Slayt 1

advertisement
•ÇİN HALK
CUMHURİYETİ
KALKINMA
STRATEJİSİ
• Çin Halk Cumhuriyeti, 1949 yılındaki
Komünist Devrimin ardından, Çin Komünist
Partisi tarafından, ZEDONG liderliğinde
kuruluşunun ilan edilmesinden sonra uzun
yıllar kapalı ekonomi yapısını sürdürmüş,
uyguladığı merkezi planlı ekonomi
politikasıyla istikrarı sağlamış, ancak büyüme
ve refah artışında önemli sorunlar yaşamıştır.
Bu politikaların sürdürülemeyeceğinin
anlaşılmasından sonra 1980’lerin başında,
kolektif tarım uygulamasını durdurmuş ve özel
teşebbüse yeniden izin vermiştir.
• 1978–1996 Ekonomik Reform Dönemi:
“Sosyalist Piyasa Ekonomisine Geçiş”
• Bu dönem, 1978–1984,
• 1985–1991 ve
• 1992–1996 olmak üzere üç temel döneme
ayrılarak incelenebilir.
• İlk alt dönemde Mao’nun ölümünden kısa
bir süre sonra, 1978’de Deng Xiaoping’in
başa geçmesiyle Çin’de kendine özgü bir
piyasa reformu başlamıştır.
• Bu reforma gereksinim duyulmasının
nedenleri şu şekilde sıralanabilir:
• 1) Mao’nun kültür devriminin giderek halkın
desteğini kaybetmesi,
• 2) Uzun yıllara dayanan devlet planlı
uygulamaların kıtlıklarla baş edememesi,
• 3) Öteki Uzakdoğu ülkelerinin (Tayvan,
Hong Kong, Singapur, Güney Kore)
uyguladıkları piyasa ekonomisinin göreceli
olarak başarılı sonuçlar elde etmesi.
• Bu dönemdeki reformların odak
noktası tarım kesimi olmuştur.
Tarımsal verimliliğin arttırılması ve
ihracatta birincil mallara ağırlık
verilmesi (özellikle petrol) bu
dönemdeki ekonomik büyümenin
temel etkenleridir.
• Tarımsal verimliliğin arttırılmasının iki nedeni
vardır. İlki “Sözleşmeli Aile Sorumluluk
Sistemi” ile aileyi üretimin bir birimi haline
getirmesidir.
• Bu dönemde çiftçilerin kendilerinden istenen
belirli miktar ürünü her yıl devlete gönderme
zorunlulukları var iken, eğer öngörülen
miktardan fazla üretimleri varsa bunu da
piyasa koşullarında belirlenen fiyattan
serbestçe satmalarına izin verilmiştir. Bu
uygulama ekonomik gelişmeyi hızlandırmıştır
• İkinci neden ise; devletin bazı ürünlerde
önemli fiyat artışları yapmasıdır.
Nitekim bu döneme ilişkin yapılan bir
çalışmaya göre; tarımdaki ortalama
verim artışı %5,9’dur. Bu artışın %78’i
“Sözleşmeli Aile Sorumluluk Sistemi”ne
bağlanırken; %22’sinin yüksek fiyat
temelli olduğu hesaplanmıştır.
• 1985–1991 yıllarını kapsayan ikinci alt
dönemde ise, reformların odağı kamu
işletmelerinin modernizasyonu olmuştur.
• Bu dönemdeki büyümenin temelini, kırsal
alandaki işletmeler ve emek-yoğun üretilen
imalat ürünlerine dayalı yapılanma
oluşturmuştur. Ayrıca kaynak dağılımındaki
etkinlik, yani üretim faktörlerinin verimsiz
alanlardan verimli alanlara kaydırılması
(özellikle kamudan özel sektöre), büyümede
anahtar rolü oynamıştır
• 1992–1996 yıllarını kapsayan üçüncü alt
dönemde ise, doğrudan yabancı sermaye
yatırımları (DYSY) özellikle ihracat
sanayinde ve büyümede itici güç
olmuştur.
• 1978–1996 dönemindeki ekonomik
reformlarla birlikte dışa açılma ve planlı
ekonomiden aşamalı olarak piyasa
ekonomisine geçiş başlamıştır..
• Bu çerçevede, Çin Milli Kongresi Şubat
1978'de, 1985 yılına kadar gerçekleştirilecek
Dört Modernizasyon Programı’nı kabul
etmiştir.
• Bu Program ile tarım, sanayi, bilim, teknoloji
ve savunma alanlarının 1985 yılına kadar
çağdaş koşullara kavuşturulması
öngörülmüştür. Nitekim1985 yılından sonra
Çin’de sanayi alanında gelişmeler
başlamıştır
• Bu dönemde, bütün ülke için tek bir
program yerine her coğrafi bölge ve
ekonomik sektör için kendi koşullarına
uygun programlar hazırlanmıştır. Bu
dönemin bir diğer özelliği ise yabancı
sermaye girişleri ve dış ticaretin önem
kazanmaya başlamasıdır.
1997–2002 yıllarını kapsayan ikinci
dönemin temel özelliği ise,
büyümede mutlak bir düşüşün ve
buna bağlı olarak fiyatlarda
durgunluğun yaşanmasıdır.
Büyümedeki mutlak düşüşün
arkasında pek çok karmaşık neden
olsa da, asıl neden verimsizlik veya
teknoloji başarısızlığı olarak
açıklanabilir.
• Reform ve kalkınma süreci başladığında
KİT’ler ile özel teşebbüsler arasındaki
verimlilik/teknoloji farkları çok fazla
değildi. Buna bağlı olarak bu dönemde
KİT’lere yapılan desteklemeler KİT’lerin
faaliyetlerini sürdürebilmeleri için yeterli
olmuştur. Ancak geçen zamanla birlikte bu
ikisi arasındaki farklar derinleşmiş ve
sonuçta KİT’ler kaybeden taraf olmuştur.
• Bu amaçla, 1997’de benimsenen “büyük olanı
tut, küçüğü bırak” politikası çerçevesinde
verimsiz olan küçük kamu işletmeleri
özelleştirilmiş, büyük olanlar ise ekonomideki
ağırlıklarına bağlı olarak devletin idaresinde
kalmaya devam etmiştir. Bu uygulamayla Çin,
eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin toplu
özelleştirme deneyimlerinden kesin biçimde
ayrılır ve sonuçlar Çin’in başarısı olarak
nitelendirilebilir
• Madalyonun diğer tarafında ise
bankalar açısından geri dönmeyen
krediler büyük bir miktara ulaşmıştır.
Bu yüksek oranlı borçların
nedenlerinden biri, ekonominin
büyüme hızının azalmasıyla birlikte,
işletmelerin borçlarını ödemede
zorlanmalarıdır. Bu nedenle, bankalar
geri ödeme dönemlerini uzatmayı
veya yeni krediler sağlamayı
reddettiğinde işletmeler iflasla karşı
karşıya kalmışlardır
• 1996 ve 1997’li yıllarda ortaya çıkan sorun,
hem ülke içi talep hem de krizin yarattığı dış
talep eksikliğiyle daha da artmıştır. Kapasite
fazlasının bir başka nedeni olarak da
1991’den beri ülke içi tasarruf oranının %500
artması, fiyatlar üzerine sürekli düşürücü
baskı yaparak deflasyon sorununu gündeme
getirmiştir. Deflasyonist ortam kârları eriterek
yatırımları azaltmış, doğal olarak da büyüme
yavaşlamıştır.
• 2003 ve Sonrası: “Ekonomide Büyüme Stratejisi
Dönemi” Üçüncü dönemin temel özelliği ise,
Çin’de arz-talep eş zamanlı arttığı için sorun fiyat
artışları olmaktan çok, bunun yerine yatırımlardaki
aşırı artışlar olmuştur. Bu dönemdeki yatırım
artışlarının nedeni ise, devlet denetiminde olan
bankaların verimli kredi dağıtamamalarıdır. Çin’de
bankacılık sektörü %100 devlete aittir. Kaynak ise
vatandaşların tasarruflarıdır ve kredilerin tamamı
KİT’lere gitmektedir.
• Burada batık krediler toplamın yaklaşık
olarak %50’sini oluşturmaktadır. Bu
özellikteki bir ortamda şirketler kar
edemedikleri durumlarda bile büyümeye ve
işlemlerini ucuz kredilerle finanse etmeye
devam etmişlerdir. Diğer taraftan arazi
fiyatları da bu eğilimi takip etmiştir. Çin
ekonomisinin üçüncü aşamasına egemen olan
“ekonomiyi soğutma” çabası, sözü edilen bu
batık kredilerin ve oluşan getiri (rant)
ekonomisinin önüne geçebilmek için
gündeme gelmiştir.
• Nitekim 2004 yılında Başbakan Jiabao
ekonomiyi soğutmak için güçlü tedbirler
alınması gerektiğini vurgulamıştır.
Başbakanın uyarısının ardından banka
kredilerine sınırlandırmalar ve yatırım
projelerine de daha sıkı denetimler
getirilmiştir. Buna bağlı olarak, firmalar
üretim yapabilmek için daha az borç, daha
fazla öz sermaye kullanmak zorunda
kalmışlardır.
• Bu önlemlerle birlikte Çin, ekonomide aşırı-ısınma
eğiliminden çıkmayı ve birinci dönemdeki (1978–
1996) büyüme oranlarına yaklaşmayı başarmıştır.
İzleyen yıllarda ekonomi ortalama %9 büyüme
oranlarını yakalamıştır.
• 2004 yılında dünya ekonomisi, son üç yılın en
büyük ortalaması ile %5,1 büyürken, Çin %9,5
oranında büyümüştür. 2005 yılında dünya
ekonomisi yaklaşık %5 oranında büyürken, Çin
%9,3 oranında büyümeyi başarmıştır.
Yatırımlardaki artışlar ise %3’lere çıkmıştır.
• Ekonomik gelişme sürecine sonradan katılan
ülkeler gibi Çin de dış ticaret hacmini geliştirmek
suretiyle küresel düzeydeki ekonomik ilişkilerde
büyük değişme ve gelişmelere yol açmıştır.
• Ülkeler, uluslararası ticaretten daha fazla pay
alabilmek amacıyla ihracatlarında, katma değeri
düşük olan mallardan, katma değeri büyük sanayi
mallarına doğru geçiş yapmak istemektedirler.
• 2005 yılında yaratılan katma değerin sektörlere
olan oranına bakıldığında, sanayinin (imalat dâhil)
%53,1’lik oranla başı çektiği görülmektedir. Bunu
%32,5’le hizmetler ve %14,4’le tarım sektörü
izlemektedir.
• Kişi başına düşen GSYİH’a bakılırsa Çin kişi
başına düşen 6.800 dolarla dünyada 117. sırada yer
almaktadır. Yine 2005 yılı itibariyle Çin’in
gereksinim duyduğu hammaddelere olan talebine
bakıldığında çarpıcı sonuçlar elde edilir.
• Günlük petrol tüketimi açısından ABD’nin birinci
olduğu sıralamada Çin bu ülkenin ardından dünya
ikincisidir. ABD ve Japonya’dan sonra ise dünyanın
en büyük petrol ithalatçısıdır. Elektrik üretimi ve
tüketiminde ise dünya üçüncüsüdür. Çin, dış
yatırımlar ve ithalat açısından, dışa bağlı bir ülke
olmasına karşın dünyada bütçesi fazla veren nadir
ülkelerden biridir. Bu konuda 2005 yılı itibariyle
160 milyar dolar fazla veren Japonya’nın ardından,
130 milyar dolarla ikinci sırada gelmektedir.
• Çin tarafından uygulanan stratejileri
aşağıdaki gibi özetleyebiliriz :
• Bu stratejiler dışa dönüktür,
• Bu stratejiler özünde, serbest piyasa
güçlerine ve piyasa mekanizmasına
bağlıdır.
• Ekonominin büyümesini sağlayan itici güç
ihracattır,
• Ekonominin liberalleşmesi temel unsur
olarak kabul edilmiştir.
• Bu stratejilerin ortaya çıkan sonuçları
ise şu şekilde özetlenebilir:
• -Düşük enflasyon,
• - Fiyat istikrarı,
• - Ekonomide yüksek büyüme hızı,
• - İhracatta büyüme,
• - Dış borçlarda azalma.
• Kuruluşundan bu yana komünist rejimin
uygulamada kesintiye uğramamış olması ve
1979’dan beri geliştirdiği politikalarla bugün
dışa açık ticaret modeli benimsemesi,
günümüzde Çin’in uygulamakta olduğu
ekonomik modeli tartışma konusu yapmaktadır.
Son 25 yıldan beri uygulanan politikaların
komünist rejim tarafından yürütüldüğünü ve
günümüz itibariyle Çin’in DTÖ üyesi ve dünya
ticaretinde önemli pay sahibi ülke olduğunu
dikkate aldığımızda şu iki sonucu çıkarabiliriz:
1.Çin kapitalist sisteme yakın bir model
izlemektedir: Ancak Çin’de uygulanmakta olan bu
model, klasik dönemin yerleşmiş, düzenli
kapitalizminden uzaktadır. Kapitalizmin modern
sanayileşme ile sonuçlanan sürecini dikkate
aldığımızda Çin’in bu süreçteki aşamalardan
bazılarını atladığı söylenebilir. Önemli ekonomik
politikaları uygulayabilmek ve kapitalizmin finansal
çağını oluşturabilmek için devlet tarafından
uygulanan, gözetim altında dış pazara açılma söz
konusudur. Gerçekte Çin’in uyguladığı model,
“Sosyalist Pazar Ekonomisi” ya da “Kontrollü
Pazar Sistemi” olarak ifade edilen durumlarla
anlatılabilir.
2. Çin’deki ekonomik model,
sosyalizmin özel bir şeklidir:
Uygulanmakta olan modelde söz
konusu olan: iktisadi konularda dış
pazarlarla işbirliği yapan, sürdürülebilir
verimliliği devlet tarafından sağlanan
ve reformlardan geçirilen bir sistemdir.
• Çin ekonomisi 1980–2010 yılları
arasında ortalama olarak %10 oranında
büyüme kaydetmiştir. 1978 yılında
ekonomik reformlar başladığından beri,
Çinli liderler, Çin Halk Cumhuriyetinin
üzerindeki yüksek kumandaya dayalı
hükümet kontrolünü terk etmeksizin
kapitalizmin getirilerinden
yararlanmaya çalışmışlardır
• Çin, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)
üyeliğiyle ilgili olarak 1999 yılında
ABD ile görüşmelerde bulunmuştur.
Çin 2014’ten itibaren tam piyasa
ekonomisine geçme sözü vermiştir.
Çin, 2001 yılında DTÖ’ye kabul
edilmiştir
• 1978 yılında, dışa açılma stratejisi ve reformların
başlatılmasından beri, Çin’in ekonomik kalkınmasının ölçeği
ve hızı günümüzdeki en çarpıcı hikâyelerden birisidir.
• Bu süreçte Çin etkileyici bir şekilde çift haneli ekonomik
büyüme oranlarını ve önemli bir yapısal dönüşümü
gerçekleştirebilmiştir. Ekonominin hacminin yaklaşık son
otuz yıllık süreçte ABD doları cinsinden 20 kat arttığı
görülmektedir. Yani, GSYİH her 7–8 yılda bir ikiye
katlanmıştır. Çin ekonomisi her geçen yıl daha fazla dışa
açılmaya başlamış ve dünyadaki ekonomik büyümenin en
önemli sürükleyicilerinden birisi haline gelmiştir. Dünya
tarihinde hiçbir ülke ekonomik yapı olarak Çin kadar hızlı
büyümemiş, kısa bir sürede insanların yaşam standardı bu
kadar yükselmemiştir.
• İhracatta meydana gelen artış nedeniyle
GSYİH büyüme oranı daha da yükselmiş
2005 yılında %11’e ve 2007 yılında da
%14’e ulaşmıştır.
• 2010 yılında GSYİH bir önceki yıla göre
%10,3’lük artış göstermiştir
• Çin’in çok hızlı ekonomik büyümesinin
arkasında yatan iki temel faktör olduğu kabul
edilmektedir: Bu temel faktörlerden ilki, ağır
sanayi ve altyapı gibi ulusal tasarruflar ve
yabancı yatırımlarla finanse edilen büyük
ölçekli sermaye yatırımlarıdır.
• Çin’in kalkınması, endüstriyel üretim yanında,
modern otoyollar, limanlar ve
telekomünikasyon tesislerinin
oluşturulmasıyla hızlı bir şekilde
gerçekleştirilmiştir.
• GSYİH büyümesini sürdürmede, özellikle
çelik, petrol ve kimyasal madde üretimi gibi
kamunun ağırlıkta olduğu endüstriyel
sektörlerin pozitif bir katkı yaptığı
söylenebilir.
• İkinci temel faktör ise üretim sektöründe
ucuz işgücü kullanımı ve hızlı verimlilik
artışıdır.
• Düşük ücretli işgücü, ileri teknoloji ve
sermaye (doğrudan yabancı yatırımlar)
bir araya gelerek Çin’i dünyanın düşük
maliyetle üretim lideri haline
getirmişlerdir.
• Gene bu süreçte, tarımsal sektörün
GSYİH içindeki payı düşerken toplam
çıktısı verimlilik arttığı için sürekli
büyümüştür.
• Rostow, toplumların iktisadi büyüme
sürecinde beş aşamadan geçtiğini
belirtmekteydi .
• Çin bu aşamalardan başlangıç dönemine
1940’lı yıllarda, olgunluk dönemine de
1980’li yıllarda girmiştir. Ancak Çin’in
iktisadi gelişme sürecindeki atılım
hamleleri ancak 1980’lere doğru yeniden
başlamıştır.
• Çin’in 1978 sonrası döneminde üç koşulun
birlikteliği dikkat çekmektedir:
- üretken yatırımların artmasını sağlayacak
oranda tasarruf mevcut olup her yıl bir
öncekine oranla daha da artmaktadır.
1978’den bu yana tasarruf oranı yıllık
ortalama olarak % 30 civarında
gerçekleşmiştir.
- sanayi
ve inşaat sektörlerinin GSYİH
içindeki payları yüksek olup, endüstriyel
dönüşümü sağlayacak motor görevi
yapmaktadırlar.
- modern sektörlerdeki gelişme yeteneğini
kullanmaya, dışarıdan yapılan alımlarda
tasarruf sağlamaya imkan verecek ve bu
şekilde iktisadi büyümeyi sürekli kılacak
sosyal ve politik bir mekanizma kurulmuştur.
• Çin, yaklaşık 15 yıllık bir çabanın ardından
DTÖ’ye üye olmak suretiyle ekonomisinin,
yapısal reform sürecinde ve dünya ticaretine
uyumunda önemli bir aşamayı
gerçekleştirmiştir. Kurallara dayalı çok
taraflı ticaret sistemine dâhil olarak, ilk kez
dış dünyanın ticari kural ve disiplinlerine
tâbi olmuştur. Çin’in dış dünyaya uyumu,
ticari ilişkileri dünya genelinde
hızlandırarak ekonomik büyümeyi
artırmıştır.
• 2000-2006 yılları arasında dünyadaki
toplam talebin çelikte % 65’i,
alüminyumda % 57’si, nikelde % 93’ü
Çin tarafından gerçekleştirilmiştir.
• Çin’in dış ticaret hacminin artmasında
DTÖ’ne üyeliği önemli rol oynamış
olmakla beraber, başka faktörler de söz
konusudur.
• Çin, yaklaşık 25 yıldan beri devam ettirdiği
ekonomik politikaların sonucunda dış ticareti
artırmaya imkân veren bir üretim modeli
gerçekleştirmiştir.
• Ucuz işgücü, maliyetleri azaltmış ve
uluslararası piyasalarda Çin mallarının
rekabet gücünü artırmıştır.
• Ülkeye teknoloji girişinin kolaylıkla
sağlanabilmesi, üretim kapasitesini ve
malların kalitesini artırmıştır.
• Asya’daki üretim ve ticaret ağı Çin’in
uluslararası pazarlara uyumunu
kolaylaştırmıştır.
• 2004 yılına kadar, dış ticaret sadece ihracat
ve ithalat izni (Ticaret Bakanlığı tarafından
verilen) bulunan Çinli işletmeler tarafından
gerçekleştirilmiş, bu izne sahip olmayanlar
ise sadece faaliyetlerde aracılık
yapabilmişlerdir.
• Yabancı sermayeli işletmeler ise sadece
üretimlerinde kullanmak üzere ithalat
yapabilmişler, ithal ettikleri mallar Çin’in iç
pazarında satma hakkına sahip
olmamışlardır.
• 2004 yılında dış ticarete ilişkin kanun
üzerinde yapılan değişikliklerden sonra
ithalat yapma izni yabancı işletmelere de
verilmiş ancak, uygulamada bu
işletmelerin sayısı 2005 yılında Çin’in
DTÖ’ne üyeliğinden sonra da sınırlı olup,
işlemler zorlaştırılmıştır.
• Gümrük tarifelerinin 1 Ocak 2005’ten
itibaren ortalama olarak %10’un altına
düşmesi ve ihracatın bir bölümü için DTÖ
tarafından gözetilen ülkeler prensibinin
uygulanmasıyla 2005’te tekstil antlaşmaları
çerçevesinde, gelişmiş ülkelerin
ithalatlarında tekstile uygulanan kotaların
kaldırılması Çin’in ihracatını önemli ölçüde
artırmıştır .
• Çin dış ticaretinin artmasında ihracattaki kadar
ithalattaki artış da önem arz etmektedir. 2000-2007
yılları arasında ihracat 3,5 kat artarken ithalatın
artışı yaklaşık beş kat olmuştur. Özellikle yeniden
ihraç edilmek üzere yapılan ithalat, önemli bir paya
sahip bulunmaktadır. Bu nedenle Çin dış ticaretinin
büyümesinin dünya pazarına iki yönlü etkisi söz
konusudur: Birincisi, Çin’in ihracatta patlama
yaparak diğer ülkelerin dış ticaret dengelerini
değiştirmiş olması, ikincisi ise ekonomik
gelişmesini ve üretim gücünü artırmak için dış
dünyadan hammadde ithal ederek girdilerin piyasa
fiyatlarını yükseltmiş olmasıdır.
• 1996 yılından beri, gelişmekte olan ülkeler
arasında en çok yatırım çeken ülke
konumunda olan Çin 2003 yılında 53,5 milyar
dolar değerinde doğrudan yabancı yatırım
çekmiştir.
• Başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş
ülkenin çektiği doğrudan yabancı yatırımlarda
azalma olurken Çin’inki artmaya devam
etmiştir.
• Doğrudan yabancı yatırımların Çin’e
yönelmesinin başlıca nedenlerini
aşağıdaki gibi sıralayabiliriz :
- Çin’in temsil ettiği potansiyel büyüklük
ve bundan kaynaklanan pazarın
büyüklüğü, dolayısıyla da tüketici
sayısının çokluğu,
- Politik ve sosyal açıdan ülkede istikrar
ortamının sağlanmış olması,
- Altyapıdaki iyileşmeler,
• Çin’in kalkınma modeli, merkezi planlama
ekonomisinin boyutunu küçültmeyi ve piyasaya
yönelik özel sektör aktivitelerinin boyutunu
arttırmayı hedeflemektedir. Bu geçişte ilk adım
tarihsel süreçte tarımsal sektörün 1979 yılındaki
reform çalışmalarıdır.
• Bu reform küçük çiftçilere piyasa için üretim
yapmaya izin vermiştir. O tarihten beri, hükümet
ekonomi üzerindeki kontrolleri kaldırarak özel sektör
aktivitelerinin daha geniş bir alana yayılmasına izin
vermektedir. Aynı zamanda iktisadi devlet
kuruluşlarının belirli bir plan çerçevesinde
özelleştirmesine de müsaade etmektedir
• Çin ekonomisi, 1978’den sonraki süreçte ihracata ve
yatırımlara dayalı olarak gelişmiş ve büyümüştür. 2007
yılındaki küresel finansal kriz, özellikle ihracat
sektörünü sert bir şekilde vurduğu için, Çin
ekonomisinin son 30 yıldaki hızlı ekonomik büyümesini
ciddi bir şekilde etkilemiştir. Çin’in GSYİH büyümesi
2007’deki %14 oranından sonra 2008’de %9.5’e
2009’da da %9’a düşmüştür.
• Bu düşüş Çin’in kalkınma stratejisindeki ihracata
bağımlılığını yansıtan önemli göstergelerden birisidir.
2001–2008 döneminde net ihracat ve yatırımlar Çin’in
büyümesinin %60’dan fazlasını oluşturmaktadır
• Çin’in krizde uygulanan mali teşvik
paketi, kamu altyapı harcamalarını,
sağlık harcamalarını ve bunun yanında
eğitim harcamalarını arttırmış ve
vergileri düşürmüş, dolayısıyla
dayanıklı tüketim mallarının satışını
teşvik etmiştir. Bu teşvik paketinin
yaklaşık %60’ı kamu iktisadi
kuruluşlarına gitmiştir .
• Çin’deki ekonomik kalkınma sürecinde,
kırsal ve kentsel ayrışmasının yanında,
zenginle fakir arasındaki uçurumda
büyümektedir.
• Yani, Çin ekonomisi yükselirken zengin ve
fakir arasındaki servet farkı oldukça çarpıcı
hale gelmektedir
• Bu ayrışmanın;
• tamamlanmamış tarımsal ve ekonomik
reformlar,
• bölgeler arasında dengesiz ekonomik gelişim
ve
• eğitimdeki bölgesel farklılıklar gibi pek çok
faktörden kaynaklandığı söylenebilir.
• Diğer taraftan Çin’de ücretlerin uzun
zamandan beri çok hızlı yükseldiği
görülmektedir. Ayrıca, yeni işçi hakları
yasası iş gücü maliyetlerini çok fazla
arttırmıştır. Bundan dolayı Çin’in
büyümesini teşvik eden bu yapı aynı
zamanda tersine azalmayı getirmiştir.
• İş gücü maliyetlerindeki sürekli
yükselişten dolayı yabancı yatırımcılar
Çin’in yerine Vietnam gibi daha ucuz
yerler tercih etmeye başlamışlardır.
Çin’in başarısının devam etmesi için,
gelecekte hızlı büyüme dalgasının,
yüksek katma değerli üretime
odaklanmaya ihtiyacı vardır
• Global ekonomik düşüş ihracat talebini
etkilemektedir. Bundan dolayı, Son yıllarda,
Çin ekonomisi ihracata dayalı bir ekonomiden
yurtiçi tüketime dayalı bir ekonomiye doğru
dönüşüm göstermektedir. Bu trendin sürmesi
beklenmektedir. Ancak, Çin’de hane halkı
tüketim oranının düşüklüğü dikkate alınırsa
bunun çokta kolay olmadığı açıktır.
• Çin ekonomisi için en büyük sorun
büyümenin istikrarsız, dengesiz,
koordinasyonsuz ve sürdürülemez oluşudur.
Daha öncede vurgulandığı gibi, Çin’in
büyümesi şiddetli bir şekilde dışsal talebe
ve yatırımlara bağlıdır.
Download