•ÇİN HALK CUMHURİYETİ KALKINMA STRATEJİSİ • Çin Halk Cumhuriyeti, 1949 yılındaki Komünist Devrimin ardından, Çin Komünist Partisi tarafından, ZEDONG liderliğinde kuruluşunun ilan edilmesinden sonra uzun yıllar kapalı ekonomi yapısını sürdürmüş, uyguladığı merkezi planlı ekonomi politikasıyla istikrarı sağlamış, ancak büyüme ve refah artışında önemli sorunlar yaşamıştır. Bu politikaların sürdürülemeyeceğinin anlaşılmasından sonra 1980’lerin başında, kolektif tarım uygulamasını durdurmuş ve özel teşebbüse yeniden izin vermiştir. • 1978–1996 Ekonomik Reform Dönemi: “Sosyalist Piyasa Ekonomisine Geçiş” • Bu dönem, 1978–1984, • 1985–1991 ve • 1992–1996 olmak üzere üç temel döneme ayrılarak incelenebilir. • İlk alt dönemde Mao’nun ölümünden kısa bir süre sonra, 1978’de Deng Xiaoping’in başa geçmesiyle Çin’de kendine özgü bir piyasa reformu başlamıştır. • Bu reforma gereksinim duyulmasının nedenleri şu şekilde sıralanabilir: • 1) Mao’nun kültür devriminin giderek halkın desteğini kaybetmesi, • 2) Uzun yıllara dayanan devlet planlı uygulamaların kıtlıklarla baş edememesi, • 3) Öteki Uzakdoğu ülkelerinin (Tayvan, Hong Kong, Singapur, Güney Kore) uyguladıkları piyasa ekonomisinin göreceli olarak başarılı sonuçlar elde etmesi. • Bu dönemdeki reformların odak noktası tarım kesimi olmuştur. Tarımsal verimliliğin arttırılması ve ihracatta birincil mallara ağırlık verilmesi (özellikle petrol) bu dönemdeki ekonomik büyümenin temel etkenleridir. • Tarımsal verimliliğin arttırılmasının iki nedeni vardır. İlki “Sözleşmeli Aile Sorumluluk Sistemi” ile aileyi üretimin bir birimi haline getirmesidir. • Bu dönemde çiftçilerin kendilerinden istenen belirli miktar ürünü her yıl devlete gönderme zorunlulukları var iken, eğer öngörülen miktardan fazla üretimleri varsa bunu da piyasa koşullarında belirlenen fiyattan serbestçe satmalarına izin verilmiştir. Bu uygulama ekonomik gelişmeyi hızlandırmıştır • İkinci neden ise; devletin bazı ürünlerde önemli fiyat artışları yapmasıdır. Nitekim bu döneme ilişkin yapılan bir çalışmaya göre; tarımdaki ortalama verim artışı %5,9’dur. Bu artışın %78’i “Sözleşmeli Aile Sorumluluk Sistemi”ne bağlanırken; %22’sinin yüksek fiyat temelli olduğu hesaplanmıştır. • 1985–1991 yıllarını kapsayan ikinci alt dönemde ise, reformların odağı kamu işletmelerinin modernizasyonu olmuştur. • Bu dönemdeki büyümenin temelini, kırsal alandaki işletmeler ve emek-yoğun üretilen imalat ürünlerine dayalı yapılanma oluşturmuştur. Ayrıca kaynak dağılımındaki etkinlik, yani üretim faktörlerinin verimsiz alanlardan verimli alanlara kaydırılması (özellikle kamudan özel sektöre), büyümede anahtar rolü oynamıştır • 1992–1996 yıllarını kapsayan üçüncü alt dönemde ise, doğrudan yabancı sermaye yatırımları (DYSY) özellikle ihracat sanayinde ve büyümede itici güç olmuştur. • 1978–1996 dönemindeki ekonomik reformlarla birlikte dışa açılma ve planlı ekonomiden aşamalı olarak piyasa ekonomisine geçiş başlamıştır.. • Bu çerçevede, Çin Milli Kongresi Şubat 1978'de, 1985 yılına kadar gerçekleştirilecek Dört Modernizasyon Programı’nı kabul etmiştir. • Bu Program ile tarım, sanayi, bilim, teknoloji ve savunma alanlarının 1985 yılına kadar çağdaş koşullara kavuşturulması öngörülmüştür. Nitekim1985 yılından sonra Çin’de sanayi alanında gelişmeler başlamıştır • Bu dönemde, bütün ülke için tek bir program yerine her coğrafi bölge ve ekonomik sektör için kendi koşullarına uygun programlar hazırlanmıştır. Bu dönemin bir diğer özelliği ise yabancı sermaye girişleri ve dış ticaretin önem kazanmaya başlamasıdır. 1997–2002 yıllarını kapsayan ikinci dönemin temel özelliği ise, büyümede mutlak bir düşüşün ve buna bağlı olarak fiyatlarda durgunluğun yaşanmasıdır. Büyümedeki mutlak düşüşün arkasında pek çok karmaşık neden olsa da, asıl neden verimsizlik veya teknoloji başarısızlığı olarak açıklanabilir. • Reform ve kalkınma süreci başladığında KİT’ler ile özel teşebbüsler arasındaki verimlilik/teknoloji farkları çok fazla değildi. Buna bağlı olarak bu dönemde KİT’lere yapılan desteklemeler KİT’lerin faaliyetlerini sürdürebilmeleri için yeterli olmuştur. Ancak geçen zamanla birlikte bu ikisi arasındaki farklar derinleşmiş ve sonuçta KİT’ler kaybeden taraf olmuştur. • Bu amaçla, 1997’de benimsenen “büyük olanı tut, küçüğü bırak” politikası çerçevesinde verimsiz olan küçük kamu işletmeleri özelleştirilmiş, büyük olanlar ise ekonomideki ağırlıklarına bağlı olarak devletin idaresinde kalmaya devam etmiştir. Bu uygulamayla Çin, eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin toplu özelleştirme deneyimlerinden kesin biçimde ayrılır ve sonuçlar Çin’in başarısı olarak nitelendirilebilir • Madalyonun diğer tarafında ise bankalar açısından geri dönmeyen krediler büyük bir miktara ulaşmıştır. Bu yüksek oranlı borçların nedenlerinden biri, ekonominin büyüme hızının azalmasıyla birlikte, işletmelerin borçlarını ödemede zorlanmalarıdır. Bu nedenle, bankalar geri ödeme dönemlerini uzatmayı veya yeni krediler sağlamayı reddettiğinde işletmeler iflasla karşı karşıya kalmışlardır • 1996 ve 1997’li yıllarda ortaya çıkan sorun, hem ülke içi talep hem de krizin yarattığı dış talep eksikliğiyle daha da artmıştır. Kapasite fazlasının bir başka nedeni olarak da 1991’den beri ülke içi tasarruf oranının %500 artması, fiyatlar üzerine sürekli düşürücü baskı yaparak deflasyon sorununu gündeme getirmiştir. Deflasyonist ortam kârları eriterek yatırımları azaltmış, doğal olarak da büyüme yavaşlamıştır. • 2003 ve Sonrası: “Ekonomide Büyüme Stratejisi Dönemi” Üçüncü dönemin temel özelliği ise, Çin’de arz-talep eş zamanlı arttığı için sorun fiyat artışları olmaktan çok, bunun yerine yatırımlardaki aşırı artışlar olmuştur. Bu dönemdeki yatırım artışlarının nedeni ise, devlet denetiminde olan bankaların verimli kredi dağıtamamalarıdır. Çin’de bankacılık sektörü %100 devlete aittir. Kaynak ise vatandaşların tasarruflarıdır ve kredilerin tamamı KİT’lere gitmektedir. • Burada batık krediler toplamın yaklaşık olarak %50’sini oluşturmaktadır. Bu özellikteki bir ortamda şirketler kar edemedikleri durumlarda bile büyümeye ve işlemlerini ucuz kredilerle finanse etmeye devam etmişlerdir. Diğer taraftan arazi fiyatları da bu eğilimi takip etmiştir. Çin ekonomisinin üçüncü aşamasına egemen olan “ekonomiyi soğutma” çabası, sözü edilen bu batık kredilerin ve oluşan getiri (rant) ekonomisinin önüne geçebilmek için gündeme gelmiştir. • Nitekim 2004 yılında Başbakan Jiabao ekonomiyi soğutmak için güçlü tedbirler alınması gerektiğini vurgulamıştır. Başbakanın uyarısının ardından banka kredilerine sınırlandırmalar ve yatırım projelerine de daha sıkı denetimler getirilmiştir. Buna bağlı olarak, firmalar üretim yapabilmek için daha az borç, daha fazla öz sermaye kullanmak zorunda kalmışlardır. • Bu önlemlerle birlikte Çin, ekonomide aşırı-ısınma eğiliminden çıkmayı ve birinci dönemdeki (1978– 1996) büyüme oranlarına yaklaşmayı başarmıştır. İzleyen yıllarda ekonomi ortalama %9 büyüme oranlarını yakalamıştır. • 2004 yılında dünya ekonomisi, son üç yılın en büyük ortalaması ile %5,1 büyürken, Çin %9,5 oranında büyümüştür. 2005 yılında dünya ekonomisi yaklaşık %5 oranında büyürken, Çin %9,3 oranında büyümeyi başarmıştır. Yatırımlardaki artışlar ise %3’lere çıkmıştır. • Ekonomik gelişme sürecine sonradan katılan ülkeler gibi Çin de dış ticaret hacmini geliştirmek suretiyle küresel düzeydeki ekonomik ilişkilerde büyük değişme ve gelişmelere yol açmıştır. • Ülkeler, uluslararası ticaretten daha fazla pay alabilmek amacıyla ihracatlarında, katma değeri düşük olan mallardan, katma değeri büyük sanayi mallarına doğru geçiş yapmak istemektedirler. • 2005 yılında yaratılan katma değerin sektörlere olan oranına bakıldığında, sanayinin (imalat dâhil) %53,1’lik oranla başı çektiği görülmektedir. Bunu %32,5’le hizmetler ve %14,4’le tarım sektörü izlemektedir. • Kişi başına düşen GSYİH’a bakılırsa Çin kişi başına düşen 6.800 dolarla dünyada 117. sırada yer almaktadır. Yine 2005 yılı itibariyle Çin’in gereksinim duyduğu hammaddelere olan talebine bakıldığında çarpıcı sonuçlar elde edilir. • Günlük petrol tüketimi açısından ABD’nin birinci olduğu sıralamada Çin bu ülkenin ardından dünya ikincisidir. ABD ve Japonya’dan sonra ise dünyanın en büyük petrol ithalatçısıdır. Elektrik üretimi ve tüketiminde ise dünya üçüncüsüdür. Çin, dış yatırımlar ve ithalat açısından, dışa bağlı bir ülke olmasına karşın dünyada bütçesi fazla veren nadir ülkelerden biridir. Bu konuda 2005 yılı itibariyle 160 milyar dolar fazla veren Japonya’nın ardından, 130 milyar dolarla ikinci sırada gelmektedir. • Çin tarafından uygulanan stratejileri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz : • Bu stratejiler dışa dönüktür, • Bu stratejiler özünde, serbest piyasa güçlerine ve piyasa mekanizmasına bağlıdır. • Ekonominin büyümesini sağlayan itici güç ihracattır, • Ekonominin liberalleşmesi temel unsur olarak kabul edilmiştir. • Bu stratejilerin ortaya çıkan sonuçları ise şu şekilde özetlenebilir: • -Düşük enflasyon, • - Fiyat istikrarı, • - Ekonomide yüksek büyüme hızı, • - İhracatta büyüme, • - Dış borçlarda azalma. • Kuruluşundan bu yana komünist rejimin uygulamada kesintiye uğramamış olması ve 1979’dan beri geliştirdiği politikalarla bugün dışa açık ticaret modeli benimsemesi, günümüzde Çin’in uygulamakta olduğu ekonomik modeli tartışma konusu yapmaktadır. Son 25 yıldan beri uygulanan politikaların komünist rejim tarafından yürütüldüğünü ve günümüz itibariyle Çin’in DTÖ üyesi ve dünya ticaretinde önemli pay sahibi ülke olduğunu dikkate aldığımızda şu iki sonucu çıkarabiliriz: 1.Çin kapitalist sisteme yakın bir model izlemektedir: Ancak Çin’de uygulanmakta olan bu model, klasik dönemin yerleşmiş, düzenli kapitalizminden uzaktadır. Kapitalizmin modern sanayileşme ile sonuçlanan sürecini dikkate aldığımızda Çin’in bu süreçteki aşamalardan bazılarını atladığı söylenebilir. Önemli ekonomik politikaları uygulayabilmek ve kapitalizmin finansal çağını oluşturabilmek için devlet tarafından uygulanan, gözetim altında dış pazara açılma söz konusudur. Gerçekte Çin’in uyguladığı model, “Sosyalist Pazar Ekonomisi” ya da “Kontrollü Pazar Sistemi” olarak ifade edilen durumlarla anlatılabilir. 2. Çin’deki ekonomik model, sosyalizmin özel bir şeklidir: Uygulanmakta olan modelde söz konusu olan: iktisadi konularda dış pazarlarla işbirliği yapan, sürdürülebilir verimliliği devlet tarafından sağlanan ve reformlardan geçirilen bir sistemdir. • Çin ekonomisi 1980–2010 yılları arasında ortalama olarak %10 oranında büyüme kaydetmiştir. 1978 yılında ekonomik reformlar başladığından beri, Çinli liderler, Çin Halk Cumhuriyetinin üzerindeki yüksek kumandaya dayalı hükümet kontrolünü terk etmeksizin kapitalizmin getirilerinden yararlanmaya çalışmışlardır • Çin, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) üyeliğiyle ilgili olarak 1999 yılında ABD ile görüşmelerde bulunmuştur. Çin 2014’ten itibaren tam piyasa ekonomisine geçme sözü vermiştir. Çin, 2001 yılında DTÖ’ye kabul edilmiştir • 1978 yılında, dışa açılma stratejisi ve reformların başlatılmasından beri, Çin’in ekonomik kalkınmasının ölçeği ve hızı günümüzdeki en çarpıcı hikâyelerden birisidir. • Bu süreçte Çin etkileyici bir şekilde çift haneli ekonomik büyüme oranlarını ve önemli bir yapısal dönüşümü gerçekleştirebilmiştir. Ekonominin hacminin yaklaşık son otuz yıllık süreçte ABD doları cinsinden 20 kat arttığı görülmektedir. Yani, GSYİH her 7–8 yılda bir ikiye katlanmıştır. Çin ekonomisi her geçen yıl daha fazla dışa açılmaya başlamış ve dünyadaki ekonomik büyümenin en önemli sürükleyicilerinden birisi haline gelmiştir. Dünya tarihinde hiçbir ülke ekonomik yapı olarak Çin kadar hızlı büyümemiş, kısa bir sürede insanların yaşam standardı bu kadar yükselmemiştir. • İhracatta meydana gelen artış nedeniyle GSYİH büyüme oranı daha da yükselmiş 2005 yılında %11’e ve 2007 yılında da %14’e ulaşmıştır. • 2010 yılında GSYİH bir önceki yıla göre %10,3’lük artış göstermiştir • Çin’in çok hızlı ekonomik büyümesinin arkasında yatan iki temel faktör olduğu kabul edilmektedir: Bu temel faktörlerden ilki, ağır sanayi ve altyapı gibi ulusal tasarruflar ve yabancı yatırımlarla finanse edilen büyük ölçekli sermaye yatırımlarıdır. • Çin’in kalkınması, endüstriyel üretim yanında, modern otoyollar, limanlar ve telekomünikasyon tesislerinin oluşturulmasıyla hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. • GSYİH büyümesini sürdürmede, özellikle çelik, petrol ve kimyasal madde üretimi gibi kamunun ağırlıkta olduğu endüstriyel sektörlerin pozitif bir katkı yaptığı söylenebilir. • İkinci temel faktör ise üretim sektöründe ucuz işgücü kullanımı ve hızlı verimlilik artışıdır. • Düşük ücretli işgücü, ileri teknoloji ve sermaye (doğrudan yabancı yatırımlar) bir araya gelerek Çin’i dünyanın düşük maliyetle üretim lideri haline getirmişlerdir. • Gene bu süreçte, tarımsal sektörün GSYİH içindeki payı düşerken toplam çıktısı verimlilik arttığı için sürekli büyümüştür. • Rostow, toplumların iktisadi büyüme sürecinde beş aşamadan geçtiğini belirtmekteydi . • Çin bu aşamalardan başlangıç dönemine 1940’lı yıllarda, olgunluk dönemine de 1980’li yıllarda girmiştir. Ancak Çin’in iktisadi gelişme sürecindeki atılım hamleleri ancak 1980’lere doğru yeniden başlamıştır. • Çin’in 1978 sonrası döneminde üç koşulun birlikteliği dikkat çekmektedir: - üretken yatırımların artmasını sağlayacak oranda tasarruf mevcut olup her yıl bir öncekine oranla daha da artmaktadır. 1978’den bu yana tasarruf oranı yıllık ortalama olarak % 30 civarında gerçekleşmiştir. - sanayi ve inşaat sektörlerinin GSYİH içindeki payları yüksek olup, endüstriyel dönüşümü sağlayacak motor görevi yapmaktadırlar. - modern sektörlerdeki gelişme yeteneğini kullanmaya, dışarıdan yapılan alımlarda tasarruf sağlamaya imkan verecek ve bu şekilde iktisadi büyümeyi sürekli kılacak sosyal ve politik bir mekanizma kurulmuştur. • Çin, yaklaşık 15 yıllık bir çabanın ardından DTÖ’ye üye olmak suretiyle ekonomisinin, yapısal reform sürecinde ve dünya ticaretine uyumunda önemli bir aşamayı gerçekleştirmiştir. Kurallara dayalı çok taraflı ticaret sistemine dâhil olarak, ilk kez dış dünyanın ticari kural ve disiplinlerine tâbi olmuştur. Çin’in dış dünyaya uyumu, ticari ilişkileri dünya genelinde hızlandırarak ekonomik büyümeyi artırmıştır. • 2000-2006 yılları arasında dünyadaki toplam talebin çelikte % 65’i, alüminyumda % 57’si, nikelde % 93’ü Çin tarafından gerçekleştirilmiştir. • Çin’in dış ticaret hacminin artmasında DTÖ’ne üyeliği önemli rol oynamış olmakla beraber, başka faktörler de söz konusudur. • Çin, yaklaşık 25 yıldan beri devam ettirdiği ekonomik politikaların sonucunda dış ticareti artırmaya imkân veren bir üretim modeli gerçekleştirmiştir. • Ucuz işgücü, maliyetleri azaltmış ve uluslararası piyasalarda Çin mallarının rekabet gücünü artırmıştır. • Ülkeye teknoloji girişinin kolaylıkla sağlanabilmesi, üretim kapasitesini ve malların kalitesini artırmıştır. • Asya’daki üretim ve ticaret ağı Çin’in uluslararası pazarlara uyumunu kolaylaştırmıştır. • 2004 yılına kadar, dış ticaret sadece ihracat ve ithalat izni (Ticaret Bakanlığı tarafından verilen) bulunan Çinli işletmeler tarafından gerçekleştirilmiş, bu izne sahip olmayanlar ise sadece faaliyetlerde aracılık yapabilmişlerdir. • Yabancı sermayeli işletmeler ise sadece üretimlerinde kullanmak üzere ithalat yapabilmişler, ithal ettikleri mallar Çin’in iç pazarında satma hakkına sahip olmamışlardır. • 2004 yılında dış ticarete ilişkin kanun üzerinde yapılan değişikliklerden sonra ithalat yapma izni yabancı işletmelere de verilmiş ancak, uygulamada bu işletmelerin sayısı 2005 yılında Çin’in DTÖ’ne üyeliğinden sonra da sınırlı olup, işlemler zorlaştırılmıştır. • Gümrük tarifelerinin 1 Ocak 2005’ten itibaren ortalama olarak %10’un altına düşmesi ve ihracatın bir bölümü için DTÖ tarafından gözetilen ülkeler prensibinin uygulanmasıyla 2005’te tekstil antlaşmaları çerçevesinde, gelişmiş ülkelerin ithalatlarında tekstile uygulanan kotaların kaldırılması Çin’in ihracatını önemli ölçüde artırmıştır . • Çin dış ticaretinin artmasında ihracattaki kadar ithalattaki artış da önem arz etmektedir. 2000-2007 yılları arasında ihracat 3,5 kat artarken ithalatın artışı yaklaşık beş kat olmuştur. Özellikle yeniden ihraç edilmek üzere yapılan ithalat, önemli bir paya sahip bulunmaktadır. Bu nedenle Çin dış ticaretinin büyümesinin dünya pazarına iki yönlü etkisi söz konusudur: Birincisi, Çin’in ihracatta patlama yaparak diğer ülkelerin dış ticaret dengelerini değiştirmiş olması, ikincisi ise ekonomik gelişmesini ve üretim gücünü artırmak için dış dünyadan hammadde ithal ederek girdilerin piyasa fiyatlarını yükseltmiş olmasıdır. • 1996 yılından beri, gelişmekte olan ülkeler arasında en çok yatırım çeken ülke konumunda olan Çin 2003 yılında 53,5 milyar dolar değerinde doğrudan yabancı yatırım çekmiştir. • Başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkenin çektiği doğrudan yabancı yatırımlarda azalma olurken Çin’inki artmaya devam etmiştir. • Doğrudan yabancı yatırımların Çin’e yönelmesinin başlıca nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz : - Çin’in temsil ettiği potansiyel büyüklük ve bundan kaynaklanan pazarın büyüklüğü, dolayısıyla da tüketici sayısının çokluğu, - Politik ve sosyal açıdan ülkede istikrar ortamının sağlanmış olması, - Altyapıdaki iyileşmeler, • Çin’in kalkınma modeli, merkezi planlama ekonomisinin boyutunu küçültmeyi ve piyasaya yönelik özel sektör aktivitelerinin boyutunu arttırmayı hedeflemektedir. Bu geçişte ilk adım tarihsel süreçte tarımsal sektörün 1979 yılındaki reform çalışmalarıdır. • Bu reform küçük çiftçilere piyasa için üretim yapmaya izin vermiştir. O tarihten beri, hükümet ekonomi üzerindeki kontrolleri kaldırarak özel sektör aktivitelerinin daha geniş bir alana yayılmasına izin vermektedir. Aynı zamanda iktisadi devlet kuruluşlarının belirli bir plan çerçevesinde özelleştirmesine de müsaade etmektedir • Çin ekonomisi, 1978’den sonraki süreçte ihracata ve yatırımlara dayalı olarak gelişmiş ve büyümüştür. 2007 yılındaki küresel finansal kriz, özellikle ihracat sektörünü sert bir şekilde vurduğu için, Çin ekonomisinin son 30 yıldaki hızlı ekonomik büyümesini ciddi bir şekilde etkilemiştir. Çin’in GSYİH büyümesi 2007’deki %14 oranından sonra 2008’de %9.5’e 2009’da da %9’a düşmüştür. • Bu düşüş Çin’in kalkınma stratejisindeki ihracata bağımlılığını yansıtan önemli göstergelerden birisidir. 2001–2008 döneminde net ihracat ve yatırımlar Çin’in büyümesinin %60’dan fazlasını oluşturmaktadır • Çin’in krizde uygulanan mali teşvik paketi, kamu altyapı harcamalarını, sağlık harcamalarını ve bunun yanında eğitim harcamalarını arttırmış ve vergileri düşürmüş, dolayısıyla dayanıklı tüketim mallarının satışını teşvik etmiştir. Bu teşvik paketinin yaklaşık %60’ı kamu iktisadi kuruluşlarına gitmiştir . • Çin’deki ekonomik kalkınma sürecinde, kırsal ve kentsel ayrışmasının yanında, zenginle fakir arasındaki uçurumda büyümektedir. • Yani, Çin ekonomisi yükselirken zengin ve fakir arasındaki servet farkı oldukça çarpıcı hale gelmektedir • Bu ayrışmanın; • tamamlanmamış tarımsal ve ekonomik reformlar, • bölgeler arasında dengesiz ekonomik gelişim ve • eğitimdeki bölgesel farklılıklar gibi pek çok faktörden kaynaklandığı söylenebilir. • Diğer taraftan Çin’de ücretlerin uzun zamandan beri çok hızlı yükseldiği görülmektedir. Ayrıca, yeni işçi hakları yasası iş gücü maliyetlerini çok fazla arttırmıştır. Bundan dolayı Çin’in büyümesini teşvik eden bu yapı aynı zamanda tersine azalmayı getirmiştir. • İş gücü maliyetlerindeki sürekli yükselişten dolayı yabancı yatırımcılar Çin’in yerine Vietnam gibi daha ucuz yerler tercih etmeye başlamışlardır. Çin’in başarısının devam etmesi için, gelecekte hızlı büyüme dalgasının, yüksek katma değerli üretime odaklanmaya ihtiyacı vardır • Global ekonomik düşüş ihracat talebini etkilemektedir. Bundan dolayı, Son yıllarda, Çin ekonomisi ihracata dayalı bir ekonomiden yurtiçi tüketime dayalı bir ekonomiye doğru dönüşüm göstermektedir. Bu trendin sürmesi beklenmektedir. Ancak, Çin’de hane halkı tüketim oranının düşüklüğü dikkate alınırsa bunun çokta kolay olmadığı açıktır. • Çin ekonomisi için en büyük sorun büyümenin istikrarsız, dengesiz, koordinasyonsuz ve sürdürülemez oluşudur. Daha öncede vurgulandığı gibi, Çin’in büyümesi şiddetli bir şekilde dışsal talebe ve yatırımlara bağlıdır.