü
konuşmasında1, eğer insan yaşamı, GSMH ile değerlendiriyorsa, Amerika'nın
dünyadaki en yüksek GSMH değerine sahip olduğunu belirtirken, diğer taraftan, bu
değerin hesaplanmasında, nükleer silah üretiminden, sigara reklamlarına kadar birçok
unsurun ölçüme dahil edildiğini, ancak bu ölçümün, çocukların sağlığını, eğitimlerinin
kalitesini ve oyunlardan aldıkları zevki, siyasal tartışmaların düzeyini ve siyasetçilerin
dürüstlüğünü yok saydığını, hatta ne insanın duygularını ne de cesaretini dikkate
almadığını ifade ederek, konuşmasını "GSMH, hayatı değerli kılan unsurlar hariç, her
şeyi ölçmektedir" şeklinde etkili bir cümleyle bitirdiği görülmektedir. Bu ifade ve bu
bağlamda, hayatı değerli kılan unsurların ölçüme dahil edilme çabası önemlidir. Öyle
1
Kansas Üniversitesi'ndeki bu konuşmanın tam metnine, http://www.jfklibrary.org/Research/ReadyReference/RFK-Speeches/Remarks-of-Robert-F-Kennedy-at-the-University-of-Kansas-March-181968.aspx adresinden erişilebilir.
5
ki, Đnsani Gelişme Raporları'nda sunulan ve temel insan kapasitelerini ölçmeye çalışan
Đnsani Gelişme Endeksi ve bu endeksi destekleyen Đnsani Özgürlük Endeksi, Cinsiyet
Eşitsizliği Endeksi, Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi, Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani
Gelişme Endeksi gibi diğer tüm endeksler de böylesi bir amaçla yola çıkmışlardır.
Đnsanın hayatını değerli kılan unsurlarını ölçmeye çalışan bu endeksler, bu bölümün
inceleme konusu içerisinde yer almaktadır. Aynı zamanda bu bölümde bu endeksler
incelenirken, özgürlük, eşitlik ve eşitsizlik, çok boyutlu yoksulluk gibi kavramların
analizlerine de yer verilerek, insani gelişmenin içeriğinin çok daha rahat kavranmasına
yardımcı olunmaya çalışılmıştır.
Çalışmanın dördüncü bölümünde, ülkeler arasındaki refah farklılıklarının
nedenlerinin anlaşılması noktasından hareketle, gelişmekte olan ülkeler için en uygun
kalkınma politikası anlaşılmaya çalışılmış, bu bağlamda neoliberal politikalarla, insani
gelişme yaklaşımının en geniş bağlamda karşılaştırılması yapılmıştır. Dünyadaki bazı
ülkelerin neden zengin bazılarınınsa neden yoksul kaldıkları üzerine literatürde birçok
çalışma bulunmaktadır. Bunlar, salt iktisadi nedenlerden, coğrafik, siyasi, kültürel,
etnik, dini, sosyal veya tarihsel olanlara kadar değişmektedir. Kalkınma sürecinin salt
iktisadi unsurları değil, diğer tüm unsurları da içerisinde barındırması gerektiği
düşüncesiyle, insani gelişmenin, seçilmiş gelişmekte olan ülkeler için incelenmesi
yapıldıktan sonra, insani gelişme göstergeleri Türkiye için de incelenmiş ve Türkiye'nin
kalkınma sürecinin analizi yapılmaya çalışılmıştır.
Son olarak çalışmanın beşinci bölümü, sonuç ve öneriler kısmını içermektedir.
Đnsani gelişme yaklaşımı ile neoliberal politikaların karşılaştırılmasından ne gibi
sonuçlar elde edildiği ifade edilmiş ve bu bağlamda gelişmekte olan ülkeler için
kalkınma sürecinde etkili olabilecek bir politika önerisi sunulmaya çalışılmıştır.
6
BÖLÜM II
KALKINMA KAVRAMI, TARĐHSEL GELĐŞĐMĐ VE ĐNSANĐ GELĐŞME
2.1. Kalkınma Kavramı ve Anlamsal Đçeriği
Toplumun ve ekonominin tüm unsurlarıyla birlikte iyileştirilmesi, en geniş
anlamda kalkınma1 olarak tanımlanır. Bu bağlamda kavram, yalnızca rakamsal artışı
ifade eden büyüme kavramından ayrılır. Kalkınmanın yalnızca gelirle ilişkili olmadığı
ve bu bağlamda büyümeyle aynı şeyi ifade etmediği evrensel olarak kabul edilmiştir. Bu
düşünce, konuyla ilgili bir çok çalışmayla da desteklenmiştir2.
Kalkınma, anlamsal olarak arzulanır bir içeriğe sahiptir. Đnsanoğlu da bu nedenle
uygarlık tarihinin en başından beri bir kalkınma çabası içerisinde olmuştur. Bu noktada
kalkınmanın esas hedeflerinin içeriği önemlidir. Bu hedefler; yiyecek, barınma, eğitim
ve sağlık gibi hayatın sürdürülebilmesi için gereken temel malların sahip
olunabilirliğinin artırılması ve bu malların dağıtımının genişletilmesi, yaşam
standartlarının artırılması ve iktisadi, sosyal tercihlerin sınırlarının genişletilmesini
içerdiği noktada asıl anlamına ulaşır (Todaro ve Smith, 2009, s. 22). Dolayısıyla,
böylesi bir ortamda, kalkınmanın temel aktörü olan insan da; yaşamak ve yaşamını
devam ettirebilmek için doğayı kontrol altına almayı, yaşam standartlarını yükseltmeyi,
istihdam olanaklarını genişletmeyi ve çalışma koşullarını iyileştirmeyi, bu çabaları
gerçekleştirirken çevreye en az zararı vermeyi, ve sonunda da, ekonomik, siyasal ve
sosyal yönden özgürlük düzeyini yükseltmeyi hedefler (Kaynak, 2007, s. 59). Nobel
ödüllü iktisatçı Amartya Sen, Özgürlükle Kalkınma adlı eserinde, kalkınmayı, insanların
yararlandığı gerçek özgürlükleri genişletme süreci olarak ifade eder. Bu görüşe göre,
özgürlüklere odaklanmak, kalkınmayı gayrisafi milli hasılanın büyümesiyle, bireysel
gelirlerdeki
artışla,
sanayileşmeyle,
teknolojik
ilerlemeyle
ya
da
toplumsal
modernleşmeyle özdeşleştiren daha dar kapsamlı anlayışlara ters düşer (Sen, 2004, s.
17). Dolayısıyla iktisadi büyüme tek başına bir amaç olarak görülmez, çünkü
kalkınmanın daha çok, yaşam standardımız yükseltmek ve yararlandığımız özgürlükleri
1
Bu çalışmada kalkınma ve gelişme kavramları eş anlamlı olarak kullanılacaktır. Kalkınma Đktisadı,
Dünya Kalkınma Raporu, insani gelişme, gelişmekte olan ülkeler, azgelişmişlik gibi.
2
Tezde de yoğun olarak tartışılmakla birlikte; konuyla ilgili olarak bakınız: Sen (1983a, 2004), Streeten
vd. (1981), UNDP (1990, 1991), ul Haq (1995), Ray (1998), Ghatak (2005) ve Todaro ve Smith (2009).
7
geliştirmekle ilgili olması gerekir. Değer verdiğimiz özgürlükleri genişletmek sadece
yaşamımızı daha zengin ve daha engelsiz hale getirmekle kalmaz, aynı zamanda kendi
irademizi kullanarak ve içinde yaşadığımız dünya ile etkileşerek -ve onu etkileyerekdaha bütünsel sosyal kişiler olmamızı sağlar (Sen, 2004, s. 29). Sen'in görüşleri,
kalkınmanın içerik olarak yalnızca gelirdeki artışla ilişkili olmadığını ve çok boyutlu bir
anlam içerdiğini açıkça gösterir. Yani, kalkınmadan bahsedildiğinde onun, yalnızca
iktisadi (parasal) olarak ifade edilen göstergelerin iyileştirilmesini değil, aynı zamanda
sosyal, siyasal ve kültürel koşulların da geliştirilmesini ifade ettiğini anlamak gerekir.
Kişi başına düşen milli gelirde gerçekleşen bir artışın, insanların yaşam
standartlarında da otomatik olarak bir artışa neden olacağı, dolayısıyla kalkınmanın -bir
dönem kullanılmış olduğu gibi- büyüme ile eş değerli olması düşüncesi zaten pek de
anlamlı görünmemektedir. Öyle ki yüksek kişi başına düşen gelire sahip farklı iki
ülkenin insanlarının ortalama yaşam standartları eşit olmayabilir3 (Ghatak, 2005, s. 30).
Kalkınma, gelirdeki artışın yanında aynı zamanda, yaşam beklentisinde, sağlık
hizmetlerinde ve eğitim olanaklarında da ilerlemeyi veya gelişmeyi ifade eder.
Yoksulluğun ve yetersiz beslenmenin ortadan kaldırılması, temiz içme suyu
kaynaklarına ve sağlık hizmetlerine ulaşılması, bebek ölümlerinin azalması, bilgiye
erişimin kolaylaşması, okullaşmanın ve sonuçta da okuryazarlığın artması, kalkınmanın
kalitesini yükseltir (Ray, 1998, s. 8). Kalkınmanın bu çok boyutlu içeriğinde, gelir
unsuru bir sonuç veya amaç (end) olarak değil, bir araç (mean) olarak görülür. Bu
bağlamda kalkınmanın hem araç, hem de sonucunun insanın bizzat kendisi olduğunun
anlaşılması önemlidir (Streeten, 1994, s. 232). Kalkınmanın insani boyutu, kalkınma
tartışmalarına eklenen önemsiz bir mevzu değildir. Kalkınmada geleneksel yaklaşımın
tekrar düzenlenmesi adına tamamen yeni bir perspektiftir. Bu düşünceyle birlikte,
insanoğlu iktisadi bir soyutlama olmaktan çıkarak, kalkınmanın yaşayan ve eyleyen
öğeleri haline gelir. Böylece de kalkınmanın esas öznesi ve nesnesi olmuş olur (ul Haq,
1995, s. 11).
Kalkınmanın insani boyutu ilerleyen bölümlerde daha detaylı
olarak
incelenecektir. Ancak daha önce, kalkınma kavramının içeriğinin daha iyi anlaşılması
gerekir. Bu nedenle şimdiki bölümde kalkınma düşüncesinin ve Kalkınma Đktisadı'nın
tarihsel evrim süreci incelenecektir. Çünkü bu kalkınmanın evrim sürecinin anlaşılması,
insani gelişme kavramının ortaya çıkışının gerekliliğiyle yakından ilişkilidir.
3
Đnsani gelişme yaklaşımında da önemli bir yere sahip olan bu düşünce, ilerleyen bölümlerde detaylı
olarak incelenecektir.
8
2.2. Kalkınma Đktisadı’nın Tarihsel Gelişimi
Kalkınmanın
tarihsel
gelişimine
bakıldığında,
kavramın,
tarihin
farklı
dönemlerinde farklı anlamlarda kullanılabilmiş olduğu görülmektedir. Đlerleme,
sanayileşme, modernleşme, genişleme, büyüme gibi kavramlarla iç içe geçen kalkınma
kavramının anlamsal içeriği de aynı hızda değişim göstermiştir. Adam Smith’in
Ulusların Zenginliği’ndeki kalkınma tanımı, “Đngiltere’nin bolluk ve yeniliğe doğru
ilerleme sürecini” ifade ederken, Đkinci Dünya Savaşı sonrasında kalkınma,
modernleşme ve sanayileşme ile eşdeğer anlamda kullanılmış, bu dönem kalkınma
teorileri ise kalkınmayı, düşük üretkenlik, geleneksel teknoloji, azalan verimler ve
hammadde üretim sektörü yerine, artan üretkenlik, modern teknoloji, artan verimler ve
genellikle sanayi sektörünü ikame eden bir büyüme süreci olarak görmüşlerdir (Arndt,
1981, s. 457; Adelman, 1999a, s. 4).
Teorik olarak kalkınma disiplininin kökenlerinin Adam Smith’e dayandığı
söylenebilir. Ancak, kalkınma kavramı anlamsal olarak, Adam Smith’in çalışmalarından
önce fizyokratların çalışmalarında dahi görülebilmektedir. Öyle ki William Petty, 1676
yılında yayımlanan eserinde “Fransızlar çok hızlı büyümüştür”4 şeklinde bir görüş ifade
etmiştir. Bu görüş, her ne kadar ana hatlarıyla gelire bağlı (rakamsal) büyümeyi belirtse
de; Petty'ye göre, yaşam standartlarına yönelik bir endişeyi de içerisinde barındırır.
Dolayısıyla bu görüşün kalkınma iktisadını ilgilendirdiği ve konuyla ilgili ilk
düşüncelerden biri olduğunu ayrıca kabul etmek gerekir (Sen, 1988, s. 10).
2.2.1. Kalkınma Đktisadı’nın Teorik Kökenleri
Kalkınma Đktisadı’nın teorik kökenlerine bakıldığında, kalkınma kavramına
iktisat literatüründe birçok iktisatçı tarafından, doğrudan kullanılmasa bile, anlamsal
içerik açısından değinilmiş olduğu görülmektedir. Bu çalışmada, teorik olarak disiplinin
kökenleri Adam Smith’e dayandırılacaktır. Đktisadi gelişme yolunda nüfus teorisiyle
kavrama değinen T. R. Malthus ve kalkınmanın itici gücünün ticaret ve teknik yenilikler
olduğunu savunan David Ricardo, kalkınmacı görüşleriyle Adam Smith’in takipçileri
olarak görülebilir. David Ricardo’nun görüşlerini geliştirerek kalkınmaya farklı
görüşleriyle katkı yapan iktisatçılar K. Marx, J. S. Mill ve J. A. Schumpeter'dir. David
Ricardo’nun öncelikle yöntemini eleştirerek karşıt görüş geliştiren Alman tarihçi okulu
4
Belirtilen ifade, William Petty’nin 1676 yılında yazdığı ve 1690 yılında yayımlanan “Political
Arithmetick” adlı eserinde, “French grow too fast” şeklinde geçmektedir.
http://socserv.mcmaster.ca/econ/ugcm/3ll3/petty/poliarith.html (Erişim Tarihi: 01.08.2010)
9
iktisatçılarından özellikle W. Roscher ve B. Hildebrand’ın da kalkınmanın anlamsal
içeriğine katkı yapmış oldukları söylenebilir. II. Dünya Savaşı sonrası "Kalkınma
Đktisadı" adıyla ortaya çıkan yeni disiplinin ise, yoğun olarak J. A. Schumpeter’in ve J.
M. Keynes’in görüşlerinden yararlandıkları görülmektedir (Willis, 2005).
Özellikle ilk dönem Klasik Đktisatçıların (ya da çoğu ilk dönem Đktisatçıların)
hepsinin bir açıdan kalkınma iktisatçısı olduklarını ifade etmek gerekir. Çünkü hepsi,
sanayi devrimiyle birlikte endüstriyel dönüşüm süreci yaşayan -çoğu zaman Đngiltere
olmak üzere- gelişmekte olan ekonomilerle ilgilenmişlerdir (Bardhan, 1993, s. 130).
Öyle ki, kalkınma sorunlarıyla ilgilenilmesi çok önceleri başlamış olsa da, bunların daha
çok Batı Avrupa ülkelerindeki iktisadi problemlerin analizine yönelik çalışmalar olduğu
görülmektedir. Öyle ki, 1776’da yayımlanan Ulusların Zenginliği adlı kitabında çağını
oldukça iyimser bir şekilde anlatmaya çalışan Adam Smith, bu çerçevede ulusların
zenginliklerinin özelliklerini ve nedenlerini araştırmış ve piyasa merkezli bir yaklaşımla
kalkınma sorunlarıyla ilgilenmiştir. Tasarruf miktarı ve sermaye birikimini kalkınma
yolunda önemli bir faktör olarak izah eden ve iktisadi gelişme için üretime daha fazla
ilgi gösterilmesi gerektiğini savunan Smith, coğrafi açıdan da on sekizinci yüzyıl
Đngiltere’sini ve Batı Avrupa’sını incelemiştir (Smith, 1994[1776]).
Adam Smith’in ardından, David Ricardo da kaynağını ve ilhamını Adam
Smith’ten aldığı iktisadi büyüme için esas itici gücün ticaret olduğu görüşüyle
“karşılaştırmalı üstünlükler teorisini” ortaya atmıştır. Ülkelerin her şeyi kendileri
üretmek yerine karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları malda uzmanlaşmaya
gitmelerini savunan Ricardo, bu sayede üretimin daha etkin olabileceğini, böylece de
büyüme için daha yüksek kapasiteler yaratılabileceğini ve kıt kaynakların daha etkin
kullanılabileceğini ifade etmiştir (Willis, 2005, s. 33). Yine, David Ricardo’nun da
kitabında şarap ve kumaş üretimini ve ticaretini ele alarak karşılaştırdığı ülkeler,
Portekiz ve Đngiltere gibi iki Batı Avrupa ülkesidir (Ricardo, 1821[1817], s. 142-145).
Đngiltere’de Adam Smith ve David Ricardo, kalkınmanın içeriğine katkıda
bulunurken, Almanya’da da kalkınma konusunda çalışan iktisatçılar bulunmaktaydı.
Kendilerini “tarihçi okul” olarak adlandıran bu okula mensup iktisatçılardan Wilhelm
Roscher, 1843 yılında yayımlanan Tarihçi Metoda Dayalı Olarak Politik Ekonomi
Derslerinin Özeti adlı kitabında, iktisadi kalkınma yasalarının, ulusal tarihin ve
ulusların, tıpkı insanlar gibi gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemleri olacağını
belirtmiştir. Yine aynı dönem ve aynı okul iktisatçılarından Bruno Hildebrand da,
kendine amaç olarak iktisadi kalkınmanın yasalarını bulmayı seçmiştir. Hildebrand,
10
mevcut mübadele araçlarını kriter olarak kullanarak, kalkınma aşamalarını; doğal
mübadele aşaması, paralı mübadele aşaması ve kredili mübadele aşaması olarak üçe
ayırmıştır. Roscher’in kötümser yaklaşımının aksine, Hildebrand’ın yaklaşımının
ilerleyici ve iyimser olduğu görülmektedir. Gerçekten de Hildebrand, toplumların bir
doğrusal gelişme süreci içerisinde olduklarını ve bir aşamadan diğerine geçişin bir
ilerlemeyi gösterdiğini kabul etmektedir (Savaş, 2007, s. 503).
Kalkınma düzeyleri üzerine çalışan bir başka Alman iktisatçı da Friedrich
List’tir. List’in çözümleme ölçeği, Neoklasik kuramda olduğu gibi birey veya
Marksizm'de olduğu gibi belirli bir toplumsal sınıf değil, ulustur. O’na göre, sosyal,
sivil ve politik koşul ve kurumlar veya kısaca toplumun organizasyonu, bir ulusun
kalkınma (sanayileşme) sürecinde yaşamsal bir rol oynar. 1846’daki ölümüne kadar
çeşitli ulusların tarihlerini inceleyen List, ulusal ekonomilerin aşamalı kalkınmasını fark
etmiştir. Buna göre, tarihsel deneyimlerin toplamı, onun aşamalar kuramının ve böylece
de, önerdiği dış ticaret politikasının temelini veya altyapısını oluşturmaktadır. List, söz
konusu aşamalar kuramında ulusları; i) ilkel yabanilik aşaması, ii) çobanlık aşaması, iii)
tarım aşaması, iv) tarım-sanayi aşaması ve v) tarım-sanayi-dış ticaret aşaması şeklinde
beş ana kalkınma aşamasına koyar. List, Đspanya, Portekiz gibi ülkelerin üçüncü;
Avusturya, Almanya ve Kuzey Amerika’nın dördüncü; buna karşılık yalnızca
Đngiltere’nin beşinci aşamada olduğunu ifade eder. O'na göre, Đngiltere’nin ardından bu
son aşamaya en yakın olan ülke ise Fransa olabilir (Kibritçioğlu, 1996, s. 53-55; List,
1885 [1841]).
David Ricardo’nun görüşlerinden etkilenen bir iktisatçı olarak, Karl Marx’a göre
ise iktisadi kalkınma, “gelişen” bir toplum veya iktisadi sistemi ifade etmektedir (Arndt,
1981, s. 460). Marx’ın felsefi düşüncesine göre, hiçbir durum sonsuza kadar aynı
niteliğini sürdürmez ve yeni bir duruma dönüşme potansiyelini içinde taşır. Yani
değişim süreklilik arz eder. Marx’a göre, bir toplumun iktisadi yapısını, bilgi ve
teknolojinin de içinde yer aldığı üretim güçleri yani maddi altyapı belirlemektedir.
Bunun yanı sıra dil, din, sanat, ahlak, hukuk kuralları vb. unsurların oluşturduğu yapı da
üstyapıyı oluşturur. Bir toplumsal gelişme aşamasından diğerine geçişi sağlayan faktör,
altyapıdaki yani üretim güçlerindeki değişmedir. Marx’a göre, insanlık tarihi; sırasıyla,
ilkel toplumlar, kölecilik, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve son olarak komünizm
aşamalarından geçer (Berber, 2004, s. 78-80) Marx’a göre, insanlık kaçınılmaz bir
şekilde mülkiyet ve üretim ilişkilerine bağlı olarak sınıf çatışmalarının belirlediği belli
devrelerden geçmek zorundadır. Bu bakımdan, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve
11
komünist toplumlar insanlık tarihinin kaçınılmaz aşamalarıdır (Kaynak, 2007, s. 36).
Yani bu bağlamda Marx’ın, kalkınmayı tarihsel perspektif içinde ve sınıf çatışmasına
bağlı bir olay olarak ele alıp incelemiş olduğu görülmektedir (Savaş, 2007, s. 831).
Yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde ise, iktisat bilimindeki yöntemsel
karmaşa ve özellikle 1929 yılındaki Büyük Bunalım ile, iktisadi kalkınmada piyasa
merkezli yaklaşımın aldığı darbe sonrasında iktisatçılar, ülkelerin ekonomileriyle ilgili
yeni anlayışlar geliştirmeye başlamışlardır. Bunlardan en önemlisi 1936 yılında
yayımlanan Genel Teori isimli kitabıyla J. Maynard Keynes’tir. Keynes’e göre, Adam
Smith ve destekçilerinin savunduğu gibi serbest piyasa doktrini olumlu bir kuvvet
değildir. Klasik iktisatçıların aksine Keynes, iktisadi büyümenin sağlanmasında devlete
önemli bir rol öngörür. Keynes, piyasanın işlemesini serbest bırakmak yerine,
hükümetlerin ya değişken faiz oranları gibi para politikalarıyla ya da doğrudan hükümet
harcamalarıyla, yatırım sağlamak için ekonomiye müdahale edebileceklerini savunur.
Öyle ki, Keynes'e göre, büyümenin anahtarı da reel yatırımlardır. Bu yatırımlar,
istihdam yaratmaya olumlu etki yapacak, çarpan etkisi nedeniyle de refahı artıracaktır.
Diğer yandan, her ne kadar Keynes, Güney ülkelerinin iktisadi koşulları hakkında
özellikle bir şeyler yazmamış olsa da, hükümet aktivitelerini içeren görüşleri, savaşsonrası dönemdeki kalkınma müdahalelerinde ve bu dönem kalkınma iktisatçılarının
teorilerinde yoğun olarak kullanılacaktır (Willis, 2005, s. 34).
Son olarak, kalkınma literatürüne katkıda bulunan bir diğer iktisatçı da Joseph
Alois Schumpeter’dir. Đngilizce çevirisi 1934 yılında yayımlanan Đktisadi Kalkınma
Teorisi adlı kitabında, iktisadi kalkınmanın, her bir durumun, kendinden bir öncekinin
ışığında anlaşılabileceği birbirini izleyen tarihsel durumlardan meydana geldiğini ifade
eder (Witt, 2002, s. 12). Schumpeter’e göre yaratıcı yıkım5, kapitalizmde yaşam
kalitesinde artışı sağlayacak bir rekabet şeklini ifade eder. Yaratıcı yıkım, teknolojik
ilerlemenin iktisadi büyüme ve yaşam standartlarında gelişmenin esas kaynağı olduğu
bir süreçtir (Diamond, 2006, s. 122). Ekonominin teknolojik performansının temelinde
ise girişimci yer alır. Onun kapitalizminde girişimciler tarafından sergilenen her
yenilikçi girişim, sürdürülebilir uzun-dönem iktisadi büyümenin itici gücüdür. Öyle ki,
ekonomik değişmeyi yaratan temel unsur olan yenilikler olmazsa ekonomik yaşam,
5
J. A. Schumpeter tarafından geliştirilen bir kavram olan yaratıcı yıkım; yenilikçi süreci içerisinde
barındırdığı için yaratıcı, ancak değişen teknolojiye ayak uyduramayan girişimcileri de piyasa dışına ittiği
için yıkıcıdır.
12
durağan denge halinde kalacak, dairesel akımlar her yıl aynı kanallarda ve aynı
büyüklükte devam edecektir (Savaş, 2007, s. 834)
2.2.2. Yeni Bir Disipline Doğru
Adam Smith, David Ricardo, John S. Mill, Thomas Malthus gibi Klasik
Đktisat’ın öncü isimlerinin çalışmalarında görülen kalkınma kavramı ne var ki, bu ilk
yıllarında bağımsız bir inceleme alanı olarak görülmemekte, iktisadın bütünü içerisinde
incelenmekteydi. Ayrışma, biri maksimizasyon, diğeri rasyonellik olan iki temel
aksiyom üzerine kurulan marjinalist okulun, özellikle 1870’lerden sonra, iktisadın ilgi
alanını formelleştirmesiyle birlikte gerçekleşmeye başlamış ve iktisat, teorik modellerin
ölçümüne yönelmiştir; kalkınma da daha çok, çevre ülkelerin (periphery) gelişme
sorunlarıyla ilgilenen bir inceleme alanına dönüşmüştür. Böylece, kavramın gerçek
anlamda ortaya çıkışı ve yükselişe geçişi de, ancak yirminci yüzyılın ortalarında,
sömürge olan ülkelerin siyasi bağımsızlıklarını kazanmasıyla gerçekleşebilmiştir (Basu,
1997, s. 6; Demir, 1996, s. 16).
Gerçekten de, 1870’lerde yaşanan marjinalist devrimle birlikte iktisat, ilgi
alanını ulusların nasıl zenginleşeceğini araştıran ekonomi-politikten iktisadın bir bilim
haline getirilmesi uğraşına çevirmiştir. Öyle ki, kalkınma iktisadının yeni bir disiplin
olarak ortaya çıkışına kadar, iktisadi büyüme konusu, neredeyse bu dönem
iktisatçılarının tümü tarafından ihmal edilmiştir. Bu iktisatçılar teorilerinde daha çok
fiyat ve kıt kaynakların optimal olarak dağıtılması problemiyle ilgilenmiş ve esasında
iktisadi analizde statik Ricardiyan yaklaşıma da sadık kalmışlardır (Pribram, 1983, s.
550). Spiegel (1971)’e göre de, marjinalist devrimin gerçekleşmesiyle birlikte, iktisadın
yapısı ve metodu, Klasiklerin politik iktisadından keskin çizgilerle ayrılmıştır. Öyle ki,
Adam Smith’in yoğun olarak ilgilendiği iktisadi büyüme konusuna daha az vurgu
yapılırken, onun yerine iktisat, toplam kaynakların verili miktarının dağıtımını konu
edinen bir bilim haline getirilmiştir. Böylece iktisadi tartışma, toplam miktarların
incelenmesi yerine, bu toplamlarda ufak değişikliklerin incelenmesine kaymıştır.
Denge, esas kavramlardan biri haline gelmiştir. Sonuçta dengenin, mikro iktisatta
uygulanmasıyla ve tüketici ile firma etrafında yoğunlaşmasıyla birlikte, ulusal gelirin
saptanması, büyüme, kalkınma gibi makro iktisadi konular da artık tartışma konusu
olmaktan çıkmıştır (Spiegel, 1971, s. 506).
13
Đktisadın, evrensel geçerliliği olan bir dizi güçlü yasalardan oluştuğu
önermesinden hareket eden marjinalist okul, yirminci yüzyılın ortalarında yaşanan
bunalım sonucu, analizlerinin inanırlılığında büyük sıkıntılar yaşamış ve Kalkınma
Đktisadı da, bunu fırsat bilerek, yeni bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır (Hirschman,
2003, s. 26-28). Bu yeni disipline göre azgelişmiş ülkeler, gelişmiş ülkelerden farklı
olarak, Neoklasik düşünce okulunun görüşlerinden farklı özellikler sergilemekteydiler.
Bu nedenle de kalkınma, bu iktisatçılar tarafından, merkez-çevre ayrışmasına bağlı
olarak, marjinalist okulun savunduğu gibi evrensel geçerliliği olan bir dizi analizden
ziyade, azgelişmiş ülkelerin ekonomik yapılarındaki bazı özelliklerin geleneksel iktisadi
analizin önemli bir kısmına uygulanamaz olduğu ve bunların ayrı olarak ele alınıp
incelenmesi teziyle savunulmuştur6. Sonuç olarak da, bu iktisatçılar kendilerini, iktisadi
analizde daha önce dünyanın unutulmuş bölgeleri olan Asya, Afrika ve Latin
Amerika’nın azgelişmiş ülkelerine yönelmiş olarak bulmuştur.
2.2.3. Kalkınma Đktisadı’nın Doğuşu
Dünya Bankası tarafından her yıl yayımlanan Dünya Kalkınma Göstergeleri, kişi
başına gelir düzeyini, ülkeleri gruplara ayırırken kullanır ve alt sınır olarak dikkate
aldığı 11.905 A.B.D. dolarlık kişi başına gelir düzeyinin7 altında kalan ülkeleri düşük ve
orta gelirli ülkeler olarak gruplandırır. Buna göre, bugün dünyada 7 milyara yakın
insanın -üçte ikisi düşük gelirli ülkelerde olmak üzere- yaklaşık 5.6 milyarlık kısmı bu
ülke gruplarında yaşamlarını sürdürmektedirler (World Bank, 2010a, s. 3). Đktisat
literatüründe özerk bir inceleme alanı olarak yarım yüzyıldan fazla bir süredir yer
edinmiş olan Kalkınma Đktisadı da, ilgisini özellikle bu ülkeler ve bu ülkelerdeki yoksul
insanların yaşam standartlarında hızlı ve büyük ölçüde ilerleme sağlanması için gerekli
iktisadi, sosyal ve kurumsal mekanizmalar üzerinde yoğunlaştırır (Todaro ve Smith,
2009, s. 25).
II. Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası sistemde bir yandan siyasi
bağımsızlığına kavuşan yeni ülkelerin yönetimi acil bir sorun olarak ortaya çıkmış,
diğer yandan da Batı ülkelerinin, yeniden yapılanmalarını sağlamak için barış ortamı
yaratma hedefleri ön plana geçmiştir. Bu çerçevede "Kalkınma Đktisadı" adlı yeni
6
Düşük kişi başına gelir düzeyleri gösteren ülkelerde, Kalkınma Đktisadı’na ayrı bir disiplin olarak ihtiyaç
duyulup duyulmadığını sorgulayan bir makale olarak, bakınız; Lewis (1984).
7
2010 Dünya Kalkınma Göstergeleri’nde (World Development Indicators) yer alan ve 2008 yılına ait kişi
başına düşen gelir rakamlarına göre hesaplanmış eşik değeridir.
14
disiplin, daha önceki yıllarda üzerinde fazla durulmamış olan azgelişmiş veya
gelişmekte olan ülkelerin iktisadi sorunlarını karşılamak üzere ortaya çıkmış, dünyanın
diğer tarafında ise Batı ülkeleri, savaş sonrasında kendi içlerinde diplomasi ve
müzakerelerle yeniden yapılanma ve kalkınma sürecine girmişlerdir.
Azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin koşullarını inceleyen iktisatçıların, bu
ilk yıllarda, bu ülkeler için en önemli amacı belirli bir büyüme hedefi sağlamak olurken,
Batı ülkeleri ise kendilerine hedef olarak; ilk aşamada kendi yeniden yapılanmalarını
sağlamayı, ardından da azgelişmiş ülkelerin mevcut ekonomik yapılarını geliştirerek,
bunun dünya ekonomisi üzerinde olumlu etkiler yaratmasını seçmişlerdir. Bu bağlamda
yapılan çalışmalar da savaştan sonra uluslararası ticaret ve sermaye hareketlerinin nasıl
hızlandırılabileceği ve azgelişmiş ülkelerin buna nasıl katkı sağlayabilecekleri gibi
konular üzerine olmuştur. Örneğin, Kalkınma iktisadının ünlü isimlerinden Ragnar
Nurkse, 1953 yılında yayımlanan Problems of Capital Formation in Underdeveloped
Countries adlı eserinde, yoksulluk kısırdöngüsü (the vicious circle of poverty) adını
verdiği ünlü döngüden bahsetmekte ve görüşünü “bir ülke yoksul olduğu için
yoksuldur” şeklinde açıklamaktadır (Nurkse, 1961 [1953], s. 4). Bu görüş, azgelişmiş
ülkelerin, sürekli olarak bir kısırdöngü içinde olduğunu, düşük gelir ve tasarruf
oranlarından dolayı neden-sonuç ilişkisine bağlı olarak, sonuçta başlangıç noktasına
geri dönüşün olacağını ve gelişmenin mümkün olamayacağını savunmaktadır.
Gerçekten
de,
azgelişmiş
ülkelerde
yeterli
bir
kalkınma
hızını
gerçekleştirebilmek için ulusal gelirin önemli bir payını yatırıma ayırmak gerekir.
Yatırımların ana kaynağı, tasarruflar olduğuna göre, yüksek bir yatırım oranı
tasarrufların artırılmasına bağlı olacaktır. Ancak gelişmekte olan (veya az gelişmiş)
ülkelerde ulusal gelirin yetersiz olması nedeniyle, tasarruf oranları düşüktür. Tasarruf
oranı düşük olduğundan yatırımlar artırılamamakta, dolayısıyla iktisadi verimlilik
artırılamamakta ve sonuç olarak ulusal gelir düşük bir düzeyde kalmaya devam
etmektedir (Seyidoğlu, 2007, s. 636). Yani düşük gelir düzeyiyle ifade edilen yoksulluk,
başladığı noktaya gelmiş olacaktır. Đşte bu noktada, gelişmekte olan ülkelere, içine
düştükleri bu kısırdöngüden kurtulma adına dış kaynaklara başvurma yolu, bir alternatif
olarak önerilmektedir. Bu çerçevede Nurkse, gerek azgelişmiş ülkelere uluslararası
kuruluşlar eliyle yapılacak yatırımların, gerekse bu yatırımlar sonucunda kalkınmaya
başlayacak bu ülkelerden kaynaklanacak ithalat talebinin, Batı dünyasının yeni bir
bunalıma girmesini önleyebileceğini savunmuştur. (Kaynak, 2007, s. 29).
15
Nurkse ile birlikte, Kalkınma Đktisadı olarak bilinecek yeni disiplinin öncüsü
olarak tanınan P. Rosenstein-Rodan da 1943 yılında yazdığı Problems of
Industrialization of Eastern and South-Eastern Europe adlı makalesiyle, Batı Avrupa
ülkeleri dışındaki ülkeler üzerine çalışan ilk iktisatçı olmuştur ve makalesine,
“sanayileşmenin, Doğu ve Güneydoğu Avrupa gibi dünyanın sıkıntılı bölgelerinde
yalnızca o ülkeler için değil, dünyanın bütününün çıkarına olduğu” görüşünü
savunmakla başlamıştır. Bu bölgelerin uluslararası yatırımlar olmadan, kendi
kendilerine-yeterliği hedefleyerek sanayileşebileceklerini, ancak bunun bir takım
dezavantajlarının olduğunu ifade eden Rosenstein-Rodan, diğer bir sanayileşme
alternatifi olarak dünya ekonomisine uyum sağlamayı önermiş ve bu tip bir
sanayileşmenin “bağımsız ekonomi” politikasına göre daha tercih edilebilir olduğunu
ifade etmiştir (Rosenstein-Rodan, 1943, s. 202-203). Ayrıca aynı çalışmasında büyük
itiş olarak bilinen ünlü kalkınma görüşünü de tanımlayan Rosenstein-Rodan,
çalışmayan
işçilerin
topraklarından
getirilip
yalnızca
bir
sanayi
sektöründe
çalıştırılmasıyla değil, ücretlerini harcayabilecekleri mal sepetlerinin üretilebileceği
farklı bütün sanayi sektörlerinde çalıştırılmalarının, dünya piyasasına en az rahatsızlığı
vererek dünya çıktısında genişlemeye neden olacağını savunmuştur. Böylece, dünyanın
sıkıntılı bölgelerinde sanayileşmenin hedefi, tarımsal olarak fazla nüfusa üretken
istihdam olanakları sağlayarak dünya ekonomisinde yapısal bir denge meydana
getirmek olacaktır (Rosenstein-Rodan, 1943, s. 206, 210).
Diğer bir deyişle, Rosenstein-Rodan, 1943'teki çalışmasında, doğu Avrupa
ülkeleri için büyük-ölçekli, dışsal olarak finanse edilmiş yatırımlar talep etmektedir. Bu
dönemde, genelde kalkınma iktisatçılarının bütününün üzerinde durduğu gibi benzer
hedefler, ülkelerin yoksulluk kısırdöngüsünden kurtulmaları için büyük bir itişe ihtiyaç
duyduğu, bu çerçevede yabancı yardımlarla finansal boşluğun8 doldurulması ve
8
Evsey Domar'ın 1946 yılında yayımlanan Capital Expansion, Rate of Growth and Employment başlıklı
çalışması, Kalkınma Đktisadı'nın öncü çalışmaları için büyük önem arz etmektedir: Çalışma uzun dönem
büyümeden ziyade, ABD'deki kısa dönemli resesyonlar ve yatırımlar üzerine odaklanmaktaydı. Çalışmayı
yaptıktan on bir yıl sonra Domar, uzun dönemli büyüme için modelinin anlamsız olacağını savunarak
kendi modelini reddetse de, bu çalışması kalkınma iktisatçıları tarafından kullanılmaktan kurtulamadı.
Modelin temel amacı ekonomiyi eksik istihdama ve enflasyona maruz bırakmadan yürütebilmekti.
Kalkınma iktisatçıları, yoksul ülkelerde hedef büyüme oranının sağlanması için gereken yatırım oranını
belirlemek için modeli uygulamaya başladı. Gereken yatırımlar ile ulusal tasarruflar arasındaki fark da
finansal boşluğu oluşturdu. Hedeflenen büyümeye ulaşmak için, finansal boşluk da yabancı yardımlarla
dolduruldu. Ancak bu, yatırımlar ve büyüme arasındaki uzun dönemli bir ilişkiden ziyade, yoksul ülkeler
için yardım ve yatırımlar sayesinde kısa-dönemli büyüme sağlayacak bir modelin öyküsü halini aldı
(Easterly, 1997, s. 2). Konu ile ilgili olarak bakınız; Easterly (1997) ve Domar (1946, 1957, s. 7-8).
16
kapsamlı bir planlama aracılığı ile tüm konularda harekete geçilmesi gerektiği gibi
hedeflerden oluşmaktadır (Easterly, 2006, s. 293).
1930’lara kadar iktisadi araştırmanın esas odağının gelişmiş ülkeler üzerine
olduğu belirtilmişti. 1939’da Colin Clark, A Critique of Russian Statistics adlı kantitatif
çalışmasında, insanlığın büyük kısmının gelişmiş bir kapitalist sistemde yaşamadığını
ortaya koymuştur. Yine de kalkınma çalışmalarında ilk aşamada asıl endişe Avrupa
ülkeleri olmuştur. Rosenstein-Rodan’ın adı geçen çalışması ve Kurt Mandelbaum’un
1945 yılındaki The Industrialization of Backward Areas adlı çalışmasında olduğu gibi,
ilgi halen güneydoğu Avrupa bölgeleri üzerinedir. Asya, Afrika ve Latin Amerika
ülkelerine yönelme, biraz daha zaman alacaktır. Elbette, bu ülkelerin sömürgelikten
çıkarılması ve siyasi bağımsızlıklarına kavuşmaları bu yönelmede önemli bir etkendir
(Ghosh, 2008, s. 3; Ranis, 2004a, s. 2).
Kalkınma iktisadının savaş
sonrasındaki
ilk on
yılında, bu disiplin
iktisatçılarının üzerlerinde durdukları teoriler genelde; tüm ülkelerin bir Avrupa
modelini takip etmeleri gerektiğini savunan modernizasyon teorileri ve yerli iktisadi
büyümenin sağlanabilmesi için Güney ülkelerinin küresel ekonomiyle etkileşimini
sınırlandırmalarını savunan yapısalcı teoriler üzerine odaklanmış ve bu çerçevede
Kalkınma Đktisadı literatürüne önemli çalışmalar eklenmiştir. 1952 yılında yayımlanan
The Mechanics of Economic Development adlı çalışmasında Hans Singer (1952)9, nüfus
artış oranı ile büyüme arasındaki ilişkiyi incelemiş, bu çerçevede varsayıma dayanan bir
sermaye-çıktı oranı ile Harrod-Domar modelini kullanarak, bir ülkenin %6 tasarruflar
ve %1.25 oranında bir nüfus artış oranıyla durağan bir ekonomi olacağını savunmuştur.
Ancak aşırı-basitleştirmeye dayalı Harrod-Domar modeli, düşük tasarruf oranlarına
sahip ve aksine yüksek nüfus artış oranlarına sahip gelişmekte olan ülkeler için
açıklayıcı olmaktan uzak kalmıştır. Bu ülkeler, durağanlığı sağlamak bir yana iktisadi
olarak gerileme içerisine girmişlerdir (Sen, 1983a, s. 750).
Bununla birlikte Arthur Lewis'in 1954 yılında yayımlanan Economic
Development with Unlimited Supplies of Labor adlı çalışması da kalkınma literatüründe
önemli bir yere sahiptir (Ranis, 2004b). Düalist bir ekonomi üzerine teorisini geliştiren
Lewis (1954), kalkınmanın kâra-dayanmayan tarım sektöründe çalışan emek fazlasının
kapitalist modern sektöre taşınmasıyla sağlanacağını öngörmüştür. Böylece, emek
9
Hans Singer, aynı zamanda Kalkınma literatüründe Singer-Prebisch tezi olarak da bilinen; ticaret
hadlerinin uzun dönemde tarım ürünü ihraç eden gelişmekte olan ülkeler aleyhine ve sanayi ürünü ihraç
eden gelişmiş ülkeler lehine değişeceğini savunan ünlü tezin fikir babalarındandır.
17
fazlasının çokluğu nedeniyle, modern sektördeki ücretlerin de, fazla emek
içselleştirilinceye kadar artmayacağını savunmuştur. Aynı zamanda Arthur Lewis de, az
gelişmiş
ülkelerde
gelirin
çok
düşük
olmasından
dolayı
yüksek
yoksulluk
düzeylerindeki insanların oldukça az tasarruf ettiklerini, bu kısırdöngüden kurtulmanın
da ancak yabancı yatırımlarla mümkün olacağını düşünmüştür (Willis, 2005, s. 42).
Bu dönemde önemli bir diğer katkı da 1960 yılında yayımlanan The Stages of
Economic Growth adlı çalışması ile W. W. Rostow'dan gelmiştir. Daha önce kalkınma
üzerine çalışan iktisatçılardan ilham aldığı açık olan Rostow da kalkınma yolunda
ülkeler için bazı aşamalar belirlemiştir. Rostow, genelde kalkınma yerine, büyüme
üzerine odaklansa da, "daha gelişmiş" ve "az gelişmiş" ülkeler arasında bir ayrıma
gittiğinden ve onun "iktisadi büyüme aşamaları", "daha gelişmişlik" durumuna doğru
giden yolu ifade ettiğinden, çalışması kalkınma literatürü için önemlidir. Rostow'a göre
kalkınmaya giden yol, i) geleneksel toplum, ii) kalkışa hazırlık, iii) kalkış aşaması, iv)
olgunluk aşaması ve v) kitle tüketim çağı olmak üzere beş aşamadan geçmektedir ve
kalkınma da, nüfusun büyük çoğunluğunun tüketici mallarına yüksek miktarlar
harcayabildiği, ekonominin büyük oranda tarımsal-olmadığı ve kentleşmenin daha
yoğun olduğu bir durum olarak ifade edilmiştir (Willis, 2005, s. 40). Rostow'un, -D.
Hume'dan yararlandığı- düşüncesine göre yoksul ülkeler, geçiş dönemlerinde düşük
ücret avantajı ve bir o kadar da halihazırda uygulamadıkları teknoloji birikimlerinden
faydalanabilecekleri için, zengin ülkeleri yakalama kapasitesine sahiptirler (Rostow,
1990, s. 29). Ayrıca Rostow, kalkınmanın komünist değil, kapitalist bir ortamda
meydana gelebileceğini savunmuştur. Kalkınmanın, Rostow tarafından modernlikle
yoğun ilişkili olarak tanımlanması ve yoksul ülkeler tarafından bir yakalama stratejisini
içermesi, onu modernizasyon teorilerinin en önemlilerinden biri yapar (Willis, 2005, s.
39-40).
Sonuç olarak, 1950'li yıllarda kalkınmada temel konular; sanayileşme, hızlı
sermaye birikimi, işsiz emeğin hareketliliği ve planlama ile iktisadi olarak aktif
hükümet olurken, temel hedef de GSMH büyümesi olmuştur (Sen, 1983a, s. 746). Bu
hedefin geliştirilmesi yolunda, genellikle sanayileşme politikaları ve yabancı
yatırımlardan yararlanmaya yönelik politikalar önerilmiştir. Đnsanı henüz kalkınmada
önemli bir aktör olarak görmeyen bu ilk dönem yaklaşımların, insana henüz "emek
fazlası" olarak baktıkları açıkça görülmektedir.
Kalkınma Đktisadı’nın ikinci on yılında, yine modernizasyon teorileri ve ayrıca
Güney ülkelerinin Kuzey ülkelerinin sömürüsü nedeniyle yoksul olduğunu savunan
18
bağımlılık teorileri ön planda olmuştur. Yeni disipline olan yoğun ilgi, literatüre bir çok
çalışmayla katkı yapılmasını sağlamıştır. Albert O. Hirschman (1958) ve Paul Streeten
(1959), daha önceki kalkınma iktisatçılarının savunduğu dengeli büyüme düşüncesine
karşı dengesiz büyüme yaklaşımını savunmuşlardır. Hirschman, bölgeler arasındaki
eşitsizliklere değinmiş ve kalkınma sürecinde bazı bölgelerin diğerlerine oranla daha
ileride olabileceğini ve bu dengesizliğin kalkınmayı kolaylaştıracağını savunmuştur.
Hirschman'ı bu düşünceye iten, az gelişmiş ülkelerde piyasanın darlığı ve mali
yetersizliklerin aynı anda pek çok sektöre yatırım yapılmasına imkan vermemesi
olmuştur. Bu nedenle, Hirschman'a göre, bazı kilit sektörlere ağırlık verilerek yapılacak
yatırımlar ve sağlanacak "kalkış" diğer sektörlerin gelişmesine de yol açacaktır (Acar,
2008, s. 105-106). Aynı fikirde olan bir diğer kalkınma iktisatçısı Streeten'e göre de,
dengesizlik büyümeyi uyaracak, bu da yeni dengesizliklere ve ilave uyarıcılara rehberlik
edecektir (Streeten, 1959, s. 190).
Aynı dönemde S. Kuznets (1955), gelir eşitsizliği ve büyüme arasındaki ilişkiyi
inceleyen Economic Growth and Income Inequality adlı çalışmasında uzun-dönemli
iktisadi kalkınma yöntemlerini incelemiştir. Buna göre de ülkeler geliştikçe, bu
ülkelerdeki gelir eşitsizliğinin önce yükselip zirve yapacağını, ancak belirli gelişmişlik
düzeylerine ulaştıktan sonra bu eşitsizliğin azalacağını savunmuş, bunu da
karşılaştırmalı ülke ve zaman serisi analizleriyle belgelemiştir. Eşitsizliğin azalması
konusunda yapılan çalışmalar arasında, yeni dönem çalışmalardan Acemoğlu ve
Robinson'un çalışması, gelir eşitsizliğindeki bu azalan kısmı, politik reformlara ve
ardından gelen etkilere bağlamaktadır. Ne var ki, politik reformlara da, eğrinin artan
kısmında yaşanan sosyal gerginlik ve politik istikrarsızlıkların sebep olduğunu ifade
etmekte, ancak ampirik sonuçların da gösterdiği gibi, böyle bir eğrinin tüm kalkınma
örüntülerini açıklamada yetersiz kalacağını belirtmektedirler. Bu çerçevede de
kalkınmanın bir Kuznets eğrisine sebep olmayacağını öngören bir politik ekonomi
modeli önermektedirler (Acemoğlu ve Robinson, 2002, s. 183, 199). Diğer yandan,
Kuznets'in aynı çalışmasında kişisel gelir dağılımı için insanoğlunun; üretici, tüketici ve
tasarruf edici olarak, tepki ve davranış örüntülerinin anlaşılmasının önemli bir başlangıç
noktası olduğunu ifade etmesi (Kuznets, 1955, s. 27), insanın, bu dönem iktisatçıları
tarafından iktisadi analizlere dahil edilmesi çabasına yol açmıştır. Bu çerçevede "insan
sermayesine yatırım" düşüncesi ön plana çıkmıştır. Öyle ki, Mincer (1958) ve Schultz
(1961)’un bu dönemde insan sermayesi üzerine çalışmaları önemlidir. Öyle ki Schultz
(1961, s. 16), bir iktisadi sistemin en ayırt edici özelliğinin insan sermayesinde sağlanan
19
büyüme olduğunu, bu nedenle insanın bilgi ve becerisini artırmak için yapılan
yatırımların önemli olduğunu ifade etmektedir.
Tablo 1
1950'den Neoliberal Politikalara Kadar (1980) Kalkınma Đktisadının Evrimi
Hedefler
Teoriler
Politika ve
Stratejiler
Veri
Sistemleri
Öncü Đsimler /
Çalışmalar
1950’ler
- GSMH
büyümesi
- Büyük itiş
- Kalkınmanın
aşamaları
- Kritik
minimum çaba
tezi
- Toplam
yatırım ölçütleri
- Đthal ikamesi
- Sanayileşme
- Kentsel
sektöre verilen
önem eşliğinde
ek sosyal sabit
sermaye ve
altyapı
yatırımları
- Milli gelir
hesapları
1960’lar
- GSMH
büyümesi
- Ödemeler
dengesi
- Đstihdam
- GSMH
büyümesi
- Đstihdam
- Gelir dağılımı
- Yoksulluğun
giderilmesi (örn.
temel ihtiyaçlar)
- Dış denge
- Đnce ayar ve
uygun fiyatlar
- Tarım ve
sanayi arasında
“dengeli
büyüme”
- Đhracata teşvik
- Dış yardım
- Bölgesel
entegrasyon
- Mali reformlar
- Sektörel
planlar
-Trickle-down
hipotezi
- Entegre kırsal
kalkınma
- Kapsamlı
istihdam
stratejileri
- “Büyüme ile
yeniden
dağıtım”
- “Temel
ihtiyaçlar”
- Reform
(varlıkların
yeniden
dağıtımı)
- Radikaltoplumcu
- Trickle-down
hipotezinin
reddi
- Milli gelir
hesapları
- Girdi-çıktı
- Đstihdam
sayımları
- Sosyal Ulusal
Hesaplar (SUH)
1970’ler
- Ekonomik
düalizm
- Dengeli
büyümeye karşı
dengesiz
büyüme
- Sektörler arası
bağlantılar
- Đnsani sermaye
- Üretim tekniği
seçimi
- Büyüme
örüntü ve
biçimleri
- Tarımın rolü
- Kayıt dışı
sektörün rolü
- Kır-kent göçü
- Uygun
teknoloji
- Çıktı,
istihdam, gelir
dağılımı ve
yoksulluk
arasındaki ilişki
ve ödünleşme
- Sosyoekonomik
yatırım kriterleri
- Azgelişmişlik
teorisi
- Bağımlılık
teorisi
-NeoMalthusyen
teoriler
- P. RosensteinRodan (1943)
- K. Mandelbaum
(1945)
- H. Singer (1952)
- R. Nurkse (1953)
- A. Lewis (1954)
- W.W. Rostow
(1952, 1956, 1960)
-H. Leibenstein
(1957)
- J. H. Boeke (1953)
- S. Kuznets (1955)
- G. Myrdal (1957)
- A. O. Hirschman
(1958)
- J. Mincer (1958)
- P. Streeten (1959)
- H. B. Chenery
(1960)
- T. Schultz (1961)
- R. Prebisch (1962)
- A. Gerschenkron
(1962)
-E. Thorbecke
(1969)
- A. G. Frank
(1966)
- J. Harris ve M. P.
Todaro (1970)
- A. Foster-Carter
(1973)
- J. Bhagwati (1978)
- P. Streeten ve S. J.
Burki (1978)
- Milli gelir
hesapları
- Girdi-çıktı
(sektör içi ve
sektörler arası)
- Đstihdam
sayımları
- Hane halkı
anketleri
- Entegre kırsal
anketler
- Kayıt dışı
sektör anketleri
- Demografik
veriler
Kaynak: Thorbecke (2009), Willis (2005), Ranis (2004a), Todaro ve Smith (2009) ve Şenses (2003).
Daha sonraki çalışmalarla desteklenecek olan insan sermayesi literatürü,
özellikle 1980'li yılların sonunda içsel büyüme modelleriyle, insan sermayesinin bir
üretim faktörü sayılmasıyla birlikte yeni bir boyut kazanmış olacaktır. Bu dönemde,
20
insan sermayesinin ekonomik büyümeyi hızlandırarak iktisadi kalkınmaya yol
açmasının, insana yapılan yatırımların da artmasını sağlamış olduğu söylenebilir (Dura
vd., 2004, s. 14). Ancak, hazin olan insanın bu analizlerde bir sermaye olarak
görülmesidir. Öyle ki, ilerleyen bölümlerde anlatılacak olan insani gelişme yaklaşımının
reddettiği görüş de budur. Đnsanı yalnızca, büyüme için bir araç olarak görmek ve sonuç
olarak sırf büyümeye ulaşmak için, ona yatırım yapmak düşüncesi, etik olmaktan
oldukça uzak görünmektedir. Bu nedenle, her ne kadar bu dönem kalkınma düşüncesine
insan faktörünün eklendiği görülse de, bu modellerin insanı yalnızca "sermaye" olarak
gördüğü söylenebilir.
Dönemin diğer önemli çalışmaları, Tablo 1.'de de gösterildiği üzere, özellikle H.
B. Chenery (1960)’nin büyüme örüntü ve biçimleri üzerine çalışması ve E. Thorbecke
(1969)’nin iktisadi kalkınmada geçimlik tarımın, kaynak tedarikçisi olarak kendi rolünü
en iyi şekilde ancak pasif bir sektör olarak görülerek değil, sanayi ile eşit ve aktif bir
ortak olarak görüldüğünde oynayabileceğini savunduğu çalışmasıdır (Thorbecke, 2009,
s. 132).
Yirminci yüzyılın ortalarında, II. Dünya savaşı sonrasında dikkatlerini Asya,
Afrika ve Latin Amerika’nın azgelişmiş ülkelerine yönelten iktisatçılar, bu ülkelerin o
kadar da karmaşık olmadıklarına inanmışlardır. Öyle ki, kişi başına milli gelir yeterince
yükseltilebilse sorunlarının çözüleceğini düşünmüşlerdir. Bu yıllarda, bu ülkelerin
ilerlemesinin sorunsuz ve doğrusal olacağını varsayan bu iktisatçılar, her şeyin önüne
geçen yoksulluk sorunları veriyken azgelişmiş ülkelerin kurulmuş oyuncaklar gibi
işlemesini, çeşitli kalkınma aşamalarından sorunsuz ilerlemelerini beklemişlerdir. Yani
bu ülkeler, sadece çıkarları olan ama tutkuları olmayan ülkeler olarak algılanmıştır.
Ancak ne yazık ki tarihsel kanıtlar, iktisatçıların bu konuda yanılmış olduklarını ortaya
koymuştur (Hirschman, 2003, s. 51).
Geleneksel kalkınma görüşü, açık olarak ifade edildiği gibi GSMH’da
sürdürülebilir bir yıllık artışın sağlanmasına dayanır. Öyle ki disiplinin ilk yıllarında
kalkınma iktisatçıları da kendilerine hedef olarak GSMH’da rakamsal bir büyüme
gerçekleştirmeyi seçmişlerdir. Ancak 1950’lerin ve 1960’ların deneyimleri; çoğu
gelişmekte olan ülkenin iktisadi büyüme hedeflerine ulaşmalarına rağmen insanların
yaşam düzeylerinin çoğu yönden aynı kalındığı görülünce, kalkınmanın bu dar
tanımında bir şeylerin yanlış olduğunun anlaşılmasına önayak olmuştur. Böylece
1970’ler boyunca iktisadi kalkınma; yoksulluğun azaltılması veya ortadan kaldırılması,
eşitsizlik ve büyüyen bir ekonomide işsizlik gibi kavramlarla yeniden tanımlanmıştır.
21
Sonuçta da, “büyümeden ayrışma” ortak slogan haline gelmiştir (Todaro ve Smith,
2009, s. 15). Öyle ki, 1970'lerin ortasına gelindiğinde, çok yönlü ve baskın bir hedef
olarak GSMH, elbette tamamen ve her yerde değil ama genel olarak tahtından
indirilmiştir. Sonuçta kalkınmanın anlamı da, olması gerektiği gibi, eş zamanlı olarak
büyüme ve yoksulluğun giderilmesi hedefleriyle ilgili bir süreç olarak değişmiştir
(Thorbecke, 2009, s. 138).
1970’li yıllarda Dünya Bankası da o zamana kadar uygulanan ve hızlı sermaye
birikimine ve sanayileşmeye dayalı büyüme modelinin gelir dağılımını bozduğu ve
yoksulluk sorununa kalıcı bir çözüm bulunamadığı gerekçesiyle yoksulluk konusunu
gündemine almış ve yoksulluğun giderilmesi için yoksulların beslenme, barınma, sağlık
ve eğitim gibi temel gereksinmelerinin karşılanmasını hedefleyen temel ihtiyaçlar
yaklaşımını10 ortaya atmıştır (Şenses, 2009a, s. 39). Özellikle yoksul ülkeler üzerine
odaklanan bu yaklaşım, ana hatlarıyla "tüm insanoğluna eksiksiz bir hayat
yaşayabilmeleri için bir fırsat sağlanmasını" öngörmektedir (Alkire, 2002a, s. 168).
Ancak Sen, her ne kadar bu yaklaşımın, GSMH ve büyüme göstergeleri ile mücadelede
olumlu bir rol oynadığına inansa da, onu derin temellere dayanan bir yaklaşım olarak
görmenin bir hata olacağını belirtmiş ve diğer felsefi temelleri olan yaklaşımlardan
destek alması gerektiğini savunmuştur (Sen, 1987a, s. 25-26). Bununla birlikte, Reader
(2006, s. 339-341) de, tarihten ve analitik felsefeden olmak üzere iki örnekle, aslında
temel ihtiyaçlar yaklaşımının oldukça zengin felsefi temellere dayandırılabileceğini
savunur. Ancak ne yazık ki, 1982 borç kriziyle birlikte gelişmekte olan ülkeler, daha
yoğun olarak istikrar ve uyum politikalarına yönelmiş, böylece bu yaklaşım da gereken
bu desteği almaktan yoksun kalmıştır. Sonuç olarak da, meta-fetişizmine dayanması,
özgürlüğe yetersiz önem vermesi, insanlar adına pasif bir durum içermesi ve felsefi
yetersizliği gibi nedenlere dayandırılarak, temel ihtiyaçlar yaklaşımı, kapasite yaklaşımı
daha fazla ön plana
çıkıncaya kadar
yoğun eleştirilere maruz
kalmaktan
kurtulamamıştır. Buna rağmen, yoksul insanlara yönelik bir politika önerisi olarak temel
ihtiyaçlar yaklaşımının, insani gelişme yaklaşımının ortaya çıkmasında önemli bir yeri
olduğunu ifade etmek pek de yanlış olmayacaktır.
10
Temel ihtiyaçlar yaklaşımı öncelikle 1976'da bir Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) konferansında
tartışılmış, ardından Dünya Bankası konuyu gündemine almıştır (Stewart, 2006, s. 14). Bu yaklaşımın, i)
yeterli gıda, barınak ve giyim gibi bir ailenin özel tüketimi için belirli asgari gereksinimleri, ve ii) temiz
içme suyu, kanalizasyon, sağlık ve eğitim olanakları gibi genellikle toplum tarafından ve toplum için
sağlanan temel hizmetleri, içerdiği ifade edilmektedir (Thorbecke, 2009, s. 141). Konu ile ilgili olarak
bakınız; Streeten ve Burki (1978), Streeten vd. (1981), Alkire (2002a) ve Stewart (2006).
22
2.2.4. Kalkınma Đktisadı’nda Neoliberal Politikaların Ortaya Çıkışı
II. Dünya Savaşı sonrası kalkınma teorileri, genel olarak ulusal düzeyde
hükümet müdahalesini, uluslararası boyutta ise yabancı desteği öngören Keynesyen
yaklaşımdan esinlenerek oluşturulmuştur (Willis, 2005, s. 47). Bu çerçevede de hem
yapısal sorunların hem de koordinasyon başarısızlıklarının çaresine bakmak için ulusal
düzeyde hükümetin aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini öngörmüşlerdir (Adelman,
1999b, s. 4). Ancak, uluslararası düzeyde yardımlara dayanan politika, dönemler arası
farklılık göstermiştir. Gelişmekte olan ülkelerin ana finansman kaynağı 1950'lerde ve
1960'larda yardımlar ile doğrudan yabancı yatırımlar ve kısmen de sanayileşmiş ülke
hükümetlerinden tavizli koşullarla alınan borçlar olurken, özellikle 1970'lerde petrol
krizinin patlak vermesiyle gelişmekte olan ülkelerin ana finansman kaynağı özel
uluslararası bankalar haline gelmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin borç stokunun artması
ve borçlarının çevrilemez hale gelmesiyle -ve özel uluslararası bankaların verdikleri
borçlardan taviz vermemeleriyle- bu ülkeler 1982 yılında dış borç krizine sürüklenmiştir
(Gibson ve Tsakalatos, 2003, s. 182). Borç krizi de birçok gelişmekte olan ülkeyi IMF
ve Dünya Bankası güdümünde istikrar ve yapısal uyum programları uygulamak zorunda
bırakmış ve bu kuruluşlara hakim olan dışa dönük ve serbest piyasa ağırlıklı bakış
açıları bu ülkelerin ekonomi politikalarının belirlenmesine yol açmıştır. IMF, 1-3 yıllık
istikrar programlarıyla kısa dönem istikrarın sağlanması konusunda şartlılık uygularken,
Dünya Bankası da, aynı dönemde şartlılık kriterlerini, yapısal uyum kredileri
aracılığıyla, dış ticaret ve finans piyasalarında serbestleşme, özelleştirme ve devletin
rolünün küçültülmesi, göreli faktör fiyat yapısındaki bozuklukların giderilmesi gibi
temel alanlarda önemli orta ve uzun dönem etkileri olabilecek yapısal uyum
yönergesine oturtmuşlardır (Şenses, 2003, s. 16, 113). Diğer bir deyişle tipik bir yapısal
uyum paketi, devalüasyon, yapay fiyat bozuklukların giderilmesi, dış ticaretin
serbestleştirilmesi ve sektör düzeyinde kurumsal değişimden oluşmuştur. Yapısal uyum
stratejilerinin tamamlayıcı unsurları da dışa dönüklük, piyasalara güven ve devletin
rolünün asgariye indirilmesini içermiştir (Thorbecke, 2009, s. 148).
1980'ler iktisadi kalkınma yolunda krizlerin, ağır problemlerin ve gerilemelerin
olduğu yıllardır. Gelişmekte olan ülkelerin borç problemi, uyum ve istikrar politikaları
döneminin esas endişeleridir. Bu konuya yoğunlaşan iktisatçılar tarafından, yoksullar bu
dönemde ya unutulmuştur, ya da yoksulların sayılarını azaltmak yerine, herhangi bir
sayı artışından korunmanın yolları aranmıştır (Streeten, 2005, s. 99). Yine de bu
23
dönemde yoksulluk konusu üzerine katkılar, Sen (1981, 1983b, 1985a) ve Foster vd.
(1984)'den gelmiştir. Bu çerçevede, Sen (1979a, s. 285), öncelikli olarak kimlerin
yoksul olarak tanımlanacağının belirlenmesini, bu çerçevede yoksulluğa özgü
karakteristikleri belirleyerek bir yoksulluk ölçümü yapılabileceğini savunmuş, ilerleyen
dönemlerde de kapasite yaklaşımını iyiden iyiye temellendirmiştir (Sen, 1983b, s. 167).
Yoksulluğu düşük gelir düzeyinden çok temel kapasitelerden yoksunluk olarak düşünen
Sen11, gelir ve serveti azami düzeye çıkarmanın temel hedef olarak belirlenmesinin
yeterli olmadığını, kalkınmanın daha çok yaşam standardını yükseltmek ve yararlanılan
özgürlüklerin geliştirilmesi ile ilgili olması gerektiğini savunmuş ve seçme
özgürlüğünün refah (well-being)12 için önemli olduğunu vurgulamıştır (Sen, 2004, s.
29-36). Aynı dönemde, birey tercihlerinde mantıksal gerekçe olarak faydayı
benimseyen faydacı yaklaşıma ve "refahçı" görüşe karşı alternatif bir yaklaşım öne
süren Sen, insanların malları, karakteristik özellikleri ve karşıladıkları ihtiyaçlara göre
değerlendirdiğini düşünmüştür. Ancak bunun ötesine giderek, malları tüketmenin
sonuçlarının, tüketicinin de karakteristiklerine ve üyesi olduğu toplumun özelliklerine
de bağlı olduğunu ifade etmiştir. Yaşam standartları, kişinin iyi beslendiği, sağlıklı ve
bilgili olduğu, kendine saygı duyduğu, toplum hayatına katılım gösterdiği ve değer
verdiği bir hayatı yaşayabilme kapasitesine göre değerlendirilmelidir (Streeten, 2005, s.
100).
Diğer taraftan aynı dönemde insan sermayesi (veya beşeri sermaye) literatürüne
de bir takım katkılar yapılmıştır. Lucas (1988) ve Romer (1989)'in sanayi devriminden
beri belirli bir büyüklükte kişi başına gelir artışının nedenini dışsal (modelde
açıklanamayan) teknolojik gelişmede aramak yerine, iktisadi sistemin bütünü içerisinde
içsel olarak düşünülmesi gerektiğini savunan içsel büyüme modellerinde gösterir
(Romer, 1994, s. 3). Öyle ki, büyüme modeline insan sermayesi birikimini ekleyen
Lucas (1988, s. 39), iktisadi sistem içerisinde fiziksel ve insani olmak üzere iki sermaye
olduğunu belirtmiş, bu çerçevede insan sermayesinin hem emeğin hem de fiziksel
sermayenin verimliliğini artıracağını ifade etmiş ve insani sermayeyi fiziki sermaye gibi
bir üretim faktörü olarak görmüştür.
11
Belirtilmelidir ki, yoksulluğun giderilmesi de, kendi içinde bir son değildir. Daha iyi bir şey için atılmış
bir adımdır: Bu daha iyi bir şey ise insani gelişmedir; insan tercihlerinin artırılması ve insan
kapasitelerinin güçlendirilmesidir (Jolly, 2005, s. 112). Bununla birlikte, insani gelişme yoksulluğun
azaltılmasına elbette öncelik tanımalıdır, ancak -temel ihtiyaçlar yaklaşımının aksine- yoksul olmayana da
bir şeyler sunmalıdır: herkes için refahın artırılması hakkında olmalıdır (Kaul, 2005, s. 91).
12
Amartya Sen'in, kişinin kapasiteleri ile ulaşmaya çalıştığı "sonuç" olarak gördüğü "well-being" ifadesi,
en üst düzeyde bir iyi olma durumunu ifade eder. Tam olarak karşılayamasa da, tez içerisinde bundan
sonra "refah" kelimesiyle ifade edilecektir.
24
Tablo 2
1980'den Bugüne Kalkınma Đktisadının Evrimi
Hedefler
Teoriler
Politika ve
Stratejiler
Veri
Sistemleri
Öncü Đsimler
1980’ler
- Đstikrar
- Dış denge
(ödemeler
dengesi)
- Đç (bütçe ve
parasal) denge
- Yapısal uyum
- Verimlilik /
etkinlik
- Sürdürülebilir
kalkınma
- Endojen
büyüme
- Büyüme ve dış
ticaret arasındaki
bağlantı
- Đnsan
sermayesi ve
teknoloji
transferi
arasındaki ilişki
- Yeni kurumsal
iktisat ve
kurumların rolü
- Đç içe geçen
faktör piyasaları
- Sosyal
Hesaplar Matrisi
ve 1970 yılına
ait diğer tüm
veriler
- Kapsamlı,
ayrıntılandırılmış ve
büyük ölçekli
hanehalkı gelir /
harcama
anketleri
1990’lar
- Uyumun
devamı
- Đyi yönetişim
ve kurumların
kurulması
- Yoksulluğun
giderilmesinin
bir hedef olarak
yeniden güç
kazanması
- Asya finansal
krizinin
etkilerinin
hafifletilmesi
- Küresel
kapitalizmin
sınırlanması,
liberalizasyon ve
deregülasyon
- Đnsani yüzlü
yapısal uyum
- Kalkınma
patikasına bağlı
olmada ve
politikaların
içselliğinde
kurumların rolü
- Piyasaların ve
devletlerin rolü
- Yolsuzluk
ekonomisi
- Đnsani
sermayeyi
tamamlayan
sosyal sermaye
- Post-kalkınma
- A. Krueger (1978)
- P. Bardhan (1980)
- A. Sen (1981)
- P. Krugman
(1981)
- K. Derviş vd.
(1982)
- J. Foster vd.
(1984)
- Oliver E.
Williamson (1985)
-J. Griffin (1986)
- D. Lal ve S.
Rajaptirana (1987)
- R. Lucas (1988)
- P. Romer (1989)
- G. A. Cornia vd.
(1987)
- J. Coleman (1988)
- D. C. North (1990)
- T. Persson ve G.
Tabellini (1990)
- J. Wiliamson
(1990)
- UNDP (1990)
- A. Escobar (1992)
- P. Dasgupta
(1993)
- P. Krugman (1991,
1994)
- D. Rodrik (1996)
- S. Radelet ve J.
Sachs (1998)
- A. Sen (1992,
1999a)
- P. R. Agenor vd.
(1999)
2000’ler
- Washington
Mutabakatı'nda
değişiklik
yapılması ve
sorgulanması
dışında 1990
yılıyla aynı
hedefler
- Đnsani gelişme
- Yoksulluk ve
eşitsizliğin
azaltılması
- Milenyum
Kalkınma
Hedefleri
- Kalkınmanın
siyasal iktisadı
ve kurumların
rolü
- Büyümeeşitsizlik ve
yoksulluk
bağlantısı
- Çok boyutlu
yoksulluk
- Çoklu denge
- Đstikrar ve
yapısal uyum
- Dışa açık
yaklaşımlar
- Piyasalara
güven / piyasa
ağırlıklı
yaklaşım
- Özelleştirme
- Devletin
rolünün en aza
indirgenmesi
- Neoklasik
fayda
yaklaşımına
karşı eleştiriler
- Đstikrar ve
yapısal uyum
- Dışa yönelim
- Piyasalara
güven/ serbest
piyasa ağırlıklı
politikalar
- Asya
mucizesinin
başarı
unsurlarının
diğer GOÜ'lere
yaygınlaştırılması
- Yoksulluğun
giderilmesi ve
sosyo-ekonomik
refahın
artırılması
- Finansal krizin
ardından uygun
kontrol ve
düzenlemeler
- Kalkınma
stratejisi olarak
küreselleşme
- Yoksul yanlısı
büyüme odaklı
kalkınma
stratejisi anlayışı
- Sosyal
Hesaplar Matrisi
ve 1970 yılına
ait diğer tüm
veriler
- Kapsamlı ve
büyük ölçekli
bölümlere
ayrılmış
hanehalkı gelir/
harcama
anketleri
- Çok yıllık
anketler (öznel
yoksulluk
hedeflerini de
içeren)
- Demografik
anketler ve
sağlık anketleri
- 1990 yılına ait
tüm veriler
- Daha fazla
mikro ve panel
veri kaynakları
- Veri bankaları
- M. Qizilbash
(1996)
- J. Stiglitz (1998,
2001)
- M. Nussbaum
(2000)
- G. Ranis vd.
(2000)
- D. Acemoğlu vd.
(2001)
- F. Bourguignon ve
S. Chakravarty
(2003)
- K. Basu ve R.
Kanbur (2009)
Kaynak: Thorbecke (2009), Willis (2005), Ranis (2004a), Todaro ve Smith (2009) ve Şenses (2003).
Ancak, insan sermayesi birikimi gibi teoriler, daha önce de ifade edildiği gibi,
genelde insanları, büyüme hedefinde bir araç olarak görmekten kurtulamamıştır. Çünkü,
25
insan sermayesi birikimi, üretim olanaklarını çoğaltan ajanlara yönelirken, insan
kapasitelerinin
genişletilmesi
düşüncesi,
sahip
olunan
bağımsız
tercihlerin
geliştirilmesiyle birlikte insanların yaşamlarını sürdürebilme yeteneğini içerir ve odak
noktasına ve kalkınmanın sonucuna da haliyle insanı alır. Öyle ki, kapasite düşüncesi,
daha geniş çerçevede, yalnızca bir araç olarak iktisadi üretimin sağlanmasını değil aynı
zamanda sosyal kalkınmayı da içerir (Sen, 2005a, s. 35-37).
Kalkınma düşüncesinde bu ayrım önemlidir. Çünkü aslında, insani gelişme
yaklaşımı da neoliberal yaklaşım da birey için tercih özgürlüğünün ve kalkınmada
tercihlerin genişletilmesinin esas unsur olduğunun üzerinde dururken, insani gelişmenin
asıl hedefi, insanın fırsat ve kapasitelerinin artırılmasıyla, onun kalkınmaya dahil
edilmesidir ve bu süreçte insanı sonuç olarak görür. Aksine, neoliberal düşüncenin
hedefi iktisadi refahın maksimizasyonudur. Vurgu, piyasalar ve piyasaların işlevliliğine,
dolayısıyla kalkınmanın sonuçlarından ziyade araçlarınadır (Jolly, 2005, s. 108).
Kalkınma literatürüne 1980'li yılların ortalarından itibaren eklenen yoksulluk
literatürü, 1990'lı yılların başında, insani gelişme düşüncesinin kalkınmaya eklenmesine
ve de yoğun ilgi ile karşılanmasına neden olmuştur. Đçinde bulunduğumuz on yılda da
yoksulluğun ve eşitsizliğin azaltılması ve Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDGs) gibi
hedeflerle etkisini sürdüren bu yazın ve bu dönemin önemli hedef ve teorileri Tablo 2.
yardımıyla incelenebilir.
Sonuç olarak, gelişen dünyanın heterojenliği ve kalkınma sürecinin karmaşıklığı
nedeniyle, kalkınma iktisadının içeriği eklektik olmalıdır. Hem geleneksel iktisadi
analizin kavram ve teorilerini, hem de Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinin tarihi
ve günümüz kalkınma deneyimlerinden türetilecek yeni modelleri ve çok-disiplinli
yaklaşımları içermelidir (Todaro ve Smith, 2009, s. 8). Dolayısıyla aşağıdaki bölümde,
öncelikle çok-disiplinli yaklaşımlardan biri olan insani gelişme yaklaşımı ve bu
yaklaşımın temelleri incelenecektir.
2.2.5. Kapasite Yaklaşımı ve Kapasitelerin Genişletilmesi Olarak Đnsani Gelişme
Kalkınma sürecinde insan refahını anlamaya çalışırken, gelirin oldukça önemli
bir etkiye sahip olduğu, ama yalnızca gelir çözümlemesiyle yetinilmemesi gerektiği
düşüncesinin kabul edilmesi gerekir. Bununla ilgili olarak öncelikle Rawls (1971)'ın
klasik 'birincil mallar' (primary goods) çözümlemesi önemlidir. Bu düşünce, insanların
ayrı ayrı amaçlarından bağımsız olarak ihtiyaç duydukları kaynaklara ilişkin daha geniş
26
bir görünüm sunar; bu anlayış, geliri, ama aynı zamanda diğer genel amaçlı 'araçları'
içerir. Birincil mallar, herhangi bir kişinin kendi amaçlarına ulaşmasına yardımcı olan
genel amaçlı bir araçtır ve hakları, özgürlükleri ve fırsatları, gelir ve serveti ve
özsaygının toplumsal temellerini içerir (Sen, 2004, s. 101). Ancak Sen (1979b, s. 215)'e
göre, Rawls'ın bu çözümlemesi, bazı problemleri içerisinde barındırır. Buna göre,
Rawls'ın çözümlemesindeki gibi, eğer insanlar temel olarak oldukça benzerlerse, çıkarın
değerlendirilmesi adına oluşturulacak bir birincil mallar endeksi oldukça yararlı olabilir.
Ne var ki gerçekte insanlar, sağlık, uzun ömürlülük, iklim koşulları, yaşanılan yer, iş
koşulları, mizaç ve hatta -yiyecek ve giyim ihtiyaçlarıyla ilgili olarak- vücut ölçüleri
bakımından farklılıklar gösterirler. Dolayısıyla, çıkarı yalnızca birincil mallar açısından
değerlendirmek, kısmen gerçekleri göremeyen bir ahlak anlayışına neden olur.
Amartya Sen, 1979'da, Rawlscı eşitlik ve faydacı yaklaşımın birleştirilmesi ile
eşitlik üzerine yeni ve yeterli bir teorinin oluşturulup oluşturulamayacağını sorgular13.
Yeni bir yorum adına da daha önceki yaklaşımların eksik bıraktığı çerçevenin bir
insanın bazı temel şeyleri yapmaya muktedir olduğu 'temel kapasiteleri' (basic
capabilities) olduğunu ortaya koyar (Sen, 1979b, s. 218). Böylece Rawls'ın birincil
mallar düşüncesindeki mallara odaklanma düşüncesinden -aynı zamanda mal
fetişizminden de- uzaklaşılır. Çünkü malların karakteristiği bir kişinin bundan nasıl
yararlanacağını göstermekten uzaktır. Dolayısıyla Sen'in düşüncesine göre artık kişinin
işlevliliklerine (functionings) bakmak gerekir. Böylece insanoğlunun bu mallardan nasıl
yararlanacağı üzerine odaklanılmış olunur (Sen, 1999b, s. 6).
Kapasite yaklaşımının Rawls'ın düşüncesi ile bağlantısı daha yeni olmakla
birlikte, yaklaşımın çok eskiye dayanan bağlantıları da bulunmaktadır. Amartya Sen,
kapasite yaklaşımını oluştururken, Adam Smith'in 'ihtiyaçlar' (necessities) ve yaşam
koşulları üzerine analizinden ve Karl Marx'ın insanın özgürlüğüne ve serbest
bırakılmasına ilişkin yaptığı vurgudan yararlanarak kavramın altyapısını oluşturmuştur
(Clark, 2006, s. 32). Ancak yaklaşım, esas altyapısını ve kavramsal bağlantısını
Aristo'nun siyasal bölüşüme ilişkin analizinde ortaya koyduğu eudaimonia (insan
gelişimi/human flourishing) kavramında bulmuştur (Sen, 1993, s. 46).
13
Eşitlik düşüncesi üzerine, 1979'da Stanford University'de yaptığı Equality of What? başlıklı bahsi geçen
konuşmasında Sen, ne tek başına faydacı, toplam fayda ve Rawlscı eşitlik düşüncelerinin yeterli
oldukları, ne de bu düşüncelerin bir birleşiminin yeterli olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu açığın temel
kapasiteler yaklaşımı ile kapatılabileceği, aynı zamanda bunun fayda ve birincil malların ötesinde ahlaki
olarak uygun bir yaklaşım olduğu sonucuna ulaşmıştır (Sen, 1979b, s. 220). Ancak Sen, 'nasıl bir eşitlik'
sorusuna cevap ararken ulaştığı bu yaklaşımı yalnızca eşitlik kavramıyla sınırlandırılmaması gerektiğini
de ilerleyen yıllarda belirtmiştir (Sen, 1993, s. 49-50).
27
Đktisadi kalkınma süreci, insanların tercihlerinin yanında, kapasitelerinin
(capabilities) de genişletilmesi süreci olarak görülmelidir. Geleneksel kalkınma
anlayışının en önemli eksikliği de zaten insanların yetkilendirilmesine (entitlements) ve
bu yetkilerin doğurduğu kapasitelere odaklanmasından ziyade toplam gelir veya milli
hasıla gibi konulara odaklanmış olmasından kaynaklanır (Sen, 1983a, s. 754-755).
Kapasite yaklaşımının en önemli özelliği olan, insanların kapasitelerine göre ne
yapmaya ve ne olmaya muktedir olduklarına odaklanması düşüncesi, insanların arzutatminine odaklanan felsefi yaklaşımlara veya gelir, harcama, tüketim, temel
ihtiyaçların karşılanmasına odaklanan teorik ve pratik yaklaşımlara ters düşer.
Kalkınma politikalarının tercihinde insanların kapasitelerine odaklanılması, derin bir
teorik farklılaşma arz eder. Bu yönüyle de, neoliberal ve faydacı politika reçetelerine
kıyasla oldukça farklı politikalar ortaya koyar (Robeyns, 2003a, s. 5). Yani insan refahı
tek başına gelirle veya geleneksel olarak ifade edilirse fayda ile ölçülemez. Sorun
insanın neye sahip olduğu değil, -kapasitesini gösteren- ne olduğu/olabileceği veya ne
yaptığı/yapabileceğidir. Refah için önemli olan, -fayda yaklaşımındaki gibi- tüketilen
malların karakteristiği değildir. Sorun tüketicinin onu nasıl kullandığıdır. Örneğin, bir
kitabın okuma-yazma bilmeyen biri için çok az değeri vardır. Öyleyse insan refahını ve
yoksulluğu anlayabilmek için malları sahip olunabilirliklerinin ötesinde ve Sen'in
işlevlilik (functioning) dediği, malların kullanımı açısından düşünmek gerekir. Đşlevlilik
malların verili karakteristikleriyle bir kişinin ne yapabileceğidir (Todaro ve Smith,
2009, s. 16). Bir kişinin kapasitesi de bu kişinin erişebileceği alternatif işlevliliklerin bir
birleşimini yansıtır (Sen, 1993, s. 31). Kapasite yaklaşımı, işlevli hale getirilebilen
kapasitelerin yaşam kalitesini değerlendirmesine yardımcı olmuş olur (Sen, 2005b, s. 4).
Sen (1999b)'e göre, kapasite yaklaşımı, “kişinin farklı işlevlilik vektörlerine
sahip olma ve buna ilişkin refah (well-being) erişimlerinden yararlanma kapasitesini”
refahın en iyi göstergesi olarak görür. Đşlevlilik, "olma" ve "yapma" durumları gibi, bir
kişinin kazanımlarını ifade ederken, metalar, bu işlevliliklere erişmek için kullanılır.
Öyleyse;
‫ݔ‬௜ , i kişisi tarafından sahip olunan metaların vektörü,
c (.), bir meta vektörünü, bu metaların karakteristiklerinin vektörüne çeviren
fonksiyon14,
14
Meta ve işlevlilik ayrımı üzerine, Sen (1999b)'in kitabında verdiği bisiklet kullanma ile bisiklete sahip
olma örneği ele alınırsa; bir bisiklet (‫ݔ‬௜ ), taşıt olarak düşünüldüğünde (c karakteristiği), kişi -kapasitesine
bağlı olarak (ܳ௜ )- ya bisikleti kullanabilecek, ya da kullanamayacaktır.
28
݂௜ (.), i kişisinin bireysel "yararlanma (utilization) fonksiyonu",
‫ܨ‬௜ , biri i kişisinin gerçekte seçebileceği olmak üzere, ݂௜ fonksiyonları seti,
Eğer kişi, ݂௜ (.) yararlanma fonksiyonunu seçerse, ‫ݔ‬௜ meta vektörüyle, erişilen
işlevlilik fonksiyonu, ܾ௜ vektörü ile;
ܾ௜ = ݂௜ (c (‫ݔ‬௜ )) olur.
Eğer kişinin meta tercihleri vektörü, ܺ௜ seti ile kısıtlanırsa, o zaman kişinin en
uygun işlevlilik vektörü ܳ௜ (ܺ௜ ) seti ile tanımlanır:
ܳ௜ (ܺ௜ ) = [ܾ௜ |ܾ௜ = ݂௜ (c (‫ݔ‬௜ )) ∀ ݂௜ (.) ∈ ‫ܨ‬௜ ve ∀ ‫ݔ‬௜ ∈ ܺ௜ ].
ܳ௜ (ܺ௜ ), işlevlilik tercihleri altında, kişinin özgürlüğünü ve yetkilendirme olarak
adlandırılan, ‫ݔ‬௜ metaları üzerindeki hakimiyetini; ܳ௜ ise, i kişisinin kapasitelerini ifade
eder. Kapasiteler, kişinin erişebileceği işlevliliğinin farklı kombinasyonlarını yansıtır
(Sen, 1999b, s. 7-9).
Daha da geniş olarak ifade edilirse, kapasite yaklaşımı, zevkler, mutluluk veya
isteklerin tatminine dayanan kişisel fayda yaklaşımından; mal sepetlerine, reel gelire
veya reel refaha odaklanan mutlak veya göreli zenginlik düşüncesinden; müdahalenin
olmadığı kuralları içeren negatif özgürlük değerlendirmelerinden; birincil mallar
düşüncesindeki gibi özgürlüğün araçlarının kıyaslanmasından, farklı bilgileri odağa
koyduğu noktada ayrılır (Sen, 1993, s. 30). Bir kişinin kapasitesi, kişisel karakteristikler
ve sosyal düzenlemeler de dahil olmak üzere bir çok faktöre bağlıdır. Đnsan kapasiteleri,
bireysel özgürlüğün önemli bir parçasını oluşturur (Sen, 1993, s. 33)15.
Qizilbash'a göre, Sen'in yaklaşımı, i) kapasiteler açısından, hayat kalitesi ve
kalkınmanın değerlendirilmesi için diğer yaklaşımlara göre önemli bir yere sahiptir, ii)
insanların kapasiteleri, onların -sonuçlarda özgürlüğe dayanan- pozitif özgürlüklerinin16
derecesini ele alır, iii) kalkınma, kapasitelerin genişletilmesi süreci olarak görülmelidir
ve iv) bu bağlamda, kalkınma özgürlükte bir artıştır (Qizilbash, 1996, s. 146).
Clark'a göre de Sen'in kapasite yaklaşımında üç nokta önemlidir: Đlki, Sen
herhangi bir liste oluşturmamıştır. Bunun yerine Sen, kapasitelerin seçimi ve
ağırlıklandırılmasının bireysel değer yargılarına bağlı olduğunu vurgular. Dolayısıyla da
15
Özgürlüğün bir çok yönü vardır. Erişimleri yalnızca kişinin gerçek tercihlerine bağlı olduğunu
düşünmek hata olur. Kişinin farklı değerlere sahip işlevliliklere erişmesi en etkili bir şekilde bir kamu
politika ve uygulamaları ile artırılabilir. Aynı zamanda erişilen işlevlilikler, doğru tanımlanmazsa, oruç
tuttuğu için aç olan bir insanla yoksul olduğu için aç olan bir insan arasında aynı endişeyi taşırız. Eğer,
yoksul olduğu için aç olan insanın açlığını gidermeye çalışıyorsak, bu, oruç tutanın iyi beslenme
kapasitesine sahip olduğu ancak bunu kullanmadığı, yoksul olanın ise kapasite eksikliği yaşadığı ve açlık
durumu içerisine istemeyerek sürüklendiğindendir. Her ikisi de aynı erişilen işlevliliklere sahip olsalar da
farklı kapasiteleri gösterirler (Sen, 1993, s. 45).
16
Belirtilen özgürlük kavramı, ilerleyen bölümde daha ayrıntılı biçimde ifade edilmeye çalışılacaktır.
29
hem pratik hem de stratejik açıdan 'nesnel olarak doğru' bir kapasiteler listesi
oluşturmayı reddeder (Clark, 2006, s. 35). Đkincisi Sen, bu yaklaşımın farklı alanlarda
farklı değerlendirilmesini öngörür. Öyle ki, yoksulluk analizinin daha sınırlı kapasite
setine ihtiyaç duyacağını belirtirken, insan refahı analizinin daha geniş bir çerçevede
incelemeye tabi tutulması gerektiğini belirtir. Son olarak bu, tek başına yeterli bir
değerlendirme ölçütü değildir. Tek başına bir adalet ve kalkınma teorisi oluşturmaz.
Bireysel özgürlük, iktisadi büyüme ve etkinlik gibi kavramların da dikkate alınması ve
yaklaşımın bu kavramlarla desteklenmesi gerekir (Clark, 2006, s. 35).
Kapasite yaklaşımı, işlevlilikler, özgürlük, çoğulculuk ve eksiklik olmak üzere
dört esas kavramı içinde barındırır. Bu yaklaşım, sosyal tercih ve sosyal refah
analizlerinin enformasyonel içeriğini genişleterek; sadece mutluluk veya açıklanmış
tercihlerin ötesine geçip ahlaki ilkeleri de analize dahil ederek çoğulcu bir anlayış
kazanır (Alkire, 2002a, s. 4-10). Diğer taraftan kapasite yaklaşımı içerik olarak tam bir
yaklaşım olarak görülemez. Ancak Alkire'ye göre, kapasite yaklaşımının tam olmama
durumu (Sen, 1992, s. 46-49), onun önemli avantajlarından birini oluşturur, çünkü bu
sayede tekrar tekrar dönülerek eksiklikleri giderilmeye çalışılabilir (Alkire, 2002a, s.
10).
Kapasite yaklaşımı bazı eleştirilere maruz kalmaktan da kurtulamamıştır.
Kapasitelere odaklanmanın yetersiz olduğunu, 'sosyal oyunun' içeriğinde hangi
fırsatların tam olarak sunulacağını ve bu faktörlerin bireysel başarı veya başarısızlığı
nasıl etkilediğinin bilinmek istediğini düşünen Fleurbaey (2002:73-74), yaklaşımın etik
birçok görüşü içerisinde barındırmasına rağmen bir belirsizlik taşıdığını ve farklı
anlayış ve tartışmalara yol açtığını ifade etmektedir. Diğer taraftan, kapasite yaklaşımı
genelde, ne derece işlevsel (operational) olduğu konusunda (Sugden, 1993, s. 1953;
Gasper, 2007, s. 357) ve çerçevesini tutarlı bir kapasiteler listesi ile desteklemediği için
(Nussbaum, 2000) eleştiriye uğrar.
Gasper (2002, s. 436) ise, insan yaşamının 'kalkınmanın, insan tercihlerinin
genişletilmesi süreci' olduğu şeklindeki bir görüşle ifade edilemeyecek kadar karmaşık
olduğundan hareketle, yaklaşımın henüz gelişim aşamasında olduğunu, bir refah teorisi
olarak yetersiz olduğunu ifade eder. Tercihlere yönelik aşırı vurgusunun, esas
kavramlarının içeriğinin belirsiz olmasının ve iktisat ile felsefe arasındaki ilişkinin
psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi alanlara değinilmeden kurulmuş olmasının ise
belirgin eksiklikleri olduğunu belirtir.
30
Đnsani gelişme düşüncesi de, teorik altyapısını Sen’in kapasite yaklaşımında
bulur. Ancak insani gelişmenin çok boyutluluğu, aynı zamanda onun boyutlarının ne
olduğu sorgusuna da yol açar. Belirtildiği üzere Amartya Sen, kapasite yaklaşımını
ortaya atarken, farklı boyutlar için düşünülmesi gereken herhangi bir liste sunmamıştır
veya hangi kapasitelerin öncelikli olduğuna yönelik bir iddia ortaya koymaktan uzak
durmuştur (Alkire, 2002b, s. 184). Ancak ilerleyen yıllarda yayımlanan Đnsani Gelişme
Raporları'nda sunulan Đnsani Gelişme Endeksi, kapasiteleri üç temel boyuta indirgerken,
kapasite yaklaşımının gelişmesinde önemli bir yeri olan Nussbaum (2000) da merkezi
insan kapasiteleri olarak on farklı boyuttan oluşan bir liste ortaya koymuştur17.
Sen'in kapasitelerin genişletilmesi olarak kalkınma düşüncesi, insani gelişme
yaklaşımının başlangıç noktasını oluşturur. Böylece kalkınmanın hedefi, sağlıklı olmak
ve iyi beslenmek, bilgi sahibi olmak ve toplum yaşamına katılım sağlamak gibi bir
kişinin olabileceği ve yapabileceği şeylerin sınırlarının genişletilmesiyle insan
yaşamının değerinin artırılması halini alır (Fukuda-Parr, 2003, s. 303). Bu yaklaşım,
Mahbub ul Haq öncülüğünde yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları'nda ortaya atılmıştır.
Aynı raporda hesaplanan Đnsani Gelişme Endeksi, insan kapasitelerinin üç temel
boyutuna vurgu yapmaktadır18. Bunlar, i) yaşamını sürdürmek ve sağlıklı olmak, ii)
bilgi sahibi olmak ve iii) iyi bir yaşam standardına sahip olmaktır (UNDP, 1990, s. 12).
Đkinci bölümde endekse daha ayrıntılı bir şekilde değinilecektir. Ancak, endeks
oluşturulurken, neden bu üç kapasitenin (veya boyutun) tercih edildiği ve dolayısıyla
neden bunların en önemli olduklarının anlaşılması önemlidir. Bu tercih yapılırken,
evrensel olarak değeri olan ve eksikliği başka kapasitelerin eksikliğine neden olacak
temel kapasitelerin seçilmesine özen gösterilmiştir. Böylece ortaya üç boyutlu bir
endeks çıkmıştır. Ayrıca endeksin özellikle bölüşüm19 sorunlarından uzak durması ve
ortalama erişimin bir ölçümü olması, endeks oluşturulurken verilen bir diğer önemli
karardır (Fukuda-Parr, 2003, s. 305-306).
17
Temel ihtiyaçlar, insan refahı ve kapasiteler üzerine farklı boyutların ne olması gerektiğiyle ilgili
literatürde bir çok yazar birçok liste oluşturmuştur. Bunun etkili bir analizi için bkz. Alkire (2002b).
Ayrıca bu konuda önemli bir diğer çalışma olan Griffin (1986, s. 67)'in insan yaşantısının daha iyiye
gitmesi için gereken ve i) başarı, ii) -özgürlük gibi- insan varlığına özgü unsurlar, iii) anlama
(understanding), iv) zevk alma, v) derin kişisel ilişkileri içeren 'makul değerler' yaklaşımına da bu
bağlamda değinmek gerekir. Öyle ki Qizilbash (1996, s. 156) da bu yaklaşımdan ilham alarak daha geniş
bir makul değerler listesi ortaya koyar.
18
Amartya Sen, tek bir endeksle insan kapasitelerinin karmaşık yapısının anlaşılmasının güçlüğü
nedeniyle, insani gelişmenin üç boyuta indirgenmesine karşı çıkmasına rağmen, Mahbub ul Haq'ın
yalnızca rakamsal bir değerin politika-yapıcılar için ilgi uyandıracağı düşüncesine katılmış ve endeksin
oluşturulmasına katkıda bulunmuştur (Fukuda-Parr, 2003, s. 305).
19
2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda bölüşüm sorunlarına duyarlı olan Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani
Gelişme Endeksi adında yeni bir endeks hesaplanmıştır.
31
Kapasite üzerine ilk çalışması 1980'li yılların sonuna rastlayan (Nussbaum,
1987) ve iyi bir insan yaşamı için gereken işlevliliklerin listesini Aristo felsefesinden
yararlanarak oluşturan ve siyasal liberalizm bağlamında düzenleyen M. Nussbaum da
kapasite yaklaşımı için önem arz eder. Kapasitelerin temel, içsel ve birleşik kapasiteler
olarak ayrılması ve belirli bir kapasite listesinin oluşturulması, hayal gücünün ve
duyguların da siyasal etkilerinin önemine vurgu yapılması gibi bazı yönlerden de Sen'in
yaklaşımından farklılaşır (Nussbaum, 2000, s. 13-15). Nussbaum'un kapasiteler listesi
(central human capabilities), erdemli bir insan yaşantısı için gerekli insan kapasiteleri
setini tanımlar, ancak değişime karşı esnek olduğu kadar bir takım eksiklikleri de içinde
barındırır (Alkire, 2002b, s. 187). Ancak bir merkezi kapasiteler listesi, birçok farklı
alanda iyi bir sosyal alt sınırın belirlenmesi adına önemlidir (Nussbaum, 2000, s. 75).
Birçok kere değiştirilerek son halini alan liste Tablo 3.'de gösterilmiştir.
Tablo 3. Nussbaum'um Merkezi Đnsan Kapasiteleri
Yaşam (Life)
Vücut Sağlığı (Bodily health)
Vücut Bütünlüğü
(Bodily integration)
Duyular, Hayal gücü ve Düşünceler
(Senses, Imagination, thought)
Duygular (Emotions)
Pratik Akıl (Practical Reason)
Đlişkide Bulunma (Affiliation)
Diğer Canlılar (Other Species)
Oyun (Play)
Kontrol Gücüne Sahip Olma
(Control over One's Environment)
Kaynak: Nussbaum, 2000, s. 78-80.
Normal bir yaşam süresinin sonuna kadar yaşayabilmek.
Sağlıklı ve aynı zamanda üretken olmak, yeteri düzeyde
beslenebilmek ve yeterli barınma koşullarına sahip olmak.
Bir yerden başka bir yere özgürce hareket edebilmek,
saldırılardan, -çocuklar da dahil- cinsel istismardan ve şiddetten
korunabilmek, cinsel tatminini sağlayabilmekte ve üremede
seçim şansına sahip olmak.
Duyularını kullanabilmek, düşünebilmek, hayal ve muhakeme
edebilmek, bunları da yeterli eğitim düzeyine sahip olma gibi
'insanca' bir şekilde gerçekleştirmek, tatmin edici deneyimlere
sahip olmak ve gereksiz acıdan kaçınmak.
Dışarıdaki insan ve cisimlerle bağ kurabilmek, seven ve endişe
edenlerimize karşı sevgi duymak ve yokluklarına üzülmek;
genel olarak, sevmek, üzülmek, özlem duymak, minnet
duymak, haklı öfke duymak gibi duygulara sahip olmak.
'Đyi' kavramını muhakeme edebilmek ve birisinin yaşamını
planlamada iyice düşünüp karar vermek.
a) başkaları için ve başkaları ile yaşayabilmek, diğer insanlar
için ilgi ve endişe duymak, sosyal etkileşimde bulunmak,
başkalarının içinde bulunduğu durumu kavrayabilmek ve buna
karşı merhamet besleyebilmek, hem adalet hem de arkadaşlık
kapasitelerine sahip olmak; b) kendine saygı duymak, diğer
insanlarla eşit olmaya değecek kadar asil biri gibi davranılmak.
Hayvanlar, bitkiler ve doğa ile ilişki içerisinde olmak ve
bunlara karşı ilgi duymak.
Gülebilmek, oynayabilmek, eğlencelerden zevk alabilmek.
a) siyasi: siyasal seçimlere etkin bir şekilde katılım sağlamak,
siyasi katılım hakkına sahip olmak, ifade ve örgütlenme
özgürlüğünün korunmasına sahip olmak; b) materyal: mülk
sahibi olabilmek, diğerleriyle eşit mülkiyet haklarına sahip
olmak, diğerleriyle eşit bir şekilde iş arama hakkına sahip
olmak, haksız yere arama ve tutuklamanın olmadığı bir
özgürlüğe sahip olmak, iş yerinde insanca çalışabilmek ve diğer
işçilerle ortak ilişkiler kurabilmek.
32
Kapasite yaklaşımı, insani gelişme düşüncesinin felsefi ve teorik altyapısını
oluşturur. Şimdiki bölümde de insani gelişme yaklaşımının ne anlam ifade ettiğinden,
unsurlarından, özelliklerinden ve tarihsel gelişiminden bahsedilecektir.
2.3. Đnsani Gelişme Kavramı
Modern iktisadın başlangıç tarihi olan 1776’dan önce, pratikte insanoğlunun her
sabah uyandığında kendine dert edindiği geçim derdi ile ilgili kayda değer bir çalışma
yayınlanmamıştır. Đnsanoğlu, yüzyıllar boyunca alnının teriyle, çoğu zaman ölmeyecek
kadar kazanarak hayatta kalma mücadelesi vermiş, sürekli olarak erken ölüm, hastalık,
açlık, savaş ve kıt kanaat geçimlik ücretlerle boğuşup durmuştur ve sonuçta yalnızca
şanslı bir azınlığın mutlu bir hayatı olmuştur. Öyle ki, on sekizinci yüzyılda, ortalama
insan ömrü kırk yılı bile aşmazken, Thomas Hobbes, ilk olarak 1651’de yayımlanan
Leviathan adlı eserinde, insan hayatını isabetli bir şekilde “yalnız, yoksul, pis, yabani ve
kısa” olarak nitelendirmiştir (Skousen, 2009, s. 13). Ancak, dünya konjonktüründe
gerçekleşen olaylar dizisi ve “iktisadi aydınlanma” sonrası, insan hayatında da bir takım
olumlu gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. Öyle ki, insanın sosyal gelişiminin üç büyük
dalga sonucu meydana geldiğini ifade eden Toffler (2008)’e göre de, ilk dönüm noktası,
tarımın yükselişidir. Đkinci önemli hamle, on yedinci yüzyılda meydana gelen sanayi
devrimidir. Tarımsal yeniliğe geçilmeden önce, insanların çoğu küçük ve genellikle
göçebe gruplar halinde yaşamakta ve kendilerini hayvancılık, avcılık ve balıkçılıkla
beslemekte iken, tarım devrimi ile birlikte yeni bir yaşam düzeni kurulmuştur. Ancak
ikinci büyük dalga, ilkinden çok daha etkili olmuş, ülkeler ve kıtalara çok daha hızlı
yayılmıştır. Tarımsal yeniliğin gücü, günümüzde artık etkisini pek göstermese de
sanayileşmenin canlılığı hala sürmektedir. Đkinci dalga henüz tam olarak bitirilmemiştir.
Her ne kadar ikinci dalga süreç olarak devam etse de, günümüzde artık, üçüncü ve daha
önemli yeni bir dalga başlamış bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki on
yıllarda sanayileşme her ne kadar zirve yapsa da, üçüncü bir dalga, bilginin gücü, dünya
üzerinde dalgalanmakta, dokunduğu her şeyi dönüştürmektedir (Kimura, 2003, s. 12).
II. Dünya Savaşı sonrası Kalkınma Đktisadı adı altında kurulan yeni disipline
karşı başlayan yoğun ilgi, öncelikle 1970’lerin petrol kriziyle, ardından 1982 borç
kriziyle büyük darbe almıştır. Bununla birlikte, belirli büyüme rakamları yakalasalar
bile, belirli bir süre sonra yeniden durgunluğa geçen ve de kalkınmalarını
gerçekleştiremeyen ve hala yoksulluk içinde kıvranan insanların yaşadığı ülkelerin veri
33
olduğu bir dünya sisteminde, başka bir kalkınma fikrine ihtiyaç duyulduğu, özellikle
son otuz yılda fark edilmeye başlanmıştır: Artık, bilginin gücüne dayanan yeni sosyal
gelişim aşamasında insanı, kalkınmaya dahil etmek gerekmekteydi. Çünkü, kişi başına
gelirde büyüme temelli iktisadi kalkınma düşüncesinin nüfusun büyük çoğunluğu için
insani refah artışı sağlamada başarısızlığa düşebilmekteydi. Böylece, kalkınma daha
çok, insan yaşamının kalitesinin adaletli olarak ve haklarının korunması ile tutarlı bir
şekilde artırılması olarak düşünülmeye başlanmıştır. Sonuçta da, 1980’li yılların
ortasında, özellikle Amartya Sen'in çalışmalarıyla, bu konuda yapılmaya başlanan
çalışmalar, ilk meyvesini 1990 yılında Birleşmiş Milletler Gelişme Programı’nın
Mahbub ul Haq öncülüğünde yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları’nda vermiştir. Bu
çerçevede, kalkınmanın öncelikli amacının insanlara fayda sağlamak olduğu ve gelirin,
insan yaşamının bütününü ifade etmediği öne sürülmüştür. Bu yeni yaklaşım, iktisadi
büyüme,
insan
sermayesi
formülasyonu,
insan
refahı
veya
temel
insan
gereksinimlerindeki geleneksel yaklaşımlardan farklılaştığını iddia etmektedir. Bunu da
geliri, insani gelişme için gerekli ama yetersiz bir girdi olarak; insanları araçtan ziyade
kalkınmanın sonucu olarak görerek ve kalkınma sürecinden pasif kazanç elde eden
bireyler yerine kalkınmanın aktif katılımcıları olarak görmesiyle sağlar. (UNDP, 1990,
s. 11). Çünkü toplumlar asıl zenginliklerinin kendi insanları olduğunu fark etmedikçe,
maddi refah takıntısı, insan yaşantısını zenginleştirme (veya insan refahını artırma)
hedefini mutlaka örtbas edecektir (ul Haq, 1995, s. 15).
2.3.1. Đnsani Gelişmenin Tanımı, Unsurları ve Gelişimi
A. Sen için insan refahı (well-being), iyi olma (being-well) anlamına gelir. Bu
da, uzun ve sağlıklı bir hayat yaşayabilmek, iyi bir yaşam standardına sahip olabilmek
ve bilgili olabilmek gibi değer verdiğimiz kapasitelere sahip olunmasıyla ve daha geniş
bağlamda kişinin ne olabileceği ve ne yapabileceği konusunda tercih özgürlüğüne sahip
olmasıyla açıklanabilir (Todaro ve Smith, 2009, s. 18). Dolayısıyla insani gelişme,
insanların tercihlerinin (veya seçeneklerinin) genişletilmesi süreci olarak görülmelidir20.
Bu tercihler, sınırsızdır ve zaman içerisinde değişebilir. Ancak kalkınmanın her
aşamasında, uzun ve sağlıklı bir hayat sürdürebilmek, bilgiye sahip olabilmek ve iyi bir
yaşam standardına sahip olabilmek için ihtiyaç duyulan kaynaklara erişmek, insanların
sahip olmak zorunda olduğu üç temel unsurdur. Eğer bu esas tercihler sağlanmazsa,
20
Đnsani gelişme yaklaşımına giriş niteliğinde önemli çalışmalar için bkz. Fukuda-Parr ve Kumar (2005),
Deneulin ve Shahani (2009) ve Nussbaum (2011).
34
birçok diğer fırsat da erişilemez hale gelir. Aynı zamanda, insani gelişme iki yönlüdür.
Đlki, sağlık, bilgi ve becerilerin artırılması şeklindeki insan kapasitelerinin birikimi
(formasyonu) ve diğeri üretici amaçlar için veya kültürel, sosyal ve politik ilişkilerde
aktif olmak için insanların sahip oldukları kapasitelerin kullanılmasıdır. Đnsani
gelişmenin ölçüsü her iki tarafı da dengelemezse, insani gelişmeden bahsetmek
mümkün olmayacaktır (UNDP, 1990, s. 10).
Đnsani gelişme kavramı, ilk kez 1990 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı tarafından yayımlanan Đnsani Gelişme Raporu'nda ortaya atılmıştır. Bu
raporlar, daha sonraki yıllarda, düzenli olarak yayımlanmaya devam etmiştir. Buna
göre, insanların daha uzun, sağlıklı ve eksiksiz yaşayabilmeleri için durumlarının
düzeltilmesi, insani gelişme olarak tanımlanabilir (Ranis ve Stewart, 2000, s. 49). Đnsani
gelişmenin gerçekleşebilmesi için de insanların ekonomik, sosyal, kültürel ve politik
özgürlüklerinin sağlanması gerekir. Öyle ki, Amartya Sen de, kalkınmayı insanların
özgürlüklerini genişletme süreci olarak görürken, onların uzun, sağlıklı ve eksiksiz
yaşayabilmelerinin, özgürlüklerinin sağlanmasıyla mümkün olacağını savunmuştur.
Dolayısıyla insani gelişme, uzun, sağlıklı ve yaratıcı bir şekilde yaşayabilmek, ortak
gezegende kalkınmanın eşit ve sürdürülebilir olarak şekillenmesinde aktif bir rol
oynayabilmek için insanların özgürlüklerinin artırılmasını içerir (UNDP, 2010, s. 22).
Đnsani gelişmenin dört önemli unsuru vardır: Öncelikle, eğer kalkınmanın insan
tercihlerini artırması amaçlanıyorsa, bütün insanlar fırsatlara eşit oranda ulaşabilir
olmalıdır. Fırsatlarda eşitlik olmadan, kalkınma toplumdaki çoğu bireyin tercihlerinde
kısıtlama anlamına gelir. Bununla birlikte, doğal kaynakların ve insanın elde ettiği
fırsatların sürdürülebilirliği de önemlidir. Önemli olan, tüm bireyler için, bugün de
yarın da eşit kalkınma fırsatlarına erişiminin sağlanmasıdır. Bir diğer önemli unsur ise,
insanlara yatırımı ve maksimum potansiyellerine ulaşabilmeleri için uygun makro
ekonomik çevrenin yaratılmasını içeren verimlilik faktörüdür. Đnsani gelişmenin
sağlanması adına, son unsur olan yetki ise, insanların kalkınma sürecinde hayatlarını
şekillendiren etkinlik, olay ve süreçlere katılım sağlamalarına odaklanır ve onların
eyleyen bireyler olmasını ve yetkilendirilmesini öngörür (ul Haq, 1995, s. 17-19).
2.3.2. Đnsani Gelişmede Araç ve Sonuç Düşüncesi
Geleneksel iktisadi analizde, tek bir basit ölçümle kişinin çıkarının ve onun
davranışlarının ölçümü yapılır. Bu ölçüm de genelde faydaya dayanır. Buna göre fayda,
35
tatmine veya mutluluğa ulaşma olarak görülür veya arzuların gerçekleştirilmesi bazında
değerlendirilir (Sen, 1999b, s. 1). Neoklasik düşünce de, değer ve davranış üzerine
teorilerini faydayı esas alarak kurar. Faydacı felsefe, J. S. Mill'de kendini, insanın
zevklerini maksimize ederken acılarını minimize etme peşinde koştuğu yargısıyla asıl
ilkesi olan en çok insan için en fazla mutluluğa ulaştığı sonucuna ulaşarak gösterir.
Ancak marjinalist devrimle birlikte, Mill'in faydacılığının haz maksimizasyonu ilkesi
disiplinin temel davranış ilkesi olarak ele alınmış ve insanlığın bireysel çıkar dürtüsüyle
sürekli olarak faydasını maksimize etme çabası içerisinde olduğu öne sürülmüştür
(Yılmaz, 2009, s. 70). Ne var ki Sen, insanları yönlendiren tek dürtünün bireysel çıkar
olmadığını savunmuş ve bireysel çıkar dürtüsünü, evrensel geçerliliği olan bir yasa
olarak kabul etmenin yanlışlığına değinmiştir. Çünkü O'na göre, asıl sorgulanması
gereken, kişisel çıkarın tek başına insanlığı yönlendirip yönlendiremeyeceğidir. Çünkü,
insanların motivasyonları (veya davranış nedenleri) çoğuldur ve bunlar, tek bir ilkeye
indirgenemezler (Sen, 1987b, s. 16, 19)21. Buna göre, faydacı düşüncede tek bir tercih
sıralaması verili bir kişinin, ve ortaya çıkan ihtiyaçlarının, bu kişinin çıkarlarını
yansıtması, refahını göstermesi, ne yapılması gerektiği hakkında düşüncesini
özetlemesi, ve gerçek tercih ve davranışını tanımlamasının beklenmesi gerekir. Ancak,
kendi tercih davranışında hiç bir tutarsızlık göstermeyen böylesi bir insan ancak dar
anlamda 'rasyonel' olabilir. Hatta yine Sen'in deyişiyle bu, böylesi bir insanın ancak
biraz 'budala' (rational fool) olabileceğini gösterir. Bu noktada gerekli olan, kişinin etik
tercihleri ile sübjektif tercihleri arasında bir ayrımın yapılmasıdır. Sonuçta, birincisi,
şahsi olmayan sosyal düşünce bazında, bu bireyin neyi tercih edebileceğini, diğeri ise
kişisel çıkar bazında, bireyin esasta neyi tercih edeceğini gösterecektir (Sen, 1977, s.
336). Çünkü insanlar, yalnızca faydaya (veya tatmine) ulaşmakla değil, aynı zamanda
refah (well-being)22 hedefiyle de ilgilenirler; refaha ulaşmanın yolu da yalnızca bireysel
akılcı,
optimizasyoncu
etkinlik
değil,
toplumun
içerisinde
kendi
kendisini
gerçekleştirebilmektir (Özel, 2009, s. 232).
Gelir ve harcama odaklı, ve fayda temelli yaklaşımlar, insan sermayesi
birikimine yönelir. Bu çerçevede, insanoğlunu sonuç olarak görmekten ziyade, onları
öncelikli olarak kalkınmanın aracı olarak görürler ve yalnızca mal ve hizmet üretim
21
Sen'in etik iktisat önerisinin incelemesini yapan Đnsel (2005, s. 375, 388) de insani varoluş nedenlerinin
çoğulluğu ilkesi nedeniyle, insanların motivasyonlarının çoğul olduğuna ve tek bir ilke veya yönteme
indirgenemeyeceğine değinir ve Sen'in bu önerisiyle birlikte iktisadın analitik gücünü kaybetmeden etik
ve siyasal merkezli de tasarlanabileceğinin gösterilmiş olduğunu ifade eder.
22
Kaynakta ifade "iyi yaşam" olarak kullanılmıştır. Ancak tez içerisinde anlam bütünlüğünün korunması
için bu kavram da "refah" ile ifade edilmiştir.
36
sürecinin arz kısmı ile ilgilenirler. Her ne kadar insanoğlunun üretim sürecinin aktif bir
girdisi olduğu doğru olsa da, insanoğlu, mal ve hizmet üretimi için gereken sermaye
malından daha fazla bir şeyi ifade eder. Aynı zamanda onlar, bu sürecin nihai sonucu ve
yarar sağlayan katılımcılarıdır. Bu nedenle, insan sermayesi birikimi, insani gelişmenin
tamamını değil yalnızca bir yanını kapsamaktadır (UNDP, 1990, s. 11). Öyle ki, yokluk
ve yoksunluk üzerine yapılan çalışmalar ve bu tür ağır talihsizlik ve adaletsizliklerle
insanların mücadele etme yolları, kalkınma iktisatçılarının, faydanın ölçülmesinin
sınırlamalarını daha iyi fark etmelerine neden olmuştur (Bardhan, 1993, s. 138).
Sonuçta, insani gelişmede refah ve kalkınmanın araçları ve sonuçları arasındaki
ayrım, önemli bir analitik ayrımdır. Sonuçlar, esasi bir önem arz ederken, araçlar,
refahın artırılması ve kalkınmanın sağlanması için hedeflere ulaşmada aracı rolü oynar.
O halde, refahın ve kalkınmanın sonuçlarının neler olduğunun belirtilmesi gerekir:
Refah ve kalkınma insanların, etkin fırsatları çerçevesinde dahil olmak istedikleri
eylemlere giriştikleri ve olmak istedikleri kişi oldukları, böylece -daha önce belirtildiği
gibi- işlevsel hale getirebildikleri kapasiteleri çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda
erişilen işlevlilikler, yaşamı değerli kılar. Đşlevlilikler, çalışmayı, dinlenmeyi, sağlıklı
olmayı, toplumun bir parçası olmayı ve saygı duyulmayı içerir (Robeyns, 2003a, s. 6).
2.3.3. Đnsani Gelişme ile Büyüme Arasındaki Đlişki
Đktisadi büyüme ile insani gelişme arasındaki farka bakıldığında, birisinin gelir
olmak üzere tek bir tercihin genişletilmesine odaklanırken, diğerinin ise iktisadi, sosyal,
kültürel ve politik olmak üzere tüm insan tercihlerinin (veya seçeneklerinin)
genişletilmesini içine aldığı görülür. Birçok insan tercihi, iktisadi refahın çok
uzağındadır. Bilgi, sağlık, fiziksel olarak temiz bir çevre, politik özgürlük, hayattaki
basit zevkler, hiçbiri yalnız veya tamamen gelirle ilgili değildir (ul Haq, 1995, s. 14-15).
Bu nedenle insani gelişme yaklaşımı en bütüncül kalkınma modelidir. Bu yaklaşım,
iktisadi büyüme, sosyal yatırım, insanların yetkilendirilmesi, temel ihtiyaçların temini,
sosyal güvenlik ağları, politik ve kültürel özgürlükler ve insanların yaşamlarına dair
kalkınma yolunda gereken tüm diğer kavramları içerir. Aslında hayatın kendisinin
pratik yansımasıdır (ul Haq, 1995, s. 23). Elbette, gelir sahibi olmak, insanların
ihtiyacını duyduğu önemli bir faktördür, ancak en önemli faktör değildir. Đnsani gelişme
de, geliri ve refahı içerir ancak bunlar kadar değer verilen daha bir çok başka şeyi de
analizine dahil eder (Streeten, 2005, s. 101).
37
Mantıksal çerçevede, daha fazla özgürlük ve kapasite, iktisadi performansı
artırır, böylece insani gelişme büyümeye önemli bir etki sağlar. Aynı şekilde; daha fazla
gelir, hanehalkı ve devletin tercih ve kapasitelerinin sınırlarını genişletir, böylece
büyüme, insani gelişmeyi artırmış olur (Ranis, 2004c, s. 1). Her ne kadar, büyüme ile
insani gelişme arasında önemli bir ilişki var olduğu kabul edilse de, iki faktör arasında
otomatik bir bağ yoktur; daha önemlisi büyümenin sunduğu artırılmış refah fırsatlarına
ulaşılmasının yolu, onun uygun şekilde yönetilmesinden geçer. Bazı ülkeler, büyüme
rakamlarını insani gelişme yolunda başarıyla kullanırken, bazıları bunu yapmakta başarı
sağlayamamıştır (UNDP, 1990, s. 42). Özellikle sağlık hizmetleri ve temel eğitim gibi
toplumsal hizmetlerin sağlanmasına öncelik vererek işleyen 'destek uygulamaları'
sonucunda çok düşük gelir düzeylerine sahip olan ülkeler, -Şekil 1.’de gösterildiği gibidünyanın çok daha zengin olan insanlarından muazzam ölçülerde daha uzun yaşam
süresi beklentilerine sahip olabilmektedirler. Uzun yaşam süresi beklentisindeki
değişiklikler kalkınmanın merkezinde yer alan toplumsal fırsatların türüyle ilişkili
olduğu için, gelir merkezli bir görüşün kalkınma sürecine ilişkin daha bütünlüklü bir
anlayış edinmesi ciddi bir katkıyı gerektirir (Sen, 2004, s. 68). Öyle ki ülkeler arası
ampirik analizleri sonucunda Ranis vd. (2000, s. 213), iyi iktisadi büyümenin, insani
gelişmede artışla desteklenmezse, bunun, eninde sonunda sürdürülemez olabileceğini
kanıtlamışlardır. Gelirin artmasıyla insan yaşantısını geliştirme arasında otomatik bir
bağ olduğunu reddetme, büyümenin kendisini reddetme anlamına gelmez. Đktisadi
büyüme fakir toplumlarda yoksulluğu azaltmak veya yok etmek için şarttır. Ama
büyümenin kalitesi de, ölçüsü kadar önemlidir. O yüzden bilinçli bir kamu politikasının
iktisadi büyümeyi, insanların yaşantılarına aktarması ve insani gelişmeyi sağlaması
gerekir (ul Haq, 1995, s. 15). Bu çerçevede de eğitim ve sağlık düzeylerini artırmak ilk
aşamada çok önemlidir. Öyle ki, insani sermaye ve işgücü kalitesindeki değişiklikler,
daha çok içsel büyümenin problemidir. Bir ülkenin sürdürülebilir büyüme yolunu
belirleyen ise insani gelişme düzeyidir. Öyle ki, "önce büyü ve insani gelişme
konusunda daha sonra endişelen" tarzı bir görüş, kanıtlarla desteklenmemektedir.
Eğitim ve sağlık düzeylerini artırmanın ya önceliğinin olması veya en azından doğrudan
büyümeyi genişleten çabalarla birlikte sürdürülmesi gerekir. (Ranis, 2004c, s. 9-10).
Sonuç olarak, yüksek gelir tek başına insani yoksulluğun engelleyicisi
olamamıştır. Aynı zamanda yüksek büyüme performansı hayat standardının
artırılmasını otomatik olarak sağlayamamaktadır (ul Haq, 1995, s. 25). Büyüme de
insani gelişmenin bir unsurudur. Dolayısıyla, insani gelişmenin başarısını anlayabilmek
38
için, öncelikle ekonomik kaynakların (milli gelirin), insani gelişmeyi nasıl
sağlayacağının keşfedilmesi gerekir (Ranis ve Stewart, 2000, s. 50). Bir ülke geleneksel
iktisadi terimlerle zengin olabilir ancak, insanın yaşam kalitesinde ve dolayısıyla insani
gelişmede hala oldukça yoksul kalmış olabilir. Gerçekten de iktisadi zenginlik,
insanların yaşamlarına takviye olan bir araçtan başka bir şey değildir (Sen, 1987c, s. 1;
ul Haq, 1995, s. 13; UNDP, 1990, s. 9, Greve, 2008, s. 53)23.
8.000
80
7.000
70
6.000
60
5.000
50
4.000
40
3.000
30
2.000
20
1.000
Çin
0
Sri Lanka
Angola
Gabon
Güney
Afrika
Kişibaşına GSMH (ABD
Doları, 2008)
Doğumda Yaşam Beklentisi
(Yıl Olarak, 2008)
10
0
Şekil 1. Seçilmiş Ülkeler Đçin Kişi Başına GSMH ve Doğumda Yaşam Beklentisi
Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/country (Erişim: 30.09.2010).
Son olarak; insani gelişme ile büyüme arasında kuvvetli bir bağ kurmanın dört
yolu vardır: i) insanların eğitim, sağlık ve becerilerine yatırım düşüncesine odaklanmak,
onları büyüme sürecinin katılımcıları olduğu kadar, onun yararlanıcıları olmalarını da
mümkün kılar, ii) gelir ve varlıkların daha eşit dağıtımı, büyüme ile insani gelişme
arasında bağ kurmak için çok önemlidir. Gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu ve
varlıkların eşit dağıtılmadığı bir durumda, yüksek büyüme performansı, insani
gelişmeyi sağlamakta başarısız olur, iii) hükümet tarafından sağlanan iyi düzenlenmiş
sosyal harcamalar, insani gelişmenin hızlandırılması için önemlidir. Bu düzenlemeler
de iktisadi temellerin sosyal temelleri yeteri kadar desteklemediği durumlarda
sürdürülebilir olamaz, iv) başta kadınlar olmak üzere, insanların yetkilendirilmesi de
insani gelişme ile büyüme arasında bağ kurmak için önemlidir. Eğer insanlar,
tercihlerini politik, sosyal ve iktisadi alanda kullanırlarsa, büyüme büyük olasılıkla
güçlü, demokratik, katılımcı ve dayanıklı olacaktır (ul Haq, 1995, s. 21-22).
23
Bu düşünceye sahip olan insani gelişme yaklaşımı iktisatçıları genelde, Aristo'nun "Nikomakhos'a Etik"
adlı eserindeki, "besbelli ki zenginlik, aradığımız iyilik değildir; ancak zenginlik, yararlıdır ve başka bir
şeye ulaşmak için gereklidir." alıntısını kullanırlar. Bakınız; D. Ross'un çevirisiyle, Aristotle (1980, s. 7)
39
2.4. Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP) Tarafından Yayımlanan Đnsani
Gelişme Raporları'nın Đncelenmesi
Son olarak bu bölümde, insani gelişme kavramının biraz daha detaylı
anlaşılabilmesi için Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP) tarafından düzenli
olarak yayımlanan Đnsani Gelişme Raporları (ĐGR) incelenmiş ve bu raporlarda her yıl
işlenen konuların insani gelişmeyle bağlantısı analiz edilmeye çalışılmıştır.
2.4.1. Kuruluş Aşaması (1990-1994 Yılları Đnsani Gelişme Raporları)
Đlk Đnsani Gelişme Raporu (ĐGR), 1990 yılında yayımlanmıştır. Bu raporda,
insani gelişme kavramı tanıtılmış ve kavram, insanların tercihlerinin genişletilmesi
süreci olarak görülmüştür. Đnsani gelişmenin geniş kapsamını karşılayamasa da aynı
zamanda yine ilk rapordan itibaren üç temel kapasiteyi ölçmeye yönelik bir insani
gelişme endeksi de ortaya atılmıştır. Genel olarak kavram ve ölçüm konusunda giriş
niteliğinde bilgiler sunan 1990 yılı raporu aynı zamanda, ilk on yılda, i) gelişmekte olan
ülkelere kendi insani gelişme hedeflerini hazırlamak ve tüm büyüme modelleri ile
yatırım bütçelerini bu hedeflere uyarlamak için ikna etme, ii) gelişmekte olan ülkelere
insani gelişme göstergelerinde daha kaliteli veri toplama konusunda yardımcı olma, iii)
yalnızca üretim üzerine değil spesifik projelerin ve programların insanlar üzerine
etkilerini analiz etme, gibi konuları da gündemine almıştır (ul Haq, 1995, s. 28).
Đnsani gelişmenin insan özgürlükleri olmadan eksik olacağı düşüncesinden yola
çıkılarak bir Đnsani Özgürlük Endeksi'nin oluşturulduğu 1991 yılı ĐGR'de ise, 'Đnsani
Gelişmenin Finansmanı' düşüncesi temel alınmıştır ve var olan bütçelerin yeniden
yapılandırılmasının tüm insanlar için gereken temel sosyal hizmetleri finanse
edebileceği sonucuna varılmıştır. Aynı zamanda, i) kamu teşebbüslerinde düzeltmeler
yapılması, ii) borç ödemelerinin yeniden yapılandırılması, iii) yolsuzlukla mücadele
edilmesi ve iv) sermaye kaçışlarının durdurulması gibi yollarla insani gelişme için daha
fazla kaynak sağlanabileceği ifade edilmiştir (UNDP, 1991, s. 5). 1992 yılı ĐGR'de ise,
'Đnsani Gelişmenin Uluslararası Boyutları' ele alınmıştır. Tüm insanlar için piyasa
koşullarına eşit derecede erişimin sağlanmasının gerektiğini ifade eden rapor, piyasa
fırsatlarına eşit erişim için gereken araştırmanın da ulusal sınırların ötesine geçip
küresel sistemi içermesi gerektiğini iddia etmektedir. Sonuç olarak da piyasa fırsatlarına
erişimleri artırılmadıkça yoksul insanlar veya yoksul uluslar için yoksulluk tuzağından
kurtulmalarının olasılık dışı olduğu ifade edilmektedir 1993 yılı ĐGR'nin ele aldığı konu
40
ise, insanların katılımıdır. Halen bir milyardan fazla insanın yoksulluk sınırı altında
yaşadığı ve derin küresel gelir eşitsizliğinin hoş görüldüğü, kadınların hala erkeklerin
yarısı kadar kazandığı ve hala etnik azınlıkların kendi ülkelerinde ayrı bir ulusmuş gibi
yaşadığı böylesine farklılık içeren ve insanların katılımcılığını engelleyen bir dünyada,
böylesi bir hedef oldukça etkileyicidir. (ul Haq, 1995, s. 31, 35).
Đnsan güvenliğinin daha iyi silahlarla değil, insanlara daha iyi yaşam koşulları
sağlanmasıyla meydana geleceğini içeren yeni bir konseptin biçimlendirilmesi ana
fikriyle ortaya çıkan 1994 yılı ĐGR, geleceğin savaşının geçmişin silahlarıyla
yapılmasının zamanının artık geçmiş olduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda sosyal bir
dünya sözleşmesi, küresel askeri harcamalarda % 3'lük bir azaltma, küresel bir insani
güvenlik fonu ve kalkınmada işbirliğinin sağlanması için yeni bir çerçeve öneren rapor,
dünyada insan güvenliği için yeni bir yapının oluşturulmasının zamanı geldiğini öne
sürmektedir (UNDP, 1994, s. 6).
2.4.2. Gelişim Aşaması (1995-1998 Yılları Đnsani Gelişme Raporları)
Đnsani Gelişme Raporları, 1990'ların ilk yıllarında hak ettiği ilgiyi görmüştür.
Đnsani gelişme düşüncesinin içeriğine sempatiyle yaklaşan çalışmalar, Đnsani Gelişme
Endeksi'ne bazı yönlerden de eleştiriyle yaklaşmıştır. Bu bağlamda endekste zaman
içerisinde iyileştirmelerin yapılması uygun görülmüştür. Aynı zamanda Đnsani Gelişme
Endeksi'nce
dahil
edilmeyen
unsurların
ölçülmesi
amacıyla
yeni
endeksler
geliştirilmiştir. 1995 yılı ĐGR de cinsiyete dayalı endekslerin ortaya atılması açısından
önemlidir. Buradan hareketle, 1995 yılı raporu, insani gelişmede kadınlara önemli bir
rol verilmesi amacıyla yola çıkmıştır. Öyle ki, küresel olarak kadın, erkekten daha
yoksul olmaya eğilimlidir. Sağlık, eğitim ve özgürlüğün tüm içeriklerinde erkeklere
göre daha yoksundurlar. O halde kalkınmaya en büyük etkinin yapılması için toplum,
kadınlarını yetkilendirmeli ve onu ilgi odağına koymalıdır (Todaro ve Smith, 2009, s.
22). Zaten, insani gelişmenin toplumun bir bölümünün değil, tüm insanların
tercihlerinin genişletilmesi süreci olduğu kabul edildiğinde, böylesi bir sürecin eğer
çoğu kadın faydalarından dışlanırsa adil olmayan ve ayrımcı bir duruma düşeceği ifade
edilmektedir (UNDP, 1995, s. 1).
Ekonomik büyüme ile insani gelişme arasındaki ilişkiye değinen 1996 yılı ĐGR,
ikisi arasında otomatik bir bağ olmadığını ve büyümenin iyi yönetilmediği takdirde iş
üretmeyen büyüme, merhametsiz büyüme, söz hakkı olmayan büyüme, kökleri olmayan
41
büyüme ve geleceği olmayan büyüme gibi sonuçlara yol açacağını savunur (UNDP,
1996, s. 2-4). Tatmin edici bir hayat yaşamak için gereken piyasa ve piyasa-dışı mallara
erişimden yoksun dünyadaki bir çok insana iktisadi büyümenin fayda sağlayacağının bir
güvencesi olmadığını kabul eden Ravallion (1997, s. 637) ise, dünyadaki yoksullar için
bugün düşük-kaliteli büyümeden ziyade, normal kalitede bile çok düşük bir büyümenin
asıl sorun teşkil ettiğini savunur. Ancak büyümeyi araç, insani gelişmeyi sonuç olarak
hedefine koyan rapor, insani gelişme ve büyümenin birlikte hareket etmesi gerektiğini
ortaya koyar. Dolayısıyla büyümeye karşı bir tavır takınmamakla birlikte, büyümeyi
insani gelişmeye dönüştürerek ülkelerin etkinliklerini artıracaklarını öne sürer. Öyle ki
ilişkinin zayıf veya dengesiz olduğu durumlarda, ülkenin dengesiz insani gelişme veya
dengesiz büyüme dönemlerine girebileceğini ifade eder (UNDP, 1996, s. 67).
Yoksulluk konusunu ele alan ve yoksulluğun çok boyutlu olduğundan hareketle
Đnsani Yoksulluk Endeksi'ni ortaya atan 1997 yılı ĐGR, yoksulluğun yalnızca materyal
refah eksikliğinden kaynaklanmadığını, tahammül edilebilir bir hayat sürmek için elde
edilen
fırsatların
reddedilmesinden
kaynaklanabileceğini
savunur.
Eğer
insan
tercihlerinin genişletilmesi olarak tanımlanan insani gelişme, insan tercihlerinin
genişletilmesi hakkındaysa; yoksulluk, insani gelişmenin temelinde yatan fırsatların ve
tercihlerin reddedildiği anlamına gelir. Bunlar, uzun, sağlıklı, yaratıcı bir hayat sürmek,
iyi bir yaşam standardı sağlamak ve özgürlüğü, haysiyeti, özsaygı ve diğerlerine saygıyı
içeren bir hayatı yaşamaktır (UNDP, 1997, s. 15). 1998 yılı ĐGR ise, dünya tüketimi
konusunu gündemine almıştır. Yirminci yüzyıl boyunca, dünya tüketiminin yüksek
oranlardaki artışı, 1998 yılı raporunun ilk maddesini oluşturmuştur. Buna göre tüketim,
insanların kapasitelerini geliştirdiği ve -diğerlerinin refahlarını ters etkilemediği süreceyaşamlarını zenginleştirdiği zaman insani gelişmeye katkıda bulunur. Ancak mevcut
tüketim, çevresel kaynak temelini zayıflatmaktadır. Eşitsizlikler şiddetlenmektedir. Eğer
yüksek gelirli tüketicilerden düşük gelirli tüketicilere doğru yeniden bölüşüm sağlanmaz
ve çevresel kirlenmeden daha temiz mallara ve üretim teknolojilerine geçilmez, gösteriş
için tüketimden temel ihtiyaçların karşılanmasına önem verilmez ve trend değişmezse,
mevcut tüketim ve insani gelişme sorunlarının kötüleşeceği öne sürülmektedir. Ancak
trend, kaçınılmaz değildir. Değişim, gerekli ve mümkündür. Kısacası tüketim,
paylaşılmalı
(herkes
için
temel
ihtiyaçları
sağlamalı),
güçlendirmeli
(insan
kapasitelerini yaratmalı), sosyal olarak sorumluluk yüklemeli (diğerlerinin refahını
sıkıntıya sokmamalı) ve sürdürülebilir olmalıdır (gelecek nesillerin tercihlerini rehin
vermemeli). Öyleyse tüm insan tercihlerinin genişletilmesini içeren insani gelişme
42
paradigmaları, tüketicinin tercihlerini de insan yaşamının değerini artıracak yönde
genişletmeyi ve artırmayı hedeflemelidir (UNDP, 1998, s. 1).
2.4.3. Yenilenme Aşaması (1999-2005 Yılları Đnsani Gelişme Raporları)
1999 yılı ĐGR'nin temel konusu küreselleşme olmuştur. 1,5 trilyon dolardan daha
fazla bir tutar, dünya kur piyasalarında her gün değişime uğramaktadır. Ne var ki
küreselleşme elbette yalnızca para ve ticaret akımlarından da ibaret değildir, bundan
daha fazlasını; dünya insanlarının artan karşılıklı bağlılığını (dayanışma) içerir. Ve
küreselleşme yalnızca ekonominin entegrasyonunu değil, aynı zamanda kültürün,
teknolojinin ve yönetişimin de entegrasyonunu gerektirir. Küreselleşme yeni bir kavram
değildir. Erken 16. yüzyıl ve 19. yüzyıl sonlarına uzanır. Ama bu dönem farklıdır. Yeni
piyasalar, yeni araçlar, yeni aktörler ve yeni kurallar uygulanmaktadır. Küreselleşme
dönemi, dünyadaki milyonlarca insana bir çok fırsat tanımaktadır. Artan ticaret, yeni
teknolojiler, yabancı yatırımlar, artan medya ve internet bağlantıları iktisadi büyümeyi
ve insani ilerlemeyi körüklemektedir. Tüm bunlar 21. yüzyılda yoksulluğun yok
edilmesi için büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. Đnsanlık artık daha önce olmadığı
kadar fazla zenginlik ve teknolojiye sahiptir ve küresel topluma daha fazla bağımlıdır. O
halde küresel piyasalar, küresel teknoloji, küresel fikirler ve küresel dayanışma (birlik)
dünyanın her yerindeki insanların yaşamlarını zenginleştirebilir, büyük oranda
tercihlerini genişletebilir (UNDP, 1999, s. 1). Yeni yüzyıldaki küreselleşme mücadelesi,
küresel piyasaların durdurulmasını içermez. Sen (2004, s. 200) de piyasa
mekanizmasının insanların birbiriyle etkileşebildiği, ve karşılıklı olarak avantajlı
eylemlerde bulunabildikleri temel bir düzenleme olduğunu ve piyasa mekanizmasına
neden eleştirildiğini anlamanın zor olduğunu belirtir. Hatta ortaya çıkan sorunların da
genellikle başka kaynaklardan yayıldığını, bu sorunları piyasalara baskı yaparak değil,
onların işlevlerini daha büyük bir dürüstlükle ve yeterli destekle yerine getirmelerine
izin vererek ele almak gerektiğini savunur. Dolayısıyla, küresel piyasaların ve rekabetin
avantajlarını koruyan daha güçlü yönetişim için kurallar ve kurumların bulunmasının
mücadelesi verilmelidir. Ama aynı zamanda insan, toplum ve çevresel kaynaklar için
yeterli alan sağlayan bir küreselleşmenin yalnızca kar için değil, insan için işleyeceğini
temin eden bir duruş da gereklidir. Yani küreselleşmenin; etik (insan haklarının daha az
ihlali), eşitlik (uluslar içinde ve arasında daha az farklılık), dahil etme (insanların ve
ülkelerin daha az marjinalleşmesi), insan güvenliği (toplumların daha az istikrarsızlığı
43
ve insanların daha az hassasiyeti), sürdürülebilirlik (çevresel zararın artık daha fazla
değil, daha az olması) ve kalkınma (daha az yoksulluk ve yoksunluk) ile birlikte devam
etmesi gerekir (UNDP, 1999, s. 2). Aksi takdirde, örneğin eğer aşırı yoksulluk içinde
yaşayan insanların sayısı düşmemekte ve küresel eşitsizlik genişlemekte ise,
küreselleşmenin dünyada doğru yönde ilerlemediği sonucuna varılabilir (Wade, 2004, s.
582).
Yirmi birinci yüzyılın hemen başında yayımlanan 2000 yılı ĐGR, son on yılın tezde de belirtildiği üzere- önemli konularından ve -bugün dünyanın dörtte üçü
demokratik rejimlerle yöneltildiğinde göre- 20. yüzyılın önemli başarılarından biri olan
insan hakları üzerine odaklanmıştır. Đnsan hakları ve insani gelişme ortak bir vizyon ve
ortak bir amaç taşır. Bunlar, her yerde tüm insanlar için özgürlüğü, refahı ve haysiyeti
korumayı içerir. Bunun için cinsiyet, ırk, etnik grup, ulus, din ayrımının olmadığı bir
özgürlük, iyi bir yaşam standardı sürmek için muhtaçlığın olmadığı bir özgürlük, insan
potansiyelinin anlaşılması ve geliştirilmesi için özgürlük, kişisel güvenlik, işkence ve
diğer şiddet olaylarına ilişkin korkunun olmadığı bir özgürlük, adaletsizlik ve hukuk
kurallarının ihlalinin olmadığı bir özgürlük, düşünce, konuşma ve katılım sağlama
özgürlüğü, sömürünün olmadığı iyi bir işe sahip olma özgürlüğü gibi özgürlüklere
ihtiyaç duyulur. Yani insan hakları da insani gelişme de temel özgürlüklerin korunması
üzerinedir: Đnsani gelişme, insan haklarının fark edilmesi için gereklidir. Đnsan hakları
da tam bir insani gelişme sağlanması için şarttır (UNDP, 2000, s. 1-2).
Yeni teknolojilerin, insani gelişme için işler hale getirilmesi amacı ise 2001 yılı
ĐGR'nin ana temasını oluşturur. Đnsanlar yeni teknolojiler yaratarak ve onları kullanarak,
yaşam kalitelerini artırırlar. Tarih boyunca, teknoloji, insani gelişme ve yoksulluğun
azaltılması için etkili bir araç olmuştur. Katılım ve bilginin artması, yeni ilaçların, yeni
istihdam ve ihracat fırsatlarının ortaya çıkması, teknoloji ile gerçekleşmiştir (UNDP,
2001a, s. 1). Aynı zamanda, rapor, insani gelişmenin geçmiş, mevcut ve gelecek
dönemler analizini yaparak başlar ve günümüzde insanların yaşamlarında kabul
edilemez yoksunluk düzeylerinin mevcut olduğunu ifade eder24. Ayrıca, Eylül 2000'de
24
Gelişmekte olan ülkelerdeki 4,6 milyar insanın 850 milyondan fazlasının okuryazar olmadığını,
yaklaşık 1 milyar insanın 'arıtılmış' su kaynaklarına erişimden yoksun olduğunu ve 2,4 milyar insanın
sağlık korumasından yoksun olduğunu ifade eder. Yaklaşık 325 milyon kız ve erkek çocuğunun okula
gitmediğini belirtir. 11 milyon beş yaş altı çocuğun her yıl engellenebilir nedenlerden öldüğünü ifade
eder. 1,2 milyar civarında insanın günlük 1 doların altında bir gelirle, 2,8 milyar insanın da günlük 2
doların altında bir gelirle yaşadığını söyler. Ne var ki aslında böyle yoksunlukların yalnızca gelişmekte
olan ülkelerle sınırlı olmadığını, OECD ülkelerinde de 130 milyondan fazla insanın gelir yoksulu
olduğunu ifade eder. 34 milyonunun işsiz olduğunu belirtir ve ülkelerin insani gelişme düzeyleri üzerine
analizini yapar (UNDP, 2001, s. 9).
44
ortaya konulan Milenyum Kalkınma Hedefleri'ni de içeren ve hedefleri benimseyen
rapor, ne var ki süreç hızlandırılmazsa hedeflerin yerine getirilemeyeceğini de belirtir.
Dolayısıyla son otuz yılda insani ilerlemenin bize neyin mümkün olduğunu gösterdiğini
ve teknolojik ilerlemenin geçmiş dönemlerdeki bu insani ilerlemenin hızlanmasına
büyük katkı sağladığını asıl mesaj olarak ifade eder. Ve bu katkıların, daha büyük
hızlanmalara bir ümit verdiğini dile getirir (UNDP, 2001a, s. 25).
Politika ve insani gelişme arasındaki ilişkiye odaklanan 2002 yılı ĐGR, böylesine
bölünmüş bir dünyada merkezine demokrasinin derinleştirilmesini almıştır. Politik
gücün ve -resmi, kayıt dışı veya ulusal, uluslararası- kurumların, insani ilerlemeyi nasıl
şekillendirdiğiyle ilgilidir ve tüm insanların -çoğunun geri kaldığı bir dünyada- insani
gelişimini yükseltecek demokratik yönetişim sistemlerinin kurulması için ülkelerin ne
yapması gerektiği hakkındadır. Đnsanlar her yerde, kaderlerini belirlemek, görüşlerini
açıklamak ve yaşamlarını şekillendiren kararlarda katılımcı olmak için özgür olmayı
istedikleri için politika, insani gelişme için önemlidir. Bu kapasiteler insani gelişme için
eğitimli olmak ve sağlıklı yaşam sürebilmek kadar -insanların tercihlerinin
genişletilmesi
bakımından-
önemlidir
(UNDP,
2002,
s.
1).
Đnsani
gelişme
perspektifinden iyi yönetişim ise demokratik yönetişimdir. Böylesi bir yönetimle, i)
insanların, haklarına ve temel özgürlüklerine saygı duyulan ve haysiyetli bir şekilde
yaşamalarına izin verilir, ii) insanlar yaşamlarını etkileyen kararlarda söz sahibi olur, iii)
insanlar, karar vericileri herhangi bir konuda sorumlu tutabilir, iv) kapsayıcı ve adil
kurallar, kurumlar ve uygulamalar, sosyal etkileşime hakim olur, v) kadınlar, erkeklerle
yaşamın ve karar verici alanda özel ve kamu alanda eşit ortaklardır, vi) insanlar ırk,
sınıf, cinsiyet ayrımından uzaktırlar, vii) mevcut politikalar gelecek nesillerin
ihtiyaçlarını yansıtır, viii) ekonomik ve sosyal politikalar, insanların ihtiyaç ve
emellerini karşılamalıdır, ix) ekonomik ve sosyal politikalar, yoksulluğu yok etmeyi ve
tüm insanların yaşamlarındaki tercihleri genişletmeyi hedeflemelidir (UNDP, 2002, s.
51).
2003 yılı ĐGR'nin ele aldığı konu ise Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDGs)
olmuştur. Buna göre, sekiz hedeften oluşan MDGs'nin, 2015 yılına kadar
gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Bu bağlamda da dünya liderleri, insani ilerleme ve
yoksulluğun azaltılması için somut hedefleri gerçekleştirmek adına 2015 ya da daha
öncesi için söz vermişlerdir (UNDP, 2003, s. 1). 2004 ĐGR ise, kültürel özgürlük
üzerine odaklanmıştır. Kültürel özgürlük, insani gelişmenin elzem bir parçasıdır. Çünkü
bir kimsenin diğerlerinin saygısını kaybetmeden ve diğer tercihlerden mahrum
45
bırakılmadan kimliğini seçebilmesi -kim olduğunu-, tam bir hayat sürdürebilmek için
önemlidir. Đnsanlar, inançlarını açıkça icra edebildikleri, kendi dillerini konuşabildikleri,
alay, ceza veya fırsatların azalması korkusu olmadan etnik ve dini geleneklerini yerine
getirebildikleri bir özgürlük isterler. Devletler bu talepleri karşılamak için kaçınılmaz
bir mücadeleyle karşı karşıyadırlar. Eğer iyi kontrol edilirse, kimliklerin daha fazla
tanınması, toplumda daha fazla kültürel eşitlik meydana getirir, insanların yaşamlarını
zenginleştirir (UNDP, 2004a, s. 1). Çünkü insan kimliğinin tercihsiz tekilliğinde ısrar
etmek yanlıştır, çünkü herkesin birbirine benzediği yolunda gerçek dışı bir iddia
olamaz. Aksine, sorunlu dünyada uyumlu yaşama umudunun dayanağı, kimliklerimizin
çoğulludur. En kötü bozulma dolayısıyla, aklın ve tercihin rolüne boş verilmesinin eseri
olarak ortaya çıkar. Tercihlerden yoksun tekilliğin tasvir etmedeki zayıflığı sosyal ve
politik aklımızın güç ve kapsamını ciddi şekilde yoksullaştırır (Sen, 2010, s. 36-37).
Dolayısıyla insanların kültürel kimlikleri devlet tarafından tanınmalıdır ve insanlar, bu
kimliklerini, yaşamlarının diğer yönlerinde ayrıma maruz kalmadan açıklama
özgürlüğüne sahip olmalıdır. Kısacası kültürel özgürlük bir insan hakkıdır ve insani
gelişmenin önemli bir yönüdür. Bu nedenle de devlet müdahalesi ve ilgisine değerdir
(UNDP, 2004a, s. 6).
2005 yılı ĐGR, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki işbirliğine
odaklanırken, bu işbirliğinin, her biri acil yenilenme ihtiyacında olan üç şartına önem
verir: Birincisi kalkınma desteğidir. Uluslararası yardımlar, insani gelişme için
önemlidir. Bu yatırımın getirileri, kaçınılabilir hastalık ve ölümlerin önlenmesi, tüm
çocukların eğitilmesi, cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi, ve sürdürülebilir ekonomik
büyüme koşullarının yaratılması ile ortaya çıkan insani potansiyel ile ölçülebilir.
Kalkınma yardımı, kronik yetersiz finansman ve kötü kalite gibi iki sorunla karşı
karşıya kalabilir. Đkinci şart ise, uluslararası ticarettir. Doğru (adil) şartlar altında
ticaret, insani gelişmenin güçlü bir motoru olabilir. Ticaret yardımdan daha fazla bir
şekilde, dünyanın yoksul ülke ve insanlarının küresel zenginlik payının artırılmasında
potansiyele sahiptir. Ne var ki zengin ülkelerin ticaret politikaları, yoksul ülkeleri ve
yoksul insanların, küresel zenginlikten adil bir pay almasından mahrum bırakmaktadır.
Böylesi bir uygulama haksız (zalimce) ve ikiyüzlüdür. Üçüncü şart ise güvenliktir.
Şiddetli çatışmalar, yüzlerce insanın yaşam şekillerini bozmaktadır. Daha etkin
uluslararası işbirliği şiddetli çatışmaların yarattığı engellerin kaldırılmasına yardımcı
olarak hızlandırılmış insani gelişme ve gerçek güvenlik koşullarının yaratılmasını
sağlar. Yenilenme, uluslararası işbirliğinin her koşulunun aynı anda yerine getirilmesini
46
şart koşar. Bir koşuldaki başarısızlık, gelecek dönem ilerlemelerin temellerini zayıflatır.
Uluslararası ticarette daha etkin kuralların, şiddetli çatışmaların ticarete katılım
fırsatlarını engellediği ülkelerde pek yardımı dokunmamaktadır. Daha adil ticaret
kuralları olmadan artan yardımlar, istenilenin altında sonuçlara neden olur. Ve
yardımlar ve ticaret ile sağlanmış artırılmış insan refahı ve yoksulluğun azaltılması
umudu olmadan sağlanan barış ortamı, kırılgan kalacaktır (UNDP, 2005, s. 2-3).
2.4.4. Krizlerle Mücadele Aşaması (2006-2009 Yılları Đnsani Gelişme Raporları)
2006 yılı ĐGR, merkezine insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan
birini alarak başlar. Su ve sağlık hizmetlerindeki krizle başa çıkmak, 21. yüzyılın en
büyük insani gelişme mücadelelerinden biridir. Đnsanlar oksijene ihtiyaç duyduğu kadar
suya ihtiyaç duyarlar. Đnsanlar, sağlıklarını sürdürmek ve haysiyetlerini korumak için
temiz suya ve sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyarlar. Bazıları, suya karşı küresel
mücadelenin bir kıtlık problemi olduğunu savunsa da rapor, böylesi bir iddiayı
reddeder. Çünkü, suya erişim endişesi yalnızca bazı ülkeler hastır. Ancak küresel su
krizinin odağındaki kıtlık düşüncesi, fiziksel bulunabilirlikle değil, güç, yoksulluk ve
eşitsizlikle kökleşmektedir (UNDP, 2006, s. 2). 2007-2008 yılı ĐGR ise, bir diğer
insanlık krizi olan küresel ısınma konusuna odaklanır. Halihazırda sera gazı
emisyonlarının azaltılması, gönüllü çabalarla iklimin koruma çabası sürdürülse de,
mevcut tepkinin yetersiz kaldığı iddia edilmektedir (DiMento ve Doughman, 2007, s.
135). Küresel ısınma, neslimizin insani gelişme meselesi olarak tanımlanır. Đnsani
kalkınma kapasitelerin genişletilmesi süreci olduğuna göre, küresel ısınma insan
özgürlüklerini bozarak ve tercihleri sınırlandırarak bu süreci tehdit edecektir (UNDP,
2007, s. 1). Bu bağlamda insani gelişme sürecini tersine çevirebilecek beş büyük riskle
karşılaşılabilir: i) azalan tarımsal verimlilik, ii) artan su güvensizliği, iii) artan kıyı
taşkınlarına ve ekstrem hava koşullarına maruz kalma, iv) ekosistemin çöküşü, v) sağlık
risklerinin artışı (UNDP, 2007, s. 27-30). Bu nedenle, insani gelişme sürecinin daha
etkin devam edebilmesi için küresel ısınmayla mücadelede daha etkin çözüm yollarının
aranması gerekir.
2009 yılı ĐGR, nüfus hareketliliği üzerine odaklanmıştır. Rapor, uluslararası
hareketliliğe karşı engellerin azaltılması ve uluslararası hareketlilikte bulunan bu
insanlara karşı sergilenen davranışların iyileştirilmesinin, insani gelişmeye büyük
kazançlar sağlayabileceğini, dolayısıyla cesur bir vizyonun bu kazançların farkına
47
varması gerektiğini öne sürer (UNDP, 2009, s. 3). Serbest bir insan hareketliliği
vizyonu, aynı zamanda insani gelişmenin özgürlük vurgusuna da dikkat çeker. Bu
sayede insan, dilediği yerde yaşama özgürlüğüne sahip olur.
2.4.5. Değişim Aşaması (2010 Yılı Đnsani Gelişme Raporu)
Halihazırda yayımlanan 2010 yılı ĐGR, ilk ĐGR'nin yayımlanmasının ardından
geçen yirmi yıl boyunca insani gelişmede gösterilen ilerleme üzerine odaklanır ve
"insanların bir ülkenin gerçek zenginliği" oldukları vurgusunu yapar. Kalkınmanın
merkezine insanı koymanın, süreci daha adaletli yaptığı, böylece insanların değişimin
aktif katılımcıları haline geldiği ve mevcut erişimlerin (kazançların) gelecek nesillerin
tercihlerinin engellenmesi pahasına sağlanmaması gerektiği anlamına geldiğini ifade
eder (UNDP, 2010, s. 10). Böylece rapor, yirmi yıl önce tanımlanan insani gelişme
kavramının içeriğini yeniden doğrularken, bu kez özellikle sürdürülebilirlik, eşitlik ve
yetkilendirme kavramlarının yoğun olarak üstünde durmuş olur. Đnsani Gelişme Endeksi
hesaplamasını ve bazı göstergelerini değiştiren rapor, insanların yaşam standartlarındaki
-genel- ilerlemeyi göstermek adına aynı zamanda eski Đnsani Gelişme Endeksi
göstergelerini kullanarak yeni yöntemiyle melez (hybrid) bir endeks de oluşturmuştur.
Buna göre 135 ülke için son 40 yıla ilişkin insani gelişme trendleri oluşturmuştur
(UNDP, 2010, s. 25). Aynı zamanda, daha önceki yıllardaki raporlarda hesaplanan
Đnsani Gelişme Endeksi dışındaki diğer endekslerin yerine üç farklı yeni endeks
hesaplanmıştır Takip eden bölümde bu konulara daha ayrıntılı bir şekilde değinilecektir.
48
BÖLÜM III
ĐNSAN REFAHININ VE ĐNSANĐ GELĐŞMENĐN ÖLÇÜLMESĐ
3.1. Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci
Đktisadi kalkınmanın esası, toplumu oluşturan insanlar üzerine kurulduğu andan
itibaren, geleneksel çizgisinden kurtulup, insana dayalı bir tanımlama ihtiyacı duyar. Bu
bağlamda, karmaşık varlıklar olarak insanların gerçek yaşam düzeylerini anlayabilmek
ve bunu ölçebilmek de zor bir sorun haline gelir.
Đktisadi kalkınmayı ölçmeye çalışan ilk yaklaşımlar, insanların yaşam
düzeylerini ölçmeye çalışırken, ölçümlerinin merkezine insana odaklanmayı koymamış
ve yalnızca miktara bağlı bir artışın (büyümenin) gerçekleşmesine önem vermişlerdir
(Miller ve Wadsworth, 1967, s. 1195). Öyle ki özellikle II. Dünya Savaşı sonrası
ülkelerin kalkınmalarını sağlamak adına oluşturulan iktisadi büyüme modellerinde
olduğu gibi ancak iktisadi olarak ölçülebilen önemli hale gelmiştir ve ülke refahının
göstergesi milli gelirin büyümesi olmuştur1. Gelir ve servet düzeyinde gerçekleşen artış,
kalkınmanın anlamı olarak görülürken, kişi başına düşen gelirin artış oranı ise
kalkınmada tek ölçüt haline gelmiştir (UNDP, 1990, s. 104)2. Ancak böylesine ortalama
bir değeri ifade eden ve yalnızca iktisadi bir içeriği olan bir gösterge, bireylerin gerçek
yaşam düzeyleri (veya standartları) hakkında bilgi vermekten uzak ve yetersiz kalmıştır.
1
'Milli' gelirin büyümesi konusunda yakından ilişkili ancak farklı kavramlar olan GSYĐH ve GSMH'nin
kavramsal ayrımı hakkında bkz. Cypher ve Dietz (2009, s. 33-47) ve Thomas (2000, s. 11). Bu değerlerin
nüfusa bölünmesi kişi başına düşen gayrisafi milli veya yurtiçi geliri ifade eder. Ancak uygulamada gelir
ölçütünü kullanarak, ülkelerin kalkınma düzeylerinin değerlendirilmesi bağlamında iki gösterge değerleri
düşük düzeyde rakamsal değişiklik gösterdiğinden (Cypher ve Dietz, 2009, s. 47), tez içerisinde anlam
karmaşasından kurtulmak için kavram, aksi belirtilmedikçe, -genel kullanımıyla- kişi başına düşen gelir
olarak kullanılacaktır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'na kadar da
hesaplanan Đnsani Gelişme Endeksi'nde satın alma gücü paritesine göre hesaplanmış kişi başına düşen
GSYĐH kullanılmıştır. Ancak, 2010 yılı endeksinde ülke vatandaşları ile ülke içi gelir arasındaki farkın
genişlediği varsayımıyla satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen GSMH kullanılmaya
başlanmıştır (UNDP, 2010, s. 15).
2
Srinivasan (1994, s. 238), aslında gelirin hiçbir zaman -ne tek, ne de öncelikli olarak- kalkınmanın
ölçüsü olmadığını ifade eder. Hatta savaş sonrası dönemde Buchanan ve Ellis'in (1955) çalışmasını örnek
göstererek, bu yazarlar tarafından, ilk kalkınma endekslerinin iki gruba ayrıldığını belirtir. Birinci grup,
yaşamın yapı ve kalitesini 'son ürün' olarak görürken; ikinci grup, iktisadi performansı ve yaşamı bir son
ürün olarak görmektedir. Buna göre, yaşam beklentisi, bebek ölüm oranları, sağlık göstergeleri gibi
göstergeler de ilk gruba dahil edilmektedir (Buchanan ve Ellis, 1955, s. 7). Sonuçta bu endekslerde
sürdürülebilir artış gerçekleştiren bir ülke, kalkınmasını da gerçekleştirmiş olur. Ne var ki, bu tezde, bu
gibi istisnalar olmakla birlikte, savaş sonrası ilk dönem çalışmalarının yoğun olarak gelir odaklı olduğu,
ancak daha sonraları insan yaşamına odaklanan çalışmaların ortaya çıktığı savunulmaktadır.
49
Bir ülkenin kalkınma hedeflerinin içeriği, kişi başına düşen gelir düzeyindeki
endişenin ötesindedir. Ne var ki, kişi başına düşen gelirin hesaplanmasındaki ve
verilerin elde edilmesindeki kolaylıklar nedeniyle iktisatçılar, bir ülkenin kalkınması
için bu göstergeyi yine de bir ikame proxy (gösterge, temsilci) olarak tercih ederler
(Cypher ve Dietz, 2009, s. 31; Wadsworth ve Miller, 1967, s. 1195). Bu nedenle gelir ve
servetin azami düzeye çıkarılması, özellikle iktisadi büyümeyi bir amaç olarak gören ve
II. Dünya Savaşı sonrasında yoğun olarak oluşturulan iktisadi büyüme modellerinde
önemli yer tutar. Ancak insanı merkeze koyan iktisadi kalkınma düşüncesinde gelirin ve
servetin artırılması bir amaç değil, insanın hayatını sürdürebilmesi için gereken bir
araçtan ibarettir. Asıl amaç, insanların yaşam standartlarının yükseltilmesi ve
özgürlüklerinin genişletilmesidir (Sen, 2004, s. 29). Bu noktadan hareketle, kalkınma
çalışmalarında zenginlik yaratma düşüncesi yalnızca bir araç olarak görülmelidir.
Sonuçta bu düşünceden uzaklaşıp, insanın hem kalkınmanın aracı hem de asıl amacı
olarak görülmesi düşüncesine odaklandıkça, evrimsel sürecinde kalkınma kavramının
asıl içeriğinin anlaşılması daha kolay hale gelir
Gelirin, oldukça sınırlı bir refah kavramı olmasından hareketle, 1970'li yıllarda,
kalkınmanın ve insan refahının (well-being)3 anlaşılabilmesi için, iktisadi olmayan
göstergelere, özellikle de yaşam beklentisi, bebek ölüm oranı ve okuryazarlık gibi
'sosyal göstergelere' dayanan bir ölçümün kullanılmasının daha uygun olacağı ortaya
atılmıştır. Bu görüş, aynı zamanda 1970'li yılların sonunda ortaya çıkan 'temel ihtiyaçlar
yaklaşımının' da temelini oluşturmuştur (Ravallion, 1996, s. 1331). Bu çerçevede insan
refahı; yiyecek, barınma ve kamusal mallar gibi fiziksel gereklilikler ve istihdam
olanakları ile bunların elde edilmesi gibi temel ihtiyaçların tatmini olarak görülmüştür.
1970'li yılların çabaları sonucunda, insan refahının ekonomik olmayan göstergelerle
ölçümüne ilişkinin ilk birleşik endeks olan D. Morris (1979)'in Fiziksel Yaşam Kalitesi
Endeksi (Physical Quality of Life Index) ortaya atılmıştır. Böylece, ilk defa gelir veya
iktisadi refahı analize katmayan bir insan refahı ölçümü ortaya çıkmıştır. Ölçümün üç
unsuru da doğumda yaşam beklentisi, bebek ölüm oranı ve yetişkin okuryazar oranı
olmuştur (Sumner, 2004, s. 4)4. Fiziksel Yaşam Kalitesi Endeksi (PQLI), bu üç unsurun
3
Đnsanın hayatını sürdürebilmesi için gerekli tüm koşulların sağlanmış olmasını içeren ve 'iyi yaşam'ı
ifade eden well-being kelimesi, birinci bölümde kullanıldığı gibi, 'refah' veya 'insan refahı' şeklinde
kullanılacaktır.
4
'Temel ihtiyaçlar' konusu tezin ilk bölümünde tartışılmıştır. Ölçümünde kullanılan göstergeler de
belirtilmiştir. Ancak burada, Streeten vd. (1981) ve Hicks ve Streeten (1979)'un temel malların ve 'temel
ihtiyaçların' belirlenmesine ilişkin görüşleri önemlidir. Öyle ki, bu yazarlar, bir takım esas göstergeler seti
önermişlerdir. Buna göre, doğumda yaşam beklentisini içeren bir sağlık göstergesi, okuryazarlık ve ilk
50
ağırlıksız aritmetik ortalaması olarak hesaplanmış ve 0 ile 100 arasında değişen
değerlere göre, 1950 yılından beri tutulan kayıtlar çerçevesinde ülke performansları en
iyiden (100), en kötüye (0) doğru sıralanmıştır. Bu endeks, bireylerin belli temel
ihtiyaçlarının karşılanması için ülke performanslarının özetlenmesi ve karşılaştırılması
için basit ve kullanışlı bir endekstir. Ancak bu endeks için, gelir bazlı ölçümlerdeki gibi,
teorik bir çerçeve oluşturulmamıştır. Böylece endeks, bazı eleştirilere uğramaktan
kurtulamamıştır. Bazıları göstergelerden biri olan okuryazarlık oranının fiziksel yaşam
kalitesini göstermekten uzak olduğunu ifade etmiştir. Çünkü bireysel düzeyde gerçek
refah ölçümüne doğrudan çok az etki yaptığını, ancak ulusal düzeyde bakıldığında,
sosyal olanakların kadınlar, azınlıklar ve çok yoksullar arasında dağılımının ölçüsü
olarak önemli olduğunu ifade etmişlerdir (Moon ve Dixon, 1985, s. 662-665). Ayrıca,
doğumda yaşam beklentisi ve bebek ölüm oranı göstergelerinin de özellikle gelişmekte
olan ülkeler için dikkate değer derecede birbirleriyle örtüştüğünü çünkü ikisinin de uzun
ömürlülükle ilgisi olduğu ve yakın bir korelasyon ilişkisi içerisinde olduğu ifade
edilmiştir (Hopkins, 1991, s. 1471; UNDP, 1990, s. 105).
1980'lerin başında da iktisadi olmayan faktörlerle ve insan refahının
ölçülmesiyle ilgili yeni tartışmalar, konuya karşı artan ilgiyi ortaya koymuş ve ilginin
iktisadi determinizmden uzaklaşmaya başladığını göstermiştir. Ne var ki, 1980'lerin
borç krizi, iktisadi olmayan endişeleri konu dışı bırakmış ve insan refahı yeniden
iktisadi büyüme ile eşdeğer tutulmuştur. Ancak dönemin önemli etkilerinden biri,
refahın iktisadi (veya parasal) ve iktisadi olmayan (veya parasal olmayan)
göstergelerine dayanan yeni bir sentez oluşturması olmuştur (Sumner, 2004, s. 4).
Özellikle A. Sen (1979b, 1985b, 1987a, 1987b)'in çalışmalarının etkisiyle 1990'ların
başında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından Đnsani Gelişme Raporları
yayımlanmaya başlamış ve ilk raporda hem iktisadi hem de iktisadi-olmayan
göstergeleri içeren bir endeks oluşturulmuştur: Đnsani Gelişme Endeksi adı verilen bu
endeks, bir ülkede insani gelişmenin üç temel boyutuna (temel kapasitelere) ortalama
erişimi ölçmektedir. Doğumda yaşam beklentisi ile ölçülen uzun ve sağlıklı bir hayat,
ortalama eğitim yılı ile beklenen eğitim yılını içeren bilgi sahibi olma ve kişi başına
düşen milli gelirle ölçülen iyi bir yaşam standardı, insani gelişmenin bu üç boyutunu
okula kayıt oranını gösteren bir eğitim göstergesi, kişi başına kalori tüketimi veya gereksinimlerin yüzdesi
olarak kalori tüketimi gösteren bir yiyecek/beslenme göstergesi, bebek ölüm oranı ve su kaynaklarına
erişen nüfusun yüzdesini içeren bir su tedarik göstergesi, bebek ölüm oranını içeren bir sağlık koşulları
(hizmetleri) göstergesi ve bir de barınma göstergesi oluşturmuşlardır (Khan ve Islam, 1989, s. 147).
Refah ölçümünde kullanılabilir benzer temel ihtiyaçlar göstergelerinin listesi ve bu göstergelere göre
yapılan ampirik bir çalışma için bkz. Khan ve Islam (1989).
51
gösterir (UNDP, 2010, s. 215). Đnsani Gelişme Endeksi, Fiziksel Yaşam Kalitesi
Endeksi'nden öncelikle, iktisadi bir göstergeyi analize katmış olmasından dolayı
farklılık arz eder. Ayrıca, merkezinde Amartya Sen'in kapasite yaklaşımını içeren derin
bir kuramsal temele dayanır (Şenses, 2009a, s. 101). Ayrıca bu yaklaşımların
belirledikleri hedefleri de birbirlerinden farklılık gösterir. Temel ihtiyaçlar yaklaşımı
kendisine hedef olarak temel sosyal hizmetlerin genişletilmesini koyarken, iktisadi
ölçüme dayalı yaklaşım, iktisadi büyümeyi kendisine hedef olarak koyar. Ancak insani
gelişme yaklaşımı, daha geniş çerçevede insanların sosyal, iktisadi ve de siyasal
tercihlerinin genişletilmesi hedefini içerir (Fukuda-Parr, 2003, s. 311).
Temel insan kapasitelerine erişim ölçümü olarak Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE),
1990 yılında ortaya atılmasını takip eden yıllarda hem ölçümünde bazı değişikliklere
gidilerek geliştirilmiş, hem de yeni endekslerle desteklenmiştir. Böylece kalkınmanın ve
insan refahının ölçülmesi adına daha anlamlı ve daha geniş kapsamlı bir ölçüm niteliği
taşımıştır.
1990'lı yıllar, ĐGE'nin ortaya atılması ve bu endekse karşı yapılan eleştirilerle
endeksin geliştirilmesi açısından önemlidir. Đnsani gelişmenin anlaşılması bakımından
yoksulluğa, eğitime ve cinsiyete yönelik çalışmalar Đnsani Gelişme Raporları'nda (ĐGR)
yeni endekslerin ortaya çıkarılmasına neden olmuştur. Özellikle yoksulluk elbette,
insani gelişme sürecinde karşılaşılan en büyük sorunlardan biridir. Đnsan refahından
yoksunluğu ifade eden bir kavram olarak yoksulluk, insan refahı incelenirken ele
alınması gereken önemli bir kavramdır. Öyle ki refaha ulaşıldığında, yoksulluk da sona
ermiş olacaktır. Bu nedenle insani gelişme ve yoksulluk çalışmaları da en başından beri
iç içe sürmektedir ve yoksulluk kavramının da tek boyutlu yoksulluk sınırlarına
indirgemekten ziyade çok boyutlu bir içeriğinin olması gerektiği öne sürülmektedir.
Çünkü gelire dayalı yoksulluk ölçümleri yalnızca tek göstergeyi içerir ve dolayısıyla
yoksunluğun farklı boyutlarını ele almaktan geri kalır. Yoksulluk sınırının üstünde bir
gelire sahip bir birey, okuma yazma bilmiyor olabilir, prematüre ölüm oranlarının
artmasına neden olacak salgın hastalıklara karşı korunmasız olabilir veya temiz suya ve
sağlık hizmetlerine erişimden mahrum kalmış olabilir; yani insan yaşamı farklı
yönlerden yoksullaşmış olabilir. Dolayısıyla da gelir anlamının dışında bir yoksunluk
yaşıyor olabilir (Anand ve Sen, 1997, s. 5).
2000'li yıllarda ise insan refahı konusu, insani gelişmenin yanında, konuya
özgürlük ve evrensel haklar gibi kavramların eklenmesi halini almıştır. Bu çerçevede
insani gelişme ölçümlerinin yapılmasına devam edilirken, Tablo 4.'de de görüldüğü gibi
52
ölçüm konusunda Milenyum Kalkınma Hedefleri ortaya atılmıştır. Milenyum Kalkınma
Hedefleri (MDGs), Eylül 2000'de Birleşmiş Milletler üyesi 189 ülke tarafından kabul
edilen sekiz hedefi içerir. Buna göre 2015 yılına kadar, i) şiddetli yoksulluğu (sefaleti)
ve açlığı yok etmek, ii) evrensel olarak ilköğretimi gerçekleştirmek, iii) cinsiyet eşitliği
sağlamak ve kadınları yetkilendirmek, iv) çocuk ölüm oranlarını azaltmak, v). anne
sağlığını geliştirmek, vi) HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele etmek, vii)
çevresel sürdürülebilirliği sağlamak, viii) kalkınma için küresel bir ortaklık geliştirmek,
hedeflenmiştir. Ne var ki, Birleşmiş Milletler Gelişme Programı'nın belirttiği üzere, eğer
mevcut trend devam ederse, hedeflerin hepsinin gerçekleşmesi çok zordur. Dolayısıyla
da sürecin hızlandırılması gerekmektedir (Todaro ve Smith, 2009, s. 23-24; UNDP,
2003, s. 33)5.
Tablo 4
Đnsan Refahının Ölçülmesinin Evrimsel Süreci
1950'ler
1960'lar
1970'ler
1980'ler
Đnsan Refahının Anlamı
Đktisadi refah
Đktisadi refah
Temel ihtiyaçlar
Đktisadi refah
1990'lar
2000'ler
Đnsani gelişme / kapasiteler
Evrensel haklar, geçinme, özgürlük
Ölçümü
GSMH büyümesi
Kişi başına GSMH büyümesi
Kişi başına GSMH büyümesi ve temel mallar
Kişi başına GSMH büyümesi, ancak parasal
olmayan faktörlerin artışı
Đnsani gelişme ve sürdürülebilirlik
Milenyum Kalkınma Hedefleri, yeni alanlar,
insani gelişmenin devamı
Kaynak: Sumner, 2004, s. 3.
Bununla birlikte, son on yılda yoksulluğu insan hakları ihlali olarak
değerlendirmek yönünde de önemli çabalar harcanmaktadır. Yeni hedef, yoksulluğun
insan hakları ihlali olarak algılanmasını sağlayacak bir yaklaşımın benimsenmesini
sağlamaktır. Öyle ki Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 3. maddesi, "yaşam, özgürlük
ve kişisel güvenlik her insanın hakkıdır" diye belirtir6. Dolayısıyla yoksul kişileri
hakları ihlal edilmiş kişiler olarak gördüğümüz noktada yoksulluğu, yoksul kişilerin
başarısızlıkları, kaderleri, talihsizlikleri ya da onların sorumsuzlukları olarak
değerlendirmekten ziyade yoksulluğu oluşturan koşullara dikkatimizi yöneltmiş oluruz.
Böylesi bir bakış, yoksul kişilerin, ailelerin dışındaki kurumlara ve topluma da
sorumluluk yüklemektedir (Semerci, 2010, s. 3). Sonuçta, insan hakları düşüncesi,
5
Öyle ki, 2015 yılının hedefler için son tarih olarak belirlenmesi, eğer bunlar meydana gelmezse, gelecek
kalkınma hedeflerini cesaretlendirmek yerine cesaretini kırabilecektir. Raporların hedefledikleri rakamlar
ve gerçekleşen rakamlar için bkz. UN (2006), UN (2011).
6
1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen 30 maddelik bildirinin içeriği için
bkz.: http://www.ohchr.org/EN/UDHR/Documents/UDHR_Translations/trk.pdf (Erişim: 07.02.2011).
53
yoksulluğun azaltılması mücadelesinde gereken motivasyon ve yetkinin sağlanması
yolunda önemli bir etki sağlamış olabilir. Çünkü haklar, tercihler ve ihtiyaçların aksine,
gerçekleştirilmesi için bir görev ve bir iddia içerirler (Shaffer, 2008, s. 7). Aslında insan
haklarının yerine getirilmesi ve insani gelişmenin artması, çoğu açıdan ortak bir sebep
(motivasyon) içerir ve tüm toplumlarda özgürlüğün, refahın ve bireyin haysiyetinin
sağlanması için önemli bir vaadi yansıtır (UNDP, 2000, s. 20)7.
Sonuçta kalkınma çalışmaları, yalnızca ekonomik amaçlar peşinde koşmaktan,
çok-disiplinli yaklaşımlara yöneldikçe, insan refahının (well-being) incelenmesi konusu
da ekonomik nedensellikten çok-boyutlu tanımlamalara yönelmiştir. Özellikle son
yıllarda, insan refahının anlamı ve ölçümü konusu da, yalnızca iktisadi faktörlerin
kullanılmasının yanında, iktisadi olmayan faktörlerin de işin içine dahil edilmesi şekline
dönüşmüştür. Öyle ki, son elli yıl boyunca bu konu üzerindeki tartışmalar, iktisadi
olarak tanımlanan refahtan yoksulluğun daha geniş çerçevede kavramsallaştırılmasına,
refahın 'araçlarının' dikkate alınmasından 'sonuçlarının' analize katılmasına, 'ihtiyaçların'
belirlenmesinden 'hakların' tanımlanmasına doğru kaymıştır. Bu çerçevede çok az
sayıda gösterge yerine bir çok gösterge kullanılmaya başlamış ve de en önemlisi insan
refahı, unutulmuş bir düşünce olmaktan çıkarak kalkınma tartışmalarının merkez
noktası haline gelmiştir (Sumner, 2004, s. 3, 7).
3.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm
Ulusların gelişip refaha ve zenginliğe ulaşmaları yolundaki etkenlerin
araştırılması çabası, iktisat çalışmalarında önemli bir yer tutar. Öyle ki bu çaba, Adam
Smith'in Ulusların Zenginliği adlı eserinde bile açıkça görülür. Aslında ilk çalışmalarını
ahlak felsefesi üzerine yapmış olan Adam Smith, ilk eseri Ahlaki Duygular Kuramı'nda
"dünyanın bütün bu çalışmasının ve koşuşturmasının amacı ne? (...) zenginleşme
hırsının; refah, güç ve üstünlük peşinde koşmanın sonu ne?" sorusunu sorar (Smith,
7
Her iki yaklaşımın uyumluluğuna rağmen, bazen stratejik yapıları ve odak noktalarının farklılık
gösterdiği iddia edilmektedir. Çünkü insan hakları literatürü genellikle, öncelikli olarak siyasi
özgürlükler, sivil haklar ve demokratik özgürlük gibi konulara odaklanırken, bu gibi göstergeler çoğu
insani gelişme göstergelerinin arasında hesaplanamadığı için yer almaz. Öyle ki, Đnsani Gelişme Endeksi,
daha yoğun olarak uzun ömürlülüğü, okuryazarlığı ve diğer sosyoekonomik endişeleri yansıtır. Ancak
elbette insani gelişme yaklaşımı, Đnsani Gelişme Endeksi'nde ölçülenin çok ötesinde bir şeyi ifade eder.
Ölçülmesi zor olsa da politik özgürlükler ve demokratik özgürlüklerin önemini inkar etmez. Hatta,
demokratik özgürlüğü ve sivil hakların yoksul insanların kapasiteleri artırmasında önemli rol
oynayabileceğini ifade eder. Karşılıklı olarak insan hakları da yalnızca politik ve sivil özgürlükleri değil,
eğitim, yeterli sağlık hizmeti haklarından ve diğer özgürlükleri de içerir. Sonuçta, insan hakları ve insani
gelişme kavramları arasındaki fark, ikisinin de dikkati çekmeye çalıştığı esas konudan uzaklaşmayı
gerektirmez (UNDP, 2000, s. 19-26).
54
1984[1759], s. 84) ve yanıtını da bu eserden on yedi yıl sonra yayımlanacak ve iktisadın
temel taşlarından biri olacak olan Ulusların Zenginliği adlı eserinde "zenginlik, ihtişam,
şan, şeref için böylesi bir mücadele ancak sıradan insanın refahıyla kendini haklı
çıkarabilir." (Heilbroner, 2008, s. 66) diyerek verir. Böylece insan refahını, iktisadi
analizde önemli bir yere koyar.
Aynı şekilde iktisadın, dünyanın veya belirli bir ülkenin refahının artırılması
yolunda önemli etkenleri araştırması gerektiğini belirten Arthur C. Pigou da, bir bireyin
refahının (welfare), onun ruh halinde veya bilincinde aranması gerektiğini belirtirken,
ancak bu refaha bir araç olarak kullanılabilecek maddi (material) refahın
ölçülebileceğini ve bir bireyin maddi refahının da onun elde ettiği tatminlerden
oluştuğunu dile getirir (Pigou, 1951, s. 287-289). Sosyal fayda ve tüm toplumun faydası
da bireysel faydaların toplamına eşit olacaktır (Nath, 1981, s. 13). Sonuçta da sosyal
refahın ilişki kurulabilecek, ölçülebilecek kısmı maddi refah olmaktadır. Öyleyse
Pigou'ya göre ekonomi politikasının amacı sosyal refahın reel değerini maksimize etme
halini alır. Bu reel değere varmak için yapılacak şey, üretilmiş çeşitli malların
miktarlarının belirli bir fiyat seti alınarak ağırlıklı şekilde hesaplanmasıdır. Bu ölçümde
ele alınan fiyatlar piyasaya hakim olan fiyatlardır (Eroğlu, 2004, s. 139). Arthur Pigou
(1932[1920]), The Economics of Welfare adlı ünlü eserinde, maddi refahı, toplam
refahın bir parçası olarak görüp, ancak bunun para ile ölçülebileceğini ortaya koyduğu
bu düşüncesiyle geliri ilk defa, refahı ölçmenin bir yolu olarak ortaya atmış olur.
Đktisadi refahı, insan refahının ölçülebilir kısmı olarak tanımlayan Pigou, insan refahını
da ancak paranın ölçülebilirliği olan bu kısmıyla ilişkilendirebilmiştir. Ardından gelir,
II. Dünya Savaşı ile birlikte mal ve hizmetlerin toplam miktarının fiyatlar bazında
ölçümü olarak kullanıldığında, halihazırda üretilmiş mal ve hizmetlerin kaydı haline
gelmiştir (UNDP, 1990, s. 104).
Đlerleyen yıllarda da kalkınma, uzun bir süre iktisadi performans olarak
tanımlanmıştır. Kişi başına yüksek gelir (veya tüketim) ve maddi (material) yaşam
standardının geliştirilmesi, hedeflenen insan refahı olarak gösterilmiştir. Bu bağlamda
maddi (material) üretim, uzun bir süre ilgi odağı olmuş ve ölçümü için bir göstergeye
ihtiyaç duyulmuştur. Đlk aşamada bu ölçüt de kişi başına düşen gelir olmuştur (Jahan,
2005, s. 152). Bununla birlikte ilerleyen yıllarda bireylerin geçimini sağlayıp
sağlayamadıklarının ölçülebilmesi ve maddi yaşam standartlarının anlaşılabilmesi için
reel ücretler ve aynı zamanda bireylerin işsizlik oranları da analize dahil edilmiştir. Yine
aynı zamanda belirli bir gelir sınırı belirlenip, bu sınırın altında kalan nüfusun yoksul
55
olarak tanımlandığı gelir yoksulluk sınırları ve yoksullar arasındaki gelir dağılımını da
dikkate alan gelire dayalı ölçümler de geliştirilmiştir.
Tablo 5
Đnsan Refahının Ölçümünde Kullanılan Đktisadi Göstergeler
Kişi başına düşen gelir
- Kişi başına düşen milli gelir
Gelir yoksulluk sınırları
- Kişi başına günde bir doların
altında yaşayan nüfusun yüzdesi
- Reel ücretler
- Ulusal yoksulluk sınırının
(2100 kalori) altında yaşayan
nüfusun yüzdesi
- Gelir veya mallardaki değişime
bağlı olarak yoksulluğa karşı
hassas nüfusun yüzdesi
- Đşsizlik oranları
Gelir eşitsizliği
- Kişi başına günde bir doları
içeren yoksulluk boşluğu ve
şiddeti (severity) göstergeleri
- Toplam harcamanın yüzdesi
olarak en düşük yüzde yirmilik
kısmın yaptığı harcama
- Gini katsayısı
Kaynak: Sumner, 2004, s. 7.
Refahın, yüksek gelir, kişi başına tüketim veya maddi yaşam standardı olarak
tanımlanması günümüzde halen geçerlidir; Tablo 5., bu bağlamda, ölçümde kullanılan
iktisadi göstergeleri ifade etmektedir. Kişi başına düşen gelir, gelir yoksulluk sınırları ve
gelir eşitsizliği olmak üzere üç gruba ayrılan bu ölçümler, insan refahının ölçümünde
yaygın olarak kullanılan ekonomik göstergeleri ifade etmektedir (Sumner, 2004, s. 7).
3.2.1. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüm Yöntemi ve Avantajları
Bir ülkenin milli gelirinin ölçülmesi, o ülkenin iktisadi faaliyetlerinin detaylı
olarak incelenebilmesine olanak verir. Bireye yönelik bir refah ölçümü yapabilmek
içinse, kişi başına düşen geliri kullanmak gerekir. Milli gelirin toplam nüfusa
bölünmesini ifade eden bir değer olarak kişi başına düşen gelir, bireylerin maddi
refahının anlaşılmasında yoğun olarak kullanılır. Bu gösterge, ülke içi maddi refahın
ölçümlerde yeterli sayılırken, farklı ülkelerdeki insanların maddi refah düzeylerinin
karşılaştırılmasında yetersiz kalabilmektedir. Dolayısıyla kişi başına düşen gelir baz
alınarak yapılan ülke karşılaştırılmalarında ise genellikle döviz kurlarında dönüştürme
yapmak yerine, milli gelirin satın alma gücü paritesine bakılır. Satın alma gücü paritesi
(PPP), uluslararası fiyatlar cinsinden, üretilmiş tüm mal ve hizmetlerin ortak bir seti ele
alınarak ve tüm ülkeler için aynı malları A.B.D. fiyatları cinsinden değerlendirerek
hesaplanır. Doğal olarak, azgelişmiş ülkelerde yerli fiyatlar düşükse, satın alma gücü
paritesine göre hesaplanmış milli gelir, döviz kuru dönüştürmesi yapılarak hesaplanan
tahminlerden daha yüksek olacaktır. Yani PPP kullanıldığında, yoksul ve zengin ülkeler
56
arasındaki gelir boşlukları azalmaya eğilimli hale gelecektir (Todaro ve Smith, 2009, s.
47).
Kişi başına düşen gelirin ölçümünde bir takım üstünlükleri vardır. Öncelikle,
iktisadi performansın ölçümünde kullanılabilir tek göstergeye indirgenmiş bir ölçüttür.
Đkincisi uluslararası düzeyde karşılaştırma yapma açısından önemlidir çünkü dünyayı
gruplara bölme -zengin ve yoksul, gelişmiş ve azgelişmiş şeklinde- açısından yararlı
olarak görülür. Son olarak ulusal gelir hesaplamalarında belirli bir zamanda kişi başına
düşen geliri hesaplamak için güvenilir ve sürekli veriler mevcuttur (Jahan, 2005, s.
152).
Öyle
ki
bunlar
sosyal
göstergelerin
içerdiği
gibi
zaman
gecikmesi
içermediklerinden, değişimlere daha hızlı tepki verebilmektedir. Yine iktisadi olmayan
göstergelere göre, bunlara ilişkin daha yeni ve halihazırda mevcut veriler bulunabilir.
Ayrıca, bunlar hem daha ucuzdurlar, hem de -örneğin, iktisadi-olmayan yoksulluk
göstergelerindeki gibi- toplanmaları karmaşık değildir (Sumner, 2004, s. 7).
3.2.2. Đktisadi Göstergelere Bağlı Ölçüme Getirilen Eleştiriler
Đktisadi göstergelere bağlı bir ölçüm, insan refahının tek boyutunu analizine
dahil etmesine rağmen, insan refahı çok boyutlu bir tanımlamaya ihtiyaç duyar. Đnsan
refahı ancak farklı boyutların aynı zamanda ele alınması ile anlaşılabilir. Öyle ki
yalnızca maddi yaşam standartları (gelir, tüketim ve servet) değil; i) sağlık, ii) eğitim,
iii) iş dahil tüm kişisel aktiviteler, iv) politikaya dahil olma ve yönetişim, v) sosyal
çevre ve ilişkiler, vi) mevcut ve gelecek dönem çevresel koşullar, vii) hem iktisadi hem
de fiziksel içeriğe güvensizlik8 gibi tüm bu boyutlar, toplumdaki insanların refahını
şekillendirir ve bunların çoğu geleneksel gelir ölçümlerinde dikkate alınmaz (Stiglitz
vd., 2010, s. 15). Bu da, geleneksel ölçümlerin refah konusunda -kendilerinin de
belirttiği gibi- yalnızca maddi ölçüm boyutunda kaldığını ve insan refahının yalnızca bir
boyutu hakkında fikir verebileceğini gösterir.
Gelire dayalı ölçümler, ortaya çıkışını takip eden yıllarda, özellikle de 1960'lı
yıllardan sonra ciddi eleştirilere uğramış ve kendi içinde bazı sorunlar yaşamaya
başlamıştır. Ancak, gelir ölçümlerinin kullanılamaz olduğu da kabul edilmemiş ve
8
Đnsan refahının bir parçası olarak iktisadi güvensizlik ve hassasiyet konusunda Osberg (2010, s. 33),
iktisadi güvensizliğin hem doğrudan hem de dolaylı olarak iktisadi refahı etkilediğini belirtir. Sonuçta da,
iktisadi güvensizliğin, ülkeler arasında karşılaştırılabilir bir yöntemle ölçülebileceğini ifade eder.
Çalışmasında kullandığı sekiz ülkeden, en yoksul ülkede (Tanzanya) iktisadi güvenin en az, en yüksek
kişi başına düşen milli gelire sahip ülkede (Norveç) en fazla olduğu, ancak oldukça aksak bir korelasyon
olduğu sonucuna ulaşmıştır. Dolayısıyla, iktisadi güvenin iktisadi refahın bir boyutu olduğu ve tek başına
incelenmesi gerektiğini öne sürmüştür.
57
ölçümün geliştirilmesi uğraşı içerisine girilmiştir. Öyle ki, Nordhaus ve Tobin (1973),
gayrisafi milli hasılanın eksikliklerini gidermeyi ve iktisadi büyüme ile refah arasında
daha kapsamlı bir ilişki kurmayı hedefleyen, Đktisadi Refahın Ölçümü (Measure of
Economic Welfare) adını verdikleri ölçümü ortaya atmışlardır. Buna göre, GSMH'de ve
diğer gelir bazlı ölçümlerde piyasa dışı aktiviteler, boş zaman ve çevre kirliliği gibi
faktörlerde düzeltmeye gidilmiş ve bunlar refahın kusursuz ölçümleri olmasa da uzun
süreli gelişmenin ifade edilmesi için en kapsamlı ölçüm olarak görülmüştür (Nordhaus
ve Tobin, 1973, s. 512, 532). Đktisadi Refahın Ölçümü, milli gelir hesaplamalarında yine
de yetersiz kalmıştır ancak GSMH'nın yerini alamasa da, Daly ve Cobb (1994[1989])'un
ortaya attıkları Sürdürülebilir Đktisadi Refah Endeksi (Index of Sustainable Economic
Welfare) gibi 'çevreci milli gelir' hesaplamalarının ortaya çıkmasında etkili olmuştur9.
Milli gelire yapılan eleştiriler de zaten, genelde ölçümünde karşılaşılan
problemlere yöneliktir. Özellikle kayıt dışı ekonominin varlığı, ölçümün ve de
ekonominin yaşadığı önemli bir sorundur. Genel olarak bakıldığında, ilk olarak gönüllü
iş gibi piyasa-dışı faaliyetler ve evde görülen işler gibi piyasada pazarlanamayan ürünler
iyi ölçülememektedir. Đkincisi, bilgisayar gibi yeni teknolojiyle gelişen malların
kalitesindeki iyileşmeleri doğru biçimde hesaba katmak zordur. Düzeltme yapmaya
çalışılsa bile, yeni ürünler için bunları yapmak kolay değildir. Üçüncüsü, ölçümün
menfi malları ortadan kaldırmak ya da denetim altına almak amacıyla kullanılması
zordur. Ayrıca milli gelir hesapları, insan faaliyetleri sonucu oluşan çevre kirliliğini ve
çevresel zararı göz önüne almamaktadır (Dornbusch ve Fischer, 1998, s. 36).
Dolayısıyla maddi insan refahı boyutuna indirgendiğinde de yetersiz kalmaktan
kurtulamamaktadır. Ancak gelir, ölçümündeki bu gibi zorluklara rağmen, rakamsal ve
kolay anlaşılabilir bir değeri ifade ettiği için yaygın kullanımından uzaklaşmamıştır
(Desai, 1994, s. 36).
Bir diğer eleştiri, ortalama bir değer olarak kişi başına düşen milli gelirin, servet
dağılımının yoksul ve zengin arasında bölüşümü hakkında fikir vermekten uzak
olduğuna yöneliktir (Thomas, 2000, s. 12). Ortalama kişi başına düşen gelir ve servet
ölçümleri, kaynakların hane halkları tarafından nasıl bölüşüldüğünü açıklamaz. Yani
sonuçta, üretim sonucu elde edilen bu gelirden kimin ne derecede faydalandığını da
9
Sürdürülebilir Đktisadi Refah Endeksi'nin -daha sonraki kullanımıyla Gerçek Đlerleme Göstergesi'nin
(Genuine Progress Indicator)-, öncülü Đktisadi Refah Ölçümü'nden farkı çevresel zararı ve doğal
kaynakların tüketilmesini açık ve yoğun bir şekilde milli gelir analizine dahil etmesinde yatar. Lawn
(2003, s. 112) tarafından hem sürdürülebilir iktisadi refah hem de gelir için teorik temelde kusursuz
göstergeler olduğu belirtilen bu göstergelerin teorik incelemesi için bkz. Lawn (2003), Hamilton (1999)
ve Lawn (2005).
58
göstermediğinden ve yalnızca bir ortalama olduğundan, ülke içerisindeki tüm
vatandaşlarının refah durumunun anlaşılmasında yetersiz kalabilir10 (Stiglitz vd., 2010,
s. 44). Sonuçta, eğer ortalama olarak kişi başına düşen gelirdeki artışa rağmen eşitsizlik
artarsa, çoğu insanın durumu daha kötüye gidebilir (Stiglitz vd., 2010, s. 3).
Ayrıca gelir, piyasada mübadele edilebilen farklı mal ve hizmetlerin
miktarlarının fiyata göre ağırlıklandırılmış toplamını ifade eder. Ne var ki fiyatlar, her
koşulda ideal ağırlıklar olamazlar. Aksak rekabet koşulları altında mal ve hizmetler
değerinden yüksek veya düşük değerlendirilebilir ve daha kötüsü piyasanın var
olmadığı koşullar ise tamamen dışlanır. Önemli bir not olarak insan refahının (ve
kalkınmanın)
ölçülmesinde
hangi
göstergelerin
ölçüme
eklenip
hangilerinin
dışlanacağına karar vermek önemlidir. Gelir göstergesi, üretilmiş ve piyasaya sunulmuş
tüm mal ve hizmetleri içerir. Ne var ki, bunların içerisine atmosfere zarar veren veya
sağlığı bozan mallar da girer (UNDP, 1990, s. 105). Çünkü parasal ölçümler, piyasadaki
üretim ve istihdam konularına duyulan ilgi sonucu ortaya çıkmışlardır, dolayısıyla
parasal birim olarak piyasadaki üretimi ölçerler ve iktisadi aktiviteyi kontrol etme gibi
bir çok soruna çözüm sunarlar (Stiglitz vd., 2010, s. 11).
Milli gelir hesaplamaları, kamu sektörünü dahil eden ancak evde görülen üretimi
dışlayan ve benzer başka ölçüm problemlerine de sahip piyasaya yönelik ekonomik
aktivitenin düzeyini ölçer. Ancak bu ölçütlerin tek boyutluluğu bir sorun yaratır. Çünkü
bu kadar karmaşık bir toplumu içerecek tek bir göstergenin var olması mümkün
değildir. Bu nedenle hedef, bir çok önemli sorunun çözümünü bir araya getiren bir
ölçüm seti oluşturmak olmalıdır. Stiglitz vd. (2010: xxvi)'ye göre, revize edilmiş GSMH
ölçümü, yine piyasa aktivitesini ölçmek için kullanılabilir; ancak vatandaşların
durumunu daha geniş bağlamda yansıtan bir gelirin medyanı ölçümü, yoksulun
durumunu ölçen bir yoksulluk ölçümü, çevrenin durumunu ölçen kaynak tüketim ve
çevresel zarar ölçümü ve ekonomik sürdürülebilirliğin durumunu ölçmek için borç
ölçümü gibi ölçümlerle desteklenmelidir.
Kalkınmanın, yalnızca miktarlara indirgenen büyüme kavramından farklı bir
içeriği olduğu bugün yaygın olarak kabul edilmektedir11. Kalkınmanın merkezine insanı
koyan ve bu çerçevede 'insan odaklı' bir yaklaşım ortaya sunan insani gelişme yaklaşımı
da öncelikli olarak insanlara uzun, sağlıklı ve yaratıcı olabilecekleri bir ortam yaratmayı
10
Stiglitz vd. (2010, s. 44), bunun önlenmesi adına gelir medyanı ölçümünü önerirler. Çünkü medyan
bireyin tipik bir birey olduğunu öne sürerler.
11
Tezin ilk bölümünde de yoğun olarak belirtilmiş ve ayrı bir başlık altında konuya değinilmiştir.
59
amaçlar. Bu ortamın yaratılması sürecinde de birey için tercih özgürlüğünün ve
kalkınmada tercihlerin genişletilmesinin esas unsur olduğunun önemine vurgu yapar.
Öyle ki, neoliberal yaklaşım ile insani gelişme yaklaşımı arasındaki temel fark da
bireyin tercihlerinin genişletilmesi sürecinde ortaya çıkar. Neoliberal yaklaşım, gelir
olmak üzere, yalnızca bir tercihin artırılmasına yoğunlaşırken, insani gelişme
yaklaşımı, iktisadi, sosyal, kültürel ve politik olmak üzere insanın tüm tercihlerinin
artırılmasını içerir (ul Haq, 1995, s. 14). Bu bağlamda, toplumda yaşayan insanların
refah ve kalkınma düzeyi ölçülmeye çalışılırken bir yandan gelirin artışını içeren
iktisadi bir ölçüm dikkate alınırken, diğer yandan da iktisadi olmayan göstergeleri de
içeren bir başka ölçüm de ortaya atılmaktadır.
3.2.3. Neoliberal Yaklaşıma Göre Đnsan Refahı ve Neoliberal Politikaların Đçeriği
Geliri refah ölçütü olarak kullanan ve piyasayla ilgili konuları merkezine alan
politikalar, günümüzde neoliberal politikalar olarak değerlendirilir12. Bunlar, II. Dünya
Savaşı'ndan sonra Keynesyen politikaların hüküm sürdüğü bir ortamda şekillenmiş,
ortaya çıkmaları ve güçlenmeleri ise yine Keynesyen politikaların işlerliğini
yitirmeleriyle gerçekleşmiştir.
1970'lerde Keynesyen politikaların yaşadığı kriz sonucu enflasyon ve işsizliğin
bir arada görülmesi, neoliberalizmin ortaya çıkmasında önemli rol oynar. 1970'lerde,
iktisadi aktivitelerde devlet müdahalesi tartışılmaya başlanmıştır. Bu müdahalenin,
etkinliği azalttığı ve piyasanın kendi düzenine bırakıldığında sağlayacağı ekonomik
büyümeden daha düşük oranlarda büyüme sağladığı ifade edilmiştir. Böylece bu
iktisatçılar, yeniden 'piyasanın görünmez eli' düşüncesinin şekillendirdiği teoriler
geliştirmeye başlamışlardır. Buna göre, daha fazla iktisadi büyüme rakamlarına
ulaşabilmenin ve dahası herkes için daha üst düzeylerde refaha ulaşabilmenin anahtarı
devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın fiyatları ve ücretleri ayarlamaya
bırakılması olduğu savunulmuştur Böylesi bir politikanın, kaynakların en etkin
dağılımını sağlayacağını, böylece etkin büyüme oranlarına da sosyal yararların eşlik
edeceğini iddia etmişlerdir (Willis, 2005, s. 47).
Dolayısıyla neoliberalizm, aslında ilk olarak insan refahının en iyi şekilde
bireysel girişimciliğe ait özgürlüğün ve becerilerin serbest bırakılmasıyla ilerleyeceğini
öneren politik iktisat uygulamalarını içeren bir teori olarak ortaya çıkmıştır. Bunun için
12
Tezde de, insani gelişme yaklaşımı ve neoliberal politikaların kıyaslaması buna bağlı olarak yapılmıştır.
60
de karakteristiğini güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaret gibi
kurumsal çerçeveler oluşturmuştur. Devletin rolünün de, böylesi uygulamalara uygun
bir kurumsal çerçeve yaratmak ve bunu korumak olması gerektiği belirtilmiştir (Harvey,
2005, s. 2). Bunun dışında da devlet, herhangi bir müdahalede bulunmamalıdır.
Özellikle 1980'lerden sonra neredeyse tüm ülkeler bazen gönüllü olarak bazen de
zorlayıcı baskılarla, neoliberal teoriyi kabul etmişlerdir. Neoliberalizmin üç temel öğesi
vardır: i) fiyat desteklerinin, tavan fiyatlarının ve tavanlarının kaldırılması, serbest dış
ticaret, döviz kurlarının piyasada belirlenmesi gibi bir takım yollarla iktisadi yönetişim
alanında ve mal ve sermaye akımlarını yönlendirmede piyasaların rolünü artırır, ii)
özelleştirme, piyasaların devlet müdahalesinden arındırılması gibi yollarla özel sektörün
ve özel mülkiyetin rolünü ve kapsamını genişletir. Son olarak da iii) denk bütçeler,
işgücü piyasası esnekliği ve düşük enflasyon gibi yollarla tek bir 'iyi iktisat politikası'
anlayışını teşvik eder ve sonuçta gelişmekte olan ülkeler için zenginlik ve refaha giden
yol olarak görülür (Chang ve Grabel, 2005, s. 30)13.
1980'lerin borç krizi ise neoliberal politikaların güçlenmesinde önemli rol
oynamıştır. Öyle ki neoliberal kalkınma politikalarının en etkin adımlarından 'yapısal
uyum programları', ülkelerin refaha ulaşması yolunda borç krizinin ardından ülkelere
önerilmeye başlamıştır. Neoliberalizmin yükselişine neyin neden olduğu konusunda
birçok görüş bulunmaktadır. Yaygın görüşlerden biri neoliberalizmin yükselişine
kapitalizmin politik ekonomisinde finansın (veya finans sisteminin) artan rolü ve
gücünün
neden
olduğuna
yöneliktir.
Buna
göre,
neoliberalizm,
kapitalist
sermayedarların ve kurumların elinde bulundurdukları ve Büyük Buhran ve Đkinci
Dünya Savaşı'ndan bu yana azalan gelir ve durumlarını güçlendirmeye ve dolayısıyla
gelirlerini artırma arzularına yönelik bir söylemdir (Dumenil ve Levy, 2004, s. 2).
Ancak bazı yazarlar da finansallaşmanın neoliberalizmin ötesinde ve ondan ilişkisiz
daha derin köklerinin bulunduğu ve bu sürecin aslında neoliberalizmi açıklamadığını,
neoliberalizmin
yükselişinin,
o
dönemin
anahtar
hammadde
fiyatlarındaki
dalgalanmalarda, enflasyon oranlarında ve döviz kuru oranlarında gibi yaşanan
sıkıntılarda aranması gerektiğini ifade ederler. Ancak neoliberalizmin finansallaşma
süreci için uygun bir ortam oluşturduğunu da ifade ederler (Kotz, 2008, s. 10, 13).
13
Chang ve Grabel (2005, s. 39), aynı eserinde bu söylenceyi reddeder ve neoliberal dönemde gelişmekte
olan ülkelerin pek çoğunda yoksulluğun arttığını ve sosyal koşulların düzeltilmesinde daha önceleri
katedilen yoldan geriye dönüldüğünü ifade etmektedir.
61
Neoliberalizm, hem iktisadi bir teorinin yapısını hem de politik tutumunu ifade
eder. Neoliberal teori, yüksek oranda düzenlemeler yapılmamış kapitalist bir sistemde
(serbest piyasa ekonomisi) yalnızca serbest bireysel tercihlerin önemine dikkat çekmez,
aynı zamanda etkinliği, iktisadi büyümeyi, teknik ilerlemeyi ve bölüşümde adaleti
içeren optimum iktisadi performansa erişileceğini savunur. Devletin mülkiyet haklarını
belirlemek, sözleşmeleri yürürlüğe koymak ve para arzını düzenlemek gibi çok sınırlı
rolleri vardır (Kotz, 2002, s. 64). Küreselleşme süreci rekabetin baskısını artırmıştır ve
ülkeleri küresel rakipleri ile daha etkin rekabet edebilmek için kısıtlamaları kaldırmak
ve serbestleştirmeye yönelmek zorunda bırakmıştır. Dolayısıyla kapitalizmin değişen
rekabet yapısı, neoliberalizmin, klasik liberalizmin köklerinden yararlanarak yükselişini
kısmen açıklayabilmektedir. Bununla birlikte, neoliberal egemenliğin sağlanmasında rol
oynayan üç ilave faktör daha bulunmaktadır. Bunlar, sanayileşmiş ülkelerde sosyalist
hareketlerin zayıflaması, devlet sosyalizminin iflas etmesi ve son büyük kapitalist
ekonomik krizden bu yana geçen uzun dönemdir (Kotz, 2002, s. 75-76).
1980'lerin sonunda, bugün neoliberal politikaların en açık şekilde ifade edilişi
olarak bilinen Washington Konsensüsü ortaya atılmıştır. Bu, 1989 yılında çoğu Latin
Amerika ülkesi tarafından uygulanması uygun görülen on adet öneriyi içerir: Bunlar; i)
mali disiplin: bütçe açıklarının enflasyon vergisi yaratılmadan finanse edilecek kadar
küçük olması, ii) kamu harcamalarının sağlık hizmetleri, ilköğretim ve altyapı gibi
yüksek ekonomik getiriye sahip ve gelir dağılımını iyileştiren ve öncelik gerektiren
alanlara göre yeniden düzenlenmesi, iii) vergi reformu: vergi matrahının genişletilmesi
ve marjinal vergi oranlarının düşürülmesi, iv) finansal serbestleşme: piyasada
belirlenmiş faiz oranlarını içeren nihai hedef, v) rekabetçi döviz kuru, vi) ticarette
serbestleşme: ticarette miktar kısıtlamaları yerine tarifelerin kullanılması ve tarifelerin
de herkes için geçerli olacak düşük bir oran düzeyine kadar düşürülmesi, vii) doğrudan
yabancı yatırımların ülkeye girişinde serbestleşme: doğrudan yabancı yatırımların
ülkeye girişine yönelik mevcut engellerin kaldırılması, viii) özelleştirme: kamu
teşebbüslerinin (KĐT) özelleştirilmesi, ix) deregülasyon: yeni firmaların piyasaya
girişini engelleyen veya rekabeti kısıtlayan düzenlemelerin kaldırılması, x) mülkiyet
haklarının korunmasıdır (Williamson, 2004, s. 196). Bu politika seti, ilk yıllarında Latin
Amerika ülkeleri için sunulan bu on öneriyi içermiş olsa da, daha sonraki yıllarda farklı
bir anlam kazanmış ve Washington-merkezli kuruluşların (Dünya Bankası, IMF)
üyelerine önerdikleri politikaları içeren bir anlama bürünmüştür (Williamson, 2004, s.
195). Buna göre, öneriyi ortaya atan Williamson (1990), konsensüsün ilk ortaya
62
çıktığının hemen sonraki günlerde aslından fazla uzaklaşmasa da ilerleyen yıllarda
belirgin farkların ortaya çıktığını ifade etmekte ve bunun iki farklı anlam içermesi
gerektiğini belirtmektedir. Öyle ki, ilerleyen yıllarda bu konsensüs, esas anlamından
uzaklaşıp önemli bir serbestleşme savunucusu, emperyalizmin yeni kanunu, parasal ve
mali disiplini, özelleştirmeyi ve özellikle de serbest piyasa-bazlı önerileri içeren bir
reçete olarak görülmeye başlanmıştır (Williamson, 2000, s. 255)14.
Tablo 6
Özgün ve Genişletilmiş Washington Konsensüsü
Özgün Washington Konsensüsü
Mali disiplin
Kamu harcamalarının yeniden düzenlenmesi
Vergi reformu
Finansal serbestleşme
Rekabetçi döviz kurları
Ticarette serbestleşme
Doğrudan yabancı yatırımlara karşı açıklık
Özelleştirme
Deregülasyon
Mülkiyet haklarının korunması
Kaynak: Rodrik, 2006, s. 978.
Genişletilmiş (Post) Washington Konsensüsü
(Özgün uzlaşmadaki maddelere ilave olarak)
Kurumsal yönetim
Yolsuzlukla mücadele
Esnek işgücü piyasaları
Dünya Ticaret Örgütü anlaşmaları
Finansal kural ve standartlar
'Ölçülü' sermaye hesabı açılması
Ara döviz kuru rejimlerinin reddi
Bağımsız merkez bankaları/enflasyon hedeflemesi
Sosyal güvenlik ağları
Yoksulluğun azaltılması hedefi
1990'ların başlarında, 'bırakınız yapsınlar' liberalizmini içeren böylesi piyasaya
bağımlı bir yaklaşım, piyasa-dostu bir yaklaşımın ortaya çıkışıyla hafifletilmiştir. Bu,
yabancı ticareti ve sermaye hareketlerinde serbestleşmeyi savunmaya devam etse de,
bununla birlikte yerli iktisadi serbestleşmenin sınırları belirlenmiştir. Öyle ki özellikle
piyasa başarısızlıklarında devlet müdahalesinin meşruluğu tanınmaya başlamıştır (Gore,
2000, s. 793). Çünkü Williamson'un listesindeki maddeler, -mülkiyet hakları dışındakurumsal bir değişimi gerektirmeyen basit politika değişimlerini içerdiğinden zamanla
kurumsal koşullarda karşılaşılan sorunlar nedeniyle uygulamada sıkıntılar yaşamıştır.
Sonuçta da özgün liste, içerik olarak yoğun kurumsal bir yapıya bürünerek genişletilmiş
ve yeni bir hal almıştır (Rodrik, 2006, s. 978). Bu yeni yaklaşım, kurumların önemini
vurgularken piyasa odaklı reformların uygulanmasında devletin rolünün artırılmasının
14
Williamson (2000, s. 256), böylesi popülist bir yaklaşımın (aşırı piyasaya bağımlılık ve neoliberalizm);
devlete saldırıp, piyasayı kendi haline bırakmaya yönelik bir düşüncenin yoksulluğu azaltmada etkin bir
rol oynayabileceğini düşünmediğini açıkça ifade eder. Çünkü yoksulluğu azaltmak için yoksulun beşeri
sermayesine odaklanmak gerekirken, popülist görüşün bunu işaret etmede başarısız olduğunu iddia eder.
Ayrıca bazı gelirin yeniden dağıtılmasını içeren ölçütler, yalnızca iktisadi büyümeden ziyade yoksulluğun
azaltılmasına odaklanan politikaları içermelidir. Ancak piyasa bağımlıları, tüm gelirin yeniden dağılımını
içeren politikaları yok sayarlar. Bu yüzden, konsensüsün iki farklı anlamını içermesi gerektiğini, birinin
yoksul yanlı (pro-poor) politikaları içerdiğini, diğeriyse yoksula karşı tutumunda daha az politika önerisi
sunan ve hiçbir destek içermeyen bir yaklaşım olduğunu belirtir (Williamson, 2000, s. 262).
63
önemine değinmiştir. Aynı zamanda Post-Washington Konsensüsü denilen bu yeni
yaklaşımla yoksulluğun azaltılması da doğrudan bir hedef olarak kabul edilmiştir.
3.2.4. Yoksulluk Kavramı, Tarihsel Gelişimi ve Tek Boyutlu Yoksulluk Ölçümleri
Yoksulluk kavramı, karmaşık nitelikleri nedeniyle genel-geçer bir tanım
yapmaya olanak vermeyen bir kavramdır. Bu noktada kavramın, insanların kendileri
için yeterli kabul edebilecekleri tatmin düzeyini sağlamaya yetecek bir gelire sahip olup
olmadıklarına
ilişkin
beyanına
bağlı
olduğu
bir
sübjektif
tanımı,
bireyin
gereksinmelerini karşılama derecesi yönüyle toplumun diğer bireyleri karşısındaki
durumuna göre tanımlayan bir göreli tanımı ve mutlak bir standarda bağlanmasını
öngören bir mutlak tanımı ortaya çıkar. Dünya Bankası olguyu, mutlak tanımı
çerçevesinde, asgari yaşam standardına erişilememiş olma durumu olarak tanımlar. Bu
durumda, bir çeşit yetersizlik göstergesi olan yoksulluk, besin, ısınma, barınma gibi
standart yaşamın temel gereksinmelerine yapılan harcamaların ortalama düzeyden aşağı
olması şeklinde tanımlanabilir. Birey, bu gereksinmeleri karşılayacak gelire sahip
olmadığı takdirde de yoksul kabul edilir (Dağdemir, 2002, s. 2). Bu tanımlar, ilerleyen
bölümlerde, yoksulluğun ölçümü konusunda, daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
Bu noktada, öncelikle kavramın tarihsel sürecine ve sosyal bir sorun olarak
ortaya çıkışına göz atmak gerekir: Çünkü, kavram hakkında inceleme yapılması
aşamasında, yoksulluğun yeni bir sorun olmadığı ve konunun çok eskilere dayandığı
bilinmelidir. Öyle ki, insanların geçimlerini sağlamakta, hatta karınlarını doyurmakta
güçlük çekmeleri ile ilgili bir konu olan yoksulluk, tarihin her döneminde, her toplumda
rastlanabilen bir kavramdır. Ancak bir sosyal sorun olarak bakıldığında, yoksulluğun
Avrupa’da kapitalizmin ortaya çıkışıyla bağlantılı olduğu görülmektedir (Buğra, 2008,
s. 25). Öyle ki, 16. yüzyılda, erken kapitalizmin değerler dünyası içinde serseriliğin ve
dilenciliğin önlenmesi için giderek güçlenmeye başlayan bir yoksul çalıştırma
gayretinin ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu gayretin merkezinde de, var olan düzeni,
yani insanı işgücü olarak gören kapitalist düzeni koruma ve meşrulaştırma amacı yer
almıştır. Ama şehirdeki işler, tarımdan kopan nüfusun tamamını karşılayabilecek
nitelikte olmadığından, talep dalgalanmaları işsizliğe ve işgücünün geçim sınırı altında
ücret elde etmesine neden olmuş; geçimini sağlamaya yetecek bir iş bulamayan ve
böylece çalışmayan yoksul tehlikeli bir yabancı olarak görülmüş ve yoksulluk, şehir
hayatının huzursuzluk yaratan bir öğesi olarak ortaya çıkmıştır. Sonuçta, 'sadaka
64
reformu'15 çerçevesinde resmi bir yardım anlayışına geçilmesi fikri de bu dönemde
ortaya atılmıştır (Buğra, 2008, s. 37).
Ancak 17. yüzyıla gelindiğinde, bir yandan yoksulların çalıştırıldığı kurumlar
yaygınlaşırken, yoksulluk tartışmaları daha geniş bir anlamda değişmeye başlamış, iki
unsur önem kazanmıştır: Bunlardan birincisi, yoksul yardımının mali yüküyle ilgili
kaygılar olurken; ikincisi ve daha önemlisi ise, giderek daha ticari bir nitelik kazanan
toplumlarda, emeği ziyan edilmemesi gereken bir üretim faktörü olarak değerlendiren
yaklaşımların belirginleşmesi olmuştur: Bir ulusun zenginliğini artırmanın yolunun
daha çok emek kullanımından geçtiği, merkantilist iktisat düşüncesinin merkezinde yer
almış ve yoksulları çalıştırarak para kazanma fikri giderek daha çekici hale gelmiştir
(Buğra, 2008, s. 40). Bu nedenle, 17 ve 18. yüzyıllar, yoksulların çalıştırıldığı
kurumların Đngiltere’ye ve kıta Avrupası'na yayıldığı bir dönemdir. Ancak 18. yüzyıl
ortalarında, Büyük Britanya zenginleşirken durumları kötüleşen ve sayıları giderek
artan bir yoksullar kitlesi oluşmuştur. Sanayileşmeye dayalı kapitalizmin kök salmaya
ve yaygınlaşmaya başladığı 18. ve 19. yüzyıllarda, bir çok düşünür, yoksulluk sorununa
ilgiyle yaklaşmaya başlamıştır. Öyle ki, 1776’da çığır açan Ulusların Zenginliği adlı
kitabı yayımlanan Adam Smith, ülke zenginleşirken yoksulluğun artmasını önemli bir
paradoks olarak dile getirmiş ve bir ekonomik sistemin başarısının değerlendirilmesinde
en yoksul yurttaşların durumlarının ne derece iyileştiğini temel kıstas olarak önermiştir
(Şenses, 2009a, s. 33). Bu çerçevede de kendisi, “ekonomiye mantıksız müdahalelerin
ortadan kalktığı akıllı bir iktisat politikası ortamında, ulusların zenginliğinin temelinde
yatan işbölümünün, toplumun bütün bireylerine yansıyan bir ekonomik gelişmeye yol
açacağını ve zengin bir toplumda yoksulluk sorununa yer kalmayacağını” düşünmüştür.
Ancak 19. yüzyıl koşulları böyle bir iyimserliğe yer bırakacak nitelikte değildi. Öyle ki,
1834’de Yeni Yoksullar Yasası’yla 19.yüzyıl liberalleri, yoksulların çalıştırıldığı
kurumlar dışında verilen bütün yardımları ortadan kaldırmakta ve bu kurumlardaki
koşulların ölümden beter hale getirilmesine zemin hazırlamaktaydı. Bu, insanı işgücü
olarak kabul eden bir dünya görüşünün ulaştığı son nokta olarak görülmektedir. Bu
durum 20. yüzyılda yerini refah devleti uygulamalarına bırakmıştır. 19. yüzyılda bütün
dünyaya yayılan piyasa sisteminin, Büyük Buhran, faşizmin yükselişi ve Đkinci Dünya
15
Ayşe Buğra (2008), “Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika” adlı eserinde, Reform
tartışmalarına yapılan katkılar arasında Juan Luis Vives’in “Yoksul Yardımı Üzerine” (1526) adlı eserinin
ilk metinlerden biri olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda, bu çerçevede, dönemin düşünürleri arasında
şehirlerin gerçekten çalışamayacak durumda olanları darülaceze benzeri yerlerde barındırmaları ve
bakmaları gerektiği konusunda fikir ayrılığına rastlanmadığını ve bu yönde önlemler alındığını ifade
etmektedir (Buğra, 2008, s. 37).
65
Savaşı gibi bir dizi felaketin ardından son bulmasından sonra ortaya çıkan refah
devletiyle birlikte gündeme sosyal dayanışma anlayışı gelmiştir. Böylece sosyal
politikanın konusu artık yoksullukla mücadele değil, herkesi ortak bir 'vatandaşlık
statüsü'nde birleştiren bir önlemler paketi haline gelmiştir (Buğra, 2008, s. 66).
II. Dünya Savaşı’ndan sonra yoksulluk kavramı artık, giderek azgelişmiş
ülkelere doğru kaymış ve azgelişmişlik kavramıyla özdeşleşmiştir. Kalkınma
iktisatçıları da, yoksulluğu, azgelişmiş ülkeler için yapısal bir sorun olarak görmüştür:
Ülkenin 'kısırdöngü kuramı' çerçevesinde yoksulluğunu, azgelişmişliğin hem nedeni
hem de sonucu olarak nitelemişler ve bu ülkelerin yoksul oldukları için yeterli derecede
yatırım ve tasarruf yapamadığını ve böylece yoksul kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu
iktisatçılar, gerekli önemi büyümeye vermiş, hızlı büyümenin önemli etkilerinin zaman
içinde toplumun bütün kesimlerine yayılacağını ve uzun dönemde yoksulluk sorununun
çözüme kavuşacağını savunmuşlardır (Şenses, 2009a, s. 36). Ancak ne yazık ki, bazı
ülkeler, başlarda olumlu büyüme rakamları tutturmuş olsalar da daha sonraları, özellikle
1970’ler sonrası ekonomik bunalımların içerisine sürüklenmiş ve yaşadıkları krizlerle
kalkınma iktisadının çöküşüne yol açmışlardır. 1970’li yılların başlarında Dünya
Bankası, yoksulların beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel gereksinmelerinin
karşılanmasını hedefleyen Temel Đhtiyaçlar Yaklaşımı'yla birlikte yoksulluk konusunu
gündemine almıştır. 1970’li yılların sonrasında ise Dünya Bankası, neoliberal ekonomi
politikaları ağırlıklı bir gündem çerçevesinde giderek IMF ile birlikte hareket etmeye
başlamıştır. 1980’li yılların başından itibaren de yapısal uyum programlarıyla neoliberal
politikaların yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu süreçte yoksulluk
sorununu, ülkelerin bir iç sorunu olarak görmüş ve yaklaşık bir on yıl gündeminden
çıkarmıştır (Şenses, 2009a, s. 50). 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, ekonomik koşulların
etkisiyle birlikte, Dünya Bankası tekrar, yoksullukla mücadeleyi ana gündem maddesine
koymuştur. Bu noktada, 1990 yılında bir bölümü özel olarak yoksullukla mücadeleye
ayrılan bir Dünya Kalkınma Raporu yayınlanmış ve yoksulluğu “gelişme topluluğunun
karşı karşıya olduğu en acil sorun” olarak tanımlamıştır. Ayrıca, yoksulluğun
azaltılmasını ekonomik gelişmeyle özdeşleştirerek “hiçbir amacın bundan daha önemli
olamayacağını” belirtmiştir (Şenses, 2009a, s. 41, Uzun, 2003, s. 159). 1990 yılından bu
yana geçen sürede de Dünya Bankası’nın IMF ile birlikte, yoksulluk konusuna artan bir
duyarlılık gösterdiği görülmektedir16.
16
Ne var ki, Dünya Bankası’nın bu yoğun ilgisinin, özellikle 1980-90 arası uyguladığı politikalar
nedeniyle bazı iktisatçılar tarafından şüpheyle karşılanmakta olduğu görülmektedir. Birçoğu, Dünya
66
3.2.4.1. Yoksulluğun Ölçülmesindeki Sorunlar ve Yoksulluk Tanımları
Yoksulluğun ölçülmesi, önce kimin yoksul olarak tanımlandığı ve farklı
insanların yoksulluk durumlarının toplamının nasıl bir birleşim gösterdiği noktasından
hareketle açıklanmalıdır (Sen, 1979a, s. 285). Öyle ki, yoksulluk ölçülmeden önce, i)
bireysel refahın nasıl değerlendirileceği, ii) -ölçülen- hangi refah düzeyinde kişinin
yoksul olmadığının söylenebileceği ve iii) bireysel refah göstergelerinin bir yoksulluk
göstergesi altında nasıl bir araya getirilebileceği gibi soruların cevaplanması gerekir. Đlk
iki soru, hangi bireylerin yoksul ve ne kadar yoksul olduklarını ifade eden 'tanımlama'
problemini, üçüncüsü ise ne kadar yoksulluğun mevcut olduğunu ifade eden
'birleştirme' problemini belirtir. Literatürdeki son çalışmalar özellikle birleştirme
problemi üzerinedir (Ravallion, 1992, s. 4). Yoksulluğun tanımlanmasına ilişkin
örnekler, minimum ihtiyaçlara dayalı olarak ifade edilebilir. Birleştirme problemine
ilişkin örnekler ise, farklı insanların yoksunluklarının bir araya getirilmesini içeren
metotlarla açıklayıcı göstergelere dönüştürülmesi ihtiyacını duyar (Sen, 1979a, s. 288).
Yoksulluğun nasıl tanımlanacağı ve nasıl ölçüleceği konusunun altında bir çok
sorun yatmaktadır. Bunlardan ilki, yoksunluğun olduğu alan (space) ve bu alanın nasıl
tanımlandığı sorunudur. Öyle ki, bu çerçevede sorulması gereken soru, yoksulluk tanımı
yapılırken sadece ekonomik kıstasların mı, yoksa bunlara ek olarak sosyal, kültürel ve
hatta siyasal kıstasların mı dikkate alınacağı konusudur. Ayrıca bunun da ötesinde
ölçüm yapılırken, yoksulluğun, -parasal ölçümün belirttiği gibi- fayda ve kaynaklara
göre mi, yoksa -kapasite yaklaşımındaki gibi- bireyin hayatını yaşama özgürlüğü olarak
mı ölçülmesi gerektiğidir (Laderchi vd., 2003, s. 3).
Bankası’nın yoksullukla mücadele politikasının, yoksulluk mantığını kavramakta başarısız kaldığını
belirtmekte ve asıl amacının küresel düzeyde kapitalist sömürü ve birikim elde etmek olduğunu
savunmaktadır (Cammack, 2003, s. 2). Öyle ki, Dünya Bankası’nın 1990 yılında yayınladığı Dünya
Kalkınma Raporu’nda belirtilen; “bu rapor, yoksulluk konusunda hızlı ve politik olarak sürdürülebilir bir
süreç sağlama adına iki tane eşit derecede önemli öğeye sahip bir strateji sunmaktadır. Đlk öğe, yoksulun
en bol varlığının -işgücünün- verimli olarak kullanılmasının gelişmesine yardımcı olmak, ikincisi de
yoksula sağlık, aile planlaması, beslenme, ilköğretim gibi temel sosyal hizmetleri sağlamaktır.” (World
Bank, 1990, s. 3) ifadesinden yola çıkarak, Dünya Bankası’nın temel amacının tüm insanların dünya
piyasasına karışmasını öngördüğü ve bununla birlikte de kapitalist rejimin uluslararası karakterinin
gelişim göstereceği savunulmaktadır. Hatta, Dünya Bankası’nın yoksulluk-karşıtı programının neoliberal
devrimden uzaklaşma amacı gütmediğini, aksine neoliberal devrimin tamamlayıcısı olduğu
belirtilmektedir (Cammack, 2003, s. 3-5). Bir süre Dünya Bankası’nda baş ekonomist olarak çalışan J.
Stiglitz de, uluslararası kuruluşların yanlış politikalarının, özellikle de IMF’nin, gelişmekte olan ülkelerde
özelleştirme ve liberalleştirme çabası adına büyük bir hızla sürdürülmüş olduğunu ve birçok gelişmekte
olan ülkeye bu nedenle, büyük maliyetler yüklediğini itiraf etmektedir. Zira, bu ülkelerin ekonomik
sistemlerinin kendilerine özgü koşulları nedeniyle, bu politikalara uyarlanabilir olmadığını belirtmektedir
(Stiglitz, 2006, s. 76, 94).
67
Đkinci bir sorun, evrensellik sorunudur. Öyle ki, bir toplum için uygulanmış
tanımların ve ölçümlerin, diğer toplumlara da dönüştürülebileceği beklentisi, önemli bir
sorunsalı içinde barındırmaktadır. Tanımlar gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere göre
farklılık gösterebilir, ölçümde de tek bir evrensel tanım bulmak çok zordur (Laderchi
vd., 2003, s. 3).
Üçüncü bir sorun, metotların öznel veya nesnel oluşudur. Bu çerçevede işin
içine değer yargıları girdiğinde ölçümün nesnel olması beklenemez (Laderchi vd., 2003,
s. 4). Öyle ki, “Yoksulluğun, güzellik gibi, algılayanın görüşüne bağlı olduğunu”17
belirten öznel bir içerik, daha çok kişisel yargılara ve ahlaki öğelere yer vermektedir ve
yoksulluğun ölçümü konusunda yetersiz kalabilmektedir.
Dördüncü sorun bir yoksulluk sınırı ile, yoksulun yoksul olmayandan nasıl
ayrılabileceği ve böyle bir sınırın çizilmesinin gerekçesinin ne olabileceğidir. Sorun bu
sınırın, hangi ölçülerde göreli olarak tanımlanmakta ve hangi ölçülerde yoksunluğun
mutlak standartlarını yansıtmayı amaçlamakta olduğuyla ilgilidir. Gerçek hayatta sosyal
standartlar hesaba katılmaksızın bir mutlak ihtiyaçlar tanımı belirlemek çok zordur.
Çoğu mutlak göstergeler dahi, göreli unsurlar taşır. Öyle ki, Rowntree, 1930'lardaki
York şehri üzerine ikinci çalışmasında yoksul ile yoksul olmayan ayrımını, bireyin bir
banyo ve bahçeye sahip olup olmamasıyla yapar. A. Sen dahi gereksinimlerin mutlak
olsa da kaynak bazında göreli olarak yorumlanması gerektiğini belirtir. Nasıl ki,
beslenme ihtiyaçlarına göre yoksulluk mutlak olarak tanımlansa da, gelir bazında bazı
ölçülerde görelik bulunması mümkündür. Öyle ki, zengin ülkeler aynı besin değerlerine
sahip olmak için (daha ucuz yiyecekler bulunmaması, alışveriş için yolculuk etme
gerekmesi gibi nedenlerden dolayı) daha fazla paraya ihtiyaç duymaktadır (Laderchi
vd., 2003, s. 4). Gerçekten de yoksulluk sınırlarının belirlenmesi oldukça önemli bir
konudur. Her ne kadar iktisadi refah kavramı, yaşam kalitesi tanımını daraltsa da,
iktisadi açıdan düşünüldüğünde kabul edilebilir düzeyde iktisadi ihtiyaçların
tanımlanması, mutlak ve göreli ölçütlere göre düşünülmektedir.
Kökeni en eskiye uzanan ve en basit şekilde bir tanım yapılmasına olanak veren
yoksulluk tanımı mutlak yoksulluk tanımıdır. Yirminci yüzyılın başında, 1901 yılında
Rowntree (Wagle, 2008, s. 17'de belirtildiği üzere)'nin Londra üzerine çalışmasında ve
Orshansky (1965)'in Amerika Birleşik Devletleri üzerine çalışmasında kendini gösteren
ve yiyecek tüketimi, barınma ve diğer yiyecek-dışı öğelere dayalı olarak belirlenen
17
Orshansky, 1969, s. 37, referans için bkz. (Sen, 1979a, s. 285)
68
mutlak yoksulluk sınırı, yoksul fertleri nüfusun geri kalanından ayırmak için
kullanılmıştır (Wagle, 2008, s. 22). Rowntree'nin 1901 yılındaki ilk çalışması aynı
zamanda, yoksulluk konusunda ilk bilimsel çalışma niteliğindedir. Rowntree, giyim ve
kiraya yönelik ihtiyaçlar ile beslenme konusunda yeterli bir diyeti içeren parasal
gereksinimleri tahmin eden bir yoksulluk sınırı öne sürmüştür. Bu sınırın
aşağısındakileri de birincil yoksul olarak tanımlamıştır. Ayrıca 'açık bir şekilde muhtaç
ve sefil' olarak yaşayan bir başka grubu daha belirlemiş, belirlenen yoksulluk sınırının
üstünde olmalarına rağmen, bu kategoriye düşenleri de ikincil yoksul olarak
tanımlamıştır. Buna göre de çalışmasında, York civarında %30 civarında bir yoksulluk
hesaplamıştır (Laderchi vd., 2003, s. 8).
Mutlak yoksulluk, genel olarak hane halkı ya da fertlerin hayatlarını
sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları asgari gelir ve harcama düzeyini gösterir. Daha
kolay nicelleştirilebildikleri için mutlak yoksulluk ölçümlerinde en yaygın kullanılan
yoksulluk kıstasları parasal gelir ve tüketim harcamalarıdır. Tüketim harcamalarına
ilişkin hesaplamalar, genellikle yeterli miktarda temel gıda maddesinden oluşan bir gıda
sepetinin maliyeti veya bir asgari kalori normunun gerektirdiği tüketim harcamaları
esasına göre yapılmaktadır. Buna göre, yaşamda kalabilmek için gerekli en düşük
maliyetli gıda harcamalarının parasal değeri bir yoksulluk sınırı oluşturmakta ve bu
gelir düzeyine ulaşamayanlar yoksul kabul edilmektedir (Şenses, 2009a, s. 63). Yani
mutlak yoksulluk sınırı tanımlanırken, temel ihtiyaçların maliyetinin parasal değerinin
sınır olarak belirlendiği bir temel ihtiyaçların maliyeti metodu kullanılır. Bu
hesaplamada karşılaşılan sorun, 'temel ihtiyaçları' neyin meydana getirdiğinin
tanımlanmasıdır ve maliyeti oluşturacak fiyat bilgileri eksik olabileceğidir. Dolayısıyla
diğer yandan bir de yiyecek enerji alımı metodu kullanılır. Kalori bazında hesaplanan bir
yiyecek enerji alımı sınırı (genellikle 2100 kalori) belirlendikten sonra kişinin bu enerji
düzeyini elde etmek için gereken tüketim harcaması ve geliri dikkate alınır. Gelişmekte
olan ülkeler için, temel ihtiyaçlara dayalı bir yoksulluk sınırının en önemli unsuru,
tavsiye edilen yiyecek enerji alımını sağlayabilmek için gerekli yiyecek harcamalarıdır
(Ravallion, 1992, s. 26-27).
Mutlak yoksulluk ölçümünün, iktisadi yoksunluğu yaşayan bireylerin ve hane
halklarının ekonomik durumlarını iyileştirmek için önerilen programın maliyetinin tam
olarak hesaplanmasına olanak vermesi ve temel tüketim sepetinin güncellenmesinin
kolay olması gibi avantajları bulunmaktadır. Bunun yanında, temel tüketim sepetinin
belirlenmesinde uzlaşma sağlanamaması ve evrensel ve standart bir sepetin
69
bulunmasının zorluğu gibi dezavantajları da bulunmaktadır (Awad ve Israeli, 1997, s. 56). Öyle ki, ülkelerin ekonomik ve sosyal yapıları, iklim koşulları, göreli fiyat yapıları
ve gelişmişlik düzeyleri, para birimlerinin satın alma gücü ve nakit dış yardımların
düzeyi arasındaki farklılıklar ve bunların da ötesinde, ülkelerin farklı tarihleri,
kültürleri, gelenekleri ve hatta inanç sistemleri mutlak yoksulluk sınırı konusunda ortak
bir yaklaşımın benimsenmesini güçleştirmektedir (Şenses, 2009a, s. 85). Aynı zamanda
böylesi mutlak bir sınırın belirlenmesinin içerisinde açık bir keyfilik barındırdığı da bir
gerçektir (Townsend, 1954, s. 131).
Dolayısıyla
yoksulluğun,
ancak
göreli
yoksunluğa
dayalı
olarak
tanımlanabileceği ortaya atılmıştır. Göreli yoksulluk, bireyin mevcut yaşam düzeyinin,
daha yüksek bir gelire sahip referans grubuyla kıyaslanması sonucu ortaya çıkan bir
yoksunluğu ifade eder (Streeten, 1998, s. 9)18. Buna göre toplam nüfusun içerisindeki
bireyler, aileler ve gruplar, beslenme kaynaklarından, aktivitelere katılımcı olmaktan,
alışılmış yaşam standartlarına sahip olmaktan veya en azından ait oldukları toplum
tarafından kabul görülmekten mahrum iseler, bu durumda göreli yoksulluktan
bahsedilebilir; yani yoksulluk göreli tanımıyla ancak gereksinimlerin karşılanması
yönünden toplumun diğer bireyleri karşısındaki durumuna göre tanımlanır (Townsend,
1979, s. 31). Mutlak görüşün aksine, göreli yoksulluk, yoksulu toplumun geri
kalanından ayırmak için kullanılan yoksulluk eşiğinin, en düşük gelire sahip olanlarla
toplumun geri kalanı arasında kıyaslama yapılabilmesine olanak vermesini önerir.
Toplumun çoğunluğuna ne olduğu, tüketimi, ihtiyaçları ve genel olarak yaşam
standardını içeren bütün sosyal normları ve tercihleri belirler. Birinin ihtiyaçlarının
toplumdaki tüm refah düzeyi tarafından belirlendiği düşüncesi nedeniyle, göreli
yoksulluğa odaklanan çalışmalar, yoksulluk eşiklerinin geliştirilmesinde bölüşüm
sorunlarını merkeze alır. Dolayısıyla göreli yoksulluk -bir insanın görece diğerine göre
18
Aynı eserinde Streeten (1998, s. 9), göreli yoksulluğu tanımlamak için Karl Marx (1933, s. 33)'dan
yararlandığı şu örneği verir: Küçük bir kulübede yaşayan bir adamın oldukça mutlu bir hayat
sürdürdüğünü, ancak bu mutluluğunun hemen karşısına taşınan komşusunun bir saray inşa etmesiyle sona
erdiğini ve dolayısıyla adamın, kendini yoksullaşmış hissettiğini belirtir. Kişisel yargıların farklılığının ve
göreli gelirin etkileşimde bulunulan toplumla ilgili ne derecede önemli olduğuna Adam Smith’in
Ulusların Zenginliği adlı eserinde de rastlanılabilir. Öyle ki Adam Smith 'zorunluluk' kavramına
değinmektedir ve bu konuyu eserinde: “[Z]orunluluğu, sadece hayatın devamı için vazgeçilmez mal ve
hizmetler olarak değil, ülke adetlerinin onsuz en alt tabakadaki insanların bile itibarsız hale geleceği bir
şey olarak anlıyorum. Sözgelimi bir keten gömleğin hayatı sürdürmek için bir zorunluluk olduğu
söylenemez. Grekler ve Romalılar öyle sanıyorum ki, ketensiz de gayet rahat yaşadılar. Ancak
günümüzde, Avrupa’nın büyük bir bölümünde itibarlı bir gündelik işçi üzerinde keten gömlek olmadan
insan içine çıkmaya utanacaktır. Keten gömlekten yoksunluğun, aşırı kötü bir durum dışında hiç kimsenin
düşemeyeceği rezalet derecesinde bir yoksulluğun göstergesi olduğu farz edilecektir.” şeklinde ifade eder
(Sen, 2004, s. 105).
70
daha düşük yaşam standardına sahip olduğu düşüncesi- daha çok, eşitsizlikle ilgilidir
(Wagle, 2008, s. 23). Öyle ki, mutlak yoksulluk kavramına göre bir toplumda hiç kimse
yoksul olmayabilir, oysa yoksulluğu bir eşitsizlik olgusu olarak alan ve gelir
dağılımının en altındaki yüzde 30-40'lık kesimin medyan gelirinin alınması gibi
uygulamalarında19 gelir dağılımıyla doğrudan ilişkilendiren göreli yoksulluk kavramına
göre toplumda her zaman yoksul olan bir kesim olacaktır (Şenses, 2009a, s. 92).
Sonuçta
yoksulluk
tanımlamalarında
azaltılamaz
bir
mutlak
temelin
bulunduğunu iddia eden Sen, açlığın ve beslenme yetersizliğinin olduğu yerde -göreli
yoksulluk nasıl ifade ederse etsin- mutlak bir yoksulluğun olduğunu belirtir (Sen,
1983b, s. 159). Dolayısıyla bir kişinin mutlak yoksulluğunun kapasiteleriyle ilişkili,
göreli yoksulluğunun da mallar, gelir ve kaynaklarla ilişkili olduğu düşüncesinden
hareketle Sen (1983b, s. 153, 167), mutlak veya göreli yoksulluk arasındaki çatışmanın
bu alanda daha kesin bir yolla çözüme kavuşturulabileceğini, bunun da kapasiteye
dayalı bir yoksulluk ölçümüyle gerçekleşebileceğini savunur20.
Yoksulluğun tanım ve ölçümüyle ilgili beşinci önemli sorun, yoksulluğun
tanımlandığı birimdir. Yoksulluğun, birey veya aile düzeyinde mi tanımlanacağı yoksa
ayrıca coğrafik bir mesele mi olduğu önemlidir (Laderchi vd., 2003, s. 5).
Altıncı sorun, yoksulluğun çok boyutluluğudur. Bireysel refah çok boyutlu bir
tanımı içerse de, parasal yaklaşım, parasal ölçümlerin yoksunluğun özünü içerdiğini
varsayarak veya diğer tüm yoksunluklar için bir yakın gösterge (proxy) kullanarak bunu
görmezden gelir (Laderchi vd., 2003, s. 5). Kapasite yaklaşımına dayalı refah
değerlemesinde ise, çoğulcu bir yaklaşım kullanılır ve hem iktisadi hem de iktisadi
olmayan tüm yoksunluklar için ayrı göstergelerle bir ölçüm oluşturmaya çalışılır (Sen,
2000, s. 21-23).
Yedinci sorun, yoksulluğun tanımlandığı zaman boyutudur. Yoksulluğun belirli
bir ay veya yıl için mi yoksa daha uzun bir zaman zarfında mı ölçüleceği önemli bir
sorundur. Zamanla insanlar yoksullaşabilir veya yoksulluktan çıkabilir. Ayrıca zaman
uzadıkça daha az yoksulluk ortaya çıkmaya eğilimlidir (Laderchi vd., 2003, s. 6).
Son sorun ise, yoksulluk tanımının sunduğu nedensel bir açıklamanın ve
yoksulluğun hafifletilmesi yolunda politika önerilerinin ne olduğuna yöneliktir. Bazı
19
Böylesi bir ölçüm, Đnsani Yoksulluk Endeksi'nin gelişmiş ülkeler üzerine uygulamasında da dikkati
çeker. Burada kişi başına geliri medyanın %50 aşağısına düşenler yoksul olarak sınıflandırılır. (UNDP,
2001, s. 14)
20
Yoksulluk tanımları üzerine mutlak veya göreli bir tanımın belirlenmesi bağlamında Amartya Sen
(1985a) ile Peter Townsend (1985)'in arasındaki akademik mücadele dikkate değerdir.
71
yaklaşımlar, yoksulluğun nedensel açıklamasına giderken, bazıları yalnızca yoksulluğu
tanımlayabilmekle uğraşır (Laderchi vd., 2003, s. 6).
Yoksulluğun ölçümünde, halihazırda, çok boyutlu yoksulluğun geleneksel tek
boyutlu gelir yaklaşımından daha zengin bir kavram olduğu genel kabul görmektedir
(Asselin, 2009, s. 4). Ne var ki, yoksulluğun her ne kadar çok boyutlu olduğu ifade
edilse de, literatürde tek boyutlu yoksulluk ölçümleri de önemli yer tutmaktadır ve bu
ölçümler halen de yoksulluk hesaplamalarında kullanılmaya devam etmektedir.
3.2.4.2. Tek Boyutlu (Đktisadi) Yoksulluk Ölçüm Yöntemleri
Yoksulluğun ölçülmesinde, yoksulluk sınırının belirlenmesinden bir sonraki
aşama uygun endeksin seçilmesidir. Yoksulluk ölçümlerinin yorumlanması ve ne kadar
makul olduklarına karar verilmesi için ayrıca yoksullukla ilgili aksiyomların da
bilinmesi gerekir. Osberg ve Xu, (Kabaş, 2010, s. 18’de belirtildiği üzere), yedi tane en
iyi bilinen aksiyomu ifade etmiştir. Bunlar, odak aksiyomu (yoksul ölçümü, yoksul
olmayanlardan bağımsız olmalıdır), zayıf monotonik aksiyom (yoksul bir insanın
gelirinde azalış, diğer gelirler sabitken yoksulluk ölçüsünü artırmalıdır), yansızlık
aksiyomu (bir yoksulluk ölçüsü gelirlerin sıralanmasına duyarsız olmalıdır), zayıf
transfer aksiyomu (iki insan arasından daha yoksul olandan diğerine gelir transferi
yapılıyorsa ve yoksul insanlar kümesi değişmiyorsa yoksulluk ölçüsünde bir artış
olmalıdır), güçlü yukarı transfer aksiyomu (iki insan arasından yoksul olandan diğerine
bir gelir transferi yapılırsa yoksulluk ölçüsünde artış olmalıdır), devamlılık aksiyomu
(yoksulluk
ölçüsü
gelirlerle
sürekli
değişmelidir)
ve
kopyanın
değişmezliği
aksiyomudur (orijinal bir gelir dağılımından kopyalanarak elde edilen bir gelir
dağılımının yoksulluk ölçüsünün değeri değişmez). Gelir perspektifinden yoksulluk
ölçümüne dayanan literatür genelde, bir yoksulluk endeksinin arzu edilen özelliklerinde
ayarlamalarla sağlanan bir aksiyomatik yaklaşımı esas alır (Laderchi vd., 2003, s. 13).
Bu bölüm, bu gibi endekslerin ölçüm yöntemlerine odaklanacaktır.
3.2.4.2.1. Foster-Greer-Thorbecke Kümesi (Kafa Sayım Oranı, Yoksulluk Açığı
Endeksi, Yoksulluk Açığının Karesi Endeksi)
Foster, Greer ve Thorbecke (1984)'nin yoksulluk ölçümü için önemli çalışmaları,
genel bir yoksulluk ölçüm formülü yaratması açısından önemlidir. Endeksin, toplam
yoksulluğu değişik alt gruplara ayrıştırabilme özelliği ve gelir dağılımı sorunlarına
72
duyarlı olması, yoksulluk ölçümüne önemli katkılarındandır (Şenses, 2009a, s. 67).
Yoksullar arasında kaynakların dağılımına yönelik yoksulluk değerlendirmesinin
hassasiyetini analiz etmek için FGT endeksinin alfa değeri, 0 ile 2 arasında değişen
değerlere göre hesaplanır:
1
− = (
)
şeklindeki formül, genel FGT endeksini gösterir.
, alfa (α) değeri yoksulluğun derinliğine göre ağırlıklandırılan bir değerken
endeks değerini gösterir.
n, toplumdaki toplam nüfusu ifade eder.
q, yoksulluk sınırının altındaki nüfusu gösterir.
z, yoksulluk sınırını ifade ederken, de i. bireyin gelirini gösterir.
α = 0 iken, basitçe kafa sayım oranını verir.
α = 1 iken, = olmak üzere, yoksulluk açığı endeksini ifade eder.
Yoksulluk açığının karesini gösteren ölçümüne ise, α = 2 iken ulaşılır.
α değeri, bir yoksulluktan kaçınma değeri olarak görülebilir: Daha yüksek α
değeri en yoksul yoksula daha fazla vurgu yapar. α değeri arttıkça, yalnızca en
yoksul hane halklarının durumunu dikkate alan bir ölçüm halini alır (Foster vd., 1984, s.
763). Diğer bir deyişle, α değerinin artması, endeksin yoksullar arasındaki gelir
dağılımına daha duyarlı hale gelmesine neden olur ve yoksulluğun şiddetini ölçer.
Yoksulluk ölçümünde en yaygın olarak kullanılan endeks, yoksulluk sınırı
altındaki kişilerin toplam nüfusa oranını gösteren kafa sayım oranı (H)’dır. q yoksul
olarak tanımlanan (yoksulluk sınırının altında kalan) nüfusu ve n de toplumdaki toplam
nüfus olarak kabul edilirse, kafa sayım oranı basitçe; H =⁄ şeklinde ifade edilir (Sen,
1979a, s. 294)21. Kullanımının oldukça eskiye dayandığı bu endeks, yoğun olarak da
eleştirilere maruz kalmıştır. Kafa sayım oranı, yoksulluk sınırının altındaki nüfus
sayısına duyarlı olsa da, bu nüfusun gelir yokluğunun boyutlarının ne derecede
olduğunu dikkate almaz. Yani, herhangi birinin yoksulluk sınırının hemen altında mı
veya ciddi bir sefalet veya açlık içerisinde mi olduğunu önemsemez (Sen, 1979a, s.
295). Dolayısıyla, yoksulluk sınırının hemen altındaki bir kişiyle onun çok altındaki bir
kişi arasında ayrım yapmadığından ve yoksul kitle içindeki gelir dağılımına duyarsız
kaldığından yoksulluğun derecesini ölçmekten uzak kalır (Şenses, 2009a, s. 67). Kafa
21
FGT Endeksinin ilk durumunu oluşturan bu endeks şöyle de ifade edilebilir: = ∑(
)
= ⁄ .
73
sayım oranı odak, yansızlık ve kopyanın değişmezliği aksiyomlarını ihlal etmezken,
zayıf monotonik ve zayıf transfer aksiyomlarını ihlal eder (Kabaş, 2010, s. 20).
Yoksulluğun derinliğini ölçebilmek ve yoksulluk oranının yoksulluk sınırına
duyarlılığını azaltabilmek için yoksulların gelirlerinin/tüketimlerinin, yoksulluk
sınırından uzaklığının ortalamasının yoksulluk sınırına oranı olarak yoksulluk açığı
endeksi (PG) belirlenmiştir. PG = şeklinde ifade edilir. I, gelir açığı oranı olarak
adlandırılır ve yoksulların ortalama gelirinin yoksulluk sınırından uzaklığını ölçer. Bu
endeks, yoksulluk sınırına ulaşabilmeleri için oran olarak yoksul olanlara ne kadar gelir
transfer edilmesi gerektiğini gösterir. Dolayısıyla veri bir toplumda yoksulluğun yok
edilmesi için ihtiyaç duyulan toplam gerekli harcamalar için bir gösterge ölçümüdür
(Mabughi ve Selim, 2006, s. 195). Örneğin, %20'lik bir yoksulluk açığı oranı,
yoksullara yoksulluk sınırının %20’si kadar gelir transfer edilirse yoksulluk sınırına
ulaşacaklarını ifade eder (Coudouel vd., 2002, s. 406). Tek başına yeterli bir yoksulluk
ölçümü olmayan bu endeks de bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Öncelikli olarak gelir
açığı oranı, yoksulluk sınırı altındaki yoksul sayısını dikkate almaz; gelirin nasıl
dağıldığı ve ne kadarı arasında dağıldığını önemsemez ve yalnızca toplam gelir
yokluğuna odaklanır (Sen, 1979a, s. 295). Bu endeks de odak, yansızlık ve zayıf
monotonik aksiyomları ihlal etmezken, zayıf transfer aksiyomunu ihlal eder. Yani
yoksulluğun derinliğini ölçerken, yoksulların gelir dağılımına duyarsız kalır (Kabaş,
2010, s. 21).
Dolayısıyla, bu endeks de kafa sayım oranı gibi, yoksullar arasındaki gelir
dağılımını göz ardı eder. Ayrıca yoksulların sayısını dikkate almaz. Bu, yeni arayışlara
yol açmış ve kafa sayım oranı (H), gelir açığı (I) ve yoksullar arasındaki gelir dağılımını
(Gini katsayısı ile) birlikte dikkate alan Sen endeksi gündeme gelmiştir.
Ancak Sen endeksine geçmeden önce, FGT endeksinin üçüncü durumu olan
yoksulluk açığının karesi (yoksulluğun şiddeti) endeksine de değinmek gerekir. Çünkü
=2 durumunu ele alan bu endeks de, yoksullar arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğini
açıklamaya çalışır ve yoksulların ortalama gelirinin yoksulluk sınırından uzaklığının
karesi olarak hesaplanır. Ancak yorumlanması kolay olmadığı için yaygın olarak
kullanılmamaktadır (WBI, 2005, s. 73).
Yoksulluk içinde yaşayan nüfusu tanımlayan bir kriter olarak açlık sınırı, Dünya
Bankası tarafından, günlük 1,25 dolar (mutlak yoksulluk sınırı) olarak belirlenmiştir.
Buna göre, Tablo 7.'de de görüldüğü üzere, dünya nüfusunun %25.19’u bu sınırın
altında yaşamaktadır. Yani, yaklaşık 1 milyar 400 milyon insan günlük 1,25 doların
74
altında yaşamakta, yoksullukla mücadele etmektedir. Tabloda H, kafa sayım oranı
değerlerini göstermektedir: Sahra-altı Afrika'da toplam nüfusun %50,9'u yoksulluk
sınırının altında yaşamaktadır. PG ise yoksulluk açığı endeksini ifade eder. Toplam
nüfus için % 7,5'lik bir değer, dünya toplam nüfusuna % 7,5'lik bir gelir transferi
edildiğinde, tüm insanların yoksulluk sınırına ulaşacakları anlamına gelir. Son olarak
SPG ise, yoksulluk açığının karesi endeksini göstermektedir.
Tablo 7
Dünya Bankası'nın Yoksulluk Sınırına Göre Yoksulluk Hesaplamaları
Yoksulluk
Sınırı
(dolar)
H (%)
PG (%)
Doğu Asya ve Pasifik
38.0
16.78
Avrupa ve Orta Asya
38.0
3.65
Latin Amerika ve Karayipler
38.0
8.22
Orta Doğu ve Kuzey Afrika
38.0
3.60
Güney Asya
38.0
40.34
Sahra-altı Afrika
38.0
50.91
Toplam
38.0
25.19
Kaynak: 2005 Dünya Bankası verilerine göre hazırlanmıştır22.
4.04
1.05
2.75
0.78
10.29
20.74
7.5
SPG (%)
1.40
0.47
1.46
0.30
3.64
11.05
3.22
Yoksul
Sayısı
(m)
Nüfus
(n)
316.21
17.29
45.25
10.99
595.58
388.38
1373.69
1884.42
473.6
550.43
305.23
1476.4
762.88
5452.96
3.2.4.2.2. Sen Endeksi
Kafa sayım oranı (H), gelir açığı oranı (I) ve yoksullar arasındaki gelir dağılımı
(Gini katsayısı olarak/G) olmak üzere bu üç faktörün bir fonksiyonu olan Sen endeksi,
= + (1 − )"#"
şeklinde tanımlanmaktadır (Sen, 1976, s. 223).
Bu noktada endeksin en önemli katkısı, yoksul bir hane halkının geliri
düştüğünde yoksulluk ölçüsünün artması gerektiği ve yoksul bir hane halkından daha
yüksek gelirli yoksul bir hane halkına gelir transfer edildiğinde yoksulluk ölçüsünün
artması gerektiği gibi aksiyomları yerine getirerek kafa sayım oranının temel eksiklerini
gidermesi olmuştur (Şenses, 2009a, s. 66). Ancak yine de Sen endeksi, kopyanın
değişmezliği, devamlılık ve de en önemlisi güçlü yukarı transfer aksiyomunu yerine
getiremez. Dolayısıyla Shorrocks (1995), yoksulluğun yoğunluğunun ölçülebilmesi için
bu aksiyom eksikliklerini gideren yenilenmiş bir Sen endeksi önermiştir.
22
http://iresearch.worldbank.org/PovcalNet/povDuplic.html (Erişim: 16.02.2011)
75
3.2.4.2.3. Sen-Shorrocks-Thon Endeksi
Sen-Shorrocks-Thon Endeksi teorik bir ölçüm olmakla birlikte tüm nüfusun gelir
verilerinin bilindiği ve stokastik olmadığı varsayımına dayanır (Shorrocks, 1995, s.
1228):
(
; ) = % 1 + #()" şeklinde formüle edilir.
Formülde, % ortalama yoksulluk açığı oranı iken, #() de yoksulluk açığı
oranlarının Gini katsayısıdır.
Örnek olarak, Kanada'nın Quebec şehrinde 1996 yılında nüfusun %12,4'ü
yoksulluk altındadır. Yoksulluk açığı endeksi -yalnızca yoksula uygulanan- 0,272
olarak bulunur. Yoksulluk açığı oranlarının Gini katsayısı da 0,924'tür.
O halde Sen-Shorrocks-Thon Endeksi:
0,1240,272 1 + 0,924") eşitliğinden 0,065 bulunur.
SST endeksi, karmaşık olması nedeniyle, önyükleme (bootstrapping) yöntemi
ile suni olarak hesaplanmaktadır (WBI, 2005, s. 76, 79) 23.
3.2.4.2.4. Watts Endeksi
Son olarak, 1968 yılında ortaya atılan Watts Endeksi'nin de incelenmesi gerekir,
çünkü bu endeks, gelir dağılımına karşı hassas ilk yoksulluk ölçümüdür. n toplam
nüfusu oluşturan bireylerin artan gelir sıralamasına göre endekslenmiş halini
göstermekte ve geliri (
), z yoksulluk sınırının altında kalan q kadar bireyin
toplamından elde edilmekte iken endeks, şu şekilde formüle edilmiştir (WBI, 2005, s.
79):
1
, = ln() − ln(
)"
Watts Endeksi, kafa sayım oranı ve yoksulluk açığı oranı gibi endekslerden çok
daha iyi bir ölçüm endeksi olarak görülmektedir. Çünkü bu endeks, “yoksulluk ölçümü
yoksul olmayanlardan bağımsız olmalıdır” (odak), “yoksul bir insanın gelirinde azalış,
diğer gelirler sabitken yoksulluk ölçüsünü artırmalıdır” (monotonik), “iki insan arasında
daha yoksul olandan diğerine gelir transferi yapılıyorsa ve yoksul insanlar kümesi
değişmiyorsa yoksulluk ölçüsünde bir artış olmalıdır” (transfer) “yoksulluk ölçütü
23
Osberg ve Xu (1999), ilk önce Sen-Shorrocks-Thon endeksini kullanarak on Kanada şehrinin yoksulluk
yoğunluğunun analizini yapmış, ardından Osberg ve Xu (2000), Sen-Shorrocks-Thon endeksini
kullanarak yoksulluğun yoğunluğunu ilk kez uluslararası çerçevede kıyaslamışlardır.
76
gelirlerle sürekli değişmelidir” (süreklilik), ayrıştırılabilirlik ve ölçünün değişmezliği
gibi aksiyomları yerine getirmektedir (Muller, 1998, s. 4, Muller, 2001, s. 2).
Bu bölümde iktisadi göstergelerle ölçüme bağlı olarak; yoksulluğun ölçümünde
yoksulluğun gelir eksikliğinden kaynaklandığı görüşü ifade edilmiş olsa da yoksulluğu
düşük gelir düzeyinden çok temel kapasitelerden yoksunluk olarak görmek, çerçeveyi
biraz daha genişletmek anlamına gelecektir. Bu bağlamda ilerleyen bölümlerde iktisadi
olmayan göstergelerin dahil edilmesiyle yoksulluğun çok boyutlu olduğu kabul edilerek
oluşturulan endeksler de incelenecektir.
3.3. Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Ölçüm
Đktisadi göstergelerin insan refahının ölçümündeki dar kapsamlı içeriği, iktisadi
olmayan göstergelere ilişkin çalışmalara olan ilginin artmasına neden olmuştur ve son
yıllarda insan refahının ölçülmesi için iktisadi olmayan bir çok gösterge ortaya atılmıştır
(McGillivray, 2005, s. 350). Đktisadi olmayan göstergelerin, insan refahının ölçümünde
kullanılması kuşkusuz, insan refahının ölçümünün çerçevesini genişletmiştir. Bu
bağlamda; eğitim, sağlık ve beslenme, çevre ve yetkilendirme ve katılım olmak üzere
dört ana başlık altında tanımlanabilecek önemli iktisadi olmayan göstergeler Tablo 8.'de
gösterilmiştir.
Tablo 8
Đnsan Refahının Ölçümünde Kullanılan Đktisadi Olmayan Göstergeler
Eğitim
- Okula kayıt oranları
Sağlık ve beslenme
- Yetersiz beslenme
oranları / kişi başına
yiyecek veya kalori
tüketimi / vücut kitle
endeksi
- Đlk veya orta okulu
- Ölüm ve hastalık
bitirme
oranları / yaşam
beklentisi / kırk yaşına
kadar yaşamama
beklentisi / enfeksiyon
oranları
- Okuryazarlık oranları
- Sağlık hizmetlerinden
yararlanma - doğumda
vasıflı eleman / gebelik
önleyici hapların
yaygınlık oranı /
bağışıklılık oranları
Kaynak: Sumner, 2004, s. 10.
Çevre
- 'Islah edilmiş' su
kaynaklarına erişim
Yetkilendirme ve
katılım
- Genel ve yerel
seçimlere katılım (farklı
düzeylerde karar verici
olma)
- 'Yeterli oranda' sağlık
koşullarına erişim
- Yerel projeler ve bölge
bütçeleri hakkında
belirli bilgiye sahip
olma (bilgiye erişim)
- Hanehalkı altyapısı evin duvarlarında ve
elektrik teçhizatında
kullanılan kalıcı
materyal
- Aktif sivil toplum
örgütlerinin (STK)
sayısı, büyüklüğü ve
gelirleri (sivil toplumun
denetimi için potansiyel
oluşturma)
77
Đnsan refahını iktisadi olmayan göstergelerle ölçümün avantajı, bu göstergelerin
-daha fazla gelir gibi- araçlardan veya girdilerden ziyade daha çok -eğitimli ve sağlıklı
olma gibi- sonuçlara veya çıktılara odaklandığından, orta veya uzun dönem değerlemesi
gerektiğinde daha yararlı olmalarında yatar. Ne var ki, bu göstergeler daha yavaş sonuç
verirler ve iktisadi verilerden daha pahalıya elde edilirler. Genel olarak da iki önemli
kısıtlamaya maruz kalırlar: Birincisi, verilerin bulunabilirliği ve kalitesidir. Đkincisi de
kapasitenin tam ölçümündeki zorluklardır. Örnek olarak, eğitim kapasitesi ölçülürken,
okula kayıt günlük olarak devamlılığı, kaliteli öğretimi ve kaynakları ifade etmedikçe
aldatıcı olabilmektedir. Kısacası, iktisadi olmayan göstergelerle insan refahının ölçümü
uzun dönemli politika önerilerinde yararlı olsa da, önemli kısıtlamalar içermektedir
(Sumner, 2004, s. 12).
Birleşik bir endeks olan Fiziksel Yaşam Kalitesi Endeksi (PQLI) de, yalnızca
iktisadi olmayan göstergeleri içeren bir endekstir. Bunun dışında Bennett (1951)'in
ortaya attığı Birleşik Tüketim Düzeyi Endeksi, Harbison ve Myers (1964)'in ortaya attığı
Đnsan Kaynakları Gelişimi Endeksi, Beckerman ve Bacon (1966)'un ortaya attığı Reel
Tüketim Endeksi de gelir veya iktisadi büyümeyi gösterge olarak içermeyen ve iktisadi
olmayan göstergelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş endekslerdendir (Booysen,
2002, s. 138).
3.4. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan (Sosyal, Kültürel ve Siyasal)
Göstergelere Bağlı Olarak Ölçüm
Hem iktisadi göstergelerin, hem de iktisadi olmayan göstergelerin yetersizliği,
bu iki farklı göstergelerin bir araya toplanıp birleşik bir sosyo-ekonomik ölçüm
yaratılması hedefini ortaya çıkarmıştır. Bu aynı zamanda insanı, salt iktisadi bir araç
olarak görmenin ötesine giden etik bir anlayışla da uyumludur.
Đnsanlık üzerine etik bir çözüm yolu arayışı Kant'ın ahlakı metafizikleştirmeye
çalıştığı Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde de yoğun olarak
görülmektedir. Ona göre, insan sadece çevresinde bulunanları kavrayıp onlar hakkında
teoriler kuran teorik bir akla sahip olan, başka deyişle, bilme ihtiyacı içinde olan bir
varlık değildir. Aynı zamanda, ne yapması gerektiği hakkındaki bilgiyi de kendisinde
taşıyan salt pratik akla sahip olan, kısacası, eylemde bulunma, davranma ihtiyacı içinde
olan da bir varlıktır (Öktem, 2007, s. 11-12). Bu da Kant'ın, aynı eserinde insanı
78
yalnızca bir araç olarak değil, daima bir sonuç (amaç) olarak görmenin ve buna göre
davranmanın gerekliliğini vurgulamasında görülür (Kant, 1998[1785], s. 38).
Sadece iktisadi göstergeleri içeren bir insan refahı ölçümü de, insanı yalnızca bir
araç olarak görmekten kurtulamaz. Bu nedenledir ki, insan refahının ölçülmesi ve
anlaşılması yolunda insanı yalnızca bir araç olarak görmeyen, aksine insanı kendi
refahına ulaşması yolunda analizin merkezine koyan ve eyleyen bireyler olarak bu
sürecin asıl fayda sağlayanları olarak gören bir yaklaşımın kabul edilmesi daha mantıklı
görülmektedir. Ölçümüne temel kapasiteleri alan insani gelişme yaklaşımı da tam olarak
bunu hedeflemektedir. Bu çerçevede de Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (BMGP)
tarafından 1990 yılından bu yana insanı merkezine alan birleşik endeksler
geliştirilmekte ve insan refahı çok boyutlu anlaşılmaya çalışılmaktadır.
3.4.1. Đktisadi Göstergelerle Birlikte Đktisadi Olmayan Göstergelere Bağlı Ölçüm
Yöntemi, Ortaya Çıkışı ve Gelişimi
Gelire dayalı mevcut ölçümlerin yetersizliği ve 1980'lerin insan refahının
ölçümünde iktisadi olmayan boyutları da içeren genel yapısı, çok boyutlu bir anlayışın
ortaya çıkmasında önemlidir. Öyle ki, McGranahan vd. (1972)'nin ortaya attıkları Genel
Gelişme Endeksi bu bağlamda bir ilk olarak görülebilir. Endeks, demografik dinamikler,
eğitim, sağlık ve beslenme, barınma, gelir, işsizlik, yoksulluk ve eşitsizlik gibi boyutlar
olmak üzere 18 göstergeyi içeren bir endekstir. Ardından Ram (1982) tarafından
Birleşik Temel Đhtiyaçlar Göstergeleri adı verilen ve geliri de dahil eden toplam 5
göstergeye dayalı bir ölçüm daha oluşturulmuştur (Booysen, 2002, s. 138). Bu gibi
benzer endeksler 1980'li yıllarda ortaya atılmaya devam edilmekle birlikte Nüfus Kriz
Komitesi'nin (Population Crisis Committee) 1987 yılında hazırladıkları Đnsani Elem
(Suffering) Endeksi, insani krizin hızlı nüfus artışından kaynaklandığı görüşünü
içermesi nedeniyle bu dönemde dikkatleri üzerine çekmiştir. Yaşam beklentisi, günlük
kalori ihtiyacı temini, temiz içme suyu, bebeklere hastalıklara karşı bağışıklık
kazandırılması, orta öğretime kayıt veya yetişkin okuryazarlık, iletişim teknolojileri,
politik özgürlük ve sivil haklar, kent nüfusuna yönelik baskılar, kişi başına düşen milli
gelir ve enflasyon oranını içeren endeks, bu on göstergeyle ölçülmeye çalışılmıştır. Bu
on gösterge ardından her biri için 0 (düşük elem) ile 10 (yüksek elem) arasında
değerlendirilerek toplam birleşik ölçüme ulaşılmıştır. 130 ülke için yapılan hesaplamada
Đsviçre 4 değeriyle en düşük, Mozambik ise 95 değeriyle en yüksek eleme sahip olarak
79
bulunmuştur. Ne var ki endeks, içerdiği göstergeler arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı
nedeniyle bazı önemli eksiklikler göstermektedir (Kelley, 1989, s. 732, 736). Ancak
yine de, dönemin bu gibi çalışmaları yararsız olarak görülmemekte ve Đnsani Gelişme
Endeksi'nin ortaya çıkmasında -kapasite yaklaşımının etkisiyle birlikte- önemli adımlar
olarak değerlendirilmektedir.
Đnsani Gelişme Endeksi'nin ortaya çıkmasının nedeni, ulusal gelişmenin yalnız
başına milli gelirle ölçülmesinin engellenmesi ve daha kapsamlı bir sosyo-ekonomik
göstergenin yaratılması olarak görülebilir. Mahbub ul Haq'ın deyişiyle amaç, "milli gelir
ölçümü gibi insan yaşamının sosyal etkenlerini görmezden gelmeyen bir ölçüm
meydana getirmektir" (UNDP, 1999, s. 23). Çünkü ulusal gelir hesaplamalarının
gelişmesinden beri, insan refahı için ölçüm aracı olarak milli gelirin kullanılması
tatminsizlik yaratmıştır. Dolayısıyla Đnsani Gelişme Endeksi de insanların tercihlerini
genişletmek amacıyla insani gelişmede temel unsurların ölçümü için ortaya çıkmıştır.
Uzun yaşama arzusu, bilgi edinme, iyi bir yaşam standardına sahip olma, iyi bir kazanca
sahip olarak istihdam edilme, temiz hava alma, özgür olma, bir topluluğun üyesi olarak
yaşama, tüm bu tercihleri içerir. Elbette tüm bu unsurlar ölçülemese de amaç, insani
gelişme sürecini yansıtan bir süreç oluşturmaktır (ul Haq, 1995, s. 47).
3.4.2. Đnsani Gelişme Endeksi
Đnsani gelişme yaklaşımının önemi kalkınma sürecinde insanı merkeze
koymasından kaynaklanır. Ancak insani gelişme düşüncesi ölçülemeyen bazı
kapasiteleri de içinde barındırdığından -aslında- herhangi bir ölçümün çok ötesindedir.
Dolayısıyla Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE) gibi endekslere çok fazla yoğunlaşmak -belki
de- büyük hata olur. Bunlar her ne kadar -kabaca- yararlı göstergeler olsalar da insani
gelişme düşüncesini tam olarak açıklayamaz. Çünkü insani gelişme yaklaşımının asıl
erdemi onun kalkınma evrimine getirdiği çoğulcu ihtimamdır, muhtelif istatistiklerin
kavranmasına yardımcı olması için toplu bir ölçüm meydana getirmek değildir (Sen,
2000, s. 22). ĐGE özellikle, insani gelişmenin ölçülmesi için eksik bir ölçüm olarak
görülebilir; endeks, yaşamdaki bir çok unsuru analizine dahil edememekte, yalnızca
insan refahı için gereken üç temel unsuru içermektedir (Ranis vd., 2006, s. 324).
Dolayısıyla da endeksin böylesine karmaşık bir düşünceyi basitleştirmesi ve politik
özgürlükler ve katılımcılık gibi referansları hariç tutması gibi başlangıcındaki bu iki
temel eksikliği, hem insani gelişme endeksini, hem de daha genel çerçevede insani
80
gelişme kavramını sürekli olarak eleştiriye maruz bırakmaktadır (Fukuda-Parr, 2005, s.
117; UNDP, 2002, s. 53).
Felsefesinin temelinde kapasite yaklaşımının yattığı insani gelişme yaklaşımı,
özellikle son yıllarda, insan refahının ölçümünde iktisadi göstergelerin yanında diğer
göstergelerin gerekliliğine yaptığı vurgu nedeniyle yoğun ilgiyle karşılanmıştır. Đktisadi
sürecin ölçümünü değil, insanların yaşadığı toplumda eğitim ve sağlık hizmetlerini
içeren genel yaşam kalitesindeki zenginliğin sistematik sınamasının, insani gelişmenin
ölçümü olarak sunulması, insan refahının ölçülmesine farklı bir bakış açısı
kazandırmıştır (Sen, 2000, s. 18).
Bu yaklaşımdan yararlanarak -kabaca da olsa- türetilen ĐGE, ortaya çıkışını takip
eden yıllarda bazı iktisatçılar tarafından 'gereksiz' (McGillivray, 1991) veya ölçülen
kalkınma unsurlarının daha önceden de yoğun olarak çalışılmış olmasına atfen
'tekerleğin yeniden icadı' (Srinivasan, 1994) olarak değerlendirilmiş, bazıları tarafından
da 'dikkatle ele alınması gerektiği' (Kelley, 1991) belirtilmiştir. Đlerleyen yıllarında
endeks, çoğu iktisatçı tarafından daha geniş bir kalkınma ölçümü olarak sahiplenilmiş
ve geliştirilme uğraşı içerisine girilmiştir.
3.4.2.1. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Tanımı ve Unsurları
Birleşmiş Milletler Gelişme Programı tarafından 1990 yılında yayımlanan
ĐGR'de ortaya atılan ĐGE, insani gelişme için üç temel unsurun birleşimini ifade eder.
Bunlar; doğumda yaşam beklentisi ile ölçülen uzun yaşam, ortalama eğitim yılı ve
beklenen eğitim yılı ile ölçülen bilgi düzeyi (eğitim) ve satın alma gücü paritesine
uyarlanmış kişi başına düşen reel milli gelirle ölçülen yaşam standardıdır. Đnsani
gelişme için ideal olan ölçüm aslında, yalnızca üç unsurun çok ötesine gitmeyi
gerektirse de veri yetersizliği bunu kısıtlamaktadır. Aynı zamanda yeni eklenmesi
istenen veriler mevcut verilerle örtüşebilmektedir. Dolayısıyla daha fazla değişken
eklemek, aslında görüntüyü yanıltıcı hale getirebilir ve asıl trendin değerini düşürebilir
(UNDP, 1994, s. 91; UNDP, 2010, s. 215). Dolayısıyla insani gelişme için daha özgür,
daha çevreci ve daha fazla cinsiyete ağırlık veren bir ölçüm önerilmekte ise de, ĐGE,
esas insan kapasitelerini içerdiğini düşündüğü üç temel unsurunu koruma güdüsünden
vazgeçmemiştir. Ancak ilerleyen yıllarda cinsiyete ağırlık veren başka bir endeks, insan
81
özgürlüğüne ve politik özgürlüğe ağırlık veren bir başka endeks daha oluşturulmuş,
daha çevreci bir endeks oluşturma çabası ise yetersiz kalmıştır (Kaul, 2005, s. 89)24.
ĐGE'nin unsurlarından en tartışmalı olanı kuşkusuz gelir değişkenidir. Unsur,
hem ölçüm yöntemi, hem endeksteki ağırlık değeri, hem de diğer bir çok nedenden
dolayı eleştiriye uğramış ve Đnsani Gelişme Raporları'nda bu unsurda zaman içerisinde
bir çok defa yenilemeye gidilmiştir. Ayrıca bazı iktisatçılar tarafından endeksin, eğer
felsefesinin temelinde yatan düşüncesini yansıtmak istiyorsa, gelirin başka amaçlara
(sonuçlara) bir araç olmasından hareketle, ölçüm içerisinde bulunmaması gerektiği de
öne sürülmüştür (McGillivray ve White, 1993, s. 190).
Ayrıca gelir ile insani gelişme arasındaki ilişki de yoğun olarak tartışılmıştır.
Kişi başına düşen gelirin bireysel refah ölçümü için yeterli olduğunu, ĐGE değerlerinin
de bu göstergeyle benzer sonuçlar verdiğini ifade eden yaklaşımlar, bu nedenle
endeksin gereksizliğine vurgu yapmışlardır (Cahill, 2005, s. 5). Gelir artışı ve insani
gelişme arasındaki ilişkiye yönelik son 40 yılın kanıtlarını gösteren Şekil 2., ĐGE ile
gelir artışı arasında olumlu bir ilişki olduğunu kabul eder. Ancak gelirin, endeksin bir
unsuru olmasından hareketle, böyle bir sonuca ulaşılmasının olağan olduğunu belirtir.
Bu nedenle endeksin gelir-dışı unsurları da analize dahil edildiğinde, gelir-dışı
unsurlarla gelir artışı arasındaki korelasyonun daha zayıf ve istatistiksel olarak anlamsız
olduğunu ifade eder (UNDP, 2010, s. 46). Dolayısıyla da ĐGE'nin daha geniş bir içeriği
olduğu belirtilir.
Şekil 2. ĐGE'nin Unsurları ve Đktisadi Büyüme Arasındaki Bağ, 1970-2010
Kaynak: UNDP, 2010, s. 47.
24
Neumayer (2001), daha çevreci bir endeks oluşturulması ve insani gelişme endeksiyle sürdürülebilirlik
arasında bir ilişkinin kurulabilmesi yönünde bir çabayı içeren bir öneri geliştirmiştir ve insani gelişmeyi
sağlayan unsurlardan birinin doğa olduğuna dikkat çekmiştir (Neumayer, 2001, s. 111).
82
3.4.2.1.1. Đyi Yaşam Standardı (Satın Alma Gücü Paritesine (PPP) Göre Kişi
Başına Düşen Milli Gelir)
Toplumun yoksulluğu, yetersiz refahın göstergesidir ve hem parasal hem de
parasal olmayan göstergelere bağlıdır. Daha yüksek bir gelir veya tüketim bütçesi ile bir
kişinin mevcut parasal ve parasal-olmayan koşullarını iyileştirebileceği gerçektir.
Ancak, bazı parasal-olmayan özellikler için, bazı kamu mallarında olduğu gibi
piyasanın var olmadığı durumlar da mevcuttur. Aynı zamanda piyasalar, miktar
sınırlandırmaları gibi oldukça aksak koşullara sahip olabilir. Bu yüzden gelirin refahın
tek ölçütü olarak kullanılması yetersizdir ve barınma, okuryazarlık, hayat beklentisi ve
kamu mallarının sağlanması gibi diğer farklı değişkenlerle desteklenmesi gerekir
(Bourguignon ve Chakravarty, 2003, s. 26). Dolayısıyla ĐGE'de gelir değişkeninin
kullanılması şarttır.
Gelir değişkeni, ĐGE'de en fazla evrim geçiren ve ölçülmesinde en fazla sorunla
karşılaşılan değişkendir. 1990 yılı ĐGR'de ilk ortaya konan gelir hesaplaması, eşik
sınırının üzerindeki gelire sahip ülkeleri dikkate almamaktadır ve onların gelir
yoksunluğunu endekste yoksulluk (eşik) sınırındaki değere göre hesaplamaktadır. Öyle
ki, W(Y) refah veya gelirden türetilmiş fayda ve y* yoksulluk sınırı gelir düzeyi iken;
W(Y) = log y,
0 < y ≤ y* için,
W(Y) = log y*,
y > y* için,
şeklinde bir hesaplama uygulanmaktadır (UNDP, 1990, s. 109). Ancak bu, her ne kadar
gelirin insani gelişmeye azalan marjinal katkısı düşünüldüğü için uygulansa da
yoksulluk sınırının üzerindeki ülkelerin cezalandırılması anlamına geldiğinden, 1991
yılında yoksulluk sınırının üzerindeki gelire kademeli olarak azalan ağırlık verilmiştir:
W(Y) = y,
y ≤ y* için,
1
W(Y) = y + 2(y − y ∗)2 ,
y > y* için,
şeklinde bir hesaplamaya dönüşmüştür. Yoksulluk sınırının üstündeki geliri gösteren
fraksiyonel ağırlık da Atkinson formülünden türetilmiştir (UNDP, 1991, s. 89):
W(y) = ∈ ∈
Ne var ki gelir hesaplamasındaki bu yöntem de 1999 yılı raporuna kadar
kullanılmış ve 1999 yılı ĐGR'de yeniden logaritmik hesaplamaya, ancak bu sefer daha
farklı bir yöntemle, dönülmüştür (UNDP, 1999, s. 159):
W(Y) =
345 345 6
345 678345 6
83
Đlerleyen bölümde ĐGE hesaplanırken, yöntemler ve değişimi gerektiren nedenler
daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır. O yüzden son olarak endeksin içerisinde yer alan
bir unsur olarak gelire yöneltilen eleştirilere bakmak gerekir:
Gelir ölçümüne ilk eleştiriler, 1990 yılı raporunda gelir için bir eşik sınırı alması
ve üstündeki gelire sıfır ağırlık vermesine yönelik olmuştur. 1991 yılı raporunda
değiştirilen ve yeni yöntemiyle eşik sınırının üzerinde kademeli olarak azalan marjinal
getiri sağlaması düşüncesi de, yüksek gelirli ülkeler için getirinin yine de çok düşük
oranlarda olması ve yeni ölçümün sonuçta belirgin bir fark oluşturamaması nedeniyle
eleştiriye uğramış ve logaritmik ölçümün daha uygun olacağı öne sürülmüştür
(McGillivray ve White, 1993, s. 187). Gelir ölçümü de buradan hareketle 1999 yılından
sonra belirli bir üst sınır belirlenmesi yoluyla ve logaritmik bir ölçümle yapılmıştır.
Ayrıca ilk yıllarında her gösterge için her yıl değişen maksimum-minimum sınırlar da
eleştiriye uğramıştır. Bunun yıldan yıla kıyaslanabilirliği engellediği öne sürülmüştür ve
her gösterge için üst-alt sınırlar belirlenmesi önerilmiştir (McGillivray ve White, 1993,
s. 190). Öyle ki bu da, 1994 yılı raporunda gerçekleştirilmiştir.
Gelir ölçümü, bir satın alma gücü paritesi endeksi kullanılarak yapılandırılır. Bu
sayede ülkeler arasında tüketicinin satın alma gücünün daha iyi yansıtılması beklenir.
Sonrasında ise, daha yüksek düzey gelirde harcama gücünde artışlara daha az ağırlık
vermek adına değerlerin logaritmaları alınır (Kelley, 1991, s. 317).
Gelirin eleştirisini yapmak, elbette onu analizlerden dışlamak anlamına gelmez.
Gelir, insan refahının anlaşılmasında dışsal bir faktör değildir. Onun yalnızca bir
boyutudur. O halde, insanların gerçek yaşam düzeyleri hakkında fikir elde edebilmek
için gelirin ve diğer faktörlerin bir arada dikkate alınması gerekir. Ancak bu şekilde,
farklı bölgelerdeki insanların refah düzeyleri karşılaştırılabilir ve anlamlandırılabilir
(Miller ve Wadsworth, 1967, s. 1197).
Ayrıca insan refahına erişememenin veya yoksulluğun sadece gelir eksikliğinden
kaynaklandığı görüşü, aslında saçma bir görüş değildir, çünkü gelir neyi yapıp neyi
yapamayacağımız konusunda muazzam bir etkiye sahiptir. Gelir yetersizliği, her zaman
yoksullukla birlikte anılan, açlık ve kıtlıkları da kapsayan yoksunlukların çoğu kez
başlıca nedenidir. Ne var ki sadece gelir çözümlemesiyle yetinmemek gerekir. Đyi
yaşamak için gerekli olan araçları odağa yerleştiren ve insanların ulaşabilecekleri gerçek
yaşam üzerinde yoğunlaştıran bir alternatif gerekir (Sen, 2004, s. 101-103). Bu noktada
insani gelişme yaklaşımı kendini gösterir. Đnsani gelişme yaklaşımının sınırlı bir
göstergesi olarak da gelir, endeksi daha geniş kapsamlı hale getirir. Đnsani gelişmenin
84
diğer iki göstergesinin açıklamada yetersiz kalacağı ekonomik performansın
anlaşılabilmesini sağlar (Anand ve Sen, 2000, s. 102).
3.4.2.1.2. Bilgi Düzeyi (Okuryazarlık Oranı ve Okullaşma)
Değişim ve yenilik fikirlerle meydana gelir. Yeni bir fikir de ancak eğitilmiş bir
aklın ürünü olabilir. Đnsani gelişme sürecinde eğitimin toplumsal bir etkisi vardır. Bir
yandan sosyal, siyasal veya kültürel süreçlere katılımcı olmayı kolaylaştırırken, diğer
yandan her türlü eşitsizlikle mücadeleye katkıda bulunur.
Tarihsel sürece bakıldığında ise, eğitimin öncelikle iktisat literatüründe beşeri
sermaye üzerine odaklanan çalışmalarda ele alındığı görülür ve burada -kişilerin beceri
ve bilgi düzeylerinin geliştirilmesi yoluyla- eğitim, iktisadi verimlilik için bir araç
olarak ifade edilir. Dolayısıyla insanlar da üretim olanaklarını çoğaltan ajanlar olarak
düşünülür. Ancak insani gelişme perspektifinden bakıldığında, insani gelişmenin, insan
kapasitesinin genişletilmesiyle insanların değer verdikleri bir hayatı yaşayabilme ve
sahip olunan bağımsız tercihlerinin genişletilmesi yeteneğine odaklandığı görülür.
Dolayısıyla bu kapasitelerden biri olan eğitim de daha geniş bir çerçevede analiz edilme
ihtiyacı duyar (Sen, 2005a, s. 35).
Đnsani Gelişme Raporları'nda eğitim ölçüsü olarak kullanılan göstergelerden biri
yetişkin okuryazarlık oranıdır. Bu gösterge, ilk ĐGE'den 2010 yılı endeksine kadar
eğitimin bir ölçüsü olarak kullanılmıştır. Ancak, 1990 yılı endeksinde tek başına
kullanılan bu gösterge, 1991 yılı endeksinde ortalama eğitim (okul) yılı göstergesi ile
desteklenmiştir. Ardından, verilerin elde edilmesinde sorunları olması nedeniyle 1995
yılı endeksinde hesaplamadan çıkarılmış, yerine ilk, orta ve yüksek okula kayıt
oranlarının birleşimi kullanılmaya başlamıştır. Buna göre de, bir ülkenin toplam eğitim
ölçüsü, 2:3 oranında yetişkin okur yazarlık göstergesiyle, 1:3 oranında da ilk, orta ve
yüksek okula kayıt oranlarının birleşimi göstergesiyle ölçülmeye çalışılmıştır (UNDP,
2007, s. 356). Ne var ki, 2010 yılı ĐGE'de eğitim göstergeleri ve hesaplanması tamamen
değiştirilmiş ve ortalama eğitim (okul) yılı yeniden bir gösterge olarak eklenirken,
beklenen eğitim (okul) yılı ikinci gösterge olarak kullanılmaya başlamış ve her iki
gösterge de eşit ağırlıklı olarak hesaplanmıştır (UNDP, 2010, s. 216). Her iki
göstergenin toplamı da genel endeksin üçte biri kadar ağırlıklandırılmıştır.
85
3.4.2.1.3. Uzun ve Sağlıklı Bir Yaşam (Doğumda Yaşam Beklentisi)
Rene Descartes, "kuşkusuz, öncelikli yapılması gereken şey, sağlığın
korunmasıdır ve bu, hayattaki diğer tüm şeylerin de temelini oluşturur"25 sözüyle
yaşamda sağlığın önemine değinmiştir. Sağlığın bu derece önemli olması hem onun
insan refahının kurucu niteliğini taşımasında yatar, hem de bireyi bir eyleyen olarak
işlevini yerine getirmesini mümkün kılar. Bu işlevler de kişinin değer verdiği hedef ve
planları elde etmeye çalışmayı içerir. Sen (1999b)'in deyişiyle de sağlık, insanın değer
verdiği bir yaşamı yaşayabilmek için işler hale getirebildiği temel kapasitelere katkıda
bulunur (Anand, 2004, s. 17).
Uzun ve sağlıklı bir yaşamın ölçülmesinin göstergesi olarak ise en sık doğumda
yaşam beklentisi kullanılır. Doğumda yaşam beklentisi, tek bir bireyin özelliğini
göstermez, bütün bir grup için (ülke, bölge, etnik grup) ortalama bir değerdir (UNDP,
1993, s. 105). Yeni doğmuş bir bebeğin, doğduğu zamandaki yaşa-özgü ölüm
oranlarının
mevcut
örüntüsünün
bebeğin
yaşamı
boyunca
aynı
kalacağı
düşünüldüğünde, yaşamayı beklediği yıl sayısına eşittir (UNDP, 2010, s. 224). ĐGE'nin
1990 yılında ortaya çıkışından bugüne dek de doğumda yaşam beklentisi hiç
değişmeden uzun ömürlülük ölçüsü olarak kullanılmış ve halen de kullanılmaya devam
edilmektedir ve genel endeksin üçte biri kadar ağırlıklandırılmaktadır.
Ulusal düzeyde bakıldığında genel olarak daha zengin ülkelerdeki (gelir düzeyi
daha yüksek) insanların daha sağlıklı -ve aynı zamanda eğitimli- oldukları kabul
görmektedir. Ne var ki son yıllardaki değişimlere bakıldığında gelir büyümesindeki
değişim ile sağlık ve eğitimdeki değişim arasında böylesine tam bir ilişkiyi ifade etmek
güçtür26. Ancak tarihsel analiz çerçevesinden bakıldığında, farklı tüm gelir düzeyindeki
insanların sağlık -ve eğitim- düzeylerini zaman boyunca artırdığı görülmekte, özellikle
de yoksul ülkelerin son kırk yıllık dönemde zengin ülkelere nispeten bu göstergelerde
daha hızlı ilerleme (artış) kaydettiği ifade edilmektedir (UNDP, 2010, s. 48).
3.4.2.2. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Hesaplanması
ĐGE'nin hesaplanması, ortaya atılmasından bu yana, en son 2010 yılı ĐGR'de de
olmak üzere, bir çok defa değişikliğe uğramıştır.
25
Descartes'in 1637 yılında yayımlanan Discours De La Methode adlı eserinden alıntılanmıştır. Referans
için bkz. Anand (2004, s. 17).
26
2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda özellikle son 40 yıl için her iki değişkendeki (gelir ve doğumda
yaşam beklentisi) değişimlere bakıldığında, pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (bkz. şekil 2).
86
1990 yılında yayımlanan ilk raporda, ĐGE'nin hesaplanması için ilk adım, bir
ülkenin üç temel değişkenin her birinde yaşadığı yoksulluğun ölçüsünün tanımlanması
olmuştur. Bu çerçevede endeks, yaşam beklentisi ( ), yetişkin okuryazarlık ( ) ve
satın alma gücü paritesi cinsinden kişi başına düşen reel gelirin27 (; ) logaritması
alınarak hesaplanmıştır. Karşılaştırmaya dahil olan ülkelerin gözlemlenen değerlerinden
yola çıkılarak bu göstergeler için maksimum ve minimum değerler belirlenmiştir. Buna
göre, maksimum yaşam beklentisi 78,4 yıl iken, minimum yaşam beklentisi 41,8 yıldır.
Maksimum yetişkin okuryazarlık oranı 100,0 iken, minimum yetişkin okuryazarlık
oranı 12,3'tür. Son olarak da maksimum kişi başına düşen reel gelirin logaritmik değeri
3,68 iken, minimum değeri ise 2,34 olarak belirlenmiştir. Ardından, maksimum değerler
ile minimum değerler arasındaki farkı belirten bir yoksunluk ölçümü tanımlanmıştır ve
bu ölçüme göre ülkeler sıfırla bir arasında değişen değerleri içeren bir sıralamaya tabi
tutulmuştur. Buna göre j. ülke ve i. değişken için yoksunluk göstergesi (< ) şöyle
tanımlanmıştır:
(< ) =
(=>? A@ A@ )
@
(=>? A@ =BC@ A@ )
@
Đkinci adım, ortalama yoksunluk göstergesinin belirlenmesidir. Bu da üç
göstergenin ortalamasının alınmasıyla olur:
;
< = <
:
Üçüncü ve son adım ise, insani gelişme endeksini ölçmektir. Bu da 1'den
ortalama yoksunluk göstergesinin çıkarılmasıyla elde edilir:
(İ#F)< = (1 − < )
1990 yılı ĐGR'nin teknik notlar kısmında hesaplama açıklanmıştır ve Kenya
örneği hesaplanmıştır (UNDP, 1990, s. 109)28.
1991 yılı ĐGR'de, endekste bir takım 'iyileştirmeler' yapılmıştır. Bu rapordaki
endekste, uzun yaşam ölçüsü olarak yaşam beklentisi aynen kullanılmaya devam
edilmiştir. Bilgi ölçüsü (B) değişime uğramıştır ve ortalama eğitim (okul) yılı ölçüme
27
Đnsani gelişme ölçümünde kullanılan gelir, satın alma gücü paritesi cinsinden reel olarak ifade
edilmektedir, tez içerisinde de kişi başına düşen reel gelir olarak da kullanılmıştır.
28
Buna göre, Kenya'nın yaşam beklentisi 59,4 yıl, yetişkin okuryazar oranı 60,0 ve reel milli gelirinin
(GH,IJH,I)
= 0,519, yetişkin okuryazar
logaritması 2,90 iken; Kenya'nın yaşam beklentisi yoksunluğu =
yoksunluğu =
(K)
(,;)
(GH,II,H)
= 0,456, Kenya'nın kişi başına reel milli gelir logaritması =
(;,KH,L)
(;,KH,;I)
= 0,582
olarak hesaplanmıştır. Ardından Kenya'nın ortalama yoksunluğu = (0,519 + 0,456 + 0,582) / 3 = 0,519
bulunmuştur. Son olarak da Kenya'nın insani gelişme endeksi = 1 - 0,519 = 0,481 olarak ifade edilmiştir.
87
eklenmiştir. Buna göre, B = M x okuryazarlık + M x ortalama eğitim yılı olarak
hesaplanmaya başlamıştır ve okuryazarlık göstergesine 2:3 oranında ağırlık verilirken,
ortalama eğitim yılı göstergesine 1:3 oranında ağırlık verilmiştir. Son olarak gelir
değişkeninde ise önemli bir değişiklik yapılmış ve Atkinson formülü kullanılmaya
başlanmıştır. Đlk insani gelişme endeksi, gelirin insani gelişme için azalan getiri
sağladığı önermesine dayanmıştır. Dolayısıyla da gelirin logaritması alınmış ve
yoksulluk sınırının üstündeki gelire sıfır ağırlık verilmiştir. Ancak 1991 yılı raporunda
yoksulluk sınırının ötesindeki gelirin, endekse hiçbir katkı yapmadığı düşüncesi yerine,
bu sınırın üzerindeki gelire kademeli olarak azalan ağırlık verilmeye başlanmıştır
(UNDP, 1991, s. 2). Dolayısıyla da azalan getiri için daha sistematik bir yol olarak
kesin bir formülasyon kullanmaya başlanmıştır. Đyi bilinen ve sık kullanılan formül ise
gelirin faydasını ölçmek için kullanılan Atkinson formülü olmuştur:
W(y) = ∈ ∈
W(y) gelirden türetilen refahı (fayda) ifade ederken, ∈ azalan getirinin değerini
göstermektedir. ∈ = 0 ise azalan getiri yoktur, ∈ = 1 ise W(y) = log y olur. Bu ĐGE'de
kabul edilen uyarlama, ∈'nin değerinin gelir arttıkça yavaş yavaş artmasına izin
vermektedir. Bu amaçla, gelirin tüm sınırları, yoksulluk sınırının katlarına bölünür.
Böylece çoğu ülke 0 ile y* arasında, bazıları y* ile 2y* arasında, az bir kısmı da 2y* ile
3y* arasında yer alır: y ≤ y* için, -yoksul ülkeler- ∈ = 0 ve azalan getiri yok, y* ≤ y ≤
2y* için, ∈ = 1:2, 2y* ≤ y ≤ 3y* için, ∈ = 2:3'tür. Yani, αy* ≤ y ≤ (α+1)y*, ∈ =
:( + 1) olduğuna
göre:
W(y) = y
0 < y < y* için,
W(y) = ∗ + 2(
− ∗)
W(y) = 2(
∗)
:
:
+ 3(
− 2
∗)
y* < y < 2y* için,
:
;
2y* < y < 3y* için,
olarak belirlenir. Böylece yoksulluk sınırının üstündeki gelir, insani gelişmeye katkıda
bulunur, ancak değeri arttıkça daha fazla azalan getiri sağlamaya başlar (Anand ve Sen,
2000, s. 89).
1991 yılı ĐGR'de maksimum ve minimum sınırlar da değiştirilmiştir. Buna göre,
maksimum yaşam beklentisi 78,6 yıl, minimum yaşam beklentisi 42 yıldır. Maksimum
eğitim edinme oranı (iki eğitim göstergesinin ortalaması) 70,1 iken, minimum eğitim
88
edinme oranı 9,1'dir. Son olarak uyarlanmış kişi başına düşen reel gelir maksimum
5.070 dolar iken, minimum 350 dolar olarak belirtilmiştir (UNDP, 1991, s. 91)29.
Böylece 1991 yılı ĐGR'de gelirin logaritmik dönüşümü terk edilerek, 1992 yılı ve
daha sonraki raporlarda da gelir, azalan marjinal getiriye izin veren bu hesaplamayla
ifade edilmeye başlanmıştır (UNDP, 1993, s. 107). 1992 yılı ĐGR'de hesaplamada büyük
değişiklikler olmamakla birlikte, maksimum ve minimum sınırlarda ufak değişikliklere
gidilmiştir. Buna göre, maksimum yaşam beklentisi 78,6 yıl, minimum yaşam beklentisi
42 yılda kalırken; maksimum eğitim edinme oranı 3,0 ve minimum eğitim edinme oranı
0,0 olarak belirlenmiştir. Son olarak da uyarlanmış kişi başına düşen reel gelir,
maksimum 5.079 dolar, minimum 380 dolar olarak ifade edilmiştir (UNDP, 1992, s.
91). Öyle ki, 1993 yılı ĐGR'de de diğer değişkenler sabit kalırken, uyarlanmış kişi
başına düşen gelir maksimum 5.075 dolar, minimum 367 dolar olarak belirlenmiştir
(UNDP, 1993, s. 100).
Anand ve Sen'in çabaları ile 1993 yılı ĐGR'de endeksin geliştirilmesine yönelik
ilk adımlar atılmış ve ayrıca göstergeler için sabit maksimum ve minimum sınırlar
belirlenmesi önerilmiştir (UNDP, 1993, s. 112). Böylece 1994 yılındaki ĐGE, önceki
yıllara göre farklı bir temelde hesaplanmıştır (Anand ve Sen, 1994, s. 8). Buna göre
endeks, j. ülkeye göre i. her boyut için şu şekilde bulunmuştur:
< = (N< − min NQ )
Q
(max NQ − min NQ )
Q
Q
Ardından, toplam değer de üç boyutun ortalaması alınarak hesaplanmıştır:
1
< = <
3
Diğer yandan her sene -özellikle gelir için- değişiklik gösteren maksimum ve
minimum sınırlar, ölçüm için büyük sorunlar yarattığından 1994 yılı raporunda insani
gelişmenin üç boyutunda yer alan dört değişken için de maksimum ve minimum
değerler sabitlenmiştir. Buna göre, doğumda yaşam beklentisi maksimum 85, minimum
29
Bahamalar örneğini ele alan rapor, bu ülkenin insani gelişme endeksini de şu şekilde hesaplar:
Bahamalar'ın kişi başına düşen reel milli geliri 10.590 dolar ve yoksulluk sınırı 4.829 dolar ise; W(y) =
2(
∗) : + 3(
− 2
∗) :; eşitliğinden W(y) = 4.997 dolar sonucuna ulaşılır: W(y) = 4.829 +
:
2(4.829) + 3(10.590 − 9.658) :; = 4.829 + 139 + 29 = 4.997'dir. Görüldüğü gibi, gelir arttıkça,
artan azalan getiri sağlamaktadır. O halde Bahamalar'ın yaşam beklentisi 71,5 yıl, eğitim edinme oranı
68,1 ve uyarlanmış kişi başına düşen reel milli geliri 4.997 dolar iken: Bahamalar'ın yaşam beklentisi
(GH,KG,J)
(G,KH,)
= 0,193, Bahamalar'ın eğitim edinme yoksunluğu =
= 0,032,
yoksunluğu =
(GH,KI)
Bahamalar'ın kişi başına düşen reel milli gelir yoksunluğu =
(J.GI.LLG)
(J.G;J)
(GH,IL,)
= 0,015 olarak hesaplanmıştır.
Ardından, Bahamalar'ın ortalama yoksunluğu = (0,193 + 0,032 + 0,015) / 3 = 0,080 bulunmuştur ve buna
göre Bahamalar'ın ĐGE'si 0,920 olarak hesaplanmıştır (UNDP, 1991, s. 91).
89
25 yıldır. Yetişkin okuryazarlık oranı maksimum 100, minimum 0'dır. Ortalama eğitim
yılı maksimum 15, minimum 0 yıldır. Kişi başına düşen reel gelir ise, uyarlanmamış
olarak satın alma gücü paritesine göre maksimum 40.000, minimum 200 dolar olarak
belirlenmiştir30. Gelir için eşik değer de 5.120 dolar olarak alınmıştır (UNDP, 1994, s.
108)31.
1995 yılı ĐGR'de, endekste iki değişikliğe daha gidilmiştir. Đlki, ortalama eğitim
yılı göstergesi, hesaplanması karmaşık ve veri gereksinimi yüksek olması nedeniyle ilk,
orta ve yüksek okula kayıt oranlarının birleşim değeriyle değiştirilmiştir. Ortalama
eğitim yılı, Birleşmiş Milletler Ajansları veya uluslararası kuruluşlarca temin
edilmediğinden, yapılan tahminler her zaman kabul edilebilir olmamıştır. Dolayısıyla,
birleşik okula kayıt oranı bu sorunu çözmüştür. Đkinci değişiklik, gelirin minimum
değerinde gerçekleşmiş ve -çok az bir etki sağlasa da- minimum değer 100 dolara
indirilmiştir. Bunun nedeni de 1995 yılı raporunda ortaya atılan Cinsiyete Dayalı
Gelişme Endeksi'nde (CGE) minimum kadın gelirinin gözlemlenen değerinin 100 dolar
olarak bulunmasına bağlanmış ve böylece, iki endeks arasında kıyaslanabilirliği
sağlamak hedeflenmiştir (UNDP, 1995, s. 134).
ĐGE, 1994 yılı raporunda gerçekleşen büyük değişiklik ve 1995 yılı raporundaki
iyileştirme sonrasında, 1999 yılı raporuna kadar herhangi bir değişikliğe uğramamıştır.
1999 yılı ĐGR'de ise, uzun ömürlülük ve eğitim göstergeleri ve maksimum-minimum
sınırlar aynı kalırken, yine Anand ve Sen'in çalışmalarının etkisiyle 1999 yılı gelir
hesaplaması önemli bir değişikliğe uğramıştır. Önceki yıllarda dünya ortalama gelirinin
eşik sınırının üstündeki gelir, marjinal azalan getiriye bağlı olarak azalmıştır. Bu
formüldeki esas sorun, eşik düzeyinin üzerindeki gelirdeki azalmanın oldukça şiddetli
olduğu ve eşik düzeyini aşan ülkenin bir nevi cezalandırıldığına ilişkin olmuştur. Bu
nedenle 1999 yılı raporunda, bu sorunun düzeltilmesi adına gelir, şu formülle
ilişkilendirilmiştir (UNDP, 1999, s. 159):
345 345 6
W(y) = 345 678345 6
30
Maksimum uyarlanmış gelir, 1990 yılı ulusal dolar fiyatları cinsinden 5.385 dolar olarak hesaplanmıştır
52,9 yıllık yaşam beklentisine, 62,5'lik yetişkin okuryazarlık oranına, 2,6'lık ortalama eğitim süresine
ve 3.498 dolarlık kişi başına düşen reel milli gelire sahip Gabon örneğini kullanan 1994 Đnsani Gelişme
(J,LJ)
G,L
Raporu; Gabon'un yaşam beklentisini =
=
= 0,465, Gabon'un yetişkin okuryazarlık oranını =
31
(K,J)
()
=
K,J
(HJJ)
K
= 0,625, Gabon'un ortalama eğitim yılı =
(,K)
(J)
=
,K
J
= 0,173. Dolayısıyla Gabon'un eğitim
göstergesi = 2(0,625)+0,173=1,423/3=0,473. Son olarak da Gabon'un gelir göstergesi =
(;.ILH)
(J.;HJ)
=
;.LH
J.HJ
= 0,636 ise; Gabon'un Đnsani Gelişme Endeksi = 0,465+0,473+0,636=1,574/3 = 0,525 olarak bulunur.
90
Bu formülün birçok avantajı bulunmaktadır. En önemlisi, daha önceki formülün
yaptığı kadar eşik sınırının üstündeki geliri şiddetli düzeyde azaltmamaktadır.
Dolayısıyla yalnızca belirli bir düzeyin üstündeki geliri değil, tüm geliri dikkate
almaktadır (UNDP, 1999, s. 160)32. Yeni gelir ölçümü, daha önceki yıllarla tam olarak
kıyaslanabilir değildir. Ancak ĐGE'deki değişimin çoğu gelirin hesaplanmasından
kaynaklandığı bilinir. Ayrıca, 1999 yılı raporundaki sonuçlar daha önceki yıllara göre
değerlerde belirgin bozulmalar gösterse de, farklı yıllar için yeni gelir hesaplamasının
karşılaştırmalarda kullanımı, aslında her ülke için ĐGE değerinin artış yaşadığını
göstermektedir (UNDP, 1999, s. 160). Daha sonraki yıllarda, 2010 yılı ĐGR'ye kadar bu
ölçüm yönteminde ve maksimum-minimum sınırlarda herhangi bir değişikliğe
gidilmemiştir. Ancak 2010 yılı endeksinde önemli bir değişikliğe gidilmiştir.
2010 yılı ĐGR, yeni ortaya atılan endeksler ve yeni hesaplama yöntemi ile
yenilikçi bir rapordur. Bu raporda, ĐGE'nin görece uzun bir süredir kullanılan hesaplama
yöntemi ve hatta bazı göstergeleri değişikliğe uğramıştır. ĐGE'nin sağlık, eğitim ve gelir
olmak üzere üç boyutu aynen kullanılmaya devam edilmiştir. Ancak, bu boyutların
göstergelerinden bazıları değiştirilmiştir. Eğitim göstergesi olarak kullanılan yetişkin
okuryazarlık oranı terk edilerek, yerine ortalama eğitim yılı ve -mevcut veri okula kayıt
oranlarına göre bir çocuğun almayı beklediği eğitim yıl sayısını gösteren- beklenen
eğitim yılı olmak üzere iki farklı yeni gösterge kullanılmıştır. Yaşam standardını
gösteren gelir göstergesi olarak ise, kişi başına yurtiçi gelir yerine kişi başına milli gelir
kullanılmaya başlanmıştır33. Sağlık göstergesi olarak doğumda yaşam beklentisi ise
aynen bırakılmıştır (UNDP, 2010, s. 15).
Endeksin hesaplama yöntemi ise, büyük bir değişikliğe uğramıştır. En başından
beri kullanılan aritmetik ortalama yöntemi yerine, geometrik ortalama yöntemi
kullanılmaya başlanmıştır. Herhangi bir unsurdaki kötü performans artık doğrudan
ĐGE'de yansıyacaktır ve boyutlar arasında artık tam ikame geçersiz olacaktır. Böylece
de bu yöntem ülkenin performansının boyutlar arasında nasıl dağıldığını göstermiş
32
Hesaplamada örnek olarak Almanya'yı alan rapor (UNDP, 1999, s. 160), Almanya'nın doğumda yaşam
beklentisi 77,2 yıl, yetişkin okuryazar oranı 99,0, birleşik okula kayıt oranı 88,1 ve kişi başına düşen reel
(GG,J)
= 0,870,
milli geliri 21.266 dolar iken şöyle hesaplanmıştır: Almanya'nın yaşam beklentisi =
yetişkin okuryazar oranını =
(LL)
(HJJ)
(HH,)
= 0,990, birleşik okula kayıt oranını =
= 0,881 olarak
()
()
bulunmuştur. Dolayısıyla, eğitim göstergesi = 2:3(0,990)+1:3(0,881) = 0,954. Son olarak da gelir
345(.K)345()
= 0,895 olarak bulunmuştur. O halde Almanya'nın Đnsani Gelişme Endeksi
göstergesi =
345(I.)345()
= (0,870+0,954+0,895)/3 = 0,906'dır.
33
Bkz. 2. bölüm 1. dipnot.
91
olacaktır (UNDP, 2010, s. 15). Dolayısıyla birleştirme yöntemi olarak geometrik
ortalamanın kullanılması ile, maksimum sınır değerleri iki ülke veya zaman aralığı
arasındaki göreli karşılaştırmayı etkilememektedir. Böylece, geometrik ortalamayı
kullanmak boyutlar arasında eşit olmayan kalkınma düzeylerine sahip ülkelerde daha
büyük değişikliklere neden olmakta ve daha düşük endeks değerleri ortaya
çıkarmaktadır. (UNDP, 2010, s. 216-217). Buna göre, endeks şu şekilde hesaplanmış
olur:
:
:
:
;
;
;
İ#F = (X7ğZ[Q
\ğ]6
^\Z_
).
2010 yılı ĐGE'de belirli yıllarda belirli ülkeler için gözlemlenen değerlere göre
maksimum ve minimum sınırlar da Tablo 9.'da görüldüğü gibi, yeniden belirlenmiştir:
Tablo 9
2010 Yılı Đnsani Gelişme Endeksi Đçin Belirlenen Maksimum ve Minimum Sınırlar
Göstergeler
Yaşam beklentisi
Ortalama eğitim yılı
Beklenen eğitim yılı
Birleşik eğitim endeksi
Kişi başına gelir (PPP dolar)
Kaynak: UNDP, 2010, s. 216.
Gözlemlenen Maksimum
83.2 (Japonya, 2010)
13.2 (Amerika Birleşik D., 2000)
20.6 (Avustralya, 2002)
0.951 (Yeni Zelanda, 2010)
108,211 (B.A.E., 1980)
Minimum
20.0
0.0
0.0
0.0
163 (Zimbabve, 2008)
Maksimum ve minimum değerlere göre de, gelir endeksi için doğal logaritma
almak koşuluyla, her boyut için endeks hesaplamasında şu formül kullanılmıştır:
`abcdefağag − `hh`d`fağag
`Mijh`d`fağag − `hh`d`fağag
Çin örneğini ele alan 2010 yılı ĐGR (UNDP, 2010, s. 216-217), 73.5 yıllık
doğumda yaşam beklentisi, 7.5 yıllık ortalama eğitim yılı, 11.4 yıllık beklenen eğitim
yılı ve satın alma gücü paritesine göre 7,263 dolarlık kişi başına geliri olan Çin'in insani
gelişme değerini şu şekilde hesaplamıştır:
G;.J
Yaşam beklentisi endeksi = H;. = 0.847 (1)
G.J
Ortalama eğitim yılı = ;. = 0.568 ve beklenen eğitim yılı =
Eğitim endeksi =
√.JKH8.JJ;
.LJ
.I
.K
= 0.553
= 0.589 (2)
3C(G,K;)3C(K;)
Gelir endeksi = 3C(H,)3C(K;) = 0.584 (3)
Dolayısıyla ĐGE = √0.8470.5890.584 = 0.663'tür.
l
Henüz ortaya atılmakla birlikte, 2010 yılı ĐGE, bazı eleştirilere de maruz
kalmaktan kurtulamamıştır. En önemlilerinden biri olan Ravallion (2010), endeksin eşit-
92
olarak ağırlıklandırılmış ortalamaya yönelik ölçüm yönteminden, insani gelişmenin üç
unsuru arasında eksik ikamenin sağlanması adına çoğaltıcı bir ölçüm yöntemine geçişi
eleştirmektedir. Buna göre, yeni endeks, üç boyut arasındaki belirgin trade-off
nedeniyle daha karmaşık ve sorunludur. Öyle ki, endeksin üç temel unsuru arasında
marjinal ikame oranlarında önemli sorunlar olduğunu ve özellikle yeni ĐGE'nin yoksul
ülkelerde uzun ömürlülük ölçümünün değerini düşürdüğünü ifade etmektedir
(Ravallion, 2010, s. 10, 17). Aynı zamanda yeni ĐGE'nin matematiksel ölçümünde bazı
ihtilaflı değer yargılarının barındığını da belirten Ravallion (2010, s. 18), endekste
zengin bir insanın yoksul bir insandan daha uzun yaşayabilmek için daha fazla
harcamaya muktedir olabileceğinin ve tipik olarak da böyle davranacağının kabul
edilebildiğini ifade etmekte ve insani gelişme sürecinin değerlendirilmesinde böylesi
eşitsizlikler yaratılmasının mazur görülemeyeceğini belirtmektedir. Ravallion (2010)'un
görüşlerinden yararlanarak, Easterly ve Freschi (2010) de yeni ĐGE'nin düşük gelirli
ülkeleri cezalandırdığını ve Afrika'daki ülkelerin durumunu daha da kötü gösterdiğini
ifade etmektedir. Ancak Klugman vd. (2011, s. 29-32), Ravallion (2010)'un
görüşlerinde bazı hatalar bulunduğunu, özellikle de yeni ĐGE'nin yoksul ülkelerde
zengin ülkelere göre uzun ömürlülük ölçüsündeki belirgin ağırlığının azaldığı
düşüncesinin doğru olmadığını ve eski endeks ile yeni endeks arasında maksimum
sınırların değişmesini göz ardı ettiğini belirtmektedir.
3.4.2.3. Đnsani Gelişme Endeksi'nin Avantajları ve Endekse Getirilen Eleştiriler
ĐGE'nin en çok önem arz eden özelliği, kalkınma literatürüne insan refahının
ölçülmesi konusunda ülke karşılaştırmaları yapılırken kişi başına düşen gelirin yanında
sosyal göstergeleri de kapsayan bir ölçüm sunmuş olmasıdır. Böylece kalkınma, gelir ve
servetin artırılmasından çok daha fazla bir şeyi ifade etmeye başlamıştır. Dolayısıyla bu
endeks ile birlikte kalkınmanın yalnızca yüksek gelir anlamına gelmediği, bundan
ziyade daha kapsamlı bir çerçevede 'insani gelişmenin' kastedildiği anlaşılmaya
başlanmış, düşük gelir düzeyine sahip bir ülkenin eğitim ve sağlık boyutlarında ilerleme
kaydedebileceği ve insani gelişme gerçekleştirebileceği; bunun yanında petrol zengini
ülkelerse kalkınma olmadan yalnızca büyüme gerçekleştirebileceği anlaşılmıştır
(Todaro ve Smith, 2009, s. 51). Dolayısıyla ĐGE, literatürde insan refahının ölçümü
konusunda çok boyutlu bir görünüm ortaya koymuş olmaktadır.
93
ĐGE, insanların tercihlerinin genişletilmesi adına insani gelişmede temel
kapasitelerin ölçülmesi için ortaya çıkmıştır (ul Haq, 1995, s. 47). Buradaki 'insani'
amaç önemli olmakla birlikte, araç-amaç ayrımının da dikkate alınması adına da büyük
önem taşır. Böylece politika yapıcılar, yalnızca araçlara odaklanmaktan uzaklaşıp,
kalkınmanın esas amacına (sonucuna) odaklanmış olur (ul Haq, 1995, s. 50). ĐGE,
ulusal öncelikleri göstermesi nedeniyle de önemlidir. Endeks değerlerine bakılarak,
hangi ülkenin sosyal kalkınmayla birlikte iktisadi bir ilerleme gösterdiğini,
hangilerininse bunu yapmaktan uzak olduğu anlaşılabilir. Böylece politika-yapıcılara
performanslarını artırmaları için baskı sağlamış olur. Eğer bir ülke, insani gelişmesini
sağlayabilirse, bu aynı zamanda potansiyel büyümesinin de göstergesidir. Eğitimli ve
sağlıklı bir nüfus ile, doğru makroekonomik politikalar uygulanarak hızlı büyüme
sağlanabilir. Ancak eğitimsiz ve sağlıksız bir nüfusa sahip olma, sürdürülebilir bir
büyümenin sağlanabilmesi için oldukça fazla bir zamana ihtiyaç olacağı anlamına gelir.
Aynı zamanda ĐGE zaman içerisinde değişebilir özelliktedir (ul Haq, 1995, s. 54-56).
Öyle ki, ortaya çıkışından bu yana da bir çok defa değişkenlerinde ve hesaplanmasında
değişikliklere uğramıştır. Ancak, değişen koşullar, bu değişimi de zorunlu kılmaktadır.
Öyle ki, aslında ĐGE'yi oluşturan unsurların zaman içerisinde, ilave veriler kullanılabilir
hale geldikçe ve yaşamın bazı temel unsurları evrensel olarak anlaşılıp ortadan
kaldırıldıkça, değişmesi beklenmelidir. Öyle ki, yetişkinlerin okuma yazma bilmeyişi
evrensel anlamda ortadan kaldırıldığında doğal olarak bu göstergenin artık
kullanılmasına gerek kalmayacaktır34 (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 3). Son olarak, ĐGE,
ülkeler için bir erken uyarı sistemi niteliği de taşır. Halihazırda bazı ülkeler ayrıntılı
insani gelişme endeksleri hazırlamaya başlamışlardır (ul Haq, 1995, s. 55).
ĐGE, ortaya çıkışını takip eden yıllarda, gelişmiş ülkeler için yapılacak hiçbir şey
olmaması nedeniyle eleştirilmiştir. Buna göre, gelişmiş ülkelerin hepsi zaten yüksek
okuryazarlık, yüksek doğumda yaşam beklentisi ve yüksek gelir düzeyi rakamları
gösterdiğinden neredeyse maksimum düzeyde bir insani gelişme sağlamıştır (Kelley,
1991, s. 318). Dolayısıyla gelişmiş ülkelerin bu eylemsel anlamından uzaklaştırılıp
34
2010 yılı Đnsani Gelişme Endeksi'nde en başından beri bir eğitim göstergesi olarak kullanılan yetişkin
okuryazarlık oranı, hesaplamadan çıkarılmıştır. 1970 yılından 2010 yılına kadar dünya genelinde yetişkin
okuryazarlık oranının % 60'dan % 83'e çıkması bunda önemli bir etkendir (Klugman vd., 2011, s. 19).
Yetişkin okuryazarlık oranı ile ilgili bahsedilmesi gereken bir nokta vardır. Lind (1992, s. 99-100),
yetişkin okuryazarlık oranının kullanımının hatalı olduğuna endeksin ortaya atılışından hemen sonra
değinmiştir. Bu göstergenin, iyi bir insani gelişme ölçüm unsuru olmadığını, çünkü hatalı-tanımlanmış
olduğunu, ölçüm ve örnekleme hatalarına sahip olduğunu, tahrife açık olduğunu ve kültüre bağlı
olduğunu, ancak % 100 ile sınırlı olduğunu ve insanın kültürel gelişiminin bununla sınırlı olamayacağını
vurgulamıştır.
94
analize dahil edilebilmesi amacıyla, ilerleyen yıllarda asıl değişkenlerde değişikliklere
gidilmiş, okula kayıt oranları değişken olarak kullanılmış veya 2010 yılı raporunda
olduğu gibi beklenen eğitim yılı gibi göstergeler kullanılmıştır (UNDP, 2010).
Endeks, değişkenlerin birleştirilmesi, değişkenlere verilen ağırlıklar ve
değişkenler arasındaki korelasyon ilişkisi olduğu nedenleriyle yoğun eleştirilere
uğramıştır (Kovacevic, 2010a). Öncelikle üç farklı göstergenin ortalama erişimi
gösteren bir toplam endeksinde bir araya getirilmesi (aggregation) eleştirilmiştir
(Booysen, 2002, s. 141). Böylesi bir toplama, birbirilerinden farklı unsurların tek tek ele
alınıp, bunları anlamlı bir endeks oluşturulma çabası altında bir bütün haline getirme
çabasına benzetilmiştir. Buna göre, iyi bir yaşam, refah ve eğitim fırsatları, bir çıktı
olan yaşam beklentisine; refah ve eşitlik gibi dışsal nitelikler eğitim gibi içsel bir
niteliğe eklenmektedir (Veenhoven, 2007, s. 227). Gelir değişkeninin sağlık veya eğitim
artışı meydana getireceği düşüncesinden hareketle, endeksteki üç değişkene verilen eşit
oranda ağırlık da eleştiriye uğramıştır (Kelley, 1991; McGillivray, 1991). Todaro ve
Smith (2009, s. 52) de bunun altında belirlenmesi zor olan bir değer yargısının
bulunduğunu ifade etmişlerdir. Ancak, gelir ve gelir-dışı unsurların farklılığına vurgu
yapan rapor (UNDP, 1993, s. 110), değişkenler arasındaki simetri ilişkisi ve nedensellik
sıralamasının eksikliği nedeniyle üç değişkenden hangisinin daha ağır bastığının karar
verilmesini zorlaştırır. Bu nedenle, halen ĐGE'nin üç boyutu eşit ağırlıklı olarak
kullanılıp endeks hesaplanmaktadır. Aynı zamanda buna bağlı olarak değişkenler
arasında ve GSMH ile ĐGE arasında yüksek düzeyde korelasyon ilişkisinin bulunduğu
iddia edilmiştir (Hopkins, 1991; McGillivray, 1991; Cahill, 2002, s. 887; Cahill, 2005,
s. 1).
McGillivray (1991)'in -özellikle gelir ile yüksek korelasyona sahip olduğundanendeksi insani gelişme sürecinde gereksiz bir gösterge olarak görmesine karşılık, Ranis
vd. (2006, s. 346, 349), korelasyonun aksak olduğunu ve böyle bir yargının özellikle de
düşük gelirli ülkeler için geçerli olmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla ĐGE'nin aslında kişi
başına gelire göre daha kapsayıcı bir gösterge olduğunu, sosyal göstergelerle daha güçlü
bir ilişki içerisinde bulunduğunu, bu nedenle de kişi başına gelire göre insani gelişmenin
bazı temel unsurları için ülke performansları hakkında -kendi içinde bazı aksaklıklara
sahip olsa da- daha geniş kapsamlı bir ölçüm olduğunu ifade etmektedir. Öyle ki, kişi
başına gelir tek başına kullanılırsa insani gelişmenin boyutlarını, ĐGE'den daha fazla
eksik bırakmaktadır.
95
ĐGE'de kullanılan gelir dışındaki göstergelerin daha önceki yıllardaki
çalışmalarda da kullanılmış olduğundan hareket eden ve kalkınma politikasına hiç bir
yenilik getirmediğini savunan Srinivasan (1994, s. 241), endeksin kavramsal olarak
zayıf, ampirik olarak geçersiz, belirli bir alan ve zaman boyunca da kıyaslanamaz
olduğunu iddia etmiştir. Endeksteki verilerin zayıf, eksik, ölçüm hatalarına sahip ve
yanlı olduğunu belirtmiştir. Buradan hareketle, farklı ülkelerin okuryazarlık
tanımlarının bile farklı olduğunu, bu nedenle evrensel göstergeler kullanmanın hatalı
olacağını ifade etmiştir. Buna göre, okula kayıt oranlarının; okulların kalitesi, terk
oranları, okul süresi uzunluğu gibi ülke içi ve ülkeler arası değişkenlerin farklılığından
dolayı uluslararası alanda kıyaslanabilir olmadığını belirtmiştir. 2009 yılı ĐGR'ye kadar
bir eğitim göstergesi olarak kullanılan brüt okula kayıt oranı gerçekten de çoğu
durumda eğitim durumunu olduğundan fazla gösterebilmektedir, çünkü çoğu ülkede
ilkokula başlayan bir öğrenci okulu bırakıp bırakmadığı dikkate alınmaksızın okula
kaydolmuş sayılır (Todaro ve Smith, 2009, s. 52). Aynı zamanda gerçekten de endeks
hesaplanırken, bir kaç ülke için eğitim ve sağlık göstergeleri veri eksikliğinden dolayı
belirtilen yıl için değil de çok daha önceki yılların verileri kullanılarak (UNDP, 2002, s.
152) hesaplanabilmiştir (Sumner, 2004, s. 14).
ĐGE'de gerçekten de kalitenin rolüne yönelik hiçbir endişe bulunmamaktadır.
Örneğin sağlıklı bir yaşamı içeren fazladan yıllar ile yatağa bağımlı olma gibi sınırlı
kapasiteleri içeren fazladan yıllar arasında büyük fark vardır. Dahası, 2010 yılı ĐGE
göstergelerinden biri olan eğitim yılı göstergesinde de yalnızca -sayı olarak- yılların
dikkate alınmaması, bu eğitimin kalitesinin de hesaplanması gerekmektedir (Todaro ve
Smith, 2009, s. 52).
Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, sağlık ve eğitim için yeni ve farklı başka
göstergeler düşünülse bile dikkate alınacak yeni endeksin bir çok ülke için yeterli veriye
sahip olması gerekeceğidir (Todaro ve Smith, 2009, s. 52). Dolayısıyla bu da sosyal
göstergelere ait verilerin elde edilmesinin zorluğunun anlaşılmasına yardımcı olabilir.
Endeksin, ortak eleştiriye uğradığı nokta şüphesiz yaşam kalitesini gösteren
diğer sosyal erişimleri dışlamasıdır. Buna göre endeksin siyasal özgürlük ve insan
haklarını
içeren
göstergelerle
desteklenmesi
gerektiği
ve
insani
gelişmenin
değerlendirilmesine yetersiz bir katkı yaptığı vurgulanmıştır (Kelley, 1991, s. 320, 323).
Ancak, endekse siyasal göstergelerin eklenmemesi gerektiğini düşünen ve genel
eğilimin de bu yönde olduğunu belirten Streeten (1994, s. 236), öncelikle özgürlüğün
kendi içinde büyük bir önem arz ettiği ve belirli bir özgürlük kaybının diğer
96
değişkenlerle desteklenemeyeceğini belirtir. Bununla birlikte, siyasal özgürlük
değişkenlerinin ĐGE'deki diğer değişkenlere nispeten, ufak bir değişime karşı daha
hassas olduğunu, daha düşük derecede nesnel (objektif) olarak hesaplandığını ve
dolayısıyla endeksin toplam nesnelliğine zarar vereceğini ve dolayısıyla farklı
endekslerle hesaplanmaları gerektiğini vurgular.
Endeks, özellikle ülkelerin çevresel ve insani gelişme performansları arasındaki
ilişki olmak üzere, kalkınmanın çevresel boyutunu da görmezden gelmektedir (Sagar ve
Najam, 1998, s. 251). Ne var ki, ul Haq (1995, s. 58) yiyecek güvenliği, barınma, çevre
gibi başka göstergelerin yeterli ve güvenilir verilere sahip oldukları zaman dikkate
alınıp istenirse eklenilebileceğini ancak endekse daha fazla göstergenin eklenmesinin,
endeksi geliştirmeyeceğini ve asıl göstergelere ve trende zarar vereceğini ifade
etmektedir.
Sen (2005c, s. x) de refah ve insani özgürlüğün siyasal, iktisadi, sosyal, yasal ve
hastalıklarla ilgili birçok başka faktörden etkilendiğini ve ĐGE'nin ancak bu faktörlerin
içinden birkaçının cesurca seçilmesiyle ve diğerlerinin dışlanmasıyla oluşturulduğunu
ifade eder. Ancak, Sen (2005c, s. x)'e göre de, eklenen her yeni fazla değişken, bir
diğerinin ve öncekilerin önemini azaltmaktadır. Bu nedenle daha fazla yeni göstergenin
eklenmesi sorunu çözmeyecektir. Dolayısıyla Sen (2005c, s. xii), insani gelişme için
gereken unsurların endeksteki eksikliğinden dolayı ĐGE ile genel olarak insani gelişme
yaklaşımı arasında bir ayrıma gidilmesi gerektiğini ifade eder.
Diğer sosyal erişimleri göstermesi açısından ĐGE'den ayrı olarak Đnsani
Özgürlük Endeksi, Politik Özgürlük Endeksi, Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi,
Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi gibi endeksler
ortaya atılmış ancak bunlar yaygın olarak kullanılmamıştır. 2010 yılı ĐGR'de de yine
cinsiyet eşitliği, siyasal haklar ve çok boyutlu yoksulluk gibi unsurları analize dahil
eden yeni endeksler hesaplanmıştır.
Son olarak, endeks aynı zamanda hem yoksulluk problemine uzak kalmakta ve
Sen'in tanımlama ve birleştirme problemleri olarak ifade ettiği, kimin yoksul olduğu ve
kaç kişinin yoksul olduğu gibi sorulara da cevap verememektedir (Sumner, 2004, s. 14),
hem de eşitsizlik problemini dışlamaktadır. Eşitsizlik problemine göre, bir ülke
diğerlerinden daha yüksek bir ĐGE değerine sahip olabilir ancak bu ülkede yoksulluk
yaygın ve büyük gruplar kalkınma sürecinden dışlanmış olabilir (Foster vd., 2005, s.
25). Bununla ilgili olarak da 2010 yılı ĐGR'de eşitsizliği de dahil eden bir Eşitsizliğe
Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi hesaplanmıştır (UNDP, 2010, s. 217).
97
Tablo 10
Đnsani Gelişme için Kullanılabilecek Đlave Unsurlar ve Göstergeler
Unsurlar
Zihinsel refah (zihnen iyi olma)
Yetkilendirme
Siyasal özgürlük
Sosyal ilişkiler
Toplum refahı
Eşitsizlikler
Đş koşulları
Serbestlik durumları (boş zaman)
Đktisadi güvenlik (istikrar)
Siyasal güvenlik (istikrarsızlık)
Çevre koşulları
Kaynak: Ranis vd., 2006, s. 329, 344.
Göstergeler
Erkek intihar oranı, hapiste bulunanlar
Cinsiyete dayalı yetkilendirme endeksi
Siyasal ve medeni özgürlükler, siyasal terör
Arkadaşların değeri, ailenin değeri, komşuya hoşgörü ve
boşanma oranları
Alkol tüketimi, doğal felaketler, komşuya hoşgörü
Gini katsayısı, yatay eşitsizlik, kentsel/kırsal eşitsizlik, sağlıkta
eşitsizlik, gayrisafi yurtiçi hasıla
Đşsizlik, istihdam koşulları, kayıt dışı sektörün payı, minimum
ücret politikaları
Sinemaya gitme
GSYĐH çevrimi (cycle), tüketici fiyat endeksi dalgalanmaları,
portföy yatırımları, ticaret hadleri
Siyasal şiddet, mülteci akımları
Çevresel sürdürülebilirlik
Endeksin bu eksiklikleri nedeniyle, Ranis vd. (2006), geniş anlamda bir insani
gelişme analizi yapılması durumunda, ĐGE'nin indirgenmiş -ve yetersiz- bir ölçüm
olduğunu belirtir ve insani gelişmenin daha iyi anlaşılabilmesi için, ĐGE'nin ötesine
gidilmesi gerektiğini savunur ve birçok başka sosyal-siyasal göstergeyi de içeren yeni
bir endeks ortaya atar. Buna göre Ranis vd. (2006, s. 328), ĐGE'nin bizzat kendisine
ilave olarak on bir unsur ve bu unsurların ölçülmesi için farklı göstergeler35
tanımlamıştır. Bu unsur ve göstergeler Tablo 10.'da gösterilmiştir. Ranis vd. (2006, s.
344, 348), toplam 31 gösterge eklerken, her bir gösterge insani gelişmenin bağımsız bir
boyutunu ortaya koymaktadır. Belirtilen unsurlar, ĐGE ile oldukça düşük düzeyde
korelasyon ilişkilerine sahip olsalar da ve insani gelişmenin anlaşılmasında daha geniş
bir görünüm sunuyor olsalar da veri kısıtları nedeniyle birçok ülke için kıyaslanamaz
durumdadırlar (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 2).
35
Ranis vd. (2006), her farklı unsur için bir çok gösterge belirlemiş, ancak bazı göstergeleri birbirleri
arasındaki yüksek korelasyon ilişkileri nedeniyle analizinden dışlamıştır. Örneğin, kadın intihar oranı ile
erkek intihar oranı yüksek oranda korelasyona sahip olduğundan Ranis vd. (2006, s. 333), kadın intihar
oranını analizinde dışlamıştır. Ardından, geri kalan göstergelerin arasından Đnsani Gelişme Endeksi ile
korelasyon ilişkisi bulunanları da analizinden çıkarmıştır. Örneğin, yaşam tatmini, doğum kontrol hapı
kullanım oranı, hukuk kuralları, telefon kullanımı ve sosyal güvenlik politikalarının hepsi ĐGE'yle yüksek
oranda pozitif korelasyona sahiptir. Günde 1 doların altında yoksulluk düzeyi, AIDS nedenli ölümler ve
çocuk işgücü oranı da ĐGE'yle yüksek oranda negatif korelasyona sahiptir. Bu nedenle de Ranis vd.
(2006) analizinde bu göstergeleri yeniden kullanmaya gerek görmemiştir (Ranis vd., 2006, s. 342).
98
3.4.3. Đnsani Gelişmenin Ölçümünde Kullanılan Diğer Birleşmiş Milletler Gelişme
Programı (BMGP/UNDP) Endeksleri
ĐGE'nin ölçümünde karşılaşılan eksikliklerin giderilmesi amacıyla, Đnsani
Gelişme Raporları'nda farklı zamanlarda farklı bir takım endeksler tanıtılmıştır. Bunlar
genellikle, ĐGE'de eksik bırakılan noktalarının tamamlanmasına yöneliktir. Örneğin, bu
endeksler, ya cinsiyet eşitsizliğini, ya gelir eşitsizliğini, ya da insani gelişmenin önemli
bir unsuru olan ancak ĐGE'de ölçüme dahil edilemeyen bir başka unsur olan politik
özgürlüğü değişken olarak kabul edip yeni bir endeks oluşturmuşlardır.
3.4.3.1. Özgürlük Kavramı ve Đnsani Özgürlük Endeksi
1990 yılı ĐGR'de, tarih boyunca insanların ulusal ve kişisel özgürlüklerini elde
etme uğruna canlarını feda etmeye hazır oldukları belirtilmiş, dolayısıyla insani
gelişmenin, insan özgürlükleri olmadan eksik kalacağı ifade edilmiştir. Bu nedenle de
insani gelişme ile insan özgürlükleri arasında bir ilişkinin araştırılması ve kantitatif
ölçüme izin veren göstergelerin bulunması gerektiği belirtilmiştir (UNDP, 1990, s. 16).
Bu düşünce de kendini, bir sonraki yıl raporunda göstermiş ve 1991 yılı Đnsani Gelişme
Raporu'nda Đnsani Özgürlük Endeksi tanıtılmıştır.
Özgürlük konusundaki tartışmalar, pozitif ve negatif özgürlük ayrımı noktasında
yapılır. Bu iki ayrım Isaiah Berlin'in Özgürlüğün Đki Konsepti adlı makalesinde geçer.
Buna göre bireye, hiç kimsenin herhangi bir müdahalede bulunmadığı özgürlük tipi
negatif özgürlük olarak tanımlanırken, pozitif özgürlük konsepti ise bireyin kendi
efendisi olma isteğinden meydana gelir (Berlin, 2002[1969], s. 169, 178). Diğer bir
deyişle I. Berlin'in negatifle anlatmak istediği engelin veya sınırın olmadığı noktada
kişinin özgür olduğu fikridir. Özgürlükler negatif nitelemesiyle sınırlanmama hali
üzerinden kurgulanırken; pozitif özgürlükle özgürlüklerin belirlenme durumu kastedilir.
Başkalarının müdahalesi olmadan bir insanın özgürce hareket edebileceği alan negatif
özgürlükler bakış açısını, pozitif yaklaşımsa insanların neleri gerçekten yapabileceği ve
gerçekten bir tercihin, istenilenin gerçekleşme olanağının olup olmadığı noktasına
odaklanır36 (Semerci, 2010, s. 8). Dikkat, bireyin işlevli hale getirebileceği
kapasitelerine kaydığı anda, pozitif özgürlük boyutu dikkate alınmış olunur (Sen,
1985b, s. 200-201).
36
Dolayısıyla negatif özgürlük de, insanların 'neleri yapamayacağı' belirlendikten sonra, yasada sınırları
belirtilen noktaların dışında kalan alanlarda insanların özgürlüğünün var olduğu fikrine dayanır.
Dolayısıyla 'yasak' olanın dışında özgürlük vardır (Semerci, 2010, s. 8).
99
Đnsani gelişme yaklaşımında özgürlük düşüncesi, kapasite yaklaşımından
hareketle büyük önem taşır. Buna göre özgürlük yalnızca negatif özgürlük olarak değil,
aynı zamanda pozitif içeriklidir: kişinin değer verdiği şeyleri olabilme ve yapabilme
özgürlüğüdür. Diğer deyişle özgürlük için esas olan, başkasının müdahalesi olmadan bir
özgürlük değil, kişinin iyi ve yaşamaya değer bir hayat yaşayabilmesi için gereken
özgürlüktür ve kamu politikasının ilk hedefi bunu genişletmek olmalıdır. Ayrıca, insani
gelişme perspektifindeki özgürlük düşüncesi, piyasa liberalizmindeki özgürlük
düşüncesinden de bu noktada ayrılır. Piyasa liberalizmindeki özgürlük tanımı yalnızca
negatif bir özgürlük barındırır. Çünkü piyasa liberalizmi için özgürlük, öncelikle ve en
önemlisi müdahalenin olmamasını içerir. Örneğin, yüksek oranda alınan bir vergi bir
ulusal güvenlik sistemi olarak kamusal malların temini için kullanılsa bile, kişiyi daha
az özgür hale getirir. Elbette, piyasalara katılımcı olma kapasitesi ve mübadele
özgürlüğü önemli olsa da, piyasa özgürlüğü, insan özgürlüğünün yalnızca bir boyutudur
(Deneulin, 2009, s. 51)37.
Bu bağlamda gerçek kapasitelere odaklanma noktasından hareketle, 1991 yılı
raporunda Đnsani Özgürlük Endeksi oluşturulmuştur. Bu endeksin çıkış noktasını
Humana Endeksi oluşturur. 1986 yılında yayımlanan Đnsan Hakları Konusunda Dünya
Rehberi adlı eserinde Charles Humana, özgürlüğü değerlendirmek için kırk farklı ölçüt
belirlemiştir. Bunlar; dolaşım özgürlüğü, özgür ifade hakkı, etnik grubun hakları ve
cinsiyet eşitliği, hukuk kuralları ve diğer demokratik özgürlükler gibi hak ve
özgürlükleri içermektedir. Dolayısıyla Humana'nın endeksi hem bir politik özgürlük
endeksinin, hem de bir insan hakları endeksinin ötesindedir. Bir insani özgürlük
endeksidir. Humana'nın 1985 verileriyle hesapladığı değerlere göre 40 ölçütün 38'inde
özgür sayılan Đsveç ve Danimarka, en özgür ülkeler olarak görülmüştür. Ancak insan
özgürlüklerinin ve insan haklarının dinamik bir süreç olmasından hareketle, ĐGR, bunun
yenilenmiş verilerle yapılması gerektiğini savunur ve Đnsani Özgürlük Endeksi'ni
oluşturur. Elde ettiği sonuçlarla da insani özgürlüklerle insani gelişmenin birbiriyle
pozitif ilişkili olduğuna ulaşır (UNDP, 1991, s. 19-20). Ancak rapor, veri elde etme
sıkıntısının çok büyük olduğunu ifade etmekle birlikte, insani özgürlüğün sistematik
analizinin yapılması ve tartışılması yolunda henüz yolun çok başında olunduğunu da
belirtir (UNDP, 1991, s. 98).
37
Qizilbash (1996, s. 147)'a göre Sen, -'haklar' konusu gibi- daha önceki yazılarında negatif özgürlüğün
önemine değinir, ancak kalkınma görüşünde negatif özgürlüğe gereken önemi vermeyi ihmal eder. O'na
göre Sen'in kalkınma ve yaşam kalitesine ilişkin görüşleri öncelikli olarak pozitif özgürlükle ilişkilidir.
100
3.4.3.2. Siyasi (Politik) Özgürlük Endeksi
Đnsani Özgürlük Endeksi'nden sonra, Đnsani Gelişme Raporları, bir politik
özgürlük endeksi kurma çabasına girişmiştir. Bu çabayla 1992 yılı ĐGR'de politik
özgürlük veya insan haklarına dayalı bir endeks kurulması çabasına girişilmiştir. Ancak
endeksin karşılaştığı en büyük sorun yine veri yetersizliği olmuştur. Ayrıca ĐGE'nin
yıldan yıla çok önemli ölçüde değişmeyen -durağan- göstergeleri içerdiği bilinmektedir.
Ne var ki politik özgürlükler aniden ortaya çıkabilirler. Örneğin, askeri bir darbe
endekste ani bir düşüşe neden olabilir. Bu da endeks için önemli bir sorun teşkil
etmektedir (UNDP, 1993, s. 105). Dolayısıyla da hesaplamalarda iki endeksin ayrı
tutulmasına özen gösterilmiştir.
Đnsan özgürlüklerinin sosyal, ekonomik ve politik özgürlükleri içermesi gerekir.
Sosyal ve ekonomik özgürlüklerin ölçümü ĐGE'dir. Politik Özgürlük Endeksi de
dolayısıyla, politik özgürlüklerin ölçümünü sağlayabilmek için ortaya atılmıştır. Kişisel
güvenlik, hukuk kuralları, kendini ifade etme özgürlüğü, politik katılım ve fırsat eşitliği
olmak üzere geniş kapsamlı beş geniş çerçeve kullanılırken (esas alınırken), bunlarla
ilgili göstergeler raporda belirtilmiştir (UNDP, 1992, s. 31). Sonuçlar, insani gelişme ile
politik özgürlüklerin birbirini izleyen çiftler olduğunu göstermektedir. Yüksek insani
gelişme rakamlarına sahip ülkeler ortalama % 84'lük bir politik özgürlüğe sahipken, orta
ve düşük insani gelişme rakamlarına sahip ülkelerse ortalama % 48'lik bir politik
özgürlüğe sahip olarak bulunmuştur (UNDP, 1992, s. 32).
3.4.3.3. Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi
Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi (CGE), basit olarak ĐGE'nin cinsiyet
farklılıkları ele alınarak ölçülmesini içerir. Dolayısıyla bu endeksle birlikte her ülke için
cinsiyet eşitsizliği nedeniyle katlanılan cezayı görmek mümkündür. CGE değeri hiç bir
ülke için ĐGE değerinden büyük olamaz. Bunun nedeni de, her ülkenin ele alınan en az
bir unsurda mutlak bir cinsiyet boşluğuna sahip olduğu ve cezalandırıldığıdır (Bardhan
ve Klasen, 1999, s. 988). Genellikle de bu cinsiyet boşlukları, ölçümde kullanılan gelir
unsuruna dayalı olarak meydana gelir ve bu ölçümün hesaplanmasındaki varsayımlara
yönelik ciddi endişeleri dile getirirler (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 990). 1995 yılı
ĐGR'de, 130 ülke ele alınarak ortaya atılan ve temel insan kapasitelerinde cinsiyet
ayrımcılığını yansıtan CGE'nin sonuçlarına göre, cinsiyet eşitliğini ve kadınların
yetkilendirilmesini bilinçli bir ulusal politika olarak izleyen Đsveç, Finlandiya, Norveç
101
ve Danimarka, ülke sıralamasında ilk dört ülke olmuştur. Bu ülkelerde yetişkin
okuryazar oranı kadın ve erkek için eşitken, birleşik okullaşma kadınlarda ise daha
yüksektir. Kadınların yaşam beklentisi erkeklere göre yedi yıl daha fazlayken, gelirleri
de erkeklerin dörtte üçü kadardır (UNDP, 1995, s. 2).
CGE, ĐGE ile aynı değişkenleri kullanır. Fakat CGE, her ülkenin her farklı
kapasite için ortalama erişim değerlerini kadınlar ve erkekler arasındaki erişimin
eşitsizlik derecesine göre uyarlar (UNDP, 1995, s. 130). 1995 yılındaki ölçüm yöntemi,
1999 yılında ĐGE ile birlikte aynı anda bir değişikliğe uğramıştır. Eğitim ve uzun
ömürlülük göstergelerinde herhangi bir değişiklik meydana gelmezken, gelir göstergesi
farklı hesaplanmıştır. Bu endeks için uzun ömürlülük göstergesi olarak belirlenen,
erkekler için yaşam beklentisi maksimum 82,5, minimum 22,5 yıl iken, kadınlar için
maksimum 87,5, minimum 27,5 yıldır. Eğitim göstergesi ise, ĐGE ile aynı yöntemle,
ancak kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı hesaplanmıştır. Ancak gelir için endeks
hesaplamak karmaşıktır. 1999 yılındaki ve 2010 yılına kadar devam edecek olan
ölçümde; kadınlar ve erkekler için reel kişi başına düşen gelir değerleri, kazanılmış
gelirde kadın payları (m ) ve kazanılmış gelirde erkek paylarından (6 ) hesaplanır. Bu
paylar, kadınların ücretinin (,m ) erkek ücretine (,6 ) oranı ve ekonomik olarak aktif
nüfusta kadının yüzdelik payı (aMm ) ve erkeğin yüzdelik payı (aM6 ) dikkate alınarak
hesaplanır. Ücret oranlarında veri yetersiz olduğu koşulda, ücret verisi olarak tüm
ülkeler için ücret oranlarının ağırlıklandırılmış ortalaması olan % 75'lik değer kullanılır.
Böylece kadın ve erkek geliri hesaplanıp, eşit olarak dağıtılmış gelir endeksine ulaşılır:
Ücret hesabında kadın payı =
(no ⁄np )8\7o
(no ⁄np )8\7o "q\7p 'dir.
O halde, kazanılmış gelirde kadın payının (m ) bu rakama eşit olduğu varsayılır.
Ülkenin satın alma gücü paritesi cinsinden toplam geliri (Y), kadınlar ve erkekler
arasında m 'ye göre dağıldığı varsayılırsa, kadınların toplam geliri (m r) olarak ve
erkeklerin toplam geliri r − sm rt" olarak hesaplanır. O halde kadınların kişi başına
düşen geliri, toplam kadın nüfusuna (um ) bölünerek elde edilir: rm = (m r)⁄um . Aynı
şekilde, erkeklerin kişi başına düşen geliri de, toplam erkek nüfusuna (u6 ) bölünerek
elde edilir: r6 = vr − sm rtw⁄u6 . Sonuçta da;
345 x 345 6
o
kadınlar için uyarlanmış gelir, W(rm ) = 345 678345
6
erkekler için uyarlanmış gelir, W(r6 ) =
345 xp 345 6
345 678345 6
olarak hesaplanır.
102
Buradan, eşit olarak dağıtılmış gelir endeksi de;
{ iMfıüzdj{M
ı(,srm t) " + agiaiüzdj{M
ı(W(r6 )) "}
olarak hesaplanır. Son olarak eğitim, yaşam beklentisi ve gelir sonuçları aynı anda eşit
ağırlıklandırılarak nihai endeks değerine ulaşılır (UNDP, 1999, s. 160). 1999 yılı
raporunda CGE'de 0,928 değeriyle Kanada ilk, 0,928 değeriyle Norveç ikinci sırada yer
alırken, hesaplama kısmında Kamerun örneğini kullanan rapor, bu ülkenin cinsiyete
dayalı endeks değerini de 0,527 bulmuştur ve bu ülkeyi orta derecede insani gelişmiş
ülke olarak tanımlamıştır (UNDP, 1999, s. 140, 161).
CGE'de kullanılan bu ölçüm yöntemi 2010 yılı raporuna kadar kullanılmış,
ancak 2010 yılı ĐGR'de Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi ile yenilenmiş, değiştirilmiştir.
CGE, bazı çalışmalar tarafından eleştirilere maruz kalmıştır ve yapılan
eleştiriler, genelde endeksin kazanılmış gelirde kadının payını gösteren gelir
değişkenine yönelik olmuştur (Dijkstra, 2002, s. 304). Ayrıca, kazanılmış gelirde eşit
miktarda bir kazanılmış gelirin tüm toplumlar için ortak bir hedef olarak belirlenmesi de
tartışmalı bir konudur. Çünkü, bazı ülkelerde işgücünün cinsiyete yönelik bir iş
bölümünün iktisadi olarak faydalı ve hem erkek hem de kadın için arzulanır olup
olmadığı da tartışılabilmektedir. Çünkü, kazanılmış gelirde elliye ellilik bir bölüşüm,
kültüre göre göreceli bir hedeftir ve Batı toplumlarının iktisadi ve sosyal örgütlenme
düşüncesini içerir. Ayrıca, kazanılmış gelir kavramı, çoğu gelişmekte olan ülke için
belirgin bir unsur olan kar getirmeyen işleri ve para getirmeyen günlük işleri de (ev
işleri gibi) dışlar ve bu işleri değersiz olarak görür (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 992).
3.4.3.4. Cinsiyete Dayalı Yetkilendirme Ölçümü (Endeksi)
1995 yılı ĐGR'nin CGE'yle birlikte bir diğer yeniliği de Cinsiyete Dayalı
Yetkilendirme Ölçümü'dür. Kadınların parlamentodaki temsiline, kadınların yönetici ve
profesyonel olarak pozisyonlarının payına, kadınların aktif işgücüne katılımına ve
ulusal gelirdeki payına bakan bu yeni ölçümde 116 ülke ele alınmıştır ve sonuç olarak
ülke sıralamasında ilk ikide yine Đsveç ve Norveç yer almıştır (UNDP, 1995, s. 4).
Ölçümde ilk değişken, ekonomik katılım ve karar verme gücünü yansıtırken, ikinci
değişken politik katılım ve karar verme gücünü yansıtır. Bu, kadınların ve erkeklerin
yönetim ve idare ile ilgili pozisyonlardaki yüzdelik payı ile profesyonel ve teknik
mesleklerdeki yüzdelik payı ile ifade edilir. Đkinci değişken ise politik katılım ve karar
verme gücünü yansıtır. Bu da parlamentodaki kadın ve erkek milletvekili sayısı
103
paylarını ifade eder. Gelir göstergesi olarak da uyarlanmamış (maksimum 40.000,
minimum 100 dolar olan) kişi başına düşen gelir ele alınır ve eşit olarak dağıtılmış
eşdeğer yüzde türetilmeye çalışılır. Ölçüm yöntemi 1999'da CGE gibi değişmiş, ancak
aynı değişkenler kullanılarak 2010 yılı raporundaki değişime kadar ölçüme devam
edilmiştir (UNDP, 1995, s. 132; UNDP, 2001a, s. 239).
Cinsiyete Dayalı Yetki Ölçümü'nde, i) parlamentodaki kadın milletvekilinin payı
ve ii) profesyonel ve teknik ile yönetici ve idari pozisyonlardaki kadın payı gibi
göstergeler kullanıldığından, bu endeks üzerine eleştirilerini yönelten iktisatçılar,
özellikle parlamentodaki kadın payı ile cinsiyet yetkilendirilmesiyle ilişkisi arasındaki
ilintinin sınırlı olduğuna değinmiş ve endeksi bu noktada eleştirmişlerdir. Örneğin eski
sosyalist ülkelerde bu payın fazla olmaya eğilimli olduğu halde, parlamentonun fazla
gücü olmadığına dikkat çekmişlerdir (Dijkstra, 2002, s. 306). Bu bağlamda da daha çok
aktif sivil toplum örgütleri gibi oluşumlarda kadınların yerel politik ve idari düzeylerde
katılımcılığını dikkate alması önerilmektedir (Bardhan ve Klasen, 1999, s. 1001).
3.4.3.5. Kapasite Yoksulluğu Ölçümü ve Đnsani Yoksulluk Endeksi
Kapasite perspektifinden yoksulluk, işler hale getirilebilecek bazı temel
kapasitelerden yoksunluk olarak tanımlanır. Burada, işlevliliklerin bazı en düşük kabul
edilebilir düzeylerine erişimden mahrum olma durumu yatar. Bu işlevlilikler fiziksel
olabileceği gibi, sosyal erişimleri de içerebilir. Sonuçta da, gelirler ile mal ve hizmetlere
dayalı göreli bir yoksunluk, minimum kapasitelerde mutlak bir yoksunluğa neden
olabilir (UNDP, 1997, s. 16).
Tek boyutlu yoksulluk ölçümlerinin en büyük sorunu, yoksulluğu yalnızca gelir
eksikliğinden kaynaklanan bir sorun olarak görmesinde yatar. Ancak yoksulluk
çalışmaları, yoksulluğun ötesine gitmelidir. Bir birey, istihdam koşullarına veya mal ve
hizmetlere erişimden, veya öğrenim fırsatlarından yoksun olabilir; yüksek düzeyde
bağımlılık oranına sahip hane halkları arasında yaşıyor olabilir; hizmete muhtaç azınlık
arasında bulunuyor olabilir. Öyleyse yoksulluk ölçümleri, insanların yoksunluklarının
esas değişkenlerine odaklanmalıdır (UNDP, 1990, s. 108).
Bu noktadan hareketle, 1996 yılı ĐGR'de ilk kez kapasite odaklı yoksulluğu çok
boyutlu olarak ölçme çabasındaki Kapasite Yoksulluk Ölçümü ortaya atılmıştır. Eğitim,
bilgi düzeyi, sağlık ve beslenme gibi sosyal göstergeleri içeren ölçüm, 101 ülke için
yapılmıştır (Booysen, 2002, s. 136, 138). Ölçüm için ele alınan göstergeler, normalin
104
altında ağırlığı olan çocuklar ile ölçülen tüm nüfusun beslenme ve sağlık ihtiyacı,
gözetimsiz doğum ile ölçülen üretken sağlık hizmetlerine erişim ve genel olarak bu
erişimin somut testi, okuryazar olmayan kadınların oranı ile ölçülen temel eğitim edinme
ve cinsiyet eşitsizliği hakkında bilgidir (UNDP, 1996, s. 110).
1997 yılı ĐGR'de bu ölçüm yeniden formüle edilerek ve iyi bir yaşam standardını
gerektiren gelir unsurlarını da barındırarak Đnsani Yoksulluk Endeksi (ĐYE) halini
almıştır. Çünkü, halihazırda yoksun kalmış (deprived) insanların perspektifinden
bakılması ihtiyacı içeren bir endekse ihtiyaç duyulmuştur. Bu nedenle de ĐYE, özellikle
yoksun bırakılmış ve yoksullaşmış insanlara odaklanmıştır. Bu endeks, ĐGE'nin ikamesi
değildir ve daha çok yoksul insanlara odakladığından, göstergeleri de yoksul insanlara
yöneliktir. Örneğin, ĐGE, kişi başına düşen milli geliri dikkate almakla tüm nüfusu
incelemiş olurken, ĐYE, gelire dayalı yoksulluk endekslerini dikkate alarak özellikle
yoksulun gelirine odaklanır (Anand ve Sen, 1997, s. 3). Ölçümün üç unsuru da, i) 40
yaşına kadar yaşaması beklenmeyen insanların toplam nüfusa oranı olarak yaşamı
sürdürme yoksunluğu, ii) okuryazar olmayan insanların yüzdesi olarak eğitim ve bilgi
yoksunluğu ve iii) temiz suya erişimden mahrum nüfus, sağlık hizmetlerine erişimden
mahrum nüfus, beş yaş altı normalin altında ağırlığa sahip çocukların yüzdesi olmak
üzere üç gösterge ile ölçülen iktisadi yoksunluktur (Anand ve Sen, 1997, s. 11; UNDP,
1997, s. 125). Đktisadi yoksunluk unsurunda, hem açlığa neden olan kişisel gelir
eksikliğine, hem de kamu sağlık hizmetlerinden ve temiz su arzından mahrumiyeti ifade
eden kamu gelir eksikliğine değinilmiş olunur (McKinley, 2009, s. 26).
Ölçüm yapılırken, iktisadi yoksunluğun göstergeleri eşit ağırlıklandırılıp
hesaplanır. Ardından üç unsur eşit ağırlıklandırılıp ĐYE'ye ulaşılır:
İrF = 1⁄3 (r; + r; + r;; )"⁄;
78 yoksul ülke için yapılan ilk analizde Trinidad ve Tobago % 4,1 oranı ile en
düşük insani yoksulluğa; Nijer ise, % 66 ile en yüksek insani yoksulluğa sahip ülke
olarak bulunmuştur (UNDP, 1997, s. 127)38.
1998 yılı ĐGR'de ise, 1997 yılı raporunda yalnızca gelişmekte olan ülkeler için
hesaplanan ĐYE, bu kez hem gelişmekte olan ülkeler hem de gelişmiş ülkeler için farklı
olmak üzere iki adet hesaplanmıştır. Gelişmekte olan ülkeler için ölçüm aynen kalırken,
38
UNDP (1997, s. 125), Đnsani Yoksulluk Endeksi hesaplaması örneğini Mısır için göstermiştir. Buna
göre, yaşamı sürdürme yoksunluğu değeri % 16,6 (1), eğitim ve bilgi yoksunluğu değeri % 49,5 (2),
temiz suya erişimden mahrum nüfus yüzdesi %21, sağlık hizmetlerine erişimden mahrum nüfus yüzdesi
%1 ve beş yaş altı normalin altında ağırlığa sahip çocukların yüzdesi %9 ve dolayısıyla bu üç unsurun
birleşimi olan iktisadi yoksunluk değeri 31/3= %10,33'tür (3). O halde Mısır'ın Đnsani Yoksulluk Endeksi
değeri = 1⁄3 (16,6; + 49,5; + 10,33; )"⁄; 'ten 34,8 olarak hesaplanır.
105
gelişmiş ülkeler için Đnsani Yoksulluk Endeksi (ĐYE-2), dört farklı boyutta yoksunluğa
göre hesaplanmıştır. Bunlar, i) 60 yaşına kadar yaşaması beklenmeyen insanların
toplam nüfusa oranı olarak yaşamı sürdürme yoksunluğu, ii) fonksiyonel olarak
okuryazar olmayan insanların yüzdesi ile ölçülen bilgi ve eğitim yoksunluğu, iii) kişisel
harcanabilir gelirin % 50 medyanı alınarak hesaplanmış gelir yoksulluk sınırının altında
yaşayan insanların yüzdesi olarak iyi bir yaşam standardı yoksunluğu ve iv) işgücünün
uzun dönem (12 ay veya daha fazla) işsizlik oranı ile ölçülen katılım yoksunluğudur:
İrF − 2 = 1⁄4 (r7; + r~; + r; + r€; )"⁄;
1998 yılı raporunda Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.) için hesaplanan ĐYE2'ye göre, A.B.D.'nin, % 16,5 düzeyinde insani yoksulluğa sahip olduğu bulunmuştur
(UNDP, 1998, s. 110)39.
2001 yılı ĐGR'de, gelişmekte olan ülkeler için hesaplanan Đnsani Yoksulluk
Endeksi (ĐYE-1)'nin iktisadi yoksunluk göstergelerinden biri olan sağlık hizmetlerine
erişim, bazı yıllar için güvenilir veri eksikliğinden dolayı ölçümden çıkarılmış ve
iktisadi yoksunluk, kalan iki göstergenin ağırlıksız ortalaması alınarak ölçülmüştür
(UNDP, 2001a, s. 241). Her iki farklı ülke grupları için hesaplanan ĐYE'nin ölçüm
yöntemi, 2010 yılı raporunda, Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi ile yenilenip,
değiştirilinceye kadar aynı şekilde kullanılmaya devam etmiştir.
3.4.3.6. Öncelikli Ülke Gruplarına ve Gelir Gruplarına Göre Yapılan Ölçümler
Milenyum Kalkınma Hedeflerine ulaşılması için, 2003 yılı ĐGR, bazı ülkelere
öncelik verilmesi gerektiğini öne sürmüş ve bu bağlamda 31 ülkeyi en üst öncelikli, 28
ülkeyi de yüksek öncelikli ülkeler olarak belirlemiştir. Bunu belirleyebilmek için de bir
endeks oluşturulmuştur (UNDP, 2003, s. 45). Her hedef için, insani yoksulluğa ve
1990'ların insani gelişme trendine dayanarak bir ölçüm geliştirilmiştir. En üst önceliğe
sahip ülke, hem aşırı yoksulluğun olduğu hem de sürecin (trendin) yavaş veya tersine
işlediği ülkedir. Yüksek öncelikli ülke ise, aşırı yoksulluğun olduğu ve insani gelişme
sürecinde orta derecede bir ilerleme kaydeden ülkedir. Dolayısıyla ülkelerine
kaydettikleri ilerleme derecelerini ve insani yoksulluk düzeylerini ölçen ve hangi
öncelikte olduğunun karar verilmesine yönelik bir ölçüm oluşturulmuş olur. Raporda,
örnek ülke olarak Çad için, en üst öncelik belirlenmiştir (UNDP, 2003, s. 347-349).
39
Hesaplamada kullanılan genel formülde α değeri 3 olarak kullanılmıştır. α=1 olsaydı, Đnsani Yoksulluk
endeksi, boyutlarının ortalaması halini alırdı. Ancak α arttıkça, her boyuta daha fazla ağırlık verilir ve
dolayısıyla daha fazla yoksunluğun olduğu ifade edilmiş olur (Anand ve Sen, 1997; UNDP, 2004, s. 260).
106
2006 yılı ĐGR'de de ayrıca ilk kez nüfusun beşte birlik bölümleri için, gelir
gruplarına göre bir insani gelişme endeksi geliştirilmiştir. Yeni ölçüm, hem önemli bir
insani gelişme konusunu tartışmaya açmayı hem de çoğu ülkede zengin ile yoksul
arasındaki geniş eşitsizliklere işaret etmeyi hedeflemiştir. On üç düşük ve orta gelirli ve
2 yüksek gelirli olmak üzere on beş ülke için geliştirilmiş ve Grimm vd. (2006)
tarafından metodoloji açıklanmıştır. Önce ĐGE'deki gibi, üç boyutun değerleri
hesaplanmıştır. Yaşam beklentisi endeksi için Demografik ve Sağlık Anketlerine
dayanarak bebek ölüm oranı verilerinden türetilmiş ve ardından bu gösterge, nüfusun
her % 20'lik kısmı için hesaplanmıştır. Hanehalkı gelir anketlerinden yararlanarak
yetişkin okuryazar oranları doğrudan bulunmuştur. Yine aynı minimum ve maksimum
değerler ile her % 20'lik kısım için ayrı ayrı hesaplanmıştır. Hanehalkı gelir
anketlerinden yararlanarak elde edilen gelir değerleri de, standart ĐGE'ye uyumlu bir
şekilde hesaplanmıştır. Her üç değer toplanıp, toplam değer 3'e bölünür ve farklı gelir
grupları (her % 20'lik kısım) için insani gelişme endeksi bulunmuş olur (UNDP, 2006,
s. 400-401). Ülke içerisindeki gelir gruplarının gelir dağılımını ölçmeye çalışan bu
endeksin sonuçlarına göre, gelir grupları arasında gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu
sonucuna ulaşılmıştır (Grimm vd., 2006, s. 32).
3.4.3.7. Đnsani Gelişmede Eşitlik ve Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi
Eşitlik üzerine yapılan çalışmaların çoğu bu kavramı 'etik bir ideal' olarak
görmüştür. Genelde bu çalışmalar, Sen (1979b)'in 'neyin eşitliği' şeklinde sorguladığı,
'herhangi bir şeyin eşitliği' üzerine odaklanmışlardır40. Öyle ki, John Rawls, teorisine
birincil malların eşitliğinden bahsederek başlamıştır. Ronald Dworkin, kaynakların
eşitliğini teorisinin temeline koymuştur. Thomas Nagel ise iktisadi eşitlik konusunu ön
plana koymuş ve bunun kendi içerisinde önemli bir ahlaki değer barındırdığını ifade
etmiştir (Sen, 1992, s. 12; Frankfurt, 1987, s. 21). Dolayısıyla önce değerlendirilecek ve
incelenecek eşitlik (veya eşitsizlik) bakımından odak alınacak değişkenin -alanınbelirlenmesi gerekir ve eşitsizlik üzerine yapılacak bir çalışmanın belirli bir 'alan'
(space) içermesi önemlidir.
40
'Neyin eşitliği' şeklindeki bir sorgu, eşitlik konusunda öncelikle tüm insanların, oldukça belirgin bir
şekilde birbirlerinden farklı olduğunun kabul edilmesini gerektirir. Öyle ki, insanlar yalnızca -miras ve
çevresel faktörler gibi- dışsal karakteristiklere bağlı olarak değil, -yaş, cinsiyet ve fiziksel veya zihinsel
yetenekler gibi- kişisel karakteristiklerine göre de birbirlerinden farklılık gösterirler. Ancak 'insanların
eşitliği' retoriği genelde bu farklılıkları görmezden gelmeye eğilimlidir. Dolayısıyla alışılmış eşitsizlik
değerlendirmeleri, bu farklılıkları işaret etmekten uzak kalır (Sen, 1992, s. 1, 28).
107
ĐGE de gelir, eğitim ve uzun ömürlülük boyutlarına odaklandığına göre,
eşitsizlik konusunda yapılacak bir analizin bu üç boyuttaki (alan) eşitsizliği ölçmesi
gerekir. Anand ve Sen (1994, s. 3) de 'etkinlik argümanı' ve 'adalet argümanı' ile
belirtilen bu üç boyutta bir eşitliğe ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Çünkü insani
gelişmenin esas unsurları olan sağlık, eğitim ve gelirdeki eşitsizlikler insani gelişme
sürecine oldukça önemli bir etkide bulunurlar. Bu süreçte tüm insanların, eğitim sahibi
olma, yeterli derecede beslenme, temiz suya ve diğer temel hizmetlere erişime sahip
olma ve uzun ve sağlıklı bir hayat sürme fırsatına sahip olması gerekir. Eşit-olarak
geliştirilen insan kapasiteleri ve eşit-olarak dağıtılan fırsatlar, insani gelişme sürecinin
dengesiz (lopsided) ilerlememesini ve elde edilen faydalarının adil olarak paylaşılmasını
sağlayabilir (Kovacevic, 2010b, s. 3).
ĐGE, ulusal bir ortalamayı gösterdiği için insanlar arasında temel göstergelerdeki
dağılım (bölüşüm) farklılıklarına karşı duyarsız kalmaktadır (UNDP, 1991, s. 94). Bu
nedenle eşitsizliğe karşı duyarlı bir endeks oluşturma çabası en başından beri endeksin
odak noktasında yer almıştır. ĐGE'yi eşitsizliğe göre uyarlama çabaları ilk olarak 1991
yılı ĐGR'de görülür. Ancak bu çaba insani gelişmenin üç unsurunda yalnızca biriyle gelir- ilgilidir. Bu raporda sınırlı sayıda ülke (53) için Gini katsayısı dikkate alınarak
yapılan ölçüm sonucunda, ülkeler arasında gelir dağılımlarında farklılıkların önemli
düzeyde olduğu, iki ülke dışında orijinal ĐGE'ye göre yeni endeks değerlerinin düşüş
gösterdiği ortaya atılmıştır (UNDP, 1991, s. 95)41.
Her üç boyut için de eşitsizliğe duyarlı bir endeks, ilk olarak Hicks (1997)
tarafından hesaplanmıştır. Hicks (1997, s. 1291)'e göre, 'Đnsani Gelişme Endeksi' adı
altında insani gelişmeyi ölçen bir endeks oluşturulması önemli bir hedef olmasına
rağmen, bölüşümle ilgili ölçümler de bu endeksin bir parçası olması gerekir. Çünkü
ancak bu her üç boyuttaki eşitsizliklerin ölçüme eklenmesi daha tam bir görüntü ortaya
koyar. Hicks, her boyut için [N = N ‚ (1 − # )] eşitsizliği Gini endeksi (G) ile
hesaplar ve denkleştirmeyi de hesaba kattıktan sonra şu ölçüme ulaşır:
1
ƒ = ‚\ (1 − #\ )F + ‚X (1 − #X ) + ‚ (1 − # )"
3
E: eğitim, S: sağlık ve I: gelir için orijinal endeks değerlerini ifade ederken, ‚\,X,
değeri eşitsizliğe uyarlanmış faktöre verilen ağırlığı gösterir (Hicks, 1997, s. 1292).
Sonuçta da, 1995 yılı ĐGE değerlerine göre kıyasladığı eşitsizliğe uyarlanmış
41
Örnek olarak, Nepal'da Đnsani Gelişme Endeksi'ne göre % 18,8'lik, Brezilya'da % 14,1'lik bir fark
oluşmuştur. Orijinal endekse göre artış gösteren iki ülke ise Kore (Cumh.) ile Endonezya'dır.
108
hesaplamasında ülkeler arası büyük farklılıklar gözlemler. Örnek olarak orijinal endekse
göre, Bangladeş ve Guatemala'da % 56,6'lık bir kaybın olduğunu ifade eder. Dolayısıyla
eğer, eşitsizliği dikkate almadan kalkınma kavramsallaştırmak istenirse, çoğu ülke için
yanlış değerlendirmelere ulaşmak mümkün olabilir. Ancak böylesi bir ölçümün daha
anlamlı olmasına rağmen, her üç boyutta bölüşüm verisi bulunmasının zorluğu gibi
ampirik zorlukları bulunduğunun da ifade edilmesi gerekir (Hicks, 1997, s. 1293).
Hicks'in Gini katsayısını kullanarak, Sen refah standardına göre yaptığı bu
ölçüm, ne var ki alt-grup uyumlu (subgroup consistent) değildir. Bütün bir bölgenin
toplam insani gelişmesinde artış yaşanmasına rağmen, belirli bir grubun insani
gelişmesi kötüleşip, geri kalan grup da bundan etkilenmiyor olabilir (Seth, 2009, s.
377). Bu nedenle Foster vd. (2005), hem bölüşüme duyarlı hem de alt-grup uyumlu ve
genelleştirilmiş ortalamalara dayalı bir endeks ortaya koymuştur. Atkinson (1970) refah
fonksiyon kümesini („ )42 kullanılan bu endekste şu şekilde bir çok boyutlu ölçüm
yapılır:
%„ (ƒ)
„ (ƒ) = 1 − …
† = %(ƒ) − %„ (ƒ)"/%(ƒ)
%(ƒ)
ƒ, eşitliğe duyarlı genelleştirilmiş ortalamaları ifade ederken, „ (ƒ), ƒ 'deki tüm
boyutların eşitsizliklerinin ölçümünü içerir. Dolayısıyla da refah ve eşitsizlik arasındaki
bağlantıyı kullanılarak yeni endeks, „ , şu şekilde oluşturulur:
„ (ƒ) = (ƒ) 1 − „ (ƒ)" = ƒ 1 − „ (ƒ)"
Sonuçta, yeni refah fonksiyon kümesine göre „ (ƒ) insani gelişme değeri, çok
boyutlu „ Atkinson ölçümü kullanılarak, ƒ boyutlarındaki eşitsizlik düzeylerinin
orijinal ĐGE (HDI) değerinden düşülmesiyle hesaplanmış olur (Foster vd., 2005, s. 19).
Son olarak Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi'nin oluşturulması
yolunda, insani gelişmede eşitsizlik unsurunun ölçülmesine yönelik bir diğer önemli
çalışma da Seth (2009)'in çalışmasıdır. Bu çalışmanın önceki çalışmalardan farkı,
diğerleri bölüşüme duyarlı (distribution sensitive) bir endeks oluşturma çabasında iken,
Seth (2009)'in, boyutlar arasındaki korelasyonu dikkate alan birleşime duyarlı
(association sensitive) bir endeks oluşturmaya çalışmasıdır. Seth (2009, s. 376) aynı
zamanda bu endeksin politika önerisi yönünden de bölüşüme duyarlı endekse göre daha
önemli olduğunu ifade eder. Buna göre, politika yapıcı, bölüşüme duyarlı endekste,
herhangi bir boyutta yoksul olan bir kişinin her üç boyutta da yoksul olmayabileceği
42
ε eşitsizlik parametresini ifade eder. 0 < ε < ∞ olmakla birlikte, ε' nin değeri ne kadar artarsa toplum
eşitsizliğe o ölçüde duyarlı hale gelir, yani toplum o ölçüde eşitsizdir (Aktan ve Vural, 2002, s. 19).
109
düşüncesi bir ikilem yaratabilir. Dolayısıyla birleşime duyarlı endeks, boyutlar
arasındaki ikamenin sosyal olarak kabul edilebilir bir derecesini ölçüm içerisinde zaten
uyarladığı için, her üç boyutun birleşimini içeren bu endeksin en küçük değeri politika
yapıcının odaklanacağı kişiyi ifade eder (Kovacevic, 2010b, s. 29). Ancak, bu endeks de
insani gelişmenin boyutları arasında ayrışmaya izin vermediğinden her boyutun toplam
insani gelişmeye katkısının hesaplanmasını zorlaştırır (Seth, 2009, s. 394).
Alkire ve Foster (2010), Designing the Inequality-Adjusted Human Development
Index başlıklı çalışmalarında, Foster vd. (2005) tarafından kullanılan metodolojide bazı
değişiklikler yaparak, toplam nüfus içerisinde, insani gelişmenin her boyutundaki
bölüşümün eşitsizliğe uyarlanmış halini dikkate alan yeni bir endeks ortaya
koymuşlardır. Bu endeks aynı zamanda 2010 yılı raporunda yayımlanan Eşitsizliğe
Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi'nin (EĐGE) de altyapısını oluşturmuştur. Bu ölçüm,
geometrik ortalamaların geometrik ortalaması olarak, her boyut için ayrı olarak
hesaplanmıştır. Buna göre EĐGE, nüfus içerisinde eşitsizlik olmadığı durumda değerin,
ĐGE'ye eşit olacağını ifade etmektedir (UNDP, 2010, s. 217; Kovacevic, 2010b, s. 29).
138 ülke için oluşturulan bu endeks, üç adımda hesaplanır. Đlk adımda, asıl
dağılımdaki (underlying distribution) eşitsizlik ölçülür. EĐGE, Atkinson (1970)
eşitsizlik ölçüm kümesine göre hesaplanır ve ε parametresini 1'e eşitler. Bu durumda, ˆ
geometrik ortalama, % aritmetik ortalama iken, eşitsizlik ölçümü  = 1 − ˆ/% olarak
hesaplanır. O halde, {N , … , N } konu edilen boyutlardaki esas dağılımı gösterdiğine
göre, 8 eşitliği -eğitim, sağlık ve gelir olmak üzere- her değişken için yeniden şu
şekilde ifade edilebilir43:
8 = 1 −
ŠN , … , N
‹
X
Đkinci adım, her bir boyuttaki ortalama erişimin, X , eşitsizliğe uyarlanmasıdır:
X * = X (1 − 8 ) = ‹ŠN , … , N
Bu durumda, dağılımın geometrik ortalaması, X *, dağılımdaki eşitsizliğe göre
ortalamayı azaltmış olur. Eşitsizliğe uyarlanmış gösterge endeksleri, Œ , ĐGE
boyutlarındaki göstergelerin 8 , (1 − 8 ) ile çarpılmasıyla elde edilir. O halde;
Œ = (1 − 8 )8
43
Elde edilen eşitlikte geometrik ortalama sıfırlı değerlere izin vermediğinden (ve dolayısıyla her boyut
için belirli uyarlamalara ihtiyaç duyulduğundan) ölçümde bazı uyarlamalara gidilmiştir (UNDP, 2010, s.
218). ĐGE göstergelerindeki dağılımın eşitsizliğinin ölçülmesi konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz.
Alkire ve Foster (2010) ve Kovacevic (2010b).
110
Eşitsizliğe uyarlanmış gelir endeksi ( ∗Œ ) logaritması alınmamış gayrisafi milli
gelir endeksi ( ∗ ) cinsinden hesaba alınır. Bu, EĐGE'nin gelir eşitsizliğinin tüm
etkilerini hesaba katmasını mümkün kılar (UNDP, 2010, s. 218).
Son olarak, üçüncü adımda ise, 'Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi'
hesaplanır. Bu endeks, eşitsizliğe uyarlanmış üç boyuttaki göstergelerin geometrik
ortalamasını ifade eder. Bu adımda, öncelikle logaritması alınmamış gelir endeksini
içeren EĐGE hesaplanır (EĐGE*). O halde;
Fİ#F ∗= ŽŒ Œ ∗ = Š(1 − X )X (1 − \ )\ (1 −  ) ∗
l
l
Logaritması alınmamış gelir endeksini içeren ĐGE de hesaplandıktan sonra
(ĐGE*), ĐGE*'ye göre her boyuttaki eşitsizlikleri içeren 'kaybın yüzdesi' hesaplanır:
‘M
ı{ = 1 −
Fİ#F ∗
l
= 1 − Š(1 − X )(1 − \ )(1 −  )
İ#F ∗
Gelir dağılımında eşitsizliği içeren yüzdelik kaybın, hem ortalama gelir hem de
logaritması için aynı olduğu varsayımıyla sonuç olarak EĐGE şu şekilde hesaplanır
(UNDP, 2010, s. 219):
Fİ#F ∗
l
Fİ#F = “
” İ#F = Š(1 − X )(1 − \ )(1 −  )İ#F
İ#F ∗
Şekil 3.Seçilmiş Ülkeler Đçin Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi Değerleri44
44
Đnsani Gelişme Endeksi ile Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksleri değerleri sırasıyla Çek
Cumhuriyeti için 0,841 ve 0,790; Kore Cum. için 0,877 ve 0,731; Peru için 0,723 ve 0,501; Ukrayna için
111
Eşitsizliğe göre hesaplanan yeni endekste ifade edilen kayıp düzeyi yüzdelik
olarak ifade edilir. Buna göre eşitsizliğe bağlı olarak, insani gelişmedeki toplam kayıp
% 22 iken, ülkeler arasında bu değer en düşük % 6 ile (Çek Cumhuriyeti) en yüksek %
45 (Mozambik) arasında değişmektedir (Klugman vd., 2011, s. 35). Aynı zamanda Şekil
3.'de de görüldüğü üzere, -yüzdelik kayıp ve EĐGE toplamını ifade eden- Đnsani Gelişme
Endeksi rakamlarında yüksek değerler sergileyen ülkeler genellikle daha adil bir
dağılıma sahip olmaya yatkındır (UNDP, 2010, s. 72). Öyle ki, çok yüksek insani
gelişme rakamlarına sahip ülkelerin eşitsizlik hesaplamaları sonrası ortalama -insani
gelişme- kaybı % 10 iken, düşük insani gelişme rakamlarına sahip ülkelerin % 32'dir.
3.4.3.8. Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi
Kadınlar ve erkekler, birlikte yaşarken, yaşamın içeriğini de paylaşırlar. Ancak
genellikle çoğu karmaşık koşullarda erkeklerle birlikte çalışmalarına rağmen, -eşit
olmayan sosyal koşullar nedeniyle- farklı mükafat veya yoksunluklara maruz kalırlar
(Anand ve Sen, 1995, s. 2). Bir toplumda eşit olmayan sosyal ve siyasal koşullar,
genellikle kadınların eşit olmayan insan kapasitelerine sahip olmasına izin verildiği
anlamına gelir (Nussbaum, 2000, s. 1)45. 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda
hesaplanan Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (CEE) de kadınların, üreme sağlığı, yetki ve
iktisadi aktiviteyi içeren üç boyuttaki dezavantajını yansıtmayı hedeflemektedir.
Dolayısıyla endeks, kadınlar ve erkeklerin, bu boyutlara erişimlerinde, aralarındaki
eşitsizlikten kaynaklanan insani gelişme kaybını ifade etmektedir (UNDP, 2010, s. 219).
Endekste sağlık göstergeleri olarak, anne ölüm oranı (aoo) ve ergen doğurganlık oranı
(edo); yetki göstergeleri olarak en az ortaöğretimden mezun kadın ve erkek nüfusu
(omn) ve parlamentodaki kadın ve erkek koltuk payları (pkp); iktisadi aktivite göstergesi
olarak da kadın ve erkek işgücüne katılım oranları (iko) ele alınmaktadır (UNDP, 2010,
s. 215).
CEE, Seth (2009) tarafından ortaya konulan birleşime duyarlı eşitsizlik ölçümü
temel alınarak hesaplanır. Spesifik olarak ise, Gaye vd. (2010, s. 8)'de belirtildiği üzere,
ilk kez 2010 yılında E. Zambrano tarafından ortaya konulan ve göstergeler arasındaki
0,710 ve 0,652; Namibya için 0,606 ve 0,338; Moldova için 0,623 ve 0,539; Gana için 0,467 ve 0,349;
Mozambik için ise 0,284 ve 0,155'tir. Kaynak için bkz. UNDP (2010) ve Klugman vd. (2011, s. 35).
45
Robeyns (2003b, s. 76-84), -asıl hedefinin Batı toplumlarında cinsiyet eşitsizliğini incelemek olduğunu
belirttiği- cinsiyet eşitsizliği ve kapasiteler üzerine yaptığı çalışmasında, yetki, ev işi ve piyasa dışı
hizmet, boş zaman aktiviteleri, hareketlilik (mobilite), din gibi kapasiteleri de içeren bir liste sunmuştur.
112
geometrik ortalamaların cinsiyetler arasındaki harmonik ortalamasını ifade eden belirli
bir yönteme göre ölçülür.
Ölçüme başlamadan önce, ilk olarak, anne ölüm oranı ve parlamentodaki kadın
payı göstergeleri uyarlamaya ihtiyaç duyar. Ardından her cinsiyet grubu için geometrik
ortalamalar kullanılarak boyutlar arasındaki toplam değer hesaplanır. Kadınlar için;
#Q = Ž(•–– —˜–)⁄ (™šuQ ‘Q )⁄ İ‘™Q .
l
Erkekler için ise; #\ = Š1(™šu\ ‘\ )⁄ İ‘™\ şeklinde hesaplanır.
l
Ardından, eşit olarak dağıtılmış cinsiyet endekslerine ulaşmak için, harmonik
ortalama kullanılarak, cinsiyetler arasında toplam değerler hesaplanır:
(#Q ) + (#\ ) "
›š(#Q , #\ ) =
2
Gruplar arasında geometrik ortalamaların harmonik ortalamasını kullanmak,
kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliği ele alır ve boyutlar arasındaki birleşimi
uyarlamış olur (UNDP, 2010, s. 220).
Bunun ardından, referans alınacak standardı belirleyebilmek adına her gösterge
için aritmetik ortalamaların geometrik ortalaması (# K , E ) hesaplanır. Sonuç olarak da
eşit olarak dağıtılmış cinsiyet endeksinin referans alınan standartla mukayesesi sonucu
CEE şu şekilde formüle edilir (UNDP, 2010, s. 220; Gaye vd., 2010, s. 16)46:
œFF = 1 −
›š(# , #— )
# K,E
Endeks değeri 0 ile 1 arasında değişir. Değerin "0" olması boyutlar arasında
cinsiyet eşitsizliğinin olmadığı anlamına gelir (Gaye vd., 2010, s. 16). 2010 yılı
raporunun hesaplamasına göre Hollanda 0,174'lük endeks değeri ile ilk sırada yer
alırken, Yemen 0,853'lük değeri ile son sırada yer almaktadır (UNDP, 2010, s. 156159). Yani Hollanda, ele alınan boyutlar arasında cinsiyet eşitsizliğinin en az olduğu
ülke olurken, Yemen, cinsiyet eşitsizliğinin en fazla sorun teşkil ettiği ülke olarak
görülmektedir.
Cinsiyet eşitsizliğine bağlı tahmini küresel insani gelişme kaybı % 56'dır. Bu
kayıpların çoğu, bölgelere göre bakıldığında, Güney Asya ve Sahra-altı Afrika
46
2010 yılı raporunda, örnek hesaplama Brezilya için yapılmış ve değer 0,632 olarak bulunmuştur. Bu
değer, hesaplamanın yapıldığı 138 ülke içerisinde Brezilya'yı 80. sıraya yerleştirmiştir. Brezilya'nın
sıralamadaki bu durumu, yüksek ergen doğurganlık oranına, kadınların parlamentodaki çok düşük payına
ve kadınlar ile erkekler arasındaki işgücüne katılım oranındaki görece yüksek farka bağlanmıştır (Gaye
vd., 2010, s. 18). Endeksin hesaplama yöntemi hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Gaye vd. (2010).
113
ülkeleriyle Arap devletlerinde yoğunlaşmaktadır. Nitekim, gelişmiş OECD ülkelerinde
bu kayıp % 32'ler düzeyindeyken, Güney Asya ülkeleri için kayıp % 74'tür47 (Gaye vd.,
2010, s. 18; Klugman vd., 2011, s. 37). Dolayısıyla bu endeks, sağlık, yetki ve işgücüne
katılım boyutlarında cinsiyet farklılıklarının önemine vurgu yapması nedeniyle, kritik
politika müdahaleleri için de önemli bir gösterge olarak durmaktadır.
3.4.3.9. Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi
Đnsani Gelişme Raporları'nda ortaya atılan ve bu bölümde incelenecek son
endeks Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇYE)'dir. Bu endeks, hanehalkı anketlerinden
elde edilen mikro verileri kullanarak sağlık, eğitim ve yaşam standartlarında bireysel
düzeyde var olan yoksunluğu tespit etmeyi amaçlar. Buna göre, veri hanedeki her birey
yoksunluk sayılarına bağlı olarak yoksul veya yoksul-olmayan olarak sınıflandırılır. Bu
veriler ardından ulusal yoksulluk ölçümünde bir araya getirilir (UNDP, 2010, s. 221).
Yoksunlukların ve yoksulluğun çok boyutlu olarak ele alınması, dolayısıyla
kendisini yalnızca tek bir yoksunluğa -gelir- odaklanan yoksulluk ölçümünden ayırır.
Ancak böylesi bir yaklaşımla insani yoksulluğun anlaşılması için yeterli bir ölçüm
yapılması mümkün olabilir (Anand ve Sen, 1997, s. 5). ÇYE, temellerini Sen (2004)'in
'kapasite yoksunluğu olarak yoksulluk' düşüncesinden ve Atkinson (2003)'un çok
boyutlu yoksulluğun ölçümüne ilişkin ölçüm yönteminden alır. BMGP tarafından
yayımlanan daha önceki yoksulluk endekslerinden de daha geniş bir görünüm sunar.
Bourguignon ve Chakravarty (2003, s. 25-26) de yoksulluğun çok boyutlu olarak
tanımlanması gereğini vurgular ve yoksulluğu 'işlevlilik eksikliği' veya daha geniş
olarak, bireyin refahının her boyuttaki eşik düzeylerinden (threshold levels) daha az
olma durumu olarak ifade eder. Dolayısıyla da, çok boyutlu bir yoksulluk ölçümünde,
her boyuttaki farklı yoksunluk derecelerini dikkate almak, analizin ilk adımını oluşturur.
Ölçümün yoksunluk göstergeleri ve metodolojisi 2010 yılı raporunun teknik
notlar kısmında ifade edilmiştir. Alkire ve Foster (2009) ve Alkire ve Santos (2010)'un
çalışmaları48 endeksin oluşturulmasına katkıda bulunmuşlardır. Endeks, 104 ülke için,
üç temel boyuttaki insan yoksunluklarına vurgu yapar. Buna göre, sağlık boyutunda iki,
eğitim boyutunda iki ve yaşam standardı boyutunda altı tane olmak üzere 10 parça
47
Türkiye'nin 2010 yılı raporunda yayımlanan CEE değeri ise 0,621'dir ve bu, Türkiye'yi 138 ülke
arasında 77. sıraya yerleştirmiştir. Türkiye'nin bu düşük değeri, genellikle kadınların düşük eğitim düzeyi
ve düşük işgücüne katılım oranlarından kaynaklanır (UNDP, 2010).
48
Özellikle Alkire ve Santos (2010)'un çalışması, hem endeksi ilk olarak ortaya atması hem de endeksin
metodolojisine ilişkin gerekli açıklamaları içerisinde barındırması açısından önemli bir çalışmadır.
114
yoksunluk göstergesi ele alınır. Sağlık boyutu için, çocuk ölüm oranı ve beslenme;
eğitim boyutu için, eğitim yılı ve çocukların eğitime katılımı; yaşam standardı için ise,
elektrik, içme suyu, sağlığın korunması, evin döşemesi, yiyecek için kullanılan yakıt ve
sahip olunan varlıklar, göstergeleri ifade eder. Maksimum değer 10'dur. Dolayısıyla her
boyut eşit ağırlıklı olmakla birlikte; sağlık ve eğitim boyutlarındaki göstergelerin her
biri 1,67 değerinde (5:3), yaşam standardı boyutundaki göstergelerin her biri ise 0,56
değerindedir (5:9) (UNDP, 2010, s. 221).
Çok boyutlu olarak yoksulu tanımlamak için; hanehalkı yoksunluğunu (c)
gözlemleyebilmek adına, her hanehalkının yoksunluk puanı özetlenir. "3" değeri, yoksul
ile yoksul-olmayanın ayrımında sınır değer olarak ele alınır. Eğer c değeri 3 veya 3'den
büyükse, bu birey (ve içinde yaşayan diğer herkes) çok boyutlu olarak yoksul kabul
edilir. 2 ile 3 arasında bir değere sahip olan bir hanenin ise çok boyutlu olarak yoksul
olma riskine karşı korunmasız olduğu ifade edilir (UNDP,2010, s. 221).
ÇYE, kafa sayım oranı ve yoksulluğun yoğunluğu olmak üzere iki ölçümün
ürünüdür. Kafa sayım oranı (), çok boyutlu olarak yoksul olan nüfusun payını ifade
eder. çok boyutlu olarak yoksul olan insanların sayısını ve de toplam nüfusu belirtir:
= / , olarak hesaplanır.
Yoksulluğun yoğunluğu () ise, ortalama olarak yoksunluğa sahip olan yoksul
insanların ağırlıklandırılmış göstergelerinin (f) payını ifade eder. Yalnızca yoksul
hanehalkları için yoksunluk rakamları özetlenir ve göstergelerin toplam değerine ve
yoksul insanların toplam sayısına bölünür (UNDP, 2010, s. 222):
∑ c
=
f
ÇYE, 2010 yılı raporunda 104 ülke için hesaplanmıştır ve sonuçlar, azgelişmiş
ülkeler için daha uygun görünmektedir. Endeks, özellikle Güney Asya ve Sahra-altı
Afrika ülkeleri ile yoksul Latin Amerika ülkelerindeki yaygın yoksunlukları gösterir.
Öyle ki, çok boyutlu yoksulluğun bölgesel oranları Avrupa ve Orta Asya'da bölge
nüfusunun % 3'ünü ifade ederken, Sahra-altı Afrika'sında ise % 65 düzeyine
ulaşmaktadır. Toplam çok boyutlu yoksul nüfusa bakıldığında ise, Güney Asya ülkeleri
ise, yaklaşık % 51'lik oranla çok boyutlu yoksulluk içerisinde yaşayan insanların en
fazla olduğu bölgedir. Sahra-altı Afrika ülkeleri ise yaklaşık % 28'lik oranıyla bu
115
ülkeleri takip etmektedir (Alkire ve Santos, 2010, s. 45; UNDP, 2010, s. 98)49. Tablo
11.'de de görüldüğü üzere, ele alınan ülkelerdeki toplam 5 milyar 230 milyonluk
nüfusun yaklaşık % 32'si çok boyutlu yoksulluk içerisindedir50 (Alkire ve Santos, 2010,
s. 30).
Tablo 11
Dünya ve Bölgelerarası Çok Boyutlu Yoksulluk Ölçüm Değerleri
Toplam Nüfus
(milyon, 2007)
Çok boyutlu olarak
yoksul nüfus
(milyon, 2007) ve
bölge toplam
nüfusuna oranı
Avrupa ve Merkez
24
400
Asya
Arap Devletleri
11
217,5
Latin Amerika ve
18
491
Karayipler
Güney Asya
5
1.544
Doğu Asya ve
9
1.868
Pasifik
Sahra-Altı Afrika
37
710,4
104
5.230,9
Toplam
Kaynak: Alkire ve Santos, 2010, s. 45; UNDP, 2010.
12,2 (% 3)
Çok boyutlu
olarak yoksul
nüfusun toplam
çok boyutlu
olarak yoksul
nüfusa oranı
% 0,7
38,9 (% 17,9)
51 (% 10,4)
% 2,3
% 3,1
843,8 (% 54,7)
255 (% 13,7)
% 50,9
% 15,4
458 (% 64,5)
1.658,9 (% 31,7)
% 27,6
% 100
Bölgeler
Hesaplamada ele
alınan ülke sayısı
Ne var ki, ÇYE de özellikle veri kısıtlarından kaynaklanan bir takım kusurlar
içermektedir. Đlki, her boyut için uygun veriler bulunmadığından, göstergeler hem
eğitim yılı gibi bir çıktı, hem yiyecek için kullanılan yakıt gibi bir girdi, hem de çocuk
ölüm oranı gibi bir stok gösterge olmak üzere farklı gösterge türlerini içerisinde
barındırır. Đkincisi, sağlık verileri görece zayıftır veya verilerin içeriği yetersizdir.
Üçüncüsü, bazı durumlarda eksik veriye odaklanan dikkatli kararların verilmesi
gerekmektedir. Dördüncüsü, şiddetli hane içi eşitsizliklerin olacağı bilinmekle birlikte,
bunun ölçülebilmesi zordur ve dikkate alınmaz. Beşincisi, endeks, yoksullar arasındaki
eşitsizliği yansıtmaz. Son olarak da, ülke tahminleri elde olan verilerle yapıldığından ve
veriler 2000 ile 2008 yılları arası farklı yılları içerdiğinden ülkeler arası kıyaslamaları
da kısıtlamaktadır (UNDP, 2010, s. 99-100).
49
Bu, özellikle Hindistan'ın yoğun nüfusu ve bu ülkedeki yoksul nüfusla ilişkilendirilebilir. Öyle ki, sekiz
Hindistan eyaletinde, 421 milyon çok boyutlu olarak yoksul insan yaşamaktadır. Bu rakam, 26 Afrika
ülkesindeki 410 milyonluk çok boyutlu yoksul nüfusun daha fazlasını ifade eder (UNDP, 2010, s. 98)
50
2010 yılı ĐGR'de 2010 yılı nüfus verileri ele alınarak hesaplanan toplam çok boyutlu yoksul nüfus yaklaşık- 1 milyar 750 milyondur (UNDP, 2010, s. 96). Hesaplamanın öncüsü olan Alkire ve Santos
(2010, s. 30-33, 45)'un 2007 yılı nüfus verilerini kullanarak yaptığı hesaplamada ise 1 milyar 659 milyon
insan çok boyutlu yoksul olarak ifade edilmiştir. Ayrıca aynı ölçüme göre, bu nüfusun 1 milyar 388
milyonluk kısmı da kırsal alanlarda yaşamaktadır.
116
Son olarak, Tablo 12., 2010 yılı ĐGR'de sunulan tüm endekslerin boyutlarına,
göstergelerine ve hesaplanmasına ilişkin özet bilgileri içermektedir (UNDP, 2010: 215):
Tablo 12. 2010 Yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda Yayımlanan Endekslerin Hesaplanması
Đnsani
Gelişme
Endeksi
(ĐGE)
Boyutlar
Uzun ve sağlıklı
yaşam
Göstergeler
Doğumda yaşam
beklentisi
Boyut
endeksi
Yaşam beklentisi
endeksi
Bilgi
Ortalama
eğitim yılı
Đyi bir yaşam
standardı
Beklenen
eğitim yılı
Eğitim endeksi
PPP cinsinden
kişi başına gelir
Gelir endeksi
Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE)
Eşitsizliğe
Uyarlanmış
Đnsani
Gelişme
Endeksi
(EĐGE)
Boyutlar
Uzun ve sağlıklı
yaşam
Göstergeler
Doğumda yaşam
beklentisi
Boyut
endeksi
Yaşam beklentisi
Eğitim yılı
Gelir/tüketim
Eşitsizliğe
uyarlanmış
endeks
Eşitsizliğe
uyarlanmış
yaşam beklentisi
endeksi
Eşitsizliğe uyarlanmış eğitim
endeksi
Eşitsizliğe
uyarlanmış gelir
endeksi
Bilgi
Ortalama
eğitim yılı
Đyi bir yaşam
standardı
Beklenen
eğitim yılı
PPP cinsinden
kişi başına gelir
Eşitsizliğe Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi (EĐGE)
Cinsiyet
Eşitsizliği
Endeksi
(CEE)
Boyutlar
Göstergeler
Boyut
endeksi
Sağlık
Anne
ölüm
oranı
Yetki
Ergen
doğurganlık
oranı
En az orta
öğretimden
mezun kadın
ve erkek nüfus
Kadın üreme
sağlığı endeksi
Kadın yetki
endeksi
Đşgücü piyasası
Parlamentoda kadın ve
erkek koltuk
payları
Kadın işgücü
piyasası
endeksi
Kadınlar için
cinsiyet
endeksi
Kadın ve erkek
işgücüne katılım
oranları
Erkek
yetki
endeksi
Erkek
işgücü
piyasası
endeksi
Erkekler için
cinsiyet endeksi
Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (CEE)
Çok
Boyutlu
Yoksulluk
Endeksi
(ÇYE)
Boyutlar
Göstergeler
Yoksulluk
ölçümleri
Sağlık
Beslenme
Eğitim
Çocuk
ölüm
oranı
Eğitim
yılı
Kafa sayım oranı
Okula
kayıtlı
çocuk
Yaşam Standardı
a) Yiyecek için yakıt,
b) tuvalet, c) su, d) elektrik,
e) temiz döşeme, f) varlıklar
Yoksulluğun yoğunluğu
Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇYE)
Kaynak: UNDP, 2010, s. 215.
117
BÖLÜM IV
ĐNSANĐ GELĐŞME ĐLE NEOLĐBERAL POLĐTĐKALARIN GELĐŞMEKTE
OLAN ÜLKELER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
4.1. Gelişmekte Olan Ülkeler ve Đnsani Gelişmenin Önemi
Son yıllarda hızla gelişen teknoloji ile birlikte ortaya çıkan çarpıcı yenilikler ve
değişimler, dünya üzerinde yaşayan insanların birbirileriyle etkileşimlerini de önemli
ölçüde değiştirmiştir. Değişim kavramıyla birlikte böylece artık 'yeni dünya düzeni'
olarak adlandırılan bir düzen içine girilmiştir. Küreselleşme olarak adlandırılan bu olgu
ile birlikte dünyadaki farklı sosyo-ekonomik yapılar da birbirinin içine girerek
bütünleşmeye başlamış ve her anlamda -sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasaldünyaya açılma ve dünya ile bütünleşme söz konusu olmuştur.
4.1.1. Gelişmekte Olan Ülkelerin Karakteristik Özellikleri
Dünyadaki farklı sosyo-ekonomik yapıların birbirleriyle bütünleşme çabası
özellikle gelişmekte olan ülkelere özgü karakteristik sorunların da ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Günümüz gelişen dünyasında ülkeler arasında büyük farklılıkların olduğu
açıktır. Bu farklılıklar veya karakteristik sorunlar, bazı ülkelerin neden zengin,
diğerlerininse neden yoksul olduğunun altında yatan nedenlerin en önemlisidir. Bir
ülkeyi diğerlerinden daha zengin kılan unsurlar, oldukça ilgi görmektedir. Çoğu iktisatçı
ulusların farklı zenginlik düzeylerini, salt iktisadi nedenlere bağlarken, diğerleri coğrafi,
hukuki, politik, kültürel, dini veya tarihi gibi farklı nedenlere bağlamaktadır.
Az gelişmiş (veya daha genel olarak gelişmekte olan) ülkelerin karakteristik
özellikleri incelendiğinde, bu ülkelerin birtakım 'kronik' sorunlarla baş etmeye
çalışmakta oldukları görülmektedir. Bunlardan ilki, bu ülkeler içerisinde bir
kısırdöngünün varlığıdır. Çünkü çok düşük gelir düzeyleri -daha önceki bölümde ifade
edildiği gibi- düşük verimlilik ve iktisadi durgunlukla sonuçlanır. Elbette bu
kısırdöngüden kurtulmanın birtakım yolları mümkündür. Öyle ki, mevcut dönemde
hızla gelişme gösteren G. Kore ve Tayvan gibi ülkelerin de bir zamanlar dünyanın en
fakir ülkeleri arasında oldukları bilinmektedir. Zaman içerisinde bu ülkeler bulundukları
kısırdöngüden kurtularak gelişme kaydetmişlerdir (Todaro ve Smith, 2009, s. 57).
118
Bir diğer özellik, dünya üzerindeki farklı 'beşeri sermaye' düzeyleridir. Eğitim,
sağlık ve beceriler düzeyinde tanımlandığında, gelişmekte olan ülkelerin çok büyük bir
düzeyinin hala çok büyük sorunlarla karşı karşıya olduğu görülmektedir. Hızlı gelişme
gösteren gelişmekte olan ülkelerin eğitim ve sağlık standartları, gelişmiş ülkelerin
standartlarına daha yakın olsa da, daha düşük gelir düzeyli ülkeler hem eğitim hem de
sağlık konusunda çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Her ne kadar Doğu Asya ülkeleri
sağlık konusunda görece daha iyi durumda olsalar da, Sahra-altı Afrika ülkeleri halen
yetersiz beslenme, sıtma, AIDS ve parazit enfeksiyonu gibi sorunlarla mücadele etmeye
devam etmektedir. Şekil 4. bu ülkelerde yaşanan sağlık problemlerinin yalnızca bir
boyutunu gözler önüne sermektedir. Güney Asya ülkeleri de bir takım gelişmeler
kaydediyor olsalar da1 halen hem yüksek oranda okuryazar olmama, düşük okullaşma
gibi eğitim sorunları, hem de yetersiz beslenme gibi sağlık sorunları yaşamaya devam
etmektedir (Todaro ve Smith, 2009, s. 59).
Okyanusya
Karayipler
Ortadoğu ve Kuzey Afrika
Doğu Asya
Batı ve Orta Avrupa
Doğu Avrupa ve Orta Asya
Orta ve Güney Amerika
Kuzey Amerika
Güney ve Güneydoğu Asya
29
57
240
240
180
460
350
770
630
820
760
1.400
1.100
1.400
1.200
1.500
3.800
4.100
20.300
22.500
Sahra-altı Afrika
2001 yılı
2009 yılı
Şekil 4. HIV/AIDS ile yaşayan çocuk ve yetişkin insan sayısı (bin)
Kaynak: UNAIDS (2010).
Bu ülkelere ait üçüncü karakteristik özellik, bu ülkelerdeki yüksek eşitsizlik ve
mutlak yoksulluk düzeyleridir. Dünyada, en zengin yüzde %20'lik kesim ile en yoksul
%20'lik kesimin milli gelirden aldıkları paylar arasında büyük eşitsizlikler
1
Gelişmekte olan ülkelerin de zaman içerisinde birtakım gelişmeler gösterdikleri özellikle Đnsani Gelişme
Raporları'nda da değinilen bir konudur. Bu çerçevede, Hindistan'da da eğitim ve sağlık sorunları devam
etmekle birlikte, örneğin bu ülkede ilkokula kayıt oranı (net) 1990'lardaki %68'lik düzeyden, 2008 yılında
%91 düzeyine çıkmıştır. Aynı şekilde Bangladeş'te de ilkokula kayıt oranı (net), 1990'lardaki %64'lük
düzeyden %86 düzeyine çıkmıştır.
http://data.worldbank.org/indicator/SE.PRM.NENR/countries/BD-8S-XM (Erişim Tarihi: 03.05.2011).
119
görülmektedir2 (UNDP, 1996, s. 13). Bugün, küresel olarak en yoksul %20'lik kesim,
dünya gelirinden %1,5'luk bir pay almakta ve yaklaşık bir milyar insan günlük bir
doların altında bir gelirle hayatlarına devam etmektedir. Eşitsizliğin özellikle Sierra
Leone, Lesotho ve Güney Afrika gibi Afrika ülkelerinde en yüksek düzeylere eriştiği
görülmekle birlikte, özellikle Ortadoğu ve Sahra-altı Afrika ülkeleri için büyük sorunlar
teşkil ettiği gözlemlenmiştir. Bir ülkedeki yoksulluğun boyutları milli gelirin ortalama
düzeylerine ve bunun dağılımının eşitsizlik derecelerine bağlı olduğu varsayımı altında,
gelir ne kadar eşitsiz dağıtılmışsa, yoksulluğun görülme derecesi o kadar artacaktır.
Dolayısıyla düşük ortalama gelir düzeylerine bağlı olarak bugün, aşırı yoksulluk
içerisindeki yoksulların büyük bir kısmı Sahra-altı ülkelerinde ve Güney Asya'da
yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar (Todaro ve Smith, 2009, s. 59-61).
Diğer bir özellik, bu ülkelerde görülen yüksek nüfus artış oranlarıdır. Sanayi
Devrimi'nden bu yana dünya nüfusu büyük oranlarda artış göstererek, 1800 yılında 1
milyar insandan, 1900 yılında 1,65 milyar insana ve 2000 yılında 6 milyar insana
ulaşmıştır. Hızlı nüfus artışı, Avrupa ve diğer bugünün sanayileşmiş ülkelerinde
başlamış olsa da, son yıllarda gelişmekte olan ülkeler çok daha hızlı nüfus artış
oranlarına ulaşmışlardır. Öyle ki bugün dünya nüfusunun 5/6'sından daha fazlası
gelişmekte olan ülkelerde yaşamlarını sürdürmektedir3 (Todaro ve Smith, 2009, s. 62).
Beşinci özellik, bu ülkelerdeki sosyal farklılaşmanın (farklı gruplara ayrılma)
çok yüksek düzeyde olmasıdır. Düşük gelirli ülkeler genelde daha sık olarak etnik, dilsel
veya diğer başka sosyal gruplara ayrılma eğilimindedirler (Todaro ve Smith, 2009, s.
63). Bu bağlamda literatürde etnik çeşitliliğin iktisadi performans üzerindeki etkilerini
incelemeye odaklanan birçok çalışma mevcuttur. En önemlilerinden biri olan Easterly
ve Levine (1997), Afrika'nın ekonomik yapısına değindikleri çalışmalarında, bu kıtadaki
ülkelerin karşı karşıya oldukları yetersiz büyüme -ve dolayısıyla düşük gelire sahip
olma- sorununun düşük oranda okullaşma, siyasi istikrarsızlık, gelişmemiş finansal
2
Gelir eşitsizliği, Türkiye için de sorun teşkil eden bir durumdur. Öyle ki, Türkiye'de en zengin yüzde
%20'lik kesimin milli gelirden aldığı pay 2008 yılına göre %45,8 iken, en yoksul yüzde %20'lik kesimin
milli gelirden aldığı pay %5,7'dir. Türkiye için Gini endeks değeri de aynı yıl 40,0 olarak gerçekleşmiştir.
http://data.worldbank.org/topic/poverty (Erişim Tarihi: 04.05.2011).
3
Bu ülkelerdeki kaba (crude) doğum oranı, gelişmiş ülkelere göre çok daha fazladır. Dünya Bankası 2009
yılı verilerine göre, -ortalama olarak- Sahra-altı Afrika ülkelerinde bu oran 1000 kişi başına 38 iken,
Güney Asya ülkelerinde 1000 kişi başına 24, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde 1000 kişi başına 23
ve Latin Amerika ve Karayip ülkelerinde ise 1000 kişi başına 18'dir (değerler azalma eğilimindedir).
Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde bu rakam, kısmen Çin'deki doğum kontrol uygulamalarına da bağlı
olarak diğerlerine nispeten düşüktür ve 1000 kişi başına 14'dür. Yüksek gelirli ülkelerde ise bu rakam
1000 kişi başına 11-12 kişi düzeylerindedir. Sonuç olarak özellikle Sahra-altı Afrika ülkelerinin, gelişmiş
ülkelere göre 3 kattan daha fazla kaba doğum oranı rakamlarına ulaştığı görülmektedir.
http://data.worldbank.org/indicator/SP.DYN.CBRT.IN (Erişim Tarihi: 04.05.2011).
120
sistemler, çarpık yabancı döviz piyasaları, yüksek bütçe açıkları ve yetersiz altyapı gibi
iktisadi ve iktisadi olmayan bir çok başka faktör tarafından belirlendiğini ifade
etmişlerdir. Aynı zamanda yüksek etnik çeşitliliğin, düşük oranda okullaşma,
gelişmemiş finansal sistemler, çarpık yabancı döviz piyasaları ve yetersiz altyapıyla
yakından ilişkili olduğu sonucuna ulaşmışlardır (Easterly ve Levine, 1997, s. 1241).
Collier (1998, s. 12) de etnik olarak gruplara ayrılmış toplumların daha homojen
toplumlara göre daha kötü iktisadi performans göstermelerinin olası olduğuna değinmiş,
aynı zamanda böylesi bir farklılaşmanın sivil savaş ve şiddetli çatışmaların nedeni
olduğuna yönelik bir varsayımın da olduğunu belirtmiştir. Bunun da Afrika'daki düşük
oranda büyüme ve yüksek oranda sivil savaş örnekleriyle desteklendiğini ifade etmiştir4.
Gerçekten de etnik özellikler ve din faktörü kalkınma çabalarının başarısı veya
başarısızlığında çok önemli bir rol oynamaktadır. Todaro ve Smith (2009, s. 64)'e göre
de bir ülkede ne kadar fazla etnik, dil ve din farklılaşması varsa, o ülkede o kadar iç
mücadele ve siyasi istikrarsızlık mevcuttur. Dolayısıyla da Güney Kore, Tayvan,
Singapur ve Hong Kong gibi halihazırdaki başarılı kalkınma deneyimlerine sahip
ülkelerin kültürel olarak homojen toplumlarda meydana gelmesi oldukça olağandır.
Alesina vd. (2003, s. 183) de elde ettikleri ampirik sonuçlar neticesinde, etnik ve dilsel
farklılaşmanın -dine nazaran daha fazla oranda- hem çıktı (büyüme) bazında iktisadi
başarının, hem refah kalitesinin (okuryazarlık oranı gibi), hem de kurumların kalitesinin
(politik özgürlük gibi) önemli belirleyicileri olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
Dünyadaki azgelişmiş ülkelerin yarısından fazlası halihazırda etnik iç çatışma
tecrübesi geçirmişlerdir. Sadece 1990'lı yıllarda Afganistan, Ruanda, Mozambik, Sri
Lanka, Irak, Hindistan, Somali, Etiyopya, Liberya, Angola, Myanmar, Sudan,
Yugoslavya, Haiti, Endonezya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde gerçekleşen etnik
ve dini çatışmalar onlarca ölüm ve yıkıma neden olmuştur (Todaro ve Smith, 2009, s.
64). Öyle ki, Ruanda'da 1994 yılında Hutu ve Tutsi'ler arasında gerçekleşen iç
çatışmada toplam nüfusun % 13'ünü ifade eden 1.1 milyon insanın öldüğü (Reyntjens,
2004, s. 178), soykırım döneminde cinsel istismara uğrayan5 ve yaşamlarını sürdüren
4
Burada Collier (1998)'in çalışmasına bağlı olarak değinilmesi gereken bir konu mevcuttur: Collier
(1998, s. 12), çok yüksek oranda gruplara ayrılmış toplumların, çok düşük oranda gruplara ayrılmış
toplumlardan daha güvenli olduğuna değinmeyi de ihmal etmez, asıl sorunun orta-derecede (middlelevels) bir gruplara ayrılma olduğunu ve böylesi bir farklılaşma düzeyinin şiddete yatkın olduğunu ve
iktisadi büyümeyi olumsuz etkilediğini belirtir. Ayrıca yine aynı çalışmasında, etnik olarak gruplara
ayrılmış ülkelerde siyasi kurumların, daha homojen ülkelere göre daha fazla önem arz ettiği sonucuna
ulaşır ve barış koşullarına demokratik bir yapılanmayla erişileceğini ifade eder.
5
Halihazırda iç savaş yaşamış bir çok başka ülke de, tecavüzün bir savaş silahı olarak kullanılmasına
örnek olarak verilebilir. Aslında son yirmi yıldır Burundi, Kongo Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti,
121
kadınların yüzde %70'inin HIV pozitif olduğu6 (Kayitesi-Blewitt, 2006, s. 318),
dolayısıyla böylesi bir şiddet olayının ölüm oranı, hastalık oranı ve fiziksel, psikolojik
ve sosyal sakatlıkla doğrudan ilintili olduğu (Krug vd., 2002, s. 222), sonucunda da
insani gelişmeyi büyük sekteye uğrattığını göz ardı etmemek gerekir.
Gelişmekte olan ülkelere ait bir diğer özellik, kırsal nüfusun fazlalığına rağmen
hızlı kırdan kente göç düzeyidir. Tablo 13.'de de görüldüğü üzere, gelişmekte olan
ülkelerde, kırsal kesimde yaşayan nüfusun oranı gelişmiş ülkelere göre daha fazladır.
Kırsal alanlar, nispeten daha yoksuldurlar ve piyasa olanaklarını kaçırma, kısıtlı bilgiye
ve toplumsal tabakalaşmaya sahip olma gibi sorunlardan daha yoğun olarak zarar
görmektedirler. Aynı zamanda kırsal nüfusun kente göç oranı da hızlı bir şekilde
artmaktadır ve bu da kendine özgü daha birçok problemi beraberinde getirmektedir
(Todaro ve Smith, 2009, s. 65).
Tablo 13
Gelişmiş Ülkelerin ve Gelişmekte Olan Bölgelerin Kentsel Nüfus Payları
Bölge
Toplam Nüfus (milyon, 2010)
6,892
Dünya
1,236
Gelişmiş Ülkeler
5,656
Gelişmekte Olan Ülkeler
865
Sahra-altı Afrika
209
Kuzey Afrika
1,755
Güney-Merkez Asya
597
Güneydoğu Asya
1,571
Doğu Asya
235
Batı Asya
586
Latin Amerika ve Karayipler
295
Doğu Avrupa Ülkeleri
Kaynak: Population Reference Bureau (2010).
Kentsel Nüfus Payı (%)
50
75
44
35
50
31
42
52
69
77
69
Gelişmekte olan ülkelere ait yedinci özellik, bu ülkelerdeki düşük sanayileşme
ve imalat ihracatı düzeyleridir. Sanayileşme, ulusal iktisadi güç kazanımı açısından
önemli bir yer tutar ve yüksek verimlilik ve yüksek gelirle de yakından ilişkilidir.
Ancak, özellikle çoğu Afrika ve Asya ülkesi için halen tarım, üretimde büyük yer tutar
ve bu üretime dayalı istihdam da genel toplam içerisinde büyük paya sahiptir. Elbette
düşük sanayileşme düzeyine bağlı olarak bu ülkeler, görece düşük tarımsal ürün ve
maden ihracatına bağlı bir dış ticaret politikası izlerler (Todaro ve Smith, 2009, s. 65).
Çad, Fildişi Sahili, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Etiyopya, Liberya, Nijerya, Ruanda, Sierra Leone,
Somali, Sudan ve Uganda'da bu tür cinsel istismar olayları rapor edilmiştir (Arieff, 2009). Bunlardan bir
tanesi olan ve 1991-2002 yılı arasında iç savaş yaşayan Sierra Leone'deki cinsel istismar olaylarının
değerlendirmesini içeren bir çalışma için bkz. Denov (2006).
6
Soykırım döneminde cinsel istismara uğrayan on yedi kurbanın gözünden, soykırımı ve cinsel istismar
sonrası hayatlarına devam etme cesaretlerini anlatan bir çalışma için bkz. de Brouwer ve K-Chu. (2009).
122
Bir başka özellik de, gelişmekte olan ülkelerin içinde bulunduğu coğrafyanın
olumsuz etkileridir. Đktisat literatüründe ülkelerin bulundukları coğrafya ile iktisadi
kalkınma arasındaki ilişkiye değinen ve farklı bakış açılarını içeren bir çok çalışma
(Landes, 1998; Gallup vd., 1999; Rodrik vd., 2002, Bosker ve Garretsen, 2008)
mevcuttur. Örneğin; entegrasyon, kurumlar ve coğrafyanın gelir düzeyi arasındaki
ilişkisini inceleyen çalışmalarında Rodrik vd. (2002, s. 12, 24), coğrafyanın gelir düzeyi
üzerinde dışsal bir etkisinin bulunduğunu, kurumların kalitesine de bağlı olarak gelir
düzeyinin artırılmasını dolaylı olarak etkilediğini ifade etmişlerdir. Đktisadi ve siyasi
kurumların yanında coğrafyanın iktisadi kalkınmada oldukça önemli bir rol oynadığını
ifade eden Gallup vd. (1999) ise, elde ettikleri ampirik sonuçlara göre, merkezi
piyasalara uzaklığın iktisadi büyüme ile ilişkisine ait güçlü sonuçlara ulaşamamakla
birlikte7, tropik iklimin iktisadi büyüme üzerinde olumsuz, kıyı şeridinde yaşayan
nüfusun fazlalığın ise olumlu etkisi olduğu sonucuna ulaşmışlar, aynı zamanda tropik
iklimin de sıtma hastalığının yaygınlığıyla yakından ilişkili olduğunu ifade etmişlerdir.
Ardından sonuçlarını bölgeler bazında incelemişler ve özellikle Afrika'nın tropikal
konumundan etkilendiğini ve dolayısıyla bu bölgede sıtma hastalığının fazla yaygın
olduğunu, kıyı şeridinde yaşayan nüfusun payının ise az olduğunu belirtmişlerdir
(Gallup vd., 1999, s. 26). Gerçekten de gelişmekte olan ülkelerin çoğu tropikal veya
astropikal (dönence altı) bölgelerde konumlanmışlardır. Coğrafi konumları itibariyle, bu
ülkeler, tropik iklime özgü zararlı ve parazitlerden, sıtma gibi bölgesel hastalıklardan,
su kaynakları kısıtlarından ve aşırı sıcaklardan diğer ülkelere göre daha fazla zarar
görmektedirler. Ayrıca bu ülkeler, petrol-zengini Basra Körfezi ülkeleri istisna olmak
üzere, genelde doğal kaynaklar yönünden de yoksuldurlar (Todaro ve Smith, 2009, s.
67)8. Son olarak kalkınma sorunlarına doğal çevre açısından yanıt verme çabasında olan
Jared Diamond'un Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı eseri de bu bağlamda önemlidir.
Ülkelerin kalkınmalarının 'coğrafi şans'a bağlı olduğuna değinen ve otuz yıldan uzun
süre Yeni Gine'de araştırma yapan Diamond (2010) da, sonuç olarak ülkeler arasındaki
farklı kalkınma düzeylerini coğrafi koşullara bağlamaktadır.
7
Coğrafi olarak, piyasaya erişim konusunda Bosker ve Garretsen (2008), 48 Sahra-altı Afrika ülkesi
üzerinde 1993-2002 yılları arasını kapsayan ampirik bir çalışma yapmışlar ve piyasaya erişimin kişi
başına geliri her zaman olumlu olarak etkilediği sonucuna ulaşmışlardır.
8
Elbette coğrafya faktörü, bir kader olarak da görülmemelidir. Halihazırda Sahra-altı ülkelerinde tropikal
hastalıkların kontrolü üzerine büyük çabalar harcanmaktadır. Aynı zamanda coğrafi konumun kader
olmamasından hareketle, Malezya ve Singapur gibi ülkelerin de benzer tropikal iklime sahip olduklarını
belirtmekte de fayda vardır. Bu ülkeler de geçmişlerinde sıtma hastalığıyla büyük sorunlar yaşamışlardır.
Ancak ulusal çapta bilinçli bir projeyle bu hastalığı ülkelerinden yok etmişlerdir.
123
Burada gelişmekte olan ülkelerle ilgili değinilecek bir diğer özellik, bu
ülkelerdeki azgelişmiş finansal ve diğer piyasalardır. Aksak piyasaların ve eksik
bilginin varlığı bu ülkelerde oldukça yaygındır; bu nedenle yerel piyasalar, özellikle de
finansal piyasalar daha verimsiz bir şekilde işler (Todaro ve Smith, 2009, s. 67).
Dolayısıyla, böylesi bir olumsuz özelliğin varlığı, bu ülkelerin gelişme süreçlerinin
yavaşlamasında önemli bir etkide bulunur.
Gelişmekte olan ülkelere ait onuncu ve sonuncu karakteristik özellik ise, bu
ülkelerin sömürgeciliğin etkilerinden kurtulamamalarıdır. Çünkü tarihsel çerçevede bu
ülkelerin çoğu bir zamanlar Avrupa ülkelerinin sömürgesi oldukları için, genellikle daha
önce sömürgesi oldukları bu gelişmiş ülkeler tarafından kurulan kurumların etkisi
altında kalkınmalarını gerçekleştirmeye çalışırlar ve bu kurumların özellikleri
sömürgecilik döneminin özelliklerini taşıdığından genelde bu ülkeler için olumsuz
etkiler doğururlar. Bununla bağlantılı olarak değinilmesi gereken bir diğer konu da bu
ülkelerin uluslararası ilişkilerde örgütlenme sorunları yaşadıkları ve etkili durumda
olmadıklarıdır. Dolayısıyla da uluslararası pazarlık konularında da gelişmiş ülkelere
göre çok daha zayıf konumdadırlar (Todaro ve Smith, 2009, s. 68-69).
Dünya nüfusunun oldukça büyük bir kısmını oluşturan gelişmekte olan ülkelere
ait bu karakteristik özellikler, onların kalkınma çabalarında karşılaştıkları zorlukların
anlaşılması açısından da önemlidir. Bu nedenle evrensel geçerliliği olan politikaların
uygulanması yerine farklı bölgelerin farklı olumsuz karakteristik özelliklerini giderecek
çok boyutlu bir anlayışa gereksinim duyulmaktadır.
4.1.2. Gelişmekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelişmenin Önemi ve Seçilmiş
Gelişmekte Olan Ülkeler Đçin Đnsani Gelişmenin Đncelenmesi
Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma düzeylerinin ve yaşam standartlarının
anlaşılması için 'insani gelişme' düzeylerinin anlaşılması çok daha önemlidir. Bu
bağlamda 'Đnsani Gelişme Endeksi' olarak bilinen endeksin farklı gelişmekte olan
ülkeler için ne anlam ifade ettiği ve bu sürecin, bu ülkeler için önemine değinilecektir.
Đnsani Gelişme Endeksi'nin tarihsel olarak gelişimi, farklı ülke grupları arasında
incelendiğinde, ülkeler arasındaki insani gelişme farkları9 açık bir şekilde ortaya
9
Kenny (2011, s. 4-13), küresel kalkınmanın aslında doğru yolda ilerlediğini, Afrika ülkelerinin ve diğer
bazı ülkelerin gelir büyümesinde sorun yaşamalarına rağmen, sağlık, eğitim, cinsiyet eşitliği, güvenlik ve
insan hakları konularında tarihi olarak benzersiz gelişme kaydettiklerini ve sadece gelire odaklanmanın
bu gelişmeleri göz ardı ettiğini ifade eder. Aynı zamanda Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin de
124
çıkmaktadır. Tablo 14.'de de görüldüğü üzere, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan
ülkeler arasında gözle görülür insani gelişme farkları varken, özellikle Sahra-altı Afrika
ülkeleri gelişmiş ülkelerin çok gerisinde kalmakta, Güney Asya ve Arap Devletleri de
bu ülkelere göre nispeten düşük insani gelişme değerleri göstermektedir. Ancak, Güney
Asya ve Arap Devletleri'nin son 30 yıldaki insani gelişme değerlerinin gelişimi dikkate
değerken, insani gelişme düzeylerinde en hızlı gelişmeyi Doğu Asya ve Pasifik
Ülkeleri'nin, en ağır gelişmeyi de Sahra-altı Afrika ülkelerinin gösterdiği görülmektedir.
Tablo 14
Ülke Grupları Arasında Đnsani Gelişme Endeksi Trendinin Karşılaştırılması
Bölgeler/Yıllar
1980
1990
2000
0.754 0.798 0.852
OECD ülkeleri
(Gelişmiş ülkeler)
0.701 0.761 0.799
OECD-dışındaki
Gelişmiş Ülkeler:
0.396 0.470 0.525
Arap Devletleri
0.503 0.660 0.648
Avrupa ve Orta
Asya Ülkeleri
0.383 0.466 0.559
Doğu Asya ve
Pasifik Ülkeleri
0.573 0.614 0.660
Latin Amerika ve
Karayipler
0.315 0.387 0.440
Güney Asya
0.293 0.354 0.315
Sahra-altı Afrika
Kaynak: UNDESA (2009), Barro ve Lee (2010),
2005
0.868
2006
0.871
2007
0.874
2008
0.876
2009
0.876
2010
0.879
0.829
0.833
0.838
0.839
0.840
0.844
0.562
0.679
0.565
0.687
0.571
0.694
0.576
0.699
0.583
0.698
0.588
0.702
0.600
0.610
0.621
0.629
0.636
0.643
0.681
0.689
0.695
0.700
0.699
0.704
0.481 0.489 0.499 0.504 0.510 0.516
0.366 0.372 0.377 0.379 0.384 0.389
UNESCO Institute for Statistics (2010), World Bank
(2010b) ve IMF (2010) verileriyle Birleşmiş Milletler Gelişme Programı veritabanından yararlanarak
oluşturulmuştur. http://hdrstats.undp.org/en/tables/default.html (Erişim: 28.05.2011).
Ortaya çıkışından bu yana ĐGE incelendiğinde, insani gelişme düzeylerinde
önemli bir ilerlemenin olduğu görülmekte10, ama aynı zamanda bu ilerlemenin ülkeler
arasında farklılıklar gösterdiği de dikkati çekmektedir. Genel olarak en hızlı ilerlemenin
Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde görüldüğü ve bunu Güney Asya ve Arap ülkelerinin
takip ettiği görülmektedir. 2010 yılı ĐGR'de aynı zamanda en hızlı ve en düşük ilerleme
kaydeden on ülke de incelenmiştir ve Şekil 5-6.'da bu ülkeler gösterilmiştir. En hızlı
gelişme kaydeden ülkelerin, Doğu ve Güney Asya ülkeleri ile Arap ülkeleri oldukları
görülmektedir. Listede bulunan beş Arap ülkesi, petrol zenginliklerini gelir-dışı
göstergelere de aktarabildikleri için insani gelişme endeksi değerlerinde hızlı bir
sağlık değerlerinde 'mucize' sergilediklerini ve kırk yıllık süreçte doğumda yaşam beklentilerini 48 yıldan
69 yıla çıkardıklarını ifade ederek, böylesi başarıların farkına varmanın gereğini vurgular.
10
2010 yılı raporunda sunulan ve eski göstergelerle (2009 yılı) yeni ölçüm yöntemi kullanılarak
hesaplanan melez (hybrid) Đnsani Gelişme Endeksi (UNDP, 2010, s. 26) ile hesaplanan değerlere göre,
1970'den bugüne 135 ülke arasından 3 ülke hariç bütün ülkelerin insani gelişme düzeylerinde bir artış
yaşanmıştır. Düşüş yaşayan bu üç ülke de Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Zambiya ve Zimbabve'dir.
125
ilerleme kaydedebilmişlerdir. Öyle ki, petrol zenginliğinin avantajıyla ve bu zenginliği,
sağlık ve eğitime dönüştürebilmesiyle Arap ülkelerinden biri olarak Umman, en hızlı
gelişme yaşayan ülke olurken, Çin, Nepal ve Endonezya gibi Asya ülkeleri, bu ülkeyi
takip etmektedir. Özellikle çok düşük endeks rakamlarından başlayarak gösterdikleri
yüksek ilerlemeyle Nepal ve Laos ise dikkate değer ülkelerdendir (UNDP, 2010, s. 27).
Şekil 5. Son 40 Yılda Đnsani Gelişme Düzeylerinde En Hızlı Gelişme Kaydeden Ülkeler
Kaynak: UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends/ (Erişim Tarihi: 12.05.2011).
En hızlı ilerleme kaydeden ülkelerin başarılarının ardında insani gelişme
endeksinin gelir-dışı unsurlarına verdikleri önem ve bu çerçevede uyguladıkları kamu
politikaları etkilidir. Öyle ki Umman, okula kayıt oranı ve okuryazarlık oranını
1970'deki düzeyine göre dört kat, doğumda yaşam beklentisini de 27 yaş artırmıştır.
Aynı zamanda 1970'den 2000'e kamu sağlık harcamalarında da altı kat artış
görülmüştür. Yine Nepal'ın da eğitim ve sağlık göstergelerindeki etkileyici gelişmesinin
altında büyük orandaki kamu politikası çabaları yatmaktadır. 1971'de tüm çocuklar için
ücretsiz ilköğretim yasallaştırılmış, bu 2007'deki ortaöğretimin de ücretsizleştirilmesi
şeklinde genişletilmiştir. Okula kayıt oranı artmakla birlikte, okuryazarlık oranı da
artmıştır. Bebek ölüm oranlarındaki belirgin azalış da sağlıktaki genel başarı için bir
göstergedir (UNDP, 2010, s. 54). Öyle ki Nepal, hem okuryazarlık, hem doğumda
yaşam beklentisi, hem de okula kayıt oranı göstergelerinde en hızlı gelişme kaydeden
126
ülkelerdendir. En hızlı okuryazarlık ve doğumda yaşam beklentisi gibi göstergelere
odaklandığında bunların dünyadaki en hızlı gelir büyümesi kaydeden ülkelerde
meydana gelmediği, bunun yerine Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelerin
düşük ve orta gelirli ülkelerinin altkümesinden oluştuğu görülmektedir (Molina ve
Purser, 2010, s. 27). Buna bağlı olarak Nepal'ın iktisadi büyümesi o kadar belirgin
değildir. Ülkede işsizlik mevcuttur ve halen yoksul bir ülkedir. Özellikle kent ve kırsal
kesim ile etnik gruplar arasında okula devam ve eğitim kalitesinde büyük farklılıklar
sürmektedir. Bulaşıcı hastalıklar ve yetersiz beslenme konusunda halen sağlık sorunları
baş göstermektedir ve eşitsizlik de ülke içerisinde büyük bir sorun olarak yer
almaktadır. Son 30 yılda Nepal'da gelir dağılımı önemli ölçüde eşitsiz hale gelmiştir.
Nüfusun en zengin % 20'sinin gelirden aldığı pay 1984'de % 40 iken 2004'de bu rakam
% 55'e ulaşmıştır. Đktisadi eşitsizlik siyasi gelişmeyle de yakından ilişkilidir. Eşitsizlik
özellikle 1980'lerin ortasında ya da 1990'ların başında artmaya başlamıştır. (Thapa,
1995; Wagle, 2010).
Son olarak her üç boyutta da gelişme gösteren bir ülke olarak Tunus'un özellikle
eğitime odaklandığı ifade edilebilir. 1991'de zorunlu eğitimin 10 yıla çıkarılmasıyla
okula kayıt oranlarında önemli bir artış yaşanmıştır. Kızamık ve tüberküloz gibi
hastalıklara karşı yüksek aşı oranları sağlıkta başarıyı getirmiştir. Mali ve parasal
ihtiyatlılık ve ulaşım ve iletişim altyapılarına yapılan yatırımla da son kırk yılda kişi
başına gelir büyümesi yıllık yüzde üç civarında olmuştur (UNDP, 2010, s. 54). Ancak
bu ülkeler için de -endekste yer almayan- insani gelişmenin kritik bir boyutu eksik
olarak kalmaktadır. Endekste gösterilemese de insani gelişme için önem arz eden
'politik özgürlük' boyutu. Öyle ki, Nepal, uzun bir süre monarşiyle yönetilmiştir. 19962006 yıllarını kapsayan on yıllık bir iç savaşın ardından ülkede federal demokrasi
sistemi kurulmuştur. Umman, halen seçimle başa gelmemiş bir yöneticiye sahip,
herhangi bir partiye bağlı olmayan yasama organına ve tüm siyasi partiler üzerinde
yasağı içeren bir sultanlıktır. Tunus ise, çok partili resmi sistemine rağmen, henüz
barışçıl bir yetki devrine tanık olamamıştır (UNDP, 2010, s. 54).
En düşük gelişme kaydeden ülkeler ise Şekil 6.'da gösterilmiştir. Bu, Doğu
Avrupa ve Karayipler de dahil olmak üzere farklı bölgelerden on ülkeyi göstermektedir.
Şeklin en düşük insani gelişme değerlerine Afrika ülkeleri sahiptir. Ele alınan kırk yıl
boyunca bu dört Afrika ülkesinden üçü insani gelişme endeksi değerinde gerileme
kaydetmiştir. Afrika ülkeleri, 1980'lerin başından itibaren şiddetli makroekonomik ve
yapısal dengesizliklerle mücadele etmişlerdir. Đktisadi büyümelerini sağlama ve aynı
127
zamanda makroekonomik istikrar ve liberalizasyon hedefleriyle yapısal uyum
programlarını kabul eden bu ülkeler, reformlara rağmen durağan kişi başına düşen milli
gelir ve şiddetli yoksulluktan kurtulamamışlardır (Bigsten ve Fosu, 2004, s. 2).
Şekil 6. Son 40 Yılda Đnsani Gelişme Düzeylerinde En Düşük Gelişme Kaydeden Ülkeler
Kaynak: UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends/ (Erişim Tarihi: 12.05.2011).
Dünya Bankası, Afrika'daki şiddetli yoksulluğun nedenlerini şöyle sıralar: i)
istihdam fırsatlarına yetersiz erişim, ii) toprak, sermaye, ve küçük ölçekli bile olsa
krediye en düşük düzeyde erişim gibi yetersiz fiziksel varlıklar, iii) yoksul bölgelerde
kırsal kalkınmanın desteklenmesi için yetersiz olanaklar, iv) yoksulun mal ve hizmetleri
alıp satabileceği piyasalara yetersiz erişim, v) düşük beşeri sermaye düzeyleri, vi)
çevresel bozulma ve azalan verimliliğe neden olan doğal kaynakların tahrip edilmesi ve
vii) katılım eksikliği ve dolayısıyla yoksul insanların kalkınma programına dahil
edilmesindeki başarısızlıktır (World Bank, 1996; Fields, 2000, s. 63). Dolayısıyla
Afrika ülkelerine, aynı zamanda azgelişmiş ülkelere özgü belirli karakteristik özellikleri
de sergiledikleri için özel bir tutumun sergilenmesi gerekir. Bu özellikleri nedeniyle de,
Đnsani Gelişme Endeksi'ndeki ilerleyen trende rağmen Afrika ülkeleri dünyanın diğer
bölgelerinin çok gerisinde kalmaktadırlar. Afrika ülkeleri arasında yüksek insani
gelişme değerlerine sırasıyla Libya, Tunus ve Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinde
128
rastlanmaktadır. Sahra-altı Afrika ülkeleri arasından ise yalnızca Mauritius yüksek
insani gelişme düzeyi sergiler (UNDP, 2010, s. 144)11.
70
Botsvana
65
Güney
Afrika
60
Kenya
55
50
Uganda
45
Zimbabve
40
35
1960
1964
1968
Botsvana
1972
1976
Kenya
1980
1984 1988
Güney Afrika
1992
1996
Uganda
2000
2004
2008
Zimbabve
Şekil 7. Seçilmiş Afrika Ülkeleri için Doğumda Yaşam Beklentisi Değerleri (Yaş/Yıllar)
Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/indicator/SP.DYN.LE00.IN (Erişim Tarihi: 15.05.2011).
Zambiya'nın kötü performansı Đnsani Gelişme Endeksi'nin her üç değişkenine de
bağlanabilir. Ancak asıl sağlık ve gelir göstergelerindeki değişimler bu ülke için çok
daha etkili olmuştur. Öyle ki 1980'lerin sonu ve 1990'larda yaşam beklentisindeki düşüş
önemlidir. AIDS hastalığının varlığının (HIV) Afrika'da genel olarak bu yıllarda bir
sağlık şoku yarattığı bilinmektedir12. Öyle ki, bazı seçilmiş Afrika ülkeleri için
doğumda yaşam beklentilerini gösteren Şekil 7. ile HIV/AIDS'in bölgeler arasındaki
varlığını gösteren Şekil 4. de bu sağlık şokunun etkisini kanıtlamaktadır. Bu ülkelerde
artış eğilimindeki doğumda yaşam beklentisi, HIV'in 1980'lerin sonlarında iyice
yayılmaya başlamasıyla düşüş eğilimine girmiştir13. Zambiya için 1980'lerin ortalarında
52 olan doğumda yaşam beklentisi değeri 2000 yılında 42'ye düşmüştür. Gelirdeki
sorun da yakın bir döneme rast gelir. 1970'lerde Zambiya'nın ihracat gelirinde önemli
11
Mauritius'u takiben, Đnsani Gelişme Endeksi'nde, Gabon, Botsvana, Namibya, Güney Afrika, Ekvator
Ginesi, Svaziland ve Kongo orta insani gelişme düzeyinde yer alırken, geri kalan Sahra-altı Afrika
ülkeleri ise düşük insani gelişme düzeyinde yer alırlar.
12
Sahra-altı Afrika'sında toplam nüfusun yaklaşık %32'sini oluşturan HIV/AIDS'li insan sayısı, bu
bölgedeki 8 ülkede kendi nüfuslarının %15'inden daha fazlasını oluşturmaktadır. Bunlar, Botsvana (%23),
Lesotho (%27), Mozambik (%16), Namibya (%17), Güney Afrika (%29), Svaziland (%37), Zambiya
(%17) ve Zimbabve (%18)'dir (van Rensburg, 2009, s. 1133; NACA, 2008)
13
Bu trend, UNAIDS'in çabalarıyla son yıllarda yeniden artış eğilimine girmektedir.
129
bir yeri olan bakırın fiyatı önemli derecede düşmeye ve ülkedeki iktisadi getiriyi
azaltmaya başladığında, ülkenin GSYĐH'sı da doğal olarak düşüş göstermeye
başlamıştır. Kongo Demokratik Cumhuriyeti de en çok GSYĐH'daki düşüşten etkilenen
ülkelerden biridir. Ülkede bu değerdeki düşüş de kötü yönetişim ve siyasi
istikrarsızlıkla ilişkilendirilmektedir (Fosu ve Mwabu, 2010, s. 13-15).
Son kırk yılda Đnsani Gelişme Endeksi değerlerinde en kötü performans gösteren
bir diğer ülke olarak Zimbabve, 1980'de özellikle kırsal alanda sağlık merkezlerine,
suya erişime ve okullara yapılan eğitim ve sağlığa yönelik kamu harcamaları hızla
artmıştır. Bebek ölüm oranı 1980'den 1993'e kadar yarıya inmiştir. Ne var ki harcamalar
genişledikçe, kötü iktisadi yönetişim nedeniyle ülke ekonomisi çöküşe uğramıştır ve
1990'lı yıllardan itibaren insani gelişme değişkenleri -okuryazarlık oranı hariç olmak
üzere- düşmeye başlamıştır. Gelir yoksulluğu artmış ve insanlar şehirlere veya komşu
ülkelere göç etmeye başlamışlardır. Ardından HIV salgını kamu hizmetlerini daha da
şiddetlendirmiştir. Halihazırda gelir yoksulluğu % 62 civarındadır (UNDP, 2010, s. 30).
Sahra-altı Afrika'sının sömürge yönetimini görmemiş tek ülkesi olan Liberya ise,
bölgesindeki diğer ülkelere benzer sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan en
önemlisi ülkenin Đnsani Gelişme Endeks değerlerinin ele alındığı yıllar arasında iki
büyük iç savaş yaşamış olmasıdır. Özellikle 1989'da başlayıp 1997'ye kadar süren ve
tam olarak kaç insanın öldüğünün bilinmediği ilk iç savaş korkunç bir katliam
öyküsüdür. 1997 ile 2000 yılları arasında görece durağan ve barışçı durumdaki Liberya,
ne var ki demokrasi ve refah koşullarından yine de oldukça uzak olmuş ve 2000 yılında
başlayan ikinci iç savaş ülkeyi içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Liberya, hem
siyasi hem de iktisadi olarak yeniden kurulmaya ihtiyaç duyan bir ülkedir. Çözümler de
askeri, iktisadi ve sosyal liderler arasında ulusal bir uzlaşı sağlanmasıyla sağlanabilir
(Boas, 2005, s. 80-88). Eğitim, sağlık konularında da büyük sıkıntı yaşayan ülke, insan
haklarının istismar edildiği, kadınların % 70'inin tecavüze uğramış olduğu, insanların %
80'inin işsiz olduğu ve insanlarının önemli bir kısmının AIDS ile hayatını sürdürdüğü
bir ülkedir14. Çatışmanın olduğu bir yerde, eğitim kurumları da işlemez hale gelir.
Eğitim kurumlarında yer alan öğretmen ve öğrenciler de dolayısıyla eğitim hayatlarını
bırakır ve savaşın bir parçası olur. Liberya'nın ilk iç savaşından da en çok çocuklar
etkilenmiştir (Reimers ve Chung, 2010, s. 506). Çocuklar, okulda geçirmeleri gereken
zamanı ellerinde silahlarla kendi insanlarını öldürmekle geçirmişlerdir. Sonuçta
14
Vbs.tv, The Vice Guide To Liberia, http://www.vbs.tv/watch/the-vice-guide-to-travel/the-vice-guideto-liberia (Erişim: 23.05.2011).
130
"özgürlük aşkı bizi buraya getirdi"15 diyerek Amerika'dan yola çıkan -veya çıkarılanbir millet iç çatışmaları yüzünden kendi toplumunu pisliğe, adaletsizliğe, sağlıksızlığa
ve eğitimsizliğe sürüklemişlerdir.
Dolayısıyla Sahra-altı Afrika'sının insani gelişme yolunda ciddi bir mücadele
vereceği açıktır. Bu ülkeler, gelir yoksulluğu, HIV/AIDS ve sıtma hastalıkları, siyasi
kurumların inşası, finansman kaynaklarına uygun ortamın yaratılması ve bunun
etkinliğinin artırılması gibi sistemik ve devamlı bir mücadele içerisinde olacaklardır
(Fosu ve Mwabu, 2010, s. 36-40).
4.2. Đnsani Gelişme ve Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması
Gelişmekte olan ülkelerin farklı karakteristiklerine vurgu, Đnsani Gelişme
Yaklaşımının da önemini ön plana çıkarır. Kalkınmada daha geniş çerçevede bir
düşünce şekli ile birlikte insan hakları, insan tercihleri, insan kapasiteleri; yani esas
olarak insan, analizin ve politika-uygulamalarının merkezine konmuş olur. Bu da bir
noktada kalkınmada iktisadi verimliliği ön plana çıkaran neoliberal görüşle çatışmış
olur. Ancak gelişmekte olan ülkelerin karakteristik özelliklerine bakıldığında, bu
ülkelerin salt iktisadi sorunlarla mücadele etmediği, bunun yanında bir çok sosyal,
kültürel, siyasal hatta coğrafyaya ilişkin sorunlarla karşı karşıya olduğu görülmektedir.
Bu nedenle de bu ülkelerde kalkınmayı gerçekleştirebilmek için kalkınmanın sınırlarını
genişletmek, insanların kapasitelerini ve özgürlüklerini ön plana çıkarmak şarttır.
Đnsani gelişme yaklaşımı, neoliberal görüşe ters düşebilecek sağlam bir
paradigmayı temsil etmektedir. Đki yaklaşımın örtüştüğü bazı noktalar bulunmaktadır.
Örneğin, insanların özgürlüğü noktasında her iki yaklaşımın aslında bir noktada benzer
görüşleri bulunmaktadır. Her ikisi de bireyin tercih özgürlüğüne ve kalkınmada anahtar
unsur olarak tercihlerin genişletilmesine vurgu yapar (Jolly, 2005, s. 108). Ancak
buradaki özgürlüğün içeriği negatif ve pozitif ayrımlara tabi olarak farklılaşmaktadır.
Hem bununla birlikte, hedeflerde, varsayımlarda, kısıtlamalarda, anahtar politika
uygulamalarında ve sonuçların değerlendirilmesi için gereken göstergelerde oldukça
önemli farklılıklar göstermektedirler (Jolly, 2005, s. 106).
Đnsani gelişme yaklaşımı ile neoliberal politikaların tarihsel gelişim süreçleri,
temellerinde yatan düşünceler ve ölçüm yöntemleri daha önceki bölümlerde ifade
edilmeye çalışılmıştır. Bu iki yaklaşımın en geniş çerçevede karşılaştırılması da Tablo
15
Daha önceden köleleştirilmiş Afrika asıllı Amerikalıların özgür çocukları tarafından kurulmuş olmasına
atfen, Liberya'nın sloganıdır.
131
15.'de gösterilmiştir. Buradan hareketle bu bölümde, bu iki yaklaşımdaki farklılıkların
gelişmekte olan ülkeler için ne ifade ettiği ve uygun politikanın seçilmesi yolunda ne
derecede önem arz ettiği anlaşılmaya çalışılacaktır.
Tablo 15
Đnsani Gelişme Yaklaşımı ile Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması
Đnsani Gelişme Yaklaşımı
Hedef ve stratejilerin karşılaştırılması
Đnsanların fırsatlarının ve
Hedef (amaç)
Đlgi odağı
Yol gösterici ilke
Vurgu
Odaklandığı trend
Yoksulluk tanımı
Anahtar göstergeler
kapasitelerinin genişletilmesi
Đnsanlar
Eşitlik ve adalet
Sonuçlar
Yoksulluğun azaltılması
Çok boyutlu yoksulluk içerisindeki
nüfus
ĐGE, Eşitsizliğe Uyarlanmış ĐGE,
Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi, Çok
Boyutlu Yoksulluk Endeksi
Ortak prensipler - farklı nedenler
* Đnsan kapasitelerinin ve
Temelindeki felsefe
Eğitim, sağlık ve
beslenme
Ayrımcılığa son
verilmesi
Yönetişim (Đdare)
işlevliliklerinin genişletilmesi
yoluyla sağlanan seçme özgürlüğü
* Bütün insan haklarına vurgu
* Eşitlik ve adalet konusuna ilgi
* Kendi içlerinde önem taşımakta
* Yetkilendirme yolunda bir araç
* Đnsan hakları olarak önemli
Adalet (doğruluk) için önemli bir
insan hakkı
* Demokratik ve kapsayıcı
* Devlete yönelik önemli işlevler
Neoliberalizm
Đktisadi refahın maksimizasyonu
Piyasalar
Đktisadi etkinlik
Araçlar
Đktisadi büyüme
Minimum gelir düzeyinin
(sınırının) altındaki nüfus
Gayrisafi milli hasıla, GSMH
büyümesi, gelir yoksulluk sınırının
altındaki nüfusun yüzdesi
* Faydanın ve tercihlerin tatminin
artırılmasına dayanan seçme
özgürlüğü
* Genel olarak siyasal ve
yurttaşlık haklarına vurgu
* Beşeri sermayeye yatırım olarak
önem taşımakta
Etkinlik için önemli bir insan
hakkı
* Demokratik
* Minimal devlet
Kaynak: Jolly (2005).
Her iki yaklaşımın farklı amaçlarla yola koyulduğu, farklı içeriklere vurgu
yaptığı ve ilgi odaklarının farklı olduğu açıkça görülmektedir. Genel hatlarıyla
bakıldığında, neoliberal politikaların iktisadi, dogmatik, araçlara vurgu yapan ve genel
dengeyi hedefleyen bir paradigma olduğu; buna karşılık insani gelişme yaklaşımının ise
çok disiplinli, pratik uygulamalara yatkın, merkezi olmayan yaklaşımlara ve sonuçlara
vurgu yapan bir paradigma olduğu görülür (Jolly, 2005, s. 114). Sonuçta insani gelişme
yaklaşımının, neoliberal politikalardan farklı kılan özelliği farklı bir değerler setini
benimsemesidir. Öyle ki, bu yaklaşımla birlikte, neoliberal paradigmanın ahlaki
eleştirisi de yapılmış olur (Gore, 2000, s. 795-796).
132
Tablo 15 (devam)
Đnsani Gelişme Yaklaşımı ile Neoliberal Politikaların Karşılaştırılması
Đnsani Gelişme Yaklaşımı
Neoliberalizm
Önceliklerin karşılaştırılması - yoksulluğun azaltılması ve büyüme
Büyüme,bilinçli bir şekilde insan
Trickle-down hipotezi
Anahtar varsayım
Hedefe yönelik
yoksulluk stratejisi
ve yoksul odaklı şekilde
sağlanmalıdır
* Yoksulun yetkilendirilmesi
* Cinsiyet eşitliğinin hedeflenmesi
* Yoksulun varlıklara erişiminin
sağlanması
* Yoksul-yanlı büyümenin
hızlandırılması
* Ulusal hareketin
gerçekleşebilmesi için uluslararası
destek sağlanması
Önceliklerin karşılaştırılması - ulusal politika
* Tercih ve fırsatların
Ulusal politikaya
genişletilmesi
yönelik strateji
* Đnsan kapasitelerinin
güçlendirilmesi
* Katılımın sağlanması
* Eşitsizliğin hafifletilmesi
* Đnsani gelişmenin elzem
unsurları olarak eğitim ve sağlığa
gereken önemin verilmesi
* Ulusal bütçelerin yeniden
yapılandırılması
Önceliklerin karşılaştırılması - uluslararası etki ve destek
* Küresel rekabet alanında diğer
Uluslararası politikaya
ülkelerle aynı düzeye gelebilmek
yönelik strateji
için daha demokratik küresel idare
* Zayıf ve yoksul ülkelerin
pazarlık durumlarının
güçlendirilmesi
* Uluslararası göçe olumlu tutum
* Özellikle daha az gelişmiş
ülkeleri destekleyici yardım
politikaları
* Đnsan güvenliği (ve aynı
zamanda askeri harcamaların
azaltılması)
Genel hatlarıyla paradigmaların karşılaştırılması
* Çok disiplinli (multi-disipliner)
Genel çerçeve
Güçlü yanları
Zayıflıkları
Kaynak: Jolly (2005).
* Pratik uygulamalara yatkın
* Dağıtılmış (merkezi olmayan)
yaklaşımlara vurgu
* Sonuçlara vurgu
*Asli unsurlara odaklanılması
* Tercihler, fırsatlar, kapasiteler
* Zaman, hanehalkı içinde
bölüşüm gibi piyasa-dışı konular
* Analizin çoğu kez rastgele oluşu
* Çoğu kez zayıf (yetersiz) veriler
beklenmelidir
* Yeterli iktisadi büyümenin
sağlanması
* Sosyal sektörlerin (sivil toplum
örgütleri gibi) geliştirilmesi
* Güvenlik ağlarının inşası
* Açık ekonomi politikalarının
uygulanması ve uluslararası
yardım sağlanması
* Serbest piyasalar
* Doğru fiyatların oluşturulması
(getting prices right)
* Monopolün önlenmesi
* Daha fazla etkinlik (verimlilik)
* Đnsan kaynaklarına yatırım
* Geri dönüşüm oranı iyi bir
yatırım olarak görünüyorsa eğitim
ve sağlığa gereken önemin
verilmesi
* Ulusal bütçelerin küçültülmesi
* Ticaret ve sermaye akımlarının
önündeki tüm engellerin
kaldırılması
* Bir takım yardım politikaları
* Askeri güvenlik
* Đktisadi
* Dogmatik
* Genel dengeye ulaşmak
istenmesi
* Araçlara vurgu
* Güçlü iktisadi teorik altyapı ve
finansal analiz olanağı
* Kaliteli ve güncellenebilir
iktisadi verilerin çokluğu
* Đktisadi olmayan unsurların
dışlanması
133
Gelişmekte olan ülkelerde neoliberal politikaların uygulanmasının sürdürülebilir
kalkınma önünde bir engel olduğunu belirten Haque (1999, s. 211)'e göre de, neoliberal
politikalar, piyasa rekabetine, özelleştirmeye, deregülasyona, liberalizasyona, ihracata
dayalı üretime ve büyüme odaklı kalkınmaya yönelik yaptıkları vurguların
sürdürülebilir kalkınmayı kısıtladığını, çünkü bu politikaların iktisadi büyümeye aşırı
vurgu yaparak çevreye daha az önem verdiğini ifade etmektedir.
Neoliberal düşüncenin temelinde yatan 'iktisadi refahın maksimizasyonu' hedefi,
temelinde bazı sorunları barındırır. Đktisadi olarak belirli büyüme gösteren ve refah
hedefine ulaşmaya çalışan ülkeler, yaşam standartlarında veya insani özgürlük
kriterlerinde aynı derecede gelişme kaydetmeyebilirler. Öyle ki, Katar, Kuveyt, Brunei,
Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, petrol zenginliklerine bağlı olarak kişi başına
yüksek milli gelir düzeyleri sergileseler de eğitim düzeylerinde bu düzeyin çok
gerisinde kalmışlardır. Yine Botsvana, Ekvator Ginesi, Güney Afrika gibi ülkeler de
nispeten yüksek kişi başına milli gelire sahip olsalar da sağlık standartlarında aynı
başarıyı sergileyememişler, dolayısıyla düşük doğumda yaşam beklentisi rakamlarına
ulaşmışlardır (UNDP, 2010, s. 143-145). Diğer yandan, özgürlük açısından ise Çin,
Malezya, Suudi Arabistan ve Singapur gibi ülkeler yüksek büyüme rakamlarına
ulaşsalar da insani özgürlük kriterlerinde bu denli bir başarı yakalayamamışlardır
(Todaro ve Smith, 2009, s. 22)16. Dolayısıyla gelir rakamları, kalkınmayı anlama
yolunda yanıltıcı olmakla birlikte, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma düzeylerinin
anlaşılması yolunda iktisadi olmayan göstergeleri de içeren bir endeksin daha gerekli
olduğunu ortaya çıkarmıştır. Elbette bu endeksin de 'özgürlük göstergeleri' gibi bir
takım eksikliklerin olduğu da kabul edilmektedir.
4.3 Đnsani Gelişmenin Türkiye için Đncelenmesi
Đnsani Gelişme Endeksi, ortaya çıkışından bu yana politika yapıcılar için önemli
bir gösterge haline gelmiştir. Bu, benzer gelir düzeylerine sahip ülkelerin, endeksin ülke
sıralamalarında farklı pozisyonlarını da sorgulamasına yol açmıştır. Bu bağlamda,
16
Freedom House tarafından yayımlanan ve ülkelerin özgürlük düzeylerini gösteren özgürlük endeksi de
2010 yılı için, Çin ve Suudi Arabistan'a çok düşük değerler vermekle birlikte bu ülkelerin ne politik
haklar, ne de sivil özgürlükler yönünden özgür olmadıklarını ifade etmektedir. Malezya ve Singapur'un
ise kısmen özgür olduklarını, ancak özgürlükle ilgili büyük sorunlar yaşadıklarını ve özellikle Singapur'da
hala konuşma özgürlüğünün sınırlandırılmasının büyük bir sorun olarak durduğunu ifade etmektedir.
http://www.freedomhouse.org/template.cfm?page=363&year=2010 (Erişim: 10.05.2011).
134
ülkeler, gerçek anlamda bir kalkınma için yalnızca gelir düzeyinin artışına değil, her
anlamda bir gelişmeye ihtiyaç duyulduğunun farkına varmışlardır.
Türkiye'nin de bu bağlamda incelenmesi önemlidir. Öyle ki Türkiye'nin iktisadi
büyümesi incelendiğinde, yüksek ihracat ve doğrudan yabancı sermaye yatırımı
düzeyleri sayesinde dış ekonomik bağlantıları artmış durumda olsa da, halen bazı
alanlarda kırılgan bir yapısının olduğu gözlemlenmektedir (UNDP, 2008). Şekil 8.'de de
görüldüğü üzere, kriz dönemlerinde Türkiye, ekonomisinde önemli küçülmeler
yaşamıştır. Ancak, ekonomisine zarar veren 2001 krizinin ardından, beş yıllık süreçte
Türkiye'nin, belirli bir büyüme de kaydettiği de görülmektedir. Dolayısıyla iktisadi
büyüme Türkiye için hassas bir gösterge olmakla birlikte, insani gelişmede ilerleme de,
ancak iktisadi büyümeden ziyade toplumun bireylerinin kişisel kapasitelerini özgürce
kullanabildikleri bir ortamın yaratılmasında yatmaktadır. Bu nedenle, Türkiye'nin asıl
kalkınma düzeyini anlayabilmek için de gelir göstergesinin yanında, elde edilmesi
mümkün olan diğer sosyal, siyasal verilere de bakılması gerekir. Đnsani Gelişme
Endeksi'nde 169 ülkeyle birlikte Türkiye için de gelir, sağlık ve eğitim göstergeleri
dikkate alınarak ölçüm yapılmıştır. 2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'na göre Türkiye,
0,679'luk insani gelişme değeriyle 83. sırada, yüksek insani gelişme grubu arasında yer
almıştır (UNDP, 2010, s. 144).
10
8
6
4
2
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
-2
1990
0
-4
-6
-8
GSYĐH büyümesi (yıllık %)
Şekil 8. Türkiye Đçin GSYĐH Büyümesi (yıllık %)
Kaynak: World Bank, http://data.worldbank.org/country/turkey (Erişim Tarihi: 04.07.2011).
Türkiye için insani gelişme göstergelerinin incelenmesine geçmeden önce,
Birinci Dünya Savaşı'ndan Đnsani Gelişme Raporu'nun yayımlanmasına kadar geçen
süre içerisinde Türkiye Ekonomisi'nin geçtiği aşamaların bilinmesi, insani gelişme
135
sürecinin anlaşılabilmesi açısından gerekli ve önemlidir. Bu nedenle, bu sürecin özet bir
anlatımı yararlı olabilir.
4.3.1. Türkiye Ekonomisinin Yapısı ve Kalkınma Göstergelerinin Evrimi
Birinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir ulus devleti olarak ortaya çıkan Türkiye,
Đkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar olan süreçte, toplum ve ekonomi açısından oldukça
büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Savaşın yarattığı yıkımın etkileri henüz tamamıyla
ortadan kaldırılamadan ülke, Dünya Ekonomik Buhranı ve dünya tarım ürünleri
piyasasının çöküşü ile karşı karşıya kalmıştır. Dünya Ekonomik Buhranı sonrasındaki
yılların ayırt edici özelliği de, devlet müdahaleciliği ve yerel sanayinin teşviki olmuştur.
Ardından Đkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, ülke savaşa katılmadığı halde pahalı
bir seferberlik dönemine yol açmıştır. Türkiye'nin iki savaş arasında kalan ekonomik
performansının olumlu olmasına karşın uzun süren iki savaş dönemi ve yüksek maliyetli
seferberliğin kıskacı içinde olduğunu vurgulamak gerekir. Bu savaşların bedeli, uzun
vadede ağır biçimde ödenmiştir. Öyle ki büyümenin ötesinde, hükümet tarafından sağlık
ve eğitim alanlarına ayrılan bütçe harcamaları sınırlı düzeyde kalmıştır. Aynı zamanda
gelir dağılımıyla ilgili genel eğilimler, iki savaş dönemi arasında kalan dönemde yaşam
süresi, sağlık ve eğitim alanlarında bir miktar ilerleme olmuşsa da bunun daha çok
kentlerde gerçekleştiğini göstermektedir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 19, 43-44).
Türkiye, Đkinci Dünya Savaşı sonrasında ise farklı dönemlerde farklı politikalar
uygulamıştır. Đlk dönem, 1947-1962 dönemlerini kapsayan tarım önderliğinde büyüme
dönemidir17. Bu dönemin siyasi ve iktisadi politikaları, ödemeler dengesi krizine ve sıkı
ithalat kısıtlamalarına yol açarak, 1963-1979 dönemlerini kapsayan ithal ikamesine
dayalı sanayileşme ve sonrasında bunun yarattığı ciddi bir ödemeler dengesi bunalımı
dönemini de beraberinde getirmiştir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 141-149).
1960'lı ve 1970'li yılların politikalarında her şeyden önce iç pazarın korunması
ve ithal ikamesi yoluyla sanayileşme hedeflenmiştir. Bu kapsamda hazırlanan beş yıllık
planlar yapılacak yatırımların kararlaştırılmasında eşgüdüm sağlamayı amaçlamıştır
(Owen ve Pamuk, 2002, s. 150). Ne var ki, 1960'ların ve 1970'lerin beş yıllık planları
17
Tarımsal üreticiler bu dönemde uygun giden iklim koşulları, talep artışı ve iyileşen ticaret hadlerinden
de yararlanmıştır. Đç piyasadaki fiyatlar, 1940'lı yılların sonlarında tarım sektörü lehine gelişme
göstermiştir. Ancak 1953 yılından sonra bu ortam aniden yok olmuş ve tarım sektörünün zayıf yanları
ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle tarımsal üretim düzeylerinde dalgalanmalar yaşanmış ve 1960'lı
yılların başına kadar da artış eğilimi gözlenmemiştir. Türkiye tarımı, devamlı üretim artışları için, daha
yoğun tarımsal üretim yöntemlerinin benimsendiği 1960'lı yılların ortasına kadar beklemek zorunda
kalmıştır (Owen ve Pamuk, 2002, s. 145-146).
136
hızlı sanayileşme yoluyla büyümeye odaklanırken, yoksulluk konusuna özel ilgi
göstermemiş ve yoksulluğun uluslararası kuruluşların gündemlerinde ilk sıraya
yükselmesinden de etkilenmemiştir. Bu bağlamdaki tartışmalar yalnızca gelir
dağılımına odaklanmıştır (Şenses, 2009b, s. 682).
Dolayısıyla diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye'de de kalkınma, tarımda
ilerlemeye veya sanayileşmeye bağlı olarak milli gelirde gerçekleşecek bir büyüme
olarak görülmüş ve özellikle iktisadi sorun ön planda olmuştur.
1980'ler ise Türkiye için, ekonomisinin liberalleştiği, ancak makroekonomik
istikrarsızlıkların da arttığı bir dönem olmuştur. Ekonominin liberalleşmesi dönemin
koşullarıyla elbette yakından ilişkilidir. Öyle ki, 1970'lerin sonunda Türkiye ve diğer
birkaç ülkede, başta Latin Amerika ülkeleri ve diğerlerinde 1982'de olmak üzere çoğu
gelişmekte olan ülkede borç krizi patlak vermiş, bu da uluslararası kuruluşların istikrar
ve yapısal uyum politikaları aracılığıyla azgelişmiş ülkelere yoksulluk yerine neoliberal
politikaları önermelerine de önayak olmuştur (Şenses, 2009a, s. 50). Ancak benimsenen
bu politikaların reel ekonomi üzerinde gösterdiği etkiler karmaşıktır18. Dolayısıyla
ekonominin büyüme performansı önceki dönemlere göre daha etkileyici düzeyde
değildir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 163). 1988'e gelindiğinde ekonominin bir tıkanma
içinde olduğu da bir gerçektir. Yine de Türkiye ekonomisi, 1990'lı yıllara finans ve
kambiyo hizmetlerini de kapsayacak politika değişiklikleriyle doğrudan doğruya dışa
açık bir makroekonomi görünümde girmiştir (Yeldan, 2008, s. 40). Ancak Türkiye'de
devletin gerekli makroekonomik istikrar şartlarını ve finansal sistemin sıkı bir şekilde
düzenlenmesini sağlamadan 1989'da sermaye hesabını dışa açması, ekonominin
1990'larda giderek sürdürülemez ve krizlere yatkın bir hale gelmesine neden olmuştur
(Öniş ve Şenses, 2009, s. 725).
Genel olarak, Đkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, tekrarlanan bunalım ve
dalgalanmalara karşın kişi başına düşen gelir yine de, yılda % 3'ün üzerinde artarak
1947-1990 yılları arasında neredeyse üçe katlanmıştır. Sosyal ve iktisadi kalkınma
göstergeleri de düzenli bir artış sergilemiştir. Doğumda yaşam beklentisi 1950'de 44
yıldan 1990'da 65 yıla çıkmıştır. Eğitim konusundaki temel göstergeler ise, önemli ama
18
Yeni politikalar uzun vadede büyüme için gerekli olan özel sektör yatırımlarını yeterli derecede
harekete geçirememiştir. Đmalat sanayisinde yüksek faiz oranları ve siyasi istikrarsızlık en büyük engeller
olmuştur. Hatta ihracat alanında bile yeni yatırım yapılmamış ve üretim artışı büyük ölçüde var olan
sanayi kapasitesiyle elde edilmiştir. 1980'lerin sonunda finans ve ticaretin serbestleştirilmesinin ardından
özellikle uluslararası bankaların büyük rekabet gücüne sahip olduğu dış ticaret finansmanı ve yatırım
bankacılığı konularında bankacılık alanına yapılan yabancı yatırımlar da büyük bir artış göstermiştir. Ne
var ki, yerli sermayeyi etkileyen aynı nedenlerden ötürü bu yeni politika uygulamalarına yabancı
sermayenin tepkisi pek güçlü olmamıştır (Owen ve Pamuk, 2002, s. 163).
137
olağanüstü olmayan bir yükselmeye işaret etmektedir. Öyle ki, 15 yaş ve üzerindeki
nüfus içinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı 1960 yılı için erkeklerde % 55,
kadınlarda % 86 ve toplamda % 72'den, 1990'da erkeklerde % 10, kadınlarda % 29 ve
toplamda % 19'a gerilemiştir (Owen ve Pamuk, 2002, s. 166).
4.3.2. Türkiye Đçin Đnsani Gelişme Göstergeleri
Đlk olarak 1990 yılında yayımlanan ve ilerleyen yıllarda da her yıl olmak üzere
yayımlanmaya devam eden Đnsani Gelişme Raporları, 'insani gelişme yaklaşımının' da
temelini oluşturur. Bu yaklaşım, insanın özgürlüklerinin genişletilebilmesi için
kapasitelerinin artırılması düşüncesini içerir. Dolayısıyla iktisadi içeriğinin yanında,
içerisinde her türlü sosyal, siyasal, kültürel özgürlükleri de barındırır. Bu raporlarda
düzenli olarak hesaplanan Đnsani Gelişme Endeksi (ĐGE) ise, üç temel insan kapasitesini
merkezine alır. Bunlar, uzun ve sağlıklı bir yaşamı içeren uzun ömürlülük, iyi bir
eğitimi içeren bilgi ve iyi bir yaşam standardını içeren gelir boyutlarını ifade eder.
Dolayısıyla ölçüm, bu kapasiteleri en iyi şekilde ifade edebilecek göstergelerle yapılır.
1990 yılındaki ilk hesaplanmasından bu yana, bu göstergelerin bazıları ya
hesaplanmasında değişimlere uğramıştır ya da yeni göstergelerle değiştirilmiştir.
Endeks, Türkiye için de ilk hesaplanmasından bu yana düzenli olarak hesaplanmaktadır
ve belirtilen göstergelerin çoğu Türkiye için de mevcuttur. Tablo 16, ayrıntılı bir
biçimde, bugüne kadar kullanılan bütün göstergelerin Türkiye için evrimsel analizini
içermektedir. Buna göre, Türkiye'nin insani gelişme göstergelerinde belirgin bir
ilerleme kaydettiği görülmektedir.
2010 yılı ĐGR'de yayımlanan ve 1980-2010 yılları arasındaki insani gelişme
trendini gösteren değerler (UNDP, 2010, s. 149) ve 2010 yılı raporunda 2009 yılı
raporundaki göstergelerle yeni ölçüm yöntemine göre hesaplanan melez (hybrid) endeks
değerleri de Türkiye'nin insani gelişmesindeki değişimi göstermektedir. Tablo 17.'de de
görüldüğü üzere, Türkiye'nin göstergelere bağlı olarak özellikle eğitim ve sağlık
endeksleri olmak üzere her üç endekste de, kaydettiği ilerleme önemlidir. Dünya
ortalamasının üzerinde olan Türkiye'nin insani gelişme değeri, ne var ki, Tablo 14.'den
hatırlanacağı üzere, Avrupa ve Merkez Asya ülkeleri ile Latin Amerika ve Karayip
ülkelerinin ortalamasının gerisinde kalmaktadır.
138
Tablo 16. Türkiye Đçin Đnsani Gelişme Göstergelerinin Đncelenmesi
Gösterge/Yıllar
1980
1990
2000
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Sağlık: Doğumda
60,3
64,6
70,0
71,4
71,6
71,7
71,9
72,1
72,2
Yaşam Beklentisi
(yıl)
Eğitim: Yetişkin
65,7
79,2
86,4b
88,2
88,1
88,7c
88,7
88,7
88,7
Okuryazarlık Oranı
(%)a
Eğitim: Birleşik
48,1
55,0
67,9
68,6
71,1
71,1c
71,1
71,1
71,1
Okula Kayıt Oranı
(%)d
Eğitim: Ortalama
Eğitim Yılı
2,9
4,5
5,5
6,0
6,1e
6,2
6,3
6,4
6,5
(yetişkinler için/yıl)
Eğitim: Beklenen
7,0
8,4
10,8
11,2
11,6
11,8
11,8f
11,8
11,8
Eğitim Yılı
(çocuklar için/yıl)
Gelir: Kişi başına
6,402 8,778 10,580 12,344 13,026 13,464 13,417 12,771 13,359
h
düşen GSYĐH
g
(ABD doları)
Gelir: Kişi başına
6,291 8,631 10,421 12,205 12,861 13,315 13,417 12,771 13,359
düşen GSMH (ABD
doları)i
Kaynak: UNDP Statistics, http://hdrstats.undp.org/en/tables/default.html (Erişim Tarihi: 04.07.2011).
Veriler, farklı veri tabanları kullanılarak Đnsani Gelişme Raporu Ofisi'nin kendi hesaplamalarını içerir ve
cari veri yılı 2008'dir.
a
2010 yılı Đnsani Gelişme Raporu'nda kullanımı terk edilmiştir. 2006 yılı sonrası veriler ulusal hanehalkı
anketinden elde edilmiştir.
b
BMGP, hesaplamasında bu yıl için de 1990 yılı rakamını referans almıştır. Bu veri, TÜĐK veri
tabanından elde edilmiştir: http://nkg.tuik.gov.tr/goster.asp?aile=3 (Erişim Tarihi: 04.07.2011).
c
Bu yıldan sonraki yıllarda hesaplamada BMGP tarafından bu yıl rakamı referans olarak alınmıştır.
d
ĐGE'nin hesaplanmasında farklı yıllar için kullanılsa da 2010 yılı raporunda kullanılmamıştır.
e
Bu yıl da dahil olmak üzere 2010 yılına kadarki değerler 'tahmin edilmiş' değerlerdir.
f
Bu yılda 2007 yılı verisi kullanılmakla birlikte, daha sonraki yıllar için de bu yıl referans alınmıştır.
g
Değer, 2008 yılı için cari fiyatlarla satın alma gücü paritesine göre, Đnsani Gelişme Raporu Ofisi'nin
kendi hesaplamalarına göre hesaplanmıştır.
h
Kişi başına düşen GSYĐH'nin büyümesi baz alınarak hesaplanmıştır. Bundan sonraki yıllarda, kişi
başına düşen GSMH değerleri için de aynı değerler kullanılmıştır.
i
Değer, 2008 yılı için cari fiyatlarla satın alma gücü paritesine göre hesaplanmıştır. Satın alma gücü
paritesi (PPP) cinsinden kişi başına düşen GSMH ve kişi başına düşen GSYĐH verilerinden (hem cari ve
hem de sabit fiyatlarla Dünya Bankası veri bankasından) yararlanarak, IMF tarafından yayımlanan kişi
başına düşen GSYĐH verilerinin büyüme oranları dikkate alınarak, Đnsani Gelişme Raporu Ofisi
(ĐGRO/HDRO) tarafından hesaplanmıştır.
Tablo 17. Türkiye Đçin Đnsani Gelişme Endeksi ve Diğer Endekslerdeki Değişimler
Endeks / Yıllar
1980
1990
1995
2000
2005
2010
1980-2010 Yılı ĐGE Trendi (2010 Yılı
ĐGR)
Melez (Hybrid) ĐGE
0,467
0,552
0,583
0,629
0,656
0,679
0,574
0,644
0,672
0,711
0,736
0,754
Melez (Hybrid) Eğitim Endeksi
0,523
0,615
0,645
0,705
0,734
0,764
Melez (Hybrid) Sağlık Endeksi
0,638
0,706
0,753
0,791
0,814
0,827
Melez (Hybrid) Gelir Endeksi
0,566
0,615
0,626
0,643
0,667
0,679
Dünya: 1980-2010 Yılı ĐGE Trendi
0,455
0,526
0,554
0,570
0,598
0,624
(2010 Yılı ĐGR)
Kaynak: UNDP, 2010, s. 149; UNDP Statistics, http://hdr.undp.org/en/data/trends (Erişim: 06.07.2011).
139
Türkiye'nin insani gelişme performansını inceleyen 2004 yılı ulusal Đnsani
Gelişme Raporu (UNDP, 2004b, s. 9), Türkiye'nin bebek ölüm oranları gibi sağlık
göstergelerinde önemli ilerlemeler kaydettiğini ifade etse de, ülkenin toplam insani
gelişme endeks değerinin genellikle kararsız ve bazen de umut kırıcı olduğunu belirtir19.
Bunu da genellikle, savaş sonrası dönemde benzer başlangıç düzeylerinde kişi başına
düşen gelire sahip ülkelerin daha hızlı iktisadi büyüme gösterdiğini, ancak Türkiye'nin
daha hassas bir iktisadi yapısının olduğunu, dahası ülkenin sürdürülebilir bir büyüme
sağlayamadığını ve belirli yıllarda küçülme (negatif büyüme) gösterdiğini vurgular.
Aynı zamanda yaşam beklentisi değerlerinde de hızlı bir artış gerçekleştirse de, benzer
ĐGE değerlerine sahip ülkelerin (Tunus ve Ermenistan gibi) daha yüksek yaşam
beklentilerine sahip olduğunu ifade eder. Gerçekten de, 2010 yılı raporuna göre 72,2
yıllık doğumda yaşam beklentisi değeri ile Türkiye içinde bulunduğu yüksek insani
gelişme grubunun ortalamasının (72,6) altında kalmaktadır (UNDP, 2010, s. 144-146).
Yine de Türkiye'nin asıl sorunu, insani gelişme endeksinin hesaplanmasında kullanılan
kapasitelerde (gelir, eğitim, sağlık) değil de, insani gelişme için gereken diğer
kapasitelerin genişletilmesinde yatmakta gibi görünmektedir. Çünkü, insani özgürlük
kriterleri halen oldukça düşük değerlere sahiptir20. Đnsani gelişmede eşitsizlik (insani
gelişme endeksindeki her üç boyut için de) önemli bir sorundur. Öyle ki, Eşitsizliğe
Uyarlanmış Đnsani Gelişme Endeksi'ne göre, potansiyel insani gelişmede eşitsizliğe
bağlı olarak % 23,6'lık bir kayıp meydana gelmektedir (UNDP, 2010, s. 153). Cinsiyet
eşitsizliği halen bir sorun olarak ülkenin önünde durmaktadır ve özellikle kadın işgücü
ve en az ortaöğretimden mezun kadın21 oranları oldukça düşük değerler göstermektedir
(UNDP, 2010, s. 157). Ayrıca hem ülkenin farklı şehirleri arasındaki hem de kent ve kır
nüfusu arasındaki insani gelişme farklılıklarının da dikkate alınması gerekir. Öyle ki
Akder (2000), kır-kent nüfusunu da dikkate alan çalışmasında, Türkiye'de bölgeler ve
şehirler arasında önemli insani gelişme farklılıkları olduğunu ifade etmekte,
Türkiye'deki düşük insani gelişme düzeylerine sahip şehirlerin de genelde doğu ve
19
Öyle ki 2010 yılı ĐGE değerlerine bakıldığında, Türkiye'nin endeks değerini artıran sağlık göstergesi
olurken, eğitim göstergesi görece daha düşük bir değere sahiptir ve toplam endeks değerini azaltmaktadır.
20
Freedom House tarafından yayımlanan ve ülkelerin özgürlük düzeylerini gösteren özgürlük endeksi de
2010 yılı için hem siyasal haklar hem de sivil özgürlükler konusunda Türkiye'yi kısmen özgür olarak
görmektedir. Bunda da Anayasa Mahkemesi tarafından verilen siyasi kararların önemli rol oynadığını
vurgulamaktadır.
http://www.freedomhouse.org/template.cfm?page=363&year=2010&country=7937
(Erişim Tarihi: 06.07.2011).
21
Türkiye'de, özellikle düşük gelir gruplarında ve kırsal kesimlerde tek çocuk okutmak zorunda kalan
ailelerin genellikle erkek çocuklarını okula gönderdikleri ve kız çocuklarını okul dışında bıraktıkları bir
gerçektir. Son yıllarda bununla ilgili, kamu yardım politikalarının uygulamaya konulduğu bilinmektedir.
140
güneydoğu Anadolu bölgesindeki şehirler olduğunu ifade etmektedir (Akder, 2000, s.
25-35). Bölgeler arasındaki farklı şehirler için insani gelişme değerlerini inceleyen
Kabaş (2010, s. 257-266) da aynı bölgede bulunan iller arasında dahi gelir ve insani
gelişme düzeyleri bakımından önemli farklılıklar bulunduğunu ifade etmektedir.
Dolayısıyla BMGP tarafından Türkiye'nin insani gelişme düzeyini artırmaya
yönelik farklı yıllarda sosyal bütünleşme, gençlik, insan hakları, sürdürülebilirlik gibi
farklı insani gelişme boyutlarını da içeren Ulusal Đnsani Gelişme Raporları (UNDP,
2001b; UNDP, 2004b; UNDP, 2008)22 yayımlanmıştır. Bunların arasında Türkiye'deki
genç nüfusa odaklanan 2008 yılı raporu, gençliğin, Türkiye'nin ilerleyen dönemlerinde
insani gelişmeyi içeren kalkınma perspektifinde hayati ve önemli ölçüde belirleyici bir
rol oynayacağını ifade etmektedir (UNDP, 2008, s. 1).
Sonuç olarak Türkiye'nin ĐGE değerine ve trendine bakıldığında, artan oranlı bir
trend sergilediği ancak bu trendin çok da hızlı olmadığı ve benzer düzeylerde başlangıç
değerlerine sahip ülkelerin daha hızlı bir gelişme kaydettiklerini söylemek mümkündür.
Ancak yine de, etkin bir devletin uygulayacağı politikalarla birlikte, makroekonomik
istikrarın ve gelir dağılımında adaletin sağlanması ve insan kapasitelerinin
genişletilmesine daha fazla önem verilmesi, görece daha uygun koşullara sahip olan
Türkiye'nin insani gelişme potansiyelini mutlak düzeyde artıracak ve trendi daha hızlı
bir hale getirecektir.
22
BMGP tarafından ilki 1995 yılında olmak üzere farklı yıllarda Türkiye için 'Ulusal Đnsani Gelişme
Raporları' yayımlanmıştır. 1995 yılında yayımlanan ulusal rapor, Türkiye'de sürdürülebilir insani gelişme
mücadelesine odaklanmıştır. 1996 yılı ulusal raporunda, Türkiye'deki insanların barınma sorununa ve
yoksullukla mücadeleye yer verilmiştir. 1997 yılı ulusal raporunun konusu ise insani gelişme ve sosyal
entegrasyon olmuştur. 1998 yılında yayımlanan ulusal rapor ise, kalkınmada hak-bazlı bir yaklaşımın ön
planda tutulması gerektiğine işaret etmiştir. 1999 yılı ulusal raporu, yine sürdürülebilir kalkınmaya
odaklanırken, spesifik olarak bunun için gereken ulusal politikaların oluşturulmasına yer vermiştir.
Ardından 2001, 2004 ve 2008 yıllarında Türkiye için yayımlanan ulusal insani gelişme raporlarında ise
Türkiye'nin insani gelişme performansının ölçülmesi, bilgi ve iletişim teknolojileri ve gençlik gibi
konular ön planda olmuştur. 2001 yılı ve sonrası ulusal raporlarına Birleşmiş Milletler Gelişme
Programı'nın internet sayfasından erişilebilir: http://hdr.undp.org/en/reports/ (Erişim Tarihi: 23.07.11).
141
BÖLÜM V
SONUÇ
5.1. Sonuç
Đnsanların sosyal ve ekonomik sürecin en önemli aktörü olması düşüncesi,
aslında içinde herkesçe kabul edilen bir gerçekliği taşır. Bir ulusun gerçek zenginliği
olan insanların, herhangi bir karşılık beklenmeden, temel kapasitelerinin genişletilmesi
düşüncesi, gereksiz bir kalkınma anlayışını içerisinde barındırmaz. Aksine kalkınmada,
önemli ve gerekli bir süreci ifade eder. Ancak kalkınma, uzun yıllar iktisadi olarak
tanımlandığı ve genelde büyümeye odaklandığı için, ne yazık ki böylesi bir düşünceye
gereken önem verilememiştir.
Merkezine insanı koyan insani gelişme düşüncesinde temel kapasitelerin
genişletilmesi ön plandadır. Bu yapılırken, ulusların esas zenginliğinin gelir artırımı
değil, insanları olduğunun altı çizilmesi önemlidir. Herhangi bir toplumda, insanlarının
yoksulluk ve sefalet içerisinde olmadığı, özgürce toplum hareketlerine katılım
sağlayabildiği, bilgiye ve sağlık hizmetlerine ulaşabildiği, yani her anlamda belirli bir
yaşam standardının üzerinde olduğu noktada insani gelişme sürecinden bahsedilebilir.
Öyleyse, A. Smith'in Ulusların Zenginliği'ndeki düşüncesinden alınan ilhamla1, ancak
üyelerinin büyük kısmının değer verdikleri özgürlüklerini gerçekleştiremediği bir yaşam
koşullarına sahip olduğu bir topluluk gelişip mutlu olamaz.
Özgürlüklerin genişletilmesi ifadesini içerisinde barındıran ve genel bir
yaklaşımı ifade eden kapasite yaklaşımı, iktisadi analizdeki gibi yalnızca bir insanın
sahip olabileceği gelir ve mallara odaklanmaz, tüm insan yaşamını dikkate alır (Sen,
2009, s. 233). Tercihlere ve özgürlüğe odaklanarak, tercihin bireyin kendisinde olduğu
noktada, gerçek hayatta herhangi bir davranışta bulunma özgürlüğünü ifade eder. Tercih
ve fırsatların genişletilmesi ve bireyin özgürlüğüne odaklanılması, kalkınmada insanı,
yalnızca 'işgücü veya sermaye' olarak görmekten kurtarır, onu kalkınmada 'eyleyen ve
katılım sağlayan' noktasına koyar. Bu da, insanların, yalnızca üretim sürecinde yarar
sağlayan bir 'araç' olarak görülmemesi düşüncesini içerir. Bu nokta, dikkati çekmeye
çalışılan kalkınma anlayışı açısından çok önemlidir. Çünkü kalkınma sürecinin hem
1
Adam Smith'in adı geçen eserinde “üyelerinin büyük kısmının yoksulluk ve sefalet içerisinde olduğu bir
topluluk gelişip mutlu olamaz” (Smith, 1994 [1776], s. 90) şeklinde bir düşünce yer alır.
142
'aracı' hem de 'sonucunun' insan olduğu noktasında kalkınma düşüncesi anlam kazanır.
Đnsanlara bir getiri sağlaması açısından yatırım yapma düşüncesi hem etik olmaktan çok
uzaktır, hem de sürdürülebilir bir kalkınma anlayışı için anlamsızdır.
Đnsani gelişme sürecinde, temel kapasitelerin genişletilmesinden çok, iktisadi
refahın maksimizasyonuna yönelen ve iktisadi etkinliği analizinin merkezine koyan bir
diğer yaklaşım da mevcuttur. Geleneksel yaklaşımların özelliğini içerisinde barındıran
ve ölçümlerinde gelir veya harcamaları kullanan, ve araç olarak insanları, amaç olarak
da kendine iktisadi büyümeyi alan bu neoliberal yaklaşım, 'kapasitelerin genişletilmesi'
şeklindeki etik bir insani gelişme yaklaşımından önemli farklılıklar göstermektedir. Đlgi
odağı piyasa olan ve iktisadi etkinliği ilke olarak benimseyen bu yaklaşım, uzun bir süre
kalkınma sürecinde, belirli bir kalkınma düzeyine ulaşmaya çalışan ülkelerce
benimsenmiştir. Ama yalnızca iktisadi sorunları içerisinde barındıran bu yaklaşımla bu
ülkelerin sorunları çözülmediğinde, yeni bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmuştur.
Amartya Sen'in kapasitelerin genişletilmesi olarak kalkınma düşüncesi, 1990
yılından sonra Mahbub ul Haq öncülüğünde düzenli olarak yayımlanmaya başlayan
Đnsani Gelişme Raporları'nda ortaya atılan insani gelişme yaklaşımının da temelini
oluşturur. Böylece yalnızca gelir değil; bilgi, sağlık, temiz bir çevre, siyasal özgürlük ve
hayatın basit zevkleri artık insani gelişmenin bir unsuru olmuş olur. Kalkınmanın
hedefi, sağlıklı olmak ve iyi beslenmek, bilgi sahibi olmak ve toplum yaşamına katılım
sağlamak gibi temel kapasitelerin genişletilmesi halini aldığı anda, insanın yaşamının
değerinin artırılması ön plana geçmiş olur. Bu noktada gelire bağlı bir refah, arzu edilen
bir unsur olmaktan çıkar, toplum, asıl refahın kendi insanları olduğunun farkına varır.
Yüksek gelir düzeylerinin ülkenin kalkınması yolunda olumlu yönlerine ilişkin
bazı varsayımlar, Alkire ve Deneulin (2009, s. 13-19) tarafından da eleştiriye
uğramıştır. Öyle ki, iktisadi büyümenin, insanların gelirini ve dolayısıyla yaşam
kalitesini artırdığını savunan genel görüş her zaman geçerli değildir. Yüksek büyüme
rakamlarına sahip ülkelerin insanları her zaman yüksek yaşam kalitesine veya yüksek
insani gelişmişlik düzeylerine sahip olmayabilirler. Diğer taraftan, iyi bir gelire sahip
ailelerin eğitim ve sağlık gibi diğer başka boyutlarda yoksunluk yaşamayacağı
öngörülür. Ancak, belirli bir gelir düzeyine sahip olmanın veya 'yoksul-olmayan'
hanehalkları arasında olmanın her zaman yetersiz beslenmeyi önleyeceği ve -özellikle
kamu hizmetleri zayıf veya yetersiz olduğu durumda- eğitim almanın garantisini
vereceği söz konusu değildir. Bir diğer varsayım, iktisadi büyümenin yetersiz beslenme
gibi diğer yoksulluk türlerini otomatik olarak azaltacağıdır. Ancak Hindistan ve Çin
143
gibi ülkelerde büyüme rakamlarında gerçekleşen artışlar, özellikle kırsal alanda yaşanan
sağlık eşitsizliklerini ve yoksunluklarını önleyememektedir. Aynı zamanda Çin'in, her
ne kadar Hindistan'dan daha büyük büyüme rakamlarına ulaşmış olsa da istikrarlı bir
siyasal özgürlük kriterlerine ulaşmada başarı gösteremediği görülmektedir. Bir diğer
varsayım, iktisadi büyümenin, insani gelişmeye göre daha kolay sağlanabileceğidir.
Ancak uyum politikaları gibi politikalarla gelişmekte olan birçok ülkeye önerilen
politikalar, her zaman olumlu sonuçlar doğurmamış ve iktisadi büyümenin sağlanması
da o kadar kolay gerçekleşmemiştir. Son varsayım ise, insani gelişme unsurları dikkate
alınmadan da iktisadi büyümenin sürdürülebilir olabileceğini iddia eder. Ancak, yeterli
eğitimi ve sağlık hizmetlerini almamış bir topluma sahip bir ülkenin uzun dönemde
büyümesinin sürdürülebilir olmayacağına Ranis vd. (2000) tarafından değinilmiştir.
Zaten bu tezin de altında yatan düşünce, insani gelişmenin ve insanların yaşamlarının
iyileştirilmesi üzerine odaklanan politikaların asıl önem arz ettiği düşüncesidir.
Đnsani gelişme sürecinde büyümenin veya yalnızca gelire bağlı değişkenlerin
eleştirisini yapmak, geliri analizlerden dışlamak anlamına gelmez. Öyle ki, yüksek
gelirli ülkelerde en yüksek sağlık ve eğitim rakamlarının görülmesi şaşırtıcı değildir.
Dolayısıyla gelir, doğru kaynaklara aktarıldığı zaman, gelirin kalkınma için elzem bir
unsur olduğu sonucuna ulaşılmış olur. Aynı zamanda iktisadi büyüme yoksul ülkelerde
yoksulluğu azaltmada veya yoksullukla mücadelede önem arz eder. Ancak belirtildiği
gibi, büyümenin miktarından çok kalitesi önemlidir. Bilinçli bir kamu politikasının gelir
artışını insanların yaşantılarına dönüştürmesi gerekir. Dolayısıyla büyümenin ötesine
gidilmelidir. Đnsanların yaşamlarının iyileştirilmesi olarak anlaşılan bir kalkınma
anlayışıyla insan, kalkınma yaklaşımının merkezine konulmalıdır. Elbette fırsatlara eşit
olarak erişebildikleri noktada insanlar, kapasitelerini artırabilirler. Bu çerçevede siyasal,
sosyal ve kültürel faktörlere, iktisadi faktörler kadar önem verilmelidir.
Kapasite yaklaşımını oluştururken Amartya Sen'in, herhangi bir kapasiteler
listesi oluşturmadığı görülmektedir. Ancak ilerleyen yıllarda, ilk önce 1990 yılındaki
Đnsani Gelişme Raporu'nda yayımlanan Đnsani Gelişme Endeksi ile üç temel kapasiteye
odaklanan bir ölçüm yapılır. Ölçümün üç temel unsuru eğitim, sağlık ve gelirdir. Bu
ölçüm, insanlarının bilgi sahibi ve sağlıklı olduğu ve belirli bir gelir düzeyine eriştiği
toplumları insani gelişmişlik düzeyinde üst sıralara koyar. Ardından, herhangi bir ölçüm
yapmasa da Nussbaum (2000) tarafından merkezi insan kapasiteleri adı altında on temel
kapasiteyi içeren bir liste sunulur. Buna göre, erdemli bir insan yaşantısı için gerekli
insan kapasiteleri tanımlanmış olur. Daha sonraki yıllarda ise Ranis vd. (2006), Đnsani
144
Gelişme Endeksi'nin, insani gelişmeyi açıklamada yetersiz kaldığını ve insani gelişmeyi
açıklayabilmek için bu endeksin de ötesine gitmenin gerekliliğini savunarak daha geniş
bir ölçüm ortaya koyarlar ve zihinsel refah, yetkilendirme, siyasal özgürlük, sosyal
ilişkiler, toplum refahı, eşitsizlikler, iş koşulları, boş zaman, iktisadi ve siyasal güvenlik,
çevre koşulları gibi birçok başka sosyal-siyasal göstergeyi de içeren yeni bir endeks
ortaya atarlar.
Ortaya çıkışından bu yana Đnsani Gelişme Endeksi trendi incelendiğinde, tüm
ülkeleri için insani gelişme düzeylerinde ilerlemeler kaydedildiği görülmektedir. Ancak
en hızlı ilerlemeyi Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri, en yavaş ilerlemeyi de Sahra-altı
Afrika ülkeleri sergilemektedir. En hızlı ilerleme kaydeden ülkelerin başarılarının
altında insani gelişme endeksinin gelir-dışı unsurlarına verilen önem ve bu çerçevede
uyguladıkları kamu politikaları yatarken, en yavaş ilerleme kaydeden ülkelerin içinde
bulundukları gelir yoksulluğu ve diğer taraftan çevresel koşulları; yaşadıkları iç savaşlar
ve hastalıklar, bu yavaş ilerlemede önemli paya sahiptir.
Bu noktada Đnsani Gelişme Endeksi'nin, insani gelişme sürecinin anlaşılması
yolunda gerekli ama 'kaba' bir ölçüm olduğunun anlaşılması gerekir. Bu endeks, insani
gelişmenin tam olarak anlaşılmasına yardımcı olamaz, çünkü siyasal özgürlükler,
eşitsizlikler gibi bir çok değişkeni ölçüme almakta sorun yaşar. Bu nedenle, Đnsani
Gelişme Endeksi ile genel olarak insani gelişme arasında bir ayrıma gidilmelisi gerekir.
Öyle ki, insani gelişmenin değerinin anlaşılabilmesi için, yalnızca bu endekse
odaklanmak hata olabilir. Đnsani gelişme süreci, çok daha geniş anlamda bir kalkınma
anlayışı sunar. Đnsanların iyi ve yaşamaya değer bir hayat yaşayabilmesi için gereken
özgürlükleri içerir. Tercihlerin ve kapasitelerin genişletildiği noktada önem arz eder.
Kalkınma sürecinde insani gelişme veya yoksulluğa gereken önemi vermemiş
olan Türkiye için de bu koşullar geçerlidir. Türkiye, kalkınma sürecinin ilk yıllarında
gelişmekte olan ülkelerle paralel bir şekilde, büyümeyi ön planda tutan ve
sanayileşmeye dayalı bir kalkınma anlayışını barındıran bir yapıya sahip olmuştur.
Yoksulluğa veya insan kapasitelerinin genişletilmesine gereken önem verilmemiştir.
Her ne kadar Đnsani Gelişme Endeksi göstergelerinde ilerlemeler kaydetse de, hem
bunlar çok hızlı bir trende göre ilerlememiş, hem de ülke, insani özgürlük ve insan
hakları kriterlerinde yeterli başarıyı sağlayamamıştır ve özellikle siyasal özgürlükler,
cinsiyet eşitsizliği ve kadın eğitim oranı gibi bazı göstergelerde sıkıntılar yaşamaktadır.
Bundan sonra Türkiye için gereken, daha bilinçli bir kamu politikasıyla, ulusun gerçek
zenginliğinin insan olduğu yargısıyla, insani gelişmeye ve kapasitelerin genişletilmesine
145
önem verilmesidir. Böylesi bir anlayışla, yeterli potansiyeli içerisinde barındıran
Türkiye için, insani gelişme trendinin hızlanacağı açıktır.
Dolayısıyla çalışmanın vardığı sonuç, kalkınma sürecinde insani gelişmeye
dayalı bir yaklaşımın, gelişmekte olan ülkelerde neoliberal reçetelere göre daha etkin
durumda olduğudur. Çünkü iktisadi olarak belirli büyüme gösteren ve refah hedefine
ulaşmaya çalışan ülkeler, yaşam standartlarında veya insani özgürlük kriterlerinde aynı
düzeyde ilerleme kaydetmeyebilirler. Sürdürülebilir bir kalkınma anlayışı için, eğitim
ve sağlık başta olmak üzere, insani gelişmeye gereken önemin verilmesi, yalnızca
iktisadi büyümeye önem verilmesinden çok daha önemlidir. Bu bağlamda gelir
rakamları, kalkınmayı anlama yolunda yanıltıcı olabilir. Gelişmekte olan ülkelerin
kalkınma düzeylerinin anlaşılması ve ülkeler arası karşılaştırmaların yapılabilmesi için
iktisadi olmayan göstergeleri de içeren bir endeksin gerekli olduğu anlaşılmıştır.
Elbette, çok daha geniş içerikli, çok daha fazla insan kapasitesini içeren bir ölçüm,
gelecek dönem çalışmalarını şekillendirebilir.
5.2. Öneriler
Đnsani gelişme düşüncesinin arzulanan bir içeriğe sahip olduğu açıktır.
Halihazırda genel insani gelişme gündeminin beş önemli unsurundan bahsedilebilir. Bu
unsurlar, insani gelişme sürecinin hızlandırılması için gelişmekte olan ülkelere politika
önerileri olarak da sunulabilir. Buna göre insani gelişme sürecinin hızlandırılması için;
i) eğitimin ve sağlık olanaklarının geliştirilmesi hedeflerini içeren bir sosyal kalkınma
anlayışına öncelik vermek, ii) insani gelişme ve unsurları için kaynak sağlayan bir
iktisadi büyüme meydana getirmek, iii) insan haklarını koruyan bir demokratik idare
için siyasi ve sosyal reformları gerçekleştirmek; böylece insanların daha fazla topluma
katılım ve bireysel bağımsızlığa sahip olması ile özgürlük ve haysiyet içerisinde
yaşayabilmelerini sağlamak, iv) kamu politikalarında genellikle çıkarları ihmal edilen
ezilmişlere ve yoksullara özel bir yoğunlaşma ile birlikte, tüm bireyler için insani
gelişmenin üç temel unsurunda adaleti sağlamak, ve, v) yoksul ülkelerin küresel
piyasalara, teknolojiye ve bilgiye erişmelerine daha fazla yardımcı olan iktisadi bir
ortamın yaratılması için küresel düzeyde kural ve kurumsal reformları oluşturmak
gerekir (Fukuda-Parr, 2003, s. 311-312). Elbette, insani gelişme sürecinin değişime
açıklığı nedeniyle politika önerileri de ortaya çıkan yeni kaygılara bağlı olarak değişime
uğrayabilir. Dolayısıyla da evrimleşen bir süreçten bahsedilmiş olunur.
146
KAYNAKÇA
Acar, Y. (2008). Đktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri (5. bas.). Bursa: Dora.
Acemoglu, D.; Johnson, S.; Robinson, J. (2001). The Colonial Origins of Comparative
Development: An Empirical Investigation. American Economic Review. Vol. 91,
No. 5 (December). 1369-1401.
Acemoglu, D.; Robinson, J. (2002). The Political Economy of the Kuznets Curve.
Review of Development Economics. 6 (2). 183-203.
Adelman, I. (1999a). Fallacies in Development Theory and Their Implications For
Policy. Department of Agricultural and Resource Economics and Policy, Division
of Agricultural and National Resources Working Paper. No. 887. U.C. Berkeley.
Adelman, I. (1999b). The Role of Government in Economic Development. Department
of Agricultural and Resource Economics and Policy, Division of Agricultural and
National Resources Working Paper. No. 890. U.C. Berkeley.
Agenor, P. R.; Miller, M.; Vines, D.; Weber, A. (1999). The Asian Financial Crisis:
Causes, Contagion and Consequences. Cambridge University Press.
Akder, A. H. (2000). Regional Disparities and Rural Poverty in Turkey: Human
Development Approach. In A. H. Akder (coord.), Regional Development and
Rural Poverty (pp. 15-35). Đstanbul: TESEV Yayınları.
Aktan, C. C.; Vural, Đ. Y. (2002). Gelir Dağılımında Adalet(siz)lik ve Gelir Eşit(siz)liği:
Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri. Đçinde C. C. Aktan (ed.),
Yoksullukla Mücadele Stratejileri. Ankara: Hak-Đş Konfederasyonu Yayınları.
http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/anasayfa-yoksulluk.htm (26.06.11).
Alesina, A.; Devleeschauwer, A.; Easterly, W.; Kurlat, S.; Wacziarg, R. (2003).
Fractionalization. Journal of Economic Growth. No. 8. 155-194.
Alkire, S. (2002a). Valuing Freedoms. New York: Oxford University Press.
Alkire, S. (2002b). Dimensions of Human Development. World Development. Vol. 30,
No. 2. 181–205.
Alkire, S.; Deneulin, S. (2009). A Normative Framework for Development. In S.
Deneulin, L. Shahani (eds.), An Introduction to Human Development and
Capability Approach: Freedom and Agency (pp. 3-21). London: Earthscan.
147
Alkire, S.; Foster, J. (2009). Counting and Multidimensional Poverty Measurement.
OPHI Working Paper. No. 32. December. Oxford Department of International
Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford.
Alkire, S.; Foster, J. (2010). Designing the Inequality-Adjusted Human Development
Index (HDI). OPHI Working Paper. No. 37. July. Oxford Department of
International Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford.
Alkire, S.; Santos, M. E. (2010). Acute Multidimensional Poverty: A New Index for
Developing Countries. OPHI Working Paper. No. 38. July. Oxford Department of
International Development, Queen Elizabeth House (QEH), University of Oxford.
Anand, S. (2004). The Concern for Equity in Health. In S. Anand; F. Peter; A. Sen
(eds.), Public Health, Ethics and Equity (pp. 15-20). Oxford University Press.
Anand, S.; Sen, A. (1994). Human Development Index: Methodology and
Measurement. Human Development Report Office Occasional Paper 12. New
York: UNDP [Later published in S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings
in Human Development (2nd ed.) (pp. 138-151). New Delhi: O.U.P. 2005].
Anand, S.; Sen, A. (1995). Gender Inequality in Human Development: Theories and
Measurement. Occasional Paper 19. June. New York, HDRO, UNDP.
Anand, S.; Sen, A. (1997). Concepts of Human Development and Poverty: A
Multidimensional Perspective. Human Development Working Papers. New York:
UNDP [Later published in S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in
Human Development (2nd ed.) (pp. 228-244). New Delhi: O.U.P. 2005].
Anand, S.; Sen, A. (2000). The Income Component of the Human Development Index.
Journal of Human Development. Vol. 1, No. 1. 83-106.
Arieff, A. (2009). Sexual Violence in African Conflicts. Congressional Research
Service Report. http://www.fas.org/sgp/crs/row/R40956.pdf (Erişim: 10.05.11).
Aristotle (1980). The Nicomachean Ethics (trans.: D. Ross). Oxford University Press.
Arndt, H. W. (1981). Economic Development: A Semantic History. Economic
Development and Cultural Change. Vol. 29, No.3. 457-466.
Asselin, L. (2009). Analysis of Multidimensional Poverty: Theory and Case Studies.
New York: Springer.
148
Atkinson, A. B. (1970). On the Measurement of Inequality. Journal of Economic
Theory. No.2. 244-263.
Atkinson, A. B. (2003). Multidimensional Deprivation: Contrasting Social Welfare and
Counting Approaches. Journal of Economic Inequality. No. 1. 51-65.
Awad, Y.; Israeli, N. (1997). Poverty and Income Inequality: An International
Comparison, 1980s and 1990s. Luxembourg Income Study Working Paper Series.
No. 166 (July). Luxembourg Income Study.
Bardhan, K.; Klasen, S. (1999). UNDP's Gender-Related Indices: A Critical Review.
World Development. Vol. 27, No. 6. 985-1010.
Bardhan, P. (1980). Interlocking Factor Markets and Agrarian Development: A Review
of Issues. Oxford Economic Papers, New Series. Vol. 32, No. 1 (March). 82-98.
Bardhan, P. (1993). Economics of Development and The Development of Economics.
The Journal Of Economic Perspectives. Vol.7, No.2 (Spring). 129-142.
Barro, R. J.; Lee, J. W. (2010). A New Data Set of Educational Attainment in the
World, 1950-2010. NBER Working Paper Series. No. 15902. April. Cambridge.
Basu, K. (1997). Analytical Development Economics: The Less Developed Economy
Revisited. MIT Press.
Basu, K.; Kanbur, R. (2009). Arguments for a Better World (Volume I and Volume II).
New York: Oxford University Press.
Beckerman, W.; Bacon, R. (1966). International Comparisons of Income Levels: A
Suggested New Measure. The Economic Journal. Vol. 76, No. 303. 519-536.
Bennett, M. K. (1951). International Disparities in Consumption Levels. The American
Economic Review. Vol. 41, No. 4 (September). 632-649.
Berber, M. (2004). Đktisadi Büyüme ve Kalkınma. Trabzon: Derya Kitabevi.
Berlin, I. (2002[1969]). Liberty (ed.: H. Hardy). Oxford: Oxford University Press.
Bhagwati, J. (1978). Anatomy and Consequences of Exchange Control Regimes.
Cambridge: Ballinger Pub. Co.
Bigsten, A.; Fosu, A. K. (2004). Growth and Poverty in Africa: An Overview. Journal
of African Economies. Vol. 13, AERC Supplement 1. i1-i15.
149
Boas, M. (2005). The Liberian Civil War: New War/Old War? Global Society. Vol. 19,
No. 1 (January). 73-88.
Boeke, J. H. (1953). Economics and Economic Policy of Dual Societies. New York:
International Secretariat Institute of Pacific Relations.
Booysen, F. (2002). An Overview and Evaluation of Composite Indices of
Development. Social Indicators Research. No. 59. 115-151.
Bosker, M.; Garretsen, H. (2008). Economic Geography and Economic Development in
Sub-Saharan Africa. CESifo Working Paper. No. 2490. December.
Bourguignon, F.; Chakravarty, S. (2003). The Measurement of Multidimensional
Poverty. Journal of Economic Inequality. No. 1. 25-49.
Buchanan, N. S.; Ellis, H. S. (1955). Approaches to Economic Development. New York:
The Twentieth Century Fund.
Buğra, A. (2008). Kapitalizm Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika. Đstanbul: Đletişim.
Cahill, M. B. (2002). Diminishing returns to GDP and the Human Development Index.
Applied Economics Letters. No. 9. 885-887.
Cahill, M. B. (2005). Is The Human Development Index Redundant? Eastern Economic
Journal. Vol. 31, No. 1 (Winter). 1-5.
Cammack, P. (2003). What the World Bank Means by Poverty Reduction. Staying
Poor: Chronic Poverty and Development Policy Conference. London: CPRC.
Chang, H.; Grabel, I. (2005). Kalkınma Yeniden: Alternatif Đktisat Politikaları El Kitabı
(çev.: E. Özçelik). Ankara: Đmge Kitabevi.
Chenery, H. B. (1960). Patterns of Industrial Growth. The American Economic Review.
Vol. 50, No. 4 (September). 624-654.
Clark, D. A. (2006). Capability Approach. In D. A. Clark (ed.), The Elgar Companion
to Development Studies (pp. 32-45). Cheltenham: Edward Elgar Publishing Ltd.
Coleman, J. S. (1988). Social Capital in the Creation of Human Capital. The American
Journal of Sociology, Vol. 94 Suppl.: Organizations and Institutions: Sociological
and Economic Approaches to the Analysis of Social Structure. 95-120.
Collier, P. (1998). The Political Economy of Ethnicity. Working Paper Series. No. 98/8.
April. Centre for the Study of African Economies, University of Oxford.
150
Cornia, G. A.; Jolly, R.; Stewart, F. (1987). Adjustment with a Human Face. New York:
Oxford University Press.
Coudouel, A.; Hentschel, J. S.; Wodon, Q. T. (2002) Poverty Measurement and
Analysis (Including Technical Notes). In Jeni Klugman (ed.), A Sourcebook for
Poverty Reduction Strategies (pp. 27-74, 405-427). Washington: World Bank.
Cypher, J. M.; Dietz, J. L. (2009). The Process of Economic Development (3rd ed.).
New York: Routledge.
Dağdemir, Ö. (2002). Türkiye Ekonomisi’nde Yoksulluk Sorunu ve Yoksulluğun
Analizi: 1987-1994. Đçinde C. C. Aktan (ed.), Yoksullukla Mücadele Stratejileri.
http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/ucuncu-bol/dagdemir.pdf (28.01.11)
Daly, H. E.; Cobb, J. B. Jr. (1994[1989]). For The Common Good (2nd ed.). Boston:
Beacon Press.
Dasgupta, P. (1993). An Inquiry Into Well-Being and Destitution. New York: Oxford
University Press.
de Brouwer, A.; Ka Hon Chu, S. (2009). The Men Who Killed Me: Rwandan Survivors
of Sexual Violence. Vancouver: Douglas and McIntyre.
Demir, Ö. (1996). Kurumcu Đktisat. Ankara: Vadi Yayınları.
Deneulin, S. (2009). Ideas Related to Human Development. In S. Deneulin, L. Shahani
(eds.), An Introduction to Human Development and Capability Approach:
Freedom and Agency (pp. 49-70). London: Earthscan.
Deneulin, S.; Shahani, L. (2009). An Introduction to Human Development and
Capability Approach: Freedom and Agency. London: Earthscan.
Denov, M. (2006). Wartime Sexual Violence: Assessing a Human Security Response to
War-Affected Girls in Sierra Leone. Security Dialogue. Vol. 37, No. 3. 319-342.
Dervis, K.; de Melo, J.; Robinson, S. (1982). General Equilibrium Models for
Development Policy. Cambridge University Press.
Desai, M. (1994). The Measurement Problem in Economics. Scottish Journal of
Political Economy. Vol. 41. No. 1 (February). 34-42.
Diamond, A. M. Jr. (2006). Schumpeter's Creative Destruction: A Review of The
Evidence. Journal of Private Enterprise. Vol. XXII, No. 1 (Fall). 120-146.
151
Diamond, J. (2010). Tüfek, Mikrop ve Çelik (çev.: Ü. Đnce) (22. bas.). Ankara: Tübitak.
Dijkstra, A. G. (2002). Revisiting UNDP's GDI and GEM: Towards an Alternative.
Social Indicators Research. No. 57. 301-338.
DiMento, J. F. C.; Doughman, P. (2007). Climate Change: How the World Is
Responding. In J. F. C. DiMento; P. Doughman (eds.), Climate Change: What it
Means For Us, Our Children, And Our Grandchildren (pp. 101-138). MIT Press.
Domar, E. D. (1946). Capital Expansion, Rate of Growth, and Employment.
Econometrica. Vol. 14, No. 2 (April). 137-147.
Domar, E. D. (1957). Essays in the Theory of Economic Growth. New York: Oxford
University Press.
Dornbusch, R.; Fischer, S. (1998). Makroekonomi (çev.: S. Ak vd.). Đstanbul: Akademi.
Dumenil, G.; Levy, D. (2004). Capital Resurgent: Roots of The Neoliberal Revolution
(trans.: D. Jeffers). Cambridge: Harvard University Press.
Dura, C.; Atik, H.; Türker, O. (2004). Beşeri Sermaye Açısından Türkiye’nin Avrupa
Birliği Karşısındaki Kalkınma Seviyesi. III. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim
Kongresi. Osmangazi Üniversitesi, Đ.Đ.B.F., 25-26 Kasım, Eskişehir.
Easterly, W. (1997). The Ghost of Financing Gap: How the Harrod-Domar Growth
Model Still Haunts Development Economics. World Bank Policy Research
Working Paper Series. No. 1807.
Easterly, W. (2006). Reliving the 1950s: the big push, poverty traps and takeoffs in
economic development. Journal of Economic Growth. Vol. 11. 289-318.
Easterly, W.; Freschi, L. (2010). The First Law of Development Stats: Whatever our
Bizarre Methodology, We make Africa look Worse. Aidwatch Post. December 2.
http://aidwatchers.com/2010/12/the-first-law-of-development-stats-whatever-ourbizarre-methodology-we-make-africa-look-worse/ (Erişim Tarihi: 11.05.11).
Easterly, W.; Levine, R. (1997). Africa's Growth Tragedy: Policies and Ethnic
Divisions. The Quarterly Journal of Economics. Vol. 112, No. 4. 1203-1250.
Eroğlu, N. (2004). John R. Hicks'in Refah Ekonomisine Katkıları. Marmara
Üniversitesi Đ.Đ.B.F. Dergisi. Cilt. XIX, No. 1. 137-153.
152
Escobar, A. (1992). Imagining a Post Development Era? Critical Thought, Development
and Social Movements. Social Text. No. 31/32. 20-56.
Fields, G. S. (2000). The Dynamics Of Poverty, Inequality and Economic Well-being:
African Economic Growth in Comparative Perspective. Journal of African
Economies. Vol. 9, AERC Supplement 1. 45-78.
Fleurbaey, M. (2002). Development, Capabilities and Freedom. Studies in Comparative
International Development. Vol. 37, No. 2 (Summer). 71-77.
Foster, J.; Greer, J.; Thorbecke, E. (1984). A Class of Decomposable Poverty Measures.
Econometrica. Vol. 52, No. 3 (May). 761-766.
Foster, J.; Lopez-Calva, L. P.; Szekely, M. (2005). Measuring the Distribution of
Human Development: methodology and an application to Mexico. Journal of
Human Development. Vol. 6, No. 1 (March). 5-29.
Foster-Carter, A. (1973). Neo-Marxist Approaches to Development and UnderDevelopment. Journal of Contemporary Asia. Vol. 3, No. 1. 7-33.
Fosu, A. K.; Mwabu, G. (2010). Human Development In Africa. Human Development
Research Paper 2010/08. June. N.Y.: UNDP.
Frank, A. G. (1966). The Development of Underdevelopment. Monthly Review. Vol. 18,
No. 4 (September). 17-37.
Frankfurt, H. (1987). Equality as a Moral Ideal. Ethics. Vol. 98, No. 1 (October). 21-43.
Fukuda-Parr, S. (2003). The Human Development Paradigm: Operationalizing Sen's
Ideas on Capabilities. Feminist Economics. Vol. 9, No. 2-3. 301-317.
Fukuda-Parr, S. (2005). Rescuing The Human Development Concept From the HDI:
Reflections on a New Agenda. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings
in Human Development (2nd ed.) (pp. 117-124). New Delhi: O.U.P.
Fukuda-Parr, S.; Kumar, A. K. S. (2005). Readings in Human Development (2nd ed.).
New Delhi: Oxford University Press.
Gallup, J. L.; Sachs, J. D.; Mellinger, A. (1999). Geography and Economic
Development. CID Working Paper. No. 1. March. Center for International
Development at Harvard University.
153
Gasper, D. (2002). Is Sen’s Capability Approach an Adequate Basis for Considering
Human Development? Review of Political Economy. Vol. 14, No. 4. 435-461.
Gasper, D. (2007). What is the Capability Approach? Its Core, Rationale, Partners and
Dangers. The Journal of Socio-Economics. No. 36. 335–359.
Gaye, A.; Klugman, J.; Kovacevic, M.; Twigg, S.; Zambrano, E. (2010). Measuring
Key Disparities in Human Development: The Gender Inequality Index. Human
Development Research Paper 2010/46. December. New York: UNDP.
Gerschenkron, A. (1962). Economic Backwardness in Historical Perspective. Belknap
Press of Harvard University Press.
Ghatak, S. (2005). Introduction to Development Economics (3rd edt.). Routledge.
Ghosh, N. (2008). The Road from Economic Growth to Sustainable Development: How
was it Traversed? Takshashila Academia of Economic Research Ltd., Working
Paper Series (January).
Gibson, H.; Tsakalatos, E. (2003). Uluslararası Borç Krizi: Nedenler, Sonuçlar ve
Çözümler. Đçinde F. Şenses (der.), Kalkınma Đktisadı: Yükselişi ve Gerilemesi (3.
bas.) (çev.: S. Öztürk) (pp. 173-210). Đstanbul: Đletişim Yayınları.
Gore, C. (2000). The Rise and Fall of the Washington Consensus as a Paradigm for
Developing Countries. World Development. Vol. 28, No. 5. 789-804.
Greve, B. (2008). What is Welfare? Central European Journal of Public Policy. Vol. 2,
No. 1 (July). 50-73.
Griffin, J. (1986). Well-Being: Its Meaning, Measurement, and Moral Importance. New
York: Oxford University Press.
Grimm, M.; Harttgen, K.; Klasen, S.; Misselhorn, M. (2006). A Human Development
Index by Income Groups. Background Paper for Human Development Report
2006. November 15. UNDP.
Haque, M. S. (1999). The Fate of Sustainable Development Under Neo-liberal Regimes
in Developing Countries. International Political Science Review. 20 (2). 197-218.
Hamilton, C. (1999). The Genuine Progress Indicator: Methodological Developments
and Results from Australia. Ecological Economics. No. 30. 13-28.
154
Harbison, F. H.; Myers, C. A. (1964). Education, Manpower and Economic Growth.
New York: McGraw-Hill.
Harris, J. R.; Todaro, M. P. (1970). Migration, Unemployment and Development: A
Two-Sector Analysis. The American Economic Review. Vol. 60, No. 1. 126-142.
Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. N.Y.: Oxford University Press.
Heilbroner, R. L. (2008). Đktisat Düşünürleri (2. bas.) (çev.: A. Tartanoğlu). Ankara:
Dost Kitabevi.
Hicks, D. A. (1997). The Inequality-Adjusted Human Development Index: A
Constructive Proposal. World Development. Vol. 25, No. 8. 1283-1298.
Hicks, N.; Streeten, P. (1979). Indicators of Development: The Search for a Basic
Needs Yardstick. World Development. Vol. 7, No. 6 (June). 567-580.
Hirschman, A. O. (1958). The Strategy of Economic Development. New Haven: Yale
University Press.
Hirschman, A. O. (2003). Kalkınma Đktisadının Yükselişi ve Gerilemesi. Đçinde F.
Şenses (der.), Kalkınma Đktisadı: Yükselişi ve Gerilemesi (3. bas.) (çev.: S.
Öztürk) (pp. 23-52). Đstanbul: Đletişim Yayınları.
Hirschman, A. O. (2008). Tutkular ve Çıkarlar (çev.: B. Cezar). Đstanbul: Metis.
Hopkins, M. (1991). Human Development Revisited: A New UNDP Report. World
Development. Vol. 19, No. 10. 1469-1473.
IMF (2010). Government Finance Statistics-GFS. http://www.imf.org/external/data.htm
(Erişim Tarihi: 28.05.11).
Đnsel, A. (2005). Neo-liberalizm: Hegemonyanın Yeni Dili. Đstanbul: Birikim Yayınları.
Jahan, S. (2005). Evolution of The Human Development Index. In S. Fukuda-Parr;
A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 152-163).
New Delhi: Oxford University Press.
Jolly, R. (2005). Human Development and Neo-liberalism: Paradigms Compared. In S.
Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.)
(pp. 106-116). New Delhi: Oxford University Press.
Kabaş, T. (2010). Gelişmekte Olan Ülkelerde Yoksulluğun Nedenleri ve Yoksullukla
Mücadele Yolları. Adana: Nobel Kitabevi.
155
Kant, I. (1998[1785]). Groundwork of the Metaphysics of Morals (trans.: M. Gregor).
Cambridge: Cambridge University Press.
Kaul, I. (2005). Choices that Shaped the Human Development Reports. In S. FukudaParr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 8591). New Delhi: Oxford University Press.
Kayitesi-Blewitt, M. (2006). Funding Development in Rwanda: The Survivors'
Perspective. Development in Practice, Vol. 16, No. 3-4 (June). 316-321.
Kaynak, M. (2007). Kalkınma Đktisadı (2. bas.). Ankara: Gazi Kitabevi.
Kelley, A. C. (1989). The "International Human Suffering Index": Reconsideration of
the Evidence. Population and Development Review. Vol. 15, No. 4. 731-737.
Kelley, A. C. (1991). The Human Development Index: "Handle with Care". Population
and Development Review. Vol. 17, No. 2 (June). 315-324.
Kenny, C. (2011). Getting Better: Why Global Development is Succeeding and How We
Can Improve the World Even More. New York: Basic Books.
Khan, H.; Islam, I. (1989). Trends in International Inequality: A Basic Needs Approach.
Journal of Economic Development. Vol. 14, No. 2 (December). 143-152.
Kibritçioğlu, A. (1996). Friedrich List'in Bebek Endüstriler Tezi. Đçinde A. Kibritçioğlu
(ed.), Uluslararası (Makro) Đktisat (pp. 49-81). Ankara: 72 TDFOB Yayıncılık.
Kimura, I. (2003). Goals and Roles of Basic Education in Human Development Case:
Bangladesh. Unpublished Doctor of Philosophy in Education Thesis. University
of California, Los Angeles.
Klugman, J.; Rodriguez, F.; Choi, H. (2011). The HDI 2010: New Controversies, Old
Critiques. Human Development Research Paper 2011/01. April. N.Y.: UNDP.
Kotz, D. M. (2002). Globalization and Neoliberalism. Rethinking Marxism. Vol. 14, No.
2 (Summer). 64-79.
Kotz, D. M. (2008). Neoliberalism and Financialization. Conference Paper in Honor of
Jane D'Arista. Political Economy Research Institute, University of Massachusetts
Amherst. May 2-3.
Kovacevic, M. (2010a). Review of HDI Critiques and Potential Improvements. Human
Development Research Paper 2010/33. New York: UNDP.
156
Kovacevic, M. (2010b). Measurement of Inequality in Human Development: A Review.
Human Development Research Paper 2010/35. November. New York: UNDP.
Krueger, A. O. (1978). Foreign Trade Regimes and Economic Development:
Liberalization Attempts and Consequences. Lexington: Ballinger Press for NBER.
Krug, E. G.; Dahlberg, L. L.; Mercy, J. A.; Zwi, A.B.; Lozano, R. (2002). World Report
on Violence and Health. Geneva: World Health Organization.
Krugman, P. (1981). Intraindustry Specialization and the Gains from Trade. Journal of
Political Economy. Vol. 89, No. 5 (October). 959-973.
Krugman, P. (1991). Increasing Returns and Economic Geography. The Journal of
Political Economy. Vol. 99, No. 3 (June). 483-499.
Krugman, P. (1994). The Myth of Asia's Miracle. Foreign Affairs. Vol. 73 (6). 62-78.
Kuznets, S. (1955). Economic Growth and Income Inequality. The American Economic
Review. Vol. 45, No. 1 (March). 1-28.
Laderchi, C. R.; Saith, R.; Stewart, F. (2003). Does it Matter that We don't Agree on the
Definition of Poverty? A Comparison of Four Approaches. Working Paper. No.
107. Queen Elizabeth House, University of Oxford.
Lal, D.; Rajaptirana, S. (1987). Foreign Trade Regimes and Economic Growth in
Developing Countries. World Bank Research Observer. Vol. 2, No. 2. 189-217.
Landes, D. S. (1998). The Wealth and Poverty of Nations: Why Some are So Rich and
Some So Poor. New York: W. W. Norton.
Lawn, P. A. (2003). A Theoretical Foundation to Support the Index of Sustainable
Economic Welfare (ISEW), Genuine Progress Indicator (GPI), and Other Related
Indexes. Ecological Economics. No. 44. 105-118.
Lawn, P. A. (2005). An Assessment of the Valuation Methods Used to Calculate the
Index of Sustainable Economic Welfare (ISEW), Genuine Progress Indicator
(GPI), and Sustainable Net Benefit Index (SNBI). Environment, Development and
Sustainability. No. 7. 185-208.
Leibenstein, H. (1957). Economic Backwardness and Economic Growth. N.Y.: Wiley.
Lewis, W. A. (1954). Economic Development with Unlimited Supplies of Labour. The
Manchester School of Economic and Social Studies. 22 (2). 139-191.
157
Lewis, W. A. (1984). The State of Development Theory. The American Economic
Review. Vol. 74, No. 1 (March). 1-10.
Lind, N. C. (1992). Some Thoughts on The Human Devlopment Index. Social
lndicators Research. No. 27. 89-101.
List (1885[1841]). The National System of Political Economy (trans.: S. S. Lloyd).
London. http://socserv.mcmaster.ca/~econ/ugcm/3ll3/list/national.html (01.08.10).
Lucas, R. E. Jr. (1988). On The Mechanics of Economic Development. Journal of
Monetary Economics. No. 22. 3-42.
Mabughi, N.; Selim, T. (2006). Poverty as Social Deprivation. Review of Social
Economy. Vol. 64, No. 2. 181-204.
Mandelbaum, K. (1945). The Industrialisation of Backward Areas. Oxford: Blackwell.
Marx, K. (1933[1891]). Wage-Labour and Capital. New York: International Publishers.
McGillivray, M. (1991). The Human Development Index: Yet Another Redundant
Composite Development Indicator? World Development. 19 (10). 1461-1468.
McGillivray, M. (2005). Measuring Non-Economic Well-Being Achievement. Review
of Income and Wealth. Vol. 51, No 2 (June). 337-364.
McGillivray, M.; White, H. (1993). Measuring Development? The UNDP's Human
Development Index. Journal of International Development. Vol.5, No.2. 183-192.
McGranahan, D.V.; Richard-Proust, C.; Sovani, N.V.; Subramanian, M. (1972).
Contents and Measurement of Socioeconomic Development. (United Nations
Research Institute for Social Development, A Staff Study). New York: Praeger.
McKinley, T. (2009). What is Poverty? Good Question. In International Policy Centre
for Inclusive Growth (IPC-IG), Collection of One Pagers (pp. 26). Brazil: UNDP.
Miller, W. L.; Wadsworth, H. A. (1967). Improving Measures of Economic
Development. Journal of Farm Economics. Vol. 49, No. 5 (Dec.). 1193-1197.
Mincer, J. (1958). Investment in Human Capital and Personal Income Distribution. The
Journal of Political Economy. Vol. 66, No. 4 (August). 281-302.
Molina, G. G.; Purser, M. (2010). Human Development Trends Since 1970: A Social
Convergence Story. Human Development Research Paper 2010/02. June. UNDP.
158
Moon, B. E.; Dixon, W. J. (1985). Politics, the State, and Basic Human Needs: A CrossNational Study. American Journal of Political Science. Vol. 29, No. 4 (Nov.).
661-694.
Morris, D. (1979). Measuring the Condition of the World’s Poor: The Physical Quality
of Life Index. London: Cass.
Muller, C. (1998). The Properties of The Watts’ Poverty Index Under Log-normality.
Working Paper. September-98, Vers. 1.1. Centre for the Study of African
Economies, Institute of Economics and Statistics, University of Oxford.
Muller, C. (2001). The Properties of the Watts Poverty Index under Log-normality.
Economics Bulletin. Vol. 9, No. 1. 1-9.
Myrdal, G. (1957). Economic Theory and Underdeveloped Regions. London: Gerald
Duckworth & Co Ltd.
NACA (2008). HIV/AIDS In Botswana: Estimated Trends And Implications Based On
Surveillance And Modeling. National AIDS Coordinating Agency Rep. Botswana.
http://www.unaids.org/en/dataanalysis/epidemiology/countryestimationreports/20
080701_botswana_nationalestimate2007_en.pdf (Erişim Tarihi: 15.05.11).
Nath, S. K. (1981). Refah Ekonomisine Bir Bakış (çev.: I. Akbaygil). Đstanbul: Akbank
Kültür Yayınları.
Neumayer, E. (2001). The Human Development Index and Sustainability: A
Constructive Proposal. Ecological Economics. No. 39. 101-114.
Nordhaus, W. D.; Tobin, J. (1973). Is Growth Obsolete? Cowles Foundation Paper. No.
398. Yale University [Reprinted in M. Moss (ed.), The Measurement of Economic
and Social Performance: Studies in Income and Wealth, Vol. 38 (pp. 509-564).
New York: Columbia University Press. 1973].
North, D. C. (1990). Institutions, Institutional Change and Economic Performance.
Cambridge University Press.
Nurkse, R. (1961[1953]). Problems of Capital Formation in Underdeveloped Countries.
New York: Oxford University Press.
Nussbaum, M. (1987). Nature, Function and Capability: Aristotle on Political
Distribution. Wider Working Papers. No. 31. WIDER of the UNU.
159
Nussbaum, M. (2000). Women and Human Development. Cambridge University Press.
Nussbaum, M. (2011). Creating Capabilities: The Human Development Approach. The
Belknap Press of Harvard University Press.
Orshansky, M. (1965). Counting The Poor: Another Look at the Poverty Profile. Social
Security Bulletin. Vol. 28, No. 1 (January). 3-29.
Orshansky, M. (1969). How Poverty is Measured. Monthly Labor Review. Vol. 92, No.
2 (February). 37-41.
Osberg, L. (2010). Measuring Economic Insecurity and Vulnerability as Part of
Economic Well-Being: Concepts and Context. Working Paper. No. 2010-04.
Department of Economics, Dalhousie University.
Osberg, L.; Xu, K. (1999). Poverty Intensity: How Well Do Canadian Provinces
Compare? Canadian Public Policy. Vol. XXV, No. 2. 179-195.
Osberg, L.; Xu, K. (2000). International Comparisons of Poverty Intensity: Index
Decomposition and Bootstrap Inference. The Journal of Human Resources. Vol.
35, No. 1 (Winter). 51-81.
Owen, R.; Pamuk, Ş. (2002). 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi. Đstanbul:
Sabancı Üniversitesi Yayınları.
Öktem, Ü. (2007). Kant Ahlakı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Felsefe Bölümü Dergisi. Cilt. 18. 11-22.
Öniş, Z.; Şenses, F. (2009). Küresel Dinamikler, Ülkeiçi Koalisyonlar ve Reaktif
Devlet: Türkiye'nin Savaş Sonrası Kalkınmasında Önemli Politika Dönüşümleri.
Đçinde F. Şenses (der.), Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma (pp. 705-743).
Đstanbul: Đletişim Yayınları.
Özel, H. (2009). Piyasa Ütopyası. Ankara: Bilgesu.
Persson, T.; Tabellini, G. (1990). Macroeconomic Policy, Credibility and Politics.
London: Harwood.
Petty, W. (1690[1676]). Political Arithmetick. London: Mortlock.
Pigou, A. C. (1932[1920]). The Economics of Welfare (4th ed.). London: Macmillan.
Pigou, A. C. (1951). Some Aspects of Welfare Economics. The American Economic
Review. Vol. 41, No. 3 (June). 287-302.
160
Population Reference Bureau (2010). World Population Data Sheet. Washington: PRB.
Prebisch, R. (1962). The Economic Development of Latin America and Its Principal
Problems. United Nations.
Pribram, K. (1983). A History of Economic Reasoning. Baltimore: Johns Hopkins
University Press.
Qizilbash, M. (1996). Capabilities, well-being and human development: A survey.
Journal of Development Studies. Vol. 33, No. 2 (December). 143-162.
Radelet, S.; Sachs, J. (1998). The East Asian Financial Crisis: Diagnosis, Remedies,
Prospects. Brookings Papers on Economic Activity. Vol. 1998, No. 1. 1-90.
Ram, R. (1982). Composite Indices of Physical Quality of Life, Basic Needs Fulfilment,
and Income: A Principal Component Representation. Journal of Development
Economics. Vol. 11, No. 2. 227-247.
Ranis, G. (2004a). The Evolution of Development Thinking: Theory and Policy.
Economic Growth Center. Discussion Paper No. 886. Yale University.
Ranis, G. (2004b). Arthur Lewis's Contribution to Development Thinking and Policy.
The Manchester School. Vol. 72, No. 6 (December). 712-723.
Ranis, G. (2004c). Human Development and Economic Growth. Economic Growth
Center. Discussion Paper No. 887. Yale University.
Ranis, G.; Stewart, F. (2000). Strategies for Success in Human Development. Journal of
Human Development. Vol. 1, No. 1. 49-69.
Ranis, G.; Stewart, F.; Ramirez, A. (2000). Economic Growth and Human
Development. World Development. Vol. 28, No. 2. 197-219.
Ranis, G.; Stewart, F.; Samman, E. (2006). Human Development: Beyond the Human
Development Index. Journal of Human Development. Vol. 7, No. 3. 323-358.
Ravallion, M. (1992). Poverty Comparisons: A Guide to Concepts and Methods (Living
Standards Measurement Study Working Paper No. 88). Washington: World Bank.
Ravallion, M. (1996). Issues in Measuring and Modelling Poverty. The Economic
Journal. Vol. 106, No. 438 (September). 1328-1343.
Ravallion, M. (1997). Good and Bad Growth: The Human Development Reports. World
Development. Vol. 25, No. 5. 631-638.
161
Ravallion, M. (2010). Troubling Tradeoffs in the Human Development Index. Policy
Research Working Paper. No. 5484. World Bank, Development Research Group.
Rawls, J. (1971). A Theory of Justice. The Belknap Press of Harvard University Press.
Ray, D. (1998). Development Economics. New Jersey: Princeton University Press.
Reader, S. (2006). Does a Basic Needs Approach Need Capabilities? The Journal of
Political Philosophy. Vol. 14, No. 3. 337–350
Reimers, F. M.; Chung, C. K. (2010). Education for Human Rights in Times of Peace
and Conflict. Development. Vol. 53, No. 4. 504-510.
Reyntjens, F. (2004). Rwanda, Ten Years On: From Genocide to Dictatorship. African
Affairs. No. 103. 177-210.
Ricardo, D. (1821[1817]). On the Principles of Political Economy and Taxation (3rd
edt.). London: John Murray, Albemarle Street.
Robeyns, I. (2003a). The Capability Approach: An Interdisciplinary Introduction.
Training Course preceding the 3rd Int. Conf. on the Capability Approach. Pavia,
Italy (Sept.). http://www.hd-ca.org/pubs/323CAtraining20031209.pdf (21.08.10).
Robeyns, I. (2003b). Sen’s Capability Approach and Gender Inequality: Selecting
Relevant Capabilities. Feminist Economics. Vol. 9, No. 2-3. 61-92.
Rodrik, D. (1996). Understanding Economic Policy Reform. Journal of Economic
Literature. Vol. 34, No. 1 (March). 9-41.
Rodrik, D. (2006). Goodbye Washington Consensus, Hello Washington Confusion? A
Review of the World Bank's "Economic Growth in the 1990s: Learning from a
Decade of Reform". Journal of Economic Literature. Vol. 44, No. 4. 973-987.
Rodrik, D.; Subramanian, A.; Trebbi, F. (2002). Institutions Rule: The Primacy Of
Institutions Over Geography And Integration In Economic Development. NBER
Working Paper Series. No. 9305. Cambridge.
Romer, P. S. (1989). Endogenous Technological Change. NBER Working Paper Series.
No. 3210. Cambridge.
Romer, P. S. (1994). The Origins of Endogenous Growth. The Journal of Economic
Perspectives. Vol. 8, No. 1 (Winter). 3-22.
162
Rosenstein-Rodan, P. N. (1943). Problems of Industrialization of Eastern and SouthEastern Europe. The Economic Journal. Vol. 53, Issue. 210/211. 202-211.
Rostow, W. W. (1952). The Process of Economic Growth. New York: W. W. Norton.
Rostow, W. W. (1956). The Take-off Into Self-Sustained Growth. Economic Journal.
Vol. 66, No. 261 (March). 25-48.
Rostow, W. W. (1960). The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto.
Cambridge University Press.
Rostow, W. W. (1990). Theorists of Economic Growth from David Hume to The
Present. New York: Oxford University Press.
Sagar, A. D.; Najam, A. (1998). The Human Development Index: A Critical Review.
Ecological Economics. No. 25. 249-264.
Savaş, V. F. (2007). Đktisatın Tarihi (5. bas.). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Schultz, T. W. (1961). Investment in Human Capital. The American Economic Review.
Vol. 51, No. 1 (March). 1-17.
Semerci, P. U. (2010). Dev ve Cüce Aynı Yolda: Yoksulluk ve Pozitif Özgürlükler.
Đçinde P. U. Semerci (der.), Đnsan Hakları Đhlali Olarak Yoksulluk (pp. 1-19).
Đstanbul: Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Sen, A. (1976). Poverty: An Ordinal Approach to Measurement. Econometrica. Vol. 44,
No. 2 (March). 219-231.
Sen, A. (1977). Rational Fools: A Critique of the Behavioral Foundations of Economic
Theory. Philosophy and Public Affairs. Vol. 6, No. 4 (Summer). 317-344.
Sen, A. (1979a). Issues in The Measurement of Poverty. The Scandinavian Journal of
Economics. Vol. 81, No. 2 (Measurement in Public Choice). 285-307.
Sen, A. (1979b). Equality of What? The Tanner Lecture on Human Values. Delivered at
Stanford University, May 22. [Later published in S. McMurrin (ed.), Tanner
Lectures on Human Values (pp. 197-220). Cambridge University Press. 1980].
Sen, A. (1981). Poverty and Famines: An Essay on Entitlement and Deprivation. New
York: Oxford University Press.
Sen, A. (1983a). Development: Which Way Now? The Economic Journal. Vol. 93, No.
372. (December). 745-762.
163
Sen, A. (1983b). Poor, Relatively Speaking. Oxford Economic Papers, New Series. Vol.
35, No. 2 (July). 153-169.
Sen, A. (1985a). A Sociological Approach to the Measurement of Poverty: A Reply to
Professor Peter Townsend. Oxford Economic Papers, New Series. Vol. 37, No. 4
(December). 669-676.
Sen, A. (1985b). Well-Being, Agency and Freedom: The Dewey Lectures 1984. The
Journal of Philosophy. Vol. 82, No. 4 (April). 169-221.
Sen, A. (1987a). The Standard of Living (Lecture I and Lecture II). In G. Hawthorn
(ed.), The Standard of Living (pp. 1-38). Cambridge: Cambridge University Press.
Sen, A. (1987b). On Ethics and Economics. Oxford: Blackwell Publishing.
Sen, A. (1987c). Freedom of Choice: Concept and Content. WIDER Working Papers.
No.25. August. WIDER of the United Nations University.
Sen, A. (1988). The Concept of Development. In H. Chenery; T. N. Srinivasan (eds.),
Handbook of Development Economics Volume I (pp.10-26). Elsevier Science Pub.
Sen, A. (1992). Inequality Reexamined. New York: Oxford University Press.
Sen, A. (1993). Capability and Well-Being. In M. C. Nussbaum; A. Sen (eds.), The
Quality of Life (pp.30-53). Oxford: Clarendon Press.
Sen, A. (1999a). Development as Freedom. New York: Knopf Press.
Sen, A. (1999b). Commodities and Capabilities. New Delhi: Oxford University Press
[First published in 1985. Amsterdam: Elsevier].
Sen, A. (2000). A Decade of Human Development. Journal of Human Development.
Vol. 1, No. 1. 17-23.
Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma (çev.: Y. Alogan). Đstanbul: Ayrıntı.
Sen, A. (2005a). Human Capital and Human Capability. In S. Fukuda-Parr; A.K.S.
Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 35-37). New Delhi:
Oxford University Press.
Sen, A. (2005b). Development As Capability Expansion. In S. Fukuda-Parr; A.K.S.
Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 3-16). New Delhi:
Oxford University Press.
164
Sen, A. (2005c). Foreword. In S. Fukuda-Parr; A.K.S. Kumar (eds.), Readings in
Human Development (2nd ed.) (pp. vii-xiii). New Delhi: Oxford University Press.
Sen, A. (2009). The Idea of Justice. Cambridge: The Belknap Press of Harvard
University Press.
Sen, A. (2010). Kimlik ve Şiddet: Kader Yanılsaması. Đstanbul: Optimist.
Seth, S. (2009). Inequality, Interactions, and Human Development. Journal of Human
Development and Capabilities. Vol. 10, No. 3 (November). 375-396.
Seyidoğlu, H. (2007). Uluslararası Đktisat (16. bas.). Đstanbul: Güzem Can Yayınları.
Shaffer, P. (2008). New Thinking on Poverty: Implications for Globalisation and
Poverty Reduction Strategies. DESA Working Paper. No. 65. United Nations.
Shorrocks, A. F. (1995). Revisiting the Sen Poverty Index. Econometrica. Vol. 63, No.
5 (September). 1225-1230.
Singer, H. W. (1952). The Mechanics of Economic Development. Indian Economic
Review. Vol. 1, No. 2 (August). 1-18.
Skousen, M. (2009). Đktisadi Düşünce Tarihi: Modern Đktisadın Đnşası (4. bas.) (çev.:
M. Acar vd.). Ankara: Adres Yayınları.
Smith, A. (1994[1776]). An Inquiry into The Nature and Causes of The Wealth Of
Nations (ed.: E. Cannan). New York: The Modern Library.
Smith, A. (1984[1759]). The Theory of Moral Sentiments. Indianapolis: Liberty Fund.
Spiegel, H. W. (1971). The Growth of Economic Thought. Englewood Cliffs, N.J.:
Prentice-Hall.
Srinivasan, T. N. (1994). Human Development: A New Paradigm or Reinvention of the
Wheel? The American Economic Review. Vol. 84, No. 2 (May). 238-243.
Stewart, F. (2006). Basic Needs Approach. In D. A. Clark (ed.), The Elgar Companion
to Development Studies (pp. 14-18). Cheltenham: Edward Elgar Publishing Ltd.
Stiglitz, J. E. (1998). Towards a New Paradigm for Development: Strategies, Policies,
and Processes. Prebisch Lecture at UNCTAD, Geneva. October 19.
165
Stiglitz, J. E. (2001). From Miracle to Crisis to Recovery: Lessons from Four Decades
of East Asian Experience. In J. E. Stiglitz; S. Yusuf (eds.), Rethinking the East
Asian Miracle (pp. 509-526). New York: Oxford University Press.
Stiglitz, J. E. (2006). Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı (çev.: A. Taşçıoğlu; D.
Vural). Đstanbul: Plan B Yayıncılık.
Stiglitz, J. E.; Sen, A.; Fitoussi, J. (2010). Mis-Measuring Our Lives: Why Gdp Doesn't
Add Up. New York: The New Press.
Streeten, P. (1959). Unbalanced Growth. Oxford Economic Papers. New Series, Vol.
11, No. 2 (June). 167-190.
Streeten, P. (1994). Human Development: Means and Ends. The American Economic
Review. Vol. 84, No. 2. Papers and Proceedings of the Hundred and Sixth Annual
Meeting of the American Economic Association (May). 232-237.
Streeten, P. (1998). Beyond The Six Veils: Conceptualizing and Measuring Poverty.
Journal of International Affairs. Vol. 52, No. 1 (Fall). 1-31.
Streeten, P. (2005). Shifting Fashions in Development Dialogue. In S. Fukuda-Parr;
A.K.S. Kumar (eds.), Readings in Human Development (2nd ed.) (pp. 92-105).
New Delhi: Oxford University Press.
Streeten, P.; Burki, S. J. (1978). Basic Needs: Some Issues. World Development. Vol. 6,
No. 3 (March). 411-421.
Streeten, P.; Burki, S. J.; ul Haq, M.; Hicks, N.; Stewart, F. (1981). First Things First:
Meeting Basic Human Needs In The Developing Countries. Washington D. C.:
Oxford University Press.
Sugden, R. (1993). Review: Welfare, Resources, and Capabilities: A Review of
Inequality Reexamined by Amartya Sen. Journal of Economic Literature. Vol. 31,
No. 4 (December). 1947-1962.
Sumner, A. (2004). Economic Well-being and Non-economic Well-being: A Review of
the Meaning and Measurement of Poverty. UNU-WIDER Research Paper. No. 30.
Şenses, F. (2003). Kalkınma Đktisadı: Yükselişi ve Gerilemesi (3. bas.) (çev.: S. Öztürk).
Đstanbul: Đletişim Yayınları.
Şenses, F. (2009a). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk (5. bas.). Đstanbul: Đletişim.
166
Şenses, F. (2009b). Neoliberal Küreselleşme Çağında Yoksulluk Araştırmalarındaki
Kayıp Bağlantılar: Türkiye Deneyiminden Çıkarılacak Dersler. Đçinde F. Şenses
(der.), Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma (pp. 679-704). Đstanbul: Đletişim.
Thapa, S. (1995). The Human Development Index: A Portrait of the 75 Districts in
Nepal. Asia-Pacific Population Journal. Vol. 10, No. 2. 3-14.
Thomas, A. (2000). Poverty and the 'end of development'. In T. Allen; A. Thomas
(eds.), Poverty and Development Into The 21st Century (revised edition) (pp. 322). New York: Oxford University Press.
Thorbecke, E. (1969). The Role of Agriculture in Economic Development. New York:
Columbia University Press.
Thorbecke (2009). Kalkınma Doktrininin Evrimi, 1950-2005. Đçinde F. Şenses (der.),
Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma (pp. 123-175). Đstanbul: Đletişim Yayınları.
Todaro, M. P.; Smith, S. (2009). Economic Development (10th edt.). Addison-Wesley.
Toffler, A. (2008). Üçüncü Dalga (çev.: S. Yeniçeri). Đstanbul: Koridor Yayıncılık.
Townsend, P. (1954). Measuring Poverty. The British Journal of Sociology. Vol. 5, No.
2 (June). 130-137.
Townsend, P. (1979). Poverty in The United Kingdom. University of California Press.
Townsend, P. (1985). A Sociological Approach to the Measurement of Poverty - A
Rejoinder to Professor Amartya Sen. Oxford Economic Papers, New Series. Vol.
37, No. 4 (December). 659-668.
ul Haq, M. (1995). Reflections on Human Development. N.Y.: Oxford University Press.
UN (2006). The Millennium Development Goals Report 2006. New York: U. N.
UN (2011). The Millennium Development Goals Report 2011. New York: U. N.
UNAIDS (2010). Global Report: UNAIDS Report on the Global AIDS Epidemic 2010.
New York: UNAIDS.
UNDESA (2009). World Population Prospects: The 2008 Revision. New York: U. N.
UNDP (1990). Human Development Report 1990. New York: Oxford University Press.
UNDP (1991). Human Development Report 1991. New York: Oxford University Press.
UNDP (1992). Human Development Report 1992. New York: Oxford University Press.
167
UNDP (1993). Human Development Report 1993. New York: Oxford University Press.
UNDP (1994). Human Development Report 1994. New York: Oxford University Press.
UNDP (1995). Human Development Report 1995. New York: Oxford University Press.
UNDP (1996). Human Development Report 1996. New York: Oxford University Press.
UNDP (1997). Human Development Report 1997. New York: Oxford University Press.
UNDP (1998). Human Development Report 1998. New York: Oxford University Press.
UNDP (1999). Human Development Report 1999. New York: Oxford University Press.
UNDP (2000). Human Development Report 2000. New York: Oxford University Press.
UNDP (2001a). Human Development Report 2001. N. Y.: Oxford University Press.
UNDP (2001b). Human Development Report: Turkey 2001, Measuring Turkey's Human
Development Performance. Ankara: UNDP.
UNDP (2002). Human Development Report 2002. New York: Oxford University Press.
UNDP (2003). Human Development Report 2003. New York: Oxford University Press.
UNDP (2004a). Human Development Report 2004. New York: Hoechstetter Printing.
UNDP (2004b). Human Development Report: Turkey 2004, Information and
Communication Technologies. Ankara: UNDP.
UNDP (2005). Human Development Report 2005. New York: Hoechstetter Printing.
UNDP (2006). Human Development Report 2006. New York: Palgrave Macmillan.
UNDP (2007). Human Development Report 2007/2008. N. Y.: Palgrave Macmillan.
UNDP (2008). Human Development Report: Turkey 2008, Youth in Turkey. Ankara:
Desen Ofset/UNDP.
UNDP (2009). Human Development Report 2009. New York: Palgrave Macmillan.
UNDP (2010). Human Development Report 2010. New York: Palgrave Macmillan.
UNDP Statistics (2011). Human Development Reports, International Human
Development Indicators. http://hdr.undp.org/en/statistics/data/ (Various Times).
UNESCO Institute for Statistics (2010). UNESCO Institute for Statistics Data Site.
http://stats.uis.unesco.org/unesco/ (Erişim Tarihi: 28.05.11).
168
Uzun, A. M. (2003). Yoksulluk Olgusu ve Dünya Bankası. C.Ü. Đktisadi ve Đdari
Bilimler Dergisi. Cilt 4, Sayı 2. 155-173.
van Rensburg, M. S. J. (2009). Measuring the Quality of Life of Residents in SADC
Communities Affected by HIV. AIDS Care. Vol. 21, No. 9 (Sept.). 1132-1140.
Veenhoven, R. (2007). Subjective Measures of Well-being. In M. McGillivray (ed.),
Human Well-being: Concept and Measurement (pp. 214-239). New York:
Palgrave Macmillan/UNU.
Wade, R. H. (2004). Is Globalization Reducing Poverty and Inequality? World
Development. Vol. 32, No. 4. 567–589.
Wagle, U. (2008). Multidimensional Poverty Measurement: Concepts and Applications.
New York: Springer.
Wagle, U. (2010). Economic Inequality in Nepal: Patterns and Changes During the Late
1990s and Early 2000s. Journal of International Development. No. 22. 573-590.
WBI (2005). Introduction to Poverty Analysis. Poverty Analysis Initiative, World Bank
Institute. http://go.worldbank.org/UVD0DBDGC0 (Erişim Tarihi: 15.02.11)
Williamson, J. (1990). What Washington Means by Policy Reform. In J. Williamson
(ed.), Latin American Adjustment: How Much Has Happened? (pp. 5-20).
Washington D.C.: Institute for International Economics.
Williamson, J. (2000). What Should the World Bank Think about the Washington
Consensus? The World Bank Research Observer. Vol. 15, No. 2. 251-264.
Williamson, J. (2004). The Strange History of the Washington Consensus. Journal of
Post Keynesian Economics. Vol. 27, No. 2 (Winter). 195-206.
Williamson, O. E. (1985). The Economic Institutions of Capitalism. New York: The
Free Press.
Willis, K. (2005). Theories and Practices of Development. New York: Routledge.
Witt, U. (2002). How Evolutionary is Schumpeter's Theory of Economic Development.
Industry and Innovation. Vol. 9, Numbers 1/2. 7–22.
World Bank (1990). World Development Report 1990: Poverty. New York: Oxford
University Press.
169
World Bank (1996). Poverty in Sub-Saharan Africa: Issues and Recommendations. WB
Africa Region Findings No. 73. http://www.africafocus.org/docs96/pov9610.php
(Erişim Tarihi:11.05.11).
World Bank (2010a). World Development Indicators 2010. Washington D.C.
World Bank (2010b). Global Economic Prospects - Summer 2010: Fiscal Headwinds
and Recovery. http://go.worldbank.org/7NIPEVSMO0 (Erişim Tarihi: 28.05.11).
Yeldan, E. (2008). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve
Büyüme. Đstanbul: Đletişim Yayınları.
Yılmaz, F. (2009). Rasyonalite: Đktisat Özelinde Bir Tartışma. Đstanbul: Paradigma.
170
ÖZGEÇMĐŞ
Mehmet Sedat UĞUR
Çukurova Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Đktisat Bölümü Kat:1
Balcalı/Adana
[email protected] / [email protected]
Eğitim Geçmişi__________________________________________________________
2008 - 2011: Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Đktisat Anabilim Dalı.
2004 - 2008: Lisans, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi,
Đktisat Bölümü.
Đş Deneyimi____________________________________________________________
2010 - ... : Araştırma Görevlisi, Çukurova Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler
Fakültesi, Đktisat Bölümü, Adana.
2009 - 2010: Araştırma Görevlisi, Çankırı Karatekin Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari
Bilimler Fakültesi, Đktisat Bölümü, Çankırı.
Yabancı Dil ve Paket Program Bilgisi_______________________________________
Đngilizce (ileri), E-Views 5.1/6.0 (temel), MS Office (temel).
Bilimsel Kuruluşlara Üyelikler_____________________________________________
Human Development and Capability Association, Đktisadi Bilimler Derneği (Adana).
Download