Hayata Yüksekten Bakabilmek. Sağlık Politikası Üzerine Makale ve

advertisement
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
SAĞLIK POLİTİKASI ÜZERİNE
MAKALE VE DENEMELER
Sabahattin Aydın
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
SAĞLIK POLİTİKASI ÜZERİNE
MAKALE VE DENEMELER
Sabahattin Aydın
MEDİPOLİTAN EĞİTİM VE SAĞLIK VAKFI YAYINLARI
Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın basım ve yayın hakları
Medipolitan Eğitim ve Sağlık Vakfı’na aittir.
© Copyright
2008 by Medipolitan Education and Health Foundation
All right reserved
Birinci Basım
Baskı
Fabrika Basım
Oduncular Sitesi 1.Yol No. 4
Seyrantepe/İstanbul
© Medipolitan Eğitim ve Sağlık Vakfı Yayınları, İstanbul, 2008
ISBN 978-605-60117-1-9
İÇİNDEKİLER
007 • Sunu
009 • Önsöz
017 • Hayata yüksekten bakabilmek
021 • Sağlık hakkı
029 • Sağlık talebi bilinci
035 • Yaşayanı sevmek: Biyoetik
043 • Sağlıklı yaşlanmak
051 • İlaç: Dert mi deva mı
057 • İlaç stratejilerinin klinik ve toplum hekimliğinde algılanışı
063 • Toplumsal bir gereklilik: Aşı bilinci
069 • Sağlık sisteminde merkezi rol ve aile hekimliği
087 • Bir devrin anatomisi
099 • Hastane yönet-me sistemi ve süper başhekimler
105 • Kamu hastane birliklerine doğru
115 • Sağlık hizmetlerinde gözden kaçanlar
123 • Vakıf hastaneciliği
133 • Küreselleşme labirentinde küresel sağlık politikaları
141 • Sağlığın geliştirilmesi: Görevimizin farkında mıyız
151• Yeni dönemde Sağlık Bakanlığı’nın görevi:
Vekilharçlık (stewardship) ve yönetişim
157 • Döner sermayede yeni dönem:
Performansa dayalı katkı payı ödenmesi
167 • Sağlıkta performans: Ne için, nereye kadar
187 • Genel sağlık sigortası ne getiriyor
201 • Genel sağlık sigortası yolunun anaforları
221 • Kuş gribi: Türkiye deneyiminden çıkarılan dersler
229 • Sağlık hizmetlerinde planlama
241 • Sağlık politikalarımızın panoraması
251 • Prof. Dr. Sabahattin Aydın biyografisi
SUNU
Sağlık, insanlık tarihinin başlangıcından beri birey hayatını
ilgilendirdiği kadar sosyal hayatın da önemli bir gündemini
oluşturmuştur. İnsanların birlikte yaşama çabasının zorunlu
kıldığı işbölümü sonucu hem bireyin hem de toplumun
sağlığını iyileştirme sorumluluğunu görev edinen, uğraş
alanı olarak seçen meslekler, disiplinler oluşmuştur.
Zaman içinde hastalıkların tedavisinin yetmediği, asıl olanın
hastalıklardan korunma olduğu bilinci oluşmuştur. Ancak
bütün bu farkındalığa rağmen günümüzde insan sağlığı,
küçülen dünyanın da etkisi ile daha fazla risklerle karşı
karşıya kalmaktadır.
İnsan, sağlığını koruma ve yeniden kazanma adına her
türlü müspet çabayı hak eden bir varlıktır.
Medipolitan Eğitim ve Sağlık Vakfı ülkemizi
dünyanın merkezine alarak ulusal olduğu kadar küresel
ölçekte de sağlığın geliştirilmesini öncelikli hedefleri
arasına koymuştur.
Bir kurumun çalışmalarını kalıcı hale getirmesinin etkili bir
yolu yayın yolu ile duyurmaktır. Bu amacın ilk adımı olarak
SD Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi
vakfımızın ilk süreli yayını olarak bu alanda emek harcayan
ve düşünen kitle ile buluşmasına devam ediyor.
Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Dr. Sabahattin
Aydın'ın kaleme aldığı bu kitap, Türk sağlık sisteminin
belirleyicileri arasında yer alan bir bürokratın imbiğinden
geçen deneyimlerinin bir yansıması niteliğinde.
Aydın'ın çoğu kez deneme üslubu ile kaleme aldığı ve
bazıları SD başta olmak üzere çeşitli dergilerde yayımlanmış
olan yazılarından oluşan Hayata Yüksekten
Bakabilmek, klasik bürokrasi çerçevesine sıkışmadan,
yeni boyutlar açmanın zorluklarını dile getirmektedir.
Medipolitan Eğitim ve Sağlık Vakfı
Yayın Kurulu
ÖNSÖZ
SD Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi yayın hayatına
başlarken benden bir sunuş yazısı yazmam talep edildiğinde,
aşağıdaki satırların da içinde olduğu bir metin kaleme
almıştım:
“(...) Toprağa düşen her damla can verir, hayat olur.
Tohuma değerse büyür, başak olur. Haber alan bitki çiçek
açar; gül, lale, sümbül olur. Köke tutunur, Yunus'un
başucunda selvi olur. Her biri ayrı yetenekteki ağaçlar
meyveye durur. Yüce dağları örter, koru olur, orman olur.
Yeryüzü hayat bulur.
Toprağın bağrını açıp kucakladığı damla, derinlerde mekân
arar kendine; yeraltında su olur, katman olur. Bir yol bulup
çıkar yeryüzüne, kaynak olur. Çay olur, dere olur akar;
ırmak, nehir olur coşar. Kanyonlardan süzülüp çağlayanlardan çağlar. Dağlar, vadiler, ovalar aşıp yatağa kavuşur. Göl
olur, deniz olur ve nihayet dünyayı çevreler, okyanus olur.
Yerküreye şekil verir, adalardan kıtalara sınırları çizer,
ulaşımı sağlar. Yeryüzüne hayat verir.
Hayat suda başlayıp su ile devam ettiğine göre, bir damla su
hayatın özüdür adeta. Kavruk sıcaktaki susuzun hasreti,
yatağında bitap düşmüş hastanın beklentisi, son nefesinin
farkına varan ahret yolcusunun son arzusudur su.
Hayat bir bakıma doğumla ölüm arasında sıkışmış bir
zaman dilimi gibidir; böyle algılanır. Ancak hayatı bu dar
kalıplara sığdırmaya çalışmak, nitelik yönünü göz ardı
etmek olur. Her durumda hayata niteliksel anlam katan,
onun huzurlu, verimli, sevgi dolu yaşanmasıdır. Böyle bir
hayatın öncelikli şartı, ruhsal ve bedensel olarak
olabildiğince iyi olmak, iyiliği yakalayabilmektir; diğer bir
deyişle “sağlıklı olmak”tır.
Hani buluta veda edip toprağa kavuşan bir su damlası hayat
veriyor demiştik. Her türden canlının hayatına yüksek değer
katan sağlık için atılan her adım da bir su damlası gibidir
adeta. Hatta sürece anlam veren, hayatı yaşanılır kılan
nitelikli bir damladır o.
Tıbbi hizmetler doğrudan birey hayatı ile ilgilidir. Ancak bu
çerçevede sağlığı sadece birey hayatıyla sınırlı görmek bir
yanılgıdan ibaret olacaktır. Evrenin başlangıcından sonuna
kadar uzanan süreçte atmosferin bileşiminden toprağın
bileşimine, doğal veya müdahale sonucu oluşmuş her türlü
çevre faktörlerinden genetik miraslara kadar çok farklı
değişkenler sağlığın belirleyicileridir. İnsanın doğal çevresi
ile ve diğer insanlarla etkileşimi, bireysel olduğu kadar
toplumsal ilişkiler, eğitim kültür, savaş, barış vs hep sağlığı
şekillendiren temel unsurlardır.
Sağlık deyince, belki de bu kavram temel olarak hastalığın
zıddı gibi algılandığından, doğal olarak ilk aklımıza gelen,
temel ve klinik bilimleridir. Bu alanlar ihmal edilemez.
Ülkemizde de her türlü bilim dalı ile bu alanların hak
ettikleri önemli bir saygınlığı vardır. Klinik bilimlerin
toplum sağlığına dönük yüzü ise ihmale uğramaktadır.
Kapsayıcı bir sağlık anlayışı ile bu açığı kapatma
sorumluluğunu taşıyoruz.
Sağlık yönetimi ve sağlık ekonomisi başta olmak üzere her
türlü sağlık politika çalışmaları sağlık sistemimizi makro
planda sorgulama ve şekillendirme yeteneği kazandıracak,
birikim oluşturacaktır.
Sağlık alanında iyi yetiştirilmiş insan kaynakları, hizmette
ileriye götürecek sağlık araştırmaları ve sağlık teknolojileri
sağlık alanının vazgeçilmezleridir. Sağlıkta etkin bir yönetim
tıp bilişimini her geçen gün daha fazla gerekli kılmaktadır.
Bulaşıcı hastalıklarla mücadelenin yanında kronik
hastalıkların yönetimi, sağlık eğitimi ve sağlıklı yaşam için
beslenme ve aktivite toplum sağlığı içinde gittikçe öne
çıkmaktadır.
Artık sağlık hizmeti verilmesi değil, kanıta dayalı
uygulamaların yapılması; ilaç kullanılması değil, akılcı ilaç
kullanılması tartışılmaktadır. Sağlık hizmetinde finansal
koruyuculuk, erişim kolaylığı ve hakkaniyet gözetilmektedir.
Hizmet sunucularda hasta güvenliği, kalite ve akreditasyon
sorgulanmaktadır.
Karmaşık ilişkilere dayalı sağlık sistemleri tıp etiğini, tıp
hukukunu, hasta haklarını önemli konular olarak karşımıza
çıkarmaktadır. Hayatın anlamından söz ederken, hayatın
anlamını güçlendiren her türlü, düşünsel ve sanatsal
faaliyetlerden sağlığı soyutlayabilmek mümkün değildir.
Düşünsel ve ilişkisel bağlamda tıp felsefesi, tıp sosyolojisi
gibi gittikçe daha fazla öne çıkan bilim alanları vardır. Tarih
birikiminden yararlanmayan hiçbir alanın ileriye gitmesinden söz edilemeyeceğine göre, tıp tarihi zaten sağlığın en
önemli alanlarından biri olagelmiştir.
Pozitif bilim paradigmalarının bazen kıskaca dönüştüğü, ya
da bizzat yük haline geldiği dünyamızda, bu paradigmaların
sorunlu alanlarının ortaya konulması ve çözüm den-
emelerinin yapılması, bu arada alternatif tıp, tamamlayıcı
tıp veya entegre tıp gibi adlarla alanın sınırlarını genişletme
çabaları da göz ardı edilemez.
Kısacası sağlığın kapsamı bir okyanus gibi engindir.
Okyanuslar yerküreyi nasıl yaşanır kılıyorsa, sağlık da hayatı
öylesine yaşanır kılmaktadır.”
Sağlık sorumluluğu alanında bir klinisyen ve akademisyen
olarak ömrümün çoğunu verdiğim mesleğimi şerefle ve
zevkle yapmanın yanında, yukarıdaki satırlarda işaret
ettiğim okyanusa açılmaya da cüret ettim. Bu cüret bana
sağlık sistemine yön verme iddiasında olan bir ekibin içinde
bulunma şansı verdi. Bu konuda bir birey olarak çok şey
yaptığımı iddia etme kabalığında bulunamam. Ancak bir
damla olabilmek için çırpındığımı da inkar edemem. Adeta
kendim için yaşayamadığım hayatımın son beş yılı boyunca
sadece bir teknokrat gibi çalışmakla kalmadım; çoğu zaman
gördüklerimi, duyduklarımı ve düşündüklerimi, nadiren de
bildiklerimi çeşitli yayın organlarında yazmaya çalıştım.
Bu arada itiraf etmeliyim ki, hiçbir zaman iyi bir bürokrat
olamadım. Ya da bir başka deyişle, bürokratlığı profesyonel
bir iş olarak benimsemeyi beceremedim.
Elinizdeki kitap, hasbelkader kendimi kucağında bulduğum
bürokrasi maceram esnasında dergilerde yayımlanan
yazılarımın arasından seçilenlerin bir araya toplanmasıyla
ortaya çıkmıştır. Yazıları yayımlandıkları kronolojiye göre
sıralamak yerine, konu bütünlüğü oluşturacak tarzda
düzenleme gayreti güdülmüştür. Gördüğünüz gibi, bu
kitabın bir orijinal eser olma iddiasında bulunma hakkı
olamaz. Sadece içimdekini açığa vurmanın ve beki de
anlatamadığımın, söyleyemediğimin ifadesi olarak zaman
zaman ortaya çıkan yazılardan ibarettir ve bunları
okuyucuya bir arada sunma misyonu üstleniştir, o kadar.
Öyle ki, önsözü bile, önceden yayımlanmış bir başka
yazımdan alıntılayarak kitabın bu özelliğini korumak
istedim.
Bu yazılarımı bir araya getirerek yayımlaması yönünde beni
teşvik eden ve bu sorumluluğu üstlenen Medipolitan Eğitim
ve Sağlık Vakfı yöneticilerine teşekkür etmeyi bir borç
bilirim.
Nisan 2008
Hayata yüksekten bakabilmek
İstanbul-Ankara arası her hafta tekrarlanan onlarca uçak yolculu-
ğundan biri. Parlak güneş, bulutsuz, berrak bir gökyüzü ve insanı
yerden koparan motor gürültüsüne karışan kaptan pilotun anon-
su: On dokuz bin feet yükseklik. Pencereden bakıldığında, ufuk
çizgisine kadar alabildiğince uzanan Anadolu toprakları göz önüne seriliyor; ormanlar, dağlar, tepeler, ovalar, vadiler…. Aracısız
tek tek insanları görebilmek neredeyse imkânsız, ancak bu küçücük mahlukların yaşadığını gösteren yollar, tarlalar, barajlar, ev-
ler, evcikler öbek öbek yeryüzüne yayılmış. Bazen kıvrılan çizgiler
şeklinde uzanan yollarda seyreden otomobillerin güneş ışığını
yansıtarak hareketlerini göstermeleri de insanlara tanıklık ediyor.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
17
Bir Temel fıkrasını hatırlıyorum: Uçağa ilk defa binen Temel, pencereden aşağıya dikkatlice baktıktan sonra, yanında oturan Dur-
sun'a dönerek, “Ula Dursun, uçaktan aşağıya bakınca insanlar karınca gibi görünüyor derlerdi de inanmazdım. Gerçekten, nasıl da
karınca gibi görünüyorlar, değil mi?” diye sorar. Bu soruya Dursun'un verdiği cevap gayet uyarıcı: “Temel, o gördüklerin insan
değil, gerçekten karınca, çünkü uçak daha kalkmadı ki!”
Evet, insan ile karınca ilişkisini kurabilmek, en onurlu yaratığın
karınca gibi mikro canlı olduğunu, öyle de görünebildiğini fark
edebilmek için ön şart uçağın havalanmış olmasıdır. Yüksekten
bakmak, uzaktan bakmak bazı gerçekleri daha iyi fark etme, daha
kolay anlama fırsatı verir bazen. Yerin sağlamlığı, her zaman yere
basarak değil, bazen ayağın yerden kesilmesi ile fark edilir. Yani
ayağı yerden sağlam kesmek, yere sağlam basmak kadar anlamlıdır insan için.
Yaratıkların en onurlusu olma sıfatı, yaratıcı ile olan bağlantının
tamlayanıdır. Onurlu olmak, en onurlu olabilmek, sonsuz büyüklüklere görece acizliği ve küçüklüğü fark edebilme yeteneği ile paraleldir.
Hayata yüksekten bakabilmek derken, hani şu birilerinin bizleri
atadığı yüksek makamlardan bakmayı kast etmiyorum tabii ki.
Makamın yükselmesi, insanı da her zaman yükseltmediği için
18
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
böyle bir bakışın anlamı, değeri yok bence. Hatta belki de, hayata
içinden bakabilmekten daha cılız, daha fakir, daha kısır, daha sı-
nırlı. Bazı makamlar, insanlara acısıyla, tatlısıyla, keder ve umut-
larıyla hayatı içinden anlamak, tanımak fırsatından insanı yoksun
bırakan bir vizyon alanı sunar. Bilhassa engeller aşarak, tırmanarak çıkılmamış makamlardan bakanların talihsizliğidir bu.
En yalın haliyle hayat, içinden bakılınca anlamlıdır. Acı çekerek,
hüzünlenerek, umutlanarak, sevinerek, acıları ve sevinçleri payla-
şarak yaşanır. Yaşayarak, görerek, bilerek anlam kazanır. Zaman
akıp giderken kader gerçeğe döner ve gerçek, hayat olur.
Hayatı bedenen yaşama gerçeğinin yanında, ruhen ve fikren yaşama becerisi, insanı hayatın ötesine, sonsuzluğun olmayan başına
ve sonuna götürür. Düşünce hayatına var olmanın başlangıcını
sorgulama yetisi kazandırdığı gibi, yok olmanın sonunu veya yok
olmanın anlamını ve belki de anlamsızlığını taşır. Kısacası yaşanan hayatın sadece dünyada yaşanmakla bitmeyeceği duygusu
kaplar zihin dünyasını. Sağlıklı, ya da sağlıksız yaşayabilmek bir
beceri, bir başarı değil, spontan bir olaydır. Öyle ki, sadece insana
mahsus bir özellik bile değildir. Hayatı görmeden yaşamak bir
şans, bir ihtimaldir. Hatta her doğanı farklı sürelerde ilgilendiren
bir kaçınılmazlıktır da. Hayatı içinden görerek yaşayabilmek bilmeyi gerektirir; ona yüksekten bakabilmek ise bilge olmayı. Haya-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
19
tı içinden görerek yaşayabilmek bir zanaat, ona yüksekten bakabilmek ise bir sanattır.
Görebilmek için uçağa binmek yetmez; bindiğimiz uçağın yüksel-
mesi gerekir. Hayata, içinde yaşadığımız dünyaya ve hatta dünyanın içinde bir nokta olduğu evrene yukarıdan bakabilmeyi gerektirir.
“Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi.
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni.”
diyen Nesimi, hayata bazen içinden bakabilmeyi, bazen de yukarıdan bakabilmeyi anlatmıyor mu?
İnsanlık tarihi boyunca zanaat sahipleri ve sanatkârlar var olagel-
miştir. Hayata bakış mesafesi ile sembolleştirdiğimiz bu özelliklerin her zaman olumlu algılanması olmayabilir. İyilik üretmeyen
bir zanaat ve absürt bir sanat da bu özellikleri çağrıştırır. Sorum-
lu insan makamında olanların görevleri, insanların hayatı sağlıklı
yaşamasını ve hayata sağlıklı bakabilmesini sağlamaktır. İçinden
baktığımız hayatı ne kadar sağlıklı kurgularsak içimizden çıkardı-
ğımız sanatkârların hayata o derece yukarıdan sağlıklı bakmasını
sağlamış oluruz.
Ağustos 2005
20
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Sağlık hakkı
Hayat serüvenimiz sperm ve yumurta adlı iki haploit hücrenin buluşması ile başlar. Bu buluşma, sürekli yenilenme ve çoğalma ile
karakterize edebileceğimiz bir sürecin başlangıcıdır. Öyle ki, bu
biteviye döngü, biyolojik organizmamızın sahayı terk etmesine,
yani ölüm denen biyolojik sona kadar kesintisiz devam eder. İki
uç arasında çeşitli iniş ve çıkışlarla geçirilen bu dönem, canlı olmanın, yaşamanın, hayatın bir belirtisidir sadece. Hepimizin ya-
kında tanıdığı bedenle şekillenmiş olan organizmanın bilinçle bütünleşmesi insan denen varlığı çıkarır ortaya. İşte sorumluluk bu
anda başlar.
Sağlık, bu iniş ve çıkışlarla dolu hayat sürecinin biyolojik ve psiko-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
21
lojik açıdan “iyi” olması ve bu “iyilik hali”nin devam etmesi ile
mümkündür. Yeryüzünde kendine yer bulan her insanın bu iyilik
haline sahip olma amacı ve hakkı vardır. Kısacası her insanın, hatta her canlının sağlıklı yaşama hakkı olduğu gerçeğinin farkında
olmamız gerekir. Bu hakkın yegâne koruyucusu ve sağlayıcısı ise
organizması bilinçle donanmış olan insandır şüphesiz. İnsan olarak “ben”in farkında olabilme yetisi ile donanımlı olmamız, “biz”
anlayışının potansiyelini de birlikte taşır. Bu yeti, insanın biyolo-
jik ve bilinçsel varlık olmasından öte sosyal bir varlık olduğunu da
göstermektedir.
Biyolojik organizmanın kendisi ve etkileşim içinde olduğu çevresi, bilinç durumu ve sosyal çevresi bir bütün olarak ele alınıp sağ-
lığın konusu haline getirilmelidir. En azından sağlık hakkından
söz ederken bu bütünselliğin farkında olmak zorundayız. İnsanların organik beden sağlığının korunması ne kadar görev alanımıza
girerse, ruh sağlığının, yaşama ortamının ve sosyal çevre içinde
sağlıklı ilişkiler kurmasının sağlanması yönünde de aynı şekilde
sorumluluk taşımaktayız.
Sağlık deyince, şüphesiz ilk aklımıza gelen beden ve belki ruh sağ-
lığıdır. İnsan organizmasını bir bütün olarak ele alırsak, organik
beden sağlığı ile ruh sağlığını birbirinden kesin sınırlarla ayırabilmek her zaman mümkün olmamaktadır. Bu yüzden, her ne kadar
22
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
biyolojik yaklaşım ile birlikte kendine has bazı yöntemler ve ku-
ramlar içerse de, modern tıp öğretisinin içinde yer alan ruh sağlığını beden sağlığı ile birlikte değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Bütüncül bir kavram olarak ruh ve beden sağlığını kucaklayan insan sağlığı, sağlık talebinin en öncelikli sırasını işgal eder. Çoğu
sağlık planlamaları ve sağlık yatırımları bu noktaya odaklanmış-
tır. Aslında sağlığın diğer alanları da sonuçta insan sağlığı ile ilişkilidir. Hatta ilişki derecesine göre önem kazanır.
Organizmanın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için iç dinamikleri kadar dış dinamikler de önemli rol oynar. Bu açıdan, beden sağ-
lığı kadar çevre sağlığı da önemlidir. Çevre sağlığı, bu güne kadar
alışılageldiği üzere birinci basamak sağlık hizmetleri içine sıkıştırılmış bir hizmet alanı olmaktan öte ayrı bir disiplin haline geti-
rilmeli ve bu alana özel önem verilmelidir. 60'lı yılarda Sağlık
Ocağı hekimini görevleri arasında sayılan bu hizmetler çok daha
kapsamlı bir şekilde, gıda mühendisleri, çevre mühendisleri ve bu
alanda uzmanlaşmış diğer disiplinlerin rol aldığı bir sağlık hizmet
alanı haline getirilmelidir. Bu alanda kentsel tasarımdan, imar
durumuna, alt yapı inşasından solunan havanın temizliğine, ula-
şımdan barınmaya, her türlü gıda ve su güvenliğine ve gittikçe endüstrileşen dünyamızda her türlü üretim denetimine kadar birçok
sorumluluk noktası mevcuttur. Bu kadar yaygın bir etki alanı olan
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
23
çevre sağlığından bağımsız bir sağlıklı yaşama hakkından söz edebilmek mümkün değildir. Halk sağlığı alanı bu gün için farklı kapsamlara talip olsa da, öncelikle bu sorumlulukları yüklenmelidir.
Bununla birlikte hastalıkların nedenlerini ve tabii seyrini takip
ederek toplumun sağlık düzeyini iyileştirme, koruyucu sağlık hizmetlerini tanımlayıp örgütleme ve koruyucu hizmetler ile birinci
ve ikinci basamak sağlık hizmetlerinin yürütülmesi için yeni yöntemler belirleyip bunları değerlendirme, topluma yönelik olarak
uygulanmakta olan hizmetlerin takip ve değerlendirmesini yapmaya odaklı kapsamlı bir tıp disiplininden söz etmek mümkün-
dür. Sözlükler bu disiplini, yani toplum hekimliğini koruyucu hekimlik, sağlık eğitimi, bulaşıcı hastalıkların kontrolü, gıda temiz-
liğinin sağlanması ve çevresel risklerin gözetim altına alınması yo-
luyla toplumun sağlığını koruma ve iyileştirme çalışmaları ve bilimi diye tanımlamaktadır (The American Heritage Dictionary).
Halk sağlığı ile toplum hekimliğinin hizmet alanlarının birbiri ile
girişim içinde olduğu, hatta bazen birinin diğerinin yerini aldığı
da bir vakıadır.
Toplum hekimliği alanı tabiatı gereği multidisiplinerdir; biyolojik
ve sayısal bilimlerden sosyal bilimlere kadar yaygın bir ilgi ve etki
alanı vardır. Biyolojik yönü ile zamanımızın en etkili hastalıkları
olan AIDS, kanser ve kalp hastalıkları gibi tıp pratiğinin ana ko-
24
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
nuları olan hastalıklarla ilgilenir. Bunların altında yatan nedenleri, riskleri ve korunma yollarını önümüze serer. Epidemiyoloji ve
biyoistatistik gibi sayısal bilimler yoluyla, sağlık problemlerinin
geniş kapsamını ve etkisini analiz ederek, bireylerin ötesinde bütün bir topluma bakabilmemizi sağlar. Böylece veriler enformas-
yona ve sonra bilgiye dönüşmekte ve karar sürecinde etkili olmaktadır. Hastalıklardan korunma toplum hekimliğinin ana konusu
olduğuna göre, sağlıkla ilgili davranışları ve bunların toplumsal
etkilerini daha iyi anlayabilmek, insanları eğitmek ve daha sağlık-
lı bir hayat tarzına hazırlamak için sosyal bilimler de toplum hekimliğinin ana konuları arasında yer almaktadır.
Sağlık hakkının korunması, bireysel sağlıktan toplumsal sağlığa
kadar uzanan bir yolculuğun disiplin ve şartlarına bağlıdır. Bu
yolda zaman zaman duraklamalar ve hızlanmalar olmakta, bazen
hayati öneme sahip hizmetlere ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak öz
bir deyişle, “sağlık hizmeti hepimiz için bazen hayati olmaktadır,
fakat toplum sağlığı hepimiz için her zaman hayatidir” (C. Everett
Koop).
Toplumun sağlığını iyileştirmek için bilimsel araştırmalardan
sağlık eğitimine kadar toplumda herkesi ilgilendiren sistemi ve
sosyal şartları değiştirebilme kararlılığı ve yeteneği gereklidir.
Sosyal, kültürel ve ekonomik faktörlerin hiçbirisi toplumların sağ-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
25
lık durumundan bağımsız değildir. Toplum hayatının iyiliğini he-
defleyen politikalar, yöresel ya da ulusal kültür yapılarından uluslararası anlayışa kadar insanların alışkanlıkları, inançları ve hayat
tarzlarını gözetmek zorundadır. Bütünüyle toplumun sağlığıyla
ilişkili olan bu geniş yelpazede görev alacak sorumluların, sağlıklı bir durumda olmamızı garanti altına alacak şekilde politikalar geliştirmek, davranış değişikliklerine öncülük etmek ve sonuç
alınmayan uygulamaları değiştirmekle görevli olduğu unutulmamalıdır.
Bu politikaların geliştirilmesinde dinamik bir tavır sergileyeme-
yen, davranış değişikliklerine öncülük etmek şöyle dursun, alışılagelmiş davranışları koruma tutuculuğu içinde olan ve nüfuz alanı
veya siyasal kaygılarla mevcut olumsuz uygulamaları tartışmasız
koruma altına almak isteyenlerin kendilerini anlatma güçlüğü
içinde olması kaçınılmazdır. Bu tür politika belirleyici adayları veya politika etkileyicileri, hizmet üretmek veya üretenlere destek
olmak yerine “anlaşılamaz” olmanın avuntusu ile vakit geçirmektedir.
Şüphesiz sağlık hakkını içinde bulunduğumuz zamanla sınırla-
mak doğru değildir. Bu zaman dilimi bireyin hayatını bütünü ile
kapsasa bile, sağlığın kuşaktan kuşağa aktarılabilirliği gerçeği karşısında önemsiz kalır. Geçmişten miras aldığımız her türlü alış-
26
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
kanlık ve kültürel yapıların bugünkü sağlık durumumuzla ne kadar ilişkili olduğundan tekrar söz etmeye bile gerek yok. Kuşaklar
boyu aktarılarak gelen genetik yapımız ise sağlıkla ilgili devir aldı-
ğımız çok önemli bir miras. Sağlıklı bir genetik yapının bize akta-
rılması nasıl geçmişe ait bir sorumluluk ise, gelecek kuşaklarımı-
za aynı şekilde nakledilmesi bizim geleceğe yönelik bir sorumluluğumuzdur. Yani ilk insandan başlayan bu sağlık şifresi geçişi, sağ-
lık hakkını ve bunu koruma sorumluluğunu birlikte taşıyarak son
yaşayan insana kadar devam edecektir. Her türlü olumsuz müdahale, geleceğin riskini de üstümüze yıkan bir sorumluluk yükler
bize. Sağlıklı bir dünyanın geçmişten devir alınması ne kadar
önemli ise, aynı şekilde geleceğe bırakılması da o derece önemli ve
gereklidir. Sağlık konusunda insanlık tarihi boyunca yaşanan ve
yaşanacak olan her an, bütün zamanları ilgilendiren bir umut veya umutsuzluğun kapısı olabilir.
Doğan her canlı, sağlıklı yaşama hakkı ile birlikte dünyaya gözle-
rini açar. Bu hakkın korunabilmesi hepimizin görevidir. Bu görev
çalışmakla, sağlıklı üretmekle, sağlıklı düşünmekle ve en önemlisi her canlıyı sevmekle yerine getirilebilir.
Ocak 2004
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
27
Sağlık talebi bilinci
Sağlık kısaca, fiziksel ve ruhsal olarak tam bir iyilik hali diye ta-
nımlanıyor. Öyle ise, fiziksel ve ruhsal tam bir iyilik hali içinde olmayan bir kimsenin sağlığına tekrar ulaşmak için çaba harcaması
gerekir. Bu gereken çaba, hemen sağlık kuruluşuna başvurmak
anlamına gelmez; sıkıntı yapan konuda bilgi edinmek bile, bazen
sorunu çözmeye yeterli olmaktadır. Aslında beslenme, hijyen ve
uygun çevre gibi konularda yeterli bilgi sahibi ve eğitimli olmak,
birçok hastalığın koruyucusudur. Öyle ise sağlık hizmetini de çok
geniş çerçevede ele almak gerekir.
Dünya Sağlık Örgütü'nün sağlık tanımı genel kabul görse de, her
geçen gün kapsamı genişlemektedir; daha doğrusu bu tanıma da-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
29
ha kapsalı bir anlam yüklenmektedir. Geçen zaman içinde iyilik
hali, daha beğenilir bir hayat stilini de içine almıştır. Konforlu bir
hayat tarzı talebi, daha sorunsuz ve huzurlu yaşama isteği, sağlık
politikacılarının gündeminde sağlık talebi olarak artık önemli bir
yer işgal etmektedir. Geride bıraktığımız on yıllarda onulmaz derde deva arayışı gibi algılanan sağlık talebi, artık bu muzdarip insa-
nın beklentisinin çok ötesine geçmiştir. Hayat standartları ve beklentilerdeki artış, doğal olarak beklentileri değiştirmekte ve sağlık
talep etme bilincine yansımaktadır. Zamanla değişen ve gelişen
sağlık hizmetini talep etme bilincinin gerektiği anda toplumsal talep olarak ortaya çıkması, sağlık hizmetlerinin gelişmesinin bir itici gücü, hizmetin daha tatminkâr olmasının adeta ön şartıdır.
Gelişen toplumsal dinamiklere rağmen durumun her zaman böyle
olduğunu söyleyemeyiz. Farklı toplum kesimlerinde, imkân, gelenek, iletişim, eğitim gibi unsurlara bağlı olarak sağlıklı olmakla,
sağlığın yitirilmesi arasındaki sınırın netliği değişmektedir. Öyle
ki, birçok sağlıksızlık hali tevekkül ile karşılanmakta, sabır ve kabullenmişlik adeta fazilet sayılmaktadır. Ana hareket, daha doğru-
su hareketsizlik noktası ne olursa olsun, sağlığımız çoğu kez ihmale kurban edilmektedir. İhmale tevekkül kılıfı giydirmeye çalışmayı bilgelikle değil, ancak sorumsuzlukla açıklamak mümkündür.
Ülkemizde, özellikle kırsal bölgeden gelen birçok hasta, ne yazık
30
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ki, tedavi olma ihtimalinin çok yüksek olduğu, hem maliyet, hem
de emek yönünden kolaylıkların bulunduğu evreleri geçirdikten
sonra, sağlık hizmeti talep etmektedir. Çoğu zaman hastalığın
kendisinden çok komplikasyonları ile uğraşılmak zorunda kalın-
maktadır. Bu durum, sağlık harcamalarına ilave yük getirmesinin
yanında, hastanın uzun bir süreyi sağlıksız geçirmesine yol açmakta, bazen de, çok geç kalınmasından dolayı, tedavi imkânının
ortadan kalkması ile sonuçlanmaktadır.
Sağlık hizmeti talebini, sağlık hizmet sunucularına ulaşma süreci
ile sınırlamak yanlış olur. Yataklı tedavi kurumunda yatmakta
olan bir hastanın hastane kurallarına uyması, temizlik, beslenme,
ziyaretçi konularında tedavisini üstlenen ekiple işbirliği yapması
kendi menfaatinedir. Bu tutum, sağlık hizmetinin sunulma süre-
cinin sağlıklı olmasını sağlar. Sağlık hizmetini sunanların bir ekip
olarak davranmasının yanında, hizmet talep edenlerin de ekibin
birer üyesi olacak tarzda rollerini üstlenmeleri, hizmet sunumun-
da başarıyı yukarılara çekecektir. Ancak hastalar kendi sosyokül-
türel çevrelerinden kaynaklanan davranışlarını, evdeki alışkanlıklarını ve adetlerini kendileriyle birlikte hastaneye taşırlar. Bu du-
rum, hastanede temizlik ve düzen sağlamayı zorlaştırmakta, has-
taların sağlığına daha çok zarar vermektedir. En azından iyileşme
sürecini olumsuz yönde etkilemektedir.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
31
Yani sağlık talebinin tarzı ve yöntemi de hizmet kalitesine etkili
olmaktadır. Bu noktada, sağlık talepçisine karşılık verenlerin, di-
ğer bir ifade ile sağlık hizmeti sunanların da uygun ve yeterli iletişim kurma konusunda dikkatli ve duyarlı olmak zorunda olduğunu hatırlatmakta yarar var. Sağlık hizmetini talep edenin, iç dünyasını, kültür iklimini ve inançlarını dikkate alarak sağlıklı bir ile-
tişim kurmak mümkün olabilir. Sağlık talebini doğurmada, doğru
yönlendirmede ve bu talebi olumlu olarak karşılamada sağlık eğitiminin ve sağlık çalışanların çok büyük rolü ve önemi vardır.
Sağlık talebinin bilinçli bir süreklilik göstermesi gerekir. Tedavi
başlanmış bir hastanın bu tedaviyi devam ettirmesi ve takibindeki aksaklıklar da ayrı sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Birçok hasta verilen tedaviyi düzenli sürdürmez. Kendini iyi hissetti-
ği anda tedaviyi kesen ve böylece hastalığını kronikleştiren hastamız az değildir. Kontrola gelmek, birçok hasta için adeta angarya
kabul edilir.
Kontrole gelen birçok hasta da, belirtilen randevu zamanına dik-
kat etmemektedir. Hasta merkezli konuya yaklaşmak hastayı tek
sorumlu görmek gibi bir çıkmaza bizi itmemeli. Talepte sürekliliği
sağlamak konusunda da sağlık çalışanlarının ne denli sorumlu-
luğu olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Sağlık çalışanları olarak bizler yerimizi ve rolümüzü iyi bilmeliyiz. Sağlık hizmetini ru-
32
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
tin, mekanik bir ihtiyaç giderilmesi gibi görme yanlışlığından
uzaklaşıp, bu hizmetin insani, duygusal öğelerle yoğrulduğunu
fark etmemiz gerekiyor. Hastaların tekrar başvuruyu özlemesini
sağlayacak güler yüzün de içinde olduğu bir sağlık sistemi düzenlemesi önceliklerimiz arasında olmak zorundadır.
Hastanelerin olumsuz şartlarından uzaklaştırmak için, ameliyat
sonrası bakım, özel bakım gerektiren bazı hastalıkların tedavisi ve
bazı kronik hastalıkların rehabilitasyonu, hastaya veya yakınlarına eğitim verilerek, evde devam ettirilebilmelidir. Gelişmiş toplumlarda evde bakım hizmetleri, sağlık harcamalarında önemli ta-
sarrufun yanında hastanın daha uygun şartlarda bulunması nedeniyle gittikçe daha çok rağbet bulmaktadır. Hatta “ev hastane”
kavramı yerleşmeye başlamıştır. Kendi çevremize göz gezdirdiği-
mizde, bunun başarılamadığı gibi, birçok hastanın evde ilaç kullanma, pansuman gibi çok basit işleri dahi yapamadığını görürüz.
Bu yüzden hastalarımız hastanelerde daha uzun süre yatırılmakta
diğer mahzurları ile birlikte yatak ve kaynak israfına yol açılmak-
tadır. Hastanın hastanede yatış süresi, kendi bilgi, eğitim ve uyum
düzeyi ile adeta ters orantılıdır. Halbuki hastane ortamı, sağlık,
sosyal ve psikolojik açıdan pek de olumlu olmayan bir çevre
sunmaktadır. Bu çevrenin kişinin doğal yaşama ortamında oluş-
turulması sorunların azaltılmasına yardım edecektir. Bu bilincin
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
33
oluşturulmasının, geleceğin sağlık hizmet sunum modellerinde
öncelikler arasında yer alacağını sanıyorum.
Sonuç olarak, sağlık hizmetinde etkililik için yurttaşlarımızın hayat standardını yükseltmekten başlayarak, sağlığını koruyucu ön-
lemleri almak, sağlığının bozulduğunu fark etme ve doktora başvurma anından, gereken tedavinin eksiksiz yapılmasına kadar her
evrede uygun sağlık hizmetini talep etme bilincini geliştirmek gerektiği açıktır. Talepler hizmet arzını doğurur. Sağlıkta geleneksel
ticaret anlayışında olduğu gibi, arz ve talebin birbirini teşvik et-
mesi ile tüketim artışı gelmeyecektir. Sağlık hizmetlerinin özelliğinden dolayı dinamikler tersine işler. Talep arzı doğuracak, bu
ise tüketimi değil tasarrufu sağlayacaktır. Koruyucu sağlık hizme-
ti, sağlıksız şartların ve hayat tarzlarının önlenmesi, hayat standardının yükseltilmesi, erken tanı ve erken tedaviyi zorlayacak
her talep, daha fazla potansiyel hastalık yükünün azaltılması anlamına gelir.
Temmuz 2004
34
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Yaşayanı sevmek: Biyoetik
Sağlık doğuştan gelen temel bir insan hakkıdır. Sağlığın korunması da güvenlik ve adaletin temin edilmesi gibi insanların birlikte
mutlu yaşamalarını sağlamakla görevli organizasyonlar olan dev-
letlerin asli görevleri arasındadır. Bu yüzden devletler sağlıkla il-
gili tedbirleri alma sorumluluğu taşımaktadır. Bütün vatandaşların sağlık hizmetlerine kolayca erişimini ve ihtiyacı olanın ihtiya-
cı oranında sağlık hizmetinden yararlanmasını temin edecek bir
yapı oluşturmakla yükümlüdür. Bu yapı hangi sosyal veya ekono-
mik modeli öncelerse öncelesin, mutlaka insana öncelikle insan
olarak değer veren, saygılı, hakkaniyet ölçüsünden sapmayan bir
özellik taşımalıdır.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
35
Odağında insan hayatı bulunan sağlık hizmet örgüsü, tabiatı itiba-
rıyla toplumdan topluma sosyoekonomik ve sosyokültürel değiş-
kenlere bağlı olarak farklılıklar gösterecektir. Sağlığın sosyal belirleyicileri, bilinen ve üzerinde tartışılan bir alanı oluşturmaktadır. Ne var ki, hangi farklı sosyal yapı olursa olsun, hangi bilimsel
gerçek ya da kabul uygulama aracı olursa olsun, bu alan evrensel
ahlak ilkelerinden uzak tutulmamalıdır.
Tekrar etmek gerekirse, sağlık temel bir haktır. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele kadar kronik bulaşıcı olmayan hastalıklarla
mücadele ve sağlığın korunması ve geliştirilmesi de, kısacası ih-
tiyaç sahiplerinin daha iyi sağlık seviyelerine ulaşması için güç-
lü sağlık sistemlerini oluşturulması, bu hakkın ifası için en temel şarttır. Bu sistemleri, hakkaniyet üzerine, adalet üzerine
kurmak zorundayız.
Dünya Sağlık Örgütünün 2006 yılında kaybettiğimiz başkanı Dr.
Lee'nin ifadesiyle, bugünün küresel sağlık durumunun acil ve
önemli sorunu adaletin tesisi konusudur. Dünyanın gelişmiş bir
bölgesinde dünyaya gelen bir kız çocuğu ortalama 85 yıl ömür sür-
me ümidi taşımaktadır. Sağlıklı beslenme, uygun bağışıklama, iyi
bir eğitim, kontrollü ve sağlıklı bir gebelik dönemi şansı vardır.
Anne olarak ölme riski düşüktür. Modern sağlık kuruluşlarında
uygun şartlarda doğum yapacak ve bebeğini düzenli kontrollerle
36
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ve dengeli beslenme ile büyütebilecektir.
Aynı anda dünyanın bir başka köşesinde dünyaya gözlerini açan
bir başka kız çocuğunun ortalama hayatta kalma umudu sadece
35 yıldır. Muhtemelen beslenme geriliğine mahkûm olacak, enfeksiyon hastalıkları ile boğuşacak, eğitimden mahrum kalacak,
erkenden evlenip sık gebelilerle halsiz düşecek, doğumlarını bir
köy evinde gerçekleştirecektir. Anne olarak ölme riski yüksektir.
İhtimal ki, bebeklerinin bir kısmını yitirecek, hayatta kalanlarını
da beslenme geriliği ve aynı riskler altında yaşatmaya çalışacaktır.
Bu dengesizlik bir yandan toplumları kitlesel olarak tehdit eden
epidemilerin devam etmesine yol açarken, diğer yandan yeni yeni
salgın hastalıklar karşımıza çıkmaktadır. Bu hastalıklarla müca-
dele için milyar dolarlaryatırılarak araştırmalar yapılmakta ve yeni tanı ve tedavi araçlarının geliştirilmesine çalışılmaktadır. Ulus-
lararası sermaye grupları büyük yatırımlar yapmaktadır. Öyle ki,
bu alanda neredeyse bütün sağlık sistemlerini kontrol yeteneği
kazanmış sektörler oluşmaktadır.
Diğer taraftan bu araçlara, geliştirilen bu yeni ilaçlara muhtaç
olan yığınlar en fakir ülkelerde yer almaktadır. Kişi başı yıllık sağ-
lık harcaması 40 doları aşamayan 50 ülke vardır. Geliştirilen bu
pahalı teknolojileri, bu pahalı ilaçları kullanma ihtiyacı olanlar
öncelikle bu yoksul ülkelerdir. AIDS’in yaygın halde bulunduğu
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
37
Afrika ülkeleri ve ihtiyaç duydukları antiviral ilaçlar bunun en ti-
pik örneğidir. Araştırma geliştirme gereklilikleri, ticari kaygılar ve
etik dışı fırsatçılıklar birbiri içine geçmiş durumdadır. Gelişmiş
ülkelerdeki ilaç endüstri ile bu ilaçlara muhtaç yoksul toplumlar
arasında sağlıklı bir etkileşimin kurulabilmesi bugün küresel sağlık politikalarının çıkmazlarının başında gelmektedir.
Görülüyor ki, sorumluluk sahibi sağlık profesyonelleri olarak biz-
lerin ajandasında doğal olarak yer alması gereken tıp etiğinin ötesinde kaygı duymamız gereken etik sorunlar da vardır. Tıp etiği
ile birlikte çevre etiğini de kapsayan biyoetik, ticaret etiği ve hatta
siyasal etik de göz önünde bulundurulmalıdır. Daha yaşanılır bir
dünya özlüyorsak, bu etik kaygıları diri tutmak için kültürel, politik ve inanç dinamiklerimizi harekete geçirmeliyiz.
AIDS 1980'lerin başında ortaya çıkınca, gelişmiş sanayi toplumla-
rının salgın hastalık riskinden kurtuldukları varsayımının bir il-
lüzyondan ibaret olduğu ortaya çıktı. Hatta etik kaygıdan uzak gelişmelerin ayrıca bir risk oluşturduğu görüldü. Böylece Amerika
başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde, epidemilere karşı korunmada toplum sağlığının önemi tekrar fark edilmiş oldu.
AIDS’le birlikte bireysel mahremiyet ve özgürlüğe önem veren li-
beral toplumlarda epidemi ile nasıl mücadele yapılacağı sorusu
gündeme gelmiş oldu. Bir tarafta toplumun iyiliği uğruna toplum
38
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
sağlığının korunması, diğer tarafta sivil özgürlüklerin karşılıklı
çatışma içinde olduğu görülmektedir. Sivil özgürlüklerle toplum
sağlığının temel etik değerleri, algılayış biçimleri ve hareket alanları birbirinden radikal bir şekilde ayrılabilmektedir. Bireysel özgürlüklerin korunması uğruna özgürlüklerin yaşanamayacağı sağlıksız toplumların oluşturulmasına fırsat verilmesi gibi karmaşık
bir durum ortaya çıkmaktadır.
Belki başka hiçbir hastalık,
bu kadar geniş spektrumda etik
prensiplerin tartışılmasına yol açmamıştır. HIV enfeksiyonu ve
AIDS tıbbi anlamda neredeyse bütün temel etik prensiplerin de-
ğerlendirilebilmesine imkân sağlayan bir model olmuştur. Enfekte olanların belirlenmesinden etkili bir tedavi yönteminin
araştırılmasına, hastalığın tedavisinden ölümüne engel olamadıklarımıza duyulan merhamet hissine kadar birçok hususlar etik
çerçevede değerlendirilmek zorunda kalınmıştır. Bireysel özgür-
lüklere karşılık toplum sağlığı, yeni ilaç geliştirilmesi için teşviklere karşılık kısıtlı kaynakların dağıtılması, mahremiyete karşılık
doğrunun ifşa edilmesi ve ayırımcılık, dışlama hep bu tartışmanın içinde olmuştur.
Bireysel sağlığı çevre faktörlerinden, tıp etiğini de çevre etiğinden
ayırmak zordur. Biyoetik, yaşayan organizmalarla ilgili karar sü-
reçleri ve etik konuları kaygı edinir. Bu yüzden hem tıbbi etiği
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
39
hem de çevre etiğini kapsamaktadır. Biyoetik anlayışı, canlı ile il-
gili farklı avantajlar, riskler ve görevler arasındaki dengenin sağ-
lanmasını konu edinir; dolayısıyla biyoetik tüm hayatı konu edinen bir etik tartışmadır. Bu anlayış tarih boyunca edebiyatta, sa-
natta, müzikte, kültürde, felsefede ve dinde yer alagelmiştir. Bi-
yoetik bazılarınca hayatı sevmekle eşdeğer görülmekte ise de, kanımca hayatı değil “yaşayanı sevmek” olarak algılanmalıdır.
Bir toplumun biyoetik olgunluğu, evet ve hayırlardan, siyah ve be-
yazlardan oluşan bir ergen düşünce biçimi değil, biyolojik veya
tıbbi teknolojilerin uygulanmasında avantaj ve risklerin arsındaki
dengeyi gözetme yeteneğine sahip bir erişkin birikimidir. Sürdürülebilir bir gelecek için biyoetik olgunluğu toplumumuza yerleştirmek zorundayız.
Biyoetiği sadece bir düşünce biçimi, bir görüş olarak değil, topuma mal olmuş bakış açılarının ve bilinçli bireysel tercihlerin güvence altına alındığı ve toplumun sorumluluklarının öne çıkarıldı-
ğı bir politika haline getirmek gerekir. Risklere karşı farkındalık
sürekli diri tutulmalı, tartışılmalı ki, sağlığı korumak adına üreti-
len teknolojilerin abartılı ve hatta yanlış kullanımı azaltılabilsin.
İstismarın, çıkar çatışmalarının, aşırı kâr güdülerinin acımasız or-
tamında bu çabalar harcanır ve yarar-zarar dengesi gözetilirken,
özerklik ve adaletten taviz vermemek zorundayız. Zor bir göreve
40
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
talip olduğumuzu biliyoruz. Sağlık çalışanları ve sağlık politika yapıcıları olarak bu zor görevden kaçma hakkına sahip olmadığımızı da bilmek zorundayız.
Aslında evrensel etik değerler inançlar üstü bir anlam ifade eder.
Ancak, “Nil kenarındaki kuzunun hesabının kendinden sorulacağı” kaygısını taşıyan, kendini “elinden ve dilinden başkalarının
emin olduğu” bir kimlikle tanımlayan toplumlar bunu herkesten
daha fazla yapabilme potansiyeli ve aynı oranda herkesten daha
fazla yapma sorumluluğu taşımaktadır.
Toplumumuzun bilgi düzeyi ve değer yargılarının, etik kaygıyı göz
ardı ederek bu sorumluluktan kaçanları ayırt etme gücünde olmasını diliyorum.
Temmuz 2007
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
41
Sağlıklı yaşlanmak
Her doğum, dünyaya açılan her göz, sonlu bir hayatın, büyümenin, gelişmenin, yaşlanmanın ve hayata veda etmenin bir haberci-
sidir, delilidir. Doğumla başlayan sürekli değişim zamanın hiçbir
kesitinde duraklamaksızın biteviye sürer gider. Ruh ile bedenin
kucaklaşmasıyla kimlik kazanan varlığın sürekli değişirliği, bu ku-
caklaşmanın ayrılışına dek sürer. Hatta ölüm denen ayrılış bile
değişimi durdurma gücünü gösteremez. Maddi değişim ayrılış
sonrasında da yol alır.
Bu değişim inişli çıkışlı bir grafik çizer. Sağlığın korunması ve yi-
tirilmesi arasında kararsız seyreden bir çizgi gibidir. Değişim, başarı ile başarısızlık, mutluluk ile mutsuzluk, sevgi ile sevgisizlik gi-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
43
bi insani kavramların da seyrinin bir ressamıdır adeta. Kişiye özel
seyirler her ne şekilde olursa olsun, bir gün noktalanır. Bu nokta
bir bitiş, bir yok oluş mudur, yoksa bir başka başlangıç mı? Konu-
muz bu değil. Ancak korumakla görevli olduğumuz bedenimiz açısından bir son olduğu tartışmasız bir gerçektir.
Afetler, kazalar, kasıtlar gibi dış etkenlerle genç yaşta son bulan
hayatlarımız bir yana bırakılırsa, hiçbir ölüm ansızın kapımızı ça-
lan bir sürpriz değildir. Saçımız, gözümüz, kulağımız, kolumuz,
bacağımız, cildimiz ve neredeyse bütün bedenimiz sürekli değişimin haberini verir. Bu habercilik bazen hoş bir fısıltı, bazen ise acı
bir siren gibidir.
Kırk yaş adeta gözler için dönüm noktasıdır. Bu yaşa ulaşınca nor-
mal insanlarda görme sorunları kendini gösterir. Özellikle ışık azlığında ve yakından eskisi gibi ince detayları seçebilme yeteneği
azalmaya başlar. Bu durum 70’li yaşlarda çok belirgin hale gelir.
Yaş ilerledikçe yüksek frekanslı ses dalgalarını kulaklarımızın
duyması zorlaşır. Erkeklerde işitme kaybının kadınlardan daha
hızlı seyrettiği ileri sürülmektedir.
Yaşlanmayla birlikte kalbimiz kısmen büyüme gösterir. Egzersiz
esnasındaki maksimum oksijen tüketimi her 10 yıl yaşlandıkça erkekte yüzde 10, kadında yüzde 7,5 azalmaktadır. Bununla birlikte
kalbin pompaladığı kan miktarında artış olmamaktadır. Kalbin
44
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
yüklenmeye tahammülü gençlikteki kadar değildir.
Gençliğin dinamikliğini taşıdığımız 20 yaştan yaşlı bilge olmaya
aday olduğumuz 70 yaşına geldiğimizde akciğerlerimizin maksimum soluma kapasitesinin yüzde 40'ı yitirilmektedir.
Yaşlanmayla birlikte bazı beyin hücreleri hasar görmekte, bir kısmı da kaybedilmektedir. Kaybedilen sinir hücrelerinin yerine ye-
nisi konmaz, ama bu kayıplar beyinde iletiyi sağlayan hücreler
arası bağlantılar ve hücre uzantılarının artırılması yoluyla orga-
nizma tarafından telafi edilmeye çalışılır. Pratik düşünme ve hatırda tutma yetileri azalmaya başlar.
Kandaki artık maddeleri süzme görevi gören böbreklerin ilerleyen yaşla birlikte bu kapasitelerinde azalma olur. Vücudun bir yük
altına girmesi halinde gençlikteki yeteneklerini gösteremezler.
Ayrıca prostat büyümesi ve geçirilen idrar yolu enfeksiyonların
böbrek işlevleri üzerine, dolaylı da olsa, olumsuz etkileri görülmektedir.
Menopozla birlikte kadın yumurtalıkları görevlerine son verir ve
östrojen hormonu azalır. Erkekte de benzer şekilde testosteron
hormonu düzeylerinde azalma görülür. Kadında rahim ve yumurtalık gibi iç cinsel organlarda büzüşme, küçülme meydana gelir;
vajen duvarının kalınlığı ve elastisitesi azalır. Aynı zamanda cinsel uyarı ile vajen içinde oluşan kayganlık eskisi kadar sağlana-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
45
maz. Erkekte testis boyut ve sertliklerinde azalma olurken, sperm
sayısı ve meni hacminde de azalma gözlenir.
Düzenli egzersiz yapmayanlarda 30 yaşından 70 yaşına gelinceye
kadar tahmini vücut adale kitlesi yüzde yirmiden fazla azalmakta-
dır. Düzenli egzersiz yapanlarda bu kayıp durdurulabilir. Diğer taraftan, vücut yağları yaşla birlikte azalma göstermez; ancak dağılımı değişir. Kadınlarda yağlar daha çok kalçalarda birikme eğilimi gösterirken, erkekte göbekte birikir (1).
Peki, yaşlanmak nedir? Hücrelerin aynı enerjiyi kullanamaz olması mı? Yorulması, yenilenme yeteneğini kaybetmesi mi? Geçen
zamanla oluşan arızi hallerin birikmesi ve semptom verir hale gel-
mesi mi? Dökülen saçımızı hormon dengesiyle, katarakt olan gözümüzü ise protein denaturasyonuyla mı açıklayacağız? Kırışan
cildimizin elastikiyet kaybından sadece kollajen lifler mi sorumlu?
Ağrıyan dizimiz mekanik yorgunluğun bir sonucu mu? Kalp sorunumuzun, damar sertliğimizin, artan kan basıncımızın sürekli
akışla, hemodinamiyle ilgisi var mı? Yoksa bütün bunlar, gözlem-
lerimize rasyonalizasyon arayışından, görünen sonuçlarla ilintili
nedenler bulma gayretlerimizden mi ibaret?
İnsan genleri zamana göre de programlı ve zaman sadece bir sü-
reç olmayıp gen programında bir etken mi acaba? Klonlanan canlılar yeni mi doğuyor? Yoksa doğduğunda klonlandığı hücrenin
46
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
yaşında mı? Yani klonlama bir yaşlı doğum mu dersiniz? Kim bi-
lir, belki de terk edeceği günü bilen ruhun gün be gün bedenini ikna ve o malum güne hazırlama girişimidir bu değişmeler.
Neden ne olursa olsun, yaşlılık bir gerçektir. Hem de her zaman
kesitinin kendinden önceki zaman kesitlerine göre konuçlandı-
ğında tekrar tekrar hatırlattığı bir gerçek. Var olma bilinci sadece
görünen hayatımızla sınırlı olsa idi, bu gerçek bizi rahatsız eder,
huzurumuzu kaçırır ve belki de yaşlanmanın farkındalığı, hayatı
daha gençliğimizde çekilmez hale getirirdi. Yaşanan her anın, yaşlanmaya doğru giden yolda atılan her adımın, harcanan bir ömrün
parçası olması gerçeği sürekli beynimizi kemirirdi.
Halbuki sonsuzluk duygusu insanın doğasında vardır. Ateist, politeist, monoteist, inancı ne olursa olsun bütün insanlar bu duygu
ile hayat sürer. Bu yüzden hayat bir umutsuzluk yolculuğu değil,
her anı ayrı bir mutluluk olan, mutlu kılınması sorumluluğunu taşıdığımız varlığımızdır. Daha doğrusu hayat, varlığımız değil, var
olmamızdır. Sonsuzluk bilincine sahip insanın var olmasının kanıtı, sınırlı olan hayattır bir bakıma. Bu açıdan bakıldığında haya-
tımızın hiçbir anı bir diğerinden daha değersiz değildir. Yaşanan
her an yaşandığı anda değerlidir ve en iyi şekilde yaşanmalıdır. Bilinç sahibi olmak bu sorumluluğu yükler bize. Emeklilik günlerinde şehir parkındaki bankoda otururken ya da bir huzurevinin kö-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
47
şesinde masamıza konan yemeği yudumlarken iyi bir sağlık talep etmehakkından daha önemsiz değildir.
Yeryüzünde var olan varlıkların en üstünü insan, insanın en de-
ğerli varlığı aklı, gönlü, ruhu ve bedeniyle topyekün sağlıklı yaşadığı zamandır. Öyleyse bizi biz yapan bilinç, her anı sağlıklı yaşa-
ma ve yaşatma sorumluluğu da yükler bize. Her bireyin kendi sağlığı üzerinde sorumluluğu olduğu gibi, toplumu yönlendirme ve
yönetme makamında olanların da her an ve her yaşta sağlığı koru-
ma görevi vardır. Kişisel iniş ve çıkışlar olsa da, toplumsal bir ge-
nelleme yapıldığında, hayatın zaman grafiği erken yaşlarda tırmanışın, geç yaşlarda ise inişin olduğu bir eğriye benzer. Bu yüzden
en fazla özenli bakım ihtiyacı ve en fazla sağlık hizmeti talebi er-
ken ve genç yaşlarda olmaktadır. Sağlık politikacılarının en fazla
üzerinde durması gereken kesim, bu yüzden, bu erken ve geç yaşta olanlardır. Hastalık yükünün ağır olduğu, sağlık harcamalarının gittikçe daha çok yoğunlaştığı, kırılganlıkların, risklerin en
fazla olduğu bu dönemlerin iyi yönetilmesi, temel sağlık göstergelerinin en etkili belirleyicisi olmaktadır. Bir toplumun çocukları-
nın ve yaşlılarının yaşama standartları, sağlık düzeyleri o toplumun gelişmişliği ile, uygarlığı ile çok yakından ilgilidir.
Ancak unutulmamalı ki, bu konuda elde edilen her başarılı sonuç,
daha uzun bir ömür, daha fazla yaşlı nüfus demektir. Risklerin,
48
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
kronik hastalıkların arttığı, aktif hayatın ve hatta toplumun dışına
itilme ihtimallerinin en fazla olduğu yaşlı nüfus arttıkça yukarıda
sözü edilen bireysel ve toplumsal sorumluluklar da artacaktır.
Türkiye'de bugün için 60 yaş ve üzerindeki insanımızın toplumun
yüzde 10'unu oluşturduğunu biliyoruz. 2050 yılında aynı yaş grubunun oranının yüzde 23'ü bulacağı tahmin edilmektedir (2). Görülüyor ki, yaşlılıkla ilgili sağlık sorunlarının tıbbi pratikte her geçen gün daha fazla yer tutması kaçınılmazdır.
Yaşlı sağlığı artık önemli bir toplum sağlığı konusu olarak gün-
demde yerini almıştır. Her geçen gün önemi daha da artacaktır.
Yaşlanma sorunları ile mücadele için “aktif yaşlanma” stratejisi
politikası OECD gündeminde önemli bir yer tutmaktadır (3). Asıl
olan yaşlının sağlık sorunlarının ele alınması ve çözüm arayışları
değil, sağlıklı bir şekilde yaşamak ve sağlıklı bir şekilde yaşlanmaktır. Zira yaşamak, yaşlanmaktır.
Mayıs 2005
Kaynaklar
1. H. Kara, S. Aydın, Cinsel Sorunlar ve Çözüm Yolları, Sen Yayınları,
Ankara, 2002, ss. 163-5
2. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu kaynakları
3. Maintaining prosperity in an Ageing Society, OECD, 1998
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
49
İlaç: Dert mi deva mı
Her derdin bir dermanı olduğuna inanırız. Yara merhem bekler,
dert derman, hasta da şifa. Bu bekleyiş bir sıkıntının, bir ıstırabın,
bir olumsuzluğun anlatımı olduğu kadar, bu durumlara son vere-
cek umutların da müjdesini taşır. Bu müjdenin aracı hastanın
umudunu bağladığı, yazdırmak için uzun kuyruklara, nice zah-
metlere göğüs gerdiği, bazen acil durumlarda yakınlarının kapı
kapı dolaşarak bulmaya çalıştığı ilaçtır. Umut ilaçta somutlaşmıştır bir bakıma.
Bu umudun dürtüsünden olsa gerek, derdi için doktora başvuran
hastanın bekleyişi reçeteye odaklanmaktadır. Kendi hastalığını
önemseyen, kendini önemli derecede hasta kabul eden bir insana
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
51
başvurduğu doktor tarafından reçete yazılmadığını, ilaç dahi önerilmediğini bir düşünün. Bu olumsuz (!) tablo hastanın nazarında
bir umudun yitirilişidir adeta. Hastalığının önemsenmeyişinin,
kendisinin hafife alınışının bir göstergesidir sanki.
Tabii bunun gerçek olmadığını hepimiz biliyoruz ama önemli olan
bizim ne bildiğimiz değil, hastanın ne algıladığıdır. Bu algılamayı
önemseyen doktorun tavrı da doğal olarak hastaya ilaç yazma şeklinde olmaktadır.
Tüketim toplumu anlayışının her geçen gün daha hakim olduğu
günümüzde hastaların veya kendilerini hasta zannedenlerin adeta tüketmeye şartlandığı bir tüketim aracı halini aldı neredeyse
ilaç. Bu şartlanmışlık ve beklentiyi körükleyen unsurların başında
da kısa sürede hastasına hizmet etmek isteyen, kestirmeden sonuca ulaşmak isteyen, hastasının beklentisine cevap vermeye çalışan
doktorlar yer alıyor.
Artık doktoru geçmişte olduğu gibi ilaç yazan insan olarak görmü-
yoruz, görmemeliyiz. Cerrahi ve diğer girişimsel işlemler ile radyoterapi gibi birçok alternatif veya alternatifsiz teravi yöntemi
doktorların portföyünde yer alıyor. Alternatif tedavi adı verilen
geleneksel ya da folklorik tedavi yöntemleri ise ayrı bir konu.
Peki, bu kadar çeşitlilik içinde hala reçete ve ilaç beklentisi niye
dersiniz? Böyle güçlü bir beklenti, sadece doktorun bilgi birikimi
52
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ile hastanın iyileşme çabası arasındaki ilişkiyi ilacın somutlaştırması ile açıklanabilir mi? Sürekli gelişen ilaç sanayi ile sürekli artan tanı ve ilaç çeşitliliğinin bu beklentiyi oluşturmada ne derece
rolü var? İç ve dış dinamiklerimizin bizi sevk ettiği ilaç tüketim se-
ferberliği, daha iyi bir sağlık hedefimizin önüne geçmiş gibi görünüyor. Hekimin kalemi reçeteye yazdığı ilaçların yan etkilerini önlemek veya gidermek için bir başka ilaç yazmak zorunda kalıyor.
Bu ilaç yazma seferberliği, uluslararası çalışmaların gösterdiğine
göre yüzde 50'ye yaklaşan yanlış tedavi ile sonuçlanıyor. İlacın seçimindeki hatalar bir yana, kullanımındaki hatalar daha fazladır.
Tüm dünyada etkisiz, yüksek maliyetli, yanlış ve gereksiz ilaç kul-
lanımı ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Gereksiz
ilaç kullanımının oluşturduğu kontrolsüz mali külfet bir yana, uy-
gunsuz antibiyotik kullanımın yol açtığı direnç gelişmeleri, kliniklerin dışına taşmakta ve bütün bir toplumu ilgilendiren hastalıkların kontrolü sorununa dönüşmektedir. Bu gibi sorunların üste-
sinden gelinmesi amacıyla her geçen gün piyasaya yeni ilaçlar sürülmekte ve kartopu gibi kendi kendini büyüten bir kısır döngü
ortaya çıkmaktadır.
İlaç tüketiminin sağlık harcamalarındaki payı ise apayrı bir mütalaa konusu. Sadece şunu belirtmekte yarar var: yılda yaklaşık
200 milyon civarında reçete yazıldığı tahmin edilen ülkemizde
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
53
her reçete yazan hekim 1 YTL'lik tasarrufu gözetse, yani bu kadar
daha ucuz bir ilacı tercih etse, 200 milyon YTL tasarruf etmiş
oluruz. Bu varsayıma bir de 10 YTL'lik bir “yazılmasa olur” ilacın
reçete edilmediği hayalini ekleyelim. Ülkemizin yıllık tasarrufu 2
milyar YTL olacaktır. Bu meblağ bütün Yeşil Kartlıların yıllık tedavi masrafından daha fazladır. Doktorlarımız şunu unutmamalıdır ki, kalemin her yazdığı ilave ya da daha pahalı ilacın sağlık
harcamalarında getirdiği yük, bütün sağlık çalışanlarının, hatta
bütün memurların özlük haklarını aşağı doğru baskılayan bir etki yapmaktadır.
Sağlık hizmetlerine ayrılabilen kısıtlı kaynakların büyük oranda
ilaçlara harcanması sağlık hizmetlerinde ilaç dışı unsurlarının ih-
mal edilmesi veya nitelik kaybetmesi ile sonuçlanmaktadır. Daha
önceki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi, ilaç odaklı tedavi yoğun
bir tıbbi paradigma, beklenenin aksine hastalık yükünün artması
gibi bir tehdide dönüşmektedir.
Kişilerin klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine göre uygun
süre ve dozda, en düşük fiyata ve kolayca sağlayabilecekleri ilaç
kullanımına “akılcı ilaç kullanımı” adı verilmektedir. İlacı dert ha-
line getirmeksizin, bir deva aracı olarak insanımıza sunmak istiyorsak, akılcı ilaç kullanım ilkeleri ile birlikte sosyal, kültürel, ekonomik ve yönetsel birçok faktörü göz önüne alan stratejiler geliş-
54
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
tirmek zorundayız. Görülüyor ki, hastamızın da, doktorumuzun
da ilaca bakışını gözden geçirmemiz ve yeni bir bakış kazandırmamız gerekiyor.
Haziran 2005
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
55
İlaç stratejilerinin klinik ve toplum
hekimliğinde algılanışı
Toplum hekimliğinde esas olan koruyucu hekimlik uygulamalarıdır. Sağlıklı bir çevrenin sağlanması, uygun ve dengeli beslenme,
bağışıklıma uygulamaları ve sağlık eğitimi toplum sağlığının korunmasında en önemli hususlardır. Tıp pratiği ile doğrudan ya da
dolaylı ilişki içinde olan bütün kişiler, kurumlar, sivil toplum örgütleri ve uluslararası kuruluşlar, bu noktaların önceliği konusunda fikir birliği içindedir. Ana çerçevesi itibarıyla temel doğru olan
bu yaklaşım, sağlık hizmetlerinde öncelikler sırası ileri sürmekte
ve hastalanmış bireylerin tedavisinin adeta ikincil bir görev gibi
görülmesine yol açmaktadır.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
57
Ana hizmet alanı, hastalanmış bireylerin tedavisine odaklanmış
olan klinisyenler ise, çoğu kez organ sistemlerine yoğunlaşmış
teorik bilgilenme yükü ve yorucu pratik uygulamaları altında adeta toplum hekimliğinin önceliklerini fark edemez durumdadır. En
azından öncelik sırası yaygın kabul gördüğü şekilde değildir. Klinisyenlerin girişimsel işlemlere, tedavi araçlarına ve özellikle de
en önemli tedavi aracı olan ilaca yönelmesi doğaldır. Ancak klinis-
yenin ilaca olan ilgisi ilacın etkisi, endikasyonu, dozajı ve yan etkisi ile sınırlı kalmaktadır. Örneğin, hastasına önerdiği ilacın fiya-
tını bilen klinisyen hekimimiz çok fazla değildir. Ülkenin ilaca
ayırdığı kaynağın sınırlılığı, uluslar arası ticari ilişkilerde ilacın
nasıl yer aldığı, hatta dengele üzerinde ne derece etkili olduğu kli-
nisyenlerimizin gündemine girmemektedir. Özellikle geri ödeme
kuruluşlarının sağlık güvencesi söz konusu olduğunda, ilacın fiyatı daha da göz ardı edilebilmektedir. Hatta bazen ilacı reçete eden
doktor, görevini yapmış olmanın huzurunu yaşarken o ilacın bu-
lunabilirliği ya da o ilaca erişebilirlik, hastanın bireysel kaygısı haline dönüşebilmektedir. Hastasının uygun ilaca kolay erişebilirli-
ği birçok sorumlu klinisyenimizin gündemini işgal etse bile, bu
kaygının ulusal düzeyde anlam bulması, tedavide kullanılan ilaç-
ların ülkemize maliyeti, hangi şartlarda erişilebilir olduğu, mali
karşılanabilirliğin ve erişilebilirliğin sürekliliğinin nasıl sağlanacağı, ne yazık ki, çoğu hekimimizi fazla ilgilendirmemektedir.
58
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
İlaç tanıtım çalışmaları, promosyonlar ve özendirici faaliyetler,
ilacın bireysel alandaki etkisi, etkisizliği veya diğerlerine olan üstünlüğüne odaklanmaktadır. Bu faaliyetlerin temel dinamiği, ilaç
tüketimini arttırma ve üretici firmanın pazar payını genişletme
yönünde işlemektedir. Her ne kadar diğer ürünlere olan üstünlükler arasında fiyat unsursundan söz edilse de, propagandanın he-
kimler üzerindeki etkisi gözlendiğinde bu hususun fazlaca yer etmediği kolayca anlaşılacaktır.
Sağlık hakkı, kişinin doğuştan elde ettiği bir temel insan hakkı olduğuna göre, hasta olan her bireyin tedavisi için gerekli ilacın te-
min edilmesi sosyal bir sorumluluktur. Gittikçe yaşlı nüfusu artmakta olan toplumlarda önemli bir yük oluşturan kronik hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların yanı sıra, endemik veya epi-
demik bulaşıcı hastalıkların kontrol altına alınması ve tedavisi
için gerekli olan ilaçların temini ise, diğer ilaçlardan daha fazla
önem ve öncelik taşır. Böyle durumlarda bireyleri aşan bir halk
sağlığı sorunundan söz edebiliriz.
Konuya farklı bir açıdan yaklaşırsak, gereksiz ilaç kullanımının
oluşturduğu toplumsal mali yük bir yana, uygunsuz antibiyotik
kullanımın yol açtığı direnç gelişmeleri, gittikçe büyüyen toplumsal bir sorun olma eğilimindedir. Bu sorun, kliniklerin dışına taşmakta ve bütün bir toplumu ilgilendiren hastalıkların kontrolü
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
59
sorununa dönüşmektedir. Bu sorunun üstesinden gelinmesi vaat-
leri ile her geçen gün piyasaya sürülen yeni ilaçların yol açtığı ilave mali yük ise başlı başına bir toplumsal sorundur. Sağlığa ayrılabilen sınırlı kaynakların büyük bir oranının ilaçlarca tüketilir ol-
ması sağlık hizmetlerinin ilaç dışı unsurlarının ihmal edilmesi ya
da kalite zaafı yaşaması riskine yol açmaktadır. Böylece ilaca
odaklı tedavi yoğun bir tıbbi paradigma, beklenenin aksine hastalık yükünün artması gibi bir tehdide dönüşmektedir.
Gelinen noktada toplum hekimliğinin ilgi alanının dışına itilen
ve klinik hekimliğinde ise toplumsal yönü göz ardı edilen ilaçlar
piyasanın insafına terk edilmektedir. Gerçi çeşitli ülkelerde sağlık otoriteleri, ilaç fiyatlarını kontrol edilebilmesi ve ilaca erişilebilirliğin sağlanması yönünde yaptırımlar ve bir dizi önlemler uy-
gulamaktadır. Ancak bu çabalara sadece idari bir sorun ve düzenleme olarak bakılmaktadır. Bu yüzden, uluslararası örgütler ve
antlaşmalar nezdinde ilaç da, diğer ticari mallar gibi muamele
görmektedir. Bununla birlikte, fikri mülkiyet haklarının korunması, çeşitli salgınların ve özellikle toplumların başına yeni bela
olan AIDS gibi hastalıkların tedavisinde fakir ülkeler için büyük
sorunlar oluşturmaktadır. Gerçi diğer malların aksine ilaç için
bazı istisnalar ve zorlayıcı tedbirler öngörülmekte ise de, bu, ila-
cın ticaret metaı olarak algılanmasını değiştirmemektedir. Bu al-
60
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
gılama biçimi, sağlık harcamalarında büyük bir yer tutan ilaç ko-
nusunu her geçen gün toplum sağlığını tehdit eden bir yöne doğru sürüklenmektedir.
İlaç konusuna bütünüyle hekimlik uygulamaları açısından baka-
cak olursak, klinisyenlerimizin “akılcı ilaç kullanımı” ilkelerine
uymasının sadece bilimsel ve etik bir gereğin yerine getirilmesi
değil, aynı zamanda toplumsal ve ulusal bir sorumluluk olduğunu
bilmemiz gerekir. Bu anlayış ve sorumluluktan uzak bir klinisyen
hekim, ne kadar bilgi ve beceri sahibi olursa olsun, toplumun geleceğini tehlikeye atmaktadır. İlacın klinik dışındaki macerasının
klinik hekimlerimizin ajandasına sokulması, en önemli tedbirler-
den biri olacaktır. Bir diğer tedbir de, tedavi edici uygulamaların
sıralamadaki yerine takılıp, ihmal etme eğiliminde olan halk sağ-
lığı hekimlerimizin gündemine bir toplum sağlığı sorunu olarak
ilaç konusunu yerleştirmektir.
“Kişilerin klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine göre uygun
ilacı, uygun süre ve dozda, en düşük fiyata ve kolayca sağlayabilmeleri”nin yolu ilacın halk sağlığı açısından stratejik bir ürün ola-
rak görülmesi ve her kademede doktorların bunu gözetmesi ile
mümkün olacaktır.
Aralık 2006
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
61
Toplumsal bir gereklilik: Aşı bilinci
Her yıl beş yaşın altında 1,4 milyon çocuk önlenebilir hastalıklar
yüzünden hayatını kaybetmektedir. Milyonlarcası hastalık çek-
mekte, ateşler içinde kıvranmakta, yataklara düşmektedir. Yine
bu hastalıklar için milyarlarca liralık milyonlarca kutu ilaç tüketil-
mekte ve sağlığa ayrılan kaynakların yetersizliğinden bahsedilmektedir.
Kızamık, kızamıkçık, kabakulak, difteri, tetanoz, boğmaca, hepa-
tit, çocuk felci ve daha nice hastalık hayata yeni adım atan çocuk-
larımızın sağlığını tehdit etmekte, çocukları sakat bırakmakta ve
nice annenin şefkatle açılmış kollarının yavrusuz kalmasına yol
açmaktadır. Bu hastalıkların çoğu bugün için maliyeti son derece
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
63
ucuz olan aşılarla önlenebilmekte, anneler yavrusuz, kitleler mutsuz olmaktan korunabilmektedir. UNICEF Başkanı Ann M. Vene-
man'ın ifadesiyle, aşılama, bildiğimiz en güvenli ve maliyeti en
düşük müdahale şekillerinden biridir. Bu konuda pek çok ülkede
elde edilen kazanımların korunması ve diğer ülkelerde de bu yöndeki gayretlerin artırılması gerekir.
Çocuklarımızın yüzde doksanından fazlasını aşılatmayı başarsak,
çocuk ölümlerin büyük oranda azalacağını biliyoruz. Dünyada bunu başarmak o kadar zor mu? Ya ülkemizde?
Çiçek hastalığının kökü dünyada kazındı. Türkiye çocuk felcini
eradike etti; kızamığın büyük oranda önüne geçecektir. Ülkemiz
aşı yönetiminde birçok ülkeye örnek olabilecek durumdadır. Bi-
lindiği gibi Dünya Sağlık Örgütü az gelişmiş ülkelere aşıların korunması, saklanması, dağıtımı ve kullanımına yönelik pratik bilgi-
lerin verilmesi için Türkiye'yi üs olarak seçti. Çünkü oturmuş, örnek olabilecek bir aşı zincirimiz var. Ankara'daki dev aşı deposundan başlayıp, küçük bir ildeki sağlık ocağına ulaşan soğuk zinciri
takip ederek, katılımcıların bilgilendirilebildiği uygulamalı bir
eğitim alanımız var.
Sağlık Bakanlığı, aşı konusunda son derece hassas ve gayretlidir.
Oldukça başarılı uygulamalarına rağmen, yapılanlarla yetinme-
yip, geçtiğimiz günlerde 1. Ulusal Aşı Sempozyumu'nun düzenlen-
64
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
mesine öncülük etmiş ve Türkiye'de şimdiye kadar uygulanan koruyucu aşılama programını masaya yatırmıştır. Bilim adamlarının
konuyu enine boyuna tartışmaları, araştırmalarının sonucunu ka-
muoyu ile paylaşmaları, sağlık kuruluşlarının bunları uygulamak
için seferber olması ve Sağlık Bakanlığı'nın bütün bu hamlelere
önderlik etmesi tabii iftihar edeceğimiz hususlardır. Ama yetersiz.
Toplum duyarlılığının azlığı, iletişim araçlarının konuya yabancı
kalması, anne ve babaların gereken önemi vermemesi bizim yumuşak karnımız.
Evet, çocuklarımızın yüzde doksanından fazlasını aşılatırsak, ölen
dört çocuktan üçünün sağ kalacağını, ağlamaya, gülmeye devam
edeceğini, annesine babasına sarılacağını ve en önemlisi büyüyüp
adam olacağını biliyoruz. Bunu başarmak o kadar zor mu?
Bunu başarmak için aşı bilincini yükseltmemiz gerekiyor. Annele-
ri aşı için harekete geçirmemiz, toplumu aşı için seferber etmemiz
gerekiyor. Çocukları aşıdan soğutmak yerine aşıyı sevdirmemiz,
aşıya koşturmamız gerekiyor.
Dünyada “iğne” ile anılan aşılamanın yerine deri üzerine yapıştırılan bant gibi çocukları korkutmayacak yöntemler araştırılmak-
tadır. Çocukları iğne ile korkutma cehaletinden geçin, anneleri iğ-
neden daha acıtıcı haberlerle paniğe düşürme ve toplumu aşıdan
kaçırma gayretlerine tanık olma bahtsızlığını bile yaşıyoruz. Top-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
65
lumda aşı bilincini artırma sorumluluğu taşıyan kitlesel iletişim
araçları sorumsuzca bunun aksini yapma cüretini gösterebiliyor.
Sapasağlam doğan çocukların bütün aşılarının ihmal edilmeden
yapılması sonucunda nasıl bir anda konuşamamaya, bildiklerini
unutmaya, sinir krizi geçirmeye başladıklarından söz edebiliyorlar. Bir çocuğa aşı ile birlikte altı kez katkı maddelerinin enjekte
edildiğine dikkat çekebiliyor, çocukları “aşızede” diye niteleyebiliyorlar. Kurşunlu katkı maddelerine atıfla kurşunlu benzin gibi
katkı maddesinin ve tabii ki yapılan aşıların kaldırılmasını önerebiliyorlar.
Zaman zaman ilaç kavgalarına şahit oluruz. Büyük pazar savaşları önümüze bir gün bir ilacın, diğer gün bir başkasının zararlı yan
etkilerinin sonucu ölen ve sakat kalan insan manzaraları sunar.
Basın yayın kuruluşlarımız bu savaşlarda öylesine gönüllü yer
alır ki, haberlerin içinden doğrusunu bulup çıkarmak neredeyse
imkânsız hale gelir. Hele bu savaşlara taraf olan bilim adamlarının isimleri de telaffuz edilince ortalık tam bir belirsizlik ve kar-
maşa halini alır. Türkiye milyonlarca dozluk aşı ihaleleri yapmakta ve uluslararası çıkar çevrelerinin iştahını kabartmaktadır.
Bu pazar kavgalarında son derece stratejik olan aşının kullanıl-
ması, hele buna ulusal medyamızın alet olması affedilir bir durum değildir. Birçok ilimizde aşılama oranlarında son derece
66
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
yüksek başarılar yakaladığımız bir dönemde böylesine sorumsuzca yaklaşımın bu başarıları engellemesi sadece bir habercilik hatası olarak değil, yüzlerce, binlerce yavrunun ölüm fermanı olarak tarihe geçecektir.
Tekrar hatırlatıyorum: çocuklarımızın yüzde doksanından fazlası-
nı aşılatırsak, ölmesi kaçınılmaz olan binlerce Türk çocuğu bu makûs talihe (!) baş kaldıracak, yaşamını sürdürecek, okullara gidecek, büyüyecek, adam olacaktır. Kim bilir, belki çocuklarını zamanında ve eksiksiz aşılatma bilincini taşıyan bir anne, bir baba, ya
da yurdun ücra köşesindeki bir sağlık ocağında aşı yapan bir sağ-
lık görevlisi, hatta belki de toplumu doğru ve sağlıklı bilgilendirme görevinin bilincinde olan sorumlu bir yayıncı olacaktır.
Sağlık konusu, pazar kavgalarına feda edilebilecek bir husus değildir. Hele önemi ve etkisi düşünüldüğünde aşı konusu asla de-
ğildir. Sağlıklı bir çevre ve sağlıklı bir yaşam için toplumsal dinamiklerin görev ve sorumlulukları vardır. Bundan kaçmak, göz ar-
dı etmek, hatta bunun aksine davranmak hakkını hiçbir kimse
kendinde göremez.
Sağlıklı yaşam için ilk aşama anne ve çocuk sağlığı ve öncelikle bi-
linçli aşılamadır. Yazılı, sözel ve görsel iletişim araçları sağlık ko-
nusunda bilinçli bir toplum için kendi sorumluluklarından gafil
davranma gibi bir yanlışa düşmemelidir. Toplumu yönlendirebi-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
67
lecek bütün araçların ve önderlerin genelde sağlık bilincini, özelde ise öncelikle aşı bilincini artırıcı sorumluluklarına sahip çıkmalarını bekliyoruz.
Unutmayınız, biricik yavrularımızın yüzde doksanından fazlasını
aşılatırsak, önlenebilir hastalıkların pençesinden kurtulmuş yüz
binlerce, milyonlarca genç yarınkimirasımıza, ülkemizin yarını-
na, yani geleceğimize sahip çıkacaktır. Bunu başarmak zor olmasa gerek.
Ekim 2005
68
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Sağlık sisteminde merkezi rol ve aile
hekimliği
Bilindiği gibi, temel sağlık hizmetleri politik anlamda ülkelerin
gündemine bir sağlık politikası olarak Dünya Sağlık Örgütü Al-
maata Bildirgesi’nden sonra oturmuştur. Almaata Bildirgesi temel sağlık hizmetlerini neredeyse sağlıkla ilgili her şeyi kapsaya-
cak tarzda ele almış, birçok sektörün kapsamı ve koordinasyonunu öngören geniş bir bakış açısı ortaya koymaya çalışmıştır (1).
Önemli bir politikaya doğru yönlendirme yapmıştır fakat hızlı gelişen süreçte uygulanabilir ortak bir anlayış ortaya koymada yetersiz kalmıştır. Ancak çakılan bu kıvılcım, sağlık sistemlerini gösterilen hedefe doğru ilerleme arayışına itmiştir.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
69
Bu süreçte, birinci basamak sağlık hizmetleri, genel pratisyenlik
ve aile hekimliği gibi kavramlar gündeme oturmuş, bütün sağlık
sistemlerinin bütüncül bir şekilde gözden geçirilmesinin yolu açıl-
mıştır. Sağlık sistemleri klasik tanı ve tedavi anlayışının çok ötesinde koruyucu sağlık hizmeti, toplum hekimliği, sağlıkta yetkin
olmak, sağlık davranışı, sağlık eğitimi, sağlık okuryazarlığı, sağlık
teşviki ya da sağlığın geliştirilmesi gibi kavramlarla sorgulanır olmuştur. Günümüze değin değişen dünya konjonktürüne bağlı ola-
rak birinci basamak sağlık hizmetleri, yeniden ele alınmaya başlanmış, Dünya Aile Hekimleri Birliği (WONCA) gibi örgütler ken-
di ilgi alanlarını netleştirmek için yeni tanımlamalar yapma ihtiyacı duymuşlardır (2, 3).
WONCA- Avrupa bölgesinin 2002 yılında yaptığı tanımlamaya
göre aile hekimliği ve aynı anlamda kullanılan genel pratisyenlik,
kendine özgü eğitim içeriği, araştırması, kanıt temeli ve klinik uygulaması olan akademik ve bilimsel bir disiplin ve birinci basamak yönelimli klinik bir uzmanlıktır (3).
Sağlık Bakanlığının uygulamalarına esas teşkil eden Aile Hekimli-
ği Türkiye Modeli adlı kitapçıkta genel pratisyenlik/aile hekimliği
disiplini, kendi eğitim müfredatı, araştırmaları, kanıta dayalı klinik uygulamaları olan, birinci basamak sağlık hizmetine yönelmiş
akademik ve bilimsel bir disiplin ve klinik uzmanlık dalı tanımla-
70
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
masıyla adeta WONCA'nın görüşünü tekrarlamaktadır (4).
Aile hekimliği sağlık sistemiyle ilk tıbbi temas noktasını oluşturur; hizmet almak isteyenlere açık ve sınırsız bir giriş sağlar; yaş,
cinsiyet ya da kişinin başka herhangi bir özelliğine bakmaksızın
tüm sağlık sorunlarıyla ilgilenir. Sağlık kaynaklarının etkili kulla-
nımını sağlar. Bunu bireylere sunulan bakımı koordine ederek, birinci basamakta diğer sağlık çalışanlarıyla birlikte çalışarak ve gerektiğinde hasta adına üstlendiği savunmanlık göreviyle diğer uz-
manların sunduğu hizmetlerle teması yöneterek yapar. Bireye, ailesine ve topluma yönelik kişi merkezli bir yaklaşım geliştirir.
Kendine özgü bir hastayla görüşme süreci vardır. Bu süreç, etkili
bir iletişimle doktor ve hasta arasında zaman içinde gelişen bir
ilişki kurulmasını sağlar. Sağlık hizmetlerinin hastanın gereksi-
nimleriyle belirlenen sürekliliğini sağlamaktan sorumludur. Ra-
hatsızlıkların toplum içindeki prevalans ve insidensinin belirleyici olduğu özgün bir karar verme süreci vardır. Hastaların akut ve
kronik sağlık sorunlarını aynı anda yönetir (5).
Bir tıp disiplini olarak aile hekimliği ya da genel pratisyenlikten
söz edildiğinde artık yaygın bir uzlaşma zemini bulduğumuzu
söyleyebilirim. Bu tıp disiplininin bir uzmanlık dalı olduğu veya
olması gerektiği görüşü bireysel hekimlik kavramına karşılık
toplum hekimliği anlayışı ileri sürülerek zaman zaman karşı
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
71
koymalara muhatap olmaktadır (6). Ancak ister uzmanlık dalı
olsun ister olmasın, birinci basamak hekimliğinin tıp fakültesi
sonrasında ilave bir eğitim gerektirdiği ve diğer uzmanlık dalla-
rından aşağı bir seviye ifade etmediği, etmemesi gerektiği konusu tartışmadan uzaktır.
Ülkemizde 1983 yılında Tababet Uzmanlık Tüzüğünde aile hekimliği uzmanlığı yer almıştır. Müfredatının, eğitim alanlarının
uygunluğu ve yeterliliği tartışmalı da olsa, bu tarihten beri uzmanlarımız yetişmektedir. Ancak bugüne geldiğimizde, binden
biraz fazla aile hekimi uzmanı yetiştirdiğimiz gerçeği ile yüz yüze
geliyoruz. Yaklaşık yüz bin hekimin olduğu bir ülkede sadece
yüzde 1’lik bir kısmının birinci basamak sağlık hizmetlerine yönelik bir tıp disiplini içinde yetiştirilmesinin çıkmazlarını sorgulamak ve sorunu çözmek üzere adımlar atmak zorundayız. Tablo-
nun daha vahim yönü bu doktorlarımızın da asli görevleri dışın-
da, hatta genel tababet harici işlerde istihdam edilir olmasıdır.
2006 yılı sonu verilerine göre Sağlık Bakanlığında 550, Üniversitede 58 aile hekimliği uzmanı görev yapmaktadır; 187 kişi de ser-
best çalışmaktadır (7). Buna göre aktif çalışan aile hekimliği uz-
manı sayısı sadece 795 tanedir. Kamuda çalışanların ise sadece
182 tanesi birinci basamakta görev yapmaktadır. Eğer gerekli
olan bir tıp disiplininden bahsediyorsak, bu tıp disiplininin önü-
72
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
nü açacak, o alanda çalışmayı özendirecek önlemler almamız,
adımlar atmamız gerekmez mi?
Önceden hükümet tabipliği, 1960 sonrası sağlık hizmetlerinde
sosyalizasyon politikaları çerçevesinde sağlık ocağı tabipliği altında pratisyen hekimlerle birinci basamak sağlık hizmetlerini zaten
yürütmekte olduğumuz, bu yüzden aile hekimliği uzmanlığına gerek duymadığımız ileri sürülebilir. Yani yukarıdaki dramatik sonucu bu savla açıklamaya çalışabiliriz. Bu ne kadar gerçekçi bir id-
dia olur? 2006 yılsonu itibarıyla hekim sayılarımıza bir göz atarsak çarpıcı sonuçlarla karşılaşırız (7).
2006 yılı itibarıyla Türkiye de aktif olarak birinci basamak sağlık
hizmetlerinde çalışan pratisyen doktor sayısı 17 bin 370’dir. Özel
sektörde 3 bin 208, üniversitelerde 231, yataklı tedavi kurumlarında 8 bin 056 ve sağlık müdürlüklerinde 972 pratisyen doktor
görev yapmaktadır. Bunların hepsini dahil etsek toplam aktif çalışan pratisyen doktor sayımız 29 bin 837’yi ancak bulmaktadır.
Diğer taraftan ikinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşlarında aktif çalışan uzman hekim sayısı özel sektör, üniversite ve Sağlık Ba-
kanlığı toplamı 50 bin 058’dir. Eğitim hastanelerinde görevli 17
bin 913 asistan ve yataklı tedavi kurumlarında çalışan 8 bin 56
pratisyen doktor da bu sayıya dahil edildiğinde, ikinci ve üçüncü
basamakta toplam 76 bin 27 doktorun görev yaptığı ortaya çıkar.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
73
Görülüyor ki, birinci basamak ile 2-3. basamak hekim oranı 1/4,3
civarındadır. Asistanları hesaba katmadan, pratisyen hekimleri bi-
rinci basamağa, uzman hekimleri 2-3. basamağa kesin sınırlarla
zorlayan yasal bir düzenleme yapılsa bile bu oran 1/2 (25 bin
426/50 bin 58) olacaktır. Bu durumda sistemin giriş kapısını oluşturacak, her türlü koruyucu hizmetleri, çevre sağlığı hizmetlerini,
adli tabiplik hizmetlerini yürütecek ve pratisyen hekime dayalı bir
birinci basamak sağlık hizmeti varlığından söz edebilir miyiz?
Tabii bu duruma gelmemiz uzunca bir sürecin eseridir. Bunu geçmiş iktidarların kötü niyetiyle, sosyalizasyon düşmanlığıyla vs
açıklamaya çalışmak en hafif ifadeyle ucuz bir yaklaşım olur ve
başımızı kuma gömmekten başka işe yaramaz.
Birinci basamak sağlık hizmetlerini gittikçe yok olmaya zorlayan
bu süreci bugün için tam olarak durdurabildiğimizi iddia edebilir miyiz? Gelin olaya bir başka açıdan bakalım. Son 5 yılda sıra-
sıyla tıpta uzmanlık eğitimi için açılan kadrolar 4 bin 949, 4 bin
453, 6 bin 79, 6 bin 513 ve 6 bin 304’tür (8). Son yıllarda aile hekimliği asistanlık kadrolarında yapılan artışın bu sayılarda
et-
kisini göz ardı etmemekle birlikte çok dikkat çekici bir durum
karşımıza çıkmaktadır.
Geçtiğimiz yıl 2 bin 545 erkek ve bin 836 kız olmak üzere tıp fakültelerimizden toplam 4 bin 382 kişi pratisyen hekim olarak me-
74
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
zun olmuştur (9). Bu kadar kişiyi mezun verip sonra bunun bir
buçuk mislini dal uzmanlığı için asistanlık eğitimine alırsak veya
almaya devam edersek gelecekte bugün olduğu kadar da pratisyen
hekime dayalı bir birinci basamak sağlık hizmetinden bahsetme
şansımız kalmayacaktır. Hele koruyucu hekimlik uygulamalarını
birinci basamakta yürütmek ve sisteme başvuran hastaların giriş
kapısı olarak birinci basamağı görmek, yani milyonlarca başvuru-
yu bu alanda göğüslemek hayal bile edilemeyecektir. Bugün dahi
bu isteklerimizin ne kadar uygulanabilir olduğunu iyi analiz etmek zorundayız.
Yukarıda değindiğim gibi, sağlık hizmetlerinde sosyalizasyonu
geçmiş iktidarların kasten uygulamadıkları şeklinde ucuzcu bir
yaklaşıma girerek sorunu görmemezlikten gelmek bir yarar sağla-
mayacaktır. Bu durumda kimler sorumlu değil ki? Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı’nın “sigorta
aidatı ödenmesine” ve “vasıtalı ve vasıtasız vergilere” ilişkin mad-
delerini yasalaştırmayarak bütünlüğünü bozanlar suçlu değil mi?
(10) Aynı kanunun sözleşmeli personel istihdamını (1-3 yıllığına
mukavele imzalama) öngören 24. maddesini göz ardı edenler ve
27. ve 32. maddelerinde yer alan “ücret mukabili muayene ve tedavi”yi görmek istemeyenlere ne diyebiliriz? Politik çıkarları için
uygunsuz yerlere sağlık ocağı inşa ettiren yerel politikacıların hiç
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
75
mi suçu yok? Sözleşmeli istihdamı uygulamayan, devlet memuru
ücretlendirmesini sıkı kalıplara sokan mali politikalar masum
mu? Uzmanlık eğitimini sopanın ucundaki havuç gibi tutan anlayış, tıp eğitiminin başarısını TUS başarısı gibi görmeye iten dürtü,
bu sorumluluktan bağımsız tutulabilir mi? Uzman hekimlerin serbest muayenehane açabilmeleri ve kamunun imkânlarını bu mu-
ayenehanelere arka bahçe haline getirmeyi teşvik eden organizasyonların, vatandaş nezdinde pratisyen hekimin önemini düşürecek yönlendirilmiş haberlerin, propagandaların hiç mi etkisi yok?
Üniversite hastaneleri ve eğitim hastanelerinde poliklinikleri asis-
tanlara teslim eden ve klinik yüklerini üstlerine yıkabilmek için
daha çok asistan talep eden eğiticiler çok mu masum? Sağlık insan
gücü planlaması kaygısı duymadan, kliniğindeki işi bahane edip
fazla asistan talep eden, tabloyu görmemezlikten gelerek kendisine yeterli asistan kadrosu verilmediğinden şikâyet eden üniversite hocası, klinik şefi sorumluluktan uzak olabilir mi? Doktor enf-
lasyonundan bahseden ve her uygulamaya karşı çıkmayı ilke hali-
ne getiren meslek örgütlerinin hiç mi vebali yok? Ülkedeki ve dünyadaki değişim sürecine ayak uyduramayan sağlıkçıların, yöneti-
cilerin, politikacıların masum olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu soruları çoğaltmamız mümkündür.
Suçlu aramaktan çok çözüm için adımların atılması gerekiyor. Çö-
76
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
züm anlamına uzlaştığımız, hemfikir olduğumuz bir noktanın var
olduğunu sanıyorum. Bu da birinci basamak sağlık hizmetlerinin
güçlendirilmesi ve diğer hizmet düzeyleri üzerinde yetki ve kontrol sahibi olacak bir yapıya kavuşturulmasıdır. Bu hizmet basamağını güçlendirmenin ön şartı bu alanda çalışmayı özendirmek
ve çalışanları eğitimle desteklemektir. Bu eğitime, ister hizmet içi
eğitim, ister sürekli eğitim, isterseniz uzmanlık eğitimi açısından
bakalım, gerekliliği tartışmasızdır. Zaten Avrupa Birliği direktifi
de bu yöndedir.
Pratisyen hekimlerin görev başında iken sürekli eğitimlerini sağlayıp birinci basamak hizmetlerinde beklenen düzeye ulaşabiliriz.
Ancak bunu sağlayacak sürekli bir motivasyon aracı bulmak zorundayız. Sertifikasyona dayanmayan gönüllü eğitimler geçici ol-
ma tehlikesi taşır. Daha çok uzun vadede hedeflediğimiz zorunlu,
uzmanlığa dayalı eğitim için bir geçiş olarak böyle bir yolu izlemek
gerçekçi olabilir. Uyum eğitimi ile başlanan ve müfredatı tamamlanan modüler eğitimle devam edecek olan aile hekimliği eğitimleri bunun örneğidir. Birçok ülke de benzer yol izlemektedir. Hat-
ta bu eğitimi uzmanlığa ulaşacak şekilde yeterli süre ve yoğunlukta tutarak bir hedef koymak çok daha teşvik edici olacaktır.
Uzmanlığa dayalı eğitim uzunca bir zaman gerektirir. Bu alanda
uzman hekim yetiştirmeyi hedeflediğimizde, uzun süreli eğitimin
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
77
sonucunda yetiştirdiğimiz uzmanların beklentilerine cevap verecek bir çalışma ortamı hazırlamamız gerekir. Uzman hekimler için
cazip olacak bu ortamı şimdiden hazırlamazsak böyle bir eğitimi
de teşvik etmemiş oluruz. Bugün geldiğimiz noktada 20 yılda yetiştirdiğimiz aile hekimliği uzmanlarının çok az sayıda olması, on-
ların kendi tıp disiplinlerine uygun cazip bir istihdam alanı oluş-
turamadığımızdan ve bu uzmanlık alanına yeterli talebi doğuramadığımızdandır. Bu kısır döngünün farkına varmak ve zinciri bir
yerinden kırmak zorundayız. Kısacası hizmet sunanları ve hizmet
alanları ulaşmak istediğimiz hedefe doğru yönlendirecek, toplum-
sal akışın yönünü belirlediğimiz hedefe doğru akıtacak bir organizasyona, düzenlemeye yani sisteme ihtiyaç vardır.
Akademik bir disiplin olan aile hekimliğinin bir model veya bir sis-
tem olarak adlandırılması bu disiplin sahiplerince çoğu kez yadırganmakta, karşı çıkılmaktadır. Bu hassasiyetin tıp disiplininin gereksiz tartışma ortamına çekilerek yıpratılma korkusundan kay-
naklandığını sanıyorum. Böyle bir hassasiyeti anlayışla karşılamak
gerekir. Ancak adına ister aile hekimliği uygulaması, ister aile hekimliği modeli, ister sağlık sisteminin birinci basmak ağırlıklı şe-
killendirilmesi veya sağlık sisteminin güçlendirilmesi diyelim, sonuçta bir akademik disiplinin gerektirdiği hizmet ortamını oluşturmaktan, yani bir organizasyonel değişiklikten söz ediyoruz.
78
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Alma-ata Bildirgesi temel sağlık hizmetlerini tanımlarken, toplum
içindeki faydaları ailelere ve bireylere evrensel normlar ile sunmayı amaçlayan pratik, bilimsel olarak uygun ve sosyal yönden yeter-
li metot ve teknoloji üzerine kurulmuş sağlık hizmetlerinden bahseder (10). Yani uygun ve yeterli metot ve teknoloji gerekmektedir. Ülkemizde sağlık hizmetlerinde sosyalleştirmenin mimarı,
entegre örgütlenme modelinin en basitinin çağdaş aile hekimliği
olduğunu belirtirken bir modelden, uygulama biçiminden, yani
sistemden bahsetmektedir (11).
Dünya Sağlık Örgütü ve WONCA'nın birlikte düzenledikleri “Tıp
eğitimi ve uygulamalarını insanların gereksinimlerini daha iyi
karşılar hale getirmek: aile hekiminin katkısı” konulu Ontario-Kanada konferansı dokümanında genel pratisyen ya da aile hekimi-
nin, sağlık hizmet sistemlerinde kaliteye, sosyal adalete, etkinlik
ve düşük maliyete ulaşılmasında merkezi role sahip olması gerek-
tiği vurgulanmaktadır (5, 12). Sağlık hizmet sisteminde merkezi
rol almak için sitemdeki rollerin iyi tanımlanması, bu rolleri teşvik edici unsurların hayata geçirilmesi ve bunları olabildiğince kalıcı hale getirecek teknik ve mevzuat alt yapılarının oluşturulması
gerekmektedir. Yani amaca hizmet edecek organizasyonel düzenlemeler kaçınılmazdır. Bu da nasıl adlandırırsak adlandıralım
sağlık sistemine ilişkin bir değişimdir.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
79
Bu değişimin ayak seslerinden biri olan yasanın 2. maddesinde ai-
le hekimi, kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini yaş,
cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak belli bir mekânda vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti veren ve tam gün esasına göre çalışan aile
hekimliği uzmanı veya Sağlık Bakanlığı’nın öngördüğü eğitimleri
alan uzman tabip veya tabip, olarak tanımlanmıştır (13).
Bu tanımlamaya biraz analitik bir gözle bakarsak,
1. Aile hekiminin kısa bir görev tanımı yapılmaktadır; kişiye yöne-
lik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve
rehabilite edici sağlık hizmetlerini yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı
yapmaksızın her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak yapacak ve gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti verecektir,
2. Çalışma ortamı kurumsal tanımlanmamakta, belirli bir mekândan
söz edilmektedir, yani çalışma ortamına esnek yaklaşılmaktadır,
3. Tam gün esasına göre çalışmayı şart koşmaktadır,
4. Yine esnek bir yaklaşımla gezici sağlık hizmeti öngörmektedir,
5. Öncelikle aile hekimliği uzmanı olmasını istemektedir,
6. İkincil olarak, öngörülen eğitimi almış diğer doktorları (pratisyen veya uzman) kapsama almaktadır.
80
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Çalışma mekânı, tam gün çalışma, gezici sağlık hizmeti gibi konular bu yazının kapsamı dışındaki hususlardır. Buradaki kısa
görev tanımı, ilgili yönergedeki toplum hekimliği görevleri ile bir
arada değerlendirildiğinde, bütüncül bir birinci basamak görev
tanımı yapılmak istendiği görülecektir (14). Esas dikkatimizi çe-
ken husus, birinci basamağa yönelik görevlendirmenin öncelikle
uzmanlık düzeyinde ele alınmasıdır. Yürürlükteki mevzuatımızda sağlık ocaklarında aile hekimliği uzmanı ve halk sağlığı uzma-
nı dâhil, uzman hekim görevlendirmesi yapılmazken bu düzenlemede birinci basamak hizmet tanımının ardından aile hekimi uz-
manı yer almaktadır. Bu aile hekimliği uzmanlık eğitimine veri-
len bir değer olmanın ötesinde, birinci basamak sağlık hizmetlerinin uzmanlık düzeyinde ele alınması anlayışını siteme kabul ettiren önemli bir noktadır. Yasa hedefine birinci basamak sağlık
hizmetleri için uzmanlık düzeyinde eğitimi yani aile hekimliği uzmanlığını koymuştur.
Toplum sağlığı merkezlerinde topluma yönelik koruyucu sağlık hizmetlerini yürütecek ve adeta sistemin denetimini üstlenecek olan halk
sağlığı uzmanı kadrolarına yer verilmesi ise ayrıca dikkate değer bir
husustur (14). Birinci basamak, aile hekimliği uzmanı ve halk sağlığı uzmanının birlikte sahiplendiği entegre bir hizmet alanı olacaktır.
Bununla birlikte söz konusu yasa maddesi, yukarıda sözü edilen
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
81
doktor sayılarını göz ardı etmeyerek, konan hedefe giderken mevcut pratisyen hekimlere ve hatta diğer uzmanlık dallarında eğitim
görmüş doktorlara birinci basamak için ilave eğitim ön görerek sis-
temin kapısını açmıştır. Bu bir zorunluluktur ve belki bu zorunluluğun tamamen ortadan kalkması on yıllar alacaktır. Sistemlerde
değişiklik öngörüldüğünde, uzun vadeli hedefler net belirlenmeli
ancak o hedefe gidilen süreçteki ara kademelerde boşluk bırakma-
malıdır. Yeterli düzeyde eğitim almış, yeterli sayıda aile hekimliği
uzmanına sahip olduktan sonra bir sistem oluşturmak öngörüsü
hayalcilikle bile izah edilemez. Zira yeterli sayıda ile hekiminin ye-
tiştirilmesinin ne kadar zaman alacağını, bu süreçte uygun çalışma
ortamı oluşturulmadığı için yine kısır döngü içine gireceğimizi hatırlatmaya gerek bile yok sanırım. Her geçen gün uzmanlaşmanın
daha fazla olması için yeterli teşvik görmesi gerekir. Bu teşvik özlük haklarındaki farklılaşmayla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır
(15). Ancak ne derece yeterli olduğunu uygulamalar gösterecektir.
Sağlık sisteminin tasarlanan öngörülerinin gerçekleşmesi için birinci basamak sağlık hizmetlerine olan ilginin hem hizmet alanlar
hem de hizmet sunanlar düzeyinde artırılması gerekmektedir. Bi-
rinci basamak sağlık hizmetinin başarısı, bu sahada görev yapan-
lara en az sağlık sisteminin diğer alanlarında görev yapanlara
eşdeğer statü ve özlük hakkı kazandırmakla mümkün olacaktır.
82
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Dünya Sağlık Örgütü etkin sağlık hizmeti sunumlarını şu şekilde
karakterize etmektedir:
a) temel hizmetler öncelik verilmesi;
b) uygun organizasyon ve finansman;
c) hizmette sürekliliğin sağlanması;
d) uygun ekipman ve kolaylıklar;
e) sağlık hizmetini sunanların yeterli şekilde eğitimi ve desteklenmesi (16,17).
Aile hekimliği uygulaması ile yapılmak istenenler bunlardan baş-
ka bir şey değildir. Sistemlerin değişimleri doğrudan erişkin davranış değişiklikleri gerektirdiğinden sancılı olur. Sadece bilgi ve
birikim sistem değişikliği için yeterli değildir; kararlılık ve cesaret
de gerekir. Zira değişimler her zaman, mevcut düzensizlikte düze-
nini kurabilmiş olan kesimlerin doğal güdüsünün verdiği enerjiyle kendi karşıtlarını da doğururlar. Buna rağmen atılan doğru
adımların önlenemez sonuçları, ortaya çıkan manzaranın örtül-
mesine imkân tanımıyor. Sağlık sistemimizde bir şeyler değişiyor
ve aile hekimliği pilot uygulamasını yerinde gözlemleyen bir gazeteci gözüyle “aile fotoğrafında hekime yer açılıyor” (18).
Ocak 2007
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
83
Kaynaklar
1. Declaration of Alma-Ata, International Conference on Primary Health
Care, Alma-Ata, USSR, 6-12 September, 1978
2. Primary Care in the Driver's Seat: Saltman R.B, Rico A, Boerma W.
(editors). European Observatory on Health Systems and Policies, 2005
3. WONCA Europe 2002, The European definition of general practice/
family medicine. Türkçe Çeviri ED: Başak O. Haziran 2003. Türkiye Aile
Hekimleri Uzmanlık Derneği Yayını
4. Aile Hekimliği Türkiye Modeli: Aydın S. (editör), Sağlık Bakanlığı,
Ankara 2004
5. Ungan M, Ceyhun A.G: Bir tıp disiplini olarak aile hekimliği,
Türkiye'de Aile Hekimliği Dergisi, Eylül-Ekim 2006
6. Boztok D: Toplum Hekimliği Yaklaşımıyla Sağlıkta Dönüşüm
Programı'nın Eleştirisi (Birinci Basamakta Toplum Hekimliğine Karşı Aile
Hekimliği). Ankara Tabip Odası Nevzat Eren Halk Sağlığı Sempozyumu
13 Mart 2004, Ankara
7. Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü verileri 31.12.2006
8. TUS Kılavuzları ve ÖSYM verileri
9.ÖSYM 2005-2006 Öğretim Yılı Yüksek Öğretim İstatistikleri
10. 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanun
gerekçe metni, TBMM arşivi
11. Fişek N: Halk Sağlığına Giriş, Hacettepe Yayınları, Ankara, 1985
12. Making medical practice and education more relevant to people's
needs. WHO-WONCA joint conference. WHO-WONCA. Ontario, Canada,
6-8 Nov 1994
13. Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun, Kanun No: 5258
14. Aile Hekimliğinin Pilot Uygulandığı İllerde Toplum Sağlığı Merkezleri
Kurulması ve Çalıştırılmasına Dair Yönerge
15. Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Kapsamında Sağlık Bakanlığınca
Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler ve Sözleşme Şartları Hakkında
Yönetmelik
16. Sağlık sistemleri: performansın artırılması. Dünya Sağlık Raporu
2000
84
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
17. Sağlık Sistemlerinin Geliştirilmesinde Aile Hekimliğinin Katkısı:
Boelen C, Haq c; Hunt V, Rivo M, Shahady E, (Çeviri editörü: Bilgel N).
WONCA, Dünya Aile Hekimleri Birliği
18. Betül Kotan: 02/04/2006 tarihli Radikal gazetesi
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
85
Bir devrin anatomisi
Seksenli yılların başları ülkemizdeki askeri yönetimden sonra siyasi tercih sahiplerinin medya önüne birlikte çıkıp tartışmalarına
tanık olduğumuz ilk yılardı. Bu tartışmalarda belki ekonomik ve
siyasal tercihlerin derinlemesine müzakeresi mümkün olmuyor-
du, ama halkın kolayca anlayabileceği bir üslupla bu alanlardaki
anlayış farklılıkları, zihniyet çatışmaları ortaya konuyordu. “Köp-
rüyü satarım /hayır sattırmam” tartışmaları 80'li yıllardan hatırda kalan bir çatışma örneği. Geçen 20 yıl içinde ekonomik tercih-
ler için sembolize edilen boğaz köprüsü, artan yükü ile birlikte
milletimize hala hizmet vermeye devam etmektedir. Gerçekte ne
alan vardı ne de satan.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
87
5283 sayılı, Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birim-
lerinin Sağlık Bakanlığı'na Devredilmesine Dair Kanun'un Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde olduğu günlerde yaşanan
tartışma ortamında, kamu hastanelerinin ve özellikle SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devri konusunda öne çıkan söylemler adeta “satarım/sattırmam” çerçevesi içinde bir anlayış çatışmasına dönüştü. Bir yandan “özel hukuk hükümlerine tabi” bir
kurumun sağlık tesislerinin “milli emlak” a devrini “özelleştirme”
olarak anlayanların, ya da özelleştirme çağrışımı için inanılmaz
senaryolar üretenlerin olduğu, diğer yandan “kamulaştırma” eyle-
mi ile kamu yönetimi için hedeflenen “yerelleşme” adımının birbirine karıştırıldığı, zıt kavramların üst üste çakıştırılmaya çalışıldığı bir kargaşaya şahit olduk.
Aynı “köprü” hala halkımıza hizmet vermeye devam etmektedir.
Tartışmacıların bile tam olarak farkına varamadıkları husus, köprünün kendisi değil, tartışmaların arka planında yer alan ekono-
mik modellerdi. Aslında indirgemeci bir üslupla yapılan tartışmalar, ekonomik ve politik tercih sahiplerinin 80'li yıllardaki kadar
net olarak kendilerini ifade edebilmelerini sağlamadı. Taraflar ba-
zen farklı bir fikir iddiası ile ortaya atılıp aynı sözleri tekrarladılar
ve anlamların yitirildiği bir söz düellosu kayıtlarımızda yer aldı.
Bu bulanık ortam, yapılan ve yapılması planlan işlerin anlaşılma-
88
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
sını daha da güçleştirmiştir. Kendisini sol dünya görüşü içinde tanımlamaya çalışanlar, devletleştirmeye “özelleştiriliyor” gerekçesi
ile karşı çıkarken, liberal bir dünya görüşünü benimseme veya içine sindirme gayreti içinde olan kesimler de, devletleştirmeyi çağ-
rıştıran uygulamaları yerelleşme veya ademi merkeziyet çerçevesinde yorumlamaya çalışmışlardır.
Bu toz duman tablosu esas yapılmak istenen değişimi ne yazık ki,
perdelemiştir. Yasanın engellenmesi için Cumhurbaşkanı'ndan
medet umulmuş, mülkiyet devri tartışmaları Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştır. Uygulamanın içerisinde yer alması gereken binlerce sorumlu, bu tartışmaların oluşturduğu bulanık ortamdakararsızlığa itilmiştir. Atılan adımların genelde sağlık sisteminde,
özelde hastane yönetiminde bir model değişikliğine gidiş olduğu
neredeyse fark edilemez hale gelmiştir.
Hastane hizmetlerinin devamlılığı dünyada bilinen farklı finansman modelleriyle sağlanabilmektedir. Global bütçeleme, hasta
başına ödeme, kişi başına ödeme, hizmet başına ödeme gibi yön-
temlerin yanında, üretilen hizmetin karşılığı ile doğrudan ilişkisi
olmayan merkezi bütçeleme modelleri (line-item budgets) uygu-
lanmaktadır. Bu son bütçeleme yöntemi, Sovyetler Birliği'ne has
olup aslında gittikçe yok olmaktadır.
Ülkemizde özel hastaneler, üniversite hastaneleri ve devlet hasta-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
89
neleri ürettikleri hizmeti satmaya dayalı hizmet başı ödeme yöntemleri ile finanse edilmektedir. Bu finansman kaynağının yönetimini devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerindeki döner sermaye işletmeleri üstlenmiştir. Maliye Bakanlığı'nın denetim ve
kontrolünde olan bu işletmeler, her ne kadar sorunlar yaşasa da,
yerinden alınan kararların hayata geçirilmesinde çok etkili olmak-
ta ve talep ve şartların hızlı değişimine ayak uydurulmasında kolaylık sağlamaktadır. Memurların maaşlarının devlet tarafından
karşılanması gibi ana yapıyla tamamen uyumlu olmayan ek fi-
nansman türleri var olsa da, sağlık hizmetinin bu kurumlarda sürdürülmesindeki rolü sınırlıdır. Döner sermaye katkı payı ödemeleri neredeyse sabit maaşın yerini alarak, bu bütçeyi gittikçe daha
az önemli hale getirmektedir.
Aslında hastanelerimizin bu “şizofren” finansman yapılarından
kurtarılması ve daha dinamik bir şekilde yerinden yönetilebilen
işletme bütçesine kavuşturulması beklenmektedir. Bu şekilde finanse edilen sağlık kuruluşlarının tamamen kamu desteğinden
mahrum bırakılacağı bir yapı düşünülmemelidir. Sağlık hizmeti-
nin devamlılığının sağlanması için her zaman ekonomik verimliliğin göz ardı edilebileceği durumlar, şartlar, bölgeler olacaktır.
PTT, TCDD gibi bazı kamu kurumlarına ait hastaneler ile SSK
hastaneleri, bütçe dinamikleri kendilerine ait işletme modelleri
90
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
olmayan ve daha çok merkezi yönlendirmelerle işlemekte olan kuruluşlardır. Bu hastanelerin yukarıda sözünü ettiğimiz “line-item”
finansman modeli, değişime karşı direnme şansını yitirmiştir. Bu
durum sadece ülkemizde değil, bütün dünyada hemen hemen aynıdır. Yıllardır var olagelen yönetimsel ve ekonomik bağımlılık,
doğaldır ki, bu kurumlarımızda atalete yol açmış, çalışanlarının
bütün gayretlerine rağmen, değişen şartlara uyum göstermede
zorlanmıştır. Büyük ve güzel yatırımlar, bakımlı binalar olsa da,
tıbbi araç ve gerecin sınırlı olduğu, hastaların sözleşmeli özel kurumlara sevk edilmesinin sağlık sistemi içinde ayrı bir fenomen
haline geldiği, sisteme erişimi kolaylaştıracak muayenehanelerin
yaygınlaştığı, bir yapı ortaya çıkmıştır. Yani, fiziki yapılar ile işlevsel kapasite paralelliği kurulamamıştır.
Kamuoyunun mülkiyet devrine kilitlendiği olay, aslında bu sistemin değiştirilmesi sürecidir. Sağlık kuruluşları sağlık otoritesinin
belirlediği standartlar çerçevesinde kendi karar mekanizmalarını
işletecek, kendi bütçesini planlayacak ve kendi verimliliğini sağlamaya çalışacak kurumlar haline gelecektir. Gelişen süreçte her geçen gün yerinden yönetim daha fazla etkili hale gelecektir.
Dolayısı ile “tek çatı” uygulaması, fiziksel birliktelikten çok bir
yönetim ve işletim birlikteliğini hedeflemektedir. Teorik olarak
bu süreçteki liderlik ve yönlendirme Sağlık Bakanlığı dışında da
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
91
gerçekleştirilebilirdi. Bu tartışmalı hususa rağmen, gelinen nok-
tada, belki de geçmişteki performansının etkisiyle, bu görev Sağlık Bakanlığı'na verilmiştir. Sağlık Bakanlığı'nın üstlendiği so-
rumluluk, 150'ye yakın hastane ve bir o kadar da irili ufaklı sağlık kuruluşunu devir almaktan öte, bu dönüşüm sürecindeki yol
göstericilik görevini yerine getirmektir. Sağlık Bakanlığı'nın oldukça kapsamlı bir yükü devir alarak üstlendiği sorumluluk gerçekten riskli ve zordur.
Geride bıraktığımız iki yıl içinde Bakanlığın devlet hastanelerinde
gerçekleştirdiği değişimler, alternatifi olan SSK hastaneleri ile kı-
yaslanarak kolayca fark edilebiliyor ve kamu desteğini alabiliyordu. Artık bu şans devam etmeyecektir. Kamu desteğini yanına ala-
bileceği iyileştirmelerin kıyaslanabileceği örnekler, üniversite
hastaneleri dışında, kalmamıştır. Bakanlık artık daha dikkatli ve
daha belirgin iyileştirmeler ortaya koyarak aynı performansı ya-
kalayabilir. Nitekim daha ilk günlerde, bütün aksaklıklara rağ-
men, SSK hastanelerindeki ilaç kuyrukları ile kıyaslanamayacak
derecede sınırlı düzeydeki hasta kuyrukları, adeta ilk defa ortaya
çıkmışçasına basın organlarına yansımıştır. Bu kuyrukların azal-
tılması, hatta ortadan kaldırılmasının takdir edilmesini beklemeyelim. Zira toplumsal hafıza çok zayıftır ve artık kıyaslanabilecek
ilaç kuyrukları da yok olmuştur.
92
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Bütün bu zorluk ve risklerine rağmen, son iki yıldır Bakanlığın
hastane işletmeciliğine verdiği önem, her geçen gün tedrici olarak
devredilen yetkiler, kurum sınırlarını aşarak tıbbi hizmetlerin ge-
rektiğinde hizmet alımı yoluyla sağlanması, hatta rekabete açılması, performans anlayışının sağlık sektörüne sokulup motivasyonun sağlanması, hizmetin karşılığının çalışanlara yansıtılması
ve sağlık hizmetlerinin kayıt altına alınır olması gibi bir dizi uygulamalar, bu sürecin başarılı bir şekilde tamamlanacağının işaretlerini vermektedir.
Devir diye algılanan uygulamanın bir başka önemli yönü sağlık
hizmet sunumunun net ve berrak sınırlarının çizilmesi, hastane
yöneticileri ile çalışanların görev tanımlarının netleşmesidir. Ar-
tık hastaneler aynı zamanda sigortacılık yapmayacaktır. Böylece
sağlıkta hizmet sunumu ile finansmanın birbirinden ayrılması di-
ye tarif edilen ve bir türlü gerçekleşemeyen olgu hayata geçmiş
olacaktır. Geçiş döneminde bunun zorlukları hala yaşanmaktadır.
Bütün iyi niyetlerine rağmen, yasanın yürürlüğe girmeyeceği veya
iptal edileceği beklentisinde olan SSK görevlilerinin organizasyo-
nel hazırlık bir yana, zihinsel hazırlık yapmada bile gecikmesinin
ardında, biraz da yıllar boyu yürürlükte olan, sigortacılık ile sağlık
hizmetinin birbirine karıştığı, yerleşik kültür vardır.
Nitekim ilaç temini ve yatan hastalara malzeme temini konuların-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
93
da ilk günlerde yoğun yaşanan sorunlarda bu kültürün değiştirilmesindeki zorluk etkili olmuştur. Bu durum sadece kurum men-
suplarının değil, SSK'lı hastaların da davranış biçimine yansımaktadır. İstirahat raporu verildiğinde alacağı ücreti, sevk edildiğinde
alması gereken yolluk ve yevmiyeyi, sevk edildiği üniversite hasta-
nesinden talep edilen tıbbi malzemeyi almak için devredilen hastaneye başvurup hak arayan vatandaşımız da, sağlık hizmeti ile si-
gortacılığı ayıramaz bir haldedir. Başvurduğu eczanenin reçetedeki ilacını temin etmemesinin hesabını gelip hastaneden veya bu
reçeteyi yazan doktordan soran hastayı suçlayabilir miyiz? Bu
davranış da farklı düzeyde sağlık hizmetini sunan kurumların ayrımının yapılamamasının bir sonucudur.
5283 sayılı yasanın hayata geçirilmesi, bu kargaşaların ortadan
kalkmasını sağlayacaktır. Artık sağlık hizmetini sunan kurum sadece bu hizmetle uğraşacak ve kapasitesini geliştirmeye, verimliliği ve kaliteyi artırmaya yönelecektir. Sigorta kurumu ise, sağ-
lık hizmetlerinin aralarına sıkıştırdığı sağlık sigortacılığı hizmetlerini buradan çıkarıp bizzat üstlenecek ve gittikçe geliştirerek
profesyonel anlamda denetleyen, analiz eden, düzenli kontrol ve
geri ödeme mekanizmaları geliştiren bir yapıya kavuşacaktır. Artık SSK kendi görevini ve sorumluluğunu daha açık bir şekilde
fark edebilme imkânına kavuşmuştur. Bu fırsat değerlendirilerek,
94
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
hızlı bir şekilde yeniden yapılanma gerçekleştirilmelidir. Siyasi
otoritenin kararlılığı ve görevlilerin sorumluluk bilinci bu yapılanmanın kısa sürede sağlanacağı ümidini vermektedir. Bu konuda
yanılmak istemiyoruz.
3816 sayılı, Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderle-
rinin Yeşil Kart Verilerek Karşılanması Hakkında Kanun'da Değişiklik Yapan 5222 sayılı kanunun uygulamaya geçildiği 2005 yılbaşından itibaren Yeşil Kart kapsamındaki gelişmeler, ilaç sektö-
rü ile ilgili bakanlıklar arasında imzalanan protokol gereği SSK'lıların serbest eczanelerden ilaç alabilmesinin sağlanması, bütün
sosyal güvenlik kurumlarının aynı geri ödeme yöntemleri ve aynı
ilaç alım yöntemlerinde birlik sağlaması, sosyal güvenlik sistemlerinin harmonizasyonuna doğru atılmış önemli adımlardır.
SSK'nın sistemi zorlayan ayrı İlaç Talimatnamesi'nin de ortadan
kaldırılarak Bütçe Uygulama Talimatı çerçevesinde birlik sağlanması bu süreci daha da pekiştirecektir.
Diğer yandan, yazımızın konusu olan 5283 sayılı yasa ile hastane
ve diğer sağlık kuruluşlarının işletim sistemlerindeki farklılıkların
ortadan kaldırılması, geri ödeme kuruluşlarının benzer yapıdaki
sağlık kuruluşları ile muhatap olmasına fırsat tanıyacak ve hizmet
alımı kolaylaşacaktır. Maliyet etkili, verimli ve kaliteli bir hizmet
sunma kaygısı taşıyan sağlık kuruluşları oluşacaktır.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
95
Sağlık Bakanlığı'nın öncülük etmesiyle sağlık hizmetlerindeki birçok değişken standardize edilerek kodlanmakta, bu standart veri-
lerle bilgi alış verişini sağlayacak olan bilgi sistemi alt yapısının
kurulma çalışmaları sürdürülmektedir. Tüm bu uygulamaları bir
bütün içinde ele alırsak, Genel Sağlık Sigortasının kaldırım taşlarının teker teker döşendiği görülecektir.
20 Şubat’ta bütün yazılı ve görsel medyanın ana gündem madde-
sini oluşturan uygulama, hastane işletmeciliğinde bir sistem değişikliği hatta bir rejim değişikliğidir. Yöntemi ve Sağlık Bakanlığı
ile SSK'nın üstlendiği roller açısından tartışılır yönleri olsa da,
sağlık sisteminin harmonizasyonu açısından önemli bir adımdır.
Bu uygulama, yasal çerçevede sağlık kuruluşlarının devri olarak
tanımlanmıştır. Bazı işçi sendikaları ve bazı sivil toplum kuruluşlarınca hastanelerin satılması, özelleştirilmesi, devletleştirilmesi,
hatta hastanelere el konması gibi çoğu çelişkili yaklaşımlarla basite indirgenmiştir. Yasanın uygulanmasının getireceği sonuçların,
sağlık sistemine, hastane yönetimi ve işletmeciliğine ve hatta si-
gortacılığa olan etkisinin tartışılması yerine bu indirgemeci yaklaşımlar kapsamında tartışıldığı şanssız bir süreç yaşanmıştır.
Sağlık hizmeti kadın-erkek, genç-yaşlı, zengin-fakir, işli-işsiz hiç-
bir ayrıma tabi tutulmaksızın bütün toplumu kapsayıcı olmalıdır.
Toplumu oluşturan bütün bireylerin bu hizmetlere eleştirel bak-
96
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ma, sorgulama ve daha iyisini talep etme hakkı vardır. Bu yüzden-
dir ki, kısa vadeli çıkarlar, popülist yaklaşımlar, siyasal kaygılar
nedeniyle sağlık hizmetlerinin iyileşmesini önleyici yaklaşımlar,
ihmaller, engellemeler affedilir değildir. Olayın bütünü ile kavranması, sağlıklı analizi ve daha iyinin başarılması konusunda topyekün elbirliği yapıbaşarılması konusunda topyekün elbirliği yapılmasının sorumluluğunu taşıyoruz.
Mart 2005
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
97
Hastane yönet-me sistemi ve süper
başhekimler
Hastane en yaygın kabul gören anlamı ile yataklı tedavi kurumudur. Yönetim biçimi de Yataklı Tedavi Kurumları Yönetmeliği ile
belirlenmiştir. Buna göre hastanenin en üst yöneticisi başhekimdir. Başhekim, hastane müdürünün, başhemşirenin amiri konu-
mundadır. Dikey bir örgütlenme modeli olduğu için de, hastanenin hemen her sorunu başhekimi ilgilendirmektedir. Başhekim,
tıbbi bakım yani hemşirelik hizmetleri başta olmak üzere, teknik
hizmetler, lojistik hizmetler ve işletme yönetimi gibi her biri ayrı
uzmanlık gerektiren hizmetlerle birinci elden ilgilenmek zorundadır. Bu ağır ve kapsamlı görev yükünün altında kalan başhekimle-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
99
rin esas görevi olan tıbbi hizmetler ihmal edilmekte, adeta bütü-
nüyle kliniklerde görevli doktorlara terk edilmektedir. Tıbbi hizmetlerin verimliliği, kalitesi, tıbbi gelişmeleri yakalama, akademik gelişimin sağlanması, klinikler arası koordinasyon ve daya-
nışmanın sağlanması gibi konular neredeyse başhekimlerimizin
görev alanının dışında kalmaktadır. Bu tür faaliyetlerin yapılma-
dığı, göz ardı edildiği gibi bir iddiada değilim. Ancak yapılanlar
daha çok klinik hekimlerinin bireysel gayretinin sonucu olmaktadır.
Başhekimlik daha çok tıbbi anlamda otoriteyi, Osmanlı devri sağlık yapılanmamızdaki “hekimbaşı”lığı hatırlatsa da, gerçekte has-
tanenin altyapı sorunları ile uğraşan, fiziki mekân düzenleme gay-
retleri ile çabalayan, personelin özlük hakları ile ilgilenen bir konumdadır. Başhekim, gerçek bir sağlık idarecisi değil, müessese
müdürüdür adeta. Dikkatlice bakılırsa başhekimliklerimiz hastane müdürlüğü makamının bir üst kurumu halini almıştır. Bu sıra-
lama içinde yer alan hastane müdürlerimizin ise görev tanımları
başka çalışanların görevleri ile kesişmekte, idari personel yönetimi veya alım-satım işlerinin takibi gibi sınırlı alanlara sıkışmaktadır. Dikey yönetim modeli içinde, doğal olarak hastane müdürleri
risk ve sorumluluk yüklenmeden kaçındıkları için, başhekimin
omuzlarındaki yük ağırlaşmaktadır. Bu tutum bir kısır döngü
içinde hastane müdürlerimizi gittikçe daha pasif duruma itmekte-
100
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
dir. İddia ettiğim durumun aksine örnekler görülse de, ne yazık ki,
olması gerektiği kadar yaygın değildir.
Üniversite hastanelerinde 2547 sayılı kanuna tabi akademik kadrodaki doktorlar yani öğretim üyeleri, bölüm başkanı ve dekana
bağlı iken, hastaneyi yönetmekle görevli başhekim direkt rektöre
bağlı olup 657 sayılı kanuna tabi memur ve sağlık personelinin
sevk ve idaresini yürütmektedir. Başhekim bu durumda hastane
başmüdür ve müdürleri ile görev paylaşımı yapacak, ya da dikey
örgütlenme modelindeki amir konumunu koruyacaktır. Sonuçta
tıbbi hizmetlerin yönetimden oldukça uzak kalmak zorundadır.
İdari otorite ikilemi üniversite hastaneleri yönetiminde daha büyük kargaşaya neden olmaktadır. Bu durum karşısında bazıüniversite hastaneleri başhekimliği pasifleştirip resmi yazışma maka-
mı haline getirmişler, dekanlıkla veya dekan yardımcılığıyla birleştirmişler, hatta tamamen ortadan kaldırmışlardır. Yönetim
kargaşası, yönetim boşluğu doğurduğu için, bazı üniversitelerimiz, hastane işletme yönetimini başhekimlikten ayrı bir hastane
direktörlüğü eliyle yürütmektedir.
Böylece bir hastane yönetiminde dekan ve dekan yardımcıları, di-
rektör ve direktör yardımcıları, başhekim ve başhekim yardımcı-
ları, başmüdür, müdür ve müdür yardımcıları ile başhemşire veya
hemşirelik müdürü ve yardımcıları rol alabilmektedir. Başheki-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
101
min direkt rektöre bağlı olduğunu, hastane döner sermaye işlet-
mesinin ita amirinin de rektör olduğunu dikkate alırsak, tıbbi hizmetin kapsam ve önemini kavramakta zorlanan kimi rektörleri-
mizin de hastane yönetimindeki rolünü anlamakta zorlanmayız
herhalde. Bilmem, çok iyi anlayamadığımı anlatabiliyor muyum?
Devlet hastanelerinin başhekimleri idari hiyerarşi bakımından
Sağlık Müdürlüklerine bağlıdır. Klinisyenliğin cazibesi nedeniyle,
uzman hekimlerimiz sağlık müdürlüğü gibi idari görevleri yapmak istemediklerinden, bu görev çoğu ilimizde pratisyen hekimlerce yürütülmektedir. Hastanede görev yaparken, hak etmedikle-
ri halde uzman hekimlerimizin yanında itibar zorlanması yaşayan
pratisyen hekimlerimiz, sağlık müdürlüğüne vekâlet edince, resmiyette başhekimlerin amiri konumuna gelmektedir. Bu durum,
bir yandan müdürlük görevini yürüten pratisyen hekimin konumunu hazmetmesindeki zorluktan kaynaklanan yanlış uygulama-
lara yol açarken, bir yandan da hastane başhekimlerimizin, hatta
tüm uzman hekimlerin sağlık müdürlüğünün nüfuzunu önemsememesine yol açmaktadır. Böylece il düzeyinde sağlık yönetimimiz, bir yönetim hiyerarşisi değil, yönetim karmaşası halini al-
maktadır. Otorite ve nüfuz paylaşımında var olan kaymakam, va-
li yardımcısı ve valilerimiz de tablodaki eksikliği tamamlamaktadır. Bu noktada yine karmaşadan iyi bir yönetim çıkaran başarılı
102
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
yöneticilerimiz sistemin sonucu olarak değil, kişisel gayret ve becerilerinin sonucunda var olmaktadır.
Sağlık Bakanlığı kurumları dışında kalan sağlık kuruluşları için de
benzer sorunlar yaşanmaktadır. Bu kurumlar sağlıkla ilgisi olma-
yan il müdürlüğü veya bölge müdürlüklerine bağlı olarak çalışmakta ve yine hiyerarşi karmaşasına mahkûm olmaktadır. Ne var
ki, SSK hastaneleri dışındakilerin sayıca azlığı, sağlık sektörünün
problemi olarak karşımıza çıkmasına fırsat vermemektedir.
Hastane yönetimi, tıbbi tanı ve tedavi hizmetlerinin dışında, tıbbi
bakım ve genel bakım hizmetleri, konaklama, temizlik, yiyecek ve
sosyal etkinlik gibi otelcilik hizmetlerini de içine alan çok yönlü
bir yönetim disiplinidir. Bu hizmetlerin her biri ayrı eğitim ve bi-
rikim gerektiren özellikli alanlardır. Yemek pişirme ve servisi, yani lokantacılık özelleşmiş bir meslek dalıdır. Otelcilik hizmetleri
için özel orta öğretim ve yüksek öğretim kurumları oluşturulmuş-
tur. Halkla ilişkiler, artık müesseselerde kurumlaşmış etkin birimlerdir. Bakım hizmetlerinin ayrı bir tıp disiplini olarak kabul
edilir. Bütün bu hizmetlerin hastane yönetimince üstlenildiğini
dikkate alırsak, yöneticilerin sorumluluk alanının ne kadar geniş
olduğunu görürüz.
Enerji temininden teknik donanıma, ulaşım, haberleşme, onarım,
yatırım ve alım satım hizmetlerine kadar çok detaylı ve kapsamlı
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
103
teknik hizmetler de bu yöneticilerin omuzlarına yüklenmektedir.
Hastane girdi ve çıktıları, çeşitli alanlarda mal ve hizmet alımları
ve en önemlisi üretilen hizmetin satılması ile ortaya çıkan ortave-
ya büyük ölçekli bir ticari işletmenin yönetiminin bu sahada eği-
tim almamış, birikim elde etmemiş, hizmet basamaklarında başa-
rısını ispatlamamış yöneticilere bırakılması gerçekten cesaret işidir. Hastaneler dışında aylık cirosu trilyonlarla ifade edilen hangi
ticari işletmeler bir yönetim kurulu olmaksızın ve alan dışından
meslek sahiplerinin yönetimindedir?
Hele bu kadar yük altına sokulan başhekimlik görevinin hekimlik-
le birlikte yürütülen ikinci görev olduğunu düşünürsek, tablo biraz daha berraklaşır; daha doğrusu bence bulanıklaşır. Yüzlerce
ifade edilen hastanemizdeki memnuniyet oluşturmayan yönetim
biçimleri kişilerin değil, bu hastane yönetim sistemimizin bir so-
nucudur. Daha doğru bir ifade ile sistemimiz adeta yönet-me sistemidir.
Bütün bunlara rağmen, başhekim olarak başarılı bir hastane yö-
netimi ortaya koyan hekimlerimizin başarısı, olsa olsa hekimlik
mesleğinin seçkinci özelliği ve hekimliğin hikmetle içiçe olmasın-
dandır. Yönetmeyi başaran süper başhekim ve hastane müdürlerini kutluyorum.
Temmuz 2004
104
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Kamu hastane birliklerine doğru
Sağlık sistemimizde hizmet sunumu ile finansmanın kesin çizgilerle birbirinden ayrılmakta olduğu bir modele doğru gidilmekte-
dir. SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri bu süreçte en
önemli radikal adımlardan birinin atılmasını sağlamıştır. 2007
başından itibaren sağlık hizmetlerinin Sosyal Güvenlik Kurumu
aracılığı ile tek alıcısının oluşması, bu sürecin teorik olarak tamamlanmasını sağlayacaktır.
Ülkemizde sağlık harcamalarında ilaç giderlerinden sonra en fazla yükü oluşturan hastane giderleridir. İlaç tüketiminin akılcı bir
şekilde kontrol altına alınması konusunda etkili etkisiz birçok çalışmalar yürütüldüğü bilinmektedir. Hatta bazen bunların bazı
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
105
kesimlere rahatsızlık verici etkisi kamuoyuna yansımaktadır. Bu
ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
Bugün için Sağlık Bakanlığı, irili ufaklı bine yakın hastanenin işletmecisi olarak Türkiye'nin belki de en büyük holdingi durumundadır. Bu hastanelerin bir kısmı planlama dışı ve atıl kapasite ile
sistemde yer alırken bir kısmı da ciddi yük altındadır. Ayrıca mil-
yonlarca YTL ciroları olan bu kurumlarımızın profesyonel yöneticileri yoktur. Yük büyük oranda yönetim eğitiminden yoksun baş-
hekimlerimizin üzerinde kalmıştır. Sadece kişisel yetenek, bilgi ve
birikimleri sayesinde bugüne kadar da bu devasa yapıyı omuzlayabilmişler, iyi ya da kötü bu güne taşıyabilmişlerdir.
Hastane harcamalarının kontrolü ile ilgili olarak atılmakta olan
adımlar henüz bir bütünlük arz edememiştir. Dağınık yapıda da
olsa, hastane bilgi sistemlerinin son üç yılda büyük oranda yaygınlaşmış olması, kontrol araçları elde etmemiz açısından önemli
bir kazanımdır. Sağlık Bakanlığı'nın bu konudaki atılımı göz ardı
edilemez. Bundan sonra yapılacak olan bu bilgi sistemlerinin
standartlaştırılması, yani ulusal bir sağlık bilgi ağı kurulmasıdır.
Üretilen bilgilere Sosyal Güvenlik cephesinden hızlı erişim, dijital
kontrol ve filtreleme yapılarının kurulması gereklidir. Bu konularda Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu'nca kapsamlı çalışmaların yürütüldüğü bilinmektedir.
106
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Bu projelerin hayata geçirilme sürecinde hastanelerimizin gelecek
denetimlere ve mali disipline uyum sağlayabilecek yetenekler geliştirmesi gerekir. Bu tür yetenek kazanımı için hastane yönetim
yapıları, istihdam modelleri, hizmet alanı, teknoloji yatırımı ve
yatak planlamalarını bütünüyle etkileyecek bir değişime ihtiyaç
vardır. Hastane işletim maliyetlerini aşağıya çekebilmek, verimli
ve kaliteli hizmet sunmaya odaklı bir hizmet birimi oluşturmak
için yapısal değişim kaçınılmazdır.
Hastanelerimizdeki yapısal değişimi hedefleyen yeni modeller ve
bu meyanda “sağlık işletmelerinin” oluşturulması sağlık politikacılarının gündemini uzun süredirişgal etmektedir. Sağlık işletmeleri deyince, bazılarının aklına refleks olarak özelleştirme gelmek-
tedir. Halbuki “sosyal devlet” ilkesini savunan bir ülkede, sağlık
sisteminde özel sektörün yer alması teşvik edilmekle birlikte, kamunun ağırlığını devam ettirmesi kaçınılmaz olduğu kadar gerek-
lidir de. Hatta sağlık hizmet sunumunda kamunun yeterince yer
alması, sistemin kontrol edilebilir olmasını sağlar ve hizmetlerin
daha adil dağılımına imkân verir. Liberal sağlık ekonomistleri bi-
le sağlık hizmetlerinin piyasa şartlarına teslim edilmesini önerme
cesaretini gösterememektedir.
Hükümet programında “hastanelerin idari ve mali özerkliği” ifadeleri ile yer alan kavramsal anlayış, Sağlıkta Dönüşüm Programı
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
107
çerçevesinde Sağlık Bankalığı vizyonuna ve çalışmalarına yansıyarak daha somut bir organizasyon yapısı ortaya çıkarmak zorundadır. Uluslararası tecrübe, merkeziyetçilikten uzaklaşma yönünde-
ki atılımları teşvik edicidir. Ancak aşırı ve hızlı ademimerkeziyetçiliğin (desantralizasyon) kontrol zaafına yol açtığı ve kısmen geri
dönüşlerin yaşandığı örnekler de az değildir. Dolayısıyla uluslararası tecrübelerden yararlanarak kararlı olduğu kadar temkinli ve
ölçülü adım atmak gerekmektedir. Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen ve kamu personel rejimini yeniden organize etmeyi
amaçlayan Kamu Temel Kanunu Tasarısı’nda hastanelerin yerel
idarelere devri (devolusyon) öngörülüyordu. Birçok ülkede benzer
modellerin olduğunu biliyoruz. Ancak yapılacak böyle bir değişime kuruluşları ve toplumu hazırlamak biraz zaman alacaktır. Süreç içinde bunun ne derecede gerekli olduğu, yararları ve zararları tartışılarak uzlaşma çizgisi oluşacaktır diye düşüyorum.
Hızlı ve aşırı ademimerkeziyetin komplikasyonlarından korun-
mak üzere, sözünü ettiğim tasarıda olduğundan biraz farklı bir
anlayışı yansıtan modeller üzerinde durabiliriz. Buna göre devlet,
kamu hastanelerinin mülkiyetini elinde bulundurmaya devam
edecektir. Ancak devletin otoritesini iki yolla kullanması düşünülmektedir. Birincisi yerel yönetime ve yerel sivil dinamiklere söz
hakkı verilerek oluşturulan bir yönetim kurulu tarafından devlet
108
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
otoritesinin temsil edilmesi, yani delegasyonu, diğeri ise doğrudan Bakanlık tarafından veya hizmet alımı yoluyla hastanelerin
periyodik denetim ve derecelemesidir. Bu denetim fonksiyonu, tanımlanmış performans göstergelerine göre başarısız bulunan
temsilcilerden bu temsil görevinin geri alınması hakkını Bakanlığa vermektedir. Böylece kamunun denetimi sağlanmış ve sağlık
hizmetlerinde kamu gücünün varlığı devam ettirilmiş olacaktır.
Üzerinde teorik olarak çok tartışılmış ve çoğu denenmiş farklı yönetim modellerini gözlemleme imkanı buluyoruz. Bu modellere
ve sonuçlarına baktığımızda her hastaneye ayrı bir özerk yönetim
oluşturarak hastaneleri kendi başlarına bırakmak yerine güçleri-
ni, kapasitelerini ve kaynaklarını birleştirme, hatta bazı alanlar-
da akılcı planlamalar yaparak aralarında görev paylaşımı yapabilme imkanı verecek şekilde “birlikler” oluşturmak daha akılcı
görülmektedir.
Özerk işletme altında birlik oluşturan hastanelerin mülkiyeti yine
kamuya aittir, ancak özerk bir yönetim yapısına kavuşacaklardır.
Hastanelerin kamu gözetimi ve kamu tarafından sahipliği devam
ederken, işletimde özel sektör esnekliği kazanacaklardır. Hastane
girdilerini optimize edebilmek için kapasite ve teknoloji yatırımları planlanacak, gerekirse birlik içindeki uygun alanlara veya uygun hastanelere kaydırılacak, diğer birimlerin ihtiyacı olan hiz-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
109
metler buralardan verilecektir.
Sağlık Bakanlığı hastanelere idari ve mali özerklik verilebilmesi
anlayışı doğrultusunda, mevcut yasalar çerçevsinde, kendi yetkile-
rinin olabildiğince doğrudan başhekimlerce kullanılabilmesi (dekonsantrasyon) için bir dizi düzenleme gerçekleştirmiştir. Bunun
etkileri hastanelerimizde görülmektedir. Ancak daha ileri adımlar,
hastane yönetim şemalarını etkileyecek yasal düzenlemelere ihtiyaç duymaktadır. Bu konuda çalışmalar yürütülmektedir.
Buna göre hastanelerin yöneticilerinin doğrudan Bakanlık tarafından atanması ortadan kalkacak, yönetim ve istihdam esnekliği ola-
caktır. Ancak devlet tek otorite olmaya devam edecek, fakat etkili
yönetim, maliyet etkililik, sağlık hizmetine kolay erişim ve kapsamlı sağlık hizmetinin verilmesi gibi hedefleri gerçekleştirmekle
görevli bir üst kurul (yönetim kurulu) tarafından temsil edilecektir.
Devlet ayrıca bu otoritesini düzenli denetim ve dereceleme yoluyla
üst gözlemci (supervizör) olarak devam ettirecektir.
Yönetim kurulu kamu inisiyatifinin ağırlığı ile seçilmiş profesyo-
nel kişilerden oluşacak ve hastanelerin esas sahibi olan devleti
temsil edecektir. Bu kurulun oluşturulmasında yerel dinamiklere
daha fazla sorumluluk yüklenmekle birlikte, bu sorumlulukla ça-
tışacağından yerel siyasetçilerin doğrudan etkisi biraz daha azalacaktır. Her hastane birliği bu yönetim kurulunun kararları doğrul-
110
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
tusunda, tanımı yapılmış yöneticilik görevi için sözleşme yapmış
profesyonel işletme yöneticileri tarafından yönetilecektir.
Yöneticilerin süreli ve sözleşmeli olarak görev yapmaları, belirlenen hedefleri başarma şartı ile görevde kalmalarını temin edecek-
tir. İşletme yöneticisi, bugünkü yönetimlerden farklı olarak finansal yeterliği de göz önünde bulundurmak zorunda kalacaktır. Bu
yeni yapılanma, yöneticiliğin kazanılmış hak olmasını, -maddi ol-
masa bile- unvan ve prestij açısından bir rant alanı olmasını en-
gelleyecektir. Yönetici atanmasında yerel siyasi etki bugün olduğundan daha fazla olamayacaktır. En azından başarılı yönetici
atanması sorumluluğu bağlayıcı olacak ve yerel siyasetçinin istismar gücünü sınırlayacaktır.
Bu tür yapılanmalar yönetime vasıflı elemanı seçme, çalışanları
yetenek ve birikimlerine göre işin gerektirdiği alanlara kaydırma
yetkisi tanımaktadır. Birçok özerk yapıda olduğu gibi doktor ve
hemşirelerin işletme gereklerine göre yönetim tarafından serbestçe istihdamı maalesef olamayacaktır. Zira sağlık personelinin kısıtlılığı, Bakanlığı bu konuda merkezi planlama yapmaya zorlamaktadır.
Çalışanlara profesyonel yöneticilerin ve yönetim kurulunun gözetimi altında performans değerlendirmesi ve sonucuna göre
ödüllendirme (insentif) bu tür organizasyonlarda verimliliği
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
111
teşvikin ana unsurlarındandır. Bakanlığın performansa göre
katkı payı ödemesi uygulamaları şu anda bu yeteneği kurumlarımıza kazandırmış durumdadır. Bu anlamada geçişin kolay
olacağını sanıyorum.
Hastane yönetimleri kapasitelerinin, kaynaklarının kullanımında
ve ekonomik şartlarını değerlendirmede daha bağımsız ve esnek
davranabileceklerdir. Özerk yönetim birimlerinin yetkileri ile birlikte sorumluluğu da artacak, bu yönetimler kaynaklarını, perso-
nel yatırımlarını, işletme giderlerini, bütçe ve hedeflerini bulundukları sorumluluk alanındaki stratejik iş yükünü dikkate alarak
planlamaya zorlanacaktır. Bu sorumlu otonominin, kaynakların
daha akılcı yönetimi, verimlilik ve özellikle bütçenin ölçülü kullanımına yol açması beklenmektedir. Muhtemelen öncelikle atıl yapıların ve atıl birimlerin küçültülmesi, kliniklerin ve uzmanlıkların konsolidasyonu sonucunu doğuracaktır.
Benzer uygulamalardan elde edilen tecrübeler bazı hastanelerin
kapatıldığını, teknolojik yatırımların ve hasta yataklarının daha
etkili kullanılacak alanlara kaydırıldığını göstermektedir. Böylece
verimlilik artmakta, cari giderler ve özellikle işletme giderleri düşmektedir.
Kamu hastane birliklerinin işletilmesinde kar amacı hiçbir surette yer almayacaktır. Kâr amacı gütmeyen özerk kamu kuruluşları
112
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
oluşturulmak istenmektedir. Hastanelerin görevi topluma kapsamlı ikinci basamak sağlık hizmeti vermek ve finansal sürdürülebilirliği sağlayarak yüksek kalite standartlarını yakalamaktır.
Bu yıl olduğu gibi hastanelere sabit ve sınırlı kaynak aktarmak yerine, Sosyal Güvenlik Kurumu -sınırlı da olsa- hastanelerin ürettikleri hizmetle paralel kaynak aktarmayı başarırsa, hatta ön öde-
meli modeller geliştirilir ve hastaneler finansal kaynaklarını önceden kestirebilirse, sürdürülebilirlilik ve verim artırma çok daha
kolay olacaktır.
Ekim 2006
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
113
Sağlık hizmetlerinde gözden kaçanlar
Sağlık Bakanlığının asli rolü toplum sağlığı hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve sağlık göstergelerini iyileştirici politikalar geliştirmesidir. Ancak sağlık sisteminde rol alan bütün sektörlerin bu po-
litikalar doğrultusunda yönlendirilebilmesi ile bu mümkün olacaktır. Bakanlığın tanı ve tedavi hizmetlerine yönelmesi asli görevlerinin ihmal edilmesi ile sonuçlanmaktadır. Zira hasta, politi-
kacı ve medya gibi baskı grupları sağlık deyince bu konuyu öne almakta ve sağlık bakanlığının potansiyelinin bu alana sürüklenmense yol açmaktadır.
Sağlık hizmetinin sunumu açısından olaya baktığımızda, Sağlık
Bakanlığının önemli bir görevi dengeli dağılımı sağlanan sağlık
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
115
kuruluşlarına başvuran veya aile hekimince sevk edilen bireylerin
talep ettikleri sağlık hizmetinin belirlenen standartlara uygunluğunu denetlenmesidir. Kısacası Sağlık Bakanlığı şu anda olduğu
gibi, sağlık hizmeti sunma uğraşı içinde bütün enerjisini harca-
mak yerine, başkası tarafından kendi program ve teşviki doğrultusunda verilen sağlık hizmetinin kalitesini denetleme görevi üstlenmelidir. Denetim görevi sadece hastanelerin kuruluşu ile sınır-
lı olmamalı, devamlılık arz etmelidir. Bu denetimlere dayalı olarak teşvik ve cezalandırma yöntemleri kullanılarak çeşitli yaptırımlar uygulanabilir.
Geçtiğimiz yıl çıkarılan bir kanunla Sağlık Bakanlığı çatısı altında
toplanan kamu hastanelerinin aslında halkla yerinde ve daha yüz
yüze olan yerel yönetimlerin sorumluluğu ve himayesine devredil-
mesi daha gerçekçi gibi görünmektedir. Aslında kamu yönetiminde son zamanlarda moda olan desantralizasyon uygulamaları bu-
nu gerektirmektedir. Ancak sağlıkta desantralizasyondan umduk-
larını bulamayan bazı ülkelerin tekrar santralizasyona (resantrali-
zasyon) yöneldiklerini dikkate alarak biraz daha dikkatli olmak
zorundayız. Belki bir devir olayından daha önemli ve doğru olanı
hızlı, dinamik karar verebilen yerinden yönetim yapılarını oluş-
turmak olacaktır. Hastanelerin kısmen özerk, yetki ve sorumluluk
sınırları iyi çizilmiş yönetim kurulları ve bunların atayacağı pro-
116
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
fesyonel işletmecilerce yönetilmesi bir alternatif olarak sunulabilir. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda çalışmaları olduğu bilinmektedir. Bu yönetim kurulunda mahalli idareciler, esnaf kuruluşları,
sivil toplum kuruluşları ve çalışan personel temsil edebilir. Yerel
idarecilerin kendi kentlerindeki halkın taleplerini, şikayetlerini
birinci elden takip edebilme yeteneği vardır. Böyle cesur bir adım,
merkezi yönetim uygulamasında olduğu gibi hastanelerin sağlık
hizmeti verilen yerlerden ziyade sağlık personeli tayin bölgeleri
olarak algılanmasını önlemiş olacaktır.
Özel sektörün kamu hastalarına kapılarını açmasına fırsat verilmesi, kamu hastanelerinin ve bu hastaneleri dolduran yığınların,
bir nebze olsun, nefes almasını sağlamıştır. Devlet hastanelerin-
de uygulanan performansa göre ödeme sisteminin hastanelere
getirdiği dinamizmi de görmemek mümkün değil. Bütün bunlara
rağmen, hala ülkemizin sağlık yatırımlarına ihtiyacının olduğu bir
gerçek. Buna rağmen, şehirlerimizin çoğunda öncelikle yapılması
gereken yeni tesislerin inşası veya pahalı aletlerin alımı değildir.
Yeni hastaneler, ameliyathaneler inşa etme, MR, bilgisayarlı to-
mografi ve diğer pahalı aletleri alma gibi bir lükse gerek yoktur.
Mühim olan ve ilk planda yapılması gereken, sahip olduğumuz
imkanları planlı, dengeli ve verimli kullanmaktır.
Hiçbir sanayi kuruluşu, bu kadar pahalı yatırımı haftada 40-45
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
117
saat faal tutup, 117-128 saat atıl bekletmeye tahammül edemez.
Ne yazık ki, sağlık kuruluşlarımızda bu cihazlar, bu kısıtlı zaman-
da kullanılmaktadır. Geri kalan zaman diliminde, hastanelerimiz
sadece acil hizmeti vermektedir. Hastanelerdeki hizmeti devamlı
hale getirmek veya en azından makul bir süre uzatmak, mevcut
yatırımların kullanım imkanını ikiye-üçe katlayacak ve birçok büyük şehir hastanelerindeki yığılmış doktor ve personel gücünü
hizmete katacaktır. Sağlık Bakanlığının “vardiya sistemi” adı ile
başlattığı uygulama, tüm eksikleri ile birlikte, bu yaklaşımın bir
başlangıcıdır. Ancak istenen sonucu verememiştir. Çalışan perso-
nelin çalışma saati ile birlikte çalışma konforu ve maddi imkanları da düzene konulursa daha iyi sonuçlar verecektir. Hastaların bu
düzene ayak uydurmaları zaman alabilir.
Sağlık hizmeti sunumu esnasında gözden kaçırdığımız birçok husus vardır. Her türlü sağlık talebi karşılanırken belli normlara da-
yalı, hastayı tamir edilecek bir cihaz gibi algılamayan, temel insan
haklarına saygılı, insana bir birey olarak gerekli saygıyı gösteren
bir tarzda hizmet sunulmalıdır. Hastanın psikososyal yapısı ve
sosyal statüsü göz önünde bulundurularak kendisi ile diyalog ku-
rulmalı bilgilendirme yapılmalı ve mahremiyeti korunmalıdır. Bu
noktada, öncelikle aşağıda belirtilen bazı hususların net olarak tanımının yapılması ve gündeme alınması ihtiyacı vardır.
118
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
a. Fırsat eşitliği
Sağlık talebi bir lüks değil, yaşama hakkı gibi temel bir haktır; sağlıklı yaşama hakkıdır. Sağlık hizmetlerinden, din, dil, ırk, cinsiyet,
sosyal statü ayırımı yapılmaksızın, zengin, fakir, hür, mahkûm,
çalışan, işsiz, suçlu, suçsuz herkes eşit olarak faydalanabilmelidir.
Yapılacak düzenlemeler toplumun tüm fertlerine hitap edecek şekilde organize edilmelidir.
b. Kişilik haklarına saygı
Hastanın gerek muayene, gerek tetkik, gerekse tedavi aşamasın-
da, yani sağlık hizmetinin her evresinde kişilik hakları korunmalı,
özel hayatına, mevki ve makamına, dini inançlarına saygı gösterilmeli ve bu güvence altına alınmalıdır. Hastanın özel durumuna
uygun oda ve yatak temini ve diyet ayarlaması yapılmalıdır. Gerek
hastayla, gerek yakınları ile görüşme yapılabilecek özel odalar ol-
malı, hastanın özel hayatında önem verdiği ibadet vs gibi davranışlarına imkan tanınmalıdır.
c. Bilgilendirme
Hastaya yapılacak muayene, tetkik, teşhis ve uygulanacak tedavi
hakkında bilgi verilmelidir. Bu bilgilerin hastaya verilmesi, imkansız ya da zararlı olursa, hastanın yakınları mutlaka bilgilendi-
rilmeli, özellikle tedavinin seyri ve muhtemel sonuçları hakkında
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
119
detaylı, anlaşılır bilgiler sunulmalıdır.
d. Bekleme süresi
Acil olaylarda ambulans çağırılmasını müteakip, Batı standartla-
rında amaçlandığı gibi, şehir merkezinde en geç 15 dakika, kenar
mahallelerde en çok 20 dakika içinde ambulansın olay yerine
ulaşmasını sağlayacak yapılanma oluşturulmalıdır. Ülkemizdeki
acil yardım uygulamalarında da görüldüğü gibi ambulans çağırmalarının yarısından çoğu gereksiz yapılmakta, acil olmayan du-
rumlar acil gibi gösterilerek sağlık ekibi ve ambulans gereksiz
meşgul edilmektedir. Mutlaka hasta tarafından acil sanıldığı halde tıbbi aciliyeti olmayan durumlar söz konusu olacaktır. Bunu
minimale indirecek şekilde hasta bilinçlendirilmesi ve sorumsuzca yapılan çağrılara karşı yaptırım uygulanması gerekir.
İster ambulansla gelmiş olsun, ister özel araba veya taksi ile, ister-
se ayaktan başvursun, acil birime başvuran hastanın muayenesi
için bekleme süresi olmamalı, hasta anında görülmeli ve gerekli
tetkik ve müdahaleyi yapabilecek organizasyon sağlanmalıdır.
Normal poliklinik muayenesi amacıyla başvuran hastalar için ran-
devu sistemleri ayarlanmalı ve hastaneye gelen hasta sınırlı ve
belli bir süreden fazla bekletilmeden muayene olma imkanını bulmalıdır. İngiltere'de bazı hastanelerde 30 dakikadan fazla beklemek zorunda kalındığında, bu durumun olağan dışı olduğuna ve
120
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
randevu yenilenmek üzere sorumlu hemşireye başvurulmasına
ilişkin yazılı uyarılar vardır.
e. Sahiplenilme
Özellikle yataklı tedavi kurumlarında, her hastanın kolay ulaşabileceği, kendisi ile yeterli derecede ilgilenebilecek, temizlik, giyecek
ve yiyecek konularında yol gösterecek, yönlendirecek ve yabancı
bir ortamda yalnız, ne yapacağını bilmez halde olmasını önleyecek, kısacası hastayı kendi evinde gibi rahat ettirecek sorumlu bir
sağlık görevlisi, tercihen bir hemşire/hostes görevlendirilmelidir.
Mümkünse her hasta için bir hemşire tahsis edilmeli, hasta yatış
yaparken sorumlu hemşiresi ile tanıştırılmalı ve kendisi ile ilgileneceği anlatılmalıdır.
f. Barınma
Hastaya en az evdeki kadar rahat bir ortam sağlanamazsa, hasta-
neye yatırılmış bir hastanın mevcut hastalığı ile ilişkisi olmaksızın
huzuru bozulur; neşesi kaçar. Normal dışı huzursuz ortam, hasta-
ya ilave sıkıntı ve rahatsızlık verir. Bu itibarla, gerek hastanın ya-
tağı, gerek odası ve gerek diğer sosyal hizmetler açısından hastaya rahat ve huzur dolu bir dinlenme imkanı verecek ortam oluşturulmalıdır. En üst düzeyde otelcilik hizmeti verilmelidir. Kaldı ki
oteller sağlıklı kişilere hizmet eder. Hastanede ise kırılgan, alıngan, zaten huzursuzluk içinde olan hastalar hizmet beklemekte-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
121
dir. Yani otelcilikten de öte bir hizmet kalitesi sağlanmalıdır.
g. Destek
Hastayı tedavi ederken, özellikle uzun süre hastanede yatan has-
taların bakımı esnasında hasta ile ilgilenecek hemşirenin yanında
psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve hastanın inancına göre din görevlisi görev almalı ve hastanın ruh sağlığı mutlaka sağlanmalıdır.
Ruh sağlığı dikkate alınmadan yapılacak fiziksel tedavilerin başarısı ve hastanın memnuniyetinin sağlanması güçleşir.
Şubat 2006
122
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Vakıf hastaneciliği
Vakıf geleneği olan bir toplum olmamıza rağmen bu mirasa yete-
rince sahip çıktığımız söylenemez. Mirasa sahip çıkmak, sadece
çoğu harabeye dönmüş binaları ayakta tutmaya çalışmakla değil,
vakıf medeniyetinin özü olan vakıf ruhunun diri tutmakla mümkündür. Esas nesilden nesle aktarılması gereken zenginlik fakiri,
yolcuyu, hastayı gözeten, garibe sahip çıkan, açı doyuran, sokaktakini barındıran bu vakıf ruhudur. Darüşşifaya, çeşmeye, uzakları yakın eden yollara, hanlara, hamamlara can veren bu ruhtur.
Kıta Avrupa'sının ortalarına kadar çil çil kubbelerle serpiştirdiğimiz ve fakat gittikçe daha fazla tarih sayfalarına gömmek durumunda kaldığımız “vakıf “anlayışımız Batı dünyasının “foundati-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
123
on”ından oldukça farklıdır. Günümüzde vakıf adını verdiğimiz
birçok iktisadi işletme de ne yazık ki, tarihimizdeki vakıfla fazla
akraba gibi gözükmüyor.
Yitirdiğimiz, ya da miras edinemediğimiz vakıf anlayışı, sadece
belirli bir amaca yönelik olarak kaynak oluşturmak ve yatırım
yapmakla yetinmeyip ihtiyaç sahibine tamamen karşılıksız olarak
hizmet verme esasına dayanır. Burada en önemli husus karşılık
beklenmeden vermektir. Hani bir söz vardır, “almadan vermek
Allah'a mahsustur” diye. Bu yönüyle vakıf anlayışımız bariz bir
ilahi kimlik taşımaktadır.
Günümüzde vakıf deyince belli bir amaca hizmet etmek üzere tahsis edilen kaynağın yönetimi için oluşturulmuş kuruluşlar akla
gelmektedir. Artık vakıflar birer dernektir adeta. Hele vakıf iktisadi işletmeleri, dernekten öte birer ticari kuruluştan başka bir şey
değildir. Bazı vakıfları dağıtan değil, toplayan, veren değil alan
olarak algılar hale gelmememiz ise bizim şanssızlığımız. Haksızlık
etmeyelim (!); her yıl çeşitli dallarda ödüller vererek ünlü zenginlerimizin adlarını yaşatmaya çalışan vakıflar da az değildir.
Aslında ruhunu yitirsek de, cismiyle var olagelmiştir vakıf anlayı-
şımız. Bugün okular, hastaneler işleten vakıflar yok mu? Yoksa
hastanelerin ve okulların mı vakfı olmalıydı? İşte sorun burada
yatıyor. İlahi kimlik sahibi vakıf, tahsis edilen akarın muhtaç ola-
124
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
na karşılıksız sarf edilmesini öngörürken, cismiyle yaşayan vakıflarımız kendilerine kaynak yaratmak için işletmeler kurmakta,
okullar hastaneler ve daha başka ticarethaneler işletmektedir. Va-
kıf iktisadi işletmeleri, belirlenen amaca hizmet etmek üzere kaynak oluşturma gayreti içinde faaliyet icra etmektedir. Bunların
arasına karışmış olan ve vakıf kurucularına hizmet etmekle malul
işletmeleri ise hadi görmemezlikten gelelim.
Vakıf üniversitelerimizi bir gözünüzün önüne getirin. Çoğu zaman
“özel üniversite” denmesi mi daha doğru acaba? Devlet üniversitelerinde ücretsiz, ya da nispeten küçük meblağları aşmayan öğ-
renci harçları ile eğitim verilirken, vakıf üniversitelerinde yüksek
bedeller ödenerek alınabilen “ücretli eğitimi” nasıl açıklayacağız?
Sanki devlet üniversiteleri daha çok vakıf anlayışı ile barışık gibi
görünüyor. Üniversiteyi vakfın, vakfı da kurucusunun ticaretha-
nesi haline getiren anlayışın kaçınılmaz sonucu bu durum. Kamu-
ya ait veya özel üniversitelerde okumakta olan muhtaç öğrencilerin masraflarını karşılamak üzere bu üniversitelerin vakıflar kurması daha doğru olmaz mıydı? Ya da vakfın açtığı bir üniversite-
de muhtaçlara ayrıcalıklı bir eğitim verilmesi, üniversitenin ağır-
lıklı olarak vakıf tarafından finanse edilmesi daha makul görünmüyor mu?
Tüzel kişilik vasfıyla “özel hastaneler” açarak işletmekte olan va-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
125
kıflardan da söz edebiliriz. Bu hastanelerin diğer özel hastanelerden farkı olmayan kâr amaçlı kuruluşlar olduğunu biliyoruz. Do-
layısı ile bu hastaneler arsındaki fark sadece mülk sahibi ile sınırlı kalmaktadır. Mevzuat da bu şekilde oluşturulmuştur.
“Yoksa hastanelerin ve okulların mı vakfı olmalıydı” diye sormuştuk. Hiçbir yapmacık amaç ardına gizlenmeden kurulan ve kâr
amacı güden özel işletmelerin hizmetinden yararlanmak üzere
başvuran muhtaçlara sahip çıkacak, onların adına masrafları üst-
lenecek, gerekirse hizmetin sürekliliğini sağlayacak olan desteği
verecek vakıfların oluşturulması daha doğru değil mi? Günümüz-
de devlet yapısının sosyalleşmesi karşısında belki bu tarzda vakıflar görev icra edebilir, devletin hala eksik bıraktığı boşluğu doldurabilirler. Batıda bu tarz örnekleri görmek mümkündür.
Gerçi ağrı çeken, ıstırap duyan, umut arayan bir hasta insanın bu
hastalığını gidermek için kar amaçlı tesisler kurmanın ne derece
doğru olduğunu tartışmak gerekir. Her ne pahasına olursa olsun
hizmet almak ve bunun bedelini ödemek zorunda olan insanların
verdiklerinden artı değer oluşturarak bunun yatırımcılar arasında
paylaşıldığı bir yapının etik çatısını sorgulamamak mümkün de-
ğil. Burada hizmet görenlerin hizmetinin karşılığını alması ile kar
amaçlı ticarethaneler oluşturulmasını birbirine karıştırmayalım.
Çalışanların emeklerinin karşılığını layıkıyla aldığı ve fakat üreti-
126
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
len hizmetlerden artı değer beklentisi olmayan hastanelerin daha
sağlıklı yapılar oluşturacağını sanıyorum.
Bu yaklaşım, sağlık alanında özel sektör yatırımına şüpheli yak-
laşma gibi bir anlam taşımamalıdır. Sağlık hizmet sunum modellerinin bir ucunda devlet tarafından kurularak işletilen, finansma-
nı genel bütçeden karşılanan, adeta birer devlet dairesi olan hastaneler vardır. Model yelpazesinin diğer ucunda piyasa şartlarında rekabete dayalı var olmaya ve hizmet satmaya çalışan kâr
amaçlı özel yatırımlar yer alır. Her iki uç model de kendine göre
avantajlar ve dezavantajlar taşımaktadır.
Sağlık hizmetinin özellikle kalitesinin ölçülmesindeki zorluklar,
arz ve talep dengesinin değişkenliği, sürekli gelişen teknolojiye ve
bilgiye ayak uydurma gerekliliği rekabet ortamından uzak kamu
sağlık kuruluşlarını her geçen gün daha sevimsiz hale getirmektedir. Çalışanların sabit ücretli memurlar olması, teşvik unsuru olmaması, hastalarını memnun etme mecburiyetini ortadan kaldır-
makta, gittikçe hantal bir yapı oluşturmaktadır. İyi niyetli sağlık-
çıların çalıştıkları kurumla özdeşleşen varlık anlayışları kurum
merkezli bir bilinç geliştirmekte ve çoğu zaman kurumu koruma-
ya yönelik tavırlara hizmet bekleyen hastalar feda edilmektedir.
Geliri hizmet verdiği hastadan bağımsız olan hastaneler gittikçe
atalete ve kalitesizliğe itilecektir. Birçok ülkedeki kamu hastanele-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
127
rinin arzu edilen düzeyde olmamasının nedeni budur.
Serbest piyasaya terk edilmiş sağlık sitemi ise madalyonun öbür
yüzünü yansıtmaktadır. Kâr elde etmek üzere yapılan yatırımlar
amacına ulaşmak zorundadır. Bunun için etik değerler dahil birçok mekanizma zorlanabilmektedir. Kontrolsüz rekabet bir yan-
dan kaliteyi teşvik ederken, diğer yandan tanıtım adı altında da olsa reklamı körüklemekte, abartılı talep yaratılabilmektedir. Yeni
doğan talebi karşılamak ve bu pazardan pay almak için yeni arz
alanları üretilmekte ve sağlık harcamalarında çıktı ile pek de paralel gitmeyen bir artış olmaktadır. Hizmetler kâr ve hasta odaklı
olmakta, bir yandan kârlı olmayan sağlık hizmetleri göz ardı edilir, hastalar bu hizmetten mahrum bırakılırken, diğer yandan tet-
kik ve tedavide kârlı alanlara kayış olmaktadır. Buna rağmen has-
ta ile hizmet sunucu arasındaki bilgi asimetrisinden yararlanılarak hasta memnuniyeti yüksek düzeylere çekilebilmektedir.
Sağlıkta klinik kaliteyi ölçebilmek ancak iyi yetişmiş klinik uz-
manlarınca yapılabilecek bir iştir. Hasta açısından bakıldığında
kendine sunulan hizmet kalitesi, bakana göre değişen “güzellik”
gibidir. Bu açıdan özel hastanelerin bu izafi güzelliğe meyletmesi
kaçınılmaz olmakta, bu durum hasta memnuniyetine olumlu yan-
sımakta ve fakat arka plandaki klinik kalite düzeyinin tartışılmasından bizi kurtaramamaktadır. Bu nedenlerledir ki, hemen hiçbir
128
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ülkede sağlık hizmetlerinin değil tamamı, yarısı bile özel sektör
tarafından verilememektedir.
Bu uçlar arasında bir yapı kurmak, belki her iki uca da fırsat tanı-
yarak eksik nokta bırakmamak makul bir yaklaşım gibi görünmektedir; birçok ülkede yapılan da budur. Bununla birlikte kamu
ve özel sektörün avantajlarını biraraya getirebilecek güçlü hasta-
nelerin kurulabilmesi teorik planda cazip görünüyor. Ancak bu
durum sanıldığı kadar kolay değildir. Hizmet kalitesini teşvik ede-
cek mekanizmaların mutlaka kurulması gerekir. Kendisine tahsis
edilen bir kaynağı kullanarak hizmet veren hastanelerin kamu
hantallığına terk edilme riski çok fazladır. Bu yüzden hizmet kali-
tesi ve hasta memnuniyetini göz ardı etmeyen özel sektör dinamizmine sahip ve fakat ihtiyaç duyduğu nakdin hiç olmazsa bir
kısmını ürettiği hizmetle paralel olarak üçüncü kaynaklardan elde
edebilen, ürettiği artı değeri yenileşmeye, kalite artırmaya yatır-
mak zorunda olan hastanelerin oluşturulmasının çok daha ümit
vaat edeceğini sanıyorum. Bir yandan özel sektör rekabetçi anlayışı, dinamik karar verme yeteneği, diğer yandan kamu kapsayıcılığı çerçevesinde hastane hizmetine muhtaç olan hiç kimsenin ka-
pıdan çevrilmediği, en önemlisi de yüksek kalite ile bilimsel ve
etik değerlerin korunduğu konusunda yaygın toplumsal kabullerin oluştuğu bir hastanecilik anlayışıdır sözü edilen.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
129
Sağlık sigorta kapsamının yaygınlaştığı, özellikle genel sağlık sigortasının gündemde olduğu bir dönemde hastanelerde muhtaç
hastaların konumu geçmişe kıyasla oldukça farklıdır. Yeşil Kart
uygulaması da dikkate alındığında ülkemizde nüfusun büyük bir
kısmı sigorta kapsamındadır. Bu nüfusun talep ettiği sağlık hizmetinin karşılığı belirli sınırlarda sigorta sistemleri tarafından
ödenmektedir. Bu yüzden tarihimizde iftihar ettiğimiz vakıf hastane örneklerini bugüne aynen taşımak çok da mümkün değildir.
Ancak bu durum vakıf anlayışına hiç ihtiyacımız olmadığı anlamına gelmemelidir. Her hizmetin bir sınırı ve verildiğinden daha
fazla verilebilecek bir kısmı vardır. Sağlık hizmeti, çoğu sigorta
sistemlerince karşılanan tetkik yapmak, ilaç vermek ve ameliyat
etmekten ibaret değildir. İnsan sağlığı yaşadığı her anla, yaşadığı
ortamla, çevreyle, içeceği, yiyeceği ve barınağı ile çok yakın ilişki
içindedir. Sağlığını yitirmiş bir insanın sadece hastane duvarları
içine sığdırılmış hizmeti alması yeterli değildir. Bu yetersizlik
maddi imkânlardan yoksunluk oranında büyük olmaktadır. Kaldı ki, sağlık sigortamızın bütün ihtiyaçlarımızı karşılayabildiği bir
sistem mevcut değildir. Sağlık güvencesinin şemsiyesi altına gire-
meyenlerin hastane içi sağlık hizmetlerine de muhtaç durumda
olduğu ayrıca unutulmamalıdır.
Şifa aramak için hekim şefkatine teslim olmuş bir kişi rol yapma
130
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
yeteneğini çoğu zaman yitirir. Bu yüzden hastaneler gerçek muh-
taçların çok kolaylıkla tespit edilebileceği yerlerdir. Varlığını gizleyip kendini muhtaç durumda göstermek isteyen riyakârların da,
hicap duyarak fakirliğini açığa vuramayan asillerin de açığa çıktığı yerlerdir hastane odaları. Bu yüzden hastaneler, iyi tasarlanmış
vakıflara isabetli faaliyet alanı sunan ortamlardır adeta.
Sonuç olarak, vakıfların açtığı ve sadece fakirlere hizmet edecek
hastaneler günümüz Türkiye'sinde gerçekçi ve yararlı değildir.
Vakıflar tarafından kurulan, kâr amacı gütmeyen ve herkese kaliteli sağlık hizmeti vermek üzere doğrudan desteklenen, muhtaç
hastaları dolaylı finanse eden sağlık kurumlarımıza ihtiyaç vardır.
Muhtaç kişiyi sağlıklı bir hayata kavuşturuncaya kadar takip etmek esas olmalıdır. Özel hastaneler ticarethane kimliğinden uzak-
laşıp, hastaneye sığınmış fakirleri görecek ve onlara arka çıkacak
vakıflar kurmalı ve bunlara sahip çıkmalıdır. Görevi farklı hastanelerdeki muhtaç hastalara destek sağlayacak bağımsız vakıflar
da sistemde yer alabilir. Bütün bu vakıf yapıları alma değil verme
odaklı olmalı, vakıf kurumu gelirini hizmet alanı dışından sağla-
malıdır. Bu güveni telkin edebilecek, “ilahi kimliğe” sahip vakıfları besleyecek bağış potansiyeli tarihimizde mevcuttu; bugün de
var olacaktır.
Şubat 2006
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
131
Küreselleşme labirentinde küresel sağlık
politikaları
Dünya Sağlık Asamblesi, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) genel
kurulu niteliğinde. Birleşmiş Milletler’e üye bütün ülkelerin katılımı ile her yıl Cenevre'de Birleşmiş Milletler Sarayında yapılıyor.
Avrupa bölgesinin, DSÖ yönetim kurulunda o yıl yenilenen üyelikler için seçtiği temsilcilerinin 2006 yılı Mayıs ayında asamblede onaylanmasını takiben bu satırların yazarı örgütü ve küresel
sağlık tartışmalarını yönetim kurulu penceresinden görebilme
şansına kavuştu. Yönetim kurulu düzenli toplantılarını yılda iki
kez yapıyor. Biri ocak ayında o yılki asamble konularını masaya
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
133
yatırıp program ve bütçenin görüşüldüğü, asambleye sunulacak
karar tasarılarının gözden geçirildiği 10 gün civarında süren uzun
süreli bir toplantı oluyor. Mayıs ayında asambleyi takiben yapılan
3-4 günlük toplantı ise daha çok asamblenin değerlendirilmesi,
personel konuları ve bir sonraki toplantı gündemlerinin belirlenmesi şeklinde geçiyor.
Personel, bütçe ve program konuları bir yana bırakılacak olursa
DSÖ yönetim kurulunun 2007 yılı ocak ayındaki gündeminde ana
teknik konular olarak çocuk felci, sıtma, tüberkülozun kontrolü,
kuş gribi ve pandemik grip, bulaşıcı olmayan kronik hastalıkların
önlenmesi ve kontrolü, ağız sağlığı, sağlık sistemleri, cinsiyet analizleri ve kadın sağlığı, akılcı ilaç kullanımı, işçi sağlığı, e-sağlıkta
terminoloji standardizasyonu, çiçek virüsü stoklarının imhası, kü-
reselleşen dünyada sağlığın geliştirilmesi, temel sağlık teknolojileri, sağlık araştırmalarında DSÖ’nün rolü ve sorumluluğu ile geleneksel tıbbın halk sağlığına katkısı yer aldı. Ayrıca yönetim ku-
rulunun bilgisine sunulan gelişme raporları arasında aktif ve sağlıklı yaşlanmayı güçlendirme, sağlığın sosyal determinantları, kötü alkol kullanımından doğan halk sağlığı problemleri, acil du-
rumlara hazırlık ve acil tepki, çoklu katılımlı kuruluşlar ve ulusla-
rarası bağışçılar arasında AIDS koordinasyonunu sağlamakla gö-
revli küresel çalışma grubunun talepleri, araştırma geliştirme ve
134
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
fikri mülkiyet hakları, şiddet ve sağlık üzerine dünya raporu, sağ-
lık ölçüm (health metrics) ağı, kanserin önlenmesi ve kontrolü ile
kızamık mortalitesinin düşürülmesi gibi konular vardı. Bütün bu
konular, mayıs ayında yapılacak olan 2007 Dünya Sağlık Asamblesi gündeminin de ana başlıklarını oluşturmaktadır.
Çocuk felcinin eradikasyonu veya sağlıkta cinsiyet ayırımcılığı gibi konularda kolaylıkla fikir birliği sağlanabilmektedir. Bütün yönetim kurulu üyelerinin ve yönetim kurulunda bulunmadığı halde
gözlemci olarak toplantılara katılarak fikir beyan eden ülke delegelerinin uzlaştığı bu gibi konular az değildir. Zira tabii ki temel
anlayış küresel anlamda insan sağlığının geliştirmesi hedefinde
odaklanıyor.
Buna rağmen, insanlığın kolayca üzerinde uzlaşmasını beklediğimiz sağlık konularının arka planında bazen uzlaşmayı engelleyici
çıkar çatışmaları kaçınılmaz olmaktadır. Daha çok tüketici durumda olan, bulaşıcı hastalık yükü altında kalan ve ilaç endüstrisinin pazarı durumundaki fakir ülkeler ile tıbbi teknoloji ve ilaçla-
rın üreticisi durumundaki gelişmiş ülkelerin bakışlarında aynı
açıyı yakalayabilmek kolay değildir. DSÖ’ne finansal katkısı ya-
nında dünyaya şekil verme iddiasını tavırlarına yansıtan Amerika
Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkelerinin ağırlıklarını tartışmalara yansıtmamasını beklemek hayal olacaktır. Büyük sanayi
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
135
kuruluşlarının ve sermaye odaklarının doğrudan olmayan etki ve
baskısının konuların müzakere sürecinde kendini gösterdiğini göz
ardı edebilir miyiz? Bunu diğer uluslararası kuruluşlarda ve bil-
hassa ana örgüt olan Birleşmiş Milletler’de de görmüyor muyuz?
Belki üzerinde durmamız gerekenin bu örgütlerde bir oyla temsil
edilmek değil, güçlü oyla temsil edilmek olduğu gerçeğidir.
Küresel sağlık politikaları belirlenirken dünyanın en ücra köşesindeki su, aş ve barınak bulamayan insanlara, açlıktan ölen bebek-
lere, doğumda ölen annelere el uzatırken, dengesiz beslenerek
kalp sağlığı ve hayatını riske eden insanların göz ardı edilmediği
bir yol izlenmek zorundadır. Bu ilke doğrultusunda gayret gösterilmektedir. Ancak bu çabaların küresel sağlığı önceleyen dosdoğ-
ru bir yol olduğunu söylemeyi, söyleyebilmeyi isterdim. Açıkça
ilan edilmese de, katkılar, kulisler, telkinler ve örtülü tehditler bazen bir viraj, bazen bir zigzag çağrışımları yapmaktadır.
Dünyada çiçek hastalığının kökünün kazınmış olması, elde bulu-
nan çiçek virüslerinin imhasını, yani potansiyel çiçek hastalığın
tehdidinin bertaraf edilmesini gerektiriyor. Ancak ya imha edilmeyen/edilemeyen virüs bir yerden çıkarsa, salgın olursa ne ola-
cak? Bu duruma hazırlıklı olmak için tanı ve tedavi araçlarının bulunması, yeteri kadar aşı stoklanması veya üretim kapasitesinin
oluşturulması gerekir. Bunun için de virüs gereklidir. Yani elde
136
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
bulunan virüs stoklarını imha etmemek için de gerekçe vardır. Potansiyel hastalık tehdidinden kurtulmak için hastalık tehdidi oluşturmak gibi bir kısır döngü bu. Hele bu döngünün bir yerine çiçek
virüsünün biyolojik silah olarak kullanılabileceği şüphesi girmişse
içinden çıkılmaz bir hal almaz mı? Araştırma, aşı üretimi, biyolo-
jik silah olarak kullanımı aynı ülkelerin tekelinde olursa bu da bir
başka tehlike ve bir başka kısır döngü.
Moskova ve Atlanta'da virüs olduğu DSÖ tarafından bilinmekte ve
tanınmaktadır. Ancak bu iki merkez dışında da var olduğu ifade
edilmektedir. Bilinmeyen yerlerde de var olduğuna inanılan çiçek
virüsünün imhası kararı ne kadar yaptırım gücüne sahiptir. Bütün
virüsten başka virüsün genomu ve DNA fragmanlarının da tartış-
manın odağından kurtulması mümkün görünmüyor. Bu karmaşık
durumda DSÖ yönetim kurulunun asambleye bir imha tarihi sunması kolay olabilir mi?
İlaçlarda fikri mülkiyet hakkının korunması, o ilacı araştırıp geliştiren firmalara belli bir süre pazar tekelinin vermesi ile yeni ilaç-
ların geliştirilmesinin teşviki, yani sağlığa yeni bir katkı demektir.
Bu durum doğal olarak bu koruma kapsamındaki ilaçların fiyatla-
rının üretici firmanın insafına bırakılmasına, diğer bir ifadeyle
çok yüksek olmasına yol açmaktadır. Yeni üretilen ürünler sağlığın hizmetinde en fazla ihtiyaç duyulanlarıdır. Bugün birçok anti-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
137
biyotik ve birçok antiviral ilaç bu kapsamdadır. Bu ilaçlara en faz-
la muhtaç olanlar ise en fakir toplumlar, en fakir ülkelerdir. Mesela AIDS hastalığı Afrika'nın en fakir ülkelerinde çok yaygındır
ve bu ülkelerin muhtaç olduğu antiviraller en pahalı ilaçlar arasındadır. Bu da karşımıza içinden çıkılmaz bir kısır döngü çıkarmak-
tadır. Öyle ki, bir yanda ucuz ilaca muhtaç milyonlar, diğer yanda
yeni ilacı geliştiren ve geliştirme teşviki gereği gücü elinde bulunduran ilaç endüstrisi.
Zararlı gıdaların ticaretine sınırlama getirilmesi de bir başka dikenli alan. DSÖ bebek mamalarını disipline etme ve bir norma
bağlama cesaretini geçmişte göstermişti. Sigaraya karşı etkili tavır
geliştirme başarısı da bir başka kayda değer örnek. Bu kararlı ve
etkili adımlarda karşısına aldığı sektörü küçümsememekle birlik-
te küresel uzlaşmanın gücünü gösterdiğini söyleyebilmek mümkün. Alkolün kullanımına sigara gibi karşı çıkılması ve her türlü
zararlı beslenme türüne ve zararlı gıda satışına tavır konması di-
sipline edilmesi belki hayal olabilir. Ancak çocukların zararlı beslenme tarzından korunabilmesi için bu tür gıdaların satışına di-
siplin getirilmesi DSÖ den beklenen bir adım değil mi? Üretim gücünü elinde bulunduran ülkelerin kulis faaliyetleri bu adımların
sanıldığı kadar kolay olmadığını gösteriyor.
Temel sağlık teknolojileri konusunda atılmak istenen adımları da
138
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
benzer bir taşlı, dikenli yol bekliyor. Sağlıkla ilgili teknolojiler,
sağlığı daha ileriye götürmek üzere geliştirilmiş olan fiziksel, biyolojik ve kimyasal araçlar, klinik işlemler ve hizmetler olarak ta-
nımlanmaktadır. Eğer bu teknolojiler kanıta dayalı ise, maliyet etkiliyse ve toplum sağlığının öncelikli ihtiyaçlarını karşılıyorsa, te-
mel sağlık teknolojilerinden bahsedilebilmektedir. Ancak bu kavramın içinin doldurularak uygulanabilir politikaların oluşturul-
masının ne kadar güç olduğu ortadadır. DSÖ nün temel sağlık teknolojilerini tanımlaması, bunun için listeler oluşturması bugün
hızla değişmekte olan teknoloji dünyasında mümkün görünmüyor. Kaldı ki, hızla değişen, sıklıkla birbirini yalanlayan bilgi deği-
şimi ve hatta bilgi kirliliği ortamında temel teknolojiyi somutlaştırmak ne kadar mümkün olabilecektir? Bu büyük bir iş olmanın
yanında aynı zamanda büyük cesaret isteyen bir iştir de. Hele te-
mel teknoloji tanımı altında tanı ve tedavi araçlarının listelerini
oluşturmak gayretlerinin, ucunun kendilerine dokunacağını şim-
diden gören ülkelerin ve şirketlerin enselerde hissedilen nefeslerine tosladığı izlenimi veriyor bana.
Bilmiyorum fazla evhamlı mı, hatta paranoyak mıyım?
Ocak 2007
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
139
Sağlığın geliştirilmesi: Görevimizin
farkında mıyız
Hastanelerin tedavi edici sağlık hizmeti mekânları olarak algılan-
masının arzu edilen amaca hizmet etmekten öte, hatta bunun aksine bir risk alanı oluşturduğu eleştirilerinin yapıldığını bilirsiniz.
Ivan Illic'in, tıbbi tedavinin kişilere sağlığın iadesinden daha çok
onların ölümüne yol açtığı iddiaları bu eleştirilerin başında gelmektedir (1). Hele Amerika'da Tıp Enstitüsü’nün hastanelerde
tıbbi tedavi hatalarından yılda 100 bin kişinin öldüğünü ileri sü-
ren raporu bu eleştirilere önemli derecede haklılık kazandırmaktadır (2).
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
141
Bu yüzdendir ki, hastaneler için bilinen klasik tedavi edici rol yerine, daha kabul edilebilir bir misyon biçme arayışları gündeme
gelmiştir. Buna göre, hastanelerde daha etkili bir sonuç almak ve
uzun süreli bir sağlık çıktısı elde etmek isteniyorsa, sağlık hizmet-
leri sadece uzuvlara ve fizyolojik parametrelere odaklanmak yerine, insanların ihtiyacını karşılamaya yönelmelidir. 1990'ların başında Dünya Sağlık Örgütü hastanelere bu anlamda bir misyon
yükleyerek hastanelerin de sağlığın teşviki konusunda rol almaları için uluslararası bir hareket başlattı (3). Bu amaçla kullanılan
kavram “sağlık promosyonudur”. Haydar Sur bir yazısında, şim-
diye kadar sağlığın hastaneleri geliştirdiğini, biraz da hastanelerin
sağlığı geliştirmesi gerektiğini belirterek “sağlık promosyonunu”
sağlığın geliştirilmesi olarak ifade etmiştir (4). Kanımca bu kavram, kapsamı bakımından sağlığın geliştirilmesinden çok sağlığın
teşvik edilmesini ifade etmektedir. Ancak yine de Türkçedeki çağ-
rışımı dikkate alındığında “sağlığın geliştirilmesi” ifadesi de yerini bulmaktadır.
Kavramın kapsayıcılığı göz önüne alındığında, koruyucu sağlık hizmeti, sağlık eğitimi veya sağlıkta yetkin olma gibi tanımlamalardan
çoğu kez net olarak ayrılamaz. Ottowa Şartı, sağlık teşvikini insanları sağlıklarını iyileştirecek ve kendi sağlıkları üzerindeki kontrollerini artıracak hale getirme süreci olarak tanımlamaktadır (5).
142
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Sağlığın teşviki kapsamlı sosyal ve politik bir süreçtir. Bu süreç sadece bireylerin beceri ve yeteneklerini artırmaya yönelik eylemlerden oluşmaz; aynı zamanda sosyal, çevresel ve ekonomik şartların
birey ve toplum sağlığı üzerindeki etkilerini olumlu yöne sevk etmek üzere onları değiştirmeye yönelik eylemleri de kapsar (6).
Konunun berraklaşması için sağlık politikaları ile ilgili standart
sözlüklere göz gezdirmek ve sağlık teşviki terminolojisi açısından bazı temel kavramların nasıl tanımlandığına, bu kavramlar-
la nelerin ifade edilmek istendiğine ışık tutmak gerektiğini düşünüyorum (6-10).
Temel sağlık konsepti içinde en sık olarak karşımıza çıkan kavram
koruyucu hizmettir. Koruyucu sağlık hizmeti ya da hastalıktan korunmak, sadece risk faktörlerini azaltarak hastalıkların ortaya çıkmasını önlemek değil, aynı zamanda ortaya çıkan hastalığın ilerleyişini durdurmak, nüksünü ve sekellerini azaltmaktır.
Birincil koruma bir hastalığın ilk ortaya çıkışını önlemeye yöneliktir. İkincil ve üçüncül korumalar, var olan bir hastalığın ve etkilerinin erken tanı ve uygun tedavi ile durdurulması veya geciktiril-
mesini hedefler. Bazen koruyucu sağlık hizmeti, sağlığın teşvikini
tamamlayan bir kavram olarak kullanılmaktadır. İçerik ve strate-
ji bakımından bu kavramlar arasında örtüşmeler olsa da, koruyu-
cu sağlığın ayrı bir tanımı vardır. Bu açıdan bakıldığında, koruyu-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
143
cu sağlık genellikle sağlık sektörünün ilgi alanıdır ve farklı riskli
davranışlar gösteren, belirli risk faktörleri taşıyan bireyler ve topluluklarla ilgilenir.
Sağlık tüm hayatımızı kaplamanın ötesinde nesilden nesle aktarılan bir süreçtir. Bu yüzden sağlığın korunması kendi yetkinliğimizden bağımsız olamaz. Sağlıkta yetkin olmak (empoverment),
insanların kendi sağlığını etkileyen eylemler ve kararlar üzerinde
daha fazla kontrol kurabilmesi anlamına gelmektedir. Bu yetkinlik sosyal, kültürel, psikolojik veya politik bir süreci kapsayabilir.
Bu süreçte bireylerin ve sosyal grupların ihtiyaçları, beklentileri
ortaya konur, verilen kararlara müdahil olmak için stratejiler ge-
liştirilir ve bu ihtiyaçları gidermek üzere politik, sosyal ve kültürel
eylemler yapılır.
İnsan olarak sağlığımızın sorumluluğunu devredemeyiz. Sağlığı-
mızın korunmasını ve daha iyi bir düzeye taşınmasını sadece dışımızdaki hâkim güçlerden bekleyemeyiz. Fırsatları doğrudan
oluşturmak ve değerlendirmek zorundayız. Bireyin ve grupların
sağlığını korumak ve teşvik etmek için bireyler veya gruplar ola-
rak insan kaynaklarını ve maddi kaynakları harekete geçirerek ilgili eylemde rol almaya sağlık teşvikinin sağlanması (enabling)
denmektedir.
Daha geniş bir çerçevede, sağlığı teşvik etmek, sağlıklı hali koru-
144
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
mak ve sürdürmek için bir bireyin içinde bulunduğu veya ulaşmak
istediği sağlık durumundan bağımsız bir şekilde yaptığı bütün
davranışlar sağlık davranışı olarak adlandırılmaktadır. Bu davra-
nışların sonuçta belirlenen hedeflere hizmet etmesi veya etmemesi önemli değildir.
Belki bütün kavramları çevreleyen ve hemen hepsi ile iç içe olan
terim sağlık eğitimidir. Sağlık eğitimi sadece sağlıkla ilgili bilgi aktarımı değil, sağlığı iyileştirmek üzere harekete geçmek için gerek-
li olan motivasyon, beceri ve öz güvenin kazandırılması, sağlık
okuryazarlığının artırılmasıdır. Sağlığa bir şekilde etkili olan sosyal, ekonomik ve çevre şartları ile ilgili bilgi iletişiminin yanında
bireysel risk faktörleri, riskli davranışlar ve sağlık sisteminden yararlanmaya ilişkin bilgi alışverişini de kapsamaktadır.
Aslında sağlık eğitiminin istenen sonucu verebilmesi için en az
eğitimin kendisi kadar, hatta belki daha fazla önemli olan sağlık
okuryazarlığıdır. Sağlık okuryazarlığı, iyi sağlık düzeyini sağlama
ve bunu teşvik etme yollarının bilgisine ulaşma, anlama ve bu bilgiyi kullanabilme özelliğini belirleyen kognitif ve sosyal beceriyi
anlatır. Bireyin hayat tarzını ve yaşama şartlarını değiştirerek
onu hem birey hem de toplum sağlığını iyileştirecek olan davra-
nışa sevk edecek olan bilgi, bireysel beceri ve özgüven düzeyi sağlık okuryazarlığı ile elde edilebilir. Sağlık okuryazarlığı büyük
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
145
oranda genel okuryazarlık düzeyine de bağlıdır. Okuryazarlık dü-
zeyinin düşük olması, bireylerin kişisel, sosyal ve kültürel gelişimlerini doğrudan sınırlayarak ve aynı zamanda sağlık okurya-
zarlığının gelişmesini de engelleyerek insanların sağlığını olumsuz etkilemektedir.
Bu terimler çoğu zaman birbirini tamamlayıcı olarak kullanıl-
maktadır. Bazen de birbirinin yerini almaktadır. Uygulamada da
kesiştikleri noktalar az değildir. Ancak yeni gelişmekte olan bir
misyon olarak sağlığın teşvikini benimser ve bu konuda tavrımızı
berraklaştırmak istersek, bu kavramlar arasında büyük anlam
farklılıklarının olduğunu görürüz. Hatta stratejimizi belirlemek
için bu farklılıkları iyi anlamamız gerekir.
Sağlık teşviki için uygulanacak stratejiler, bireye yönelik tanı ve
tedavi uygulamaları, ya da topluma yönelik genel anlamda koru-
yucu hizmetlerle sınırlanamaz. Bu stratejiler farklı alanlarda,
farklı sorumluluk düzeyinde bireyden çevreye kadar bir dizi görevler ortaya çıkarmaktadır. Sağlıklı bireye, sağlıklı çevre ve sağ-
lıklı topluma ulaşmak hedefi bu stratejilerin kapsamı içindedir.
Sayfa 150’deki tablo sağlık teşvikini ve stratejilerini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır (7, 11).
Burada tıbbi yaklaşım kan basıncı, kan kolesterolü ve şeker düzeyleri ile bağışıklıma gibi fizyolojik risk faktörlerine yöneliktir; bun-
146
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ları optimum düzeyde tutmayı veya düzeltmeyi önceler. Davranışsal yaklaşım daha çok sigara içmemek, fiziksel aktivite ve spor
yapmak gibi yaşama biçimine yöneliktir. Sosyal-çevresel yaklaşım
ise işsizlik, düşük eğitim düzeyi ve fakirlik gibi genel düşkünlük
durumları ile mücadeleyi kapsar (7).
Sağlığın teşviki koruyucu tıbbi hizmetler ve hasta olan bireylerin
tedavi edilmesi anlamına kullanılan tıbbi yaklaşımın çok ötesinde,
ondan çok daha kapsamlı bir anlam ifade etmektedir. Bireye
odaklı tıbbi yaklaşımın, sağlık düzeyini koruyacak ve sağlıklı topluluklar oluşturacak davranışsal yaklaşımların ve sağlıklı bir çev-
re içinde sağlıklı bir toplumun oluşmasına katkı sağlayacak sosyal-çevresel yaklaşımın ardarda sıralandığı bütüncül bir anlayışı
ifade etmektedir.
Bu kapsayıcılık dikkate alındığında, sağlık teşvikinin herhangi
bir hastanede ya da sağlık kuruluşunda belirli bir işlev içine sokulamayacağı, bilinen bir rol tanımı içine alınamayacağı görülmek-
tedir. Sağlığın teşviki anlayışı bu yüzden, özelde hastane içinde,
genelde sağlık sektöründe neredeyse bütün aktörleri ilgilendiren
geniş bir sorumluluk alanı oluşturmaktadır. Bir sağlık kuruluşun-
daki hastalar ile bütün çalışanlar bu süreçte görev alabilir. Yani
sağlığın teşviki yolunda hepimize görev düşmektedir.
Kendini sağlıkla ilgilendirenlerin böyle bir görevi doğal olarak
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
147
üstlenmesi gerektiğini hatırlatmak isterim. Aslında yaşayan herkes, hizmet sunarak, hizmeti alarak ya da potansiyel hizmet talep-
çisi olarak bir şekilde sağlıkla ilgilidir. Kısacası bu görevden kaçınma sorumsuzluğunu üstlenemeyiz, üstlenmemeliyiz. En azından
böyle bir bilinci aşılamak zorundayız.
Sağlık teşviki anlayışını hastane çerçevesinde ele alırsak, üstlenilen sorumluluğun yerine getirilmesi, mevcut kalite uygulamaları-
na ilave bir artı değer olarak görülebilir. Sur'a ait, bugüne kadar
sağlığın hastaneleri geliştirdiği, biraz da hastanelerin sağlığı geliş-
tirmesi gerektiği görüşünden söz etmiştim (4). Görülüyor ki, sağ-
lığın geliştirdiği hastanelerin sağlığı geliştirme (teşvik etme) sorumluluğu üstlenmesi onları daha çok geliştirecektir.
Aralık 2006
jKaynaklar
1. Ilic I: Medical Nemezis. 1975
2. Kohn LT, Corrigan JM, Donaldson MS: To Err is Human: Building
a Safer Health System. Institute of medicine, Committee on Quality of
Health Care in America, 2000
3. Groene O, Garcia-Babero M (editors): Health Promotion in Hospitals:
Evidence and Quality Management. WHO-EURO, 2005
4. Sur H: Sağlıklı Yönetim. Sayfa. 146-149, Avrasya Global A.Ş. 2006
148
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
5. Ottowa Charter for Health Promotion, WHO, Geneva, 1986
6. Glossary of Terms Used in the Health for All Series, WHO, Geneva, 1984
7. Groene Oliver (editor): Implementing Health Promotion in Hospitals:
Manual and Self-assessment Forms, WHO, Copenhagen, 2006
8. International Society for Quality in Health Care:
http://www.isqua.org.au/isquaPages/Links.html
9. Joint Comission International http://www.jointcomission.org/
10. European Observatory on Health Systems and Policies:
http://www.euro.who.int/observatory/glossary/toppage
11. Bensber M: What are health promoting emergency departments?
Melbourne, Department of Human Services, Victoria state Government,
2000
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
149
Yeni dönemde Sağlık Bakanlığı’nın
görevi: Vekilharçlık (Stewardship) ve
yönetişim
Sağlık sistemlerinin güçlendirilmesi konusu son yıllarda Dünya
Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) ana gündem maddelerinden biri olmuştur. Zira DSÖ kaynaklarındaki ifadesiyle güçlenmiş sağlık sistemleri daha fazla hayat kurtaracaktır. DSÖ sağlık sistemi performan-
sı için bir çerçeve öngörmektedir (1). Buna göre bir sistemin fonk-
siyonlarını oluşturan girdiler ve bu girdiler sonucunda sistemin
hedefinde yer alan birtakım çıktılar mevcuttur.
Sağlık sisteminin girdilerini oluşturan ana fonksiyonlardan birin-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
151
cisi denetleme, planlama, politika üretme gibi anlamlar verebileceğimiz stewardship ve yönetişim görevi, ikincisi altyapı ve insan
kaynaklarını esas alan kaynak geliştirilmesi, üçüncüsü bireysel ve
toplumsal alandaki bütün hizmetleri kapsayacak şekilde sağlık
hizmetinin sunumu ve dördüncüsü de sağlık sisteminin finansmanıdır. Finansman bütün maddi kaynakların toplanması, havuz
oluşturulması ve bu havuzdan hizmetin karşılığının ödenmesi
şeklinde geniş kapsamlı olarak ifade edilmektedir.
DSÖ'ne göre, aralarındaki farklılıklar ne olursa olsun, bütün sağlık sistemleri bu dört fonksiyonu icra edecek olan kurum ve kuru-
luşları tasarlamak, hayata geçirmek, değerlendirip kontrol etmek
ve yeniden şekillendirilmekle mükelleftir.
Sağlık sisteminin hedeflediği çıktılar veya sistemin sonuçları diye
yorumlayabileceğimiz ana fonksiyonlar ise hakkaniyetli, herkese
eşit ve kaliteli bir sağlık hizmetinin verilmesi, toplumun tıbbi-teknik destek almasından ziyade, doğrudan insani ilişkileri kapsayan
tıp dışı beklentinin karşılanması ve vatandaşların sigorta güven-
cesi altına alınması ile sigorta havuzunu oluştururken mali yükün
adaletli bir şekilde paylaştırılması, bir diğer deyişle finansal koruyuculuktur.
Türkçe karşılık bulmakta zorlandığım stewardship fonksiyonu yönetim bilim alanında yıllardır bilinen bir kavram olmakla birlikte
152
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
son yıllarda DSÖ tarafından sağlık yönetimi alanına taşınmıştır.
DSÖ'nün belgele- rinde şu şekilde tanımlanmaktadır (2).
Stewardship düzenleyicilikten daha geniş bir anlayışı ifade eder.
Sağlık bakımı ile ilişkili olan her şeyin dikkatli ve sorumlu bir yö-
netimi olarak tanımlanabilir. Toplumun sağlığını etkileyebilecek
bütün sektörlerdeki politikaları ve icraatları yönlendirmeyi kapsar. Doğru planlamalar ve bu planların uygulanmasını sağlayacak
araçların geliştirilmesine yönelik stratejik politikaları geliştirme
yeteneğini ifade eder. Sürdürülebilirliği ve saydamlığı garanti altı-
na alan bir sağlık sistemi performansını sağlayacak entellektüel
birikimin temini anlamına gelir. Her ülkede bu fonksiyonun uygun yeri Sağlık Bakanlığı'dır.
Stewardship kavramı kapsamında görevlendirilmiş bir Sağlık Bakanlığı bu kavram çerçevesinde birçok sorumluluğu yerine getirme durumundadır. Bu sorumluluklar şunlardır:
1.Taleplerin ve bunları karşılayacak rekabetçi unsurların denge-
lenmesi yoluyla, sağlık sisteminin esas hedeflerini gerçekleştirecek olan ortak aklın ve ortak icraatların oluşturulması,
2.Toplumsal talepleri göz önüne alarak politika önceliklerinin belirlenmesi,
3.Sağlık hizmetlerinin fiyatlandırılması, teminat paketi ve hasta
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
153
katkı paylarının belirlenmesi, sağlık personelinin eğitimi ile ruhsat, akreditasyon vs konularında gerekli düzenlemelerin yapılması yoluyla profesyonel sağlık hizmetinin verilmesinin sağlanması.
Performansın ölçümü ve entellektüel birikimin sağlanması gibi
araçları kullanarak saydam ve sürdürülebilir bir ortamda, görev
alan bütün aktörlerin davranışlarının yönlendirilmesi.
Görüldüğü gibi Sağlık Bakanlığı’nın sağlık hizmet sunumu, yani
icra sorumluluğundan uzaklaşması onu etkisiz ve fonksiyonsuz
kale getirmemektedir. En azından böyle bir amaç yoktur. Aksine
bakanlığın denetlemekle görevli olduğu hizmetlerin icra sorumlu-
luğundan uzaklaşmış olması, bu görevlerine daha fazla sahip çıka-
bilme yeteneği kazanmasına fırsat tanıyacaktır. Diğer açıdan ba-
karsak, bakanlık, stewardship sorumluluğunu hakkı ile yerine getirebilmek için hizmet sunumundan çekilmektedir. Sağlıkta Dö-
nüşüm Programı’nda yer alan bakanlığın yeniden yapılandırılma-
sı ilkesi de bunu hedeflemektedir. Programda planlayıcı ve denetleyici bir sağlık bakanlığı hedefinden söz edilmektedir.
Eğer bu hassas noktayı iyi belirleyemez ve sağlık sisteminin girdilerini oluşturan ana fonksiyonları ve bu fonksiyonların sorumlu-
larını netleştiremezsek sağlık reformu yolunda atmakta olduğu-
muz olumlu adımlar, hüsranla sonuçlanmak zorunda kalır. Siste-
min performansı için bu dört ana fonksiyonun ve bu fonksiyonla-
154
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
rı üstlenecek kurumsal yapılarla bunların birbiri ile olan etkileşimlerinin iyi tanımlanmış olması gerekir. Bunlardan Sağlık Bakanlığı’nın ana görevi olan stewardship, bu açıdan sadece bakan-
lık üst yöneticilerince değil, sağlık yönetiminin her kademesinde
rol alan bütün aktörlerce iyi sindirilmelidir.
Güçlü bir stewardship fonksiyonu olmaksızın, kaynak geliştirilmesi, hizmet sunumu ve finansman gibi sağlık sisteminin diğer
girdileri arasında uyumlu bir düzen kurulamayacaktır. Görevlerin
birbiri ile örtüşmesi, başlangıçta fark edilmese de, zamanla güçlü
kurumsal yapıların hakimiyetine yol açacaktır. Bu da, insan odak-
lı, performansı yüksek bir sağlık sisteminden çok, performansı
yüksek bir hakim kurum ortaya çıkarır. Kurum odaklı yaklaşımla-
rın sistem çıktılarını ve insanın mutluluğunu göz ardı etme gibi
bir risk her zaman vardır. Bu yüzden sağlık sisteminin hedeflerine ulaşmak ve performansı yüksek bir sağlık sistemine sahip ol-
mak istiyorsak, sistemin girdileri olan ana fonksiyonları canlı tutmak, yerli yerine oturtmak ve aralarında uyumlu bir bütünlük
sağlamak zorundayız.
Konunun üzerinde ısrarla duruyor olmam, yılların hayali olan ve
birçok yenilikler getiren Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın bu ve bu
yasayı yürütecek olan kurum düzenlemelerinin kaygılarımı haklı
çıkarabilecek noktalar taşımasıdır (3). Maliye Bakanlığı, Sosyal
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
155
Güvenlik Kurumu, üniversitelerimiz, Sağlık Bakanlığı ve hizmet
sunucuları da bu konuda bilinçli bir sorumluluk üstlenemezse
kaygıların artması kaçınılmaz olacaktır.
DSÖ'ne göre stewardship görevinin bütün ülkelerde Sağlık Bakanlığınca yürütülmesi gerektiği konusunu bir kez daha hatırlattıktan sonra, bu konuda Meksika Sağlık Bakanı Julio Frenk'in
İstanbul toplantısındaki sözlerine yer vermek istiyorum: “Stewardship fonksiyonların fonksiyonudur, yani bir meta fonksi-
yondur. Halkın sağlığını korumak için dizginleri elinde tutmaktır. Stewardship, senin yapılmasını istediğin şeyleri başkalarına
yaptırmandır. Finansman üzerinde söz sahibi olmadan stewardship olmaz” (3).
Mayıs 2006
Kaynaklar
1. Strengthened health systems save more lives/ The key to improving
health system functions
2. EUR/RC55/9 Rev.1, +EUR/RC55/Conf.Doc./5, 8 August 2005, Next
phase of the WHO Regional Office for Europe's Country Strategy:
Strengthening health systems
3. 5498 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
4. Dr. Julio Frenk, Meksika Sağlık Bakanı: Türkiye'de Sağlık
Hizmetlerinin Finansmanında Genel Sağlık Sigortası ve Sağlık
Bakanlığı'nın Yeniden Yapılandırılması, 31 Mart-1 Nisan 2006, İstanbul
156
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Döner sermayede yeni dönem:
Performansa dayalı katkı payı ödenmesi
Seksenli yıllardan beri hastanelerde hizmetin geri ödemesi ile oluşan bir döner sermaye bütçesi vardır ve hastanenin temel ihtiyaçları bu kaynaktan karşılanmaktadır. Doksanlı yılların başından
itibaren çalışanlara bu bütçeden sınırlı bir katkı payı ödenmesine
başlanmıştır. Subjektif değerlendirmelere dayalı farklı ödeme sistemlerinin oluşturduğu sorunlar sabit ödeme ile sonuçlanmıştır.
Bu tür bir katkı payı ödemesi üretilen sağlık hizmetin ile doğru-
dan bir ilişki içinde olmadığı için, sağlık hizmetini verimliliği, ka-
yıt altına alınması veya hizmetin karşılığının geri dönmesi sadece
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
157
birkaç yöneticinin sorunu olmaktan öte gidememiş ve kayıtsızlık
gittikçe artmıştır.
Bugüne kadar gelen uygulamada, katkı payı dağıtabilecek döner
sermaye birikimi olan kurumlar, 209 sayılı yasada belirtilen mat-
rahlara kadar, yani çıplak maaşın yüzde 100'üne kadar katkı payı
verilebiliyordu. Yeni uygulama ile birlikte bu matrahlar farklı
meslek ve çalışma biçimleri dikkate alınarak yüzde 150 ile 800
arasında değişmektedir.
Farklı hastanelerimizdeki hekim başına ya da cerrah başına düşen
ameliyat sayılarına, aktif çalışma saatlerine, poliklinik hizmetleri-
nin başlama ve bitiş saatlerine, kaç saat düzenli ameliyat yapıldığı gibi faktörlere baktığımızda kurumlarımız arasında çok büyük
farklılıkların olduğu görülmektedir. Bu kurumlarımızın verimlili-
ğini değerlendirme kriterlerinden bile yoksun olduğumuzu itiraf
etmek zorundayız. Bir hastanemizde bir ekip idealist bir şekilde
işine sarılmışsa, gayet verimli sonuçlar alınabilmektedir; başka
bir yerde -neden ne olursa olsun- tersine verimsizliğin hakim olduğu uygulamalar olabilmektedir.
Yeni uygulama birçok açıdan değişiklikler getirmektedir. Öncelik-
le yapılan işle maddi katkı arasında bir paralellik kurularak daha
kapsamlı iş üretecek, zamanın, potansiyelin daha verimli kullana-
bileceği bir sistem hedeflenmektedir. Eğer bir hizmet üretiliyorsa,
158
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
bu hizmeti üretenler katkı sağlıyorlarsa, üretenlerin iş yoğunluğu
oranında bu katkıdan pay almalarının hakkaniyete uygun olduğunu kanısındayım. Bu payın geriye tepkimesi zamanın ve potansi-
yelin daha verimli kullanılması şeklinde olacaktır. Bu uygulamanın ortaya koyduğu önemli bir nokta, öncelikle hastanelerimizde
yapılan hizmetlerin ölçülebilir hale getirilmesidir. Bu anlayış,
2004 yılı Bütçe Uygulama Talimatı’nda ilk defa yer alan hizmetlerin puanlandırılması ile paralellik göstermektedir. Bununla ilişki-
li olarak ortaya konan diğer bir husus, bu ölçülebilir hizmetlerin
değerlendirilip hizmeti üretenlere yansıtılmasıdır.
Hizmetleri objektif ölçülerle ölçülebilir kılmak için zorunlu belli
kısıtlamalara boyun eğmek zorundayız. Hastanede görev yapan
bütün çalışanların hizmetlerinin ölçülebilir hale getirilmesi en
doğrusudur. Ancak mevcut Bütçe Uygulama Talimatı bu yıl büyük
oranda değişikliğe uğratılmasına rağmen ağırlıklı olarak hekimler
tarafından yapılan hizmetleri içermektedir. Bu aslında uluslarara-
sı hizmet kodlamalarında da farklı değildir. Dolayısıyla her çalışanın, her çalışan sağlıkçının, ayrı ayrı performansının ölçülebilmesinin -en azından bugün için- mümkün görünmemektedir.
Bu durumda yapılan uygulamaya şöyle bakabiliriz: sağlık hizmeti
ekip başı hekim olan bir ekip işidir. Ekip ise sadece bir arada çalışan insanlardan oluşmaz. Yaptıkları işlerin birbirini etkilemesi,
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
159
tamamlaması, bütünlemesi halinde birbiriyle bağlantılı olarak bir
arada çalışan bireyler ekibi oluşturur. Hekim bu ekibin lideri olarak hem ekip bireylerinin çalışmasından sorumlu, hem de onların
katkılarıyla kendi hizmetini sağlayabilecek bir konumdadır. Yani
diğer personelin emeği doğal olarak hekimin performansına yansıyacaktır. Dolayısıyla en azından hekimin performansını ölçerek
ekip bireyleri hakkında dolaylı da olsa, bir yargıya varabiliriz.
Böylelikle, hekimlerin bizzat kendi emekleri ile yaptıkları ölçülebilir hizmetlerden yararlanmak yoluna gidilmiştir. Bütçe Uygulama Talimatında yer alan hizmet kalemleri esas alınarak puanlama
yapılmıştır. Bununla birlikte, yaptıkları hizmetler elimizdeki öl-
çeklerle objektif olarak ölçülemeyen hekimler ile diğer sağlık çalışanlarının emekleri, kurumda üretilen ortalama hizmet puanına
oranla değerlendirilmeye alınmıştır.
Burada söz konusu olan parasal bir birim değil, üretilen hizmetin
ölçümüdür. Yoğun veya riskli birimlerde çalışanların bu ortalama
değere oranla daha fazla hizmet puanı almaları da uygun görülmüştür. Eğer olaya bir döner sermaye işletmesi açısından bakarsanız, bir hastane hizmet alımını, satın almayı çok akılcı yapmaz-
sa, döner sermayenin geliri iyi bile olsa kötü bir şekilde işletilmiş
olur; dolayısıyla burada yaptığı tahakkukun, tahsilatın, bütün bu
harcamalardaki başarısı, hastane yönetiminin parasal açıdan top-
160
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
lam başarısını oluşturur. İşte hastane yönetimi başta olmak üzere
tam bir ekip olarak bütün sağlık çalışanları birlikte bir başarı or-
taya koymuş olur. Katkı payı dağıtımı, hastanenin gerekli harcamalarını, her türlü sarf, kira ve yatırım giderlerini çıkardığımız za-
man geriye kalan artı değerin sağlık çalışanlarınca bireysel hizmet
puanları oranında paylaşımını öngörüyor. Bu paylaşımda serbest
çalışan hekimlerin çarpanı düşük tutulmuştur. Bu çarpanın gittikçe düşürülmesi planlanmaktadır. Burada tedrici olarak muayenehane ile kamu görevinin bir arada yürütülmesinden uzaklaştırma
hedefi vardır. Hekimlerimize böyle bir yön gösterirken, hizmetinin karşılığını hastanede alacağı bir model öngörülmektedir.
Eğitim hastanelerinin en önemli görevlerinden biri eğitim fonksiyonudur. Dolayısıyla eğitim kliniklerinde, daha önce sözü edilen
ekipten daha kapsamlı bir ekip varlığından söz edebiliriz. Üstte
eğiticilerin yani şeflerin olduğu, piramidin içinde eğitim alan doktorların da bulunduğu bir ekip vardır. Eğitim hastanelerinde, kli-
nik çalışanlarını salt bireysel değerlendirmenin eğitim takımının
dengesini olumsuz etkileyebilme olasılığına karşı, klinik bir bütün
olarak ele alınmıştır. Bireysel performansların etkisi daha sınırlı
kalmıştır. Bu sınırlı performans etkisi de özellikle uzmanlar arasında hizmet üretenle üretmeyenin ayrımına olanak vermesi için
uygun görülmüştür. Unutmamalıdır ki, eğitim hastanesindeki
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
161
performans göstergesi sadece tanı ve tedavi hizmeti değildir. Eğitimci kadronun eğitim vermesi, en azından eğitim programını
sunması ve bilimsel çalışma ve yayın yapması da ayrıca puanlan-
dırılmıştır. Bu şekilde uzman hekimlerin çalışma düzeni, eğitim
planı kayıt altına alınacak, denetlenebilir olacak ve bilimsel çalışmalar teşvik edilmiş olacaktır.
Birinci basamak sağlık kuruluşlarında döner sermaye uygulama-
larında bazı farklılıklar vardır. Öncelikle il içindeki bütün birinci
basamak sağlık kuruluşları üniter bir oluşumun birimleri olarak
değerlendirilmiştir. Kuruluşun bulunduğu yerin mahrumiyeti
oranında fazla puan verilmesi öngörülmüştür. Ayrıca koruyucu
hekimlik uygulamalarının başlıcaları ayrıca puanlanmıştır. Böyle-
ce hem taşra gözetilmiş hem de koruyucu hekimlik uygulamaları
özendirilmiştir.
Performansa dayalı döner sermaye uygulamasının hekimler arası
rekabete yol açacağı yönünde eleştirel bir yaklaşım söz konusu.
Aslında bu bir eleştiri ise, katılmamak mümkün değil. Yeteri kadar hekimin ve hastanın olduğu bir kurumda, hekimler dönüşüm-
lü görev yapıyorlarsa bunu önleyecek, her birinin ayrı ayrı görev
üstlenmesine yol açacak bir rekabet söz konusu olacaktır. Bunun
için fiziksel şartlar yeterli değilse, bu şartların temini için idare-
den ısrarlı talepleri olacaktır, olmalıdır da. Hasta potansiyeli ile
162
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
kıyaslandığında hekim fazlalığı söz konusu ise, bu da -deyim yerindeyse- mağduriyete yol açacaktır. Böyle bir durum hekimlerde
fazla yığılma olan yerlerden kendilerine ihtiyaç duyulan bölgelere
doğru yer değiştirme talebi doğuracaktır. Bu da olumlu ve hedeflenen bir gelişmedir; hekim dağılımının daha gerçekçi olması yönünde bir teşvik modelidir adeta.
Bu döner sermaye uygulamasının hastaneleri bir işletmeye dönüştürmeyi hedeflediği eleştirisi de çok haksız değildir. Ancak
tüm dünyada özellikle sağlık kuruluşları, bilhassa ikinci basamak
sağlık kuruluşları kâr amacı gütmeyen işletmeler diye anılır. Batı
dünyasında en başarılı, ününü dünyaya duyurmuş hastaneler daha çok vakıfların kurduğu hatta kiliselerin kurduğu kar amacı güt-
meyen, ettiği karı da, çalışanlarına ve sağlık hizmetlerine yatırıma
yansıtan kuruluşlardır. Hizmet üretimi açısından işletmeyi reddetmiyorum, hatta gerekli ve yararlı buluyorum. İşletmenin üret-
tiği artı değerin çalışana yansıtılması aynı zamanda hizmet üretimine bir yatırımdır.
Bu uygulamada üzerinde özenle durulması gereken önemli bir
nokta da hastanenin döner sermaye harcamaları hakkındaki karar sürecine çalışanların dahil edilmesidir. Olabildiğince farklı
mesleklerin temsil edildiği birer komisyon oluşturularak gerek
yönergede belirtilen birçok alanda, gerek ödenecek katkı payı
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
163
miktarında ve hatta katkı payının ödenip ödenmemesi konularında yetkili kılınmıştır. Bu komisyon gerekli gördüğünde oluşan
artı değeri katkı payı olarak dağıtmak yerine, hastanenin sağlık
hizmetini iyileştirmek, kaliteyi veya kapasiteyi artırmak için yatırıma dönüştürebilir.
Ülkemizde sağlık hizmeti alnında etkili bir denetim varlığında ne
yazık ki, söz etmek mümkün değil. Hekimlerin yaptığı hizmetlerin
ne hizmet sayısı açısından ölçülebilir bir kriteri var, ne hizmetin
zamanla, eğitim yüküyle, riskiyle vb ile oranlanmış bir ölçülebilir-
liği, ne de bunun çıktısıyla ölçülebilirliği var. Bu uygulamayla en
azından nicelikle birlikte eğitim, bilimsel çalışma, birinci basmakta koruyucu hekimlik uygulamaları başarısı gibi bazı ölçülebilir
kriterler konmaya başlanıyor, yani denetim esaslarını geliştirebi-
lecek ölçütler ortaya konmaya çalışılıyor. Performans ölçümü nicelik ölçümüyle eş değer değildir. En azından bir boyutun ölçül-
meye başlanmış olması nitelikle ilgili boyutun ölçülmesi için fırsat
oluşturacaktır. Sayısını ölçemediğimiz bir şeyin kalitesini ölçtüğümüzü iddia edemeyiz. Sıkı takiple denetim mekanizmaları geliştirmek mümkündür. Uygulamanın sonuçları görüldükten sonra,
ilk planda sanıldığı gibi hekimlerin çok sayıda hasta bakması hedeflenmeyecek, hekimin kaliteyi koruyarak vaktini maksimal verimli kullanabileceği kadar hasta bakmasını olanaklı kılacak bir
164
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
denetim ve sınırlama yapılacaktır.
Bütün bunlara rağmen hekimin en güçlü denetçisi meslek eğitiminde aldığı nosyon, ettiği yemin ve vicdanıdır. Gece yatağına
uzandığında görevini iyi yapmış olmanın huzurla uykuya dalabiliyorsa en iyi performansı göstermiş demektir.
Ocak 2006
Kaynaklar
1. Ilic I: Medical Nemezis. 1975
2. Kohn LT, Corrigan JM, Donaldson MS: To Err is Human: Building
a Safer Health System. Institute of medicine, Committee on Quality of
Health Care in America, 2000
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
165
Sağlıkta performans:
Ne için, nereye kadar
SD Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü dergisinin kış sayısında
(2007), Sağlık Bakanlığı tarafından uygulanmakta olan performansa göre ödeme sistemine eleştirel yaklaşan bir makale yayım-
landı. Recep Öztürk ve Volkan Kara imzasını taşıyan, “Sağlıkta
Performansın Performansı” başlıklı yazıdan söz ediyorum. Şunu
itiraf etmeliyim ki, bugüne dek bu konuda söylenmiş çok sayıda
söz dinleme, yazılmış onlarca yazı, gönderilmiş yüzlerce elektro-
nik posta okuma fırsatım oldu. Bakanlıkta ilgili birimlerin bu gibi
geri bildirimleri değerlendirmesiyle süreç içinde oldukça belirgin
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
167
değişmelere ve gelişmelere şahit olduk. Belki bunların içinde sistemi tümüyle ele almaya çalışan ve bir nebze de olsa anlamaya çalışarak eleştirme kaygısını müşahede ettiğim bu yazıdan ilham
alarak sağlıkta uygulanan performans değerlendirme konusuna
değinmek istiyorum.
Aslında Sağlık Bakanlığı’nın bu uygulaması birçok örnekten etki-
lenmiş olsa da, kendine has kuralları olan özgün bir model haline
gelmiştir. Böyle olması, ne yazık ki, inceleyip anlayabilmek için
fazlaca gayret göstermeyi gerektiriyor. Bu durumu, sistemin fazlaca karmaşık olduğuna atfederek eleştirmeniz de mümkündür. Ya-
pılan eleştirilerin, hatta ithamların çoğu zaman sistemi anlama
gayretinden yoksunluğu yansıtması üzücü olduğu kadar faydasız
da olmaktadır. Çoğu zaman en acımasız eleştiriler bu sistem için-
de çalışmayan, performansa göre ödeme almadığı halde dışarıdan
gözlemleyen meslektaşlarımızdan yükselmektedir. Bizzat bu uy-
gulamanın içinde bulunarak doğrudan etkilenenlerin eleştirileri
ise ne yazık ki, çoğu kez ellerine geçen maddi değere odaklanmakta, neden ve niçinini irdelemekten uzak kalmaktadır. Hatta böyle
bir uygulamanın amaçlarına hiç dikkat etmeden konu bir “ek öde-
me” düzeyine indirgenebilmektedir. Bazen de birbirine tamamen
karşıt, hata biri diğerini yalanlayan eleştiriler yapılabilmektedir.
Örneğin A dalında bir hekim kendisinin B dalına göre haksızlığa
168
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
uğradığını savunurken, B dalından bir başka meslektaşımız A da-
lına imtiyaz tanındığını ileri sürebilmektedir. Asistanlardan daha
az ek ödeme almaktan yakınan şeflerin yanında, bütün yükü ken-
dileri çektiği halde şeflerine göre çok az ek ödeme almaktan şikayetçi olan asistanlarımız olmaktadır. Bir başka sık karşılaştığımız
çelişkili eleştiri ek ödemenin dengesi ile ilgilidir. Bir yandan çalışanlar arasında iş barışının bozulduğu, ödemelerin herkese eşit
yapılması gerektiği yönünde uyarılar yapılmaktadır. Diğer yandan
kendi işinin riskler taşıdığı, diğerlerine göre ortaya çıkan farkın
yetersiz olduğu ve farkın daha fazla olması gerektiği yönünde ıs-
rarcı eleştiriler yükselebilmektedir. Tartışmaların bu düzeyde tutulması sistemin anlaşılmasını daha da güçleştirmektedir. Hatta
algının bu noktaya kilitlenmesi, bir motivasyon aracı olarak ortaya konan yöntemin demotive edici bir uygulamaya dönüşmesi riskini bile taşımaktadır.
Her husus eleştiriye muhtaçtır ve bu geri bildirimlerin değerlen-
dirilmesi ile gelişir. Ancak yapılan geri bildirimler ne kadar sistem
kavranarak yapılırsa, o derecede etkili ve yararlı hale gelir. Şu da
özellikle bilinmelidir ki; sağlık bakımında, olumsuz yan etkilere
yol açmayan hiç bir ödeme sistemi henüz geliştirilebilmiş değildir.
Bu yüzden her zaman eleştirilecek yönü bulunacaktır. Önemli
olan belirlenen hedeflere en fazla yaklaşabilme başarısıdır.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
169
Sağlık emekçilerinin daha verimli işler yapmasını sağlamak ve kaliteli hizmet sunumunu teşvik etmek için ölçülebilir hizmet tanımlamaları yapılmak zorundadır. Bu amacı gerçekleştirmek için
farklı performans ölçütleri üzerinde durulmaktadır. Bu ölçütlerin
başlıcaları şunlardır:
1. Hizmet sunulan insanların mutluluğunu sağlamak,
2. Daha iyi bir sağlık düzeyi (çıktı/akıbet) elde etmek,
3. İyi tanımlanmış kaliteli bir sağlık hizmet sunum sürecine uymak,
4. Bu hizmeti sunmak için kullanılan alt yapı, insan ve malzeme
kaynaklarında (girdi) tanımlanmış normları yerine getirmek.
Performans ölçütü olarak bunların hangisi kullanılırsa kullanılsın
eleştirel yaklaşımlardan kurtulabilmek mümkün değildir. Her bi-
rinin avantaj ve dezavantajları vardır. Bu yüzden hakkaniyetli bir
performans ölçümünü gerçekleştirmek istenince genellikle bu ölçütlerin bir arada değerlendirildiği karmaşık yapılar oluşturul-
maktadır. İster tek başına, isterse birçoğunu bir arada barındıran
karmaşık bir yapı içinde olsun, hangi performans ölçüm yöntemini kullanırsak kullanalım, uygulama esnasında cevaplanması gereken birçok soru karşımıza çıkmaktadır.
Sağlık hizmetlerindeki bu performans ölçütleri açısından mevcut
uygulamaları değerlendirirsek, sınırlı düzeyde de olsa yukarıdaki
170
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
kriterlerin kullanıldığını söyleyebiliriz. Sistemde hasta memnuniyetinin ölçümü ile alt yapının ölçümü konusunda daha fazla so-
mut uygulamalar yer almaktadır. Ancak, süreç ölçümü son derece
sınırlı kalmakta, çıktı ölçümü ise henüz yapılamamaktadır. Klinik
uygulama süreçleri ve klinik çıktıların ölçümü için daha fazla ça-
lışma yapılması ve uygulamaların bu yönde geliştirilmesi önerilebilir. Ancak çıktıya dayalı performans ölçümünün kuramı konu-
sunda fikir birliği olsa da, işlerliğinin tartışmalı olduğu unutulmamalıdır. Yine süreç analizinde, belirli bir iyi klinik uygulamanın
arka planını oluşturan verinin gücünü tayin etmenin ne denli kar-
maşık bir yapı arz ettiği bilinmektedir. Bu yüzden uygulamada eksik gibi görünen hususların aslında çok daha tartışmalı konular
olduğu unutulmamalıdır.
Uygulamaya konduğu 2003 yılından beri geri bildirimler ve elde
edilen sonuçlar analiz edilerek sürekli geliştirilen bireysel perfor-
mans göstergeleri, öncelikle sağlık hizmetlerinde takım liderliği
görevi üstlenen hekimler tarafından gerçekleştirilen ve doğrudan
emeğe bağlı hizmetlerin ölçümüne dayanmaktadır. Bunun yanında, hastane enfeksiyon kontrolü, klinik içi eğitim ve bilimsel çalış-
malar ayrıca performans göstergeleri olarak kabul edilmektedir.
Birinci basamak sağlık kuruluşlarında performans uygulamasında bazı koruyucu sağlık ölçütlerine özellikle ağırlık verilmiştir.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
171
Nicelik olarak ölçülebilen bireysel performans ölçütleri değerlendirilirken, kurumların kendi aralarında derecelendirilmesi veya
çalışanlara ücret olarak yansımasında, çalıştıkları kurumun
amaçlarını gerçekleştirme başarısı önemli bir yer tutmaktadır. Bu
yüzden öncelikle kurumun hizmetlerini kayıt altına alarak belgelemesi, ödül kaynaklarını üretmesi, satın almalarda ve sarf kul-
lanımında yeterli verimlilik ve tasarrufu gözetmesi, yani akılcı bir
şekilde yönetilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bütün çalışanlar
olumsuz etkilenecektir. Bunun yanında “kurumsal performans”
tanımı ile Bakanlığın koyduğu hedeflerin gerçekleştirilme oranı
da sonucu belirleyici önemli bir faktördür. Kısacası çalışanların
performansının yüksek olması için, hastalara hekim seçme hakkının sağlanmış olması, hastane ortamının, alt yapı ve fizik şartları-
nın belli kriterleri karşılayacak düzeye çıkarılması, sağlık hizmet
sürecinde belli uluslararası kalite kriterlerinin yerine getirilmesi,
hasta memnuniyetinin sağlanmış olması ve Bakanlığın güncelle-
diği hedeflerin yerine getirilmiş olması gerekmektedir. Bu kadar
değişkenin bir arada olduğu bir sistemde, sadece ay sonunda ken-
di aldığı ek ödeme miktarına bakarak sistemi yargılayabilmenin
ne kadar zor ve anlamsız olduğunu her halde fark etmemek mümkün değildir.
Sistem sadece parasal bir ödeme modeli olmayıp belirlenen “başa-
172
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
rı ölçütlerine” göre personeli ödüllendirerek bireysel verimliliği
arttırmasının yanında “kurumsal performans kriterleri” ile birlik-
te tutumluluk, verimlilik ve etkinlik sağlamayı hedefleyen bir uygulamadır. Bu sistemde ödüllendirme, zannedilenin aksine çok
hasta görene değil, zamanın, mekanın, kaynağın verimli kullanıl-
masına ve verilen hizmetlerin kayıt altına alınmasına göre yapılmaktadır. Yani kişinin kendi çalışma ve gayretinin yanında çalıştığı bölümün ve kurumunun bir bütün olarak değerlendirilmesi
esastır. Performans değerlendirilmesi ve performansa göre döner
sermaye katkı payı ödenmesi uygulamaları, çalışanların adeta or-
takları olduğu sağlık kuruluşlarını idari ve mali özerk kurumlar
olarak yarına hazırlama sürecinde önemli bir araçtır. Zira bu sis-
tem, kurumun hedefleri ile çalışanların bireysel hedeflerini bütünleştirerek bireylerin oluşturdukları değeri bu ortak amaçlar ve
hedefler doğrultusunda yönlendirmektedir. Görüldüğü gibi, uygu-
lanmaya çalışılan yöntem sadece sonuçları ölçmeye ve bunları
ödüllendirmeye değil, organizasyona belirlenen amaçlar doğrultusunda yön vermeye yöneliktir.
Bakanlığın performans yönetimi çerçevesinde uygulamaya koy-
duğu model temelde yukarıdaki prensipleri gözetirken, uygulama
alanının özelliklerine göre farklı ölçütleri öne çıkarmaktadır. Mesela sağlık ocaklarında belirleyici faktör, kırsalda çalışma ve koru-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
173
yucu sağlık hizmetlerindeki başarıdır. Toplum sağlığı merkezlerinde performans kriterleri, bu merkezlerin denetim görevi ve
topluma yönelik koruyucu hizmetlerine odaklanmıştır.
Hastanelerde bireysel performans, doğrudan gerçekleştirilen tıbbi işlemlerin nicelik ölçümüne dayanırken bunun çalışana yansıması kurumun gösterdiği performansla bir arada şekillenmekte-
dir. O hastanede doktorların yeterli çalışma ortamına sahip olma-
sı ve hizmete erişim, hizmet alan hastaların memnuniyeti, fiziksel
alt yapı ve bazı süreçlerin denetimi, hizmetlerde belirlenen kalite
kriterlerinin yerine getirilmesi, hastanenin hizmet üretiminde ba-
kanlıkça belirlenen hedefleri gerçekleştirme oranı gibi çok sayıda
etken, kurumun performans çerçevesini oluşturmaktadır. Dolayı-
sıyla bu kadar fazla değişkenin bir araya gelmesiyle oluşan döner
sermaye katkı payını sadece muayene ve ameliyattan alınan puana indirgeyerek bir bonus gibi algılamak en hafif ifadeyle sistemin
anlaşılmaması demektir. Belki bu konuda yapılabilecek haklı bir
eleştiri, bu kadar fazla etkenin bir araya gelerek oluşturdukları sonucun üzerine bu etkenlerden her birinin etki oranının sınırlı olması ve bu yüzden etki düzeyini algılamayı zorlaştırmasıdır. Yani
sistemi inceleyenler hangi etkenin sonuca ne oranda etkili oldu-
ğunu anlamakta zorluk çekmektedirler. Bu etkenlerin bir formülde eşit ağırlıkla yer almaları yerine, hesaplanan bireysel perfor-
174
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
mans puanının parasal dönüştürme faktörü içinde bir paya sahip
olması aslında etki oranını hesaplamayı imkansız kılmaktadır. Bu
yüzdendir ki, somut bir gösterge olan bireysel performans puanı
üzerinden fikir yürütülmektedir. Bu yaklaşım ne yazık ki, sistemin
bütününün ihmal edilmesine yol açmaktadır. Buna rağmen, hastanelerimizde kalite sorumlularının gittikçe daha etkili hale gelmesi, uygulamada kalite görevlilerinin hastanelerimizi dönemsel
denetimleri bu politikanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Birçok
hastanemizde kaliteli hizmet için hedeflerin konması, süreçlerin
iyileştirilme çalışmaları, fiziksel alt yapıyı daha iyi hale getirme
uğraşları bu performans uygulamalarının sonucudur.
Performansın kurumsal çerçevesi eğitim hastanelerinde de aynıdır. Yani yukarıda sözü edilen bütün etkenler bu hastanelerimiz
için de geçerlidir. Ancak bireysel performansın tanımı eğitim hastanelerinde farklılık arz etmektedir. Bu farklılık öncelikle doğrudan üretilen tıbbi hizmetlere bilimsel çalışma ve eğitim ölçütleri-
nin de eklenmesine bağlıdır. Ayrıca doğrudan tıbbi hizmetle elde
edilen performans puanının hesaplanmasında da, bireyin gayretinden çok eğitim kliniğinin ekip başarısı esas alınmıştır. Burada
eğitim kliniğindeki hiyerarşik yapı gözetilerek farklı katsayılar
kullanılmış, ancak ortak payda olarak bir klinik bütün olarak ele
alınmıştır. Burada kliniğin şef yönetiminde olması, dolayısı ile kli-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
175
nik başarısında bireysel gayretlerden çok şefin yönetim başarısının rol alması dikkate alınmıştır. Buna rağmen bir ekip içindeki
farklı performans gösteren bireylere karşı haksızlık etmemek,
performansı yüksek olan doktoru ayrıca ödüllendirmek, ya da tersine performansı klinik ortalamasından düşük olanın bunun so-
nucundan etkilenmesini temin etmek üzere bireysel işlem puanının klinik ortalamadan sapması ayrı fakat sınırlı bir etken olarak
kabul edilmiştir.
Ayrıca eğitim hastanelerinin temel görevi sağlık hizmeti üretmenin yanında bilimsel çalışma yapmak ve uzmanlık eğitimi vermek-
tir. Bugüne kadar ne eğitim hastanelerimizde, ne de üniversite
hastanelerimizde bu hususları ölçen, denetleyen ve bir yaptırıma
bağlayan mekanizmalar kurulabilmiş ve uygulanabilmiştir. Kli-
niklerin kendi aralarındaki rekabetin etkisi ve eğitim sorumluluğu
üstlenenlerin akademik anlayışı, bireysel gayreti, motivasyonu ve
vicdanı belirleyici rol oynamaktadır. Performansa göre ödeme
modelinde eğitim hastanelerindeki bu boşluk doldurulmaya çalışılmış ve bilimsel çalışma ve eğitim puanı, eğitim sorumlularının
bireysel performansında önemli belirleyiciler olarak tanımlan-
mıştır. Bu iki önemli etkenin ölçülebilir bir ölçüt hale getirilmesi
için kullanılan referans değer, hastane ortalama puanıdır. Böylece farklı kliniklerdeki doktorların eğitim ve bilimsel çalışma puan-
176
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ları standardize hale getirilmeye çalışılmıştır. Bunun standart bir
puan yerine, hastane ortalama puanının oranı olarak yansıması,
toplam bireysel puan içindeki ağırlığının süreç içinde ve hastane-
ler arsında dengeli olmasını sağlamıştır. Eğitim ve bilimsel çalışmanın değerlendirmesinde rekabetçi ölçüt yerine eşik değerler
kullanılmıştır. Bu da eğitim görevlilerimizin belirlenen asgari
şartları sağlamalarını teşvik etmek ve en azından belli düzeye gelmelerini sağlamak amaçlıdır. Bilimsel çalışma ve eğitimin nicelik
ve niteliğinin çok sorgulanabilir olması ve yeterince üzerinde fikir
birliği sağlanmamış olması nedeniyle, daha basit bir ölçüt olan
eşik değerler esas alınmıştır.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bir klinik şefi veya yardımcısının performans puanının hesaplanmasına değinmek isterim.
Şef veya yardımcısının performans puanının esası, klinik içindeki
hiyerarşik konumuna dayalı katsayı oranındaki klinik ortalama
puanı, belirlenen miktarda bilimsel yayın yapması şartıyla hasta-
ne ortalama puanının yüzde otuzu, yine belirlenen miktarda hasta viziti, pratik ve teorik asistan eğitimi yapması şartıyla hastane
ortalama puanının yüzde otuzunun bileşiminden oluşmaktadır.
Bunun yanında bireysel olarak ürettiği hizmet puanının klinik ortalamasından olan farkına göre olumlu veya olumsuz fakat sınırlı
bir etkilenme olmaktadır. Görüldüğü gibi bilimsel çalışma ve eği-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
177
tim sorumluluğunu yerine getiren bir şefin bireysel performans
puanının ağırlığı, esasen kendi kliniği ve hastanesinin performansına bağlıdır.
Klinikte asistan sayısının uzman sayısına eşit olduğunu var sayalım. Hastanede bütün kliniklerin benzer performans gösterdiğini,
dolayısıyla hastane ortalama puanının klinik ortalama puanına
eşit olduğunu bir diğer varsayım olarak kabul edelim. Şefin kliniğindeki diğer uzmanlar kadar tıbbi işlem yaptığı bir durumda bi-
reysel performans puanı hesaplanacak olursa bu puanın asistanından 3,6 kat fazla olduğu görülecektir. Bu puanın yüzde 14’lük
bir kısmı kendi gerçekleştirdiği tıbbi işlemlerden kaynaklanmakta, yüzde 70’lik kısmı klinik ortalama puanından, yüzde 16’lık bir
kısmı ise hastane ortalama puanından etkilenmektedir. Bu dağılı-
mın, bir klinik şefini daha çok klinik ortalamasına yansıyacak olan
ekibinin performansını yükseltmeye, ikincil olarak hastanenin
performansının artırılmasına teşvik edeceği, bu puan dağılımını
gerçekleştirebilmek için de, bilimsel çalışma ve eğitim destek puanını alabilecek şartları sağlamaya iteceği açıktır.
Görülüyor ki, performansa göre ödeme sisteminin eğitim hastane-
lere ilişkin kısmı hizmet hastanelerindekinden çok daha fazla etkenleri dikkate alarak uygulanmaktadır. Bu da eğitim hastane
modelinin daha karmaşık ve zor anlaşılır olmasına yol açmakta-
178
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
dır. Bu etkenleri azaltarak sistemi basitleştirmek kolay anlaşılabilir olmasına yol açacak ve uygulama kolaylığı sağlayacaktır. Ancak
böyle bir yaklaşım, işi kolaylaştırmakla birlikte performans ölçüm
hedefinden, çalışanları ve kurumları belirlenen hedefe doğru yönlendirme işlevinden uzaklaşmak anlamına gelecektir. Diğer yandan oluşturulan yöntemdeki çok etkenli yapının tasarlanması, her
bir etkenin etki gücünü azaltmakta ve bazılarının göz ardı edilmesine yol açabilmektedir. Özellikle sistemi anlama güçlüğü çeken
doktor ve yöneticilerin davranışlarında bunun yansımaları görülebilmektedir. Zamanla sistem daha fazla eleştirildiği, irdelendiği
ve anlaşılmaya çalışıldığı sürece farklı etkenlerin varlığının ve değerinin kavranacağına inanıyorum. Bu etkenlerin döner sermaye
ek ödemesine yansımaları küçük olsa bile, zamanla oluşacak olan
farkındalık motivasyon gücünü gösterecektir. Özellikle başarılı
yöneticilerimizin bu ölçütleri dikkatli ve titiz uygulaması, gerçek-
liğini denetlemesi ve sonuçlarını kurum içinde düzenli ilan etmesi sistemin iyileşmesinde çok önemli rol oynayacaktır.
Sağlık Bakanlığı tarafından geliştirilerek uygulamaya konan performans sistemi, özel hastanelerde uygulanan pirim sistemi gibi
salt bir “hak ediş aracı” değildir. Diğer yandan bir işletmede yalnızca kârlılığı teşvik etmeye dayalı bir “kar paylaşımı yöntemi” de
değildir. Sonuçta ödüllendirmeye dayalı bir yöntem olması, yuka-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
179
rıdaki hususlardan tamamen bağımsız olduğunu göstermez; kurumun başarısının bu başarıda katkısı olan çalışanına yansıması
sistemin doğası gereğidir. Ancak bu yansıma veya ödüllendirme,
kişilerin belirlenen hedefe yönelik davranmalarını sağlamak, bu
yönde onları motive etmek, bireysel gayretleri yanında çalıştıkları kurumatopyekün sahip çıkmalarını teşvik edici davranış değişikliği oluşturmak amaçlı bir performans yönetiminin aracıdır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz performans puanının hesaplanmasın-
da payı olan bütün ölçütler sağlık organizasyonunun hedefleri
kapsamındadır.
Kurumsal yapıların karmaşıklığı bir yana, bir tanı ve tedavi sürecinde çok sayıda sağlık çalışanının birlikte gerçekleştirdiği ve bir-
biri ile girift ilişkiler içinde olan bir hizmet ortaya çıkmaktadır.
Çıktısı doğrudan insanın mutluluğu olan bu hizmetlerin değerlendirmeleri çok boyutlu olmak zorundadır. Klasik ölçüm sistemlerinin dayandığı verimlilik, kârlılık, maliyet oranları gibi kavramlar,
bu alanda son derece yetersiz kalmakta, hatta sağlık sisteminin
amaçları ile uyuşmamaktadır.
Görev yaptığımız kurumun konumu ve çalışma şartlarımızı kap-
sayacak şekilde mevcut durumu idealize ederek, döner sermaye
ödemesini personeli tatmin edici bir “maaş olarak algılamamak
gerekir. Bu yüzden zaman zaman hakkaniyete uymadığı tarzında
180
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
eleştirilere muhatap olunan bazı noktalar, aslında yönetimin hedeflerine uymayan hususlardır. Burada yeterli hastası olmayan
bir yerdeki doktoru ödüllendirmek yerine, doktor bulamayan has-
tanın olduğu yere doktorun gitmesini teşvik etmek gerekmektedir. Aynı statüdeki doktorların farklı kurumlarda eşit ek ödeme almaması sistemin zayıf halkası değil, hekimi kendine ihtiyaç duyu-
lan yere gitmeye teşvik edecek olan güçlü halkadır. Fiziki şartların
yetersizliğinin yansıması ise geçici bir olumsuzluktur. Süreçte bu
fiziki şartların iyileştirmesine yönelik gayret ve fedakarlık gerekiyorsa, yöneticilerle birlikte bütün çalışanlarda bu sorumluluk ve
bilinci üstlenmeye yönelik bir teşvik oluşmaktadır.
Aslında çalışan, çalıştığına inanılan ancak çalışmalarını belgeleyemeyen, kayıt tutmayan personelin ödüllendirilmesi beklenmeme-
lidir. Hiçbir kalite sistemi kayıt altına alınmayan süreçleri değerli
bulmaz. Kaliteli sağlık hizmeti verme sorumluluğunu yerine getir-
mek, sağlık hizmeti sunumunu bütün detayları ile kayıt altına ala-
cak sistematik bilgi toplanması ve bu bilginin sağlık hizmet sunucuları ve kamu ile paylaşılması yoluyla mümkün olabilir. Sağlık
kayıtlarının sağlıklı tutulması, yapılacak her türlü değerlendirme,
ölçüm ve ödüllendirme için vazgeçilmez bir unsurdur. Performans uygulamasının çalışanları kayıta zorlaması bu yüzden
önemli bir başarı göstergesidir.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
181
Farklı hekimlik branşları arasında bir denge gözetilmeye çalışılmıştır. Ülke genelindeki uygulama sonuçları bu dengenin olabil-
diğince korunduğunu göstermektedir. Bu dengenin meslek güçlü-
ğü ve riski gözetilerek farklılaştırılması yönüne gidilmemiş ve olabildiğince farklı branş hekimleri arasında gelir uçurumu oluşturmaktan kaçınılmıştır. Bu yüzden bir yandan bu farklılığın yapıl-
maması eleştiri konusu yapılırken, diğer yandan branşlar arasın-
da adaletli davranılmadığı yönündeki eleştiriler neredeyse birbirini naksetmektedir. Hizmetlerin puanlanmasında uluslararası çalış- malardan faydalanılmış olmasına rağmen, düzeltilmesi gere-
ken nokta kusurlar olabilir; bunların da düzeltilmesine yönelik
gayretler olmalıdır. Ancak bu değişikliklerin branşlar arasında
büyük farklılık oluşturmaya neden olmamasına özen gösterilmek
zorunluluğu vardır.
Performans değerlendirilmesinde zaten sistemin hedefleri doğ-
rultusunda çok sayıda ölçüt kullanılmıştır. Eğitim hastanelerinde
bu ölçütlerin ne denli fazla olduğu ve bunun etkileri yukarıda tar-
tışıldı. Doğrudan ana öngörü ve hedeflere yönelik olmayan iyileştirme araçlarının ölçüt olarak kullanılmasından kaçınılmıştır. Ör-
neğin doktor ve diğer sağlık personeli için kendi içlerindeki hiyerarşi korunarak farklı katsayılar belirlenmiştir. Ayrıca eğitim kliniğindeki farklı düzeydeki doktorlar arasında da aynı kaygı ile
182
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
farklı katsayılar kullanılmaktadır. Bu katsayı çeşitliliğinin olabil-
diğince az olmasına çalışılmış ve sadece iş hiyerarşisi ve işe odak-
lı statü ile sınırlı tutulmaya gayret edilmiştir. İşin doğrudan gereği olmayan sertifikasyonlar, ilave eğitimler ayrıca katsayı veya ek
puanla etken haline getirilmemiştir. Aksi takdirde aynı işi yapan
aynı statüdeki çalışanların performanslarının farklı olması gibi bir
algıya yol açılacak ve bunun sonucunda aldıkları ek ödemenin
farklılaşması ortaya çıkacaktır. Mesela bir klinikte aynı sorumlu-
luğu taşıyan, aynı yükü çeken, sağlık koleji, ön lisans ve lisans mezunu üç hemşirenin farklı döner sermaye almasına yol açılacaktır.
Bu ise bir başka adaletsizlik tartışması başlatacaktır. Burada amaç
ilave eğitimin teşvik edilmesinin önüne geçilmesi değil, doğrudan
işin gereği olmayan eğitimin hedefler arasına konarak, diğer etkenlerin sonuç üzerine etkisinin azaltılmasının önlenmesidir.
Performansa değerlendirilmesi ve çalışanların performansa göre
ödüllendirmesi doğaldır ki belirlenen ölçütleri gerçekleştirme yö-
nünde teşvik oluşturacaktır. Detayları ile anlatmaya çalıştığım çok
sayıdaki ölçütü görmezlikten gelerek, sistemin sadece (ama sade-
ce) fazla hasta muayene etmeye ve fazla ameliyat yapmaya yol açtığı, hatta buna bağlı olarak sağlık harcamalarını artırdığı iddiası
kabul edilemez. Eğer etkisi sadece buysa bu eleştirileri yapanlar
gibi uygulayıcıların da sistemi tanımaları ve bütün ölçütlerin farkına varmaları için özel gayret göstermemiz gerekmektedir. Do-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
183
ğaldır ki, doktor ve hemşire sayısının mevcut iş yükü ile kıyaslanmayacak şekilde sınırlı olduğu ülkemizde muayene, ameliyat ve
tedavilerde nicelik artışı hedeflerimiz arasındadır. SSK hastanelerinin sancısız devri, SSK mensupları ve yeşil kart sahipleri başta
olmak üzere bütün vatandaşlar için sağlık hizmetine erişimin artırılması, bir dönem medyada sağlık haberlerinin gözdesi olan
hastane kuyruklarının ortadan kaldırılması, bir üst kuruma hasta
sevklerindeki azalma performans sistemi sayesinde başarılmıştır.
Performansa göre ödeme sistemi, devlet hastanelerinin sistemde
rekabet eden aktörler haline gelmesini kolaylaştırmıştır.
Kısıtlı bir kadroyla muayenede hastalara daha uzun zaman ayrıldığı, hasta bakımında güleryüzle ilgilenen hemşirelerin hastalara
sahip çıktığı, özlenen kalitede bir sağlık hizmeti verilebilmesinin
ne derecede mümkün olduğu tartışılmak zorundadır. Ancak bu
gerçekle yüz yüze olmak, kaliteli sağlık hizmeti vermek adına has-
taların bir kısmını sağlık hizmetinden mahrum etmek anlamına
gelmemelidir. Sosyal devlet olma iddiası, bütün vatandaşlarımızın
sağlık hizmetlerine kolay erişimi ve ihtiyaçları oranında yararlanmaları sorumluluğunu bize yüklemektedir. Kamu hastanelerimizin eski hale dönmesi, doktorlarımızın olağanüstü bir gayretle ça-
lışmalarının teşvik edilmesinin yok edilmesi, hastaların doktora
erişiminin önüne engeller konması, kuyruklar, bekleme listeleri
oluşturulması ve böylece sağlık harcamalarının azaltılması politik
184
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
bir tercihtir. Sağlık sisteminde karar vericiler olarak bu tercihi
üstlenmemiz mümkün değildir. Sağlık harcamalarını azaltmak
uğruna bu çarkı geri döndürecek bir anlayışı en azından sağlık çalışanlarının kabul etmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Sağlıkta performans yönetiminde önemli bir araç haline gelen
performansa göre ödeme yöntemi, diğer dinamiklerden bağımsız
bir sistem gibi ele alınırsa, sağlık hizmetlerinde erişimde adaletin
sağlanması, kalite arayışı ve maliyet kontrolü gibi sağlığa yönelik
politika yapıcılarının ana gündem maddelerinin ağır yükünün yeterince kaldırılamayacağı görülebilir. Sağlık bakım hizmetlerinde
önemli olan birçok günlük rutin işler ile belirlenen hedeflerle doğ-
rudan ilişkili olamayan başarılar performans ölçütleri içine alına-
mayacaktır. Bu açıdan sistemi iyileştirmeyi bir bütün içinde değerlendirmek ve performans ölçümü ve buna göre ödüllendirme
yöntemini tek başına çözüm yerine, önemli araçlardan biri olarak
görmek daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Sağlıkta iyi eğitim görmüş,
vasıflı, bilgi ve ahlak açısından donanımlı insan gücü, iyi işleyen
bir bilgi işlem alt yapısı, iyi tanımlanmış kanıta dayalı klinik sü-
reçler, iyi tanımlanmış hizmet ve malzeme veri ambarı, maliyet ve
kalite unsurlarının hizmet sunana bir şekilde geri tepkimesinin
olması, performansa göre ödeme sistemi ile birlikte rol alırsa çok
daha etkili olur.
Şubat 2008
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
185
Kaynaklar
* Öztürk R, Kara V: Sağlıkta performansın performansı. Sağlık Düşüncesi
ve Tıp Kültürü Dergisi, 5: 2007
* Hamza Ateş H, Kırılmaz H, Aydın S (Editörler): Sağlık Sektöründe
Performans Yönetimi Türkiye Örneği, Asil Yayın Dağıtım, Ankara, 2007
* Aydın S, Demir M: Sağlıkta Performans Yönetimi, Performansa Göre
Ödeme Sistemi. Sağlık Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı 2. Baskı.
Ankara, 2007
186
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Genel sağlık sigortası ne getiriyor
Yasal altyapı
Anayasamızın 56. maddesinde sağlık hizmetlerinin yaygın bir şe-
kilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurula-
bileceğinden söz edilmektedir. Bilindiği üzere, genel sağlık sigortası Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın bileşenleri arasında yer aldığı
gibi Sosyal Güvenlik Reformu bileşenleri arasında da yer almıştır.
Altmışlı yıllardan beri şarkısı söylenegelen Genel Sağlık Sigortası,
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabulü ve Cumhurbaşkanı’nca
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
187
onaylanmasını takiben 16 Haziran 2006 tarihinde 26200 sayılı
Resmi Gazete'de yayınlanmış ve böylece teorik anlamda kurul-
muştur. Mecliste kanunlaştığında kanunun yürürlük tarihi 1 Ocak
2007 idi. Bu tarihten sonra ülkemizde sağlık hizmetinin sunumu
adına ne değişeceğini hep birlikte görmek üzere beklentiye girmiştik. Ancak ne var ki, bir deprem oldu ve kimilerine göre “çatı
çöktü”. Cumhurbaşkanı ve ana muhalefet partisine mensup bazı
vekillerin başvurusu üzerine bu kanunu gündemine alan Anayasa
Mahkemesi 16 Aralık günü kararını kamuoyuna açıkladı. Kanunun birçok maddesi için yürütmenin durdurulması ve iptal karar-
ları verildi. Kamu görevlilerini ilgilendiren 17 madde, sosyal sigor-
ta kapsamındaki yurttaşlarımızı ilgilendiren 4 madde ve BağKur'luları ilgilendiren 7 madde kısmen iptal edilmiş oldu.
İptal edilen maddelere bakıldığında sağlık sigortası ile ilgili olanların azınlıkta olduğu görülmektedir; yani çoğu pirimler ve emek-
lilik süresi ile ilgilidir. Yüce mahkemenin devlet memurları ile il-
gili hassasiyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu durum, kasıt ne
olursa olsun, en azından şimdilik ayırımcılık olarak algılanmış ve
başta işçi sendikaları olmak üzere sosyal tarafların tepkilerine yol
açmıştır. Kastın bu olmadığı veya ne olduğu, gerekçeli kararın yayınlanmasından sonra anlaşılacaktır. Ancak kamu personelini özlük haklarının ayrı bir kanun ile düzenlenmesine işaret edildiği
188
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
kanısı yaygındır. Ayrı bir kanunla devlet memurlarına benzer hükümlerin getirilmesi mümkün olursa, kamuoyunda oluşan, mah-
kemenin ayırımcılık yaptığı kanısı ortadan kalkacaktır. Buna da
ihtiyaç vardır. Bu hem hakkaniyet duygusunun yerleşmesi, hem
de sosyal güvenlik reformunun hedefine ulaşması için gereklidir.
Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulunda 2007 yılı
bütçesi görüşülürken verilen bir önerge ile 5510 sayılı kanunun
yürürlük tarihi 1 Temmuz 2007 olarak değiştirilmiş, yani uygulama altı ay ertelenmiştir. Hükümetin bu tavrı, genel seçimler öncesinde gerekli düzenlemelerin yapılacağı ve kanunun uygulamaya
konulmasının yeni döneme bırakılmayacağı izlenimini, yani ka-
rarlılığı göstermektedir. Yıllardır tartışılan bir konuda gelinen
noktadan geri dönülmemesi açısından bu sevindirici bir gelişmedir. (Not: tarih ve sayılı kanunla, 5510 sayılı kanunda birçok deği-
şiklik yapılarak genel sağlık sigortasının yasal süreci tamamlanmış oldu.)
Genel sağlık sigortasına hazırlanma süreci
Genel sağlık sigortası, kavramsal olarak en yalın haliyle güvenlik
şemsiyesi kapsamının toplumun bütününü içine alacak şekilde ge-
nişletilmesi olarak anlaşılabilir. Kanunun hazırlık aşamasında,
sağlık sistemimizde kararlı adımların art arda atıldığına şahit ol-
duk. Bu süreçte kapsayıcılık açısından genel sağlık sigortasının he-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
189
deflerine ulaşacak derecede değişiklikler zaten yapılmıştır. Sosyal
sigorta kapsamında bulunan vatandaşlarımıza getirilen erişim ko-
laylıkları, Yeşil Kart sahiplerinin tam bir sağlık sigortacılığına dönüştürülmesi gibi bir dizi uygulama, kapsayıcılık anlamında genel
sağlık sigortasının ülkemizde kanunundan önce var olmasını sağ-
lamıştır. Hatta bir bakıma genel sağlık sigortasının sağlık harcamasını artırıcı bütün uygulamaları bu süreçte gerçekleştirilmiştir.
Sosyal güvenlik reformu ile başlıca sosyal sigortalar yeniden yapılandırılmakta, bütün sosyal güvenlik kurumları birleştirilerek ge-
nel sağlık sigortası tesis edilmekte, sosyal yardımlar ve primsiz
ödemeler kurumsal bir yapıya kavuşturulmakta ve bütün bu sorumlulukları üstlenecek yeni kurumsal yapı oluşturulmaktadır.
5510 sayılı Kanun'da neler var?
Öncelikle 5510 sayılı Kanun'un neler getirdiğine bir göz atalım.
Kanun, bütün nüfusun kapsanmasının yanında hak ve yükümlü-
lüklerdeki eşitsizliğin ve finansmandaki eşitsizliğin giderilmesini
hedeflemekte, dağınık kurumsal yapıya son vererek izleme ve değerlendirme yapabilecek, bilgiye dayalı politika üretebilecek, kamuya ait sağlık hizmeti satın alma gücünün tek elde toplandığı
güçlü bir yapı tasarlamaktadır.
Sosyal güvenlik kapsamı açısından bakarsak, doğumdan itibaren
tüm vatandaşlar, Türkiye'de bir yıldan fazla ikamet eden yabancı-
190
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
lar ile vatansız ve sığınmacılar güvenlik şemsiyesi altına alınmak-
tadır. Kendi kanunlarındaki haklara istinaden er ve erbaşlar ile
tutuklu ve hükümlüler kapsam dışı bırakılmıştır.
Sağlık yardımları bakımından, geçmişte farklı sosyal güvenlik ku-
rumlarının karşıladığı hizmetlerin gerisine düşmemeye özen gösterilmiş, hatta bazı kurumların kapsamı genişlemiştir. Türkiye'de
tedavinin yapılamadığı durumlarda herkese yurtdışında tedavi
imkanı sağlanmış, bütün vatandaşlar eşit haklara sahip olmuştur.
Önceki sosyal güvenlik anlayışımızdan farklı olarak, koruyucu
sağlık hizmetlerine öncelik verilmiştir. Pirim borcu gibi sigortalı-
lık sorgulamasına bakılmaksızın, hiçbir şarta bağlı olmadan verilecek hizmetler ayrıca tanımlanmıştır. 18 yaş ve altındakilere, acil
vakalara, tıbbi bakıma muhtaç kişilere, bulaşıcı hastalığı olanlara,
doğum, iş kazası ve meslek hastalığı ile afet ve savaşta ve grev ve
lokavt durumunda verilecek sağlık hizmetleri bu kapsamda değerlendirilmektedir.
Aile hekimi muayeneleri, iş kazası ve meslek hastalığı, kronik has-
talıklar, kişisel koruyucu sağlık hizmetleri, kontrol muayenesi ve
hayati önemi haiz ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçlerinin
kullanımı dışında farklı oranlarda ve sınırlı katkı payları tanım-
lanmıştır. Bu katkı paylarının ne kadar gerçekçi olduğunu zaman
gösterecektir. Katkı payının caydırıcı etkisini elde edebilmek açı-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
191
sından çok geçmeden bu oranlarda değişikliğe gidilmesinin kaçınılmaz olacağına inanıyorum. Ancak şu aşamada, geçiş döneminde politik kabul edilebilirlik ve anlamsız muhalefet oluşturmamak
adına cömert davranılması gerçekçilikten uzak değildir.
Ayrıca 2. basamak sağlık kurumuna sevksiz başvuru halinde bedelin sadece yüzde 70'inin ödeneceği yer almaktadır. Sevk zincirini
zorlamak için konduğu anlaşılan bu hükmün benzeri 3359 sayılı
Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun 3. maddesinde de yer almaktadır. 1987 tarihli bu kanundaki ifade “acil vakalar hariç ol-
mak üzere sevk sistemine uymayanlar hizmet karşılığı fazla ücret
öderler. Sosyal güvenlik kuruluşlarına bağlı olanlar bu farkı ken-
dileri karşılar,” şeklinde yer almış ve farkın ne olacağını bildirmeksizin Bakanlık yetkili kılınmıştır. 224 sayılı Sağlık Hizmetleri-
nin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’un 14. maddesi, sağlık
ocağı tarafından sevk edilmedikleri halde sağlık merkezlerine ve-
ya hastanelere veya sağlık merkezi ve bir hastaneden diğer bir
hastaneye sevk edilmeden hastanelere müracaat edenlerin hizme-
ti paralı alacağını belirtmektedir. Görüldüğü gibi 224 Sayılı Kanun’un kabul tarihi olan 1961 yılından beri sevk zinciri tanımlan-
maktadır. Ancak, bu zincire uymadan hastaneye doğrudan gidenlerin masrafın tamamını veya bir kısmını karşılayacağı kanunları-
mızda yer almasına rağmen bugüne kadar uygulanamamış bir hu-
192
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
sustur. Genel Sağlık Sigortası Kanunu aynı anlayışı koruyarak
masrafın yüzde 30'unun doğrudan hastaneye giden hasta tarafından karşılanmasını istemektedir.
Bunun uygulanabilmesinin ne derece mümkün olacağını zaman
gösterecektir. Ancak Türkiye'deki doktor sayısı, dağılımı ve pratisyen uzman hekim dengesinin sevk zincirinin uygulanmasına fırsat
vermeyeceği açıktır. Sevk zincirinin uygulanabilmesi, birinci basamakta görevli pratisyen hekimleri altından kalkamayacakları
bir yükle yüz yüze getirecek, sevk memuru olmaya zorlayacak ve
son yıllarda artmaya başlayan hasta memnuniyetini kötüleştirecektir. Yıllardır sağlık politikamızda söz sahibi olanların ısrarla
üzerinde durduğu bu uygulamanın bugüne kadar uygulanamamış
olmasının altında bu gerçek yatmaktadır. Kabul edilebilirlik adına
sevk zinciri konusunda iyi analiz yapılmalı, bu hedeften sapmadan kararlı adımlarla teşvikler oluşturarak tedricen sevk zincirini
hayata geçirecek politikalar geliştirmeliyiz. Bu politikaların öncelikleri arasında hastalar için birinci basamağı cazip hale getirecek
teşvikler olduğu kadar, doktorlar için de birinci basamağı hastane
ortamına tercih edilir cazip bir alan haline getirmek olmalıdır.
Konumuz olan 5510 Sayılı Kanun temelde sağlık hizmeti satın alma üzerine kuruludur. Şimdiye kadar olduğundan farklı bir anlayışla sözleşmeli ve sözleşmesiz kurumları tanımlamakta ve bunlar
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
193
için farklı ödeme modelleri kabul etmektedir. Sözleşmeli hizmet
sunucularında otelcilik hizmeti ile öğretim üyesi tarafından sağlanan sağlık hizmetleri için sınırlı bir fark ücret talep edilebilecektir. Bu ücret ve belirlenen katkı payı dışındaki masraflar sigorta
kurumu tarafından karşılanacaktır. Sözleşmesiz sağlık hizmeti su-
nucularından sağlık hizmeti almayı tercih eden genel sağlık sigor-
talısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilere, sözleşmeli sağlık hiz-
meti sunucuları için belirlenen bedellerin yüzde 70'i fatura karşılığı ödeneceği de hükme bağlanmıştır. Eğer hasta sözleşmesiz hizmet sunucusuna sevk zincirine uymaksızın doğrudan giderse öde-
necek miktar yüzde 50 olacaktır. Bu hükümler hasta için bir avantaj gibi görünmekle birlikte, pratik uygulamasının nasıl olacağı,
bu kurumların dışına taşan tanı ve tedavi işlemleri ile yazılan reçete bedellerinin ne olacağı henüz belli değildir. Hazırlanacak yö-
netmelikle bu hususlar açığa kavuşturulmalı, ya da en azından yasal değişiklikle bu durum sadeleştirilmelidir.
Genel sağlık sigortasının getirdiği en önemli yenilik, doğrudan
hizmet sunumunu üstlenmeksizin, hizmetin özel veya kamu kuruluşlarından sözleşmelere dayalı olarak satın alınmasıdır. Finans-
man açısından ise sağlığa ayrılacak fonun bütçe ile garanti ediliyor olması, gelir düzeyine göre prim alınması, ödeme gücü olmayanların primlerinin devlet tarafından karşılanması dikkat çek-
194
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
mektedir. Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, koruyucu sağlık hizmetlerinin sigorta kapsamında önem kazanması, maliyet
kontrolünün yapılabilmesi, farklı ödeme yöntemlerinin uygulana-
bilir olması, ortak veri tabanı sayesinde hizmet sunucu ve kişi bazında kontrol mekanizmalarının kurulması beklentiler arasında
olacaktır. Bunların başarılması Sosyal Güvenlik Kurumu'nun uygun yapılanması ile yakın ilişkilidir.
Genel sağlık sigortasında Sağlık Bakanlığı'nın yeri
Öncelikle kanun maddeleri içine sıkıştırılmış Sağlık Bakanlığı'nın,
genel sağlık sigortasının uygulanmasında sınırlı bir yetkiye sahip
olduğu anlaşılmaktadır. Kritik konularda karar sürecinde yer almakla birlikte, bu yer alış sınırlı bir etki oluşturacaktır. Birçok ko-
nuda Sağlık Bakanlığı'nın görüşüne başvurulması öngörülmekle
birlikte, Kurum'un vizyon veya çıkarları ile uyuşmaması halinde
bu görüşlerin fazlaca bir anlamı olmayacağı açıktır.
63. maddede Kurum'a, finansmanı sağlanacak sağlık hizmetlerinin teşhis ve tedavi yöntemleri ile sağlık hizmetlerinin türlerini,
miktarlarını ve kullanım sürelerini belirlemeye yetki verirken,
Sağlık Bakanlığı'nın görüşünü almayı öngörmektedir. 70. madde
sağlık hizmet sunucularının basamaklandırılmasının Sağlık Ba-
kanlığı'nın görüşü alınarak Kurum tarafından belirlenmesini ön-
görmüş, geçici 12. madde ise geçiş döneminde bunu erteleme hak-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
195
kı tanımıştır. 95. madde, sağlık raporlarının usul ve esaslarının
belirlenmesinde Sağlık Bakanlığı ile Kurum'un birlikte çıkaracağı
yönetmelikten söz etmektedir.
Ayrıca 58. maddede Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu’na hekim görevlendirecek kurumlar arasında Sağlık Bakanlığı da sayılmaktadır. 73. madde sözleşmesiz sağlık kuruluşlarının muhatap
alınabilmesi için Sağlık Bakanlığı’nca ruhsat veya izin alınmış olması şartını getirmektedir. Aynı şartı ne yazık ki, sözleşmeli sağ-
lık hizmet sunucusu için getirmemektedir. Ancak maddenin bütünü incelendiğinde, sözleşmeli hizmet sunucunun doğal olarak
Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsat verilmiş bir sunucu olması gerektiği anlaşılabilir.
Sağlık Bakanlığı'nın uygun görüşünü gerektiren, yani bakanlığın
görüşünün doğrudan icraata yansıyacağı alanlar, Kurum tarafın-
dan finansmanı sağlanmayacak sağlık hizmetleri ile ilgili maddenin (madde 64) uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirleyen
yönetmeliğin hazırlanması, yurtdışı tedavi ile ilgili olarak (madde
66) ve acil hallerin ve acil sağlık hizmetlerinin neler olduğuna,
hangi yöntem ve ölçütlerle tespit edileceğine ilişkin hususlardır
(madde 71). Dikkat edileceği gibi bunlar çok sınırlı konular ve
hatta acil hizmetleri gibi tartışmalı hususlardır.
Bunlardan başka 63. madde, sağlık hizmetlerinin ödenecek bedel-
196
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
lerinin belirlenmesi amacıyla bir komisyon teşkilini öngörmektedir. Bu komisyon, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Devlet Plan-
lama Teşkilatı Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı ve Kurum'u temsilen toplam beş üyeden oluşmaktadır. Görüldüğü gibi sağlık hizmeti satın alınması ve sistemin yönlendirilmesinde ana rol oynayacak bir komisyondan söz edilmektedir.
Bu komisyonda Sağlık Bakanlığı'nın yer alması da önemli bir husustur. Ancak beş üyenin sadece biri toplumun sağlığından so-
rumlu, diğerlerinin ise finansın sürdürülebilirliğinden sorumlu
olduğuna dikkatinizi çekmek isterim.
Kurum, aldığı kararlarla toplumda en ücra köşeye kadar her ferdi
çok yakından ilgilendirecektir. Etkili, verimli hakkaniyete dayalı
bir sağlık hizmetinin sunulması sorumluluğu taşırken, mali sürdürülebilirliği de gözetmek zorundadır. Kurum'un icraatlarında
bu iki tarafın denge çatışması her zaman görülecektir. Bu çatışmanın zaman zaman sürdürülebilirlik adına vatandaş aleyhine olma-
sı kaçınılmazdır. Böyle durumlarda halkla, politikacı ile ve bütün
kamuoyu ile Kurum karşı karşıya gelecektir. Toplumun sağlığın-
dan sorumlu olan Sağlık Bakanlığı'nın Kurum'un kararlarında ak-
tif rol alması, zaman zaman karar alma sürecini zorlaştırma ihtimali taşımakla birlikte toplumsal kabul edilebilirlik ve kamuoyunun uygulamaları benimsemesi açısından çok önemlidir. Böyle
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
197
bir durum Kurum'un elini güçlendirecektir.
Beklentiler ve tartışmalar
Genel sağlık sigortası, pirime dayalı bir poliçe dayatmamaktadır.
Bu yönüyle alışageldiğimiz özel sağlık sigortacılığından ayrı olarak sosyal sağlık sigortacılığını tanımlamaktadır. Gelire oranlı pirim ödemesi tarif etmekte, düşük gelir guruplarının primlerinin
genel bütçeden karşılanmasını öngörmektedir. Bütün bu primler-
den oluşan mali havuzun miktarı ile sınırlı bir tedavi hizmeti de
tarif etmemektedir. Kanunun ilgili maddelerine bakıldığında her-
kesin ihtiyaç duyduğu kadar sağlık hizmeti alması ön görülmektedir. Arada mutlaka bir finansal açık olacaktır. Bu açığın kapatıl-
ması ise genel bütçeye bırakılmaktadır. Aslında bu kanunla birlik-
te sosyal güvenlik açığının kapatılması anlayışı yerine, sosyal güvenlik bütçesinin toplanan pirimler ve genel bütçe desteğinden
oluştuğu anlayışı getirilmektedir. Bu görüşümüzü destekleyen ifadeler kanunda net olarak yer almamakla birlikte, sağlık hizmet su-
numunda ciddi bir sınır veya teminat paketi belirtilmemiş olması,
bu sınırın üzerinde hizmet verecek tamamlayıcı sağlık sigortasının tanımlanmamış olması sözünü ettiğimiz sonucu zorunlu kıl-
maktadır. Kısacası 5510 sayılı Kanun’la getirilen genel sağlık si-
gortası sosyal güvenliğin gelirine odaklı bir yapı değil, havuza toplanan ve genel bütçeden sübvanse edilen gelirin tek elden ve akıl-
198
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
cı kullanımına dayalı bir yapı öngörmektedir.
Aslında bu açıdan bakıldığında bu kanunla oluşturulan sağlık si-
gortası, genel sağlık sigortası kavramının içini kendi algı düzeylerine göre “olumlu” veya “olumsuz” dolduranların hiçbirinin bek-
lentilerini karşılayan bir yapı oluşturmayacaktır. Genel sağlık sigortası diğer bir bakış açısıyla, herkese temel ve sınırlı bir sağlık
hizmetinin layık görüldüğü, bunun üzerindeki hizmetlerin, kişile-
rin ekonomik düzey ve davranışlarına bağlı olarak doğrudan veya
özel sigortalar eliyle karşılanacağı bir yapıyı ifade etmektedir.
Böylece ödeyenler hakkını alacak, devlete katkıda bulunmayanlar
(!) sadece minimal destekle yetinecektir. Yine bir diğer bakış açısı, genel sağlık sigortasını, ödenen pirim kadar sağlık hizmetinin
sunulduğu, bu yüzden pirime dayalı sağlık hizmeti talebinin kam-
çılandığı bir yapı olarak görmektedir. Aslında bu bakış açılarını,
kavramın içinin farklı görüş sahiplerince dolduruluşuna göre daha da çeşitlendirebiliriz.
Genel sağlık sigortası ile ilgili tartışmalarda da, ne yazık ki her za-
man olduğu gibi, tartışma, ortaya konan icraatla değil, kendi
inançlarımız ve kabullerimizle sınırlı kalıyor. Korkarım ki 5510
sayılı Kanun, bu farklı inanç sahiplerinin hiçbirini tam olarak tat-
min edici bir ortam oluşturmayacaktır. Çünkü ortada ne sınırları
çizilmiş bir teminat paketi, ne pirimle paralel bir sağlık hizmeti,
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
199
ne de bütçe hizmet ilişkisini formüle eden bir yapı mevcuttur. Yani aslında geçmiş tecrübelerimizden çok fazla bir değişiklik yapıl-
mamaktadır. Sadece devlet sağlık güvencesi verdiği nüfusu artırmakta, sosyal güvenlik kurumlarının doğrudan sağlık hizmeti vererek sistemi deforme etmesini önlemekte, sosyal güvenlikteki
parçalı yapıyı tek elde toplayarak harcamaların kontrol mekanizmalarını ele geçirmiş olmaktadır.
Ortaya çıkan tekel hizmet satın alıcı ile çoğul bir hizmet sunum
cephesi arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağını şimdiden kestire-
bilmek kolay değildir. Bu ilişki iyi yönetilebilirse, sağlık hizmet su-
numu daha da yaygınlaşabilir. İyi yönetilemezse, sözleşmeli hizmet sunucular azalırken, kayıt dışı ve cepten ödemeye dayalı bir
sağlık hizmet sunum sektörünün hızla gelişmesine şahit olabiliriz.
Yani yukarıda sözünü ettiğim sigortacılığın tartışma konusu yapı-
lan temel dinamikleri değil, tekel yönetimin tavrıdır geleceğimizi
belirleyecek olan.
Aralık 2006
200
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Genel sağlık sigortası yolunun anaforları
Anayasa Mahkemesi’nin kısmi iptalinden sonra askıya alınmış
olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanu-
nu’nun tekrar tartışılmaya başlandığı ve Meclis gündemine getirilme hazırlıklarının yürütüldüğü bugünlerde sağlık sektörümüz
belirsizliklerin tedirginliği altına girmiştir. Düzenlenen mevzuatta
küçük ve önemsiz gibi görünen küçük adımlar, sağlık sektörünün
aktörlerini çok derinden etkileme potansiyeli taşımaktadır. Bu
yüzden dar çerçeveden kaynaklanan, mikro planda sektör menfa-
atlerinden etkilenerek atılabilecek küçük adımlar, sağlık sisteminde geleceğin büyük problemlerine gebe olabilir. Sağlık alanında
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
201
çok sektörlü sorumluluk anlayışını öne çıkarmak ve sitemin temel
hedeflerinde bütün sektörleri buluşturmak zorundayız. En veciz
haliyle halkın sağlık düzeyini yükseltmek olarak ifade edebileceğimiz ana hedefe giden yolda engel oluşturabilecek her türlü uygulama, yararı ne olursa olsun, kimin çıkarına hizmet ederse etsin,
feda edilmeye mahkumdur. Bu açıdan sorunların üstesinden gel-
mek için yapılacak düzenlemelerin sistemin bütün aktörleri tarafından tartışıldıktan sonra hayat geçirilmesi beklenmektedir. Ak-
törlerde bir tarafın görev ihmali, yönetilmesi zor ve son derece büyük krizlere yol açabilmektedir. Tarafların da, sağlık sisteminin
hedeflerini göz önünden uzaklaştırmaması gerekir.
Ülkemizde sağlık hizmeti kamu ve özel sağlık kuruluşları eliyle verilmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumu kamu sigortacılığının sorum-
luluğunu üstlenerek bu hizmetleri ihtiyacı olan sigortalılar adına satın almaktadır. Sağlık hizmetinin sunumu ile satın alınması arasın-
daki ilişkinin düzenlenmesi halkın sağlık hizmetine erişimi açısın-
dan çok büyük önem arz etmektedir. Sağlık Bakanlığı asli görevi gereği sistemi düzenleyici ve kontrol edici rol üstlenmekle birlikte,
özel sağlık kuruluşlarının ruhsatlandırılmasını ve hizmet denetimi-
ni yaparak, devlet hastanelerini ise bizzat işleterek sağlık hizmeti
sunumunda önemli derecede rol almaktadır. Bu açıdan düzenleyici
rolün ikinci plana itilmesi riskine dikkat çekmek isterim.
202
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Sağlık hizmet sunumu ile bu hizmetin vatandaşlar adına satın
alınmasına olumlu veya olumsuz etkili olan ve bu ilişkiyi adeta şekillendiren çok sayıda faktör vardır. Bu ilişkinin sağlıklı bir şekil-
de kurulabilmesi için sözü edilen faktörleri göz önünde bulundur-
mak gerekir. Yasal düzenleme sürecinde görüş oluşturan tarafların ve karar mevkiinde bulunanların bu faktörlerin artı ve eksilerini iyi değerlendirmeleri gerekir.
Arz talep dengesizliği
Mevcut sağlık kuruluşları ve mevcut sağlık personelinin, optimum
şartlarda yani kalabalık olmadan, her doktorun kabul edilebilir,
yeterli vakit ayırarak sınırlı sayıda hasta baktığı bir ortamda çalışması halinde yetersiz kaldığı kesindir. Sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırıldığı son yıllarda bu yetersizlik bütün sektör tarafından fark edilir hale gelmiştir. Kamu yatırımlarının artması ve
özel sektördeki yatırım patlaması sağlık kuruluşu açığını kapattıkça insan gücü açığı daha fazla ortaya çıkmaktadır.
Uygulanan politikalar ve yeni sağlık hizmet sunucularının devre-
ye girmesi her geçen gün sağlık hizmetine erişimi artırmakta fakat
yetersiz sağlık personeli nedeniyle kendi içinde yetersiz müessese-
ler meydana çıkmaktadır. Bu yetersizliğin üstesinden gelmek için
hemşire, fizyoterapist ve doktor gibi sağlık personeline talep artmakta ve kontrolsüz personel kaymaları olmaktadır. Maaş, iş gü-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
203
cü ve iş güvencesi değişkenliğine bağlı olarak özel sektör içinde,
özellikle az kârlı kuruluşlardan daha çok kârlı kuruluşlara, yatırım
ve işletme maliyeti yüksek kuruluşlardan yatırım ve işletme maliyeti düşük kuruluşlara personel göçü olmaktadır. Bu göç düşük
ücret ve yoğun mesai ile istihdam edilen hemşire göçünde olduğu
gibi nadiren özelden kamuya, ama daha çok kamu sektöründe
maaş ve ek ödemenin özel sektörle kıyaslanamayacak kadar kısıtlı ve hasta yükünün fazla olmasından dolayı göç daha dramatik bir
şekilde kamudan özele olmaktadır. Son dönemlerde ülkemizde bu
durum belirgin bir hal almıştır.
Bilgi ve hizmet asimetrisi
Sağlık hizmeti talepçi (hasta) ile sunucu (hastane, doktor) arasında bir hizmet alış verişi gibi düşünülebilir. Ancak hiçbir alışverişte olmadığı kadar bilgi asimetrisi vardır. Hizmeti sunan neredey-
se bütün alışveriş boyunca hizmeti alan adına karar vermekte ve
hizmetin kapsamını tayin etmektedir. Neredeyse tek taraflı bir karar otoritesi mevcuttur. Bu durumda hizmet, sunucunun çıkarları
doğrultusunda yönlendirilebilmekte, gerekli fakat zahmetli ve
riskli işlerden kaçınılmakta, gereksiz fakat kolay ve kârlı işlere yönelmek mümkün olabilmektedir.
Bu asimetrik ilişkide hizmet kontrolü tam olarak sağlanamadığı
gibi, piyasa şartlarına bırakılmış fiyat kontrolünün de sağlıklı bir
204
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
yapılanmasının oluşması beklenmemelidir. Talep karşılanırken
rekabet unsurlarının devreye girerek bu kontrolü sağlaması yetersiz kalmaktadır. Daha kapsamlı ve belki daha kaliteli hizmet sun-
ma veya fiyatları düşürme gibi rekabetçi unsurlar, yukarıda sözü
edilen arz talep dengesizliğinden dolayı yeterince oluşamamaktadır. Sadece hasta memnuniyetini artırıcı uygulamaların sağlık hizmeti kalitesi ile paralel olmadığı bilinmektedir.
Rutin olmayan, medya araçları kullanılarak hastalara tanıtılan ve-
ya sınırlı sayıda hastanın ihtiyacı olan alanlarda (örneğin gren
light prostatektomi), yüksek kârlılığı nedeniyle hizmet yaygınlaşabilmekte ve sınırlı talebe karşılık hizmet sunucu çoğaldığı zaman
rekabet kuralları işleyebilmektedir. Ancak sağlık hizmetlerinin tü-
mü ele alındığında bu rekabetin etkisi sınırlıdır. Sonuçta asimet-
riden yararlanarak bilgiyi elinde bulunduran hizmet sunucunun
yönettiği bir hizmet ve harcama yapısı ortaya çıkmaktadır.
Bilgi asimetrisi, sunulan hizmetin evsafı ve kapsamı hakkında
yetki verdiği gibi, hizmetler arasında tercih hakkı da vermektedir. Şöyle ki, masraflı, riskli, zor, sonucu yüz güldürmeyecek hiz-
met alanları yerine, kısa sürede ve çoğunlukla sonucu mutlulukla biten, riski az, masrafı düşük hizmet alanları tercih edilebil-
mektedir. Bu konuda hizmet alanı tanımı yapılsa dahi aynı vaka
grubunda komorbidite (berberindeki riskler ve hastalıklar) ve
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
205
komplikasyonu (muhtemel istenmeyen durumlar) çok olan hastalar tercih edilmeyerek bu hastalar teşekküllü devlet hastanesi
veya eğitim/üniversite hastanesi gibi reddedemeyecek olan hiz-
met sunucularına yollanmaktadır. Bu hem işletmede yönetim kolaylığı sağlamakta, hem de verimliliği artırmaktadır. Mevcut ödeme sisteminin bunu önleme şansı yoktur. Kaldı ki bu uygulama
temelde yanlış da değildir. Bu yüzden temiz ve kârlı hizmetler küçük, kendi kendine karar verme yeteneği olan, yetersizliğini kolayca deklare edebilen, bu konuda hastayı ikna etmesi kolay olan
“özel” sağlık kuruluşlarında, riskli sonu tatsız olan, masraflı, yorucu hizmetler hastaya gönderebilecek yeri olmayan başta eğitim
hastaneleri ve üniversite hastaneleri olmak üzere büyük “kamu”
hastanelerinde olmaktadır.
Arzın talebi teşviki
Aslında yaygın sağlık hizmetlerinde arz talep dengesizliği bulunmasına rağmen, işletmeler az yatırımla maksimum kârı elde ede-
bilmek için yatırım yaptıkları özellikli alanlarda (tıbbi görüntüle-
me, tüp bebek, gren light, fako vs) tanıtım yapmakta, promosyon
ürünleri ve hatta pirim dağıtarak talebi artırmaktadır. Bu artmış
suni talep sağlık insan gücünün çok daha elzem olduğu alandan
kârlı ve promosyonu yapılan alanlara kaymasına yol açmakta, yukarıda sözü edilen dengesizliğe katkı yapmaktadır. Mevzuatımız-
206
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
daki reklam yasağı bu durumu önlemeye yetmemektedir. Kişisel
ilişkiler ve çeşitli medya iletişim yöntemleri bu durumu her geçen
gün artırmaktadır.
Hastaların sorumluluk altına sokulmadığı bir sistemde bu teşvikin sınırlanabilmesi çok kolay değildir. Hastaların katkı payı ödeyerek aşırı talebi frenlemesi bir yöntem olmakla birlikte, bunun
hastayı çaresizliğe itmeyecek sınırları çizilmelidir. Nitekim ilaç
ödemelerinde benzer bir yöntem uygulanmaktadır.
Burada denge kurmak oldukça zordur. Bazen sağlık hizmetine eri-
şimin kolaylaştırılması ile ilgili olarak alınan tedbirlerin ve yapılan reformların, suni sağlık hizmeti talebinin yaratılması ile sonuçlanması çok şaşırtıcı değildir. Sağlık hizmeti talebinin sınırlı
olduğu ülkemizde bu durum şimdilik yeteri kadar önemli görülmese de, sağlık personeli sıkıntısının farkına varılması ile birlikte
dikkat çekmeye başlamıştır. Ayrıca bu durum sağlık harcamaları
açısından Sosyal Güvenlik Kurumu’nun gündemini her geçen gün
daha fazla işgal edecektir.
Sağlık hizmet sunucuları arasında görev ve kapasite
farklılıkları
Sağlık hizmeti sunucuları temel başlıklar olarak birinci, ikinci ve
üçüncü basamak olarak sınıflanmaktadır. Birinci basamakta yer
alanlar muayenehaneler, özel poliklinikler, ana çocuk sağlığı mer-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
207
kezleri, verem savaş dispanserleri, sağlık ocakları ve pilot uygulama illerinde aile hekimleri ile toplum sağlığı merkezleridir. Sosyal
Güvelik Kurumu’nun birinci basamaktan hizmet alımı kısaca sa-
dece kamu sektörü ile sınırlıdır. Aile hekimliği dışında kamu birinci basamak kuruluşlarından 2007 yılında global bütçeleme yo-
luyla hizmet alınmaktadır. Aile hekimliği ise sistemi gereği kapitasyon ve performansa göre ücretlendirilmektedir. Bu yüzden
şimdilik birinci basamak sağlık hizmetlerinin satın alımında sorunlar gündeme gelmemektedir.
İkinci basamak sağlık kuruluşları özel tıp merkezleri, özel dal
merkezleri, ilçe-belde entegre hastaneleri, küçük ölçekli devlet
hastaneleri, büyük ölçekli devlet hastaneleri, dal hastaneleri, tıp
fakültesinin eğitim verdiği bölge dışındaki vakıf üniversitesi has-
taneleri (SUT'a göre) ve spesifik alanlarda ruhsatlandırılmış tedavi merkezlerinden oluşmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu
bunların hemen hepsinden hizmet satın almaktadır. Bu sağlık
kuruluşları arasında yatırım, istihdam,hizmet sunum tarzı, hizmet kalitesi ve en önemlisi hizmet verilen hasta grubunun risk ve
maliyetleri açısından büyük farklılıklar olabilmektedir. Bu yüzden ikinci basamak, hizmet satın almada en fazla ihtilaf alanını
oluşturmaktadır.
Üçüncü basamak sağlık kuruluşları Sağlık Bakanlığı eğitim ve
208
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
araştırma hastaneleri (dal hastaneleri dahil), üniversite hastaneleri ve vakıf üniversitelerinin tıp fakültesi eğitiminin verildiği böl-
gedeki hastanelerinden (SUT'a göre) oluşmaktadır. Bu kuruluşların hepsinden istisnasız hizmet alınmaktadır. Bu kurumların has-
ta portföyü ve kurumsal yapılanmaları gereği maliyet artırıcı unsurlar fazla olduğundan vakıf üniversite hastaneleri dışındakiler
finansal sıkıntı çekmektedir.
Yukarıda belirtilen farklı hizmet sunucularının baktıkları hastaların standart olması düşünülemez. Hastaların yaşı, taşıdığı risk
faktörleri, hastanın beklenti düzeyi, hastanenin faaliyet alanı ve
imkanları, riskli ve komplike hastayı sevk edebilme yeteneği veya
her halükârda kabul etme zorunluluğu, asistan ve öğrenci eğitiminin getirdiği ilave zaman ve iş gücü ihtiyacı, hastanenin yönetici
ve personel istihdam modeli ile personelini seçebilme yeteneği,
mal ve hizmet satın alma yöntemleri, vergilendirmeler, zorunlu
kesintiler, yatırım fizibilitesinin isabetli veya isabetsiz oluşu, va-
kıf, konsolide bütçe sübvansiyonları ve tahsilat zamanı gibi çok
sayıda değişken göz önünde bulundurularak sunulan sağlık hizmetlerinde maliyet analizi yapılmak zorundadır. Hizmetlerin fi-
yatlandırılmasında bu derecede kapsamlı bir veriye dayanılmadı-
ğı aşikârdır. Buradaki belirsizlik, faklı kurumların farklı verilerle
kendi durumlarını izah etme gayretine yol açmakta ve bu alanı uz-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
209
laşılması zor hale getirmektedir.
Hastanelerin sınıflanarak farklı fiyat uygulanması talepleri kıs-
men yukarıdaki ana gruplar içinde yapılabilmekte ancak aynı basamak hastanelerinin kendi aralarında sınıflanarak farklı fiyat uygulamaları tatminkâr olamamaktadır.
Rekabet ortamının eşitsizliği
Sağlık hizmet sunucuları arasındaki görev ve kapasite farklılıklarından başka bu kurumların farklı mevzuatlar çerçevesinde hiz-
met veriyor olmaları, benzer hizmetleri farklı şartlarda vermelerine yol açmaktadır.
Yukarıda sözü edilen hizmet maliyeti unsurları bütünüyle göz ardı edilmeyerek bilhassa özel sektörden hizmet alınırken esnek
davranılmış ve birim fiyatların üzerine fark almalarına fırsat ta-
nınmıştır. Üniversite ve eğitim hastanelerinin risk, yük ve hasta
kategorileri göz önünde bulundurularak hizmet birim fiyatlarında
yüzde 10’luk bir artış öngörülmüştür. Ayaktan hasta hizmetlerin-
de vaka başı ödeme modelinde, hastaneler kapasitelerine göre sınıflanmış, eğitim hastanelerine farklı fiyat uygulanmış ve kamu
sübvansiyonları dikkate alınarak ve kârlılık temin edilmek üzere
özel sektöre yüzde 20 ilave fiyat verilmiştir. Ancak bütün bu yapılanlar bilimsel, analitik verilere dayanmamaktadır. Sadece farklı
şartlar arasında bir denge oluşturma gayretine yönelik tahminle-
210
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
re dayalı, palyatif önlemlerdir.
Kamu ve özel sektörün farklı alanlarda avantajları ve dezavantaj-
ları vardır. Yatırım bölgesinin ve hizmet alanının tercihi, yatırımda kamu desteği, istihdam miktar ve şekli, yönetici tayini, idari
yargının sisteme müdahalesi, mal ve hizmet alımları, hasta seçebilme esnekliği, vergilendirme ve zorunlu kesintiler, kamu alacaklarının tahsili gibi hususlar sağlık işletmelerinin verimliliğinde
büyük rol oynamaktadır. Bu hususların hemen hemen hepsi kamu
ve özel sektörde ayrı dinamiklere bağlıdır. Vakıf üniversite hasta-
neleri ise kamu ve özel sektör alanının avantajlarını birlikte kullanabilmektedir.
Sonuçta bu avantaj ve dezavantaj dengesizliği hakkaniyete dayalı
bir rekabet ortamı oluşturamamaktadır.
Kâr amaçlı sağlık yatırımları
Sağlık hizmetlerinde hizmet başı veya vaka başı ödemelerde hizmet sunucu, kârını maksimize edebilmek için hizmet hacmini ve-
ya sunduğu hizmetin birim fiyatını artırmak zorundadır. Eğer sabit ve düşük bir fiyat politikası uygulanırsa, hizmet sunucu hastaya yeteri kadar zaman ayırmaksızın, kaliteyi göz ardı ederek çok
sayıda hizmet üretmeye çalışacaktır. Eğer hastaya zaman ayırmaya zorlanır, kalite denetimleri başarılabilirse bu sefer birim fiyatlarını yükseltmeye zorlanacaktır.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
211
Birinci yöntemin çok yaygın olarak kullanılması, olabildiğince çok
sayıda kişinin sağlık hizmetine erişebildiği, kuyrukların, bekleme
listelerinin olmadığı ancak verilen sağlık hizmetinin kalitesinin
tartışılır olduğu bir durum ortaya çıkarmaktadır.
İkinci yöntemin yaygınlaşması ise yükselen hizmet fiyatlarını kar-
şılayabilen toplumun belli kesimlerinin daha kaliteli ve saygın hiz-
met alma fırsatı elde ettiği, buna karşılık ek ücret ödemeden hizmet alan kesimin hizmet aldığı alanda arz ve talep arasındaki açı-
ğın daha da büyüdüğü, bu alanda hizmet veren sağlık personelinin daha fazla yük altına girdiği ve kalitenin daha fazla bozulduğu
bir durumla karşılaşmak kaçınılmaz olmaktadır.
İkinci yöntem yaygınlaştıkça bu dengesizlik daha da büyüyecek
hatta toplumun diğer kesiminde bekleme listeleri ve kuyruklar
oluşacak ve memnuniyetsizlik artacaktır. Sektörün bir kısmı, az
fakat kaliteli ve kârlı bir sisteme zorlanırken sektörün diğer kısmı
çok fakat kalitesiz kuyrukların olduğu, memnuniyetsizliğin giderek arttığı bir pozisyona itilecektir. Bu durumda mağdur olan nüfus hemen her zaman avantajlı kesimden daha fazla olacaktır.
Bu yüzdendir ki, sosyal politikaları öne çıkarmayı amaçlayan bir
yapıda, sağlık hizmeti alanında yatırım yapan özel sektörün diğer
ticari alanlarda olduğu gibi sadece “kâr amaçlı işletmeler” oluşturma hedefi, özel sağlık kuruluşlarının sistemde yaygın olarak rol al-
212
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
masının önünde önemli bir engel haline gelmektedir. Özel sektörün sistemde sağlıklı bir şekilde ve daha fazla rol alması, “kâr
amacı gütmeyen” prestij amaçlı, kamu teşvikli ve vakıf destekli
özel sağlık kuruluşlarının geliştirilmesi ile mümkün olabilecektir.
Sağlık hizmetlerinde kamu ve özel sektör paylaşımı
Sağlık, ülkenin temel gelişmişlik düzeyini gösteren ve aynı zamanda toplumların ekonomik kalkınmasında da rol alan önemli fak-
törlerin başında gelmektedir. Ülke ekonomileri içinde sağlık sektörü önemli derecede bir pay sahibidir. Bu yüzden kaliteli hizmet
üretimi hedeflenirken kıt kaynakların verimli kullanımı diğer
alanlarda olduğu gibi önem kazanmaktadır. Sınırlı kaynakların,
sağlık kurumlarının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde en uygun
olarak dağıtılması gerekmektedir. Ancak bu dağıtım, sağlık ku-
rumlarının sundukları hizmetin hacmi ve kalitesi ile paralel olmak
zorundadır. Finans kaynakları ve sundukları hizmet açısından
hastaneleri kabaca üniversite ve eğitim hastaneleri, devlet hastaneleri ve özel hastaneler diye tasnif edersek, sektörün bu üç aktö-
rünün kalite ve kapsam bakımından hizmet paylaşımının tespiti
ve kıt kaynakların bunlar arasında hakkaniyete uygun olarak dağıtılması karşımıza pratik bir problem olarak çıkmaktadır.
Sağlık hizmeti insan hayatının kalitesi ile doğrudan etkili bir sorumluluk alanı oluşturduğundan bu sektördeki finansal veya yö-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
213
netsel zafiyet, diğer sektörlerdeki gibi sadece üretim düşüklüğü ile
sonuçlanmayıp aynı zamanda insan hayatının kalitesinde düşme
ve toplumun sağlık düzeyinin bozulması anlamına gelmektedir.
Kısacası bu sektördeki kötü yönetimin bedeli insan hayatıdır. Bu
yüzdendir ki, diğer sektörlerin aksine sağlık sektörü için sadece
piyasa şartlarının ve serbest rekabet ortamının oluşturacağı bir
sistem savunulamamaktadır.
Bu alanda, korumacılık, destekleme, kontrollü dağılım, istihdam
dengesi, hizmet standardizasyonu, karşılıksız hizmet ve kâr ama-
cı güdülmemesi gibi faktörler ön plana çıkmaktadır. Bu noktalar
liberal düşüncede ısrarlı olan kesimler tarafından bile göz ardı
edilememektedir. Nitekim SD dergisinin geçen sayısında yer alan
bir söyleşideki “sosyal devlet bir noktada olacaksa, sağlıkta olma-
lı” yargısı bu düşünce sahiplerine aittir.
Bu yargılar sağlık hizmetlerinin sadece kamu kurumları eliyle yürütülmesi sonucunu doğurmamalıdır. Sağlık alanındaki bilgilerin
değişimi ve yeni teknoloji gelişimi çok hızlıdır. Bunların transfer
edilmesini sağlayacak dinamik yapılar kurulmak zorundadır. Sı-
nırlı kaynaklara endekslenmiş sabit fiyatlarla üretilen hizmetlerin
sınırlılığı kaçınılmazdır. Kaynağı ne kadar artırırsak artıralım, ye-
ni gelişmelerle birlikte, halkın sağlık bilincinin yükselmesi, talep
şeklinin ve hacminin artması, endüstriyel gelişmenin ve yaşlanan
214
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
nüfusun doğuracağı yeni sağlık talepleri bir sınır çizmemizi kaçınılmaz kılmaktadır. Hangi düzeyde olursa olsun, böyle bir hizmet
sınırı, bu sınır ötesinde hizmet talep eden bir kesimin var olmasını yok edemez. Kendi kaynaklarını kullanarak bu hizmeti talep
eden bir kesim olacaktır. Yurt içinde bu hizmete erişemeyenler,
yurt dışında hizmet arayışına girecektir.
Kamu sağlık hizmet sektörünün, yaygın olma, toplumun her kesimi tarafından erişilebilir olması, dengeli dağılım kapasitesi bulun-
ması, kâr kaygısı bulunmaması, devlet güvencesi nedeniyle daha
sınırlı maaşla personel istihdam edebilmesi gibi avantajları vardır. Bu yüzden sağlık siteminde varlığı ve ağırlığı kaçınılmaz olmaktadır. Nitekim her türlü özerkleşme ve desantralizasyon girişimlerine rağmen, kamu sağlık hizmetlerinin sistemdeki ağırlığı-
nın yarıya düştüğü bir ülke örneği bilmiyorum. Ancak kamu kuruluşlarının hantallığı, hızlı kararlar verememesi, dinamik bir şekil-
de yapılanamaması gibi dezavantajları bulunduğundan, bu hususlar yetki devirleri ve kamu kurumu yetki ve kontrolünde sunulan
bazı alt hizmetlerin özel sektör arcılığıyla (outsourcing) daha di-
namik olarak sağlanmasıyla aşılmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde
de kamu hastanelerinin hizmet alımları, bu amaca yönelik önemli bir yarar sağlamaktadır.
Kısacası özel sektör, kamu sağlık hizmetleri içinde dinamik ve re-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
215
kabetçi gücüyle ve kamunun kontrolü altında yer alabilmekte ve
bu yönüyle kamunun ürettiği sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu alandaki mevzuat kısıtlılıkla-
rının ve idari yargı kararlarının olumsuz etkileri olsa da, süreçte
bunun daha iyileşeceğini umuyorum.
Özel sektörün kendi yatırımı ile oluşturduğu sağlık kuruluşları arcılığı ile hizmet vermesi, diğer önemli bir rolü olmaktadır. Özel
sağlık kuruluşlarının sistemde yer alırken, uygun fizibilite ile ger-
çek ihtiyaç alanlarını belirleyerek yatırım yapabilmeleri, daha verimli ve kârlı alanlarla hizmetlerini sınırlayabilmeleri, yatırım,
mal ve hizmet alımlarında kamunun sınırlayıcı mevzuatına takılmadan dinamik davranabilmeleri, istihdam şeklinde, personel ve
yönetici seçimindeki esneklikleri, verimlilik ve performansa göre
ücret verebilmeleri gibi avantajları vardır. Ancak bu avantajların
yanında, özel hastaneyi tercih eden hastaların beklenti düzeyinin
yüksek olması, kamu iş güvencesi olmadığı için daha cazip olacak
yüksek maaş verme zorunluluğu, yönetim zaafı ve hızlı değişen
kurallardan etkilenerek iflas etme riski, yatırım sermayesinin kâr
beklentisi gibi dezavantajları da mevcuttur.
Özel sağlık kuruluşları sağlık hizmet sektöründe rol alırken yukarıda sözü edilen yaygın kamu sağlık hizmetleri sınırı içinde kalarak yer edinecek veya bu sınırın üstüne çıkarak farklılık yoluyla
216
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
sistemde varlığını sağlayacaktır.
Birinci alternatifte kamu sağlık hizmet yükünü paylaşması beklenir. Ancak kamu ve özel sektör arasındaki avantaj ve dezavantaj
farklılıkları bu hizmetlerin karşılığı olan fiyatların belirlenmesin-
de hakkaniyet sağlanmasını güçleştirmektedir. Şartların iki sektör arasında tamamen aynı olduğunu varsaysak bile, kâr etme ih-
tiyacı ilave bir harcama kalemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı birim fiyatlarla hizmet vererek bu ilave yükü karşılayabilmek
için özel sektör hizmet hacmini artırmak ve verimliliğini kamu
sektörünün üzerinde tutmak zorundadır. Böyle bir durum özel
sektörü tercih etmede yüksek beklenti düzeyi olan yurttaşların
beklentisinin aksine bir durum oluşturmaktadır. Özel sektörün
bu yüzden böyle bir modeli tercih etmesi yaygın olamamaktadır.
Nitekim kapsamlı sağlık hizmeti veren özel sağlık kuruluşlarında
kamu kuruluşları ile kıyaslanabilecek bir hizmet yüküne ulaşılmadığı bilinmektedir.
Bu modelle hizmet sunmaya çalışan ve hasta beklentisini göz ardı
eden özel hastaneler olsa da, gelirlerini artırıcı alternatifler dene-
me ve daha önce sözü edilen bilgi asimetrisini kullanarak hasta
başı sağlık harcamalarını yükseltme veya hasta başı maliyetleri
düşürecek şekilde verilen hizmeti kısıtlama riski taşımaktadırlar.
Özel sağlık kuruluşlarının önemli bir kısmı bu itibarla diğer al-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
217
ternatifi, yani belirlenen sınırın dışına taşarak sağlık hizmeti
sunma yolunu tercih etmektedir. Aynı özellikteki sağlık hizmetini sunsalar da, farklı düzenlenmiş mekanlarda, hastalara daha
fazla vakit ayırarak, hastaların beklentilerini daha iyi karşılayacak tarzda hizmet sunma gayreti içindedirler. Bu ilk planda birim
hizmet için daha fazla hizmet alanı, daha fazla yatırım miktarı ve
daha fazla personel istihdamı anlamına gelmektedir. Bununla
birlikte Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bedelini karşılamayı taahhüt etmediği hizmet alanlarına yatırım yaparak, oluşan ek talebi
karşılama yoluna gitmektedirler. Her durumda sosyal güvenlik
şemsiyesinin taahhütlerini aşan bir finansman ihtiyacı doğmak-
tadır. Bunu da doğrudan hastadan veya özel sağlık sigortalarından alarak karşılamaktadırlar.
Eğer doğrudan hizmet sunan özel sektörün sistemdeki oranı yükselirse, doğası gereği, daha fazla ücret ödeyerek daha fazla personeli kendine çekecektir. Ancak bu personelin özel sektöre geçti-
ğinde kamuda olduğu kadar hizmet üretmesi beklenmemelidir.
Bu da her geçen gün arz ve talep dengesi açığının büyümesine yol
açacaktır. Bu durum sosyal devlet anlayışı ile bağdaşmamaktadır.
Kâr amacı gütmeyen özel hastaneleri açmayı başarsak bile, kamu
hastanelerinden bir farklılığının bulunmadığı bir hizmet tarzı,
bunların varlıklarının gerekçesini ortadan kaldıracaktır. Her ha-
218
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
lükârda kamu hizmet sunucularından özele personel göçünü durdurmayı başarabilirsek, özel sektörün bu alandaki varlığını sınır-
lamış olacağız. Yani diğer bir deyişle, özel sektörün sağlık sektöründeki varlığı belli sınırda olmak zorunda kalacaktır. Bütün
dünyada da örnekler farklı değildir.
Ocak 2008
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
219
Kuş gribi: Türkiye deneyiminden
çıkarılan dersler*
İnsanlık tarihinde ilk kez salgın olmadan önce bir salgın hastalık-
tan söz ediliyor. Bütün dünya bu konuda uyanık ve hazırlıklı ol-
maya davet ediliyor. Bütün ülkelerin yeterince uyarılması ve ha-
zırlık yapmaya teşvik edilmesi için başta DSÖ olmak üzere uluslararası kuruluşlar ellerinden geleni yapmaktadır. Ülkelerin çoğu
Ulusal Pandemi Planı hazırlamıştır.
Gerek uluslararası uyarıcı teşvikler, gerek ülkemizde yetkili kuruluşların sorumluluklarına sahip çıkması ve Ulusal Plan doğrultu-
sunda çalışmalarını yürütmesi sonucunda önemli bir noktaya ge-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
221
linmiştir. Bu çerçevede sağlık çalışanlarının olayı anlama, tanıma
ve hızlı davranma yetenekleri takdir edilecek düzeyde olmuştur.
Henüz daha hayvan hastalığının doğrulanmadığı bölgelerden ge-
len hastalarda kuş gribi şüphe edilmesi, bu yönde tedaviye başlanması, hızı bir şekilde numune alınarak yollanması, ilk laboratuvar
sonuçlarının negatif çıkmasına rağmen klinik tanıda ısrar ederek
gereğinin yapılmış olması bu bölgede görev yapan doktorlarımızın
ne denli takdire şayan bir donanımla ve sorumluluk bilinci içinde
davrandıklarının göstergesidir.
Bütün şeffaflığıyla uluslararası uzmanların gözlem ve desteğinde
yürütülen mücadele çalışmalarından çıkaracağımız birçok pratik
dersler vardır.
Hazırlıklı olmak
Hayvan sağlığı görevlilerinin, itlaf ekiplerinin ve yerel idarecilerin
bilgi, deneyim ve gerekli malzeme yönünden önceden hazırlıklı ve
donanımlı olmasının yararları tartışılamaz.
İnsan vakalarının tanınması, tedavi edilmesi ve beklenen mortali-
te oranlarının çok altında bir sonuç elde edilmesindeki başarının
ana kaynağı, salgın bölgeleri başta olmak üzere sağlık personelinin yeterli derecede eğitimli, bilgili ve uyanık olmasıdır.
Geç başvuran vakaların klinik seyri son derecede hızlı olabildiğin-
222
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
den riskli bölgelerde bu hastaları kabul edip tedavilerini üstlenebilecek yeterli donanım ve personele sahip sağlık kuruluşlarının
öncen hazır edilmesi kaçınılmazdır.
Numune test güvenliği
Şüpheli vakalardan erken dönemde numune alınması ve numunelerin gönderilmesi koşulları ile numune gönderme araçları önceden belirli ve bilinir olmalı, hatta test edilmiş olmalıdır.
Zamanlama ve ulaşım güvenliğinin sağlanması önceden tahmin
edilemeyen kritik bir konudur. Ulusal ve uluslararası tatillerin de
etkisiyle numunelerin gönderilmesinde biyogüvenlik sorunları
yaşanabilmektedir. Nitekim Türkiye örneğinde Türkiye'de Kurban Bayramı ve Avrupa'da Noel tatilleri bu sorunu gözler önüne
sermiştir.
Numuneleri inceleyecek teknik donanımlı ve eğitimli personeli
olan ulusal laboratuarların hazırlıklı olması zaten beklenen bir
tedbirdir. Ancak yeterli deneyimin farklı laboratuvarlarca paylaşılmasına özen gösterilmelidir.
Dünya Sağlık Örgütü anlaşmalı laboratuarları ile hızlı işbirliği,
numune nakli, analiz bilgi alış verişi, kalibrasyon, sonuçların yo-
rumu ve terminoloji iş birliğinin sağlanması birçok güven sorununun yaşanmasını ortadan kaldıracaktır.
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
223
Hayvan hastalığı ile mücadele
Esas olan hayvan hastalığı görülen yerlerde önlem almak ve virüsü insana ulaştıracak zincirin halkasını koparmaktır.
Hayvan hastalığı olduğu bildirilen yerde bu hastalığın kontrol al-
tına alınması ve yayılmasını önlemek için yaygın organizasyon yapabilme yeteneği kazanmak öncelikli adımlardan biridir.
İtlaf çalışmalarının yürütülmesi, bunun için hayvan sahiplerinin
ikna edilmesi, itlaf yapılan hayvanların adaletli bir şekilde tazmini ve bütün bunların ağır iklim ve ulaşım koşullarında gerçekleşmesi için örgütsel yapılanma, yeterli ve eğitimli insan gücü ve
maddi kaynak bulundurulması mücadelenin başarısını sağlayan
unsurlardır.
İletişim ve şeffaflık
Göçmen kuşların milleti yoktur; ülkelerinin siyasal anlaşmalarla
çizilmiş sınırları mevcut değildir. Bu yüzden hiç bir ülke kendini
güvende hissedemez. Salgın alanlarına yakın ve göç yolları üzerin-
deki bölgelerin tedbirli olmaları için uyarılmaları, bilgilenmeleri
gerekir. Bunun için bütün detaylarıyla şeffaflık ve hızlı haberleşme şarttır.
Bu altın standart ilkeye uymayanlar kendi ülkelerinin kısa vadeli
çıkarları uğruna küresel sağlığı tehlikeye atmaktadır.
224
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Ulusal düzeyde koordinasyon ve işbirliği
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı başta olmak
üzere Ekonomi Bakanlığı, Ulaşım Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı
gibi birçok bakanlık alnına giren sorunlar bir arada yaşanmaktadır. Farklı dinamikleriyle piyasa ve özellikle hayvancılık sektörü
etkilenmekte, destek istemektedir. Sorunun zamanında çözümü
için bu farklı güçlerin hızla biraraya gelebilmesi sanıldığı kadar
kolay almamaktadır.
Ulusal düzeyde tek noktadan koordine eden, ortak terminoloji
kullanan, iletişim araçlarını çelişkisiz, güvenilir bilgiyle buluşturan ve maddi kaynakları akılcı yöneten bir otorite veya birimin
oluşturulması gerekmektedir.
Uluslararası işbirliği ve destek
Hiçbir ülkenin bütünüyle eksiksiz donanımlı olduğunu iddia ede-
meyiz. Hastalıkla mücadelede uluslararası teknik birikim bilgi ve
iletişim desteğine ihtiyaç vardır. İlaç veya korunma ve tedavi
amaçlı malzeme temini, referans laboratuvarlarla sağlıklı iletişim,
surveyans çalışması ve geleceğe yönelik çalışmaların planlanması
ve yönetimi için uluslararası kuruluşların koordineli bir şekilde
desteğini almak büyük yarar sağlamaktadır.
Ülke ile bu kuruluşlar (DSÖ, CDC, ECDC, EU, FAO, OIE) arasında-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
225
ki iletişim ve işbirliği kadar, farklı uluslararası kuruluşlar arasındaki uyum da önemlidir. Türkiye örneğinde bunun talebimiz üzerine
DSÖ önderliğinde yürütülmesi başarılı bir uygulama olmuştur.
Uyumlu bir işbirliğinin kurulması ve desteğin sağlanması ayrı-
ca şeffaflığın uluslararası güvenlik adına güvence altına alınmasını ve diğer ülkelerin daha hızlı uyarılmasını sağlamaktadır.
Basının ve iletişimin rolü
Basının toplumda farkındalık yaratma rolü tartışılamaz. Özellikle
halkın hızlı bir şekilde bilgilendirilmesi, eğitilmesi ve uyanıklık
oluşturulması için görsel ve yazılı medya araçlarının desteğine ihtiyaç vardır. Basının kontrolü değil, ama doğru bilgilendirilmesi
ve basının halkı doğru bilgilendirmesi krizin yönetilmesindeki en
önemli araçlardan biridir.
Medya araçları bu rolü çoğu zaman sorumsuzca kullanarak, bi-
linçlendirme yerine panik oluşturabilmektedir. Basit siyasal kaygıları, farkında olarak ya da olmadan, halk sağlını ve ekonomiyi
tehdit eder hale dönüştürebilmektedir.
Teknik mücadele çalışmaları kadar basının halk sağlığına zarar
veren değil mücadeleye destek veren rol üstlenmesine öncelik
verilmelidir. Bu konu, teşhis, itlaf, tazmin ve surveyanstan daha az önemli değildir.
226
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Uluslararası iletişim kazaları
Yabancı basın organlarında yetkili yetkisiz kişilerce ileri sürülen
olumsuz iddia ve yorumlar ülke içine taşınıp karamsarlık oluşturmaktadır. Yerel basında yer alan münferit bir olay yabancı basın
tarafından alıntılanıp yorumlanmakta ve sonra tekrar yerel basın
bunu alarak tüm ülkeye yaygın bir olay haline getirebilmektedir.
Bu tür yayınlar ülkenin kendi ulusal iletişim araçlarına ve mücadeleyi yürüten yetkililere güven sarsmakta ve sağlıklı iletişimin
önünü tıkamaktadır. Hatta hastalıkla mücadele çabaları etkisiz
hale gelebilmektedir.
Bilimsel bir gerekçesi olmadığı halde seyahat güvenliği ve ihracat
konularında oluşturulan tereddütler ile sınır kapılarında alınan
zorlaştırıcı önlemler ülke sorunlarını büyütmektedir.
Enfeksiyonla mücadele, ekonomik kaygı ile birleşince ülkenin gücünü aşabilen büyük bir soruna dönüşebilmektedir.
Bu korku, ülkelerin şeffaf olmalarını önleyici bir güç olarak bütün
dünyayı tehdit etmektedir.
(*) Ağrı, Doğubeyazıt kaynaklı ölümlerle başlayan mücadelenin ardından.
Şubat 2006
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
227
Sağlık hizmetlerinde planlama
Gelişmiş ülkelerde sağlık sistemleri bütün toplumu kucaklayan
çok yönlü sağlık hizmetlerinin sunulmasını hedeflemektedir. Hatta hizmetlerin kapsayıcılığından öte, kalite standartlarının eşitliğin ve talebe yeterince cevap verilebilirliğin de garanti altına alın-
masına çalışılmaktadır. Ülkeden ülkeye, beklentiler ve sunulan
hizmetler büyük farklılıklar gösterse de, sağlık hizmetlerinin finansmanında ve sistemin organizasyonunda hükümetler etkin rol
almaktadır. Ülke yönetim biçimine göre bu etkin rol farklı oranlarda merkezi ve yerel otoriteler tarafından paylaşılabilmektedir.
Bu rol, bazen hizmetlerin doğrudan sunulması tarzında karşımıza
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
229
çıksa da, çoğu zaman yönetim otoritesinin hedeflerini garanti altına alacak tarzda yürütülen planlamalar şeklinde görülmektedir.
Bu planlama sorumluluklarının yerel ya da merkezi otoritede olması daha çok ülkenin siyasi yönetim şemalarına bağlı olarak or-
taya çıkmaktadır. Örnekler incelendiğinde, yerel veya bölgesel
planlamalar bu yerel otoriteler tarafından yapılsa bile, genellikle
merkezi otorite bütün ülkede hizmetlerin ve kaynakların dengeli
dağılımını garanti altına alacak gücü elinde bulundurmaktadır.
Anayasamızın 56. maddesi, herkesin hayatını, beden ve ruh sağ-
lığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla
devletin sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenleyeceğini bildirmektedir. Hatta bu görevin kamu ve
özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak,
onları denetleyerek yerine getirileceğini belirterek adeta çerçeveyi de çizmiştir.
1987 tarih ve 19461 sayılı resmi gazetede yayınlanan 3359 Sayılı
Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun 3. maddesinin (c) fıkrası,
bütün sağlık kurum ve kuruluşları ile sağlık personelinin ülke sat-
hında dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılmasını esas almakta ve bu
esaslar çerçevesinde sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve
işletilmesinin Sağlık Bakanlığı’nca düzenleneceğini hükme bağla-
230
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
maktadır. Aynı maddenin (g) fıkrasında sağlık ve yardımcı sağlık
personelinin yurt düzeyinde dengeli dağılımını sağlamak üzere
Sağlık Bakanlığı’nın istihdam planlaması yapacağı bir kez daha
vurgulanmıştır.
15 Şubat 2008 tarih ve 26788 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
Ayakta Teşhis Ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkın-
da Yönetmelik’in 9. maddesi ile Özel Hastaneler Yönetmeliği’nin
Ek 4. maddesi bu adımın somut göstergeleridir. Sağlık sektörü-
müzdeki özel hizmet sunucuları tarafından “15 Şubat depremi” di-
ye nitelendirilen bu yönetmelik değişikliği, sağlık kurum ve kuruluşları ile bunlara ait sağlık insan gücü, tıbbi hizmet birimleri ve
nitelikleri ile teknoloji yoğunluklu tıbbi cihaz dağılımı alanlarında
kamu ve özel sektörü kapsayacak şekilde Bakanlıkça planlama yapılacağından söz etmektedir.
Her halde, anayasa ve yasalarda zaten mevcut bulunan bir görevin
alt mevzuata taşınmasına itiraz edecek bir durum olamaz diye dü-
şünüyorum. Hatta bugüne değin bu görevin neden yerine getirilememiş olmasını sorgulamak belki daha doğrudur. Nitekim sektör-
de rol alan çeşitli kesimlerin yaklaşımı da bundan farklı değildir.
Asıl sorun olan planlamanın yapılması değil, nasıl, kimler tarafından hangi kapsamda yapılacak olmasıdır. Geçiş dönemindeki
mağduriyetler nasıl önlenecektir? Bütün sorular, kaygılar, tepki-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
231
ler burada düğümlenmektedir.
Konunun bu düğüm noktasına ışık tutabilmek umuduyla uluslar
arası tecrübelere bir göz atmakta yarar var. İngiltere Sağlık Bakanlığı tarafından finanse edilen “sağlık hizmetlerinin uluslararası karşılaştırılması” konulu bir araştırma projesinin değerlendirmesine göre, araştırma kapsamında olan ülke otoritelerinin sağlık
hizmetlerinin planlanmasındaki yetki ve sorumluluk paylaşımı
aşağıdaki tabloda görülmektedir.
Tablo 1: Sağlık hizmetlerinin planlanmasında sorumluluk paylaşımı
Ülke
Öncelikli sorumlu otorite
Kanada
Planlama bazı durumlarda belirlenen ulusal çerçevede kalmak
şartıyla yerel yönetimlerin sorumluluğundadır.
Danimarka
Merkezi otoritenin kısmi yönlendiriciliği altında bölgeler ve
belediyeler sağlık hizmetlerinin farklı alanlarını bağımsız bir
şekilde planlamaktadır.
İngiltere
Ulusal ve bölgesel planlama, bölgesel otoritelerin de katılımıyla
merkezi hükümet tarafından yönetilmektedir.
Finlandiya
Planlama belediyelerin ve belediyelerce oluşturulmuş bulunan
hastane bölgelerinin sorumluluğundadır.
Fransa
Bölgesel hastane ajansları, merkezi yönetimin yerel paydaşlarla
görüşerek belirlediği çerçevede hastane hizmetlerini
planlamaktadır.
Almanya
Yerel paydaşlarla görüşerek, ulusal ve yerel mevzuat
çerçevesinde eyalet (länder) hükümetleri hastane kapasitelerini
planlamaktadır.
İtalya
Ulusal sağlık planını rehber edinerek sağlık hizmetlerini,
özellikle hastane hizmetlerini yerel hükümetler planlamaktadır.
Hollanda
Bölgesel hizmet sunum organizasyonları akut hastane
hizmetlerini planlayarak merkezi hükümetin onayına sunar .
Yeni Zelanda
Planlama sorumluluğu merkezi hükümet ve hastane bölge
yönetimleri tarafından paylaşılmaktadır.
232
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Planlama deyince, kavramsal olarak karşımıza stratejik plan ve
eylem planı olmak üzere iki tarz çıkmaktadır. Stratejik plan, sağlık sisteminde prensipleri tanımlayan ve genel çerçeveyi çizen
plandır. Genellikle sağlık yönetimindeki en üst otorite tarafından
hazırlanmaktadır. Mesela İngiltere, Fransa, İtalya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde merkezi hükümetin Sağlık Bakanlıkları tarafın-
dan hazırlanmaktadır. Kanada ve Almanya gibi desantralize sistemlerde bölgesel veya yerel otoriteler bu planı yapabilmektedir.
Eylem planı ise, stratejik planın eylemelere dönüştürülmesinden ibarettir. Bütçenin ve kaynakların paylaştırılması, hizmetlerin tıbbi yatırımların ve personelin organizasyonu gibi sağlık
hizmet sunumuna etkili bütün eylemlerin planlanmasını kapsar.
Bu tarz planlamalar çoğu kez bölgesel, bazen de yerel otoriteler
tarafından yapılmaktadır. Mesela Kanada'da bölgesel sağlık otoritesi (RHA), Danimarka ve Finlandiya'da belediyeler ve İngilte-
re'de temel sağlık tröstleri (primary-care trusts) bu planları yapmaktadır. Ancak İngiltere, Fransa, İtalya Kanada ve yeni Zelanda'da olduğu gibi bazı ülkelerde bölgesel veya yerel yönetimler
planlarını yaparken üst otoritelerin hazırladığı ulusal planlara
ve talimatlara uyumlu olmak zorundadır. Buna dikey entegrasyon adı verilmektedir.
Sağlıkta hizmet dağılımı ve kaynak dağılımının dengeli sağlanma-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
233
sını amaçlayan planlamaların yapılması neredeyse tartışmaya yer
bırakmayacak kadar üzerinde anlaşılma sağlanan bir konudur. Ne
var ki, bu planlamanın kapsamı ve uygulamalara olan etkisi tartışma konusu olabilmektedir. Bilhassa pazar ekonomisinin hâkim
olduğu ülkelerde planlamanın farklı sektörleri kapsayarak yatı-
rımları kısıtlar hale gelmesi veya bir başka deyişle yatırımı belirleyen dinamiklerde rekabet unsurunun önüne geçmesi hem yatırımcıları hem de planlayıcıları zorlamaktadır.
Başarısı veya rasyonalitesi ne kadar tartışılırsa tartışılsın, bu güne
dek, Sağlık Bakanlığının yatırımları diğer kamu kurumlarında ol-
duğu gibi Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yatırım planları kapsamında yapılmaktadır. En azından Bakanlığa ait sağlık tesislerinin
yatırımları ülke genelinde dengeli bir şekilde yapılmaya çalışıl-
maktadır. Yeteri kadar kurumsallaşmış bir yapı arz etmese de,
devlet hastanelerindeki tıbbi cihaz planlaması Tedavi Hizmetleri
Genel Müdürlüğünün kontrolü ve denetimi altındadır. Bilhassa
son yıllarda tavizsiz bir şekilde yürürlüğe konan ve bu yüzden birçok meslektaşımızın tepkisini çeken, personel dağılım cetveli
(PDC) uygulaması, Sağlık Bakanlığında çalışmakta olan yetişmiş
insan gücünün ülke genelindeki dağılım dengesine önemli ölçüde
katkı sağlamıştır.
Devredilmeden önce, SSK hastaneleri de özellikle SSK'lıların yo-
234
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ğun olduğu merkezlerde inşa edilmek suretiyle kendi çapında bir
planlamanın kapsamındaydı. Ne var ki, parçalı yapı nedeniyle bu
birbirinden bağımsız planlama gayretleri, sonuçta dengesizliğin
önüne geçilmesinde yeterli olamıyordu. Aynı durum, bugün için
üniversite hastaneleri cephesinde devam etmektedir. Bilhassa her
ile bir üniversite açma hedefinin gerçekleştirme aşaması olduğu
bir dönemde bu üniversitelerimizin tıp fakülteleri ve buna bağlı
olarak Sağlık Bakanlığının planlamalarından bağımsız bir şekilde
üniversite hastaneleri açması, sorunun katlanarak büyümesine
yol açmaktadır. Ne üniversite hastanesinin açılması, ne de bura-
larda istihdam edilecek sağlık personeli ulusal entegre bir sağlık
hizmetleri planlamasına tabidir.
Önceden sistem içindeki rolü ihmal edilebilir düzeyde olan özel
sağlık yatırımlarının sosyal güvenlik sisteminin içinde yer almasıyla birlikte hızla artmakta olduğu bilinmektedir. Öyle ki, son bir-
kaç yılda meydana gelen gelişmeler özel sağlık yatırımlarının
planlama dışına çıkarak sağlık hizmetlerinde kaynak dağılımının
dengesini bozma etkisi üniversite hastanelerinin önüne geçmiştir.
Kısacası sağlık sisteminin içinde yer alan hizmet sunucu aktörler-
den sadece birini veya bir kaçını planlama gayretleri etkili olma-
makta, hatta bu aktörler arası haksız ve dengesiz kaynak paylaşımına yol açmaktadır. Kaynakların sınırlı olması hizmet dağılım
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
235
dengesizliklerini artırmaktadır.
Ülke örnekleri incelendiğinde, farklı düzeydeki hizmet sunucularını ve farklı sektörleri planlamalarına dâhil ettikleri görülmektedir. Hizmet sunucusunun sosyal güvenlik sistemi içinde yer alıp
almaması, sistem içindeki ağırlıkları gibi çeşitli dinamikler bunun
belirleyicisi olabilmektedir.
Görüldüğü gibi, incelenen ülkelerde planlama daha çok hastane
hizmetlerine odaklanmaktadır. Kamu ve özel sektörün birlikte
planlandığı ülkelerde ülkelerin sağlık hizmet sunumu ve bunun
karşılığının ödenme biçimi belirleyici olmaktadır. Bilhassa özel
Tablo2: Planlama kapsamı ve sektörler
Ülke
Kapsam ve sektör
Kanada
Kamu ve özel sektör dahil bütün hastane hizmetlerinin
planlanması ayaktan sunulan hizmetler planlama dışındadır.
Danimarka
Serbest çalışan hekimlerin sunduğu ayaktan hizmetler ve kamu
hastane hizmetleri dahil sağlık hizmetlerinin bütün alanlarında
planlama
İngiltere
Ulusal Sağlık Sistemi tarafından sunulmakta olan hastane
hizmetleri ve ayaktan hizmetlerin planlanması
Finlandiya
Kamu hastaneleri tarafından sunulan bütün hizmetler ile serbest
çalışan hekimlerin sundukları bazı hizmetlerin planlanması
Fransa
Sadece hastane hizmetlerinin (kamu ve özel sektör) planlanması
Almanya
Sadece hastane hizmetlerinin (kamu ve özel sektör) planlanması
İtalya
Sadece hastane hizmetlerinin (kamu ve özel sektör) planlanması
Hollanda
Hastane hizmetlerinde (akut) sınırlı planlama
Yeni Zelanda
Kamu tarafında hastane hizmetlerinin, serbest çalışan hekimlerde
ayaktan hizmetlerin planlanması
236
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
sektörün sunduğu hizmetlerin bedelinin kamu kaynakları tarafından karşılanması, özel sektörün de planlama içine dâhil edilmesiyle sonuçlanmaktadır. Kanada, Fransa, Almanya ve İtalya'da
hastane planlamaları, hem kamu hem de, kar amaçlı osun veya ol-
masın, özel hastaneleri kapsamaktadır. Hatta özel işletmeler faaliyet alanlarını genişletmek için de planlama kapsamında izne tabidir. Diğer yandan Danimarka, İngiltere, Finlandiya ve Yeni Zelan-
da gibi ülkeler planlarını sadece kamu hastaneleri ile sınırlı tutmaktadır.
Hastane kapasitelerinin planlanması açısından bakıldığında; (1)
mevcut faaliyet alanlarında veya yeni alanlarda sermaye yatırımı,
(2) ileri teknoloji gerektiren pahalı cihaz yatırımları, (3) hizmet
sunumu ile (4) insan gücü ve finansal kaynakların paylaşımı söz
konusu olmaktadır.
Çoğu ülkeler hastane sayısını planlayarak basit bir yol tercih etmektedir. Ancak bunun amaca hizmet edebilmesi için hastane faaliyet alanlarının miktarı ve yerleşimi konusunda daha detaylı ça-
lışmalar yapma zarureti doğmaktadır. Bazı ülkelerde ise planlama
doğrudan detaylı bir şekilde yapılmaktadır. Uzmanlık alanları ve
servislerin sayıları ile tasarımları ve bunların belirlenen bir bölgedeki dağılımı planlarda belirtilmektedir.
Genellikle bu hastane planlamalarında kullanılan ölçek yatak ka-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
237
pasitesidir. Ancak son zamanlarda İngiltere ve Fransa gibi ülkeler,
yatak kapasitesinden çok hizmet hacmi ve faaliyetlerin planlanmasına yönelmişlerdir.
İncelemesi yapılan farklı ülke örnekleri, desantralizasyon, rekabet
ve sunucu plüralizmi gibi politikalarla hakkaniyete dayalı, karşılanabilir ve ulaşılabilir sağlık hizmetlerini temin etme sorumluluğu
altındaki hükümetlerin ne denli zor bir görevle yüz yüze olduklarını göstermektedir. Ülkelerin sağlık hizmetlerinin planlamasına
farklı yaklaşımları hatta bazı sektörleri planlama dışında tutmaları veya bazı ülkelerin hiç planlama yapmaması, bir tarafta yerel,
bölgesel ve merkezi kararların diğer yanda hizmet sunucuları arasındaki rekabetin ve mevzuat düzenlemelerinin dengesini tutturabilmenin zorluklarından ve hatta imkansızlıklarından kaynaklanmaktadır.
Ülkemizde sağlık hizmet sunucuları arasında Sağlık Bakanlığı’nın
en büyük pay sahibi olarak doğrudan yer alması, düzenleyici rolü
ile rekabet gücünün çatışmasına ve Bakanlığın düzenleyici-plan-
layıcı bir üst otorite olarak görülmek yerine, hizmet alanındaki re-
kabetçi bir güç olarak konumlandırılmasına yol açabilmektedir.
Böyle bir konumlandırma ve algı, aslında asli görevi olan planla-
ma sorumluluğunu yerine getirmek isteyen Bakanlığı gereksiz ve
belki de haksız ithamlarla karşı karşıya getirmektedir. Bu durum
238
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
sağlıkta planlama girişimlerini ülkemizde biraz daha zor hale sokmaktadır.
Şartlar ne olursa olsun, sosyal güvenlik şemsiyesinin muhatabı
olan bütün sağlık hizmet sunucularını (üniversite, devlet, özel)
içine almayan bir planlamanın başarılı bir sonuca götürmeyeceğine inanıyorum. Hatta hizmet sektöründeki paydaşlar arasında
dengesiz bir şekilde personel ve kaynak kaymalarına yol açacağından fayda yerine zararlı bile olacaktır. Sağlık sektörümüzün özel
kesimi tarafından “15 Şubat depremi” diye adlandırılan yönetmelik değişikliklerine, yani planlama girişimlerine bu pencereden
bakmak daha yararlı olur sanırım.
Mayıs 2008
Kaynaklar
1-T.C. Anayasası
2- 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu
3-15.Şubat 2008 tarih ve 26788 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Ayakta
Teşhis Ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik
4-15.Şubat 2008 tarih ve 26788 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Özel
Hastaneler Yönetmeliği
5-Ettelt S, Nolte E, Thomson S, Mays N and the International Healthcare
Comparison Network: Capacity Planning in Health Care, A review of the
International Experience. European Observatory on Health Systems and
Policies, 2008
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
239
Sağlık politikalarımızın panoraması
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından sağlık kısaca, fiziksel ve
ruhsal olarak tam bir iyilik hali diye tanımlanmaktadır. Öyle ise,
bedensel ve ruhsal tam bir iyilik hali içinde olan bir kimsenin sahip olduğu sağlığını koruması ve bu sağlığını yitirmesi halinde
ona tekrar kavuşması için harcanan bütün çabaları sağlık hizmeti
çerçevesinde değerlendirebiliriz. Sağlık deyince, şüphesiz ilk aklımıza gelen beden ve ruh sağlığıdır. Bütüncül bir kavram olarak
ruh ve beden sağlığını kucaklayan insan sağlığı, sağlık hizmeti ta-
lebinin en öncelikli sırasını işgal eder. Ancak iyilik halinin oluşmasında rol alan diğer birçok dinamik de bu hizmetin tamamlayı-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
241
cıları olarak görülmek zorundadır.
Organizmanın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için iç dinamikleri kadar dış dinamikler de önemli rol oynar. Bu açıdan, beden sağ-
lığı kadar çevre sağlığı da önemlidir. Bu alanda kentsel tasarımdan, imar durumuna, alt yapı inşasından solunan havanın temiz-
liğine, ulaşımdan barınmaya, her türlü gıda ve su güvenliğine ve
gittikçe endüstrileşen dünyamızda her türlü üretim denetimine
kadar birçok hizmet alanı mevcuttur. Yani sağlık hizmetlerinden
sorumlu olanlar sadece sağlık sektörü ile sınırlı kalmamaktadır.
Farklı sektörler bir yana, sağlığını korumak üzere yaşama tarzını
belirleyen her birey bile kendine olduğu kadar ülkenin sağlık sistemine de hizmet etmektedir.
Sağlık hizmeti adeta sonu olmayan bir maraton koşusu gibidir.
Sağlık hizmetleri geliştikçe, daha fazla bebeğin ve daha fazla annenin yaşaması sağlanacak, insanlarımız daha uzun ömürlü ola-
caktır. Bu da, doğal olarak yeni sağlık hizmeti ihtiyacı doğura-
caktır. Erken doğan ve düşük doğum ağırlıklı bebekler kurtulacak, birçok özürlünün hayatını idame ettirmesine fırsat verile-
cek ve daha fazla sağlık hizmeti ihtiyacı ortaya çıkacaktır. Başarılı sağlık hizmeti sonucunda ömürlerimiz uzadıkça daha fazla
kronik hastalıklarla muzdarip yaşlı bir nüfus ortaya çıkacak ve
daha fazla maliyet ve emek gerektiren hizmet ihtiyacı doğacak-
242
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
tır. Hızla gelişen teknoloji, ilaç endüstrisi, tanı ve tedavi araçla-
rı, sağlığımızı daha fazla iyileştirirken sağlık hizmetinin yükünü
de, kaynak ihtiyacını da o oranda artırmaktadır. Bütün bu hususları birlikte değerlendirirsek, dünyada sağlık sorununu ta-
mamen çözmüş, sağlık hizmetlerinde eksiksiz bir noktaya ulaşmış bir ülkeden söz etmemiz mümkün olamaz.
Olaya Türkiye özelinde baktığımızda, sağlık personelinin vasfı,
sunulan hizmetin düzeyi ve yaygınlığı açısından ülkemiz birçok
Avrupa ülkesi ile boy ölçüşebilecek durumdadır. Hatta bazı hu-
suslarda daha iyi durumda olduğumuzu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Bütün olumsuzluklarına rağmen, birinci basamak sağlık
hizmetleri ile dünyanın birçok ülkesinden çok önce tanışmış bir
ülkeyiz. Ülkemizin her tarafında yaygın özel ve kamu sağlık kuru-
luşlarımız vardır. Günübirlik kuyruklar olsa da, kronik hastalıkla-
rın tedavileri bakımından Avrupa ülkelerinin çoğunda olduğu gibi bekleme listeleri bizde yoktur. Ancak ne var ki, sağlık gösterge-
lerimizde hızlı bir şekilde iyileşmeler olsa da, hâla batılı komşularımızın gerisinde kaldığımızı itiraf etmek zorundayız. Gerek koru-
yucu sağlık hizmetlerinin kapsamı ve etkinliği, gerek tedavi kurumlarımızın kaliteli hizmet sunabilmesi açısından tartışmamız
ve yol almamız gereken mesafeler olduğunu unutmamalıyız.
Sağlık hizmetini sunanlar kadar bu hizmeti talep edenlerin bek-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
243
lenti ve bilinç düzeyleri, eğitimleri, sosyoekonomik düzeyi kültür
ve yaşama alışkanlıkları da sağlık hizmetinin belirleyicileri olmak-
tadır. Sağlıklı barınak, güvenli ulaşım, temiz çevre, dengeli beslenme sağlık hizmetinin tamamlayıcılarıdır. Sağlık hizmetini talep
edenlere kaliteli bir şekilde hizmet verecek sağlık personelinin sayı ve nitelik bakımından yeterli olması gerektiğini söylemeye bile
gerek duymuyorum. Ülkemizde haklı olarak nitelik sorgulaması
zaman zaman yapılsa da, daha belirgin olarak öne çıkan sorunumuz, sağlık personelinin sayıca yetersiz olmasıdır. Dolayısıyla
yüksek motivasyonla çalışabilecek, iyi eğitim almış, bilgili, dene-
yimli ve yeterli sayıda sağlık insan gücüne ihtiyacımız vardır. Nü-
fusumuza oranla birçok ülkeden daha az sayıda sağlık personeli-
nin fedakârca çalışmaları sayesinde sağlık hizmetleri yürütülebilmektedir. Ülke coğrafyasının sosyoekonomik gelişmişlik bakımın-
dan büyük farklılıklar göstermesi, sağlık personelinin dağılımında
da aynı derecede etkili olmaktadır. Bu kısır döngünün kırılabilme-
si tek başın sağlık sektörünün çabası ve sağlık sisteminin araçları
ile mümkün görünmemektedir.
Sağlık sisteminde yaşayageldiğimiz sorunların tüm sağlık sektö-
rünü ve toplumun sağlık düzeyini olumsuz yönde etkilediğini hepimiz yaşıyor ve biliyoruz. Türk sağlık sisteminin içinde bulunduğu durum, sağlık sisteminde hizmet sunumundan finansmanına,
244
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
insan gücünden bilgi sistemine kadar ilgili birçok alanda köklü
değişikliklere gidilmesini gerektirmiştir. Ancak bu arayışın sadece
ülkemizle sınırlı olmadığını bilmek gerekir. Sağlık hizmetleri sunumu konusunda birçok ülkenin reform çalışmaları içinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi, sağlık altyapısı ve örgütlenmenin düzenlenmesine yönelik çalışmalar, sağlık politikalarında
önemli değişimleri beraberinde getirmektedir. Bu sağlık politika-
larının da küresel eğilimlerden etkilenmediğini ileri sürmek gerçekçi olmaz. Ancak Dünya Sağlık Örgütü, sağlık sistemleri ile il-
gili birçok öncelikler öne sürse de, her ülkenin kendi şartları doğrultusunda bir sistem oluşturmasını önermektedir. Cumhuriyet
tarihi boyunca ülkemizde uygulanan sağlık politikaları bazı
önemli temel değişimler geçirmiştir. Sağlık politika tarihini gözden geçirdiğimizde, bu değişimlerin köşe taşlarını Dr. Refik Say-
dam döneminde (1923), Dr. Behçet Uz döneminde (1946) ve sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinde (1963) görebiliriz. Sağlık-
ta Dönüşüm Programı (2003) bu dönüm noktalarındaki son halkayı oluşturmaktadır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren, bütün kurumları ile devlet örgütlenmesi ve hizmet politikalarının oluşturulmasında daha çok batıya dönük bir yol izlemiştir. Ne var ki bu süreç-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
245
te, belki dünyadaki eğilimlerden bağımsız kalamayarak, sağlık politikaları temel tercih değişiklikleri göstermiştir.
Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Sağlık Bakanı olan Dr. Refik Saydam 1937 yılına kadar süren bakanlığı süresince, ülkemizdeki sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinde ve gelişmesinde büyük
katkılar sağlamıştır. Bu dönemde öne çıkan politikalar uzun dönem sağlık hayatımıza yön vermiştir. Sağlık hizmetlerinin planlanması ve yönetiminin tek elden yürütülmesi anlayışı kabul edil-
miştir. Koruyucu hekimlik merkezi devletin, tedavi edici hekimlik
ise yerel yönetimlerin hizmet alanı olmak üzere örgütlenmeye gidilmiştir. Sıtma, frengi, trahom, verem, cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele programları ile "dikey örgütlenme" modeli
öne çıkmıştır. Yapılan düzenlemelerle koruyucu hekimlik kavramı
getirilmiş, yerel yönetimlerin hastane açmaları teşvik edilmiştir.
Hekimlerin serbest çalışmaları yasaklanmıştır. İllere örnek hastaneler olmak üzere Numune Hastaneleri açılmıştır.
1946 yılında Sağlık Bakanı olan Dr. Behçet Uz tarafından Milli
Sağlık Politikası çalışmaları yapmıştır. Nüfusa düşen yatak sayısı-
nın arttırılması benimsenmiştir. Nüfus esaslı entegre sağlık hiz-
meti vermek üzere sağlık merkezleri kurulmuş, hastanecilik hizmetleri yerel yönetimlerden alınarak Sağlık Bakanlığı'na verilmiş,
koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin bir arada verilmesi-
246
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
ni hedeflemiştir. Bu dönemde tıpta uzmanlaşma ön plana çıkmıştır.
224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanuna dayalı olarak sosyalizasyon uygulamaları 1963 yılında başladı,
1983 de ülkenin tümüne yayıldı. Yaygın, sürekli, entegre, kademeli,
il içinde bütünleşmiş bir yapı anlayışıyla sağlık evleri, sağlık ocakla-
rı, ilçe ve il hastaneleri şeklinde bir yapılanmaya gidildi. “Geniş bölgede tek yönlü hizmet" ilkesinin alternatifi olan “dar bölgede çok
yönlü hizmet” anlayışı sisteme hâkim oldu. Ancak bu yasada hedeflenen kamu hastanelerinin tek çatı altında toplanması, sağlık perso-
nelini taşrada çalıştırılmasının özendirilmesi, sağlık hizmetleri için
ek kaynak oluşturulması gibi hususlar hayata geçirilemedi.
Geçtiğimiz son iki dekat sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı al-
tında toplanarak genel sağlık sigortasının kurulması, birinci basamak sağlık hizmetlerinin aile hekimliği çerçevesinde geliştirilme-
si, hastanelerin özerk sağlık işletmelerine dönüştürülmesi ve Sağlık Bakanlığının koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik veren, sağlık hizmetlerini planlayıp denetleyen bir yapıya kavuşturulmasını
öngören sağlık reformu çalışmalarına şahit olmuşsa da, bunların
hayata geçirilmesi mümkün olamamıştır.
2003-2007 yılları sağlıkta birçok taşın yerinden oynadığı önemli
bir dönem olmuştur. 2003 yılı başında sağlıkta dönüşüm programı hazırlanarak Sağlık Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyurul-
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
247
muştur. Program, sosyalizasyon başta olmak üzere geçmiş biri-
kimlerimiz ve tecrübelerimizden, son dönemlerde yürütülen sağ-
lık reformu çalışmalarından ve dünyadaki başarılı örneklerden ilham alınarak hazırlanmıştır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan
günümüze kadar sağlıkta atılan bütün adımlar değerlendirilmiş,
daha önce Bakanlık bünyesinde yürütülen proje çalışmaları göz-
den geçirilmiş ve geçmişin olumlu mirasına sahip çıkılmıştır. Sağlıkta dönüşüm programı, aşağıda belirtilen sekiz ana başlık altında toplanmaktadır.
1-Planlayıcı ve denetleyici Sağlık Bakanlığı
2-Herkesi tek çatı altında toplayan genel sağlık sigortası
3-Yaygın, erişimi kolay ve güler yüzlü sağlık hizmet sistemi
a)Güçlendirilmiş temel sağlık hizmetleri ve aile hekimliği
b)Etkili, kademeli sevk zinciri
c)İdari ve mali özerkliğe sahip sağlık işletmeleri
4-Bilgi ve beceri ile donanmış, yüksek motivasyonla çalışan sağlık
insan gücü
5-Sistemi destekleyecek eğitim ve bilim kurumları
6-Nitelikli ve etkili sağlık hizmetleri için kalite ve akreditasyon
7-Akılcı ilaç ve malzeme yönetiminde kurumsal yapılanma
248
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
8-Karar sürecinde etkili bilgiye erişim: sağlık bilgi sistemi
Ülkemiz son birkaç yılda, sağlık politikalarındaki değişikliklerin
kamuoyunda sıkça tartışıldığı, ortaya konan icraatların hizmet sunanlar kadar hizmet alanlar tarafından belirgin bir şekilde hisse-
dildiği bir sürece tanıklık etmiştir. Sağlık hizmetlerinde dün yakınma konusu olan konular değişmiş, artık kuyruklardan çok has-
ta memnuniyeti, sağlık hizmetine erişimden çok hasta güvenliği
tartışılır olmuştur. İlaç kuyruğunda bekleyen hastaların ıstırabı
yerine ilaç harcamalarının miktarı medya gündemine girmiştir.
Parasızlıktan rehin kalan hastalar yerine, sosyal güvenliğin kapsamı ve genel sağlık sigortası ana konular olmuştur. Acil hasta nak-
li sorunu yerine yoğun bakım yatağı talepleri dile getirilir hale gelmiştir. Aşılama oranlarındaki düşüklükler yerine aşı takvimine
yeni aşıların eklenmesi tartışılmış, hatta hayata geçirilmiştir. Sağlık personelimiz dün gelirlerini azlığının sancısını çekerken, bugün gelirlerinin sürekliliğinin kaygısını duymaya başlamıştır.
Sağlık alanında atılan kararlı adımlar, kamu sektöründen özel
sektörüne, en yoksulundan en zenginine kadar vatandaşlarımızın
hayatında yer bulmuştur. Kısacası sağlıkta dönüşüm programı,
bir program olmaktan öte, icraatın adı haline gelmiştir.
Mayıs 2007
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
249
Kaynaklar
1. Özsarı, S.H. ,Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları ve Sağlıkta Yeniden
Yapılanma, Türkiye Sorunlarına Çözüm Konferansı-II “Cumhuriyet'in
Kazanımları” 26-28 Ekim 1998 Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi,
Ankara, 2000.
2. Sağlıkta Dönüşüm Programı, Sağlık Bakanlığı Ankara, 2003
250
HAYATA YÜKSEKTEN BAKABİLMEK
Prof. Dr. SABAHATTİN AYDIN
1959 yılında Bolu, Göynük'te doğdu.
İlköğrenimini İstanbul'da, Şair Nedim İlkokulu'nda
tamamladı. Orta öğrenimimi 1971-1979 yılları arasında
Özel Darüşşafaka Lisesi’nde yaptı. 1985 yılında İstanbul
Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu.
Zorunlu hizmetini 1985-1987 yıllarında Milli Eğitim
Bakanlığı Gümüşhane Sağlık Eğitim Merkezi’nde pratisyen
hekim olarak yaptı. 1987-1992 yılları arasında Trakya
Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı’nda
uzmanlık eğitimini tamamlayarak üroloji uzmanı oldu.
1992-1994 yıllarında Sakarya, Geyve Devlet Hastanesi’nde
uzman doktor olarak çalıştı. Erzincan Asker Hastanesi’nde
askerlik görevini tamamladı.
1994 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji
Anabilim Dalı’na yardımcı doçent olarak atandı. 1996
yılında doçent, 2003 yılında profesör oldu. Anabilim dalı
başkanlığı, başhekim yardımcılığı, dekan yardımcılığı,
cerrahi tıp bilimleri bölüm başkanlığı ve fakülte yönetim
kurulu üyeliği görevlerinde bulundu.
Ayrıca 1999 yılında başladığı doktora çalışmalarını
tamamlayarak, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü’nden 2003 yılında Klinik Mikrobiyoloji dalında
bilim doktoru unvanı aldı.
Üniversiteden görevli olarak 2001-2002 yıllarında İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü’nü yürüttü.
2003 yılından itibaren Sağlık Bakanlığı Müsteşar
Yardımcılığı görevini yürütmektedir.
2005 yılında Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi Bölgesel
Çalışma Grubu’nda görev aldı. 2006 yılında Dünya Sağlık
Örgütü İcra Kurulu üyeliğine seçildi. Ayrıca 2007 yılında
İcra Kurulu tarafından Leon Bernard ödül komitesinde
görevlendirildi.
Üroloji alanında ulusal ve uluslararası dergilerde
yayımlanmış çalışmalarının yanı sıra halk sağlığı, sağlık
yönetimi ve sağlık politikaları konularında yayımlanmış çok
sayıda makalesi ve röportajı mevcuttur. Evli ve üç çocuk
babası olan Aydın’ın editör ve/veya yazar olarak katkıda
bulunduğu kitap ve raporlar şunlardır:
1-Aydın S, Kara H: Erektil İşlev Bozukluğu Tanı ve
Tedavisi, birinci baskı. YYÜ Tıp Fakültesi Vakfı Yayınları,
Van, 1999; ikinci baskı. Yerküre Kitaplığı, İstanbul, 2004
2-Aydın S. Özbek H: Bilimsel Çalışmalarda Etik Kurul
Onayı, Van Tıp Dergisi Özel Sayısı, Temmuz 1999
3-Aydın S. (Editor): Üroloji Ders Notları Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları, Van, 2000
4-Güvenli Gıda Üretimi Teknikleri ve HACCP Sisteminin
Önemi. Seminer notları, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul 2001
5-Kara H, Aydın S: Cinsel Sorunlar ve Çözüm Yolları,
Sen Yayınları, Ankara, 2002
6-Aydın S. (editör) Aile Hekimliği Türkiye Modeli, Sağlık
Bakanlığı, Ankara, 1. Baskı 2004, 2. Baskı 2006
7-Turkey Health Report: Advisors: Unuvar N, Aydın S.
Prepared by: İmamcioğlu AR, Sezgin B, Obuz, C,
Altınyollar H, Kartal M, Yardım N, Coşkun Ö,
Mollahaliloğlu S. School of Public Health publications,
Ankara 2004
8- Aydın S, Demirel H, Korukluoğlu S. (Editörler) Sağlık
2003, (TC. Sağlık Bakanlığı Faaliyet Raporu) Sağlık
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı,
Ankara 2004
9- Aydın S. (Editör) Sağlık 2004, (TC. Sağlık Bakanlığı
Faaliyet Raporu) Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı, Ankara 2005
10- Aydın S. (Editör) Sağlık 2005, (TC. Sağlık Bakanlığı
Faaliyet Raporu) Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara
2006
11-Ünüvar N, Aydın S. (Editörler) Sağlık 2006, (TC. Sağlık
Bakanlığı Faaliyet Raporu) Strateji Geliştirme Başkanlığı,
Ankara 2006
12- Aydın S (çevirmen) G. Wagner, P. Bondil, K. Dabees,
J. Dean, J. Fourcroy, C. Gingell, S. Kingsberg, P. Kothari,
E. Rubio Aurioles, F. Ugarte, R.Vella Navarrete: Seksüel
Tıbbın Etik, Sosyokültürel ve Eğitim Yönü. Seksüel Tıp,
Kadın ve Erkekte Cinsel Disfonksiyon. Bölüm 4,
Sayfa 130-137, Androloji Derneği, 2006
13- Aydın S, Demir M: Sağlıkta Performans Yönetimi ve
Performansa Göre Ödeme Sistemi Sağlık Bakanlığı,
Ankara, 1. Baskı 2006, 2. Baskı 2007
14- Aydın S: Modern Tıp Penceresinden Osmanlı Tıp
Anlayışına Bakış. Yılmaz C, Yılmaz N.(Editörler)
Osmanlılarda Sağlık (2 Cilt) sayfa. Biofarma, İstanbul,
2006
15- Aydın S, Altunrende F: Lokalize Böbrek Hücreli Kanser
Tedavisinde Diğer Tedavi Yöntemleri. Dinçel Ç (Editör):
Üroonkoloji. İzmir 2007
16-Aydın S: Sağlık hizmetlerinde performans ölçümü,
Sağlık hizmetlerinde performansa dayalı ücretlendirme.
Ateş H, Kırılmaz H, Aydın S (editörler): Sağlık Sektöründe
Performans Yönetimi, Türkiye Örneği. 2. Bölüm. Asil Yayın
Dağıtım Ltd. Şt. Ankara 2007
17-Aydin S (Editör): Genel Sağlık Sigortası ve Sağlık
Bakanlığının Değişen Rolü. Sağlık Bakanlığı Proje Yönetim
Destek Birimi. Ankara 2007
18-Akdağ R, Aydin S, Demirel H (Editörler): Nereden
Nereye, Türkiye Sağlıkta Dönüşüm Programı Kasım 2002Haziran 2007, Ankara 2007
19-Mollahaliloğlu S, Hülür Ü, Yardim N, Özbay H, Çaylan
AK, Ünüvar N, Aydın S (Editörler): Türkiye'de Sağlığa
Bakış 2007. Sağlik Bakanlığı, Refik Saydam Hifzissihha
Merkezi Başkanliği Hıfzıssıha Mektebi Müdürlüğü, Ankara
2007
20-Bahçecibaşı T, Yılmaz Ö, Aydin S, Mutlu E (Editörler):
Seksenbirin Sekseninden Farkı, Düzce Aile Hekimliği
Uygulaması. Düzce 2007
21-Aydın S: 15. Yüzyıl Osmanlı tarihinde üriner sistem taş
hastalığı ve Ahi Çelebi'nin monografisi. Bölüm 1, S.5-8,
Aydın S, Aydın S: Gebelikte üriner sistem taş hastalığı
Bölüm 5, S.471-482. Müslümanoğlu AY, Esen T, Tefekli A
(editörler). Üriner Sistem Taş Hastalığı. Nobel Tıp
Kitapevleri, İstanbul 2007
22-Mollahaliloğlu S, Hülür Ü, Gümrükçüoğlu OF, Ünüvar
N, Aydın S (editörler): Sağlık İnsan Kaynakları Mevcut
Durum Analizi. Sağlık Bakanlığı, Hıfzıssıha Mektebi
Müdürlüğü, Ankara 2007
23-Mollahaliloğlu S, Hülür Ü, Gümrükçüoğlu OF, Ünüvar
N, Aydın S, Sur H (editörler): Sağlık İnsan Kaynakları ve
Politika Oluşturma Çalıştayı. Sağlık Bakanlığı, Hıfzıssıha
Mektebi Müdürlüğü, Ankara 2007
24- Yardım N, Mollahaliloğlu S, Hülür Ü, Aydın S, Ünüvar
N: 21 Hedefte Türkiye, Sağlıkta Gelecek. Sağlık Bakanlığı,
Hıfzıssıha Mektebi Müdürlüğü, Ankara 2007
25- Aydın S, Verit A: Informed consent in bladder stone
treatment from the Ottoman archieves. In: Schultheiss
(editor): de Historia Urologiae Europaea. Vol 15. pp. 27-35,
History Office, European Association of Urology, 2008
Download