ERCİYES ÜNİVERSİTESİ YAYINI-153 KİTAP ADI Hoşgörü Toplumunda Ermeniler / Cilt 1 Erciyes Üniversitesi © HAZIRLAYANLAR Prof. Dr. M. Metin Hülagü © Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci © Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz © Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan © ISBN: Takım No: 978-9944-976-10-7 Kitap No: 978-9944-976-11-4 İlk Basım: Ocak 2007 Kapakta Kullanılan Gravür William Henry Bartlett Kapak Tasarımı Deniz Doğan Baskı Öncesi Hazırlık Bilge Grafik / (352) 232 29 05 Baskı Orka Matbaacılık / (352) 322 17 00 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER CİLT I § ERCİYES ÜNİVERSİTESİ I. ULUSLARARASI SOSYAL ARAŞTIRMALAR SEMPOZYUMU Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk Ermeni İlişkileri Örneği HAZIRLAYANLAR Prof. Dr. M. Metin Hülagü Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan SUNUŞ SUNUŞ Yahut “Ermeni Meselesi”ne Dair Bir Muhasebe Denemesi Elinizdeki eser, Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu (EUSAS-I) adı altında, 20–22 Nisan 2006 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Merkez Kampusu’nda gerçekleştirilen “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği” konulu tebliğlerden oluşmaktadır. Sempozyumun Konusu “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği” konulu bu sempozyumda, yaklaşık on asırlık bir geçmişe sahip olduğu bilinen Türk-Ermeni ilişkilerinin daha ziyade Osmanlı boyutu üzerinde durulmuş, edebî, ticarî, hukukî, idarî, sağlık, eğitim, sanat ve musiki alanlarındaki Türk-Ermeni toplumlarının birliktelik ve etkileşimleri incelenmeye çalışılmıştır. v HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sempozyumun Amacı Sempozyumun amacı, dinî inanç ve etnik kimliklerine bakılmaksızın, bilim adamlarının bir araya gelmelerini sağlayarak aralarında bilgi alışverişi, işbirliği ve dayanışmayı artırmak; çok kültürlü Osmanlı toplumundaki birlikte yaşama sanatına dair bulguları bilim dünyasının hizmetine sunmak; ayrıca Türk-Ermeni toplumları arasındaki iyi ilişkilerin yeniden gelişmesine zemin hazırlayarak kültürlerarası hoşgörünün sekteye uğramadan devam etmesine ve dolayısıyla da dünya barışına katkıda bulunmak olmuştur. Sempozyuma Katılım Sempozyuma yurtdışından gelen akademisyenlere ilaveten Türkiye’nin 45 değişik kurumundan, yüzün üzerinde tebliğli akademisyen iştirak etmiştir. Sempozyuma Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II’nin katılımı ise ayrı bir onur olmuş, etkinliğe hatırı sayılır bir zenginlik kazandırmıştır. Bu katılım ayrıca, küreselleşen dünyamızda, sorunlarını bir araya gelerek kendilerinin çözebilmeleri için Türk ve Ermeni toplumları adına bir ilk adımı, dün olduğu gibi bugün de diyalog ve barış ortamı içerisinde bir arada yaşama arayışının destekleyici bir unsuru olmuştur. Sempozyumun Önemi ve Farkı Bilindiği üzere Türk-Ermeni ihtilafı dün Osmanlı Devleti’nin olduğu kadar bugünkü Cumhuriyet Türkiyesi’nin de öncelikli konuları arasında yer almaktadır. Konu bugüne kadar birçok bilimsel toplantılarda ele alınmış olmakla birlikte daha ziyade askerî ve siyasî yönleri itibariyle incelemeye tabi tutulmuştur. Fakat Türk-Ermeni ilişkileri hiçbir zaman sistematik olarak “Birlikte Yaşama Sanatı” çerçevesi içerisinde ele alınmamıştır. Konu ile ilgili bugüne kadar düzenlenmiş olan önceki sempozyumlar Türk-Ermeni ilişkilerinin askerî ve siyasî yönleri üzerinde durmanın ötesinde, daha çok son asrın son çeyreğini ele alıp incelemişlerdir. Bu yaklaşım tarzı ise “Soykırım Meselesi”ne yaklaşım biçimini fasit bir daire olmaktan kurtaramamıştır. Söz konusu türdeki sempozyumlar netice itibariyle muayyen bir sonuç sağlamak yerine daha çok toplumu gerici, bezdirici ve Türk ve Ermeni tarafları arasında anlaşmazlığı artırıcı bir durum meydana getirmişlerdir. “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği” ad ve konulu bu sempozyumun temel özelliği ise, “farklılıklar ayvi SUNUŞ rılık değil, zenginlik unsurudur” yaklaşımıyla, uzun bir geçmişe sahip olan Türk-Ermeni ilişkilerini bir bütün olarak görmek ve değerlendirmek, ortak payda, ortak miras ve paylaşıma dikkat çekmek olmuştur. Bu anlamda bu sempozyumu, Türk-Ermeni ilişkilerini dünyada ve ülkemizde ilk kez bu yönüyle ele alan ve inceleme konusu edinen en kapsamlı ilk akademik etkinlik olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Bilimsel verilere, arşiv vesikaları ve temel kaynaklara dayalı olarak hazırlanıp sempozyumda sunulmuş olan tebliğlerde Türk-Ermeni toplumlarının bugüne değin göz ardı edilmiş olan tarihî dostluk ve birlikteliği akademik bir yaklaşımla ele alıp incelenmeye çalışılmıştır. Farklılıklar Ayrılık Değil, Zenginlik Unsurudur Bu inanç dolayısıyladır ki sempozyumda, son zamanlarda eksikliği açıkça görülen ve Türk-Ermeni milletleri ve Türkiye ve Ermenistan devletleri arasında yakınlaşmayı sağlamak ve mevcut anlaşmazlık konularına çözüm sağlamak için mevcudiyetine son derece ihtiyaç duyulan “hoşgörü ve diyalog”un ön plana çıkarılması üzerinde özenle durulan bir husus olmuştur. Bu arzu ve arayışta belli ölçüde başarılı olunduğu da söylenebilir. Zira bu sempozyum, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II’nin katılımıyla, diğer sempozyumlardan farklı bir mahiyet kazanmasının ötesinde, mevcudiyetine son derece ihtiyaç duyulduğuna inanılan ve gerçekleşmesi için arzu ve çaba sarf edilen “hoşgörü ve diyalog”un tahakkuku için de adeta bir kilometre taşı, iki kesim arasında yakınlaşma ve işbirliği girişiminin ilk ve somut bir adımı olmuştur denebilir. Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II, gerek sempozyum öncesinde, gerekse sempozyum sonrasında yapılan görüşmelerde ortak çalışmalar yapılmasına kapı aralamışlar, Patrikhane olarak ortak projelere imza atmaya hazır bulunduklarını ifade etmişler ve hatta bir kısım somut önerilerde bulunmuşlardır. Ayrıca sempozyumunun gerçekleştirilmesinin hemen ardından 17–18 Mayıs 2006 tarihleri arasında Erivan’da “Medeniyetler Diyalogu Platformu”nun tertip ettiği “Yolların Kesişme Noktasında Terörsüz ve Çatışmasız Bir Kafkasya” konulu sempozyum, bu sempozyuma “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği” sempozyumu tertip heyeti olarak bizlerin de davet edilmiş olmamız, Erivan’da VİP muamelesi görerek büyük bir misafirperverlik ve hoşgörü ile karşılanmamız, üniversiteler ve akademisyenler ile yaptığımız görüşmelerde talep ve önerilerimize içtenlikle mukabele bulmamız, ortak projelere birlikte imza atma isteğindeki samimiyet izharı, mevcut ihtilafların çözümünde geçerli olduğuna inandığımız sihirli vii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER anahtarın “hoşgörü ve diyalog” olduğunun bizler için mutlak ispatı olmuştur. “Ermeni Meselesi” ve Yabancı Devletler Yaklaşık on asra yakın bir birlikteliklerinden bahsedilebilen Türk ve Ermeni toplumlarının on dokuzuncu asrın ikinci yarısından itibaren iki samimi dost iken neden uzlaşamaz, oturup birlikte bir arada yüz yüze konuşamaz bir hale geldiklerine dair hiç şüphesiz ki birçok neden sıralanabilir. Bugün neredeyse çözümlenmesi imkânsız hale gelmiş gibi gözüken iki taraf arasındaki mevcut ayrılık ve ihtilafların ortaya çıkmasında, hiç şüphesiz ki, “âdil bir idare” ile “sadık bir teba”nın her ikisinin de geçmişte karşılıklı olarak sergilemiş oldukları kusurların rolünü kabul etmek gerekir. Ancak meselenin çözümlenemez hale gelmesinde “yöneten” ile “yönetilen” bu iki unsurun sergilemiş oldukları kusurdan ziyade üçüncü şahıs yahut kuvvet durumunda bulunan yabancı devletlerin tutumlarının belirleyici olduğunu da unutmamak icap eder. Önce merkantilizmi, arkasından ise kapitalizmi hayat felsefesinin bir parçası haline getirmiş ve bu felsefesini sömürgecilik ve “parçala böl” siyaseti ile uzun bir süre devam ettirmiş olan Batı, Türk-Ermeni toplumlarını, en mahrem devlet makamları kapılarının bile kendilerine açıldığı Ermenilerle bu Ermenilerin sıdk u sadakat ve samimiyet içerisinde hizmet sunduğu Osmanlı idaresini, bu iki dost ve sevgiliyi sinsi politikaları, zehirleyen fikirleri ve birbirinden koparıp ayıran reçeteleri ile adeta düşman haline getirmiş, geçmişteki Ermeni isyancılarının üssü, destekleyicisi ve koruyucusu olmuştur… Dün hamileri kisvesine bürünüp ayrılıkçı duygularla besledikleri Ermenileri ateşe sevk eden Batılı devletler, bugün gündem oluşturan “Ermeni Meselesi”nin ortaya çıkmasının da fikrî ve fiilî öncüleri olmuşlardır. Sözde hami, gerçekte ise emperyalist olan bu devletler söz konusu meselenin mucidi olmanın ötesinde konuyu tarihi boyut ve hususiyetinden de uzaklaştırarak tam anlamıyla siyasî bir mevzu haline getirmişlerdir. Daha düne kadar Ermeniler ve Ermenistan bir “Ermeni Meselesi” olduğunu dile getirmez, böyle bir mesele olduğuna inanmazken, bu “mesele”nin Batı meclis ve parlamentoları tarafından müzakere edilip resmileştirilmeye başlandığını görmesi üzerine böyle bir meselenin mevcudiyetine kendisi de sonradan inanmak zorunda kalmıştır. Sözde katliam ve bu konunun mevcudiyetini inkâra kalkışanlara verilmesi ön görülen ceza tasarısına Erviii SUNUŞ meniler tarafından bile itibar edilmezken Batılı devletler bu noktada da fikrî ve fiilî öncülüklerini yerine getirmekte zaman kaybetmemişlerdir. Pragmatist ve emperyalist bir yaklaşımla, tarihteki birçok hadisede olduğu gibi, bu konuda da kusurlu davranmak ve ihmalkârlık göstermekten şiddetle kaçınmışlardır. “Ermeni Meselesi” ve Diaspora Ermenileri Batı sözde “Mesele” diye ortaya attıkları bu konuya kendi medeniyetlerinin gayri ahlakî unsurları ile yaklaşırken Diaspora Ermenileri de bu yaklaşıma bilerek veya bilmeyerek alet olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır. Bu anlamda, babası tam bir Osmanlı olan ve Osmanlı Devleti’nin en üst ve en nazik makamlarının kapıları kendisine bütünüyle açık tutulan İstanbul Balıkhanesi’nin Müdürü yani üst düzey bir Osmanlı bürokratı Karekin Deveciyan (1867(?) -1964)’ın torunu Patrick Deveciyan gibi bir simayı Fransız meclisindeki sözde “Ermeni Katliamı” yasasını ve “Ermeni Katliamını İnkâr Suçu” tasarısını ateşli bir surette savunmaya iten nedenleri düşünmek gerekir. Zira “tam bir doğu adamı” olarak oğlunu doğu terbiyesi ve el öpülen bir gelenekle büyüten, “Türkiye benim gerçek vatanımdır” diye kabul edip Fransız vatandaşlığına geçmeyi reddeden ve nihayet “beni İstanbul’a almasalar da ben bir Türk vatandaşıyım” diyerek Fransız vatandaşlığına geçmeyi ar sayarak vatansız bir şekilde ölen bir şahsın oğlu olan Patrick Deveciyan nasıl olup da ASALA için avukatlık yapabilmiş, “Ermeni Katliamı” yasasının çıkartılmasına katkıda bulunabilmiş ve nihayet “Ermeni Soykırımı”nı kabul etmemeyi suç sayan tasarının yasalaşması için bütün gayretini ortaya koyabilmiştir, yine düşünmek gerekir. Dede ve baba ile üçüncü kuşak oğul arasındaki bu zıddiyet, insaniyet ve hoşgörü felsefesinin hâkim olduğu Osmanlı idarî coğrafyasındaki hava ile egoizm, pragmatizm ve kapitalizm anlayışının geçerli bulunduğu Avrupa idarî coğrafyasındaki hava ve ruhun muhteva bakımından farklılığından kaynaklanmış olsa gerekir. “Ermeni Meselesi” - İhmaller - Öneriler XVI. asrın başlarında Avrupa’da ilk temas kurup siyasî ve iktisadî onca imtiyazlar bahşettiğimiz ilk Avrupa devletinin Fransa olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak hatırlamak gerekir ki Sultan II. Abdulhamid’e atfen “Le Sultan Rouge = Kızıl Sultan” suçlamasında bulunulan, sözde “Ermeni Soykırımı” tasarısını yasalaştırmasının arkasından meclisinde aldığı bir ix HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kararla sözde “Ermeni Soykırımı”nı kabul etmemeyi suç sayan ilk Avrupa devleti de hep aynı ülke, yani “kadim dostumuz” Fransa olmuştur. Başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinin dün “Kızıl Sultan” ithamıyla Osmanlı Devleti’ne, bugün ise “Ermeni Soykırımı” yasa ve “Soykırımı İnkâr Suçu” tasarısı ile de Cumhuriyet Türkiyesi’ne karşı başlattıkları ithamlar karşısında ne mazimizi ne de bugünümüzü, üzerimize atılan “itham çamurlarından” maalesef temizleyebilmiş değiliz. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e II. Viyan muhasarasından itibaren (1683) dış politikada benimsemiş olduğumuz savunmacı yaklaşım, bugüne değin yaşanan bütün olumsuz gelişmelere rağmen, hiçbir surette değişmemiş, değişmemesi için adeta ayak direnmiştir. Bu olumsuz ve tarihî direniş, siyasî mülahazalarla “redd-i miras” anlayışıyla da birleşip bütünleşerek, Avrupa güdümlü “Ermeni Meselesi”ne karşı tedbir almak ve tepki göstermek noktasında idarî ve toplumsal açılardan pasif bir tutum sergilenmesine yol açmış gözükmektedir. Türk dış politikasında Kıbrıs, Ege, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar konusunda olduğu gibi “Ermeni Meselesi”ne de genel anlamda pek fazla ilgi duyulmamış, netice itibariyle de pek tabiî olarak, başarısız bir sonuç kaçınılmaz olmuştur. Avrupa’da ilk defa 1948’lerde baş gösteren “Ermeni Meselesi”nin “redd-i miras” yaklaşımı ile çözümlenemeyeceği gerçeği ise, ancak aradan geçen yaklaşık bir çeyrek asırlık zaman dilimi sonrasında, 1970’lerde Türk temsilciliklerine yapılan saldırılar ve bir dizi diplomatımızın şehit edilmesi sonucunda anlaşılır olmuştur. Ancak “Ermeni Meselesi”nin ortaya çıktığı tarihten bugüne kadar “Mesele”nin çözümü adına yapılanlara bakıldığı zaman, bu meselenin de benzeri problemlerin maruz kaldığı akıbetten kurtulamadığı görülür. Hal böyle olunca “Ermeni Meselesi”ne gösterilen ilgi ve bulunan çözümün de, çok yönlü ve kapsamlı proje ve politikalarla ele alınıp neticelendirilmeye çalışılması şeklinde olduğu söylenemez. Meselenin kalıcı ve köklü bir şekilde halli için bir “Master Plan” yapmak yerine takip edilen günü birlik çözümler, (Fransa’nın 12.10.2006 tarihinde almış olduğu karara gösterilen tepki örneğinde olduğu gibi) saman alevi gibi yükselip düşen ani ve hissî tepkiler, silinen yahut unutulan kırmızı çizgiler, hamasi yaklaşımlar, maddî çıkarlar ve ticarî endişeler, şovlar yahut medyatik demeçler meseleyi içinden daha da çıkılmaz bir hale getirmiştir. x SUNUŞ “Ermeni Meselesi” Ekmek ve İtibar Kapısı Diaspora Ermenilerinin yabancı devletlerin etki ve yönlendirmesinde oldukları kabul edilirken “Ermeni Meselesi”nin Türkiye’de bugün itibariyle bir kısım sözde akademisyen, araştırmacı ve yazarın da ekmek yahut itibar kazanma kapısı haline gelmiş olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Konu tarihçi, hukukçu ve uluslararası ilişkiler uzmanlarından ziyade, maalesef günü kurtarmaya çalışan siyasetçilerin, meselenin sürüp gitmesinden nemalanan ve bu işi “ekmek teknesi” olarak kabul eden şuursuz ve eyyamcı takımdan her iki tarafın da yazar ve çizerlerinin elinde ve tekelinde kalmış gözükmektedir. Akademisyen veya araştırmacı-yazar sıfatı ile ortada gezerek “meselenin” güya halline çalışan bu tür kişilerin sergiledikleri samimiyet son derece şüphe arz edicidir. Tavırlarındaki saldırganlık, sözlerindeki samimiyetsizlik ve işin özüne gösterilen ciddiyetsizlik ve lakaytlık sürdüğü sürece ve konu “ekmek ve itibar kapısı” olmaktan çıkarılıp siyasî ve akademik ehemmiyeti içerisinde ele alınmadığı yahut aldırılmadığı müddetçe problemin çığ gibi büyüyerek devam edip gitmesi kaçınılmaz gözükmektedir. “Ermeni Meselesi” - Üniversiteler - Araştırma Merkezleri Dış politikadaki yaklaşıma paralel bir şekilde üniversitelerimiz de meseleye gereken ehemmiyeti bugüne kadar maalesef atfetmemişlerdir. Konu üniversitelerde ehil kişiler tarafından ele alıp incelenmemiş, çözüme yönelik genel yahut özel, mahrem yahut aşikâr, bilimsel toplantılar düzenlenmemiştir. Bugün üniversitelerimizde Ermeniceye vakıf, Ermenice belge ve kaynakları hakkıyla okuyup inceleyip irdeleyebilecek akademisyen sayısı hemen hemen yok gibidir yahut bizlerce meçhuldür. İleri sürülen iddiaları dikkate alarak inceleyip ithamları bütün akademik açıklığı ile reddedecek ve meseleye nihayet verecek araştırma merkezleri ve enstitülerinin kurulmasına, bütün diğer problemlerimizde olduğu gibi bu meselede de, her nedense, şimdiye kadar ihtiyaç duyulmamıştır. Bugüne kadar kapsamlı bir Türk-Ermeni ilişkileri tarihi dahi yazılamamıştır. Dünden bugüne hala Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermeni nüfusunun ne olduğu ve dolayısıyla ne kadarının öldüğü yahut kaldığı tartışıla gelmiş, bu konuda kendi aramızda bile bir uzlaşı sağlanamamıştır. Geçen asra damgasını vuran ve bir padişaha suikast düzenleyecek kadar ilerleme kaydeden “Ermeni İsyanları”nı ele alan detaylı bir “Ermeni İsyanları Külliyatı” bile hazırlanmamıştır. İngiliz, xi HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Fransız, Rus ve Avusturya devletlerinin Osmanlı Ermenilerine karşı izlemiş oldukları politikaların, Osmanlı Ermenilerini etkileyen siyasî ve fikrî unsurların neler ve nasıl oldukları bütün yönleriyle incelenerek maalesef henüz kaleme alınmamıştır. Dün ve bugün var olan “Ermeni Örgütleri”nin kuruluş, hedef ve eylemleri sağlam vesikalara dayandırılarak kitaplaştırılamamıştır. Meselenin tamamıyla siyasallaştığı ve hakikatlerden ziyade hayallerin propagandalarla masum zihinlere işlendiği bir dönemde sanat ve sanatçılarımız eliyle bugüne dek “Ararat” filmine mukabil bir film dahi hazırlanarak sinemalaştırılamamıştır. “Ermeni Meselesi” ile yüz yüze geldiğimiz tarihten bu tarafa geçen yaklaşık yarım asırlık dönem içerisinde, gerçek anlamda ne yapılmıştır, yapılmış ise neden problem hala çözümlenememiştir bunu gayet iyi muhasebe etmek gerekir. Görülen odur ki meselenin halli için hiçbir şey yapılmamıştır denemez ise de çok şey yapıldığı da iddia edilemez. Bu anlamda bugüne kadar meselenin halli için Ermenistan ile doğrudan bir temas kurulmaya çalışıldığı da söylenemez. Belki tam aksine meselenin çözümünde ve ihtilafların hallinde aracı kullanmak ve üçüncü şahıslara müracaat etmek bir anlamda çıkış yolu olarak görülmüştür. Oysaki üçüncü şahıslar, ikili görüşmelerin tıkandığı, çıkmaza girdiği yerlerde ve bir hakem sıfatı ile olması halinde fayda sağlayabilir. İkili ve yüz yüze görüşmelerden önce üçüncü şahısların devreye sokulması, Ermenistan üniversite ve akademisyenlerinin de, kendi ifadeleriyle, tercih etmedikleri bir husus olmuştur. Hemen sınırımızda yer alan komşumuzla olan problemlerimizi komşumuzla görüşerek, diyalog kurarak, tartışarak, tartışma zeminleri arayarak yahut yaratarak halletmek yerine, karadan sınırı kapatmışken hava uçuşlarına sureta bir yasaklama koyarak yahut kendi işsiz insan sayımız milyonları bulmuşken binlerce Ermeni’nin kaçak bir surette ülkede çalışmasına göz yumarak yola getirme metodu ile meseleye yaklaşmak herhalde çok da makul bir yaklaşım tarzı olmasa gerekir. “Ermeni Meselesi” Hayatî Bir Mesele Sorumlu mevkilerde bulunan idarecilerin Türkiye için hayatî bir mesele konumunda bulunan ve artık büyük ölçüde tarihî vasfından uzaklaştırılıp tamamıyla siyasallaştırılmış bulunan, ulusal ve uluslararası ilişkilerde imtiyaz ve üstünlükler elde etme aracı haline sokulmuş olan “Ermeni Meselesi”ne, problemin anlaşılması ve çözüme ulaştırılabilmesi için, ciddi xii SUNUŞ anlamda sahip çıkmaları gerekmektedir… Türkiye’nin meselenin üstesinden gelebilmesi için öncelikle kendi idarecilerini, siyasetçilerini ve önde gelen müteşebbis ve sivil toplum kuruluşlarını konunun hassasiyetine inandırması zaruri gözükmektedir. “Ermeni Meselesi”ne Kategorik Yaklaşım “Ermeni Meselesi”, yukarıda da ifade edildiği üzere, esasen Türk ve Ermeni toplumları arasında tabiî olarak gündeme gelmiş bir mesele olmaktan ziyade üçüncü şahısların ve yabancı devletlerin bir icadı olduğu muhakkaktır. Bu nedenledir ki “Ermeni Meselesi” ele alınıp çözüm yolu bulunmaya çalışılırken “Ermenistan Ermenileri”, “Türkiye Ermenileri” ve “Diaspora Ermenileri” şeklinde Ermenilerin kategorize edilmelerinde son derece isabet ve yarar vardır. “Ermeni Meselesi”nin ilk iki gruptan ziyade son grup yahut topluluk ile alakalı olduğunu, bunların da nihaî anlamda serbest bir şekilde hareket etmeyip “Ermeni Meselesi”nin çıkmasına neden olan ve Ermenistan ve Ermenilerden ziyade asıl kendileri ile mücadele edilmesi gereken yabancı devletlerin etki ve yönlendirmesinde olduklarını unutmamak ve ona göre hareket etmek gerekir. “Ermeni Meselesi” - Öğretim Üyesi - Öğrenci Değişimi Türk-Ermeni tarafları arasında akademik alanda işbirliğini artırmak ve siyasî anlamda bir yumuşama ve müstakbel müzakerelere bir başlangıç teşkil etmek üzere Erivan’da bulunan üniversitelerin Türkoloji ve Uluslararası İlişkiler Bölümleri ile işbirliği yapılarak Erivan’da bu sempozyumun ikincisinin gerçekleştirilmesi ümidimizdir. 2006 Mayısında Erivan’da ilgili makam ve kişilerle yaptığımız görüşmelerde ortak projelere kapı açmak ve bir başlangıç olmak üzere karşılıklı öğretim üyesi ve öğrenci değişiminin kendilerince mümkün olabileceğini dile getirmiş olmaları memnuniyetle müşahede edilmiştir. Son Olarak Yukarıda izah edilmeye çalışılan endişe ve mülahazalarla onursal başkanlığını Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cengiz UTAŞ’ın yaptığı bu sempozyumun ortaya konan çalışmalarla Türk-Ermeni ilişkilerine yeni bir boyut kazandırması ve iki toplum arasında tesis edilecek olan karşılıklı dostane münasebetlere köprü teşkil etmesi ana hedefimiz olmuştur. Taşıdığı sıfat ve mahiyet dolayısıyla konunun ileriki dönemlerde daha sofistik xiii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER zeminlerde tekrar işlenmesi suretiyle aynı türden sempozyumların ikincisi ve üçüncüsünün gerçekleştirilmesi arzumuzdur. Türkçe versiyonu dört cilt halinde kitaplaştırılan ve değişik açılardan Türk-Ermeni birlikteliğinin ele alınıp incelendiği bu tebliğlerde yer alan yaklaşım ve bilgilerden doğan sorumluluğun tabiî olarak tebliğ sahiplerine ait olduğunu hatırlatırken, sempozyum tebliğlerinin Türk-Ermeni ilişkileri tarihine ve bugün gündemde yer alan meselelerin çözümüne katkıda bulunması ümit olunur. Kitabın basımı işini üstlenen Erciyes Üniversitesi idaresine burada teşekkür etmek, yerine getirilmesi, ihmal edilmemesi gereken bir borç olacaktır. Saygılarımızla. Sempozyum Tertip Heyeti Kayseri 2006 Sempozyum Tertip Heyeti Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ (Başkan) Yrd. Doç. Dr. Gülbadi ALAN Yrd. Doç. Dr. Şakır BATMAZ Yrd. Doç. Dr. Süleyman DEMİRCİ xiv EUSAS-I Açılış Töreni (Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı EUSAS-I Tertip Heyeti Başkanı Prof. Dr. M. Metin Hülagü’nün protokol konuşması Rektör Prof. Dr. Cengiz UTAŞ’ın protokol konuşması Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II’nin protokol konuşması EUSAS-I Açılış Toplantısı EUSAS-I Açılış Toplantısı (soldan sağa) Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II, E.Ü. Rektörü Prof. Dr. Cengiz UTAŞ, EUSAS-I Açılış Kokteyli EUSAS-I Açılış Kokteyli Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II, E.Ü. Rektörü Prof. Dr. Cengiz UTAŞ EUSAS-I Basın Toplantısı EUSAS-I Tertip Heyeti Rektör Bey’le birlikte. (Soldan sağa: Yrd.Doç.Dr. Gülbadi Alan, Yrd. Doç.Dr. Süleyman Demirci, Rektör Prof. Cengiz Utaş, Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz, Prof. Dr. Metin Hülagü) EUSAS-I Protokol Açılış Konuşmaları EUSAS-I Oturumlarından bir görüntü EUSAS-I Oturumlarından bir görüntü EUSAS-I Oturumlarından bir görüntü EUSAS-I Oturumlarından bir görüntü EUSAS-I Sosyal etkinlikler programından bir görüntü EUSAS-I Değerlendirme ve kapanış toplantısından bir görüntü EUSAS-I Etkinlikleri çerçevesinde Yrd. Doç. Dr. Gonca Büyükmıhçı tarafından hazırlanan “Birlikte Çeşitlilik Yaratan Kültürler” sergisinin açılışı EUSAS-I “Birlikte Çeşitlilik Yaratan Kültürler” sergisinden bir görüntü EUSAS-I “Birlikte Çeşitlilik Yaratan Kültürler” sergisinden bir görüntü EUSAS-I katılımcılarının toplu bir görünümü İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER Sunuş ............................................................................................................................................................................................ v Açılış ve Protokol Konuşmaları ........................................................................................................................................xxxvii Açılış Oturumu .........................................................................................................................................................................xlix Değerlendirme ...........................................................................................................................................................................lxv Dr. Abdülhamit KIRMIZI Osmanlıcılık ile Milliyetçilik Arasında Hamidiye Bürokrasisinin Ermeni Memurları .................................................69 Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı’nın Tarihî Temelleri ...............................................................................81 Abdullah AYATA Anılarda Son Ermeni ................................................................................................................................................................89 Abdullah POŞ XIX. Yüzyılın Sonlarında Tarsus’ta Türk-Ermeni İlişkileri ............................................................................................101 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon’da Ermeni Nüfus ve Cemaatler Arası İlişkiler ..................................................115 Dr. Abdurrahman SAĞIRLI Ermenileri Katolikleştirme Çalışmaları ve Sonuçları Hakkında 1778 Yılında Hazırlanan Bir Rapor....................145 Prof. Dr. Aftab Kamal PASHA Ottoman - Tipu Sultan Relations: A Critical Study of The Role of Armenian Merchants in Mysore -South India ....................................................................................................................161 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL Maraş’ta Türk - Ermeni İlişkileri .........................................................................................................................................177 Doç. Dr. Ahmet KANKAL Ermeni Edebiyatında Türk ve Ermeni Toplumları Arasındaki Komşuluk İlişkilerine Bakış ...................................221 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Demokrasi Denemesi ve Ermeni Mebuslar ................................................................237 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatına Bir Örnek: Ereğli Kömür Havzası.................................................259 xxxiii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Prof. Dr. Ahmet UĞUR O Güzel Günlere Ait Birkaç Hatıra .......................................................................................................................................281 Doç. Dr. Ali AÇIKEL Tokat’ta Hukuk Alanında Türk - Ermeni İlişkileri (1770-1810) .....................................................................................291 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK Ermeniler’in XIX. Yüzyılda Yeni Bir Sosyal Hayat ve Edebiyatın Oluşum Sürecine Katkıları.................................323 Yrd. Doç. Dr. Ali Efdal ÖZKUL XVIII. Yüzyıl Kıbrıs Ermenilerinin Sosyo Ekonomik Durumları....................................................................................351 Dr. Ali İhsan KARATAŞ Şer’iye Sicillerine Göre Tanzimat’a Kadar Bursa’nın Sosyo Ekonomik Hayatında Ermeniler ................................367 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI Türk Âşıklık Geleneğinin Ermeni Kültürüne Etkisi ve Yaşayan Ermeni Âşıklardan Yusuf Ohannes (Yusufî) .....................................................................................................383 Ali ÖZUYAR Sanat ve Musikî Alanında Türk - Ermeni İlişkileri ...........................................................................................................403 Yrd. Doç. Ayten SEZER Türk Dostu Diaspora Ermenileri ..........................................................................................................................................419 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Kayserili Aşuğlarda Âşık Tarzı Kültür Gelenekleri ..........................................................................................................435 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK XVII. Yüzyılda Erzurum Şehri’nde Uyumlu Bir Yaşam: Türk - Ermeni Birlikteliği....................................................459 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş. Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU Ermeni Sorunu’nun Türk ve Ermeni Kamuoyunda Algılanışı ........................................................................................483 Yrd. Doç. Dr. Cafer ULU Türk - Ermeni Sosyo Kültürel Etkileşimi: Dil ve Edebiyat Örneği..................................................................................505 Okut. Cengiz KARTIN Türk - Ermeni İlişkilerindeki Hoşgörü İklimi Çerçevesinde İhtida Hareketleri...........................................................521 xxxiv İÇİNDEKİLER Doç. Dr. Cihat GÖKTEPE Osmanlı Dönemi ve Sonrasında Kıbrıs’ta Türk - Ermeni Münasebetleri......................................................................535 Yrd. Doç. Dr. Davut KILIÇ Dinî İlişkiler Bakımından İstanbul Ermeni Patrikhanesi ...............................................................................................559 xxxv AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI AÇILIŞ VE PROTOKOL KONUŞMALARI Metin HÜLAGÜ (Sempozyum Tertip Heyeti Başkanı) Sayın Rektörüm, Sayın Patrik, Değerli Komutanlar, Değerli Öğretim Üyeleri, Kıymetli misafirler, Değerli Basın Mensupları, Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası SosyalAraştırmalar Sempozyumu’na hoş geldiniz diyor, hepinizi saygı ile selamlıyorum. Erciyes Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu’ nun bu yılki konferansın konusu “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği” olarak belirlenmiştir. Akademisyenler arasında bilgi alışverişini, işbirliği ve dayanışmayı artırmayı hedefleyen bu sempozyumda: Edebî, hukukî, idarî, ticarî, sanat, xxxvii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER musiki, sağlık ve eğitim alanları, daha kısa bir ifade ile Türk–Ermeni ilişkilerinin sosyo-kültürel yönü üzerinde durulacaktır. Takdir edilir ki, Türk-Ermeni ilişkileri uzun bir geçmişe ve pek tabiî olarak, sosyal, kültürel, siyasî ve iktisadî, zengin bir birikim ve etkileşime sahip olmuştur. Geçmişte, birlikte yaşama sanatının en usta uygulayıcılarından birisi olan Osmanlı Devleti idaresinde, Türk ve Ermeni toplumlarının, yöneten ve yönetilen, iki farklı taraf olmak gibi görülmek ve değerlendirilmekten ziyade, birinin, ağırlıklı olarak sanat, ticaret ve sadakatiyle, diğerinin ise askerî kabiliyet, idarî kudret, insaf ve adaletiyle birbirini tamamladıklarından söz etmek daha doğru olsa gerektir. Ancak Osmanlı Devleti’nin 1683’teki II. Viyana kuşatması sonrasında, önce duraklamaya başlaması ve arkasından gerileme ve dağılma dönemlerini yaşamsı, her alanda olduğu gibi Türk-Ermeni ilişkilerinde de yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Nihayet 1877–1878 Türk-Rus Savaşı, diğer adıyla 93 Harbi, Türk ve Ermeni toplumları için bir yol ayrımı, bir dizi anlaşmazlıkların dönüm noktası haline gelmiştir. Bu nedenledir ki Türk-Ermeni ilişkileri son dönem Osmanlı idaresi için olduğu kadar, bu idarenin tabiî varisi olan bugünkü modern Türkiye Cumhuriyeti’nin de öncelikli konuları arasında yer almıştır. Söz konusu Türk-Ermeni anlaşmazlığı, bu ve sair özelliklerinden dolayı gerek ulusal, gerekse uluslar arası birçok toplantının ana teması haline gelmiştir. Öyle gözükmektedir ki, bu özelliğini, istismara mahkûm edilmiş siyasî yapısıyla, uzunca bir dönem daha muhafaza edecektir. Türk ve Ermeni toplumlarının, biraz da kendi iradeleri dışında gerçekleştiği söylenebilecek olan bu son dönemi, daha ziyade askerî ve siyasî yönleri itibariyle ele alınmıştır. Türk ve Ermeni toplumları arasındaki ilişki, hiçbir zaman için sistemli bir şekilde “Birlikte Yaşama Sanatı” çerçevesi içerisinde ele alınmamıştır. Zengin bir kültürel miras ve birlikte yaşama tecrübesine sahip olan Osmanlı Devleti’nin, Osmanlı toplumunun bu yönü, bu hususiyeti, hep göz ardı edile gelmiştir. II. Viyana kuşatmasının mağlubiyetle sonuçlanmasıyla başlayan ve günümüzde de mevcudiyetini koruyan dış politikadaki geleneksel savunmacı yaklaşım, ortaya çıktığı ilk günden bugüne, Ermeni meselesinde de aynı tutum, aynı çizgi ve karakterle devam ettirile gelmiştir. Belirleyen, suçlayan ve infaz edenler hep başkaları; belirlenen, suçlanan ve mahkûm edilenler ise Türk ve Ermeni milletleri olmuştur. xxxviii AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI Bu sempozyumun, bu anlamda, şimdiye kadar düzenlenmiş olan ulusal ve uluslar arası sempozyumlardan farklı olma gibi bir hedefi vardır. Bu hedef aynı zamanda, mevcut yapısı ve muhtevası itibariyle, kendi alanında da bir ilki oluşturmaktadır. Bugüne değin Türk ve Ermeni toplumlarına ulusal ve uluslar arası seviyedeki etkinliklerle sunulan, ancak iki taraf arasındaki ihtilaf ve husumeti artırmaktan ve fasit bir daire içerisinde dolaşıp durmaktan başka bir netice sağlamayan yaklaşımlar yerine, “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği” başlığı ile her iki toplumun asırlar boyunca dostane bir yaklaşımla, bir arada nasıl yaşadıklarını, nasıl samimi bir dayanışma sağladıklarını ortaya koymak, unutulmaya yahut unutturulmaya yüz tutmuş olan ortak kültürün, bizatihi mirasçıları oldukları, kendilerine hatırlatılmak istenmiştir. Bu anlamda, sempozyum tertip heyeti olarak, bu sahada bilimsel birikim sahibi akademisyenlerin, hiçbir surette dinî inançlarına ve hangi kimliği taşıdıklarına bakmaksızın bir araya gelmelerini sağlamak; çok kültürlü Osmanlı toplumundaki birlikte yaşama sanatına dair bulgularını bilim dünyasının hizmetine sunmak; ayrıca Türk-Ermeni toplumları arasındaki iyi ilişkilerin gelişmesine ve bu bağlamda kültürler arası hoşgörünün sekteye uğramadan devam etmesine ve dolayısıyla da dünya barışına katkıda bulunmak temel hedefimiz olmuştur. Takdim edilen sempozyum programından da anlaşılacağı üzere, mahiyet ve hedefi itibariyle kendi alanında belki de ilk ve tek denilebilecek olan bu sempozyuma gösterilen büyük teveccüh, bizleri memnun etmenin ötesinde, böyle bir birlikteliğin gerekliliğini de ortaya koyması bakımından önemli olsa gerektir. Bu sempozyumda zengin bir sunum, geniş bir bilgi paylaşımı ve yeni yaklaşımların ortaya konulacağı ümidindeyiz. Türk ve Ermeni toplumlarının tarihsel birlikteliği, sanat, edebiyat, hukuk, ticaret, ekonomi, sağlık, eğitim, inanç, idarî ve bürokratik yapı gibi sosyo-kültürel hayatın değişik yönleri, yurt içinden ve dışından, sempozyuma iştirak etmiş olan 125 seçkin bilim adamı tarafından ele alınarak değerlendirmeye çalışılacaktır. Tarafsız bir zeminde akademik bir yaklaşımla ikili ilişkilerin en geniş boyutu ile inceleneceği bu sempozyumda, Osmanlı Devleti’nin idarî anlayışı irdelendiği kadar, toplumsal yapısı da belirlenmeye çalışılmış olacaktır. Tertip heyeti olarak bu etkinliğin Türk-Ermeni ilişkileri için yeni xxxix HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bir başlangıç ve Erivan – Ankara arasında bir barış köprüsü oluşturmasını ümit ederiz. Sözlerimi tamamlarken şunu da hususiyle belirtmeliyim ki; böyle bir sempozyumun gerçekleşmesinde Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cengiz UTAŞ’ın katkılarını, destek ve teşviklerini, huzurlarınızda zikretmek bir kadirşinaslık olacaktır. Konuya göstermiş oldukları yakın alaka ve sunmuş oldukları imkânlardan dolayı, tertip heyeti adına, kendilerine şükranlarımı arz etmek isterim. Sempozyumun gerçekleşmesi noktasında hep yanımızda olan ve her türlü desteği sunan, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ş. Coşkun Önem’e içtenlikle teşekkür ederiz. Hiç şüphesiz ki bu sempozyumun düzenlenebilmesinde Onur ve Bilim Kurulu üyelerinin önemli bir payı vardır. Katkılarından dolayı kendilerine huzurlarınızda teşekkürü bir borç biliriz. Yoğun programlarına rağmen davetimizi kabul etme nezaketini göstererek açılış törenine iştirak etmiş bulunan Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan’a hiç şüphesiz ki şükran borçluyuz. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı’na ilaveten, Kayseri Valiliği’ne, böyle bir sempozyumun gerçekleşmesi için göstermiş oldukları samimiyet ve sergilemiş oldukları engin cömertlikten dolayı Kayseri Büyükşehir Belediyesi’ne, Nevşehir Belediyesi’ne, Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne, Eraslan Holding ve Öz-Kar Şirketler Gurubu’na teşekkür ederiz. Yine sempozyuma yapmış bulundukları son derece değerli katkılarından ötürü Kültürlerarası Diyalog Platformu Genel Sekreteri Cemal Uşşak Beyefendiye memnuniyetle şükranlarımızı arz ederiz. Son olarak, fikri oluşumundan sahneye konuluşuna kadar, bütün gayret ve feragatleriyle, sempozyumun yükünü, samimiyetle omuzlayan, düzenleme kuru üyeleri Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan, Şakir Batmaz ve Süleyman Demirci’ye, Tarih Bölümü Araştırma Görevlilerine ve ayrıca öğrenci arkadaşlarımıza şükranlarımı arz ediyorum. Saygılarımla. xl AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI Cengiz UTAŞ (Rektör) Sayın Vali, Sayın Patrik, Değerli Katılımcılar ve Sevgili Misafirler… Erciyes Üniversitesi I. Ulusal Sosyal Araştırmalar Sempozyumu’na hoş geldiniz. Katılımlarınızla sempozyumumuzu onurlandırmanızdan dolayı hepinize teşekkür ederim “Birlikte Yaşam Sanatı” konulu bu sempozyuma esas teşkil eden, Osmanlı Devleti’nin en önemli özelliklerinden birisi hiç şüphesiz ki, üç semavi dine mensup, farklı dilleri konuşan ve farklı kültürel kökenleri olan milletleri altı asır gibi uzun bir süre idaresi altında yönetebilmiş olmasıdır. Osmanlı hükümdarları çağdaşı ülkelerde görülmedik şekilde Müslim ve gayrimüslim tebaasına inanç ve ibadet özgürlüğü tanımışlardır. Bu idari anlayışın bir sonucu olarak sınırları içerisindeki Hıristiyan ve Musevi vatandaşlarına kendi inançlarının gereğine göre yaşayabilme imkânını sunmuşlardır. Erciyes Üniversitesi olarak, son dönemlerde, gerek Türkiye’de, gerekse dünya kamuoyunda sık sık gündeme taşınan ve tartışma konusu edilen, bizim için de son derece önemli olduğuna inandığımız Türk-Ermeni ilişkileri konusunda, uluslar arası düzeyde bir sempozyum düzenlenmiş olmasından son derece mutluluk duyduğumu ifade etmek isterim. Türk-Ermeni ilişkilerin tarihi süreç içerisinde değerlendirmek gerektiği kanaatindeyiz. Fertler arasında anlaşmazlık ve itilafların yer alması ne kadar tabii ise milletler ve devletler arasında da aynı durumun vuku bulmaxli HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sı gayet tabi karşılanmalıdır. Böyle bir durumda ise diploması, müzakere ve karşılıklı saygı problemin kalıcı ve tatmin edici bir şekilde çözümü için her halde belirleyici unsur olacaktır. Karşılıklı saygı, hoşgörü ve müzakere unsurlarını en iyi şekilde uygulaması gerekenlerin, hiç şüphesiz ki, Türk ve Ermeni milletleri olmalıdır. İfade edilmeye çalışılan sürecin daha fazla gecikmeden başlaması, gelişmesi ve iki toplum arasındaki ihtilafın son bulmasına katkıda bulunmak amacıyla, siz değerli akademisyenlerin katılımı ile bu sempozyumu gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Yurt içinden ve yurt toplumunda birlikte yaşama sanatının hukuki, idari, ticari, dini diğer bir ifade ile sosyal ve kültürel boyutu en geniş şekliyle ele alınacaktır. Türk-Ermeni ilişkilerinin geleceğine olumlu katkıda bulunmasının ümit ettiğimiz bu birlikteliğin gerçekleşmesindeki katkılarınızdan ötürü hepinize teşekkür ederim. Ayrıca Türkiye Ermenileri patriği Sayın Mutafyan’a sempozyuma teşriflerinden dolayı teşekkür ederim. Bu katılımlarının, Türk ve Ermeni toplumlarının aralarındaki mevcut ihtilaflar konusunda uzlaşmaya varılmasında olumlu bir katkı sağlayacağını ümit etmekteyim. İki toplum arasındaki mevcut ihtilafların sona erdirilmesi adına atılmış olan bu olumlu adımın, birlikte yaşama sanatı etkinliğinin bir sonraki örneğinin, Türk ve Ermeni akademisyenleri ortaklığı ile Erivan’da gerçekleştirilmesini ümit ediyorum. Sözlerimi tamamlarken bu etkinliğin gerçekleştirilmesindeki fedakârlıklarından dolayı Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Coşkun Önem’e Sempozyum Tertip Heyeti Başkanı Prof. Dr. Metin Hülagü ve yürütme kurulunda görev alan tarih bölümü öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci, Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan ve Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz’a teşekkür ediyorum. Sözlerimi burada bitirirken bu vesile ile hepinizi saygıyla selamlıyorum. xlii AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI Mesrob II (Türkiye Ermenileri Patriği) Sayın rektör, Saygıdeğer katılımcılar, Cumhuriyet çocukları olarak bu mekânda bir araya gelmemizin ana nedeni Osmanlı’nın Cihan İmparatorluğu’na övgüler yağdırmak olduğunu sanmıyorum. Ancak, Osmanlı toplumunda farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmelerine olanak sağlayan sistemin analizinin çok önemli olduğunu söyleyebiliriz; çünkü küçülen dünya, giderek farklı dinden, dilden, ırktan ve milliyetten insanlara aynı kültür mozaiğinde, yan yana ve iç içe yaşama zorunluluğu getirdiği için, Osmanlı düzeninin deneyimlerini göz önünde bulundurmak yanlış bir yaklaşım olmasa gerek. Bazılarının ve ulusal basınımızın sıkça ‘Ermeni meselesi’ olarak tanımladığı olay hakkında bazı kişisel düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim. Tarihçiliğin Ahlaki Boyutu Saygıdeğer katılımcılar, Tarihe bakış şeklimizin ahlaki bir mesele olduğu evrensel bir düşünce biçimidir. Tarihi bugünkü kuşaklara sunuş şeklimiz de öyledir. Gerçekleri olduğu gibi yansıtmak, çoğu zaman cesaret işidir, özgürlük ister. Belli bir kalıbın içine sıkışmışsak, belli bir ideolojinin kulu-kölesi olmuşsak, özellikle milliyetçi, ırkçı, militer bir mizaca sahipsek, bazen doğruları konuşmakta, yeni kuşaklara gerçekleri yansıtmakta güçlük çekeriz. Gerçekçi bir tarih bakışına sahip olmamız, günün değer yargılarından ve sübjektif değerlerinden ne kadar kurtulabildiğimize bağlıdır. Osmanlı-Ermeni ilişkileri, tarihinin her aşamasını idealleştirmek, Ermenilerin hiçbir sorun yaşamadığını söylemek mümkün değil. Ancak, xliii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Türklerle Ermenilerin ilk tanışıklıklarının en az 1300 yıl öncesine dayandığını biliyoruz. Eğer tarihçi Yeğişe, Pers-Ermeni savaşını anlatan eserini gerçekten 5. yüzyılda yazmışsa, bu tanışıklık 1500 yıllık bir geçmişe sahiptir demektir. Bu kadar uzun zaman karşılıklı ticari ve siyasi ilişkilerde bulunan komşuların tarihinde karşılıklı fiziksel şiddet olaylarına nispeten az rastlanmıştır. Fransız Devriminin Etkisi Fransız Devrimi’nin yol açtığı milliyetçilik akımı, zamanla tüm diğer devletler gibi, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı tüm halkları da etkisi altına aldı. Özellikle, 19. yüzyılın sonlarına doğru ilişkilerin gerginleşmeye başlamasında, gerek Osmanlı Devleti’nin, gerek Alman, Amerikan, Fransız, İngiliz ve Rus devletlerinin, gerek Ermeni siyasi partilerinin, gerekse, o dönemde görevlerini Türkiye Ermenilerinin sivillerden oluşan Cismani Meclisi’nin güdümünde ifa eden İstanbul Ermeni Patrikleri’nin de sorumluluğu bulunmaktadır. Varılan acı sonuçta, tarafların sorumlulukları eşit olmasa bile, adı geçen taraflardan herhangi birinin çıkıp da olayların gelişmesinde kendi sorumluluğunu reddetmesi veya tamamen diğer taraflara yüklemesi ahlaken doğru bir yaklaşım değildir. Tıkanıklık Giderilmeli Türkler, ‘Biz aslında millet-i sadıkayı çok severdik’, Ermeniler de, ‘Biz aslında Türkleri çok severdik’ gibi topik ve dolma edebiyatını artık bırakmalıdırlar. “Bakkalım Ermeni’ydi”, “Subayım çok iyi bir Türk’tü” türünden nostaljik ifadeler yerine, Türklerle Ermeniler arasında geçmişte yaşanan, birlikte yaşama olgusunu somut örneklerle sunan tarihi ve bilimsel çalışmalara ivme kazandırılmalıdır. Artık herkesin ezberlemiş olduğu Türk ve Ermeni tezlerini değişik şekillerde sunan kitaplar yayımlamak ve bu alanda boşuna para ve zaman harcamak yerine, Türk-Ermeni ilişkileri tarihine çok önemli katkılar yapabilecek Ermenice eserlerin Türkçe ve İngilizce çevirileri ivedilikle gerçekleştirilip akademisyenlerin ve kamuoyunun değerlendirmesine sunulmalıdır. Esasen gelinmiş olan bu tıkanmışlık aşamasında, yeni yorumlardan çok, yeni ana kaynaklara ihtiyaç vardır. Örneğin, 1863 tarihli Millet-i Ermeniyan Nizamnamesi’ne göre 1863’ten Sultan Abdülhamid dönemine kadar muntazaman toplanmış olan Ermeni Meclisi’nin Bab-ı Âli’nin onaxliv AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI yıyla yayımlanmış olan tutanakları, ülkemiz tarihinin karadeliklerinden biridir. Bir sayfada Ermenice metninin aynısı, karşı sayfadaysa Türkçe çevirisi ivedilikle yayımlanmalıdır. Patrik II. Nerses’in (1874-1884) yazıları, Patrik III. Madteos’un (1894-1896 ve 1908-1909) yazışmaları, Patrik I. Mağakya’nın (1896-1908) üç ciltlik anıları, Patrik I. Zaven’in (1913-1915 ve 1919-1922) bir ciltlik patriklik anıları Türkçeye kazandırılmalıdır. Ermeni Kilisesi’ni ve kültürünü konu alan ve bazen her türlü bilimsellikten uzak olan kitaplar yerine, Patrik Mağakya’nın üç büyük ciltlik Ermeni Kilisesi tarihi, üniversite öğrencileri tarafından Türkçe okunabilmelidir. Ayrıca, İstanbul Patrikliği’nin 1916-1918 yıllarında Kudüs’e taşınan arşivlerinin de Kudüs Ermeni Patrikliği tarafından akademiye kazandırılması gerekir. Yeni kuşak Türk ve Ermeni akademisyenlerinin bir ortak çalışma platformunda birlikte çalışmalarına olanak sağlamak üzere, gerek Türkiye, gerekse Ermenistan’daki üniversitelerde Osmanlı, Ermeni ve Türk dili ve edebiyatlarının öğretimine daha fazla zaman kaybetmeden başlanılmalıdır. Karşılıklı Saygı Elzem Bugünkü ilişkiler çıkmazından kurtulmak için diyalog, diyalog içinse karşılıklı saygının tesisi elzemdir. Birbirini küçümseyen, sözel tacizde bulunan tarafların bir araya gelmeleri olanak dışı değilse bile zordur. Bu nedenle, Ermenistan ve Türkiye’den akademisyenlerden, gençlerden, sanatçılardan, basın mensuplarından oluşan grupların karşılıklı olarak birbirlerini ziyaret etmeleri, birbirlerini tanımaya ve anlamaya çalışmaları çok önemlidir. Saygı, birbirinin tarihine karşı da gösterilmelidir. Türkleri hâlâ Orta Asya’dan gelen kültürsüz, barbar göçebeler olarak gören ve Türklerin devlet kurabilme ve kurdukları devletin sürekliliğini sağlama yeteneğini küçümseyen bazı Ermeni tarihçilerinin zihniyetiyle Amerika’daki Kızılderili kabilelerini bile Bering Boğazı’ndan geçen Türk boyları yapan, “Ermeniler hiçbir devlet kurmamışlardır, kuramamışlardır” diyen bazı Türk tarihçilerinin zihniyeti değişmek mecburiyetindedir. Türkler de, Ermeniler de tarihte siyasal ve kültürel alanlarda çok önemli başarılara imza atmış olan halklardır. Anadolu uygarlıkları müzelerinde, tarihteki Ermeni krallıkları hep vasat toplumlar olarak gösteren veya tamamen yok sayan zihniyet, Ermeni krallıklarının Batı devletleriyle imzaladıkları ikili antlaşmaları görmezden gelse de, Batı’daki arşiv ve kütüxlv HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER phanelerdeki belgeleri yok edemeyeceğine göre, ancak kendi vatandaşını kandırabilecektir. Hâlbuki, karşılıklı olarak birbirinin tarihine saygılı bir yaklaşım sergilendiğinde, gerektiğinde birbirinin tarihteki başarılarını övüldüğünde, karşılıklı olarak empati yaratmak mümkün olacaktır. Ermeniler ve Türkler birbirlerinin ulusal ve dinsel simgelerine karşı da aynı saygıyı göstermelidirler. Bu simgelerin siyasi mitinglerde fanatik göstericiler tarafından herhangi bir şekilde aşağılanmaması, yakılmaması, ayakaltına alınmaması için gerekli duyarlılık gösterilmeli ve dostluğu artırıcı ve pekiştirici etkinlikler düzenlenmelidir. Temsili kurtuluş gösterilerinde yaşanan densizlikler düşmanlık tohumları eken çağdışı uygulamalar olmaktan ileriye gidememektedirler. Şiar Atatürkün Sözü Olmalı Türkler ve Ermeniler aynı coğrafyanın insanlarıdır. Bu insanları Yüce Allah bir araya koymuştur. Bunu ne şimdi, ne de gelecekte değiştirmek mümkün değildir. Başka bir deyişle, Türkler ve Ermeniler birlikte veya yan yana yaşamayı öğrenmek zorundadırlar. Bu gerçeği görmezden gelerek her iki ülkenin genç kuşaklarını birbirlerine karşı körükleyen stratejistler günah işlemektedirler. Hâlbuki, şiar Mustafa Kemal Atatürk‘ün ‚Yurtta sulh, cihanda sulh‘ sözü olmalıydı. İnsanlar ya dost ya da düşman olacaklardır. Dostluk ve kardeşlik daha iyi değil midir? Ayrım Yapılmasın Oysa fanatik milliyetçilik kendi ulusunun ve ırkının çok seçkin, dilinin en mükemmel, kültürünün de erişilmez olduğunu iddia eder, bu da kolektif bir narsisizmden öteye geçemez. Bu gibi temelsiz iddialar, başkalarında da benzer bir narsisizm oluşturulması dışında herhangi bir gayeye hizmet edemez. Karşısındakini yok saymak, içindekini yabancı ve düşman veya potansiyel sabotör olarak görmek ülkede sadece kaotik bir durum yaratılmasına neden olmakla kalmaz, bu yaklaşım tarzı her zaman savaşacak yel değirmenleri yaratmak zorunda olduğundan, aynı zamanda ülke vatandaşlarından hangi grubun bir sonraki kurban seçileceği konusunda spekülasyonlara neden olarak huzursuzluk yaratır. Sıkça dile getirilen ‚Türkler ve Kürtler asli unsurlardır‘ sözünün bile bir ayrımcılık olduğunu düşünüyorum. Türk ve Kürt kardeşlerimiz asli unsur ise bu topraklarda M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren yazılı tarihi olan Ermeniler, çok daha eskiye dayanan xlvi AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI kayıtlarda yer alan Süryaniler ve Yahudiler en iyimser tanımla tali unsur olma konumuna düşürülmektedirler. Sorunlar Giderilmeli Bugün 70 milyon nüfuslu ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Hıristiyan Ermenilerin sayısı 70 bine düşmüştür. Bazı devlet birimlerinin ifadelerine göre, şu anda yurtdışından gelip de ülkemizde yaşayan Ermeni kökenli insan sayısı da 30 binin üzerindedir. Hal böyleyken, değişen dünyanın oluşturduğu dev sorunlar karşısında var olma mücadelesi veren, toplam nüfusun belki de binde birinden az olan yerel Ermeni cemaatinin ve diğer azınlık cemaatlerinin dini, hayri ve içtimai meselelerine, dil ve din eğitimi alanlarında yaşanan sıkıntılarına, vakıf mevzuatından kaynaklanan bazı sorunlarına çözüm getirmek gerekir. ‚Hoşgörü‘, ‚birlikte yaşama‘ ve ‚çoğulculuk‘ gibi soyut kavramların somutlaşacağı, sözün eyleme dönüşeceği en belirgin uygulama alanlarından biri budur. Aksi takdirde, ülkemizde sayıları gittikçe azalan çok renkliliklerin giderek monotonlaşmasına, soluklaşmasına tanık olacağız. İlişkilerde Özveri Gerek Vatandaşlık ve yaşam diyaloguyla sıkı sıkıya bağlı olduğumuz Türkiye ile soydaşlık ve dindaşlık bağlarımız bulunan Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, iki ülke, tabiri maruz görürseniz, iki sevdiği arasında kalmış bulunan biz Türkiye Ermenileri‘nin arzusudur. Ancak karşılıklı fedakârlıklar yapılmadan bu ilişkilerde ilerleme kaydedilmesinin zor olduğu aşikârdır. İnsani ve Ahlaki Değerler Hepimizi din, ırk, milliyet vesairenin ötesinde insan olarak ne birleştirir diye düşünmek zorundayız. Bu bağlamda çocuklarımızın geleceğine, yani istikbale, ne bıraktığımız önem kazanmaktadır. Bu nedenle eğitimin bilimsel ve teknik yönünün yanı sıra, aynı zamanda beşeri yönü de son derece önemli olup, gereken teşvik gösterilmelidir. Dil ve edebiyat çalışmaları da çok önemli bir birleştirici unsur olarak kabul edilebilir. Laiklik anlayışı her ne kadar din ve vicdan özgürlüğünün teminatı sayılsa da, ülkemizdeki ‘Jakoben laiklik’ uygulamasının, bazen İslâm‘ın ahlaki xlvii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER boyutlarının manevi anlam zenginliğinin analizlere katılmasını engellediğini, bunun da bazen tarihe bakış yöntemiyle ilintili olduğunu söylemek mümkündür. Keşke bazı ülkelerde başarıyla uygulanabildiği gibi, Osmanlı öncesi uygarlıkları da tarihi mirasımızın bir parçası sayıp, Bizans, Ermeni, Süryani ve Musevi kültürlerinin de Türkiyeye kattığı anlamlarla daha da zenginleşebilseydik. Bu bağlamda, Turizm ve Kültür Bakanlığımızın Van Gölü‘nün Ahtamar Adası‘ndaki Surp Haç Ermeni Kilisesi‘ni de restorasyon projeleri arasına almış bulunmasını bu yönde atılan çok olumlu bir adım olarak kabul ediyorum. Milletperverlik Önemli Türkler de, Ermeniler de, milliyetçiliğin ve ırkçılığın dışlama üzerine kurulmuş dar çerçevesinin dışına çıkmak zorundadırlar. Bu akımların yarattığı sonuç işte ortadadır. Milliyetçilik ve ırkçılık uygulamalarının hüküm sürdüğü her ortama verilen zarar ve ziyan bellidir. Sonuç her zaman kanlı savaşlar, gözyaşı ve bazen kuşaklar boyu süren nefret kampanyaları olmuştur. Barış ve esenliğin hüküm süreceği bir düzene kavuşmanın, ancak sözünü ettiğim dar çerçevenin dışına çıkıldığı ölçüde gerçekleşebileceğine inanıyorum. Milliyetçilik ve ırkçılık yerine misafirperverliğin yerleştirilmesi ahlaki değerlerimize daha uygundur. Kutlama ve Dilekler Erciyes Üniversitesi Rektörü Sn. Prof. Dr. Cengiz Utaş‘ı, Sempozyum Tertip Komitesi Başkanı Sn. Prof. Dr. M. Metin Hülagü‘yü ve bu sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen Sn. Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz, Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci ve Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan‘ı kutluyor, tarihi Kayserimiz‘deki bu sempozyumun barış ve esenlik yolunda önemli bir aşama olmasını diliyor, tüm dinleyenleri derin saygıyla selamlıyorum. Ülkemizde barış ve esenliğin sürmesi, tüm vatandaşlarımızın mutluluğu, birlik ve beraberliği için dua ediyorum. Teşekkür ederim. xlviii AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI AÇILIŞ OTURUMU Bilal ŞİMŞİR Hepinize saygılar sunuyorum. Ben öncelikle Erciyes Üniversitesi’ni yürekten kutlamak istiyorum. Büyük bir organizasyon düzenlemişlerdir. Çok iyi çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalarda emeği geçen herkese takdislerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum. Erciyes Üniversitesi’nin 25 yıl önceki durumunu hatırlıyorum. 1982 yılında rahmetli Turhan Feyzioğlu ile birlikte buraya geldik, bildiri sunduk. Bu üniversitede üç tane bina vardı. Bir tanesi yarımdı. Dün geldim, çarpıldım adeta, müthiş etkilendim. Büyük bir üniversite ortaya çıkmış, çok etkilendim. Bir de içimden geçti, Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde 2023 yılında acaba bu üniversite ne hale gelir diye. Gurur duyuyoruz, etkileniyoruz, duygulanıyoruz. Tekrar olarak herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Efendim, ben diplomasi tarihi kökenliyim. Epey kitap yazdım. Bu arada Türk-Ermeni ilişkileri üzerine de kitaplar yazdım. Fakat benim yazdıklarım dış ilişkilerle ilgilidir, diplomasi tarihi ile ilgilidir.Yani siyasîdir yazdıklarımın hemen hepsi. Bugünkü sempozyumun ise bir özelliği var, kültür ağırlıklı bir sempozyumdur. Sosyo-kültürel diyorlar fakat kültür ağırlıklı bir sempozyumdur. 125 tane bilim adamı bu sempozyumda bildiri sunacaklar. Ben hayretler içinde izlemek istiyorum. İlmin sonu yok, araştırmaların sonu yok. Ne kadar büyük xlix HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER araştırmalar yaptığımızı, ne kadar değişik alanlarda araştırmalar yapıldığını ilgiyle, merakla görüyorum. Türk-Ermeni ilişkilerinin, Sayın Patrik Mutafyan da belirtti, 1500 yıllık bir geçmişi var. Bu 1500 yıl içinde yan yana, iç içe yaşadık. Ancak son yüzyıl ilişkiler tersine gitti, bu bin küsur yıl beraberliğimiz, yan yana yaşamalığımız döneminde, uzun asırlar döneminde, çok yönlü olarak etkilenmişizdir. Bunun lamı cimi yoktur, bu konularda derin araştırmalar yapılması çok yararlıdır, gereklidir diye düşünüyorum. Ben bu konularda fazla söz söylemek istemiyorum, dinlemeyi tercih ediyorum, hocalara söz vereceğim. Onlara da daha fazla zaman ayırmak için kendi konuşmamı kısa kesmek istiyorum. Birlikte yaşamanın küçük bir somut örneğini vermek istiyorum. 1960’lı yıllarda ben Türkiye’nin Paris Büyükelçiliği’nde başkâtiptim. Bizim büyükelçiliği kadrosunda uzun yıllardan beri bir Musevi vardı, bir Rum vardı, bir tane de Ermeni vardı. Musevi, askerî doktor Mandil Paşa’nın oğlu Mandil idi. İstiklal Savaşı sırasında Paris’e tahsile gelmiş, öğrenci mahallesinde Yunanlı öğrencilerle yumruk yumruğa boğuşmuş, ondan sonra, bizim o zamanki misyonuyla tam adı büyükelçilik değil, o zaman misyo diplomatik Türk adını taşıyor, orada ateşe olarak alınmış, 40 yıl sonra 60’lı yıllarda hâla orada ateşe idi ve ateşe special (özel ateşe) diye tanınıyordu. Rum Stramatiadis ise Konyalı bir Rum ve Atatürk’ün hizmetinde bulunmuş İstiklal Harbi sırasında. Atatürk, ona senin adın uzun demiş, sana biz Bodo diyelim demiş, o zamandan beri Bodo diyorduk buna ve övünüyordu, Atatürk verdi bana bu ismi diye. Ben hatıralarını not edeyim dedim, fakat çok yaşlı olduğu için, ben de tam hatıralarını not edemedim. Şimdi, esas itibariyle bu Konyalı Rum vatandaşımızın, Lozan’da imzalanan mübadele gereğince Yunanistan’a gitmesi lazım. Atatürk’ün yakın arkadaşı Behiç Bey, Budapeşte’ye elçi atanıyor, diyor ki, Bodo’yu bizden koparmasınlar diye, Yunanistan’a göndermesinler desem, al onu bizim elçilik kadrosuna diyor, Budapeşte elçiliğine diyor. Behiç Bey, Budapeşte’den Paris Büyükelçiliği’ne naklediliyor, sonra vefat ediyor, fakat Bodo hâla oradaydı ve hesap işlerimize bakıyordu bizim. Biz üç genç kâtip, her ay sonuna doğru Bodo’dan ödünç para alırdık. 1 kuruşa 9 düğüm atmanız lazım, siz ne müsrifsiniz diye bize böyle çıkışır sonra da yumuşardı, biz de boynumuzu bükerdik ve ne kadar lazım, 500 frank yeter felan yeter der bize böyle idare edin… Ermeni ise, ismi Edvard Kalfayan, çok şakacı bir memurumuzdu. Sabahları bize mektuplarımızı getirirdi. Biz üç arkadaş büyükelçilikte oturuyoruz, ondan sonra banan doğru gelirdi, mektubu sonra son dakikada bakardı, size değilmiş deyip benim yüreğimi hoplatırdı, sonra da bana mektup geldi istersen onu ödünç vereyim diye l AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI şaka yapardı. Şimdi, gül gibi geçinirdik. Hiçbir sorunumuz olmamıştı, aklımızın kenarından bile geçmemişti. Ben Edvard Kalfayan’ın ailesine yemeğe davet edildim. Paris’ten nakledildiğim sırada, Şam’a nakledilmiştim, bana veda yemeği verdi. Aile içinde Türkçe konuşurlardı. Hatta torunu vardı. Türkiye’yi görmemişti, fakat çatır çatır Türkçe konuştu 6 yaşındaki bir kızcağız. Böyle, bu küçücük örneği Osmanlı İmparatorluğu’na teşmil edin, asırlarca bu böyle olmuştur. Her düzeyde iç içe yan yana yaşamışızdır. Kimse bunu inkâr edemez, Osmanlı toplumunda bu hoşgörü ve beraber yaşama kültürünü. Hocalar, bilim adamları bunu etraflıca dile getirecekler, çok yönlü olarak, ben sözü hocalara bırakmak istiyorum. Buradaki bana verilen listeye göre Sayın Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun, benden sonra konuşması gerekiyor. Bu listeye göre ondan sonra, Prof. Dr. Mehmet Saray hocam ve dostum Sayın büyükelçi Nüzhet Kandemir sırayla konuşacaklar. Buyurun Sayın Halaçoğlu, 15 dakika süreniz var. Ben her üç konuşmacıya da bu aydınlatıcı bildirileri için teşekkürlerimi sunuyorum. Eğer tertip komitesinin bir itirazı yoksa programda bir aksama yaratmayacaksa, hocalara beşer dakika daha isterlerse konuşma tanımak istiyorum. Çünkü not aldım. Peki, öyleyse ben de iki ekleme yapmak istiyorum. Sayın Patrik Mutafyan’ın konuşmasını ben de dikkatle dinledim. Katılıyorum değerli fikirlerine, fakat eklemeler yapmak istiyorum. Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi, normale dönmesi bizim de arzumuz. Ben, Sovyetler Birliği dağılırken, Yugoslavya dağılırken, o bölgelerden sorumlu genel müdürdüm ve Ermenistan’ı ilk tanıyan devletlerden biri biz olduk. Yani öteki devletlerden ayırmadık. Ermenistan’ı bizim genel müdürlüğümüz Ermenistan’ı bağımsız devlet olarak tanıyalım diye savunmuş olan bir genel müdürlüktü. Hükümet de bunu kabul etti. Sonra bizim politikamızda Atatürk’ten gelen bir uygulama var, dış politika uygulamasında. Bir devletle ilişki kurarken Atatürk, önce o devletle masaya oturuyor, bir dostluk anlaşması ve dostluk protokolü imzalıyor, ondan sonra elçilik, konsolosluk ve saire açıyor ve ilişkileri geliştiriyor. Şimdi, bu 70 yıl sonra Sovyetler Birliği’nden onbeş devletle oldu, Yugoslavya’dan altı devletle oldu. Aynı politikayı uyguladık biz. Meselâ Azerbaycan’la dostluk anlaşmasını ben imzaladım ve diplomatik ilişkiler başlatma anlaşması. Ermenistan’la bunu yapamadık. Biliyorsunuz ama burada bilmeyenlere söylüyorum. Ermenistan onbeş cumhuriyet içinde en ilginç cumhuriyet olarak tarih sahnesine çıktı, önce bir bağımsızlık deklarasyonu yayınladı. Bu bağımsızlık deklarasyonu da, 1991 senesinde sanıyorum, uzun bir metindir. Bu bağımsızlık deklerasyonunda, Batı Ermenistan hedefimizdir li HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER diyor. Batı Ermenistan dediği yer, Doğu Anadolu’dur. İkincisi, soykırımı Türklere tanıtmak hedefimizdir diyor. Şimdi, aradan dört küsur yıl geçti. Ermenistan Cumhuriyeti yeni anayasasını yaptı. Bu ilkeler, yani bağımsızlık deklerasyonundaki ilkeler, Ermenistan Cumhuriyeti’nin anayasası ilkesi olarak girdi dibacesinde. Şimdi, bir Ermeni dostumuza, Ermenistan’dan gelen ve Ankara’da ASAM’da bizimle konuşma yapan bir Ermeni dostuma bunu sordum, dedi ki: Neden böyle bir anayasa yaptınız? Biz ilk defa bağımsız olduğumuz için acemiliğimiz var, biz anayasa nasıl yapıldığını bilmiyoruz. Buna çocuklar bile inanmaz. Öyleyse dedim, iki tane bizde anayasa profesörleri var, İki üç tane profesörü hemen her gün göndereyim size yardımcı olsun, doğru dürüst bir anayasa yapın. Şimdi, bu bir mesele. Şimdi, başka meseleler var Sayın patrik. Ben konuşmak istemiyorum, buradaki havayı da dağıtmak istemiyorum. Yanıbaşımdaki sınıf arkadaşım, meslektaşımız, kırk yıllık diplomatız. Biz çok olaylar yaşadık ve dramatik olaylar yaşadık. Başka dünyanın hiçbir dış işleri teşkilatının başına gelmeyen olaylar yaşadık. Bunları geçmek istemiyorum burada, fakat sizin çok olumlu, yapıcı konuşmanız ve tutumunuz yüzünden, bunu her zaman izliyoruz, görüyoruz, burada da tekrar teyit ettiniz. Diliyorum ki, Eçmiyazin Patrikliğiyle ve Antilyas Patrikliği de sizin gibi yapıcı düşünebilse. Çünkü biliyorsunuz ama bir kere daha burada dinleyenlere hatırlatayım, bu Ermeni meselesinin yani bu arada suikast dalgasının başlangıcı, Eçmiyazin Patriğinin 17 Ağustos 1964 yılında yaptığı zehir zemberek deklarasyon. İki gün sonra Antilyas Patriğinin yaptığı deklerasyonla başladı. Önce dünya çapında bir büyük kampanya başlatıldı, arkası geldi ve günlere geldik. Şimdi bunlara geçmek istemiyorum. Temenni ediyorum ve diliyorum ki, sizin bu yapıcı tutumunuz ve olumlu yaklaşımınızı onlar da idrak etsinler. Tarihte çok hatalar yapılıyor. Burada Sayın Nüzhet Bey dedi ki, ilk 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hıristiyanlar imparatorluğun iç işi, devletin iç işi. İlk defa Rusya buraya bir madde koydurdu. İşte, Hıristiyan Ermeni adı o zaman henüz geçmiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hıristiyanların hamisi durumuna soyundu. Arkasında 1856 Paris Anlaşmasına bizim Islahat Fermanı ile ilgili bir madde kondu. Islahat Fermanı bir iç hukuk meselesi. Fakat anlaşma yapılınca dış hukuk uluslar arası hukuk meselesi haline geldi. İngiliz Dışişleri Bakanının İstanbul’daki elçisine yazdığı telgrafı okudum diyor ki, şimdiye kadar yalnız Rusya, Osmanlı Hıristiyanlarının koruyucusu durumundaydı, şimdi bundan sonra yedi büyük devlet koruyucu durumuna geldi. Ondan sonra Berlin Anlaşması ve Türklerle Çerkezleri, Çerkezlerlii AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI le Ermenileri, Türklerle Ermenileri birbirine düşürdüler ve burada tarihî hatalar yapıldı. Bunlardan ders alalım ve siz de yardımcı oluyorsunuz ve temaslarınız vardır. Eçmiyazin ve Antilyas Patrikliğine de, siz temasınız var, bunları söyleyin. Ben tekrar bu sempozyumun çok başarılı geçmesini temenni ediyorum. Sayın valiye, rektöre, komutanlara ve burada dinleyenlere ve herkese saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. Yusuf HALAÇOĞLU Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Birlikte yaşama sanatı tabiî tarihe baktığımız zaman, tarihin çeşitli evrelerinde büyük savaşlar meydana geldiğini görüyoruz. Özellikle, dünya savaşları, din savaşları, bir takım hırslarını ve egosunu tatmin etmeğe yönelik savaşlar ki bunlar genelde toplumların büyük kayıplarına ve acılarına neden olur. Tarihte bunları görüyoruz. Ama tarihin diğer bir sayfasında ise, insan ve insani duyguların yine ön plana çıktığı bir anlayışı da görüyoruz. Ne yazık ki tarih gerçekten acılarla dolu, trajedilerle dolu. Ama tümüyle trajedilerle dolu değil, insanî duygularla da dolu olarak görürsünüz bunu. Musikiden sanata kadar yine insanlar arasındaki dayanışmadan, iyi veya kötü diye adlandırdığımız, sınıflandırdığımız iyiliklere kadar değişik yapılar görülür. Yine dünya tarihine baktığımızda imparatorlukların kurulduğunu ve yıkıldığını görürüz. Bütün bu çerçeve içerisinde yine toplumların bir başka toplum tarafından idare edildiğini, bazı toplumların bu idare içerisinde baskılar altında kaldığını, hayat hakkı tanınmadığını hatta dillerini, dinlerini, kültürlerini unuttuklarını ve unutturulmaya çalışıldığını görürüz. Dünya tarihinde kurulmuş büyük imparatorlukların içerisinde, yapılan araştırmalara göre, kendi tebasından olan insanlara en iyi davranış içerisinde bulunan ve onlara hayat hakkı tanıyan bir imparatorluk Osmanlı İmparatorluğu olarak ortaya çıkmıştır. Her ne kadar bu imparatorluk döneminde de değişik sıkıntılar yaşanmışsa da, vergi fazlalıkları dâhil olmak üzere veya bazı adaletsizlikler yaşanmış olmasına rağmen yine de altın çizgiyi en iyi yakalayan Osmanlı İmparatorluğu’dur. Bunu 100 milyona varan Osmanlı Arşiv Belgelerinde görmemiz mümkündür. Tabiî ki Osmanlı İmparatorluğunda sadece Ermeniler değil Rumlar, Romenler, Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar, Araplar ve daha pek çok millet, ulus birlikte yaşamıştır. liii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu dönem içerisinde biraz önce söylediğim gibi devletin idari yapısındaki sağlamlık veya zayıflık toplum üzerinde etkili olmuştur. Ben burada bazı hususlar üzerinde durmak istiyorum. Osmanlı Devleti’nde her şeyden önce Müslüman olmayan unsur Zimmî olarak veya Ehl-i Zimmet olarak adlandırılmıştır. Ve Ehl-i Zimmet’in karşılığı söz verme ve sözünde durma mal ve hayatının emniyet altına alınması anlamına gelmektedir. Zimmet kökünden gelmektedir. Bu çerçeve içerisinde Osmanlı Devleti merkezi kanunların yanı sıra yerel kanunlarda da bunların üzerinde sıkı sıkıya durmuştur. Çoğu zaman devletlerde vergi çok önemlidir. Osmanlı Devleti’nde millet sisteminde tebaa-i Müslime, tebaa-i gayrimüslime olmak üzere 2 sınıfa ayrılmıştır millet. Bunlar içerisinde Müslim ve gayrimüslim arasındaki hak ve hukukun sağlanması konusunda da hemen her sancak ve kazada ayrıca merkezi kanunların dışında yerel kanunlar geçerli tutulmuştur. İşte bu kanunlarda bölgedeki mezhep farklılıkları insanların yaşayış biçimine göre bu kanunlar belirlenmiştir. Meselâ gayrimüslimlerden ki bu çoğu zaman bir baskı ve farklı uygulama gibi nitelendirilse de alınan cizye bazen ispence gibi farklı isimlerle alınan bu tür vergiler -gayrimüslimlerden alınan vergiler- aslında her bir toplum katmanının sorumluklarıyla bağlantılıdır. Meselâ cizye sadece eli iş tutan erkek ve aile sahiplerinden alınmaktadır. Kadın ve çocuklardan alınmayan bir vergidir. Dolayısıyla bunun karşılığı da Osmanlı Devleti’nin başlangıç dönemlerinde Müslüman unsurun savaşta aldıkları role karşılık gayrimüslimlerin asker olarak savaşa sokulmamasından kaynaklanır. Ve İslâm hukukuna göre de gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’nde baş vergisi olarak yanlış adlandırılmasına rağmen, emniyet ve güvenlik vergisi olarak adlandırılır. Öte yandan son dönemlere kadar adeta genelde bütün gayrimüslim unsurların gerek vakıf gerekse kültürel diğer uygulamaları ile ilgili de yine Osmanlı Devleti’nde bugün bile rastlayamadığımız uygulamalar göze çarpmaktadır. Meselâ ta Hz. Peygamber’den yani Hz. Muhammed’den itibaren süre gelen gayrimüslim vakıflarının 1806 yıllarına kadar ki bir defterden rastladığım bir şey, vakıfların her hükümdar döneminde tecdit edilmiş, yenilenmiş olması aslında dini kurumlara olan saygının bir örneğidir. Keza ticari hayatta konulan vergilerle ilgili olarak gayri Müslimlerin arzu ettikleri şu kadar vergi verelim sözüne karşılık devletin aynen şu şekilde geçiyor, bu dahi zulm-i saliha olmağın yani açık zulüm olarak liv AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI adlandırılıyor. Bu şekilde olamaz, çok daha aşağı şu şekilde vergi ödenmesi gerekir. Genel tabire göre şeklinde ifadeler var. Şimdi böylesine güzel uygulamalar varken bunun dışında özellikle uzun savaşların 1699’daki Karlofça ile sonuçlanan Osmanlıların 2. Viyana Kuşatması sırasındaki 16 yıllık savaşların Osmanlı Devleti’nde bir dönüm noktası teşkil ettiği ve büyük aksaklıklara yol açtığı halk üzerine ağır vergiler konduğu, sadece burada tabi gayrimüslimler üzerine değil, Müslümanlar üzerine de ağır vergiler konduğu, sadece olağanüstü durumlarda alınan Avarız-ı-ı Divaniye vergilerinin ki bugün buna olağanüstü vergiler deniyor. Meselâ 1999 depreminden sonra telefon üzerine konan ve geçici olarak adlandırılan vergiler, sonra sürekli hale getirilmiştir, Avarız türünden vergilerdir. Bunların halk üzerine ağırlıkla konduğu ve artık sürekli hale getirildiğini görüyoruz ki bütün halk üzerinde bunların toplumun dayanışma ve uyumunu sarstığını görüyoruz. Tabi meydana gelen bu tür olaylar Osmanlı toplumu içerisinde dışardan bir takım etkilerin, bu toplum üzerindeki uyumunu da sarstığı bir gerçektir. Eğer konuyu Ermenilere indirgeyecek olursak, ben burada konunun bir Ermeni Sorunu gibi algılanması düşüncesi de değilim. Aslında Ermeni, Osmanlı Devleti’nde sadece bir addır. Onun dışında diğer unsurların da aynı uygulama altında bulunduklarını söylememiz yanlış olmaz. Belki Ermenilerle ilgili olan konu 1915’teki tehcir olayıyla bağlantılı hale getirecek olursanız belki bir sorun gibi ortaya çıkabilir. Ancak yine de Ermeni sorunu yerine, çünkü tehcire tabi tutulanlar da dâhil olmak üzere burada Ermenilerin tümünü kapsam alanına alıyor Ermeni Sorunu. Bana göre Cenevre’de kurulan Hınçak’ın veya Tiflis’te kurulan Taşnak örgütlerinin sorunu olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Ve her ne kadar arada bazı anlaşmazlıklar olsa bile Osmanlı Devleti’nde Ermenilerle yaklaşık 600 yıllık bir beraberlikte fazla bir sorun gibi ortaya çıkacak hadiselerin olduğunu da söylemek mümkün değildir. Her şeye rağmen 600 yıl birlikte yaşayan insanların kendi dillerini, kendi kültürlerini, dinlerini muhafaza etmiş olmaları bile aslında toplumlar arasındaki ilişkilerin veya devleti yönetenlerin kendi vatandaşları olan gruplara karşı davranışı hakkında da bize olumlu yönde bir fikir verebilir. Bana göre tarihi değerlendirirken ve birlikte yaşama sanatı adı altındaki bir manzumeyi ortaya koyarken muhakkak çevre etkilerini, dönemin psikolojik, stratejik şartlarını muhakkak gözden uzak tutmamak gerekir. Nitekim sorun olarak ortaya çıkarıldığı dönemlerde aslında sorulv HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER nu ortaya çıkaranlar ne Türklerdir, Müslümanlardır ne de Ermenilerdir. Yani Osmanlı Ermenileridir. Zira 1913’e kadar yani 1. Dünya Savaşının başlamasından biraz öncesine kadar ki 1914 Ekiminden itibaren Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girmiştir, o tarihe kadar bütün Avrupa ülkeleri ve Rusya konsolosları Anadolu’da bulunmaktadır. Onların raporlarına baktığımızda mesela 1913’te Van Rus Konsolos Vekili Temre’nin raporlarına baktığımızda şöyle söylüyor. “Aslında Müslümanlarla Ermeniler arasında hiçbir sorun yoktur. Gayet uyum içerisinde yaşamaktadırlar. Ancak komiteler her pazar kilisede Ermenileri toplamakta, onlara nutuklar atmakta, Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmakta ve para toplama çabası içinde olmaktalar ve karşı çıkanları da ölümle tehdit etmekteler” diye ifade ediyor ki bu gizli olarak okunduktan sonra derhal yakılmasını istediği bir rapordan bir parça. Aslında onlar da bunu teyit ediyorlar. Fakat gördüğümüz kadarıyla yine onların raporlarında Osmanlı güvenlik kuvvetlerinin komitelerle ilgili yaptıkları baskınlarda yakalananlar arasında Ermeni olmayan Rus tebaasından olan kişilere de rastlanmaktadır. Keza gerek İstanbul’daki ilk olaylar biliyorsunuz ki 1895’ten itibaren çıkmıştır. Ondan önceki dönemde yani 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı öncesinde böyle açık ve net isyan veya olaylar yoktur. 1878’de Karahaç Cemiyeti adıyla sadece Anadolu’da bir cemiyet kurulmuştur Van’da. Ama onun ötesinde Hınçak ve Taşnak’tan ihtilal yoluyla bir bağımsız devlet kurmak peşinde olduklarını da beyan eden bu grupların Anadolu’daki hareketleri ki 1889’da Taşnak kurulmuştur ve 1895’te de ilk isyan hareketleri doğmuştur Van’da ve Sason’da. Dolayısıyla bu olayların bu şekilde aslında birlikte yaşama olayında da bir darbe olmuştur. Tabiî 15 dakikada her şeyi konuşmak mümkün değil. Ama şurasını söyleyim, iyi niyetin bir göstergesi olması açısından tehcire tabi tutulan Ermenilerin yollarda veya gittikleri yerlerde gerek açlıktan gerekse hastalıktan çoğu bu şekilde olmak üzere kayıplara uğradıkları ama bunun ötesinde bir takım çetelerin baskınlarına uğrayarak katledildiklerini biliyoruz. Buna karşılık Osmanlı Devleti de bizzat Talat Paşa’nın imzasıyla 1763 kişinin Divan-ı Harbe verildiğini bunlardan 67 kişinin idama mahkûm edildiğini ve tasdik edilip infaz edildiğini, 524 kişinin hapse atıldığını, 68 kişinin ağırlaştırılmış bugünkü tabirle hücre cezasına çarptırıldığını yani Kalabent olarak adlandırılıyor, ifade edebilirim. Dolayısıyla biz burada bu konuyu da değerlendirirken ki sorunun temelinde bu yatıyor, ben tarih okudum. İstanbul Üniversitesi’nde tarih lvi AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI okuduğum zaman bile bilmiyordum bu konuyu açık söyleyeyim hiç bize gösterilmedi. Adeta Türkiye unutmaya başlamıştı, unutulmaya yüz tutmuştu ama maalesef Diaspora’nın Taşnak ve Hınçak Grupları bu konuyu gündeme getirmek suretiyle maalesef 2 toplum arasında tekrar kine doğru giden bir olayı başlatmıştır. Bence zannediyorum ki değerli Patrik Hazretlerinin az önceki konuşmasıyla da eğer birleştirecek olursak bizlerin birlikte hareket etmeleri, konuşmaları ve birlikte mücadele vermemiz zannediyorum ki önemli unsur olacaktır. Zira ben özellikle şunu söyleyeyim her ne kadar Ermeni cemaati azınlık statüsünde Lozan’a göre telakki edilmiş olsa da ben bunun böyle olmasını bir insan olarak kendime yediremiyorum. Çünkü o insanlar da yani Ermeni vatandaşlarımız da bizim gibi bu ülkede doğmuşlardır, bu ülkede yaşamaktadırlar, bizim gibi askere gitmektedirler. Dolayısıyla onlar bu ülkenin aslî unsurudur. Türkiye Cumhuriyeti’nde hepimiz kardeş olarak yaşamaya devam edeceğiz. Dolayısıyla tıpkı 1914’te olduğu gibi bir takım oyunlara gelmeden birlikte hareket ederek bu sorunu çözmemiz mümkün olabilir diye düşünüyorum. Hepinize Saygılar Sunuyorum… Mehmet SARAY Muhterem Hanımlar, Beyler sevgili gençler ve basının kıymetli mensupları, ben sevgili Yusuf hocanın fevkalade gerçeklere dayanan ılımlı konuşmasının yanı sıra bazı tarihi gerçekleri de özellikle burada bu konulara girmiş ve tebliğ verecek olan genç bilim adamlarının dikkatlerine sunmak istiyorum. Nedir bu gerçekler? Anadolu topraklarında hiçbir kavim ve hiçbir halk Ermeniler kadar rahat ve huzur içerisinde yaşamamıştır. Türk idaresinin gerçeği budur. Türkler de dâhil biz Türklerden daha iyi hayat şartlarına sahiplerdir. Fakat asrın başında, 20. asrın başında dostlarımız, konuşmalarda bahsedildi, Rusya’sı, İngiltere’si, Fransa’sı, bağışlayın sanki babalarından bir mal mülk kalmış gibi, Anadolu topraklarını paylaştılar. Türklerin asırlar boyu yan yana iç içe yaşadığı Rum olsun, Yunanlı olsun ve bilhassa Ermeni cemaatini de af buyurun Türk halkının üzerine saldılar. Olay budur. Ve Türk milleti geçirdiği son asrın büyük acılarına, yokluklarına rağmen, bir yaşama mücadelesi verdi. Hayatını müdafaa etti. Bu amansız saldırıya karşı. Ve yurdunu korudu. İstiklal harbi denen konu budur. Bu gerçeği lütfen unutmayalım. Şimdi bu olaylar başlamadan evvel Avrupa ülkelerinde muazzam bir kampanya, Müslüman Türkler, Hıristiyan halkları katlediyor, zulmediyor. Atatürk isyan ediyor. “ milletimiz lvii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER hakkında söylenenler bütünüyle iftiradır. Milletimizin zalim olduğu iddiası baştanbaşa yalandır. Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve adetlerine riayet etmemiştir hatta denebilir ki başka dinlere mensup olanların dinine ve milliyetine riayetkâr olan yegâne millet bizim milletimizdir. Bunlar Atatürk’ün sözleridir. Derken ben bunları okuduktan sonra, Türklerde Dinî ve Kültürel Hoşgörü kitabını yazmıştım. Şimdi muhterem hanımlar beyler, Türk insanının hayata bakış tarzını ve Türk devlet adamlarının idare şeklini ortaya koyan, İngilizlerin Magnacartasına benzeyen, Türklerin Türk Töresi vardır. Bunun belirli prensipleri vardır. Adalet, eşitlik, hoşgörü ve insan sevgisidir. Şimdi Türk devleti, devlet idarecileri, bu görüşler çerçevesinde, kendi öz evladına, halkından birisine, bizimle birlikte o topraklarda yaşayan hangi milletten, hangi dinden olursa olsun, o insanlara eşit davranmıştır, adile davranmıştır, hoşgörüyle davranmıştır, Sevgili Yusuf hocanın Osmanlı çağında bahsettiği bu şey, asırların öncesinden devam edip gelen bir olaydır. Şurada hemen izninizle Prof. Dr. Downloop’un eserinden bir alıntı yapacağım. Hazar Hakanlığında Diyor ki; Hazar hükümdarının başkenti Hanbalık, o zaman ki Etil şimdiki Volga nehrinin kıyısında kurulmuş bir şehirdi. Burada Müslümanların camisi katedral şeklinde olup, pek çok minaresi ve müezzini bulunuyordu. Diğer dinlere mensup insanlarında ibadethaneleri mevcut idi. Ve onlarda serbestçe ibadethanelerini yapıyorlardı. Bir gün, 922 yılının başlarında, Müslümanların Yahudilere ait bir sinagog’u tahrip ettikleri haberini alan Hazar hakanı, bu yapan Müslümanları derhal mahkemeye çıkarıp, yargılayıp, idam etti. Ve camilerin de bir minaresini yıktırmış. Bununla da yetinmeyen hükümdar, böyle bir olayın tekrarı halinde, Müslümanların camilerinin yıkılacağını söylüyor. Türklerin devlet anlayışı, insana, başka dinlere sevgisi saygısı budur beyler. Bunu, tarihin başından günümüze kadar, bugünde ben değiştiği kanaatinde değilim. Kıymetli dostum Mutafyan cenapları, tabi bir taraftan Ermenistan’ın baskısı altında, açık söylüyorum, hep açık konuşmuşumdur, bir taraftan diasporasının, ama o yüreklilikle doğru bildiklerini söylüyor. Ve Ermeni cemaati sıkıntılar içinde oldu. Ben bugünkü kıymetli dostlarımın Ermeni cemaatimin, sosyo-kültürel ekonomik problemleri üzerinde, doktora tezi yaptıran insanım. Ve sevgili talebem Cafer Ulubey’ de burada olması lazım. Konuyu şey yapardı. Ama cemaatten o günlerde, bundan 10 sene evveldi bu olay, bir papalık vardı, bugünkü o cesur açılımınızı ben o zaman göremedim Mutafyan Bey. Ve o sıkıntılarınızı hissetmiştim. Ama şimdi doğruları söylüyorsunuz. Şimdi ben hızla ilerleyeceğim. Niçin bu göç olayı lviii AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI oldu. Bakınız, Ruslarla işbirliği halinde. Ben hemen Atatürk’ün şu cümlesini okuyum: “Çarlık’ın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askerî birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için, kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor. Ve Türk köylerinde terör hüküm sürüyordu…” diye devam ediyor. Türk Devleti toparlanıp bunu yapanları yok edebilirdi. Böyle bir şey asla olmadı. Ve ne oldu? En ehvenişer, insan hayatına değer veren olay, bu insanlar emniyet tedbirleri alınarak, o zaman ki Türk devletinin bir vilayeti olan Suriye ve Lübnan taraflarına nakledilmiştir. Olay budur. Üzüntüler, ölümler olmadı mı? oldu. Türk ordusu 1912 yılından 1922 yılına kadar bu hastalıklardan, soğuktan, diğer sebeplerden tabi afetlerden dolayı 500.000 kayıp vermiştir. Ve Ermeni dostlarımızda burada kayıplar verdi. Bunu ne kimse inkâr ediyor ne de yadsıyor. Ama bunu abartmaya da hiç gerek yok. Ve bunlar dönmüştür. Bu güzel topraklara Kayseri’ye döndü. Tehcirden geri gelenler. Konya’ya döndü. Ama durmadı. İtilaf devletleri Fransızlar ve İngilizler buradaki insanları aldılar, Çukurova macerasına sürüklediler. Size orda Kilikya Ermeni Krallığı kuduracağız diye. Keşke dürüst davransalar? Ama bu dürüst değiller. İngilizler petrol bölgesine Fransızları sokmamak için, Adana’nın pamuk üretimini ortaya attılar. Sizin tekstil sanayiniz için güzel bir yer burası. Gelin siz burayı kontrol edin, olay bundan ibarettir. Ve ben güney vilayetlerine gittim. Orada yaşanan dramları yeterince gördüm. Oralardan bahsetmeyeceğim. Fransızlar yaptıkları hatayı anlarlar, geri çekilirler. Bir dönemin aydını vardır. Franklin Buyon. Atatürk’ü seven bir insan. Ve derki “Paşam siz büyüklük yaptınız, Fransa hatasını anladı. 1921 başlarında Ankara Antantı imzalandı. Bizimkilerin kullandığı, bakınız ifadeye bakınız, burada metin verir. Ermenilerin Anadolu topraklarında kalmasına izin verin. Atatürk cevaben derki “Mösyö onlar zaten bizim vatandaşımız. Biz onlara nasıl git deriz. Elbette kalacaklardır.” Franklin Buyon sevinerek bu müjdeyi vermek için Çukurova’daki Ermeni Cemaatine gider. Ve derki “böyle böyle. Mustafa Kemal Paşa kalmanızı istiyor. Bakınız arkadaşlar. Cemaat liderleri derki “Teşekkür ederiz. Bizim için iyilik yapmak istiyorsanız, artık bizi himaye etmeyiniz. Eğer siz ve sizin Adana’ya gönderdiğiniz generalleriniz, hükümet memurlarınız bizi bu şekilde aldatmış olmasalar ve bu ümidi vermeselerdi, bizi bir takım tatlı emeller arkasında koşturacak, teşvik edecek söyler söylemeselerdi, biz de Türkler karşısında alnı açık gezecektik. Siz bizi o lix HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kadar kötü yollara sürüklediniz ve biz Türk halkına bu bölgede o kadar kötülükler yaptık ki, şimdi bu topraklarda kalıpta “merhaba komşu demeye” yüzümüz yoktur. Demek ki aldatılan Ermeni dostlarımızda da bir insanlık dururu var. “Biz bu acıyla bu toprakları terk ediyoruz.”diyor. Muhterem hanımlar beyler, Türk devleti ve milleti, Ermeni kardeşlerimizi ve vatandaşlarımızı ne soykırıma uğrattı ne de etnik temizliğe. Bunun bütün belgeleri ortadadır. Ben bu gerçekleri bilerek hareket edelim diyorum. Değerlendirmeleri buna göre yapalım. Ve bu konuda çalışan pek çok genç bilim adamları henüz ortada yokken, bakımız, rahmetli büyüğüm Kamuran İnan beyle, Ankara’da uluslar arası bir toplantı sonunda, bir grup Ermeni Profesör davet etmiştik, onlardan Profesör Maraşlıyan,bizden de bendeniz ve Selahi Sonyel Hoca özel bir toplantı yaptık, tartıştık. Ben kendisine dedim ki aynen okuyorum. “I. Dünya harbinin propagandaya yönelik malzemesini kullanarak, olayları izah şeklinden vazgeçin. Gelin bir ortak heyet oluşturalım. Bu heyet Türk, Ermeni, İngiliz, Fransız, Amerikan ve Alman arşivlerinde çalışsın. İlgili belgeleri toplasın. Bu belgeler ne netice veriyorsa, biz bu neticeyi kabule razıyız.” dedim. Ama diaspora bu genç Ermeni profesörünü baskıya aldı, bizimle irtibat kurmadı. Sevgili Yusuf hoca ile aynı şekilde irtibat kuranları baskıya aldılar. Biz her zaman açığız, her zaman diyaloga açığız. Ben siz bir olayı daha anlatarak sözlerime son vermek istiyorum. Şimdi ben İngiltere’de okudum. Hight Parck’ın üst kısmında Lengister Gate istasyonu vardır. Onun arkasında doktora öğrencilerinin kaldığı St. Linyang Person adlı bir yurt vardır. Orada benim Artin Amcam vardır. Kızı bir İngiliz’e gönül kaptırmış, Türk Ermenisi. Ve o da kızının peşinden İngiltere’ye nakletmiş, bizim orda aşçımızdı. Biz bununla bir dostluk geliştirdik, bana her gün gelip “Mehmet Bey size ne iyilik yapayım? Söyleyin.”derdi. Böyle bir dost insan, can insan. Ve çok güzel günlerimiz geçti. Ben İstanbul’a geldiğimde arşiv çalışmasına veya tatil için, ilk işim, o rakıyı severdi, onun rakısını alır çantama koyar, ondan sonra oraya dönerdim. Şimdi bu güzellikleri unutmak mümkün mü? Peki, hata nerede? Biz hata nerede yaptık? Sayın Mutafyan Patrik cenaplarının kaynaklar ortadadır. Bunları biz Yusuf Hocanın başlattığı güzel bir şekilde devam ettiriyor, bendeniz Atatürk Araştırma Merkezi’nde başlattım devam ediyoruz. Ve biz bunları ortaya koyacağız. Ama Ermeni dostlarımızdan da adım atılmasını istiyoruz. Sadece biz gelin, buyurun, ortaklaşa bu işleri halledelim diyoruz. Ama dostlarımızdan bir adım gelmiyor. Sizlerin son yıllarda, bağışlayın, ifademi aynen söylüyorum, son yıllarda bu yiğit çıkışınız, bizlere ümit veriyor. İnşallah akıl, mantık, izan sahibi yerlerde yankı lx AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI bulacak ve birlikteliği biz yürüteceğiz. Ben tam 4 doktora tezi yaptırdım. 2 tanede benim doçentlerim, profesörlerim İstanbul’da yapıyor. Ermeni kardeşlerimin Türk kültür hayatına, sanat hayatına, mimarisine, iç ve dış ticaret hayatına katkıları, maliyesine anlatamayacağım kadar güzelliklerle dolu. Biz geldik o tehcir olayına, kavga olayına. Hâlbuki kardeşim o kavgayı çıkaran, bu işi yaptıran Rus’tur, İngiliz’dir, Fransız’dır. Ve şimdi son söz olarak şunu söylüyorum. Azerbaycan’da Ruslar, bugünkü Ermeni hükümetine destek vererek, kardeş Azerbaycan’ın 1/5 ülkesini işgal ettirdiler. Devletlerarası hukuk çiğnenerek yapıldı bu. Ve 1 milyonun üzerinde insan, ben 2 defa gittim Bakü’ye ağlayarak ayrıldım. O barakalarda yaşıyor 13 yıldır. Kimse bunlardan bahsetmiyor. Dürüst olalım. İğne çuvaldız emsali birbirimize batıralım. Bütün bu meseleleri birlikte halledelim. Hallolmayacak bir şey yok. Ben Türk insanını Ermeni’den bir alıp vereceği olduğunu hiç düşünemem. Ermeninin de masum, iyi ve güzel olduğunu düşünerek, aynı şekilde düşüneceğini biliyorum. Ancak bu Ermeni diasporası felaketini durdurmamız lazım. Ve onun ekseninde giden Sayın Koçaryan ve adamlarının bu asla barış istemeyen tavırlarını da kırmamız lazım. Bunları eğer biz müştereken yaparsak, inanıyorum güzel bir mesafe kat ederiz. Dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Nüzhet KANDEMİR Sayın başkan, önce bugün sevgili okul arkadaşım, sınıf arkadaşım ve meslektaşımla aynı kürsüyü bir kez daha paylaşmaktan duyduğum mutluluğu ifadeyle sözlerime başlayım. Sayın Valim, Sayın Rektörüm, Saygıdeğer Patrik Hazretleri ve değerli katılımcılar. Çok yönlü siyasi propagandanın ve sözde soykırım iddialarının her yıl olduğu gibi bu defa daha da yoğunlaştığı nisan ayı içinde birlikte dostça yaşamaya yönelik bu anlamlı bilimsel sempozyumun düzenlenmesine ön ayak olan Sayın rektörüm ve üniversite yönetimini içtenlikle kutluyorum. Bu sempozyumda ayrıntılarıyla dile getirilmeye başlanan ve getirilecek olan değerli görüşlerin ve önerilerin bugün ülkemizi yakından ilgilendiren ve karşı karşıya bulunduğumuz çok önemli sorunların başında gelen terör sorunuyla da yakından bağlantılı olan bir konuda ulusal tutum ve politikamıza büyük ölçüde katkıda bulunacağına olan umudumu vurgulamak istiyorum. 1960’lı yıllardan başlamak üzere günümüze kadar uzanan süreçte yeni şekil ve boyutlar kazanarak etki alanını yaygınlaştıran ve benim şahsen lxi HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER çok değerli çalışma arkadaşlarım dâhil pek çok masum insanın hayatına mal olan terör olgusu uluslararası toplumun yabancısı olduğu bir kavram değildir. Gerçek dışı iddia ve iftiralarını dünya kamuoyuna duyurup benimsetebilmek için zaman zaman terör silahını kullananlar karşısında kendilerine zararı dokunmadıkça suskun kalan üçüncü ülkeler aynı terör onları vurmaya başladığında uyanıp feryat eder olmuşlardır. Başlangıçta değişik aşırı ideolojilerin bir yaptırım aracı olarak kullanılan terör zaman içinde etnik ya da milliyetçi bir görünüme bürünmüş ve dünyanın değişik yerlerinde etkinliğini giderek artırmıştır. Tarihe şöyle bir göz attığımızda Ermenilerin Selçuklulardan başlayarak Osmanlı yönetimi altında asırlar boyu Türklerle içice ve çoğu kez Türklerden çok daha müreffeh bir yaşam sürdürdükleri açıkça görülür. Burada aklıma gelen bir hususu belirteceğim ama Sayın patrikten önce özür diliyorum. Çünkü çok dikkatle dinlediğim konuşmasında artık nostaljiyi bırakalım demişlerdi. Ama bu nostaljiyi bırakmak benim için o kadar kolay değil. Zira bir örnek olarak veriyorum. Ailemizin birer ferdi olarak gördüğümüz benim büyükbabamın diş doktoru Haçik Zangoçyan ve muhterem eşi ki çat kapı gece gündüz girerdi. Hatta Beşiktaş-Sirkeci tramvayları gece geç vakit çalışmaz, müftülat? olur diye yere bir yatak sererdik. Bizlerle beraber yatar, yemek yer, yaşardı. Onun bir de yardımcısı Artim Bey’i bu vesileyle saygı ve özlemle anmak istiyorum. Gerçekten kendileri bizim ailemizin bir ferdiydi ve biz onu o şekilde kabul ederdik. Aramızda en ufak bir uyuşmazlık, saygısızlık, karşılıklı bir görüş alış-verişi de yıllar boyu cerayan etmemiştir. Ermenilere yönelik dış etkilerin hız kazandığı 1800’lü yılların ikinci yarısında başlayan ve 1900’lü yılların başlarında dış güçlerin yoğun biçimde sürdürdüğü kışkırtmalar ile doruğa ulaşan olumsuz tutum ve davranışlar sonucunda Türklerle-Ermenilerin aralarının giderek açılmaya başladığı görülmektedir. Özellikle 1878 Berlin Anlaşması ki Mehmet Hoca’mda atıfta bulundular, imza ve kabulünü izleyen yıllarda, anlaşmanın Ermeni halkını Kürtlerden ve Çerkezlerden korumak üzere Ermenilerin yaşadığı bölgelerde reform yapılması hükmünü içeren 61. Maddesi çerçevesinde dış güçlerin doğrudan devreye girmeleri sonucunda bir taraftan bu devletlerin diğer taraftan onların himayesinde oluşan Ermeni komitelerinin kışkırtmalarıyla ilişkiler giderek yozlaşmaya başlamıştır, benim kanaatim. Kurtuluş Savaşı sonrasında imzalanan Lozan Antlaşması’nda Ermeni Meselesi diye bir konu yer almamıştır. Lozan öncesi değişik anlaşmalarla lxii AÇILIŞ ve PROTOKOL KONUŞMALARI Türk-Ermeni sınırı saptanmış ve 1950’li yıllara kadar Ermeni diasporasının soykırım iddiaları ve toprak talepleri gündeme gelmemiştir. Ancak Kıbrıs’ta ortaya çıkan sorunlarla beraber Ermeni diasporası yeniden tahriklerine başlamış, soykırım iddiaları ve ASALA terör örgütünün cinayetleri 60’lı ve 70’li yıllara damgasını vurmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Ermenistan’ın bağımsız bir cumhuriyet olarak kurulmasını izleyen yıllarda diasporanın bir süre taktik davranış arayışına girmesi sonucu Ermenistan’ın Türkiye’yle diplomatik ilişkileri geliştirme talepleriyle bir yumuşama sürecinin başlamakta olduğu izlenimi yaratılmış ise de bu süreç ne yazık ki başarılı olamamıştır. Türkiye’yle Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin olumlu bir aşamaya girmesinin ardından Ermeni diasporası siyasi faaliyetlerini çok daha geniş bir alana yayma eğilimine girmiştir. Diaspora, hukuki açıdan iddialarının herhangi bir temele dayanmadığının bilincindedir. Diğer taraftan bu iddiaların tarihi gerçeklere ters düştüğünü de bildiğinden iddialarının inandırıcılığına gölge düşüreceği endişesiyle ortak tarih araştırmalarına da yanaşmamakta ve bundan böyle de pek yanaşacağa benzememektedir. Bu durumda elinde yegâne seçenek olan siyasi propaganda faaliyetlerini görünen gelecekte daha da yoğunlaştırarak sürdürmesi beklenebilir. Ayrıca şu hususu da gerek Türkiye gerek Türkiye dışındaki herkesin iyice kavrayıp benimsemesi gerekir ki Türkiye’nin herhangi bir topluluğa ve bu bağlamda Avrupa Birliği’ne üyelik konusundaki arzu ve gayretleri, ulusal davalarında ortaya konan gerçek dışı iddia ve iftiraları kabul edebileceği anlamına gelmez. Bu beklenti içinde olanların ne kadar büyük bir yanılgıya düştüklerini göreceklerini burada ifade etmek kanaatimce dostluk duygularıyla hareket edenler için bir borçtur. Uluslararası düzeyde saygınlık ve inandırıcılığa sahip olmak medeniyet iddiasında bulunan ülkelerin karşılıklı hak ve hukuka saygı göstermelerini kaçınılmaz bir şart kılmaktadır. Bu sempozyumun iyi niyet ve dostluğun değerini ortaya koymak ve mevcut sorunları bu hava içinde çözüme kavuşturabilmek hususunda güzel bir fırsat oluşturması dileğiyle beni dinlediğiniz için hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. lxiii HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lxiv DEĞERLENDİRME DEĞERLENDİRME BİLAL ŞİMŞİR Ben her üç konuşmacıya da bu aydınlatıcı bildirileri için teşekkürlerimi sunuyorum. Eğer tertip komitesinin bir itirazı yoksa programda bir aksama yaratmayacaksa, hocalara beşer dakika daha isterlerse konuşma tanımak istiyorum. Çünkü not aldım. Peki, öyleyse ben de iki ekleme yapmak istiyorum. Sayın Patrik Mutafyan’ın konuşmasını ben de dikkatle dinledim. Katılıyorum değerli fikirlerine, fakat eklemeler yapmak istiyorum. Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi, normale dönmesi bizim de arzumuz. Ben, Sovyetler Birliği dağılırken, Yugoslavya dağılırken, o bölgelerden sorumlu genel müdürdüm ve Ermenistan’ı ilk tanıyan devletlerden biri biz olduk. Yani öteki devletlerden ayırmadık. Ermenistan’ı bizim genel müdürlüğümüz Ermenistan’ı bağımsız devlet olarak tanıyalım diye savunmuş olan bir genel müdürlüktü. Hükümet de bunu kabul etti. Sonra bizim politikamızda Atatürk’ten gelen bir uygulama var, dış politika uygulamasında. Bir devletle ilişki kurarken Atatürk, önce o devletle masaya oturuyor, bir dostluk anlaşması ve dostluk protokolü imzalıyor, ondan sonra elçilik, konsolosluk ve saire açıyor ve ilişkileri geliştiriyor. Şimdi, bu 70 yıl sonra Sovyetler Birliği’nden onbeş devletle oldu, Yugoslavya’dan altı devletle oldu. Aynı politikayı uyguladık biz. Meselâ Azerbaycan’la lxv HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dostluk anlaşmasını ben imzaladım ve diplomatik ilişkiler başlatma anlaşması. Ermenistan’la bunu yapamadık. Biliyorsunuz ama burada bilmeyenlere söylüyorum. Ermenistan onbeş cumhuriyet içinde en ilginç cumhuriyet olarak tarih sahnesine çıktı, önce bir bağımsızlık deklarasyonu yayınladı. Bu bağımsızlık deklarasyonu da, 1991 senesinde sanıyorum, uzun bir metindir. Bu bağımsızlık deklerasyonunda, Batı Ermenistan hedefimizdir diyor. Batı Ermenistan dediği yer, Doğu Anadolu’dur. İkincisi, soykırımı Türklere tanıtmak hedefimizdir diyor. Şimdi, aradan dört küsur yıl geçti. Ermenistan Cumhuriyeti yeni anayasasını yaptı. Bu ilkeler, yani bağımsızlık deklerasyonundaki ilkeler, Ermenistan Cumhuriyeti’nin anayasası ilkesi olarak girdi dibacesinde. Şimdi, bir Ermeni dostumuza, Ermenistan’dan gelen ve Ankara’da ASAM’da bizimle konuşma yapan bir Ermeni dostuma bunu sordum, dedi ki: Neden böyle bir anayasa yaptınız? Biz ilk defa bağımsız olduğumuz için acemiliğimiz var, biz anayasa nasıl yapıldığını bilmiyoruz. Buna çocuklar bile inanmaz. Öyleyse dedim, iki tane bizde anayasa profesörleri var, İki üç tane profesörü hemen her gün göndereyim size yardımcı olsun, doğru dürüst bir anayasa yapın. Şimdi, bu bir mesele. Şimdi, başka meseleler var Sayın patrik. Ben konuşmak istemiyorum, buradaki havayı da dağıtmak istemiyorum. Yanıbaşımdaki sınıf arkadaşım, meslektaşımız, kırk yıllık diplomatız. Biz çok olaylar yaşadık ve dramatik olaylar yaşadık. Başka dünyanın hiçbir dış işleri teşkilatının başına gelmeyen olaylar yaşadık. Bunları geçmek istemiyorum burada, fakat sizin çok olumlu, yapıcı konuşmanız ve tutumunuz yüzünden, bunu her zaman izliyoruz, görüyoruz, burada da tekrar teyit ettiniz. Diliyorum ki, Eçmiyazin Patrikliğiyle ve Antilyas Patrikliği de sizin gibi yapıcı düşünebilse. Çünkü biliyorsunuz ama bir kere daha burada dinleyenlere hatırlatayım, bu Ermeni meselesinin yani bu arada suikast dalgasının başlangıcı, Eçmiyazin Patriğinin 17 Ağustos 1964 yılında yaptığı zehir zemberek deklarasyon. İki gün sonra Antilyas Patriğinin yaptığı deklerasyonla başladı. Önce dünya çapında bir büyük kampanya başlatıldı, arkası geldi ve günlere geldik. Şimdi bunlara geçmek istemiyorum. Temenni ediyorum ve diliyorum ki, sizin bu yapıcı tutumunuz ve olumlu yaklaşımınızı onlar da idrak etsinler. Tarihte çok hatalar yapılıyor. Burada Sayın Nüzhet Bey dedi ki, ilk 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hıristiyanlar imparatorluğun iç işi, devletin iç işi. İlk defa Rusya buraya bir madde koydurdu. İşte, Hıristiyan Ermeni adı o zaman henüz geçmiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hıristiyanların hamisi durumuna soyundu. Arkasında 1856 Paris Anlaşmasına bizim Islahat Fermanı ile ilgili lxvi DEĞERLENDİRME bir madde kondu. Islahat Fermanı bir iç hukuk meselesi. Fakat anlaşma yapılınca dış hukuk uluslar arası hukuk meselesi haline geldi. İngiliz Dışişleri Bakanının İstanbul’daki elçisine yazdığı telgrafı okudum diyor ki, şimdiye kadar yalnız Rusya, Osmanlı Hıristiyanlarının koruyucusu durumundaydı, şimdi bundan sonra yedi büyük devlet koruyucu durumuna geldi. Ondan sonra Berlin Anlaşması ve Türklerle Çerkezleri, Çerkezlerle Ermenileri, Türklerle Ermenileri birbirine düşürdüler ve burada tarihî hatalar yapıldı. Bunlardan ders alalım ve siz de yardımcı oluyorsunuz ve temaslarınız vardır. Eçmiyazin ve Antilyas Patrikliğine de, siz temasınız var, bunları söyleyin. Ben tekrar bu sempozyumun çok başarılı geçmesini temenni ediyorum. Sayın valiye, rektöre, komutanlara ve burada dinleyenlere ve herkese saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. lxvii OSMANLICILIK İLE MİLLİYETÇİLİK ARASINDA HAMİDİYE BÜROKRASİSİNİN ERMENİ MEMURLARI Dr. Abdülhamit KIRMIZI SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) Siyaset Araştırmaları Koordinatörü E-mail: [email protected]; Tel.: 0 312 405 61 51 Özet Sultan II. Abdülhamit devri (1876–1909) her alanda modern müesseseleşmenin arttığı, bürokrasinin ihtisaslaştığı ve 1856 Islahat Fermanı’nda sözü verilen idarî düzenlemelerin gerçekleştiği bir dönemdir. 1856 Fermanı’nın vaatlerinden biri de, Osmanlıcı fikriyatın bir gereği olarak memurların istihdamında dinî ayrım yapılmaması, gayrimüslimlere de memuriyet yollarının açılmasıdır. Gerçi Tanzimat ile beraber imparatorluğun geleneksel kozmopolitizmi kurumsallaşmaya başlamış ve 1840’lardan beri gerek taşrada teşekkül eden idare ve belediye meclislerinde, gerekse merkezdeki istişarî kurullarda gayrimüslim üyelerin bulunmasına dikkat edilmiştir. Ancak gelişen modern bir Osmanlılık bilinci etrafında gayrimüslim memurların bürokratik mekanizmaya nüfuz etmesi Islahat Fermanı’ndan sonra olmuş ve en yoğun haline II. Abdülhamit döneminde ulaşmıştır. Hamidiye idaresinde diğer gayrimüslim cemaat mensupları yanı sıra Ermeniler de nazır, müsteşar, müşavir, müdür, kâtip vesaire olarak hem merkez hem de taşra teşkilâtında görev almışlardır. Ermeni memurlar bürokraside sadece bütün memurların karşılaştığı sorunlarla değil, Osmanlı milletler sentezinin aşınıma uğramasıyla beraber artan kuşkularla ve kendi soydaşlarının saldırılarıyla da yüz yüze kalmışlardır. Ermeni komitacılar kendilerini Osmanlı ülküsüne adamış Ermeni memurlara suikastlar tertip etmiş, onları korkutmuş, yaralamış ve öldürmüşlerdir. Bu makale Osmanlı Ermenileri hikâye edilirken göz ardı edilen bu boyutu, milliyetçi/ayrılıkçı Ermenilerin saldırılarına maruz kalan Ermeni memurları ve devletin bu memurlarına nasıl sahip çıktığını konu edinmektedir. Dr. Abdülhamit KIRMIZI Giriş 1856 Islahat Fermanı’nın vaatlerinden biri, Osmanlıcı fikriyatın bir gereği olarak memurların istihdamında din ayrımı gözetilmemesi, gayrimüslimlere de memuriyet yollarının açılması olmuştur. Tanzimat ile beraber Osmanlının geleneksel kozmopolitizmi kurumsallaştırılmaya başlanmış ve 1840’lardan beri merkezdeki istişarî kurullarda, taşradaki idare meclislerinde gayrimüslim üyelerin bulunmasına özen gösterilmiştir. Ancak gelişen modern bir Osmanlılık bilinci etrafında gayrimüslim memurların bürokratik mekanizmaya dâhil edilmesi Islahat Fermanı’ndan sonra olmuş ve bu tedahül en yoğun haline II. Abdülhamit döneminde (1876–1909) ulaşmıştır. Hamidiye idaresinde diğer gayrimüslim cemaat mensupları yanısıra Ermeniler de nazır, müsteşar, müşavir, müdür, kâtip, mühendis vesaire olarak hem merkez hem de taşra teşkilâtında görev almışlardır1. Bürokrasideki bu renklilik edebî eserlerimize de yansımıştır. Meselâ, Ahmet Midhat’ın Felatun Bey ile Rakım Efendi adlı meşhur romanında Rakım, Hariciye ka- 1 Bkz. Abdülhamit Kırmızı, Osmanlı Bürokrasisinde Gayrimüslimler 1876-1909, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, İstanbul 1998; Kızmızı, “Osmanlı Bürokrasisinde Gayrimüslim İstihtamı”, Divan, Sayı 13, 2002/2, s.295-306; Kırmızı, “Son Dönem Osmanlı Bürokrasisinde Akraba Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 8, Kış 2003, s.137-152. 71 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER leminde refiki olan bir Ermeniye, onun Fransızca kitaplarını okuma iznine karşılık Türkçe dersi vermiştir2. 1889’da vilâyetlerdeki Ermeni memurların dökümü beş sayfa tutmaktadır3. Vilâyetler bazında zaman zaman güncellenen bu listelerin4 hazırlanma sebebi Ermeni memurları mimlemek ya da fişlemek değil, memuriyette dinî ayrımcılık yapıldığı ve Ermenilerin devlette istihdam edilmediği şeklinde Avrupa’dan seslendirilen iddialara cevap vermektir. Hüdavendigâr vilâyetiyle gerçekleşen mahremane kayıtlı bir yazışmadan, Dâhiliye Nezareti’nin; Bazı bedhâhân tarafından güya hizmet-i devlette Ermeni memurlar istihdam olunmamakta olduğu yolunda neşriyat-ı mefsedetkarane bulunmakla, merkez ve mülhakat-ı vilâyette müstahdem Ermeni memurlarının hizmet-i devlete tarih-i duhulleri ve memuriyet-i hazıralarına zaman-ı tayinlerini ve miktar-ı maaşlarıyla rütbe ve nişanlarını gösterir musaddak bir kıta defterin bittanzim irsali5 yönünde bir talebi olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı Taşra İdarecilerine Yönelik Ermeni Suikastları II. Abdülhamit devri aynı zamanda Ermeni terör örgütlerinin sistematik tedhiş hareketleri gerçekleştirdikleri bir dönemdir. Bu minvalde özellikle yüksek rütbeli taşra idarecilerine suikastlar düzenlendiği, meselâ, İstanbul’a dönen sabık Van valisi Ali Bey’in şehit edildiği ve yine eski Van valisi Bahri ile şehir kumandanı Hamdi Paşaların Trabzon’da bir suikastta yaralandıkları zikredilebilir. Bir kaymakamın Ermeni nüfusu olmayan kazalardan birine nakil istidasını arzeden Zaptiye Nezareti’nin bir yazısı, Ermeni milliyetçilerinin Müslüman kamu görevlilerini nasıl tehdit ettiğine dair ilginç bir örnektir. Arapkir kaymakamı iken Ermeni komitacılarla uğraşan Osman Fehmi 2 3 4 5 72 Ahmet Midhat Efendi, Felatun Bey ile Râkım Efendi, Kırkanbar Matbaası, İstanbul 1292 (1876), s.19. Bu beş sayfalık Ermeni memurlar listesi Asami-i Vilâyet-Nev’-i Memuriyet-İsim tasnifiyle hazırlanmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y.PRK.UM., Belge No: 16/2, 1307 C 17. BOA, Y.PRK.DH., Belge No: 5/71, 1310 R 18’de Kastamonu valisinin Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği vilâyet dahilinde bulunan Ermeni memurlar listesinde toplam 17 memur vardır. BOA, Y.PRK.UM., Belge No: 35/107, 1314 R 25’te aynı vilâyet için hazırlanan yeni bir liste vardır. BOA, Y.PRK.UM., Belge No: 28/54, 1311 R 8; ekinde 4 sayfalık liste vardır. Dr. Abdülhamit KIRMIZI Efendi kendi isteğiyle Halep vilâyeti Rumkale kaymakamlığına tahvil-i memuriyet etmiş ve yola çıkmışken Ermeni müfsitlerince yaralanmasını Mamuratülaziz valisine şikâyet etmiştir. Fakat Mamuratülaziz idare meclisi azasından iki Ermeninin, Harputluyan Artin ve Toprakcıyan Kirkor’un etkisiyle vali söz konusu şikâyete ehemmiyet vermemiş, hatta Osman Fehmi Efendi birkaç gün tevkif edildikten sonra evine gönderilmiştir. Rumkale’de tekrar saldırıya uğrayan bu kaymakam için Zaptiye Nezareti; ya Ermeni olmayan Suruç ve Rikka kazalarından birine tahvil-i memuriyeti veyahut Nezaret-i acizîce bir memuriyete tayini istid’asında bulunmuştur6. Ermeni teröristlerin Müslüman kamu görevlilerini hedef seçmesinde belki şaşırtıcı bir yön yoktur. Ancak Osmanlı bürokrasisinde görev yapan Ermeni memurların da Ermeni teröründen mağdur ve muzdarip olmuş olmaları dikkat çekecek bir konudur. Ermeni Komitacıları İhbar Eden Sadık Ermeniler Osmanlı Arşivleri, o dönemde dış kışkırtmalarla bölücü faaliyetlere yönelen Ermenilere duyulan güvensizliğin haklılığına delalet eden belgelerle doludur. Bunun yanında, ayrılıkçı-milliyetçi soydaşlarının muzır faaliyetlerini ihbar eden Ermenilerin himaye görerek devlet hizmetinde istihdam edildikleri de görülmüştür. Örneğin, Merzifon’da derdest edilen Ermeni eşkıyasının ihtifa ettikleri mahal ve fesat komitasının ahval u harekâtını hükümete ihbar eden Mığırdıç oğlu Merzifonlu Ohannes’in erbab-ı mefsedet tarafından itlafı melfuz olmasına mebni Dersaadet’e celbiyle halen münasip bir hizmette istihdamı ve buraya vürudunda hâk-i pâ-yi şâhâneye arz-ı malûmat olunması hakkında Dâhiliye Nezareti’nin arzı7, Osmanlı Devleti’ne sadık kalmayı tercih eden Ermenilerin gördüğü himayeyi belgelemektedir. Merzifonlu Ohannes Ermeni teröristlerin saklandıkları yeri ve örgüt faaliyetlerini açığa çıkarması üzerine hayatı tehlikede olduğu için İstanbul’a yerleştirilmiş ve bir işe yerleştirilmiştir. Başka bir örnek ise, eskiden Rusçuk’taki Ermeni terör örgütünün reislerinden olup 1891’de devlete sığınan ve itirafçılığının karşılığında İstanbul’a yerleştirilip yabancı matbuatın kontrol edildiği bir büroda memuriyete başlatılan Tütüncüyan Mıgırdıç Efendi’dir. Memuriyeti boyunca da polise illegal Ermeni faaliyetleriyle ilgili bilgiler vermeye 6 7 BOA, Y.MTV., Belge No: 86/70, 1311 R 24. BOA, Y. MTV., Belge No: 86/76, 1311 R 25. 73 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER devam eden Mıgırdıç Efendi, örgütün görevlendirdiği iki Ermeni tetikçi tarafından İstanbul’da öldürülmüştür. Mukaddema Rusçuk Ermeni komitası ruesâsından bulunduğu halde, üç sene evvel hükümet-i seniyyeye dehalet ve maa aile Dersaadet’e hicret ve Ermeni komitalarının teşebbüsatını ihbar ile cidden ibraz-ı hizmet etmesinden dolayı, saye-i mükafatvâye-i cenab-ı Padişahîden bir kuruş maaşla Matbuat-ı Ecnebiyye Kalemi’ne çırağ buyrulan ve kalem-i mezkure-ye müdavemetle beraber teşebbüsât-ı fesadiye hakkında zabıtaya birçok ihbârât-ı nafia ve hıdemat-ı ciddiyede bulunmuş olan Tütüncüyan Mığırdıç Efendi’nin geçenlerde fesat komitası tarafından tertib ü sevk olunan iki Ermeni fedai marifetiyle öldürülmesinden dolayı sefalete düşen ailesine maaşının yarısının tahsis edilmesi talebini içeren Zaptiye Nezareti’nin istidası8, sadakatini sürdüren Ermenilerin devlet hizmetinde istihdam edildiğini ve milliyetçi Ermeniler tarafından takip, tehdit ve itlaf edildiğini gösteren bir belge olarak Mıgırdıç Efendi’nin hikâyesini anlatmaktadır. Ermeni Gümrük Memurları Rüsumat emanetinin konumuz açısından bu dönemde ayrı bir önemi vardır. Bilindiği gibi kitap, dergi ve gazetelerin muayenesi için rüsumat emanetinde Maarif Nezareti’ne bağlı olarak çalışan sansür memurları istihdam edilmektedir. Avrupa’daki Padişah aleyhtarı Jön-Türk yayınlarından başka, ayrılıkçı milliyetçi grupların çıkardıkları yayınlar da gümrüklerden içeri sızdırıldığı için, sansür memurlarının emin insanlar olması Hamidiye idaresi için önemlidir. Zaman zaman ihmalleri tespit edilen memurlar görevden alındığı gibi, ayrılıkçı örgütlere mensup oldukları anlaşılan Ermeni memurlar da azledilmiştir. Belgelerden, bu azil işlemlerinde bazen toptancılık yapıldığı, kuruyla beraber yanan yaşların da bulunduğu anlaşılmaktadır. Rüsumat emanetinde müstahdem Ermeni cemaatine mensup odacıların erbab-ı mefsedetten oldukları cihetle ihraçları sırasında fesatçı olmayan ve hizmetinde kusuru olmayan Karnik Ağa’nın bu muameleden istisna edilmesine dair rüsumat emanetinin ve Zaptiye Nezareti’nin yazıları, devletin bu gibi hataları düzeltmede hassas davrandığını göstermektedir. Zaptiye Nazırı’nın rüsumat emanetine gönderdiği yazıda Karnik Ağa’nın haksız yere görevden alınması şöyle hikâye edilmektedir: 8 74 BOA, Y. MTV., Belge No: 124/42, 1313 M 16. Dr. Abdülhamit KIRMIZI Hadise-i malûmeden dolayı emanet-i celilerince hizmetlerinden tard u def’ edilen odacı ve hamal ve kapıcı gibi bazı Ermeni müstahdemîni meyanında odacı Karnik Ağa’nın dahi tardı cihetine gidildiği istihbar kılınmış olub, Hâlbuki merkumun mefsedet yolunda bir hareketi vaki olmayub, Bilakis zabıtaya bazı hidemat-i sâdıkanede bulunmuş ve hatta geçende zabıta muhbirlerinden Ohannes Efendi’nin katilini derdest ettirmiş ve bu hizmetinden dolayı fesat komitaları efradının husumetine uğramış olmasına binaen kendüsinin bu muameleden istisnasıyla beraber tatyib ve tesriri re’y u müsaade-i aliyye-i emanetpenahîlerine menut olmağla, olbabda emr u ferman hazret-i men lehu’l-emrindir9. Rüsumat emini Karnik Ağa’nın memuriyetine iadesi yönündeki bu talebi Padişaha arz etmiştir. Bu gibi yanlışlıklara, dönemin kronik bir sorunu olan asılsız jurnallerin sebebiyet verdiği anlaşılmaktadır. 1896’da sansür memurları arasında sakıncalı Ermenilerin bulunduğu ihbarı üzerine, saraydan rüsumat emanetine sansür memurlarının ekserisinin Ermeni olup, şayan-ı itimad bulunmadığı maruzat-i vakıadan malûm-ı âli buyrulmakla bu Ermenilerin tebdilleri için tezkire-i hususiyye-i aliyye ile gerekli muamelenin yapılması emredilmiştir. Oysa; İcra olunan tahkikat neticesinde Maarif Nezareti’ne mensup olarak Emanet-i müşarünileyha devairinde müstahdem bulunan sekiz nefer muayene-i kütüb memurlarından beşi İslâm, biri Rum ve biri Alman Protestan ve biri de Ermeni Katolik olduğu ve Nezaret’te mansub Ermeni muayene memuru bulunmadığı ve müstahtemîn-i mumaileyhimin cümlesi emin ve mutemed bulunduğu anlaşılmış olduğunun cevaben arz edilmesiyle, ihbarın asılsız olduğu ortaya konmuştur. Bu maruzatın ekindeki pusuladan Dersaadet gümrüklerinde hizmet veren tek Ermeni Katolik sansür memurunun Oskiyan Kirkor Efendi olduğu anlaşılmaktadır10. Rüsumat emaneti iradeleri arasında; Rüsumat Eşya-yı Ayniye memuru iken katledilen mahdumu Senikrim’in yerine tayin olunan diğer mahtum Ohannes’ın dahi Ermeniler tarafından katli musammem bulunduğu valideleri tarafından istida olunmasına mebni, Ohannes’e şehrî 400 ve validesine 100 kuruş maaşın kayd-ı hayat suretiyle tahsisiyle Yozgat’ta ikâmetlerine müsaade i’tasına ve Rüsumat Eşya-yı Ayniyye memuriyetinin lağvıne dair Meclis-i Mahsus-ı Vükelâ mazbatası 9 BOA, Y. MTV., Belge No: 145/177, 1314 RA 26-27. 10 BOA, Y. MTV., Belge No: 146/81, 1314 R 23. 75 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER üzerine verilen bir irade de bulunmaktadır11. Hükümet, Ermeni komitacılar tarafından öldürülen memur Senikrim’in yerini kardeşi Ohannes ile doldurmuş, fakat onun da suikasta uğrayacağı ihbarı üzerine Ohannes’i İstanbul’dan uzaklaştırıp gözlerden kaybetmek için memuriyetini lağvederek Yozgat’a yerleştirmiş, kendisine karşılıksız 400 kuruş ve büyük oğlunu kurban veren annesine de 100 kuruş maaş bağlamıştır. Ermeni Tarih-i Vukuatı’ndan Bazı Örnekler Zikredilen örneklerde Zaptiye Nezareti’nin inisyatif alarak sadık Ermenilere yapılan haksızlıkları düzeltmeye çalışması, Ermeniler hakkındaki en doğru istihbaratın bu nezarette bulunduğunu göstermektedir. Bu olayların çoğunun meydana geldiği sırada Zaptiye Nazırı, Hüseyin Nazım Paşa’dır (Temmuz 1890-Kasım 1896). Dönemin önemli bir tanığı olan Hüseyin Nazım Paşa, Zaptiye Nazırlığı yaptığı dönemdeki olayları, iki ciltlik bir rapor halinde, 1897 yılı başlarında Ermeni Tarih-i Vukuatı adıyla Sultan II. Abdülhamit’e sunmuştur. Bu eserde Ermeni komitacılarından zarar gören Ermeni memurlarla ilgili olaylar bulmak da mümkündür. Meselâ, 1894’te geçen bir olayda, aslen Arapkirli olup Zaptiye Nezareti’nin heyet-i tahkikiyesinde çalışan yirmiyedi yaşındaki Agop oğlu Sitrak ifa-yı vazife zımnında, daha sonra anlaşılacağı üzere Ermeni müfsitleriyle düşüp kalkan Kadıkaryeli bir meyhaneci Serkiz, uşağı ve manevî evlâdı Karabet ile Ermeni komitalarıyla düşüp kalktığı gibi komitaları terğib ve teşvik ile müştehir olan Galata Kilisesi kapukethudası Vartan tarafından öldürülmüştür12. Bu olaydan birkaç gün sonra Polis Komiseri Markar Efendi Kumkapı’da bir Ermeninin revolver endahtıyle vurulmuş, onu vuran yazmacı çırağı Samatyalı Sampik Patrikhane Kilisesi’ne iltica etmiştir. Patrik zanlının kiliseye sığındığını başlangıçta reddetmişse de, daha sonra ikna edilmiş ve kiliseye girmesine müsaade edilen zabıta eliyle Samatyalı Sampik teslim alınmıştır. Bunun üzerine, Zaptiye Nazırı Nazım Paşa; Öteden beri erbab-ı fesaddan ferce-yâb-ı firar olanlar Patrikhane kiliselerine dehalet ve kiliseler papaz ve hademesi bunları bi’l-ihfa muhafaza ve himayelerine ve firarları esbabını tehyi’e ve ihzara müsara’at eylemekte bulunduklarına ve ibadethane olan kiliselerin erbab-ı mefâsid ve cinayâ11 BOA, İrade-i Rüsumat, Belge No: 385-7, 28 R 1315. 12 Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi I, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1994, s.214-231. 76 Dr. Abdülhamit KIRMIZI ta melce’ olması ve telkinat-ı mezhebiyye ile mükellef bulunan kiliseler papaz ve hademesinin de erbab-ı ceraim ve şekaveti himaye ve muhafaza ile emsali avanenin cüretlerine hizmet eylemesi münasib olmayacağına ve bu halin devamı muamelat ve teşebbüsat-ı zabıtayı işgal edeceğine binaen zikrolunan Patrikhane ve Gedikpaşa Kiliseleri papazlarıyla hademesinin acilen tebdilleri zımnında Patrikhane’ye tebliğat-ı kat’iyye ifası hususunun Adliye Nezaret-i Celilesi’ne ve keyfiyetin savb-ı acizaneme emr u iş’ar buyurulması hususunda sadarete bir tezkire sunmuştur. Bu tezkire Ermeni Kilisesi’nin olaylardaki etkisi konusunda devlet yetkililerinin izlenimlerini açıkça ortaya koymaktadır13. Bir başka tezkirede, aralarında Zabıta memuru Sitrak ve Kumkapı polis komiseri Markar Efendilerden başka, Erzurum’da polis memuru Mıgırdıç Efendi’nin vurulması olaylarının da bulunduğu birçok vukuat sayıldıktan sonra, refiklerine su-i kast eden Ermeni canilerin mahbusiyyetten başka ceza görmemeleri memurîn-i zabıtanın füturunu ve daha doğrusu insılab-ı cür’etlerini mucib olmakta bulunduğundan, vakit fevt edilmeyerek icrayı icabı … iş’ar kılınmıştır14. Başka bir yerde, komitacıların itibar sahibi Ermenilere tehtitnameler göndererek para talep ettikleri ve vermeyenleri öldürmeye cüret ettikleri belirtilmektedir15. Belgelerde Bitlis Vakası adıyla geçen olayda, fesat komitası canibinden ber-muceb-i talimat idama mahkûm olan Meclis-i İdare azasından rifatlu Ağacan Efendi’ye bedel biraderi Kiğork… sokakta revolver ile vurulmuştur16. Sonuç II. Abdülhamit devri araştırmacılara Ermeniler ile ilişkiler açısından zengin malzemeler sunmaktadır. Bu dönemde Osmanlı başkenti, bir yandan taşrada Ermenilerle Müslüman ahali arasında vuku bulan şiddet olaylarının haberleri ile sarsılırken17, diğer yandan devlet hizmetini sürdüren sadık Ermenilerin nişanlarla taltif edildiğine şahit olmuştur18. 13 14 15 16 17 Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C. II, s.232-233, 17 Mayıs 1312 tarihli tezkire sureti. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C. II, s.235, 25 Mayıs 1312 tarihli tezkire sureti. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C. II, s.237. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C. I, s.175. Meselâ, Uşak’ta müfsid bir papazın yeğeni olan Ohannes namında bir Ermeninin altı yaşında bir Müslüman kızın bikrini izale ettiğinden dolayı ayaklanan ahalice öldürülmesi, BOA, Y.MTV., Belge No: 78/25, 78/53, 79/200. 18 Meselâ, Babıâli hukuk müşaviri Gabriel Noradunkyan’ın nişan ile taltif edildiğine dair BOA, Y.MTV., Belge No: 161/80; Hariciye müsteşarı Artin Paşa’ya murassa nişan verildiğine dair BOA, Y.MTV., Belge No: 175/65, 4.11.1315. Kerimesine de şefkat nişanı ihsan 77 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeni memurlar ise, Hamidiye bürokrasisinde sadece sıradan her memurun karşılaştığı sorunlarla değil, Osmanlı milletler sentezinin aşınıma uğramasıyla beraber kendileri hakkında artan kuşkularla ve kendi soydaşlarının saldırılarıyla da yüz yüze kalmışlardır. Ermeni komitacılar Osmanlı Devleti’ne sadık Ermeni memurlara suikastlar tertip etmiş; onları korkutmuş, yaralamış ve öldürmüşlerdir. Bu makalede, Osmanlı Ermenileri hikâye edilirken göz ardı edilen bu boyut, yani kendi milliyetçilerinin saldırılarına maruz kalan Ermeni memurlar ve devletin bu memurları himayesiyle ilgili bazı örnekler hatırlatılmıştır. edildiğine dair BOA, Y.MTV., Belge No: 166/108. BOA, Sicill-i Ahval Defterleri’ndeki personel kayıtlarında memurların bütün nişan ve taltifat bilgileri ayrıntılarıyla düzenli bir şekilde yer almaktadır. 78 Kaynakça Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA); Y.PRK.UM., Belge No: 16/2, 1307 C 17; 28/54, 1311 R 8; 35/107, 1314 R 25. Y.PRK.DH., Belge No: 5/71, 1310 R 18. Y.MTV., Belge No: 78/25; 78/53; 79/200;86/70; 86/76; 124/42; 145/177; 146/81; 161/80; 166/108; 175/65. İrade-i Rüsumat, Belge No: 385-7, 28 R 1315. Sicill-i Ahval Defterleri Tetkik Eserler Kırmızı, Abdülhamit, Osmanlı Bürokrasisinde Gayrimüslimler 1876-1909, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, İstanbul 1998. __________, “Osmanlı Bürokrasisinde Gayrimüslim İstihdamı”, Divan, Sayı 13, 2002/2. __________, “Son Dönem Osmanlı Bürokrasisinde Akraba Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 8, Kış 2003. Ahmet Midhat Efendi, Felatun Bey ile Râkım Efendi, Kırkanbar Matbaası, İstanbul 1292 (1876). Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi I-II, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1994. OSMANLI TOPLUMUNDA BİRLİKTE YAŞAMA SANATI’NIN TARİHÎ TEMELLERİ Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI Erciyes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 405 61 51 Özet Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışı Türk ve İslâm devlet düşüncesi temelinde gelişmiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’ndeki bu hoşgörü -ne zaman, nerede kurulmuş olursa olsun- hemen bütün Türk devletlerinde ortak bir payda konumundadır. Tarihî kaynaklara göre Büyük Hun Hükümdarı Mete Han’ın devlet hayatında uygulamış olduğu idarî, malî, ekonomik ve kültürel esaslar daha sonraki Türk devletlerinde zaman ve zemine göre devam etmiştir. Biz bu ilkelere Türk devlet geleneği diyoruz. Oğuz Kağan Destanı’ndaki çadırımız gök bayrağımız güneş sözü ile de evrensel (cihanşumul) devlet anlayışı, Türk devlet felsefesi olarak tarihî Türk devletlerinde bir anlayış ve yönetim biçimi şeklinde devam etmiştir. Osmanlı devlet hayatının hemen bütün birimlerinde görülen bu hoşgörülü evrensel devlet anlayışını, Türk devlet geleneği ile İslâm dininin engin hoşgörüsü içerisinde ele almanın doğru olacağı düşüncesindeyiz. Nitekim Ermeni isyanlarına kadar geçen sürede Osmanlı Devleti, yönetimi altındaki Müslüman ve gayrimüslim tebaa içerisinde Ermeni toplumunu bazı imtiyazlarla daha da farklı görmüştür. Tebliğimizde bu hususlar ayrı ayrı ele alınacaktır. Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI Q Giriş Osmanlı Devleti; hâkim olduğu Ortadoğu, Kafkasya, Kuzey Afrika, Balkanlar, Karadeniz’in kuzeyi ve Avrupa’da yaşamış olan farklı dil, din, ırk ve kültür çevrelerini temsil eden toplumlara, onlardan talep gelmese dahi, onlara bu insanı insan yapan değerleri vermiştir. Daha da önemlisi hâkim olduğu coğrafyanın yani savaşla veya kendi istekleriyle Osmanlı yönetimine katılmış olan farklı unsurların gerek yaşadıkları yerde ve gerekse devlet hayatının her kademesinde yönetimine ortak etmiştir. Yani kurmuş olduğu devletini, hakimi bulunduğu coğrafyada yaşamakta olan insanlarla birlikte yönetmiştir. Onlara Osmanlı Devleti’nin dilini öğrenmeye mecbur, dinine girme şartı, ismini değiştirme, âdet ve ananelerini unutma ve Osmanlı olma gibi bir zorunluluk getirmemiştir. Yani Ermeniler Ermeni, Rumlar Rum, Arnavutlar Arnavut, Araplar Arap vb. unsurlar Osmanlı yönetiminde gerek halk ve gerekse devlet hayatında görev alsalar dahi mahallî kimlik ve özelliklerini aynen devam ettirmişlerdir. Türk hakimiyetinde 1000 yıl yaşamış olan Mısır ve Ortadoğu, 250 yıl yaşamış olan Kuzey Afrika, 300 yıl yaşamış olan Balkanlar, Orta Avrupa ve Karadeniz’in kuzeyi ve hatta 500 yıl Türk hakimiyetinde yaşamış olan Hint yarımadasının yerli halkına Türk dili, dini, kültürü yönünde bir baskı olmadığı gibi, söz konusu coğrafyanın kaynakları kendi toprakları için kullanılmıştır. 83 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Dünyamızda son 3-4 asır içerisinde dil, din, ırk ve benzeri farklılıklardan dolayı soykırıma maruz bırakıldıklarına dair yaşanmış olaylardan bazı örnekler verecek olursak; 1- Amerika kıtasını işgal eden Avrupalıların, yeni sömürgelerine ucuz işgücü olarak tehcir edilen bu insanların renkleri siyah idi. Ancak Avrupalıların nazarında siyah insan hayvanî-barbar anlamında kullanmış oldukları kölelerdi. Çünkü Batılıların atası Romalılar için, Romalı olmayanlar köle kabul ediliyordu. Batılıların kölelerini gece-gündüz, ağır işlerde işkence ederek çalıştırılırken, bunlar anne, baba, çocuk veya aile olarak görülmedi. XVI-XIX. yüzyıllar arasında yaklaşık 25 milyon Afrikalı, ülkesinden, malından, mülkünden, kültüründen, ailesinden zorla kopartılmıştır. 20 milyon kölenin, yolculuk sırasındaki ağır şartlardan dolayı 8 milyonu ölmüştür. Günümüzde sözde insan haklarının savunucusu ve dayatıcılarından olan İngiltere, Portekiz, İspanya, Danimarka, Norveç, Fransa ve Hollanda köle ticaretinin öncüleridir. 2- Avrupa kökenli Amerikalıların Amerika kıtasının yerli halklarına yönelik soykırımı: Amerika kıtasının kuzey, orta ve güneyinde Aztek, İnka ve Kızılderililer toplu soykırıma maruz kalmışlardır. Amerika’nın ünlü devlet adamlarının konuya bakışı, soykırımı özetliyordu. Roosevellt; Ben en iyi yerli, ölü yerlidir diyecek kadar ileri gitmek istemiyorum ama onda dokuzu öyledir. diyordu. Nitekim Amerika kıtasında 90 milyon yerli katledilmiştir. 3- İngiltere sömürgeleştirdiği Avustralya’daki yerlileri soykırımına tâbi tutmuştur. 4- Danimarka ve ABD’nin Eskimolara yönelik katliamları. 5- Fransızların Cezayir soykırımı. Fransızlar sömürgeleştirdikleri Cezayir’de 1830-1962 yılları arasında Cezayir yönetimini Fransızlaştırırken, Türk-İslâm kültürüne ait ne varsa yok edilmiştir. 2.5 milyon Cezayirli öldürülmüştür. 6- Rumların Kıbrıs’taki Türklere yönelik soykırımı. 7- Bulgarların Türklere yönelik etnik-kültürel soykırımı. 8- Yunanlıların Batı Trakya Türklerine karşı etnik-kültürel soykırımı. 9- Almanların İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi ve Çingene katliamı. 10- Ermeniler Azerbaycan Türklerine yönelik soykırımı. 84 Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI Türkiye Cumhuriyeti’nin atası Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık hayatının sonlarına doğru soykırım ile suçlanması tarihî Türk devletlerinin hakimiyet anlayışı ile bağdaşmamaktadır. Özellikle başta Afrika, Avustralya, Güneydoğu Asya ve Orta Asya’da (Ruslar) yapmış oldukları soykırımı sömürgeci siyasetleri ortada iken parlamentolarında sözde Ermeni soykırımı kararları almalarından dolayı bu kısa açıklama yapmayı uygun gördük. Osmanlı Devleti tarihi, Türk devletler zincirinin sağlam ve önemli bir halkasıdır. Değişik zaman ve zeminlerde tarih sahnesine çıkmış ve Türk devletler zincirine dâhil olmuş siyasî teşekküllerin Türk sıfatıyla tanımlanabilmesi için Türk Devlet Geleneği olarak kabul edilmiş olan esasları bünyesinde taşımış olması gerekir. Böylece dünyanın neresinde ve ne zaman kurulmuş olursa olsun bir siyasî teşekkülün Türk Devleti olarak tanımlanabilmesi Türk devlet geleneği ile doğrudan ilgilidir. Tarihî Türk devletlerinin bir diğer vasfı da hakimiyet anlayışının evrensel devlet düşüncesi olmasıdır. Çünkü evrensel devlet anlayışında Türk devletlerinin hakimiyet sınırı genelde bir dünya hakimiyetidir. Oğuz Kağan Destanı’nda çadırımız gök, bayrağımız güneş ifadesi, söz konusu devlet anlayışının açıkça ifadesidir. Tarihî Türk devletleri, hâkim oldukları, hüküm sürdükleri hemen her yerde yönetimleri altına almış oldukları dili, dini ve kültürü farklı toplumlara din, dil, kültür, ekonomi ve idarî konularda en geniş manada imtiyazlar bahşetmişlerdir. Böylece Türk devletleri yaşamış oldukları coğrafyayı vatan kabul etmiş, birlikte yaşadıkları (toplumlar) dil, din ve gelenekleriyle farklı toplumları da, kendi insanlarından (devleti kuran ve ayakta tutan) ayrı görmüşlerdir. Bir başka ifadeyle, evrensel devlet anlayışını temsil eden Türk devletlerinde öz vatan, üvey vatan kavramları yerine zapt edilen veya fethedilen hemen her toprak parçası vatan olarak kabul edilmiştir. Rönesans sonrasında Avrupa merkezli aydınlanma çağının bilinen özelliği sömürgecilik anlayışı tarihî Türk devlet geleneğiyle bağdaşmamaktadır. Tarihî Türk devletlerine imparatorluk sıfatının verilmesi bir terminoloji hatasıdır. Batı dünyasındaki sömürgecilik anlayışının temeli imperium yani Roma’dan gelmektedir. Eski çağda bütün yollar Roma’dan geçer. Dünyanın bütün zenginlikleri ve insanlarının emeği Roma içindir. Bugünkü sömürgeciliğin temel fikridir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra, sırf kendi teşebbüsü ile Ermenilerin Bursa’daki ruhanî reisleri Hovakim’i İstanbul’a getirterek, 85 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Rum Patrikliği’nin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurdu (1461) ve Ermenileri de bu Patrik ile idare etti. Ermeni Patriği; Ermeni halkını dinî ve sosyal işlerini görme, şikâyetlerini inceleme, halka ait malları idare ve bunların gelirlerini toplama işini görürdü. Hovakim’in ünvanı bütün Türkiye Ermenilerinin Patriği idi. Osmanlı Devleti’nin topraklarında yaşayan Ermeniler İstanbul’a geldiler, getirildiler. Nitekim Fatih 1479’da Karaman’daki Ermenileri İstanbul’a getirtti. Fatih’ten Sultan II. Mahmud’a kadar 350 yıl Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan unsurları ve Ermenilerin de dinî ve sosyal işlerine karışmamışlardır. Patrikhanelerin kendi mahkemeleri, hastaneleri, okulları ve hatta hapishaneleri vardı. 1860 öncesinde, Patrik katogigosluktan verilen yetkisine dayanarak, ruhanî reisleri yerinden alır, âyin yapılmasını yasaklayabilir, ruhanîleri meslekten çıkartabilirdi. Osmanlı Ermenileri Türkiye’de sakin bir hayat sürüyorlar, ticaret ve sanayi ile meşgul olup hallerinden memnundular. Askerlikten muaf tutuldukları için nüfusları da artıyordu. Türkiye Ermenileri, Rusya’daki Ermenilere göre, Ermeni kültürü, dili, tarihi, edebiyatı yönüyle daha özgür idiler. Ayrıca devlet hayatında nüfuzlu Ermeni aileleri Dadyanlar, Düz oğulları, Balyan ailesi ve Kazaz Artin zikredilebilir. Osmanlı Devleti’nde Amira denilen bankerlerden, tüccarlardan, devlet memurlarından oluşan Ermeniler devlet hayatında etkiliydiler. Rusya’da ise bu gibi hakları yoktu. Ermeniler, Türkiye’nin hemen hiçbir yerinde çoğunluğu teşkil etmemişlerdi ve çoğunlukla Türkçe konuşuyorlardı. Papazlar ve aydınlar bile konuşurken kullandıkları kelimeler Türkçeydi. Misyonerler, mekteplerinde Ermenilere Ermenice öğretmişlerdir. Bugün de Kürtçe aynı durumdadır. Ermeniler, Türk âdet ve folklorunu benimsemişler, içlerinde Türk edebiyatı ve sanatı hakkında ilmî tetkikler yapanlar bulunuyordu. Kırsal kesimde yaşayan Ermeniler çiftçi, mahallî endüstri ve ticaretle meşgul idiler. Şehirlerde yaşayanlar iç ve dış ticaret, kuyumculuk, bankerlik, müteahhitlik, ekonomi ve malî işlerle uğraşıyorlardı. Askerlik hizmeti karşılığında bedel ödedikleri için işleri güçleri ile meşgul olabiliyorlardı. Sultan II. Abdülhamit dönemine kadar Türklerle yan yana, huzur ve emniyet içinde dost ve kardeşçe yaşamışlardır. Sultan 86 Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI II. Abdülhamit Ermenilerin Saray’la ilgileri hakkında; Babam Sultan Mecid zamanında kilercilere varıncaya kadar Ermeni idi. Hassa hazinesinde Artin Paşalar, Gümüş Gerdanlar vardı. Validemin terzisi ise Harem Ağaları gibi idiler. Pederim her hafta Gümüş Gerdanlar ailesine gider, orada yemek yerdi. Onlar da gelirler, Harem-i Hümayun’da kalırlar, yatarlardı. Ermenilerden vali, genel vali, müfettiş, elçiler, nazırlar tayin edilmiştir. Mustafa Reşit Paşa’nın, Âli ve Fuat Paşalar, hatta Mithat Paşa’nın Kanun-ı Esasî’nin hazırlanmasında Odjan Efendi’nin yardımlarından faydalanmıştır ifade etmektedir. Bu sözleri sarf eden II. Abdülhamit de 1893’e kadar Ermeni bakanlar tayin etmiştir. Ermeni çetelerinden o dönemdeki Amerikalı misyonerler de rahatsız idi. Nitekim, Robert Koleji müdürü Dr. Hamlin, Boston’daki 23 Aralık 1893 tarihli Congregationalist dergisi yazısında; Bir Ermeni ihtilâl partisi Türk İmparatorluğu’nun bazı taraflarında bütün Hıristiyan halka ve misyonerlerin faaliyetine büyük kötülükler yapmakta ve ıstıraplara sebep olmaktadır. Bu gizli bir komitedir ve doğuya has bir sahtekârlıkla yönetilmektedir… Bizler Protestan misyonerlerin tamamen yok edilmesini, kiliselerin, okulların ve İncil faaliyetlerinin bütünüyle yıkılmasını hedef alan bir amaca alet olmamak için bu gibi boşuna teşebbüslerden (Hınçak Partisi’nden) uzak durmalıyız. İçte ve yabancı ülkelerdeki misyonerler, Hınçaklarla birleşmekten, onlara yüz vermekten sakınsınlar. Dr. C. Hamlin. Ermeniler, Osmanlı Devleti’nde bakanlık, müsteşarlık, büyükelçilik, Âyan Meclisi (Senato), Şura-yı Devlet (Danıştay) üyelikleri, yüksek mahkeme başkanlığı, savcılık, eyalet valisi, vali, kaymakam, nahiye müdürü, ceza ve ticaret mahkeme üyelikleri, belediye ve idare meclis üyelikleri, bayındırlık ve eğitim komisyonlarında üyelikleri ile birçok Müslüman unsurun asla sahip olmadığı haklara sahiptiler. Türkiye Ermenilerinin, Fatih zamanından itibaren okullarını açma, programlarını ve kitaplarını hazırlama ve seçme, tayin etme, diploma verme hakları vardı. Dünyada hangi medenî devlet var ki, yönetimi altında bulundurduğu, milletin dilini, dinini, müstakil bir devletin vatandaşı gibi koruyabilsin. Bu durum Türk devlet felsefesi ile mümkündür. 87 ANILARDA SON ERMENİ Abdullah AYATA Millî Eğitim Bakanlığı, Eğitimci-Yazar; E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 355 58 18 Özet Son Ermeni; Gazer Efendi, İbiş Hoca ve köy halkının dramatik yaşamlarını konu alır. Dönem, Osmanlının son yıllarıdır. Roman, dinleri ayrı olan iki insanın birbirlerine duydukları aşkın öyküsü ile başlar. İbiş Hoca’nın köylüsü olan genç Veli ile Hıristiyan olan güzel Horimsi, dinlerin ayrıcalığını dinlemezler. İki gencin aşkı, bir zamanlar aralarından su sızmayan iki halkı -Ermeniler ile Türkleri- karşı karşıya getirse de İbiş Hoca’nın tutumu ve davranışları, her iki tarafı da rahatlatacak, olay iki gencin evlenmesi ile yatışacaktır. Romanın asıl örgüsü Gazer Efendi üzerine kuruludur; yıkılmakta olan Osmanlı, uzun yıllar birlikte yaşadığı ayrı tebaalardan halkları kendi can güvenlikleri için uzak diyarlara göndermektedir. Gazer Efendi ve köylüsü de kendi köylerini boşaltmak zorunda kalır. Toplanır ve Beyrut trenine yetişmek için yollara düşerler. Kafilenin yolu İbiş Hoca’nın köyünden de geçer. İki halk, tıpkı eski günlerde olduğu gibi kucaklaşır. Türkler, son Ermenileri ellerinden geldiğince ağırlamaya, gönüllerini hoş tutmaya, onları dostlukla uğurlamaya çalışırlar. Bu arada Gazer Efendi rahatsızlanır. Kafile hastanın iyileşmesini bekler. Ancak Gazer Efendi, bu uzun yolculuğa çıkabilecek durumda değildir. Beyrut trenine yetişmek zorunda olan Ermeni kafilesi, Gazer Efendi’yi gözyaşları içinde İbiş Hoca’nın güvenli ellerine teslim eder. Roman, dinleri, dilleri ve dünya görüşleri ayrı bu iki insanın dostluğu üzerine gelişir. Abdullah Ayata, Son Ermeni’de, geçmişten günümüze milletimizin sahip olduğu değerleri anlatırken yaşadığımız birtakım sorunları da hoşgörü ile nasıl çözebileceğimizin ipuçlarını veriyor. Abdullah AYATA İnşaat Mühendisi Nurettin Bey ara sıra evinde çalışma odasındaki masasının çekmecesinde itina ile sakladığı, eski bir topacı çıkarıp bakmakta, bu yıllar öncesinin oyuncağını eline aldığı her zaman duygulanıp dalıp gitmektedir. Bu durum on dört yaşındaki oğlu Alper’in dikkatini çeker. Aralarında şöyle bir konuşma geçer. — Babacığım bakıyorum, gene dalıp gitmişsin. — Biraz öyle oldu... Çocukluğumu, su gibi akıp giden yılları ve bıraktıkları anıları düşünüyordum. — Bırak geçen yılları Allah aşkına. Geriye dönüş mümkün mü? Şu elinde duran topacı gördükçe hüzünlenip duygulanıyorsun. İstersen onu çöpe atalım gitsin... — Amaan! Sakın haa! — Niye Baba? Sonuçta bu günlerde pek kullanılmayan eski bir oyuncak. Çok önemli bir şeymiş gibi saklayıp koruyorsun. Yoksa senin için özel bir anısı mı var? — Evet oğlum!.. Çok özel bir anısı var. Sadece benim için değil, senin için, ailemiz için, milletimiz için çok özel anıları var!... — Allah, Allah!... Merak ettim doğrusu... — Peki, iyi öyleyse, şimdi odanın ortasındaki halıyı toplayalım, parke açığa çıksın bakalım. 91 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Baba oğul odanın halısını toplarlar. Alper merakla babasının ne yapacağını beklemektedir. Nurettin topaca ipini sarıp havadan düzgün bir atışla parkenin üzerine bıraktı. Topaç dönmeye baba da anlatmaya başlar. Bundan yıllar önce, ikimiz de dünyada yokken yıl 1910, yer Kayseri Müftüsü Muhsin Efendi’nin misafir odası... Odada Muhsin Efendi eski öğrencisi İbiş Hoca ile sohbet etmektedir. İbiş Hoca Kayseri il merkezinde on altı yıllık medrese eğitiminde hafız olup, Arapça, Fıkıh, Siyer, Hadis ilimlerini iyi derecede öğrenmiş, Kayseri’nin çeşitli camilerinde imamlık, medresede hocalık yaptıktan sonra, Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Tomarza kasabasının yakınındaki Şıhbarak köyüne denge unsuru olarak gönderilmiştir. Adil, dürüst ve gözü pek olduğundan Türk ve Ermeni toplumları arasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıkların çözüm merci olarak da görev yapmaktadır. İbiş Hoca aslen Adana’nın İmamoğlu kasabasındandır. O yıllarda, Çukurova’daki bataklıklar yüzünden sıtma hastalığı yoğun olduğundan zaten mensup olduğu yarı göçebe Barak Türkmen aşiretini de Tomarza’ya getirip kendisine tahsis edilen araziye yerleştirmiştir. Böylece çevresindeki Ermeni köyleri arasında bir Türkmen köyü oluşmuştur. Davarıyla, devesiyle Çukurova’dan göçüp gelen Türkmenlerin en arzuladıkları şey bir yayla sahibi olmaktır. Böyle satılık bir yayla vardır. Bilirkişilere Ermenilerin satlığa çıkardığı Kirtik yaylasının bedeli yedi yüz altın olarak hesaplatılır. Oysa bu yayla çok daha aşağı fiyatlara alınacak durumdadır. Ama Hoca; Bizim inancımızda her kim olursa olsun, daralıp bunaltarak malını ucuza almak büyük günah ve vicdansızlıktır diyerek bu duruma tenezzül etmez. Yaz günü Kayseri’ye geliş sebebi hocası Muhsin Efendi’yi ziyaret edip durumu bildirmek, hem de yaylanın tapu devir teslim işleminde vereceği şölenin hazırlıklarını yapmaktır. Muhsin Efendi öğrencisinin ziyaretine çok memnun olur ve onu Kayseri nadide bir gül yetiştirdi. Ama ne yazık ki Toroslara nasip oldu şeklinde taltif eder. Yaylada verilen yemekli şölene çevre köylerin bütün ileri gelenleri davet edilir. Türkler-Ermeniler birlikte neşe içinde yemeklerini yedikten sonra yaylanın parası şahitler huzurunda ödenip tapusu alınır. Aslında memlekette gülünüp eğlenmenin zamanı değildir. Ülke karışıktır. Ermeni komitacıların özellikle ülkenin doğu bölgelerinde yaptıkları katliam haberleri iki ulus arasında gerginlik yaşatmaktadır. 92 Abdullah AYATA Bu şölen bahanesiyle muhitte birlik, beraberlik mesajı verilmek istenir. Ermeniler ülkelerine bağlı olduklarını teyit etseler de gençlerinin çoğu gizlice gidip Hınçak ve Taşnak cemiyetlerine üye olup onlarla birlikte eylemlere katılmaktadırlar. Tüm çabalar ortalıktaki huzursuzluğu yok etmeye yetmemektedir. Tomarza Manastırı kapatılmıştır. Kiliseye gelip giden insanların kafası rahat değildir. Türkler de kaygılıdır. Ermenilere itimatları kalmamıştır. Ama hayat devam etmektedir. Aynı topraklarda iç içe yaşamak zorundadırlar. Şıhbaraklı Veli isimli gençle, Tomarzalı Ermeni kızı Horimsi tesadüfen karşılaşıp birbirlerine âşık olurlar. İki tarafında bu evliliğe rıza göstermeyeceğini bildiklerinden kaçarak Kirtik yaylasında gizlenirler. Durum anlaşılınca İbiş Hoca Ermenilerle anlaşma yollarını arar. Lâkin onlar razı olmayıp kaçan kızlarını geri isterler. Niyetleri kötüdür. Belki de kızı öldüreceklerdir. Hoca onlara; Devlet-i Al-i Osman’ın ordusu da gelse bize sığınan insanı geri iade edemeyiz şeklinde karşılık verir. Horimsi Müslüman olup Hatice ismini aldıktan sonra Veli ile evlendirilir. Onun yeni evine yeni inancına uygum sağlaması için herkes seferber olur. Öteki kadınlar tarafından dışlanmaz. Hürmet ve ikram görür. 1915 yılında çıkarılan Sevk ve İskân Tehcir Kanunu nedeniyle Tomarza ve Everek Ermenileri Halep, Şam, Beyrut gibi uzak Osmanlı şehirlerine gönderilmektedirler. Osmanlı ordusu himayesindeki kafileler Zamantı ırmağını geçip Dede Beli üzerinden Çukurova’ya varmakta Adana’da bindikleri trenle yeni yerleşim yerlerine ulaşmaktadırlar. O senenin son güz günlerinin birinde Şıhbarak köyüne ulaşan son Ermeni kafilesinde bir şahıs hastalanır. Gazer isimli bu yaşlı Ermeni İbiş Hoca’nın evinde üç gün mecalsiz yatar. Kafile onun iyi olmasını beklemektedir. Adamın yola gidecek durumu yoktur. Toroslara ise kar yağdı yağacak vaziyettedir. Bu durumda Ermeni göç konvoyunu fazla beklemek gibi bir şansları yoktur. Mecburen hasta olan arkadaşları Gazer Çebelyan’ı İbiş Hoca’nın evine bırakıp kendileri yola devam kararı alırlar. Hasta adamın eşi, kızı ve oğlu Arsin, dayıları gözetiminde yola devam ederler. Ermeni konvoyu köyde kaldığı üç gün süresince iki toplum insanları arasında samimi arkadaşlıklar oluşur. Bunların en belirgin örneği İbiş Hoca’nın sekiz yaşındaki oğlu Mehmet ile hasta olan Gazer’in on bir yaşındaki oğlu Arsin arasındadır. Arsin, göç kafilesi ile birlikte köyden ayrılmak zorunda kalırken Mehmet ona yolda yemesi için çantasına azık olarak konulan pestilini verir. 93 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Aris ise Mehmet’e yadigar olarak topacını. Arsin ve ailesi geride bıraktıkları babalarının üzüntülü düşünceleri ile köyden ayrılırlar. İyi olup olmayacağı belli olmayan Gazer tek başına bir Türk imamın evinde kalır. İbiş Hoca’nın evinde kalan Gazer Usta yirmi gün sonra tam olarak iyileşip sıhhatine kavuşur. Onun ayağa kalkabilmesi için itinalı şekilde beslenmesi ve bakımı yapılır. Artık Hoca’nın kış boyunca zorunlu misafiridir. Köy halkı ona yabancılığını, ayrı dinden, ayrı ırktan olduğunu fark ettirmemek için gayet iyi davranırlar. Aralarına alırlar, oturma meclislerine katarlar, ihtiyaçlarına yardımcı olmaya çalışırlar. Gazer Usta durumundan çok memnundur. Misafir olduğu eve karşı eziklik duymaya başlar. Köyün sulama kanalı bendi projesini çizerek yük altında kalmak istemez. Birkaç ay içinde adeta onlardan biri olur. Bahar gelip gitme vakti yaklaşınca herkes çok üzülür. İbiş Hoca Everek karakolundan aldığı özel izinle misafirini Adana’ya kendisi yollar, yanına çok sevdiği yeğenini katarak birlikte yolculuk etmelerini sağlar. Gazer Usta’nın ayrılışı çok hüzünlü olur. Özellikle Hoca’nın küçük oğlu Mehmet için. Daha sonraki yıllarda Beyrut’a yakınlarının yanına sağ salim ulaşan Gazer Usta’dan mektup gelir. Orada bulunan oğluna ve akrabalarına; başta İbiş Hoca olmak üzere Şıhbarak köylüleri ile ilişkilerini kesmeme vasiyetinde bulunmuştur. Hatta oğlu Arsin’e; O Türk ailesine hakkımı helal ettirmezsen evlâdım değilsin sözünü defalarca söylemiştir. 1919 yılında Fransızlar tarafından Zamantı ırmağının karşı yakası, güney tarafı işgal edilir. Düşman birliklerinin ırmağı geçmesini istemeyen köylüler milis kuvveti oluşturarak gece çadırlarına baskın yaparlar. Baskında düşman çadırlarını yakan Veli ile Zadik isimli Ermeni değirmenci vurularak ırmağa düşüp şehit olurlar. Fransız kuvvetleri bozguna uğratılır. Ölen iki şehidin defninden sonra ağıtlar yakılır. Değirmenci Zadik’in çocukları koruma altına alınır. İstiklâl Savaşı başlar. Savaşı Türklerin kazanması ülkenin kaderini de değiştirir. Yeni, genç bir Cumhuriyet kurulur. Herkes sevinçlidir. Eğitim seferberliği başlatılır. Barak aşireti iyice yerleşik hayata geçer, topraklar sulanıp işlenmeye başlar. Ağaçlar dikilir. Gazer Usta daha sonra da İbiş Hoca vefat ederler. İki aile arasındaki haberleşme oğulları Arsin ile Mehmet arasında devam eder. Artık onlar da evli barklı koca adamlar olmuşlardır. Bir ara Arsin Türkiye’ye hem çocukluğunun geçtiği toprakları hem de arkadaşı Mehmet’i ziyaret için gelip gider. 94 Abdullah AYATA 1967 yılında Lübnan’da iç savaş başlar. Beyrut karışır. Şehirde huzur kaçar. Can güvenliği kalmaz. Ticaret durur. Bunun üzerine birçok Ermeni ailesinin yaptığı gibi Arsin Cebelyan da Beyrut’tan göç ederek Fransa’nın Marsilya kentine yerleşir. Varlıklı bir insan olduğundan bu kentte iş adamlığına soyunup çelik ürünleri imal eden bir fabrika kurar. Kısa zamanda sermayesi gittikçe artan bir sanayici durumuna gelir. Fabrikasında çalışan birçok din ve ırka mensup insanların yanı sıra Türk işçilerini de çalıştırmaya başlar. Özellikle Türk işçileri ayrıcalıklı olarak koruyup gözetmektedir. Bu işçiler arasında Bünyanlı Yaşar isimli bir işçi ile Arsin Cebelyan daha samimidir. Zira onu hemşerisi olarak görmektedir. Ayrıca Yaşar Tomarza’da bulunan arkadaşı Mehmet Hocaoğlu ile aralarında bağlantıdır, köprüdür. Arkadaşına yazmak istediği mektupları ona yazdırmakta, ondan gelen mektupları da ona okutmaktadır. Arsin çocukluğunun geçtiği Anadolu topraklarına ve Türklere hayran bir insandır. Bu sebepten gerek Beyrut’ta iken gerekse Fransa’ya göçtükten sonra, misafir edip gezdirmek amacıyla çocukluk arkadaşı Mehmet’i defalarca yanına davet etmiştir. Mehmet ise bu davetlere çok zengin olan Arsin’in kendisine maddî destekte de bulunacağı ısrarını bildiğinden onur meselesi yapıp icabet etmemektedir. Zira babaları arasındaki helalleşmenin bu şekilde olmayacağını bilmektedir. Arsin yardımsever, eli açık bir insandır. İnsanlık namına yapılacak her olumlu faaliyete maddî katkıda bulunmaktadır. En büyük ezikliği kendini vatansız olarak hissetmesidir. Fransız vatandaşı olmasına rağmen ruhunda hep Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğu duygusunu taşımaktadır. Yıl 1976’ya geldiğinde ASALA terör örgütü militanları Arsin’in Türk dostu olduğunu öğrenirler. Zengin bir Ermeni oluşu da kendi açılarından çok önemlidir. Birkaç temsilcilerini fabrikasına gönderip ondan ASALA terör örgütüne yüklü bir bağışta bulunarak milletsever bir Ermeni olduğunu ispatlamasını isterler. İstekleri arasında fabrikasında çalıştırdığı Türk işçilerinin işlerine son verilmesi de vardır. Arsin kendisini tehdit eden Ermeni militanlardan korkmaz. Taleplerini sert bir şekilde reddederek; Ben sizlere para yardımı yaparak, atalarımın yıllarca kardeşçe birlikte yaşadıkları Türk halkına kurşun sıktıramam. Ekmeğini yediğim, suyunu içip, havasını kokladığım toprakların insanlarına ihanet edemem. Nankör değilim. Hain ise hiç değilim. Sizin gibi kuklaların haline acıyorum. Birazcık tarih bilginiz olsaydı şu an dünyadaki Ermeni 95 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER varlığının devam etmesinin Türkler sayesinde olduğunu anlardınız. Sizlere acıyorum zavallı yaratıklar… şeklinde karşılık verir. Bu sözler azgın militanlara pek etki etmez. Bir kulaklarından girip ötekinden çıkar. İsteklerini birkaç defa yineleyip davranışlarını sertleştirirler. Lâkin Arsin kararlı ve inançlıdır. Taviz vermez. Ondan iş çıkmayacağını anlayan ASALA militanlarının artık niyetleri bozuktur. Tarih 26 Kasım 1976, yer Fransa’nın Marsilya kenti. Vakit akşam karanlığı. Hava hafif yağmurlu. Fabrikatör Arsin Cebelyan tam arabasından inmiş evinin bahçe kapısını açarak konutuna doğru yönelmiştir. O anda… Aniden sağından solundan silâh sesleri duyulmaya başladı.. Gecenin karanlığını yırtan, soğuk, kalleş, otomatik silâh sesleri.. Vücuduna isabet etmeye başladılar, sinsice, girdiler davetsiz serseri kurşunlar yıpranmış, yorulmuş bedeninin içine...Biri… Biri daha… Biri daha... Onlarca kurşun. Dönüp bakamadı, kimseyi göremedi. Sadece bir defa Tanrım!.. diyebildi. Sağ elini ceketinin sol iç cebine atabildi. Oysa silâhı dahi yoktu. Orada bulunan, günlerdir çıkarıp çıkarıp içine baktığı cüzdanını sıkı sıkı tuttu eliyle... Kendisine pek de âdil davranmayan yalan dünyaya son bir kez bakamadı bile. Devrildi ağır bedeni ağaçların altına... Sedir ağacı misali… Her tarafı, kan revan içinde... Uzattı kendini ıslak gurbet topraklarının üzerine, sessizce… Üzerine yapraklar düşmeye başladı. Sarı, soğuk, ölüm habercisi yapraklar... Ağaçlar ağlıyor, rüzgâr ağıt yakıyordu ölümün ardından. Çocukları habersizdi ölümünden, işçileri habersiz.. Ermeniler, Türkler çok iyi bir dostlarını kaybettiklerinden habersiz. Dünya müstesna bir elemanını, yetim çocuklar bir babalarını, Kayseri-Tomarza bir hemşerisini, Mehmet Hocaoğlu arkadaşını kaybettiklerinden habersiz. Silâh seslerini duyan eşi Zena ile komşuları korku ve telaş içinde bahçeye koşarlar. Arsin’in ağaçlar altında yatan cansız bedenini görürler. Feryat figan birbirine karışır. Hastaneye ve polise haber verilir. Kısa zamanda olay yerine ulaşan ambulansa konulan ceset hastaneye ulaştırılır. Yapılacak bir şey yoktur. Arsin ölmüştür. Tutanaklar hazırlanıp ceset morga kaldırılır. Durum Liyon’da yaşamakta olan kızı ile Amerika’daki oğluna duyurulur. Ertesi günün akşamına onlar da Marsilya’ya ulaşırlar. İşçiler dâhil herkes son derece üzgündür. İki gün sonra kilisede yapılan dinî törenden sonra cesedi şehir mezarlığına defnedilir. 96 Abdullah AYATA Fabrika işçilerine on gün ücretli izin verilerek yas ilân edilir. Ölümünün dördüncü günü akşamı Cebelyan aile meclisi toplanır. Bundan sonra yapılacak şeyler karalaştırılacaktır. Fabrikanın işlerinin babasının zamanında olduğu şekilde sürdürülmesine karar alınır. Hiçbir işçi işten çıkarılmayacaktır. Bu arada annesi Madam Zena çocuklarına hastanedeki doktorlardan duyduğu önemli bir olayı hatırlatır. Doktorların kendisine söylediğine göre Arsin öldüğü zaman sağ elinde bulunan cüzdanı sıkıca, adeta parmaklarını kilitlemiş şekilde tutmuştur. Görevliler elini zoraki açarak cüzdanını alabilmişlerdir. Tüm aile üyeleri annelerinin bu hatırlatmasından sonra dikkat kesilip merak etmeye başlarlar. Neden babaları tam ölüm anında cüzdanına sarılıp, onu ellerine alma gereği duymuştur. Mutlaka bu cüzdanın içinde çok önemli bir şeyler olmalıdır… Vasiyetname, senet, akit benzeri bir şey. Önemli bir evrak…. Acele ile babalarının cüzdanlarını annelerine getirip içini açarlar. Cüzdanın içinde bekledikleri gibi bir evrak çıkmaz. Lâkin cüzdan boş da çıkmaz. Sadece içinde uzunca bir şiir yazılı olan itina ile katlanmış kâğıt vardır. Bu şiir Arsin’in çocukluğuna, memleketine, geçmişine özlemini anlatmaktadır. Şiirin Türkçesi şöyledir: Tomarza’da olmak isterim. Tomarza’da ölmek isterim. Benim iğdelerim bana yeter. Gölge etmesin üzerime, gurbet ağaçları. Yaprak dökmesin mezarıma, gurbet ağaçları... Çıksam Sümengen Bağı’na, Otursam Tek Ağaç’ın altına, Ayaklarımı uzatıp, köprü yapsam, Taa... Anavarza’dan Tomarza’ya. Üzerinden üçer, beşer gelip geçseler, Ermeniler, Avşarlar, Türkmenler... 97 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER El sallasam tarlalara… El sallasam tepelere, yollara… Gökteki kartallara… Dalsam hülyalara... Düşünmesem, işimi gücümü, Düşünmesem bugünümü, yarınımı. Zihnimi taa.. gerilere çeksem, Yaşasam, çocukluk yıllarımı… Ilık bahar günlerinde, Arkadaşlarımla çelik, çomak oynasam, Mızıkçılık yapıp, Oyundan kovulsam… Taşlasam, Madam Mari’nin tavuklarını, Arkamdan taşları sektirse, Kahretmeye gelse Mama’ma, Kulaklarımı çektirse... Kışın buz üstünde topacımı çevirsem, Dalıp gitsem dönüşünü izlerken, Sevinsem... sevinsem... sevinsem... Tipi yapsa evimizin önüne karlar, Öbek öbek, kucak kucak, Ocakta çıtırdasa meşe odunları, Farketmez, Dışarı soğuk, odamız sıcak... Cuma günleri okusa, Hoca Mustafa ezanı, Pazar günleri çalsa, Kilisemizin çanı... Bulut olsam, gölge etsem, Evlerinin üzerine memleketimin, Yağmur olup camlarına vursam, Dolu olup damlarına yağsam... 98 Abdullah AYATA Uzansa ellerim yaz geceleri, Damda yatarken yıldızlara... Gece karanlığında aşk şarkıları söylesem, Komşu damdaki kızlara... Aaah!.. Ne kadar güzel, ne kadar hoş! Çocukluğuma dönmek. Memleketimde yaşayıp, Memleketimde ölmek... Kopardılar yurdumdan, toprağımdan, Kara pençeli koca eller... Reva mıydı hisli gönlüme, Yaşadığım yâdeller... Tomarza’da olmak isterdim, Tomarza’da ölmek isterdim, Benim iğdelerim bana yeterdi. Gölge etmeseydi üzerime gurbet ağaçları, Yaprak dökmeseydi mezarıma gurbet ağaçları.... 99 XIX. YÜZYILIN SONLARINDA TARSUS’TA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Abdullah POŞ Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi; E-mail: [email protected]; Tel (GSM): 0 538 34 43 863 Özet Türk-Ermeni ilişkileri daha önce birçok bilimsel araştırmaya konu olmuştur. Bu çalışmalarda daha çok ilişkilerin askerî ve siyasî yönü üzerinde durulmuştur. Şu ana kadar farklı kültürlere mensup iki milletin uzun süre nasıl bir arada ve huzur içinde yaşama imkânı bulduğu sistemli bir şekilde incelenmemiştir. Bu sebeple biz tebliğimizde bir arada yaşayan iki milletin günlük hayatta birbirleriyle olan ilişkilerini sosyal, kültürel, ekonomik ve hukukî açılardan ele alacağız. Günlük hayattaki ilişkiler hakkında en sistemli bilgiler şer’iye sicillerinde bulunmaktadır. Ancak Türklerle Ermeniler geniş bir coğrafyada asırlarca bir arada yaşadıklarından dolayı Türk-Ermeni ilişkilerini yansıtan binlerce sayfalık sicil bulunmaktadır. Bu nedenle biz araştırmamızı hem zaman, hem de mekân olarak sınırlandırma gereği duyuyoruz. Bu çerçevede tebliğimizin konusu XIX. yüzyılın sonlarında Tarsus’ta Türk-Ermeni ilişkileri olacaktır. Bu döneme ait Tarsus şer’iye sicillerinde Türklerle Ermenilerin günlük hayatta birçok iyi ilişkiler geliştirdiklerini gösteren belgelere rastlanması, Osmanlıların güç kaybettiği bir dönemde bile günlük hayattaki ilişkilerin normal seyrinde devam ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Abdullah POŞ Giriş Osmanlılar, idareleri altındaki Ermenilere uzun süre rahat ve sakin bir hayat yaşama imkânı sunmuşlardır. Onlara baştan itibaren önemli mevkilerde görevler verilmesi, Ermenilerin Osmanlı idarî ve malî yapısında özel bir konuma gelmelerini sağlamıştır. XVI. yüzyılda vezir Mehmet Paşa, XVII. yüzyılda Kaptan-ı Derya ve sadrazam olan Halil Paşa Müslüman olan Ermeni asıllı yöneticilerdendir. Diğer taraftan XVIII. asırda Divriğili Düzyan ailesinden Saray kuyumcuları ve darphane nazırları, Şaşyan ailesinden saray hekimleri, XIX. yüzyılda Dadyan ailesinden baruthane nazırları, Bezciyan ailesinden darphane müdürleri, Balyan ailesinden mimarbaşılar vardır. II. Abdülhamit devri ile Balkan Harbi esnasında Ermeni hariciyeciler mevcuttur. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde birçok devlet adamının danışmanları da yine Ermenilerdendir1. Osmanlı idaresinde önemli imkânlardan istifade etme sadece başkentteki önde gelen Ermenilere has bir uygulama değildir. Devlet, taşradaki Ermenilere de önemli görevler vermekte ve bunun karşılığında onları birçok vergiden muaf tutmaktadır. Nitekim İç Anadolu’yu Çukurova ve Suriye’ye 1 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983, s.49-56; Abdülhamit Kırmızı, “Son Dönemde Osmanlı Bürokrasisinde Akraba Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları, Kış 2003, C.II, Sayı 8, s.137-152; Burhan Göksel, “Meşrutiyet Öncesi ve Sonrasına Ait Resmî Devlet Yayınlarına Göre Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri’’, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu, Ankara 1985, s.159-165. 103 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bağlayan stratejik, ticarî ve askerî yönden oldukça önemli bir yerde bulunan Tarsus’un Külek Kalesi’nde 1519’da 183 hane ve 39 bekâr Ermeni, kale hizmetlerinde çalıştıkları için çeşitli şer’î ve örfî vergilerden muaf tutulmuşlardır2. Bu konuda daha birçok örneğe rastlamak mümkündür. Ermenilere uzun süre huzur ve güven içinde yaşama imkânı sağlamada devlet idaresinin yanında Müslüman Türk milletinin de önemli katkıları olmuştur. Türkler hiçbir zaman Ermenilere yabancı gibi davranmamışlardır. Ne zaman ki kendi soydaşlarından veya diğer gayrimüslim unsurlardan birisi Ermenilere haksızlık yapmaya kalksa karşılarında hakkaniyetle davranan Müslüman Türk milletini bulmuştur. Nitekim 1689’da Konya şer’iye sicillerindeki bir belge Türk milletinin Ermenilere karşı yaklaşımını açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu kayda göre iki Türk, kendi mahallelerinde oturan Ermenileri mahkemeye şikâyet etmiştir. Bunun üzerine diğer Müslümanlar derhal kadının huzuruna gelerek Ermenilerin komşuluklarından memnun olduklarını, onlardan hiçbir zarar görmediklerini ve asla şikâyetçi olacak bir durumlarının bulunmadığını beyan ederek kendi soydaşları tarafından şikâyet edilen Ermenilere sahip çıkmışlardır3. Aynı muamelenin diğer gayrimüslim unsurlar için de geçerli olduğu bilinmektedir4. Binlerce sayfalık şer’iye sicillerinde buna benzer çok sayıda belgeye rastlamak mümkündür5. Osmanlılar döneminde XIX. asrın ortalarına kadar birkaç olumsuz gelişme dışında6 Türk-Ermeni ilişkilerinde sorun yaşanmamıştır. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren milliyetçilik akımının Ermenileri etkilemeye başlamasıyla içte ve dışta bazı sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır. Bu 2 3 4 5 6 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrir Defteri, No: 69, s.515-518. Sonraki yıllarda kale nüfusundaki değişiklikler için bkz. Ali Sinan Bilgili, Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Tarsus Türkmenleri, Ankara 2001, s.397-398. Yusuf Oğuzoğlu, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu, Ankara 1985, s.269. Bkz. Osman Çetin, Osmanlı, Yeni Türkiye, C. IV, Ankara 1999, s.274. Tarsus Şer’iye Sicilleri, Defter No: 331, s.27/Belge No: 30 (TŞS, 331, 27/30). Ayrıca bu konuda benzer örnekler için bkz. Oğuzoğlu, a.g.m., s.265-270. Bu olumsuz gelişmelerden biri Van’da yaşanmıştır. 1566’da bin kadar Ermeni bir araya gelerek fesat çıkarmaya çalışmışlardır. Bu olay Van beylerbeyi tarafından Divan-ı Hümayun’a bildirilmiştir. Bkz. BOA, Mühimme Defteri, No: 5, s.123. İkinci olay ise 1780’de Zeytun’da başlamış ve birkaç kez tekrar etmiştir. Bkz. Erdal İlter, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytun İsyanları (1780-1915), Ankara 1995. 104 Abdullah POŞ dönemde bir yandan kilisenin7, diğer yandan da misyonerlerin8 ve büyük devletlerin politikaları sonucunda bazı milliyetçi Ermeniler bağımsızlık fikrine kapılmışlardır9. Milliyetçi Ermenilerin bağımsızlık hayallerini gerçekleştirebilmek için XIX. yüzyılın sonlarından itibaren çeşitli faaliyetlere başladıkları görülmektedir. Nitekim Mıgırdıç Portakalyan genç yaştan itibaren hem yurt içinde hem de yurt dışında bağımsızlık hareketlerine katılmış ve bu yöndeki çalışmalarını duyurmak amacıyla 1885’te Marsilya’da Armenia gazetesini çıkarmıştır. Bu gazetedeki beyannameler, Çukurova ve Maraş’ta gizlice dağıtılarak oralardaki zekî Ermeni gençlerinin seçilerek Avrupa’ya eğitim için gönderilmesi istenmiştir. Böylece bağımsızlık için ihtilâlci Ermeni gençlerin yetiştirilmesi amaçlanmaktadır10. Bu gaye ile Avrupa’ya gönderilen ve Mıgırdıç Portakalyan ile yakın ilişkiler içinde olan Ermeni gençleri ihtilâl komiteleri kurmaya başladılar. 1885’te Portakalyan’ın talebelerinden 9’u Armenekan partisini kurdular. Yine Paris’e tahsil için gelen Ermeni gençlerinden 3’ü Cenevre’ye giderek orada 1887’de Hınçak cemiyetinin temelini attılar. 1890’da ise Rusya’daki Ermeniler Taşnak komitesini kurdular11. Özellikle Hınçak ve Taşnak örgütü mensupları, Osmanlı topraklarında hücre teşkilâtları kurarak propaganda, kışkırtma ve tedhiş hareketlerine başladılar12. İhtilâl komiteleri, asırlardır bir arada ve huzur içinde yaşayan Türklerle Ermeniler arasındaki iyi ilişkilerin devam etmesi halinde herhangi bir isyan ve ihtilâlin başarılı olamayacağını biliyorlardı. Bu sebeple âsiler, iki millet arasındaki köklü ilişkilerin bozulması yönündeki faaliyetlere öncelik verdiler. Bu amaçla devlete sadık Ermenileri hain emellerine iştirak etmeye çağırıyorlar, ret cevabı aldıklarında da Müslüman elbiseleri giyerek onları öldürüyorlardı. Hüseyin Nazım Paşa tarafından derlenen Osmanlı istihbarat raporlarında özellikle 1890’lı yıllarda bu tür hadiselerin sıkça yaşandığı görülmektedir13. Nitekim Tokat ihtilâl cemiyetine mensup 14 7 8 9 10 11 12 13 Bkz. Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1997, s.108-115; Erdal İlter, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001, s.854-893. Bkz. Necmettin Tozlu, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001, s.920-934; Erdal Açıkses, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, MartNisan 2001, s.935-947; Ayten Sezer, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001, s.948-960. Bkz. Yusuf Sarınay, Ermeni Araştırmaları, Sonbahar 2002, C.II, Sayı 7, s.55-70. Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, C.I, Ankara 1998, s.167-174. Bkz. Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, TTK Yayınları, Ankara 1985, s.128-134. Esat Uras, The Armenians in History and The Armanian Question, İstanbul 1988, s.109110. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C.I-II. 105 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER caninin Müslümanları töhmet altında bırakmak için Gürcü elbiseleri giyerek Ermeni Katolik cemaatinden doktor Jozef’i devlete olan sadakatinden dolayı öldürdükleri14, yine Vanlı bir grup âsinin, Kürtleri töhmet altında bırakmak için Kürt elbisesi giyerek hain hareketlerine kapılıp kendilerini desteklemediği için sadık Ermenilerden Çoç Ağa ile meclis-i idare azasından Artin Efendi’yi vahşice katletmeleri bu amaçla gerçekleştirilen cinayetlerden sadece ikisidir15. Bu örgütlerin isyan ve ihtilâl girişimlerinin yoğun bir şekilde yapıldığı yerlerden biri de Çukurova bölgesidir. Hüseyin Nazım Paşa’nın raporlarına göre 9 Ağustos 1892 tarihinde Londra ve Marsilya Ermeni komitelerinden Adana Ermeni murahhaslığına Çukurova’daki isyanın nasıl yapılacağını belirten bir mektup gönderilmiştir. Bu mektuba göre bölgede gerekli hazırlıklara başlanması, ihtilâlin yapılacağı gecenin akşamı ihtilâle dair haberlerin Kıbrıs’taki İngiliz komitesi vasıtasıyla Avrupa’ya telgraf çekilerek bildirilmesi istenmektedir. Mektupta ayrıca Batılı devletlerden gelerek ihtilâle katılacak yardımcı kuvvetlerin de olacağı haber verilmektedir. Dışarıdan gelecek yardımcıların bu bölgedeki çeşitli unsurların kıyafetinde olacağı da açıkça bildirilmektedir. Buna göre Amerika’dan gelecekler derviş kıyafetinde, Atina’dan gelecekler köylü kisvesinde, Fransa’dan gelecekler Kürt çobanlar kıyafetinde, İngiltere’den gelecekler suhte kıyafetinde, İsviçre’den gelecekler deveci kıyafetinde, İtalya’dan gelecekler Arnavut kıyafetinde ve Almanya’dan gelecekler fellah kisvesinde olacaktır16. Bu örneklerde de görüldüğü gibi ihtilâl komiteleri için en kestirme yol Türklerle Ermeniler arasındaki asırlardan beri devam ede gelen iyi ilişkileri bozmak ve bu iki milleti birbirine düşürmektir. Bu amaçla tebaa-i sâdıkadan olan Ermenileri o yöredeki Müslümanların kıyafetini giyerek öldürüyorlardı. Böylece hem kendilerini desteklemeyen Ermeniler cezalandırılıyor, hem de bu cinayetlerin Müslümanlar tarafından işlendiği süsü veriliyordu. Avrupalı devletlerin İstanbul’daki elçileri ile çeşitli illerdeki konsolosları da ihtilâl komiteleriyle aynı istikâmette bu sürece dâhil oldular. Yabancı elçi ve konsoloslar bir taraftan Hınçak ve Taşnak çetelerinin çıkardığı ayaklanmaları, Türkler, Ermenileri kesiyor17 şeklinde çarpıtarak iç ve dış 14 15 16 17 Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C.I, s.18-19. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C.I, s.23. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., C.I, s.70-73. Bkz. Serpil Sürmeli, Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildiriler, C.I, Ankara 2003, s.317-327. 106 Abdullah POŞ kamuoyuna servis yapıyorlar, bir taraftan da hiç olay yaşanmayan yerlerde şiddetli karışıklıklar çıktığına dair asılsız haberler yayarak asırlardır huzur içinde yaşayan iki millet arasında panik havası oluşturuyorlardı18. Ülke genelinde bu tür sinsi faaliyetler devam ederken bu dönemde Tarsus’taki Ermenilerin durumu nasıldı? Genel gidişat göz önüne alınarak Tarsus Ermenilerinin gerek devletle ilişkileri gerekse Müslüman Türk milletiyle olan münasebetlerinde daha önce mevcut olan durumda bir değişiklik olmuş muydu? Ermenilerin din ve vicdan hürriyetlerini, ticarî hayatlarını ve gündelik yaşamlarını kısıtlayan her hangi bir uygulama söz konusu mudur? Yukarıdaki genel bilgilerden sonra burada tebliğimizin başlığında da belirttiğimiz üzere XIX. yüzyılın sonlarında Tarsus Ermenilerinin durumunu inceleyeceğiz. Bilindiği üzere Türkler, fethettiği yerlerdeki çeşitli dinlerin ibadethanelerine dokunmamıştır. Hatta herkesin dinî faaliyetlerini serbestçe yapmalarına izin vermiştir. XIX. asrın sonlarında Tarsus’taki Ermenilere ait kiliselerin varlığı da bu durumun bir kanıtıdır19. Bunların en önemlisi Meryem Ana Kilisesi’dir. Ermeniler, 6 Nisan 1861 tarihinde bu kilisenin harap bir vaziyette bulunması sebebiyle tamir edilmesi için devlet idaresinden izin istemişler, yönetim de bu konudaki kurallara bağlı kalınmak kaydıyla istenilen izni vermiştir20. Yine gayrimüslimlere, Fatih döneminden itibaren vakıf kurabilme izninin verildiği ve herhangi bir usûlsüzlük olmadığı müddetçe de müdahale edilmediği bilinmektedir. Şer’iye sicillerinde bazı Ermenilerin mal varlığını Tarsus’ta bulunan Meryem Ana Kilisesi’ne vakfettiklerine şahit olunmaktadır21. Türkler, yönetimleri altındaki Ermenilere sadece dinî özerklik vermekle kalmamış aynı zamanda onların sosyal yaşantılarına da müdahale etmemiştir. Patrikhaneleri kendi mahkemelerini ve hapishanelerini kurmuştur. Ancak gayrimüslimlerin her türlü anlaşmazlıkların çözümü için Osmanlı kadı mahkemesine gitmelerinde de her hangi bir engel yoktur. Nitekim 1890’lı yıllara ait Tarsus şer’iye sicillerinde Ermenilerin, günlük hayatta Türklerle ve diğer gayrimüslim unsurlarla ilgili sorunların yanında kendi 18 Bkz. Sarınay, a.g.m., s.65. 19 TŞS, 330, 43/85. 20 BOA, İrade-Hariciye, Belge No: 10262. Ayrıca bkz. Ahmet Akgündüz -Yaşar Baş-Rahmi Tekin-Osman Kaşıkcı, Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Eshâb-ı Kehf, İstanbul 1993, s.498-499. 21 TŞS, 330, 43/85. 107 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER aralarındaki çok sayıda problemin çözümü için de Tarsus kadı mahkemesine başvurdukları görülmektedir. 17 Eylül 1889’da Makineci Bağus adında bir Ermeni, zevcesi Manuk kızı Hatun’u hanesinden tard edip infak etmemesi sebebiyle hanımı tarafından mahkemeye verilmiştir22. Yine 6 Ocak 1890 tarihinde iki Ermeni arasındaki borç anlaşmazlığı şer’î mahkemede çözülmeye çalışılmıştır23. Osmanlı kadı mahkemeleri sadece anlaşmazlıkları çözüme kavuşturan bir kurum değil, aynı zamanda noterlik hizmetlerinin de yapıldığı bir müessesedir24. Şer’iye sicillerinde Ermenilere ait tereke kayıtları25 ile Meryem Ana Kilisesi vakfına bağışlanan çeşitli gayrimenkûl kayıtlarının bulunması26 kadı mahkemelerinin Ermeniler tarafından daima başvurulan ve güvenilen bir kurum olduğunu göstermektedir. Bu örnekler XIX. yüzyılın sonlarında Tarsus’taki Ermenilerin devlet yönetimi ile olan ilişkilerinde yukarıda bahsedilen olumsuz gelişmelerden etkilenerek her hangi bir kesintinin olmadığını göstermektedir. Tarsus’ta iki milletin günlük hayatta birbirleriyle olan ilişkilerinin de normal bir seyir izlediği şer’iye sicillerinden anlaşılmaktadır. Tarsus ekonomisinin vazgeçilmez kaynaklarından biri küçükbaş hayvancılığıdır. Koyun ve keçi yörede yetiştirilen en önemli küçükbaş hayvandır27. Tarsus’ta yetiştirilen koyunların bir kısmı ile şehrin et ihtiyacı karşılanıyor, geri kalan kısmı da İstanbul’a satılıyordu28. Bu sebeple Türklerle Ermeniler arasında koyun yetiştirip satmada ortaklık ilişkileri gelişmiştir. Nitekim 11 Nisan 1890 tarihli bir kayda göre Ermeni milletinden Kirkor, Adanalı Kasap Garabet oğlu Bağya, Berber oğlu Serkis, Artin oğlu Garabet ve Urfalı Kasap Serkis ile kasap başı Süleyman Ağa; 17 hissesi ismi geçen Ermenilere ve 1 hissesi de Süleyman Ağa’ya ait olmak kaydıyla 84 koyun satın almışlar ve otlatması için Ali Ağa köyünden Numan isminde birine Bağus oğlu Garabet Ağa huzurunda teslim etmişlerdir. İki yıl sonra Süleyman Ağa vefat edince varisleri, koyunların hepsini babalarına ait zannederek paylaşmışlardır. Bunun üzerine yukarıda isimleri kaydedilen Ermeniler, koyunları teslim ederken orada hazır bulunan Garabet Ağa’yı vekil tayin etmişlerdir. 22 23 24 25 26 27 28 TŞS, 319, 89/263. TŞS, 330, 68/147. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı, Ankara 1965, s.109. TŞS, 330, 6-7/9. TŞS, 330, 43/85. TŞS, 330, 97/233; 331, 27/30. Bkz. Bilgili, a.g.e., s.445. 108 Abdullah POŞ O da Süleyman Ağa’nın büyük oğlu İsmail Efendi ile çoban Numan’dan yukarıda isimleri zikredilen Ermenilere ait olan koyunların alınması için mahkemeye başvurmuştur29. Yine sicillerde Ermeni mahallesinden Serkis veled-i Bedros’un, Çamtepe köyünden Mehmet bin Ali’ye kendisi adına davar satın alması için 60 adet sîm-i mecîdiye verdiğine dair bir kaydın bulunması Mehmet’in küçükbaş hayvan ticareti yapmada Serkis’e yardımcı olduğunu düşündürmektedir30. Tarsus’ta küçükbaş hayvancılığının yanında tarıma dayalı büyükbaş hayvancılık da gelişmiştir. Özellikle gücünden yararlanmak üzere at31 ve sığır32 yetiştirilmektedir. İncelenen sicillerde Türklerle Ermeniler arasında büyükbaş hayvan alım-satımı yapıldığına dair belgeler görülmektedir. Nitekim 14 Mayıs 1891’de Ermeni mahallesinde sakin Abraham Ağa’nın, Tarsus’un Abacı Hanı’nda Sadık Efendi’den bir doru beygir satın aldığına rastlanmaktadır33. Bu belgeler XIX. asrın sonlarında Tarsus’ta Türklerle Ermenilerin hayvancılık sektöründe sıkı bir ilişki içinde olduklarını göstermektedir. Bu dönemde Türklerle Ermeniler arasında yaşanan diğer bir ilişki de borç alıp vermedir. Borç alıp vermeler genellikle mahkeme huzurunda senetle gerçekleştirilmekteydi. Senede borcun miktarı, süresi ve ödenmediği takdirde nasıl tahsil edileceği açık bir şekilde kaydedilmekteydi. Nitekim 5 Şubat 1889 tarihindeki bir belgede bu detaylar göze çarpmaktadır. Bu belgeye göre Bahirli köyünden Bayram oğlu Osman, Garabet’ten 150 adet sîm-i mecîdiye borç almış ve buna karşılık aynı köydeki 150 dönüm arazisini 10 ay müddetle Garabet’e rehin olarak vermiştir. Paranın zamanında ödenmemesi durumunda tarlanın gerçek değeriyle satılarak borcun bu şekilde tahsil edileceği, artan kısmın da mal sahibine verileceği şart koşulmuştur34. Türk adaleti böylece bir taraftan borçlunun, borcunu ödememesi veya inkâr etmesi ihtimalinin önüne geçiyor, diğer taraftan da alacaklının rehin olarak tasarrufunda olan tarlaya düşük bir fiyat vererek borçluya haksızlık etmesini önlüyordu. İncelediğimiz defterlerde iki Ermeni arasında borç anlaşmazlığı çıktığına ve borçlunun borcunu ödediğini iddia ettiğine 29 30 31 32 33 34 TŞS, 330, 97/233. TŞS, 331, 27/30. TŞS, 330, 86/195, 91/206, 92/210, 98/235; 331, 8/12, 13/16, 23/26, 24, 29. TŞS, 330, 54/107, 66/139, 69/148, 101/243; 331, 41/46. TŞS, 322, 12/44. TŞS, 330, 44/85. 109 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dair bir belge bulunması, bu tür önlemlerin ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir35. Tarsus’taki Türklerle Ermenilerin adlî konularda da sık ve yakın ilişkiler içerisinde olduklarını gösteren birçok belge bulunmaktadır. Hukukî münasebetlerin bir boyutunu vekâlet konusu oluşturmaktaydı. Ermeniler hem kendi aralarında, hem de Türklerle olan ilişkilerinde mahkemelik işlerini takip etmesi için rahatlıkla Türklerden birini vekil tayin edebiliyorlardı. Nitekim 6 Ocak 1890 tarihinde iki Ermeni, aralarındaki borç anlaşmazlığını çözemeyince konuyu mahkemeye intikal ettirmişlerdir. Borcunu ödememekle suçlanan şahıs, söz konusu borcun ödendiğini iddia ederek Ahmet oğlu Hasan’ı kendi adına mahkemedeki işlemlerini takip etmesi için vekil tayin etmiştir36. Buna mukabil bazı Türklerin de zaman zaman Ermenileri vekil tayin ettiklerine şahit olmaktayız. Şubat 1889 tarihli bir kayıtta bu durumun örneği görülmektedir. Bu belgeye göre Bahirli köyünden Bayram oğlu Osman, Garabet’e olan 150 adet sîm-i mecîdiyye borcuna karşılık aynı köydeki 150 dönüm arazisini 10 ay müddetle rehin olarak vermiştir. Eğer borcunu zamanında ödeyemezse tarlasının gerçek değeriyle başka birine satılarak borcun ödenmesi ve fazla kalırsa da kendisine iade edilmesi için Serkis isminde bir Ermeniyi vekil tayin etmiştir37. Hukukî ilişkilerin bir diğer boyutunu ise şahitlik konusu oluşturmaktaydı. Yukarıda da bahsedildiği gibi Türkler hiçbir zaman Ermenilere yabancı gibi davranmamışlardır. Diğer gayrimüslim unsurların onlara zarar vermesi bir yana, kendi soydaşlarından birinin dahi Ermenilere haksızlık yapmasına izin vermemişlerdir. Nitekim Tarsus şer’iye sicillerinde de bu durumu destekleyen kayıtlara rastlanmaktadır. 11 Eylül 1896’da Ermeni mahallesinden Serkis veled-i Bedros ile Çam Tepe köyünden Mehmet bin Ali arasında küçükbaş hayvan alım satımıyla ilgili bir anlaşmazlık yaşanmıştır. Bu yüzden Serkis, mahkemeye giderek Mehmet’i şikâyet etmiştir. Kürt Ahmet bin Ali bin Ahmet Ağa’nın Mehmet aleyhine şahitlik yapmasıyla dava Serkis lehine sonuçlanmıştır38. Şer’iye sicillerindeki bu belgeler, günlük hayatın her alanında Türklerle Ermeniler arasında daha önce olduğu gibi bu dönemde de sıkı ve yakın ilişkilerin yaşandığını göstermektedir. 35 36 37 38 TŞS, 330, 68/147. TŞS, 330, 68/147. TŞS, 330, 44/85. TŞS, 331, 27/30. 110 Abdullah POŞ Sonuç olarak kısaca belirtmek gerekirse hem Ermeni ihtilâl komiteleri, hem de Batılı devletler tarafından Türklerle Ermeniler arasında asırlarca devam eden iyi ilişkileri bozma çabalarının yoğun bir şekilde yapıldığı XIX. yüzyılın sonlarında Tarsus’taki Ermenilerin hem devlet yönetimi ile olan ilişkilerinde, hem de günlük hayatın her alanında Türk milleti ile münasebetlerinde samimi ilişkiler geliştirebildikleri ve karşılıklı dayanışma içinde oldukları görülmektedir. Bu dönemde İstanbul Kumkapı, Sasun ve Zeytun gibi yerlerde isyan hareketleri yaşansa da Tarsus’taki Türk-Ermeni ilişkilerinde her hangi bir kesintinin olmadığı anlaşılmaktadır. 111 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynaklar Arşiv Vesikaları 1-Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA); Tapu Tahrir Defteri, No: 69. Mühimme Defteri, No: 5. İrade-Hariciye, Belge No: 10262. 2-Tarsus Şer’iye Sicilleri; Defter No: 319, 322, 330, 331 Tetkik Eserler Açıkses, Erdal, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001 Akgündüz, Ahmet -Yaşar Baş-Rahmi Tekin-Osman Kaşıkcı, Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus Tarihi ve Eshâb-ı Kehf, İstanbul 1993 Bilgili, Ali Sinan, Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Tarsus Türkmenleri, Ankara 2001 Çetin, Osman, Osmanlı, Yeni Türkiye, C.IV, Ankara 1999 Göksel, Burhan, “Meşrutiyet Öncesi ve Sonrasına Ait Resmî Devlet Yayınlarına Göre Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Ankara 1985 Göyünç, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983 Gürün, Kâmuran, Ermeni Dosyası, TTK Yayınları, Ankara 1985 Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, C.I, Ankara 1998 İlter, Erdal, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytun İsyanları (1780-1915), Ankara 1995 __________, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001 Kırmızı, Abdülhamit, “Son Dönemde Osmanlı Bürokrasisinde Akraba Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları, Kış 2003, C.II, Sayı 8 Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1997 Oğuzoğlu, Yusuf, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Ankara 1985 Sarınay, Yusuf, Ermeni Araştırmaları, Sonbahar 2002, C.II, Sayı 7 Sezer, Ayten, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001 Sürmeli, Serpil, Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildiriler, C.I, Ankara 2003 Tozlu, Necmettin, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001 Uras, Esat, The Armenians in History and The Armanian Question, İstanbul 1988 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı, Ankara 1965 112 XIX. YÜZYILIN İLK YARISINDA TRABZON’DA ERMENİ NÜFUS VE CEMAATLER ARASI İLİŞKİLER Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 437 32 06/37000, 37100 Özet XIX. yüzyıl başlarında Trabzon’da hatırı sayılır miktarda Ermeni nüfus bulunmaktaydı. Fransız İhtilâli ile yayılan fikirlerin tedricen Osmanlı vatandaşlarını etkilemeye başladığı bir süreçte Ermenilerin ilk zamanlarda bu tür fikirlere mesafeli davrandıkları görülmektedir. Buna karşılık Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerle ilgili politika değişikliklerinin görüldüğü II. Mahmut döneminin sonları ile Tanzimat’ın ilk yıllarında yeni anlayışların uygulama alanına sokulduğu da dikkat çekmektedir. Tebliğimizde, Osmanlı sosyal hayatında eski ile yeni arasındaki değişimin gerçekleştirilmeye çalışıldığı bu dönemde, Trabzon’da yaşayan Ermenilerin gündelik hayatı, özellikle aile hayatı ve diğer cemaatler ile ilişkilerinin hangi düzeyde olduğu üzerinde durulmaktadır. Araştırmanın ana kaynağını döneme ait Trabzon şer’iye sicilleri ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri ile Trabzon’u ziyaret eden seyyahların anlattıkları oluşturmaktadır. Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Giriş Osmanlı Devleti’nin, tâbiiyeti altında bulunan oldukça farklı din ve mezhebe bağlı toplulukları Millet Sistemi denilen bir usûlle idare ettiği bilinmektedir. Trabzon’daki gayrimüslimlerin, özelde ise Ermenilerin idaresi de bu genel ilkeler doğrultusunda yürütülmekteydi. Bu yüzden tebliğimizde genel teorik kuralları tekrarlamak yerine Osmanlı Devleti’nin bu önemli vilâyetinde, özellikle merkez sancakta Ermeniler ile diğer cemaatler arasındaki ilişkileri, yaşanmış olaylardan hareketle anlatacağız. Araştırmanın asıl kaynağını Trabzon şer’iye sicilleri oluşturmaktadır. Zira XIX. yüzyılın ilk yarısında kadıların halâ, hem adlî hem de idarî fonksiyonları olup bütün işlemler mahkeme sicillerine geçirilmekteydi. Dolayısıyla Ermenilerin de rutin dışı işlerinin kaynaklarına en iyi buralarda rastlamamız mümkündür. İncelediğimiz dönemde nüfus sayımlarının, çok sağlıklı yapılmamasına rağmen, yine de bölgenin genel demografik yapısı hakkında bilgi edinmemize yardımcı olduğu söylenebilir. Sultan II. Mahmud döneminde yapılmaya başlanan ve genel amacı; askerlik yapmaya elverişli Müslüman erkeklerin sayısının tespiti ile vergi alımında adaletin gözetilmesi olan bu nüfus sayımında, maksada paralel olarak sadece erkek nüfusun yazıldığını görmekteyiz1. Trabzon vilâyetinde nüfus yazımını gerçekleştirmek üzere 1 Bu ilk nüfus sayımına dair geniş bilgi için bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Nüfus Sayımı, 1831, Ankara 1997. 117 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER merkezden Hacegân-ı Divan-ı Hümayun’dan ve Sadrazam kethüdası kâtibi Tuğrakeş Edhem Efendi tayin edilmiştir. Nüfus kayıt işlemlerinin usûl ve esasları hakkında Trabzon valisi Osman Paşa ile diğer yetkililere hitaben gönderilen Evail-i Rebiyülahir 1250 (Temmuz 1834 ortaları) tarihli fermanda şunlar anlatılmaktadır2: Gerek vergi gerekse cizye toplanması meselesinden dolayı meydana gelen haksızlıkların sona erdirilmesi ve daha adaletli bir sistemin kurulması Padişah’ın öteden beri arzu ettiği bir durumdur. Daha önceleri bununla ilgili olarak bazı teşebbüslerde bulunulmuş ise de seferler münasebetiyle düzenleme yapılamamıştır. Savaşların bitmesiyle birlikte bu husus yeniden gündeme alındı. Bununla ilgili olarak İstanbul’da toplanan mecliste vergi miktarlarının hafifletilmesi ve cizye evrakının da her bir reayanın tahammülüne göre üç kademe üzerinden belirlenmesi uygun görülmüştür. Her bir kasaba ve köyde bulunan küçük büyük Müslüman ve gayrimüslimin kaydedilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. Böylece muhtelif bölgelere memurlar tayiniyle nüfuslar yazılmış ise de Trabzon sancağı dahilinde olan kazalar şimdiye kadar tahrir olunamamıştır. Ferman gereğince vilâyette nüfus sayımı yapılmış, ayrıca doğum, ölüm, başka memlekete gitme veya başka yerden Trabzon’a gelme gibi sebeplerle nüfusta meydana gelen değişimin güncellenebilmesi için bir nüfus nazırlığı teşekkül ettirilmiş, 5 Cemaziyelahir 1252 (17 Eylül 1836) tarihli vali kaimmakamı Memiş Paşa’nın buyrultusuyla Trabzon ve Gönye nüfus nazırlığına, şehrin önde gelen bilim adamı ve hukukçularından Mahmud Kâşif Efendi atanmıştır3. Yapılan bu sayıma göre Canik sancağı hariç olmak üzere Trabzon vilâyetinin nüfusu hakkındaki bilgiler Tablo-1’de gösterilmiştir. 2 3 Trabzon Şer’iye Sicilleri (TŞS), 1963, 32/b-33/b. Fermanda da belirtildiği üzere nüfus sayımı Trabzon’da gecikmiş olup, Karal’ın yukarıda belirtilen eserinde, muhtemelen bütünlük oluşturması maksadıyla Trabzon sayımı da diğer vilâyetlerle birlikte zikredilmiş, böylelikle bu sayımın da diğerleriyle aynı tarihte yapıldığı gibi bir görüntü ortaya çıkmıştır. TŞŞ, 1964, s.20/b. 118 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Tablo-1. 1250 (1834) nüfus sayımına göre Trabzon sancağının nüfusu Kaza Müslüman erkek nüfus Cizye mükellefi gayrimüslim Trabzon merkez kazası Vakfıkebir ve sagir kazası Polathane kazası Yorma (Yumrenek) Tonya kazası Sürmene Of Gönye sancağına bağlı kazalar Rize ve Hemşin kazaları Giresun ve Keşap Görele kazası Canik dışında kalan Trabzon kazaları Toplam Canik sancağı kazaları 6 300 5 962 8 432 6 755 1 910 12 985 18 940 20 532 30 547 8 785 3 973 125 121 40 935 14 803 Toplam 166 056 26 234 11 431 Kaynak: Karal, İlk Nüfus Sayımı, 1931, s.177. İlk nüfus sayımında sadece erkeklerin sayılması ve gayrimüslimlerin topluca zikredilmesi yüzünden tebliğimize konu olan dönemde Trabzon’da yaşayan Ermeni sayısını sağlıklı şekilde tespit edememekteyiz. Ancak bir fikir edinebilmemiz için bu döneme yakın yıllara ait veriler kullanmak mümkündür. İncelediğimiz döneme en yakın nüfus istatistiklerini 1286/1869 yılına ait Trabzon vilâyet sâlnamesinden elde etmekteyiz4. Bu sâlnameye dayanarak hazırladığımız Tablo-2’deki bilgilerden hareketle Gregorian ve Katolik Ermenilerin toplam nüfus içindeki oranı % 4’ten azdır. 4 Trabzon Vilâyet Sâlnamesi, Trabzon 1286. 119 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo.2 Trabzon kaza ve nahiyelerinin nüfus yapısı (1286/1869) Trabzon sancağı Kaza ve nahiye adı Köy sayısı Hane (gm) Hane (m) Hane yekûn Trabzon şehir merkezi - 1 524 2 624 4 148 Erkek nüfus Katolik 397 Ermeni Rum İslâm Yekûn 1 254 1 776 5 753 9 180 Akçaabad nahiyesi 95 1 046 3 316 4 362 - 1 385 2 433 12 835 16 653 Yomra ile Vakfısagir nahiyesi 52 1161 2 214 3 375 - 1 514 2 455 7 512 11 485 Maçka nahiyesi 60 1 906 1 627 3 533 - 276 6 307 4 774 11 357 106 - 4 058 4 058 - - 15 711 15 711 Giresun kazası 35 679 1 937 2 616 - 225 2 866 6 809 9 900 Akköy nahiyesi 31 595 2 042 7 627 - 38 1 300 6 556 7 894 Keşap nahiyesi 31 206 1 577 1 872 - - 990 6 376 7 366 Bucak kazası 55 933 2 511 3 444 - 1 445 2 299 7 663 11 407 Ulubey ile Hapsemana nahiyesi 85 193 2 011 2 503 - 808 1 221 6 136 8 165 Aybastı nahiyesi 37 143 983 1 126 - 630 3 677 4 307 Perşembe nahiyesi 41 105 1 486 1 591 - 149 5 323 5 766 Rize kazası 126 76 6 719 6 795 - - 209 26 965 27 124 Kuraiseba 24 - 1 703 1 703 - - - 5 765 5 765 Tirebolu kazası 79 140 4 557 4 897 - 205 1 707 6 346 8 258 Görele nahiyesi 54 13 2 651 1 644 - 32 - 9 285 9 317 108 88 6 000 6 088 - 358 22 825 23 183 63 612 4 530 5 142 - 1 823 15 353 17 265 1 082 10 519 52 846 63 365 7 565 26 523 175 664 210 149 Köy sayısı Hane (gm) Hane (m) 31 730 Tonya ile Vakfıkebir nahiyesi Of kazası Sürmene nahiyesi Toplam - 294 89 397 Gümüşhane sancağı Kaza ve nahiye adı Gümüşhane kazası merkezi 120 1 312 Hane yekûn 2 042 Erkek nüfus Katolik - Ermeni 567 Rum İslâm 820 3 240 Yekûn 4 627 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Kokas (Kavkas) nahiyesi 36 200 820 1 020 - Yağmurdere nahiyesi 17 - 300 300 - Kelkit kazası 63 470 2 698 3 168 - Şiran nahiyesi 96 152 1 077 1 229 - Torul kazası 74 4 300 2 500 6 800 - Kürtün nahiyesi 49 219 1 600 1 819 - 366 6 071 10 307 16 378 - Kaza ve nahiye adı Köy sayısı Hane (gm) Hane (m) Maden-i Kâbi ile birlikte Samsun kazası 100 2 910 2 220 5 130 Kavak nahiyesi 77 116 1 840 Ünye kazası 71 880 Fatsa nahiyesi 87 Bolaman nahiyesi Toplam 329 1 189 1 731 514 514 744 7 258 8 063 621 13 991 4 612 90 8 700 4 238 13 028 - 657 5 087 5 744 1 047 11 755 25 517 38 319 - 213 - 61 - Canik sancağı Hane yekûn Erkek nüfus Katolik Rum İslâm - 61 12 677 6 379 19 117 1 956 - 10 562 5 609 6 181 3 324 4 203 - 1 253 1 501 10 972 13 726 142 2 912 3 054 - 292 284 10 717 11 293 42 136 1 144 1 280 - 164 400 3 940 45 041 Karakuş nahiyesi 35 - 758 758 - - 3 509 3 509 Niksar nahiyesi 116 295 2 020 2 315 - 665 648 6 637 7 950 Bafra kazası 119 1 559 3 010 4 569 - 243 6 731 10 774 17 748 Alaçam nahiyesi 41 361 1 386 1 747 - - 853 4 564 5 417 Çarşamba kazası 119 1 586 7 614 9 200 - 4 034 1 356 26 763 32 153 Terme nahiyesi 55 149 2 940 3 085 - 669 107 9 681 10 457 862 8 134 29 167 37 301 7 391 25 119 99 545 132 055 Köy sayısı Hane (gm) Hane (m) Batum kazası 26 50 Çürüksu nahiyesi 16 Toplam Ermeni - - Yekûn Lazistan sancağı Kaza ve nahiye adı - Hane yekûn Erkek nüfus Katolik Ermeni Rum İslâm Yekûn 1 370 1 420 - - 41 4 206 4 247 1 382 1 382 - - - 3 518 3 518 121 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Acara-i Sufla nahiyesi 34 - 1 926 1 926 - - - 5 131 5 131 Acara-i Ulyâ nahiyesi 20 - 1 827 1 827 - - - 5 799 5 799 Livana kazası 73 378 4 689 5 067 - 16 373 17 942 Maçahel nahiyesi 26 - 1 309 1 309 - - - 2 955 2 955 Arhavi nahiyesi 34 - 2 288 2 288 - - - 6 521 6 521 Hopa nahiyesi 23 - 1 261 1 261 - - - 4 496 4 496 Gönye nahiyesi 20 - 1 533 1 533 - - - 5 547 5 547 Atina nahiyesi 26 - 2 346 2 346 - - - 4 119 4 119 Hemşin nahiyesi 32 24 1 543 1 567 - - 5 869 5 957 330 452 21 474 21 926 1 261 396 41 64 534 66 232 2 640 25 176 113 794 138 970 1 658 16 399 63 438 365 260 446 755 Toplam GENEL TOPLAM 1 261 308 88 Kaynak: Trabzon Vilâyet Sâlnamesi, 1286, s.64-67. Bu noktada tartışılması gereken ilk husus devletin resmî kayıtlarının güvenilirlik derecesidir. Resmî kayıtlara mutlak surette güvenmemizi engelleyen teknik hususlar bulunmaktadır. Özellikle isimlerinin resmî kayıtlara geçmesini engellemek maksadıyla ahali arasında bazı gayrikanunî yollara başvuranlar bulunmaktaydı. Devletin temel politikası da kayıtlara geçmeyen tek bir ferdin kalmaması idi. Nitekim Evail-i Rebiülahir 1250 (Temmuz 1834 ortaları) tarihinde yollanan nüfus sayımı ile ilgili fermanda tek bir ferdin dahi gizletilmemesi, bu konuda ihmalkârlığı olanların şiddetle cezalandırılacakları ifade edilmekteydi. Resmî politikanın bu derece titizlikle ifade edilmesine rağmen, bazı kişilerin yerini yurdunu terk etmek, rüşvet veya iltimas gibi yollarla böyle bir kanunsuzluğu gerçekleştirmiş olabileceği her zaman ileri sürülebilir. Yalnız burada devletin herhangi bir cemaatin nüfusunu gizletmeye yönelik bilinçli ve farklı niyetlere dayalı bir politikası olmadığını açıklıkla söyleyebiliriz. Zira Müslümanlar için askerlik ve vergi, gayrimüslimler için de vergi meseleleri açısından gerçek nüfus bilgilerinin bilinmesi daima büyük önem taşımaktaydı. Devrin gözlemcileri de Trabzon’daki nüfusun ezici ölçüde Müslüman çoğunluğuna dayandığını belirtmektedirler. Nitekim Fallmerayer, 1840’larda gördüğü Trabzon’u koyu Türk şehri olarak nitelendirdikten sonra, ziyaret ettiği din adamlarından aldığı bilgiye göre şehrin nüfusu 122 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM hakkında bazı bilgiler vermektedir. Verdiği bilgilerin özellikle Hıristiyanlar ile ilgili kısmının güvenilir olduğunu onun şu ifadeleri göstermektedir: Metropoldeki her ‘Romalı’ evin nereli olduğunu, gücünün ne kadar olduğunu, zenginlik derecesinin, mesleğinin ne olduğunu ve kiliseye ne derece sıcak baktığını Trabzon’daki başpiskopos da kesin olarak belirtebilecek durumdaydı. Hıristiyan Trabzon’un Türklerden önceki sakinlerinden bir aile bile kalmadığını söylüyor, şimdiki 400 aileyse Akçaabat, Sürmene, Of, Rize, Tirebolu, Giresun gibi komşu yerlerden ve özellikle de dağlarda büyük ölçüde Hıristiyan kalmış olan Kaldiya’dan peyderpey şehre gelmiş. Bu aileler göç zamanına ilişkin anıları gibi ilk memleketlerine ait anılarını da babadan oğula aktararak her yerde muhafaza etmişlermiş; her aile nereden geldiğini biliyormuş, ancak hiçbiri Trabzon’da kaldığı iki yüzyıldan daha gerilere gitmiyormuş5. Devletin temel politikası; Müslüman ya da gayrimüslim olsun nüfusun artışını sağlamak ve mümkün olduğu kadar nüfusun yerinde kalmasına, yatay hareketliliğin olabildiğince sınırlı düzeyde olmasına önem vermek idi. Zira büyük ölçüde kırsal kesimlerde oturan nüfusun, göçler sebebiyle belli bölgelerde toplanması göç alan merkezlerde işsizlik, iaşenin temininde zorluk, barınma problemleri ve asayiş meselelerini beraberinde getirmekteydi. Belli köy veya kasabaların boşalması halinde oralardaki üretim kapasitesi düşeceği gibi hem de bölgenin harabiyeti gibi bir sonuç ortaya çıkacaktı. Bu açıklamalar ile şu hususlara açıklık getirmek istemekteyiz: 1-Ermeni nüfusun sayısının tam olarak gösterilmesini engelleyen bir devlet politikası yoktu. Şayet bu konuda bir takım yanlışlıklar var ise bu tamamen idarenin nüfus sayımındaki veya tespitindeki teknik yetersizliklerinden kaynaklanmaktaydı. Üstelik bu durum sadece gayrimüslimler ile ilgili olmayıp Müslümanlar için de söz konusu idi. Hatta denebilir ki, Müslümanların nüfusu konusundaki eksiklikler veya yanlışlıklar gayrimüslimlerinkinden daha fazlaydı. Zira gayrimüslim çocukların doğdukları andan itibaren kayda geçirilmesi ve kilisede vaftiz edilmeleri, kilise defterlerine dayalı nüfus istatistiklerini daha sağlıklı kılabilmekteydi. Hâlbuki Müslüman çocuklarının mutlaka kaydedilmelerini gerektiren dinî bir hüküm mevcut değildi. 2-Osmanlı Devleti’nin temel politikası nüfusun çoğaltılması idi. Bu konuda Müslim-gayrimüslim nüfus ayrımı yapılmadığını söylemek müm5 Jakop Philip Fallmerayer, Doğu’dan Fragmanlar, Çeviren Hüseyin Salihoğlu, Ankara 2002, s.42, 57-58. 123 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kündür. Bundan dolayıdır ki, Osmanlı Devleti’ne iltica eden her dinden veya mezhepten insana ya da topluluklara hiç tereddüt etmeksizin gereken müsaade verilmiş idi. Dolayısıyla devletin belli bir cemaatin nüfusunu azaltmaya veya az göstermeye dayalı sistematik bir tutumu bulunmamaktaydı. 3-Trabzon’daki nüfusun dönemlere göre değişmesinde en önemli etken tamamen bireysel veya ailevî tercihler idi. Dışarıdan gelip Trabzon’da yerleşen veya Trabzon’dan başka yerlere gidip yerleşenlerin bu tercihlerinde çoğunlukla ekonomik sebepler başta gelmekteydi. Toplu göçler daha çok kıtlık, iç isyan, savaş gibi olağanüstü olaylardan kaynaklanmaktaydı. Böyle durumlarda göç edenlerin sadece gayrimüslim olmadıklarını da ifade etmek gerekir. Osmanlı tarihinin değişik dönemlerinde bu tür yer değiştirmelere yer yer rastlanmaktaydı. İster Müslüman ister gayrimüslim olsun devlet, bu şekilde göç edenleri yurtlarına geri döndürmek için öncelikle gönüllülüğe dayalı teşvikler icra etmekte, gerektiğinde de zecrî tedbirlere başvurmaktaydı. Osmanlı şehirlerinde halkın mahallelere yerleşimi söz konusu olduğunda, Avrupa şehirlerinde görüldüğü şekilde azınlıkta olanların gettolara hapsedilmesi gibi bir uygulama söz konusu değildi. Şüphesiz Müslümanların veya gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu mahalleler vardı. XIX. yüzyılın ilk yarısında Trabzon’da sayıları 30-32 arasında değişen mahallelerin bir kısmı tümüyle Müslümanlarla meskûn iken büyük çoğunluğu karma idi. Türk mahalleleri olarak bilinen Ortahisar, Şirin Hatun, Pazarkapı, Bayram Bey, Muhyiddin mahallelerinde Ermeni veya Rum evlerinin olduğunu görmekteyiz. Bir Müslümanın evinin bir tarafında Rum kilisesi, diğer tarafında bir Ermeninin evi, üçüncü tarafında bir Müslümanın evi, dördüncü tarafında da bir Rumun evinin bulunması istisnai bir özellik sayılmazdı6. 6 Meselâ Kemerkaya mahallesinde bulunan Dimitri veledi Todor’un bir komşusu Molla Ömer idi. Dimitri bir gün gelip de mülkünü sattığında müşteri olarak bir Müslümanı tercih etmiştir. TŞS, 1946, 16/b-17/a. Kemerkaya mahallesinde bulunan bir Müslüman evinin bir tarafında Dimitri adlı bir gayrimüslim, diğer tarafında ise kilise bulunmaktaydı. TŞS, 1947, 20/b. Muhyiddin mahallesindeki bir Müslümanın iki komşusu Müslüman diğeri ise Hıristiyan idi. TŞS, 1947, 23/a. Müslüman mahallesi olarak bilinen Ortahisar ve Amasya mahallelerinde de bazı zımmî ailelerin kiracı olarak oturdukları görülmektedir. TŞS, 1947, 24/a. Müslüman bir iş adamının kuyumcular çarşısında bulunan dükkânının bir tarafında şehrin ileri gelen ailelerinden biri olan Şatırzadeler’in dükkânı, diğer tarafında ise kuyumcu Lazar’a ait işyeri bulunmaktaydı. TŞS, 1949, 24/a. Rastgele olarak verdiğimiz bu birkaç misâle benzer çok sayıda örnek bulunmaktadır. 124 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Beş-altı mahallenin (Aya Gorgor, Aya Vasil, Ayor, Aya Yorgi, Frenkhisarı) ise özellikle gayrimüslimlere ait olduğu anlaşılmaktadır. Ermeniler ya da genel olarak zımmîler, Müslüman mahallesi sayılan bir alanda değilse ev inşası konusunda hiçbir sıkıntı veya kısıtlama ile karşılaşmazdı. Bununla beraber özellikle Müslümanların aleyhine olabilecek durumlarda bazı kısıtlamaların teorik olarak var olduğunu söyleyebiliriz. Meselâ bir Müslüman evini satmak istediğinde, şayet buna bir gayrimüslim talipli ise, mahalle imamının veya diğer Müslüman komşularının duruma müdahale ederek, öncelikle o evi satın alabilme yetkisi vardı. Yine belde hakiminin ev sahibini, mülkünü gayrimüslime satmaması konusunda icbar edebilme yetkisi şer’an mevcuttu. Bu uygulamanın pratikte ne derece dikkate değer olduğunu bilemiyor isek de, kayıtlarda Müslüman mahallesi diye bilinen alanlarda gayrimüslimlerin mülk sahibi olmalarından hareketle söz konusu kısıtlamanın pek de dikkate alınmadığı söylenebilir. Bu tür satış işlemlerinde ihtilaflar görülmekteyse de Müslümanların itirazları çoğunlukla evin bir gayrimüslime satılmasına değil, o mülke ait verginin Müslümanlarla birlikte mi, yoksa gayrimüslimler ile birlikte mi ödeneceği konusundan kaynaklanmaktaydı. Meselâ 5 Recep 1258 (12 Ağustos 1842) tarihli bir kayıtta, Muhyiddin mahallesinden bir grup mahkemeye müracaat ederek, mahallede bulunan ve Muratbeyzade evi olarak tanınan mülkün sahibi olan Ermeni Makar veledi İstefan ve kahyası Babi Avanes adlı kimselerin emlâk vergisini Müslümanlarla birlikte ödemeleri gerekirken bundan kaçındıklarını ifade edip dava açmışlardır. Davacı Müslümanlar bu evin eskiden beri bir İslâm hanesi olduğunu, hatta 50-60 sene önce Karaağaçlı Osman Efendi adlı birinin burada oturduğunu, bu yüzden haneye ait vergi hissesinin adı geçen Ermeninin kendileriyle birlikte ödemesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Ermeni İstefan ise bu evi Dimitri adlı bir zımmîden aldığını belirterek talebi reddetmiştir. Şahitleri dinleyen hâkim, bu evin eskiden beri İslâm hanesi olduğuna hükmederek usûl-u belde üzere be-kadim ehl-i İslâm hanesi olup muahharan reaya yedine geçen menzillerin hisse-i tekâlifi İslâm tarafına verilmek mutad-ı kadim idüğüne binaen hane-i mezbûrenin hisse-i tekâlifi mahalle-i mezkûre İslâm tarafına verilmesi iktiza eder diye karar vermiştir7. Buradaki ihtilaf bir Ermeninin Müslüman mahallesinde ev satın alması veya Müslümandan ev alması değildir. Zaten örnek olarak verdiğimiz 7 TŞS, 1959, 24/b. 125 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER evi bir Müslümandan, önce bir Rum, Rumdan da bir Ermeni satın almıştır. Burada konunun mahkemeye intikal ediş sebebi tamamen vergi ile ilgili bir durumdur. Bu yıllardaki uygulamaya göre bir mahalle halkına tarh edilecek vergi toptan belirlenir ve mahalle sakinleri kendi cemaatleriyle birlikte bu vergiyi öderdi. Eskiden kaydedilen defterlerdeki bilgiler nadiren güncellendiğinden bir ev hangi cemaat adına kayıtlı ise vergi o cemaat hesabına yazılırdı. Dolayısıyla örneğimizde olduğu üzere bir Müslümanın evini bir Hıristiyan satın aldığı zaman, toplu vergi Müslüman cemaat adına çıkacak, dinî sebeplerle evin gayrimüslim sahibi bunu ödemediğinde Müslüman tarafında haksızlık olacaktı. İşte verdiğimiz örnekteki itiraz bu noktada yoğunlaşmaktaydı. Zımmîlerin Müslüman mahallesinde daha yüksek ev yapmaları durumunda, şikâyet olduğu taktirde, bu evin yüksek olan kısmı mahkeme kararıyla yıktırılabilir ya da Müslümanlara satılırdı8. Benzer şekilde Müslümanların iş yerlerinden daha yüksek olarak inşa edilen dükkânların da Müslüman esnaf tarafından şikâyet edilerek engellendiğini görmekteyiz9. Müslümanların bu tür konularda şikâyetçi olmalarının, dinî bir gayretten ziyade komşuluk çekişmesi, kıskançlık, ihtiras gibi beşeri duygularla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Zira şikâyetlerin olmadığı hallerde yerel yönetimlerin bu işlere pek müdahaleci olmadığını görmekteyiz. Osmanlı Devleti’nde her bir cemaat, kendilerini devlet nezdinde temsil ve idare eden liderlerini usûllerince seçmekte, Padişah da tayin etmekteydi. Seçilen bu kişiler cemaatin hem dinî, hem de idarî lideri olarak devlete karşı sorumlu idi ve kendileri milletbaşı diye anılmaktaydı. Taşrada da milletbaşına bağlı olmak üzere yönetici kadrolar bulunmakta olup meselâ Trabzon’daki, Ermenilerin ve Katoliklerin cemaat reisi murahhasa (piskopos) unvanlı kişi idi10. Bu cemaatlerin idarî işlerini de kethüda denilen biri yürütmekteydi. Trabzon’daki gayrimüslimlerin işleriyle ilgilenmek, çeşitli meselelerini çözmek, devlet tarafından kendilerine bildirilen emir ve yükümlülükleri iletmek üzere, şehrin ileri gelenlerinden biri subaşı unvanıyla görevlendirilirdi. Reaya subaşısı valilikçe tayin olunmaktaydı. İki örnek verelim: Vali Yusuf Paşa, 15 Şevval 1210 (23 Nisan 1796) tarihli buyrultusuyla Şatırzade Osman Ağa’yı, Trabzon Ayânlığı görevine ilâve olarak reaya subaşılı8 TŞS, 1972, 78/b (13 Ramazan 1261). 9 TŞS, 1972, 80/b (27 Ramazan 1261). 10 Belgelerde geçen murahhasa kelimesinin murahhas olabileceği düşünülmüş ise de, bir yazım yanlışı olmadığını gösterecek biçimde pek çok yerde murahhasa tabiri geçmektedir. 126 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM ğına tayin etmiş ve olageldiği üzere reayanın yönetilmesini emretmiştir11. Yine Trabzon eyaleti Mütesellimi Mehmed Emin tarafından Trabzon’daki Rum ve Ermeni kethüdalarına yazılan bir buyrultuda; 3 Cemaziyelevvel 1215 (22 Eylül 1800) Pazartesi gününden itibaren üzerlerine subaşı olarak Hacı Kahramanzade Ahmet Ağa’nın tayin edildiği ifade edilerek, mutad-ı kadim üzere adı geçen marifetiyle idare olunacakları kendilerine bildirilmiştir12. Vilâyetteki Ermeni veya Katolik cemaatin idarî ve kazaî bakımdan sahip oldukları haklar ülke genelindeki uygulamayla eş düzeyde idi. Vilâyetteki cemaat sorumlularına verilen yetkilerde dikkat edilen esas nokta; her türlü faaliyet, karar ve uygulamalarda kendi âyinlerinin gereğine göre hareket etmeleriydi. Murahhasanın emrindekiler, onun, ancak âyinlerinin kurallarına uygun olan doğru sözlerine itaat edeceklerdi. Cemaatin sorumlusu olan kişi, dinî-mezhebî kuralları tümüyle uygulamakla görevli idi. Aynı zamanda cemaatlerinin devlet ile ilgili işlerinde, meselâ vergilerin toplanmasında, kiliselere ödenmesi gereken aidatların tahsilinde esas yetkili idi. Görevlerini yaparken kendisine herhangi bir şekilde kanunsuz olarak yapılacak müdahaleler yasaklanmakta, Osmanlı memurlarının türlü bahanelerle onlardan maddî çıkar sağlamaları, birilerini kayırmaları, dinî törenlerin yapılış şekline çeşitli mülahazalarla müdahale etmeleri önlenmekteydi. Kadıların önemli görevlerinden biri de bu konularda cemaat idarecilerinin faaliyetlerini kolaylaştırıcı tedbirler almaktı. Gayrimüslimlerin tâbi oldukları statü, devletçe tanınan hak ve imtiyazlar, ölüm, istifa veya azil gibi sebeplerle metropolit ya da murahhasa değişiminde tekrarlanmaktaydı. Devletin resmî uygulamasında bu konuların nasıl yer aldığına dair örnek olmak üzere Trabzon Ermeni cemaati yönetiminde yapılan değişiklikle ilgili iki fermanı özetlemekte yarar bulunmaktadır. Birinci fermanın tarihi 6 Safer 1250 (14 Haziran 1834)’dir13. Ferman; murahhasa atanmasının usûl ve esasları, murahhasaların cemaati temsil yeterliliği, bu şahısların hak ve yetkileri hakkında ayrıntılı bilgilere yer vermesi sebebiyle önemli bir belge durumundadır. Bahsedilen ferman İstanbul ve Tevâbi-i Ermeniyân Patriği İsteban tarafından Divan-ı Hümayun’a takdim edilen mühürlü bir mektup üzerine hazırlanmıştır. Patrik İsteban’ın mektubunun içeriğinde, Patrikliğe bağlı olan Trabzon ve Tevâbi-i Ermeni murahhasası Kirkor’un ölümü 11 TŞS, 1945, 50/a. 12 TŞS, 1947, 82/a. 13 TŞS, 1963, 30/a-b. 127 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER üzerine yerine yine Ermeni rahiplerinden olan Avanes’in atanması istenmektedir. İsteban Efendi, Avanes’i murahhasalık ile ilgili işleri ve reayanın meselelerini halletmekteki yeterliliği dolayısıyla teklif ettiğini belirterek kendisine verilecek beratta göreviyle ilgili ayrıntıların da yazılmasını talep etmektedir. Bu mektup üzerine hükümet görevlileri tarafından, hazine-i âmirede muhafaza edilen piskopos mukataası defterlerinde yapılan araştırma neticesinde, Trabzon ve Tevâbi-i Ermeni murahhasalığının Kirkor’a fermanla ve on iki bin akçe resm-i peşkeş ile verildiği tespit edilmiştir. Fermanda belirtildiğine göre, bu tür murahhasalıklara tahammül edecekleri miktarda peşkeşin ödenmesinden sonra beratın verilmesi devrin usûlü gereği idi. Nihayet belirtilen resm-i peşkeşin nakit olarak hazine-i âmireye teslim olunduğuna dair ruznamçe kaleminden suret verilmesinden sonra, 1 Safer 1250 (9 Haziran 1834) tarihinden geçerli olmak kaydıyla, Rahip Avanes, Trabzon ve Tevâbi-i Ermeni murahhası olarak atanmıştır. İkinci ferman ise 2 Cemaziyelevvel 1252 (15 Ağustos 1836) tarihli olup İstanbul ve Tevâbi-i Katolikân Patriği Karabet tarafından Divan-ı Hümayun’a takdim edilen mühürlü bir arzuhal üzerine, Patrikliğe bağlı olan Trabzon ve Gümüşhane civarı Katolik murahhasası Ohannes oğlu Körh (Kirk?) adlı rahibin görülen lüzum üzerine azlolunup yerine yine Katolik rahiplerinden Ohannes oğlu Sihak (İshak?)’ın atanması talebi üzerine hazırlanmıştır14. İçerik olarak birbiriyle ilgili olan bu iki fermandan hareketle hem Gregorian hem de Katolik Ermenilerinin başına murahhasa olarak atanan rahiplerin görev ve yetkileri ile cemaatlerinin hakları şu şekilde sıralanabilir: 1- Murahhasalığa tâbi yerlerdeki büyük-küçük bütün Ermeniler tayin edilen şahsı murahhasa olarak tanıyacaklardır. 2- Bölgedeki bütün Ermeniler âyinleriyle ilgili konularda murahhasanın doğru olmak kaydıyla verdiği emirlere itaat edeceklerdir. 3- Murahhasalığa tâbi yerlerde azil ve tayini gereken papazları, yine âyinlerine uygun olmak şartıyla kendisi tayin ve azl edecek, başkaları tarafından müdahale olunmayacaktır. 4- Köy papazları Ermeni geleneğine aykırı nikâh kıyamayacaklardır. 5- Bir Ermeni kadın kocasından kaçsa veya bir erkek evlenmek istese ya da evli ise karısından boşanmak istese, murahhasadan veya onu tayin ettiği vekillerinden başka kimse karışmayacaktır. 14 TŞS, 1964, 19/b. 128 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM 6- Nikâh kıyılması veya fesh edilmesi gibi tartışmalı konularda iki zımmînin arasını düzeltmek üzere âyinlerine göre kiliselerinde yemin verdirilmesi gibi durumlarda ehl-i örf taifesi taraflarından müdahale olunmayacaktır. 7- Murahhasalığa tâbi yerlerde varis bırakmadan ölen karabaşların, papazların ve keşişlerin patriğe ait terekelerine, eskiden olageldiği üzere murahhasa Patrik namına el koyduğunda, beytülmal ve kassam görevlileri ve diğer ehl-i örf taraflarından müdahale olunmayacaktır. 8- Ölen Ermeni karabaşları, keşişeleri ve sair Ermenilerin kendi âyinleri üzere kiliseleri fukarasına, patriğe ve murahhasaya her ne vasiyet ederler ise makbuldür. 9- Ermeni ruhbanlarından bazıları mahalle mahalle gezip fesada yol açtıklarından, bunlar murahhasa marifetiyle engellenecektir. 10- Eskiden beri kendi âyinleri üzere kiliselerine ait bağ, bahçe, çiftlik, değirmen, ayazma, tarla, manastır ve sair bunun emsali kiliselere ait vakıf eşya ve davarlara, bundan evvelki murahhasa olan kişiler ne şekilde tasarruf ede gelmişler ise yeni tayin edilen murahhasa da o şekilde tasarruf edip başka hiçbir fert müdahale etmeyecektir. 11- Murahhasanın evinde ve diğer evlerde İncil okunması âyinlerine aykırı değildir. Çeşitli bahaneler ileri sürülerek âyinlerine müdahale ve taciz yasaktır. Rüşvet almak amacıyla vali ve diğer görevliler tarafından bu tarz müdahaleler şeriata ve hakka aykırı olup kendilerine bağırılması ve küfredilmesi yasaktır. 12- Kendilerine tahsis kılınan kilise ve manastırlar, cemaatin zapt ve tasarrufunda olacak; yöneticiler teftiş gerekçesiyle cemaati rencide etmeye ve cezalandırmaya teşebbüs etmeyeceklerdir. 13- Zımmî taifesinden bazıları âyinleri üzere nikâh kıyılmasını istediklerinde, başka yerlere vardıklarında ayrıca nikâh kıyılmayacaktır. Zengin olan kimseler, mezhebin prensiplerine aykırı olarak şu avreti şu zımmîye nikâh eyle diye papazlara zulmetmeyeceklerdir. 14- Murahhasalık tarafından dinî kurallara uymadıkları gerekçesiyle bazı kimselere âyinlerden uzaklaştırma cezası verildiğinde, buna kadılar, naipler ya da başkaları tarafından müdahale ve taarruz olunmayacaktır. Fermanda eskiden müdahalenin olduğu belirtilerek, artık böyle davranışların yasak olduğu ifade edilmektedir. 129 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 15- Âyinlerine muhalif harekette bulunan ve böyle iken ölen zımmîlerin, cenaze törenlerini papazların yapmamalarının dinî bir ilke olduğu hatırlatılarak böyle durumlarda kadılar, naipler ve diğer zabıtlarla zengin kimselerin papazlara siz kaldırın diye zorlamalarda bulunmaları yasaktır. 16- Başkasının borcu için kilise ve manastırların eşyasına hiçbir taraftan el konulmayacak ve rehin alınmayacaktır. Şayet alınmışsa mahkeme marifetiyle geri verilecektir. 17- Murahhasanın yetkisine bazı zengin kimselerin müdahale ederek şu papazı falan mahalle gönder veyahut şu kiliseyi şu papaza ver diye baskı yapmaları yasaktır. Murahhasa işleri sebebiyle İstanbul’a geldiğinde yerine vekil bırakacağı rahibe ehl-i örf taifesi taraflarından kesinlikle karışılmayacaktır. 18- Murahhasanın, hazine için gerekli vergileri tahsili etmek amacıyla yolladığı adamlarına, gezdikleri sırada kıyafet değiştirmelerine ve eşkıyadan korunmak maksadıyla silâhlanmalarına, yöneticiler tarafından müdahale olunmayacak, aidat ve hediye namıyla kanunlara aykırı bir şey istenmeyecektir. 19- Murahhasanın, papazların, vekil ve adamlarının şer’-i şerîfle ilgili her ne çeşit davaları olur ise Divan-ı Hümayun’dan başka yerlerde görüşülmeyecektir. Mahkeme kararıyla zabıt tarafından alıkonulması lâzım gelen papazlar, keşişler ve keşişeler murahhasa tarafından alıkonacaktır. 20- Bir zımmînin kendi rızası yok iken, kimse cebren Müslüman etmeyecektir. 21- Kiliseye ait eşyalardan gümrük kapılarında ve iskelelerde vergi istenmeyecektir. 22- Murahhasanın kendi geçimi için hasıl olan bağların mahsulleri ile sadaka maksadıyla zımmîlerin vere geldikleri şıra, yağ, bal ve diğer eşyalar getirildiğinde, iskele ve gümrük kapılarındaki eminler ve adamları, gümrük vergisi, baç vesaire istemeyeceklerdir. 23- Zımmî tâifesinin senelik olarak ödemeleri lâzım gelen vergilerinin ödenmesinde tereddüt ettirilmeyecektir. 24- Murahhasanın ve papazların azl ve sürgün edilmesini isteyen, müşir paşalardan, kadılardan ve naiplerden yazı geldiğinde işin içyüzü açığa çıkıp doğruluğu kesinleşmedikçe dinlenmeyecek; bu hususta ferman dahi çıkmış olsa itibar ve icrâ olunmayacaktır. 130 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM 25- Murahhasalığa tâbi yerlerdeki kilise, manastır ve ziyaretgâhlarda âyin icrasına ve ölülerinizi siz şöyle kaldırırsız, böyle okursuz gibi bahanelerle kimse müdahale etmeyecektir. 26- Murahhasa ile adamlarının bindikleri beygir ve katırları, ulak, asker ve diğerleri tarafından alınmayacaktır. 27- Oturduğu konağa, yöneticiler tarafından misafir konulması için konak teklifi yapılmayacaktır. 28- Elbise ve kıyafetine kimse karışmayacak, kendilerine mahsus olan asasını elinde taşımasına vali, mütesellim, voyvoda, nazır, mütevelli, subaşı ve köy zabıtları taraflarından engel olunmayacaktır. 29-Murahhasa, fermanda belirtilen şartlar doğrultusunda cemaatini serbestçe idare edecek, bu hususta hiçbir sebeple kendisine engel çıkarılmayacaktır15. Burada belirtilen hükümlere riayet konusunda devletin yerel birimlere sık sık uyarıcı yazılar gönderdiğini ve gayrimüslimlere verilen hakların zayi edilmemesi konusunda yetkilileri titiz davranmaya sevk ettiği görülmektedir. Öte yandan genel politikaya paralel olarak Trabzon’da Ermenilerin yeteri kadar mektep, kilise gibi eğitim ve kültür kurumuna sahip oldukları, bu kurumların kendi vakıf kaynaklarına dayanarak ihtiyaç ölçüsünde rahip istihdam ettikleri söylenebilir (Tablo-3). Tablo-3. Trabzon’daki sıbyan mektepleri (1286/1869) Müslüman Rum Ermeni Katolik Sancak Mektep Trabzon Talebe Mektep Talebe Mektep Talebe Mektep Talebe 1 114 31 109 135 3 581 31 641 3 272 Canik 651 12 298 204 5 204 34 803 1 12 Lazistan 495 12 107 1 15 4 109 4 300 Gümüşhane 164 3 422 58 1 276 5 200 2 424 58 936 398 10 066 74 1 853 Toplam -- -8 584 Kaynak: Trabzon Vilâyet Sâlnamesi, 1286, s.70-77. 15 Katolik Ermeni murahhasalığının yetkisi Trabzon’daki Rum metropolitinin yetkileriyle aynıydı. Nitekim önceki metropolitin ölümü üzerine yapılan yeni tayin ile ilgili olarak verilen beratta da hemen hemen aynı ifadeler kullanılmaktadır (15 Safer 1246/5 Ağustos 1830). TŞS, 1960, 31/b-32/a. 131 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Cemaatler, devletin belirlediği kurallara göre ihtiyaç duyulduğunda izin almak şartıyla dinî yapıları usûlü dairesinde tamir ederlerdi. Buna dair çok sayıda mahkeme kararından bahsedebiliriz. Yalnız Osmanlı döneminde kiliselerin tamirinin belirli formalitelere bağlı olduğunu ifade etmeliyiz. Şayet bir yerin halkı kiliselerinin onarılmaya ihtiyacı olduğunu ileri sürerek tamiri için müracaat ederlerse vali tarafından tayin edilen mübaşirin yanı sıra mahkeme naibinin de katılımıyla bahis konusu edilen kilisede gerekli incelemeler yapılarak aslına uygun biçimde tamir edilmesine dair emir çıkardı. Mahkeme kayıtlarında bununla ilgili pek çok örneğe rastlamak mümkündür. Meselâ Gurre Safer 1258 (14 Mart 1842) tarihli mahkeme kaydına göre bir köy halkının talebi üzerine vali tarafından tayin edilen mübaşir ve naip tayin olunan Osman Efendi köye varıp bahsedilen kiliseyi keşf ve muayene etmişlerdir. Buna göre taşçı arşınıyla ölçüldüğünde uzunluğu 12 arşın bir rub’, genişliği 9 arşın bir buçuk rub’ ve yüksekliği 4 arşın iki parmak olan dört duvarı mamur, fakat çatısı tamamen harap ve tamire muhtaç bulunduğu tespit edilmiştir. Keşif raporu çerçevesinde mahkemeden yalnız çatısının eski durumu üzere genişletilmeksizin ve yükseltilmeksizin tamiri yolunda karar çıkmıştır. Bu karar bilâhare valiye arz edilerek tamir için müsaade yazısı yazılmıştır16. Trabzon mahkemesine intikal eden yüzlerce davayı incelediğimizde, Müslümanlarla gayrimüslim gruplar arasındaki ilişkilerde; dayanışma kadar düşmanlık, ortaklık kadar rekabet, uzlaşma kadar inatlaşma olduğunu, yani herhangi bir mahaldeki komşuluk ilişkilerinin bütün unsurlarıyla yaşandığını görmekteyiz. Fakat dinî ayrılıktan kaynaklanan bir tartışma ve mücadele bulunmamakta, ihtilaflar özellikle sosyolojik sebeplere dayanmaktaydı. Fermanlarda dile getirilen bir takım dinî faaliyetlere yönelik müdahaleler ise esasında kanunlara aykırı eylemlerde bulunan bazı yöneticilerin rüşvet, hediye almak sevdasına dayanmaktaydı. Böyle durumlarda ise Müslüman ve gayrimüslim grupların ortak şikâyetçiler olduklarını görmekteyiz. XIX. yüzyılın ilk yarısında Trabzon şehrinde bütün cemaatlerin muhtelif mahallelerde karışık olarak yaşadıkları, komşuluk yaptıkları, birbirle16 TŞS, 1968, 25/a. Başka bazı örnekler için bkz. Trabzon’da bulunan Katolik Kilisesi’nin tamirine izin verilmesi hakkında İstanbul’dan gelen ferman. Evasıt-ı Muharrem 1252. TSŞ, 1964, 17/b. Yomra Hocdimesya köyündeki kilisenin aslına uygun biçimde tamiri için mahkemece hazırlanan 6 Safer 1257 tarihli ilam gereğince kilisenin aslına uygun olarak tamirine dair verilen 7 Safer 1257 tarihli müsaade için bkz. TSŞ, 1966, 13/b-14/a. Hristo mahallesindeki Rum kilisesinin tamiri için bkz. TSŞ, 1965, 43/b. 132 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM rinden mülk alıp ticarî ortaklıklara giriştikleri, dinî gruplar arasında birbirlerine mülk satmamak gibi bir taassubun olmadığı, bir Müslümanın malını zımmî erkeğe veya kadına sattığını, komşuları olan Müslümanlardan buna yönelik herhangi bir itiraz gelmediğini, aralarında mülk takası yapabildiklerini, borç-alacak ilişkisi içinde oldukları, bu konuda ihtilaf yaşandığını, kavga ve küfürleşme gibi meselelerden dolayı birbirleri hakkında dava açtıkları; bir gayrimüslimin İslâm mahkemesinde Müslüman biri aleyhinde açtığı ve davasını Müslüman şahitlerin ifadeleriyle kazanabildiğini, kendisini savunmak üzere bir Müslümanı vekil tayin eden gayrimüslimin bulunduğunu17, hatta küçük yaştaki bir zımmî çocuğun her türlü haklarını korumak üzere Müslümanın vasi tayin edilebildiğini görmekteyiz. Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında önemli sayıda dava konusu yapılan anlaşmazlık bulunduğunu da ilâve etmeliyiz. Ancak bu anlaşmazlıkların hemen hiç biri dinî ayrılıktan ve taassuptan kaynaklanmamaktaydı. Tek tük dine, imana küfretme örneğine rastlamış isek de, burada doğrudan dine saldırıdan ziyade, başka sebeplerden kaynaklanan anlaşmazlığın bir yansıması olarak küfürleşmenin olduğunu söylemek mümkündür. Anlaşmazlık konuları ise normalde her mahallede karşılaşılabilen arsa işgali, borcun inkârı, pencerelerin evin harem kısmına bakması, evin saçağından akan suyun komşunun bahçesini veya duvarını tahrip etmesi gibi hususlar idi. Bu kapsamda olarak civar memleketlerden gelip de Trabzon’da ticaret yapan gayrimüslimler, her ihtimale karşı, bir ölüm meydana geldiğinde terekelerini memleketlerindeki varislerine ulaştırmak üzere buradaki dostlarından birini vasi tayin etmekteydiler. Başka yerlerden gelip de Trabzon’da bulunan zımmîlerden kendi dindaşlarından birini vasi tayin edenler olduğu gibi, ikâmet ettikleri han görevlilerini vasi tayin edenler de vardı ki, bu kişiler genelde Müslüman idiler. Gerçekten böyle vefatlar olduğunda söz konusu vasiler, mirasçısı yok zannedilerek terekenin beytülmala intikalini engelleyerek bilâhare bunu sahiplerine ulaştırırlardı18. Müslüman-gayrimüslim ilişkilerinin daha iyi anlaşılması için mahkemeye intikal eden bir davayı özetleyelim: Çömlekçi mahallesinden sagir çocuk Yana, kız kardeşi Sona ve valideleri Ruzme veledi Şayane’nin vekil17 TŞS, 1966, 18/a. 18 Meselâ aslen Kürtünlü olup Trabzon’daki Hacı Yahyazade hanında ticaret için bulunan Haçin adlı Ermeninin vasiyü’l-muhtarı han mültezimi Ahmet Ağa bin Musa Ağa idi. Kürtünlü olup aynı handa bulunan İprit ile Kaspar’ın vasileri de Mehmed Ağa idi. TŞS, 1946, 23/a (28 Rebiyülevvel 1212 ve 29 Rebiyülevvel 1212 tarihli kayıtlar); 1947, 26/a (1 Zilhicce 1213). 133 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER leri olan Şeyh Hasan Efendi bin Mehmed Efendi, aynı mahalleden Haçik Nikola veledi Sava aleyhinde dava açmıştır. Davacı, yedi sene önce Yana ve Sona’nın babaları hayatta iken bir bahçeyi Haçik Nikola’ya 700 kuruşa rehin bırakmıştır. Varisleri şimdi bu parayı Haçik Nikola’ya verip bahçeyi geri almak istemektedirler. Ancak Haçik Nikola, söz konusu bahçeyi 700 kuruşa ilgiliden satın aldığını ve bir sene sonra belirtilen paranın iade edilmesi halinde bahçenin geri verileceğine dair mukavele yapıldığını, fakat geri ödeme gerçekleşmediğinden artık bahçenin kendi malı olduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine vekil Hasan Efendi, davadan yirmi gün önce Haçik Nikola’dan bahçeyi istediğinde onun Bu bahçe 700 kuruş mukabilinde rehindir, o kadar meblağ bana verildiğinde bahçeyi terk ederim dediğini ileri sürmüştür. Bunun üzerine davacıdan söylediklerini ispatlayacak delil istendiğinde, zımmîlerin ileri gelenlerinden olan Dimitri veledi Yana ile Kostantin veledi Filibo, davalının, Bahçe 700 kuruş mukabilinde yedimde rehindir ifadesini kullandığına şahitlik etmeleriyle bu arazinin Yana, Sona ve Ruzme’nin ortak mülkü olduğuna karar verilmiştir19. İsimlerden anladığımız kadarıyla davacı ve davalı Ermeni, davacıların vekili Müslüman, şahitler ise Rum idi. Bir başka deyişle Davacı Ermenilerin vekili olan Müslüman, davalı Ermeniye karşı açtığı davayı iki Rumun şahitliği ile kazanmıştır. İşte Osmanlı sisteminde farklılıklara rağmen bir arda yaşamak bu idi. Daha değişik bir davada ise İskender Paşa mahallesinden Zitar binti Avanes ile validesi, Ovanes’in Rizeli Osman Kaptan’ın yanında çalıştığını ve bu sırada hayatını kaybettiğini ifade ederek ölümünden kaptanı suçlamışlardır. Osman Kaptan, Ovanes’in hastalıktan öldüğünü, cesedi koktuğundan dolayı denize atmak zorunda kaldıklarını ifade ederek kendisinin 145 kuruş parasını mirasçılarına teslim etmek istediğini belirtmiştir. Bu ifadeyi yeterli bulan davacılar belirtilen meblağı alarak davadan vazgeçmişlerdir20. Bir kısım davalarda mahkeme devam ederken araya giren aracıların bir orta yol bulup tarafları uzlaştırdığını görmekteyiz. İskender Paşa mahallesinden Rukiye binti Mehmed, babasından intikal eden eve Kakol adlı zımmînin müdahale ettiğini iddia ile dava açmıştır. Kakol cevabında bundan 12 sene önce Rukiye’nin, şimdi mahkemede hazır bulunan Hacı Hüseyin Efendi’yi vekil tayin ederek bahsedilen mülkteki hissesini diğer hisselerle birlikte kendisine sattığını ve bedeli olan 5 000 kuruşu aldığını 19 TŞS, 1962, 23/a (7 Zilkade 1248). 20 TŞS, 1264, 14/b (17 Şevval 1252). 134 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM ileri sürmüştür. Rukiye bunu inkâr etmiştir. Bu sırada aracıların devreye girmesiyle Kakol’un Rukiye’ye 1 500 kuruş vermesi şartıyla anlaşma sağlanmış ve dava konusu mülkün tamamının Kakol’a ait olduğu tescil edilmiştir21. Aya Vasil mahallesinden Dellâle Şamala diye tanınan Sofiya binti Ovanes bizzat mahkemeye başvurarak Hacı Sahirzade es-seyid el-hac Süleyman Efendi’den davacı olarak üç sene önce aralarındaki alışverişte ona sincap kürkü, çalar saat, kadife, sim kuşak, altın, gömlek gibi çok sayıda mal getirip sattığını, bu satış işlemi sırasında aldatıldığını iddia etmiştir. Mahkemede eşyaların bedel-i misli ile satın alındığına bazı Müslümanlar şahitlik edince tartışmalar büyümüştür. Nihayet aracıların devreye girmesi ile Süleyman Efendi’nin davacıya 1 944 kuruş vermesi şartıyla uzlaşma sağlanmıştır22. Bu meblağ oldukça yüksek bir rakamdır. Böyle bir meblağla sulha razı olduğuna göre gerçekten Şamala’nın dediği gibi Hacı Süleyman Efendi haksızlık yapmıştı. Şüphesiz tartışmalar ve davalar sadece iki kesim arasında cerayan etmemekteydi. Müslümanlarla Müslümanlar arasında olduğu gibi, zımmîlerle zımmîler arasında da çok sayıda dava konusu bulunmaktaydı. Yine birkaç örnek verelim: Muhyiddin mahallesinden Sofiya binti Serendo, mahkemeye bizzat başvurarak komşusu olan Kostanta veledi Braşka’nın kendi evinin duvarına yakın olarak bir kenef inşa ettiğini ve çirkefinin duvara zarar verdiğini ifade ile bunun men edilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine mahkemeden olay mahalline keşif için gönderilen Mevlâna Veli Efendi tarafından şahitler huzurunda yapılan incelemede, gerçekten de bahsedilen kenefin duvara çok yakın inşa edildiği ve zarar verdiği tespit edilerek kenef derhal yıktırılmış, kenefin en az sekiz arşın (yaklaşık altı metre) uzaklıkta yapılması tembihlenmiştir23. Kemerkaya mahallesinden Aleksandri veledi Apostol, Zaharya veledi Şimya’dan davacı olup davalının kendi duvarına birleştirerek yeniden inşa ettiği ve kendi duvarından dört parmak yükselttiği evin çatısından akan suyun duvarına zarar verdiğini; bu fazlalık kısmın yıktırılmasını talep etmiştir. Yapılan keşif neticesinde iddiaların doğru olduğunun tespit edilmesiyle davalının duvarının dört parmaklık kısmının yıktırılmasına karar verilmiştir24. 21 22 23 24 TŞS, 1967, 19/b (19 Cemaziyelevvel 1259). TŞS, 1946, 19/a (11 Muharrem 1212). TŞS, 1947, 19/b (15 Şevval 1212). TŞS, 1968, 88/b (21 Ramazan 1259). Bu tür tartışmalar Müslümanlar arasında da vardı. Meselâ komşusunun yeni inşa ettiği binanın penceresinin kendi evinin harem kısmına bak- 135 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER XIX. yüzyılın ilk yarısında Trabzon’da cemaatler arasındaki en önemli ideolojik tartışma bizzat Ermenilerin kendi aralarında cerayan etmekteydi. Farklı din ve mezheptekiler arasında çok önemli bir dinî tartışmaya rastlanılmazken, Ermenilerden bazılarının Katolik misyonerlerinin etkisiyle mezhep değiştirmeye başlamaları, ülke çapında olduğu gibi, Trabzon’da da cemaat temsilcileri arasında huzursuzluk kaynağı olmuştur. Osmanlı Devleti 1829’da Fransa’nın baskılarına boyun eğerek Ermeni Katoliklerine millet statüsü verdi ve 1831 yılında da ilk Ermeni Katolik Patriği tayin edildi25. Ermeni Katolik Patrikliği’nin kurulmasının hemen ardından vilâyetlerde murahhasalıklar teşkil edildi. Murahhasalık kurulan yerlerden biri de Trabzon idi. Trabzon şer’iye sicillerinde yer alan ferman ve kayıtlardan Gregorian ve Katolik Ermeniler arasındaki çekişmelerin meydana geldiğini, mezhep değiştirmenin meydana getirdiği sorunların sadece Trabzon ile sınırlı olmadığını, ülke çapında Ermeni nüfusun yaşadığı bütün bölgeleri ilgilendirdiği anlaşılmaktadır. Konu gittikçe bir asayiş ve güvenlik meselesi halini almaya başladı. Nitekim şer’iye sicillerinde yer alan ve Trabzon valisi Osman Paşa tarafından 11 Muharrem 1246 (2 Mayıs 1830) tarihli olarak yazılan yazıdan, bazı Katolik din adamlarının kanunsuz hareketlere yönelmesinden dolayı, daha önce birtakım uzak beldelere sürgün edildiklerini öğrenmekteyiz. Aynı yazıda verilen bu ceza sebebiyle sürgün edilen kimselerin artık terbiye olduklarından bahsedilerek, bundan sonra belirlenen nizama aykırı hareket etmemek ve içlerine başka milletlerden kimseleri karıştırmamak ve hiç birisi Rum, Ermeni ve diğer millet kiliselerine gidip gelmemek, nizama aykırı harekete cesaret edenlere hakkettikleri cezaları vermek ve diğer işleri için kendi mezheplerinden olan papazların çalışmalarına engel olmamak şartıyla affedilmelerine dair ferman çıktığı anlatılmaktadır. Sözü edilen fermanda Trabzon ve havalisinde bulunan Ermeni Katolikleri belirtilen şartlara riayet ve nizama aykırı hal ve hareketten uzak durmak kaydıyla; âyinlerinin icrasına, diğer reayadan ve kendi cinslerinden papazların papazlıklarına müdahale olunmaması ve cemaatin korunması hem adı geçen millet papaz ve kocabaşılarına, hem de ilgililere emredilmiştir26. tığı için kapatılmasını ya da yeni inşa edilen evin saçağının kendi mülküne zarar verdiği için yıktırılmasının talep edildiği görülmektedir. TŞS, 1970, 65/b, 79/b. 25 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Ankara 1996, s.42. 26 TŞS, 1960, 28/a. 136 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Osman Paşa’nın burada söz konusu ettiği ferman Katoliklerin bir millet olarak kabul edilmesinden hemen sonraya rastlamaktadır. Ancak devlet tarafından sağlanan geniş hoşgörüye rağmen elde ettikleriyle yetinmeyen Katolik kilisesinin misyonerlik faaliyetleri, devleti sürekli rahatsız etmekteydi. Bu faaliyetler sonucunda bazı Ermenilerin Katolikliği benimsemeleri iki cemaat arasında şiddetli geçimsizliğe yol açmış, Ermeni Patriği bu meseleden dolayı Katoliklerin faaliyetlerini Sultan II. Mahmud’a şikâyet etmiştir. Bunun üzerine Nisan 1835’te iki taraf arasında mezhep değiştirme yasaklandı27. Trabzon valisine ve kadısına hitaben gönderilen ve Zilhicce 1250’den sonra mezhep değişikliğini önleyen ferman Evasıt-ı Rebiyülahir 1251 (6-15 Ağustos 1835) tarihini taşımaktadır28. Yani yasağın başlamasından dört ay kadar sonrasına rastlamaktadır. Fermanda bu yasağın gerekçesi, kapsamı, nasıl uygulanacağı ile ilgili hususlar şu şekilde izah edilmektedir: Katolik ve Ermeni milletlerinin aralarında olan tartışmadan dolayı bundan böyle Katoliklikten Ermeniliğe ve Ermenilikten Katolikliğe geçenlerin iki taraftan da kesinlikle kabul olunmaması konusunda ferman çıktığından bu kararın Trabzon’da da icrası icap etmektedir. Bundan sonra Ermeni reayasından Katolik Ermeniye geçenler olur ise kabul olunmamasına dair ferman çıkarılmasını Ermeni Patriği Kirkos(?) Padişahtan istemiştir. Patriğin ifadesine göre Ermeni milletinden olan bazı kimseler şu veya bu sebeple suçlu duruma düştüklerinde, kendilerine ceza verilmesini önlemek için Katolik milletine tâbi olmayı tercih etmektedirler. Dolayısıyla hem Ermeni milleti içinde sıkıntılar meydana getirmekteler, hem de devletin nizamı için çok önemli bir uygulama olan nüfus yazımı konusuna zarar vermekteler. Artık iki millet arasında bu türlü uygunsuzlukların meydana gelmemesi için meselenin kuvvetli bir nizama bağlanması gereklidir. Ermeni Patriği’nin bu ifadesine karşılık, Katolik Patriği, samimi bir düşünce ile Ermeni milletinden ayrılarak Katolik milletine geçenlerin reddedilmelerinin kendi âyinlerine aykırı olduğunu, kendilerinin Katolik takımından olup da Ermeni milletine geçenlere bir şey demeyeceklerini ifade etmiştir. 27 Bozkurt, a.g.e., s.42’de yasaklamanın 1834’te söz konusu olduğunu ifade etmekte ise de fermanda Zilhicce 1250 tarihinden öncesinin araştırılıp soruşturulmaması ifade edildiğine göre bizim tespit ettiğimiz tarih yasaklamanın başlangıcı olmalıdır. Nitekim Evahir-i Safer 1255 tarihli olarak Mısır ve Şam valisi Mehmed Ali Paşa’ya, Şam mollasına, bölgedeki kadı ve naiplere yollanan fermanda da Zilhicce 1250 tarihi esas alınmaktadır. Ahmet Refik, Onüçüncü Asr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı (1786-1882), İstanbul 1988, s.31-33. 28 TŞS, 1958, 39/b-40/a. 137 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yasaklamaya rağmen iki millet arasındaki çatışma ve çekişme devam edip durdu. Bu yüzden mezhep değişikliğini engellemek için sonraki yıllarda da fermanlar çıkarıldı29. Nitekim Ermeni Patriği İsteban tarafından yapılan şikâyetler üzerine Evasıt-ı Cemaziyelahir 1257 (31 Temmuz-9 Ağustos 1841) tarihli olarak Trabzon valisi Osman Paşa’ya, Trabzon naibine, vilâyetteki kazaların kadı ve naiplerine, zabıtan ve iş erlerine yollanan hükümde şöyle denilmektedir: Ermeni milletinden bazı cezalandırılması lâzım gelenler, Katolik milletine tâbi olduklarından terbiye edilmeleri mümkün olamamaktadır. Bu keyfiyet bazı mülkî nizamların uygulanmasına da zarar vermektedir. Bundan dolayı artık iki millet arasında bu türlü uygunsuzluk ortaya çıkmaması için meselenin bir usûle bağlanması hususu önceden kararlaştırılmıştır. Bu esnada Trabzon merkezi ile bazı kaza ve köylerde oturan Ermenilerden bir kısmının kasıtlı evlilikler yaparak Katolik ve Latin milletlerine tâbi olmak düşüncesinde oldukları ihbar edilmiştir. Böyle teşebbüsler, kurulu bulunan mülkî nizama tamamen aykırı olduğundan, Ermeni milletinden Katolik ve Latin olmayı isteyenler çıkarsa asla kabul olunmayacaklardır30. Mezhep değiştirme ile ilgili bu yasak Katolikleri oldukça rahatsız etti. Bu konuda özellikle Fransa ağır baskı yapmaya başladı. Katoliklerin mezhep değiştirmeyi yasaklayan düzenlemelerin kaldırılması yolundaki taleplerinin başarıya ulaşması, Tanzimat yöneticilerinin benimsedikleri yeni anlayışla mümkün oldu. Özellikle Fransa tarafından yapılan ağır baskılar ve yasaklamanın esasında pek işe yaramaması dolayısıyla on yıllık uygulamadan sonra 1844’te mezhep değiştirmek serbest bırakıldı. Bu serbestliğe rağmen Trabzon’daki Katolik nüfus, hiçbir zaman büyük çoğunluk oluşturmadığı bir tarafa oldukça düşük, hatta önemsiz sayılabilecek miktarda idi. İncelediğimiz dönemde bazı gayrimüslimlerin kendi dinlerini terk ederek İslâmiyet’i seçtikleri görülmektedir. Bu husustaki genel uygulama tamamen kişinin kendi hür iradesine göre hareket edilmesi esasına dayanır. Araştırmamızın başında zikrettiğimiz fermanda da kesinlikle kimsenin rızası olmadan kelime-i şahadet getirtilmemesi ifade edilmektedir. Öte yandan Osmanlı Devleti’nde hiçbir zaman sistematik, devlet destekli bir din değiştirme propagandasının veya zorlamasının yapılmadığı bilinmektedir. Zaten ihtida edenlerin sayısının da fazla olmayışı bunu göstermektedir. Nitekim 1794-1850 yıllarını kapsayan araştırmamızda Trabzon mahkeme29 Haziran 1839 tarihli bir ferman için bkz. A. Refik, a.g.e., s.31-33. 30 TŞS, 1966, 27/b-28/a. 138 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM sine 56 yılda İslâmiyet’i kabul etmek üzere müracaat eden 53 kişi tespit etmiş bulunmaktayız31. Bunlardan, kayıtlarda açıkça Ermeni olduğundan bahsedilen muhtedi sayısı yedi olup isimlerinden Ermeni olduklarını tahmin ettiklerimizi de eklediğimizde sayı 13’e çıkmaktadır. İsimlerde yanılgı olsa bile en nihayet yarım asırlık dönemde İslâmiyet’i kabul etmiş olan Ermeni sayısı yirmiye ulaşmaz. Bu ise yoğun sosyal ilişkilerin yaşandığı bir toplumsal hayat için fevkaladelik taşımayan bir miktardır. Osmanlı Devleti’nde Müslümanlaşmaya dair bir zorlama olması halinde bunun şikâyet konusu olacağından şüphe edilemez. Zira metropolit veya murahhasa atamasında kendilerine verilen, ayrıca resmî yöneticilere yollanarak şer’iye sicillerine kaydedilen fermanlarda, kimsenin kimseyi cebren din değiştirmeye zorlayamayacağı zaten ifade edilmekteydi. Buna rağmen bazı mutaassıp kimselerin bu durumdan faydalanmaya çalışmış olabileceklerini, ufak tefek tartışma, ağız dalaşı türünden kırgınlıklara sebebiyet verebilecekleri tahmin edilebilir ise de, Seyyah Fallmerayer’in sözleri bu tür hareketlerin de ancak nadiren olabildiğini göstermektedir. Fallmerayer eserinde, Trabzon’daki Müslümanların daha önce gezdiği Suriye kıyılarında, Selanik’te ve İstanbul’da bulunanlara göre daha ateşli dindarlığa sahip olduklarını belirttikten sonra, Ortahisar Camii’ni gezerken kendisine, bu dindarlığa rağmen bir saldırı veya tacizde bulunulmadığını ifade etmektedir32. Bazı gayrimüslimlerin İslâmiyet’i seçmesinde cizye vergisinin bir baskı unsuru olarak kullanıldığı iddiası en çok öne sürülen hususlardan biridir. Cizye vergisi, İslâm hakimiyetinde yaşayan ve askerlik yapma mükellefiyeti olmayan gayrimüslimlerin can, mal ve ırzlarının korunması karşılığında alınmaktaydı. Bu vergi sağlıklı, çalışabilir, erkek nüfustan alınırdı. 31 1209-1250 (1794-1850) yılları arasındaki Trabzon şer’iye mahkemesine ait 1944-1980 numaralı sicil defterleri ile Trabzon mahkemesine ait iken her nasılsa Giresun Şer’iye Sicili olarak kayıtlara geçen 1417 numaralı defteri incelendiğinde belirtilen muhtedilerden 13’ü Trabzon’un merkezindeki mahallelerden, 16’sı Trabzon’a bağlı kaza ve köylerden (merkez kaza-4, Akçaabâd-4, Maçka-5, Vakfısagir nahiyesi 1), 7’si Gümüşhane’den, 3’ü Ordu’dan, 2’si Erzurum’dan, 2’si de Hemşin’den olup bir vesile ile Trabzon’a gelmiş kimselerdir. Rodos yakınlarındaki bir adadan olup gemi ile Trabzon’a gelen bir tayfa da burada İslâmiyeti kabul etmiştir. Müslüman olanların içinde 1 Gürcü, 2 de Rusyalı vardır. İhtida edenlerin 44’ü erkek, 9’u ise kadındır. Erkeklerin önemli bir kısmı İslâmî isim olarak Mehmed’i seçerken (15 kişi), 7 kişi Ahmet, 6 kişi Osman, 4 kişi Ali, 3 kişi Hasan, 2’şer kişi Hüseyin ve Mustafa, kalanlar da İsmail, Halil, Abdülaziz, Selim ve Süleyman adlarını almışlardır. Kadınlardan ise 5’i Fatma, diğerleri ise Emine, Zeynep, Havva ve Rukiye adlarını tercih etmişlerdir. 32 Fallmerayer, a.g.e., s.76-77. 139 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kadınlardan, küçüklerden, din adamlarından, sakatlardan kısacası askerlik gibi bir hizmeti yerine getiremeyecek olanlardan tahsil edilmezdi. Müslümanlar savaşa gidip gerekirse bu uğurda canlarını feda ederlerken gayrimüslimlerin de buna karşılık bir fedakârlıkta bulunması maksadına dayalı olmak üzere konulmuştur. İslâm ülkesinin müdafaası için bizzat veya tâli şekilde hizmette bulunan gayrimüslimler cizyeden muaf olurlardı. Burada üzerinde durulması gereken nokta, cizye vergisinin insanların dinlerini değiştirecek derecede ağır bir vergi olup olmadığıdır. Normalde cizye, yıllık olarak nakden alınan, miktarı düşük, orta ve yüksek olarak üç sınıf şeklinde belirlenen bir vergidir. II. Mahmud döneminde çeşitli fermanlarda bildirildiği üzere reayanın zulme uğramaması için gönderilecek cizye evrakının mahkemede ya da uygun bir mahalde hâkim-i memleket, mütesellim (voyvoda veya mutemet bir memur) ve millet reisi olan papazdan (veya kocabaşı) oluşan heyet tarafından dağıtılıp gereken akçenin tahsil edilmesi emredilmiştir. Fermana göre millet reislerinin marifeti olmaksızın reayadan hiçbir ferde cizye kâğıdı verilmemekteydi. Her cizye kâğıdı görevli bir memurca mühürlenip millet reisleri tarafından da imzalanmaktaydı33. Gelelim cizyenin alım gücüyle ilişkisine. 1251 (1835-1836) yılında cizye miktarı olarak zenginlerden 60, orta hallilerden 30 ve fakirlerden 15 kuruş tahsil edilmekteydi34. Bu meblağın insanlar için ağır yük oluşturup oluşturmadığı ve bu parayı ödememek için din değiştirme yolunun seçilip seçilemeyeceği önemli bir sorudur. Belirtilen tarihte narh defterlerinden bir takım eşya ve yiyecek fiyatları ile bazı işlerdeki yevmiyelere ilişkin bir derleme yaptık. Buna göre belirtilen tarihte 1 kıyye (1283 gram) sığır eti: 30-38 para (40 para 1 kuruştur) arasında, koyun eti: 46-58 para, fındık: 46 para, kebap: 4 kuruş, 1 adet ciğer: 30 paradır. Yevmiyelere gelince kişi başına günde verilen bir kıyye ekmeği hariç tutacak olursak marangoz ustasının yevmiyesi 3 kuruş, ırgatınki 2 kuruş, taşçı ustasınınki 3 kuruş 20 para, çırağınki 2 kuruş 20 para idi35. Bu demektir ki fakir bir Hıristiyan, Müslümandan farklı olarak yıllık 16-20 kıyye sığır eti, 10-13 kıyye koyun eti, yaklaşık 4 kıyye kebap, 13 kıyye fındık karşılığı bir vergi ile mükellef idi. Bu meblağı ödeyebilmesi için fakir taşçı çırağı için 6 gün yeterli idi. Bugünkü değerlerle zengin bir Hıristiyan, 66.7 kg, orta halli biri 33.4 kg, fakir biri ise 16.7 kg fındık karşılığında bu vergiden kurtulabilmekte idi. 33 TŞS, 1963, 32/b-33/b. 34 TŞS, 1963, 36/a-b. 35 TŞS, 1958, 75/b, 77/b. 140 Doç. Dr. Abdullah SAYDAM Buna karşılık bu erkek Hıristiyan, beş-altı yıl belki de daha fazla süre askerlik yapmayacak, iş ve gücüyle meşgul olacak, ailesiyle birlikte yaşayacak, bir savaş veya isyanda tanımadığı bir kıtada hayatını kaybetmeyecek veya sakat kalmayacaktı. Bu mukayese gösteriyor ki, bir kısım insanların sırf cizyeden kurtulabilmek için dinini terk ettiğini iddia etmek hiç de gerçekçi olmaz. Yaptığımız mukayeseye rağmen gayrimüslimlerin cizye ile ilgili şikâyetlerinin olmadığını söylemek mümkün değildir. Genelde şikâyetler cizyenin bizatihi kendisine değil de, bununla ilgili olarak görevliler tarafından yapılan usûlsüzlüklere yönelik idi. Meselâ en fazla tepki çeken husus fakirlerin orta halli, orta halli olanların zengin olarak defterlere kaydedilmeleriydi. Yine kanunlara aykırı olarak bir kısım görevlilerin cizye toplarken kefilleme, küşâdiye, kaydiye gibi türlü adlarla para almaları idi. Ayrıca bir kısım papazların halkı cizye ödememek için tahrik ettiklerine dair örneklere de rastlamaktayız36. Gerek yöneticilerden kaynaklanan yolsuzluklar, gerekse reayadan bazılarının cizye ödemek istememeleriyle ilgili bilgiler İstanbul’a ulaştığında böyle davranışların süratle cezalandırılmaları için aralıklarla fermanlar gönderilmekteydi. Fakat onca fermana rağmen yolsuzlukların önünün alındığını söylemek mümkün değil. Yalnız dikkate alınması gereken nokta gayrimüslimlerin şikâyetçi oldukları keyfî davranış ve kanunsuzluklardan Müslümanlar da, hatta bizzat Padişah da şikâyetçi idi37. Bütün bu açıklamalardan sonra Müslüman olan gayrimüslimlerin, bu tercihlerinde esas sebebin cizyeden kurtulmak olmadığı ortaya çıkar. Nitekim Islahat Fermanı ile gayrimüslimlerin askerlik yapmaları ve buna karşılık cizyenin kaldırılması esası getirilmiş ise de, gayrimüslimlerin askerliğe yanaşmamaları üzerine bedel-i askeriye adıyla bir bakıma bu vergi tekrar alınmaya başlanmıştı. Askerliğe karşılık bedel alınması, II. Meşrutiyet döneminde 7 Ağustos 1909 tarihinde umumî askerlik mecburiyeti getirilerek terk edilmişti38. Ermenilerin, daha genel ifade ile gayrimüslimlerin, Trabzon’daki yaşantıları ile ilgili olarak elde ettiğimiz bilgilere göre ülke genelinde olduğu 36 Meselâ bazı Ermenilerin cizye ödemediklerine ve bunlara karşı ne yapılması gerektiğine dair yollanan bir ferman için bkz. TŞS, 1957, 41/b-42/a. 37 Geniş bilgi için bkz. Abdullah Saydam, “Trabzon Sancağının Tekâlif-i Örfiye Yükümlülüğü (1830-1840)”, Türk Dünyası Araştırmaları, 127 (Ağustos 2000), s.59-102. 38 Boris Christoff Nedkoff, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Cizye (Baş Vergisi)”, Çeviren Ş. Altundağ, Belleten, 3 (1944), s.630. 141 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gibi burada ibadet, âyin, eğitim, sosyal statü ve diğer cemaatlerle ilişkiler bakımından olağandışı bir uygulama olmadığını görmekteyiz. Osmanlı sistemi içerisinde zımmîlere verilen haklara Trabzon’da da riayet edildiğini, devletin uygunsuzluklara karşı daima tedbir almaya yöneldiğini, tebaanın dinî ve mezhebî farklılığı ne olursa olsun güvenlik ve adalet içerisinde yaşayabilmesi için çaba gösterildiğini söyleyebiliriz. Bir kuralın doğruluğu veya isabetliliği tartışılabilir ise de konulan kuralın ayrım gözetilmeden tatbik edilmesi yolunda gayret gösterildiği görülmektedir. Ermeniler arasında yoğun bir İslâmlaşma hareketi göze çarpmadığı gibi, Türklerle bütün komşuluk, ticaret ve diğer sosyal ilişkilerine ve aralarında oluşan kültürel ve sosyal yakınlaşmalara rağmen kolayca dinlerini bıraktıklarını söylemek de mümkün değildir. Ermenilerin mahkemeye intikal eden veya Patrikhaneleri vasıtasıyla devlete intikal ettirdikleri şikâyetlerinde din değiştirmeye zorlandıklarına dair bir bilgiye rastlamadık. Buna karşılık Müslümanlarla Ermeniler arasında arazi gasbı, mülkiyet sınırlarındaki anlaşmazlıklar, alacak-verecek ihtilafı, su anlaşmazlığı, hakaret, küfür, kavga gibi sebeplerden ötürü birbirleri aleyhinde mahkemelere başvurduklarını; yargılamalar neticesinde doğal olarak bazen bir tarafın bazen diğer tarafın davayı kazanabildiğini; bu çeşit tartışmaların gayrimüslim-gayrimüslim, Müslüman-Müslüman arasında çok daha fazla miktarda olduğunu; İslâm mahkemesinin Müslümanları destekleme gibi bir ön yargıları olmadığı gibi, bir gayrimüslimin Müslüman biri aleyhinde açtığı davayı bir başka Müslümanın şahitliğiyle kazanabildiğini; Müslümanın gayrimüslime kefil, vekil, vasi olabildiğini; yerleşim birimlerinde Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapılmadığını, ilk zamanlarda ayrı mahallelerde ikâmet etseler de, incelediğimiz dönemde bütün mahallelerde her dinden insanın ikâmet edebildiğini görmekteyiz. 142 ERMENİLERİ KATOLİKLEŞTİRME ÇALIŞMALARI VE SONUÇLARI HAKKINDA 1778 YILINDA HAZIRLANAN BİR RAPOR Dr. Abdurrahman SAĞIRLI Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: [email protected]; Tel: 0 356 252 15 85 Özet Roma Kilisesi, Ermeniler arasında Katolik mezhebini yaymak için uzun süre gizlice faaliyetlerde bulunmuştur.. Bunun sonucunda Katolik mezhebine girenler ile Gregorian mezhebinde olan Ermeniler arasında ihtilaflar çıkmaya başlamıştır. 1778 yılına gelindiğinde Katolik Ermeniler, ölülerinin defin işlemlerinde ve sair konularda karşılaştıkları güçlükler sebebiyle, kendilerine ayrı bir Katolik Ermeni Patriği tayin edilmesi için Padişah’a bir arzuhal sunmuşlardır. Sunulan arzuhal Bâb-ı Âsafî’ye havale edilerek değerlendirilmesi istenmiştir. Bunun üzerine reisülküttab Âtıfzade Ömer Vahîd Efendi bir rapor hazırlayarak verilecek karara esas olmak üzere Sadrazama sunmuştur. Raporda, kısaca, Ermenilerin yaşadıkları yerleri, Selçuklu ve Osmanlı idaresine girmelerini, nüfusları, Katolik mezhebini Ermeniler arasında yayma çalışmalarının başlangıcı ve faaliyetlerin ne şekilde yürütüldüğü ele alınmaktadır. Sonuçta ise Katolikleştirme faaliyetlerinin Osmanlı Devleti açısından doğuracağı sonuçlar verilmiştir. Biz bu tebliğimizde anılan raporun ayrıntıları üzerinde durarak Ermenileri Katolikleştirme faaliyetleri karşısında Osmanlı Devleti’nin takındığı tavrı ele alacağız. Dr. Abdurrahman SAĞIRLI Giriş Osmanlı Devleti’nin gayrimüslim tebaası içinde Ermeniler önemli bir yer tutmuş, sosyal ve ticarî hayatta yerlerini almışlardır. Ancak siyasî hayatta bir rolleri olmadığından resmî ve gayriresmî Osmanlı vekâyinameleri Ermeniler hakkında genellikle suskundurlar ve haklarında fazla malûmat vermezler. Ermeniler, Hıristiyanlığın kendilerine mahsus olan Gregorian mezhebine mensup olup, Osmanlı Devleti nezdinde Fatih Sultan Mehmet’in tesis ettiği İstanbul’daki Ermeni Patrikliği vasıtasıyla temsil edilmekte ve dinî yaşayışları Patrikhane vasıtasıyla düzenlenmekte idi. Zaman içinde Roma Kilisesi’nin Ermeniler arasında Katolik mezhebini yayma faaliyetleri neticesinde Gregorian mezhebinde olan Ermeniler ile Katolik mezhebine geçmiş olan Ermeniler arasında ihtilaflar çıkmaya başlamıştır. 1778 yılına gelindiğinde Katolik mezhebini seçen Ermeniler, ölen Katolik Ermenilerin defin işlemlerinde ve sair konularda karşılaşılan güçlükleri bahane ederek, mevcut Gregorian Ermeni Patriği’nden ayrı olarak bir de Katolik Ermeni Patriği tayin ettirme teşebbüsünde bulunmuşlardır. Katolik Ermeni Patriği nasbı için yapılan bu teşebbüs Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerin genel durumu ve gelişen olayları içine alan bir raporun hazırlanmasına sebep olmuştur. Raporda, Ermenilerin yaşadıkları coğrafya ve kısa tarihçeleri ile aralarında mezhep tartışmalarının ortaya çıkmasının sebepleri ve mezhep ihtilaflarının doğuracağı sonuçlar üzerin147 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER de durulmuştur. Hazırlanan rapor Vakanüvis Sadullah Enverî tarafından Enverî Tarihi’nin ikinci cildinde Hicrî 1192/Miladî 1778 senesi olayları içine derc edilmiştir1. Enverî’nin yazdığı devrenin olaylarını ona dayanarak yeniden kaleme alan ve bazı şerhler veren Vâsıf bu raporu da kısaca özetlemiş ve bazı tamamlayıcı bilgiler ilâve etmiştir2. Raporun bir özeti, daha sonra dönemin tarihini yeniden yazan, Ahmet Cevdet Paşa’nın Tarih-i Cevdet’ine aksetmiştir. Raporun Tarih-i Cevdet’e yansıyan kısımları Ermeniler arasındaki dinî mücadeleler üzerinde etraflı bir doktora yapan Recep Kılıç tarafından çalışmasına aktarılmıştır3. Biz bu tebliğimizde, konunun tüm tarihi detaylarına girmeksizin4, sadece söz konusu raporun ayrıntılarını inceleyerek Osmanlı Devleti’nin bu olay karşısında takındığı tavrı ele aldık. Raporun transkripsiyonlu metnini ise ek olarak verdik. Enverî, Zikr-i Men’-i Nasb-ı Patrik-i Katolik başlığı altında, reisülküttâb Âtıfzade Ömer Vâhid Efendi’nin kaleme aldığı takririn hulâsasını tarihine kaydetmiştir. Takrirde önce Katolik Ermeni Patriği teşebbüsüne kadar Ermenilerin tarihi hakkında kısa ve toplu bilgiler verilmiş, arkasından Patrik nasb ettirilmesi için Katolik Ermenilerin verdiği arzuhal Katolik Ermeni Patriği tayininin Osmanlı Devleti açısından değerlendirilerek muhtemel sonuçlarına yer verilmiştir. Takrire göre, Osmanlı Devleti’nin cizye-güzâr (cizye-ödeyen) reayasından olan Ermeniler devletin kuruluşundan itibaren hakimiyet sahasını genişlettikçe peyder pey Osmanlı Devleti’nin idaresi altına girmiş ve 1192/1778 senesine gelindiğinde üç yüz binlik bir nüfusa ulaşmıştır5. IV. Murat’ın saltanatına tesadüf eden 1041/1631-1632 tarihine gelinceye kadar aynı mezhebin mensupları olarak varlıklarını sürdüren Ermeniler mez1 Tebliğ ekinde transkripsiyonu verilen raporun yazma nüshalardaki metni için bkz. Enverî, Enverî Tarihi, Âtıf Efendi Kütüphanesi, No: 1829, vr. 123a-125a; Ali Emîrî, Tarih No: 67, vr. 97b-99a. 2 Ahmet Vâsıf, Vâsıf Târîhi, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Hazine No: 1410, vr. 78b-80b. 3 Recep Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dinî ve Siyasî Mücadeleler, Ankara 2000, s.139-140. 4 Ermeniler arasında tarih boyunca cerayan eden mezhep ihtilafları konusunda daha detaylı bilgiler için bkz. Kılıç, a.g.e. 5 Metinde üç yüz bin nefer olarak verilen bu rakam muhtemelen cizye defterlerine göre hesaplanmış olmalıdır. Bu rakama cizyeye tâbi olmayan kadın, yaşlı ve çocukların dâhil olup olmadığına dair herhangi bir işeret yoktur. Kaneatimizce bu rakamlar nüfus istatistik uzmanlarınca incelenerek Ermenilerin XX. yüzyıl başlarındaki nüfusu hakkında tahminde bulunulabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, anılan tarihte Osmanlı Devleti’nin sınırlarının tam tespiti ile, varsa bu tarihten sonra Osmanlı idaresinden ayrılan bölgelerde yaşayan Ermeni nüfusun oranının nihai tahminlerden düşülmesidir. 148 Dr. Abdurrahman SAĞIRLI hep farklılıklarından kaynaklanan sızıltılardan da uzak kalmışlardır. Ancak anılan tarihe gelindiğinde Frenk papazları Ermeniler arasında faaliyetlerini genişleterek bazı Ermenileri gizlice kiliselerine davet ederek onlara Katolik mezhebini telkin etmişlerdir. Katolik mezhebinin Ermenilerin mensup olduğu Gregorian mezhebine göre daha serbest olması onlar arasında taraftar bulmasını kolaylaştırmıştır. Katolik mezhebindeki kolaylıklardan bazıları, kadınların örtünme mecburiyetinde olmamaları, erkeklerin perhiz vakitlerinde deniz hayvanlarının etlerini yemelerine cevaz vermesi, hatta Hz. İsa aleyhisselâma vekâleten, ölenlerin günahlarının affına dair ellerine senetler vermeleridir. Katolik papazlarının bu faaliyetleri sonucunda gerek İstanbul’daki gerekse diğer yerlerdeki Ermeniler arasında Katolikliğin hızla yayılmasına sebep olduğu IV. Murat’a arz olundukta bu şekilde faaliyet gösterenlerin cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir6. Aynı şekilde, 1147/1734-1735 tarihinde Hekimoğlu Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında Katolik mezhebini yaymak için faaliyet gösteren birkaç kişi idam edilmiştir. Ayrıca Ermeniler arasındaki bu tür faaliyetlerin Osmanlı Devleti’nin gücünün zayıflamasına ve büyük zararlara sebep olacağının farkında olan devlet yetkilileri Ermeni Patrikleri’ne müekked ve müşedded (emirlerin tam olarak uygulanmasını, aksi taktirde cezalandırılacaklarını bildiren) emirler vermişlerdir. Emirlerin genel muhtevası, Efrenc kiliselerine devam eden ve Katolik mezhebine geçen Ermeni reayasını haber aldıkları taktirde yetkililere bildirerek kürek cezası ile cezalandırılmalarının temin edilmesi şiddetle tembih edilmekteydi. Kendi mezheplerinin zıddına hareket edenlerin cezalandırılmaları için Ermeni Patriği’nden gelen mühürlü arzlarının göz ardı edilmeyip uygulanması istenmekteydi. Katolik mezhebine geçişi önlemek için alınan tedbirlerden ve Ermeni Patrikleri’nin beratlarında da vurgulanan hususlardan birisi de Katolik mezhebine geçen Ermenilerin ölülerinin kendi mezheplerine göre defnedilmeyip, ortada bırakılması hususu idi. Ermeni Patrikleri’nin Ermeniler arasında Katolik mezhebinin yayılmasının engellenmesi hususunda zamanla gerekli dikkati göstermemeleri üzerine, Katolik papazları faaliyetlerini artırmış, kasaba ve köylerde üçerli-beşerli gruplar halinde gezerek gizlice çok sayıda kimsenin Katolik mezhebine girmesini temin etmişlerdir. Neticede 1192/1788 senesinde 6 Vâsıf, isyan sonrası, IV. Murat’a yakınlığı ile bilinen Abaza Paşa’nın idamının sebeplerinden birisinin de bu faaliyetler olduğunu kaydeder. Ahmet Vâsıf, Vâsıf Tarihi, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Hazine No: 1410, vr. 79a. 149 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER mevtât-ı azîme (çok sayıda ölüm) meydana gelmiştir7. Ermeni Patriği kendi mezhebinin mensuplarının Katolik mezhebine geçişlerini önlemek maksadıyla Katolik olan Ermenilerin defin işlemlerinin yapılmaması yolunda beratlarında yer alan maddenin işletilmesini istemiş ve bu sebeple de pek çok Katolik Ermeninin ölüleri defnedilememiştir. Bunu fırsat bilen Katolik Ermeniler, ölülerinin defnedilememesinin asıl sebebinin Katolik mezhebine geçmiş olmaları olduğundan bahs etmeksizin, bu durumun Patriklerinin kusurundan kaynaklandığını iddia ederek ve kendilerine mahsus bir Patrik tayin edilmesi ümidiyle rikab-ı hümayuna (Padişah’ın bizzat kendisine) bir arzuhal sunmuşlardır. Padişah’a sunulan arzuhal Bâb-ı Âsafîye (sadrazama) havale edilmiş ve isteklerinin yerine getirilmesinden doğabilecek fayda ve zararların değerlendirilmesi istenmiştir. Bunun üzerine reisülküttâb Âtıfzade Ömer Vâhid Efendi, Katolik Ermeni Patriği tayin edilmesinden Osmanlı Devleti’ne gelebilecek zararları ayrıntılı şekilde anlatan bir takrir (ayrıntılı rapor) kaleme almıştır. Takrir, Ermenilerin yaşadıkları yerlerden, niçin Ermeni diye adlandırıldıklarına, Selçuklu ve Osmanlı idareleri altına girişlerine ve Katolik mezhebini yayma çalışmalarına, bu çalışmaların Ermeniler arasında çıkardığı karmaşaya ve doğabilecek başka mahzurlara temas etmiştir. Takrire göre, Ermenilere Ermeni denilmesinin sebebi İran’da Azerbaycan’ a tâbi Ermeni bölgesine nispet edilmelerindendir. Bu bölgeye Ermeniyye denilmesinin sebebi ise arazinin hakimi Ermen Bara’nın hükümet merkezi olmasından kaynaklanmaktadır. Ermeniler 600/1203 tarihlerine kadar Küçük Ermenistan (Ermeniyye-i Sugrâ) diye adlandırılan Ruha (Urfa), Antakya, Van, Erzurum ve Sivas bölgelerinde ve Azerbaycan taraflarında Ermeniye-i Kübra’da da kendi melikleri idaresinde yaşamışlardır. Bu tarihten sonra Konya’yı kendilerine merkez yapan Anadolu Selçuklularından Sultan Gıyaseddin zamanından itibaren yavaş yavaş yaşadıkları bölgeler Anadolu Selçuklularının ellerine geçerek hâkim ve melikleri ortadan kaldırılmış ve Selçukluların idaresinde ehl-i zimmet reaya olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir. Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren genişledikçe bu reaya onların idaresine geçmiş ve refah içerisinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Yukarıda da izah edildiği gibi, IV. Murat dönemine gelinceye kadar Ermeniler diğer Hıristiyan mezheplerinden farklı olarak tek bir mezhep üzere Gregorian olarak hayatlarını sürdürmüşler, anılan döneme gelindiğinde özellikle Katolik Efrenc papazlarının faaliyetleri sonucunda 7 Takrirde sebebi belirtilmeyen ölümlerin sebebi veba salgını idi. Bkz. Kılıç, a.g.e., s.139. 150 Dr. Abdurrahman SAĞIRLI Ermeniler arasında huzursuzluklar çıkmaya başlamıştır. Önceleri alınan tedbirler sayesinde bu rahatsızlıklar giderilmeye çalışılmışsa da, zamanla faaliyetler artmış ve kendi içlerinde sosyal huzursuzluklar baş göstermiştir. Her iki mezhep mensuplarının birbirlerinin kestiği etleri yememek ve birbirlerinin aleyhine faaliyet göstermek bu huzursuzlukların başlıcalarıdır. Takrirde, Katolik mezhebine geçenlerin Osmanlı Devleti aleyhine kalben ve fiilen faaliyet gösterdikleri, buna mukabil ecdatlarının dininde kalan, yani Gregorian mezhebinde olan Ermeniler tarafsız olmaları sebebiyle devlete sadakat gösterdikleri vurgulanmaktadır. Katolik mezhebine geçenlerin Avrupalılarla açık-gizli işbirliğine gitmelerinin Ruslarla Osmanlılar arasında cerayan eden savaşlar sırasında Ortodoks olan Rusların aynı mezhepten olan Osmanlı Rum tebaası ile işbirliği yapmaları ile büyük benzerlikler gösterdiği belirtilmiştir. Katolik mezhebine geçen Ermenilerin Avusturya ve Venedik’te kiliseler kiraladıkları, zenginlerinin ise çocuklarını terbiye ve eğitim için bu kiliselere gönderdikleri, buraya gidenlerin ise, o zamanlar Ermeni toplumu içinde âdet olmayan, başlarına şapka ve üzerlerine Frenk elbiseleri giymek ve benzeri Avrupa âdetlerinin yaygınlaştığı da işaret edilen konular arasındadır. Yine Katolik mezhebine geçenlerden bazıları sarraflık ve tüccarlık yapmaları sebebiyle devlet erkanı ile yakın temas kurdukları, dolayısıyla devlet sırlarını elde ederek casusluk faaliyetinde bulundukları da belirtilmiştir. Vâsıf ise, kendi tarihinde Enverî’nin verdiği bilgileri özetledikten sonra Katolik sarraf ve tüccarların aşırı murabaha vadiyle nakit paralarını aldıkları Müslümanları nasıl dolandırdıkları hakkında bilgiler vermektedir. Buna göre, aşırı kâr payı vadiyle fazla miktarda nakit toplayan Katolik Ermeniler, belli süre bunun nemasını ödedikten sonra bu paraları bağlantı kurdukları ve himayesine girdikleri Avrupa devletlerine aktarmakta idiler. Bu şekilde biriken paraların geri ödeme vakti geldiğinde, bir takım belirsiz kişilere ait borç ödeme senetleriyle borçlarını alacaklarından fazla, yani kendilerini iflas etmiş göstermekte idiler. Bunun üzerine birkaç ay hapis yattıktan sonra himayelerine girdikleri devletlerin elçileri vasıtasıyla bazen müflis oldukları iddiasıyla bazen de alacaklılarla cüzî miktarlara anlaşmak suretiyle yakalarını kurtarmakta idiler. Bu şekilde kendilerini kurtardıktan sonra her yıl Avrupa’da faize yatırdıkları paraların yıllık gelirleriyle rahatça hayatlarını sürdürmekte idiler. Vâsıf bu bilgileri, bundan sonra bu 151 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gibi durumlarla karşılaşacak olanları ikaz ve aldanmamalarını temin için tamamlayıcı olarak eserine ilâve etmiştir8. Ayrıca ölen zengin Katolik Ermenilerin terekelerinin Katolik papazları tarafından zapt olunarak her yıl Avrupa’ya bin keseden fazla bir meblağın sevk edildiği de ortaya konulmuştur. Takririn sonuç kısmında, eğer Katolik mezhebini yaymaya çalışanlara fırsat verilirse Anadolu ve Rumeli’deki bütün gayrimüslim reayanın Katolik mezhebine geçeceği ve bunun doğuracağı mahzurlara dikkat çekilmiştir. Reisülküttabın hazırladığı takrir sadrazam tarafından Padişaha arz olunmuştur. Onun irâdesi doğrultusunda aşağıdaki hususlar sadrazam tarafından Ermeni Patriği’ne müekked bir buyruldu ile bildirilmiştir: Ermeni tâifesi arasında Katolik mezhebini yaymaya çalışanların men edilmesi, bu faâliyetlere devam edenlerin cezalandırılmaları için kimler olduklarının, garazdan âri olarak, Ermeni Patriği tarafından arzuhal ile bildirilmesi. Katolik ölülerinin sızıltıya meydan verilmeden ve kendi iç nizamlarını bozmayacak şekilde tavr-ı hakîmane ile defnettirilmesi. Bu buyuruldu ile cemaatin iç düzenini bozan Katoliklik söylenti ve faaliyetlerine meydan verilmemesi amaçlanmış, Katolik Ermeni Patriği tayin edilmesi yönündeki teşebbüs de akîm bırakılmıştır. Sonuç Ermeni toplumunu kendilerine meylettirebilmek için, Osmanlıların Efrenc papazları diye nitelendirdiği, Katolik papazları Ermeniler arasında uzun süre gizlice Katolikleştirme faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu faaliyetlerin Ermeni toplumu içindeki olumsuz etkilerinin ortaya çıkışı IV. Murat dönemine kadar inmektedir. Bu tarihten itibaren Patriklerinin kendi cemaatleri içinde Katolik mezhebini yayanlara karşı tedbirli olmaları ve bu yönde faaliyet gösterenlerin bildirilmesi görevi Ermeni Patrikleri’ne verilmiş ve bu husus kendilerine verilen beratlarda da açıkça vurgulanmıştır. Katolikleştirme faaliyetleri Ermeni toplumunun iç huzurunu sarsmış ve aralarında birbirlerinin kestiğini yememek, ölülerini kaldırmamak, birbirlerinin aleyhlerinde faaliyetlerde bulunmak gibi davranışlara itmiştir. 8 Ahmet Vâsıf, Vâsıf Târîhi, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Hazine No: 1410, vr. 80a-b. 152 Dr. Abdurrahman SAĞIRLI Avrupa’nın muhtelif yerlerinde satın aldıkları kiliselerde faaliyet gösteren ve çocuklarını buralarda eğiten zengin Katolik Ermeniler ve dolayısıyla da Ermeniler arasında, o tarihlere kadar görülmeyen, şapka giymek ve Frenk elbiseleri giymek gibi âdetler yaygınlaşmıştır. Katolik mezhebine geçenlerden bazıları sarraflık ve tüccarlık yapmaları sebebiyle devlet ileri gelenleri ile olan yakın ticarî ilişkilerde elde ettikleri bilgileri Avrupa’ya aktarmak suretiyle casusluk yaptıkları kanaati oluşmuştur. Gregorian mezhebindeki Ermenilerin tarafsızlıkları dolayısıyla daima Osmanlı Devleti’nin yanında yer alarak başarısı ve galibiyeti temennisinde bulunurken, Katolik mezhebini seçenlerin aksine Avrupalıların lehine kalben ve fiilen çalıştıkları tespit edilmiştir. Aynı Ortodoks mezhebine mensup Ruslarla Osmanlı tebaasından olan Rumların 1765’te başlayan Osmanlı-Rus Savaşı sırasındaki olumsuz işbirliğinin, Katolik mezhebinin Ermeniler arasında yaygınlaşması durumunda, Avrupalılarla Osmanlı Devleti’ndeki Katolik Ermeniler arasında da tekrarlanacağı vurgulanmış ve bunun da Osmanlı Devleti açısından doğuracağı tehlikelere dikkat çekilmiştir. Netice olarak, Osmanlı Devleti gayrimüslim cemaatlerin inançlarına müdahale etmediği gibi, hem cemaatin sosyal düzeni hem de kendi stratejik güvenliği açısından, dışardan yapılan müdahaleleri engellemek için de gerekli tedbirleri almıştır. Zira kendi stratejik güvenliğinin her cemaatin kendi mezhebi içinde hareket etmesi ile yakından ilişkili olduğunun farkındadır. Buna rağmen Gregorian Ermenileri kendi dinlerinin farklı mezheplerinden gelen dış etkilerin altında kalmaktan kurtulamamışlardır. Başlangıçtan itibaren XVIII. yüzyıla kadar Katolik mezhebinden etkilenen Ermeniler, bilindiği gibi, XIX. yüzyıldan itibaren Protestan misyonerliğinin de hedef kitlesi haline gelmiştir. Her türlü dış etkinin aksine Ermeniler, Türklerin himayesinde oldukları hiçbir dönemde din ve mezheplerine bizzat Türkler tarafından yapılmış bir müdahale mevcut değildi. Bilakis kendi mezhepleri dairesinde yaşamaları için gereken azamî gayret de yine Türkler tarafından gösterilmiştir. 153 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ek Ermenileri Katolikleştirme Çalışmaları ve Sonuçları Hakkında 1778 Yılında Hazırlanan Raporun Enverî Tarihi’nde yer alan metninin transkripsiyonu9. Zikr-i men’-i nasb batarîk-ı Katolik (vr. 123a) Der-miyân-ı Ermeniyân-ı devlet-i aliyye-i ebediyyü’l-istimrârın cizye-güzâr re’âyâsı esnâfından Ermeni tâifesi âfitâb-ı saltanat-ı seniyyenin resîde-i evc-i iştihâr olub zor-ı şemşîr ile teshîr-i memâlik ve tevfîr-i emsâr eylemeğe şürû’ eylediği zamân-ı sa’d-iktirândan berü yevme fe-yevmen tekessür bularak el-hâletü-hâzihî üçyüz bin nefere bâliğ ve her ne miktâr ise binkırk târîhlerine gelinceye dek âyîn-i vâhid üzre zîr-i sâye-i devlette te’ayyüş eyleyüb sâir edyân-ı bâtıla ve mezâhib-i ‘âtıla rüsûmı güft ü gûsundan ezhân-ı pelîdeleri fâriğ iken Frenk papazlarından ba’zı şeyâtînmânend efkâr-ı fâside beynlerine hülûl ve mekr ü firîb ile ba’zı kem-idrâk ve bî-şu’ûrların nihânî kiliselerine da’vet iderek Romada vâki’ Papa didikleri hınzırın mezhebi tevâbi’inden Katolik âyîn-i dalâlet-rehînine tergîb ile meşgûl olub, merdûd-ı mel’ûnun mesleği ise erâmine meşreblerine nisbet ziyâde vâsi’ ve meselâ avretleri perde-i istitâreden ârî ve erkekleri pehrîz vaktlerinde lahûm-ı hayvânât-ı bahriyyeden ictinâb eylemek tekellüflerinden berî olmak cihetlerinden be-gâyet müttesi’ olmaktan nâşi bir taraftan ba’zı bî-dîn kendüleriyle hem-âyîn olmağı kabûl eylemek takrîbi ile gün be-gün iğvâya ictirâ ve vüs’at-i dîn-i bâtıllarına dâir niçe habâset ve dalâlete ruhsat virdiklerinden ma’dâ, hâşâ sümme-hâşâ iddi’â-yı vekâleti İsa aleyhi’s-selâm ile, helâk olan kâfirlerin cerâimini affı mutazammın (vr. 123b) yedlerine memhûr10 senet virerek az zamanda kati vâfir kâfiri mahfîce ıdlâl ve yeni baştan çirkâb-ı küfr ü dalâle idhâl eylediler. Keyfiyyet-i mezbûre beyne’r-re’âyâ meşhûr olub melâ’în-i hâsirînin gerek âsitâne-i aliyye11 ve gerek memâlik-i mahmiyyede kâin ba’zı ﻥﺍﺵﻥﻡﺭﺡre’âyâyı hiyel ü huda’ takrîbi ile Katolik zümresine ilhâka bezl-i tâkat ve ol gürûh-ı habâset-enbûhun kimesne bilmeyerek fırka-i mesfûreye dühûle şedd-i nitâk 9 Transkripsiyonlu metin Enverî Târîhi’nin Âtıf Efendi Kütüphanesi, No: 1829, vr. 123a-125a varakları esas alınarak yazılmış ve Ali Emîrî, Tarih No: 67, vr. 97b-99a ile mukabele olunmuştur. 10 memhûr: Atıf Efendi 1829; Ali Emîri Tarih 67. 11 aliyye: Atıf Efendi 1829; Ali Emîri Tarih 67. 154 Dr. Abdurrahman SAĞIRLI eyledikleri devr-i Murâd Hân-ı Râbi’de ma’rûz-ı südde-i felek-tumturâk oldukta o makûle ifsâd-ı re’âyâya ictirâ iden mel’ûnelerin cezaları tertîb ve binyüzkırkyedi târîhlerinden Hekimbaşı-zâde Ali Paşa sadâreti esnâsında hâdise-i mezkûre içün tâife-i mesfûreden bir kaç kâfirin i’dâmı ile zümre-i mersûme gereği gibi tehtîd ve te’dîb olunduklarından başka vâkı’ai mezkûre ‘iyâzen bi’llâhi te’âlâ saltanat-ı kaviyye-i ebediyyü’l-kıyâmın fikdân-ı miknetini müstevcib olur mazarrât-ı cesîme-i mülkiyyeden oldığı müsellem-i cumhûr-ı ‘ukalâ-yı devlet olmağın betârîk-ı Erâmine yedlerine mü’ekked ve müşedded emrler i’tâ ve mazmûnlarında Efrenc kiliselerine giden ve Katolik mezhebine dühûl iden re’âyâyı haber aldıkları ân hükkâma arz ve ihbâr ve bilâ-tevakkuf küreğe vaz’ ile zecr ü indâz ittirmeleri ve mezheblerine mu’ârız nizâm-ı ra’iyyeti nâkıs evzâ’a cesâret idenlerin gûşmâllerine dâir Patriklerinin gönderdikleri memhûr arzları redd12 olunmayub müsâ’ade kılınması tasrîh olunmuşiken bir zamandan berü cânib-i saltanat-ı sâmiye ve Patrikleri kıbelinden ahvâl-i re’âyâ-yı Erâmine tefahhus ve tecessüs olunmadığıdan re’âyâdan niçe mâldâr kâfirler Katolik olmağa ictisâr ve anların i’ânetleriyle13 Katolik papazları Papa mel’ûnundan yedlerine memhûr kâğıdlar ahz ve üçer beşer kasabât ve kurâda geşt ü güzâr eyleyüb mugâyir-i nizâm-ı devlet buldukları re’âyâyı ke’l-evvel âyînlerine tahvîl ve hufyeten hadd u hasrdan bîrûn re’âyâ-yı saltanatı Frenk mezhebine dühûle delîl ve semt-i dûzâha tesbîl eylemeğe şürû’ elediler. Hıfz-ı nizâm-ı re’âyâya i’tinâ mukaddemâ Ermeni Patriklerine verilen berevât ve senedât fehvâlarında o gûne Frenk mezhebine dühûl ile gark-ı çirkâb olan dûzah-me’âbların meredeleri kaldırılmayub mânde-i mezbele-i hevân olmaları musarrah olmağın işbu sâlde vâki’ olan mevtât-ı azîm esnâsında o makûle Katolik mezhebinden reh-rev-i ka’r-ı nîrân olan meredelerin haklarında şart-ı berâtlarının icrâ olunmasın da’vâ ve bu sûrette ihâfe ve tehtîd iderek re’âyâ-yı devleti Katolik mesleğinden keff eylemeğe sa’-yı evfâ idegeldiklerinden nihânî Katolik mezhebine giren melâ’în-i haserânkarîn tervîc-i âyîn-i mefsedet-rehînleri zımnında meredelerinin cîfe-kendesi meydanda kalmasına ‘illet Katolik olmaları oldığından ‘adem-i bahs ile (vr. 124a) mutlakâ Ermeni dînine mugâyir olan hâliklerinin süpürde-i mugâk ittirilmemesin Patrikleri üzerine esâ’et ve kusûr ‘add iderek Ermeni Patrikinden tertîb-i şikâyet ve kendülere mahsûs Patrik nasb olunmak ümmîdiyle rikâb-ı kamer-tâb-ı cenâb-ı cihândârîye ref’-i ruk’aya cesâret eylediler. 12 redd: Atıf Efendi 1829; Ali Emîri Tarih 67. 13 i‘ânetleriyle: Atıf Efendi 1829; i‘ânetiyle Ali Emîri Tarih 67. 155 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Pes, rikâb-ı müstetâb-ı hazret-i hilâfet-penâhîye virdikleri arzuhâl bâb-ı âsafîye gelüb matlûblarının zımnında pûşîde ve müşedded olan nef’ ü mazarrat ‘ukalâ-yı ekâbir-i saltanat-ı seniyyeden istinbâ ve etrâfıyla teftîş ve istiksâ14 olınub tâife-i mezbûrye mahsûs Patrik nasb olunması husûsunda cânib-i devlet-i aliyyeye teferru’ idecek mazarrâtı mübeyyin reîsü’lküttâb Âtıf-zâde Ömer Vahîd Efendi bir kıt’a mufassal takrir15 tahrîr idüb, mefhûmunda tâife-i mezbûrenin ism ü resmlerinden bahs ile devlet-i aliyye re’âyâsının ekseri Ermeni gürûhundan ibâret ve kendülere Ermeni tesmiyesi fi’l-asl sâkin oldukları kutr-ı İrandan Azerbaycan muzâfâtından Ermeni zemîne nisbet kabîlinden olub Ermeniyye isimleri dahi ol arâzînin hakimi olan Ermen Bara16 makarr-ı hükûmet oldığından neş’et eylediğini ve altıyüz târîhlerine gelince Ermeniyye-i Sugrâdan Ruha ve Antakya ve Van ve Erzurum ve Sivas ve Ermeniyye-i Kübrâdan Azerbaycan taraflarının müstakillen melikleri olub, Konya kendülere hükûmetgâh olan selâtîn-i Selçukıyyeden Sultân Gıyâseddîn zamânlarında tedrîc ile dâr u diyârları zabt ve hakimleri istîsâl ve ahâlîsi taht-ı ra’iyyete idhâl olundığı ve hurşîd-i âfak-gîr-i devlet-i ebed-peyvendin zuhûr ve serkeşân-ı tavâif-i hükkâmı zîr-i sadme-i mülûkânelerinden müdemmer ve makhûr eyleyüb bilâd-ı mezkûre zamîme-i memâlik-i mahrûseleri oldığı âvân-ı meyâminiktirândan Sultân Murâd-ı Râbi’ vaktine gelince zümre-i mersûmenin mezhebleri kâffe-i milel-i nasârâ âyînlerine mugâyir olmağın i’tikâd-ı vâhid üzre imrâr-ı rûzgâr ider cizye-güzâr bir tâife-i belâdet-şi’âr olduklarını ve hafazana’llâhü te’âlâ Efrenc mel’ûnları leyl ü nehâr hanedân-ı şâmihü’lerkân-ı saltanat-ı seniyyenin müstelzim-i tezelzül ve teşettüti olur hafâyâyı fesâdâtı kuvvetten fi’le getürmeği hasr-ı endîşe ve efkâr üzre olmalarıyla Moskovlunun hem-milletleri olan Rum tâifesiyle nihânî ittihâd ve devleti aliyye ile akt-ı muhârebe eylediği hengâmlarda zümre-i mel’ûnelerden isti’âne ve istimdâd ve melâ’în-i hâsirîn dahi ta’assub mülâbesesiyle mu’âvenette bezl-i ictihâd eylediklerin kendülere meslek ittihâz ve anlar dahi balâda tafsîl olundığı üzre Katolik mezhebin Ermeni tâifesi miyânına ilkâya âgâz ve ol vechile ifsâd-ı re’âyâ-yı devleti mûcib hiyel tertîbinden hâli olmadıklarını ve ânifen beyân olundığı târîhlerde töhmet-i mezkûre içün ol gürûh-ı habâset-enbûhun (vr. 124b) bâb-ı hümâyûnda katl olunarak hafazan li’l-nizâm te’dîb ve gûşmâllerine ikdâm olundığı ve halâ Ermeni milleti ile Katolik olanlar beynlerinde birbirinin zebh eylediğini yememek 14 ﺍﺹﻕﺕﺱﺍ 15 takrîr: Atıf Efendi 1829; Ali Emîri Tarih 67. 16 ﻩﺭﺍﺏ ﻥﻡﺭﺍ 156 Dr. Abdurrahman SAĞIRLI ve ehadühümâ âharın izâlesini sevâb add eylemek derecelerinde münâferet olub sahîh mezheb-i kadîminde olan şahs-ı Ermeni şevketlü kerâmetlü veliyyü’n-ni’am-ı âlem pâdişâh-ı encüm-haşem efendimiz hazretlerinin mansûriyetleri da’avâtına muvâzabat ve Katolik-meşreb-i habîsi ile tedeyyün iden melâ’în-i efrenc-nihâd lâ-muhâl düvel-i efrenciyyenin gâlib olması du’âlarına bi’t-tab’ müdâvim ve mütekâlib olduklarını ve bu müdde’âya delîl karîbü’l-’ahtde Rusya seferi hilâlinde Moskovlu ile Rum tâifesi miyânında cereyân ve müşâhid olan evzâ’-ı ma’hûdâneleri kâfî oldığını ve âbâ ve ecdâdı âyîninde kalan gürûh-ı Erâmine bî-taraf olmalarıyla dâimâ devlet-i aliyyeye sadâkat üzre olub, Katolik mezhebine giren kâfirlerin Nemçe ve Venedik diyârlarında birer kilise iştirâ ve ganî ve mütemevvilleri evlâd ve akrabâlarını terbiye olmak maslahatı zımnında ol keniselere irsâl ve başlarına şabka ve sâir elbise-i Frengiyye ilbâsıyla gereği gibi kazûrât-ı küfre îsâl eyledikleriden başka17 sarrâf ve bâzirgânlık mülâbesesiyle ve ba’zıları ricâl ve kibâr-ı devletin dâirelerine tereddüd iktisâb ve âyâb u zehâb iderek serâir-i devleti istirkâka18 fursat-yâb olmağa bezl-i üzre olduklarını ve tâife-i merdûde-i mesfûrenin ba’zı mütemevvil meredelerinin emvâli Katolik papazları taraflarından zabt olunarak beher sâl bin kiselik emvâl Frengistana irsâl olunmaktan hâli olmadığını ve ma’âza’llâhü te’âlâ zümre-i mel’ûne-i mersûmeye zerre kadar rûy-ı müsâ’ade göstermek lâzım gelür ise Rumeli ve Anadolı diyârlarında sâkin kâffe-i re’âyâ bir-iki yıl zarfında temâmen Katolik olacakları bî-iştibâh oldığını dîn ü devlete nâfi’ mevâdd-ı hayriyye ile mufassalan terkîm ve tastîr eyledi. Takrir-i merkûmun balâsı reîsü’l-küttâb efendinin melhûzâtı oldığunu mübeyyin kelimâtla tavşîh olunduktan sonra cânib-i sadrıa’zamîden taktîm-i huzûr-ı şehriyâr-ı Sikender-serîr kılınub zîr ü balâsı manzûr-ı çeşm-i pâyân-bîni mülûkâneleri buyuruldukta irâde-i aliyye-i cenâb-ı cihânbânîleri üzre o gûne hilâf-ı nizâm-ı ra’iyyet ve mugâyir-i ahkâm-ı kadr-menkıbet Ermeni tâifesi i’tikâl ve ıdlâl ve Firenk âyînine teşvîk ve Katolik rüsûm-ı bâtılasını sahîh Ermeni ra’iyyeti dînine telfîk eylemeğe hasr-ı âmâl iden şeyâtîn-i haserân-me’âlin rü’esâsı kimler ise te’dîb ve gûşmâl olunmalarıçün garaz ve nefsâniyyetten ‘ârî olarak arzuhâl ile ifâde eylemesiçün Ermeni Patrikıne hitâben mü’ekked ve müşedded buyuruldı tahrîr ve Katolik meredelerinin meydanda kalmayub nizâmlarına halel gelmiyecek sûretlerde tavr-ı hakîmâneye mukârin üslûb ile ref’-i merede (vr. 125a) olunmasına ruhsat birle kat’-ı nizâ’ olunması tasrîh ve tenbîh olınub ol gûne vesîle-i ihtilâl ve 17 başka: Atıf Efendi 1829; sonra Ali Emîri Tarih 67. 18 istirkâka: Ali Emîri Tarih 67; istirâka Atıf Efendi 1829. 157 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER izmihlâl-i re’âyâ olur Katolik güft ü gûsunun men’ ü ref’ olunmasına her taraftan ihtimâm olundı. 158 Dr. Abdurrahman SAĞIRLI Kaynaklar Ahmet Vâsıf, Vâsıf Târîhi, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Hazine No: 1410, vr. 78b80b. Enverî, Enverî Tarihi, Âtıf Efendi Kütüphanesi, No: 1829, vr. 123a-125a; Ali Emîrî, Tarih No: 67, vr. 97b-99a. Kılıç, Recep, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dinî ve SiyasîMücadeleler, Ankara 2000. 159 OTTOMAN-TIPU SULTAN RELATIONS: A CRITICAL STUDY OF THE ROLE OF ARMENIAN MERCHANTS IN MYSORE -- SOUTH INDIA OSMANLI-TİPU SULTAN İLİŞKİLERİ: MAYSOR’DA ERMENİ TÜCCARLARIN ROLÜ Prof. Dr. Aftab Kamal PASHA Jawaharlal Nehru Üniversitesi, Yeni Delhi/Hindistan ; E-mail: [email protected], [email protected]; Tel : 0091-11-26174396 ®, 26704371-72 (O) Professor, Center for West Asian and African Studies, School of International Studies, Jawaharlal Nehru University, New Delhi, India.) Özet Haydar Ali ve oğlu Sultan Tipu günümüzde Güney Hindistan’ da Karnataka, Tamil Nadu, ve Kerala adlarıyla bilinen ve 1779-1799 yıllarında Srirangapatna ve Maysor (Misor) diye adlandırılan yerlerin hükümdarlığını yapmışlardır. O dönemde İngiliz kuvvetleri ile ilişkileri iyi olan Delhi’deki Moğol Hanedanı yasal olara Maysor hükümranları ile mutabakata varamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile bağlantıya geçen Tipu Sultan bağımsız monarşi devleti unvanını ve resmî para basım iznini Cuma hutbesinde almıştır. Ayrıca Osmanlı, Tipu Sultana mektuplar göndermiş, değerli kılıç ve kalkanlar hediye etmiştir. Gelebilecek dış tehlikelere karşı da Tipu Sultan’ın hanedanına destekte bulunmuştur. Ayrıca o dönemde Fransızlar da Tipu Sultan’a yardım için söz vermiştir. Maysor Hükümdarlığı Sultan Oman ile iyi ticarî ilişkilere sahip olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu ile de Kızıl Deniz bölgesi aracılığıyla ticarî ilişkilerini güçlendirmiştir. Tekel devlet konumunda olan Maysor, Avrupa ticaret gemilerini, özelliklede İngiltere’yi saf dışı bırakarak zengin bir ülke konumuna gelmiştir. Tipu Sutan’ın ticarete olan yoğun ilgisinden dolayı Avrupa ülkeleri ile sürekli bir çatışma halinde olmuş, ancak uzak görüşlülüğü ile hükümdarlığının ticaret politikasından taviz vermemiştir. İngiliz ticaretçileri Tipu’yu kendilerine daima bir rakip olarak görmüşler ve Tipu Sultan’ın ticarî girişimlerine her zaman ket vurmaya çalışmışlardır. Bu nedenle Tipu Sultan, Osmanlının ülkesini korumasını istemiş ve bunun karşılığında da ticarî imtiyazlar vermiştir. Özellikle Basra’daki faaliyetlerin Maysor’da da yapılmasını ve buraya açılacak olan fabrikalara teknisyenler gönderilmesini istemiştir. Tipu Sultan Osmanlı İmparatorluğu’na mensup Hıristiyan Ermeni tüccarlara imtiyazlar tanımıştır. Prof. Dr. Aftab Kamal PASHA Introduction Haider Ali and his son Tipu Sultan since 1779 untill 1799 ruled from Srirangapatna, Mysore over large areas of what is now called Karnataka, Tamil Nadu and Kerala in South India. The British were opposed to both the rulers and used their power and influence with the Mughal Emperor in Delhi not to accord legitimacy to the Mysore rulers. Tipu Sultan approached the Ottoman Sultan who accorded permission to assume the title of an independent monarch and the right to strike coins and to have the Friday Khutba read in his name. Tipu also got friendly letters, Khillats, a sword and a shield studded with precious stones by the Caliph and his Grad Wazir. Regarding military help sought by Tipu, the Ottman ruler turned down the request as he was facing several outside threats. The French promised help to Tipu. The Mysore ruler had strong trade ties with the Sultan of Oman and also extensive trade contacts in the Gulf-Red Sea region and with the Ottman Empire. Mysore became prosperous due to state monopoly of trade as Tipu placed restrictions on European trading companies especially the British. Tipu’s tremendous interest in international trade and other foreign economic matters in the midst of battles, challenges from the British and other threats, reveals his far sightedness and realization that promotion of commerce and industry is the true strength of his Kingdom. The British viewed Tipu as a dangerous competitor and their goal was to put an end to all his trading activities and imaginative enterprise. Tipu wanted to secure trade privileges with the Ottoman Empire on a reciprocal basis; 163 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER he wanted facilities in Basra in exchange for similar ones in Mangalore, that Turkey help in establishing various factories in Mysore by sending technicians. Tipu encouraged Armenian Christian merchants to come and settle in Mysore and gave them special privileges as they were seen as successful businessmen. He was also keen to utilize their expert knowledge and promote trade since the Armenian merchants were well known for their extensive knowledge and wide contacts in key trading centers, Tipu greatly valued them. The Armenian merchants specialized in the export of high quality textiles and Tipu patronized them as he laid great emphasis on exports and wide contacts with the Ottoman Empire. Although Armenian merchants had lucrative business in Tipu’s Kingdom but some scholars are of the opinion that the British extensively tapped their knowledge about Indian ruling Princes and used it to consolidate their position/power in India. Ultimately the British defeated and killed Tipu in 1799. This paper focuses on Tipu’s trade and other ties with the Ottomans as also the role of Armenian merchants in Mysore in particular and South India in general. It critically examines the place of Armenian merchants in the Ottoman Empire in relation to South India. The paper is based on available Indian sources at Mysore, Mumbai and Delhi. -IEven since Haider Ali became the de facto ruler of Mysore between 1761-1782 with control over a large chunk of South India, the British perceived him as a mortal enemy and relations had been strained. Under his son Tipu Sultan they reached a nadir primarily due to determined British efforts to isolate him and bring about his downfall. The British challenge to Haider Ali and Tipu Sultan which the former saw as a great hindrance to their interests in India and neighboring areas was one of the most formidable an Indian ruler had to face in the second half of 18th century, and in self defense both the Indian rulers had been compelled to take a series of bold measures. In the Persian Gulf region, European rivalry was common, especially British attempts to bring it under its control. It is pertinent to note that the French had already conceded defeat to the British and were confined to few pockets in insignificant areas. Having curtailed the trade and profits of the Arabs and Persians especially those belonging to the Omanis they could easily be manipulated and eventually subjugated by the British. The Ottoman Sultan due to determined attempts by the Russian Czars and 164 Prof. Dr. Aftab Kamal PASHA mounting challenges from the Europeans had come to acknowledge British supremacy in the Persian Gulf region in numerous ways. The Persians were busy fighting amongst themselves while it was easy for the British to foment trouble for the Afghan rulers in view of the tribal factor in Afghan politics. From all this, it is abundantly clear that the room to maneuver for Tipu Sultan internationally was extremely limited given the British naval supremacy and superior technology which enabled them to have the global reach and paramountacy1. The British challenge to Tipu was formidable, it prompted him to respond with equally forcible, bold and prompt measures to tackle it. Most remarkable was his attempt to seek friendship with the Ottoman Sultan, Oman, France, Persia, Afghanistan, and other Persian Gulf countries, who were also equally at the sametime under intense pressure and vulnerable to British power. Despite his forced involvement in British inspired wars and the huge burden of war reparations, whenever his economic and political position improved, Tipu Sultan sent embassies abroad as he strongly believed in close cooperation with the Ottoman Sultan, Oman and other Gulf countries in order to contain the formidable threat posed by the British to his regime. Towards this end, he began to offer numerous concessions in order to induce them to support him. To the Ruler of Oman, Tipu sent a diplomatic mission headed by Mir Abdul Rahman and Mir Iyantullah. They were accompanied by Mirza Karim Beg Tabrizi the Persian envoy to Mysore. Like on previous such missions, Tipu Sultan sent valuable gifts to the Ruler of Muscat. These included jewels, elephants, khillats, sandalwood, ivory, pepper and cardamoms. It must be mentioned that Haider Ali had also maintained close ties with the Ruler of Muscat and also had an establishment at Muscat but this special arrangement lapsed as was customary with his death in his camp near Arcot on the 12th December 1782. Haider Ali has been called the greatest soldier and the most consummate statesman of the age. He was the son of a Pathan soldier of fortune who became one of the greatest ruler of a short lived dynasty which was one of the greatest that sprung from the wreck of the Moghul Empire. He first made his appearance in the political arena in 1749, as a volunteer in the army of the Mysore Maharajah. By his courage, and vast military experience, he distinguished himself in a number of daring battles and was elevated by 1 Aftab Kemal Pasha, “Tipu and the Ottoman Empire”, in B. Sheik Ali, ed., Tipu Sultan: A Great Martyr (Bangalore: Prasaranga, Bangalore University, 1993), pp.219-232; Mohibbul Hassan, History of Tipu Sultan (Delhi, Aakar Books, 2005), pp.128-138. 165 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER the Ruler to the position of Commander in Chief. From 1759 he carried on the administration himself of the vastly expanded Empire having defeated the Marathas, Nizam of Hyderabad and the British who formed an alliance with the above two Indian rulers. In 1779 he led a powerful force of 83,000 soldiers against the British on the Malabar Coast and defeated their forces led by Colonel Baillie at Pollilore. Tipu’s intense diplomatic activity with Oman which had essentially political, economic and military consideration only showed his desire to keep up contacts with influential and powerful rulers but also to continuously seek allies in his ceaseless quest for partners to withstand the British challenge. Thus, the guiding principles of Tipu’s diplomacy were to neutralize his enemies and maintain the integrity of his Kingdom and to contain British imperialism as also their expansionism. It is significant to note, that the French also maintained close ties with the Ruler of Oman but Tipu’s and the Omani ruler’s relations with the French appear to have been complementary but independent. -IITipu Sultan and the Ottomans With France plunged into turmoil and instability whatever little hope Tipu Sultan had from France were dashed. This explains his decision to send a high level delegation to the Ottoman Caliph with three goals: 1] to gain recognition as an independent monarch of Mysore; 2] to seek military assistance; and 3] to explore the possibility of establishing close economic and trade relations2. At this stage it is necessary to briefly assess the Ottoman Empire’s position which was under mounting challenge from the European powers. After the Turks conquered Istanbul in 1453 the capital of the Byzantine Empire and the last major stronghold of Christianity in Asia, the Ottomans became the masters in South West Asia and the undisputed naval power in the Mediterranean. But this collapsed in 1571 when they were defeated at Lepanto. European control and hegemony over the Eastern Mediterranean 2 Pasha, “Tipu Sultan’s Relations with the Ottoman Empire”, Détente, (New Delhi), Vol. X, No: 4 and 5, January-April, 1992, pp.6-11; I. H. Quereshi, “The Purpose of Tipu Sultan’s Embassy to Constantinople”, Journal of Indian History, Vol. 24, 1945, pp.77-85. 166 Prof. Dr. Aftab Kamal PASHA was restored. With the rise of the Europeans, the Arab-Islamic Lake as the Indian Ocean was known was dominated first by the Portuguese, then by the Dutch, French and soon the British became undisputed masters over the area. Bernard Lewis quotes from Umar Talib, one of the Turkish elite, who complained in 1625 that: The Europeans have become acquainted with the whole world, sending their ships everywhere and seizing the harbors. The goods from India, Sind and China previously came to Suez and were distributed by the Muslims to the whole world. Now, however, these goods are transported by the Portuguese, the Dutch and the English to the Frankish countries, from whence they distribute them to the world. The goods that they don’t need, they bring to Istanbul and the Islamic countries selling them at five times their value, thus reaping great profit. For the reason both gold and silver have become scarce in Islamic countries3. [3] But Tipu Sultan still perceived the Ottoman Empire as strong and hence decided to seek assistance. As early as 1784 Tipu had sent an exploratory mission to the Sublime Porte to find out whether an Embassy there would be productive. When he was told about the efficacy of having a mission at the Porte, Tipu decided to send a large mission consisting of 900 people on November 17, 1785. Tipu Sultan sought the help of the Ottoman Sultan in his fight against the ever expanding British domination. Tipu was keen to receive a Caliphal investiture from the Ottoman Sultan. He was also very keen to conclude military and commercial treaties with the Ottoman Empire. The leader of the delegation was Ghulam Ali Khan and included Nurullah Khan, Lutf Ali Khan and Jaffar Khan among others. The delegation after a long and difficult sea and land journey via Muscat, Bushier, Basra, Baghdad and other places reached Constantinople on September 25, 1787. It was only on November 5, 1787 the Ottoman Sultan Salim-III received Tipu’s emissaries with honor and decorated them. The Sultan accorded permission to Tipu to assume the title of an independent monarch and the right to strike coins and to have the Khutbha read in his name. The envoys were also given for Tipu friendly letters, Khillats, a sword and a shield 3 Quoted from Bernad Lewis, “Some Reflection on the decline of the Ottoman Empire”, Studies Islamica, No: 9, 1959, p.118; see also K. N. Chaudhari, Trade and Civilization in the Indian Ocean; An Economic History from the Rise of Islam to 1750 (New Delhi: Munshiram Mnoharlal Publishers, 1985); ----- The Trading World of Asia and the English East India Company, 1600-1760 (Cambridge: 1987); Patricia Risso, Oman and Muscat; An Early Modern History (London: Croom Helm, 1986). 167 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER studded with precious stones by the Caliph and his Grand Wazir. With this, one of the major objectives of the mission had been accomplished. According to Azmi Ozcan, a noted Turkish scholar in his study: Pan-Islamism: Indian Muslims, the Ottomans and Britain [1877-1924] this was the first and only instance of its kind on the part of an Indian [Muslim] ruler seeking recognition from the Ottoman Caliphs, though the practice itself was not new, as earlier Muslim rulers had sought recognition from the Abbasid Caliphs4. Tipu also sought military assistance from the Ottoman Caliph to put an end to the British menace in India. In order to impress upon the Ottoman Sultan the gravity of the situation and urgency of his demand Tipu sought to arouse the religious sentiments of the Caliph by highlighting to him the subversive and deceitful manner in which the British had become overlords of large parts of territories which actually belonged to the Mughals and other Indian rulers. More significantly in order to make sure his mission would succeed, Tipu also impressed upon the Ottoman Sultan that the British were humiliating the Muslims in India by forcibly converting them to Christianity and changing the mosques to Churches. According to Azmi Ozcan: To achieve his aims, Tipu Sultan appealed to very many religious motives in his letter. He informed the Sultan that about ten-thousand Muslim children had been forcibly converted to Christianity and many mosques and Muslim cemeteries had been destroyed and turned into Churches. In view of this and his religious responsibility, he had stood for jihad and had won many victories against the Christians. He requested that they should enter into a friendly alliance under which the Sultan should send troops and other military experts to help Tipu Sultan. It is interesting that Tipu Sultan also requested permission to contribute to the maintenance of the religious shrines in Mecca, Medina, Najaf and Kerbala. The Ottoman Sultan found it easy to recognize Tipu Sultan as an independent King but saw his request for military assistance hard to entertain, because he himself was preoccupied with defending his possessions under challenge from the Russians, in the Crimea in 1787 and with Austrians and others. He politely 4 Birendra Varma, “Tipu Sultan’s Embassies to Constantinople and Kabul”, Journal of Historical Research, Vol. XVI, No: 1, August, 15 1973, pp.51-56; Mohibbul Hassan, ed., Waqai-i-Manzil-i-Rum-Tipu Sultan’s Mission to Constantinople (Delhi: Aakar Books, 2005), pp.ix-xiii;, pp.1-4, pp.61-63; Pasha, ed., Perspectives on Inida and the Gulf States (New Delhi: Détente Publications, 1999) pp.1-23, and pp.210-211; Azmi Ozcan, Pan-Islamism: Indian Muslims, the Ottomans and Britain (1877-1924) (Leiden: EJ Brill, 1971), pp.11-12. 168 Prof. Dr. Aftab Kamal PASHA but firmly turned down Tipu’s request for a body of Turkish soldiers to be sent to Mysore to fight against the British. Actually Tipu wanted the Ottoman Sultan to send him a body of troops whose expenses would be borne by him and they would be sent back to the Porte at his expense whenever they would be required by the Caliph. In the end, the Sultan declined to provide any tangible military help to Tipu. It must be repeated that the Ottoman Sultan facing outside threats could not expect help from France due to the turmoil there leading to the revolution. In fact, the Ottoman Sultan could not afford to antagonize the British by accepting the request of Tipu Sultan for military alliance or assistance as Britain was busy mediating peace between Turkey and her enemies- Russia and Austria. The Ottoman Sultan therefore, advised Tipu Sultan to have good relations with the British and hence was in no position to help Tipu and endanger British friendship. Moreover the incentive for the Ottoman Sultan to help Tipu declined, if there was any, when the British inflicted heavy defeat on Tipu and seized huge territories from the Mysore Kingdom in 17925. Tipu had also urged the members of the delegation to secure trade privileges with the Ottoman Empire on a reciprocal basis; he wanted facilities in Basra in exchange for Mangalore. He also wanted Turkey to help him in establishing various factories in Mysore and by sending technicians specialized in the art of making muskets, guns, glass, chinaware and other military hardware or spares and in return Tipu would send workers required by the Ottoman Sultan. The delegation carried large quantities of goods produced in Mysore with them to be sold at various ports of call so that wide publicity is given to the products and hence exports boosted. The mission costed Tipu more than 20 lakhs of rupees and out of about 900 men only a handful returned to Calicut on 29 December 17896. 5 6 Iqbal Husain, “The Diplomatic Vision of Tipu Sultan: Briefs for Embassies to Turkey and France, 1755-1786” (Translation) in Irfan Habib, ed., State and Diplomacy under Tipu Sultan: Documents and Essays (New Delhi: Tulika Books, 2001) pp.19-65; see also Khaldoun Hasan al Naqeeb, Society and State in the Gulf and Arab Peninsula: A Different Perspective (London: Doutledge, 1990) pp.31-42; Pasha, India and West Asia: Continuity and Change (Delhi: Gyan Sagar, 1999) pp.1-15; Azmi Ozcan, No: 4, p.12; Ishtiaq Hussian Qureshi, “Tipu Sultan’s Embassy to Constantinople, 1787” in Irfan Habib ed., Resistance and Modernization under Haider Ali and Tipu Sultan (New Delhi: Tulika, 1999), pp.69-78. Pasha, No: 1, p.229, see also Aniruddha Ray, ed., Tipu Sultan’s and his Age: A Collection of Seminar Papers (Kolkata: The Asiatic Society, 2002); Pasha, “Tipu Sultan’s Diplomacy in the Gulf Region”, GSP, Working Paper, No: 10, CWAAS, SIS, JNU, 1997. 169 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tipu also wanted the Ottoman Caliph to mediate in settling his differences with the British. The French attack and occupation of Egypt in 1798 and Napoleon’s plans to reach India via Yemen and Oman alarmed the British who approached the Ottoman Sultan as the acknowledged Head of the Mohammedan Church to send a letter to Tipu Sultan to advise him not to fight against the British. So in early 1799 Caliph Selim III [17891807] addressed a letter to Tipu describing the French invasion of Egypt and their plan to conquer not only Arabia, and divide it into republics but also colonize the whole Muslin world and extirpate Islam. He also wrote that the French also wanted to conquer India and deprive its people of their religion, life and property. According to the Caliph, the French had sent an army to Tipu Sultan not to help him but to prepare plans to occupy India. Hence the Ottoman Sultan advised Tipu to refrain from any hostile activities against the English at French instigation and offered to adjust satisfactorily any cause of complaint that he might have against the British. According to Azmi Ozcan the Ottoman Sultan declared that since France was the enemy of Islam, his duty was to protect India from the French. But if there was any danger of a British attack against Tipu, the [Ottoman] Sultan could help to prevent this by acting as an intermediary between them. Tipu Sultan replied twice to the Caliph professing devotion to him and agreeing that as the French were on inimical relations with the Head of the Faithful, all Muslims should renounce friendship with them. But since the British were the invaders in his country he could not be expected to change his attitude towards them. Later on the British made full use of the passages from Caliph Selim’s letter to Tipu which expose the character of the French Republic and the outrages committed by the French against the acknowledged Head of the Mohammedan Church. Before Tipu Sultan’s letters could reach the Ottoman Caliph, the Tiger of Mysore as Tipu Sultan was fondly called was killed by the British General Wellesly on 4 May 17997. Although the British had succeeded in frustrating Tipu’s attempt to get recognition from the Mughal Emperor in Delhi despite their influential presence and machinations at the Ottoman court, Tipu did succeed in gaining recognition for his independent status as a King. Even though the Brit7 Pasha, No: 2, p.9; see also K. M. Pannikar, Asia and Western Domination (London: Unwin & Allen, 1953) and Malabar and the Dutch (Bombay: 1931); M. Redha Bhacker, Trade and Empire in Muscat and Zanzibar: Roots of British Domination (London: Routledge, 1992) pp.34-35. Azmi Ozcan, No: 4, p.13. 170 Prof. Dr. Aftab Kamal PASHA ish were quite concerned for a variety of reasons at the recognition of Tipu, but their rapidly growing influence in India and in the vast Indian Ocean region gave them comfort and confidence about ultimately their ability to encircle and crush Tipu. It must be mentioned that the British were apprehensive of Tipu’s growing contacts with the Muslim rulers both in India and abroad. His extensive links with Afghanistan, Persia, Oman, Ottoman Empire and other smaller states, his strategy aimed at intensifying political and economic cooperation particularly setting up of factories, state to state trade ignoring the Europeans, establishing military cooperation, all were considered too dangerous and revolutionary ideas which if implemented could undermine their position in the area and ultimately dash their hopes of establishing an empire where the Sun would never set. Moreover the Nizam of Hyderabad was equally disturbed at Tipu’s recognition by Turkey which was a coup de grace. Since the Ottoman Sultan still enjoyed great prestige as the most dominant Muslim power relegating the Mughal Emperor to the background, the Nizam felt out maneuvered as he could no longer claim to be legally superior because the Sultan of Mysore had a better title to his Kingdom than the Viceroy of the Deccan to his Viceroyalty No wonder the Nizam wanted the British to wipe out Tipu for which he provided all assistance. Many of Tipu’s enemies were also concerned at Tipu’s not inconsiderable achievements at Istanbul and other places which brought name and fame from abroad and ended his isolation throwing his enemies in confusion. The British correctly analyzed Tipu’s comfortable and secure position at home which propelled him to seek outside recognition and success; hence they did everything to pull him down from within using his enemies and their manipulative skills8. 8 B. Sheik Ali, History of Tipu Sultan (New Delhi: NBT, 1972) and – Tipu Sultan: A Study in Diplomacy and Confrontation (Mysore: Rao and Raghvan, 1982); see also Pasha, ed., India and Oman: History, State, Economy and Foreign Policy (Delhi: Gyan Sagar, 1999) pp.1-21; see also Pasha, “South India and the Gulf: Trade and Diplomacy During the late 18th Century”, in N. N. Vohra, ed., History, Culture anda Society in India and Wevst Asia (New Delhi: Shipra, 2003) pp.237-249; see also Akhtarul Wasey, “Turkey and Evolution of Indian Culture”, Islam and Modern Age, Vol. XXXIII, No: 4, November 2002, pp.8794; see also R. L. Shukla, Britain, India and the Turkish Empire 1853-1882, (New Delhi, People’s Publishing House, 1973). 171 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER -IIIArmenians in India According to a study from the time of the Armenian King Leo VI, was driven from his throne, in 137 AD, by the Mamelukes of Egypt, the Armenians had ceased to be an independent nation in the political world until the end of the cold war in 1990-91 when upon the disintegration of the Soviet Union, Armenia became an independent state. Through ages the Armenians tenaciously preserved their nationality by adhering to the Christian faith, which the Armenian people had embraced in the third century by the preaching of St Gregory of Caesara, famously known as Gregory-The Illuminator. Due to their unsettled and wandering life, consequent on the absence of a national bond, it served to turn their spirit of calculation, enterprise towards commerce. Thus, they became the crucial link between Europe and Asia, especially when Europe had no direct ties [sea route] with Asia. They carried on a lucrative trade with India by the land route via Persia. In the Indian bazaars, commercial marts and the emporiums, the Armenian merchants exercised vast influence and in the absence of any foreign commercial element, they monopolized the export trade for a long period, taking Indian wares and items into Persia and Venice. Benaras on the banks of the Ganges became the headquarters of the Armenian merchants. They mostly specialized by trading in silk, fine textiles, pearls, rose water, dried fruits, spices and other items. It was only during the Mughal period that large number of Armenian merchants came to Agra and established commercial settlements. The Mughal rulers patronized them and bestowed huge favors not only due to the fact the Armenians were from Persia [New Julfa] but also due to their extensive trade skills9. From the days of Greek invasion of India in 327 BC under Alexander, when he came to India via Armenia and Persia, to the Period of Shah Abbas, the Armenians had to face the invasions by the Arabs, Turks, Kurds, Mongols, Persians and many others. The Saffavid ruler Shah Abbas is be9 Mesrovb J. Seth, History of the Armenians, (Delhi: Gian Publishing House, 1988) pp.1431; and VN Dadrain, United and Independent Turania: Aims anda Design of the Turks, (Leiden: E. J. Brill, 1917) pp.11-14; and 86-95; see also Richard G. Hovannisian, ed., The Armenian People from Ancient to Modern Times: Vol. One: and the Dynastic Periods: From Antiquity to the 14th Century, Vol. Two: Foreign Domination to Statehood: The 15 to 20th Century (New York: St. Martin’s Press, 1997). 172 Prof. Dr. Aftab Kamal PASHA lieved to have ordered the Armenians to leave their commercial city of Julfa on the banks of the Aras River to Isfahan in 1605. The Armenians-about 12 000 families built a new city on the banks of Zenderood and called it New Julfa. Thus, Isfahan became the Center or head quarters of the Armenian merchants who used the old caravan route i.e. Kabul, Lahore, Delhi in the East and Tabriz, Trebizond in the West to reach the Russian and Italian marts. During Nadir Shah’s rule in Persia many Armenians fled to India to avoid persecution. They arrived at Surat in large numbers and flourished. Soon they established themselves in Bengal, Patna and Calcutta and elsewhere. At Syedabad they formed a permanent settlement and rendered valuable services to the East India Company during the Battle of Plassey in 1756 when Robert Clive fought against the Muslim rulers. Even as early as 1688 the Armenians had attached themselves to the English in Bengal. The British were anxious to cultivate the friendship of the Armenian merchants due to the latter’s acquaintance with all parts of India and having a thorough knowledge of the local languages and conditions and were also of great help to them in pushing the East India Company’s trade to the interiors of India10. After having consolidated their rule first over Bengal, the British became dominant in the entire Gangetic valley after the battle of Buxar over Oudh. The Armenians suffered a lot financially due to the prolonged hostilities between the British and the French especially when wars broke out since 1783 in the Carnatic i.e. Deccan. The French captured many ships belonging to the Armenians due to their open identification with the British. Armenian trade at Surat in particular suffered. British wars with Haider Ali greatly impacted the Armenians adversely. The British were naturally proud of the Armenians as faithful subjects to the English Government. Moreover the British encouraged the Armenians and other foreigners in Calcutta to raise a Militia [of Christians] to fight with the British. A wealthy Armenian merchant at Calcutta raised a militia at his own expense to fight the French in the Deccan. The British governor-general Lord Wellesley personally applauded this gesture. It might be recalled under Wellesley, Tipu Sultan was attacked by a large British army from Bombay and Madras, together with a subsidiary force of the Nizam of Hyderabad. Tipu 10 The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire; Documents Presented to Viscount Grey of Fallodon (Secretary of State for Foreign Affairs) (New York: Hodder and Stoughton, 1916) pp.593-661; see also Djemal Pasha, Memories of a Turkish Statesman 19131919 (New York: Arno Press, 1973) pp.241-302. 173 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sultan was killed on 4 May 1799 by the British General Baird, in Srirangapatnam after its siege and capture11. Like his father Haider Ali, Tipu Sultan also fought several wars against the British and their allies -- the Maratha Confederacy and the Nizam of Hyderabad. The central policy of Tipu Sultan was to expel the British from India and demolish the Marathas and contain the Nizam and others who had accepted British rule. In order to sustain his huge army as also for development needs, Tipu needed finance. Towards this end he promoted trade in an aggressive manner. He monopolized the trade in spices and other commodities produced in his Kingdom. Tipu established factories at Surat and in many parts of the Persian Gulf region. He considered the Armenian merchants as very successful and was conscious of the benefits arising from the presence of foreign [Armenian] merchants and how this could increase his Kingdom’s trade. Due to their extensive presence in India, Persia, Ottoman Empire and the entire Gulf Region and also in Europe and South East Asia, Tipu Sultan encouraged the Armenian merchants in his Kingdom to the utmost of his power, as they had the trade of the Carnatic in their hands and carried on a lucrative trade with Europe and the East. However, Tipu Sultan’s close ties with the French and an adversarial relation with the British as also close Armenian-English ties not much headway was made. Moreover Tipu’s monopolistic trade practices conflicted with the profit motive of the Armenians. The religious factor also seem to have undermined the relations because Tipu had sought and secured an alliance and recognition from the Ottoman Sultan on religious grounds of persecution of Muslims by the Christian English whereas the Armenians being Christians had fully aligned themselves with the British imperial policies as also their religion. But in an irony of twist Tipu Sultan who embarked on extensive political ties with the Ottoman Sultan, the French, Sultan of Oman, Persian rulers, Afghan rulers and others, found the Armenian merchants fairly useful in his contacts and trade with all the above rulers as they were present not only all over the Indian cities from Kabul to Mandalay and Bhutan-Kashmir to Cochin but also all over the Ottoman Empire and Europe as well12. 11 Seth, No: 9, pp.118-120. 12 Ibid, p.157. 174 MARAŞ’TA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Doç. Dr. Ahmet EYİCİL Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail : [email protected]; Tel : 0 344 21910 64/1064 Özet 1862-1915 yılları arasında Maraş’ta yaşayan Ermeniler iki yılda bir devlete başkaldırdılar. İsyanlara katılmayan Ermeniler ise huzur ve güven içerisinde yaşadılar. Maraş’ta Ermenilerin ekonomik ve sosyal durumu çok iyi idi. Ermenilerin çoğunlukta bulunduğu mahalleler olmakla birlikte şehrin diğer mahallelerinde Türklerle birlikte komşu olarak yaşıyorlardı. İki katlı evlerin bir katında Türk, bir katında Ermeni birlikte oturabiliyordu. Şehirde yaşayanların kiliseleri, camileri ve okulları ayrı idi. Bir Türk ile bir Ermeni mahkemede birbirlerini şahit veya vasi olarak tayin edebiliyordu. Şehirde bulunan en güzel binalar, en verimli araziler ve en güzel bağlar Ermenilerin elindeydi. Ermenilerin bu sosyal refahından Türkler rahatsız olmuyordu. Ermeniler ticaret, sanat, kuyumculuk ve tarım gibi geliri yüksek olan işleri yapıyorlardı. Her birinin iyi bir mesleği vardı. Türkler ise meslek edinemediklerinden fazla gelir getiren ciddi bir işe sahip değillerdi. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girince bütün vatandaşlarının sefere katılmasını istedi. Bu davete katılmak istemeyen Maraş Ermenilerinin bir kısmı Zeytun (Süleymanlı)’da isyan ettiler. Ekim 1914’te Süleymanlı’da başlayan isyan, Nisan 1915’e kadar devam etti. Burada tutunamayacağını anlayan Ermeni isyancıları Süleymanlı’dan kaçarak Maraş’ın güneyindeki Fındıcak bölgesine geldiler ve burada isyana devam ettiler. Fındıcak’taki isyan Nisan 1915’ten Ağustos 1915’e kadar devam etti. Fındıcak isyanı bastırıldıktan sonra isyana katılanların bir kısmı Halep ve Deyrizor’a gönderildi. Ağustos 1915’te Maraş’ta 10 294 Ermeninin kalmasına izin verildi. Mesleği olanlarla tarım ve ticaretle uğraşanlara, yaşlı ve din adamlarına dokunulmadı. Mondros Mütarekesi’nden sonra Halep ve Deyrizor’a gönderilen Ermeniler devletin desteğiyle Maraş’a geri döndüler. Ermeniler Maraş’a gelince, Türkler kucak açarak ihtiyacı olanlara maddî ve manevî yardımda bulundular. Böylece Türklerle Ermeniler arasında yeniden barış ve huzur sağlandı. Doç. Dr. Ahmet EYİCİL Giriş Türkiye Selçuklu sultanı Süleyman Şah, 1084’te Maraş’ı fethedince Kilikya Ermeni Prensi Fileretos Urfa’ya kaçtı. Fileretos, Türkiye Selçuklularına karşı Büyük Selçukluların yardımını elde etmek amacıyla Büyük Selçuklu Sultanı Melik Şah’ın huzuruna çıkarak Müslüman oldu. Sultan Melikşah, Fileretos’u Kilikya’da vasal olarak kabul etti1. 1091 yılında Çukurova bölgesi Selçuklu Türklerinin eline geçince bu bölgeye Türkmen nüfus yerleştirildi2. Kilikya dağlarına yerleşen Ermeniler, Haçlıların Adana ve Maraş’a gelmeleri üzerine derhal harekete geçerek onlarla irtibat kurdular. Haçlıları kurtarıcı olarak karşılayan Ermeniler, onları Türklere karşı kışkırttılar. Bu yüzden Çukurova bölgesini Türkler terk etmek zorunda kaldılar. Ermenilerin ihaneti üzerine Türklerin elinde bulunan Antakya ve Urfa gibi şehirler Haçlıların eline geçti. I. Kılıçarslan döneminde (1092-1107) Türklerle Ermeniler arasında ilişkiler iyi bir şekilde devam etti. Türklerin hoşgörüsü ve adil davranışı karşısında Ermeniler, Haçlılarla işbirliği yapmakla birlikte Selçuklulara da yaklaştılar3. II. Kılıçarslan tahta çıktığında Haçlılarla işbirliği yapan ve Türkleri katleden Ermenilerle mücadeleye devam etti. 1156’da Ermeni Prensi Toros’un kardeşi Stephan, Maraş beyinin bir Ermeni köyüne girmesini 1 2 3 Ali Sevim, Selçuklu Ermeni İlişkileri, Ankara 1983, s.25. Urfalı Mateos, Vakâyiname, Çeviren Hrant D. Andreasyan, Ankara 1987, s.156-158. İlyas Gökhan, “Kilikya Ermeni Prensliğinin Kuruluşu ve Türklerle İlişkileri”, Kahramanmaraş’ta Ermeni Sorunu Sempozyumu, Kahramanmaraş 2002, s.70. 179 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bahane ederek şehre taarruz etti. Şehir ve köylerdeki halkın çoğunu öldürdü4. II. Kılıçarslan tarafından Pertus kalesinin alınması sonrasında Ermeni Prensi II. Leon’un oğlu Gregori de esir edildi. Bunun üzerine Ermeniler barış isteyerek Selçuklu Sultanı’nın hakimiyetini kabul ettiler. I. Gıyaseddin Keyhüsrev Maraş bölgesini Ermenilerden tekrar alarak daha önce burada oluşturulan Selçuklu uç beyliğinin başına Nusreddin Hasan Bey’i getirdi5. 1243 yılında Selçukluların Moğollara yenilmesinden sonra Ermeniler Moğolların yanında yer aldılar. Moğolların yardımıyla Türk topraklarına saldıran Ermeniler 1258 yılında Maraş’ı işgal ettiler6. Memlûklu Devleti bölgede güçlenerek Moğollara ve Ermenilere ağır darbeler vurmaya başladı. Moğollardan gerekli desteği bulamayan Ermeniler, Türklere ve Müslümanlara karşı yeni bir Haçlı Seferi düzenlenmesini istediler7. XIV. yüzyılın başlarında Maraş civarına yerleşen Dulkadir Türkmenleri, 1337’de Memlûklulara bağlı bir beylik kurmayı başardı. XIV. yüzyılın ortalarında Adana ve yöresinde Memlûklulara bağlı Ramazanoğulları Beyliği kuruldu. Bu iki beylik Ermeni Prensliği’nin sınırlarını daralttı. Memlûklular 1374 yılında harekete geçerek Ermeni Prensliği’ni ortadan kaldırdı8. Ermeni Prensi Leon, III. Napolyon’a yardımcı olması için dilekçe verdi. Leon’un eşi prenses Lusignan’ın 1876’da Milano’da ölmesi bahanesiyle Ermeni sorunu gündeme geldi. Prensesin bıraktığı altı çocuğa maddî yönden destek olunması için Ermenilerden para toplandı9. Tanzimat ve Islahat Fermanları’nın tüm tebaayı eşit gören yaklaşımı, 1863’te devlet içinde devlet doğuran Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin kabulü, 1876 Kanun-ı Esasî’nin ilânı, Meşrutiyet rejimine geçilmesi Ermeniler ve diğer gayrimüslimler için büyük adımlar olarak görülmekteydi. Aslında bu adımlar gayrimüslimlerin devlete karşı sadakatle bağlanmasını ve 4 5 6 7 8 9 Sevim, a.g.e., s.31. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s.287; Gökhan, a.g.m., s.73. Mükrimin Halil Yinanç, “Maraş Emirleri”, TOEM, 1340, N.6, (83), s.98. Gökhan, a.g.m., s.75. Gökhan, a.g.m., s.76. Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara 1987, s.187. 180 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL devletin daha ileri ve özgürlükçü bir yapıya ulaşmasını amaçlayan olumlu gelişmelerdi10. Ermeniler, Rus idaresinde kalmaktan ziyade Osmanlı idaresinde kalmayı tercih ettiler. Çünkü Ermeniler, Rus idaresi altında meslek ve din özgürlüğünü elde edemeyeceklerine inanıyorlardı. Onlar için Osmanlı idaresi altında kalmak büyük bir şanstı. Bu nedenle 26 Nisan 1877’de Türkiye’de bulunan Gregorian Ermeni Patriği vekili, Roma Katolik Ermeni temsilci rahibi, Suriye Patriği vekili ve Yunan Patrik temsilcisi ittifakla Ruslara karşı olduklarını ve Osmanlı idaresi altında kalmayı tercih ettiklerini açıkladılar11. Rusya 25 Nisan 1877’de Osmanlıya karşı savaş ilân ettiğinde Ermeniler, Müslümanların yanında yer alacaklarını ilân ettiler12. Diğer yandan Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, 1876’da toplanan İstanbul Konferansı’nda, İngiliz murahhası Salisbury’ye Ermenilere baskı yapıldığını bildiren bir rapor verdi. İngilizlerin İstanbul büyükelçisi Henry Elliot, İstanbul Konferansı arifesinde Avrupa’nın sempatisini kazanmak amacıyla, Ermeniler vasıtasıyla isyan çıkarmanın güç olmadığını söyledi. Bu arada Rusya’daki Ermeniler, Türkiye’deki Ermeniler adına Çar II. Aleksandr’a müracaat ederek, Ermeniler lehine müdahale etmesini istediler13. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başladığında Zeytun ve Türkiye’deki Ermeniler isyan hareketine girişti. Ancak önceden alınan tedbirler sayesinde 1877 ayaklanması kansız bastırıldı. II. Abdülhamit, Ermenilerin sadakatinden dolayı Patrik Varjabedyan’a birkaç defa nişan verdi ve bunların vatansever olduğunu söyledi. 7 Aralık 1877 tarihinde Patrik Nerses Varjabedyan başkanlığında toplanan Ermeniler, Osmanlı topraklarını savunacaklarını oy birliği ile kararlaştırdılar. Osman Paşa’nın Plevne’de teslim olduğu duyulunca Ermeni meclisi yeniden toplanarak Osmanlı ordusuna gönüllü asker verme kararını değiştirdi ve böylece Ermeni kilise ve aydınları Osmanlıya sırt çevirdi14. 31 Ocak 1878’de Rusya ile Osmanlı Devleti arasında Edirne’de mütareke görüşmeleri başladığı zaman İstanbul’da Ermeni Patriği umumî mec- 10 Memet Yetişgin, “Maraş’ta Ermeni Nüfusu: Osmanlı Son Dönemi, Mütareke ve Millî Mücadele Yılları”, OTAM, Sayı 17, Ankara 2005, s.390. 11 Biritish Documents on Foreign Affairs (BDFA), Part 1, Series B, Volume 4, University Publication of America, s.5. 12 BDFA, Part 1, Series B, V.4, s.6. 13 Erdal İlter, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytun İsyanları, Ankara 1995, s.116. 14 İlter, a.g.e., s.117. 181 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lisi toplanarak Eçmiyazin Ermeni katogigosluğu vasıtasıyla Rus Çarı’ndan şu isteklerde bulundu: 1- Ermenilerin bulunduğu Fırat’a kadar olan toprakları Rusya’nın ilhak etmesi. 2- Bu topraklar Rusya’ya bırakılmazsa, Rusya tarafından Bulgaristan’a verilen imtiyazların Ermenilere verilmesi. 3- Bu da olmazsa ıslahat yapılması hususunda Osmanlı Devleti’nden teminat alınması ve ıslahat yapılıncaya kadar Rus askerlerinin bu topraklardan çekilmemesi. Patrik Varjabedyan ile dokuz piskoposun imzasını taşıyan 13 Şubat 1878 tarihli dilekçe Rus Çarına ve bir dilekçe de Başbakan Gorçakof’a gönderildi. Bu dilekçede Rus Çarı’na Büyük Kurtarıcımız diye hitap edildi15. Ermeniler kendi aralarında teşkilâtlanmaya başladılar. Maraş Emniyet Komiserliği’nden gönderilen 1879 tarihli Kilikya Vatanperver Şirketi isimli mühür örneği, Ermenilerin Maraş’ta teşkilâtlandığını göstermektedir. Kilikya Vatansever Topluluğu’nu kuran Ermeniler, Zeytun’da faaliyetlerini artırdılar16. Ermeni Patriği Nerses Varjebedyan, Osmanlı vatandaşı değil de, sanki yabancı bir memleketin temsilcisi gibi davranarak sefaretlerle, yabancı hükümet meclis ve kiliseleriyle doğrudan temas kurdu, yurt içindeki Ermeni murahhaslarını konsolos gibi kullandı, uydurma ve şişirme haberleri istediği makamlara ulaştırdı ve Ermeni murahhaslara tamimler gönderdi17. 13 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın 16. maddesinde Ermenilerle ilgili Osmanlı Devleti, Ermenilerin yerleşmiş oldukları eyaletlerde bölge menfaatlerinin gerektirdiği ıslahat ve tensikatı vakit kaybetmeksizin icra edeceğini ve Kürtlere ve Çerkezlere karşı Ermenilerin emniyetlerini koruyacağını taahhüt eder hükmü yer aldı. Bu madde ile Ruslara Ermenileri koruma adı altında Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etme fırsatı verildi18. 13 Temmuz 1878’de Berlin Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın 61. maddesinde; Babıâli, Ermenilerle meskûn vilâyetlerde mahallî ihtiyaçla15 Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (OBE), Başbakanlık Arşivi, C.3, s.X. 16 OBE, C.3, s.XXX; Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, C.1, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, No: 15, Ankara 1994, s.125. 17 OBE, C.4, s.XXIII. 18 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VIII, Ankara 1988, s.129. 182 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL rın lüzum gösterdiği tensikat ve ıslahatı vakit geçirmeksizin tatbik etmeyi ve Çerkezlerle Kürtlere karşı oraların güvenliğini temin etmeyi deruhte eder. Babıâli bu yoldaki tedbirlerini onların tatbikine nezaret edecek büyük devletlere muayyen zamanlarda bildirecektir ifadesi yer aldı19. Berlin Anlaşması’yla Ermeni konusu uluslararası bir anlaşma metninde yer aldı ve Ermenilerin oturdukları yerlerde ıslahat yapılması hususu Babıâli’ye bir görev olarak verildi. Bu arada Başpiskopos Horen Narbey, İstanbul’da düzenlenen Ermeni Muhtariyet Projesi’ni alarak Petersburg’a gitti ve Çarlık yönetimiyle irtibat kurdu. 10 maddeden oluşan bu projede Zeytun’a serbestlik verilmesinin Rusya tarafından garanti edilmesi de yer aldı20. Patrik Nerses Varjabedyan, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’ye gönderdiği 13 Nisan 1878 tarihli yazıda Doğu Anadolu ve Çukurova’da güvence altına alınmış bir Hıristiyan idaresi istedi. Berlin Anlaşması sonunda Ermeni aydınları arasında tartışma çıktı. Rus yanlısı Ermeniler, Berlin Anlaşması’nı eleştirirken, İngiliz yanlısı Ermeniler de söz konusu anlaşmadan memnun olduklarını ifade ettiler21. Rusya ve İngiltere, Ermeni konusunu siyasî çıkarları doğrultusunda yorumlarken, Ermeniler de iki yüzlü davranmaktan geri durmadılar. Bu arada Zeytun’da yaşayan Ermeniler kendilerine zulüm yapıldığını iddia ederken, diğer taraftan bedenen askerlik hizmetinde bulunmak istediklerini bildirdiler. İki yüzlü tutumlarına rağmen Ermenilerin doğrudan veya bedelli olarak askerî hizmette bulunma istekleri kabul edilerek konu hakkındaki karar 14 Ağustos 1879 tarihinde Padişah’a arz edildi22. 1. Ayaklanmanın Nedenleri Ermenilere göre ayaklanmanın önemli iki sebebi vardı: 1- Ceyhan Nehri kenarındaki toprakların Çerkezler, Müslümanlar ve Maraş’ta bulunan Türk beyleri tarafından zorla veya zaman aşımı gibi çeşitli hilelerle alınması; 19 20 21 22 Karal, a.g.e., s.132. Uras, a.g.e., s.212. İlter, a.g.e., s.117. ATASE, Kutu No: 2, Defter No: 10, Gömlek No: 893. 183 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 2- Şehirde yaşayan fakir Ermeni halkından zulümle fazla vergi alınması23. İlk bakışta bunlar ayaklanma için gerekçe kabul edilse bile başka bahaneler de ileri sürülüyordu. Meselâ, Türkler arasında Ermenilere gâvur deniliyordu. Ermeniler, kendileri hakkında bu küçümseyici ifadenin kullanılmasından rahatsız oluyorlardı. Diğer yandan Rus ajanları Ermenilere giyecek ve para yardımında bulunarak onları isyana teşvik ediyorlardı. Hatta Ruslar aleyhinde konuşanlar, Ermeniler arasında lanetleniyor ve vatan haini olarak kabul ediliyordu. Şikâyetlerin bir kaynağı da kendilerine adaletle muamele yapılmadığı iddiasıydı. Aslında Ermenilere adaletle muamele yapılıyordu. Fakat eğitim seviyesi düşük cahil ve fakir olanlar iç ve dış tahriklerle kandırılıyordu. Ayrıca bu insanlarla maddî durumu iyi olan zengin Ermeniler ve rahipler ilgilenmiyordu24. Yukarıda belirtilen bahaneler yanında, Ermeniler, Maraş ve Zeytun’da yönetimin yeniden düzenlenmesini, Elbistan ve Göksun çemberinde bulunan Zeytun’un korunmasını, yolculuk esnasında soygunculuk yapanlara kaymakamın arka çıkmamasını, polis ve askerî teşkilâtın yeniden kurulmasını, sadece ismen değil gerçekten eşit olmalarını ve Ermeni halkının da jandarma gibi silâhlandırılmasını istiyorlardı25. Fakat Ermenilerin bu isteklerini devlet çatısı altında kabul etmek mümkün değildi. Yaylada çadırlarda yaşayan Türk çobanları, Zeytun bölgesinde Ermenilerin ekinlerini sürülerine otlatıyor ve güvenliklerini tehdit ediyordu. Nitekim yaylada bulunan Bodohan isimli bir Türk çobanı Ermenilere saldırmış ve böylece Geben’de karışıklığın çıkmasına sebep olmuştu. Şehirde Ermenilere yapılan muamelelerden endişe ediliyordu. Onlara göre zaptiye, tutuklu Türkleri serbest bırakıyor ve Naip Hakkı Efendi adaletle işlem yapmıyor, bir memur başkanlığında 4 Müslüman, 4 Hıristiyan üyeden oluşan arazi meclisi, tarafsız ve adil olarak çalışmıyordu26. 2. Ermenilerin Faaliyetleri 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı yıllarında Zeytun’un çok yakınında bulunan Geben’de Hıristiyan halkın arasında yaşayan Yörükler, Ermeni23 Birititish Documants On Ottaman Armenians 1856-1880 (BDOA), Volume 1, Edit. Bilal N. Şimşir, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1982, s.426-428. 24 BDOA, V.1, s.429. 25 BDOA, V.1, s.430. 26 BDOA, V.1, s.431. 184 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL lerin katliamları karşısında Babik’e mektup yazarak misillemede bulunacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Babik, etrafına 200 silâhlı eşkıyayı toplayarak Yörüklerin üzerine yürüdü. Saldırmadan önce Yörüklere teslim olmaları önerisinde bulundu. Öneri kabul edilmeyince çatışma çıktı ve bu olayda 6 Türk şehit oldu. Çatışmada başarılı olan Ermeniler, Zeytun’a dönerken Müslüman köylerini yağmaladılar ve halka zulüm yaptılar. Kendilerine zulüm yapıldığını iddia eden Ermeniler, ellerine fırsat geçince Türklere insanlığın kabul edemeyeceği işkence ve katliamı yapmaktan geri durmadılar. Geben katliamı üzerine Çerkezler, Kültür köyüne karargâh kurdular. Ermeniler, Hıristiyanlara fırsat vermemek ve kiliseleri yağmalamakla suçladıkları Çerkezlerden aşırı derecede rahatsız oldular. Hatta bunların Kültür köyüne gelmesine mani olmayan hükümeti, görevini ihmal etmekle suçladılar27. Zeytun Ermenileri, Kültür köyüne karargâh kuran Çerkezlere saldırdı. Ermenilere ateşle karşılık veren Çerkezler mağlup olarak geri çekildiler. Bunu fırsat bilen Ermeniler, Müslüman köylülerin mallarını yağmaladılar28. Fırnız’da çıkan olayların sebebi Ermenileri örgütleyen Deli Papaz lâkaplı rahipti. Ayrıca çatışmalarda askere karşı direnen Babik de en az rahip kadar sorumluydu. Nitekim 5 Haziran 1879’da Fırnız ve Makkal köylerinde çıkan çatışmada, Ermeniler teslim ol çağrısına uymadılar ve Babik’in önderliğinde ateşle karşılık verdiler. Bunun üzerine Fırnız ve Makkal köyüne toplanan 100 eşkıyanın üzerine 2 000 asker gönderildi. Komutan Veysi Paşa, Fırnız ve Makkal sakinlerinin hepsini isyancı kabul ederek şiddetle üzerlerine gitti ve bu taarruzda 15 Hıristiyan öldürüldü. Misilleme olarak Ermenilerin de Müslüman köylerini yakacağı ve talan edeceği endişesiyle Veysi Paşa, gerekli bütün tedbirleri aldı29. Van valiliğinden gönderilen 17 Aralık 1887 tarihli telgrafta, eski Ermeni Patriği Karîmiyan Efendi’nin kardeşi Hürnû Bağışlayan Karkin, Ermeni mektebi öğretmenlerinden Ohannes, Biragameoğlu Mıgırdıç, Keyguruk Dalşahangiyan ve Terilmezyan adındaki şahısların komiteye üye oldukları ve başkanlarının Karkin ile Hangiyan olduğu bildirildi. Çünkü Zeytun’daki Ermeniler bunlarla diyalog kuruyorlardı. 27 BDOA, V.1, s.437. 28 BDOA, V.1, s.438. 29 BDOA, V.1, s.439. 185 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Van ve Zeytun, Ermeni komitecilerinin muhasarası altındaydı. Komiteye üye olanlardan birkaç kişinin gizlice Bükreş’e gitmesi ve bu yolculuğun kendisiyle birlikte gideceklere dahi haber verilmemesi istendi. Kangiyar’ın yanındaki dosyanın arasındaki kâğıtta yazılı milletin ittifakının ne olduğu açıkça bilinmiyordu. Ermeni komitecilerinin ittifakına örnek Bulgarlardı. Zira Bulgar komitecileri, aralarında ittifak ederek vatanlarını kurtarmışlardı. Eski Ermeni Patriği Karîmiyan’ın kardeşi Hürnû Bağışlayan Karkin ile bazı Ermenilerin, Ermeni İhtilâl Cemiyeti üyelerinden olduğu öğrenildi. Evlerinde yapılan aramada evrak bulundu. Evraka göre Karkin komite başkanı ve diğerleri de üyesi idi. Bunlar birtakım bozguncu hareketlerde bulunmuşlardı. Yapılan arama sonucunda ihtilâlcilerden Karkin, Keygururk ve Ohannes yakalandılar ve sorgulamaları yapıldıktan sonra tutuklandılar30. Bu arada suçluların üzerinde ele geçirilen evrakın tercümesi Babıâli’ye gönderildi31 ve Hürnû Bağışlayan gibi Ermeni komitacılar hakkında gereğinin yapılması Dâhiliye Nezareti’ne emredildi32. Komite üyeleri, Ermenilerin meskûn olduğu şehir, kaza ve köylerde isyanı başlatmak için karar almak amacıyla Bükreş’te toplandı. Toplantıya katılması için özellikle Agop Kazancıyan Efendi, Bükreş’e davet edildi. Rusçuk tüccar vekâletinden alınan habere göre yurt dışında bulunan Agop Kazancıyan’a ihtiyacı kadar para gönderildi. Bunun dışında edinilecek bilgilerin acilen Babıâli’ye gönderileceği 5 Kasım 1887 Cumartesi tarihli yazı ile bildirildi. Ayrıca 19 Aralık 1887 Pazartesi günü Hariciye Nezareti’ne ulaşan yazının tercümesi ve ihtilâlcilerin resimleri de Babıâli’ye gönderildi33. Bükreş’e davet edilen Agop Kazancıyan, Zeytun’da başlatılacak olan isyan hakkında bilgi alışverişinde bulunmak ve konu hakkında görüşlerini bildirmek amacıyla Bükreş’e gitti. Onu takip eden ve her zaman teyakkuz- 30 Van valiliğinden gönderilen 5 Kanunuevvel 303-17 Aralık 1887 Cumartesi günlü telgrafın sureti. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y.A.HUS., Belge No: 209/18. 31 Daire-i Dâhiliye’nin 8 Kanunuevvel 303-20 Aralık 1887 tarih ve 1440 sayılı yazısı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 209/18. 32 Daire-i Sadaret’in 10 Kanunuevvel 303-22 Aralık 1887 Perşembe günlü ve 2 sayılı yazısı. BOA, A.HUS., Belge No: 209/18. 33 Daire-i Sadaret mektubî kaleminin 5 Kanunuevvel 303-17 Aralık 1887 Cumartesi tarihli yazısı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 209/14. 186 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL da olan Rusçuk tüccar vekili, gerekli bilgileri gizlice Dâhiliye Nezareti’ne gönderdi34. Ermeni komite üyeleri yalan haber üretmekte çok yetenekliydiler. Memuryal Diplomatika gazetesinin 8 Haziran 1890 tarihli nüshasında, Ermeni meselesinin görüşülmesi ve Kürtlerin, Ermenilere yaptığı sözde zulmün önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması konularının tartışılmasına dair devletler arasında bir konferans yapılacağını bildiren bir yazı yayınlandı35. 9 Haziran 1890 tarihli yazı ile Hariciye Nezareti, konferans hakkında Londra elçiliğinden bilgi istedi. Alınan cevabî yazıda Elçilik, konferans haberinin tamamen uydurma ve yalan olduğunu bildirdi. Elçiliğin açıklamasına göre bu haber Memuryal Diplomatika gazetesinin Londra’daki muhabirinin uydurmasıydı. Yapılan görüşme sonunda muhabir, muhtelif gazeteler ile yapılan anlaşma gereği bunlara politikaya dair günde üç haber vermeye mecbur olduğunu söyledi. Haber üretmede başarılı olamadığı taktirde ne yapacağı sorulduğunda muhabir; Ol vakit bunları tezyi etmekten başka ne yapılır? cevabını verdi. Aslında bu haber, istek üzerine muhabir tarafından yazılmıştı36. Ayrıca haberin uydurma olduğu soruşturma ile de tespit edildi37. Ermeni komitacılar Avrupa devletlerinden himaye ve yardım gördüler. İngiliz ve Ermeni Cemiyeti’nin ortaklaşa tertiplediği bir miting 2 Aralık 1892 tarihinde Londra’da yapıldı.38 Bu mitinge katılması için gizlice görevli bir memur gönderildi.39 Mitingde yapılan konuşmalarda, Ermenilerin zulüm gördüğü ve olur olmaz yere hemen cezalandırıldığı, Osmanlı Devleti’nin Berlin Antlaşması hükmüne uymadığı gibi aslı esası olmayan konular yanlı ve duygusal bir şekilde anlatıldı40. 34 Daire-i Sadaret’in 8 Kanunuevvel 303-20 Aralık 1887 Salı tarihli yazısı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 209/14. 35 Daire-i Hariciye’nin 11 Haziran 306-23 Haziran 1890 tarihli yazısı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 236/21. 36 Lonra Elçiliği’nin 14 Haziran 1890 tarih ve 139 sayılı yazısı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 236/21. 37 Daire-i Sadaret’in 13 Haziran 306-25 Haziran 1890 tarih ve 2 sayılı yazısı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 236/21. 38 Londra Sefareti’nden gönderilen 4 Aralık 1893 tarih ve 546 sayılı yazı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 287/2, 1311.6.14. 39 Hariciye Nezareti’nin 8 Kanunuevvel 309-20 Aralık 1893 tarih ve 1209 sayılı yazısı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 287/2. 40 Daire-i Sadaret’in 11 Kanunuevvel 309-23 Aralık 1893 tarih ve 2142 sayılı yazısı ve eki. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 287/2. 187 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Adana ilinde 22 Mart 1892 tarihinde Şisah Martayan adlı bir Ermeninin üzerinin aranması sonucunda, üzerinde Ermeni isyanını anlatan Ermenice yazılı evrak bulundu. Bunun üzerine Şisah Martayan istinaf mahkemesine havale edildi ve hakkında yasal işlem yapıldı41. Adana valiliği, bölgesinde Ermenilerin hal ve hareketlerine çok dikkat ediyor ve en küçük bir söylentinin bile aslını araştırıyordu. Haçin’de vaize Hoca Hatun ile Ermeni hanımların ve Totasyan Nişan’ın evi arandı. Burada bulunan gizli ve zararlı evrak ele geçirilerek adliyeye teslim edildi. Evrakla ilgisi bulunan ve Ermenilerin Amerika’ya firarına yardımcı olan Kunduracı Melkun, Nahle ve Oan adındaki üç Ermeni tutuklandı42. Haçin’den istenilen zanlı şahısların celbi için Kozan mutasarrıflığına gerekli tebligat yapıldı. Haçin’de en küçük harekette bile karışıklık çıktığı halde 13 Ekim 1892 tarihinde böyle bir olay meydana gelmedi43. Zeytun’da isyana katılan Ermenilerin bir kısmı Halep’e kaçtı ve burada yakalananlar tutuklandı. Bu arada Sis katogigosluğu, Ermenileri komite üyesi yaparak komitenin amaçlarına hizmet etmelerini sağladı. Ayrıca soydaşlarına ve üyelere Maraş hükümet konağını basmalarını ve burada karışıklık çıkarmalarını emretti44. Zeytun’da herhangi bir isyan durumu yok ise de katogigosluğun bu emri Ermenilerin isyan hareketine girişmeyi planladıklarını gösteriyordu. Zeytun kaymakamlığı muhtemel bir isyana karşı ilâve tedbir olarak 10 jandarma daha gönderilmesini istedi. Bunun üzerine Zeytun’a 10 jandarma ve buna ilâveten kışlada devamlı bulunmak üzere bir subay ve 30 asker gönderildi45. Ermeniler, Maraş’ta bulunan Amerikan vatandaşlarından istifade ederken Amerikan vadandaşları da siyasî çıkarları gereği Ermenilere yardım etmekten geri durmuyordu. Haziran 1892 tarihinde Maraş’ta Amerikan vatandaşı olan Şişmanyan’ın üzerinde Ermeniler lehine zararlı evrak bulundu ve bu suçundan dolayı Şişmanyan tutuklandı. Amerikan sefareti mas41 Daire-i Sadaret’in 25 Mart 1852 tarih ve 4 sayılı yazısı ve Adana valiliğinin 22 Mart 1892 tarihli telgrafı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 257/126, 1309.08.25. 42 Adana valiliğinin 1 Teşrinievvel 308-13 Ekim 1892 tarihli yazı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 265/162, 1310.03.24. 43 Daire-i Sadaret’in 2 Teşrinievvel 308-14 Ekim 1892 tarih ve 589 sayılı yazısı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: …. 44 Daire-i Sadaret’in 19 Cemaziyelahir 309-21 Ocak 1892 tarih ve 3 sayılı yazısı. OBE, C. 10, No: 54. 45 Dâhiliye Nezareti’nin 19 Cemaziyelahir 309-21 Ocak 1892 tarih ve 1518 sayılı yazısı. OBE, C. 10, No: 54. 188 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL lahatgüzarı, suçlu olduğunu bildiği halde 23 Ağustos 1892’de Babıâli’ye müracaat ederek Şişmanyan’ın serbest bırakılmasını istedi46. 3. Ermenilerin Maraş’ta Ayaklanması Şehir merkezinde bulunan Ermeniler ile Türkler yıllardan beri barış içinde yaşıyorlardı. Fakat 1878 yılından itibaren Zeytun ve Maraş’ta sık sık Ermeni olayları meydana gelmeye başladı. Türkler ile Ermeniler arasındaki gerilim gittikçe arttı. Nitekim 13 Ekim 1895 Pazar günü dış güçlerin tahrikiyle Maraş’ta çatışma çıktı. Ermeniler 18 Ekim 1895 Cuma tarihini kanlı gün ilân ettiler. Bu tarihten itibaren şehirde çatışma bir ay devam etti. Silâhlı çatışma esnasında şehirde bulunan Amerikan misyonerleri Maraş Kız Koleji ve İlâhiyat Fakültesi’ndeki 290 öğrenciyi alarak sığınaklara götürdüler. İsyancılar üzerine giden askerler Ermenileri etkisiz hale getirdiler ve adı geçen kolej ile fakülteyi ateşe verdiler. İsyan bastırıldıktan sonra askerler, isyana katılan Ermeni liderlerini olaylardan sorumlu tuttular47. 23 Ekim 1895 Çarşamba günü Ermeniler ile Türkler arasında bir tartışma oldu ve bir Türk bıçaklanarak öldürüldü. Çarşıda meydana gelen diğer bir tartışmada Müslümanların yardım istemesi üzerine halk toplandı, bıçak ve sopayla kavga başladı. Aynı günün akşamı Karamanlı mahallesinde bir karışıklık oldu ve Protestan Ermenilerin ileri gelenlerinden Karabet Ağa Topalyan’ın cesedi bulundu. Arka arkaya meydana gelen bu olaylar şehirde güvenlik bakımından belirsizliğe neden oldu. Asayişi sağlamak için askerler, caydırıcı sert tedbirler alarak şüpheli bulunanları tutukladı. Ermeniler yaptıklarından korkmaya başladılar ve intikam alınacağı endişesiyle yolculuk yapamaz oldular48. 24 Ekim 1895 Perşembe günü saat 11 sularında komite üyesi olan ve kasaplık yapan Bobos Serkis ile Mehmet arasında dükkânda tartışma çıktı. Bunun üzerine derhal Ermeniler ile Katolik ve Protestan Hıristiyanlar dükkânlarını kapayıp Müslüman halka saldırdılar. Aynı günün akşamı komite üyelerinden 11 Ermeni, Maraş’ın Karamanlı mahallesi sakinlerinden Hafız Mehmet Oğlu Ali’yi kurşunla ve Yusufoğlu İbrahim’i kama ile hançerleyerek öldürdüler49. 46 9 Safer 310-23 Ağustos 1892 tarihli yazı. OBE, C. 11, No: 60. 47 Stanley E. Kerr, The Lions of Marash, State Üniversity of New York Press, Albany 1973, s.5. 48 BDOA, V. IV, s.636. 49 BDOA, V. IV, s.381. 189 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Zeytun’da olduğu gibi Maraş mutasarrıflığı da Ermeni tehtidi altındaydı. Maraş’ta oturan Ermeniler evlerinde silâhlı bir şekilde toplanmışlar, Zeytun’dan gelecek işareti bekliyorlardı. Zira bir miralay ve 400 asker Zeytun kışlasında 26 Ekim 1895 Cumartesi’nden beri beş gündür 11 eşkıya tarafından kuşatma altında tutuluyordu. Çeşitli cephelerden gelen Ermeniler, Andırın ve Elbistan ilçelerine bağlı Müslüman köylerini yakıp yıkarak tahrip ediyordu. 27 Ekim’de görevli olarak Halep’ten Maraş’a gönderilen bir Ermeni asıllı sağlık memuru korku içinde yolculuk yaptı. Maraş’ta meydana gelen olaylar nedeniyle köylerde bulunan halk yollara çıkarak yardım için şehre gelmeye başladılar50. Elbistan ve Maraş’ta bulunan 700 asker, Zeytun kışlasında kuşatma altında bulunan askerleri kurtarmak için gönderildi. Mutasarrıflıktan gönderilen 31 Ekim 1895 tarihli telgrafla, Maraş’ta bulunan askerî kuvvetin isyanı bastırmaya kâfi gelmediği bildirildi. Yardım için Halep’ten sevk olunan asker Maraş’a ulaşmak üzere süratle yola çıktı. Yardım amacıyla gelen kuvvet yetişinceye kadar, acilen süvari ve piyade askere ihtiyaç vardı. Bu sebeple redif askerî kumandanına, asker temin etmesi, müdahale ile eşkıyanın bastırılıp cezalandırılması emredildi. Güvenlik ile ilgili alınan tedbirler mutasarrıflığa bildirilirken Sadrazam da aynı tarihte Seraskere gereğinin süratle yapılmasını emretti51. Maraş Ermenileri isyan çıkarmaya hazırlanmak amacıyla, Maraş’ta bulunan 20 evi boşalttılar, içine silâh ve mühimmat doldurdular; siper için taş ve tuğladan yapılmış duvarlardan mazgal delikleri açtılar. Ermeniler isyana hazırlık hareketlerini tamamladıktan sonra 16 Kasım 1895 Cumartesi akşamı saat altı sularında Akdere Kilisesi civarında Emerliyan Karabet ve arkadaşları Zeytunlular geldi! Daha ne duruyorsunuz? diyerek bağırdılar. Bunun arkasından iki el silâh atılarak halka hücum edildi ve kargaşa başladı. Akşamla yatsı arasında karanlıktan istifade edilerek Müslüman halk ile askerin birbirini kırması planlanmıştı. Çok acı bir olay başlamak üzere iken, mutasarrıf tam zamanında buraya gelerek ikna edici konuşmalarıyla Müslüman halkı yatıştırdı ve muhtemel bir faciayı önledi. Daha sonra bu tahrik edici hareketin tahkikatı yaptırıldı. 50 BDOA, C. IV, s.636. 51 19 Teşrinievvel 1331-31 Ekim 1895 Perşembe günlü yazı. BOA, Y.A.HUS., Belge No: 338 /81. 190 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL Ermeniler, 18 Kasım 1895 Pazartesi günü akşamı saat altı sularında belediye karakolu civarında bulunan Kamburoğlu Serkis’in evinde toplandılar, caddeden geçen Müslümanlar üzerine birçok silâh attılar ve on iki yaşında bir çocuk ile bir adamı öldürdüler. Restebaiye mahallesinde Bayramyan Saçrek’in evinde toplanan Bayramyan Saçrek’in oğlu Agopcıyan, Emerliyan Mıgırdıç, Emerliyan Mıgırdıç’ın kardeşleri, oğulları ve arkadaşları tarafından gelip geçenlere atılan kurşunlarla Kayabaşı mahallesi halkından Hacı Ağa öldü ve Solakoğlu Hüseyin de ağır yaralandı. Bu arada Şekerdere, Künbet, Akdere, Kırklar Kiliseleri ve Ermeni liderlerinin evlerinden, devriye gezen jandarmaya ve yolda yürüyen Müslüman halk üzerine ansızın şiddetle kurşun yağdırıldı. Arkasından Ermeniler, Maraş’ta yaşayan halkı ve evlerini tamamen yakmak için, daha önce boşaltmış oldukları evlerini ateşe verdiler. Aynı anda şehrin çeşitli yerlerinde yangın çıktı. Atılan kurşunların etkisi yanmakta olan evlerin harareti ile Künbet ve Akdere Kiliseleri’ndeki barut, mühimmat gibi yanıcı ve patlayıcı maddeler ateş aldı. Bir tarafta tüfek sesleri ve yağmur gibi yağan kurşunun etkisi, diğer yandan yangının etrafa yayılması ve kiliselerde bulunan barut gibi maddelerin tutuşarak patlaması, şehri bir anda yangın alanına çevirdi. Olaylar karşısında soğukkanlı ve kararlı davranan Maraş kumandanı Ziya Paşa, askerî komutanlar, mülkî erkân, memurlar, askerler, polis ve jandarma isyanı bastırmak için bozguncuların üzerine gittiler. Olağanüstü gösterilen gayretler sonunda tulumba ve taşınan su ile yangın söndürüldü. Büyük bir felâketin önü alınarak şehir tamamen yanmaktan kurtarıldı. Bu olayda bir asker şehit bir asker yaralı, jandarmadan bir şehit üç yaralı, Müslüman halktan 27 şehit, 31 yaralı ve gayrimüslim tebaadan 98 ölü, 83 yaralı zayiat verildi. Felâkette 150 ev yandı. Yangın söndürüldükten sonra yapılan araştırmada mühimmat deposu olarak kullanılan Şekerdere Kilisesi’nin yerinde bir demir top gülle ele geçirildi. Ayrıca Ermenilerin kasten yaktıkları kendi evlerinde, barut ve dinamit gibi yanıcı maddeler bulundu52. 4. Ermenilerin Sosyal Durumu XIX. asırda Maraş’ta iktisadî yapı kendi kendine yeterli idi. Dokudukları el işlerini giyinirler ve ürettikleri mahsulleri ile geçinirlerdi. Dokudukları ve yaptıkları giyim eşyaları, aba, kebe, börk, yazma, alaca, edik, 52 Maraş komserliğinden gönderilen 8 Teşrinisani 131-23 Kasım 1895 tarihli yazı. Hüseyin Nazım Paşa, a.g.e., s.126. 191 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER postal, pabuç, yemeni, çevre vs. idi. Mahsulleri her çeşit hububat ile yağ, bal, peynir, yaş ve kuru sebze, meyve, kavurma, pastırma, sucuk, tarhana, bulgur vs. idi. Ekinleri ise arpa, buğday, susam, pirinç, mercimek, darı, nohut, küşne, çavdar, mısır, kendir vs. idi. Dulkadirlilerin nüfusunun büyük çoğunluğu konar-göçer Türkmen oymaklarından oluşuyordu. Konar-göçerler yazları yaylaklarda ve kışları kışlaklarda yaşarlar, geçimlerinin çok azını ziraat, büyük bir kısmını hayvancılıkla temin ederlerdi53. Müslümanlar kırsaldaki topraklara sahipti ve hemen hemen şehirdeki tüccarların tümü Hıristiyandı. Toprağı işleyenler ve göçebe kabileler halinde yaşayanlar Arap, Kürt ve Türkmenlerdi. Bunun yanısıra Hıristiyanlar atölye ve işletmelere sahibiydi54. 1311 (1894) tarihli HVS’ine göre Maraş’ın merkez toplam nüfusu, 37 648 Müslüman, 2 224 Ermeni Katolik, 2 847 Protestan, 198 Yahudi, 981 yabancı olmak üzere toplam 54 073 idi. Zeytun kazasının nüfusu 7 534 Müslüman, 443 Ermeni Katolik, 8 482 Ermeni, 261 Protestan olmak üzere toplam 16 724, Elbistan kazasının nüfusu 37 848 Müslüman, 307 Ermeni Katolik, 922 Ermeni, 306 Protestan olmak üzere toplam 39 383, Pazarcık kazasının nüfusu 17 892 Müslüman, 6 Ermeni olmak üzere toplam 17 907, Andırın kazasının nüfusu 14 072 Müslüman, 193 Ermeni Katolik, 2 409 Ermeni olmak üzere toplam 16 674 idi55. 1324 (1906) tarihli HVS’sine göre Maraş’ın toplam nüfusu 68 023’tür. Bu nüfusun 46 636’sı Müslüman, 11 211’i Ermeni, 3 580’i Katolik, 4’ü Rum Katolik, 4 051’i Protestan, 887’si Latin, 213’ü Yahudi ve 1 441’i ise yabancı idi56. 53 Yaşar Bedirhan, “Alaüddevle Bozkurt Bey Devrinde Maraş’ın Sosyal-Ekonomik ve Kültürel Durumu”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu, Kahramanmaraş 6-8 Mayıs 2004, s.391. 54 Mesrob K. Krikorian, Armenians in the Service of the Ottoman Empire 1860-1908, Routledge&Kegan Paul, London 1977, s.84. 55 Emrullah Kanadıkırık, “Maraş’ta Nüfus Hareketleri” AÜDTCFCAD, Ankara 1971, s.383. Ermeni yazarları 1890 yılında Maraş’ta Müslüman ve gayrimüslimlerin toplam nüfusunu 178 000 olarak belirtilirken, Ermeni, Rum ve Yahudilerin toplam nüfusunu 50 000 olarak göstermişlerdir. 1912 tarihinde Maraş’a bağlı olan Fırnız ve Zeytun’da çoğunlukla Ermeniler yaşıyordu. Bunun yanısıra Maraş çevresinde 28 Ermeni köyü bulunuyordu. Bu yerlerde yaşayan Ermenilerin nüfusu 65 000 idi. 1914’te ise Maraş civarında 85 000 Ermeni yaşadığı iddia edilmektedir. “The 22 Days of Marash: Papers on The Defense of the City Against Turkish Forces January-February 1920”, The Armenian Review, Vol. 30, Winter 1977-1978, s.384. 56 Hicrî 1324 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi (HVS), s.474. 192 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL Maraş’ta Müslümanların bir kısmı ziraatla meşgul olurken, bir kısmı da işçilik yapıyordu. Ermeniler ise çoğunlukla ticaret ve ziraatla meşgul oluyorlardı. Maraş’ta yaygın olan mesleklerden biri dericilikti. O dönemde dericilikle Müslümanlar uğraşıyordu. Şehirde 170 debbağ, 305 pabuççu dükkânı vardı. İzmir Şark Halı Kumpanyası’nın bir şubesi Maraş’ta bulunuyordu. Bu sebeple 100 adet dokuma tezgâhı vardı. Marangozluk ve oymacılık mesleği çok gelişmişti. Oyma sanatının işlendiği masa, kanepe, sandık ve sandalye gibi çeşitli eşyalar yapılıyordu57. 1906 tarihinde Maraş’ta 1 615 dükkân, 41 fırın, 12 hamam, 2 sabunhane, 110 değirmen, 300 aba tezgâhı, 3 eczahane, 2 pamuk fabrikası ve 2 masere bulunuyordu58. Şer’iye sicillerinde Bilezikciyan ve Kuyumciyan gibi Ermeni isimleri geçmektedir. Bu da kuyumculuk mesleği ile Ermenilerin uğraştıklarını göstermektedir59. Şer’iye sicillerinde adı geçen, kuyumculuk ve ticaretle meşgul olan Ermenilerin ekonomik durumunun Müslümanlara göre çok iyi bir seviyede olduğu görülmüş ve mahkemeye intikal eden davalarda Ermenilerin mirasçılarına fazla miktarda gayrimenkûl veya paranın düştüğü tespit edilmiştir. Maraş’ta Ziraat Bankası’nın şubesi ve Ticaret ve Sanayi Odası bulunmaktadır. Bir başkan ve dört üyeden oluşan Ticaret ve Sanayi Odası’nın başkanı Şükrü Bey, üyeler Agop Ağa, İhsan Efendi, Artin Efendi ve Hüseyin Efendi’dir. Dört üyeden ikisinin Ermeni olması, Ermeni nüfusunun az olmasına rağmen ekonomik yönden güçlü olduklarını göstermektedir60. 1895’te Zeytun’da meydana gelen Ermeni isyanının bastırılmasıyla, şehir halkı arasında barış ortamı sağlandı. Maraş’ın çeşitli mahallelerinde oturan Ermeniler huzur içinde yaşamaya başladılar. Fakat kendi aralarında miras konusunda anlaşamayınca mahkemeye müracaat etmek zorunda kaldılar. Maraş’ta bulunan şer’iye mahkemelerinde görülen davalarda sanık veya sanığın vekili hazır bulunarak haklarında işlem yapılmıştır. Bazen mahkemenin görevlendirdiği kâtip, evlere giderek sanıkların vekil tayin ettiği güvenilir şahıslar hakkında vekâletname düzenlemiştir.Vekâletname 57 Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Sadeleştiren M. Yusuf Özbaş, İstanbul 1973, s.176. 58 HVS (H.1324), s.469. 59 Maraş Şer’iye Sicili’nin (MŞS) 231 Numaralı defterinin 340-445. sayfaları arasında yer alan belgelerde Ermenilerin meslekleriyle ilgili isimleri geçmektedir. 60 H.1324 Tarihli HVS, s.456-457. 193 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER düzenlenen şahıs Müslüman ise zeyl-i vesikada muharrerü’l-esami-i müslimin tarifleriyle muarrefe..., gayrimüslim ise zeyl-i vesikada muharrerü’l esami-i kesan tarifleriyle muarrefe... tabiri kullanılmıştır. Mahkemede düzenlenen vekâletnamelerde bazen şahitler huzurunda kimlik tespiti yapılmıştır. Bazı şahısların vekili veya vasisi bulundukları kimseler, küçük yaştaki çocuklar ve kardeşleri adına dava açtıkları görülmektedir. Şer’iye mahkemesi, şahitlik yapacak kişinin güvenilir olup olmadığını araştırmıştır. Güvenilir olmayan insanların şahitliği kabul edilmemiştir. Mahalle imamı, muhtarı veya ileri gelenlerden oluşan bir jüri şahidin şuhudü’l-hal’ini onaylamaktadır. Bunların onaylamadığı insanların şahitliği uygun bulunmamıştır61. Maraş şer’iye sicillerinde yer alan kayıtlara göre Ermenilerin kendi aralarında veya Ermenilerle Türkler arasında sosyal hayatta bir problemle karşılaşılmamıştır. Maraş’ın çeşitli mahallelerinde oturan Ermeniler mahkemede dilediklerini vekil tayin edebilmişler ve davaları şer’î mahkemelerde görülmüştür. Bunlarla ilgili çeşitli örnekler aşağıda gösterilmiştir. Şekerli mahallesinde oturan ve Ermeni milletinden olan Parlak oğlu Serkis, Hatuniye mahallesinde oturan ve Ermeni milletinden olan Avakyan Avadük Efendi’yi miras ve diğer tüm davalar için 19 Mayıs 1897’de vekil tayin etmiştir62. Bostancı (Kurtuluş) mahallesinden ve Ermeni milletinden Bakos’un vefatı üzerine eşi Başak, oğulları Ohannes ile Artin ve kızları İski, Nazlı ve Gaski arasındaki veraset davası şer’iye mahkemesinde 24 Kasım 1897’de görülmüştür63. Bostanciyan (Şeyhadil) mahallesinde oturan Panos’un vefatı üzerine mirası eşi Kikor’la, oğulları Haki ve Artin, kızları İski, Nazlı ve Gaski arasında 24 Kasım 1897’de mahkemece paylaştırılmıştır64. Hatuniye mahallesinden Bilezikciyan Karabet’in vefatı üzerine küçük yaştaki oğlu için Gürcü Efendi vasi tayin edilmişti. Ancak kadı Mevlâ- 61 MŞS, Defter No : 234, Belge No: 574, 579, 586, 589, 590, 592, 593, 594, 595, 596, 597, 599, 602, 617. 62 MŞS, Defter No : 231, Belge No: 85. 63 MŞS, a.g.d., Belge No: 108. 64 MŞS, a.g.d., Belge No: 111. 194 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL na Efendi bu muameleyi yerinde bulmadığından vasiyi azletmiş ve yerine yeni bir vasi tayin etmiştir65. Bektutiye (Fevzi Paşa) mahallesinden Katolik Vartar ve Agop Efendi aynı mahalleden Artin Efendi ile Hatuniye mahallesinden Avakyan Avadük Efendi’yi alacak ve verecek bütün davalar için 22 Ocak 1898’de vekil tayin etmiştir66. Halep vilâyetinin Kıtal-ı Hicar mahallesinden ve Musevî milletinden olan ve Hatuniye mahallesinde misafir olarak bulunan Ruful, şirketlerin alacak, verecek ile leh ve aleyhteki davalarına bakmak üzere Kuyucak mahallesinden ve Katolik milletinden olan Karabetyan Manok Efendi ile Kumarlı (Sarayaltı) mahallesinden Kuyumciyan Agapos Efendi’yi 11 Temmuz 1897’de vekil tayin etmiştir67. Kuyucak mahallesinde oturan ve Katolik milletinden olan Hırlakyan Kirkor, Hırlakyan Şirketi namına açılacak davalara bakmak üzere Haçin kazasında oturan Ermeni Purçak Efendi ile aynı kazada oturan Mangor oğlu Estefan Ağa’yı 7 Temmuz 1897’de vekil tayin etmiştir68. Hatuniye mahallesinde oturan Katolik Kakos Limuzikin, şirket alacaklarının ve diğer davaların tamamına Etmekçi (Ekmekçi) mahallesinde oturan Cansızzade Hacı Mehmet Efendi’yi 25 Haziran 1897’de vekil tayin etmiştir69. Kuyucak mahallesinden Katolik Hırlakyan Kirkor, Hırlakyan Şirketi namına alacak ve verecek davaları için Andırın kazasından Yahya oğlu Durdu Ağa’yı 7 Temmuz 1897’de vekil tayin etmiştir70. Gargaciyan (Hayrullah) mahallesinden Ermeni Serabdar oğlu Ermenak’ın kaybolan merkebi Birecik kazasının Terbib köyünde oturan Şıho’da bulunmuştur. Görülen dava sonunda mahkeme söz konusu merkebi, sahibi Ermenak’a 11 Temmuz 1897’de teslim etmiştir71. Kumarlı (Sarayaltı) mahallesinden Ermeni Çorbacıoğlu Mıgırdıç ile Ekun oğlu Mişak, Hatuniye mahallesinden Ermeni Avakyan Avadük Efendi’yi 27 Haziran 1897’de vekil tayin etmiştir72. 65 66 67 68 69 70 71 72 MŞS, a.g.d., Belge No: 152. MŞS, a.g.d., Belge No: 163. MŞS, a.g.d., Belge No: 9. MŞS, a.g.d., Belge No: 10. MŞS, a.g.d., Belge No: 5. MŞS, a.g.d., Belge No: 11. MŞS, a.g.d., Belge No: 21. MŞS, a.g.d., Belge No: 25. 195 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Şekerli mahallesinden Ermeni Koç oğlu Panos, aynı mahalleden olan Bulgurcu oğlu Panos’a altı top alaca kumaş yaptırdı. Bulgurcu oğlu Panos dokuduğu kumaştan top başına 10 para fazla ücret aldı. Bulgurcu oğlu, senede 624 top kumaş dokuyarak 9 senede 5 616 top kumaş üretti. Koç oğlu Panos, kumaşlara 10 para fazla ödemeyi kabul etmeyince konu mahkemeye intikal etti. Mahkeme bu kumaşlara 10 para fazla ödemeyi haksız buldu ve kalan 1 400 top kumaş borcunun ödenmesini kabul etmedi73. Kuyucak mahallesinden olup Kuytul (Kurtuluş) mahallesinde oturan Ermeni Bayraz oğlu Kikorok, Hatuniye mahallesinden Nezu’yu ve Kuyucak mahallesinden Katolik Karamanyan Manok Efendi’yi 1 Ağustos 1897’de vekil tayin etmiştir74. Hatuniye mahallesinde oturan Protestan Toros ile Letos, Etmekci mahallesinden Sapsızzade Hacı Mehmet Efendi’yi 25 Temmuz 1897’de vekil tayin etmişlerdir75. Şekerdere mahallesinde oturan Ermeni Hita oğlu Ohannes’in vefatı üzerine mirası mahkemece oğlu Ohannes’e 21 Ağustos 1897’de bırakılmıştır76. Şekerdere mahallesinde oturan Ermeni Haçer’in vefatı üzerine, oğlu Vahan ile kızı Hutursuf’un küçük olmalarından dolayı reşit oluncaya kadar babalarından kalan malların korunması ve idaresi için dayısı Topal oğlu Ohannes, 13 Ağustos 1896’da vasi tayin edilmiştir77. Restebaiye (Gazi Paşa) mahallesinde oturan Gazez oğlu Agop’un toplam 2 217 kuruş 10 para mirası eşi Agribet, oğulları Mıgırdıç, Ohannes, Agop ve Artin ile kızları Şirvan, Meryem ve Haykezun arasında 16 Şubat 1896’da paylaştırılmıştır78. Şekerdere mahallesinde oturan Ermeni Kürtoğulları Şahin, Tuçe ve Vardivar, arazi emlâk ferağ ve alım satım ile alacak davaları konusunda Kuyucak mahallesinde oturan Protestan Ketenciyan Efendi’yi 19 Aralık 1896’da vekil tayin etmişlerdir79. Kuyucak mahallesinden Ermeni Karcı oğlu Panos’un kaybolan katırı Antep’in Araplar köyünde oturan Kürtoğlu İbrahim’in evinde bulunmuş73 74 75 76 77 78 79 MŞS, a.g.d., Belge No: 28. MŞS, a.g.d., Belge No: 33. MŞS, a.g.d., Belge No: 34. MŞS, a.g.d., Belge No: 70. MŞS, a.g.d., Belge No: 527. MŞS, a.g.d., Belge No: 668. MŞS, a.g.d., Belge No: 622. 196 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL tur. Konu mahkemeye intikal edince söz konusu katır, mahkeme kararıyla sahibine 15 Şubat 1896’da teslim edilmiştir80. Hatuniye mahallesinden Ermeni Bilezikciyan Karabet’in vefatıyla küçük çocukları Mihran, Artin ve Ohannes büyüyünceye kadar anneleri, 14 Ağustos 1896’da vasi tayin edilmiştir81. Şekerli mahallesinden Bilezikciyan Karabet’in oğlu Ohannes ve eşi Gürcü’den olan oğulları İrmerek, Agop, Artin, Miran ve kızları Meryem, Serem ve Zaruha, arsa davasından dolayı Bektutiye (Fevzi Paşa) mahallesinden Artin Efendi, Hatuniye mahallesinden Toros Efendi ve Etmekçi mahallesinden Ohannes’i 3 Eylül 1896’da vekil tayin etmişlerdir82. Şekerli mahallesinden Marbey Serkis’in vefatıyla toplam 24 180 kuruş değerinde olan mirası eşi Turunç, oğulları Haykezun, Keseptor, Lubdiyet, Ludir ve kızı Zuruhi, kendisinden önce vefat eden önceki eşi Meryem’den olan oğlu Alisan, Atiye ve kızları Arahi ile Gürciye arasında 25 Ocak 1896’da paylaştırılmıştır83. Topalyan Arslan, Artin, Musiye ve hemşiresi Lusiye ile Lusiye’nin oğlu Vartom ve Kiforok bağ ve ev anlaşmazlığından dolayı Ermeni Şekerci Efendi’yi 21 Aralık 1896’da vekil tayin etmişlerdir84. Divanlı mahallesinde oturan Cenbeş’in oğulları Kirkor, Atom, Manok ve Agop vakıf ve değirmen davasından dolayı Bektutiye (Fevzi Paşa) mahallesinden Artin Efendi’yi 21 Aralık 1896’da vekil tayin etmişlerdir85. Duraklı mahallesinden Ermeni Suvar’ın vefatı üzerine küçük oğlu Bedros büyüyünceye kadar babasından kalan malları korumak ve idare etmek üzere dayısı Serkis 1 Aralık 1896’da vasi tayin edilmiştir86. Çavuşlu mahallesinden Protestan Kirkorok ölünce, geriye 3 988 kuruş 4 para mirası kalmıştır. Bu miras, oğlu Bagos ve Bedros ile amcası oğlu Leon arasında paylaştırılmıştır87. Cığcığı mahallesinden Hacı Recep’in oğlu Mustafa’nın beygiri Eloğlu köyünün merasında otlarken kaybolmuştur. Arama sonunda beygir Zeytun’un Bozbayır mahallesinde oturan Babık’in evinde bulunmuştur. 80 81 82 83 84 85 86 87 MŞS, a.g.d., Belge No: 667. MŞS, a.g.d., Belge No: 579. MŞS, a.g.d., Belge No: 541. MŞS, a.g.d., Belge No: 675. MŞS, a.g.d., Belge No: 607. MŞS, a.g.d., Belge No: 624. MŞS, a.g.d., Belge No: 589. MŞS, a.g.d., Belge No: 12. 197 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Mahkemede görülen dava sonunda beygir, Babik’ten alınarak sahibine teslim edilmiştir88. Ermeni Çivioğlu Kikor, Alice oğlu Mustafa ve Aşir oğlu Mehmet, Bektutiye (Fevzi Paşa) mahallesindeki Keşif Efendi Camisi’nin imarı için 1 750 kuruşluk senet vermişlerdir. Ancak Çivioğlu Kikor senetten hissesine düşen meblağı ödemeyi kabul etmeyince parası geri verilmiştir89. Bir Ermeni bir Ermeniyi, bir Ermeni bir Türkü vekil tayin ettiği gibi, bir Türk de bir Ermeniyi vekil tayin etmiştir. Nitekim 1870’de Helete köyünden Mehmet Ali ve Süleyman kardeşler Bektutiye mahallesinden Katolik Kuyumciyan Artin Efendi’yi arazi alım satım, lehte ve aleyhte olan bütün davaları konusunda vekil tayin etmişlerdir90. Şekerdere mahallesinden Ermeni Aleksan, leh ve aleyhinde vuku bulacak bütün davalar için Divanlı mahallesinden Leblebicizade Ahmet Efendi ile Zımmîyan (Yusuflar) mahallesinden Pecuk ve Şekerdere mahallesinden Ermeni Kurdoğlu Kaca’yı vekil tayin etmiştir91. Kuyucak mahallesinden Arazik oğlu Agop’un vefatıyla toplam 10 000 kuruş değerindeki mirası oğulları Avadik, Serkis ve Toros arasında paylaştırılmıştır92. Kısacık oğlu Vartivar, sağlığında kısrağını Nedirli köyünden Tâcirlü Mikdat’a vermişti. Fakat Vartivar ölünce çocuklarının vasisi olan Kuyumciyan Artin bu kısrağı tekrar alarak mirasçılara vermiştir93. Ermeni Siben oğlu Bali ve Kostantin oğlu Meyhaneciyan miras ve alacak davaları için Divanlı mahallesinden Leblebicizade Ahmet Efendi’yi vekil tayin etmiştir94. Helete köyünden Veli oğlu Hacı, Zeytun’un Bozbayır mahallesinden Ermeni Karabetci oğlu Agop ve Etmekci mahallesinden Sapsızzade Hacı Mehmet Efendi’yi vekil tayin etmiştir95. Bu iki örnekte görüldüğü gibi Ermeniler Müslümanları, Müslümanlar da Ermenileri vekil tayin etmiştir. Restebaiye (Gazi Paşa) mahallesinden Vartivar’ın mirası eşi Turvin, oğulları Artin ve Nazarbet ile kızları Lusiye ve Hatune arasında taksim 88 89 90 91 92 93 94 95 MŞS, a.g.d., Belge No: 13. MŞS, a.g.d., Belge No: 15. MŞS, a.g.d., Belge No: 16. MŞS, a.g.d., Belge No: 26. MŞS, a.g.d., Belge No: 47. MŞS, a.g.d., Belge No: 50. MŞS, a.g.d., Belge No: 61. MŞS, a.g.d., Belge No: 64. 198 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL edilmiştir96. Aynı şekilde Ermeni Haço’nun mirası eşi Tutu, oğulları Varatos, Ekrefor, Karabet ve kızları Meryem, Senem, Elmas, Zekiye ve Varici arasında pay edilmiştir97. Şekerdere mahallesinden Hita oğlu Ohannes’in vefatı üzerine mirası mahkeme kararıyla amcasının oğlu Ohannes’e verilmiştir98. Cığcığı mahallesinde oturan Mihail oğlu Kirkor’un mirası eşi Meryem, oğulları Ohannes, Mihail, Kikor, Neşet ve Astor arasında pay edilmiştir99. Ermeni Sekun oğlu Bakos’un mirası eşi Başak, oğulları Ohannes ve Artin ile kızları İski, Nazlı ve Gaski arasında hisselerine göre taksim edilmiştir100. Divanlı mahallesinde oturan ve Protestan milletinden olan Kiraz oğlu Panos’un toplam 2 626 kuruş 10 para değerindeki mirası eşi Marker, oğulları İsir, Nişak, Leon ve Miran ile kızları Feride, Nevruze ve Zuruhi arasında hisselerine göre pay edilmiştir101. Mosis oğlu Sakari, Şekerdere mahallesinden olan Samili Şerif’ten şahitler huzurunda bir katırı 340 kuruşa satın almıştır. İlerde alışverişe bir zarar gelmemesi için yapılan bu muamele 31 Ekim 1896 tarihli bir ilâmla kayda bağlanmıştır102. Restebaiye mahallesinden Protestan Gülrüz oğlu Mosis vefat edince 7 630 kuruş değerindeki mirası eşi Halime, oğulları Karabet, Ohannes, İbrahim ve Ahurur ile kızları Mayirir ve Ferda arasında pay edilmiştir103. Protestan Murulyan Sağman’ın 19 000 kuruş mirası, eşi ve çocuklarına verilmiştir104. Belgede her cins malın kuruş ve para olarak değerleri ayrı ayrı belirlenmiş ve toplam para birimiyle mirasçılara taksim edilmiştir. 270 parçadan oluşan bu mirasın üzerinde dikkatle durulursa, o günün şartlarına göre çok büyük servet olduğu daha iyi anlaşılabilir. Halhaliye (Yusuflar) mahallesinden Koca oğlu Ali Agop’un 4 909 kuruş değerindeki 180 parça mirası çocukları Nişan, Hürü, Turriden ve Miran arasında taksim olunmuştur105. 96 MŞS, a.g.d., Belge No: 66. 97 MŞS, a.g.d., Belge No: 67. 98 MŞS, a.g.d., Belge No: 70. 99 MŞS, a.g.d., Belge No: 74. 100 MŞS, a.g.d., Belge No: 108. 101 MŞS, a.g.d., Belge No: 568. 102 MŞS, a.g.d., Belge No: 574. 103 MŞS, a.g.d., Belge No: 643. 104 MŞS, a.g.d., Belge No: 651. 105 MŞS, a.g.d., Belge No: 653. 199 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Protestan Arap oğlu Tehret’in toplam 9 920 kuruş değerindeki 20 parça malı ondört mirasçısı arasında bölüştürülmüştür106. Vefat eden Bilezikçi oğlu Karabet’in onaltı gayrimenkûl ve altmışsekiz parça menkûl mirası vardı. Bunların değeri gayrimenkûl 20 890, akar 135 500 olmak üzere toplam 145 890 kuruş idi. O günün şartlarına göre oldukça büyük bir servet olan bu mal, Ermeni Karabet’in on bir mirasçısı arasında pay edilmiştir107. Ermeni Mabey Serkis’in toplam 37 555 kuruş değerindeki mirası on dört mirasçısı arasında bölüştürülmüştür108. Çavuşlu mahallesinde oturan ve kurşunlanarak öldürülen Ermeni Hamparsum’un mirası konusunda çıkan anlaşmazlık mahkemece çözülmüş ve mirasın eşi Tirvan ile Tirvan’dan olan çocuklara ait olduğu belirtilmiştir. Hamparsum’un 12 adet Osmanlı lirası, 1 000 kırat zahiresi, 200 lira değerinde bakır eşyası 200 lira kira geliri varislerine teslim edilmiştir109. Zeytun’un Orta mahallesinden Ermeni Serkis oğlu Deyvid, Tâcirlü aşiretine mensup Molla Mehmet’ten inek satın almıştı. Fakat bu inekler merada otlarken Göksun’daki Molla Mehmet’in merasına kaçmıştı. Bunun üzerine Molla Mehmet bu ineklerin kendisine ait olduğunu söyledi. Aralarında çıkan anlaşmazlık mahkemeye intikal etti. Şahitlerin ineklerin Deyvid’e ait olduğunu belirtmeleri üzerin hâkim hayvanları Deyvid’e teslim etti110. Bu örnekte görüldüğü gibi Ermeni Deyvid’in iddiası üzerine mahkeme, konuyu ele almış ve şahitler huzurunda, Türk olmasına rağmen zanlı Molla Mehmet’i haksız bulmuştur. Manok’un kızı Margaret, kardeşinin kızı Feride’den 15 Osmanlı lirasına bir gayrimenkûl satın almıştır. Aralarında çıkan anlaşmazlıkta mahkeme Bektutiye (Fevzi Paşa) mahallesinde olan gayrimenkûlun Margaret’e ait olduğunu kararlaştırmıştır111. Hamparsum’un eşi Hatun, kocası ölmeden önce Ermeni Horin’in Hamparsum Şirketi’ne 85 adet Osmanlı lirası borcu olduğunu iddia etti. Ancak Horin, söz konusu şirkete borcu olmadığını söyledi. Bunun üzerine 106 MŞS, a.g.d., Belge No: 665. 107 MŞS, a.g.d., Belge No: 672. 108 MŞS, a.g.d., Belge No: 675. 109 MŞS, Defter No : 234, Belge No: 554. 110 MŞS, a.g.d., Belge No: 561. 111 MŞS, a.g.d., Belge No: 601. 200 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL konu mahkemeye intikal etti. Hatun mahkemede iddialarını ispat edince Horin borcunu ödemek zorunda kaldı112. Türklerle Ermeniler arasında sağlanan güven dolayısıyla Tekerek köyünden Emiroğlu Durdu Mehmet, Ermeni Vakem oğlu Serkis ve Manok Efendi’yi mera davasında vekil tayin etmiştir113. Çukuroba mahallesinde oturan halkın ve çevrede yaşayan insanların su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan Hayat Pınarı çaya akıyordu. Fakat Kayışlı oğlu Avedük ve oğulları kademhanelerine ait olduğunu iddia ederek önüne duvar çekip, çeşmeyi avlu duvarı içine aldılar. Bunun üzerine mahalle sakinlerinden ve Ermeni milletinden Kalaycı oğlu Konsul Estepan oğlu Serkis ve kardeşi oğlu Vartan ve onun da oğulları Kirikor ve Serkis mahkemeye müracaatta bulunarak yüzelli yıldan beri meydan çeşmesi olarak kullanılan Hayat Pınarı’nın önüne çekilen duvarın kaldırılmasını istediler. Yapılan müracaat üzerine Mahkeme, belediye teknik elemanlarına keşif yaptırdı ve böylece Hayat Pınarı’nın avlu duvarı içine alınmasını önledi114. Hacı Mehmetli (Akçakoyunlu) mahallesinden Ermeni Kocaoğlu’nun oğlu Eküp ve oğulları, Kuyucak mahallesinden Ketenciyan Kirikor Efendi’yi leh ve aleyhinde vuku bulacak olan bütün davalar için vekil tayin etmiştir115. Çavuşlu mahallesinden Ermeni Andız oğulları Artur, Manok ve kız kardeşi Tirvanek, Şekerdere mahallesinden Zeylanoğlu ailesinden Haçer kızı Meryem ve oğlu Abraham, Sis katogigosu Mıgırdıç Efendi’nin tereke davası için Kuyucak mahallesinden Kefenciyan Kirikor ile Ekmekçi mahallesinden Sapsızzade Hacı Mehmet Efendi’yi 22 Haziran 1906’da vekil tayin etmişlerdir116. Vefat eden Çarşıkoğlu Manok’un küçük çocukları Marderos, Güllü, Uğsen ve Yabrik’e babalarından kalan malın muhafaza ve idaresi konusunda enişteleri Mampur oğlu Agop vasi tayin edilmiştir117. 112 MŞS, a.g.d., Belge No: 604. 113 MŞS, a.g.d., Belge No: 623. 114 MŞS, a.g.d., Belge No: 648. 115 MŞS, a.g.d., Belge No: 653. 116 MŞS, a.g.d., Belge No: 657. 117 MŞS, a.g.d., Belge No: 659. 201 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Talkara (Yusuflar) mahallesinden Ermeni Kireççiyan Pilip Aram, Nisan ve Kespur, Alemli (Sakarya) mahallesinden Avakyan Avadük’ü vekil tayin etmişlerdir118. Besni kazasının Huzistan mahallesinde oturan Ermeni Kuyumciyan Kirikor ve oğulları Artin ile Agop, Çavuşlu mahallesinden Andız oğulları Vartuvar Manuk, Serkis, Deylan ve Ermeni cemaati temsilcileri mahkemeye müracaat ederek 1892’de ölen Kilikya Ermeni katogigosu Mıgırdıç Efendi’nin mirasından kilise için hisse talebinde bulunmuşlardır. Bunun üzerine mahkeme, 23 Şubat 1907 tarihinde katogigos Mıgırdıç Efendi’nin mirasının çocukları ve Ermeni kilisesi arasında paylaştırıldığına dair bir ilâm vermiştir119. Osman Rıfat Efendi’nin Ermeni Keşiş oğlu Ohannes’e 650 kuruş borcu vardı. Osman Rıfat Efendi ölünce oğlu Mehmet Efendi babasının borcu olmadığını iddia ederek Keşiş oğlu Ohannes’e ödemek istemedi. Bunun üzerine Keşiş oğlu Ohannes ve oğulları Artin ile Kirikor mahkemeye müracaat ederek Mehmet Efendi’den 650 kuruşu ödemesini istediler. Görülen dava sonunda 18 Haziran 1906’da mahkeme, Mehmet Efendi’nin babasından kalan borcu ödemesine karar verdi120. 1892’de ölen Sis katogigosu Yağsızyan Mıgırdıç Adana Ermeni Kilisesi’nde toplanan cemaat huzurunda, üzerinde bulunan elbiseden başka kendisinde her ne varsa hepsinin Sis manastırının malı olduğunu söylemişti. Fakat Yağsızyan Mıgırdıç Efendi’nin üzerinde emanet olarak 5 Osmanlı lirası vardı. Mıgırdıç’ın mirasçıları amca oğulları Kirkor ile Agop ortaya çıkarak emanet olan bu parayı almak istediler. Ayrıca cemaatin ileri gelenleri paranın mirasçılara ait olmadığını iddia ettiler. Bunun üzerine mahkeme katogigos Sahak Efendi’ye verilmek üzere parayı, vekili Misak Efendi’ye teslim etti121. Ekmekçi mahallesinden Semerci Karaoğlan’ın eşi Meryem’in Ekmekçi mahallesinde 15 000 kuruşluk evi, Kerhan köyünde bahçe ile bir bağı, 1 200 kuruşluk 30 adet bakır eşyası, 250 kuruşluk bir çift altın bilezik, 625 kuruşluk mal, 1 920 kuruşluk eşya, 12 800 kuruş nakit olmak üzere toplam 40 790 kuruşluk mirası, Leblebicizade Ahmet Efendi ve Mehmet Ağa’nın 118 MŞS, a.g.d., Belge No: 665. 119 MŞS, a.g.d., Belge No: 679. 120 MŞS, a.g.d., Belge No: 415. 121 MŞS, a.g.d., Belge No: 438. 202 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL yanında, varisleri Artin, Eküb, İstor, Vartuvar, Astor arasında paylaştırıldı122. Ermeni Terzukciyan Hamparsun, Bilezikayan Nuzret Efendi’den alacağını alması için Leblebicizade Ahmet Efendi’yi vekil tayin etti123. Vefat eden Kerpiçyan Artin’in mirası konusunda oğlu Kanber ve eşi Keter arasında anlaşmazlık çıktı. Artin’in 50 000 kuruş alacağı, 140 adet Osmanlı lirası, Kirko’nun dükkânında ticarî eşyası, Bilal Ağazade’de 68 adet Osmanlı lirası, Amerika Kamer Serterud Kampanyası tarafından gönderilen 190 İngiliz lirası ve 14 şilin para ve çeşitli malları vardı. Bu mallar mahkemece varislerine taksim edildi124. Ermeniler gayrimenkûl satışlarını kendi aralarında yapmayı tercih ettiklerinden Çavuşlu mahallesinden Ermeni Sahakyan Hacı Serkis, kendisine düşen evin 10 hissesini, 8 Osmanlı lirası karşılığında Hacı Artin’e sattı125. Zamanla Ermenilerin satmış olduğu mallar, daha sonra mirasçıları tarafından istendi. Meselâ, Ermeni Balıkoğlu Serkis’in sağlığında Kavasoğlu Hüseyin ve Yusuf’a 950 kuruşa sattığı atı, Serkis’in varisleri geri almak istediler. Bu sebeple konu mahkemeye intikal etti. Görülen dava sonunda mahkeme de atı mirasçılara teslim etti126. Kuyucak mahallesinden Ermeni Katolik Hırlakyan Agop mallarının tasarrufu hakkında vekâleti Hırlakyan Bagos’a verdi. Bu vekâlet verilirken Hırlakyan’ın kızı Miroş ile Hırlakyan Keyferuk ve Toros Ağa huzurda bulunuyordu127. Hatuniye mahallesinden Mesnubyan Ohannes Ağa’nın toplam 48 000 kuruş değerindeki mirası, eşi Sare, oğlu Keyferuk, Mesrup ve kızları Nurtiye ile Meri arasında pay edildi128. Vefat eden Mesrupyan Ohannes’in mallarını idare etmek için Keyferuk vasi tayin edildi. Böylece Mesrubyan Ohannes’in küçük çocuklarının hakları korundu129. Zeytunluoğlu Vartovar’ın vefatı üzerine bunun mallarını yürütmek üzere Bedros130 ve 122 MŞS, a.g.d., Belge No: 441. 123 MŞS, a.g.d., Belge No: 450. 124 MŞS, a.g.d., Belge No: 456. 125 MŞS, a.g.d., Belge No: 461. 126 MŞS, a.g.d., Belge No: 489. 127 MŞS, a.g.d., Belge No: 520. 128 MŞS, a.g.d., Belge No: 526. 129 MŞS, a.g.d., Belge No: 527. 130 MŞS, a.g.d., Belge No: 542. 203 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Zeytunoğlu’nun kızı Hatur’un malını korumak üzere yine Bedros vasi tayin edildi131. Katolik Bağdagezen oğlu Oron, bakkal dükkânındaki hissesini 600 kuruşa Panos’a sattı. Ancak çıkan anlaşmazlık sonunda alışveriş ispat edilemedi. Bu sebeple mahkemeye müracaat edildi ve görülen dava sonunda dükkândaki hisse, Panos’a değil Artin’e verildi132. Ermeni Termisoğlu Nazur’un ölümü üzerine Alabacan Seferyan Begos 600 kuruş alacaklı olduğunu ve bunun mirasçıları tarafından ödenmesini istedi. Mahkeme, varislerin borcunu, Alabacan Seferyan Begos’a ödemesini kararlaştırdı133. Şeyh mahallesinden Tersin oğlu Alazur’un 1 500 kuruş kıymetinde bir evi, 5 mecidiye 85 kuruş kıymetinde çamaşır kazanı, 130 kuruş kıymetinde teşt, 10 kuruş kıymetinde 2 sahan...vs. toplam 10 mecidiye ve 2 135 kuruş mirası varisleri arasında pay edilirken ihtilaf çıktı. Konu mahkemeye intikal etti ve miras mahkemece varisler arasında taksim edildi134. Minhalci oğlu Panos’un mirası konusunda varisler arasında meydana gelen ihtilaf mahkemede çözüldü135. Gâvurdağlı Agop’un varislerine Sapsızzade Hacı Mehmet Efendi vekil tayin edilmişti. Agop’un alacağı olan 200 kuruşu Hafız oğlu Ahmet inkâr ederek ödemek istemeyince mahkeme Agop’un alacağını vekili Sapsızzade Hacı Mehmet Efendi’ye teslim etti136. Kuyucak mahallesinden Protestan Badem oğlu Kirkor’un 18 parça malının toplam 9 024 kuruş değerindeki mirası onaltı varisi arasında pay edildi137. Çavuşoğlu mahallesi Ermeni Kirahacıoğlu’nun kızı Hatun, Divanlı mahallesinden Boyacızade Ahmet Efendi’yi vekil tayin etti138. Küçükaraplar köyünden Bayram Ali’nın satın aldığı inek kaybolunca, Ermeni Minyas’ın evinde bulundu. Minyas, ineği sahibine vermeyince konu mahkeme tarafında çözüldü ve inek, sahibi Bayram Ali’ye teslim edildi139. 131 MŞS, a.g.d., Belge No: 543. 132 MŞS, a.g.d., Belge No: 547. 133 MŞS, a.g.d., Belge No: 260. 134 MŞS, a.g.d., Belge No: 266. 135 MŞS, a.g.d., Belge No: 273. 136 MŞS, a.g.d., Belge No: 277. 137 MŞS, a.g.d., Belge No: 283. 138 MŞS, a.g.d., Belge No: 289. 139 MŞS, a.g.d., Belge No: 262. 204 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL Çavuşlu ve Boğazkesen mahallesinden birçok Ermeni itimat etmelerinden dolayı Bektutiye (Fevzi Paşa) mahallesinden İskenderzade Ali Efendi’yi vekil tayin etmişti140. Aynı güven nedeniyle yine Şeyh mahallesinden Katolik Birinsez oğlu Minyas, İskenderzade Ali Efendi’yi vekil tayin etti141. Kuyumcu Manuk’un vefatından sonra oğlu Ohannes’e eşi Marnisa vasi tayin edildi142. Ermeni Marnisa vasisi bulunduğu oğlu Ohannes’in babasından kalan bağ, bahçe ve arsaların satılıp oğlunun hissesine düşen para ile başka bir yerde uygun bir mülk satın almak istedi. Mahkeme Marnisa’nın bu izin talebini uygun buldu. Ohannes’in babası kuyumcu Manuk’tan, Kerhan köyünde Kelbekir’in tarlası, Alabaşı oğlu Serkis’in bağları, ana yol kenarında bir bağ, Bulgurciyan Panos Ağa’nın bağı ve bahçeleri, Bilezikçiyan veresesinden bir bağ, Ayaklıcaoluk’ta Semerci Hempar’ın bağı, bahçesi ve evi, meydan bahçesi, ayrıca ev ve arsa miras olarak düşmüştü143. Kuyumcuyan Manuk’un varislerinden eşi Marnisa, vasisi bulunduğu oğlu Ohannes’in üç adet bağ ile arsalarının bir kısmını Begos ve Agop ağalara sattı ve bu konuda mahkemeden belge aldı144. Kuyucak mahallesinden Hırlakyan Agop Ağa’nın, vasisi bulunduğu kardeşlerinin elbise, mektep ve yiyecek masrafları artmıştı. Bu sebeple taktir olunan para az bulduğundan nafaka miktarının artırılması isteğiyle mahkemeye müracaat edildi. Agop Ağa’nın kardeşleri Rufai, Aram, Antur, Fuad ve İskender’in her birine gündelik yedişer buçuk kuruş zam yapılarak aylık 1 875 kuruşa çıkarıldı145. Pazarcık kazasından Aramsaz Asakir-i Jandarma üçüncü bölüğü askerlerinden Arici’nin oğlu Agop’un varislerinden annesi Apalı oğlunun kızı Meryem’in babasının borçlusu Kasabe Salikbaş oğlu Avadin’de olan 100 kuruş paradan kendisine düşen hissenin teslimi talebi mahkemece uygun bulunmuştur146. 1905 yılı Eylül ayında Ermeni Gözükara kızı Hatun’un evinin Mayrun’un kocası ve Karabet’in oğlu Simitçioğlu Şükrü, kapısını kırarak 140 MŞS, a.g.d., Belge No: 315. 141 MŞS, a.g.d., Belge No: 303. 142 MŞS, a.g.d., Belge No: 329. 143 MŞS, a.g.d., Belge No: 228. 144 MŞS, a.g.d., Belge No: 336. 145 MŞS, a.g.d., Belge No: 342. 146 MŞS, a.g.d., Belge No: 363. 205 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER içerdeki eşyayı aldı. Çaldığı eşyalar bir kat yatak, 5 adet yorgan, 9 adet çuval, heybe, aba, 15 kırat bulgur, sini, 2 teşt, 3 çamaşır kazanı, hamam leğeni, 3 tencere, 2 bakır leğen, bir top satır ve 4 su satırı, 10 adet çırtıklı tabak, sahan, teşt, tava, lamba, bir ekmek sacı, 3 sac ayağı, bir demir mangal, bir çırçır, bir kalbur, bir elek ve çeşitli malzemeler olmak üzere toplam 1 834.5 kuruş değerindeydi. Çalınan eşyalar sahibine mahkemece iade edildi147. Çavuşlu mahallesinden Ermeni Tosun oğlu Agop’un varisleri olan eşi Zazo kızı Feride, oğlu Avadis ve Kirikor ile kızları Radık, Kadur ve Marnisa Arakiloğlu Mugsis’in hayatta iken Agop’tan kumaş satın aldığını ve ayrıca 795 kuruş ödünç para aldığını, buna mukabil 240 kuruş değerinde merkep verdiğini, kalan 555 kuruş alacağının terekesinden kendilerine verilmesini mahkemede iddia ettiler. Mahkeme varislerin lehine karar verdi148. Ermeni Dişçikaniyan Oseb Efendi kendisine ait dükkânı Cığcığı mahallesinden Hatice Hocazade Hasan Efendi’ye kiraya vermişti. Bu alışverişten 525 kuruş fazla aldı. Hasan Efendi’nin iddiası üzerine mahkeme parayı kiracıya teslim etti149. Zımmîyan (Yusuflar) mahallesinden ölmüş olan Ermeni Köylü oğlu Minyan’ın küçük yaştaki oğulları Serkis ve Agop’a anne tarafından nineleri Kıyırdım Minyas vasi tayin edildi150. Halhaliye (Şeyhadil) mahallesinden Ermeni Gavurdağlı oğlu Hampersum, Divanlı mahallesinden Boyacızade Ahmet Efendi’yi mahkeme-i şer’iye ve nizamiyesinin hukuk, ceza ve istintak dairelerinde müddei ve müdde-i aleyh sıfatıyla vekil tayin etti151. Acemli mahallesinden Ermeni Kazazoğlu’nun kızı Elhaset evden hissesine düşen miktarı 6 Osmanlı lirasına 18 Mart 1906’da sattı ve bu satış mahkemede onaylandı152. Hatuniye mahallesinden Ermeni Bilazikçiyan Nazaret Efendi Ekmekçi mahallesi sakinlerinden Sapsızzade Hacı Mehmet Efendi’yi vekil tayin etti153. 147 MŞS, a.g.d., Belge No: 353. 148 MŞS, a.g.d., Belge No: 358. 149 MŞS, a.g.d., Belge No: 368. 150 MŞS, a.g.d., Belge No: 369. 151 MŞS, a.g.d., Belge No: 380. 152 MŞS, a.g.d., Belge No: 389. 153 MŞS, a.g.d., Belge No: 392. 206 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL Sis katogigosu Mıgırdıç Efendi’nin varisleri ile onun borçlusu olan Kabsin Marderus arasındaki anlaşmazlık 8 Haziran 1906’da mahkemeye intikal etti. Görülen dava sonunda 100 kuruş alacak varislere teslim edildi154. Çavuşlu mahallesinden Ermeni Atam oğlu Kirkor’un kardeşi Serkis, Topaloğlu Artin’den bir evi 600 kuruşa satın aldı. Daha sonra damatlarının etkisinde kalan Artin bu alışverişi reddetti. Serkis’in elinde mukavele olduğundan, mahkeme evin Serkis’te kalmasına karar verdi155. Zunbadanlı (Gazipaşa) mahallesinden Ermeni Emralyan Karabet ve eşi Kodis kızı Melkun tüccar esnafından Salebyan Ziya’dan alacağı için, Şükrü oğlu Ohannes’i vekil tayin etti156. Sirkat (hırsızlık) davasından alacak için Keşişyan Kirkor, Angiler oğlu Panos ve Vakimoğlu Artin, Kuyumcuyan Artin Efendi’yi vekil tayin ettiler157. Çavuşlu mahallesinden Doktor Kısforok oğlu Bedros, yaş açısından buluğa erdiğini iddia ederek babasından düşen malları tasarruf ve idare hakkına sahip olduğunu söyledi. Şahitler huzurunda mahkeme Bedros’un reşit olduğunu onayladı158. Hatuniye mahallesinden Avadis oğlu doktor Agopciyan ile yine aynı mahalleden Sermet ve Cartor arasında miras yüzünden anlaşmazlık çıktı. Doktor Agopciyan bu davayla ilgilenmesi için Hacı Mehmet Efendi’yi vekil tayin etti159. Hatuniye mahallesinden Sermet oğlu Oseb’in 13 942 kuruş değerinde mirası varisleri arasında mahkemece pay edildi160. Şekerdere mahallesinden vefat eden Ermeni Kozar oğlu Kurtoğlu’nun yetim kalan oğulları Nazor, Mikail ve kızları Meryem ile Terfent’in mallarını idare etmek üzere Hırlakyan Bagos Efendi, Kuyumciyan Artin ve Kozaroğlu Kısbar Kurtoğlu Şahin huzurunda vasi tayin edildiler161. 154 MŞS, a.g.d., Belge No: 398. 155 MŞS, a.g.d., Belge No: 404 156 MŞS, Defter No : 235, Belge No: 531 157 MŞS, a.g.d., Belge No: 532 158 MŞS, a.g.d., Belge No: 535 159 MŞS, a.g.d., Belge No: 545 160 MŞS, a.g.d., Belge No: 552 161 MŞS, a.g.d., Belge No: 564 207 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Şekerdere mahallesinden vefat eden Kozar oğlu Kurtoğlu Kisforok’un 4 001 kuruş değerinde 54 parça mirası, varisleri olan eşi Toto, çocukları Kasor, Kirkor, Mihail, Meryem, ve Terfent arasında pay edildi162. Zunbadanlı (Gazi Paşa) mahallesinden Agop oğlu Ohannes’in yetim kalan çocukları Tahsin, Hadi, Yagop ve Bozandik’in mallarını korumak için Kazor kızı Vartar vasi tayin edildi163. Yukarıda verilen örneklerden164 anlaşılacağı gibi Maraş’ta Ermeniler ile Türkler arasında iyi bir ilişki olduğu görülmektedir. Ayrıca Ermeniler de çeşitli mahallelerde kendi aralarında barış içinde yaşamaktadırlar. 5. Maraş’ın Sosyal Yapısı Maraş bölgesinde yaşayan Türkmenlerin en büyük kısmını Ağaçeriler oluşturmaktaydı. Türkmen asıllı olan Ağaçeriler Elbistan-Maraş arasındaki dağlık ve ormanlık bölgede yaşıyorlardı165. Maraş bölgesinde Ağaçeriler, Avşarlar, Bayatlar, Bayındırlar, Çepniler, Kargınlar, Kınıklar, Kızıklar, Peçenekler, Yazırlar, Yıvalar gibi Türkmenler yerleşmiştir166. Dulkadir Türkmenleri Oğuzların; Avşar, Yıva ve Eymur boylarından oluşmaktaydı. Dulkadirlileri meydana getiren kütle ise; Dokuz, Cerit, Ağcakoyunlu, Anamuslu, Kızıllı, Karayuvalı, Eymir, Avcı, Döngeleli, Gurbetar, Avşar, Çimeli, Elçi, Çagıranlı, Gündeşli, Tecirli, Küşne, Eymurlu, Küreciyan, Kuyumcuyan, Sayadan ve müttefik taifelere bağlı yedi yüz cemaatten oluşmaktadır167. 1862’de Maraş ve Harput bölgesine Çerkez muhacir yerleştirildi. İlk büyük göçle 1864’te beş bin Çeçen aile Türkiye’ye geldi168. Çerkezlerin toplu olarak yerleştirilmelerine dikkat edildi. Bu göçler Kafkasya’da meydana gelen dış gelişmeler neticesinde oldu. Balkanların elden çıkması, bu162 MŞS, a.g.d., Belge No: 565 163 MŞS, a.g.d., Belge No: 578 164 Arif Paşa, “Maraş ve Elbistan’da Zulkadir (Dulkadiroğulları Hükümeti), TOEM, 1331, s.89. Arif Paşa bir dönem Maraş’ta valilik yapmıştır. 165 İlyas Gökhan, “XIII. Yüzyılın İlk Yarısında Maraş”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu, 6-8 Mayıs 2004, Kahramanmaraş, s.350. 166 Mehmet Seken, “Anadolu’nun Türklerşmesi ve İslâmlaşması Sürecinde Maraş Bölgesi ve Bölgeye Yerleşen Türk Boyları”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu, 6-8 Mayıs 2004 Kahramanmaraş, s.450. 167 Tufan Gündüz, “Dulkadirli Türkmenleri”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu, 6-8 Mayıs 2004 Kahramanmaraş, s.454. 168 Kenan Ziya Taş, “Kafkasya’dan Maraş Civarına Göçler”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu, 6-8 Mayıs 2004 Kahramanmaraş, s.469. 208 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL ralarda Hıristiyan devletlerin kurulması Anadolu’da bir takım tedbirlerin alınmasına neden oldu. Bu gelişmelerden Maraş da etkilendi. Bilhassa Maraş’ta yaşayan Ermeniler isyan ederek olaylar çıkarmaya başladılar. Onların bu isyanlarını önlemek amacıyla bu bölgelere Çerkez muhacirleri yerleştirildi. Kafkaslarda büyük sıkıntılara maruz kalan Çerkezler daha önce çekmiş oldukları sıkıntıları da hatırlayarak Ermeni olayları sırasında büyük tepki gösterdiler. Andırın ve Maraş’ta meydana gelen olayları önlemek için Halep kumandanı Ethem Paşa, Maraş kumandanı Mustafa Remzi Paşa, Sait ve Ziver Paşalar Çerkez idi169. 1835’te Maraş’ın nüfusunun üçte biri Ermeni idi ve bunların toplam nüfusu 6 000’di170. Birinci Dünya Savaşı ilân edilmeden önce Ağustos 1914’te Maraş’ın merkez nüfusu tespit edildi. Buna göre şehir merkezinde ve merkeze bağlı köylerde 57 362 Müslüman ve 14 565 Ermeni bulunmaktaydı. Şehir merkezinde 10 907 Ermeni vardı. Şehrin toplam nüfusu 75 221 idi171. 30 Ağustos 1915’te Maraş’ın toplam nüfusu 58 086 idi. Bunun 45 259’u Müslüman ve 4 860’ı Ermeni idi172. Bir yıl içinde Müslümanlardan 12 273 ve Ermenilerden ise 9 750 nüfus azaldı. Ermenilerin kaybının içinde 27 Mayıs 1915’te çıkarılan Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkındaki Kanun-u Muvakkat hükmü gereğince sevk edilenler de bulunmaktaydı. Müslümanlar sevk edilmediğine göre 12 273 Müslüman Süleymanlı, Fındıcak, Yenicekale, Andırın ve Fırsız gibi yerlerde Ermeniler tarafından çıkarılan isyanlarda şehit edilmişti. Başka bir kaynağa göre Birinci Dünya Savaşı ilânı sırasında Maraş merkezinde 8 137 gayrimüslim bulunuyordu. Ermeniler Maraş merkezinden uzaklaştırıldıktan sonra şehirde toplam 10 294 gayrimüslim kaldı173. 27 Mayıs 1915’ten itibaren Maraş’tan Halep yoluyla Zor ve Suriye’ye toplam 27 181 Ermeni sevk edildi174. Sevk edilen Ermenilerin sayısı ayrıntılı olarak belirtildi. Bu açıklamaya göre Maraş merkezinden 12 744, 169 Taş, a.g.m., s.468. 170 Charles Texier, Küçük Asya, Cilt 3, Çeviren Ali Suat, Ankara 2002, s.142. 171 BOA, DH.EU.KLU., Belge No: 10/24, 1333.Za.21. 172 BOA, a.g.b. 173 BOA, a.g.b. 174 Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918 (ABEF), C.I, Genelkurmay ve ATASE Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, Ankara 2005, C.1, s.147. 209 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Süleymanlı’dan 9 930, Elbistan’dan 1 168, Göksun’dan 3 229, Pazarcık’tan 30 olmak üzere toplam 27 101 idi175. Savaştan önce Maraş’ın nüfusu 75 221 iken savaştan sonra 58 086 oldu. İkisinin arasındaki fark 17 135’ti. Yani 12 Kasım 1914 ile 31 Ağustos 1915 tarihleri arasında Maraş’ın nüfusu 17 135 azaldı. Savaş öncesinde Maraş’ta 8 137 olan gayrimüslimlerin nüfusu 31 Ağustos 1915’te 10 294 oldu. Yani savaş sırasında Maraş’ta yaşayan gayrimüslimlerin nüfusu 2 157 arttı. Bu rakamlar gayrimüslimlerin çoğunun Ermenilerin eylemlerini desteklemediğini göstermektedir. Çünkü Maraş’ta bulunan Katolik, Protestan, Latin, Rum ve Musevîler Türklerle birlikte yaşamayı tercih ettiler. 6. Maraş Mücadelesinde Türk-Ermeni İlişkisi Birinci Dünya Savaşı sırasında güvenlik nedeniyle Ermenilerin geçici yerleştirmeye tâbi tutulmasında Maraş merkezindeki Ermeniler daha az etkilendi. Katolik ve Protestanlar’ın yanında devlet memuru, işçi, meslek sahibi olanlar, asker ve din adamları sevke tâbi tutulmadı. Zengin Hıristiyanlar şehirde bırakıldı. Bu dönemde geçici iskâna tâbi tutulmayan Ermenilerin sayısı 8 845 idi176. Ermenistan sınırlarının tayini Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’dan istendi. Wilson da Harşit vadisinden itibaren bir sınır çizdi. Erzurum, Trabzon, Bitlis ve Van’ı içine alan bölgeyi Ermenilere ayırdı177. Birinci Dünya Savaşı sırasında isyan ederek Türk ordusunu arkadan vurmaları sebebiyle 10 Nisan 1915’te Maraş’tan Deyrizor ve Halep civarına sevk edilen Ermeniler 22 Ekim 1918’den itibaren şehre geri dönmeye başladılar178. Maraş’a dönen Ermenilerin ulaşımı demir yolu ile ücretsiz yapıldı. Kendilerine sağlanan kolaylıklardan yararlanan çok sayıda Ermeni kısa sürede Maraş’a döndü179. 175 ABEF, s.158. 176 İsrafil Kurtcepe, “1915 Ermeni Tehciri ve Doğurduğu Sonuçlar”, Kahramanmaraş’ta Ermeni Sorunu Sempozyumu, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Yayınları, s.15; Yetişgin, a.g.e., s.401; OBE 1915-1920, s.146. 177 Yusuf Hikmet Bayur, “Kurtuluş Savaşında Atatürk’ün Dış Siyasası”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16, Ankara 2002, s.247. 178 Ahmet Eyicil, Osmanlının Son Döneminde Maraş’ta Ermeni Siyasî Faaliyetleri, Gün Yayıncılık, Ankara 1999, s.341; OBE 1915-1920, s.176 179 OBE, s.248. 210 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL 22 Ekim 1918 tarihinden itibaren Maraş’a dönen Ermeniler Türklerden intikam alacaklarını bildirdiler180. Ermenileri himaye eden Osmaniye valisi Yüzbaşı Andre, 29 Ekim 1919’da Maraş’ı ziyaret ettiğinde Türkler, Fransızları protesto eden telgraf gönderdiler. Bunun yanısıra Fransızların yanında gelen Ermeni lejyonlarının intikam saldırılarını önlemek için Kuva-yi Millîye harekete geçti181. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi Anlaşması’ndan sonra gruplar halinde Maraş’a gelen Ermenilere, Türkler tarafından her türlü insanî yardım yapıldı. Sekiz ay süren İngiliz işgali döneminde asayişi bozucu bir harekette bulunmuşlardı. Fakat Fransızların gelmesiyle şımaran Ermeniler güvenliği bozucu davranışlarda bulundular. Sağa sola ateş ederek kadınlara sarkıntılık yapmaya başladılar. Bir polis memurunu yaraladılar, berber Ökkeş’i katlettiler. Şeyh mahallesinde bulunan kahvehanedeki Müslümanlar üzerine bomba attılar. Bu bombalama sırasında bir kişi öldü, dört kişi de ağır bir şekilde yaralandı. Suçlular elini kolunu sallayarak kiliseye girdiler. Fransız karakolunun yanında iki Müslümanı Ermeniler süngü ile şehit ettiler. Nakip Camisi’nde bulunan iki çocuğu da kaçırarak bunlara işkence ettiler182. Maraş’ı işgale gelen Fransız birliklerinin arasında kırk Cezayirli Müslüman ve 3 000 Ermeni askeri vardı. Fransız üniforması giyinmiş Ermeni lejyonları devriye gezerken 31 Ekim 1919’da Türk kadınlarına sataşmaya ve halka zulmetmeye başladılar. Peçeli kadınların yüzlerini açtılar, hamamdan çıkan kadınlara ilişmek istediler. Daha önce Maraş’ta bulunan Ermeniler yeni gelen İngiliz üniforması giyinmiş Ermeni lejyonlarına yaptıkları özel içkileri ikram ederek onları alkışladılar183. İngilizlerle Fransızların yer değişmesi sırasında Fransız işgal kuvvetlerinin 41. Alayı’nın 3 taburu ve 1 milis Ermeni taburuyla Fransızlar Maraş’ı işgal ettiler. Fransızlar, Amerikan Koleji’ne yerleştiler. Daha sonra 180 Heyet-i Temsiliye Tutanakları, Hazırlayan Uluğ İğdemir, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989, s.86. 181 “The 22 Days of Marash: Paper on the Defense of the City Against Turkish Forces JanuaryFebruary. 1920” The Armanian Rewiev, Vol. 31, Spring, 1978, 47-69, s.65. 182 Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslarda ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi (ABGKAEM), C.3, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Dairesi Başkanlığı, Ankara 1997, s.105. 183 ABGKAEM, C.3, s.60-62; Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi (TİTEA), Kutu No:22, Belge No:16; Yaşar Akbıyık, Millî Mücadele’de Güney Cephesi Maraş, Ankara 1999, s.123. 211 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER şehrin ortasında hâkim bir yerde bulunan Abarabaşı ve Ermeni Katolik Kilisesi’ne yerleştiler184. Antep’te bulunan Fransız kumandanı 24 Kasım 1919’da Adana Kumandanlığı’ndan Maraş ve Antep’te bir alay kuvvet bulundurulmasını istedi. Ayrıca Halep ve Diyarbakır’da bulunan Ermenilerin Adana ve Maraş’a göç etmelerini teşvik etti185. Albay Bremont gibi Fransız yetkilileri Ermeni yanlısı bir tutum izleyerek bunları Türklere karşı kullanmak için silâhlandırdılar. Bununla birlikte Fransız işgal ordusunun kanatları altına sığınan Ermeniler; Türklerden intikam almak için Fransız askerlerini araç olarak kullandılar186. Şehri işgal eden Fransızlara karşı ne yapılacağı konusunda İrade-i Milliye gazetesinde bilgi verilmişti. Bu gazetede yayınlanan Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi hükmüne göre alınacak tedbirler belirlendi187. Maraş’ta bulunan papazlar, Türkleri şikâyet etmek amacıyla Beyrut’a gittiler. Kendileri Türkleri katlettikleri halde, Türklerin kendilerine zulmettiğini, Mısır-İngiliz Kumandanı Allenby’e bildirdiler188. 25 Kasım 1919’da Andre, Maraş’a gelirken yanında 25 Ermeni lejyonu vardı. Andre’nin Maraş’a gelişini Ermeniler, büyük bir sevinç gösterisiyle karşıladılar189. Maraş’a gelen Andre, Ermenilerin ileri gelen zenginlerinden eski Meclisi-i Mebusan üyelerinden Katolik Hırlakyan Agop’un evinde misafir edildi190. Fransız askerleriyle birlikte Maraş’ı işgal eden Fransız lejyonları, telgraf memuru Muharrem Efendi’yi yolda şehit ettiler. Odun getirmeye giden 2 Türk genci Ermeniler tarafından parçalandı. Duraklı mahallesinden Abdulkadir’in çıplak olarak gözü oyuldu, dudak ve dili kesildi191. 184 ATASE Barış Faaliyetleri Koleksiyonu, Klasör No: 1162, E/Y Dosya No: 153/81, Belge No: 2-1. 185 TİTEA, Kutu No:22, Belge No:17. 186 Bilge Yavuz, Kurtuluş Savaşında Türk Fransız İlişkileri 1919-1922, Ankara 1994, s.55-56, 61-63. 187 Barış Faaliyetleri Koleksiyonu, Klasör No: 1162, E/Y Dosya No: 153/81, Belge No: 2-2. 188 Ali Sezai Bey’in Yayınlanmamış Notları, s.2. Notların aslı Kahramanmaraş’ta Yaşar Alparslan’ın arşivinde ve fotokopileri özel arşivimizde bulunmaktadır. 189 Ali Sezai Bey’in Yayınlanmamış Notları, s.3; Akbıyık, a.g.e., s.134. 190 Barış Faaliyetleri Koleksiyonu, Klasör No: 1162, E/Y Dosya No: 153/81, Belge No: 2-3; Akbıyık, a.g.e., s.137; Kerr, a.g.e., s.70-71. 191 Ali Sezai Bey’in Yayınlanmamış Notları, s.2. 212 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL 18 Aralık 1919’da Caltrop ve Allenby bir bildiri yayınlayarak Suriye’de bulunan Ermenilerin memleketlerine dönmelerini emretti. Bu emir üzerine Maraş’a 100 Ermeni geldi192. Maraş’ta Ermenilerin Türkleri öldürmesine Fransızlar engel olmadılar. Oysa Müslümanlar, Ermenileri himaye ederek onlara şefkatle muamelede bulunmuştu193. Fransızların işgali karşısında Maraş’taki Türkler 18 Ocak 1920’de Ermenilere birlikte düşmana karşı mücadele etme teklifinde bulundular. Bu teklifi kabul etmek istemeyen Ermeniler, tarafsız da kalmadılar. Bunun üzerine Türkler, tek başına Fransız ve Ermenilerle karşı savaşmak zorunda kaldılar194. Maraş kalesinin batısında bulunan Şekerdere mahallesinde çok miktarda Ermeni oturuyordu. Nüfus çoğunluğu Ermeni olan bu mahallede bulunan bir okul ile 2 kiliseye Ermeni ve Fransız kuvvetleri saklandı. Burada bulunan büyük kiliseye 400 Ermeni kuvveti yerleşti. Kapalıçarşı, Ermeniler tarafından müstahkem mevki haline getirildi. Yaya kaldırımları sökülerek çuvallara kum dolduruldu ve bunlarla çarşı içinde siperler yapıldı195. 13 Aralık 1919 tarihinde Maraş’ın güvenlik sorumluluğunu üzerine alan Fransız işgal kumandanı General Querette, el altından Ermenileri destekledi. Fransız askerleri Ermeni lejyonlarıyla birlikte Maraş’ta Türklere tecavüz etmeye ve masum insanları öldürmeye devam ettiler196. Maraş’ın kurtuluş mücadelesinde Ermeniler işgalci Fransız askerlerine aşırı derecede yardım ettiler. Türkler, karşı saldırıya geçince, Ermeniler Fransızlara Türklerin bütün evlerinin yakılmasını önerdiler. Fakat Fransızlar, Ermenilerin bu önerisini reddettiler. Ayrıca Katolik Kilisesi ve Shalom Yetimhanesi yanındaki Türklerin evlerinin Ermeniler tarafından yakılmasını da önlediler197. 192 Ahmet Eyicil, “Maraş Mücadelesinde Atatürk”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.16, Sayı 47, Temmuz 2000, s.651. 193 TİTEA, Kutu No:20, Belge No:33 194 The Armanian Rewiev, Vol. 31, Spring 1977-1978, s.65. 195 Barış Faaliyetleri Koleksiyonu, Klasör No: 1162, E/Y Dosya No: 153/81, Belge No: 2-8; The Armenian Rewiev, Vol. 31, s.67. 196 Millî Mücadele Dönemi Beyannameleri, Hazırlayanlar Zeki Güner, Orhan Kabataş, Ankara 1990, s.295-296; Hakimiyet-i Milliye, 1 Ocak 1920, Sayı 1. 197 The Armanian Rewiev, Vol. 31, s.67. 213 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER General Qurette himayesinde bulunan Ermeniler, 1 Şubat 1920’de suçsuz kadın, çocuk ve yaşlıları katlettiler198. Şehirdeki Müslümanların evlerini yaktılar ve birçok insanı da şehit ettiler. Ermeni askerlerin bu tutumları nedeniyle Ermeniler ile Türkler arasındaki düşmanlık aşırı derecede arttı. Halk, Fransız ve Ermenilerin şehri tamamen boşaltmasını istedi. Maraş’ın kurtarılması için tek çare Fransızların çekilmesiydi. Fransızlar şehirde kaldıkları sürece Türklerin katliamı devam edecek ve savaş da sürecekti. Savaşın devamını ve Türklerin katledilmesini Ermeniler ve Fransızlar istiyordu199. Türklerin Ermenilere karşı saldırılarını önlemek amacıyla Fransız askerleri, 1 Şubat’ta Ermeni ev ve kiliselerini koruma altına aldı. Fransız üniforması giymiş 400 Ermeni askeri top ve tüfek ile halka ateş etti. Kışlada bulunan dağ topu ile şehir bombalandı. Maraş’a yardım için köylerden gelen Türkler, Ermeni lejyonlarınca pusuya düşürülerek şehit edildi. Ayrıca bugün hiçbir suçu olmayan ve herkese hukukî müeyyideleri uygulayan Maraş ceza reisi de şehit edildi200. Ermeniler kiliselerini istihkam haline getirmişlerdi. Nitekim 2 Şubat’ta Şekerdere Kilisesi’nde 6 sandık cephane, 20 bomba ve otomatik tüfek ele geçirildi201. 7 Şubat’ta Maraş’a ulaşan Fransız Kolordusu Atizi mevkiine karargâhını kurdu. Şehri güneyden bombalamaya başladı. Bundan cesaret alan Ermeniler kadın ve çocuk demeden mitralyöz ateşiyle Türkleri öldürmeye başladılar. Düşman muhasarası ve sansürü altında bulunan Maraş halkının feryadını kimse duymadı202. Kilise ve okullarında sık sık toplantı yapan Ermeniler, çevrede bulunan Ermenileri de örgütlediler. Örgütledikleri bu Ermeniler Türk köylerindeki insanları zincirleyerek boğazladılar ve bir kısmını da katlettiler203. Maraş’ta mücadele sırasında Ermenilerin sığınak noktaları olan Kümbet, Kırklar ve Tekke Kiliseleri 7 Şubat’ta yakılarak imha edildi. Şıh, Ekmekçi, Hatuniye mahallelerinde mahsur kalan Türkler Kuva-yi Millîye ta- 198 ABGKAEM, C.3, s.81. 199 TİTEA, Kutu No:20, Belge No:126. 200 Hakimiyet-i Milliye, 2 Şubat 1920, Sayı 6. 201 TİTEA, Kutu No:20, Belge No:100. 202 TİTEA, Kutu No:19, Belge No:109; The Armanian Rewiev, Vol. 31, s.395. 203 TİTEA, Kutu No:19, Belge No:113. 214 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL rafından kurtarıldı. Bunun üzerine kuşatma altında kalan Fransızlar, Amerikan misyonerleri vasıtasıyla savaşın durdurulmasını istediler204. Ermeniler Müslümanları tehdit ederek Maraş’ta katliama devam ettiler. Bunun üzerine Maraş halkı, hükümet merkezine ve yabancı temsilcilere Müslümanların katliamının durdurulması için müracaat etti ise de bir cevap alamadı205. Ermenilere göre büyük bir Ermeni silâhlı kuvveti Maraş’ta Fransız bayrağı altında savaşıyordu. Kuva-yi Millîye’nin müdahalesi karşısında Fransızlar gerileyince, Ermeni askerleri şaşkınlık içine düştü. Ermeniler, Fransızların siyasî amaçları uğruna kendilerini kullandığını anladılar. Ermenilere göre General Quarette, Fransa’nın Atatürk’le anlaşmasını sağlamak amacıyla Ermeni askerlerini Maraş’ta kontrolü altında bulundurdu206. 10 Şubat’ta Fransız ve Ermeni askerleri şehri top ateşine tutarak harap ettiler. Buna rağmen direnen millî kuvvetler karşısında Fransızlar başarılı olamayacaklarını anladılar. Nitekim General Querette, Ermeni komitacılarıyla birlikte Amerikan Koleji’ne sığınarak buraya Amerikan bayrağı çektirtti. Bundan sonra Ermeni ve Fransız askerleri Türklere saldırmaktan ziyade karşı savunmaya geçtiler207. Fransızlar, Ermenilerden kurduğu taburla Maraş’ta Türkleri katlederek acı olayların çıkmasına sebep oldular. Fransızlardan destek bulan Ermeniler, Türkleri katlederek namuslarına tecavüz ettiler, saf ve masum insanları öldürdüler208. 10 Şubat 1920’de Maraş kuşatma altındaydı. Şehrin bir kısmı harap edilmiş, bir kısmı da yanıyordu. Zeytun ve Antep’te Fransızlarla birlikte işbirlikçileri Ermenilerin işgallerine karşı savaş devam ediyordu. Fransızlara yardım ve yataklık yapan Ermeni köyleri Kuva-yi Millîye tarafından kuşatılarak etkisiz hale getirildi. Bugünkü müdahalede 1 500 Ermeni öldürüldü209. 204 TİTEA, Kutu No:19, Belge No: 115. 205 TİTEA, Kutu No:19, Belge No:6-6/1. 206 “The 22 Days of Marash: Paper on the Defense of the City Against Turkish Forces January-February 1920”, The Armanian Rewiev, Vol. 30, s.387; Eyicil, “Maraş Mücadelesinde Aatatürk”, s.661. 207 Hakimiyet-i Milliye, 11 Şubat 1920, Sayı 8. 208 TİTEA, Kutu No:27, Belge No: 21. 209 Eyicil, “Maraş Mücadelesinde Atatürk”, s.663. 215 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 10 Şubat Salı günü Ermeni karargâhına gelen Capital Arlabose, Fransızların Maraş’tan çekileceğini söyleyince Ermeniler şaşkına dönerek üzüntülerinden kahroldular210. Çünkü Ermeniler arasında Türklerin, Fransızlara teslim edileceği haberi yayılmıştı. Bu haberin doğru olmadığının farkına vararak gerçeği anladılar. Çünkü Ermeni lejyonları, Fransızlara güvenerek Maraş’a gelmişler, şimdi ise gitmek zorunda kalıyorlardı. İşgalci Fransız mecburî olarak şehri terk etmeye başlayınca Ermeniler de Maraş’tan ayrılmak zorunda kaldılar. Geride yıkılmış evlerini, alamadıkları intikam dolu kinlerini ve acı dolu hatıralarını Türklere bırakarak hayvanları ile birlikte Maraş’tan ayrıldılar211. Maraş’tan ayrılan Ermeniler öyle bir kinle ayrıldılar ki, ayrılırken Türklere kalmasın diye kale gibi sığındıkları ve canlarından çok sevdikleri evlerini kendi elleriyle yıktılar. Hâlbuki onların evleri Türk evlerine göre daha sağlam ve iyi idi. Duvarları taştan yapılmış, iki ve üç katlı evlerin çatıları kiremitle kaplanmıştı. Taştan yapılmış olan avlu duvarları ise sur gibi yüksekti. Bu sebeple Ermeni evlerini dışardan yıkmak mümkün değildi. Şimdi evlerini kendileri yıkıyorlardı. İlâhî adalet öyle tecelli etti ki, Türklerin yakıp yıkamadığı o muhkem ve muhteşem evleri şimdi Ermeniler kendi elleriyle yakıp yıktılar. Birlikte dostça yaşadıkları Türklere ihanet etmenin cezasını kendi elleriyle infaz ettiler212. 10 Şubat’ı 11 Şubat’a bağlayan gece Fransız askerleri şehri şiddetli bir şekilde bombaladı. Maraş halkının daha fazla ezilmesini ve şehrin tahrip edilmesini önlemek amacıyla Kadir Paşa konağında toplanıldı ve halkın baskısıyla Dr. Mustafa, General Querette ile görüşmeye gitti. Bu görüşmede anlaşmaya varıldı. Anlaşma sonucu Fransızlar şehri terk edecekti. Dr. Mustafa’nın Fransızların Maraş’ı terk edeceğini Türklere bildirmesi Ermenilerin moralini bozacak ve Türklerin güçlenmesine sebep olacaktı. Bu sebeple Dr. Mustafa görüşmeden dönerken Hınçak komite üyeleri Dr. Artin ile Eczacı Leon tarafından şehit edildi213. Savaş sırasında malları gasp edilen ve savaştan yorgun düşen Maraş halkı arasında açlık baş gösterdi. Bu sebeple can ve malları zarar gören insanlara yardım için Ziraat Bankası vasıtasıyla 10 000 lira yardım gönderildi214. 210 The Armanian Rewiev, Vol. 31, s.56-57. 211 The Armanian Rewiev, Vol. 30, s.388, 397, 394-395. 212 Eyicil, “Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Mücadelesi Sırasında Maraş’ta Ermeni Mezalimi”, Belleten, C.LXVII, Sayı 250, Aralık 2003, s.945. 213 Yavuz, a.g.e., s.57-58; Akbıyık, a.g.e., 230-233. 214 TİTEA, Kutu No:18, Belge No: 19. 216 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL Savaş öncesinde ticaretle uğraşmalarından dolayı Maraş’ta yaşayan Ermenilerin ekonomik durumu çok iyi idi. Fakat savaş dolayısıyla sefalete düştüler. Önceleri Türklerle barış ve huzur içinde yaşayan Ermeniler, daha sonra yaptıkları mezelimden dolayı halkın yüzüne bakamaz oldular ve bu sebeple Maraş’tan ayrılmak istediler215. Maraş’ta yaşayan Ermenilerin bir kısmı, Fransızların yanında yer alan Ermeni lejyonlarının Türklere karşı yaptıkları zulmün doğru olmadığını itiraf ettiler. Bu sebeple Ermeni başpiskoposu Janparyan, murahhas üye Haçador ve Padolu İbrahim Efendi gibi Ermeniler 18 Temmuz 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çektikleri telgrafta hükümete bağlı olduklarını, Fransız veya başka bir yabancı kuvvetin kesinlikle gelmesini istemediklerini, Osmanlı olarak doğduklarını ve yine aynı devletin vatandaşı olmak istediklerini bildirdiler216. Şehirden ayrılma hazırlıklarını yapan Fransızlar, kendilerini kimsenin izlemesini istemediler. Buna rağmen 3 400 Ermeni Fransızlarla birlikte gitti217. Kaçmaya fırsat bulamayan Katolik ve Abarabaşı Kiliseleri’yle, Alman Eytamhanesi’nde mahsur bulunan Fransız ve Ermeniler, 17 Şubat 1920’de beyaz bayrak çekerek teslim oldular. Bunların ileri gelenlerinin bir kısmı Maraş’ta faaliyette bulunan Amerikan Yakındoğu Yardım Teşkilâtı’ndan yardım istediler. Maraş’ta yoğun çalışmalarda bulunan bu teşkilâtta çalışan misyonerler, Ermenilere yardım ettiler218. Ermenilere yardım amacıyla Amerikan Uluslararası Genç Adamın Hıristiyan Örgütü, Maraş’ta şube açtı. Bu şubenin sorumlusu ve sekreteri James Pretty, Ermenilere yardım etti219. XIX. asrın ikinci yarısından itibaren emperyalist çıkarlar, dış kışkırtmalar, misyonerlik faaliyetleri, yabancı okulların Ermeniciliği geliştirme çabaları, milliyetçilik akımına katılmış Ermeni din adamı ve diğer ileri gelenlerin kışkırtmaları, Avrupa’da okuma fırsatı bulan Ermeni gençlerin yıkıcı faaliyetlerle dolu olarak ülkeye dönüp ayrılıkçı fikirlerini geniş halk 215 Bilal Şimşir, İngiliz Belgerinde Atatürk, C.1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1992, s.237. 216 TİTEA, Kutu No:24, Belge No: 91. 217 The Armenian Rewiev, Vol. 31, s.57-58; Kerr, a.g.e., s.196. 218 Barış Faaliyetleri Koleksiyonu, Klasör No: 1162, E/Y Dosya No: 153/81, Belge No: 2-1; Kerr, a.g.e, s.155-156. 219 Kerr, a.g.e., s.203-204; The Times, 14 Şubat 1920; Yetişgin, “Ermenilerin Maraş’tan Ayrılmaları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.XX, Mart 2004, s.58, 77. 217 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kitlelerine yaymaları ve Osmanlı Devleti’nin zayıflığından oluşan müsait ortam Ermenilerin ayrılıkçı fikirlerle ortaya çıkmasına yol açtı. Ermeniler ayrılıkçı fikirlerle devlete ve içinde bulundukları topluma yönelik olumsuz davranışlarda bulundukça, Müslümanlar ile Ermeniler arasındaki mesafe gittikçe açıldı220. 12 Şubat 1920’de Fransızların Maraş’ta yenilerek atılmaları hadisesi Bahçe ve Haruniye havalisinin çabucak uyanmasına sebep oldu. Bu sebeple Bahçe ve Haruniye’de yaşayan Türkler, Fransız ve Ermenilere karşı sıkı tedbirler alınmaya başladı. Haruniye bucak müdürü Hüseyin Hilmi Bey, çete başı Mehmet Yeşil, Hacı Efendi, Çerçioğlu Hüseyin Efendi ve Habib Ağa bir araya gelerek memleketi düşmandan kurtarma çareleri aradılar. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi’ne göre teşkilât kurarak silâhlandılar ve Fransız ve Ermenilere karşı mücadeleye başladılar221. Sonuç Maraş’ta Türklerle birlikte yaşayan Ermeniler arasında ilişkiler önceleri çok iyiydi. 1862’den sonra yabancı devletlerin Ermenileri siyasî çıkarlarına alet etmesi ve Ermenilerin de bunlara yaklaşması sonucunda Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkiler gerilmeye başladı. 1862-1915 yılları arasında iki yılda bir isyan etmeyi gelenek haline getiren Ermeniler, gerekçe olarak kendilerinden çok vergi alındığını ve kendilerine haksızlık yapıldığını ileri sürdüler. Aslında bu iddialar doğru değildi. Ekonomik ve sosyal yaşantı bakımından durumları Türklere göre daha iyi olan Ermeniler, devlete vergi vermek istemiyorlardı. Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasını örnek alarak bağımsızlıklarını kazanmak istiyorlardı. Bunu elde etmek için de Rusya, İngiltere ve Fransa’nın nüfuzundan faydalanıyorlardı. Önce İngilizlerin sonra Fransızların Maraş’ı işgal etmesinden en çok Ermeniler memnun oldular. İşgalcilerle işbirliği yaptıklarından dolayı, Maraş’ta işgale maruz kalan Türklerin düşmana karşı birlikte savaşma teklifini kabul etmediler. Bunun yanısıra Fransızlarla birlikte hareket ederek onların himayesi altında Türkleri katletmeye başladılar. 22 Ocak-11 Şubat 1920 tarihleri arasında yapılan mücadelede Fransızlar başarısız olunca bu sonuçtan en çok Ermeniler üzüldüler. Türklerle bağını koparan ve onların 220 Yetişgin, “Maraş’ta Ermeni Nüfusu …”, s.391. 221 Süleyman Hatipoğlu, “Doğu Meselesi ve Millî Mücadele’de Osmaniye”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 43, C.15, Mart 1999, s.239. 218 Doç. Dr. Ahmet EYİCİL yüzüne bakamayacak hale düşen Ermeniler şehri terk etmek zorunda kaldılar. Fransızlarla birlikte giderken sığındıkları ve istihkam olarak kullandıkları taş duvardan yapılmış muhkem evlerini yaktılar. Türklerin faydalanmasını önlemek amacıyla evlerini harabe haline getirdiler. Fransızlar, 11 Şubat 1920’de Maraş’ı terk etmek zorunda kalınca Ermenilerin bir kısmı onlarla birlikte gittiler ve bir kısmı da Maraş’ta bulunan Amerikan misyonerlerine sığındılar. Amerikan Yakın Doğu Yardım Teşkilâtı 1920-1922 yılları arasında Maraş’ta yaşayan Ermenilere yardım etti ve onları Halep’e, oradan da Beyrut’a taşıdı. Yakın Doğu Yardım Teşkilâtı ve Amerikan misyonerleri Ocak 1922’de şehri terk ettiler. Giderken şehirde bulunan 3 000 Ermeniyi de yanlarına alarak Suriye ve Lübnan’a gittiler. Böylece Maraş’ta Ermeni kalmadı. 12 Şubat 1920-Ocak 1922 tarihleri arasında Maraş’ta yaşayan Ermenilere, Türkler tarafında hiçbir saldırı olmadı. Bu dönemde Ermeniler kendi okul, kilise ve hastanelerinde kaldılar. Bu süre içinde Amerikalı misyoner, öğretmen, doktor ve yardım teşkilâtı üyelerinin denetim ve gözetiminde bulundular. Maraş mutasarrıfı ve jandarma kumandanı, Ermenilerin Türk vatandaşı olarak kalmalarını istedi ise de kabul etmediler. Çünkü onlar halâ Fransız veya başka bir dış gücün yardımlarını alarak bağımsızlıklarını kazanacakları ümidini hayal ediyorlardı. Fakat Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Ermeniler bağımsızlıklarını kazanma hayallerini kaybettiler. Türklere karşı yaptıklarından utanarak çareyi Maraş’ı terk etmekte buldular. Ermenilerin Maraş’ta Fransızlarla birlikte mağlup olması Bahçe ve Haruniye gibi yerlerdeki Türklerin cesaret kazanmasına neden oldu. Onlar da Maraş’ı örnek alarak teşkilâtlandılar, Fransız ve Ermenilere karşı başarılı bir şekilde mücadele ettiler. Ayrıca Maraşlıların Fransız ve Ermenilere karşı yaptığı mücadelede başarılı olması, yurt sathında da örnek oldu. Millî Mücadele’nin başlangıcında Maraş örneği moral kaynağı oldu. Diğer bir ifade ile bağımsızlığın ve düşmanı yurttan kovmanın ilk kıvılcımı Maraş’ta atıldı. Bu kıvılcım Anadolu’nun bütün sathına yayıldı. 219 ERMENİ EDEBİYATINDA TÜRK VE ERMENİ TOPLUMLARI ARASINDAKİ KOMŞULUK İLİŞKİLERİNE BAKIŞ Doç. Dr. Ahmet KANKAL Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Anabilim Dalı E-mail: [email protected]; Tel: (GSM): 0 535 978 38 18 Özet Anadolu’da yüzlerce yıl bir arada yaşamış olan Türk ve Ermeni toplumu arasındaki komşuluk ilişkileri, konuya vakıf araştırmacıları bile şaşırtacak bir mahiyet arz eder. İlk bakışta farklı ırk, inanç ve kültürlere sahip bu iki toplumun sergilediği aynı düşünüş ve yaşayış biçimi, kalıplaşmış düşüncelerin tamamını alt üst eder. İnsanı, neredeyse, bu nasıl olur? veya bu da olur muymuş? dedirtecek noktaya getirir. Türk ve Ermeni toplumu arasında komşuluk ilişkilerine ait olumlu pek çok örnek bulunmaktadır. Bunlar arasında özellikle de kadınlara ait olanlar erkeklerinkine nazaran çok daha dikkat çekicidir. Ermeniler hakkında, toplumumuz tarafından çok da iyi bilinmeyen hususlar özellikle son zamanlarda yayımı hız kazanmış olan Ermeni anı ve romanları sayesinde açığa çıkmaktadır. Ermeni yazarlarca kaleme alınan edebî eserlerde dile getirilen Türk ve Ermeni toplumları arasındaki komşuluk ilişkileri, özellikle sosyal ve dinî hayata ilişkin örnekleri bakımından, göz ardı edilemeyecek derecede mühimdir. Ermeni toplumunu ve bireylerini kendi anlattıklarından yola çıkarak tanıma ve Türk milletine, özellikle de genç nesle tanıtma yolunda bugüne kadar yaptığımız çalışma konularına Türk ve Ermeni toplumları arasındaki komşuluk ilişkilerini de ekleme düşüncesi, bu çalışmanın hareket noktası olmuştur. Zira, genel olarak kamuoyumuzda özel olarak da genç nesil arasında, Ermeni toplumu hakkında sağlıklı bir bilgi düzeyine sahip olduğumuz rahatça söylenemez. Bunun yanında bir diğer bilgi eksikliği de Türk ve Ermeni toplumları arasındaki ilişkinin düzeyi, mahiyeti ve bunların tarih veya dönem içindeki seyri ve değişimi gibi alanlardadır. Doç. Dr. Ahmet KANKAL Başvurulan Kaynaklar Hakkında Başvurulan kaynakların tamamı Ermeni edebiyatına ait olup, hepsi de Ermeniler tarafından kaleme alınmıştır1. Bazıları Türkçe olarak yazılmışken, bazıları da Ermenice ve İngilizceden Türkçeye tercüme edilerek yayımlanmıştır. Ele alınan dönem, öykülere bağlı olarak XIX ve XX. yüzyıla aittir. Öykülerin geçtiği mekânlar İstanbul, İzmit, İzmir, Gümüşhane, Van, Ağrı, Iğdır, Erzincan, Sivas, Tokat, Malatya, Harput, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Urfa, Afyon, Adana, Gümrü, Erivan ve Halep gibi, bazısı bugün sınırlarımız içinde olmasa da, geçmişte Osmanlı Devleti sınırları içerisinde kalan şehirler ile onlara bağlı bazı kaza, kasaba ve köylerdir. Dolayısıyla her iki toplum arasındaki komşuluk ilişkilerine ait örnekler yukarıda zikredilen şehirler ve oralara bağlı yerleşim yerleriyle sınırlıdır. Diğer yerleşim yerlerine ait örneklerin ele alınmayışı henüz oralarla ilgili yayımlanmış eser olmadığındandır. Bu konuda herhangi bir ayrımcılık ya da seçmecilik söz konusu değildir. Bugünkü coğrafyamız dikkate alındığında, adı geçen şehirler içinde, yurdumuzun güney, kuzey, doğu ve batısında yer alanları bulunmaktadır. Bu gerçekten hareket edildiğinde, zikredilen şehirlerdeki komşuluk ilişkilerini Ermenilerin yaşadıkları bütün bir Türkiye coğrafyasına teşmil etmek pek de yanlış olmayacaktır. 1 İncelemeye tâbi tutulan eser sayısı 34’tür. Bu konuda çalışmanın sonundaki yararlanılan eserler kısmına bakınız. Yalnız bu eserlerin büyük bir çoğunluğunda Türk-Ermeni komşuluk ilişkilerine ait örnekler bulmak mümkün iken, aynı şeyi tamamı için söylemek zordur. 223 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Çalışmada, bilgilerin sıhhat derecesini kontrol etme, anlatılanları eleştirme veya eksikliklerini tamamlama yoluna gidilmemiş; bunun yerine, Türk ve Ermeni toplumu arasındaki komşuluk ilişkilerinin mahiyeti, boyutu gibi hususlarda Ermeni edebiyatına ait eserlerin satır aralarında yer alan bilgilerin değerlendirilmesi yolu tercih edilmiştir. Her iki toplum arasındaki komşuluk ilişkilerine ait o kadar çok örnek bulunmaktadır ki, bunların tamamını bir tebliğ çerçevesinde ele almak ve zikretmek mümkün olmadığı gibi, doğru da değildir. Belli başlı hususlarda bu ilişkileri sınıflandırmak, bunları ister dönemler açısından isterse yaşanılan mekân açısından ele alarak genel bir değerlendirme yapmak çok daha doğru olacaktır. Aksi taktirde teferruat içinde boğulup kalma tehlikesi her an mevcuttur. Komşuluk İlişkileri ve Evreleri Türk-Ermeni komşuluk ilişkilerini değerlendirmeye geçmeden önce, eserlerde geçtiği kadarıyla, Ermenilerin yaptıkları işler ve ikâmet ettikleri yerler konusunda bilgi vermek gerekirse şunlar söylenebilir: Şehirlerde oturup sanat ve ticaretle uğraşan Ermeniler olduğu gibi, köylerde oturup çiftçilikle geçimini temin edenler de bulunmaktadır. Şehirlerde oturanlar sadece kendilerine ait mahallelerde oturabildikleri gibi2, Müslüman Türklerle aynı mahallede birlikte de yaşayabilmektedirler3. Yine taşrada Ermenilerin sadece kendilerinin oturdukları köyleri bulunabildiği gibi4, Türkler ve diğer unsurlarla beraber aynı köyde de oturabilmektedirler5. Dolayısıyla komşuluk ilişkileri sadece birbirine bitişik evlerde veya aynı mahallede yaşıyor olmakla sınırlı değildir. Dükkân, tarla, bağ ve bahçe gibi ticarete veya ziraata dayalı bir komşuluk ilişkisi de her iki toplum arasında mevcuttur. Kısacası Ermeniler kendilerine ait mahallelerde ya da köylerde yaşıyor olsunlar, mutlaka Müslümanlarla ilişki içinde bulunmaktadır. Şehirlerde 2 3 4 5 İstanbul’u bu sınıflandırmanın dışında tutmak gerekir. Örneğin, Diyarbakır Ermenileri Hançepek veya Müslümanlar tarafından Gâvur mahallesi olarak adlandırılan mahallede oturmaktadırlar. Bkz. Mıgırdiç Margosyan, Gâvur Mahallesi, İstanbul 1999, s.10. Yine Sivas Ermenilerinin de Höllüklük mahallesinde oturdukları söylenmektedir. Bkz. Kirkor Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, İstanbul 1999, s.39. Kherdian David, Hilâlin Gölgesinde Bir Ermeni Kızın Yazgısı, Çeviren Haydar Işık, İstanbul 2001, s.10; Ceyhan, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, İstanbul 1998, s.12-13; Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.12; Agop Arslanyan, Adım Agop Memleketim Tokat, İstanbul 2005, s.17-18, 43 Hagop Mıntzuri, Armıdan Fırat’ın Öte Yanı, Çeviren Silva Kuyumcuyan, İstanbul 1998, s.34, 48. Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.45, 51-52. 224 Doç. Dr. Ahmet KANKAL sanat erbabı veya esnaf olan Ermenilerin müşterileri sadece Ermeniler değildir. Bunlar içinde belki Ermenilerden de fazla olarak Müslümanlar yer almaktadır6. XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyıldaki Türk-Ermeni ilişkilerini üç safhalı olarak düşünmek, kanaatimizce en doğru olanıdır. Bu safhalar tehcir öncesi, tehcir esnası ve tehcir sonrası şeklinde ele alınmalıdır. Bu safhaların varlığı kabul edildiğinde, gelişen olaylar neticesinde ilişkilerdeki değişimi kabullenmek ve açıklamak da o nispette kolaylaşacaktır. Zira her dönemin ilişkisi, hem farklı siyasî ve psikolojik şartlar içerisinde hem de farklı boyutlarda gelişmiştir. En azından, günümüzden geriye bakıldığında, bunun böyle olduğu veya olması gerektiği düşünülebilir. Daha önceki dönemlerde Türk ve Ermeni toplumları arasındaki ilişkilerde bir değişikliğin olmadığı düşünülecek olsa bile, bunu XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyıl için söylemek oldukça zordur. Ermeniler arasında neşvünema bulan siyasî düşünce ve hareketler, küçük çapta da olsa, her iki toplum arasındaki ilişkileri etkilemiş olmalıdır. Ancak her iki toplumun ilişkileri açısından, ne tehcir öncesi ne de tehcir esnası ve sonrasına ilişkin olumsuz örnek bulunmamaktadır. Sonraki dönemlere ait olumsuz tek örnek sadece 6-7 Eylül olayları ile ilgili eserde yer almaktadır7. Tehcir öncesi döneme ilişkin bilgi veren eser sayısı az olduğundan Türk ve Ermeni toplumları arasındaki komşuluk ilişkilerine ait örnekler de o nispette kısırdır. Eserlerin temel kurguları genel olarak tehcir kararının yanlışlığı ve tehcirin Ermeni toplumu üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkileri ile ilgili olduğundan, tehcir öncesi döneme ilişkin bilgiler çok sınırlı kalmaktadır. Buna rağmen eserlerde yer alan örnekler komşuluk ilişkisinin ne kadar güçlü ve olumlu olduğunu göstermesi açısından mühimdir. Nitekim öykülere göre Afyonlu Ermeniler Nasreddin Hoca fıkralarını sevip anlatırken8, Zara’daki Ermeniler Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan türkülerini söyleyip9 Dede Korkut Masalları’nı dinlemektedirler10. Erzin6 Örneğin Tokat’ın en büyük caddesi olan Behzat’ta on iki kuyumcu dükkânı çalışırdı. Bu caddede bir tek Türk kuyumcu vardı. Çok sayılıp sevilen Celal Bey, diğer kuyumcular hep Ermeniydi. Bkz. Arslanyan, a.g.e., s.59; Margosyan, Gâvur Mahallesi, s.40-41, 49, 83; Margosyan, Söyle Margos Nerelisen?, İstanbul 2000, s.58. Hatta bazen Ermeni ile Müslüman ortaklaşa olarak ticaret de yapabilmektedirler. Bkz. Sarkis Çerkezyan, Dünya Hepimize Yeter, Hazırlayan Yasemin Gedik, İstanbul 2003, s.16. 7 Raffi Kebabcıyan, Konuş Halil Bey Konuş, İstanbul 2000, s.17-23. 8 Kherdian, a.g.e., s.27. 9 Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.64. 10 Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, İstanbul 1999, s.27. 225 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER can Ermenileri de düğünlerinde Ermenicenin yanı sıra Türkçe, Kürtçe şarkı ve türkü söylemektedirler11. Erzincan’daki Ermenilerle Türkler arasında o kadar yakın bir dostluk vücuda gelmiştir ki, Ermeniler gerek devletin dilinin Türkçe olmasından ve gerekse hâkim unsur olan Türklerle bir arada yaşamaktan ötürü Türkçeyi akıcı bir şekilde konuşup Türklerle Türkçe anlaşabilmişlerdir. Hiçbir zorlama veya ihtiyaç olmamasına rağmen Türkler de Ermenice’yi öğrenmişlerdir. Erzincan’da köyüne giden bir Türk, akşam olduğu için bir Ermeni köyüne sığınmış ve kendisinin Türk olduğunu saklayıp Ermeni olduğunu söylemiştir. Ermenice’yi o kadar güzel konuşmuş, haçını çıkarmış ve yemeğe başlamadan önce de Ermenice duasını okumuştur ki, evin Ermeni erkeği onun bir Türk olduğunu anlayamamış, hatta onun kendisinden daha dinî bütün bir Ermeni olduğunu düşünmüştür12. Komşuluk ilişkilerindeki yakınlığın nişanesi olarak, bir Türk kızı bir Ermeni kadını için bacılığım tabirini kullanmıştır13. Yine her iki toplum arasındaki dostluğa, bir Ermeni kadının kurduğu turşudan çevre köylerdeki Türk, Kızılbaş, Kürt kadınlarının gelip hastaları için götürmeleri de örnek olarak verilebilir14. Ermeni çocukların Türk çocuklarıyla oyunlar oynaması, Türklerin yufka ekmeği ile kendi yaptıkları ekmeği değiş tokuş yapmaları ve beş taş oynamaları15, çocuklar arasındaki komşuluk ilişkilerini göstermesi bakımından önemlidir. Tehcire kadar uzanan süreçte gelişen Ermeni ayaklanmaları, devlet görevlilerine ve masum sivil halka yönelik suikast-katliam girişimleri her iki toplum arasındaki ilişkileri germiş olsa bile, Türklerin Ermenilere yönelik linç girişimleri veya karşı hareketlerine tesadüf olunmamıştır. Eserlerde buna ilişkin örnek bulunmamaktadır. Başlangıçta Ermenilere yönelik bir nefret duygusu oluştuğu ve Adana havalisinden geçen Ermeni kafilelerine sözlü sataşma olduğu söylenmekle birlikte16, Müslüman ahali ve kendilerini sürüp götürmekle görevli jandarmalar tarafından Ermenilere gösterilen pek çok iyi muamele öykülerde zikredilmiştir. 11 Mıntzuri, Armıdan, s.70. 12 Mıntzuri, Armıdan, s.48-50. 13 Mıntzuri, Kapandı Kirve Kapıları, Çeviren Nurhan Büyük Kürkciyan, İstanbul 2001, s.108. 14 Mıntzuri, Armıdan, s.21. 15 Kherdian, a.g.e., s.10-11. 16 Ermeni kafileler Adana civarından geçerken, yol kenarında birikmiş olan kalabalıktan bir adamın vefasız köpekler! diye bağırdığı söylenmektedir. Ancak bunun ötesinde başka bir hareket veya hakaretten söz edilmemektedir. Bkz. Kherdian, a.g.e., s.44. 226 Doç. Dr. Ahmet KANKAL İsyan hareketlerinden sonra bazı Ermenilere karşı Türkler arasında olumsuz bir hava oluşmuş olsa bile, yıllarca birlikte yaşadıkları komşularını yitiriyor olmaları ve yaşadıkları coğrafyadan çok uzaklara hem de olumsuz şartlarda gidiyor olmalarından ötürü, Ermenilere karşı acıma hissi oluşmuştur. Türk milletinin, devletin almış olduğu bir kararın hilâfına hareket etmesi mümkün olmamakla birlikte, Ermenilere karşı yapabilecekleri en iyi muameleyi gerçekleştirdiği görülmektedir. Buna başta idareciler katkıda bulunmuştur. Zara’da askerî kışla, kumandanlık binası ve lojman inşaatında çalışan Ermenilerin başında ve inşaattan sorumlu Yahya Bey isminde bir Binbaşı, Ermenileri toplayarak tehcir kanunu hakkında onlara bilgi vermiş ve Osmanlı Devleti’nin bu duruma neden ve nasıl geldiği hakkında bir değerlendirme yapmıştır. Kendilerini Zara’dan göndermeye vicdanının elvermediğini; çünkü daha ikinci köye varmadan dizanteri ve karın ağrısından çoğunun ölüp gideceğini, bunca bilgi ve ustalığa yazık olacağını söylemiştir. Binbaşı Yahya Bey, Zara Ermenilerine şu teklifte bulunmuştur: Her birinin ağzından çok daha önceki tarihlerde verilmiş bir istida alacaktır ve bu istidalarında Ermeniler, isimlerini belirttikten sonra Hıristiyanlıktan ihtida ile Müslümanlığa kabullerini Padişaha arz edeceklerdir. Bundan sonrasını takip etmek Yahya Binbaşı’ya aittir ve öyle de olmuştur. Sonuçta verilen dilekçeler işleme konulmuş ve kabul edilmiş, böylelikle ihtida etmiş olan Zara Ermenileri tehcirden kurtulmuştur17. Diğer taraftan sahipsiz kalan Ermeni kadın ve kızları Müslümanlarca nikâhlanarak zor durumdan kurtarılmışlardır18. Zor durumdan kurtulma sadece evlenme yoluyla olmamıştır. Ermeni delikanlı ve gelinler köklü ailelerin yanlarında duldalanmışlar, ortalık düzeldikçe de ortaya çıkmaya başlamışlardır19. Müslümanların yanında kalan Ermeni çocukları, dönemin zor şartları içinde meşakkatle büyümelerine rağmen, ağa ve hatunlarını hayırla anmışlar, onların yedikleri ve içtiklerinin kendilerininkinden farklı olmadığını söylemişlerdir20. Üstelik zengin Ermenilerin fakir Ermenilere yardım etmemesine rağmen21. Ermeni çocukları ve büyükleri, İttihat ve Terakki’ye rağmen, isimleri değiştirilerek Müslümanlarca alıkonulmuş ve 17 Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.25-29; Ceyhan, Seferberlik, s.68; Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, s.18-19. 18 Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.131; Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, s.38. 19 Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.42-43. 20 Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.49-50. 21 Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.55-56; Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, s.22. 227 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER onlar, eğer bu kanunun hızının bir yıl sonra azalacağını bilselerdi daha fazla Ermeninin kendilerince saklanacağını ifade etmişlerdir22. Bazı Ermenilerin ülke dışına çıkmalarına yardım edilmiştir23. Tehcir esnasında Ermenilere ekmek ve yemek verilmiştir24. Ermenileri sahiplenme Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir25. Bu iyi muameleler sadece sivil halk tarafından gösterilmemiş, kumandan, müdür, doktor ve jandarma gibi resmî görevliler de bu yardım kervanına katılmıştır. Onlar, sürgün yerlerinin iyi bir yer olması, g yaralarının iyileştirilmesi, kadın ve çocukları atlarına alma, onları güvenlikli bir şekilde sürgün yerlerine ulaştırma ve yiyecek temini konusunda aynı yardımı, ellerinden geldiğince, Ermenilerden esirgememişlerdir26. Hatta jandarmalardan ayrılmak, sürgüne gönderilen Ermeniler için çok zor olmuştur27. Diğer Ermeni tebaaya yapılan iyi muameleler de yurt dışından gönderilen mektuplarda olayın taraflarınca dile getirilmiştir28. Ermenilerle Müslümanlar veya Türkler arasındaki dostluğa, iyi komşuluk ilişkilerine verilebilecek bir diğer örnek Kirkor Ceyhan’ın eserinde geçen ve intihar eden Ermeninin hikâyesidir. Hikâyeye göre Zara’da çarık diken Ermeni Garabed, manda gönü almak için Sivas’a gitmiş, ancak parayı düşürmüştür. Bundan ötürü utancından intihar etmek istemiş, fakat Zaralılar buna mani olmaya çalışmışlardır. Bütün bunlara rağmen Garabed sonunda intihar etmiştir. Ermeni inancına göre intihar edene dualı törenli cenaze merasimi yapılmadığından, Zara’daki Müslümanların ileri gelenleri Ermeni komşularına bunun bir cinnet-i muvakkate olduğunu, cenaze töreni yapılmazsa ölenin çocuklarının bu kiri ömürleri boyunca taşıyacaklarını söyleyerek çocuklara bu kötülüğün yapılmamasını istemişlerdir. Sonunda Müslümanların telkiniyle cenaze töreni tertip edilmiş ve definden sonra erkekler Selim Ağa’nın evinde, kadınlar da cenaze evinde toplanmışlardır. Müslümanı olsun Ermenisi olsun komşular cenaze evine yemekler yollayarak haftalarca ölenin karısı Enova’nın ocağını tüttürmemişlerdir29. 22 23 24 25 26 Ceyhan, Seferberlik, s.71; Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, s.21-22. Ceyhan, Seferberlik, s.106-109. Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, s.17-18, 63, 64, 69, 71, 104-106. Ceyhan, Seferberlik, s.51-52, 90. Bu konuda bkz. Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, s.45, 62-63, 69, 84-86, 91, 104; Kherdian, a.g.e., s.31, 39, 76-77. 27 Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, s.72. 28 Örneğin Chiikago’dan gönderilen bir mektup hakkında bkz. Ceyhan, Seferberlik, s.106109. 29 Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.9-23. 228 Doç. Dr. Ahmet KANKAL Cenaze töreninde yakasını beline kadar yırtan akrabalar Garabed’de olan alacaklarından bir kuruş bile noksan olsa kabul etmemişlerdir. Fakat Ömer Ağa 1 600 kuruş alacağını yetimlere bağışladığını söyleyerek borç kâğıdını yırtmıştır. Bu tablo karşısında babasının mezarında ağlamayan Apoyan Murat adındaki çocuk ağlamıştır. Anne bu çocuğunu Zara’da bırakmayarak okuması için İstanbul’a göndermiştir30. Yıllar sonra bu çocuk, tehcir esnasında tehcirden kurtulmak veya kurtarmak için Müslüman haremine katılmış veya karışmış Ermeni kadını ve yine Müslümanların yanına sığınmış Ermeni kızı varsa, hepsini önüne katarak İstanbul’a götürmüştür. Hem de ahalinin yapma, etme demelerine karşın31. Cumhuriyet dönemindeki ilişkiler daha farklı boyutlarda gelişmiştir. Bu dönemde Ermeni toplumuyla Türk toplumu arasındaki ilişkiler değil de daha çok devletle Ermeniler arasındaki ilişkiler ele alınmıştır. Bu dönemde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulüyle Ermeni okullarının çoğu eski fonksiyonlarını yitirerek kapanmışlardır32. Ermeni çocukları devlet okullarına giderek Türkçe ve lâik bir eğitime tâbi olmuşlardır. Bu durum, yeni kuşaktan çoğunun Ermenice öğrenememesine sebebiyet vermiştir33. Okullarının kapatılmasıyla kendi din adamlarını yetiştiremedikleri ve bu sebepten bazı kiliselerin papazsız kaldığı, böylece dinî vazifelerin yerine getirilmesinde güçlük çekildiği ve olanlarında da papazların cahil kimseler olduğu söylenmektedir34. Bazı Ermeni kiliselerinin kapatılması veya yıkılması da ayrı bir şikâyet konusudur. Meselâ belediye reisi Zara’daki tarihî Ermeni kilisesini yıkmış ve kilisenin çanı okulun direğine asılmıştır35. Emvâl-i Metrûke Kanunu’nun çıkarılmasıyla sahipsiz Ermeni mallarının devletçe satılıp, bedelinin hazineye aktarıldığı vurgulanmaktadır36. 11.11.1942 yılında çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu’nun Ermeniler üzerinde yaptığı tahribat ise başlı başına bir romanın konusu olmuştur37. Kıbrıs sorununun yükseldiği bir dönemde, Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığı ihbarıyla başlayan İstanbul, İzmir gibi Rumların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde gerçekleşen ve tüm gayrimüslimlere yöneldiği iddia olunan yağma olayları ise başka bir eserde işlenmektedir. 6-7 Eylül olayları olarak 30 31 32 33 34 35 36 37 Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.9-23. Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.37. Zara’daki örneği için bkz. Ceyhan, Atını Nalladı Felek, s.38; Ceyhan, Seferberlik, s.58. Margosyan, Söyle Margos, s.48. Margosyan, Söyle Margos, s.23-24. Ceyhan, Seferberlik, s.29, 87. Ceyhan, Seferberlik, s.14. Zaven Biberyan, Babam Aşkale’ye Gitmedi, Çeviren Sirvart Malhasyan, İstanbul 1998. 229 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER da bilinen ve 1955’te vuku bulan bu olaylar sonucunda gayrimüslimlerin, özellikle de Rumlar ve Ermenilerin Türkiye’yi terk ettikleri, Ermenilerin Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İsviçre ve Avusturalya gibi ülkelere göç ettikleri vurgulanmaktadır38. Cumhuriyet döneminde Türk ve Ermeniler arasındaki komşuluk ilişkilerine ait bir örnek Babil’den Sonra Yaşayacağız adlı öykü kitabında yer almaktadır. Ara Güler eserinde, Şebinkarahisar’ın Yaycı köyü doğumlu olup 10 yaşında okumak için İstanbul’a giden ve bir daha da köyüne dönmeyen babası Dacat Bey’in hikâyesini anlatır. Dacat Bey oğlunun kendisine bir hayrının olmadığını, bir oğul olarak kendisini memleketine, doğduğu yerlere götürmeyi düşünmediğini söyler. Bunun üzerine Ara Güler babasını alarak Yaycı köyüne varır. Köyün bütün adamları teker teker merhaba derler. Ayranlar içilir. Köyün yollarına düşerler ve Dacat Bey evini, köyün çeşmesini ve harman yerini aramaya başlar. Evin yerini bulur. Ancak ev ayakta değildir ve duvarı da harabe haldedir. Köylüler çeşmeyi gösterirler, eğilerek doya doya suyundan içer. Harman yerini sorar, köylüler gösterirler. Boş duran döveni köylülerin hazırlaması üzerine dövene biner ve belki yarım saatten fazla dövenle döner durur. Çocukluğuna gider. Sonunda atlar ağırlaşır, kendisi ayağa kalkar ve atları durdurur. Aralarına döndüğünde gözleri yaşlıdır. Altı yaşındayken dövenin üstünde böyle döndüğünü söyler. Herkesle vedalaşarak İstanbul’a dönerler. Ancak köyün dut kurusu, pestil, kayısı gibi yemişlerinden almayı unuturlar. Bir daha da köye gitmek nasip olmaz. Dacat Bey ölür, cenaze törenine vakit vardır ve o sırada kapı çalınır, Ara Güler kapıyı açar, iki kişi görür. Ellerinde büyükçe bir kutu vardır. Yüzlerini tanır gibi olur. Gelenler Dacat Güler Bey’i aradıklarını ve ellerindekileri de Yaycı köyünden kendisine getirdiklerini söylerler. İçeri alır ve pederinin öldüğünü, şimdi ise cenazeye gideceklerini, isterlerse kendilerinin de gelebileceklerini söyler. Kutuyu açar içinde dut kurusu, pestiller, kuru yemişler olduğunu görür. Hem de bol bol. Şaşırır. Sözü köylüler alır: Dacat Bey bizim köylü. Geldi gezdi, ama yemişini almadan döndünüz. Biz de İstanbul’a geliyorduk, yemiş getirelim dedik. Kısmet değilmiş... derler. 38 Kebabcıyan, a.g.e., s.12, 14, 40, 66. 230 Doç. Dr. Ahmet KANKAL Ara Güler üç küçük naylon bulur, iki üç avuç dut kurusu, birkaç parça pestil, biraz erik kurusu koyarak onları pederinin tabutunun içine bırakır39. Bu örnek Müslüman Türk insanının hangi ırktan ve hangi dinden olursa olsun insanlara karşı gösterdiği misafirperverliği ve kadirşinaslığı dile getirmesinden ötürü mühimdir. Sonuç Ermeni edebiyatına ilişkin eserlerde yer alan Türk ve Ermeni toplumu arasındaki komşuluk ilişkilerine ait örnekler, konuya vakıf araştırmacıları bile şaşırtacak bir mahiyet arz eder. İlk bakışta farklı ırk, inanç ve kültürlere sahip bu iki toplumun sergilediği komşuluk ilişkileri ve bunların biçimi, kalıplaşmış düşüncelerin tamamını alt üst eder ve insanı, bu nasıl olur? veya bu da olur muymuş? dedirtecek noktaya getirir. Tehcir öncesi dönemde Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki ilişkilerde en önemli belirleyici unsur din iken, tehcire kadar uzanan süreçte buna bir de siyasî boyut eklenmiştir. Din ayrılığının yanında siyasî tercihler ve bazı Ermenilerin kafasında yer etmiş olan ayrı devlet kurma fikri, ister istemez, ilişkilerin boyutunu etkilemiştir. Örneğin, komşuluk ilişkileri ne kadar iyi olursa olsun, Türklerle Ermeniler arasında birbirlerinden kız alıp verme hadisesi yaşanmamıştır. Bunun yanında, dinî inanışlarına ne kadar saygılı olurlarsa olsunlar, her iki tarafın birbirlerinin ibadetgâhlarına gitmesi söz konusu değildir. Nadiren de olsa, Ermenilerin din değiştirip Müslüman olmaları yaşanan bir gerçek olmakla birlikte; Müslüman birisinin din değiştirip Ermeni dinine girmesi, daha doğrusu Hıristiyan olması görülmemiştir. Bu durum, en zayıf inanç ve amel boyutunda bulunan Müslüman için de geçerlidir. Bu, aslında sınırları belirlenmiş bir ilişkiler yumağıdır. İlişkilerdeki insanî boyut ne kadar geniş ve serbest olursa olsun, dinî boyut o kadar serbest değildir. Aslında bunu normal de karşılamak lâzım gelir. Ermeniler bazen kendilerine ait mahallelerde veya köylerde bazen de Türkler veya umumî olarak Müslümanlarla birlikte yaşamaktaydılar. Her ne şekilde olursa olsun, mutlaka komşuluk ilişkisi içindeydiler. Ticaret yapmaktaydılar. Aslında her iki toplum arasında o derece iyi ilişkiler vardır ki bunlara gerek Ermenilerin gerekse Türklerin kendi ırkdaş ve dindaşları arasında rastlamak zordur. Bu türden ilişkilerin çoğunluğuna, 39 Ara Güler, Babil’den Sonra Yaşayacağız, Çeviren Sirvart Malhasyan, İstanbul 1996, s.121125. 231 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER inanç boyutu olmakla birlikte amel boyutu bulunmayan kimselerde rastlanmaktadır. Örneğin saz ve içki meclislerinde, hırsızlıklarda Ermenilerin en yakın dostları amel boyutu zayıf olan Türklerdir. Birlikte oturmadan kaynaklanan herhangi bir uygunsuz davranışa, Türklerle Ermeniler arasında vuku bulan bir kavgaya öykü ve romanlarda tesadüf olunmamıştır. Aksine iki toplumun birbiriyle ne kadar uyumlu, ne kadar iç içe olduklarını, cenazelerinde ve zor durumlarında nasıl bir dayanışma içinde bulunduklarını, birbirlerinin pişirdikleri yemeklerden yediklerini gösteren o kadar çok örnek vardır ki bunlar saymakla bitirilemez. Özellikle kadınlar arasındaki komşuluk ilişkileri ve dayanışma erkekler arasındakine nazaran çok daha kuvvetli ve dikkat çekicidir. Fransız İhtilâli’ne kadar geçen süreçte her toplum veya cemaat kendisini farklı alt kimlikte tanımlasa da sonuçta üst kimlik Osmanlılıktır. Bu, farklı ırk, din ve mezhebe mensup olunsa, farklı sosyal-siyasî -ekonomik durum ve imkâna sahip bulunulsa ve yine farklı yerleşim birimlerinde yaşanıyor olsa da öyledir. İnanç boyutundaki farklılıklar çok önemli olsa veya öyle olması gerekse bile, devletin konuya bakışı farklı değildir. Devlet, ister Müslüman ve isterse gayrimüslim olsun, sonuçta tebaasını reaya ve beraya olarak görmüş, öyle adlandırmıştır. Bu meyanda milletin düşüncelerinin devletinkinden farklı olduğu da söylenemez. Bununla beraber, Avrupa’da hızla yayılmakta olan milliyetçilik hareketleri ve bazı Ermenilerin bu tür hareketler içerisinde yer alarak isyanlar çıkarmasından sonra her iki toplumun birbirlerine bakışlarında ve komşuluk ilişkilerinde farklılaşmanın olduğu da inkâr edilemez. Aslında bu, dönemin şartları içerisinde değerlendirildiğinde, hatta bugün bile yaşanacak olsa, yadırganacak bir sonuç değildir. Zira o ana kadar bütünü oluşturan parçalardan birisinin veya bir kaçının ayrışma çabasına girmesi, tabii olarak, onun suçlanması ve dışlanmasıyla sonuçlanacaktır. Bu durumun ırk, coğrafya, din, mezhep, dil ve kültür açısından istisnası yoktur ve olmamıştır da. Osmanlı açısından Sırbın, Rumun, Ermeninin, Kürdün, Arabın ve Türkün ayaklanması aynı şekilde değerlendirilmiş ve aynı şiddette bastırılmaya çalışılmıştır. Bu tür ayrılıkçı girişimler siyasî açıdan ele alınmış; devletin bölünmez bütünlüğü ve milletin huzur ve refahını bozmaya yönelik çalışmalar olarak addedilmiştir. Nitekim gerek bölgemizde gerekse dünyamızın diğer bölgelerinde yaşananlar göz önüne alınacak olursa, bunun bugün de böyle değerlendirildiği görülecektir. Burada sözü edilen doğru veya yanlışlar değil, geçmişteki ve bugünkü sonuçlardır. Bunun tarafı veya karşı tarafı olma da söz konusu değildir. 232 Doç. Dr. Ahmet KANKAL Siyasî gelişmeler sonucunda hem devleti idare edenlerin hem de milletin psikolojisi değişmiş o ana kadar birlikte ve beraberlik duygusu içinde yaşayan insanların kafasında acabalar yer etmiş olmalıdır. Bununla beraber Türk ve Ermeni toplumları arasında olumsuz olaylara rastlanmaz. Konu devletle, daha doğrusu devlet güçleriyle olaylara karışan Ermeniler arasında geçen mücadele şeklindedir40. Genel olarak Hıristiyanlarla Müslümanlar özel olarak da Ermenilerle Türkler, her zaman dost olmasalar da hep komşu olarak yaşamışlardır. Bu komşuluk ilişkisinde Türkler hâkim, Ermeniler veya genel olarak diğer Hıristiyan gruplar mahkûm durumunda değildirler. Tarafların eşitliği söz konusu olup, herhangi bir baskı bulunmamaktadır. 40 Genel olarak eserlerde eleştiri ve suçlamalar devlete ve yöneticilere yöneliktir. Bir ikisi istisna tutulacak olursa, sivil halkın suçlandığına pek şahit olunmamaktadır. Eserlerdeki Osmanlı Devleti’ne ve yöneticilere yönelik eleştiriler, genelde tehcir kararının (1915 Sevk ve İskân Kanunu) çıkarılarak Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı yıllarında göçe gönderilmesi, sevkıyat esnasında Kürt ve Çerkezlerin Ermeni kafilelerine karşı olan saldırılarına mani olunamaması, gerek devlet görevlilerinin gerekse sivil halktan bazı kimselerin Ermeni kadın ve kızlarına yönelik harekette bulunmaları, özellikle Hamidiye Alayları’nın Ermeniler üzerine sevk edilmesi veya bunların hareketlerine göz yumulması, idareciler tarafından hapishanelerde güvenliğin sağlanmayıp halkın birbirini kırmasına seyirci kalınması, devletçe Ermeni mallarının müsaderesi, bazı Ermeni kilise ve okullarının kapatılması ya da yıkılması, Ermeni dilinin öğretiminin engellenmesi gibi hususlardır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti döneminde, 1942’de Varlık Vergisi’nin çıkarılarak gayrimüslimlerin mağdur edilmesi ve borcunu ödeyemeyenlerin Erzurum Aşkale’ye sürülmeleri, 6-7 Eylül olaylarının devletçe tertiplenip gayrimüslimlerin sindirilmesi ve onların ülkeyi terke zorlanması, Ermeniler üzerinde baskı kurulması gibi muhtelif konu ve iddialar da mevcuttur. Sivil halka yönelik suçlamalar daha çok Kürt ve Çerkezler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Suçlamalar, üstü kapalı olarak, devletin bu unsurları Ermeniler aleyhine kışkırttığı veya en azından bazı hadiselerin tesirinde kalan bu toplulukların galeyana gelerek Ermenilere saldırdığı yolundadır. Çerkezlerin ve Kürtlerin Ermeni mallarına el koydukları, daha çok Kürtlerin Ermeni kadın ve çocuklarını Müslümanlaştırarak haremlerine kattıkları hususu dile getirilmektedir. 6-7 Eylül olaylarında gayrimüslim mallarını yağma ve tahrip ederek onları sindirenlerin kimlikleri hakkında bilgi verilmemektedir. Daha geniş bilgi için bkz. Ahmet Kankal, Ermeni Edebî Eserlerinde Ermenilerin Türk Devletine ve Türk Toplumuna Bakışları, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Sayı 5, Mart 2005, s.1-22. Bu konu ile ilgili olarak, yukarıdaki çalışmada zikredilmeyen başka bir öykü için bkz. Sarkis Çerkezyan, Dünya Hepimize Yeter, Hazırlayan Yasemin Gedik, İstanbul 2003, s.19. 233 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yararlanılan Eserler Aharonyan, Avetis, Fedailer Özgürlük Yolunda, Çeviren Figen Yılmaz, Belge Yayınları, İstanbul 2001. Armen, Mıgırdiç, Hegnar Çeşmesi, Çeviren Hasan Polat, Belge Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1988. Arslanyan, Agop, Adım Agop Memleketim Tokat, Aras Yayıncılık, İstanbul 2005. Biberyan, Zaven, Babam Aşkale’ye Gitmedi, Çeviren Sirvart Malhasyan, Aras Yayıncılık, İstanbul 1998. ___________, Yalnızlar, Aras Yayıncılık, İstanbul 2000. Ceyhan, Kirkor, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, Aras Yayıncılık, İstanbul 1999. ___________, Kapıyı Kimler Çalıyor, Belge Yayınları, İstanbul 1999. ___________, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Aras Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 1998. Çelik, Jaklin, Kum Saatinde Kumkapı, Aras Yayıncılık, İstanbul 2000. ___________, Yılanın Yolu, Aras Yayıncılık, İstanbul 2003. Çerkezyan, Sarkis, Dünya Hepimize Yeter, Haz. Yasemin Gedik, Belge Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2003 David, Kherdian, Hilâlin Gölgesinde Bir Ermeni Kızın Yazgısı, Çeviren Haydar Işık, Pêrî Yayınları, İstanbul 2001. Gelenyan, Hampartsum (Hamasdeğ), Güvercinim Harput’ta Kaldı, Çeviren Sarkis Seropyan, Aras Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 1998. Gobelyan, Yervant, Memleketini Özleyen Yengeç, Çeviren Hagop Gobelyan, Aras Yayıncılık, İstanbul 1998. Güler, Ara, Babil’den Sonra Yaşayacağız, Çeviren Sirvart Malhasyan, Aras Yayıncılık, İstanbul 1996. Kebabcıyan, Raffi, Konuş Halil Bey Konuş, Aras Yayıncılık, İstanbul 2000. Koçar, Hraçya (Kapriyelyan), Özlem (Garod), 2. Baskı, Nûjen Yayınları, İstanbul 1996. Margosyan, Mıgırdiç, Biletimiz İstanbul’a Kesildi, Aras Yayıncılık, 4. Baskı, İstanbul 1998. ___________, Gâvur Mahallesi, Aras Yayıncılık, 7. Baskı, İstanbul 1999. ___________, Söyle Margos Nerelisen? Aras Yayıncılık, 6. Baskı, İstanbul 2000. 234 Doç. Dr. Ahmet KANKAL Mavyan, Vahram, Her Yerde Ermeni Var, Çeviren Klemans Çelik (Zakaryan), Aras Yayıncılık, İstanbul 2003. Mıntzuri, Hagop, Armıdan Fırat’ın Öte Yanı, Çeviren Silva Kuyumcuyan, Aras Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 1998. ___________, Atina, Tuzun Var Mı? Çeviren Silva Kuyumcuyan, Aras Yayıncılık, İstanbul 2000. ___________, İstanbul Anıları 1897-1940, Çeviren Silva Kuyumcuyan, Notlarla Basıma Hazırlayan Necdet Sakaoğlu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2002. ___________, Kapandı Kirve Kapıları, Çeviren Nurhan Büyük Kürkciyan, Aras Yayıncılık, İstanbul 2001. Najarian, Peter, Son Ermeni, Çeviren Ece Eroğlu, Aras Yayıncılık, İstanbul 2004. Özer, Antan, Yaşamı Beklerken, Çeviren Klemans Çelik (Zakaryan), Aras Yayıncılık, İstanbul 1997. Saroyan, William, Aram Derler Adıma, Çeviren Türkkaya Ataöv, Varlık Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1991. ___________, Paris-Fresno Güncesi 1967-68 Ölüm, Dirim ve Aya Kaçış, Çeviren Beril Eyüboğlu, Aras Yayıncılık, İstanbul 2001. ___________, Yoksul İnsanlar, Çeviren Memet Fuat, Adam Yayınları, İstanbul 1990. Sırmakeşhanlıyan, Yervant, Balıkçı Sevdası, Çeviren Ani Baronyan, Aras Yayıncılık, İstanbul 2000. Totovents, Vahan, Yitik Evin Vârisleri, Çeviren Najda Demircioğlu, Aras Yayıncılık, İstanbul 2002. Zohrab, Krikor, Hayat, Olduğu Gibi, Çeviren Kudret Emiroğlu, Ayraç Yayınevi, Ankara 2000. ___________, Öyküler, Çeviren Hermon Araks, Aras Yayıncılık, İstanbul 2001. 235 OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA İLK DEMOKRASİ DENEMESİ VE ERMENİ MEBUSLAR Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi E-mail: [email protected]; Tel: 0 386 212 62 39 Özet Osmanlı İmparatorluğu, gerileme döneminden başlayarak özellikle XIX. yüzyıl boyunca içine düştüğü bunalımdan kurtulmak ve eskiden yaşadığı o haşmetli günlerine dönebilmek amacıyla değişik yollar denemiştir. II. Mahmut (1808-1839) döneminde etkin bir şekilde başlayan ıslahat hareketleri, Tanzimat döneminin (1839-1876) başlamasıyla sonuçlanmıştır. Bu dönemde yapılan modernleşme hareketleri, Osmanlı İmparatorluğu’nu kurumsallaşma bakımından Batılı devletlere biraz daha yaklaştırmış, ancak yapılan çabalar istenilen sonucu vermemiştir. Bu durum üzerine, Genç Osmanlılar adı veriler bir grup Osmanlı aydını, var olan devlet düzenini değiştirmek ve Avrupa devletlerinde gördükleri yeni bir yönetim tarzını Osmanlı İmparatorluğu’na da uygulamak istemiştir. Meşrutiyet adı verilen bu yeni tarz yönetimle, devlet istenilen düzeye gelecekti. Batı demokrasilerinden alınan bu yeni yönetim anlayışı ile hem yöneticiler kontrol altında tutulacak hem de isyan eden, devletten ayrılmak isteyen gayrimüslimler ve onların destekçisi olan batılı devletler memnun edilecekti. Yeni Osmanlılar, Sultan Abdülaziz (1861–1876)’i tahttan indirdiler ve bu amaçla genç Padişah Sultan Abdülhamit (1876–1909)’e Kanun-ı Esasî’yi ilân ettirdiler. Kanun-ı Esasî’’nin âmir hükmü gereğince de açılan Meclis-i Mebusan’a tüm Osmanlı halkı ile beraber Ermeniler de mebus gönderdiler. Bizim çalışmamızda Ermeni mebusların Osmanlı devlet ve toplum yapısına bakışı ve Meşrutiyet meclisinde yaptıkları konuşmalar değerlendirilecektir. Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ İlk Demokratik Kurumlar Osmanlı İmparatorluğu’nda klasik dönemi temsil eden Divân-ı Hümayun’dan Bakanlar Kurulu’na doğru giden süreçte II. Mahmut’un (1808-1838) yaptığı yenilikler oldukça önemlidir. Onun son döneminde devlet idaresini modernleştirmek için yaptığı yeniliklerin, saltanatının sonlarına doğru yavaş yavaş kendini göstermeye başladığı görülmektedir. Bu modernleşmenin sonucu olarak nezaretler kurulmaya başlanmış ve kabine sistemine doğru ilk adımlar atılmıştır. II. Mahmut’un son zamanlarında, 30 Mart 1838 tarihinde sadareti kaldırarak, yerine başvekâleti getirmesiyle, sadrazamın kişisel yetkileri kısmen bu heyete devredilmiştir. Yeni düzenlemeyle, Padişahın mutlak vekili olmaktan çıkan başvekâlet, nezaretlerden oluşan kabinenin başkanı olarak sembolik bir memuriyete indirgenerek silikleştirilmiştir. Başvekil ve nazırlardan oluşan bu yeni meclise, Meclis-i Has, Meclis-i Vükelâ1 gibi adlar verilmiştir2. Heyet-i Vükelâ’dan sonra en önemli işlevi olan ve en uzun süreli varlığını koruyabilen meclis, Meclis-i Valâ-yı Ahkâm-ı Adliye olmuştur. 27 1 2 Meclis-i Has şu üyelerden meydana geliyordu: Sadrazam veya Başvekil’in başkanlığında şeyhülislâm (sonradan Şura-yı Devlet reisi), Hariciye, Dâhiliye, Maliye, Maarif, Evkaf, Ticaret, Nafia Nazırları, Sadrazam müsteşarı, Harbiye Nazırları ve Tophane müşiri de toplantılara katılıyordu.Carter V. Findley, Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Reform Babıâli (1789-1922), İz Yayıncılık, İstanbul 1994, s.208. Kaptan-ı derya ise ilgili olduğu konular görüşülürken çağırılıyordu. Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform, Eren Yayınları, İstanbul 1993, s.182. Akyıldız, a.g.e., s.180. 239 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Zilhicce 1253/24 Mart 1838 tarihinde Tanzimat-ı Hayriyye ve umûr-ı câriyyenin tetkik, kontrol ve görüşülmesi için3 Topkapı Sarayı’nda çalışmak üzere Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye adıyla daimî bir meclis kuruldu4. Bu meclis, Tanzimat’ın ilânından sonra, Tanzimat meclisi gibi çalışmaya ve daha da önemlisi Padişah’ın yetkilerini kullanmaya başlamıştı. Bilindiği gibi Padişah, Tanzimat Fermanı ile yetkilerini kendi arzusuyla sınırlamış ve bu yetkilerini de Babıâli ve Meclis-i Valâ’ya devretmişti. Böylece yetki ve görevlerini fermandan alan Meclis-i Valâ, kurulduğu dönemden itibaren özellikle Şura-yı Devlet adı altında ikiye ayrılıp her iki meclisin de görev alanları yeniden düzenlendikten sonra, yarı anayasal bir organ olarak yasama ve yargı işlevi görmüştür. Şurası unutulmamalıdır ki, hem Babıâli ve hem de sonradan kurulan hangi meclis olursa olsun yukarıda adı geçen yetkileri Padişah adına kullanıyor, varlık sebebini ve gücünü Padişah’tan alıyordu5. Bu önemli iki meclis; Meclis-i Has ve Meclis-i Vâlâ’dan başka Tanzimat dönemi (1839-1876) içerisinde en dikkate değer olan meclislerden biri de Şura-yı Devlet olmuştur. Şura-yı Devlet’in üyeleri, ülkenin çeşitli yerlerinden seçilerek Padişahın onayıyla atanıyordu6. İlk defa her vilâyetten ve her mezhepten üye bu geniş katılımlı meclise alındı7. Üye sayısı bir yıl içinde kırk bire ulaştı. Bunlardan yirmi sekizi Müslüman on üçü de diğer mezheplere sahip; dördü Rum, biri Bulgar ve sekizi de muhtelif Ermeni milletlerindendi8. Müslim-gayrimüslim oranı yaklaşık olarak üçte bire tekabül ediyordu. Bu oranlamaya seçimin söz konusu olduğu diğer zamanlarda da uyulmuştur. Buna Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan da dahildir. İleride görüleceği üzere seçim sistemi de bu oranı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Şura-yı Devlet’in üyelerinin geniş katılımlı olması, nispeten seçimle gelmeleri ve Müslim-gayrimüslim bütün halkı temsil etmesi sebebiyle 3 4 5 6 7 8 Akyıldız, a.g.e., s.189. Mehmet Seyitdanlıoğlu, “Dersaadet Belediye Kanunu ve Getirdikleri”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 8, Sayı 4, Ekim1999, s.39. Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s.103. Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Reform, Devrim ve Cumhuriyet: Modern Türkiye’nin Doğuşu 1808-1975, 2. Cilt, Çeviren Mehmet Harmandal, e Yayını, İstanbul 1983, s.114. Edouard Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, Yayına Hazırlayan Akın Bedirhan, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s.256. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 1988, s.149. 240 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ bir Meclis-i Mebusan gibi değerlendirilmesine sebep olmuştur9. Hâlbuki Şura-yı Devlet’ten hem Abdülaziz’in ve hem de bu meclisin açılmasında önemli bir rol oynayan Âlî Paşa’nın tutumu buranın gerçek anlamda bir Meclis-i Mebusan olmadığı ve bir tasdik mercii gibi kullanılmak istendiği zaman içerisinde ortaya çıkmıştır10. Bu merkez meclislerinden ayrı olarak merkezdeki yapılaşmaya benzer ve ona paralel olarak yapılanan taşra meclisleri meydana getirilmişti. Tanzimat Fermanı’nın ilânından sonra oluşturulmaya başlanan taşra meclisleri, Islahat Fermanı’ndan sonra içlerine daha çok ve etkin bir şekilde gayrimüslimleri de alarak büyük bir gelişme gösterdi. Taşra meclisleri, o bölge halkının seçkinlerinden oluşuyor ve seçimle işbaşına geliyordu. Bu özelliği ile taşra meclislerinin yapısı merkezî meclislere göre daha çağdaş ve demokratik bir şekilde faaliyet gösteriyordu. Tanzimat geleneğine uygun olarak taşrada ilk meclis, maliyenin ıslahı konusunda yapılacak çalışmalara başladı. Vilâyet ve sancak merkezlerinde validen bağımsız olarak meclisler kuruldu. Bu meclislere muhassıl11 ve maiyeti memurlarından başka, memleketin hakimi, müftüsü, asker zabiti, ruhanî reisler ve memleket ileri gelenlerinden (vücuh), zaman içinde sayıları değişecek olan altı kişi katılacaktı. Bu altı kişi seçimle iş başına gelecekti12. Islahat Fermanı’ndan sonra gayrimüslimlerin merkez meclisleriyle beraber taşra meclislerinde de ağırlık kazanması sebebiyle Müslümanların bu duruma tepkisi arttı. Ancak, her seferinde bu olaylar gayrimüslimlerin haklarını artırmaktan başka bir sonuca ulaşmıyordu. Lübnan Nizamnamesi, bu duruma örnek olarak verilebilir13. Ülkenin her tarafında olduğu gibi Balkanlardaki eyaletlerde de giderek huzursuzluğun artması, yeni bir takım önlemler alınmasını zorunlu kıldı. Karışıklıkları önlemek için olağanüstü yetkilerle teftiş heyetleri gönderilmesi de fayda vermediğinden 7 Kasım 1864’te yeni Vilâyet Kanunu hazırlandı. Bu Vilâyet Kanunu hazır9 10 11 12 13 Shaw, a.g.e., s.114; Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform 1856-1876, 2. Cilt, Çeviren Osman Akınbay, Papirüs Yayını, İstanbul 1997, s.237; Engelhardt, a.g.e., s.255. Şura-yı Devlet reisi Mithat Paşa ile arası açıldı. Midhat Paşa’nın bu görevden ayrılmasından sonra zaman içerisinde Şura-yı Devlet, Şura-yı Evvet olarak adlandırıldı. Karal, a.g.e., s.149. Yüksek rütbeli maliye memurları. İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri (1840-1880), TTK Yayını, Ankara 2000, s.20. Ortaylı, Tanzimat Devrinde, s.51. 241 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lanırken Mithat Paşa’nın Niş valiliğinde edindiği tecrübelerden yararlanılmıştı. Tuna vilâyeti olarak adlandırılan bu yeni eyalet sistemiyle merkezî otoritenin daha etkin olması amaçlanıyordu14. Uygulamada görülen başarı sebebiyle 1867 tarihinde çıkarılan Vilâyet-i Umumîye Nizamnamesî ile bütün imparatorluğu kapsayacak şekilde vilâyet sistemi genişletildi. Âlî Paşa’nın girişimleriyle hazırlanan ve 22 Ocak 1871 tarihinde yayınlanan İdare-i Umumîye-i Vilâyet Nizamnamesi15 ile Osmanlı İmparatorluğu, 27 vilâyet ve 123 sancağa bölündü. Meclis-i Mebusan’a da mebuslar bu idarî taksimata göre seçildiler. İmparatorluğun yönetiminde yapılan son düzenlemeler 1913 tarihine kadar yürürlükte kalacaktır16. İmparatorlukta merkezî hükümette meydana gelen demokratikleşme çabalarına paralel olarak gayrimüslimlerin yapılanmalarında da önemli değişiklikler meydana geliyordu. Bizim çalışmamızın konusu olan Ermeniler de diğer azınlıklar gibi devlet içinde konumlarını güçlendirmek için Batılı bir veya birden fazla devletten destek alarak İmparatorluk içinde kendilerine ayrıcalıklı bir yer edinmeye çalışıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’ın başlamasıyla beraber halkın yönetime katılım süreci her geçen gün artarak devam etmiştir. Bunun en önemli aşamalarından birisi de seçim olgusunun devlete yerleşmesidir. Meclis-i Mebusan’ın açılma arifesinde merkezde ve taşrada halkın yönetime katılma süreci Meclis-i Mebusan seçimlerinde ele alınacaktır. Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu İçindeki Durumları Ermeni Kilisesinin Gelişim Süreci Tanzimat süreciyle başlayan gelişmeler tüm Osmanlı halkının olduğu kadar özellikle de gayrimüslimlerin seslerini duyurmaları ve yönetime aktif katılmalarını sağlamıştır. Bu durumdan en çok yararlananlar yabancı devletlerin de desteğiyle gayrimüslimler olmuştur17. Konumuz olan Erme14 Tuna vilâyeti, Ruscuk, Vidin. Niş, Tulca, Sofya, Tırnova’yı içine alıyordu ki hemen hemen bugünkü Bulgaristan’a tekabül etmektedir. Ortaylı, Tanzimat Devri…, s.58. 15 Düstür, Birinci Tertip, 1. Cilt, İstanbul, Matbaa-i Amire, 1289, s.635-651. 16 Bu nizamnamenin dışında kalan yerler de vardı. Bunlar; Lübnan, Mısır, Bosna, Girit adası, Hicaz, Yemen ve İstanbul. Karal, a.g.e., s.156-158; Seyitdanlıoğlu, Yerel Yönetim Metinleri III, Tuna Vilâyeti Nizamnamesi”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Mart 1996, s.89-90. 17 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), TTK Yayınları, Ankara 1989, s.70. 242 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ niler de devletin bu açılımından büyük ölçüde faydalanmış, iç yapılarını düzenlemiş ve Ermeni milleti olarak devlet içerisinde yerlerini almıştır. Bu aşamaya ulaşılmasında Ermeni Kilisesi’nin özerk bir yapıya kavuşturulması önemli bir rol oynar. Şöyle ki, II. Mahmut dönemindeki gelişmelerden Ermeniler de nasibini aldı. Katolik Ermeniler Fransız elçisinin de araya girmesiyle Ermeni Katolikliği bir topluluk olarak tanındı18. 1847 tarihinden beri patriğin biri dinî, diğeri dünyevi iki konseye sahip olması esası getirilmişti. Konseyin üyeleri de seçimle iş başına gelecekti19. Patrik yeni bir nizamname hazırladı ve uzun uğraşlardan sonra, Âli Paşa bu nizamnameyi kabul etti20. Yönetim içinde yönetim denilecek kadar geniş yetkiler veren bu nizamname ile Patrik, yönetimi Ermeni asilzadeleriyle paylaşmış oluyordu. Ermeni patriği Osmanlı idaresinde muhtar bir yönetim düşünüyor, Rusya’ya bağlanmak istemiyordu. İstanbul’da bütün bunlar olurken Anadolu sakindi21. Bu nizamnameden sonra da Ermenilerin haklarını genişletecek daha başka nizamnameler de yayımlandı22. Bunda Ermeni patriğinin asıl amacı, kilisenin bağımsızlığı ile beraber, muhtar bir Ermeni toplumu yaratarak kendi konumunu güçlendirmekti23. XIX. Yüzyılda Ermeni Nüfusu İmparatorluk içerisinde Ermeniler dağınık bir durumdaydı. Devletin iskân konusunda gayrimüslimlere her hangi bir kısıtlama uygulamamasının da bunda etkisi olmalıdır. Dolayısıyla Ermeniler de her hangi bir bölgede çoğunluğa sahip olmamıştır. Daha açık bir deyimle işlerine gelen yerlerde hayatlarını devam ettirmişlerdir. Milliyetçilik hareketleri ve dış güçlerin oyunlarına gelen ve Rus Çarı’nın Ermenilere daha çok menfaat sağlayacağını düşünen bir kısım Ermeniler, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, Rusya’ya göç etmiştir24. Bu sınırlı hareketliliğe rağmen anılan ta18 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s.151. Ermeni Kilisesi’nin önceki dönemleri için bkz. Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayını, Ankara 1997. 19 Ki Young Lee, Ermeni Sorununun Doğuşu, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1998, s.28. 20 Bozkurt, a.g.e., s.101. 21 Lee, a.g.e., s.30. 22 Murat Bebiroğlu, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Ermeni Nizamnameleri, İstanbul 2003, s.48. 23 Davut Kılıç, “İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Bağımsızlık Hareketlerine Yönelişi (18501896), Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2001, s.145. 24 Justin McCarty, Carolyn McCarty, Turks and Armenians, A Manual on the Armenian Question, Washington DC 1989, s.23. 243 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER rihlerde nüfus hareketliliği olmamıştır. Türkler arasına serpilen Ermeniler, pek çok kaynağın ve Ermenilerle Türklerin ortak yaşadığı halkın hatıratlarda ifade ettiğine göre de Türkler gibi yaşamaya başlamıştır. Ne zamanki Batılı devletlerin gayrimüslim Osmanlı halkını menfaatleri doğrultusunda kullanmaya başlamalarıyla mevcut düzen sarsılmıştır. Ermeniler de bu gelişmelere alet olmuştur. Tabii ki burada söz konusu olan bütün bir Ermeni milleti değildir. Bırakın XIX. yüzyılı, XX. yüzyıl başlarında dahi Ermenileri sağ duyuya çağıran Ermeni aydınları mevcuttur. Bunlar mevcut düzenin kıymetinin iyi bilinmesi gereğini değişik vesilelerle dile getirmiştir. Bu ve benzer tavırların uzun vadede Ermeni milletinin menfaatlerine hizmet etmeyeceğini yazmışlardır25. Gerçekten de durum bu vaziyete gelmiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Ermeni nüfus ile Ermeni mebusların seçim bölgeleri, Ermenilerin nerelerde yaşadıklarının da bir göstergesidir. Özellikle bugün nüfus konusu Ermeni sorununun temelini teşkil ettiğinden bugün de söz konusu altı vilâyetin nüfus yapısına bakmayı konunun açıklanması bakımından uygun bulduk. Meclis-i Mebusan’a seçilen Ermeni mebusların seçim bölgeleri ile bu vilâyetin nüfusları karşılaştırıldığında adı geçen bölgelerde Ermeni nüfusunun çoğunluk olmadığı görülecektir. Buna göre Ermeni nüfusunun çoğunluk olarak görüldüğü ve vilâyet-i sitte (altı vilâyet) olarak isimlendirilen Doğu Anadolu bölgemizde durum şu şekildedir26. Şehir Sivas Mamuretü’l- Aziz Erzurum Bitlis Diyarbakır Toplam nüfus 1 086 015 578 814 645 702 398 625 471 462 Ermeni nüfus 170 433 69 718 134 967 131 290 79 129 (Berlin Anlaşması’nın 61. maddesinin uygulandığı 6 vilâyet) 25 “Paris’ten Mektup”, Osmanlı, I. Kanunusani 1901, No: 99, s.6. 26 Stephanos Yerasimos, “XVIII ve XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Azınlıkların Rolü ve Genel Evrimi”, 1856-1923 Emperyalizmin Kıskacında Türkler-Ermeniler-Kürtler, Yazıcı Basım Yayını, İzmir 2002, s.62 244 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ Osmanlı kayıtları da bölgenin nüfusunu şu şekilde vermektedir: Hıristiyan nüfus Müslüman nüfus Yezidîler 320 770 949 388 2 216 Gerek Erzurum gerek Van vilâyeti kıyaslandığında o dönemde yayımlanan Osmanlı sâlnameleriyle de uygunluk gösterdiği görülmektedir. Erzurum vilâyeti nüfusu: Sancaklar Müslüman erkek nüfus Hıristiyan erkek nüfus Erzurum sancağı 86 904 29 687 Van sancağı 41 722 39 898 Kars sancağı 19 070 2 474 Bayazıt sancağı 23 225 5 505 Çıldır sancağı 43 064 1 875 Muş sancağı 47 765 29 104 Erzincan sancağı 52 251 11 866 226 101 120 329 Toplam Bu rakamlara göre bütün Hıristiyanların toplam nüfus içindeki oranı % 43.7, Müslümanların ise % 65.3’tür. Hıristiyan nüfustan Nasturîler ve Rumlar düşüldüğünde Ermenilerin nüfusu % 25’e kadar düşer. Bu itibarla 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan önce Fransız ve Osmanlı kaynaklarının Ermeni nüfusuyla ilgili aynı oranı verdiği görülmektedir27. Bu kaynakların ifadelerinden başka ileride değinileceği üzere Ermeni mebusların konuşma gündemlerinde de Ermeni nüfusun bölgede azınlık olduğu onlar tarafından da kabul edilmektedir. Üstelik bu konuşmaların, daha Ermeni sorununun ortaya çıkmadığı dönemde yapılmış olması ayrıca 27 Bayram Kodaman, Fransız Arşiv Vesikalarına Göre Erzurum-Van-Sivas Vilâyetlerinde Ermeni Nüfusu”, Ermeni Araştırmaları Birinci Türkiye Kongresi Bildirileri, ASAM Yayını, Ankara 1994, s.175. Ayrıca Ermeni nüfusu hakkında şu kaynaklara da bakılabilir: Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983, s.40; Justin McChart, Müslümanlar ve Azınlıklar, Çeviren Bilge Umar, İnkılâp Yayını, Ankara 1998, s.45 vd.; Kâmran Gürün, Ermeni Dosyası, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005, s.124-149. 245 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dikkat çekicidir. Osmanlı seçim sistemi zaten azınlıkların da seçilme ve temsil ilkesini esas aldığından Ermenilerin yaşadıkları bölge ve nüfus çoğunlukları hakkında yüzeysel bir bilgi verecektir. Meclis-i Mebusan Seçimleri Osmanlı İmparatorluğu’nda Meclis-i Mebusan seçimlerine gelmeden önce, hem merkezde hem de taşrada değişik vesilelerle seçimler yapılmıştır28. İsyanlar dolayısıyla 1832 tarihinde Sisam adasında yapılan seçimleri29 taşranın sorunlarını çözmek için oluşturulan imar meclislerinin seçimleri takip etti30. Vilâyet Nizamnamesi 7 Kasım 1864 tarihinde yürürlüğe girdi. Tuna vilâyeti, Halep, Edirne, Trablus ve Bosna’da uygulandı ve ardından Ocak 1871’de genişletildi. Artık devlet her geçen gün yeni bir duruma uyum sağlamak durumundaydı31. Böylece taşranın yönetime katılması ve seçim unsurunun girişi aşama aşama tüm memlekete yayıydı. Bu sayede hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler devlet yönetiminde taşradan başlayarak etkin olmaya başladı32. Osmanlı İmparatorluğu’nda yerel yönetimin aşamalarından birisi de belediyedir. Bu aynı zamanda yönetimin halka doğru yayılışının aşamalarından da birisidir. Meclis-i Âlî-i Tanzimat’ın kararıyla 16 Ağustos 1854 tarihinde İhtisap Nezareti lağvedilerek İstanbul’da yeni bir yapılanmaya gidildi33. Zira, Kırım Savaşı’na katılan devletler Müslim-gayrimüslim eşitliğinin sağlanmasını istemişlerdi. Belli kriterleri içeren bu yeni sistemin temelinde seçim ve gayrimüslimlerin yönetime katılma süreci vardı. Bütün bu gelişmelerin bürokratik uzantısı 23 Aralık 1876 tarihli Kanun-ı Esasî’nin amir hükmü gereğince açılan Osmanlı Meclis-i Mebusan’ıdır34. Buna göre adı geçen meclise 120 mebus seçilecekti. Pa28 Taşra meclislerinde yapılan uyguyalar hakkında bkz. Düstür, Birinci Tertip, 1. Cilt, Matbaa-i Amire, İstanbul 1289, s.486. 29 Ortaylı, Tanzimat Devrinde…, s.68. 30 İmar meclisleri için şu eserlere bkz. Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK Yayını, Ankara 1997, s.199; Seyitdanlıoğlu, “Yerel Yönetim Metinleri III, s.67-81; Akyıldız, a.g.e., s.194. 31 Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil Yayını, İstanbul 1995, s.133. 32 Ancak seçime katılmanın ön koşulu vardı. Buna göre devlete doğrudan vergi verenlerden vilâyetlerde beş yüz kuruş, kazalarda ise yüz elli kuruş vergi verenler seçimlere katılabilirdi. İhsan Güneş, Türk Parlamento Tarihi IV. Dönem, C.I-II, TBMM Yayını, Ankara 1996, s.43. 33 Ortaylı, Tanzimat Devrinde…, s.133. 34 Takvim-i Vekayi, 19 Mart 1877, Pazartesi. 246 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ dişah, Mısır ve Tunus’tan beşer mebus seçilmesini de isteyerek listeye ek yapmıştır. İstanbul’dan beş Müslüman ve beş gayrimüslim seçilmesi için ayrı bir seçim kanunu yapılmıştır35. Taşrada ise idare meclisi üyelerinin seçilmesi yoluna gidilerek36 kısa sürede meclisin açılması sağlanmıştır. Bunun için 7 maddelik geçici bir beyanname hazırlandı37. Mebuslar bu talimatlara göre seçilerek meclise geldi. Yapılan bu seçimde, Müslim-gayrimüslim nüfus oranına göre ilginç sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Örneğin, Anadolu’da 162 148 erkek nüfusa bir mebus düşerken, Afrika’da bu oran 505 000 nüfusa çıkmaktadır. Buna karşın Rumeli tarafında sayı azalmakta 82 882’ye düşmektedir. Dinî yönden bakıldığında ise Müslümanlar aleyhine bir dengesizlik görülmektedir. 133 367 Müslüman bir mebus seçerken, 107 557 Hıristiyan bir mebus, 18 750 Yahudi nüfus ise yine bir mebus seçiyordu38. Her dinî grup kendi dindaşlarına oy vermek zorunda değildi. Edirne örneğinde olduğu gibi Ermeni Rupen Efendi, Müslümanların oylarıyla seçildiğini ifade etmektedir39. Her bölgeden seçilen mebus sayısı o bölgenin nüfus dağılımını göstermiyordu. Yahudi nüfusta olduğu gibi. Buradaki amaç, Osmanlı halkının mecliste temsil edilmesini sağlamaktı. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı yukarıda belirtilen seçim usûlü ile meydana gelmiş ve aşağıda görüleceği üzere Ermeniler de diğer gayrimüslim milletlere oranla en yüksek ölçüde temsil edilmişlerdir. Meclis-i Mebusan’ın Açılması Birinci Devre Kanun-i Esasî’nin hazırlanması sırasında görev alan Ermeniler, her vilâyette40 gayrimüslimlerle beraber meclise seçilerek görev almıştır. 35 Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, 5. Cilt, İstanbul 1995, s.189; Takvim-i Vekayi, 24 Zilhicce 1293, Çarşamba. 36 Ahmet Oğuz, “1877-1878 Meşrutiyet Meclisinde Kastamonu Mebuslarının Faaliyetleri ve Ele Aldıkları Başlıca Konular”, İkinci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri 18-20 Eylül 2003, Ankara 2005, s.30. 37 Sabah, 21 Teşrinevvel 1876, Perşembe. 38 Roderic Devereux, The First Ottoman Consititutional Period, J. Hopkins Pres, Baltimore 1963, s.141. 39 Hakkı Tarık Us, Meclis-i Mebusan (1877-1878) Zabıt Ceridesi I, Vakit Matbaası Yayını, İstanbul 1939, s.176. 40 Vilâyetler 1876 tarihli mülkî taksimata göre yapılmıştır. Karal, a.g.e., s.337-339. 247 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Seçildiği vilâyet Müslüman Gayrimüslim Ermeni mebus Adana 2 1 Daniloğlu Milkon Efendi Ankara 2 1 Altıntop Mike Efendi Aydın 3 2 Agop Efendi Diyarbakır 2 1 Osep Kazazyan Efendi Edirne 4 4 Rupen Efendi Erzurum 2 2 Hamazasb Hallacyan Erzurum - - Danyal Karaciyan Halep 3 1 Karaca Manok Efendi Hüdavendigâr 2 2 Sahak Yavrumyan Efendi Dersaadet 5 5 Sebuh Maksutyan Efendi Dersaadet - - Hüdaverdizade Ohannes Efendi Sivas 2 1 Agop Şahinyan Efendi 27 20 Toplam Birinci Meclis-i Mebusan’a seçilecek toplam 130 mebustan 50’sinin gayrimüslim olması kararlaştırılmıştı. Seçim sonunda ise şu tablo ortaya çıkmıştır: Meclis-i Mebusan’ın I. dönemi Türk 41 Yahudi 16 Ermeni 12 Arap 11 Boşnak 8 Rum 2 Sırp 1 Müslüman mebus 71 Gayrimüslim 49 Milliyeti belirlenemeyen 29 Toplam 248 120 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ Meclisin I. döneminde Ermeni mebusların oranının yaklaşık % 10 olduğu görülmektedir. Ermeni mebusların da tartışma gündemi Osmanlı İmparatorluğu’nun gündeminden ayrı olmadığı muhakkaktır. Ermeni mebuslar da diğer mebuslar gibi devletin her sorunuyla vatandaş olma bilinciyle ilgilenmişler, her mebus gibi zaman zaman kendi bölgeleriyle diğer bölgeleri kıyaslamışlardır. Bu konuşmalar incelendiğinde hem gayrimüslim hem de Ermeni mebusların gayrimüslim teb’anın haklarını koruma ve geliştirme çabaları dışında devleti bölmek gibi kaygılarının olmadığını düşünmekteyiz. Birinci dönem meclis kayıtları içerisinde şuurlu bir şekilde Müslümanlara karşı bir gayrimüslim, ya da Ermeni milletinin millî kimliğine yönelik açık bir ifadenin bulunmadığı görülmektedir. Birinci dönemde seçilen 12 Ermeni mebus Osmanlı İmparatorluğu’nun her konudaki problemiyle doğrudan ilgilenmiş, ilgili konularda görüşlerini meclis kürsüsünden ifade etmiştir. Birinci dönemde yer alan 12 mebusun yaptıkları konuşma sayıları göz önüne alındığında bu durum aşağıdaki tabloda açıkça görülmektedir: Mebus adı Seçildiği vilâyet Konuşma sayısı Hudaverdi Ohannes Efendi İstanbul 29 Sebuh Efendi İstanbul 70 Manok Karaca Efendi Halep 65 Rupen Efendi Edirne 32 Danyal Efendi Erzurum 25 Hamazasb Efendi Erzurum 18 Osep Kazazyan Efendi Diyarbakır 3 Altıntop Mike Efendi Ankara 1 Şahinyan Agop Efendi Sivas 2 Bızdıkoğlu Kirko Efendi Adana - Agop Eferdi Aydın - Sahak Yavrumyan Efendi Hüdavendigâr - Toplam 245 Görüldüğü gibi Ermeni mebuslar Meclis-i Mebusan’ın açıldığı 6 Mart 1293/19 Mart 1877 tarihinde başlayan ve 16 Haziran 1293/28 Haziran 249 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1877 tarihine kadar süren elli altı oturumda 245 defa söz alarak meclisin gündemine dâhil olmuşlardır. Bu konuşmalarda ise şu konular özellikle dikkat çekmektedir: İntihab-ı Mebusan kanunu ve vilâyet ve kaza meclislerine aza intihabı kanunu görüşmeleri sırasında Müslüman ve gayrimüslim mebuslar arasında bir takım tartışmalar yaşanmıştır. Bunların en önemlileri her dinin mensubunun anılan bölgede sayıları az da olsa vilâyet ve kaza meclislerine girip girmeyeceği ve her dinin ruhanî reisinin yine vilâyet ve kaza meclislerine girip girmeyeceğidir. Bu tartışmaya bağlı olarak müftünün ruhanî reis mi yoksa devlet memuru mu olduğu tartışılmıştır. Meclis-i Mebusan’da vilâyet ve kaza meclislerine üye seçimi sırasında bu ve benzeri tartışmalar yaşanırken İntihab-ı Mebusan kanunu görüşmeleri sırasında ise Danyal Efendi’nin mebuslar için de Müslim-gayrimüslim tabiri kullanmasına diğer mebuslar şiddetle karşı çıkmışlar ve Danyal Efendi’nin meclis konuşmasını kesmişlerdir41. Erzurum mebusu Danyal Efendi, vilâyet meclislerine ruhanî reislerin de girmesini ister. İstanbul mebusu Sebuh Efendi ise, kaymakam kaza meclislerinde reis olmamalı, ahali tarafından müntehab bir reis olmalıdır. görüşündedir42. Danyal Efendi, müftünün de ruhanî reis olduğunu, diğer ruhanî reisler gibi değerlendirilmesini, hatta görüşlerinde ısrar ederek müftü orada fetva mı verecek diyerek sert bir ifade kullanır43. Vilâyet ve kaza meclislerine kaç yaşında aza seçileceğine dair yapılan konuşmalarda Halep mebusu Manok Efendi 21 yaşında olmasını ister. Gerekçesi de Halep civarında gençlerin 16-17 yaşlarında yurtlarından ayrılarak para kazandıklarını 21 yaşına geldiklerinde ise çoktan aile babası olduklarını söyler. Avrupa’da daha geç yaşlarda insanların aile reisi olduğunu, Avrupalı gençlerin okul bitirmelerinden dolayı hayata geç başladıklarını söyler44. Kanun-ı Esasî’’de seçilen her mebusun yalnız seçildiği bölgenin değil tüm halkın mebusu olduğu yazılıdır. Buna rağmen zaman zaman mebuslar kimi temsil ettiklerini tartışmıştır. Konya mebusu Simon Efendi Konya’da azınlık Rum ve Ermeniden başka millet olmayıp her ikisini de temsil etti- 41 42 43 44 Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri (MMZC), 14 Mayıs 1877. MMZC, 1 Nisan 1877. MMZC, 12 Nisan 1877. MMZC, 23 Nisan 1877. 250 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ ğini söyler. Manok Efendi de aynı oturumda yalnız Ermenileri değil tüm gayrimüslimleri temsil ettiğini söyler45. Müslüman ve gayrimüslim mebuslar, mecliste ayrılık ifade eden din ve millete dayalı konuşmalardan kaçınmaya çalışırlar. Osmanlı kimliğini üst kimlik olarak benimserler. Edirne mebusu Rupen Efendi, devletin okulları himayesi altına alacağını, o zaman evlâtlarımızın bir yerde eğitim göreceğini ve bir efkâra hizmet edeceklerini söyler. Sebuh Efendi de bunu destekler ancak taşrada bunun zaman alacağını da ilâve eder46. İstanbul’dan beş Müslüman, beş gayrimüslim mebus seçimi konusunda yapılan tartışmalarda İstanbul mebusları Manok Efendi ve Vasilaki Efendi bu ve benzeri tartışmalara gerek olmadığı, Kanun-ı Esasî ve okullarda yapılacak karma eğitim sayesinde bundan yirmi sene sonra aramızda Müslim-gayrimüslim farkı kalmayacaktır görüşündedir47. Meclis-i Mebusan’ın en hararetli konuşmaları Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş aştığı zaman yaşanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun her türlü dil, din vb. özgürlükleri her topluma tanıdığı ve bu sayede kaybolmadan bu zamana kadar geldiklerini ifade eden gayrimüslim mebuslar, Rusya’nın azınlıkları himaye etmek için savaş açmasını da kabul etmezler. Karadağ meselesi konuşulurken Vasilaki Efendi, devlet-i aliyyenin mezhep ve milliyetleri değil aynı zamanda milletlerin lisanlarını da himaye etti demesi üzerine Sebuh Efendi söz alarak sair devletlerde âyin serbest olmadığı gibi lisan da serbestisi yoktu demektedir48. Manok Efendi, biz Ermeni ve Hıristiyan bulunmakla kat’a Rusya’nın himayesine muhtaç değiliz. Bu sözüm milletim ve alel-husus Halep vilâyeti dahilinde bulunan kaffe-i milel namına ilân ve neşr olunmasını isterim demektedir49. Rusya’nın savaş açması sonucu gayrimüslim mebuslar meclis oturumunda hararetli tartışmalar yapmıştır. Bu konuşmaların ortak noktasını savaşa asker olarak değil ama para ve mal ile katılmak istekleri noktasında toplanmıştır. Nakkaş Efendi, kendisinin Marunî olduğunu söylediği konuşmasında Rusya’ya hitaben Acaba sizin memleketinizde bir Katolik istediği gibi vaaz edebilir mi? Eğer vaaz ederse hayatından emin olabilir mi? Bir adam evlâdına kendi milliyetinin terbiyesini verebilir mi? Ruslar Rus’tan maadasını vatandaş tanır mı? Ne kadar Katolik varsa hayvan gibi 45 46 47 48 49 MMZC, 25 Nisan 1877. MMZC, 7 Nisan 1877. MMZC, 14 Nisan 1877. MMZC, 28 Mart 1877. MMZC, 25 Nisan 1877. 251 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER muamele görür. Bu zamana kadar silâh kullanmadım ama mal ile hizmet etmeye hazırım sözleri üzerine Sebuh Efendi silâhta kullanabileceklerini her türlü hizmeti yapabileceklerini söyler50. Mecliste bir ilginç tartışma da Hamazasb Efendi’nin Erzurum’da vatan savunması için Müslüman kardeşleriyle Ermenilerin bir olarak Ruslara karşı vatanı savunmak için Milliye Taburları teşkil ettiklerini bu haberi Meclise ve bütün dünyaya burudan duyurduğunu bildirir51. İkinci Devre Seçildiği vilâyet Müslüman Gayrimüslim Ankara 2 1 Daniloğlu Milkon Efendi Ankara - - Agop Efendi Aydın 3 2 Mina Efendi Aydın - - Agop Efendi Diyarbakır 2 1 Osep Kazazyan Efendi Edirne 4 4 Rupen Efendi Erzurum 2 2 Kazazyan Kiragos Efendi Erzurum - - Haçaduryan Efendi Halep 3 1 Manok Efendi Hüdavendigâr 2 2 Sahak Yavrumyan Efendi Dersaadet 5 5 Agop Kazazyan Efendi Dersaadet Ermeni mebus Hüdaverdizade Ohannes Efendi Sivas 2 1 Kevork Efendi Trabzon 2 2 Ohannes Efendi Tuna 3 3 Murat Bey Tuna Toplam 50 MMZC, 25 Nisan 1877. 51 MMZC, 25 Nisan 1877. 252 Agop Kazazyan Efendi 30 24 16 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ Meclis-i Mebusan’ın II. dönemi Türk 38 Yahudi 17 Ermeni 16 Arap 14 Boşnak 6 Arnavut 4 Bölgesi bilinmeyen 1 Milliyeti bilinmeyen 22 Toplam Müslüman mebus 70 Toplam gayrimüslim mebus 48 Genel toplam 118 Görüldüğü üzere Meclis-i Mebusan’ın ikinci döneminde birinci döneme kıyasla dört tane daha fazla Ermeni mebus seçilmiştir. Birinci dönemde Sırbistan’dan bir mebus gelmesine rağmen ikinci dönemde savaş sebebiyle olmalı ki hiç mebus seçilememiştir. Meclis-i Mebusan’ın ikinci döneminde birinci döneminden farklı bir tartışma gündemi ortaya çıkmıştır. Osmanlı-Rus Savaşı’nın Osmanlı aleyhine devam ettiği bir dönemde açık olan Meclis, savaşın gidişatını ve hükümetin tutumunu merkeze alarak gündem oluşturmuştur. Meclisin ikinci döneminde ele alınan konular şu şekilde yoğunlaşmaktadır: Meclis-i Mebusan’ın birinci döneminde kanunlaşan ancak Padişahın onaylamayarak meclise iade ettiği kanunların görüşülmesi, devam eden Osmanlı-Rus Savaşı’nın seyri ve parasal olarak desteklenmesi için yapılan çalışmalardır. İstanbul’a yığılan muhacirlere iskân bulma sorunu, Çerkezler ve en önemli olarak da meclisin hükümeti suçlayan açıklamaları ve hükümetle girdiği yetki tartışmaları ve nihayetinde bunun Padişaha kadar dokunması neticesinde meclisin kapatılması. Bu süreç içerisinde Ermeni mebuslar da adı geçen tartışmalarda yoğun olarak yer almıştır. Meclisteki konuşma sayılarına baktığımız zaman durum anlaşılacaktır: 253 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Seçildiği vilâyet Mebus adı Konuşma sayısı Ankara Daniloğlu Milkon Efendi - Ankara Agop Efendi 9 Aydın Mina Efendi 27 Aydın Agop Efendi 19 Diyarbakır Osep Kazazyan Efendi Edirne Rupen Efendi 29 Erzurum Kazazyan Kiragos Efendi 11 Erzurum Haçaduryan Efendi Halep Manok Efendi Hüdavendigâr Sahak Yavrumyan Eferdi - Dersaadet Agop Kazazyan Efendi 99 Dersaadet Hüdaverdizade Ohannes Efendi 94 Sivas Kevork Efendi Trabzon Ohannes Efendi Tuna Murat Bey Tuna Agop Kazazyan Efendi Toplam 4 94 106 24 516 Meclisin birinci döneminde 12 mebus 215 kez söz alırken, meclisin ikinci döneminde 16 mebus 516 kez söz alarak meclis gündemine dâhil olmuştur. Görülüyor ki meclisin ikinci döneminde Ermeni mebuslar devletin gündemiyle daha çok ilgilenmişler, kendilerine sağlanan özgürlük ortamını kullanabilmişlerdir. Sonuç Bu çalışmada Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk meclisine seçilen Ermeni mebuslar ve bunların faaliyetlerini inceledik. Burada görülmektedir ki, Tanzimat’tan bu tarafa Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslim-gayrimüslim ayırımı yapılmadan bütün tebaa, devletin getirdiği haklardan faydalanmıştır. 254 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ İncelediğimiz dönemde seçim sisteminin Osmanlı İmparatorluğu’na yavaş yavaş girdiği, merkez ve taşra da olmak üzere gayrimüslimlerin de yönetime dâhil oldukları görülmektedir. Bunun en açık örneği Meclis-i Mebusan’dır. Zira, Meclis-i Mebusan’a Osmanlı İmparatorluğu’ndaki her gayrimüslim tebaa gibi Ermeniler de seçilmiştir. Hatta diğer azınlıklarla kıyaslandığında Ermeniler nüfuslarına oranla daha fazla mebusu meclise göndermiştir. İşin ilginç yanı, Müslüman oylarıyla meclise seçilen Ermeni mebusların olmasıdır. Meclis-i Mebusan’ın her iki döneminde, bazı kaynakların gösterdiğinin aksine 7-8 Ermeni mebus değil, bizim belirleyebildiğimiz toplam 22 Ermeni mebus seçilmiştir. Nüfuslarıyla orantılandığında bu sayı oldukça yüksektir. Sayının bu denli yüksek olması halkla barışık olduklarının bir işareti olarak görülebilir. Bu da Ermeni milletinin, Ermeni olaylarının başladığı Berlin Anlaşması’ndan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun sadık bir milleti olduğunu göstermektedir. Meclis-i Mebusan’da yaptıkları konuşmalarda da Ermeni mebuslar, devletin her sorunuyla ilgilenmiş, seçildikleri toplumu temsil ettiklerini vurgulayıp, meclis oturumlarında değişik vesilelerle devlete olan sadakatlerini bildirmiştir. Batılı devletlerin karışmadığı dönemlerde Türkler ve Ermenilerin hiçbir problemlerinin olmadığı, Meclis-i Mebusan’ın açık olduğu kısa dönemde taşradan gelen Ermeni mebusların konuşmalarında da görülmüştür. Bütün tarihî kaynakların Türk-Ermeni olaylarının başlangıcını Berlin Anlaşması ve sonrasına tarihlemeleri de bu görüşümüzü doğrulamaktadır. 255 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Akyıldız, Ali, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform, Eren Yayınları, İstanbul 1993. Bozkurt, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (18391914), TTK Yayınları, Ankara 1989. Bebiroğlu, Murat, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Ermeni Nizamnameleri, İstanbul 2003. Çadırcı, Musa, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK Yayını, Ankara 1997. Kılıç, Davut, “İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Bağımsızlık Hareketlerine Yönelişi (1850-1896), Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2001. Davison, Roderic H., Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform 1856-1876, 2. Cilt, Çeviren Osman Akınbay, Papirüs Yayını, İstanbul 1997. Devereux, Roderic, The First Ottoman Consititutional Period, Baltimore J. Hopkins Pres, 1963. Düstür, Birinci Tertip, 1. Cilt, Matbaa-i Amire, İstanbul 1289. Engelhardt, Edouard, Tanzimat ve Türkiye, Yayına Hazırlayan Akın Bedirhan, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999. Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, 5. Cilt, İstanbul 1995. Findley, Carter V., Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Reform Babıâli (1789-1922), İz Yayınları, İstanbul 1994. Göyünç, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983. Güneş, İhsan, Gürün, Kâmran, Ermeni Dosyası, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 1988 Kodaman, Bayram, “Fransız Arşiv Vesikalarına Göre Erzurum-Van-Sivas Vilâyetlerinde Ermeni Nüfusu”, Ermeni Araştırmaları Birinci Türkiye Kongresi Bildirileri, ASAM Yayını, Ankara 1994. Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayını, Ankara 1997. Lee, Ki Young; Ermeni Sorununun Doğuşu, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1998. McCarty, Justin, Carolyn McCarty, Turks and Armenians, A Manual on the Armenian Question, Washington DC 1989. McCharty, Justin, Müslümanlar ve Azınlıklar, Çeviren Bilge Umar, İnkılâp Yayını, Ankara 1998. 256 Öğr. Gör. Dr. Ahmet OĞUZ Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil Yayını, İstanbul 1995. __________, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri (1840-1880), TTK Yayını, Ankara 2000. Oğuz, Ahmet, “1877-1878 Meşrutiyet Meclisinde Kastamonu Mebuslarının Faaliyetleri ve Ele Aldıkları Başlıca Konular”, İkinci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri 18-20 Eylül 2003, Ankara 2005. “Paris’ten Mektup”, Osmanlı Gazetesi, I. Kanunusani 1901, No: 99. Seyitdanlıoğlu, Mehmet: “Yerel Yönetim Metinleri III, Tuna Vilâyeti Nizamnamesi”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Mart 1996. __________, “Dersaadet Belediye Kanunu ve Getirdikleri”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 8, Sayı 4, Ekim1999. Shaw, Stanford J., Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Reform, Devrim ve Cumhuriyet: Modern Türkiye’nin Doğuşu 18081975, 2. Cilt, Çeviren Mehmet Harmandal, e Yayını, İstanbul 1983. Tanör, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul 2004. Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1987. Us, Hakkı Tarık, Meclis-i Mebusan (1877-1878) Zabıt Ceridesi I, Vakit Matbaası Yayını, İstanbul 1939. __________, Meclis-i Mebusan (1877-1878) Zabıt Ceridesi II, Vakit matbaası, İstanbul 1954. Yerasimos, Stephanos, “XVIII ve XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Azınlıkların Rolü ve Genel Evrimi”, 1856-1923 Emperyalizmin Kıskacında TürklerErmeniler-Kürtler, Yazıcı Basım Yayını, İzmir 2002. Gazeteler Takvim-i Vekayi, 19 Mart 1877, Pazartesi; 24 Zilhicce 1293/ 10 Ocak 1877, Çarşamba. Sabah, 21 Teşrinevvel 1876, Perşembe. 257 OSMANLI TOPLUMUNDA BİRLİKTE YAŞAMA SANATINA BİR ÖRNEK: EREĞLİ KÖMÜR HAVZASI Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN Zonguldak Karaelmas Üniversitesi E-mail: [email protected]; Tel: 0 372 257 40 10-1531 Özet Ereğli Kömür Madeni Havzası’nda 1841 yılından itibaren düzenli kömür üretilmeye başlanmıştır. Kömür Havzası’nda işletildiği tespit edilen 390 kadar kömür madeni ocağından çoğu, çeşitli milliyet, din, mezhep ve ülkelere mensup madencilerin birbirleri ile kurdukları ortaklıklarla işletilmiştir. Bu tebliğde, Ermeni ve Ermeni ortaklı madencilerin faaliyetlerine özellikle değinilecektir. Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN Giriş Bu çalışma yapılırken öncelikle, Ereğli kömür madenlerinin idarî birimlerce tutulan yazılı kayıtlarından istifade edilmiştir. Önemli bir kısmı Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde bulunan bu kaynakların yanı sıra Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) ve Türkiye Taşkömürü Kurumu Eğitim Dairesi Arşivi (TTKEDA) defter ve belgeleri ile diğer araştırma eserlerinden istifade edilmiştir. 1. Ereğli Kömür Madeni Havzası’nda Üretim Osmanlı idaresi XVIII. yüzyılın sonlarında III. Selim devrinden itibaren kömür madenleri ile ilgilenmeye başlamıştır1. Batı dünyasında gerçekleşen Sanayi İnkılâbı’nın enerji kaynağının maden kömürü olması Osmanlı idaresinin kömüre olan ilgisini daha da artırmıştır. II. Mahmud devrinde Ereğli civarında sanayi ve vapur yakıtı olmaya uygun maden kömürünün bulunması kömür madenciliğini tetiklemiştir2. Başlangıçta Darphane-i Amire’ye bağlı olan Ereğli Kömür Havzası3, Hazine-i Hassa’nın tesisinden (15 Haziran 1847) sonra4 Hazine-i hassa ida1 2 3 4 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Hatt-ı Hümayun (HH), Belge No: 197/9882, 240/13417. BOA, Y.PRK.HH., Belge No: 35/86. BOA, D.DRB.İ., Belge No: 13/22, 13/27. Arzu T. Terzi, Hazine-i Hassa Nezareti, TTK Yayını, Ankara 2000, s.19-21. 261 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER resine geçmiştir5. Ereğli kömür madenlerinin işletilmesi, üç yılı aşkın deneme üretiminden sonra, ileri gelen Osmanlı devlet adamlarının ortak sermaye ile oluşturdukları altı ortaklı Ereğli Kömür Madeni Kumpanyası’na ihale edilmiştir6. Altı ortak ve altı hisseden oluşan kumpanya, 9 Safer 1262 (6 Mart 1846) tarihinde Padişah Sultan Abdülmecid’in katılması ile on iki hisseli ve yedi ortaklı bir şirket haline gelmiştir7. Vefat ve satış gibi sebeplerle kumpanya ortaklarında zamanla değişiklikler olmakla birlikte8 kumpanyanın havzadaki kömür üretim faaliyeti havzanın idaresinin Tersane-i Amire’ye devr edildiği 1865 yılının Mart ayına kadar sürmüştür9. Kumpanya, üretim faaliyetlerinde işçi çalıştırmak suretiyle doğrudan rol almamıştır. Üretim işini başlangıçta, ürettikleri kömürü belirli bir fiyat üzerinden satın almak vadiyle Avusturyalı Hırvatlara yaptırmıştır. Yani üretim kumpanya tarafından taşeronlara havale edilmiştir10. Kumpanya ortaklarından Ahmed Fethi Paşa hazırladığı bir raporda bu üretim tarzını, götürü usulü olarak tanımlamıştır11. Bu Hırvatlar, madenlerde ilk üretimi gerçekleştirmek amacıyla, o dönemde Viyana sefiri olan Kumpanya ortağı Ahmed Fethi Paşa’nın girişimleri sonucu Avusturya’dan getirilmişlerdir (Mart 1837)12. İlerleyen süreçte Hırvatların yaptığı tarzda üretim yapmak isteyen daha başka yeni girişimciler olmuştur. Kömür Havzası’nın idaresi, 1281 (1865) senesi Mart ayı başından itibaren Hazine-i Hassa adına yürütülmek üzere Tersane-i âmireye verilmiştir13. Kömür Havzası’nın Tersane-i Amire tarafından idare edildiği bu dönemde madenler, kumpanya döneminde olduğu gibi, madenleri işleyen madencilere mülk olarak değil, işletilmek üzere verilmiş ve buna imal hakkı denmiştir. 1865-1882 yılları arasını kapsayan dönemde madenciler, çıkardıkları kömürün tamamını Kumpanya döneminde olduğu gibi, Bahriye idaresinin tespit ettiği fiyat üzerinden Tersaneye satmak zorunda idiler14. 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 BOA, Hazine-i Hassa Defteri (HHD), Defter No: 791, v.2b-3b. BOA, HHD, Defter No: 790, v.1b. BOA, HHD, Defter No: 790, v.6a. BOA, HHD, Defter No: 238, s.20. BOA, HHD, Defter No: 246, v.89b. BOA, MB, Belge No: 6/91; HR.MKT., Belge No: 35/53; HHD, Defter No: 790, v.9b-10a. BOA, HH.İ., Belge No: 2/24, İkinci belge. BOA, HH, Belge No: 20448.A. BOA, HHD, Defter No: 252, v.86a, derkenar. Ahmet Ali Özeken, Zonguldak Kömür Havzası Tarihi, İstanbul 1944, s.19-20. 262 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN 1883 (Malî 1299) tarihinde çıkarılan bir irade ile üreticilerin çıkardıkları kömürün % 40’ını diledikleri gibi satabilmelerine müsaade edilmiştir15. % 60’ını da eskiden olduğu gibi belirlenen fiyattan Tersaneye teslim etmeye devam ettiler. Piyasaya sattıkları kömür karşılığında da % 16 vergi ödemekte idiler16. Madenlerin Tersane tarafından idare edildiği bu dönemde madencilik faaliyetlerinde önemli gelişmeler olmuş ve çok sayıda maden ocağı açıldığından ocaklara numara verme uygulaması da bu dönemde olmuştur. Numara verme işlemine Kozlu Kılıç deresindeki ocaklardan başlanarak 33 numaraya kadar Kozlu ocaklarına, 34 numara ile başlanarak Zonguldak, sırasıyla Kilimli, Alacaağzı ve sonra Ereğli mıntıkası ocaklarına geçilmiş, toplam 188 ocağa numara verilmiştir. Bundan sonra açılan ocaklar için mevki sırası takip edilmeyip, sıradaki boş bulunan numara verilmiştir17. Ocakların numaralandırılmasının başladığı 1878 tarihinden Bahriye Nezareti idaresinin sona erdiği 1909 yılına kadar18 Ereğli Kömür Madeni Havzası’nda numara tahsis edilen ocak sayısı 393’tür. Numara tahsis edilen ocaklardan sekizi faaliyete geçmeden atıl kalmıştır. Faal olarak üretim yapmış ocak sayısı 385’tir. Açılan ocaklardan ise ikisinin kim tarafından açıldığı belirlenememiştir19. İsimlerden yola çıkılarak yapılan tespitlere göre işletilen 385 ocaktan 123’ü ortaksız olarak Müslüman Türkler20 tarafından, 45’i ortaksız olarak gayrimüslimler tarafından, 82’si Müslüman Türklerin kendi aralarında oluşturdukları ortaklıklarla, 43’ü gayrimüslimlerin kendi aralarında oluşturdukları ortaklıklarla, 87’si ise Müslümanlarla gayrimüslimler arasında kurulan ortaklıklarla açılmıştır. Rakamlardan da görüleceği gibi, 123 adet Müslümanların ferdî teşebbüsleriyle açtıkları ocak sayısından sonra 87 15 Özeken, a.g.e., s.20-21; Bahri Savaşkan, Zonguldak Maden Kömürü Tarihçesi, Zonguldak 1993, s.21. 16 BOA, Y.PRK.BŞK., Belge No: 16/31; ŞD.Bahriye, Belge No: 8/25. 17 Özeken, a.g.e., s.42; H. Fehmi İmer, Ereğli Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, Zonguldak 1944, s.18; Savaşkan, a.g.e., s.19-20. 18 Gündüz Ökçün, “XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Maden üretiminde Türk, Azınlık ve Yabancı Payları”, Prof. Dr. Yavuz Abadan’a Armağan, Ankara 1969, s.877-878. 19 Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Arşivi (ZKÜ), Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.330336. 20 Madenciler arasında Hıristiyan Türklerin da olması bizi, Müslüman Türk deyimini kullanmaya mecbur etmiştir. 14 ve 350 numaralı ocakların ortağı Durmuş oğlu Pavlaki, 104 ve 186 numaralı ocakların ortağı Aslı oğlu Bodosaki, 71 ve Amasra’daki 143 numaralı ocakların ortağı Milo Şahin; 17, 71 ve 87 numaralı ocakların ortağı Karadon, Hıristiyan Türklere örnektir. 263 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER adetle ikinci sırayı Müslüman Türk-gayrimüslim ortaklığı ile açılan ocaklar oluşturmaktadır. Ortaklıklarda, Müslüman Türk unsurun gayrimüslimlerce tercih edildiği dikkat çekicidir. 2. Madencilikte Türk-Ermeni İşbirliği Gayrimüslim madencilerden Ermenilerin durumuna gelince, açılan 385 ocaktan 41 adedi Ermeni madencilerin de içinde yer aldığı madenciler tarafından açılmıştır. Bunlardan 34’ü Müslüman Türk unsurla kurulan ortaklıklarla, 4 adedi Ermenilerin kendi aralarında kurdukları ortaklıkla ve 1 adedi de bir Ermeni madencinin ferdî girişimleriyle açılmıştır. İki ocak da, içinde Müslüman Türk, Ermeni ve diğer Hıristiyan unsurlardan madenciler olduğu halde oluşturulan ortaklıklarla açılmıştır. Ermenilerle Müslüman Türk unsur arasındaki ortaklıkların bu kadar yoğun olması, Ermenilerin kendi dindaş ve soydaşlarından çok Müslüman Türk unsura itimat ve güven duyduklarını göstermektedir. Bazı ocaklara Ermeni madenciler sonradan ortak olmuşlardır. Ermeniler, üretim aşamasındaki bu ocaklara sonradan ortak olurken de Müslüman Türk unsurla ortak olmayı tercih etmişlerdir (6, 21, 229, 370 numaralı ocaklar). Ereğli Kömür Madeni Havzası’nda madencilik; arama tezkiresiyle başlar, üretim tezkiresiyle gelişir ve üretimle devam eder. Girişimcilerin maden arama ve işletme amaçlı müracaatlarının yer aldığı kayıtlar arasında bulunan en geniş hacimli girişim mevaliden Şükrü Efendi ve Parsih Halaçyan Efendi’nin ortaklaşa Göbi dağında 63 ocak birden açmak üzere yaptıkları girişimdir21. Bu girişime karşı girişimci ortaklara, idare tarafından 301-337 numaralar arısı 37 ocak numarası tahsis edilmiştir. Ancak bu numaraların üst üste tek bir ocakmış gibi değerlendirilebilmesi için madencilerle idare arasındaki anlaşma gereği tahsis edilen numaralardan 331-337 numaralar, kayıtlarda faaliyete geçmeden, atıl kalmış gibi gözükmektedir22. 2.1. Madencilik Sektöründe Kefalet (Dayanışma Örneği) Ereğli Kömür Havzası’nda kömür madeni ocağı işletmek isteyen madencilerden kefiller istenmiştir. Madenciler de çoğu kere kendi meslektaşlarını kefil göstermişlerdir. Genelde üç kişiden oluşan kefalet tablola21 ZKÜ, Madenci İsteklerini Kayıt Defteri (MİKD), Defter No: 6, 24 Nisan 1308/50, s.8. 22 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.300-336. 264 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN rı, Osmanlı toplum fertleri arasında din, mezhep ve milliyet mefhumları gözetilmeksizin bir sosyal kaynaşma, dayanışma ve yardımlaşmanın gerçekleştiğini göstermektedir. Kefaletnameler günümüzde uygulanan banka teminat mektubu hükmündedir. Bankaların bu hizmeti bir bedel karşılığı yaptığı bilinmektedir. Madencilere kefil olan kefillerin bankalar benzeri menfaat peşinde olduklarına dair bir bulguya rastlanmamıştır. Bu açıdan bu uygulama çok önemli bir yardımlaşma ve dayanışma örneğidir. Bu kefaletnameler, satış ve intikal gibi ortaklıkta ve işletme tarzında meydana gelen değişmeler halinde değişmiş ve yeni şartların gereği olarak yeniden düzenlenmiştir. Kefaletnameler, Kömür Havzası’nda maden çıkaracak olan madencilerin maden üretimi ile ilgili hemen her türlü yükümlülüklerinin üçüncü şahıslar tarafından üslenildiğini gösteren yazılı belgelerdir. Örnek bir kefaletname şu ifadeleri içermektedir: İşletmeci madencilerin çıkaracakları kömürü taahhüt ettikleri şartlar gereği idare tarafına teslim eyleyeceklerine ve imalâtları esnasında meydana gelecek masraflardan dolayı idare ve ameleye olan borçlarını, çıkaracakları kömürün satışından karşılayamayıp da borç açıkları zuhur ederse, açıklarının tarafımızdan tamamen ve kâmilen ödeneceğine ve maden idaresince konulmuş nizam ve usul dairesinde hareket edeceklerine kefalet-i mutlaka ile kefil ve bu konuda birbirimize karşılıklı mütekeffil olduğumuzu beyan ile mühürlendi, kefiller23. 2.2. Madencilik Sektöründe Ermeni Madenciler ve Birliktelik Örnekleri 6 Numaralı Ocak Kozlu mevkii Karabayır’dadır. Kahveci Ömer Ağa tarafından açılmıştır. Ocaklara numara verme uygulamasının başladığı 1878 yılından önce açıldığı anlaşılmaktadır. Ocağı işleten Ömer Ağa, 6 Eylül 1894 tarihinde, 30 parça hisse itibar ettiği ocağın 10’ardan 20 parça hissesini Osmanlı Devleti tebasından Bolulu Serkiz Nazaretyan ve Ereğlili Mahmud Ağazade Ali Efendilere 6 473 kuruş 10’ar paradan satmıştır. Bundan sonra ocak bu üç ortak tarafından işletilmiştir. Bu işletme sürecinde ocağı işleten Kahveci Ömer Ağa, Serkiz Nazaretyan ve Mahmud Ağa zade Ali Efendi’ye Hacı Süleyman Ağa, Gerzeli Hasan Ağa, Yasaf Ağa kefil olmuşlardır24. Bu 23 BOA, Y.PRK.OMZ., Belge No: 3/68, Birinci belge. 24 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.4. 265 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ocağın 1899 malî yılında elde edilen gelirinden devlete ödenen vergi 5 165 kuruş 23 paradır25. 21 Numaralı Ocak Kozlu Demir Yolu’nun sol tarafındadır. Murad Şaban tarafından açılmıştır. Ocaklara numara verme uygulamasının yapıldığı 1878 yılından önce açılmıştır. Murad Şaban 30 Ağustos 1883’de 40 parça hisse itibar ettiği bu ocağın 15 hissesini tüccardan Ahmed Efendi’ye, 15 parçasını da Artin Karamanyan’a satmıştır. Bu satışlarla ocak üç ortaklı hale gelmiştir. Bir süre sonra Murad Şaban’ın hissesi konusunda ihtilaf çıkmıştır. Bu ihtilaf, Aslı oğlu Bodos ve İstefan Topçuyan’ın şahitlikleri ile düzeltilmiştir26. Ocak, 18 Aralık 1883 tarihinde Abasızoğlu Hüseyin Efendi ve Kasap İsmail’in 18 numaralı ocağı ile birleşerek İhsaniye Şirketi adını almıştır. Bu durumda İhsaniye Şirketi 80 parça hisse itibar edilmiştir. Hisselerden 20’si tüccar Ahmed Efendi’nin, 20’si Artin Karamanyan Efendi’nin, 30’u Abasızoğlu Hüseyin Efendi’nin olmuştur. 2 Kasım 1892’de şirket ortaklarından tüccar Ahmed Efendi’nin hisselerinin tamamı borcu yüzünden satılmış ve karısı Nafia Hanım tarafından satın alınmıştır. Aynı tarihte ortaklardan Abasızoğlu Hüseyin ve Artin Karamanyan’ın da beşer hisseleri onar bin kuruş bedelle satılmış ve İhsaniye Şirketi direktörü Serkiz Rakıcıyan tarafından satın alınmıştır. Şirketleşmeden sonra faaliyet sahası genişletilen işletmenin kefilleri, madenciler Gerzeli Hasan Ağa, Heci oğlu Rumbaki ve Onsekizoğlu Mehmed Ağa olmuştur27. İhsaniye Şirketi’nin elindeki 21 numaralı ocağın 1893 senesi Martı başından itibaren bir yılda yaptığı toplam kömür üretimi 172 590 kantar28, 1899 malî yılında29 kazancından devlete yapılan toplam vergi ödemesi 10 573 kuruş, 1904 malî yılında 43 795 kuruş 30 paradır30. Bu vergi artışı, ocağın gelişmesi ve üretiminin artması demektir. 25 Türkiye Taşkömürü Kurumu Eğitim Dairesi Arşivi (TTKEDA), Matlubat Defteri Cild-i Sani 1315, s.135. 26 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.20. 27 ZKÜ, a.g.d., s.20. 28 BOA, ŞD.Bahriye, Belge No: 8/25. 29 Malî yıl, her yılın Mart ayı başında başlayan ve sonraki yılın Şubat ayı sonunda biten, devletin gelir-giderlerinin hesaplanmasında esas alınan süreç. Türkiye’de 1980’li yıllara kadar devam etmiştir. 30 TTKEDA, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1315, s.139; ZKÜ, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1320, Defter No: 98, s.93. 266 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN 25 Numaralı Ocak Bu ocak da numara uygulamasının yapıldığı 1878 yılından önce SlavOrtodoks kültüre mensup oldukları anlaşılan Milo, Yuvan ve Kosti tarafından Kozlu’da Domuzini adındaki yerde açılmıştır. Zamanla ortaklarda değişiklikler olmuştur. 23 Ocak 1898’de gerçekleşen satışla, 35 hisseden oluşan ocağın beşte bir hissesi Ermeni Haçodor Halaçyan Efendi’ye geçmiştir. Diğer hisselerin ise 5 parçası Kosti’nin, 14’erden 28 parçası Pavlaki ve Petro’nun ellerinde kalmıştır31. Bu ortaklıktan sonra işletmeciler Avrupa tarzında makine ile ve kuyu usulü üretim yapacaklarını bildirerek idareden, ruhsat sahalarının genişletilmesini istemişlerdir. Bu istekleri, civarda bulunan başka madencilerin haklarına zarar vermemek şartıyla kabul edilmiştir. Kefilleri de madenci Gerzeli Hasan Ağa, madenci Şirin ve madenci Yuvan olmuştur32. 1893 senesi Martı başından itibaren bir yılda yaptığı toplam kömür üretimi 63 810 kantar33, 1899 malî yılı kazancından devlete yaptığı ödeme 49 470 kuruş 10 paradır34. 38 Numaralı Ocak 1878’den önce Milo Hristo ve Ermeni Andon tarafından açılan ocağın tamamı Andon’un eline geçmiştir. Andon ocağı 40 parça hisse itibar ederek 10 parçasını 50 000 kuruşa Ermeni asıllı Gürcü Pano’ya satmıştır. Ortak olan bu iki madencinin yapacakları işletmeye madenci Musa oğlu Mehmed, madenci Coro ve madenci fabrikacı Yani kefil olmuşlardır35. 1887 yılından itibaren Andon ve İstefan tarafından işletilen ocağın üretim seviyesi oldukça yükselmiştir. Bu malî yılda kazancından devlete ödediği vergi 109.192 kuruş36, 1899 malî yılında ise 84 012 kuruş 10 paradır37. Ocak ortakları, 28 Şubat 1893 yılında 74 numaralı ocağı takviye edeceklerini gerekçe göstererek üretime son vermişlerdir38. 31 32 33 34 35 36 37 38 Hisse uyumsuzluk görülmekle birlikte orjinal kayıtlarda böyle yeralmaktadır. ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.24. BOA, ŞD.Bahriye, Belge No: 8/25. TTKEDA, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1315, s.144. ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.37. TTKEDA, Matlubat Defteri 1303, s.175, 246. ZKÜ, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1305, Defter No: 72, s.188-189. ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.37. 267 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 70 Numaralı Ocak Zonguldak mevkii Mağaraağzı’nda bulunan ocak, Şirinyan tarafından açıldığından onun adıyla anılmaktadır. Numarası, 1878’deki ocaklara numara verme işleminden önce açıldığını göstermektedir39. 1887 malî yılı kayıtlarına göre ocak Teke Halil, Ahmed ve Çoturoğlu tarafından işletilmektedir40. Bu durum Şirinyan’ın ocağı elden çıkardığına delâlet etmektedir. 93 Numaralı Ocak Kilimli’de Kumtarlası adındaki yerde 1878 yılından önce Topaloğlu Bayram ve Ankaralı Kirkor (Ermeni) tarafından açılmıştır. 1887 yılında faal ocaklar arasında bulunmayan 93 numaralı ocak, 1899 yılına gelmeden bu madencilerin elinden çıkmıştır41. 94 Numaralı Ocak 1878 yılından önce Metro, Milo ve Latin Yanko tarafından açılan ocak, Kilimli mevkiinde demir yolun sağında, Ihlamurluk adındaki yerdedir. 1887 ve 1889 malî yılında Petro ve İstefan elinde olan ocak42, 16 Ocak 1895 tarihi itibarıyla 30 hisse kabul edilerek, 17.5 hissesi Petro’nun, 7.5 hissesi Tıngıroğlu Agop Efendi’nin, kalan 5 hissesi de Sinoplu Hasan Efendi’nin olmuştur. Kefilleri ise, madenci Nikola Krakoviç, madenci Rumbaki, madenci Gerzeli Hasan Ağa’dır43. 1899 yılı kayıtları ocağı büyük ortak Petro’nun adıyla anmaktadır44. Tıngıroğlu Agop’a ait 7.5 hisse ölümünden sonra varisleri tarafından Osmanlı vatandaşı İstefan Yorgiyadis’e satılmıştır. Satış Meclis-i Vükelâ’ca onaylanmıştır (22 Aralık 1919)45. 166 Numaralı Ocak Kilimli’de bulunan ocak, Boşnak Süleyman, Salih ve Sarıoğlu tarafından açılmıştır. Ocak, 10 Aralık 1887 tarihi itibariyle 20 parçası Ermeni 39 40 41 42 ZKÜ, a.g.d., s.69. ZKÜ, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1305, Defter No: 72, s.199. ZKÜ, a.g.d., s.195. TTKEDA, Matlubat Defteri 1303, s.193; ZKÜ, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1305, Defter No: 72, s.224. 43 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.93. 44 TTKEDA, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1315, s.202. 45 BOA, MV, Belge No: 217/198. 268 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN David Sıvacıyan, 5 parçası Papazoğlu Marko, 5 parçası Boco’nun olduğu halde işletilmektedir. Kefilleri ise madenci Onsekizoğlu Mehmed Efendi, madenci Acente Hüseyin Efendi ve madenci Fabrikacı Yani’dir46. Aynı yıl Salih Efendi’ye geçen ocağın 1889 yılına gelindiğinde faaliyeti sona ermiştir47. 174 Numaralı Ocak Kilimli mevkiindeki ocak Hacı Ömer, Lazo, İstefan, Ankaralı Andon (Ermeni) ve Kirkor (Ermeni) tarafından ortaklaşa açılmıştır. 1878 yılındaki numaralamadan önce açılan ocak, 1887 yılında Köçekçi Marko tarafından işletilirken, 27 Aralık 1892’de tamamen Bodosaki’ye geçmiştir48. 175 Numaralı Ocak Kilimli mevkiinde 1878 öncesi açılan ocaklardandır. Hacı Ömer, Lazo, İstefan, Ankaralı Andon ve Kirkor tarafından ortaklaşa açılmıştır. Sonraki yıllara ait bir faaliyetine rastlanmamıştır49. 177 Numaralı Ocak Kilimli mevkiinde 1878 öncesi Mülazım Bey, Lazo, Hacı Ömer ve İstefan tarafından açılmıştır. 20 Aralık 1897’de 40 hisseden oluşan ocağın 10 hissesi Bolu eşrafından Taşhancızade Ali Efendi’nin, 10 hissesi Şinork Mihranyan Efendi’nin, 15 hissesi İstepan Topçuyan Efendi’nin ve 5 hissesi Papazoğlu Yazıcı İstepan Ağa’nın olmuştur. 21 Ağustos 1898’de Papazoğlu İstepan 5 hisselik payını vekili Çıkrıkçı Ahmed Efendi vasıtasıyla 5 000 kuruşa Osmanlı Devleti vatandaşı Nepani oğulları Yorgi ve Vasil’e satmış, böylece ocağın iki yeni ortağı olmuştur. Tarih 6 Ağustos 1901’e gelindiğinde bu ortaklardan Ahmed Efendi 10 hissesinden ikisini İstepan Topçuyan, üç hissesini Şinork Mihranyan, iki hissesini Nepani oğulları Yorgi ve Vasil, yarımşar hisselerini –ki toplam sekiz hisse- 100 000 kuruş karşılığı Mudurnu kazası eşrafından Kazan Camii imamının oğlu İsmail Nuri Ağa’ya 46 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.165. 47 TTKEDA, Matlubat Defteri 1303, s.200, 280; ZKÜ, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1305, Defter No: 72, s.239. 48 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.173; TTKEDA, Matlubat Defteri 1303, s.201. 49 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.174. 269 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER satıp devretmiştir. Bu ortaklarla kömür çıkarmaya devam eden ocağın kefilleri, Yuvan veledi Pavli, madenci Petro İstefan ve acente şirketidir50. 25 Mart 1907’de de Şinork Mihranyan’ın sekiz hisse, Galata şer’iye mahkemesince düzenlenmiş vekâletname ile vekil İncisu Esavidis tarafından ocak ortaklarından Ahmed Efendi’ye 700 Osmanlı lirasına satılmıştır. Ahmed Efendi de kendisine ait 16 hisseden 10’unu ortaklardan Nuri Ağa’ya, sekiz hissesinden dördünüe İstepan Topçuyan Efendi’ye, 12 hissesinden altısını kendisine verilen vekâletname ile İstanbul’dan Aslıoğlu Avraham veledi Bodos Ağa’ya toplam 5 815 Osmanlı lirasına satmıştır. Bu yeni ortaklık durumu ile işletilen ocağa Sava Savidis Nikola, Boşnak Ali Ağazade Ali Rıza ve Durmuş oğlu Pavlaki kefil olmuşlardır51. Ocağın üretimle ilgili durumu ise, 1899 malî yılının ilk altı ayında kazancından ödediği vergi 8 265 kuruş, 1904 malî yılı kazancından ödediği vergi toplamı 37 381 kuruş 10 paradır52. Bu ortaklarla 1913’e kadar devam eden ocak, ortaklardan Taşhancızade Ahmed ve Nepani oğlu Yorgi Efendiler’in çocuksuz olarak vefatları dolayısıyla hisseleri maden idaresine intikal etmiştir. Nepani oğlu Vasil’in elinde kalan iki hisse de hissedarlardan Aslıoğlu Avraham Efendi’ye satılmıştır53. Daha sonra, Taşhancı Ocağı adıyle anılmaya başlamıştır. Ocakta Topçuyan İstepan Efendi’nin sahip olduğu 40 hisse itibariyle 12 hissesinin Osmanlı tebasından Mustafa Bey’e satışı Meclis-i Vükelâ’ca uygun bulunmuştur (4 Kasım 1917)54. Bundan sonrası hakkında bilgi bulunamamıştır. 217 Numaralı Ocak Amasra mevkii Tarlaağzı’nda Çınarlık’ta Yılanlısu adındaki yerde Ohannes ve Mahat tarafından açılmıştır. 1878’den sonra açılmış olmakla birlikte hangi tarihte açıldığı kesin olarak tespit edilememiştir. Daha sonra 4 Temmuz 1896 tarihinde, Ohannes ve Mahat tarafından terk edildiği anlaşılan ocak, müzayede sonucu Ermeni Sezak Pempeciyan tarafından 1 200 kuruşa satın alınmıştır. Üretime başlayan ocağın kefilleri, madenci 50 ZKÜ, a.g.d., s.176. 51 ZKÜ, a.g.d., s.176. 52 TTKEDA, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1315, s.205; ZKÜ, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1320, Defter No: 98, s.132. 53 BOA, MV, Belge No: 176/46. 54 BOA, MV, Belge No: 210/7. 270 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN Kasap İsmail, madenci Yuvan ve madenci İhsaniye Şirketi olmuştur. Sezak Pempeciyan 28 Şubat 1901’de 60 parça hisse itibar ettiği bu ocağın 15 hissesini kendi elinde bırakırken, 15 hissesini Serkiz Rakıcıyan’a 15’ini Agop Pempeciyan’a, 7.5 hissesini Artin Pempeciyan’a ve diğer 7.5 parça hissesini Efasid Bedliyan’a devr etmek suretiyle ocağa ortak etmiştir. Bu durumda da kefilleri Petro İstefan, Gerzeli Hasan ve Abasızoğlu Hüsnü olmuşlardır55. 229 Numaralı Ocak Kozlu mevkii Çataldere’de Civa Matko, Gerzeli Hasan ve Ali Efendi tarafından açılmıştır. 30 Mayıs 1892 yılında yarı yarıya hisseleriyle tüccardan Ahmed Efendi ve Artin Karamanyan’ın eline geçen ocağın sonraki yılları ve üretimi hakkında bir bilgiye rastlanmamıştır56. 287 Numaralı Ocak Kilimli mevkiinde Ayıini adındaki yerde Şükrü Efendi tarafından açılmıştır. Şükrü Efendi 1892 Kasım ayı başlarında ocağın yarısını 2 000 kuruşa Cevahircioğlu Bodosaki’ye satmış ve yarı yarıya ortak olmuşlardır. Kefilleri, madenci Onsekizoğlu Mehmed Efendi, madenci Halil Bey, madenci Hacı Galip olmuştur57. 1893 malî yılında Şükrü Efendi ve ortaklarının işlettiği ocağın bu yıla ait toplam bir yıllık üretimi 4 830 kantar kömürdür58. Sınırları genişletilen ocakta satış yoluyla, Nisan 1902’de şöyle bir ortaklık ortaya çıkmıştır. 30 hisse itibariyle 10 hissesi Şükrü Efendi’nin, beşer hissesi Harafim (Ermeni) ve Dimistani Efendiler’in, 10 hissesi de Bodosaki’nin karısı Madam Mariye’nin olmuştur. Kefilleri de Gerzeli Hasan, Yuvan veledi Pavli ve Petro İstefan’dır59. Şükrü Efendi ve Ermeni Harafim’in elindeki ocağın 1904 yılına ait devlete ödediği gelir vergisi 63 902 kuruştur60. 55 56 57 58 59 60 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.216. ZKÜ, a.g.d., s.228. ZKÜ, a.g.d., s.286. BOA, ŞD.Bahriye, Belge No: 8/25. ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.286. ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.286; ZKÜ, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1320, Defter No: 98, s.133. 271 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ocak, 1908 yılında mevaliden Şükrü Efendi, Sakızlı İstavri ve Harafim tarafından işletilmektedir. Sakızlı İstavri’nin ocağa ortaklığı 31 Ocak 1906’da gerçekleşmiştir61. 301, 302, 303, 304, 305, 306, 307, 308, 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316, 317, 318, 319, 320, 321, 322, 322, 324, 325 Numaralı Ocaklar Göbi dağında Boyalık adındaki yerde, Parsih Halaçyan, mevaliden Şükrü Efendi ve Mustafa Bey tarafından açılmıştır. 1898 Şubatı’ndan itibaren yarı yarıya Parsih Halaçyan ve Mustafa Beyefendi tarafından işletilmiştir62. Göbi dağı mevkiinde bulunan 301-330 numaralı ocaklarda ortaklığı bulunan Parsih Halaçyan Haziran 1907’de, bu hisselerini de İtalyan tebasından mühendis Nogara ve ortaklarına satarak ilişkisini kesmiştir63. 326, 327, 328, 329, 330 Numaralı Ocaklar Göbi dağı mevkiinde Parsih Halaçyan, mevaliden Şükrü Efendi ve Mustafa Beyefendi tarafından13 Eylül 1892 tarihinde, yarıçapı 450 metrelik bir sahada kömür çıkarmak üzere alınan ruhsatla açılmışlardır. Bir süre sonra yarı yarıya olmak üzere Parsih Halaçyan ve Mustafa Beyefendi’nin ellerine geçmiştir64. Göbi dağı mevkiinde bulunan 301-330 numaralı ocaklarda ortaklığı bulunan Parsih Halaçyan bu hisselerini Haziran 1907’de İtalyan tebasından mühendis Nogara ve ortaklarına satarak ilişkisini kesmiştir65. 351 Numaralı Ocak Murad Panosyan 6 Mayıs 1892 tarihinde Zonguldak maden sahasının Gökgöl civarında kömür madeni aramak üzere maden idaresine başvurdu. Kendisine 15 Temmuz 1892’de arama izin ruhsatı verildi. Panosyan’ın yaptığı arama sonunda iki kömür madeni bulundu. Ereğli esnafından olan Murad Panosyan, bulduğu kömür madenlerini işletmek üzere Şinork Mihranyan’la ortak oldu. 26 Temmuz 1893 tarihinde verilen üretim tezkiresi ile 351 numaralı ocağı açtılar. Ocağın tamamını 40 hisse itibar ederek, 61 62 63 64 65 BOA, Y.MTV., Belge No: 309/22. ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.300-324. BOA, Y.MTV., Belge No: 306/12 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.325-329. BOA, Y.MTV., Belge No: 306/12 272 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN yarı yarıya pay sahibi oldular. Kefilleri, İstepan Topçuyan ve madenci Petro oldu66. Ocağın bundan sonraki durumu hakkında bilgiye rastlanmamıştır. 352 Numaralı Ocak Murad Panoysan 6 Mayıs 1892 tarihinde Zonguldak maden sahasının Gökgöl civarında kömür madeni aramak üzere maden idaresine başvurdu. Kendisine 15 Temmuz 1892’de arama izin ruhsatı verildi. Murad Panoysan bulduğu kömür madenlerini işletmek üzere Şinork Mihranyan ile yarı yarıya ortak oldular. 18 Temmuz 1893 tarihinde kömür üretmeye başladılar. Kefilleri, İstepan Topçuyan, madenci Petro ve İhsaniye Şirketi’dir67. Sonraki yıllara dair bilgiye rastlanmamıştır. 370 Numaralı Ocak Kozlu-Zonguldak yolunun altında İncivez’dedir. Ocak, geçmişte Musa oğlu Ali ve ortağı Salih Efendi’nin işletip terk ettiği ocakla Molla Recep ve ortağı Hammal Mehmed’in terk ettikleri ocağın birleştirilmesiyle oluşmuştur. Müzayede ile satılan ocak, 6 050 kuruşa Murad Şaban tarafından alınmıştır. Müzayede ve üretime başlama tarihleri belirlenememiştir. Murad Şaban bu ocağı 40 parça hisse itibar ederek, 10 parçasını kendi elinde bırakmış, 10 hissesini Serkiz Rakıcıyan’a, 10 parçasını Yuan Efendi’ye, beşerden 10 parçasını da Ereğlili Musa ve İbrahim Efendiler’e satmıştır. Bu ortaklar tarafından işletilen ocağın kefilleri, madenci Kasap İsmail Ağa, madenci Ömer Ağa ve madenci Cöbekoğlu Rıza’dır68. Bu ortaklarla 23 Nisan 1898 tarihinde yenilenen üretim izin tezkiresi ile üretime devam edilmiştir69. Ocağın 1899 malî yılı varidatından (gelir) ödediği vergi 4 752 kuruş, 1904 yıl ödemesi ise 3 060 kuruştur70. 66 ZKÜ, MİKD, Belge No: 6, 24 Nisan 1308/16, s.3; ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.350. 67 ZKÜ, MİKD, Belge No: 6, 24 Nisan 1308/16, s.3; ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.351. 68 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.369. 69 BOA, Y.MTV., Belge No: 309/22. 70 TTKEDA, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1315, s.172; ZKÜ, Matlubat Defteri Cild-i Sani 1320, Defter No: 98, s.105. 273 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 372 Numaralı Ocak Alacaağzı mevkiinin Köseağzı deresinde madenci Karamahmudzade Halil Bey, İsmail Efendi ve Karamanyan Aram Efendi tarafından açılmıştır. 4 Kasım 1897 tarihinde verilen arama izin tezkiresi ile bulunan kömürün ocağıdır. Ocak 100 parça hisse itibar edilerek 37.5 parçası Halil Bey’in, 37.5 parçası Süleyman Efendi’nin ve 25 parçası Karamanyan Artin Efendi’nin olduğu halde 26 Haziran 1898’de üretim izin tezkiresi verilmiştir. Kefilleri, madenci Yuvan, Gerzeli Hasan ve madenci Murad Şaban’dır. Ancak madenciler 18 ay içinde üretim faaliyetine geçmedikleri için ruhsatları 11 Aralık 1899 tarihinde iptal edilmiştir71. 373 Numaralı Ocak Hilmi Beyefendi ve tüccardan Aram Halaçyan Efendi tarafından açılmıştır. Nerede, ne zaman, hangi şartlarla açıldığı ve ne zamana kadar işletildiği belirlenememiştir72. 2.3. Ticaret Hayatında Birliktelik Birlikte yaşama sanatına bir örnek de yine Ereğli Kömür Havzası’nın Zonguldak merkezinden. Müslümanlarla gayrimüslimler, ticaret hayatında birlikte yer aldıkları gibi, Zonguldak ticaret odasının 30 Ağustos 1335 (1919) tarihine tesadüf eden birinci intihab (seçim) devrinde oluşan Zonguldak ticaret odası meclisinde de birlikte yer almışlardır. Bu dönemde oda meclisini oluşturan ticaret erbabı şunlardır73: Reis İkinci reis Azalar : Madenci Maksut Bey : Tüccardan Bartınlı Kozmides Efendi : Madenci Mihal Hristo Fidis Madenci Hoca İstefan Efendi Tüccardan Karabet İstanbulluyan Efendi Tüccardan Toma Fotyadis Efendi Tüccardan Ohannis Hazarbetyan Efendi 71 ZKÜ, Vukuat Defteri, Defter No: 85, s.371. 72 ZKÜ, a.g.d., s.372. 73 Cumhuriyetin 10 Yılında Zonguldak ve Maden Kömürü Havzası, Zonguldak Ticaret ve Sanayi Odası Yayını, İstanbul 1933, s.49. 274 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN Tüccardan Bekir Sıtkı Bey Tüccardan Heci Antranik Efendi’dir. İsimlerden de anlaşılacağı gibi 9 üyeli meclisin başkanı ve bir üyesi Müslüman Türk, 7 gayrimüslim üyesinden 4’ü Ermenidir. 29 Mart 1338 (1922) tarihine isabet eden ikinci intihab devri meclisi de şu isimlerden oluşmakta idi74: Reis İkinci reis Birinci muavin İkinci muavin Azalar : Eski Kastamonu valisi tüccardan İbrahim Bey : Hacı Ahmed Alizade Ali Efendi : Tüccardan Alişan Bey : Boyacıoğlu Anesti Efendi : Çakalzade Mehmed Efendi Eyüp Çavuşzade Ahmed Efendi Tüccardan Yuvan Ağa Tüccardan Ohannis Hazarbetyan Efendi Hacı Bekirzade Nuri Efendi Bodos Antomilidis Efendi Hırant Panosyan Efendi Kalınoğlu Koço Efendi Sonuç Herkes tarafından bilinmektedir ki, Müslüman Türklerin Ermenilerle birlikte yaşama sanatı, Türklerin Anadolu’ya geldikleri 1071 yılına kadar dayanmaktadır. Bu birlikte yaşama sanatı XX. yüzyılın ilk yıllarına kadar uzun süre devam etmiştir. Bu çalışma göstermektedir ki, Müslüman Türkler ve Ermeniler arasındaki birlikte yaşama sanatı bir masal değil önemli bir gerçektir. Ermeniler ve Müslüman Türkler tarafından kurulan maden ortaklıklarında da uyumlu ve barışçıl ortaklıklar söz konusu olmuştur. Ereğli Kömür Madeni Havzası’nda toplam beş sahada açılan 385 ocaktan 41 adedi, Ermeni madencilerin de içinde yer aldığı madenciler tarafından açılmıştır. Bunlardan 34’ü Müslüman Türk unsurla kurulan or74 Cumhuriyetin 10 Yılında Zonguldak..., s.50. 275 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER taklıklarla, 4 adedi Ermenilerin kendi aralarında kurdukları ortaklıkla ve bir adedi de bir Ermeni madencinin ferdî girişimleriyle açılmıştır. İki ocak da, içinde Müslüman Türk, Ermeni ve diğer Hıristiyan unsurlardan madenciler olduğu halde oluşturulan ortaklıklarla açılmıştır. Bu örnek açıkça göstermektedir ki, Ermeni madenciler kendi insanlarından ziyade Müslüman Türklerle ortaklık yapmayı tercih etmişlerdir. Osmanlı toplumunda din, mezhep ve milliyet farkını dikkate almaksızın toplumsal kaynaşma ve yardımlaşmayı gösteren diğer önemli delil, kömür madeni sektöründeki kefalet sistemidir. Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi madenciler arasında da farklılıklar gözetilmeksizin sosyal birliktelikler ve dayanışmalar gerçekleşmiştir. Bu itibarla madenciler dil, din ve milliyet farkı gözetmeksizin madencilik sektöründe birbirlerine kefil olmuşlardır. Tebliğimizin II-1. bölümünde de ifade edildiği gibi, Ereğli Kömür Madeni Havzası’nda madencilik yapmak isteyenlerden kefil istenmekte idi. Bu kefalet senetleri günümüzdeki bankaların teminat mektubu ile aynıdır. Şu anki bankaların teminat mektubu sisteminden farkı, bu kefillik karşılıksız olarak yapılmakta idi. Bu açıdan, sistem Osmanlı toplumunda paylaşma ve yardımlaşmayı göstermesi bakımından önemli bir uygulamadır. Ermeni ortaklı işletmelerde uyumlu bir ortaklık sürdüğü anlaşılmaktadır. Bu uyumluluk üretime de yansımış ve zamanla üretimde artışlar olmuştur. 1307 (1891) malî yılı muhasebe kayıtlarına göre üretim faaliyeti bulunmayan Amasra ocakları hariç maden havzasında üretilen kömür toplam 1 043 987 kantardır (104 398.7 ton). 109 086 kantar kömür de mirî ocak tabir edilen devlete ait ocaklardan elde edilmiştir75. 1309 (1893) malî yılında beş mevkide üretim yapan 96 adet ocakta toplam 1 726 086 kantar (172 608.6 ton) kömür üretilirken76, 6 Ekim 1333 (1917) verilerine göre Alacaağzı ve Amasra mevkileri hariç Kilimli, Kozlu ve Zonguldak mevkilerinde işçi eksiği olmaksızın üretim yapan ocakların günlük üretim kapasitesi 1 400 tonu şirket üretimi olmak üzere 2.500 tondur77. Ortaklar arasında rastlanan tek uyuşmazlık ortaklardan İstefan Marko’nun ölümü üzerine ortaya çıkan uyuşmazlıktır. Zonguldak’ta 38 numaralı ocağın hissedarlarından Müteveffa İstefan Marko’nun karısı ve yetimleri 20 Haziran 1892 tarihinde, maden idaresine verdikleri dilekçede, 75 ZKÜ, Derdest Defteri 1307, Defter No: 23, s.2-3. 76 BOA, ŞD.Bahriye, Belge No: 8/25, 4. belge. 77 TTKEDA, Matlubat Defteri, Defter No: 8, s.1. 276 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN ocağın işletilmesi veya hisselerine isabet eden haklarının kendilerine verilmesi talebinde bulunmaktadırlar78. Verilen Ermeni ortaklı veya yalnız Ermeni madenciler tarafından işletilen maden ocaklarının çoğu birer küçük işletme durumunda idi. Ermenilerin de içinde yer aldığı küçük işletmeler, Kömür Havzası’na gelen büyük şirketler karşısında rekabete dayanamayıp birer birer çekilmişlerdir. Bilhassa Fransız sermayeli Ereğli Şirketi, ele geçirdiği Zonguldak limanı ve Liman bağlantılı demiryolu işletmelerini küçük işletmeleri baskı altına almakta kullanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu’nun bazı yerlerinde Ermenilere zorunlu göç uygulamak durumunda kalan Osmanlı hükümeti, Kastamonu vilâyeti dahilinde yer alan Ereğli Kömür Madeni Havzası’nı ve Zonguldak’ı göçten istisna tutmuştur79. Günümüzde Ereğli Kömür Madeni Havzası’nda söz etmeye değer bir gayrimüslim varlığı mevcut değildir. Madencilik sektöründe faaliyet gösteren gayrimüslim madencilerden çoğu Ereğli Maden Havzası’na Osmanlı ülkesinin diğer yerlerinden gelmişlerdi. İçlerinde çok sayıda İstanbul’da ikamet eden ticaret erbabı kimseler vardı. Maden sahasına yerleşmiş olan gayrimüslim halklardan Rumlar Lozan Anlaşması ile mübadeleye tâbi tutulurken, bu çalışmanın konusu olan Ermeni madenciler, Cumhuriyet idaresinin izlediği madenleri devletleştirme politikaları sonucu diğer özel sektör gibi madencilik alanından çekildiler80. Bir kısmı İstanbul’a, çoğu üç milyona yakın Türk asıllı diğer Türk vatandaşları gibi yeni iş ve çalışma alanları bulmak ümidi ile- batı ülkelerine göç ettiler. 78 ZKÜ, MİKD, Defter No: 6, 8 Haziran 1308/23 nolu kayıt, s.4. 79 Davut Kılıç, “1915’te Tehcir Edilmeyen Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri II, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, Ankara 2003, s.118. 80 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Belge No: 30.18.01.01/015.58.1. 277 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Arşiv Kaynakları Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi: Belge No:30.18.01.01/015.58.1. Başbakanlık Osmanlı Arşivi: Dosya Usulü İrade Tasnifi (DUİT), Belge No: 21/ 2-3. Y.MTV., Belge No: 309/22. A.MKT.MHM., Belge No: 372/66, 372/96. D.DRB.İ., Belge No: 13/22, 13/27. Hatt-ı Hümayun, Belge No: 197/9882, 20448.A, 240/13417. Hazine-i Hassa Defterleri, Defter No: 238, 246, 252, 790, 791. HH.İ., Belge No: 2/24. HR.MKT, Belge No: 35/53. MB, Belge No: 6/91; MV, Belge No: 176/46, 210/7. ŞD.Bahriye, Belge No: 6/51, 6/57,. 8/25. Y.EE., Belge No: 109/16. Y.MTV., Belge No: 306/12, 309/22. Y.PRK.BŞK., Belge No: 16/31. Y.PRK.HH., Belge No: 35/86. Y.PRK.OMZ., Belge No: 3/68. Türkiye Taşkömürü Kurumu Eğitim Dairesi Arşivi (TTKEDA): 1303 Tarihli Matlubat Defteri. 1315 Tarihli Matbuat Defteri Cild-i Sani. 8 Numaralı Defter Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Arşivi: Derdest Defteri 1307, No: 23. Matlubat Defteri Cild-i Sani 1305, Defter No: 72. Matlubat Defteri Cild-i Sani 1320, Defter No: 98. Madenci İsteklerini Kayıt Defteri (MİKD), Defter No: 6. Vukuat Defteri, Defter No: 85. 278 Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖĞRETEN Tetkik Eserler ve Makaleler Cumhuriyetin 10 Yılında Zonguldak ve Maden Kömürü Havzası, Zonguldak Ticaret ve Sanayi Odası Yayını, İstanbul 1933 İmer, H. Fehmi, Ereğli Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, Zonguldak 1944. Kılıç, Davut, “1915’te Tehcir Edilmeyen Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri II, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, Ankara 2003. Ökçün, Gündüz, “XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Maden üretiminde Türk, Azınlık ve Yabancı Payları”, Prof. Dr. Yavuz Abadan’a Armağan, Ankara 1969. Özeken, Ahmet Ali, Zonguldak Kömür Havzası Tarihi, İstanbul 1944. Savaşkan, Bahri, Zonguldak Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, Zonguldak 1993. Terzi, Arzu T., Hazine-i Hassa Nezareti, TTK Yayını, Ankara 2000. Tızlak, Fahrettin, “Ereğli Kömür Madeni Nizamnamesi”, Belgeler Dergisi, Sayı 23, TTK Yayını, Ankara 1999. TTK Genel Müdürlüğü Kütüphanesi, Zonguldak, Belge No: 2262. 279 O GÜZEL GÜNLERE AİT BİRKAÇ HATIRA Prof. Dr. Ahmet UĞUR Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tel: 0 352 437 49 29-31251 Özet Türk milleti özünde olan hoşgörü -müsamaha, tesamuhve inançlara saygıyı her devirde göstermiştir. Milletimizin yaşadığı her toprakta bunun delilleri mevcuttur. Hintli tarihçi İşvarı Prasad diyor ki; Mutaassıp Müslümanlardan sonra, hür fikirli ve tolerans sahibi sultanlar tahta çıkarlar. Bu Türk toleransının tesiri altında, Hinduların dinî taassubu da bir dereceye kadar yumuşar. Filozof Dokumacı Kebir de şöyle der: Hindistan’da kast nizamı ve ham sofuluk ve dinî ayrılıklar üstünde Türk fatihlerinin tesâmuhu Ekber’in çağında tamamıyla zafer kazanmış olsa idi, bu memleketin kaderi şimdi büsbütün başka türlü gelişirdi. 1982’lerde Galatasaray Lisesi’nde o günkü Yugoslavya’dan gelen Sayın Prof. Dr. Adile Hanım bana şunu söyledi: Hocam siz bizleri beş yüz otuz sene idare ettiniz, bir kimsenin dinine, diline ve töresine dokunmadınız. Siz buradan gideli 50-60 sene oldu, bizler ise sizlerden bir şey koymadık. Sizler gibi bir devlet ne geldi ne de geliverir. Sayın Şükrü Elçin hocam anlattılar: Suriye elçisi bir zaman verdiği bir ziyafette, hocamın diplomat bir tanıdığını yanına çağırarak; Gel ekselansları. Ben bir elçiyim. Bir zaman biz bir devlet idik. Her dinden ve ırktan insanlarla beraber yaşadık. Ah o güzel günlere gidebilsek de ben bir elçi değil o günün (Osmanlının) bir nahiye müdürü olsam der. 1977-1978 yılında Tunus’ta bir kurban bayramı namazında, o zaman 110 yaşında olan ve üç Osmanlı sultanına hutbe okumuş olan Ali Bil Hoca; Biz Türkiye’den geldik deyince cemaate seslendi ve Türkler, efendilerimiz gelmiş diye o gün camide bulunan binlerce kişiye elimizi öptürdüler. Burada verdiğim örnekler belki tek yanlı Müslümanlar gibi görülebilir. Bu gibi hatıralar ve güzel hareketler gayrimüslim tebaamız arasında da pek çoktur. Prof. Dr. Ahmet UĞUR Giriş Türk milleti özünde olan hoşgörü -müsamaha, tesâmuh- ve inançlara saygıyı her devirde göstermiştir. Milletimizin yaşadığı her toprakta bunun delilleri mevcuttur. Hindli tarihçi İşvarı Prasad diyor ki; Mutaassıp Müslümanlardan sonra, hür fikirli ve tolerans sahibi sultanlar tahta çıkarlar. Bu Türk toleransının tesiri altında, Hinduların dinî taassubu da bir dereceye kadar yumuşar. Filozof Dokumacı Kebir de şöyle der: Hindistan’da kast nizamı ve ham sofuluk ve dinî ayrılıklar üstünde Türk fatihlerinin tesâmuhu Ekber’in çağında tamamıyla zafer kazanmış olsa idi, bu memleketin kaderi şimdi büsbütün başka türlü gelişirdi. 1982’lerde Galatasaray Lisesi’nde o günkü Yugoslavya’dan gelen Sayın Prof. Dr. Adile Hanım bana şunu söyledi: Hocam siz bizleri beş yüz otuz sene idare ettiniz, bir kimsenin dinine, diline ve töresine dokunmadınız. Siz buradan gideli 50-60 sene oldu, bizler ise sizlerden bir şey koymadık. Sizler gibi bir devlet ne geldi ne de gelir. Sayın Şükrü Elçin hocam anlattılar: Suriye elçisi bir zaman verdiği bir ziyafette, hocamın diplomat bir tanıdığını yanına çağırarak; Gel ekselansları. Ben bir elçiyim. Bir zaman biz bir devlet idik. Her dinden ve ırktan insanlarla beraber yaşadık. Ah o güzel günlere gidebilsek de ben bir elçi değil o günün (Osmanlının) bir nahiye müdürü olsam der. 283 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1977-1978 yılında Tunus’ta bir kurban bayramı namazında, o zaman 110 yaşında olan ve üç Osmanlı sultanına hutbe okumuş olan Ali Bil Hoca; Biz Türkiye’den geldik deyince cemaata seslendi ve Türkler, efendilerimiz gelmiş diye o gün camide bulunan binlerce kişiye elimizi öptürdüler. Burada verdiğim örnekler belki tek yanlı Müslümanlar gibi görülebilir. Bu gibi hatıralar ve güzel hareketler gayrimüslim tebaamız arasında da pek çoktur. 1968 yılında Londra’ya tahsil için gittiğimde Türk müziği çalan ve Türkçe konuşulan dükkânlarla karşılaşmıştım. Bize karşı tavırları ve hareketleri çok samimi idi. Öğrendim ki bunlar Türkiye’den göçen millet-i sâdıka tebaamız Ermenilerdi. Bizi kiracı olarak evlerine almak istiyorlardı. Bunlarla irtibatımız uzun müddet devam etti. Londra’da büyükelçiliğimizin altında halkevimiz vardı. Orasını Türkiyemiz’den gelen Ermeniler çalıştırırlardı ve millî günlerimizde halkevimize gelerek bizlerle birlikte eğlenirlerdi. Hatta bir gün Celaleddin Bey adında Müslüman olmuş bir İngilizin evinde Osmanlı şehzadelerinden bir şahıs ile karşılaştım. Kendisinin PTT’den emekli olup hafta 7.5 sterlin aldığını ve Türkiye’den göçmüş bir Ermeni dostunun otelinde kaldığını söyledi. Osmanlının genel olarak yapısına bakar isek, askerlik, çiftçilik, hayvancılığın dışında ki görevler ekseriya beraya tabir ettiği gayrimüslim tebaasının elindedir. Meselâ, Hariciye Fenerli Rum Beyleri’nin, sağlık ve para Musevîlerin, sanat ise Ermeni tebaasının elindedir. Bir Yemen türkümüz bunu nispeten göstermektedir Tarlalarda olur kamış Uzar gider vermez yemiş Şu Yemende can verenin Biri Mehmet biri Memiş Osmanlının ilk zamanları da böyledir. Fatih döneminde yetişen Tokatlı Leâlî diyor ki; Olmak istersen itibare mahal Ya Arap’tan yahut Acem’den gel Acemin her biri ki Ruma gelir Ya vezirlik ya sancak uma gelir. 284 Prof. Dr. Ahmet UĞUR Bugün maalesef çok istismar edilen geçmişteki alâkalarımızda fena olanların yanında onları unutturacak çok güzel hatıralar da vardır. Sıra ile vermek istiyorum: 1- Akkışla-Kayseri’de çalışan Arif Usta, Mehmet Usta, Yusuf Usta ve Mahmut Usta’nın hatıraları, 2- Merhum Prof. Dr. Tarık Somer’in hatıraları, 3- Halen bugün yaşayan bir yengemizin geçmişi. 1.Akkışla’dan Arif Usta, Mehmet Usta, Yusuf Usta ve Mahmut Usta’nın Hatıraları O güzel günlerden birinci örneğim kendi kasabamdandır. 1915 yılı tehcir zamanında devlet nahiye köylere haber gönderir ki, demirci, kalaycı, terzi vb. sanatkârlara ihtiyacı olanlar bildirsinler. Nahiyemizin ileri gelenlerden Kaso Kahya’nın torunu Hacı Ali Kahya da bir arz-ı hal yazıp, iki kalaycı ve iki demirci ister. Arif Usta ve Hasan kalaycı olarak, Yusuf Usta ve onun amca oğlu (Manık) Mahmut Usta da demirci olarak gelirler. Sonra ailelerini de getirerek Akkışla’dan ev ve mal mülk alıp yerleşirler. Hacı Ali Kahya’nın oğlu harpte şehit olur. Üç yaşında Halil adında bir oğlu kalır. Arif Usta bu yetimi yanına alır ve onu yetiştirir. Onu kendi oğlu Mehmet’le Kur’an öğrenimine gönderir. Yusuf Usta ile Mahmut usta da Akkışla’da demirci dükkânı açıp Ali Efendi (Altunçelik) Emmi’yi yetiştirirler. Yusuf Usta’nın da Efendi adlı bir oğlu, Sultan adlı bir kızı olur. Bunlar sanatın yanında hayvancılık ile de uğraşırlarmış. Yaylalarımız da sürüleri yayılır imiş. Pek çok şey öğrenmişler ve öğretmişler. Caman dediğimiz acı yiyeceği, ilişki sucuk yapımını Akkışla’ya bunlar öğretmişler. Daha sonra devlet bunları toplamak istemiş ama tek kurtuluş, şivelerini belirtmeden Türkçe konuşmaktır. Onlar da bunu konuşup kalıyorlar. Daha sonra yani 1950’lerde Bünyan’a daha sonra da İstanbul’a göçüyorlar. Herkes bunların çok iyi komşuluğundan bahsediyorlar ve hatıralar anlatıyorlar. Şimdi kaza olan Akkışla’mız sel baskınına müsait bir yer imiş. Eskiden 1934’te çok büyük bir sel geliyor, evleri basıyor ve insanlar sele 285 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kapılıp gidiyor. Kanışeyh-Kanışıh seli derler. Hatta bir hanımın sele giden annesi için söylediği-yaktığı bir ağıt vardır. Şöyle diyor; Kanışığın kanlı seli Akar bulanı bulanı Sel içinde kalan anam Gider dolanı dolanı İşte selde pek çok ev harap oluyor. Ama kalaycı Arif Usta’nın evine giriyor fakat hiçbir eşyasına zarar vermiyor. Selden önce halkın pek çoğu Usta’ya; evini boşalt Usta dediklerinde onun verdiği cevap çok ilginçtir. Ben hiç kimsenin hakkını yemedim. Her şeyi alın terim ile kazandım. Bunu Allah biliyor. Benim evime zarar vermez diyor. Ustasının ölümünde onun yetiştirdiği Halil usta çok ağlıyor. Yediğim ekmek onun öğrettiği iledir diye başkalarının ne dediğine bakmıyor, ustası adına hatim okutuyor. Demirci Yusuf Usta da amca oğlu Mahmut Usta ile beraber uzun müddet çalışıp sonra Bünyan’a oradan da İstanbul’a göçmüşlerdir. Ben bunları gördüm. Akkışla’da demirci Ali Efendi Altunçelik’i onlar yetiştirmiştir. Bu ustamızdan da Akkışla’da anlatılan bir olay vardır. O da şöyledir: Halkımız onu çok sevmektedir. Zaman zaman ona bazıları şaka yoluyla da olsa neden Müslüman olmuyorsun sorusunu sormaktadırlar. O da şu cevabı vermektedir; sizler gibi Müslüman olmak istemem. İsmail Emmi ile hanımı Melek Bibi gibi de Müslüman olamam. Bu bahsettiği aile de ilçemizde tam bir Müslüman-Türk ailesiydiler. 2.Merhum Prof. Dr. Tarık Somer Hocanın Hatıraları Hocamız Develi-Everekli idi. Orada Ermeni vatandaşlarımızdan komşuları var imiş. Evlerinde kardeşçe iç içe yaşarlar imiş. Hatta hocamız tahsil için İstanbul’da bulundukları müddetçe, Develi’den göç etmiş eski Ermeni asıllı komşuları Kumkapı’da otururlar imiş. Hafta sonunda hocamızı mutlaka evlerine davet eder sizin annenizin bizde çok hakkı var diye ona sevdiği memleket yemeklerini yapar, çamaşırlarını alır, yıkar, kurutur ve ütüleyip verirler imiş. 286 Prof. Dr. Ahmet UĞUR Hocamızın ikinci güzel hatırası Amerika’da geçmiştir. Anlattığına göre, zannederim Chicago’da, hocam bir gün gezer iken bir hanım su ve meşrubat satıyor. Ama diyor, hanım bana hiç yabancı gelmedi. Giyinişi falan temiz fakat model bizim Develi modeli. İçimden geldi, ondan Hanımefendi ver şu Elbiz suyundan bir içeyim diye su istedim. Hanım her şeyi bırakıp vay benim memleketimin çocuğu diye boynuma sarıldı. Sohbet ettik, sordu soruşturdu. Sonunda bana oteller zinciri olan ve Kayseri’den göçen bir Ermeni tebaamızdan bahsetti ve mutlaka tanışmamı söyledi. Bir gün fırsat bulup gittim. Güzel ve genç bir bayan beni karşıladı. Kızı zannederek babası ile görüşmek istediğimi söyledim. O benim beyim dedi ve beni götürdü. Karşılaştığımda kendimi tanıttım. Öyle bir kucaklayıp boynuma sarıldı ki anlatamam. Başladı hatıralarını anlatmaya: Babası ile Kayseri ile Sivas arasında nakliyecilik yaparlarmış. Kayseri’de çıkan o büyük hadisede pek çok kişi gözaltına alınmış. Olaylar çok sıkı, kimse kimse ile görüştürülmüyor, fakat ben vardım zabıta müdürüne durumu anlatıp tutuklular ile görüşmek istediğimi arz ettim. Belimdeki tabancamı bile almadı. Bana görüş izni verdi. Görüştüm ve gerekeni yaptım. Ah o günler olmasaydı ben yine babamla nakliyecilik yapabilsem. Sahip olduğum otelleri vermeye hazırım diyor. 3. Nazar ve Arik Çalımlı Hatıraları Bu aile eskiden Yozgat-Çayıralan’a şimdi ise Gemerek-Yeniçubuğa bağlı Çat-Dendil köyünde yaşayıp evlenen bir çifttir. Mübadelede bu köyden bir kısmı gitmiş ama Arik Hanım’ı bu köyden bir Müslüman komşu alıp büyütmüş ve Nazar Bey’le evlendirmişler. Sanatı sıcak demirci imiş. Korucularla bazen döğüş bazen sulh ile ağaç keser ve kağnı tekerleri için asvut yapar, ona demir çember geçirir, yumurta kabuğu ile katranı karıştırır, o tekere sürer bir hafta sonra kullanmak için sahibine verirmiş. İlk bahar geldiğinde çevre köylere gider, onların tekerleklerini hazırlar, hayvanlarını nallar, hasta hayvanlarını tedavi edermiş. Yengemiz de babası ile gider onun körüğünü çeker harman zamanında gidip ücretini buğday ve arpa cinsinden toplar imiş. 1950’lerde Kayseri’ye gelip tavukçu mahallesine yerleşmişler. Nazar Bey burada da boş durmamış. Kayserili bir Müslüman tüccar ile Ala-Çatal dağdan bal getirir burada satarlar imiş. Bir gün yengem o baldan alıp 287 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yemek istemiş. Fakat babası Nazar Bey ortağımın haberi yok, haram olur diye vermemiş. Burada yani Kayseri’de olduğu halde ilkbaharda yine eski çalıştığı köylere hanımı ve kızı yengemiz ile gider, çalışırlar imiş. Köylülerle o kadar iyi geçinirlermiş. Ev kirası almadıkları gibi, yoğurt ve sütlerini eksik etmezlermiş. Hatta kış günleri oradan gelen bazı eski Müslüman komşuları bunlarda yatılı kalırlarmış. Yengem burada bir Müslüman ile evlenmek ister ve evlenir. Baba bir şey demez ve memnun olur. Sonra aile İstanbul’a göçer. Yenge burada kalır. Ama iki oğlu ve bir kızı da beraber gider. İstanbul’da Nazar Bey vefat eder. Ama aile bugün halen birbiriyle çok güzel ilişkidedirler. Ben Ermeni akrabalarımdan daima hürmet ve taktir gördüm. Hatta Akkışla’daki Yusuf Usta (Josef) taktir etti ve oğlu Mehmet kayınpederime benden için bunu İstanbul’a götürelim orada iyi iş yapar, canavar olur dedi. Ama bazı Müslüman komşularımız aman dikkatli ol dedi. 288 TOKAT’TA HUKUK ALANINDA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ (1770-1810) Doç. Dr. Ali AÇIKEL Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: [email protected]; Tel: 0 356 252 15 82-3231 Özet Osmanlı döneminde Tokat şehrinde Türk, Ermeni, Rum ve Musevî toplumları kendi mahallelerinde asırlarca bir arada yaşadılar. Dinî bakımdan bu topluluklar, Müslüman ve gayrimüslim olmak üzere iki gruba ayrılmaktaydı. Şehir nüfusunun dörtte üçünü, Müslüman Türkler, dörtte birini ise gayrimüslimler meydana getirmekteydi. Ayrıca şehir, 70 civarında mahalleye taksim edilmişti. Farklı dinlere mensup topluluklar, Tokat şehrinde ayrı mahallelerde oturmuş olmalarına rağmen birçok alanda ortak ilişkiler geliştirdiler. Özellikle hukukî alanda Müslüman ve gayrimüslimler şer’î hukuka tâbi oldular. Hukukla alâkalı meselelerini tek hakimli şer’iye mahkemesine götürerek çözüme ulaştırdılar. Mahkemeye getirilen bütün davalar, karara bağlanarak mahkeme defterine yani şer’iye siciline kaydedildi. Bu bildirimizde 1710–1810 yılları arasında Tokat şehrinde Türk-Ermeni ilişkilerinin hukukî yönünü ele alacağız. Çalışmamızın temel kaynağı, adı geçen dönemin Tokat şer’iye sicilleridir. Toplam 11 adet sicil defteri üzerinde yaptığımız taramada Ermenilerle ilgili yaklaşık 200 adet mahkeme kaydı tespit ettik. İncelememizde bu kayıtlar, analitik bir değerlendirmeye tâbi tutulacaktır. Ayrıca bildirimizde, Tokat kazası cizye defterleri ve konu ile alâkalı modern incelemelere müracaat edilecektir. Çalışmamızın amacı, Tokat’ta (Türk ve Ermeni toplumlarının geçmişte ne düzeyde yakın hukukî ilişkiler teşkil ettiklerini birinci elden kaynaklar yardımı ile ortaya koymaktır. Tokat şehrindeki durumun, Osmanlı Devleti genelinde bu iki toplumun hukukî ilişkilerini anlamaya katkı yapacağı muhakkaktır. Doç. Dr. Ali AÇIKEL Giriş Hukuk alanında Türk-Ermeni ilişkileri gerçekte Osmanlı öncesi devirlerde şekillenmişti. Bu ilişkiler altı asırlık Osmanlı döneminde daha kapsamlı ve daha yoğun olarak yaşanmıştır. Bu dönemde her iki toplumun hukukî ilişkileri genel olarak Müslim-gayrimüslim münasebetleri çerçevesi içinde ele alınmıştır1. Az sayıdaki bilimsel çalışmada Osmanlı Devleti’nde Ermenilerin durumu değerlendirilmiştir2. Bölgesel nitelikli Türk-Ermeni 1 2 Bu konuda kısa bir literatür için bkz. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul 1990; Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (18391914), Ankara 1989; T. Tankut Soykan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler, İstanbul 1999; Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukukî Durumları, Ankara 2001; Ali Özgökmen, Konya Şer’iye Sicilleri Işığında Müslim-Gayrimüslim Münasebetleri (1700-1800), Basılmamış Doktora Tezi, Konya 1996; Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Hukukî Statüsü”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, 11. Cilt, Ankara 2003, s.171187. Bahaeddin Yediyıldız, “XV-XIX. Yüzyıllarda Ermenilerin Türk Toplumu İçindeki Yeri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.141-147; Yücel Özkaya, “Arşiv Belgelerine Göre XVIII. ve XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin Durumu”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.149158; Burhan Göksel, “Meşrutiyet Öncesinde ve Sonrasına Ait Resmî Devlet Yayınlarına Göre Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.159-176; Yusuf Oğuzoğlu, “XVII. Yüzyılda Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Hakkında Bazı Bilgiler”, 293 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER hukukî münasebetleri hakkında ise akademik seviyede ciddi bir çalışma göze çarpmamaktadır3. Türk-Ermeni ilişkilerinin hukukî boyutu adı geçen çalışmalarla genel olarak ortaya konmuş olmakla birlikte, birkaç dinî topluluğun yan yana yaşadığı Osmanlı şehirlerinde gerçek durumun ne olduğu hususu tam olarak bilinmemektedir. Bölgesel farklılıkların bu iki topluluğun hukukî ilişkileri üzerinde etkili olup olmadığı sorusu cevap beklemektedir. Bu eksikliği ortadan kaldırmak için bireysel veya ekip halinde yapılacak çok sayıda bölgesel çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Bölgesel bir çalışma olarak bu bildiride, Osmanlı döneminde Türk, Ermeni, Rum ve Musevî toplulukların bir arada yaşadığı Tokat şehrinde 1770-1810 yılları arasında hukuk alanında Türk-Ermeni ilişkileri ele alınacaktır. Farklı dinlere mensup bu topluluklar, Tokat’ta genel olarak ayrı mahallelerde oturmuş olmalarına rağmen4 birçok alanda sıkı ilişkiler geliştirdiler. Özellikle hukuk alanında gayrimüslimlerin, istemeleri halinde kendi aralarındaki özel hukuka ait meselelerde şer’î hukuka tâbi olma hakları vardı. İslâm Hukuku’nu uygulayan Osmanlı Devleti’nde yaşayan ve bu devletin tebaası olan gayrimüslimler hukukî bakımdan zımmî statüsünde idiler. Devlet, zımmîlerin can ve mal dokunulmazlıkları ile din ve vicdan hürriyetlerini korumakla yükümlü bulunuyordu5. Zımmîler, özel hukukla alâkalı meselelerini çözmek için çoğu zaman tek hakimli şer’iye mahke- 3 4 5 Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.265-170. Bu sonuca, Türk-Ermeni ilişkileri hakkında yapılan çalışmaları derleyen bibliyografya kitaplarının gözden geçirilmesiyle ulaşılmıştır. Örneğin bkz. Erdal İlter, Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası, Ankara 2001. XV ve XVI. asrın mufassal tapu-tahrir defterlerinde Tokat’taki Müslüman ve gayrimüslim mahalleler hane reislerinin isimleriyle beraber ayrı ayrı kaydedilmiştir. Bkz. Ali Açıkel, Changes in Settlement Patterns, Population and Society in North Central Anatolia: A Case Study of the District (kaza) of Tokat (1574-1643), Basılmamış Doktora Tezi, Manchester Üniversitesi, İngiltere 1999, s.56-61, 276-282; Krş., Ahmet Şimşirgil, Osmanlı Taşra Teşkilâtında Tokat (1455-1574), Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1990, s.48-74. Ancak XVII ve XVIII. yüzyıllara ait cizye defterlerinde gayrimüslimlerin şehirdeki yaklaşık 60 civarındaki mahallede Müslümanlarla birlikte ikâmet ettikleri görülmektedir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Maliyeden Müdevver Tasnifi (MAD), No: 2533, s.29-55; No: 1293, s.40-54; No: 7328; BOA, Kamil Kepeci Tasnifi (KK) Cizye Defterleri, No: 3810, s.113-217. Bu durum, XVII. yüzyıldan itibaren Müslüman ve gayrimüslimlerin ikâmet yeri seçimi konusunda daha serbest olmaya başladıklarını göstermektedir. Bildirimizin birinci tablosunda yer alan mahallelere göre Ermenilerle ilgili şer‛î kayıtların dağılımı da bu hususu teyit etmektedir. İslâm hukuku ve Osmanlı Devleti’nde zımmîlerin hukuku statüleri hakkında özet bilgi için bkz. Bozkurt, a.g.e., s.7-8. 294 Doç. Dr. Ali AÇIKEL mesine müracaat ettiler. Kamu hukuku ile ilgili davalarını ise şer’î mahkemeye götürmek zorunda idiler. Mahkemeye getirilen bütün davalar, karara bağlanarak mahkeme defterine yani şer’iye sicillerine kaydedildi. Bu bildiride Tokat şehrinde Türk-Ermeni ilişkilerinin hukukî yönünü, adı geçen dönemin Tokat şer’iye sicillerinde kayıtlı davalara göre ele alacağız. Toplam 12 adet sicil defteri üzerinde yaptığımız taramada Ermenilerle ilgili yaklaşık 219 adet mahkeme kaydı tespit ettik. İncelememizde, bu kayıtlar sadece Türk-Ermeni hukukî ilişkileri açısından analitik bir değerlendirmeye tâbi tutulacaktır. Mahkemelerde davaların görülüş şekli, davaların içerikleri ve benzeri hususlar konumuzun dışında kalmaktadır. Ayrıca bildirimizde, Tokat kazası cizye defterleri ile konu ile alâkalı modern incelemelere müracaat edilecektir. Çalışmamızın amacı, Tokat’ta bu iki toplumun geçmişte ne düzeyde yakın hukukî ilişkiler içinde olduklarını birincil kaynaklar yardımı ile ortaya koymaktır. Tokat şehrindeki durum, Osmanlı Devleti genelindeki TürkErmeni hukukî münasebetlerini anlamaya katkı yapacağı muhakkaktır. 1. Tokat’ta Ermenilerin Gayrimüslimler İçindeki Nüfus Durumu XV ve XVI. asırlarda Tokat şehrinde gayrimüslimlerin toplam nüfus içindeki ortalama oranı yaklaşık % 35 civarındadır6. 1642’de 2 728 hanelik nüfus içinde yaklaşık 1 395 kişinin cizye mükellefi olduğu görülmektedir7. Bu devirlere ait kaynaklar gayrimüslim nüfus içinde Ermenilerin nüfus oranını ortaya koymaya imkân vermemektedir. XVII. yüzyılın ikinci yarısı ile XVIII. yüzyılda Tokat şehrinin nüfus durumu hakkında iki Batılı seyyahın kabaca verdiği sayısal veriler dışında elimizde yeterli kaynak mevcut değildir. Şehri 1701 yılında gezen Joseph P. De Tournefourt kent nüfusunu 20 000 Türk, 4 000 Ermeni, 300-400 Rum ailesi olmak üzere toplam 24 400 hane olarak kaydetmektedir8. XVIII. asrın sonlarında Tokat’a gelen İnciciyan ise şehir nüfusunu 13 200 Türk, 2 500 Ermeni ve 300 Rum hanesi olmak üzere toplam 16 000 hane olarak 6 7 8 Açıkel, a.g.t., s.74-79; Krş., Şimşirgil, a.g.t., s.74-80. Açıkel, a.g.t., s.79-83; Açıkel, “Tokat Örneğinde XVII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı Sosyal Yapısındaki Buhran”, Türkler, Editörler Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca, C.10, Ankara 2002, s.349-350. Joseph de Tournefort, Tournefort Seyahatnamesi, İkinci Kitap, Çeviren Teoman Tunçdoğan, İstanbul 2005, s.222. 295 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER vermektedir9. Ortalama hane büyüklüğü 5 kişi olarak hesap edildiğinde her iki seyyah tarafından verilen kent nüfusu 80 000 kişiyi aşacaktır ki bu rakam 1642 yılı nüfus rakamı (2 728 hane x 5 = 13 640 kişi) ile kıyaslandığında oldukça abartılı olduğu görülmektedir. 1690/1102 yılı cizye defterine göre, Tokat şehrinde 2 365 Ermeni, 105 Rum ve 84 Yahudi olmak üzere toplam 2 554 cizye mükellefi bulunmaktadır10. Bu rakamlar, bize Ermenilerin gayrimüslim nüfus içinde yaklaşık % 92’lik bir orana sahip olduklarını göstermektedir. Batılı seyyahların verdiği rakamlara göre de Ermeniler, gayrimüslim nüfus içinde büyük çoğunluğu teşkil etmektedir. 2. Şer’iye Sicillerinde Türk-Ermeni İlişkileri ile İlgili Mahkeme Kayıtları Bilindiği üzere, şer’iye sicilleri bir kaza bölgesindeki adlî meseleler ile sosyal, ekonomik, askerî ve idarî hususlarla ilgili kayıtları kapsamaktadır. Biz bu bildiride, 1770-1810 yılları arasında sadece adlî dava kayıtlarını gözden geçirerek tespit ettiğimiz toplam 219 adet dava kaydı çerçevesinde Tokat’ta Türk-Ermeni ilişkilerinin hukukî durumunu ortaya koymaya çalışacağız. Sicillerdeki gayrimüslimlere ait dava kayıtlarında davacı ve davacıların milliyetleri Rum milletinden veya Yahudi milletinden şeklinde nadiren belirtilmiştir. Bu durum, milliyet ifadesinin sadece Tokat’ta nüfus itibariyle az sayıda bulunan Rum ve Yahudiler ile ilgili dava kayıtlarında yazıldığı intibaını vermektedir. Bu yüzden çalışmamız için Ermenilerle ilgili dava kayıtlarını sicillerden seçerken daha çok Ermeniler tarafından kullanılan davacı ve davalı isimlerini esas aldık. Bu kayıtların Tokat şehri mahallelerine göre dağılımı aşağıda Tablo 1’de verilmiştir. 9 Sevgi Aktüre, 19. Yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti Mekânsal Yapı Çözümlemesi, Ankara 1978, s.153. 10 BOA, KK, No: 3810, s.113-217. 296 Doç. Dr. Ali AÇIKEL Tablo 1. Türk-Ermeni hukukî ilişkilerine dair kayıtlarının mahallere göre dağılımı (1770-1810) S. no Mahalle adı Kayıt adedi S. no Mahalle adı Kayıt adedi 1 Akdeğirmen 6 24 Meydan 6 2 Beğbağı 1 25 Mihmad Hacib 4 3 Çahkenli 1 26 Rüstem Çelebi 2 4 Cami-i kebir 4 27 Sabunhane 1 5 Çay-ı zımmî 2 28 Semerkandi 4 6 Cedid 7 29 Seyfeddin 1 7 Cemaleddin 2 30 Simavon Keşiş 3 8 Çilehane 12 31 Siyahpuş 2 9 Dere 13 32 Soğukpınar 5 10 Dıraz-ı Gebran 3 33 Soğukpınar-ı Müslim 11 Dıraz-ı Müslim 1 34 Şucaeddin 1 12 Gaybi 2 35 Taş Han 2 13 Güzelaşçı 4 36 Taşnerdiban 2 14 Hacı İbrahim 1 37 Terbiye-i kebir 2 15 Halid 4 38 Veled-i Ayas 2 16 Hoca Ahmet 13 39 Yar Ahmet 12 17 Hoca İbrahim 1 40 Yaşmeydan 11 18 Horuş 4 41 Yazıcık 1 19 İçmesu 3 42 Zaim 4 20 İvaz Paşa 1 43 Zilli Hacı 2 21 Kabe Mescidi 14 44 Tokat kazası (köyler) 2 22 Kaya 1 45 Tokat kazası dışından) 3 23 Menice 11 46 Mahallesi verilmeyen 11 Toplam 111 Toplam 25 108 Yukarıda Tablo 1’de verilen sayısal verilerden 1770-1810 yılları arasında Ermenilerin Tokat’ta yaklaşık 43 mahallede yaşadıkları ve hukukî meseleleri nedeniyle şer’î mahkemeye müracaat ettikleri anlaşılmaktadır. 297 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermenilerle ilgili şer’î dava kayıtlarının büyük bir çoğunluğu özel hukuk alanı ile ilgilidir. Sadece ceza ve malî hukuk dalları devlet hukuku alanına düşmektedir. Bu durum aşağıda Tablo 2’de verilen sayısal verilerden açıkça görülmektedir. Tablo 2. Türk-Ermeni hukukî ilişkilerine dair mahkeme kayıtlarının dağılımı (1770-1810) Hukuk dalları Özel Hukuk Kamu Hukuku Dava kaydı sayısı Yüzde (%) Aile hukuku 86 39.26 Miras Hukuku 32 14.61 Eşya Hukuku 11 5.02 Borçlar Hukuku 38 17.35 Ticaret Hukuku 41 18.72 Ceza Hukuku 8 3.65 Malî Hukuk 3 1.36 219 100 Toplam Tablo 2’de verilen hukuk dalları arasında dava sayısı bakımından aile hukuku kayıtları ilk sırada gelmektedir. Aile hukuku ile ilgili dava kayıtları evlenme (2 adet), boşanma (1 adet), kayyımlık (10 adet), küçüklere nafaka ve elbise tayini (24 adet), nezaret (2 adet) ve vesayet (47 adet) konularını kapsamaktadır. Bu hukuk dalındaki dava kayıtlarının toplamı 86 olup bu rakam bütün kayıtlar içinde % 39.26’lık bir orana tekabül etmektedir. Tokat şer’iye sicillerinde aile hukuku ile alâkalı davalardan sonra en fazla ticaret hukukuna dair dava kayıtlarına rastlanmaktadır. Ticaret hukuku ile alâkalı davalar, esnaflık (2 adet), gayrimenkûl satışı (37 adet) ve şirket akti (2 adet) konularını ihtiva etmektedir. Bu hukuk dalındaki dava kayıtlarının toplamı 41’dir. Bu toplam, bütün kayıtlar içinde % 18.72’lik bir orana tekabül etmektedir. Aynı sicillerde ticaret hukuku ile alâkalı davalardan sonra en fazla borçlar hukukuna dair dava kayıtlarına rastlanmaktadır. Borçlar hukuku ile alâkalı davalar alacak-verecek (29 adet), ücret talebi (1 adet) ve alacak vekâleti (8 adet) konularında yoğunlaşmaktadır. Bu hukuk dalına dair 298 Doç. Dr. Ali AÇIKEL tespit ettiğimiz dava kayıtlarının toplamı 38’dir ki bu sayı, bütün kayıtlar içinde % 17.35’lik bir oranı göstermektedir. Yukarıda verdiğimiz hukuk dalları ile ilgili dava kayıtlarını sırasıyla miras hukuku davaları (32 adet), eşya hukuku davaları (11 adet), ceza hukuku davaları (8 adet) ve malî hukuk davaları (3 adet) izlemektedir. Bu hukuk dalları ile alâkalı dava kayıtlarının bütün kayıtlar içindeki yüzdeleri ise sırasıyla şöyledir: % 14.61, % 5.02, % 3.65 ve % 1.36. 3. Hukuk Dallarına Göre Türk-Ermeni İlişkileri Tokat şer’iye sicillerinde 1770-1810 yılları arasında Ermenilerle ilgili mevcut olan dava kayıtlarının kabaca hukuk dalları bakımından dağılımını verdikten sonra, şimdi de her bir hukuk dalı açısından Türk-Ermeni ilişkilerini ele alacağız. A. Aile Hukuku Açısından Aile hukuku, günümüzde özel hukuk içinde medenî hukukun önemli bir dalı olup toplumda aile kurumunu düzenlemektedir11. Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler yargı serbestiyeti dolayısı ile aile hukuku alanında kendi dinî hukuklarına tâbi olmuşlardır. Evlenme, boşanma, çeyiz, mehir, nafaka, vasi ve kayyım tayini gibi konular dinî ahkâmdan sayılmış ve din adamları kendilerine verilen beratlarla bu konularda kendi dinî kurallarını uygulamaya yetkili kılınmıştır12. Bu nedenle, Ermeniler dâhil bütün gayrimüslimler kendi aralarında aile hukuku ile ilgili hususlar için kendi dinî cemaat mahkemelerine müracaat etmişlerdir. Ancak gayrimüslimler dilerlerse şer’iye mahkemelerine de başvurabilirlerdi. Şer’iye sicillerindeki örnekler, onların aile hukukuna dair problemlerini zaman zaman şer’iye mahkemesine götürdüklerini göstermektedir13. Osmanlı döneminde Tokat’ta yaşamış olan gayrimüslimler de çoğu zaman aile hukukuna dair meselelerini şer’iye mahkemesine taşımışlardır. Aşağıda Tablo 3’ten de görüleceği üzere, incelediğimiz dönemde Ermenilerle ilgili aile hukuku açısından elimizde toplam 86 adet dava kaydı 11 Şanal Görgün, Hukukun Temel Kavramları, Ankara 1994, s.62. 12 Bozkurt, a.g.e., s.14; Ercan, a.g.e., s.203-204; Soykan, a.g.e., s.108-109. 13 Bu konudaki örnekler için bkz. Akyılmaz, a.g.m., s.176; Ercan, a.g.e., s.205. 299 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bulunmaktadır. Bu kayıtlar içinde % 54.65’lik oranla vasi tayini kayıtları14 birinci, % 27.90’lık nispetle nafaka ve elbise tayini kayıtları15 ikinci, % 11.62’lik oranla kayyımlık kayıtları16 üçüncü sırada yer almaktadır. Diğer dava kayıtları17 ise % 1 ile % 3’lük oranlar arasında sıralanmaktadır. Rakam ve yüzdelerin bu şekildeki dağılımından Ermenilerin aile hukuku alanında en fazla bakıma muhtaç küçük çocuklarına vasi tayini ile günlük nafaka ve elbise ücreti taktiri için şer’î mahkemeye başvurduklarını anlaşılmaktadır. Tablo 3. Aile hukuku ile ilgili dava kayıtlarının dağılımı (1770-1810) Dava konusu Dava kaydı sayısı Yüzde (%) Nikâh (evlenme) 2 2.32 Talak (boşanma) 1 1.16 Kayyımlık 10 11.62 Nafaka ve kisve tayini 24 27.90 Nezaret 2 2.32 Vesayet 47 54.65 Toplam 86 100 14 Tokat Şer’iye Sicili, Defter No: 1, Sayfa No: 7, Hüküm No: 3 (TŞS, 1-7/3 şeklinde verilecektir), Defter No: 1, Belge No: 7/3, 10/2, 13/2, 22/2, 51/2, 52/3, 57/1, 57/2; Defter No: 2, Belge No: 237/4, 284/3; Defter No: 3, Belge No: 136/2, 147/1, 154/3, 158/1, 169/3; Defter No: 4, Belge No: 153/3, 172/3, 187/2, 192/2, 193/1; Defter No: 5, Belge No: 190/3, 191/3, 193/1, 195/3, 196/1, 197/1; Defter No: 6, Belge No: 19/1, 29/1, 34/3; Defter No: 7, Belge No: 166/3, 184/2; Defter No: 8, Bege No: 132/3, 159/1, 170/3; Defter No: 9, Belge No: 139/1, 153/5, 158/1, 172/3; Defter No: 10, Belge No: 132/2, 159/2; Defter No: 11, 175/3, 176/2, 186/3, 187/2, 149/2, 173/2, 174/1. 15 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 8/1, 13/1; Defter No: 2, Belge No: 242/1, 262/1, 283/1, 194/2; Defter No: 3, Belge No: 123/1, 129/3, 153/1; Defter No: 4, Belge No: 174/2, 189/2; Defter No: 5, Belge No: 166/2, 198/2; Defter No: 6, 30/2; Defter No: 8, Belge No: 143/2, 171/1; Defter No: 9, Belge No: 139/2, 151/1, 164/1; Defter No: 10, Belge No: 132/3; Defter No: 11, Belge No: 150/1, 154/2, 159/1, 159/2. 16 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 18/1; Defter No: 2, Belge No: 235/2, 236/3; Defter No: 3, Belge No: 137/2; Defter No: 4, Belge No: 150/2; Defter No: 5, Belge No: 198/2; Defter No: 8, Belge No: 163/3; Defter No: 9, Belge No: 143/3; Defter No: 10, Belge No: 137/1; Defter No: 11, Belge No: 153/2. 17 Evlenme kayıtları için bkz. TŞS, Defter No: 2, Belge No: 209/2, Defter No: 7, Belge No: 162/3. Boşanma kaydı için bkz. TŞS, Defter No: 2, Belge No: 205/2. Nezaret kayıtları için bkz. TŞS, Defter No: 1, Belge No: 51/1; Defter No: 3, Belge No: 135/1. 300 Doç. Dr. Ali AÇIKEL Ermenilerin aile hukuku ile ilgili davalarında Türk-Ermeni ilişkilerini yansıtan uygulamalar görülmektedir. İlk olarak, aile hukuku davalarında şahit olarak mahkemede hazır bulunan şahitlerin büyük çoğunluğu Türklerden meydana gelmektedir. Bu durumu istatistiksel olarak ifade etmek gerekirse, toplam 86 aile hukuku davasından 60’ında sadece Müslüman şahitler, 20’sinde gayrimüslim şahitler, kalan 6’sında ise Müslüman ve gayrimüslim şahitler birlikte mahkemede hazır bulunmuşlardır. Bu davaların tamamında ise 279 Müslüman ve 85 gayrimüslim olmak üzere toplam 364 şahidin ismi kayda geçmiştir. Gayrimüslim şahitlerin isimlerinden bunların büyük çoğunluğunun Ermeni olduğu anlaşılmaktadır. İkinci olarak, çok az da olsa ölen bazı Ermenilerin mallarını korumak amacıyla şer’î mahkeme tarafından Müslümanların kayyım tayin edildiği görülmektedir. Meselâ, 4 Rebiyülahir 1214/5 Eylül 1799 tarihli bir dava kaydında, Filibeli olup Tokat’ta Taşhan’da misafir olarak kalmaktayken firar ve kayboldukları anlaşılan Tunru(?) ve Togayut(?)’un müştereken paylaştıkları han odasındaki eşyalarının yok olacağı endişesiyle mahkemece çarşıda sattırıldığı ve ücretinin muhafazası için Esseyyid El-hac Osman Ağa bin Numan’ın kayyım tayin edildiği belirtilmektedir18. Son olarak, yine çok az da olsa iş için başka bir yere giden Ermeniler, eşlerinin günlük nafakalarını karşılamak üzere Müslüman tanıdıklarını kefil göstermişlerdir. Bu hususla ilgili 3 Rebiyülevvel 1213/15 Ağustos 1798 tarihli bir dava kaydına göre, Sultan veledi Mardoros, Mustafa bin Halil üzerine dava açıp bundan 4 sene önce kocası Boros veledi Kokas başka bir diyara giderken işbu Mustafa’nın günlük nafakasına kefil olduğunu fakat nafakayı kendisine ödemekten imtina ettiğine dair şikâyette bulunmuştur. Mustafa cevabında, davacının günlük nafakasına kefil olduğunu ikrar lâkin adı geçen tarihten iki sene sonra kocasının davacı Sultan’ı boşamış olduğundan kefaletinin düştüğünü söylemiş ve bu iddiasını 2 gayrimüslim şahitle de ispat etmiştir. Mahkeme, Mustafa’nın suçsuzluğuna, davacı Sultan’ın ise başkasıyla evlenmesine izin verilmesine hükmetmiştir19. Aile hukuku konularında bazı Ermenilerin şer’î mahkemeyi tercih etmeleri, Türklerin onların davalarında şahitlik etmeleri ve nadiren de olsa kefil ve kayyım tayin edilmeleri, bu iki toplum arasındaki iyi komşuluk ilişkilerini ortaya koymaktadır. 18 TŞS, Defter No: 5, Belge No: 198/2. 19 TŞS, Defter No: 3, Belge No: 129/3. 301 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER B. Miras Hukuku Açısından Miras hukuku, gerçek kişinin ölümünden sonra bunun mal varlığının (mamelek veya tereke) hukukî akıbetini düzenler ve kişinin ölümünden sonraki dönemde, mülkiyet hakkının değişik bir boyutunu ele alır20. Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin kendi aralarındaki miras meseleleri, aile hukuklarında olduğu gibi, genel olarak mensup oldukları dinin kurallarına göre cemaatlerinin din adamları tarafından halledilmiştir21. Ancak istemeleri durumunda mirasla ilgili konularda şer’iye mahkemelerine de müracaat etmişlerdir22. Osmanlı devrinde Tokat’ta yaşamış olan gayrimüslimler de çoğu zaman aile hukuklarında olduğu gibi miras hukukuna dair meselelerini şer’iye mahkemesinde çözdürmüşlerdir. İncelediğimiz dönemde Ermenilerle ilgili miras hukuku açısından elimizde toplam 32 adet dava kaydı23 bulunmaktadır. Bu kayıtlarla birlikte şer’iye sicillerindeki gayrimüslim tereke kayıtları dikkatli bir şekilde incelendiğinde, Ermeni miras davalarının İslâm miras hukuku (feraiz) esaslarına göre sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır. Tokat’ta Ermeni halkın miras hukuku ile ilgili dava kayıtlarında TürkErmeni ilişkilerini yansıtan uygulamalar bakımından üzerinde durulması gereken en önemli husus, davalarda şahit olarak mahkemede hazır bulunanların büyük çoğunluğunun Müslüman Türklerden meydana gelmesidir. Bu durumu istatistiksel olarak ifade etmek gerekirse, toplam 32 miras hukuku davasından 21’inde sadece Müslüman şahitler, 2’sinde gayrimüslim şahitler, kalan 9’unda ise Müslüman ve gayrimüslim şahitler birlikte şahit olarak yazılmışlardır. Bu davaların tamamında ise 184 Müslüman ve 45 gayrimüslim olmak üzere toplam 229 şahidin ismi kayda geçmiştir. Gayrimüslim şahitlerin isimlerinden bunların büyük çoğunluğunun Ermeni asıllı olduğu anlaşılmaktadır. Yine bazı miras davalarında davacı veya davalıdan iddiasını ispat etmek için şahit talep edildiğinde genelde iki veya üç gayrimüslimi, bazen 20 21 22 23 Görgün, a.g.e., s.69. Bozkurt, a.g.e., s.15; Ercan, a.g.e., s.206; Soykan, a.g.e., s.117. Bu konuda birkaç örnek için bkz. Akyılmaz, a.g.m., s.176-177. TŞS, Defter No: 1, Belge No: 19/1, 58/1, 63/3, Defter No: 2, Belge No: 193/1, 196/1, 216/1, 231/4, 236/4, 244/2, 250/1, 257/1, 263/2, 274/3, 290/1, 293/2, 294/1; Defter No: 3, Belge No: 135/3, 138/3, 158/2; Defter No: 4, Belge No: 166/2; Defter No: 5, Belge No: 178/1; Defter No: 6, Belge No: 24/2; Defter No: 7, Belge No: 158/2, 163/2, 167/2; Defter No: 8, Belge No: 132/1, 179/1; Defter No: 10, Belge No: 146/3; Defter No: 11, Belge No: 183/2; Defter No: 12, Belge No: 138/1, 138/3, 149/2; 302 Doç. Dr. Ali AÇIKEL iki Müslüman kişiyi, bazen de bir Müslüman ve bir gayrimüslimi şahit gösterdikleri ve bu şahitlerin mahkemede şahitliklerine başvurulduğu görülmektedir. Meselâ, 24 Zilhicce 1211/20 Haziran 1797 tarihli bir miras davasında, Artin veledi Bünyad öldüğünde mirası zevcesi Anna binti Mıgırdıç ile halası Saher binti Artin’e kalmıştır. Saher’in küçük oğlu Davit, Anna’nın erkek kardeşi Ovannes veledi Mıgırdıç’a miras davası açmıştır. Mahkemede daha önce ölmüş olan Artin’in terekesinden 800 kuruş kıymetli mütenevvi eşyanın Ovannes’in kız kardeşi Anna’nın zimmetinde kaldığını ve annesi Saher’in bu eşyadan ırsî hissesini alamadan öldüğünü, daha sonra Anna’nın da ölmüş olması dolayısıyla Ovannes’in kız kardeşinin mevcut varisi ve kendisi de annesi Saher’in mevcut varisi olduğu ecilden mezkûr eşyadan ırsî hissesini talep etmiştir. Ovannes cevabında, davacı Davit’in verasetini ikrarla ölen Artin’in terekesini taksim eylediklerinde Saher’in ırsî hissesini kız kardeşi Anna’dan aldığını iddia etmesi üzerine kendisinden iddiasını şahitle ispat etmesi istenmiştir. O da adaletli ve hür bir Müslüman ile bir zımmî kişinin şahadetleriyle iddiasını ispat etmiş ve hâkim lehine hüküm vermiştir24. Miras hukuku konularında da bazı Ermenilerin şer’î mahkemeyi tercih etmeleri ve bazı Türklerin onların davalarında şahitlik yapmaları, bu iki toplum arasındaki iyi komşuluk ilişkilerini ortaya koymaktadır. C. Eşya Hukuku Açısından Eşya hukuku, gerçek ve tüzel kişilerin maddî mallar üzerindeki haklarını, yetkilerini ve tasarruflarını ve bu kişilerin malları dolayısıyla diğer kişilerle olan ilişkilerini düzenlemektedir. Maddî mallar üzerindeki en kapsamlı hak, mülkiyet hakkıdır. Mülk sahibi, taşınır (menkûl) ve taşınmaz (gayrimenkûl) malı üzerinde kanunların koyduğu sınırlar çerçevesinde serbestçe mülkiyet hakkını kullanır25. Osmanlı Devleti’nde Müslüman ve gayrimüslim halk mirî (devlete ait) arazide sadece tasarruf hakkına sahiptiler. Mülk arazi kapsamı altında bulunan bağ, bahçe ve arsalarda hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler mülkiyet haklarını kullanmakta idiler26. 24 TŞS, Defter No: 2, Belge No: 216/1. Diğer örnek kayıtlar için bkz. TŞS, Defter No: 2, Belge No: 196/1; Defter No: 12, Belge No: 149/2. 25 Görgün, a.g.e., s.71. 26 Mirî ve mülk arazi hakkında daha kapsamlı bilgi için bkz. Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, İstanbul 1985, s.22-28, 45 vd. 303 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, kendi aralarındaki mülkiyet davalarının bir kısmı ile Müslümanlarla olan mülkiyet davalarının tamamını, diğer medenî hukuk dallarında olduğu gibi, şer’iye mahkemelerine götürmüşlerdir. Aynı şekilde, bu devirde Tokat’ta yaşamış olan Rum, Ermeni ve Yahudiler kendi aralarındaki eşya hukuku ile ilgili meselelerin bir bölümünü, Müslümanlara olan davaların tamamını şer’iye mahkemesinde çözdürmüşlerdir. 1770-1810 yılları arasında Ermenilerle ilgili eşya hukuku açısından elimizde toplam 11 adet dava kaydı27 bulunmaktadır. Bu dava kayıtlarını dikkatli bir şekilde incelediğimizde, bunlarda Türk-Ermeni ilişkilerini yansıtan uygulamalar göze çarpmaktadır. Bu bakımından ilk olarak, davalarda şahit olarak mahkemede hazır bulunanların büyük çoğunluğunun Müslüman Türklerden meydana geldiği görülmektedir. Bu durumu istatistiksel olarak ifade etmek gerekirse, toplam 11 eşya hukuku davasından 7’sinde sadece Müslümanlar, kalan 4’ünde ise Müslüman ve gayrimüslimler birlikte şahit olarak yazılmışlardır. Bu davaların tamamında ise 54 Müslüman ve 15 gayrimüslim olmak üzere toplam 69 şahidin ismi kayda geçmiştir. Yine bazı eşya hukuku davalarında davacı veya davalıdan iddiasını şahitlerle ispat etmesi istenildiğinde genelde iki veya üç gayrimüslimi, bazen iki Müslüman kişiyi, bazen de bir Müslüman ve bir gayrimüslimi şahit gösterdikleri ve bu şahitlerin mahkemede şahitlik yaptıkları anlaşılmaktadır. Örneğin 2 Recep 1216/8 Kasım 1801 tarihli bir davada, Nikola veledi Asador, daha önce kaybettiği merkebini Niksarlı Haçador veledi Simon’un alıkoyması sebebi ile şikâyetçi olmuştur. Haçador cevabında, davacının iddia eylediği merkebi 20 gün önce Canbaz Sarı Mehmed’den 22 kuruşa satın aldığını ve davacının mülkü olduğunu bilmediğini ifade etmiştir. Bunun üzerine davacı Nikola’dan davasını ispat için şahit istenmiştir. O da 2 Müslümanı şahit olarak bildirmiştir. Şahitlerin lehine şahadet etmesi ve Nikola’nın İsa (as) ve İncil üzerine yemin içmesi üzerine merkebin kendisine verilmesine hüküm verilmiştir28. Diğer taraftan az da olsa Tokat’ta Türklerle Ermeniler arasında mülkiyet haklarına müdahale ile ilgili davalar vuku bulmuştur. Bu bakımdan incelediğimiz döneme ait elimizde bir adet kayıt bulunmaktadır. 27 Safer 1221/16 Mayıs 1806 tarihli bir dava kaydına göre, Hoca Ahmet mahalle27 TŞS, Defter No: 2, Belge No: 206/2, 212/1, 214/3; Defter No: 4, Belge No: 169/2; Defter No: 5, Belge No: 165/1; Defter No: 7, Belge No: 178/1; Defter No: 8, Belge No: 137/1, 147/1; Defter No: 10, Belge No: 156/4; Defter No: 11, Belge No: 159/3, 160/1. 28 TŞS, Defter No: 7, Belge No: 178/1. Müslüman şahit dinlenmesi ile ilgili bir diğer örnek için bkz. TŞS, Defter No: 10, Belge No: 156/4. 304 Doç. Dr. Ali AÇIKEL sinden ölen Uğlik’in mirası zevcesi Maryem ve oğulları Kirkor ve Asadır’a intikal etmiştir. Varislerden Kirkor, ölen Uğlik’den müntakil bir kıt’a bağı Ahmet bin Mehmed’in gereksiz yere zapt ve tasarruf etmesi sebebiyle mahkemede dava açmıştır. Ahmet cevabında, adı geçen bağı Ohannes’ten satın aldığını söylemiştir. Hâkim, davacıdan iddiasını ispat için şahit talep etmiş, o da mahkemeye 2 Müslüman şahit getirmiştir. Şahitlerin davacı lehine şahadetleriyle bağdan Ahmet’in el çekmesine hüküm verilmiştir29. Eşya hukuku davaları ile ilgili verilen bu bilgilerden bazı Ermenilerin eşya hukuku davaları için şer’î mahkemeyi tercih ettikleri ve Müslüman Türklerin onların davalarında şahitlik yaptıkları açıkça anlaşılmaktadır. Bu durum, iki toplum arasındaki iyi komşuluk ilişkilerinin varlığını ortaya koymaktadır. D. Borçlar Hukuku Açısından Borçlar hukuku, kişiler arasındaki ilişkilerden doğan borç ve alacakları düzenleyen bir medenî hukuk dalıdır. Borç ve alacaklar, hukukî işlemler (akit ve sözleşmeler), haksız fiiller (kanuna aykırı veya sözleşmeye aykırı davranışlar) ve sebepsiz kazanç elde etmeden doğarlar30. Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, kendi aralarında borçlar hukuku açısından tam bir serbestliğe sahiptiler. Ancak Müslümanlarla girdikleri borç ilişkilerinde domuz eti, şarap, Müslüman köle satışı ve benzeri konularda kısıtlamaya tâbi idiler. Müslümanlarla bu mallara ilişkin sözleşme yapamazlar veya faiz şartı koyamazlar, Müslüman köle satın alamazlardı31. Bu kısıtlamalar, aynı şekilde, bu devirde Tokat’ta mevcut olan Rum, Ermeni ve Yahudilerin Müslümanlarla olan borç ve alacak ilişkilerinde de geçerli olmuştur. 1770-1810 yılları arasında Ermenilerin kendi aralarında, onlar ve diğer gayrimüslimler ve Müslümanlar arasında borçlar ve kredi ilişkileri ile ilgili elimizde toplam 38 adet dava kaydı bulunmaktadır. Daha önce belirtildiği üzere, bunların 30 adedi borç-alacak davası32, kalan 8 adedi de 29 30 31 32 TŞS, Defter No: 10, Belge No: 156/4. Görgün, a.g.e., s.73-76. Bozkurt, a.g.e., s.16. TŞS, Defter No: 1, Belge No: 73/1, 10/2; 22/3, 41/1, 48/2, 63/2, 94/2; Defter No: 2, Belge No: 197/1, 200/1, 207/1, 232/3, 268/3; Defter No: 3, Belge No: 137/1; Defter No: 4, Belge No: 161/3, 168/3, 185/1, 153/1; Defter No: 5, Belge No: 196/3; Defter No: 7, Belge No: 173/2, 174/1, 184/3, 194/2; Defter No: 11, Belge No: 145/2, 148/2; Defter No: 12, Belge No: 123/1, 135/1. 305 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER alacaklarını tahsile şahsen muktedir olamayanlara mahkemece vekil tayini33 ile alâkalıdır. Bu dava kayıtlarında Türk-Ermeni ilişkilerini yansıtan uygulamalar göze çarpmaktadır. İlk olarak, oldukça az sayıda borç ve alacak davalarında davacı ve davalı olarak Türkler ve Ermeniler şer’î mahkemeye müracaat etmiştir. Bu bakımdan elimizde sadece iki dava kaydı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Evâhir-i Ramazan 1186/16-26 Aralık 1772 tarihli dava kaydıdır. Buna göre, Anastas veledi Uğurlu’nun ölümü ile mirası eşi Sofiya binti Uyan, ana-baba bir erkek kardeşi oğlu İsayi veledi Sefer ve ana-baba bir kız kardeşi Nazlı’ya kalmıştır. Varislerden İsayi ve Nazlı mahkemede ölen Anastas’ın çuka satışından Ömer Çelebi bin Ahmet’de kalan 621 kuruş alacağının kendilerine ödenmesi için dava açmışlardır. Ömer Çelebi cevabında, 621 kuruş borcunu kabul lâkin daha sonra 567 kuruşu daha Anastas hayatta iken ödediğini ve geriye 54 kuruş borcu kaldığını beyan etmiş ve iddiasını ispat için de Molla Ahmet bin Abdurrahman ve Mehmed Beşe bin Ali’yi şahit tutmuştur. Şahitlerin davalı lehine şahadetleriyle sadece 54 kuruş borcu olduğu anlaşıldığından bu borcun davacılara ödenmesi hükme bağlanmıştır34. 11 Muharrem 1186/14 Nisan 1772 tarihli diğer kayıtta, Yani veledi Nikola isimli Ermeninin Ali bin Ahmet’den ham bakır alıp sonra zarar etmesi üzerine davacı olduğu ancak mahkemede haksız çıktığı görülmektedir35. İkinci olarak, Ermenilerin borç ve alacak davalarında oldukça az sayıda Müslüman Türk, Ermeni müvekkili adına vekâleten şer’î mahkemede hazır bulunmuştur. Bu bakımdan elimizde sadece bir dava kaydı bulunmaktadır. 17 Zilhicce 1213/22 Mayıs 1779 tarihli dava kaydına göre, Veled Ayas mahallesinden İstefan Keşiş veledi Malkon, 2 gayrimüslimin şahadetleriyle Esseyyid Ali bin Hasan’ı Artin veledi Avan’dan 1 adet ev ve 37 kuruş alacağı için mahkemede dava açmaya vekil tayin etmiştir. Esseyyid Ali bin Hasan vekil olarak dava açtıktan sonra alacaklı ile borçlu arasında 20 kuruşa anlaşma sağlanmış ve husus mahkemece tasdik edilerek kayda geçirilmiştir36. Üçüncü ve son olarak, Ermenilerin borç ve alacak davalarında şahit olarak mahkemede hazır bulunan şahitlerin büyük çoğunluğunun Müslü33 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 22/2, 38/2; Defter No: 2, Belge No: 295/1; Defter No: 5, Belge No: 189/1; Defter No: 6, Belge No: 19/3, 23/2; Defter No: 9, Belge No: 140/4, 141/3. 34 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 73/1. 35 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 32/1. 36 TŞS, Defter No: 4, Belge No: 153/1. 306 Doç. Dr. Ali AÇIKEL man Türklerden meydana geldiği görülmektedir. Bu durumu istatistiksel olarak ifade etmek gerekirse, toplam 38 borçlar hukuku davasından 27’sinde sadece Müslümanlar, 7’sinde Müslüman ve gayrimüslimler birlikte, kalan 4’ünde ise sadece gayrimüslimler şahit olarak yazılmışlardır. Bu davaların tamamında ise 186 Müslüman ve 37 gayrimüslim olmak üzere toplam 223 şahidin ismi kayda geçmiştir. Gayrimüslim şahitlerin isimlerinden bunların büyük çoğunluğunun Ermeni adları taşıdıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca bazı borçlar hukuku davalarında davacı veya davalıdan iddiasını şahitlerle ispat etmesi istenildiğinde genelde iki veya üç gayrimüslimi, bazen iki (veya dört) Müslümanı, bazen de bir Müslüman ve bir gayrimüslimi şahit gösterdikleri ve bu şahitlerin mahkemede şahitlik yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu bakımdan elimizde 3 adet dava kaydı bulunmaktadır37. Örneğin, 5 Safer 1212/30 Temmuz 1797 tarihli bir davaya göre, İçmesu mahallesinden Bogos veledi Ohannes, Karabet veledi Andon’a 67 batman 4 vukıyye bakır satıp bedeli olan 372 kuruş alacağı için mahkemeye başvurmuştur. Mahkemede davalı inkâr ettiğinden hâkim davacıdan iddiasını ispat için şahit talep etmiştir. Davacı Müslümanlardan Osman bin Ömer ile zımmîlerden Mikail veledi Osib’i şahit göstermiştir. Bu iki şahidin davacı lehine şahitlik etmeleri ile dava, davacı Bogos’un lehine sonuçlanmıştır38. Borçlar hukuku davalarıyla ilgili verilen bu bilgilerden bazı Ermenilerin şer’î mahkemeyi tercih ettikleri, Türkler ile borç ve alacak ilişkisine girdikleri, az da olsa borçlar hukuku ile ilgili davalarında Türkleri kendilerine vekil yaptıkları ve Türklerin onların davalarında şahitlik yaptıkları açıkça anlaşılmaktadır. Bu durum, iki toplumun bireyleri arasındaki karşılıklı güvenin varlığını ortaya koymaktadır. E. Ticaret Hukuku Açısından Özel hukuk içinde medenî hukukun bir dalı olan ticaret hukuku, kişiler arasındaki ilişkilerden doğan borç ve alacaklarla ilgilenen borçlar hukukundan daha geniş olup genel anlamda ticarî işlerde ve işletmelerde uygulanan kuralları düzenlemektedir39. Osmanlı Devleti’nde cari olan İslâm Hukuku’nun gereği olarak gayrimüslimler, kendi aralarında ticaret hukuku açısından tam bir serbestliğe sahiptiler. Aralarında aktettikleri ticarî sözleş37 Bkz. TŞS, Defter No: 1, Belge No: 73/1; Defter No: 2, Belge No: 207/1; Defter No: 7, Belge No: 173/2. 38 TŞS, Defter No: 2, Belge No: 207/1. 39 Görgün, a.g.e., s.79. 307 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER melerde şer’î hukuk kurallarına tâbi değildiler. Ama istemeleri halinde bu türden sözleşmelerden doğan anlaşmazlıkları kadı önüne götürme hakları vardır. Bununla birlikte, Müslümanlarla girdikleri ticarî ilişkilerinde domuz eti, şarap, Müslüman köle satışı ve benzeri konularda kısıtlamaya tâbi idiler. Bu kısıtlamaların dışındaki mal ve hizmetlerin mübadelesinde ortak hareket edebilirler, bir takım ticarî ortaklıklar kurabilirlerdi40. Esnaf defterlerinden anlaşılacağı üzere, Osmanlılarda gayrimüslimlerle Müslümanlar aynı esnaf teşkilâtında yer alabiliyorlardı. Bu defterlere önce Müslüman esnaf, sonra Hıristiyan esnaf, daha sonra da Yahudi esnaf kaydedilirlerdi41. Tokat’taki gayrimüslimler de ticaret hukuku açısından Osmanlı Devleti genelinde uygulanan kurallara uymakla yükümlü idiler. Çoğu zaman ticaret hukukuna dair meselelerini şer’iye mahkemesinde çözdürmüşlerdir. Aşağıda Tablo 4’te de görüleceği üzere, incelediğimiz dönemde Ermenilerin ticarî faaliyetleri ile ilgili elimizde toplam 41 adet mahkeme kaydı bulunmaktadır. Bu kayıtlar içinde % 90.24’lük oranla gayrimenkûl satışı kayıtları42 birinci sırada yer alırken, esnaflık43 ve şirket aktine44 dair kayıtlar % 4.76’şarlık nispete sahiptirler. Rakam ve yüzdelerin bu şekildeki dağılımından Ermenilerin ticaret hukuku alanında en fazla bağ, bahçe, arsa ve ev gibi gayrimenkûllerin satışı için şer’î mahkemeye başvurdukları anlaşılmaktadır. Tablo 4. Ticaret hukuku ile ilgili dava kayıtlarının dağılımı (1770-1810) Dava konusu Esnaflık Dava kaydı sayısı Yüzde (%) 2 4.87 37 90.24 Şirket akti 2 4.87 Toplam 41 100 Gayrimenkûl satışı 40 Bozkurt, a.g.e., s.17-18; Ercan, a.g.e., s.217-222; Soykan, a.g.e, s.101-106. 41 Soykan, a.g.e, s.107. 42 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 21/1, 83/2; Defter No: 2, Belge No: 211/1, 247/2, 212/2, 258/1; Defter No: 3, Belge No: 118/2, 118/3, 145/2, 150/2, 167/2; Defter No: 4, Belge No: 164/2, 152/2, 167/2, 193/3; Defter No: 5, Belge No: 164/3, 177/2, 190/1, 191/1; Defter No: 7, Belge No: 156/3, 181/3, 193/2; Defter No: 8, Belge No: 129/1, 141/21, 48/1; Defter No: 9, Belge No: 150/2, 155/3, 162/3; 171/2; Defter No: 10, Belge No: 140/3, 142/1; Defter No: 11, Belge No: 161/4, 163/2, 167/1, 174/2, 180/1, 185/1. 43 TŞS, Defter No: 8, Belge No: 133/2; Defter No: 11, Belge No: 175/1. 44 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 90/3, 91/1. 308 Doç. Dr. Ali AÇIKEL Bu ticaret hukuku dava kayıtlarındaki bazı uygulamalar, Türk-Ermeni ilişkilerine dair önemli bilgiler içermektedir. İlk olarak, gayrimenkûl satışı kayıtlarına göre çoğunlukla Ermenilerin kendi aralarında bu türden alım ve satımları yaptıkları, az da olsa Ermeniler ile Türkler arasında gayrimenkûl alış-verişi olduğu görülmektedir. Bu bakımdan elimizde toplam 15 satış kaydı olup bunun 10 tanesi Ermenilerden Türklere gayrimenkûl satışı45, kalan 5 tanesi de Türklerden Ermenilere gayrimenkûl satışı46 ile ilgilidir. Bu satış kayıtlarının dökümü aşağıda Tablo 5’te verilmiştir. Tablo 5. Gayrimenkûl satışı ile ilgili mahkeme kayıtlarının dağılımı (1770-1810) Ermenilerden Türklere Garimenkûlün türü Kayıt sayısı Türklerden Ermenilere Garimenkûlün türü Kayıt sayısı Arsa 1 Arsa (vakıf) 1 Bağ 4 Bağ 2 Ev 4 Ev 1 Dükkân (manav) 1 Tarla 1 Toplam 5 Toplam 10 Tablo 5’ten de açıkça görüleceği üzere satılan gayrimenkûller arasında en fazla bağ ve ev satışı gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, gayrimenkûl alım ve satım kayıtları içinde dinî boyutu bulunan bir Müslüman vakfına ait ev arsasının bir Ermeniye satılması oldukça ilginç görünmektedir. 29 Rebiülahir 1211/2 Ekim 1796 tarihli bir satış hüccetinde, Yaşmeydan mahallesinde Ciğer Hoca Mescidi evkafından olup Siyahpuş mahallesinde vaki iki tarafı Müslümanlar bir tarafı yola ve bir tarafı Ağya veledi Ohan evine bitişik bina ve arsası vakıf bir adet ev bir süre önceki yangında yanarak sadece arsası kalmıştır. Mescidin imam ve evkafı mütevellisi olan Mehmed Eşref bin Veliyyüddin, adı geçen arsa üzerinde yeniden bina yapmanın uygun olmaması üzerine bunun bedeli ile bir başkasına satılıp bir adet 45 Bu satış kayıtlarının referansları için bkz. TŞS, Defter No: 3, Belge No: 118/3, 145/2, 150/2; Defter No: 5, Belge No: 177/2, 190/1; Defter No: 7, Belge No: 156/3; Defter No: 9, Belge No: 171/2, 155/3; Defter No: 11, Belge No: 167/1, 174/2. 46 Bu satış kayıtlarının referansları için bkz. TŞS, Defter No: 2, 247/2; Defter No: 4, Belge No: 164/2, 167/2; Defter No: 9, Belge No: 162/3; Defter No: 10, Belge No: 142/1. 309 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dükkân alınarak vakfa dâhil edilmesine mahkemeden izin talep etmiştir. Mesele ehlinden sorulup cevaz verildikten sonra vakıf arsa, bitişiğinde evi bulunan Ağya’ya 80 kuruşa satılmıştır. Ayrıca mütevelliye arsanın bedeli ile bir adet dükkân satın alarak kiraya vermeye izin verilmiştir47. Bu satış işleminde komşuluk haklarına riayet edildiği yani komşuya öncelik hakkı (şuf’a) tanındığı anlaşılmaktadır. İkinci olarak, Tokat’ta Ermeni esnafların bazı iş kollarında kendi esnaf kollarına sahip oldukları ve diğer bazı iş kollarında ise Türk esnaflarla aynı esnaf loncasında birlikte faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bu konu ile alâkalı elimizde iki adet şer’î mahkeme kaydı bulunmaktadır. Bu kayıtlardan ilki, Evasıt-ı Muharrem 1216/24 Mayıs-4 Haziran 1801 tarihlidir. Bu kayıta göre, Kırmızı boyacı esnaf kolundan bir grup gayrimüslim esnaf (ki bir kaçı Ermeni), Müslüman esnafın dâhil olduğu debbağlar esnaf kolundan Behzad suyunun kullanımında yaşadıkları sıkıntı sebebiyle davacı olmuşlardır. Davanın esası şöyledir: Şehir içinden geçen ve herkesin kullanımına açık olan suyun Behzad’da bir kısmı Mevlevihane vakıf değirmen harkına akmakta ve fazlası Behzad nam mevzide cerayan etmektedir. Kırmızı boyacı ve elvancı loncaları esnafı genel olarak beyaz bezlerini adı geçen harkın üst tarafında diledikleri mevkide temizlemekte ve boyanmış elvan bezlerini de adı geçen harkın aşağısında temizlemektedirler. Yazın su azaldığında değirmen sahipleri suyu tamamen değirmen harkına bağlayarak Behzad’a akan Kırmızı boyacı esnafının suyunu kesmekte ve debbağlar esnafı dahi harkın yukarısında bezlerini temizlemeye engel olmaktadırlar. Debbağlar esnafı temsilcileri söylenilenleri kabul etmesi üzerine, eskiden olduğu gibi suyun kullanılmasına hüküm verilmiştir48. 15 Zilkade 1222/14 Ocak 1808 tarihli diğer şer’î mahkeme kaydına göre, Mizan-ı harir esnaf koluna bağlı bir grup gayrimüslim (ki bir kaçı Ermeni), kazzazlar esnafından bir grup gayrimüslim (ki bir kaçı Ermeni) ve şeyhleri Esseyyid Mustafa hakkında mahkemede davacı olmuştur. Şikâyet konusu şöyledir: Eskiden imal olunan renkli ipeğin alım ve satımı mizan-ı harir esnafına mahsus iken kazzaz esnafından bazı kimseler bir şekilde mizan-ı harir esnafı içine girerek hileye başvurmuşlardır. Bu durum mizan-ı harir loncasının nizamının bozulmasına sebep olmaktadır. Bundan sonra kazzaz esnafından bir kimsenin mizan-ı harir esnafına, mizan-ı harir esnafından bir kimsenin de kazzaz esnafına dâhil olmaması nizama bağ47 TŞS, Defter No:2, Belge No: 247/2. 48 TŞS, Defter No:8, Belge No: 133/2. 310 Doç. Dr. Ali AÇIKEL lanmıştır. Eğer bu nizamı bozacak olanlar olursa bunlara nezir eda etme cezası verilmesi mahkemece karar altına alınmıştır49. Üçüncü olarak, Tokat’taki Ermenilerin şirket akti konusunda genellikle kendi aralarında bazen de diğer gayrimüslimlerle işbirliği yaptıkları görülmektedir. Elimizde bulunan iki adet şirket akti kaydında, iki Ermeninin emek-sermaye ortaklığına dayalı şirket kurdukları görülmektedir. Şirketlerin şer’î mahkemedeki tescili sırasında ise üçer Ermeni şahit olarak yazılmıştır50. Dördüncü olarak, Ermeniler bazı gayrimenkûl satış davalarında bazen Türkleri vekil tayin etmişlerdir. Bu bakımdan elimizde sadece bir mahkeme kaydı bulunmaktadır. 17 Zilhicce 1213/22 Mayıs 1779 tarihli bu dava kaydına göre, Zaim mahallesinden Camkus? oğlu Agop veledi Haçador, bir adet evi ile içindeki eşyaları eşi Elmas’a satması için 2 Müslüman kişinin şahadetiyle Halil Efendi bin Osman’ı vekil tayin etmiştir. Halil Efendi bin Osman, vekâleten adı geçen evi ve eşyaları müvekkilinin eşi Elmas’a 980 kuruşa satmış ve satış şer’î mahkemece tasdik edilmiştir51. Son olarak, elimizde bulunan ticaret hukuku ile ilgili şer’î dava kayıtlarda şahit olarak genellikle Müslümanların isimlerinin yazıldığı görülmektedir. Bu durumu rakamlarla ifade etmek gerekirse, toplam 41 ticaret hukuku davasından 27’sinde sadece Müslümanlar, 12’sinde Müslüman ve gayrimüslimler birlikte, kalan 2’sinde ise sadece gayrimüslimler şahit olarak yazılmışlardır. Bu davaların tamamında ise 210 Müslüman ve 52 gayrimüslim olmak üzere toplam 262 şahidin ismi kayda geçmiştir. Gayrimüslim şahitlerin isimlerinden bunların büyük çoğunluğunun Ermeni adları taşıdıkları görülmektedir. Ayrıca bazı ticaret hukuku davalarında davacı veya davalıdan iddiasını şahitlerle ispat etmesi istenildiğinde genel olarak iki veya üç gayrimüslimi, bazen iki Müslüman kişiyi, bazen de bir Müslüman ve bir gayrimüslimi şahit gösterdikleri ve bu şahitlerin mahkemede şahitlik yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu bakımdan elimizdeki 6 dava kaydında Müslümanların şahit olarak mahkemeye çağrıldığı görülmektedir52. Bu hususta bir örnek vermek gerekirse, 22 Ramazan 1213/27 Şubat 1799 tarihli bir dava kaydına göre, Mihmad Hacib mahallesinden Sekyas veledi Agop’un ölümü ile 49 50 51 52 TŞS, Defter No:11, Belge No: 175/1. Bu şirket kayıtlarının referansları için bkz. TŞS, Defter No: 1, Belge No: 90/3, 91/1. TŞS 8, 141/2. Bkz. TŞS, Defter No: 3, Belge No: 167/2; Defter No: 4, Belge No: 167/2, 193/3; Defter No: 8, Belge No: 148/1; Defter No: 9, Belge No: 162/3, 171/2. 311 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER mirası zevcesi Anna binti Kirkor ile ana-baba bir kız kardeşi Maryem ve amca-oğlu Mardoros veledi Elhador’a intikal etmiştir. Varislerden Maryem, diğer varis Anna’nın mirasa el koyması sebebiyle davacı olmuştur. Mahkemede ölenin terekesinden olup Komanat nahiyesine tâbi Difye köyünde bulunan 1 kıt’a bağdan kendisine irsen intikal eden hissesinin davalı Anna’dan alınıp kendisine verilmesini talep etmiştir. Davalı Anna, zevcem ölmeden adı geçen bağı Hasan ve Ömer’den sipahi izniyle 35 kuruşa benim için satın almıştı diye cevap vermiştir. Hâkim, davalı Anna’dan iddiasını ispat için şahit istediğinde 2 Müslümanı şahit göstermiş ve bunların lehine şahadetiyle davayı kazanmıştır53. Yukarıda verilen bilgiler ışığında, şer’î mahkeme yoluyla ticaret hukuku bakımından Ermenilerin Türkler ile daha fazla hukukî ilişkiler içine girdikleri anlaşılmaktadır. Bu ilişkiler; karşılıklı gayrimenkûl alım ve satımında bulunma, aynı veya farklı esnaflık kollarında birlikte faaliyet gösterme, az da olsa Türklerin onların davalarında vekil olması ve Türklerin onların davalarının pek çoğunda şahitlik yapması şeklinde özetlenebilir. Ticaret hukuku alanındaki ilişkilerin bu derece çeşitliliği, iki toplumun bireyleri arasındaki karşılıklı güveni ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır. F. Ceza Hukuku Açısından Ceza hukuku, toplumu oluşturan kişilerin bir arada ve düzenli bir biçimde yaşamalarını sağlamak ve kişilerin çıkarlarını ve toplum düzenini korumak amacıyla konulan kuralları düzenlemektedir. Başka bir ifade ile bir suç işlenmesi halinde, devletin ceza verme yetkisini kullanmasını düzenleyen kuralların bütününe ceza hukuku denir54. Osmanlı Devleti’nde ceza hukuku bakımından zımmîler, İslâm Hukuku’nun öngördüğü şekilde Müslümanlarla birlikte aynı muameleye tâbi tutulmuşlardır. Ancak kısas (kasten adam öldürme veya yaralama) cezasının uygulanamadığı durumlarda suçlu zımmîlere, bu gibi hallerde Müslümanlara tayin edilen diyet (kan parası) miktarının yarısı tatbik edilmiştir55. Tokat’taki gayrimüslimler de ceza hukuku açısından Osmanlı Devleti genelinde uygulanan kurallara uymakla yükümlü idiler. Bu nedenle Erme53 TŞS, Defter No: 4, Belge No: 167/2. 54 Görgün, a.g.e., s.103. 55 Zımmîlerin Osmanlı ceza hukuku bakımından durumları hakkında daha fazla bilgi için bkz. Bozkurt, a.g.e., s.25-26; Ercan, a.g.e., s.186-198; Soykan, a.g.e., s.128-138. 312 Doç. Dr. Ali AÇIKEL niler ceza hukukuna dair bütün meselelerini şer’iye mahkemesine götürdüler ve Osmanlı Devleti’nin tatbik ettiği İslâm ceza hukukuna göre muamele olundular. İncelenen dönemde, ceza hukuku bakımından Ermenilerle ilgili elimizde toplam 8 adet dava kaydı bulunmaktadır. Bu dava kayıtlarından 4’ü diyet davası56, 2’si adam öldürme isnadı davası57 ve kalan 2’si de adam yaralama davası58 ile ilgilidir. Bu ceza hukuku dava kayıtlarındaki uygulamalar, Türk-Ermeni ilişkilerine dair bazı bilgiler içermektedir. İlk olarak, diyet davalarına göre az da olsa Türklerle Ermenilerin birbirlerinden davacı oldukları görülmektedir. Bu bakımdan elimizde sadece bir dava kaydı mevcuttur. 21 Şevval 1218/3 Şubat 1804 tarihli bu dava kaydına göre, Beğbağı mahallesinden Ebubekir Alemdar bin Veliyyüddin, sol elini kapıya sıkıştırıp bir parmağını iş göremez hale getirmesi sebebiyle müftüden aldığı fetva gereğince 1 000 dirhem gümüş diyet talebiyle Abraham veledi Bedros’tan davacı olmuştur. Mahkemede davalı Abraham, iddiayı reddetmiştir. Hâkim, davacıdan iddiasını şahitle ispat etmesini talep etmiş ancak davacı şahit göstermekte acziyet göstermiştir. Bu sırada araya sulh taraftarı Müslümanların girmesiyle davalı ve davacı 100 kuruşa sulh olmuşlar ve bu husus mahkemece tasdik olunmuştur59. İkinci olarak, adam öldürme isnadı davalarına bakıldığında az da olsa Türklerle Ermenilerin birbirlerinden davacı oldukları görülmektedir. Bu bakımdan elimizde sadece iki adet dava kaydı mevcuttur. 23 Şaban 1186/19 Kasım 1772 tarihli birinci dava kaydına göre, Soğukpınar-ı Müslim mahallesinden ölen Arutin veledi Tomak’ın mirası zevcesi Zanik binti Haçador, annesi Maryem binti Simon, küçük oğlu Tomcan ve adı yazılmayan büyük kızına intikal etmiştir. Küçük oğlana vasi tayin olunan Maryem, oğlu Arutin’in kasten öldürüldüğü iddiasıyla Kemer köyünden Bayram Beşe bin Ali, Himmet Beşe bin Halil ve Mustafa bin İbrahim’den davacı olmuştur. Davanın esası şöyledir: Adı geçen Arutin, Kemer köyünde mülkü olan bağına üzüm kütüğü dikerken üzerine toprak ve taşlar gelmesiyle ölmüştür. Davacı Maryem, mahkemeden keşif talep etmiş ve yapılan keşif ve muayenede kimsenin müdahalesi olmadan Arutin’in toprak altında ka- 56 TŞS, Defter No: 2, Belge No: 201/1; Defter No: 4, Belge No: 154/1; Defter No: 8, Belge No: 139/1; Defter No: 9, Belge No: 175/3. 57 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 20/2, 69/2. 58 TŞS, Defter No: 2, Belge No: 274/1; Defter No: 7, Belge No: 164/1. 59 TŞS, Defter No: 8, Belge No: 139/1. 313 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER larak öldüğü anlaşılmıştır. Mahkeme, adı geçen zanlıların suçsuzluğuna hükmetmiştir60. Üçüncü olarak, adam yaralama davalarına bakıldığında az da olsa Türklerle Ermenilerin birbirlerinden davacı oldukları görülmektedir. Bu bakımdan elimizde sadece iki adet dava kaydı mevcuttur. 5 Muharrem 1217/8 Mayıs 1802 tarihli ilk dava kaydına göre, Dere mahallesinden ölen Simon veledi Kesir’in mirası anası Melike binti Cihan ile ana-baba bir kız kardeşleri Sultan ve Ahsaperet (?) ve amcası Malkon veledi Simon’a intikal etmiştir. Melike asaleten ve diğer varislere vekâleten mahkemede Numan bin Musa, el-Hac Emin Ağa bin Musa, Emin, Mehmed bin Salih ve attar Mustafa ve sairlerden davacı olmuştur. Davacının iddiasına göre, adı geçen Simon, Hasta oğlu Hüseyin tarafından bıçakla yaralanmış ve sonra ölmüştür. Mahkeme heyetinin yaptığı keşifte Simon’un sol uyluğunda bıçak yarası tespit edilmiştir. Davacı Melike’nin davam ancak adı geçen Hasta oğlu Hüseyin’den olup mahalle halkı ile dava ve nizam yoktur demesi üzerine adı geçen zanlıların suçsuzluğuna hükmedilmiştir61. Son olarak, elimizde bulunan ceza hukuku ile ilgili şer’î dava kayıtlarda şahit olarak genellikle Müslümanların isimlerinin yazıldığı görülmektedir. Bu durumu rakamlarla ifade etmek gerekirse, toplam 8 ceza davasından 6’sında sadece Müslüman şahitler, kalan 2’sinde Müslüman ve gayrimüslim şahitler birlikte şahit olarak yazılmışlardır. Bu davaların tamamında ise 48 Müslüman ve 6 gayrimüslim olmak üzere toplam 54 şahidin ismi kayda geçmiştir. Gayrimüslim şahitlerin isimlerinden bunların büyük çoğunluğunun Ermeni adları taşıdıkları anlaşılmaktadır. Yukarıda verilen bilgilerden şer’î mahkeme yoluyla ceza hukuku bakımından Ermenilerin Türkler ile sınırlı düzeyde hukukî ilişkiler içine girdikleri anlaşılmaktadır. Bu ilişkiler; diyet talebinde bulunma, adam öldürme isnadı ve Türklerin onların davalarının pek çoğunda şahitlik yapması şeklinde özetlenebilir. Ceza hukuku alanındaki ilişkilerin bu derece sınırlı olmasını, Osmanlı ceza hukukunun ağır ceza hükümleri içermesi dolayısıyla iki toplumun bireylerinin bu türden suçlardan kaçındıkları şeklinde değerlendirilebilir. 60 TŞS, Defter No: 1, Belge No: 69/2. 61 TŞS, Defter No: 7, Belge No:164/1. 314 Doç. Dr. Ali AÇIKEL G. Malî Hukuk Açısından Malî hukuk, kamu hukukunun bir kolu olup kamu hizmetlerinin finansmanın sağlaması için gerekli kurum ve kuralları düzenler. Kamu gelirlerinin ekserisi vergilerden sağlanmaktadır62. Osmanlı Devleti’nde malî hukuk bakımından zımmîler, İslâm Hukuku’nun öngördüğü şekilde muamele edilmişlerdir. Onlardan iki ana vergi (haraç ve cizye) ile birlikte belirli örfî vergiler alınmıştır. Haraç, zımmî toprak sahiplerinin fetihten önceki topraklarından istifade etmeyi sürdürmeleri karşılığında toprak kirası (harac-ı muvazzafa) olarak para ve ürün (harac-ı mukaseme) üzerinden aynî olarak alınırdı. Cizye ise askerlik hizmeti karşılığı olarak eli silâh tutacak yaştaki erkek zımmîlerden tahsil edilirdi63. Tokat’taki gayrimüslimler vergi hukuku açısından Osmanlı Devleti genelinde uygulanan kurallara uymakla yükümlü idiler. Bu nedenle Ermeniler, vergi hukukuna dair bütün meselelerini şer’iye mahkemesine götürdüler ve devletin vergi kanunlarına göre muamele olundular. 1770-1810 yılları arasında, vergi hukuku bakımından Ermenilerle ilgili elimizde sadece 3 adet dava kaydı bulunmaktadır. Bu dava kayıtlarından ikisi salyâne vergileri64 ile ilgilidir. 25 Safer 1223/22 Nisan 1808 tarihli ilk dava kaydına göre, Kabemescidi mahallesinden bir grup gayrimüslim (birkaçı Ermeni), salyâne vergisinin Müslüman ve gayrimüslim haneler arasındaki taksim oranı konusunda mahallenin Müslüman halkından şikâyetçi olmuşlardır. Adı geçen mahalleye isabet eden salyâne hissesi, Müslüman hanesinde oturan zımmî kiracılar Müslüman tarafına zımmî hanesinde oturan kiracılar zımmî taraflarına yardım eylemek üzere, 1/5’i ehl-i İslâm 4/5’i gayrimüslimler tarafından ödenmektedir. Verginin fazlalığı gayrimüslimlerin durumlarının zayıflamasına yol açmıştır. Bu nedenle mahalleye isabet eden verginin 1/3’nü Müslümanlar, kalan 2/3’ünü de gayrimüslimlerin ödemesini talep etmişlerdir. Müslüman reaya ellerindeki fetvaya dayanarak vergi oranlarının değişmesine razı olmamışlardır. Bunun üzerine hâkim, eskiden olduğu gibi Müslüman hanesinde oturan kiracı zımmîlerin Müslüman tarafına zımmî 62 Görgün, a.g.e., s.103. 63 Gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’nde ödedikleri vergiler hakkında kapsamlı fazla bilgi için bkz. Ercan, a.g.e., s.251-273; Bozkurt, a.g.e., s.26-29; Soykan, a.g.e., s.162-176. 64 Bunlar yerel masrafları için konan örfî vergiler olup yılda veya altı ayda bir tevzî veya sâlyane defterlerine kaydedilerek halktan tahsil edilmektedir. 315 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER hanesinde oturan kiracıların zımmî tarafına yardım etmek üzere vergi hisselerini ödemelerine hükmetmiştir65. 21 Zilhicce 1216/24 Nisan 1802 tarihli olan ikinci vergi davası kaydında, kazancı esnafına mensup bir grup gayrimüslim (ki çoğu Ermeni) salyâne vergisi hisselerinde indirim istemektedir. Adı geçen grup, şer’î mahkemede salyâne vergisi yükümlüsü reaya fakirlerinin işlerinde vekil olan şehir kethüdası el-Hac Halil bin Ömer huzurunda kazancı esnafının kullandığı bakırın az gelmesi ve fiyatının fazlalığı sebebiyle işlerinin azaldığını, salyâne hisselerini ödemeye kudreti olmayanların dükkânlarını kapalı tuttuğunu ve ustaların başka yerlere gitmeye başladıklarını dile getirerek emr-i sultanî ile vergi indirimi yapılmasını talep etmişlerdir. Mahkeme, bundan önceki salyâne hisselerinden aşağı olması hususunu kabul etmiştir66. Ermenilerle ilgili vergi davası kayıtlarının sonuncusu, Tokat kalesi dizdarı Halil Ağa bin Mehmed’in timar reayasından fazla vergi talep etmesi ile ilgilidir. 27 Safer 1211/1 Eylül 1796 tarihini taşıyan dava kaydına göre, Tokat kazasının Kazabad nahiyesine bağlı Biskincik köyünün Ermeni halkı, şer’î mahkemede Tokat kalesi dizdarı Halil Ağa’nın kendilerinden fazla vergi istediği için şikâyetçi olmuşlar ve mahkemeye lehlerine olan 2 adet emr-i âlî ve hüccet-i şer’iye ve 1 adet de fetva takdim etmişlerdir. Hâkim, dizdarın şer’e ve kanuna aykırı vergi talebinin reddine ve verginin deftere göre alınmasına karar vermiştir67. Bütün vergi davalarında diğer dava konularındakinin aksine şahit olarak tamamen Müslümanların isimlerinin yazıldığı görülmektedir. 3 vergi davasında toplam 12 şahidin ismi kayda geçmiştir. Yukarıda verilen bilgilerden vergi hukuku bakımından da Ermenilerin Türkler ile yakın hukukî ilişkiler içine girdikleri görülmektedir. Bu ilişkilerde vergi oranlarının durumu, askerî sınıfın fazla vergi talebi ve Türklerin onların davalarının pek çoğunda şahitlik yapması gibi hususlar ön plana çıkmaktadır. Osmanlı vergi hukuku hükümleri ve sosyo-ekonomik şartlarda yaşanan bazı sıkıntılar, iki toplumun bireylerini zorunlu olarak hukukî ilişki kurmaya zorlamış görünmektedir. 65 TŞS, Defter No: 11, Belge No:160/2. 66 TŞS, Defter No: 7, Belge No:163/3. 67 TŞS, Defter No: 2, Belge No:254/1. 316 Doç. Dr. Ali AÇIKEL Sonuç 1770-1810 yılları arasında şer’î dava kayıtlarına dayalı olarak Tokat’ta Türk-Ermeni hukukî ilişkileri üzerine yaptığımız bu kısa analizden bazı sonuçlar çıkarmak mümkündür. İlk olarak, hukuk dalları arasında dava sayısı bakımından aile hukuku kayıtları birinci (86 adet, % 39.26), ticaret hukuku ile alâkalı davalar ikinci (41 adet, % 18.72), borçlar hukuku davaları üçüncü (38 adet, % 17.35), miras hukuku davaları (32 adet, % 14.61) ise dördüncü sırada yer almaktadır. Bunları, eşya hukuku (11 adet, % 5.02), ceza hukuku (8 adet, % 3.65) ve malî hukuk davaları (3 adet) izlemektedir. Dava sayıları ve yüzdelerin bu durumundan incelenen dönemde Tokat’ta Ermenilerin en fazla özel hukuk alanında şer’î mahkemeye başvurdukları görülmektedir. İkinci olarak, şer’î mahkemede görülen Ermenilerle ilgili davaların büyük bir çoğunluğunda Türklerin şahit olarak hazır bulundukları tespit edilmektedir. Bu bakımdan toplam 219 davada 973 Müslüman ve 222 gayrimüslim şahit olmak üzere toplam 1 195 kişi kayda geçmiştir. Davaların birçoğunda sadece Müslümanlar, bir kısmında Müslüman ve gayrimüslimler birlikte, bazısında ise sadece gayrimüslimler tanık olarak yer almışlardır. Ayrıca bazı davalarda davacı veya davalıdan iddiasını şahitlerle ispat etmesi istenildiğinde genelde iki (veya üç) gayrimüslimi, bazen iki Müslümanı, bazen de bir Müslüman ve bir gayrimüslimi şahit gösterdikleri ve bu şahitlerin mahkemeye gelerek şahitlik yaptıkları anlaşılmaktadır. Üçüncü olarak, az da olsa bazı davalarda Ermeniler, Türkleri dava vekili ve kefil olarak göstermişler, bir dava da mahkeme bir Müslümanı kayyım olarak atamıştır. Dördüncü olarak, ticaret hukuku bakımından Ermenilerin Türkler ile daha fazla hukukî ilişkiler içine girdikleri anlaşılmaktadır. Bu ilişkiler; karşılıklı gayrimenkûl alım ve satımı, aynı veya farklı esnaflık kollarında birlikte hareket etme, az da olsa Türklerin onların davalarında vekil olması ve Türklerin onların davalarının pek çoğunda şahitlik yapması şeklinde özetlenebilir. Ticaret hukuku alanındaki ilişkilerin bu derece çeşitliliği, iki toplumun bireyleri arasındaki karşılıklı güveni ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır. Beşinci olarak, ceza hukuku bakımından Ermenilerin Türkler ile sınırlı düzeyde hukukî ilişkiler içine girdikleri anlaşılmaktadır. Bu ilişkiler; diyet talebinde bulunma, adam öldürme isnadı ve Türklerin onların davalarının pek çoğunda şahitlik yapması şeklinde özetlenebilir. Ceza hukuku 317 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER alanındaki ilişkilerin bu derece sınırlı olması, Osmanlı ceza hukukunun ağır cezalar içermesi dolayısıyla iki toplumun bireylerinin bu türden suçlardan kaçındıkları şeklinde değerlendirilebilir. Vergi hukuku bakımından da Ermenilerin Türkler ile hukukî ilişkiler içine girdikleri görülmektedir. Özellikle salyâne gibi örfî vergilerin taksim ve tahsilinde genelde gayrimüslimler özelde Ermeniler Türklerle işbirliği içinde hareket etmişlerdir. Osmanlı vergi hukuku hükümleri ve sosyo-ekonomik şartlarda yaşanan bazı sıkıntılar, iki toplumun bireylerini zorunlu olarak hukukî ilişki kurmaya zorlamış görünmektedir. Son olarak, özel ve kamu hukukunun birçok alanında Tokat’ta Türklerle Ermenilerin şer’î mahkemede bir araya gelmeleri, bu iki toplumun bireyleri arasındaki karşılıklı güvene dayalı çok yönlü sosyal ve ekonomik ilişkilerin mevcut olduğunu ortaya koymaktadır. 318 Doç. Dr. Ali AÇIKEL Bibliyografya 1. Tokat Şer’iye Sicilleri Defter No: 1-11 2. Başbakanlık Osmanlı Arşivi a. Maliyeden Müdevver Tasnifi (MAD): No: 2533, s.29-55; No: 1293, s.40-54; No: 7328. b. Kamil Kepeci Tasnifi (KK) Cizye Defterleri, No: 3810, s.113-217. 3. Araştırma Eserler (Kitap ve Makaleler) Açıkel, Ali, Changes in Settlement Patterns, Population and Society in North Central Anatolia: A Case Study of the District (kaza) of Tokat (1574-1643), Basılmamış Doktora Tezi, Manchester Üniversitesi, İngiltere 1999. Açıkel, Ali, “Tokat Örneğinde XVII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı Sosyal Yapısındaki Buhran”, Türkler, Editörler Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca, C. 10, Ankara 2002, s.349-350. Aktüre, Sevgi, 19. Yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti Mekânsal Yapı Çözümlemesi, Ankara 1978. Akyılmaz, Gül, “Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin Hukukî Statüsü”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri, 11. Cilt, Ankara 2003, s.171-187. Bozkurt, Gülnihal, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Ankara 1989. Cin, Halil, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, İstanbul 1985. Ercan, Yavuz, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukukî Durumları, Ankara 2001. Eryılmaz, Bilal, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul 1990. Göksel, Burhan, “Meşrutiyet Öncesinde ve Sonrasına Ait Resmî Devlet Yayınlarına Göre Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.159-176. Görgün, Şanal, Hukukun Temel Kavramları, Ankara 1994.. İlter, Erdal, Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası, Ankara 2001. Joseph de Tournefort, Tournefort Seyahatnamesi, İkinci Kitap, Çeviren Teoman Tunçdoğan, İstanbul 2005. Oğuzoğlu, Yusuf, “XVII. Yüzyılda Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Hakkında Bazı Bilgiler”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.265-170. 319 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Özgökmen, Ali, Konya Şer’iye Sicilleri Işığında Müslim-Gayrimüslim Münasebetleri (1700-1800), Basılmamış Doktora Tezi, Konya 1996. Özkaya, Yücel, “Arşiv Belgelerine Göre XVIII. ve XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin Durumu”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.149-158. Soykan, T. Tankut, Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler, İstanbul 1999. Şimşirgil, Ahmet, Osmanlı Taşra Teşkilâtında Tokat (1455-1574), Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1990. Yediyıldız, Bahaeddin, “XV.-XIX. Yüzyıllarda Ermenilerin Türk Toplumu İçindeki Yeri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.141-147. 320 ERMENİLERİN XIX. YÜZYILDA YENİ BİR SOSYAL HAYAT VE EDEBİYATIN OLUŞUM SÜRECİNE KATKILARI Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü E-mail: [email protected]; Tel: 0 212 344 96 59 Özet Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme yolculuğunda XIX. yüzyıl keskin bir dönemeçtir. Batıya teslimiyet şeklinde de değerlendirilebilecek bir sürece girilmiştir. Sadece teknik unsurlar değil, artık kurumlar, kanunlar, hatta âdetler aktarılmaktadır. Devlet bütünüyle Avrupalılaştırılırken, âdeta mekânizması yeniden kurulmuştur. Girilen bu yolun halk için genişletilmesinde büyük etkenlerden biri tiyatrolardır. Avrupaî Türk tiyatrosunun öncüleri ise Ermeniler olmuştur. Osmanlı aydınlarının batı bilim ve kültürünü yaymak için kendi aralarında kurdukları ilk sivil toplum örgütü Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’dir. 1861 yılında kurulmuş olan ve amacını; Memalik-i Mahrûsa-i Şâhane’de pozitif bilimlerin ve fenlerin yaygınlaşmasını sağlamak olarak açıklayan cemiyetin kurucular listesindeki 33 daimi üyeden 9’unu Ermeniler oluşturmuş, içlerinden 2’si yönetim kurulunda yer almıştır. Cemiyetin yayın organı olan ilk bilim dergimiz Mecmua-i Fünûn’da Ohannes ve Vahan Efendiler çağdaş iktisat makaleleri kaleme almışlardır. Esasen, imparatorluğa modern ekonomi teorilerini tanıtan ilk eser; Say’ın Catéchisme d’Économie Politique’inin tercümesini de 10 yıl önce yine bir Osmanlı Ermenisi Sahak Abro yapmıştır. Vartan Paşa, Ermenice harflerle Türkçe olarak çıkardığı Mecmua-i Havadis, Panosyan Efendi Manzûme-i Efkâr ve Tercüman-ı Efkâr isimli süreli yayınlarla Türk gazeteciliğinin yükselişine omuz vermişlerdir. Makalede, Ermenilerin; tiyatroya, sivil örgütlenmeye, bilime ve gazeteciliğe ilişkin bu öncülükleriyle, yeni bir sosyal hayatın ve edebiyatın oluşum sürecine yaptıkları katkı özetlenmektedir. Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK Giriş Batılı edebî türlerden hayatımıza en erken girmiş olanı tiyatrodur. Üstelik yepyeni bir tür olmasına rağmen1 kısa sürede çok hızlı bir gelişim göstermiştir2. Daha Tanzimat’ın ilân edildiği 1839 yılında tiyatro binaları yapılmaya başlanmış; Beyoğlu’nda, Palais de Cristal (Fransız Tiyatrosu)’den sonra, Torinolu Bartalommeo Bosco’nun yaptırdığı, sonradan Naum Tiyatrosu olarak ünlenecek sahne de temsillere açılmıştır3. Tiyatronun bu gelişmesinde hiç şüphesiz İstanbul’un kozmopolit yapısının rolü büyüktür. İmparatorluğun birer unsuru olan Yahudiler, Rum1 2 3 Tanpınar’a göre, tiyatro nevi, Müslüman-şark edebiyatlarının en az tanıdığı sanat nevidir. Denilebilir ki, Tanzimat’la memleketimize girmiş tek nev’i odur. Tanpınar, Ortaoyunu gibi, şahıs repertuarı muayyen tipler halinde evvelden tespit edilmiş, çoğu irticali olan oyunların, edebî bir tür olan batılı tiyatro ile karıştırılmaması gerektiği düşüncesindedir. Bkz. Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 1976, s.278-279. Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (1860-1923) I, 3. Baskı, Ankara 1979, s.8-11, 34. Tiyatro salonlarının açılması önemlidir. Çünkü tiyatro salonu, geleneksel Türk tiyatrosu ile batı tiyatrosu arasındaki iki önemli farklılıktan birisini oluşturmaktadır. Geleneksel Türk seyirlik oyunları, bir tiyatro binasından mahrum olagelmişlerdir, oysa batı tiyatro eserleri bir binada ve sahnede oynanmışlardır. Bu da zaman içinde bir standart oluşturmuştur. Geleneksel Türk tiyatrosu ile batı tiyatrosu arasındaki diğer önemli farklılık ise, metindir. Bizde Ortaoyunu olsun, Hacivat-Karagöz olsun, doğaçlama oynanırdı. Oysa batı tiyatrosu bir metne bağlıdır ve edebî oluşu buradan ileri gelir. Bkz. Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu (1839-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1972, s.18-19. Tiyatro binaları için bkz. a.g.e., s.199 ve devamı. 325 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lar ve Ermenilerden başka kalabalık bir ecnebi topluluğu da payitahtta yaşamaktadır. Avrupa’dan çeşitli nedenlerle Türkiye’ye gelip yerleşmiş Levantenler içinde özellikle İtalyan, Fransız ve Almanlar ciddi bir nüfus oluşturmaktadırlar. İşte bu yabancı koloni ve onların zevk çizgisini örnek alan azınlık cemaatleri, Avrupalı tiyatro, bale ve opera kumpanyalarını bir mıknatıs gibi İstanbul’a çekmiştir. 1872 yılında Beyoğlu’nda 80 bin kişinin yaşadığı ve bu nüfusun binden fazlasının Fransız olduğu4, Tanzimat’la yetişen, batıya hayran bir Müslüman kesimin de çoğu İtalyanca ve Fransızca olan bu temsillerin sadık izleyicileri arasında yer aldığı düşünülürse, tiyatro topluluklarının neden gelip gittiklerine şaşmamak gerekir. Bu ecnebi topluluğu yortuları, karnavalları ve balolarıyla canlı ve renkli bir hayat sürdürmekte, Türkiye’de sanki Avrupa’yı yaşamaktadır. Esasen İstanbul, özellikle Saray ve çevresi, bu tür sahne oyunlarına, XVIII. yüzyıl ortalarından beri âşinadır5. Gerçi ilk gelen yabancılar daha çok gözbağcı, cambaz ve hafif komedya sanatçılarıdır, ancak giderek durum değişmiş, III. Selim zamanında biri dışarıda halk için, öteki içeride Saray için iki geçici tiyatro mekânı oluşturulmuş, bazı topluluklar özel olarak çağrılmıştır6. Giuseppe Donizetti’nin bir bando kurmak üzere İstanbul’a getirtildiği II. Mahmud devrinde, tiyatroya ilgi daha da artmıştır7. Çünkü, Saray’da önce bir bando, ardından Mızıka-ı Hümayun kurulması tiyatro çalışmalarını çok kolaylaştırmıştır8. Nihayet, Abdülmecid döneminde Dolmabahçe Sarayı’nın karşısında bir Saray tiyatrosu inşa ettirilmiştir. 4 5 6 7 8 Levant Herald, 9 Şubat 1872’den aktaran And, a.g.e., s.43. Gösteri için gelenlerin en eskisi III. Mustafa devrinde, 1771-1773 yılları arasında Sultan’a da temsiller veren Amerikalı gözbağcı Jacob Philadelphia olmuştur. 1750’de de gözbağcı Joseph Pinetti’nin Türkiye’ye gelip temsiller verdiği sanılmaktadır. Bundan sonra da Türkiye’ye pek çok gözbağcı gelip hem halka, hem Sultanlara temsil vermişlerdir. Bu konuda daha çok bilgi için bkz. And, “Türkiye’ye Gelen İlk Gözbağcılar”, Tarih Mecmuası, Şubat 1967. Bkz. Foreign Office Records, 78/18 No: 13 (10 Haziran 1797); 78/15 No: 26 (25 Kasım 1794); Haus-Hof-und Staats-Archiv, Vienna, Türkei II-100, No:29 (15 Temmuz 1792); Stanford J. Shaw, Between Old and New, The Ottoman Empire under Sultan Selim III (1789-1807), H.U.P., Cambridge Mass., s.194’ten aktaran, And, a.g.e., s.22. II. Mahmut tiyatro ile çok ilgilidir. Bu, o günlerde Saray Kitaplığı’na Avrupa’dan, çoğu vodvil olmak üzere, dram, komedya, tragedya türlerinde 500 tiyatro oyunu metni getirtmiş olduğundan anlaşılmaktadır. Bkz. Revue du Theâtre, 1836, VII, s.143. Ayrıntı için bkz. Mahmut R. Gazimihal, Türk Askerî Muzıkaları Tarihi, İstanbul 1955. 326 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK 1. Tiyatro ve Ermeniler Yabancı kumpanyaların Beyoğlu ile sınırlı çevrelerinin genişletilmesinde, tiyatronun yerlileşmesi ve yaygınlaşmasında en önemli rolü ise Ermeni sanatçılar oynamışlardır. Türkiye’ye en çok İtalya ve Fransa’dan topluluklar gelmiştir. İtalyanlar temsillerini daha ziyade Naum Tiyatrosu’nda, Fransızlar ise, J. Giustiniani’nin Palais de Cristal’inde vermektedirler. Ancak aralarında kuvvetli bir rekabet bulunduğu için, zaman zaman Naum Fransızlara, Giustiniani de İtalyanlara kapılarını açmaktadır. Avrupalı trupların yoğun ilgi gören bu oyunları, bir süre sonra, bazı Ermeni sanatçılarda da İstanbul’da tiyatro yapmak hevesini uyandırmıştır. Zaten Türkiye’deki Ermeniler 1810’lara kadar inen bir tiyatro geçmişine sahiptirler. Venedikyan, Muyapen, Hayr Mınas Pijikyan gibi isimlerin önderliğinde başlayan çalışmalar 1815’te halka da yansımıştır. Pijikyan’ın Ermenice yazdığı Ardaşes adlı tragedya 1815 yılında Mıkhitharyan öğrencilerince9 sahneye konmuştu. Ayrıca Düzyan ailesinin Kuruçeşme’deki konağında düzenli olarak birçok Ermenice güldürü sahnelenmiştir. Yine İstanbul’da, 1828 yılında Kirkor Varjabet Peştemalcıyan, Kumkapı’daki Bezciyan ilkokulunda bazı temsiller organize etmiş, ünlü İtalyan yazarı Metastiasio’nun Olimpiade adlı eseriyle Dido’sun Merhamet’i oynanmıştır. Bu dönemde bir yazarlar derneği de kurulmuştur. İzmir’de ise, Meropyan okulu öğrencileri öğretmen Rupen Andreas Papazyan’ın liderliğinde, 1836 yılında Goldoni’nin La Locandiera adlı güldürüsünü İtalyanca sahneye koymuşlardır. Ermeni gençleri Avrupalı sanatçıların oynadıklarını eserleri önce Ermenice’ye çevirerek kendi dindaşlarına temsile başlarlar. 1845’te H. Bedros Mınas’ın beş perdelik Büyük Hosrev tregedyasını ve ondan sonra Sımpat II adlı tragedya oynanır. Çalışmalar 1855’te Sırabyan Hekimyan’ın dramaturgluğu ve sahne yöneticiliğiyle daha da gelişir. Artık Beyoğlu’nda Naum Tiyatrosu’nda temsiller verilmektedir. Bunun yanısıra Bebek’te Fransız okulunda, Üsküdar’da Odian Boğos Ağa’nın evinde Corneille, Molière, Racine ve Voltaire’den eserler oynanır. Ancak XIX. yüzyılın ilk profesyonel tiyatro topluluğunu 1846 yılında İstanbul doğumlu bir Ermeni olan Ohannes Kasparyan kuracaktır. Gerçi, Aramyan isimli bu topluluk, tam bir tiyatro topluluğu değildir. Cambazlık, ortaoyunu gibi temsiller de vermiştir. Ancak, Beyoğlu’nda Avrupaî biçimde 9 1701’de Mıkhithar Abba’nın kurduğu Katolik Ermeni tarikatı mensupları. 327 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tahtadan bir oyun yeri kuran Kasparyan, hepsi Ermeni oyunculardan meydana gelen kadrosuyla giderek dram da oynamaya başlamıştır. Henüz Ermeni kadınların sahneye çıkması söz konusu değildir. Zenne rollerine Kevork Çilingiryan çıkmakta, zaman zaman Avrupalı kadın oyuncular da rol almaktadır. Bir ara aldığı davet üzerine Tiflis’e gitmiş, orada da bin metrekarelik bir arsa üzerinde iki katlı bin kişilik, 72 localı bir tiyatro kurmuş olan Kasparyan, döndüğünde İstanbul’a da biri Pangaltı’da diğeri Gedikpaşa’da iki tiyatro binası kazandırmıştır. Daha sonraları Gedikpaşa’daki bina, Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’nun temsilleriyle Tanzimat Devri’nin en önemli merkezlerinden biri olacaktır10. 1.1. İlk Türkçe Oyunlar İlk Türkçe oyunların çevrilmesinde ve Türkçe oyun yazımında da Ermeniler birinci derecede rol oynamışlardır. Özellikle Venedik’teki St. Lazare Manastırı’nda Katolik Ermeni Mıkhitharyanlarının Ermeni harfleriyle Türkçe yayınları büyük katkı sağlamıştır. Metastasio’nun dört dramı Ermeni harfleriyle Türkçe’ye çevrilmiş ve 1831 yılında basılmıştır. Bunlardan ilki Apel’in Ölümü (La Marte d’Apel), ikincisi İshak Efendimiz Hazreti İsa’nın Örneği (Isaac Figura del Redentore), üçüncüsü Hosep Kerezik (Guiseppe Riconosciuto), dördüncüsü Isus Efendimizin Siyaseti (La Passion de N. Seigneur Jesus-Christ) adlarını taşımaktadır. Metastasio’nun oyunlarının Manastır eliyle Türkçe’ye çevrilmesinin tiyatrodan çok dinî bir amaç taşıdığı apaçık ortadadır. Ne var ki, Metastasio, İstanbul’da en çok oynanan yazarlardan birisi olmuştur. Yazarın Aristodeme, Olimpiade, Themistocle gibi oyunları ya çevrilmiş, ya da hem çevrilip hem oynanmıştır. Bu ilk çeviri oyunların dili, yanlış kullanılan sözcükler ve sözdizimi kurallarına aykırı bir takım yapılarla yer yer kusurluysa da, şaşırtıcı biçimde arı bir Türkçe’ye sahiptirler. Öyle ki, oyuncu kadrosu bile Söyleşenler başlığıyla verilmiştir 11. İlk Türkçe temsiller için ise Sırapyan Hekimyan’ın çalışmalarını beklemek gerekecektir. İstanbul doğumlu Hekimyan, öğrenimini Venedik’te tamamladıktan sonra 1848’de İstanbul’a dönmüş, Bedros Magakyan, Hovannes Acemyan, Bedros Çuhacıyan, Abraham Narinyan, Avadis İdareciyan, Tomas Terziyan, Serope Benğliyan, Harutyun Çamaşırcıyan, Agavni Hamo10 And, a.g.e., s.153. 11 Ayrıntı için bkz. And, “Gedikpaşa Tiyatrosu’ndan Önceki Türkçe Oyunlar”, Türk Dili (Tiyatro Özel Sayısı), Sayı 178, Temmuz 1966, s.681-683. 328 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK yan, Agavni Terziyan, Takuhi Giranyan, K. Baltayan ve Aruzyak Papazyan gibi isimlerle İtalyanca ve Türkçe temsiller vermeye başlamıştır12. Hekimyan ve arkadaşlarının Türkçe temsiller vermesinde herhalde ticarî bir kaygı da söz konusu olmalıdır. Zira İstanbul’daki Ermeni seyirci sayısı, artık sayıları epeyce artmış ve profesyonelleşmiş olan sahne sanatkârlarına yetmemektedir. Elbette, asıl ve büyük kitleyi Türkler oluşturmaktadır. Onları da tiyatroya çekmek, çok sayıda yeni müşteri kazanmak anlamına gelecektir. Ermeni sanatçılar, Sultan Abdülmecid’in 1858’de Dolmabahçe’de bir Saray Tiyatrosu yaptırmaya başlamasından da cesaret almış görünmektedirler. Hekimyan’ın İtalyanca’dan çevirdiği Riyakâr ve Müseyyib adlı oyunu Naum Tiyatrosu’nda Türkçe oynanmıştır. Devrin gazetesi Ceride-i Havadis’te yer alan oyunun ilânında; Şimdiye kadar eserlerin yabancı dillerde oynanageldiği hatırlatıldıktan sonra, Riyâkâr ve Müseyyip adlı ibret verici komedinin herkesin izleyip anlayabilmesi için Hekimoğlu Sirap tarafından İtalyanca’dan Osmanlı diline çevrildiği belirtilmiştir13. Hekimyan, daha sonraları, Türkçe telif oyunlar da yazmıştır14. Hekimyan’ın bu denemeleri ve İstepan Ekşiyan’la sürdürdüğü Türkçe temsilleri, Türk tiyatrosunun oluşumunda belirleyici adımlar olarak görülmektedir15. Hekimyan 1859 yılında, Altunduryan, Istepan ve Arakel kardeşlerin parası ve girişimiyle kurulmuş olan Şark Tiyatrosu’na yönetici olacak; Ermeni kadınlar ilk olarak bu toplulukta sahneye çıkacaklardır. Hekimyan ve arkadaşları aynı yıl içinde Sultan Abdülmecit’in Saray Tiyatrosu’nda da Don Gregorio, Titizmeşreb Keremkâr, Mahcubiyetin Mükâfâtı, Don César de Bazan adlı oyunları Türkçe oynamışlardır. Anlaşılıyor ki, Dolmabahçe Saray Tiyatrosu, sadece burada oynanmak üzere Şinasi’ye ısmarlanmış Şâir Evlenmesi’nin16 yazılmasına yol açmakla kalmamış, çeviri oyunların sayısını da artırmıştır. 12 And, a.g.e., s.153-154. 13 Ceride-i Havadis, 11 Şevval 1274 (20 Mayıs 1858), Sayı 887. 14 Türkiye’deki Ermenilerin tiyatro çalışmalarıyla ilgili ayrıntı için bkz. Karnik Stepenyan, Urvakitj Arevmidahay Tadroni Badutyan, (Batı Ermenilerinin Tiyatrosunun Tarihinin Ana Çizgileri-Ermenice), I (1962), II (1969). 15 And, a.g.e., s.154. 16 Şinasi’ye Şâir Evlenmesi adlı komedinin Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda oynanmak üzere ısmarlanmış olduğuna dair İstanbul’da yayımlanan Fransızca bir gazetede şu satırlar yer almıştır. Paris’te uzun süre okuyan ve Meclis-i Maarif azası Şinasi Efendi en son Racine, La Fontaine, Molière’den parçaları Türkçe’ye çevirdi ve çevirilerinde yetenek ve ustalık görüldü. Özünden şâir olan bu genç yazar Sultan’ın özel tiyatrosunda oynanmak üzere güzel bir komedya yazmış bulunuyor. Oyunun adı Şâir Evlenmesi’dir. Boşboğazlık edip 329 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yine Ermenilerin başrolü oynadıkları 1862-1864 yılları arasındaki bir girişim, Türkçe temsillerin sayılarının artması ve yaygınlaşmaları bakımından önemlidir. Şark Tiyatrosu’nun İstepan Ekşiyan başta olmak üzere bazı önemli oyuncuları, yönetici Altunduryan kardeşlerle anlaşmazlığa düşüp ayrılmışlar ve İzmir’e gitmişlerdir. 1861 yılında bir tiyatro binasına kavuşmuş olan İzmir’de hazır bir ortam vardır. Ekşiyan ve arkadaşları, kentte daha önce kurulmuş Vaspuragan topluluğunun adıyla Ermenice, Fransızca ve İtalyanca’nın yanısıra Türkçe temsiller de vermişlerdir. İzmirliler, devrin belli başlı Ermeni oyuncularından kurulu ekibe büyük ilgi göstermiş, Ekşiyan da Türkçe temsillerin sayısını artırmıştır. 1863 sezonunda Kocasını Aldatan Karı, Mahcubiyetin Mükâfatı, Odun Kılıç, Don César de Bazan, Hocanın Telâşı gibi oyunlar İzmir’de defalarca sahnelenmiştir. Aralarında geleceğin Osmanlı tiyatrosunun kurucusu Güllü Agop’un da bulunduğu topluluk üyeleri, Aralık 1863’te Victor Ducange’ın Otuz Yıl Yahut Bir Kumarbazın Encâmı’nı da oynadıktan sonra 1864 yazında tekrar İstanbul’a dönmüştür 17. 1.2. Beyoğlu’ndan Gedikpaşa’ya Oyunların Türkçe oynanması, kalabalık Türk nüfusunu tiyatroya çekmek açısından kuşkusuz yerinde bir adımdır. Ancak yeterli değildir. Özellikle İstanbul’da, o günün şartlarında tiyatro ile seyirci arasında daha pek çok engel bulunmaktadır. İlk başta, tiyatrolar sadece Beyoğlu’nda temsiller vermektedirler. Türkler ise yoğun olarak İstanbul yakasında, Üsküdar, Beşiktaş ya da Boğaziçi köylerinde oturmaktadırlar. Sadece sınırlı sayıdaki atlı arabalarla bir yerden bir yere gidilebilen bir şehirde, Beyoğlu’ndaki gece temsillerine gidip geri dönmek, hem büyük bir fedakârlığı hem de yüklü bir masrafı gerektirmektedir. Tiyatrocuların Türkçe oyunlara yönelişine bakarak, bunları göze alanların sayısının hiç de az olmadığı anlaşılsa bile, büyük bir kesimin sahnelerin uzağında kaldıkları açıktır. Üstelik engeller sadece ulaşım güçlüklerinden ibaret de değildir. Beyoğlu o yıllarda bir hayli karışık ve tehlikelere açık bir semttir. Kumar salonlarından çıkanlar, aynı saatlerde tiyatrodan çıkanlara saldırmakta, oyunu önceden çözümleyecek değiliz. İleride bu temsil üzerine okuyucularımıza bilgi vereceğiz. Bu vesileyle Sultan’ın başmabeyincisini Saray’da düzenlediği programlar ve güzel sanatları aydınca koruyuculuğu için kutlarız. Bkz. Poligny, “Les Echos du Boshore”, Journal de Constantinople, 25 Haziran 1859. 17 Vaspuragan topluluğu hakkında daha geniş bilgi için bkz. Stepenyan, a.g.e., I, s.269-289. 330 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK sık sık gasp ve yaralama olayları meydana gelmektedir. Nitekim Hoca Naum, Beyoğlu’na diğer semtlerden geleceklere kolaylık sağlamak üzere oyunlarını gündüz de oynamak gereğini duymuştur. Naum Tiyatrosu’nun, devrin gazetesi Ceride-i Havadis’te yer alan bir ilânında, Berber adlı oyunun Cuma günü namazdan sonra oynanacağı belirtilmiştir18. İşte bütün bu şartlar altında, Güllü Agop’un19 Asya Kumpanyası adıyla 1867 yılında bir topluluk oluşturup Gedikpaşa’daki eski cambazhanede temsillere başlaması son derece önemli ve cesur bir girişimdir. Önemlidir, çünkü Kasparyan’dan kalma eski cambazhanenin yeniden düzenlenerek açılmasıyla tiyatro halkın ayağına götürülmüştür. Cesur bir girişimdir, çünkü, yeni seyirci ararken, var olan seyirciyi de elden kaçırmak tehlikesini taşımaktadır. Yani, İstanbul’dan Beyoğlu’na geçmenin sıkıntılarını şimdi de Beyoğlu’ndan Gedikpaşa’ya gelecekler çekeceklerdir. Agop riski göze almış, 1868’den itibaren Tiyatro-yı Osmanî adıyla anılacak olan topluluğuyla ilk ciddî Türk tiyatrosunun20 temellerini atmıştır. Güllü Agop’un Ceride-i Havadis’e verdiği ilân, onun yeni yeni seyircileri sahnelere çekmek için nasıl ince hesaplar yaptığını ortaya koymaktadır: Gedikpaşa’da vâki Tiyatro-yı Osmanî ilânıdır. Avrupa’da tiyatroların hüsn-i intizamına ve icrâ ettikleri lu’biyât ve operalara mümasil olup icrâ etmek ve şu kış vaktinde Dersaadet ahalîsini Beyoğlu’na gidip gelmek ve lokanta ve otel tekellüfünden kurtarmak niyetiyle bu kerre Gedikpaşa’da vâki Souillier’in tiyatrosu Ardeli ve şürekâsı tarafından isticâr olunup fevkâlade masârif ve fedâkârlık ihtiyâriyle şekli ve heyeti değiştirilmiş ve Avrupa’dan müteaddid muallem oyuncularla rakkasları celb ve tedârik olunmağla yakında icrâ-yı lu’biyâta bed’ edeceğini ilân eder21. 18 Ceride-i Havadis, 1261, Sayı 222, 223. 19 Güllü Agop, 1840’ta İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Agop Vartovyan’dır. Vartovyan Ermenice’de güllü demek olduğundan Agop bir Osmanlı Tiyatrosu kuracağı zaman Güllü Agop adını kullanmıştır. Önceleri Beyoğlu’ndaki Şark Tiyatrosu’nda Ermenice temsillere katılmış, İzmir’de Vaspuragan topluluğunda hem oyunculuk hem de rejisörlük yapmış, nihayet kendisi bir tiyatro heyeti kurarak, Gedikpaşa Tiyatrosu’nda Türk sahnesine hizmette bulunmuştur, iyi bir aktör olmaktan ziyade iyi bir rejisör ve idareci olan Güllü Agop 1882’de Sultan Abdülmecid tarafından, Saray Tiyatrosu’na rejisör ve idareci olarak seçilmiş, bu mazhariyyetten sonra, yıllarca evvel kabul etmiş bulunduğu Müslümanlığını da açığa vurarak Yâkub adını almıştır. Bkz. Refik Ahmet Sevengil, Türk Tiyatrosu Tarihi III, Tanzimat Tiyatrosu, MEB Yayınları, İstanbul 1961, s.54-55. 20 Akyüz, a.g.e., s.35. 21 Ceride-i Havadis, 18 Recep 1284, Sayı 174 ve 20 Recep 1284, Sayı 175. 331 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1.3. Osmanlı Tiyatrosu ve Kültürel Hayat Güllü Agop’un Asya Kumpanyası Gedikpaşa’ya gelmeden önce, Romanos Sedefçiyan’ın yazdığı Vartan Mamigonyan’u Naum Tiyatrosu’nda Dikran Çuhacıyan’ın müziğiyle, Karım ve Şemsiyem adlı komediyi ünlü Ermeni sanatçısı Bedros Atamyan’ın başrolüyle oynamıştı. Macbeth’i de, daha öncekilerin aksine ilk kez kadın oyuncularla oynatmış olan Güllü Agop’un dağarında Victor Hugo’nun Hernani’si de yer almıştı. Ama denilebilir ki Güllü Agop asıl kimliğini ve etkinliğini, tiyatrosunu Gedikpaşa’ya taşıdıktan ve 1870 yılından itibaren on yıllık Türkçe temsil verme tekelini aldıktan sonra kazanmıştır22. Bu yılı Güllü Agop’un Tiyatro-yı Osmanî’sinin, yani hem Osmanlı tiyatrosunun hem de millî Türk tiyatrosunun gerçek başlangıcı olarak23 ele almak yanlış olmayacaktır. Seyirci sayısı artmış, daha önemlisi, Harbiye ve Tıbbiye öğrencileriyle subayların çoğunluğu oluşturduğu bir kaliteye ulaşmış24, telif oyunların yazımında büyük gelişme görülmüştür25. Doğal olarak, Gedikpaşa Tiyatrosu’nda verilen ilk Türkçe temsiller de, yine Ermeni muharrir veya sanatkârlar tarafından yabancı dillerden tercüme olunmuş eserlerdir. Fakat Güllü Agop, yabancı milletlerin hayatına dair eserlerin o devirdeki Türk topluluğu arasında geniş alâka ile karşılanmadığını farketmekte gecikmemiştir. Yayımladığı bir programdaki; Bizim şimdiki halimizde başlıca noksanımız yalnız âmme’nin nazargâh-ı kabûlünde şâyân-ı arz olabilecek lu’biyyât-ı milliye’nin fıkdanıdır26 cümlesi onun, Türk halkının millî oyunlara daha çok rağbet göstereceğine inandığını apaçık ortaya koymaktadır. Kafasında, Türk halkının nesilden nesile aktardığı Leylâ ile Mecnûn gibi bazı hikâyeleri oyunlaştırıp sahneye koymak vardır. Bunu da yapmıştır. Leylâ ile Mecnûn’u, Mustafa Efendi’ye beş perdelik bir piyes halinde hazırlatmış, 1869 yılı Ocak ayının on ikinci günü Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelemiştir. Temsilin ilânı Terakkî gazetesinde şu satırlarla yer almıştır: 22 Bu imtiyaz şartnamesinin tamamı için bkz. Alemdar Yalçın, II. Meşrutiyet’te Tiyatro Edebiyatı, Ankara 1985, s.5-6. 23 And, a.g.e., s.113. 24 İbret, 10 Ramazan 1289, Sayı 50. 25 And, a.g.e., s.166. 26 Güllü Agop’un 1874-1875 dönemine ilişkin olarak hazırlanan; Oyuncular, oyun dağarı, yönetim kadrosu ve fiyatları içeren 11 sayfalık göstermelikteki yazısı için bkz. And, a.g.e., s.167. 332 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK Gedikpaşa’da, Tiyatro-yi Osmanî Ramazan-ı şerifin yirmi sekizinci Pazartesi akşamı yani Salı gecesi Güllü Agop marifetiyle efsâne-i Fuzulî berâ-yi Leylâ ile Mecnûn bâzîçe-i pür-fünûnu beş perde olarak Mustafa Efendi’nin tertib ve te’lifi üzere icrâ olunacaktır 27. Güllü Agop’un Mecnûn’u, Büyük Karakaş Hanım’ın Leylâ’yı oynadıkları bu temsil, Tanzimat’tan sonra Türk dilinde oynanmış olan ilk müzikli sahne eseri olarak kabul edilmektedir28. Aynı yıl Ahmet Vefik Efendi’nin, Molière’in Le Mariage Force isimli eserinden adapte edip kitaplaştırdığı Zor Nikâh’ı da oynanmıştır. 1869-1870 sezonunda Türkçe temsillerin sayısı artmış, Âli Bey’in Misafiri İstiskal isimli komedisinin yanısıra, Güllü Agop, Tahir ile Zühre ve Arzu ile Kamber hikâyelerini de sahneye koymuştur. Tiyatronun 1871-1872 tiyatro mevsiminde oynanan eserleri arasında en mühimi Alî Bey tarafından Molière’in Les Fourberies de Scapin isimli komedisinden adapte edilmiş olan Ayyar Hamza’dır. Sonraları birçok kez tekrarlanan bu komedi ilk defa Gedikpaşa Tiyatrosu’nda 20 Kasım 1 8 7 1 günü akşamı oynanmıştır. Aktörlerden Nalyan Efendi’nin hazırladığı Telemaque, bir perdelik opera olarak 10 Aralık 1871 günü sahneye taşınmıştır. Osmanlı Tiyatrosu’nun yıldızı asıl 1872-1873 yıllarında parlamıştır. Devrin tanınmış edipleri tiyatroya sahip çıkmış, gazetelerde övgü dolu yazılar yayımlanmış; Âlî Bey’in Geveze Berber isimli telif komedisi, Ebüzziya Tevfik’in Ecel-i Kaza isimli telif dramı oynanmıştır. Yine Arif Ağa’nın Hilesi isimli müzikli bir eser ilk defa Gedikpaşa Tiyatrosu’nda 9 Aralık 1872 tarihinde sahneye konulmuştur. O sıralarda Namık Kemal ve arkadaşları tarafından yayınlanmakta olan İbret gazetesinde Osmanlı Tiyatrosu başlıklı yazıda bu eserden şöyle söz edilmiştir: Arif Ağa’nın Hilesi operasını gidip seyrettik; Osmanlı dilinde bir opera tertip ve tanzimi epey zamandır isteniyordu; bu, çok vakit ve çok emek isteyen bir iştir, onun için herkes buna imkânsız diyordu, işte mümkün oldu; gördük, beğendik. Bu opera lisanımızda ilk eserdir; tertibi güzel, muzıkası mükemmel. Türk dili de mûsikîli eserlere çok uyuyor. Eserin bestesi, güftesine uygun olarak vücûda getirilmiştir. Osmanlı Tiyatrosu’nun mucidi Güllü Agop Efendi ile operanın nazımının ve bes27 Terakkî, 28 Ramazan 1285 (12 Ocak 1869), Sayı 47. 28 Sevengil, a.g.e., s.61. Leyla ile Mecnûn hikâyesini tiyatroya uyarlayan Mustafa Efendi ve Güllü Agop ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Vasfi Rıza Zobu, “Güllü Agop’a Ait Tetkikler”, Cumhuriyet, 22 Aralık 1958, s.4. 333 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tesinin mürettibi olan Alberto ve Dikran Çuhacıyan Efendiler’in himmetlerini, oyunu icra eden sanatkârların mahâretlerini tebrîk ederiz29. Ahmet Midhat Efendi’nin Eyvah’ı Mart ayı içinde oynanmıştır. Namık Kemal’in meşhur Vatan Yahut Silistre adlı piyesinin hadiseler yaratan ilk temsili de bu tiyatro mevsimi içinde gerçekleşmiştir30. İlk defa l Nisan 1873 akşamı oynanan eser, adeta, millî tiyatroyu parlak bir istikbalin beklediğini müjdelemiştir31. 1.4. Tiyatro Edebî Komitesi Güllü Agop’un Türk tiyatrosunun gelişimine bu dönemde iki büyük katkısı daha olmuştur. Bunlardan birincisi, Türk yazarlarından oluşan ve bir tür dil ve dramaturgluk çalışması yapan Tiyatro Komitesi’nin kurulmasıdır. İkincisi ise, Türk oyuncularını ilk kez sahneye çıkarmasıdır. Batılı anlamda ilk profesyonel tiyatro oyuncusu Ahmet Necib Efendi, Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’nda, Ayyar Hamza oyununda Muharrem Efendi’yi oynamış32, onu daha sonra, Hüsnü Ethem, İsmail Hakkı ve Hamdi Efendi gibi isimler izlemiştir33. Osmanlı tiyatrosunda telif oyunların sahnelenmeye başlamasıyla seyirci sayısı kat kat artmış, tiyatro en etkili edebî türlerden biri haline gelmiştir, ama Ermeni sanatçıların Türkçeyi bozuk kullanımlarının önüne geçilememiştir. Ermeni oyuncuların maşrapa yerine marşapa, bayram yerine baryam, ense yerine, ekse, çıplak yerine çılbak, evet efendim yerine he efendim şeklindeki söyleyişleri gazetelerde sık sık eleştiri konusu olmuştur34. Âli Bey, Türkçe temsillere verdiği ağırlıktan ötürü taktir ettiği Güllü Agop’a öteden beri, hem eser seçiminde yardım etmekte, hem de oyuncularına zaman zaman düzgün konuşma dersleri vermektedir. Ancak, Âli Bey’in, hem eser hazırlama ve hem de sanatçıların telaffuzlarını düzeltmeye yönelik diksiyon dersleri bireysel kalmakta ve yeterli olamamaktadır. Ermeni artistlerin telâffuz yanlışları seyircilerin kulak29 İbret, 15 Şevval 1289 (17 Aralık 1872), Sayı 72. 30 Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosu’nun oyunları ve oyuncuları için bkz. And, a.g.e., s.160170; Sevengil, a.g.e., s.53-67. 31 Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB Yayınları, İstanbul 1978, s.1004. 32 Diyojen, 13 Kasım 1287, Sayı 70. 33 And, a.g.e., s.143. 34 “Osmanlı Tiyatrosu”, Diyojen, 19 Kasım 1286, Sayı 2. 334 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK larını tırmalamaya devam etmekte35, diğer taraftan, oynanan piyeslerin bir çoğu derme çatma metinlerden oluşmaktadır. Sahneye konulacak eserlerin Türkçe’yi iyi bilen, edebî zevke sahip kişilerin ön tetkikinden geçmesi, sahne aşamasında da ifade ve şive bozukluklarının düzeltilmesi tiyatroya çok şey kazandıracaktır, ancak Güllü Agop Efendi böyle bir imkâna da kadroya da sahip değildir. Güllü Agop’un yardım isteği üzerine İbret gazetesi muharrirlerinden Mustafa Nuri Bey’in önayak olmasıyla Müzahharât Komitesi adıyla bir millî tiyatro heyeti kurulmuştur. Bu ilk tiyatro edebî komitesinde, Nafia Nazırı Râşid Paşa, Maarif Nezareti mektupçusu Halet Bey, Duyun-i Umûmiye direktörü Âli Bey, Namık Kemal ve Menapîrzade Mustafa Nuri Nuri Bey yer almışlardır36. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nın patlak verdiği yıldır. Güllü Agop’un topluluğu bir yanda Pamela, Les Brigands, Değirmenci Kız, Girofle-Girofla, Madame Angot’un Kızı, Zeybekler gibi müzikli temsilleri yürütürken, bir yandan da savaşa uygun düşecek vatanseverlik oyunları ve şarkılarını sahnelemektedir. Nazım Paşa’nın Aleksinaç Fethi yahut Osmanlı Kahramanları ve Sohum Muzafferiyeti, Vizental’in Bir Türk Kahramanı, Vatan Şarkısı, Osmanlı Marşı, Macar Marşı. Bu arada Vatan Yahut Silistre de günün havasına uyduğu için, aynı anda birçok tiyatro tarafından oynanmakta, özellikle vatanseverlik şarkılarına önem verilmektedir. Marşların hemen hepsinin altında imzası bulunan Dikran Çuhacıyan, sözlerini Midhat Efendi’nin yazdığı Plevne Marşı’nı da bestelemiş, cephedeki Gazi Osman Paşa’ya adamıştır37. Osmanlı Tiyatrosu’nun, Ahmet Midhat Efendi’nin Çerkez Özdenler adlı dramının halka hürriyet duygularını aşıladığı bahane edilerek 1884’te II. Abdülhamit tarafından yıktırılmasıyla bu parlak dönem sona ermiştir. Artık Türk seyircisi 1908’e kadar ciddi tiyatro eserlerinden mahrum kalacaktır. 35 Ermeni sanatçıların telaffuz bozukluğunun o devir tiyatro yazarlarını nasıl rahatsız ettiğini Namık Kemal, ünlü Celâleddin Harzemşah Mukaddimesi’nde şöyle dile getirmiştir: Hakikaten tiyatromuz, sahneleri ışıklandırılmış ve perdeleri mükemmel olmadığı gibi, oyuncular hareketlerinde zararsız fakat konuşmalarında seyir zevkinin yarısını yitirecek kadar kusurludurlar. Bkz. “Mukaddime-i Celal”, Celaleddin Harzemşah, Hazırlayan Hüseyin Ayan, Dergâh Yayınları, Dördüncü Baskı, İstanbul 1975, s.13. 36 Gadikpaşa Osmanlı Tiyatrosu (Tiyatro-yı Osmanî) için bkz. Selim Nüzhet Gerçek, “İlk Te’lif Piyesler”, Ulus, 5 Şubat 1944. Osmanlı Tiyatrosu’nda dil sorunu ve oluşturulan Tiyatro Komitesi ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için bkz. And, a.g.e., s.113-123; Akyüz, a.g.e., s.35. 37 Levant Herald, 10 Ekim 1877’den aktaran And, a.g.e., s.175-176. 335 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 2. Edebiyat ve Ermeniler Ermenilerin, Türk tiyatrosunun oluşum ve gelişim sürecine uzun soluklu katkıları, herhalde azınlıklar içinde Türk yaşayışına en çok uyum sağlamış olmalarıyla ilintilidir. Ermeniler, XIX. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı Devleti’nde tam bir huzur, hatta refah içinde yaşamışlardır. Ticaretin yanısıra sarraflık ve kuyumculuk gibi mesleklerle zengin olmuş Ermeni aileleri özellikle İstanbul’da üst düzey bir hayatın sahibi olmuşlardır. Ermenilerle Türkler arasında bir geçimsizlik, yüzyıllar boyunca söz konusu bile olmamıştır. Bilakis, Babıâli, Ermenilere millet-i sâdıka, yani sadık millet gözüyle bakmış38 ve onlara pek çok ayrıcalık tanımıştır. Ermeni yazarı C. Oskanyan’ın belirttiği gibi;...Ermeniler Türkiye’de günlük hayatın esasını teşkil etmişler, Türkler, sanayiin bütün dallarını onlara bırakmışlardı. Aralarındaki his benzerliği karşılıklı güvene dayalı bir birliktelik oluşturmuştu39. Gerçekten, Helmuth von Moltke’nin de âdetlerine, yaşantılarına ve Türkçe’yi benimseyişlerine bakarak40, Hıristiyan Türkler denilebileceğini41 söylediği Ermeniler, edebiyattan, matbuata, ekonomiden sivil toplum örgütçülüğüne, Tanzimat’tan sonra çizgileri artık iyice belirginleşmeye başlayan yeni hayatın hemen bütün alanlarında öncü kişilikler sergilemişlerdir. Zira 1850’li ve 1860’lı yıllarda imparatorluğun yaşadığı büyük değişim ve dönüşüm hareketlerinin estirdiği rüzgârı da arkalarına alan, özellikle İstanbul Ermenileri, sosyo-ekonomik bakımdan daha güçlü bir konuma yükselmişlerdir. 38 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, C.7, ÖtükenYayınları, İstanbul 1978, s.178. 39 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası. Ankara 1963, s.65; C. Oskanyan, The Sultan and His People, New York 1857, s.353-354. 40 Anadolu’da Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerde yaşayan Ermenilerin kendi millî dillerini unuttukları, hâkim topluluk dili olan Türkçe’yi öğrendikleri Ermeni araştırmacılar tarafından da kabul edilmektedir. Bu Ermenilere Turcohpone (Türkofon) Ermeniler denilmektedir. Bkz. Hayk Berberian, “La Literature Armeno-Turque”, Philologiae Turcicae Fundamenta, II, Wiesbaden 1964, ss.809-819. Güllü Agop’un ailesinin de Kayserili Türk Ermenilerden olduğu, anne ve babasının bir kelime bile Ermenice bilmedikleri belirtilmektedir. Bkz. Vasfi Rıza Zobu, “Memleketimizde Avrupaî Tiyatroyu Kuran Adam: Güllü Yakup Efendi”, Cumhuriyet, 18-23 Aralık 1958. 1878-1879 sezonunda, Osmanlı-Rus Savaşı sona ermiş, barış görüşmeleri başlamıştır. Bu sırada Güllü Agop Tiyatrosu Edirne’de bazı temsiller vermiştir. Edirne’de yaşayan Ermeniler yalnız Türkçe konuştukları için temsiller de Türkçe verilmiştir. Bkz. And, a.g.e., s.176. 41 Helmuth von Moltke, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar 1835-1839, Çeviren Hayrullah Örs, TTK Yayınları, Ankara 1960, s.25. 336 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK 2.1. Ermeni Harfleriyle Türkçe Gazeteler Daha XIV-XV. yüzyıllardan itibaren Ermeni harfleriyle Türkçe metinler meydana getirdikleri bilinen Ermeniler arasında da, Türk Halk Edebiyatı’nın Köroğlu, Âşık Garip, Kerem ile Aslı gibi geniş kitlelere mal olmuş hikâyeleri nesilden nesile aktarıla gelmiştir. Âşuğ adı verilen gezgin veya yerleşik halk şâirleri, tıpkı Türk âşıkları gibi halkın içinden, halkın dilinden söyleyerek sosyal bir işlevi yerine getirmişlerdir42. Boğos Arabyan ve Canik Aramyan gibi isimlerle XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı matbaacılığına ağırlığını koyan Ermeni ustalar43, giderek bu alanda yaygın bir üstünlüğe ulaşmışlardır44. Bu yoğun ilgi matbaadan matbuata da yansımıştır. Tanzimat dönemiyle birlikte İstanbul’da Ermeni harfleriyle Türkçe birçok gazete ve dergi yayımlanmıştır. 1850-1890 yılları arasında, yalnızca İstanbul’da, Ermeniler tarafından çıkarılan 100 kadar süreli yayın sayılmaktadır ve bunların 54’ü kısmen ya da tamamen Ermeni harfleriyle Türkçe basılmıştır. Bu yayınlar içinde, Ahâbîr-i Konstantiniyye, Ararad, Asır, Cerîde-i Şarkiyye, Cihan, Envâr-ı Şarkiyye, Hüsn-i Niyet, İlâve-yi Seda-yi Hakikat, Kheyal (Hayal), Manzume-i Efkâr, Tercüman-ı Efkâr, Mecmua-i Ahbâr, Mecmua-i Havadis, Mego (Arı), Münadi-i Erciyas, Ruzname-i Muâsır, Tadron (Tiyatro), Varaka-yi Havadis gibi gazete ve dergiler45 önemli yansımalar uyandırmışlardır. Öyle ki, o günlerde çok ünlenmiş ve uzun süre yayın hayatını devam ettirmiş Mecmua-i Havadis ve Manzûme-i Efkâr gibi bazılarını izlemek için Türk okuyucuları Ermeni harflerini bile öğrenmişlerdir46. 42 Ayrıntı için bkz. Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992. 43 Araboğlu adıyla anılan nesih ve talik karakterlerini icat eden Boğos Arabyan, Osmanlı Devleti’ne ve matbaacılığına yaptığı katkılar nedeniyle bir berat ve nişanla onurlandırılmış, 1816’da Hassa matbaası yöneticiliğine getirilmiştir. Boğos Arabyan, Vak’anüvis Asım Efendi’nin Kamus tercümesinin 1814 yılında Mühendishane matbaasındaki basımına da nezaret etmiş ve bu amaçla, Asvador ve Klaust adlarındaki iki oğlu ile beraber Tabhane’ye taşınmıştır. 44 1899 yılında yayımlanan Maarif Nezareti Yıllık İstatistikleri’nde İstanbul’daki 90 matbaanın 32’sinin Ermeniler, 23’ünün Türkler, 15’inin Rumlar, 5’inin Yahudiler, 5 ‘inin Levanten veya Avrupalılar, 2’sinin İranlılar tarafından yönetildiği görülmektedir. 45 Ermeni harfleriyle Türkçe yayınların tam listesi için bkz. Berberian, a.g.m., s.816-817. Bu yıllarda ayrıca, Osmanlı Devleti’nin resmî gazetesi Takvim-i Vekayi’nin de Ermeni harfli Türkçe edisyonu yayımlanmıştır. Türk edebî ve siyasî hayatında çok önemli bir rol oynayan İbret gazetesini de Aleksan Sarrafyan adlı Osmanlı Ermenisi yayın hayatına sokmuştur. İbret gazetesi ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Nesime Yazıcı, “İbret”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.21, İstanbul 2000, s.368-370. 46 And, a.g.e., s.36. 337 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlı Devleti’nde günlük hayatın çeşitli yönleriyle sosyal, iktisadî ve politik gelişmeler hakkında bilgiler veren bu yayınların Türk okuyucularının da ilgisini çekmesinin sebebi, haftada iki kere yayımlanan Mecmuai Havadis ile devrin günlük gazetesi Ruzname-i Cerîde-i Havadis arasındaki bir polemikten anlaşılmaktadır. Ruzname’yi idare eden Münif Efendi (Paşa) ile Mecmua-i Havadis’in sahibi olduğunu bildiğimiz Vartan Efendi (Paşa) arasında geçmiş olması muhtemel bu polemiğe göre, imparatorluğun bütün kesimlerine hitap etmek durumundaki Ceride-i Havadis, Tercümanı Ahval, Ruzname-i Ceride-i Havadis gibi gazeteler, politik gelişmeleri, hem sorumlulukları hem de sıkıca denetlenmeleri gereği bütün açıklığı ve çıplaklığıyla yazamamaktadırlar. Oysa azınlıklara yayın yapan gazeteler son derece özgürdür. Yazılarında ve haberlerinde hiçbir sınırlama ve kısıtlama söz konusu değildir. Onların bu özgürlüğünün sebebi, Mecmua-i Havadis yazarının belirttiği gibi; Milel-i mahkûmenin serbestâne beyân–ı efkâr eylemesi mücerred mahkûmluk sayesindedir. Bunun anlamı, azınlık gazeteleri yalnız kendi toplumlarına hitap etmektedirler, dolayısıyla, alanları gibi etkileri de sınırlıdır. Oysa Osmanlı gazeteleri bütün topluma hitap etmektedirler. Bu sebeple asıl önemli olan onların ne yazdıklarıdır: Velhasıl, milel-i mahkûmenin efkârı hiçbir vakit millet-i hakimeninkine galib gelemez. Lâkin milel-i hakimenin efkârı buna kıyas olunamaz ve bu millete mahsus olan gazeteler hükümetin efkârından çıkamazlar ve çıkmamalıdırlar. Münif Efendi, hem bu milel-i mahkûme ve millet-i hakime ayırımına, hem de buradan yola çıkılarak varılan sonuca karşı çıkmıştır. Ancak, bu polemikten yine de azınlık gazetelerinin gerek dış gerekse iç politikaya yönelik daha açık ve özgür değerlendirmelerde bulunduğu gerçeği açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır47. 2.2. İlk Türkçe Roman Mecmua-yı Havadis’i 1855-1879 yılları arasında yayımlamış ve Panosyan’ın çıkardığı Manzûme-i Efkâr ve Tercüman-ı Efkâr gazetelerinin başmuharrirliğini yapmış olan Vartan Efendi (Paşa)’nin48, 1851 yılında Er47 Ruzname-i Cerîde-i Havadis ve Mecmua-i Havâdis arasındaki bu polemik ve ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Ali Budak, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü Bir Osmanlı Aydını Münif Paşa, İstanbul 2004, s.164-167. 48 Asıl adı Hosvep Vartanian olan Vartan Paşa (1815-1879) Viyana’da öğrenim görmüş, Saray Tersanesi’nde ve Bahriye’de tercüman ve baştercüman olarak görev yapmış, Napolyon’un 338 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK meni harfleriyle Türkçe kaleme aldığı Akabi Hikâyesi batı menşeli bir edebî tür olan romanın Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde ilk kez denenmesidir49. Farklı mezheplere mensup iki Ermeni genç arasındaki sevdayı hikâye eden eserde, Gregorian ve Katolik Ermeniler arasındaki çatışmalar ve dinsel fanatizm konuları derinlemesine işlenmiştir. Romanın, bu içeriğiyle devrinin İstanbul Ermenilerinin hayatlarına tanıklık ettiği de söylenebilir. Akabi, acımasız kişiliğiyle esere yansıyan amcası tarafından büyütülmüş, annesini ancak ölüm döşeğindeyken tanımış bir genç kızdır. Akabi ve ailesi Osmanlı Ortodoks Ermenilerindendir. Genç kızın bir gezinti sırasında tanıdığı Hagop ise Katolik Ermenilere mensuptur. Her iki genç için de mezhep ayrılığı önemli bir sorun değilse de aileleri için durum farklıdır. Sonuçta Akabi ile Hagop, aşklarının önüne konulan engelleri aşamayacak trajik bir sona sürükleneceklerdir. Dünya edebiyatlarında tekrar tekrar ele alınmış bu eser konusuyla, ilk anda batı edebiyat geleneğinin ünlü örneği Romeo ve Juliet’i çağrıştırsa da, aslında, Kerem ile Aslı hikâyesine de hayli yakın durmaktadır. Akabi Hikâyesi’nde de, tıpkı Kerem ile Aslı hikâyesi’nde olduğu gibi, âşıkların önünde aşılmaz duvar olarak yükselen aileler arası düşmanlık dinî farklılıktan kaynaklanmıştır. Kerem, bir Ermeni keşişinin kızı olan Aslı’sının peşi sıra diyar diyar dolaşmış, tam ona kavuşunca da karşısına büyü engeli çıkmış, alev alev yanmıştır. Aslı da onun küllerinden tutuşmuştur. Böylece iki sevgilinin külleri birbirine karışmış, vuslat öteki dünyada mümkün olmuştur. Akabi Hikâyesi’nde de âşıklar ölümden sonra birbirlerine kavuşurlar. Sevgilisinden uzun süre haber alamayarak koyu bir ümitsizliğe kapılan Akabi, elinde bir zehir şişesiyle bir uçurumun kenarında durmaktadır. Zehiri içecek ve kendisini aşağıya atacaktır. Tam bu sırada Hagop da gelmiş, onu kurtarmak için koşmuş, ama yetişememiştir. Üzüntüsünden bir gün sonra da o ölmüştür. Roman, kilise ayrılığının neden olduğu acıları açık ve etkili bir dille cesurca ortaya koyması kadar, ferdî aşka, onu yaşama ve sahip çıkma hakkına yaptığı kuvvetli vurgular da çarpıcıdır. Romanı yayına hazırlayan Tietze, bu yaklaşımı, Tanzimat devri ideolojisinin insanlar arası ilişkilere bir yansıması olarak görmektedir: Hayatı, Risale-i Telgraf adlı kitapları da kaleme almıştır. Bkz. Y. G. Çark, Osmanlı Devleti Hizmetinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul 1953, s.173. Ayrıca bkz. Berberian, a.g.m., s.817. 49 Eser, 1991’de Andreas Tietze tarafından Latin alfabesiyle de yayımlanmıştır. Vartan Paşa, Akabi Hikâyesi: İlk Türkçe Roman (1851), Yayına Hazırlayan Andreas Tietze, Eren Yayıncılık, İstanbul 1991. 339 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Avrupa terbiyesi görmüş olan baş kahramanlar için ferdî aşk her şeyin üstünde semavî bir fenomendir, her insanın hakkı ve hayatın asıl manasıdır ki onun için ölümü de göze almak icabeder. Roman bu surette bir aşk hikâyesi bahanesiyle Tanzimat devrinin, kültür değişiminin, asrîleşmenin çok esaslı bir meselesini ortaya koymaktadır50. Romandaki Türkçe, Tiyatro oyuncularının bozuk telaffuzlarının kulağı tırmaladığı kadar göze batmasa da metin zaman zaman alışılamayan ifadeler ve söyleyişler içermektedir. Ancak dili, daha sonra yazılmış romanlara, hatta bugüne göre bile oldukça sadedir. Fakat üslûp biraz karışıktır. Eserde hem, XIX. asrın ortalarında İstanbul’da konuşulan halk diline ait önemli ipuçlarına rastlanmakta, hem de yazı dilinin karmaşık edebî yapısına özenilmiş bazı örnekler görülebilmektedir. Fakat roman, her durumda, XIX. yüzyıl ortalarındaki İstanbul’un bütün fizikî özelliklerini; âdetleri, eğlenceleri, tiyatroları, sayfiyeleri, kayıkları ve hatta yeni sefere başlamış şehir hattı vapurlarına varıncaya kadar, bütünüyle yansıtmayı başarmıştır. Özellikle, zamanın eviçi yaşantısı, zengin konakları, eşyaları, uşakları, hizmetçileri, ahçıları, beslemeleri; aynı şekilde yoksul evleri, giyim kuşamları, misafirlik âdetleri en ince teferruatına kadar anlatılmıştır. Akabi Hikâyesi bu unsurlarıyla, trajik bir aşk öyküsü olmanın çok ötesine geçmiş, Tanzimat devrinin batılı değerlere göre şekillenmiş yeni bir hayata geçişinden kesitler veren belgesel bir eser olmuştur51. Akabi Hikâyesi Türkçe yazılmış orijinal ve erken bir roman olmasına rağmen, edebiyat çevrelerinde derin bir etkisi görülmemiştir. Kuşkusuz, bunun ilk sebebi Ermeni harfleriyle basılmış, Türk okuyuculara değil Ermenilere yönelik yazılmış olmasıdır. Osmanlı Devleti’nde Ermeniler, uzunca bir süredir tuhaf bir yazı-dil açmazı içindedirler. Günlük hayatlarında Türkçe konuşmakta, fakat Arap harflerini öğrenmekte zorlandıkları için, Türkçe kitap ve gazeteleri okuyamamaktadırlar. Kendi okullarında Ermenice harfleri öğrenmekte, fakat burada da dillerini öğrenmekte zorlanmaktadırlar. Zira bu okullarda öğretilen dil, birçok kelimesini bilmedikleri eski Ermenicedir ve bu dille günlük hayatı ifade etmek mümkün olmamaktadır. Bu yüzden Ermeniler, arkaik bir dili öğrenmektense Türkçe’yi tercih ede gelmişlerdir. 1850’li yıllarda onca gazete ve derginin Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmasının nedeni, işte böyle bir tarihî geçmişin ve tecrübenin tabii sonucudur. Vartan Efendi’nin Akabi Hikâyesi’ni Erme50 Andreas Tietze, Akabi Hikâyesi Önsözü, s.XII. 51 Akabi Hikâyesi’nin daha ayrıntılı değerlendirmesi için bkz. Akabi Hikâyesi Önsözü, s.IXXXI. 340 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK ni harfleriyle Türkçe yazmasını da hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde izah etmektedir. Fakat bu durumda da Vartan Efendi’nin eserini niçin sadece Ermeni okuyuculara yönelik olarak yazdığı sorusu akla gelmektedir. Eserin pekâla, küçük bir çabayla Türk harfleriyle basılmış bir versiyonu da yayımlanabilirdi. Tietze’ye göre, bunun sebebi, Ermeni nüfusun Avrupa dillerinden tercüme edilen kitaplardan daha fazla haberdar olmaları, roman denilen şeyin ne olduğunu daha iyi bilmeleridir. Hiç değilse, onlar, romanı gayriciddi bulmayacaklardır. Onun ne tarih ne de masal, ikisi arasında bir şey olduğunun ayırımına varmış, ondan nasıl faydalar çıkarılabileceğini kavramışlardır: ‘Akabi’ romanını yazan Vartan Paşa da aynı durumdadır. Okuduğu ve sevdiği Fransız romanlarına denk gelecek bir eser vermek ve onu kendi milletdaşlarına okutmak istemiştir. Belki de Türkler arasında böyle gayriciddi hikâyelerle vakit geçiren henüz pek yoktu ve çok az olduğu için. Onu o zamanın çetrefil, kilise kitaplarında kullanılan arkaik Ermenice ile yazsa kimse rahat okuyamayacak ve kendisi onu yazmaktan istediği sonucu alamayacaktır. Kitabını Türkçe yazmağa karar vermiş, Arap harfleri engelini aşmak için de, Ermeni elifbasını almış, onu Türkçe’yi daha iyi ifade edecek şekilde ikmal etmiş ve eserini onunla kâğıda geçirmiştir52. Vartan Efendi’nin eserini sadece Ermenilere yönelik olarak yazmış olmasının gerçek sebebinin, Ermeni toplumu içinde giderek derinleşen Gregorian-Katolik ayrışmasına dikkat çekmek olduğu da düşünülebilir. Bu yaklaşım, devrin sosyal edebiyat anlayışına da, hem resmî hem özel hayatında pragmatik bir kişilik sergileyen Vartan Efendi’ye de uygundur. Bu görüşü destekler doğrultuda, Vartan Efendi, 1852’de yayımladığı mizahî Boşboğaz Bir Adem, Lafazanlık ile Husule Gelen Fenalıkların Muhtasar Risalesi adlı kısa romanında da mezhep çatışması konusuna başka bir açıdan değinmiştir53. 52 Akabi Hikâyesi Önsözü, s.IX-X. 53 Turgut Kut, Vartan Paşa’nın bu iki eserinin yanı sıra Ermeni harfli Türkçe telif romanların önemlileri arasında Hovannes Balıkçıyan’ın Karnik, Gülünya ve Dikran’ın Dehşetlu Vefatleri, Hovsep Maruş’un Bir Sefil Zevce, Viçen Tilkiyan’ın Gülünya Yahod Kendi Görünmeyerek Herkesi Gören Bir Kız adlı eserlerini zikretmiştir. Bkz. Turgut Kut, ‘“Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Romanlar”, Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi-Tebliğler II, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul 1985, s.195-214. 341 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 2.3. Liberal Düşünceye Doğru Balyan ailesinden gelen bir dizi mimarbaşının İstanbul’da pek çok büyük yapıya vücut verdikleri XIX. yüzyılda, klâsik Türk mûsikîsi usûl ve üslûbunu benimsemiş, hatta kilise müziklerini buna göre değiştirmiş Ermeniler, büyük bestekârlar, kendi icadı olan notalarla birçok eseri kayda geçirmiş Hamparsum Limoncuyan gibi müzik adamları da yetiştirmişlerdir54. Tiyatro, matbuat, roman, mimarî, müzik.... Şüphe yok ki, bunların herbiri birer yansıtma biçimidir. İster kişisel olsun ister toplumsal, duygular ve düşünceler bu dallarla dışa vurulur. Ancak duygular ve düşünceler, zamana ve şartlara bağlıdır, sürekli farklılaşır. XIX. yüzyıl da çok dinamik bir yüzyıldır. Dışarıdan yeni yeni aktarmalarla sürekli çalkalanmış, tabiri caizse yeniden harmanlanmıştır ve hayat değiştikçe, onu algılayış ve ifade ediş biçimleri de değişmiştir. Böyle bir durumda, bir kültürden başka bir kültüre savrulmayı iyi anlayabilmek için, değişim-dönüşüm etkenleri diyebileceğimiz, hayatı doğrudan etkileyen bilim ve teknikteki gelişmelerle bunlara bağlı olarak ortaya çıkan yeni siyasal ve ekonomik sistemleri, asla göz ardı etmemek gerekmektedir. Halka ancak böyle tamamlanabilecektir. Modern Avrupaî iktisat teorileri konusunda Osmanlı Devleti’nde görülen ilk çalışma J. B. Say’ın Catéchisme d’Économie Politique adlı eserinin tercümesidir55. İlm-i Tedbîr-i Menzil ismiyle 1852’de yayımlanan bu eserin altında da bir Osmanlı Ermenisinin, Encümen-i Dâniş üyesi Sahak Abro Efendi’nin imzası bulunmaktadır. Sahak Abro56, Adam Smith’in doktrinini popülerleştiren57 bu eserden üç yıl sonra da Mustafa Reşid Paşa’nın isteği üzerine Avrupa’da Meşhur Ministroların Terceme-i Hallerine Dair Risale58 başlıklı bir eser kaleme almıştır. Eserde Mösyö Talleyrand, Prens Meternich, Lord Wellington, Kont Nesirod (Nesselrode) gibi Avrupa’nın ünlü devlet adamlarının özgeçmişleriyle yaşadıkları dönemin siyasal olay54 Nikoğos Ağa, Asdik Ağa, Tatyos Efendi, Türk Offenbachı diye anılagelmiş Dikran Çuhacıyan, Bimen Şen, İstiklâl Marşı’nı armonize eden Edgar Manas ve diğer Ermeni bestekârlarla ilgili ayrıntı için bkz. Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi I-II, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1990. 55 İlm-i Tedbîr-i Menzil, İstanbul 1268 (1852) 56 Voltaire’den bazı hikâyeler de çevirmiş olan Sahak Abro için bkz. Y. G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, İstanbul 1953, s.130-132. 57 Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, s.265. 58 İstanbul Takvimhane-i Amire, Şaban 1271 (Nisan-Mayıs 1855). 342 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK ları konusunda bilgiler verilmiştir. Birçok batı kaynağından yararlanılarak hazırlanmış bir derleme niteliğindeki eserin amacı, fevâid-i mamûriyyet ve menafi-i medeniyyetin neşr ve tamîmine cüz’î ve küllî medâr olabilmek arzusu olarak açıklanmıştır59. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye, Osmanlı aydınlarının batı bilim ve kültürünü yaymak için kendi aralarında kurdukları ilk cemiyettir60. Başka bir söyleyişle resmî ilk sivil bilimsel örgütlenmedir61. Tüzüğü ve üyeler listesiyle bir manifesto niteliğindeki kuruluş dilekçesinde, hareket noktası olarak, Avrupa milletlerinin uygarlık ve güçte en yüksek noktaya ulûm ve maarif-i nafia ile ulaştıklarına dikkat çekilerek, bunların tez zamanda Memalik-i Mahrûsa-i Şâhane’de de yaygınlaşması gereği gösterilmiştir. Esasen bu gerçeği, Saltanat da bilmekte ve gereken önlemleri almaktadır. Ancak, ülkedeki mevcut eğitim ve öğretim kurum ve araçları, bu amaç için henüz istenilen seviyede değildir. Bu durumu göz önünde tutan; gerek Avrupa’da gerekse ülkede iyi bir eğitim görerek yetişmiş bazı bendegân-i saltanat-ı seniyye, bir araya gelerek, Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye unvanıyla bir cemiyet kurmuşlardır. Tek arzuları; fünûn ve maarif-i mukteziyenin Memalik-i Mahrûsa-i Şâhane’de mümkün mertebe yayılmasını sağlayarak, ülkeye olan şükran borçlarını ödemektir. Cemiyet, dinî meseleler ve politika dışında her türlü ulûm ve maarife dair kitap ve risale telif ve tercümesiyle uğraşacaktır. Cemiyet bu amaca ulaşmak için Mecmua-i Fünûn adında bir dergi çıkaracak, ayrıca belirli günlerde herkese açık dersler verilmesi gibi mümkün ve münasib uygulamalarla da hedefine ulaşmaya çalışacaktır. Cemiyet’in masrafları üyeler tarafından her ay verilecek aidatlarla karşılanacak ve bütün bu faaliyetler Saltanat-ı Seniyye’nin halk eğitimi hakkındaki ça- 59 Abro, a.g.e., s.2. 60 Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye ile ilgili ayrıntılı bir inceleme için bkz. Ali Budak, “Cemiyeti İlmiye-i Osmaniye-Bir Sivil Eğitim Kurumu”, Sivil Toplum 2 (6-7), İstanbul 2004, s.103122. Ayrıca bkz. Ekmeleddin İhsanoğlu, “Modernleşme Süreci İçinde Osmanlı Devleti’nde İlmî ve Meslekî Cemiyetleşme Hareketlerine Genel Bir Bakış”, Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri, İstanbul 1987, s.197-220. 61 Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin kuruluş arzuhali, 8 Şevval 1277/11 Nisan 1861 tarihinde, Petersburg Sefiri Halil Bey (Paşa) tarafından Sadaret’e sunulmuştur. Bkz. Başbakanlık Arşivi (BOA), İrade Dahiliyye, Vesika No: 31671, Dolap No: 53. 343 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lışmalarına uygun ve paralel seyredecektir62. Osmanlının ilk sivil eğitim kurumu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin kurucular listesindeki 33 daimi üyeden 9’unu Ermeniler oluşturmuştur. Meclis-i hazain memurlarından Karabet Efendi, ticaret tercümanlarından İstefan Efendi, Tercüme Odası’ndan Ohannes Efendi, tahrîrât-ı ecnebiyye kalemi müdürü Kirkor Efendi, tahrîrât-ı ecnebiyye odasından Markor Efendi, ticaret tercümanı Karabet Efendi, ticaret tercümanı İstefan Efendi’nin biraderi, Zaptiye müstantik-i evveli Manas Efendi. Bu isimlerden; Meclis-i hazain memurlarından Karabet Efendi Tahrîrât-ı Fransavî kâtibi, Ticaret tercümanlarından İstefan Efendi ise Sandık Emîni olarak 8 kişilik yönetim kuruluna girmişlerdir63. Cemiyetin yayın organı olan ilk bilim dergimiz Mecmua-i Fünûn’da da Ohannes ve Vahan64 Efendiler çağdaş iktisat makaleleri kaleme almışlardır. Özellikle Sakızlı Ohannes Efendi (Paşa), imparatorluğa modern ekonomi teorilerini tanıtan ilk eser olan Say’ın Catéchisme d’Économie Politique’inin tercümesini 10 yıl önce yapmış olan milletdaşı Sahak Abro’nun açtığı yolu epeyce genişletmiştir. Daha sonra Mekteb-i Mülkiye’de hocalık yapacak olan Ohannes Efendi’nin Mecmua-i Fünûn’da, İlm-i Servet-i Milel65 başlığı altında iki uzun yazısı yayımlanmıştır66. Sakızlı Ohannes, araştırmacılar tarafından liberal ekonominin Türkiye’deki ilk savunucu olarak değerlendirilmektedir. Tevfik Çavdar’a göre, onun eserindeki temel düşünce; serbest piyasa koşullarının hiçbir engele çarpmadan gerçekleştirilmesi, ekonominin bu 62 Kuruluş dilekçesiyle birlikte 8 Şevval 1277 (11 Nisan 1861)’de Sadaret’e sunulmuş olan Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye Nizamnamesi, bir yıl sonra çıkarılmaya başlanan Mecmua-i Fünûn’un ilk sayısında halka da ilân edilmiştir. Bkz. Mecmuâ-i Fünûn, No: 1, İstanbul Muharrem 1279/Haziran 1862, s.2-10. 63 Cemiyetin aza-yı müdaveme ve gayrimüdavemesini gösterir liste için bkz. BOA, İrade Dahiliyye, Belge No: 31671/3. 64 Üçüncü Ticaret Meclisi reisi Vahan Efendi, “Fevâid-i Şirket”, Mecmua-i Fünûn, Sayı 8, s.343-353. 65 Tanzimat devrinde henüz iktisat kelimesi kullanılmamaktadır. Batıda yaygın olarak kullanılan ekonomi-politik de tercih edilmemekte, Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği eserinden ilhamla İlm-i Servet-i Milel yahut sadece İlm-i Servet terimi kullanılmaktadır. Nitekim Sakızlı Ohannes, Türkiye’de ders kitabı olarak okutulan ilk ekonomi kitabının adını da Mebâdî-i İlm-i Servet-i Milel koyacaktır. Münif Paşa da Mekteb-i Hukuk’ta Ekonomi-Politik derslerini İlm-i Servet adı altında verecek, dersin notları yine aynı adla kitaplaştırılacaktır. Münif Paşa ve eserleriyle ilgili olarak bkz. Ali Budak, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü Bir Osmanlı Aydını Münif Paşa, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004. 66 Mecmua-i Fünûn, Sayı 2, s.86-92, Sayı 6, s.243-249. 344 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK koşulların gerektirdiği doğrultuda işlemesidir67. Ahmet Güner Sayar’a göre de Sakızlı Ohannes, ekonomik liberalizme verdiği merkezî ağırlıkla, gelecek kuşaklar için çok anlamlı, öncü bir rolün sahibi olmuştur68. Sakızlı Ohannes Paşa, ayrıca, Fünûn-ı Nefise Tarihi Medhali69 adlı eserin de sahibidir. Onun, Mekteb-i Fünûn-ı Nefise-i Şâhane (Güzel Sanatlar Akademisi)’de okuttuğu estetik derslerinin notlarının biraraya getirilmesiyle oluşmuş olan bu eserinin de, münhasıran estetikle ilgili olarak yayımlanmış ilk müstakil kitap olduğu ileri sürülmektedir70. Sonuç Osmanlı Ermenilerinin XIX. yüzyılda hayatın ve edebiyatın batı etkisinde yeniden şekillenmesinde öncü bir rol oynadıkları görülmektedir. Batılı bir tür olarak tiyatro onlarla oluşmuş, gelişmiş, Türkçeleşmiş, neredeyse yüzyılın sonuna kadar onlarla var olmuştur. Ermeni harfleriyle de olsa ilk Türkçe roman Ermeni asıllı bir devlet adamının kaleminden çıkmış, yine Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmış onlarca mecmua ve gazete, toplumun her türlü sorularına ve sorunlarına tercüman olmuştur. Çağdaş politikaların ve liberal ekonomik sistemlerin kökenlerine inilirken, bir Sahak Abro’nun, bir Sakızlı Ohannes Paşa’nın payları elbette kendilerine teslim edilecektir. Ancak her ilişkinin iki taraflı olduğu gerçeği de unutulmayacaktır. Denilebilir ki, Tanzimat’ın nimetlerinden en çok Ermeniler yararlanmıştır. Bunda Tanzimat’ı hazırlayanlara çok yakın duruşlarının büyük önemi olmalıdır. Bu yakın duruş da öteden beri varlıklı bir zümre oluşturmalarından, çoğunun okuma-yazma bir yana, en az bir yabancı dil bilmelerinden kaynaklanmıştır. Yeni dönemde devlet yeniden yapılandırılırken ardına kadar açılan geniş kapılardan, çok sayıda Ermeni girmiştir. Başta Hariciye ve Tercüme Odası olmak üzere önemli kurumlarda üst düzey görevler üstlenmişlerdir71. 67 Tevfik Çavdar, “Cumhuriyet Döneminde Türk İktisadî Düşüncesi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C. 4, İstanbul 1993, s.1074. 68 Ahmet Güner Sayar, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, Ötüken Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2000, s.371-372. 69 Eser, Güzel Sanatlar Tarihine Giriş adıyla Kahraman Bostancı tarafından yeni harflere aktarılmış ve Hece Yayınları tarafından 2005’te yayınlanmıştır. 70 Beşir Ayvazoğlu, “Türkiye’de Sanat Tarihi ve Estetikle İlgili İlk Çalışmalar”, Erdem, Eylül 1989, C.5, Sayı 15, s.986. 71 Ayrıntı için bkz. Çark, a.g.e., s.110 ve devamı. 345 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bütün bunlar tabiidir. Türkler ve Ermeniler uzun süre mutlu bir ortak hayat sürmüşlerdir. Sadece devlet değil, Müslüman halk da kendilerine her zaman büyük güven duymuştur. Çünkü Ermeniler, yüzyıllarca Türk kültür ve yaşantısıyla içiçe yaşamış, yaşadıkları ortama uyum sağlamış, Türklerin dillerini, edebiyatlarını benimsemişlerdir. O kadar ki, 1877-1878 OsmanlıRus Savaşı’nın sonrasında Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları’ndan sonra, kışkırtmalarla zorlama bir Ermeni sorunu çıkarıldıktan sonra bile büyük Ermeni çoğunluğu pozisyonlarını değiştirmek bir yana, olup bitenlere karşı açık tavır almışlardır. Dikran Çuhacıyan vatanseverlik duygularını pekiştirici coşkun marşlar bestelerken, Güllü Agop Tiyatrosu’na eskisinden de sıkı bir disiplinle sarılmış, tiyatrosu kapatıldıktan sonra dahi Saray’da hizmetlerini sürdürmüştür. Sakızlı Ohannes Paşa, bir taraftan Mekteb-i Mülkiye’de Siyaset ve İktisat dersleri verirken, bir taraftan da devletin en tepe noktalarında bulunmuş, tam 11 yıl II. Abdülhamit’in Hazine-i Hassa nazırlığını yapmıştır. Tabii olmayan daha sonraki gelişmelerdir... 346 Yrd. Doç. Dr. Ali BUDAK Seçilmiş Bibliyografya Akyüz, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (1860-1923) I, 3. Baskı, Ankara 1979. And, Metin, “Türkiye’ye Gelen İlk Gözbağcılar”, Tarih Mecmuası, Şubat 1967. __________, “Gedikpaşa Tiyatrosu’ndan Önceki Türkçe Oyunlar”, Türk Dili (Tiyatro Özel Sayısı), Sayı 178. __________, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu 1839-1908, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1972. Ayvazoğlu, Beşir, “Türkiye’de Sanat Tarihi ve Estetikle İlgili İlk Çalışmalar”, Erdem, Eylül 1989, C.5, Sayı.15. Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB Yayınları, İstanbul 1978. Berberian, Hayk, “La Literature Armeno-Turque”, Philologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden 1964. Budak, Ali, Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü Bir Osmanlı Aydını Münif Paşa, Kitabevi YAyınları, İstanbul 2004. __________, “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye-Bir Sivil Eğitim Kurumu”, Sivil Toplum 2 (6-7), İstanbul 2004, s.103-122. Çark, Y.G., Osmanlı Devleti Hizmetinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul 1953. Çavdar, Tevfik, “Cumhuriyet Döneminde Türk İktisadî Düşüncesi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C.4, İstanbul 1993. Gazimihal, Mahmut R., Türk Askerî Muzıkaları Tarihi, İstanbul 1955. Gerçek, Selim Nüzhet, “İlk Te’lif Piyesler”, Ulus Gazetesi, 5 Şubat 1944. Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, Ankara 1963. İhsanoğlu, Ekmeleddin, “Modernleşme Süreci İçinde Osmanlı Devleti’nde İlmî ve Meslekî Cemiyetleşme Hareketlerine Genel Bir Bakış”, Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri, İstanbul 1987, s.197-220. Kodaman, Bayram, Ermeni Macerası-Tarihî ve Siyasî Bir Değerlendirme, Isparta 2001. Kut, Turgut, “Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Romanlar”, Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi-Tebliğler II, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul 1985. Mardin, Şerif, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İletişim Yayınları, İstanbul 1996. Moltke, Helmuth von, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar 1835-1839, Çeviren Hayrullah Örs, TTK Yayınları, Ankara 1960. Namık Kemal, “Mukaddime-i Celal”, Celaleddin Harzemşah, Hazırlayan Hüseyin Ayan, Dergâh Yayınları, Dördüncü Baskı, İstanbul 1975. Oskanyan, C., The Sultan and His People, New York 1857. Öztuna, Yılmaz, Büyük Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi I-II, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1990. Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, C.7, Ötüken, İstanbul 1978. Sahak Abro, İlm-i Tedbîr-i Menzil, İstanbul 1268 (1852). 347 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sakızlı Ohannes Paşa, Güzel Sanatlar Tarihine Giriş, Yayına Hazırlayan Kahraman Bostancı, Hece Yayınları, Ankara 2005. Sayar, Ahmet Güner, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, Ötüken Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2000. Sevengil, Refik Ahmet, Türk Tiyatrosu Tarihi III; Tanzimat Tiyatrosu, MEB Yayınları, İstanbul 1961. Stepenyan, Karnik, Urvakitj Arevmidahay Tadroni Badutyan, (Batı Ermenilerinin Tiyatrosunun Tarihinin Ana Çizgileri) (Ermenice), I (1962), II, (1969). Tanpınar, Ahmet Hamdi, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 1976. Tietze, Andreas, Akabi Hikâyesi -Önsöz- İlk Türkçe Roman (1851), Eren Yayıncılık, İstanbul 1991. Türkmen, Fikret, Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İzmir 1992. Vartan Paşa, Akabi Hikâyesi; İlk Türkçe Roman (1851), Yayına Hazırlayan Andreas Tietze, Eren Yayıncılık, İstanbul 1991. Yalçın, Alemdar, II. Meşrutiyet’te Tiyatro Edebiyatı, Gazi Üniversitesi Yayınları, Ankara 1985. Yazıcı, Nesimi, “İbret”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 21, İstanbul 2000. Zobu, Vasfi Rıza, “Güllü Agop’a Ait Tetkikler”, Cumhuriyet Gazetesi, 18-23 Aralık 1958. 348 XVIII. YÜZYIL KIBRIS ERMENİLERİNİN SOSYO EKONOMİK DURUMLARI Yrd. Doç. Dr. Ali Efdal ÖZKUL Yakın Doğu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi E-mail: [email protected]; Tel: 0 533 840 72 72; 0 392 223 64 64 /252 Özet Osmanlı toplumunda Ermenilerin ticaretle yoğun olarak uğraştıkları bilinmektedir. Kıbrıs gibi Akdeniz ticaretinde ve özellikle Doğu Akdeniz ticaretinde önemli bir rolü olan adada bulunmamaları düşünülemezdi. Kıbrıs’taki Ermeniler kaynaklardan öğrenildiği kadarıyla, adada daha çok ticaret özellikle ipek ticareti ve üretimi ile Fransız konsoloslarına konsolos tercümanlığı gibi işlerde faaliyet göstermişlerdir. Diğer gayrimüslim toplumlarda olduğu gibi Kıbrıs Ermenilerinin hem siyasî hem de ruhanî liderleri Kıbrıs Ermeni murahhasları idi. Söz konusu dinî lider Kıbrıs Ortodoks başpiskoposları gibi oldukça geniş yetkilere sahip olmasına karşın onlardan farklı olarak İstanbul’daki Ermeni Patriği’ne bağlı idiler. Ayrıca Ermeni murahhaslarının, Ortodoks başpiskoposlar kadar devlete sorun olmadıkları kaynaklardan öğrenilmektedir. Çalışmada, Kıbrıs adasında yaşayan Ermenilerin adadaki diğer unsurlarla (Müslüman-Ortodoks) olan ilişkileri ve çatışmaları üzerinde durularak Osmanlı ülkesinin diğer bölgeleri ile karşılaştırmalar yapılmıştır. Araştırma Kıbrıs Lefkoşe şer’iye sicillerinden yola çıkılarak elde edilen verilerle desteklenmiştir. Araştırma sonrasında öz olarak Kıbrıs adasında yaşayan Ermenilerin sosyo-ekonomik hayata ve topluma yaptıkları katkılar ile bunların ada kültürüne yansımaları ile ilgili sonuçlara ulaşılmıştır. Yrd. Doç. Dr. Ali Efdal ÖZKUL Giriş Kıbrıs Ermenilerinin tarihsel varlığı Bizans dönemine kadar geriye gitmektedir1. Lusignanlar devrinde (1191-1489) başkent Lefkoşa’da bir Ermeni mahallesi bulunmaktaydı2. XIV. yüzyılın ilk yıllarında Kilikya Ermenileri ile Kıbrıs Lusignan Krallığı ve İtalyan şehir devletleri arasında ticarî ilişkiler yapılmaktaydı3. Kıbrıs Ermenilerinin kökenleri Kilikya, Suriye ve İran Ermenilerine (Ermeni-i Acem) dayanmaktaydı4. Kıbrıs adasında yaşayan Ermeni toplumunun liderleri olan murahhaslar İstanbul’daki Ermeni Patrikliği’ne bağlıdırlar5. Ermenilerin, Lefkoşa kazasında yoğun olarak Meryem Ana adlı kiliselerinin bulunduğu Karamanîzade6 mahallesinin yanında, başta Ermeniyan (Ermeniye, Ermeni)7 mahallesi olmak 1 2 3 4 5 6 7 Theodore Papadopoullos, Social and Historical Data on Population (1570-1881), Nicosia 1965, s.87. Ronald C. Jennings, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World, 1571-1640, New York 1993, s.165. Mehmet Akif Erdoğru, “Kıbrıs Ermenileri Üzerine Notlar (1580-1640)”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXII/1, İzmir 2002, s.2. Erdoğru, “Kıbrıs Ermenileri Üzerine Notlar”, s.2 vd.; Ali Efdal Özkul, Kıbrıs’ın SosyoEkonomik Tarihi 1726-1750, İstanbul 2005, s.278 vd.; Kıbrıs Şer’iye Sicili (KŞS), 17-31/2. (Kıbrıs Şer’iye Sicili, burada ilk önce defter numarası verilmiş, daha sonra sırasıyla sayfa sayısı ve hüküm numarası belirtilmiş ve çalışmanın tamamında, sicillere yapılan atıflarda bu yol izlenmiştir.) KŞS, 16-29/1. KŞS, 14-46/1. KŞS, 16-3/2. 353 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER üzere Lefkoşa’nın diğer bölgelerinde de yaşadıkları mahkeme kayıtlarında görülmektedir8. 1572 sayımına göre, Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşa’da 8 mahalle bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi Ermenilere aittir. Yine aynı sayım sonuçlarına göre, Lefkoşa’daki Ermeni nüfusu, şehir nüfusunun sadece % 8’ini oluşturmaktadır 9. Daha çok kutsal topraklara giden Ermeni hacılar için yapıldığı düşünülen Girne kazasındaki Megara (Saint Makar) Manastır’ı, Kıbrıs’taki Ermenilere ait dinî yapılardandır10. Osmanlının adayı fethinden sonra buraya gönderilenler arasında birkaç Ermeni ailesinin de bulunduğu kaynaklardan öğrenilmektedir11. XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde, İran Ermenileri ipek ticareti için adaya gelmişler ve yerleşmişlerdir12. Osmanlı ülkesinin tümündeki mahkemelerde olduğu gibi, Lefkoşa’daki mahkemeye başvuran gayrimüslimlere de, bağlı bulundukları sınıfa ve özelliklerine göre hitap edilmektedir. Örneğin, gayrimüslim bir erkek için davalarda zımmî13, Ermeni14, Yahudi15 veya nasranî (nasarâ)16 gibi terimler kullanılırken, bayan bir gayrimüslime ise zımmîye17, nasrâniye18, Ermeniye19 şeklinde hitap edildiği görülmektedir. Bu konularda çalışan kimi araştırmacılar zımmî, zımmîye terimlerinin Kıbrıs’ta yaşayan Ortodoks halk için, nasarâ ve nasrâniyenin ise Lâtin Hıristiyanlar için kullanıldığını ileri sürmektedirler20. Kıbrıs’taki Ermeniler sicillerde ya cizye kayıtlarında (Ermeni-i Acem) ya da maddî konulardaki davalarda ortaya çıkmaktadırlar. 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 KŞS, 20-47/2, 21/84-2; Nuri Çevikel, “18. Yüzyıl Osmanlı Kıbrısı’nda Ermenilerin Durumuna Dair Bazı Tespitler”, Yeni Türkiye 7/38, Ankara Mart-Nisan 2001, s.711. Jennings, “The Population, Taxation and Wealth in the Cities And Villages of Cyprus, According to the Detailed Population Survey (Defter-i Mufassal) of 1572”, Journal of Turkish Studies, 1986, X, s.176 vd. KŞS, 17-65/1. Erdoğru, “Kıbrıs’ın Türkler Tarafından Fethi ve İlk İskân Teşebbüsü (1570-1571)”, Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü Uluslararası Sempozyumu (28 Ekim-2 Kasım 1991) Tebliğleri, Ankara 1993, s.48. Erdoğru, “Kıbrıs Ermenileri Üzerine Notlar”, s.3. KŞS, 13-124/3. KŞS, 17-106/4. KŞS, 16-205/1. KŞS, 14-14/1. KŞS, 4-197/1, 14-33/2, 15-43/5. KŞS, 13-122/1. KŞS, 15-9/6. Jennings, a.g.e., s.149; Recep Dündar, Kıbrıs Beylerbeyliği (1570-1670), Yayımlanmamış Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, Malatya 1998, s.397. 354 Yrd. Doç. Dr. Ali Efdal ÖZKUL Kıbrıs’taki Ermeni halkın vekilleri olmalarından dolayı, halktan borcu olanların borçları Ermeni papazlardan talep edilebilmektedir. 1153 yılında, aslen Urfalı olup Kıbrıs adasında, Lefkoşa’da Han-ı Komari’de kalan, esSeyyid Veli ibn-i Mehmed, Karakaş Muhtar adlı Ermeninin kendisinden 300 kuruş borç aldığını ve bu borca da Ermeni papazı olan Kirkor veled-i Libares’in kefil olduğunu bildirip Karakaş’ı bulamadığından parayı Papaz’dan istemektedir. Kirkor’un ise, kimseye kefil olmadığını belirtmesi üzerine Papaz’dan söylediklerinin doğruluğu için yemin etmesi istenmiştir. Papaz’ın da alâ vefkü’l-mes’ûl yemin billâhi ellezi enzele’l-İncil alâ İsâ aleyhi’s-selâm şeklinde yemin etmesi Veli’nin davayı kaybetmesine neden olmuştur21. Burada adı geçen Ermeni papazının, Kıbrıs adasındaki Ermenilerin lideri olan Ermeni murahhasası mı yoksa sıradan bir mahalle papazı mı olduğu kesin olarak tespit edilememiştir. Kıbrıs’taki Ermeni halkın reisleri olan Ermeni murahhasalarıyla ilgili söz konusu yıllarda, sicillere yansımış beş adet kayıt bulunmaktadır. Bunlarda, adaya atanan murahhasalara verilen geniş yetkiler göze çarpmaktadır. İstanbul ve çevresinin Ermeni Patriği olan Agop (Hagop Nalyan)22 adlı rahip, Divan-ı Hümayun’a sunduğu dilekçe ile, Patrikliğine bağlı olan Kıbrıs adasında, Lefkoşa kazasındaki Meryem Ana Kilisesi ve Giriniyye kazasındaki Megara Manastırı ve çevresinin Ermeni murahhassası olan Arotin adlı rahibin ölümü üzerine, onun yerine Virtaş adlı rahibin tayin edilmesini istemektedir. İstanbul da bu isteğe uyarak, 1 000 akçelik mîrî peşkeşi vermesi şartıyla Virtaş’ı, Arotin’in yerine 1156 (1743) yılı Cemaziyelevveli’nin sekizinde Kıbrıs Ermeni murahhasası olarak atamıştır23. Bu tayin beratı incelendiğinde Kıbrıs’taki Rum cemaatinin liderleri olan başpiskoposlara verilen yetkilerin bir çoğunun, Ermeni murahhasalarına da tanındığı ortaya çıkmaktadır. Ermeni murahhasalarına verilen yetkiler ise şunlardır: Murahhasalığa bağlı yerlerde murahhasanın istediği papazı görevden almasına ve istediğine görevi vermesine kimse karışmayacaktır. Rahibin izni olmadan, bazı taşra papazları âyinlerine muhalif olarak, nikâha uygun olmayan kefereye, nikâh yapmayacaklardır. Bir zımmîye kadın kocasından kaçarsa veya boşanırsa murahhasalarından veya murahhasanın vekillerinden başka kimse araya girmeyecek veya karışmayacaktır. Ehl-i örften 21 KŞS, 15-96/3. 22 Kevork Pamukciyan, “Onsekizinci Yüzyılda Patrik Basmaciyan’a Verilen Cülus Fermanı”, Tarih ve Toplum, XV/88 (1991), s.38. 23 KŞS, 15-222/1. 355 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER hiçbir görevli Ermenilerin nikâhlarına, boşanmalarına veya iki zımmînin arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklara, olay rızalarıyla çözüldüğünde müdahale etmeyecektir. Murahhasalığa bağlı yerlerde ölen karabaşların, papazların ve marabelet adlı keşişe avratların (rahibe) terekeleri rahipleri tarafından yapılacak; bunlarla ne beytülmal emini ne de kassamlar ilgilenmeyeceklerdir. Ayrıca ölen bu görevliler ve diğer Ermeni zımmîler, kendi âyinleri üzere kiliselerine, Patrik ve murahhasaya her ne vasiyet ederlerse kabul olunacaktır. Ermeni şahitler mahkemelerde kabul edileceklerdir. Ermeni ruhbanlardan, kilise ve manastırları yokken, etrafta gezerek halka kötülük yapanlar, ancak rahipleri tarafından cezalandırabileceklerdir. Bu kişilerin âyinleri üzere, kiliselerine bağlı bağ, bahçe, çiftlik, tarla, çayır, değirmen, manastır vb. kiliseye vakfedilen eşya ve davarlara kimse karışamayacaktır24. İlgili dönemde, ehl-i zimmet kefere başpiskoposluğunda olduğu gibi Ermeni murahhasalığında da çekişmelerin olduğu gözlemlenmektedir. Daha önce belirtildiği gibi, 1156 (1743) yılında Kıbrıs Ermeni murahhasalığına Virtaş adlı rahip atanmıştır. Ancak bu sırada adada Serkis adlı bir başka rahibin murahhasılığı beratsız olarak ele geçirdiği görülmektedir. Bunun üzerine, kendi Patrikliğine dâhil olan Kıbrıs adasında, kendi seçtiği Virtaş’ın murahhasa olmasını isteyen İstanbul Ermeni Patriği Agop, Divan-ı Hümayun’a tekrar başvurarak, Virtaş’ın Kıbrıs murahhasalığını ele geçirmesini sağladığı gibi Serkis’i de Kıbrıs’tan uzaklaştırmıştır25. Başka bir belgede ise, Virtaş görevini iyi yapamadığı için, İstanbul’daki Ermeni Patriği, onun yerine Avadik adlı Ermeni rahibin atanmasını Divan-ı Hümayun’dan istemiştir. Bunun üzerine 1157 (1744) yılı Şabanı’nın dördünde bu kez Kıbrıs Ermeni murahhasalığına rahip Avadik tayin edilmiştir26. 1159 (1746) yılında ise, Kıbrıs Ermeni murahhasası olan Avadik, Sis Ermeni murahhasası tarafından, Halep Ermeni murahhasalığına tayin olunca İstanbul Ermeni Patriği bu sefer göreve 1159 senesi Recebi’nin yedinci gününden itibaren Osib rahibin atanmasını istemiştir27. Daha sonraki tarihli sicillerden, Osib adlı rahibin, 1188 (1774) yılı Cemaziyelâhiri’nin ortalarında öldüğü ve yerine Kıbrıs Ermeni murahhasalığına Kirkor adlı 24 25 26 27 KŞS, 13-223/1, 15-222/1, 16-29/1, 17-65/1. KŞS, 15-223/1. KŞS, 16-29/1. KŞS, 17-65/1. 356 Yrd. Doç. Dr. Ali Efdal ÖZKUL rahibin, 1188 senesi Cemaziyelâhiri’nin on altıncı gününden itibaren atandığı anlaşılmaktadır28. 1156-1159 yılları arasında Kıbrıs’taki Ermeni toplumunun liderleri olan murahhasaların çeşitli nedenlerle sık değiştikleri görülmektedir. Bu kısa dönemde, üçü yasal tayin olmak üzere dört rahip, bu görevde bulunmuştur. Doğal olarak bu durumdan adadaki Ermeni toplumu da olumsuz etkilenmiştir. Ancak daha sonraki yıllara ait bir hükümden, eğer bir isim benzerliği yok ise, Osib’in, 1188 yılına kadar Kıbrıs Ermeni murahhasalığında kaldığı öğrenilmektedir. Ermenilerin liderleri olan murahhasalar ve Rumların liderleri olan başpiskoposlar, hemen hemen aynı haklara sahip olmalarına rağmen, Ermeni rahipler 1 000 akçe mîrî peşkeş verirlerken, başpiskopos olanlar 73 500 akçe mîrî peşkeş vermektedirler. Bunun nedeni, bu miktarların, Kıbrıs’taki Ermeni ve Rum halkların nüfuslarıyla orantılı olmasıdır. Belgelerden, Ermeni papazlarına, Rumların dinî liderleri gibi geniş yetkiler verilmesine rağmen, bunlar adada Rum papazlar kadar etkili olamadıkları anlaşılmaktadır. Onlar hakkında en azından incelenen yıllarda hiçbir yolsuzluk haberine rastlanmamıştır. İlgili yıllarda Kıbrıs’ta hiçbir Ermeni papaz, devlete karşı Kıbrıs’ta sorun çıkarmamıştır. Fransız konsoloslarıyla ilgili belgelerden konsolosların, tercümanlarını Kıbrıslı Ermenilerden seçtikleri görülmektedir. Seçilen bu kişilerin tercümanlık yapmanın yanında, Kıbrıs’a gelen Ermeni tüccarlara da her türlü yardımı yaptıkları anlaşılmaktadır29. Fransız tercümanları, esas görevleri olan Kıbrıs adasındaki konsoloslara tercümanlık yapmanın yanı sıra Fransız tüccarlarına vekillik de yapabilmektedirler30. Ayrıca Ermeni asıllı tercümanlar, Kıbrıs’ta bulunan Ermeni tüccarlarının ölmeleri durumunda, onların mallarının ada dışındaki akrabalarına ulaştırılmasını sağlayabilmektedirler31. Diğer bir ifadeyle bu tercümanlar sadece Fransız vatandaşlarına değil, Kıbrıs’ta bulunan Ermenilere de vekillik yapmaktadırlar32. Kıbrıs’ta bulunan Ermeniler ticaretle, özellikle de ipek ticaretiyle, uğraşmaktaydılar33. 28 29 30 31 32 33 KŞS, 20-96/1. KŞS, 15-9/6. KŞS, 16-215/3. KŞS, 15-9/6. Özkul, a.g.e., s.100-103. Erdoğru, “Kıbrıs Ermenileri Üzerine Notlar”, s.6 vd. 357 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER İlgili yıllarda Kıbrıs’taki Fransız konsolosları yanında görev yapan tercümanlardan Anglo Markori34, Avanis Agop35, Lenovar veled-i Lenovar36, Aci Vone veled-i Fendi37, Mosfiliyye veled-i Nesvar’ın38 adlarına rastlanmaktadır. Kıbrıs adasında ticaret yapan gayrimüslim tüccarlar ve bunlar içerisinde özellikle Ermeni olanları, Kıbrıs’a geldiklerinde mahkemeye giderek, kendilerine bir şey olursa, miraslarını varislerine ulaştıracak olan kişiyi vasi-i muhtar atamaktadırlar. Kıbrıs’taki Ermeni tüccarlar için bu işi genellikle adadaki Fransız konsolosların yanında tercümanlık yapan Ermeniler yapmaktaydılar. Aslen Tokat’ın Hoca Ahmet mahallesinden olup Lefkoşa’da Ağaç Pazarı yakınında misafir olarak kalan basmacı Eryeşon veled-i Kozer adlı Ermeni, hasta olduğunu ve Şahak veled-i Erziyan’dan başka varisi olmadığını beyan etmiştir39. 8 Cemaziyelâhir 1149 tarihli başka bir örnekte ise aslen Diyarbakırlı olup Lefkoşa Nevbethane mahallesinde misafir olarak kalan Kommeri bint-i Karabet isimli Ermeniye, Fransız tercümanı Aci Vona veled-i Fendi adındaki Ermeni taciri, Kıbrıs’ta öldüğü taktirde yanındaki eşyalarını ve mallarını Halep’te bulunan kız ve erkek kardeşlerine ulaştırması için vasi-i muhtar tayin etmiştir40. Böyle bir yola ve tedbire başvuran kişiler, miraslarına devlet tarafından el konulmasını önlemiş oluyorlardı. Kıbrıs adası gibi çok toplumlu ve dinli bir bölgede İslâm Hukuku’nun izin verdiği şekillerde iki toplumlu evlilikler de yapılmaktaydı. 22 Şaban 1141 tarihli bir belgede, Lefkoşa Karamanîzade mahallesinden Agsa bint-i Artinyon adlı nasrâniyenin, 50 kuruş mehr-i müeccel karşılığında nikâh sözleşmesi yaparak el-Hac Muhammed ibn-i Ali ile evlendiği belirtilmektedir41. Bu belgeden, bir gayrimüslim kadının, ki büyük bir ihtimalle Ermeni bir bayandır, dinini değiştirmeden Müslüman bir erkekle İslâmî kurallara göre evlendiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Karamanîzade mahallesi, Ermenilerin Lefkoşa’da en yoğun yaşadıkları ve Kıbrıs adasında en büyük kiliseleri olan Meryem Ana Kilisesi’nin de yer aldığı bir mahalledir. 34 35 36 37 38 39 40 41 KŞS, 16-59/2. KŞS, 16-59/2. KŞS, 16-215/3. KŞS, 15-9/6. KŞS, 16-226/3. KŞS, 13-11/2. KŞS, 15-9/6. KŞS, 13-116/2. 358 Yrd. Doç. Dr. Ali Efdal ÖZKUL Aile ile ilgili başka bir örnekte ise bu sefer bir miras paylaşımı söz konusudur. Ancak bu paylaşım normal miras davalarından farklıdır. Burada dinini değiştiren bir Ermeninin babasının mirasından payını aldığı görülmektedir. 8 Safer 1143 tarihli belgede, Lefkoşa Debbağhane mahallesinden Avdik veled-i Marderos adlı Ermeninin ölümü üzerine, Müslüman olan oğlu Yusuf’un, vasisi olan annesi Aristefo bint-i Loyzo’dan babasından kalan hissesini teslim aldığı belirtilmektedir42. 15 Zilkade 1138 tarihli bir diğer belgede ise Müslümanlar gibi, adada yaşayan gayrimüslimlerin de şer’î mahkemeye başvurarak ebeveynlerinden birisi ölen çocuklarına vasi atanmasını istedikleri görülmektedir. Lefkoşa Nevbethane mahallesinden Arslan veled-i Sarkir adlı Ermeninin ölümü üzerine, küçük yaştaki çocuklarından oğlu Sarkir ve kızı Altun’a babalarından kalan mirası korumak ve saklamak için, amcaları kürkçü Mihail veled-i Sarkir, Lefkoşa mahkemesi tarafından vasiliğe getirilmiştir43. 6 Rebiülahir 1121 tarihli başka bir belgede ise Lefkoşa Karamanîzade mahallesinden İsayi veled-i Yadigar’ın ölümü üzerine küçük oğlu ve kızına vasi-i muhtar tayin edilen Hazım veled-i Karbit adlı Ermeninin ülke dışına çıkacağından dolayı, şer’î mahkemenin çocukların anneleri Meryem veled-i Kirkor adlı Ermeni bayanı vasi olarak atadığı belirtilmiştir44. Aile ile ilgili bu belgeler Kıbrıs Ermenilerinin sosyal yaşamları hakkında çok değerli bilgiler vermesinin yanında Lefkoşa’daki Ermenilerin şehrin birçok mahallesinde de yaşadıklarını ortaya çıkarmaktadır. Kıbrıs’ın nüfusu söz konusu olduğunda, ehl-i zimmet kefere ile Kıbrıs adasının yerlisi olan tüm Ortodoks mezhebindeki gayrimüslim unsurlar anlaşılmalıdır. Burada yaşayan gayrimüslimlerin çoğunluğunu Ortodoks Rumlar oluşturur. Rumların dışındaki diğer gayrimüslim cemaatler genellikle kiliselerinin etrafında toplanmışlardır. Ermenilerin, Frenklerin ve Efrençlerin (Katolik Fransızlar)45 Lefkoşa’da kiliseleri olduğu sicillerden 42 KŞS, 13-196/1. 43 KŞS, 1e-1/4/5. 44 KŞS, 7-51/2, 7-54/4; Mehmet Ali Durmuş, Hicrî 1120-21 Tarihli Lefkoşa’nın 7 Numaralı Şer’iye Sicili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 1997, s.146,153. Benzer olaylar için bkz. Erdoğru, “Osmanlı Kıbrıs’ında Kadınlar 1580-1640”, Tarih Boyunca Türklerde Ev ve Aile Semineri 25-26 Mayıs 1998 Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2000, s.161-164. 45 KŞS, 14-22/1. 359 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER anlaşılıyor. Frenklerin46 ve Ermenilerin47 Karamanîzade mahallesinde, Efrençlerin ise Kara Baba mahallesinde48 kiliseleri bulunmaktadır. Ermeni cemaatinin, Kıbrıs adasında Meryem Ana Kilisesi’nden başka, Giriniyye kazasında bir de Megara (Saint Makar) adlı manastırları olduğu Kıbrıs Ermenilerinin lideri konumundaki murahhasalarının tayin beratlarından öğrenilmektedir49. Rum Ortodoksların lideri konumundaki başpiskoposlar, Ermeni toplumunun, başpiskopos ayarında kendi liderleri olduğundan, bu cemaate müdahale etmezler. Basmacılık sanatında ortak olan Ermeni ile Müslüman arasındaki ortaklık, Ermeninin ölmesi sonucunda eşyalarının varislerine teslim edilmesi sırasında mahkemeye yansımıştır. Lefkoşa Korkud Efendi mahallesinden ada dışında öldüğü sabit olan Mardus veled-i Ayvas adlı Ermeninin çocuklarının vasisi, Mardus’un basmacılık sanatında ortağı olan basmacı Hasan Beşe bin Cuma’dan, Mardus’un hakkı olan 45 adet basmacı kalıbı, bir kazan altı tekne, üç desti, yarım vakıyye kitre50, bir vakıyye bakkam51, üç adet tağar52, bir adet mermer taş, dört adet büyük tezgâh ve bir adet küçük tezgâhı teslim almıştır53. Bu belgeden, kurulan ortaklığın yanı sıra basmacı esnafının kullandığı eşyalar hakkında da bilgi sahibi olunmaktadır. Söz konusu dönemde Kıbrıs’taki Ermeniler aralarındaki alacak verecek sorunundan dolayı kendi kiliseleri yerine şer’î mahkemeye başvurdukları görülmektedir. Lefkoşa’nın Debbağhane mahallesinden Petros veled-i Acı Ezram adlı Ermeni babasının ortağı olan Avak veled-i Artin’den, ölen babasının hakkını talep etmiştir. Yapılan araştırma ve Müslüman şahitlerin şahitliği sonucunda Petros haksız bulunmuştur54. Başka bir alacak davası örneği 16 Zilkade 1121 tarihli belgede yer almaktadır. Belgede, Acem tüccarından olup Lefkoşa’da Han-ı Cedid adlı handa kalan Nazar veled-i Karabit adlı Ermeni tüccar Kesbir veled-i Melkom adlı Ermeniden çalıştırmak üzere verdiği 400 kuruşu ve hissesine düşen parayı aldığını belirtmektedir55. 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 KŞS, 1e-4/ 6. KŞS, 14-46/1. KŞS, 14-22/4. KŞS, 17-65/1, 17-67/2. Bez dokurken pamuğa sürülen beyaz sakız. Kırmızı boya. Genellikle çobanların kullandıkları deriden yapılmış içine eşya konan küçük torba. KŞS, 13-14/4. KŞS, 17-106/4. KŞS, 7-116/3; Durmuş, a.g.t., s.249 360 Yrd. Doç. Dr. Ali Efdal ÖZKUL 20 Rebiülahir 1121 tarihli belgede ise iki toplumlu bir alacak olayının anlaşma ile sonuçlandığını görmekteyiz. Anadolu vilâyetine bağlı Konya şehrinden Hasan ibn-i Mevlüd, Yasef veled-i Ohan’a verdiği 150 kuruş borç yerine 2 katır, mai çuka, Kıbrıs nafesi kaplı bir kürek ile 3 kuruş almıştı56. Kıbrıs’taki Ermeniler diğer konularda olduğu gibi kendi toplumları arasında veya Müslümanlar arasında meydana gelen mülk satışlarında da şer’î mahkemeyi kullanmışlardır. 23 Muharrem 1121 tarihli belgede, Lefkoşa Karamanîzade mahallesinden Boyacı Derviş veled-i Karabit adlı Ermeninin, adı geçen mahalledeki menzilini Mustafa Ağa bin Ali’ye 25 kuruşa sattığı görülmektedir57. Başka bir satış olayı 19 Rebiülahir 1121 tarihli belgede anlatılmaktadır. Burada bu sefer menzilini satan bir Müslümandır. Lefkoşa Çatal Hurma mahallesinden Mehmet ibn-i Recep mahalledeki menzilini 132 kuruşa Erisi bint-i Barkir’e satmıştır58. Ölen bir Ermeninin varisleri, kendilerine intikal eden mülkleri herhangi bir ayırım gözetmeden talip olanlara satabilmektedir. Bunun güzel bir örneği, 2 Zilkade 1121 tarihli bir belgede sergilenmektedir59. Lefkoşa Arap Ahmet Paşa mahallesinden iken ölen Ohan veled-i Panos’un varisleri kendilerine kalan Demirciler çarşısındaki bir bablık dökmeci dükkânını içindeki aletleri ile birlikte Ohan veled-i Mağroc’a 94 kuruşa satmışlardır60. Gayrimüslimler arasında meydana gelen bir başka satış olayında ise Lefkoşa Debbağhane mahallesinden Zanemarya veled-i Yimayo’nun menzilini Ciryako veled-i Filipo adlı Ermeni ile zevcesi Beraşoko bint-i Sava adlı nasrâniyeye 250 kuruşa sattığını 8 Rebiülahir 1121 tarihli belgeden takip etmek mümkündür61. XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Müslümanlığı tercih edenlerin sadece Ortodoks Rumlardan olmadığı, bunların içerisinde iki Ermeninin de bulunduğu 4 Cemaziyelâhir 1161 ve 4 Cemaziyelâhir 1161 tarihli belgelerden tespit edilebilmiştir. Birincisinde Lefkoşa Debbağhane mahallesi Ermenilerinden Yakob veled-i Loztin’in, İslâm dinine geçip Osman adını aldığı62, diğerinde ise Lefkoşa Debbağhane mahallesi sakinlerinden Av56 57 58 59 60 61 62 KŞS, 7-56/2; Durmuş, a.g.t., s.155. Farklı bir örnek için bkz. KŞS, 7-62/2. KŞS, 7-/32/2. KŞS, 7-58/3. Benzer bir örnek için bkz. KŞS, 7-110/3. KŞS, 7-109/1. KŞS, 7-109/2. KŞS, 7-52/1. KŞS, 16-1/9. 361 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dik veled-i Marderos’un ölümünden sonra oğlunun Müslüman olup Yusuf ismini alarak, vasisi olan annesinden, babasından kalan hissesini teslim aldığı belirtilmektedir63. Söz konusu yüzyılın ikinci yarısındaki kayıtlarda da İslâmiyet’i tercih eden Ermenilere tesadüf edilmektedir. Lefkoşa Ermeni mahallesinden Menas ibn-i Minas adlı Ermeni Hüseyin adını alarak Müslüman olmuştur64. XVI. yüzyıl sonlarında ise, gayrimüslim üç kadının İslâm dinini seçtikten sonra kocalarından ayrıldıkları görülmektedir. Hırsofi kazasından Enderya bint-i Piero, Mesarya kazasından Çako nam zımmîye ve Hüsna adlı Ermeni bu şekilde Müslüman olarak kocalarından boşanmışlardır65. XIX. yüzyıl ortalarına ait bir kayıtta ise İpllik Pazarı mahallesinden Maroye bint-i Mihalaki adlı Ermeni kadın da İslâmiyet’i seçerek Fatma ismini almıştır66. Osmanlı Devleti’nde köle edinme hakkının Müslümanlara tanındığı bilinse de67, söz konusu yıllarda bu görüşten farklı olarak, bir belgede gayrimüslimlerin köle sahibi oldukları görülmektedir. Hatta Jennings, gayrimüslimlerin köle sahibi olmamalarını izah ederken, bunun nedenini, Hıristiyan Ortodoks mezhebinin izin vermemesi olarak açıklamaktadır68. Oysa Bursa sicillerinde yapılan araştırmalarda, Bursa’da yaşayan gayrimüslimlerin köle sahibi olabildikleri belirtilmektedir. Burada sadece gayrimüslim erkeklerin Müslüman cariye satın almalarına engel olunmaktadır. Ayrıca sahip oldukları cariyelerden Müslümanlığı seçenler olursa bunların Müslüman birisine satılması istenmektedir69. Lefkoşa kazasında misafir olarak bulunan Engoni veled-i Yağcı adlı Ermeni, çömlekçilik sanatında usta olan Pavlo adlı kölesinin iki sene önce kendisinden firar ederek Kostanti veled-i Dimitri’nin yanına sığındığı ve orada öldüğü için kölesinin parasını istemektedir. Bunun üzerine Kostanti, köle Pavlo’nun, kendi kölesi Ermeni Arslan veled-i Anastas nasranî ile 63 64 65 66 KŞS, 13-196/1. KŞS, 21-2/6; Çevikel, a.g.m., s.715. Dündar, a.g.t., s.394-395. KŞS, 42-19/5; Celal Erdönmez, Şeriyye Sicillerine Göre Kıbrıs’ta Toplum Yapısı (18391856), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Isparta 2004, s.42. 67 Kemal Çiçek, Zimmis (Non-Muslims) of Cyprus in the Sharia Court, 1110/39 A.H/16981726 A. D., Yayımlanmamış Doktora Tezi, University of Birmingham, Birmingham 1992, s.99. 68 Jennings, a.g.e., s.242. 69 Osman Çetin, Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuçları (1472-1909), Ankara 1994, s.95 vd. 362 Yrd. Doç. Dr. Ali Efdal ÖZKUL çömlekçilik sanatı yaparken öldüğünü belirtmiştir. Kölesi Arslan da sahibinin sözlerini doğrulamıştır. Ölen kölenin kendi kölesi olduğunu ispatlayamadığı için davayı kaybeden Engoni’nin hikâyesini de 16 Rebiülevvel 1144 tarihli belgeden etmekteyiz70. Sonuç olarak Kıbrıs Ermenileri Osmanlı Devleti’nin kendilerine tanıdığı engin hoşgörü ile Osmanlı ülkesinin diğer bölgelerinde olduğu gibi Kıbrıs adasında da özgürce hayatlarını sürdürmüşlerdir diyebiliriz. 70 KŞS, 14-14/1. 363 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Çevikel, Nuri, “18. Yüzyıl Osmanlı Kıbrısı’nda Ermenilerin Durumuna Dair Bazı Tespitler”, Yeni Türkiye 7/38, Ankara Mart-Nisan 2001. Çetin, Osman, Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuçları 14721909, Ankara 1994. Çiçek, Kemal, Zimmis (Non-Muslims) of Cyprus in the Sharia Court, 1110/39 A.H/1698-1726 A. D., Yayımlanmamış Doktora Tezi, University of Birmingham, Birmingham 1992. Durmuş, Mehmet Ali, Hicrî 1120-1121 Tarihli Lefkoşa’nın 7 Numaralı Şer’iye Sicili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 1997. Dündar, Recep, Kıbrıs Beylerbeyliği (1570-1670), Yayımlanmamış Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, Malatya 1998. Erdoğru M. Akif, “Osmanlı Kıbrıs’ında Kadınlar 1580-1640”, Tarih Boyunca Türklerde Ev ve Aile Semineri 25-26 Mayıs 1998 Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2000. __________, “Kıbrıs Ermenileri Üzerine Notlar (1580-1640)”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXII/1, İzmir 2002. __________, “Kıbrıs’ın Türkler tarafından Fethi ve İlk İskân Teşebbüsü (15701571)”, Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü Uluslararası Sempozyumu (28 Ekim-2 Kasım 1991) Tebliğleri, Ankara 1993. Erdönmez, Celal, Şer’iye Sicillerine Göre Kıbrıs’ta Toplum Yapısı (1839-1856), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Isparta 2004. Jennings, Ronald C., Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World, 1571-1640, New York 1993. __________, “The Population, Taxation and Wealth in the Cities And Villages of Cyprus, According to the Detailed Population Survey (Defter-i Mufassal) of 1572”, Journal of Turkish Studies, X, 1986. Kıbrıs Şer’î Sicil Defterleri, Defter No: 1e, 7, 13, 14, 15, 16, 17, 20, 21, 42. Özkul, Ali Efdal, Kıbrıs’ın Sosyo-Ekonomik Tarihi 1726-1750, İstanbul 2005. Papadopoullos, Theodore, Social and Historical Data on Population (1570-1881), Nicosia 1965. Pamukciyan, Kevork, “Onsekizinci Yüzyılda Patrik Basmaciyan’a Verilen Cülus Fermanı”, Tarih ve Toplum, XV/88, İstanbul 1991. 364 ŞER’İYE SİCİLLERİNE GÖRE TANZİMAT’A KADAR BURSA’NIN SOSYO-EKONOMİK HAYATINDA ERMENİLER Dr. Ali İhsan KARATAŞ Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi ve Sanatları Bölümü E-mail: [email protected]; Tel: 0 224 243 15 70 Özet Bursa, ilk başkent olmasının yanında ilmî ve ticarî bir merkez oluşu ve yüzyıllarca farklı din ve etnik unsurları bir arada barındırması açılarından da Osmanlı Devleti’nin önemli şehirlerinden biri olmuştur. Halkının büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu şehirde Rum, Ermeni ve Yahudiler de bulunmaktaydı. Asırlarca aynı şehri paylaşan bu üç semavî din mensuplarının, birbirlerinden tamamen irtibatsız bir hayat içinde oldukları düşünülemez. Zira içinde önemli miktarda Ermeninin de olduğu gayrimüslimler, Bursa’nın sosyoekonomik hayatının her alanında aktif şekilde yer almışlardır. Müslümanlarla birlikte aynı mahalleleri paylaşmışlar, karşılıklı ziyaret, şahitlik, vekillik ve kefillik gibi komşuluk ilişkilerinde bulunmuşlar, mülk alım- atımı, borç alıp-verme gibi her türlü ticarî ve ekonomik faaliyet içerisinde yer almışlar, böylece bir arada yaşamanın en güzel örneklerini vermişlerdir. Bursa’daki gayrimüslimlerin devlet kurumlarıyla ilişkileri de araştırmaya değer bir konudur. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslimlerin, özellikle dinî işler ve aile hukukunu ilgilendiren meselelerini kendi kurumlarında ve din adamlarının gözetiminde çözme imkânları vardı. Bununla birlikte hemen her konuda Osmanlı mahkemelerine başvurmalarının önünde bir engel yoktu. Şer’iye sicillerine baktığımızda Rum, Ermeni ve Yahudilerin zorunlu olmadıkları halde evlenme, boşanma, nafaka, miras taksimi gibi aile hukukunu ilgilendiren konularda Osmanlı mahkemelerine başvurarak İslâm Hukuku kurallarına göre muamele görmeyi tercih ettikleri görülmektedir. Ayrıca ticaret, kilise tamiri, din adamı tayini ve vakıf kurma gibi dinî konularda karşılaştıkları problemlerini de büyük ölçüde şer’î mahkemelerde çözmüşlerdir. Bursa’daki Ermenilerin gerek şer’î mahkemelerle olan ilişkilerini gerekse Müslüman veya Yahudilerle olan münasebetlerini gösteren binlerce belge, olayların yaşandığı günlerin en yakın şahitleri niteliğinde olan şer’iye sicillerinde görülmektedir. Bu nedenle incelememizin temel kaynağını Bursa şer’iye sicilleri oluşturacaktır. Dr. Ali İhsan KARATAŞ Giriş Osmanlı tarihi boyunca diğer gayrimüslimlerde olduğu gibi Ermenilerin de gerek devletle ilişkileri, gerekse Müslümanlarla ve kendi aralarındaki münasebetlerinin incelenmesinde başlangıç olması nedeniyle Bursa’nın önemli bir yeri vardır. Bu nedenle tebliğimizde Ermenilerin sosyo-ekonomik hayattaki durumu, Bursa merkezinde ele alınmaya çalışılacaktır. Fetihten önce Bursa’nın sakinlerini Rumlar oluşturmaktaydı. Fetihle birlikte başka bölgelerden gelip yerleşen insanlarla kısa bir süre içinde Müslümanların çoğunlukta olduğu, ancak gayrimüslimlerin de bulunduğu önemli bir şehir haline geldi. Şehirdeki gayrimüslimler, Musevî ve Hıristiyanlardan oluşmaktaydı. Hıristiyanlar da çoğunlukla Rum ve Ermenilerden oluşuyordu. Farklı dönemlerde Bursa’yı ziyaret eden yabancı seyyahların tamamının gözlemleri de Bursa halkının büyük çoğunlukla Müslümanlardan oluştuğu ancak Yahudi, Rum ve Ermenilerin de daima var oldukları şeklindedir1. 1 Simeon, Tarihte Ermeniler, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul 1999, s.40; Rıza Akdemir, “Carsten Niebuhr ve Seyahatnamesi”, Millî Kültür, Sayı 64, s.100; Gülgün Üçel Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), İletişim Yayınları, İstanbul 2003, s.540; Heath W. Lowry, Ottoman Bursa in Travel Accounts, Indiana University Ottoman and Modern Turkish Studies Publications, Bloomington 2003, s.35; Robert Walsh, “Bursa, Uludağ ve Emirsultan”, Çeviren Süha Sertabiboğlu, Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1996, s.349. 369 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER A.Sosyal Hayatta Ermeniler Asırlarca bir arada yaşayan farklı ırk ve dinlere mensup insanların gündelik hayatın hemen her alanında birbirleriyle münasebetlerinin olmaması düşünülemez. Nitekim, her din ve milletten insanların, bazen aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle, bazen de alış-veriş, şahitlik, kefillik, borç alıp verme ve ortak ticarî faaliyetlerde bulunma gibi sebeplerle birbirleriyle ilişki içinde oldukları şer’iye sicillerinden açıkça görülmektedir. a.Bursa’daki İlk Ermeniler ve Ermeni Mahalleleri Şehre ilk gelen Ermenilerin Orhan Gazi’nin Kütahya’dan davet ettiği bir grup olduğu belirtilmektedir2. Bursa tarihi hakkında önemli bir araştırmacı olan Kamil Kepecioğlu ise Çelebi Sultan Mehmet’in Yeşil Camii’ni yaptırdığı sırada kış günlerinde mescide gelen Müslümanlara hizmet etmeleri için on hanelik bir Ermeni grubunu getirttiğini ve kendilerine Yeşil İmareti’nden fodla (ekmek) tahsis eyleyerek mescidin civarına iskân ettiğini belirtmektedir3. İlerleyen yıllarda Ermenilerin mahalle sayılarında artış olmuştur. Öyle ki Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre XVII. yüzyılda Bursa’da 7 Ermeni, 9 Rum, 6 Yahudi, 1 Kıptî4 olmak üzere toplam 23 gayrimüslim mahallesi vardı. Bursa’daki Ermeniler şehrin birçok mahallesine yayılmış olmakla birlikte Setbaşı, Mollaarap, Çobanbey, Namazgâh, Karaağaç ve Kurdoğlu mahallelerinde yoğunlaşmışlardı5. Özellikle Setbaşı mahallesi Ermenilerin merkezi durumundaydı. Çelebi Mehmet döneminde on hanelik bir grup olarak Bursa’ya gelen Ermeniler kısa süre içerisinde kendilerine ait olan birkaç mahalleyi oluşturacak kadar kalabalıklaşmışlardı. Ermenilerin Bursa’da ikâmet etmeyi tercih etmelerinin en önemli nedeni hiç şüphesiz şehrin kendileri için huzur içinde yaşanabilir bir yer olmasındandı. Zira Bursa’da oturmuş bir sistem vardı. Bu sistemde azınlık olanlar, gerek yönetimin gerekse çoğunluk olan halkın baskısını değil, tam tersine desteğini daima yanlarında hissediyorlardı. Rahat bir şekilde gündelik hayatlarını yaşabiliyor, örf ve âdetlerini, 2 3 4 5 Raif Kaplanoğlu, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, A.E.V. Yayınları, İstanbul 2000, s.88. Kamil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü II, s.41. Evliya Çelebi, Seyahatname, C. II, Yapı Kredi Yayınları, Hazırlayan Z. Kurşun, S. A. Kahraman, Y. Dağlı, İstanbul 1999, s.11. Osman Çetin, Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuçları (1472-1909), TTK Yayını, Ankara 1994, s.26; Raif Kaplanoğlu, Bursa Yer Adları Ansiklopedisi, BTBK Yayınları, İstanbul 1996, s.33. 370 Dr. Ali İhsan KARATAŞ dinî âyin ve törenlerini herhangi bir sorunla karşılaşmadan icra edebiliyorlardı. Müslümanlarla komşuluk yapıyorlar, alış verişte bulunuyorlar, bir birlerinin evlerini satın alabiliyor veya kiralayabiliyorlardı. Hatta bu ilişkiler sonucunda Müslümanlardan etkilenen Ermeniler Murat, Yakub, Hızır, Sefer, İskender, Bâlî gibi Türkler arasında yaygın olan isimleri kullanıyorlardı6. b.Osmanlı Mahkemeleri ve Ermeniler Bursa’daki Ermenilerin komşuluk, alış-veriş gibi gündelik hayatın dışında Müslümanlarla çok yoğun bir şekilde ilişkili oldukları yerlerden en önemlisi mahkemelerdir. Zira Osmanlı Devleti’ndeki mahkemeler sadece anlaşmazlıkların çözüldüğü yer değil, mülk alım-satımı, nikâh akdi, vakıf kurma gibi toplumu ilgilendiren hemen her konuda yapılan işlemlerin tescil edildiği makamlardı. Bu nedenle Ermeniler gerek kültürel etkileşim, gerekse kendi menfaatlerine uygun olması nedeniyle zorunlu olmadıkları halde bazı konularda Müslümanlar gibi, başında kadının bulunduğu mahkemeye başvurmayı ve İslâm Hukuku’na göre muamele görmeyi benimsemişlerdi. Bu durum özellikle evlenme, boşanma, nafaka, miras taksimi gibi aile hukukunu ilgilendiren konularda kendini göstermekteydi. Aslında Ermenilerin bu meseleleri kendi din adamlarının nezaretinde ve kendi dinî hükümlerine göre çözme imkânları vardı. Bununla birlikte hemen her konuda Osmanlı mahkemelerine başvurabiliyorlardı. Osmanlı mahkemelerine başvuran zımmîlere İslâm Hukuku kuralları uygulanmaktaydı. Şer’iye sicillerine baktığımızda gayrimüslim din adamlarının karşı çıkmalarına ve kendi cemaatleriyle ters düşmelerine rağmen bir kısmını Ermenilerin oluşturduğu binlerce zımmînin başta evlenme, boşanma, nafaka ve miras gibi aile hukuku olmak üzere birçok konuda şer’î mahkemelere başvurdukları görülmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere Ermenilerin şer’î mahkemelerde evlenme ve boşanmalarının nedenleri kültürel etkileşimin yanında İslâm Hukuku’nda taraflara tanınan haklardan her iki tarafın da istifade etme arzularından kaynaklandığı söylenebilir. Zira şer’î mahkemede evlenen Ermeniler kiliseye ödediği vergiden daha az evlenme vergisi ödüyorlardı7. Ayrıca, İslâm Hukuku’na göre, evlenme sırasında kadına verilmesi 6 7 Kepecioğlu, a.g.e., s.41. Kiliseye ödenen bu verginin miktarı evlenen şahsın birinci, ikinci veya üçüncü evliliğine göre değişmekteydi. Meselâ 1633 yılına ait bir beratta piskoposlar, gayrimüslimler arasındaki evliliklerin birincisinden 80, ikincisinden 160 ve üçüncüsünden 240 akçe vergi almaktaydılar. Bkz. Rossitsa Gradeva, “Orthodox Christians in the Kadı Courts: The Practice of 371 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gereken mehir uygulamasından Ermeni kadınlar da faydalanmak istiyorlardı. Zira Hıristiyanlık ve Yahudilikte mehir uygulaması yoktu. Evlenmek için şer’î mahkemelerin tercih edilmesinin bir nedeni de her yerde metropolitliklerin olmamasıydı. Bu nedenle evlenmek için gereken iznin alınması uzun zaman alıyor ve bu iş masraflı bir iş haline geliyordu8. Boşanma konusunda da benzer şeyler söylenebilir. Bilindiği üzere Kilise hukukuna göre boşanmak oldukça zordu. Bu nedenle Hıristiyanlar şer’î mahkemelere başvurarak İslâm Hukuku’nun tanıdığı talâk ve muhalâ’a gibi boşanma kolaylıklarından faydalanıyorlardı. Boşandıktan sonra yeniden evlenmeyi kolaylaştırmak ve çocuklar için gerekli olan nafakayı temin etmek de şer’î mahkemelerin tercih ediliş nedenleri arasındadır9. Ermenilerin evlenme konusunda yaşadıkları problemlerin başında birden fazla evlilik yapmak isteyenlerin durumu gelmektedir. Hıristiyanlıkta birden fazla evlilik yoktur. Ancak dinî hükümlerin aksine birden çok evlilik yapan Ermeniler vardı. Birden çok evlilik yapmak isteyen Ermeniler nikâh akitlerini genellikle imamlara yaptırmaktaydılar. Bu şekilde çok evlilik yapanların artması ve evlilik konusunda ortaya çıkan başka problemlerin de çözülmesi için Ermeni Patriği Zakarya Divan-ı Hümayun’a bir dilekçe vermişti. Bu dilekçe üzerine 1792 yılında Padişah III. Selim tarafından değişik şehirlerin kadılarına bir ferman göndermiştir. Fermana bakıldığında Patriğin, dinlerine aykırı olarak birden fazla evlenen Ermenilerin olduğundan şikâyet ettiği ve bu konuda önlem alınmasını istediği görülmektedir10. Zımmî statüsündeki Ermenilerin Osmanlı tebaası olmayanlarla evlenmeleri de sicillere yansıyan problemler arasındadır. Osmanlı Devleti, kendi tebaası olan gayrimüslimlerin özellikle Avrupalı olan ve Efrenç taifesi olarak nitelendirilen yabancılarla evlenmelerini yasaklamıştı. Bu yasağı Ermeni din adamları da desteklemekteydiler. Bütün bu yasaklara rağmen yabancılarla evlenenlerin var olduğu ilgili kayıtlardan anlaşılmaktadır. 1822 tarihinde Ermeni Patriği Bogos, Divan-ı Hümayun’a verdiği bir dilekçede Efrenç taifesine kız verip almanın daha önce yasaklanmasına rağmen Bursa’da ikâmet eden Nikofos adlı şahsın kendi milletinden değil de, Efrenç taifesinden bir kızla evlenmek istediğini belirterek bunun birçok the Sofia Sheriat Court, Seventeenth Century”, Islamic Law and Society, E.J. Brill, Leiden 1997, Vol. 4, No: 1, s.58; Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Turhan Kitabevi, Ankara 2001, s.206. 8 Gradeva, a.g.m., s.58. 9 Gayrimüslimlerin evlenme ve boşanma konusunda şer’î mahkemeleri tercih etmelerinin nedenleri için bkz. Gradeva, a.g.m., s.62. 10 Bursa Şer’iye Sicilleri (BŞS), B80/102a 372 Dr. Ali İhsan KARATAŞ problemin çıkmasına zemin hazırladığını ifade etmiş ve Nikofos’un engellenmesini istemişti. Bunun üzerine kendisine bu tür evlilikleri yasaklayan bir ferman verilmişti11. Bursa sicillerinden, Ermenilerin miras taksimini de çoğunlukla kadıya yaptırdıkları ve bu konularda yaşadıkları problemleri şer’î mahkemede çözdükleri görülmektedir. Miras meselesinde varisler arasında sık sık anlaşmazlıklar yaşanmaktaydı. Kayıtlara göre bu konudaki davaların çoğunluğunu, varislerden birinin haksız olarak fazladan mal aldığı veya mirasın taksim edilmesi sırasında varislerden bazılarının paylaştırılması gereken mallardan bir kısmını sakladıkları iddiaları oluşturmaktadır. Örneğin Bursa’da Hocatayyib mahallesinde ikâmet etmekte iken vefat eden Karabet veled-i Melkon’un mirası karısı Merre, erkek kardeşi Avanıs ve kız kardeşi Sofi’ye belli oranlarda intikâl etmişti. Mirasın taksim edilmesinden sonra Avanıs mahkemeye müracaat ederek Karabet’ten kendisine isabet eden hisseyi daha önce Merre’den aldığını ancak Merre’nin bin kuruşluk nakit parayı ve bir evi saklayarak taksim edilen mirasın dışında tuttuğunu, hakkını talep ettiğinde ise aralarında anlaşmazlık çıktığını iddia etmişti. Bunun üzerine aracılar devreye girmiş ve Merre’nin, seksen dört kuruş nakit, bir altın akrep saat, Misi köyündeki bir dönümlük bağda olan hisseyi ve yüz beş kuruşluk alacaklarının dörtte birini Avanıs’a vermesiyle aralarında sulh gerçekleşmiştir. Bu belgenin içeriğinden de anlaşıldığı üzere Merre bir miktar malı sakladığını kabul etmiş ve saklanan malın yeniden taksim edilmesine razı olmuştur12. c.Dinî Hürriyet Bursa’daki Ermeniler din ve vicdan hürriyeti bakımından tam bir serbestlik içindeydiler. Bilindiği üzere İstanbul’un fethinden sonra gayrimüslimler Millet Sistemi’ne göre tasnif edilmiş, bu kapsamda ayrı bir millet olarak kabul edilen Ermeniler için 1461 yılında bir Patrikhane kurulmuş ve söz konusu millete Patrik olarak Bursa metropoliti Ovakim tayin edilmişti. Rum Patrikhanesi’ne verilen hakların aynısı Ermeni Patrikhanesi’ne de tanınmıştı. Bu tarihten sonra Ermeni Patrikliği’ne bağlı olarak Bursa 11 Fermanda ayrıca Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlerin yabancılarla birlikte oturmaları, evlerini kiraya vermeleri gibi günlük hayattaki ilişkileri de düzenlenmektedir. BŞS, B358/ 61a. 12 Hacer Balcı, B171/347 Nolu Bursa Mahkeme Sicili, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 2000, s.79. 373 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ve civarındanda yaşayan Ermeni cemaatten sorumlu bir metropolit vardı. Bursa’daki Ermeni din adamlarının tayin ve azilleri Ermeni Patrikliği’nce yapılmakta ve Padişah tarafından onaylanmaktaydı. Bursa’daki Ermeni din adamlarından bazılarının değişik sebeplerden dolayı görevden alındıkları anlaşılmaktadır. Din adamlarının görevden alınmalarıyla ilgili kayıtlara bakıldığında, azledilmeleri ve cezalandırılmalarına sebep olan davranışlar arasında, idareleri altında olan cemaatle iyi anlaşamamaları13, yaşlılık veya hastalık sebebiyle görevlerini yapamaz durumda olmaları, dinlerine muhalif hareketlerde bulunmaları ve görev yerlerine gitmemeleri gibi sebepler yer almaktadır. Nitekim 1773 yılında Ermeni Patriği Kirkor Divan’a müracaat ederek Bursa bölgesinin murahhasası olan Samuel(?) adlı rahibin yaşlı ve hasta olduğundan dolayı murahhasalık işlerini yerine getiremediği ve reayanın âyinlerini idare edebilecek gücünün olmadığı gerekçesiyle görevden el çektirilerek yerine Artin adlı rahibin atanmasını talep etmiştir14. Osmanlı toplumunda zımmîlerin zorla Müslümanlaştırılması yasaktı. Zaman zaman bireysel bazı zorlamalar olsa da devlet eliyle planlı bir şekilde İslâmlaştırma uygulaması yapılmamıştır. Bununla birlikte gayrimüslimlerin ihtida etmeleri teşvik edilmiştir. Ayrıca kendi rızalarıyla Müslüman olan gayrimüslimlere yardım edilmiş ve eski dindaşlarının baskılarından kurtarılmaya çalışılmıştır. Bursa’daki zımmîler arasında zorla Müslümanlaştırılan birine rastlanılmamakla birlikte kendi rızalarıyla İslâmı kabul edenlerin varlığı da bir gerçektir. Bunlar arasında önemli miktarda Ermeni de bulunmaktadır. Nitekim Osman Çetin’in 1472-1909 yılları arasında Bursa’da ihtida edenlerle ilgili yaptığı çalışmada bu dönemde Müslüman olduğu tespit edilen toplam 439 kişiden 145’inin (% 33) Ermeni olduğu görülmektedir15. d.Ermeni Mabetleri Fetihten sonra Bursa’ya gelen Ermeniler için bir kilise yapılmıştı. Bu kilisenin varlığı Osmanlı Devleti’nin sona ermesine kadar devam etmiştir. Bursa’yı ziyaret eden seyyahların eserlerinde XVIII. yüzyılın sonlarına kadar şehirde Ermenilere ait bir kilisenin olduğu ancak, XIX. asırdan itibaren kilise sayısının ikiye çıktığı belirtilmektedir. Ermenilerin ikinci kiliseleri 13 BŞS, C21/35b. 14 BŞS, B203/29b. 15 Çetin, a.g.e., s.45. 374 Dr. Ali İhsan KARATAŞ daha önce Ermenilere ait olup kullanılmayan bir binanın 1831 yılında ayrı bir millet olarak kabul edilen Katolik Ermenileri için tahsis edilmesiyle oluşmuştur. Nitekim Bursa’daki Katoliklerin Divan’a müracaat ederek daha önce kilise olarak kullanılmayan ve harap olan bir yerin tamir edilerek mabet olarak kullanma istekleri kabul edilmiştir16. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslimlerin yeni mabet inşa etmelerine pek izin verilmezken kullanmalarına izin verilen kiliselerin zamanla eskimesi ve yıkılması halinde tamir etmelerine müsaade edilmiştir. Şer’iye sicillerinden, Bursa’daki Ermenilerin de zaman zaman kiliselerini tamir ettirdikleri görülmektedir. Gerekli izni aldıktan sonra mabetlerini tamir ettirebilen Bursa Ermenileri çoğunlukla bu işi sorunsuz olarak hallederlerken17 zaman zaman Müslümanlarla ihtilaf yaşadıkları da oluyordu. Zira bu tür mabetlerin tamiri sırasında bazı Müslümanların bu işi engellemeye çalıştıkları veya yanlış anlama ya da tahrikler sonucunda kiliselere zarar verdikleri de görülmektedir. Ancak, böyle durumlarda devlet, konuyu araştırır ve araştırma sonucunda eğer zımmîlerin kilise tamirini yetkili makamlardan aldıkları izin dahilinde gerçekleştirdikleri anlaşılırsa kendilerine yapılan tacizi engeller, hatta haksız olarak müdahale eden ve karışıklığa sebep olan sorumlular Müslüman dahi olsalar cezalandırırdı. Nitekim Bursa’da bu meseleye örnek olabilecek bir olay yaşanmıştı. XVIII. asrın sonlarında Divan-ı Hümayun’a müracaat eden Bursa Ermenileri, eskiden beri kendilerine ait olan kilisenin, içinde ibadet edilemeyecek kadar harap olduğunu belirterek tamir edilmesi için izin isterler. Bu talep üzerine bazı şartlar dahilinde kendilerine izin verilir. Gerekli izni alan Ermeniler kiliselerini tamir etmeye başlarlar. Ancak tamir bitmek üzere iken bin civarında Müslüman kadın ve elli civarında erkek hücum ederek kiliseyle birlikte etrafında bulunan birkaç Ermeninin evini yakarlar ve bazı Ermenileri de yaralarlar18. Olay sonrasında Bursa eski naibi tarafından merkeze gönderilen mektupta kadınların bu işi kendiliğinden yapmadıkları, Cabizade Mustafa, Müderris Nizameddin ve sair yardımcılarının tamir sırasında rüşvet istedikleri, ancak kendilerine rüşvetin verilmemesi sebebiyle kadınları tahrik ettikleri, bu tahrik sonucunda da kadınların bu işe kalkıştıkları bildirilmiş16 BŞS, B347/9a. 17 BŞS, B242/59b 18 BŞS, B251/3a. 375 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tir19. Başka bir mektupta ise eski naib ve ayanın rüşvet aldıkları, bundan dolayı kilisenin aslına uygun olmayan bir şekilde yapılmasına göz yumdukları için çoğu kadınlardan oluşan bir grubun kiliseye hücum ettikleri belirtilmiştir. Bu konuda bir başka iddia da şöyledir. Ermenilerin, tamir ettikleri kiliseyi eski şeklinden farklı olarak altı kubbeli bir camiye benzetmeleri Müslümanlar arasında huzursuzluğa neden olmuştu. Nisan ayında Bursa’ya yağmur yağmaması da bu konu nedeniyle Allah’ın Bursalıları cezalandırdığı şeklinde değerlendirilmişti. Bunun üzerine Bursalı kadınlar, madem bu işi erkeler halletmiyor bari biz gereğini yapalım diyerek kiliseye hücum etmişlerdi 20. İddiaların birbirinden farklı olmaları sebebiyle olayın gerçek nedeninin araştırılması için İstanbul’dan bir mübaşir gönderildi. Mübaşirin gerekli incelemeyi yapmasından sonra eski naib ile ayan Es’ad Efendi’nin kilise tamiriyle ilgili verilen izni kendi aralarında inceledikleri, lâkin halka haber vermedikleri, bu sebeple izinden haberleri olmayan insanların, yetkililerin rüşvet almalarından dolayı kilisenin izinsiz olarak yapılmasına müsaade ettiklerini düşünerek olay çıkardıkları anlaşıldı21. Neticede kilisenin eski hali üzere yeniden yapılmasına, ihmalleri veya kasıtlı hareketleri dolayısıyla olayla ilgisi olan kişilerden eski naibin görevden alınmasına, ayanın hiçbir yere ayrılmadan bir müddet çiftliğinde ikâmet etmesine, Müderris Nizamzade Nizameddin, İmam Cabizade Mustafa ve Deli Molla’nın sürgün edilmelerine, Ermenilerden Bolulu Ohanes, Çingâne oğlu Avadın(?), Arab oğlu Bedros ve Kuyumcu Hocahayız(?)’ın da uzak bir yere sürgün edilmelerine karar verildi22. Ermenilerin haklarının korunmasında devlet idarecilerinin oldukça hassas davrandıkları anlaşılmaktadır. Nitekim yukarıda anlatılan olayla ilgili olarak Bursa’ya gönderilen müfettişin güvenilir birisi olmasına dikkat edilmesi istenmiştir. Diğer taraftan mübaşire, olayı çok dikkatli incelemesi ve eğer bu konuda her hangi bir yanlışlığı olursa en ağır şekilde cezalandırılacağı da hatırlatılmıştır23. 19 20 21 22 23 BŞS, B251/56b. Kepecioğlu, a.g.e., s.359. BŞS, B251/56b. BŞS, B251/56b. BŞS, B251/3a. 376 Dr. Ali İhsan KARATAŞ B.Ekonomik Hayatta Ermeniler a.Meslekler Gayrimüslimler arasında farklı meslek erbabı bulunmaktaydı. Osmanlı döneminde Bursa’daki Ermenilerin tamamının hangi meslek erbabından olduğunu tespit etme imkânımız olmasa da bu konuda fikir sahibi olabileceğimiz bazı belgeler bulunmaktadır. Örneğin 1797 yılında Bursa’daki gayrimüslimlerin kendi bağlarında yetiştirdikleri üzümden elde ettikleri alkollü içecekler (hamr ve arak) için ne kadar vergi ödemeleri gerektiğini belirten ve Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler olmak üzere üç ayrı başlık altında tasnif edilen bir liste hazırlanmıştı. 233 Ermeni, 215 Rum ve 34 Yahudi olmak üzere toplam 479 kişinin kayıtlı olduğu listede 90 Ermeni, 107 Rum ve 10 Yahudinin ismiyle birlikte mesleği de belirtilmişti24. Bu listeye bakıldığında Bursa’daki zımmîlerin kuyumculuk, boyacılık, çilingirlik, kutnuculuk, bakkallık, terzilik ve kürkçülük alanlarında yoğunlaştıkları görülmektedir. Ermenilerin ise özellikle bezzazlık, iplikçilik, kürkçülük, terzilik, kuyumculuk ve çilingirlik mesleklerinde etkin oldukları anlaşılmaktadır. Müslümanlar XIX. yüzyılın başlarında Bursa ekonomisine hâkim idiler. 1827 yılında Bursa’daki esnaf sayısını ve ödemeleri gereken günlük vergi miktarlarını gösteren bir ihtisab vergisi listesi hazırlanmıştı. Bu listede esnafın mesleğinin yanında mensup olduğu din de belirtilmektedir. Bu listeye göre 1827 tarihi itibarıyla ihtisap vergisi ödemekle yükümlü olan toplam 4 567 kişiden 3 829’si (% 83.84) Müslüman, 78’i Yahudi ve 660’ı da Ermeni ve Rum olmak üzere toplam 738’i (% 16.15) gayrimüslimlerden oluşmuştur25. Bu rakamlar dikkate alındığında, yukarıda da ifade edildiği üzere Bursa’nın iktisadî hayatında Müslümanların, gayrimüslimlere göre çok belirgin bir üstünlüğe sahip oldukları görülmektedir. Tabii bunda Müslüman nüfusun fazlalığının da etkisinin olduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır. Bu listeler ve başka belgelerden hareketle Bursa’da, diğer gayrimüslimlerle birlikte Ermenilerin de büyük ölçüde hayatın her alanıyla ilgili meslekleri icra ettikleri söylenebilir. 24 BŞS, B266/104a. 25 BŞS, B312/46a 377 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER b.Gayrimüslimlere Has Bir İş Kolu: Alkollü İçecek Üretimi Müslümanların meşgul oldukları her mesleğe girme hakkına sahip olan Ermenilerin Müslümanlardan ayrı olarak yalnızca gayrimüslimlere has olan bazı iş kollarında da faaliyet gösterdikleri oluyordu. Meselâ, kendi bağlarında yetiştirdikleri üzümü işleyerek alkollü içecekler üretiyor26, bir kısmını kendi kullanımları için ayırıyor, geri kalanını satıyorlardı. Satmak için ayırdıklarından belli bir miktar vergi alınmaktaydı ki buna zecriye vergisi deniliyordu. İlgili kayıtlardan Bursa’daki gayrimüslimler arasında Ermenilerin diğerlerine nazaran daha çok alkollü içki ürettikleri görülmektedir. 1797 tarihli bir belgeye göre Bursa’da 230 Ermeni 33 638 kıyye27, 215 Rum 19 015 kıyye ve 34 Yahudi 4 533 kıyye olmak üzere 479 gayrimüslim toplam 57 286 kıyye içki üretmişlerdir28. Bu rakamlar kendilerine ayırdıklarının dışında ticaret amaçlı olan içkinin miktarıdır. 479 kişilik liste aynı zamanda bu sayıdaki aileyi de ifade etmektedir. Dolayısıyla 1797 yılında Bursa’da en az 479 zımmî ailenin içki üretimiyle meşgul olduğunu söylemek mümkündür. Rakamlardan da görüldüğü üzere Ermeniler, Rum ve Yahudilerin toplamından çok daha fazla içki üretmişlerdir. c.Vergiler ve Problemler Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerden cizye adı altında bir vergi alınmaktaydı. İslâm Hukuku’na göre Müslümanlar tarafından fethedilen topraklarda bulunan gayrimüslimler, zimmet antlaşmasını kabul ederek zımmî statüsüne geçerler ve belli bir miktar cizyeyi ödeme karşılığında eski topraklarında yaşama hakkına sahip olurlardı29. Gayrimüslimler, ödedikleri cizye karşılığında askerlikten muaf olmaktaydılar. Ayrıca zımmîlerin can ve mal güvenlikleri de Müslüman idarecilerin so26 Alkollü içecek üretmek Müslümanlar için yasaktı. İslâm Hukuku’na göre Müslümanlarla gayrimüslimlerin ticarî faaliyetlerdeki konumları, alım satıma konu olan metaın özelliğine göre değişmekteydi. Meselâ Müslümanların alkollü içkileri üretmeleri ve alıp satmaları yasaktı. Hatta bir gayrimüslim, Müslümanın şarabını rehin olarak aldıktan sonra şarap zayi olsa zımmî, Müslümanın zararını karşılamak zorunda değildi. Zira şarap Müslümanlar için mal olarak kabul edilmemekteydi. Ancak tam tersi bir durumda zımmînin zararının karşılanması gerekirdi. Bkz. Molla Hüsrev, Düreru’l-Hükkâm fî Şerhi Gurari’l-Ahkâm, C. II, Dersaadet ts., s.252. 27 1 Kıyye = 1,282 kg. 28 BŞS, B266/104a. 29 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, C. IV, Bilmen Basım ve Yayınevi, İstanbul, s.98. 378 Dr. Ali İhsan KARATAŞ rumluluğundaydı. Hatta can güvenlikleri sağlanamayan zımmîlerden cizye alınmamaktaydı30. İslâm Hukuku gereği yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve çalışamayacak durumda olan hasta ve sakatlardan cizye alınmamaktadır31. Bursa’daki Ermenilerden de İslâm Hukuku ölçülerine göre cizye alınmıştır. Önceleri gayrimüslim din adamlarından cizye alınmıyordu. Ancak 1691 yılından itibaren malüller dışındaki bütün zımmî din adamlarından cizye alınmaya başlanmıştır32. 1661 yılında Bursa’daki bazı Ermeni din adamlarının, daha önce kendilerinden cizye talep olunmamışken şimdi istendiğini Padişaha şikâyet etmeleri üzerine hazinede bulunan haraç muhasebesi defterlerine bakılmış ve Osmanlı sınırları içinde yaşayan papaz ve keşişlerden cizye alınmadığı kaydı görülünce Bursa’daki Ermeni din adamlarından da cizye alınmamasına karar verilmişti33. Buna mukabil daha sonraki tarihlerde sicillerde yer alan kayıtlardan zımmî din adamlarından cizye alındığı görülmektedir34. Gayrimüslimlerin, şer’î vergiler ve merkezî idarece taktir edilen örfî vergilerin dışında şehirler adına yerel idareciler tarafından yapılan harcamalara da katılma yükümlülükleri vardı. Bu tür giderler de millet esasına göre şehirde yaşayan Müslümanlar, Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler arasında nüfus oranlarına göre taksim edilmekteydi. Bursa’da gerçekleşen harcamalardan gayrimüslimlere isabet eden kısım, kırkını Rumlar, ellisini Ermeniler ve ondördünü Yahudiler ödemek üzere yüz dört hisseye ayrılmıştı. Bu oranlar zaman zaman gayrimüslimler arasında anlaşmazlıkların çıkmasına neden olmaktaydı. 1806 yılında Bursa’daki Rumlar Divan-ı Hümayun’a başvurarak birkaç seneden beri vuku bulan yangınlar sebebiyle dükkânlarının içindeki eşyayla birlikte yandığını, bu nedenle kendilerine isabet eden kırk hisselik vergiyi ödemeye güçlerinin kalmadığını, kendilerinden bir miktar indirim yapılmazsa çok zor durumda kalacaklarını ve vatanlarını terk edeceklerini bildirdikten sonra yapılacak bu tenzilatın 30 Abdü’l-Kerim Zeydan, “İslâm Hukukuna Göre Zimmiler”, Çeviren Hasan Güleç, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi, S.VIII, İzmir 1994, s.436; Mehmet Erkal, “Cizye”, Diyanet İA, C. VIII, s.42. 31 Ali bin Ebi Bekir Merginani, el-Hidaye Şerhu Bidayeti’l-Mübtedi, Mısır ts., II, 190; İbn Kayyim el-Cevziyye, Ahkâmu Ehl-i Zimme, Beyrut 1983, I, 48 vd.; C.H. Becker, “Cizye”, İA, MEB. Basımevi, İstanbul 1977, III, 200; “…çocuk, yaşlı, hasta ve sakatlardan cizye talep olunmayacak…” B.Ş.S., B121/6b. 32 Halil İnalcık, “Cizye”, Diyanet İA, C. VIII, s.46. 33 Kepecioğlu, a.g.e., s.43. 34 BŞS, B168/61a. 379 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermenilere yüklenmesini istemişlerdi. Bu talep üzerine Ermenilerin temsilcileri mahkemeye çağrılarak durum kendilerine anlatılmış, ancak Ermeniler, seksen seneden beri masrafların bu şekilde ödendiği ve daha önce birbirlerinden böyle bir talepte bulunmadıkları, böyle bir şeyin olmasının nizamlarına aykırı olacağı, bu nedenle aralarında anlaşmazlıkların zuhur edeceği, üstelik Yahudilerin dışında kalan hisselerin Rumlar ve Ermeniler arasında eşit seviyede taksim edilmesi gerekirken kendilerinin elli Rumların ise kırk hisseyi ödedikleri, Rumların isteklerinin millet nizamına aykırı olduğu, ayrıca yangın sebebiyle zor duruma düştükleri iddialarının tamamen yalan olduğunu ileri sürerek Rumların isteğini kabul etmemişlerdir. Yapılan incelemeden sonra Rumların iddialarının yersiz olduğu anlaşılmış ve vergi oranlarının eskiden nasıl ise aynı şekilde cemaatler üzerine tevzi edilmesi hakkında Bursa kadısına bir ferman gönderilmiştir35. Sonuç Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun ilk yıllarından beri Bursa’da ikâmet etmeye başlayan ve zamanla kalabalıklaşan Ermeniler, tarih boyunca şehrin sosyal ve ekonomik hayatının her alanında yer alarak Müslümanlarla ilişkilerini en üst seviyede devam ettirmişlerdir. Bunda hiç şüphesiz, kanunların uygulanması bakımından din ve ırk ayrımı yapmayan idarecilerle Bursa toplumunun büyük çoğunluğunu oluşturan Müslümanların hoşgörülü yaklaşımları önemli bir etken olmuştur. Nitekim sicillere bakıldığında, Müslümanlarla Ermeniler arasında dava konusu olan anlaşmazlıklarda ırk ve din ayrımı yapılmadan, cari olan hukukun dışına çıkılmadan, adalet prensipleri içerisinde hareket edildiği ve hakkın hak sahibine teslim edilmesi anlayışı gereği birçok davada Ermenilerin lehine karar verildiği görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin, gayrimüslimlere tanıdığı geniş haklar sebebiyle özellikle XIX asrın ikinci yarısından sonra karşılaştığı problemlere zemin hazırladığı gerekçesiyle zaman zaman eleştirilse de bugün bile birçok devletin başaramadığı büyük devlet olmanın gereklerini en iyi şekilde yerine getirdiğini söylemek pekalâ mümkündür. Günümüzde daha çok ehemmiyet kazandığı herkesçe malûm olan bir arada yaşamanın sırlarını anlamada, Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışı ve Osmanlı toplumunun sahip olduğu değerlerin incelenmesi ve örnek alınması önemli bir kazanç olacaktır. 35 BŞS, B303/70b. 380 TÜRK ÂŞIKLIK GELENEĞİNİN ERMENİ KÜLTÜRÜNE ETKİSİ VE YAŞAYAN ERMENİ ÂŞIKLARDAN YUSUF OHANNES (YUSUFÎ) Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Ana Bilim Dalı E-mail: [email protected]; Tel: 0 442 213 70 11 Özet Yüzyıllardan beri Türklerle birlikte yaşayan Ermeniler, Türk âşıklık geleneğinden çok etkilenmişlerdir. Özellikle XVI. yüzyıldan itibaren Van, Diyarbakır, İstanbul, Erzurum, Ardahan, Kars, Tiflis, Gence ve Urmiye başta olmak üzere birçok Türk âşık muhitinde Ermeni âşıkların da meydan aldıkları görülmüştür. XVIII. yüzyılda Ermeni âşıklarının sayısı bir hayli artmıştır. Vanlı Göyçek, Diyarbakırlı Civan, İstanbullu Artin ve Rumanî, Erzurumlu Mecnunî, Nidaî ve Vartan, Karslı Âşık Tüccar, Ardahanlı İzanî, Erivanlı Âşık Şirin, Tiflisli Sayad Nova, Genceli Âşık Miskin Burcu, Şamahılı Âşık Zerger, Salmaslı Kul Artun, Urmiyeli Kul Sergiz gibi usta Ermeni âşıklar bunlardandır. XX. yüzyıla gelindiğinde Ermeni âşıkların sayısında azalma olduğu görülmektedir. Günümüzde ise çok az sayıda Ermeni âşık bu geleneği devam ettirmektedir. Bunlardan biri Âşık Yusuf Ohannes’tir. Bildirimizde Âşık Ohannes’in Türk âşıklık geleneğine, Türk diline ve dolayısıyla Türk-Ermeni ilişkilerine katkısı ele alınacaktır. Âşık Ohannes’in sazı, sözü, âşıklık geleneğindeki yeri ve ailesi hakkında görsel ve işitsel dokümanlarla bilgi verilecektir. Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI Giriş Türkler, tarih boyunca Çinliler, Ruslar, Araplar, Farslar, Rumlar, Yahudiler gibi birçok halk ve milletle birlikte veya komşu olarak yaşamıştır. Türklerin binlerce yıl birlikte yaşadığı halklardan biri de Ermenilerdir. Türklerle birlikte yaşayan Ermenilerin, Türk kültür ve medeniyetine katkıları olduğu gibi aynı zamanda Türk kültür ve medeniyetinden etkilenmiş ve faydalanmışlardır. Ermeni kültürünün en çok etkilendiği Türk kültürü unsurlarının başında Türk âşıklık geleneği gelmektedir. Türkler, kadim devirlerde düğünlerde derneklerde kopuz, çöğür veya saz eşliğinde hikâye anlatan, türkü söyleyen, söz koşan sanatçılara ozan demişler ve gönüllerine tercüman olan bu sanatçılara çok hürmet beslemişlerdir. Ermeniler de saz eşliğinde dinî karakterli türküler okuyan sanatçılara gusan demişlerdir. Ermeniler, Türk âşıklık geleneğinin birincil enstrümanı olan sazı ise olduğu gibi almışlardır. Ne adında ne de onun kuruluş, şekil ve kullanım özelliklerinde değişiklik yapmışlardır. Bazı araştırmacılar, gusan sözünün Pehlevice olduğunu ileri sürmüşlerdir1. Oysa gusan sözü Turanî bir kavim olan Aşkanîler döneminde âşık, ozan anlamında kullanılan Turanî bir sözdür. Tarih-i Cihan ve İran adlı eserde Aşkanîler dönemi anlatılırken şöyle bir tavzih vardır: Aşkanîler döneminde bazıları okumakla meşgul idiler. Bu 1 Ekber Yérévanlı, Azerî-Érmeni Edebî Elaġeleri, Ġedim Dövrden XVIII. Esrin Sonuna Ġeder, Hayastan Neşriyatı, Yérévan 1968, s.244. 385 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sanatçılara ‘gusan’ deniliyordu. Gusanlar, sazları ile sokaklarda ve pazarlarda dolaşır güzel şiirler okurlardı2. Nasir Purpirar, Davâzdah Qarn Sukut, (Ta’amoli Dar Boniyan-e Tarikh-e İran), Kitab-ı Evvel: Barâmadan-e Hakhâmaneshiyan adlı eserinde Durer Et-Tican adlı eseri de kaynak göstererek şöyle yazıyor: Tarihi, efsanelerden ayırıp ilmî esaslara dayandıran ve onun kıymetini bilen çağdaş tarihçiler, eski tarihçilerin aksine Aşkanilerin İranlı değil Turanlı bir kavim olduğunu ortaya koymuşlardır. Ki bu kavmin adının doğru telaffuzu da Part değil, Pars’tır3. İran Türklerinin Eski Tarihi adlı eserin müellifi Prof. Dr. Mahmut Takî Zehtabî de Aşkanîlerin Türk olduğunu ortaya koymaktadır4. Diğer yandan gusan edebiyatına ozan/âşık edebiyatı demek de pek doğru değildir. Çünkü onlar, kadim Ermeni dili olan Graparça dili ile dinî mahiyetli, halkın pek anlamadığı, şiirler yazıp söylemişlerdir5. XVI. yüzyıldan itibaren Türk saz şâirleri âşık adını alarak ozan adını kullanmaz olmuşlar. Ermeniler de gusan adını bırakıp âşug kelimesini kullanmaya başlamışlar6. Görülüyor ki Ermeniler âşık edebiyatının esas kavramlarını Türklerden iktibas etmişlerdir. Onların ne ozan ve âşık isimlerinin yerine ne de saz’ın yerine özgün isimleri olmamıştır. Fuad Köprülü bu hususta şöyle yazıyor: Türkler arasında saz şâiri manasına gelen âşık kelimesi, Ermeniler bu edebiyat tarzını Türklerden iktibas ettikleri zaman âşug şeklinde Ermeniceye -hatta saz kelimesi ile birlikte- geçmiştir. Eğer bu edebiyat tarzının Ermeni tarihinde bir mazisi, müstakil bir an’anesi olsa idi, Türkçe’den saz ve âşık kelimelerinin alınmasına lüzum olmayacak, eski an’anevî tabirler devam edip gidecekti7. 2 3 4 5 6 7 Tarih-i İran ve Cihan I, Cumhur-i İslâm-i İran, Tercüme Eden Sulduzlu Mirali Rızaî, Amuziş ve Perveriş Vizareti Neşriyatı, Tahran 1380 (2001), s.142. Muhammet Hasan Han, İtimatü’s-Seltene, Durer Et-Tican Fi Tarih-i Ben-i Aşkan, s.99’dan aktaran, Nasir Purpirar, Davâzdah Qarn Sukut, (Ta’amoli Dar Boniyan-e Tarikh-e İran), Kitab-ı Evvel: Barâmadan-e Hakhâmaneshiyan, Tercüme Eden Sulduzlu Mirali Rızaî, Kareng Neşriyatı, 1381 (2002), s.98. Mahmut Taki Zehtabî, İran Türklerinin Eski Tarihi, C. II, Ehter Neşriyatı, Tebriz 1382 (2003), s.229-384. Yérévanlı, a.g.e., s.245. Daha fazla bilgi için bkz. Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi İstanbul 1992. Mehmet Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları I, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s.227. 386 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI 1. Türkçe Söyleyip Yazan Ermeni Âşıklar XVI. yüzyıldan günümüze kadar 400’den fazla8 Ermeni âşığın varlığı tespit edilmiştir. Bir kısım Ermeni âşık halâ Türk âşıklık geleneği dairesinde bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar Ermeni âşıklarının Türkçe çalıp söylemelerini, Türk âşıklık geleneği içinde yer almalarını hatta bu geleneğe sahiplenmelerini çeşitli sebeplere dayandırmaktadırlar. Onların Türklerle birlikte yaşamalarına, Türkçe’nin yaygın olarak konuşulmasına, Türk yöneticilerine ve Türk halkına yakın görünme gayretlerine bağlamaktadırlar. Elbette ki, bunların da katkısı vardır. Fakat bizce en önemli sebep, Osmanlı Türk Devleti’nin XIV. yüzyıldan itibaren itibarlı ve istikrarlı bir gelişme göstermesidir. Türk âşıklık geleneği, Osmanlı Devleti’nin yüzyıllarca süren itibarlı ve istikrarlı hayatına paralel olarak gelişme göstermiştir. Osman Gazi’nin, 1324 yılında Bursa’yı devlet merkezi yaptıktan sonra, Kütahya’da bulunan Ermeni ruhanî reisliğini Bursa’ya naklettirmesi9; Fatih Sultan Mehmet’in, 1453’te İstanbul’u aldıktan 8 yıl sonra Ermenilerin Bursa’daki ruhanî lideri Hovakim’i İstanbul’a getirerek, yayımladığı bir fermanla Ermeni Patrikliği’ni İstanbul’da kurdurması (1461); Yavuz Sultan Selim’in 1514-1516’da Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu seferi sırasında, buradaki Ermenileri de İstanbul Patrikliği’ne bağlaması, bununla da Ermenilerin dünyanın en müreffeh cemaati haline getirilmesi, 350 yıl Ermenilere kol kanat gerilmesi, onlara çok büyük siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik haklar verilmesi, yakın uzak bütün Ermenileri etkilemiş ve Ermenilerin Türk milletine samimi olarak bağlanmasına sebep olmuştur. XVI. yüzyılın üstat Ermeni âşıklarından Mesîhî-î Ermeni’den günümüz Ermeni âşıklarından Ohannes Yusufî’ye kadar onlarca Ermeni âşığın, Türkçe çalıp söylemeleri, Türkçe hikâyeler anlatmaları, Türk âşıklık geleneğini birer Türk gibi devam ettirmeleri, Ermeni kültürünün Türk âşıklık geleneğinden etkilendiğini açıkça göstermektedir. Birçok Ermeni âşık, Türk âşıklık geleneğini benimsemekle ve onun içinde yer almakla kalmamış, Türk İslâm tarikatlarından olan ve yaşanılması hayli kolay olan Bektaşî-Alevî inancına da intisap etmişlerdir. Erzurumlu Âşık Vartan, Erzurumlu Âşık Mecnunî ve Kayserili Âşık Nurliyan 8 9 Yérévanlı, a.g.e., s.250. Dikran Kevorkyan, “Uluslararası Terör Karşısında Türk Ermenilerinin Düşünceleri”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Tebliğler ve Panel Konuşmaları, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir 1983, s.116. 387 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sarkis Zeki bir Bektaşî dervişi gibi yaşamış ve Türk âşıklık geleneğine hizmet etmişlerdir10. Türk âşıklık geleneği dairesinde faaliyet gösteren Ermeni âşıkların sayısı yukarıda işaret edildiği gibi dört yüzden fazladır. Ancak elimizde eserleri bulunan âşık çok fazla değildir. XVI. yüzyılda: Vanlı Göyçek (Nahabet Kuçak), Mesîhî-î Ermeni (Diyarbakır); XVII. yüzyılda: Tatos, Heyyatî, Çubuğoğlu, Apkâr (Abgar), Miskin, Sefil, Yağuboğlu, Dellek Murat, Mecnun/Mecnunî (Erzurum), Vartan (Erzurum), Moses Hakkî (Erzurum), Kul Egaz (Yeniçuha-İran); XVIII. yüzyılda: Kul Artun (Salmas), Âşık Seyran (Tiflis), Kul Arzunî (İsfahan), Arazlı Serkis, Miran (Tebriz), Bağıroğlu Gazar (İsfahan), Eylisli Horomsima Hanım (Nahcivan-Eylis/Akulis), Bağdasar, Kelbî, Tatevos, Hostikoğlu, Abdinoğlu Hayrapet (İsfahan), Kul Serkis Şirirkanlı (İsfahanPeriya/Şirişkan), Şamçı Melko (Gürcistan/Karayazı), Turab Dede/Arakel Mangigyan (Türkiye), Arutyun Begüm (Şulaver-Tiflis), Artem Harutyun, Emiroğlu (İsfahan), Küçük Nova (Tiflis), Kul Hovannes (İsfahan), Hovannes Artunoğlu (İsfahan-Çarmahal); XIX. yüzyılda: Mirza Can (Maralyan-Şuşa), Âşık Nurliyan Sarkis Zeki (Kayseri), Âşık Döni Serkisyan (Şeki- Daşbulak), Âşık Demircioğlu Markâryan (Taşkesen-Şarukâr), Âşık David Keşişoğlu/Kul Mkırdıç (Tiflis), Âşık Bedr Allahverdi, Miskin Burcu (Nahcivan), Âşık Zeka Dülgeroğlu (Vartaşen-Calud), Stepanos Yerets (İran/Periya); XX. yüzyılda: Âşık Serkis Martuni (Karakent/Kızkale), Âşık Sergéy (Şamhor). 2. Türkçe Söyleyip Yazan Ermeni Âşıkların Oluşturdukları Topluluklar Ermeni araştırmacılardan Garégin Levonyan Türkçe yazıp okuyan Ermeni âşıkları şöyle tasnif ediyor11: I. İran-Ermeni Âşık Mektebi: XVII. yüzyılın birinci yarısında Yeni Çuha/İsfahan’da Kul Egaz ve Mkrdiç adlı Ermeni âşıklar tarafından ku10 Köprülü, Saz Şâirleri, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s.351; Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, s.242. 11 Ġ. Levonyan, Âşıġlar ve Onların Senetkârlığı adlı eserden naklen; Yérévanlı, a.g.e., s.278. 388 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI rulmuştur. Bu mektebin çatısı altında şu âşıklar yer almıştır: Kul Serkis, Emiroğlu, Kul Arzun, Bağıroğlu, Abdinoğlu, Kul Artun, Seferoğlu… Bu mektebin en ünlü âşığı Kul Artun’dur. II. Türk/Osmanlı-Ermeni Âşık Mektebi: İstanbul merkezli bu mektep Âşık Artin ve Âşık Rumanî tarafından 1730 yıllarında kurulmuş, 1870 yılına kadar devam etmiştir. III. Gürcü-Ermeni Âşık Mektebi: 1750 yıllarında kurulmuş, XIX. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. En ünlü âşığı Sayat Nova’dır. Bu mektebin diğer ünlü âşıkları Şamçı Melko, Budağ Oğlan, Küçük Nova, Sayatoğlu, Lezzet Oğlan’dır. 1820 yılından itibaren İstanbul dışında da bazı önemli merkezlerde Âşık mektepleri kurulmuştur. I. Erzurum’da (başkanı Âşık Nidayî) II. Kars’ta (başkanı Âşık Tüccar) III. Aleksandropol (Gümrü)’da (başkanı Âşık Bave) IV. Erivan’da (başkanı Âşık Şirin) V. Gence’de (başkanı Âşık Miskin Burcu) VI. Şamahı’da (başkanları Âşık Zerger ve Âşık Turinc) 3. Türkçe Söyleyip Yazan Ermeni Âşıkların Sayısının Azalması Kafkasya, İran ve Osmanlı arazisinde bulunan bütün Ermeni âşıkların/ âşugların 1876-1877 Osmanlı Rus Savaşı yıllarına kadar ağırlıklı olarak Türkçe türküler okuyup, şiirler yazdıkları ve Türkçe halk hikâyesi anlattıkları görülmüştür. Bu âşıklar çok az sayıda Ermenice, Rusça, Gürcüce ve Farsça şiirler yazmışlardır. Ancak XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve Türk dünyasını zayıf düşürmek isteyen, Fransa, Rusya, Amerika, İngiltere gibi ülkeler Ermeni-Türk kültür birlikteliğini bozmayı hedeflemişlerdir. Kevorkyan’ın dediği gibi Ermenilerin dinî ve toplumsal işlerini idare etmek üzere kurulan İstanbul Ermeni Patrikliği, zamanla Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama hesaplarına girişen yabancıların siyasî emelleri uğruna, esas kuruluş nedeniyle bağdaşmayan millî ve siyasî bir makam olarak görülmek istenmiştir… Sistematik bir şekilde çalışan yabancı devletler, asırlara dayanan Türk-Ermeni kardeşliğinin böğrüne han389 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER çeri saplamışlar ve işleri bittiğinde de Ermenileri silkelemekten çekinmemişlerdir12. Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Hırant Dink, 17.04.2006 tarihinde Malatya’da yaptığı bir konuşmada bu meseleye temas ederek şöyle demiştir: İngiliz, Fransız, Rus ve Almanlar geçmişte bu topraklarda oynadıkları oyunları bugün de tekrarlıyor. Geçmişte Ermeni halkı, onlara güvendi. Kendilerini Osmanlının hakimiyetinden kurtaracak zannettiler. Ama yanıldılar; çünkü onlar kendi işlerini, hesaplarını yapıp gittiler. Bu topraklarda da kardeşi kardeşe kan içerisinde bıraktılar13. Bu ülkeler, Osmanlı Devleti topraklarında görevlendirdikleri konsoloslar ve M. De Morgan, Charles Downing, C. Der Molkenian, W. C. Noel, W. Minorsky, M. Daniel gibi Fransız, İngiliz, Rus ve Amerikalı uzmanlar vasıtasıyla Ermenileri, Türk milletinden ve Türk kültüründen tefrik etmeye başlamışlardır. Bir taraftan kendileri, diğer taraftan da Arşak Çobanyan14, Ġ. Ağa15 yan , Ġ. Ahverdyan16, G. Kosdanyan17, Ġ. Levonyan18, T. Balyan19, Ġ. Ahverdyan20, V. Trdatyan21, Zaminyan22, H. Acaryan23, Kirakos24, H. Manandyan ve H. Acaryan25, E. M. Astvasaduryan26 gibi Ermeni asıllı yazarlara yayımlattıkları eserlerle, hatta birçok müellifi belirsiz eserlerle27, samimi olmayan faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bütün bu çalışmalar, bu şer odaklarının meydana getirdikleri isyanlar, terör olayları Türkçe yazıp okuyan Ermeni âşıklarının sayısını azaltmış, 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 Kevorkyan, a.g.e., s.116. 17.04.2006 tarihli gazeteler. Arşak Çobanyan, Les Trouvéres Arméniens (Ermeni Âşıkları), Paris 1906. Ġ. Ağayan, “Müasir Érmeni Şifahî Neğmeleri”, Daraz gazetesi, 1893 Ġ. Ahvérdyan, Sayat Nova, Moskva 1852. G. Kosdanyan, Hovannes Tlkurantsi ve Onun Şérleri, Tiflis 1892. Ġ. Levonyan, Ermeni Âşıġları, Aleksandropol 1892. T. Balyan, Ermeni Âşıġları, İzmir 1911. Ġ. Ahvérdyan, Ermeni Âşıġları, Tiflis 1903. Varşam Trdatyan, Âşıġ Baydzârenin Mahnıları, Tiflis 1895. Zaminyan, Ermeni Edebiyatı Tarihi, Yeni Nahçıvan 1915. H. Acaryan, Ermeni Diline Türk Dilinin Tesiri ve Ermenilerin Türkçeden Aldıkları Sözler, Vağarşabad. Kirakos, Ermeni Tarihi, Vénésiya 1865. H. Manandyan, H. Acaryan, Yeni Ermeni Fedaileri, Éçmiadzin 1903. E. M. Astvasaduryan, Neğmeler Mecmüesi, El Yazması, 1921. Âşıġ Civanî’nin Mahnıları, Aleksandropol 1893; Sayat Nova, Şérler, Tiflis 1918. 390 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI bununla da Türk âşıklık geleneğinin Ermeni kültürü üzerindeki etkisi azalmıştır. 4. Türkçe Söyleyip Yazan Ermeni Âşıkların Eserlerinden Örnekler Ermeni âşıklar, Türk âşık şiiri türlerinin, mâni, koşma, türkü, destan gibi her türünü şekil ve içerik özellikleri ile birlikte iktibas etmişlerdir. Nahapét Kuçak (Vanlı Göyçek)’tan XVI. yüzyıla ait koşma örneği: Olmaz28 Me’rifet insanın özünde gerek, Kenardan démekle ay olmaz, olmaz. Binası olmaya, kökü olmaya, Her ġaynar bulaġdan çay olmaz, olmaz. Her insanın yüz fikri min heyalı var, Eyleşib bir yérde éylemez ġerar, Merdlik, merdanelik hünerden olar, Her yéten merdane ay olmaz, olmaz. Vanlı Göyçek görüb dünyada ne var, Laçına tay olmaz yapalaġ, ne sar, İnsandan insana nesihet olar, Ağıldan ağıla pay olmaz, olmaz. Diyarbakırlı Âşık Civan (1747-1815)’dan bir koşma örneği: Bahtım Uyansın29 Derd ü gamdan göz açmadım ağalar, Dua edin kara bahtım uyansın, Her kim beni kem bildirmiş o yâra, Bugün yarın al kanlara boyansın. 28 Sednik Paşayev, Érmeni Âşığlarının Azerbaycanca Şérleri, Hayastan Neşriyatı, Yérévan 1975, s.7-8. 29 Köprülü, Saz Şâirleri, s.352, 400. 391 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Gavvas kimi aşk bahrine dalınca, Can çürüttüm tâ bir gevher bulunca, Vazgeçemem canım tende olunca, Canım yakmak ister rakıyb o yansın. Buruk koydu bu âşıkın boynunu, Pek zalimdir asla saymaz sonunu, Bir yâr sevdim gayri sürmüş gününü, Böyle derde nasıl Civan dayansın? Günümüz Âşık/Şâirlerinden Âşık Roben Hagopyan Sevan’dan bir zincirleme koşma örneği: Zincirleme Koşma30 Dédim göyül yâr vesfini édende, Yanah danış, puhah danış, hal danış. Ġış möhnetin ötür, vesf-i yaz éyle, Süsen danış, sümbül danış, gül danış. Gülden alar göyül metlebin bülbül, Ârif ol sözümün metlebin bül bül, Arının çiçekten metlebin bul bul, Şehdi danış petek danış, bal danış. Bal aradın gönül şana yétiştin, Şövket ahtarırdın şâne yétiştin31, Gövherçiydin bedahşana yétiştin, Kebut32 danış, zümrüt danış, lel danış. Leli sat zergere, satma nadâne, Ârif biler sıdâ33 nedi, nidâ34 ne! Sevan sözün ne dürdü ne dane, Meden danış küle danış ġal danış. 30 31 32 33 34 Panalist tarafından kendisinden alınmıştır. Şane yétişmek: Şâir olmakla üne kavuşmasını kastediyor. Kebut: Kıymetli taş. Sida: Arapça, yankı. Nida: Birisinin seslenmesi, çağırması. 392 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI Âşık Miskin Bürcü (1810-1847)’den geraylı örneği: Düşersen35 İnsan oğlu, kelek ġurma, Keleye, fende düşersen. Nahaġ yérden üze durma, Ġafil kemende düşersen. Her adamla olma tanış, Yay gününü éyleyer ġış, Fikir éyle, sonra danış, Zülmnen anda düşersen. Miskin Bürcü heberdar ol, Yoldaşınla hoş ilġar ol, Yaman güne şükürdâr ol, Dönüb asanda düşersen. Âşık Keşişoğlu’ndan XVIII. asra ait çığalı koşma (yedekli Koşma) örneği: Bu Kâğızım36 Bu kâğızım géder olsa vetene, Déyin menim üçün éller ağlasın. Gözü yaşlı düştüm ġürbet éllere, Düşmüşem uzağa yollar ağlasın. Yolu gözler, Yol üste yolu gözler, Balası gürbete gédenin, Anası yolu gözler… 35 Paşayev, a.g.e., s.48. 36 Paşayev, a.g.e., s.36. 393 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Cavan iken düştüm éşġ ataşına, Ġorhuram bu sövdam yétmeye başa, Çünki elim yétmir ġohum-ġardaşa, Di ġoy derdli-derdli diller ağlasın. Veten şirin, Köyneyi kâtan şirin, Gezmeye ġürbet éller, Ölmeye veten şirin. Kéşişoğlu, gün görmedin binadan, Hesret könlüm intizârdı hanadan, Yarın zülfü eyilmesin şanadan, Lâl gerdende siyah téller ağlasın. Ġuşum kôl üste, İki gözüm yol üste, Ezrail, canım alma, Nişanlıyam, toy üste. 1897 yılında Azerbaycan’ın Şuşa şehrinde Ermeniler tarafından, Azerî bayatı/mânilerinden yararlanarak oluşturulan ve Karabağ’ın her yanında okunan Tirme Şal adlı türkü Ermeni kültürünün Türk âşıklıklık geleneğinden ne derece etkilendiğini çok açık gösteriyor: Tirme Şal37 Héyrik38 canım, hoy hoy, Tirme şalım hoy hoy. Durum başına dönüm Tirme şalım hoy hoy. Menim yârım içibdi, Menimti tâ kéçibdi, Olum başına gurban, Tirme şalım hoy hoy. 37 Yérévanlı, a.g.e., s.128. 38 Héyrik/hayrik: Ermenice, ata/baba. 394 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI Durma gapı dalında, Gözüm galdı halında, Olum başına gurban, Tirme şalım hoy hoy. Saçın ucun hörmezler, Seni mene vérmezler, Eyil üzünden öpüm, Karanlıgda görmezler. Harahçının mendedi, Ahtarma, cibimdedi… Dünya gözele dönse, Menim gözüm sendedi. Âşık Miskin Bürcü (1810-1847)’den muhammes divanî örneği: Ġırmızı Al, yaşıl, abı sarı, benövşe, ġara, ġırmızı, Alasan géydiresen hemişe yâra ġırmızı. Cepkeni atlas ola, dizliyi hara ġırmızı, Sûreti şö’le salıb, döner bahara ġırmızı, Yandırma nâhaġ bizi yanarsan nara ġırmızı. Her kimin varı ola év tiktirer hanası ağ, Dolanar çırağının başına pervanesi ağ. Bir uşaġ ki, ağ ola olur onun anası ağ, Kim görübdür ki, yarın sûreti gül, sinesi ağ, Leblerinden emesen döner şekere ġırmızı. Tanrı yahşı yaradıb göy ile asımanı âbı, Dibi yoh, kenarı yoh, dolanır dörd yanı âbı, Başa-baş géydiresen gözel Tükezibânı âbı, Örpeyi zeralafa, çarğatı, tumanı âbı, Tutulub dörd terefi le’lü-gövhere ġırmızı. 395 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Derdime éyle dua éy üzü ağ, halı ġara, Ġoyma dünyada ġalım behti ġara, hâlı ġara. Çoh kéçir âşığının ayı ġara, salı ġara, Bürcü’nün béyle olub néyleyim iġbalı ġara, Yalvarım Tarı39 ġıla tézlice çâra ġırmızı. Âşık Roben Hagopyan Sevan’dan bir zincirleme divanî örneği40: Zincirleme Divanî Şükür olsun yéttim paye saġi-yi méyhaneden, Méy badesin ser çekmişem, mest oldum péymaneden. Mest-i çeşm-i yâr sırrını men soruştum bülbülden, Bülbül dédi men nâşıyam, get örgeş pervaneden. Pervane tek éşg oduna bu canım bîġanedi, Öz ölkemde ġerib oldum dört yanım bîġanedi, Ölüb bağban41, köçüb bülbül42, mekânım viranedi, Gece gündüz ban çekirem bayġu tek viranede. Viran oldu köynüm evi battım méhnet behrine, Bir sonanın sévdasında düştüm ġemler nehrine, Aşna yârım döndü yâda, yandım hicran ġehrine, Deli köylüm Ġéysî kimi üzülmür cânânede. Cânânının, Fağır Sevan çoh çekibdi cefasın, Ferhat kimi canın ġoyub görmüyüb yâr vefasın, Bu fenanın hetta bir dem sürmüyübdü sefasın, Gelen günden sitem görüb kesibler ġemhanede. 39 40 41 42 Tarı: Tanrı. Kendi sesinden kasette. Bağban: Babası. Bülbül: Genç yaşta ölen kardeşi… 396 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI 5. Türkçe Söyleyip Yazan Ermeni Âşıkların Türk Halk Hikâyelerini Benimsemeleri ve Varyantlarını Oluşturmaları Türk âşıklık geleneğinin önemli bir dalını oluşturan ve Türk halkının ve ozanlarının yüksek muhayyilesi ile vücut bulan halk hikâyeleri, Ermeni halkı arasında büyük hüsnü kabul görmüştür. Türk halk hikâyesi anlatan Ermeni âşıklarına Türk ve Ermeniler çok büyük bahşişler vermişler, bununla da sürekli onları Türkçe hikâye anlatmaya teşvik etmişlerdir. Köroğlu, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Ali Han, Nevruz, Âşık Garip, Melik Şah, Tahir ile Zühre, Emrah ile Selvi gibi birçok Türk halk hikâyesi, Ermeni kültürünün önemli bir bölümü haline gelmiştir. Türk halk hikâyeleri Ermeni halkı arasında o kadar yayılmıştır ki bu hikâyelerin varyantları oluşmaya başlamıştır. Türk halk hikâyelerini severek iktibas eden Ermeniler, hikâyelerin konu bütünlüğünü ve olay örgüsünü değiştirmeden Ermenice yeniden oluşturmuşlardır. Bu hikâyeler Türkçe anlatıldığı gibi metin kısmı Ermenice, Türküleri Türkçe olarak da kullanılmıştır43. Köroğlu hikâyelerinden sadece 14 tanesi üzerine 35 Köroğlu varyantı tasnif etmişlerdir44. XVIII. yüzyılın başlarından itibaren Türk halk hikâyelerinin bazı bölümlerinin Ermeni harfleriyle yazıya alındığı görülmektedir45. Türk halk hikâyelerinin Ermeni varyantları incelendiğinde Ermenilerin Türk halk hikâyelerinin tamamına yakınını iktibas ettiklerini, varyantlarını oluşturdukları, hatta bu hikâyeleri esas alarak orijinal hikâyeler oluşturdukları görülmektedir46. 6. Ermeni Saz Bentler (Saz Yapımcıları) Yüzyıllardan beri gerek Türk ve gerekse Ermeni âşıklara saz yapan, Ermeni saz ustalarını da kaydetmek gerekir. Kazak-Tovuz muhitinde Usta Mihek, Usta Şagin (Şahin), İran coğrafyasında Urmiye’de Usta Pire, Usta Dadaş Bayramyan, Save-Kum muhitinde Usta Neriman, Usta Armenek ve Usta Şemaver ünlü saz ustalarıdır. Usta Neriman’ın oğlu Usta Neriman halihazırda Tahran’da yaşıyor ve saz/çögür imalâthanesi vardır. 43 Daha fazla bilgi için bkz. Türkmen, a.g.e., s.20-21. 44 Yérévanlı, a.g.e., s.181-182. 45 Elyas Müşeg, Neğmeler Kitabı, Tebriz 1721. Bu el yazmasının fotokopisi Nizamî Edebiyat ve Dil Enstitüsü’ndedir (M. T.). 46 Yérévanlı, a.g.e., s.183. 397 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 7. Yaşayan Ermeni Âşıklardan Âşık Yusuf Ohannes Yusufî, 1927 yılında Urmiye’ye bağlı Dizeteke kentinde, Türk âşıklık geleneğinin hadimi olan bir Ermeni ailede dünyaya gelmiştir. Dedesinin adı Âşık İşo, babasının adı Âşık Yakup’tur. Yusufî, dünyaya geldiği Tekedize köyünde beş yıl öğrenim görmüştür. On yaşından itibaren saz çalmaya başlamıştır. İlk saz ve âşıklık geleneği derslerini babası Âşık Yakup’tan almıştır. On beş yaşında babasını kaybetmiştir. Babasının ölümünden sonra Urmiye’de, babasının arkadaşlarından üstat Âşık Ferhat’tan ders almıştır. On yedi yaşından itibaren düğün derneklerde meydan almıştır. 2006 yılı itibariyle 62 yıldır Türk âşıklık geleneğine hizmet etmektedir. Yusufî aynı zamanda İran devlet âşıklarındandır. Devlet tarafından maaş verilmektedir. Kırk yedi halk hikâyesi, yetmiş iki âşık havası bilmektedir. İran’ın Urmiye, Şiraz, Tahran, İsfahan, Erdebil, Tebriz gibi hemen her şehrinde düğün dernek, radyo, televizyon programlarına katılıyor. Saz çalıp türkü okuyor, hikâye anlatıyor. Televizyon ve sinema filmlerinde rol almıştır. Yusufî, Türk halk hikâyelerinden Köroğlu Destanı esas alınarak çekilen Savalan filminde Köroğlu rolünü üstlenmiştir. Bu filimde hem hikâyeyi anlatmış hem de hikâyenin türkülerini okumuştur. Dört âşık yetiştirmiştir. İkisi Karapapak Türklerinden Âşık Muhammet Ali Mahmudî ve Âşık Rıza Puyende, biri Azerî Türklerinden Âşık Zülfeli, biri de Ermeni âşıklardan Âşık Antranik’tir. Âşık Antranik ölmüş diğerleri hayattadır. Âşık Yusufî’nin elinde kullandığı iki sazı vardır. Birisi babasından kalan 153 yıllık Osmanlı dönemi sazı, ki bu sazı Ermeni Sazbent Pire yapmıştır, diğeri ise ünlü Ermeni Sazbent Dadaş Bayramyan’ın yaptığı 47 yıllık sazdır. Osmanlı ordusu, Urmiye ve Sulduz bölgesindeki Ermeni halkın isyanını bastırmak için geldiğinde Yusufî’nin dedesi İşo göğsünde ay yıldızlı sazı ile Türk ordusunun önüne çıkarak onları Köroğlu Havası ile karşılamış. Yusufî bu konuyu şöyle anlatmaktadır: Osmanlı ordusu bizim Tekedize köyüne geldiğinde, Ermeniler korkup kaçmışlar. Dedem İşo eline sazını alıp damın üstüne çıkmış ve onlara bir Köroğlu havası çalıp, okumuş. Türk subaylarına ben âşığım demiş. Türk subayları da onu ve bütün köylüleri, onun âşıklığına bağışlamış. Bu olaydan ötürü her zaman bana derler senin 398 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI deden Âşık İşo, Osmanlı askerlerine bir türkü okumuş ve canımızı kurtarmış. Ohannes Yusufî, yıllardan beri yakın uzak yüzlerce Türk ailesinin toyuna, düğününe davet edildiği gibi, Urmiye ve Salmas bölgesinde bulunan Heftivan, Hosrova, Kaleser, Savra, Nahcivantepe gibi köyler başta olmak üzere Türkçe konuşan Ermeni köylerine de düğüne, şenliğe davet edilmektedir. Ohannes Yusufî’nin bir koşması47: Yavaş Yavaş Sekkala den düştü, pozuldu endam, İstiyir ağara baş yavaş yavaş. Daha yéyemmérem berk ġezaları, Tökülür dehennen diş yavaş yavaş. Tarlaşıp gözlerim görmeyir gözüm, İkini üç edip, titriyir dizim, Cavanlar içinde kéçmeyir sözüm, Yétişir yétmişe yaş yavaş yavaş. Bir de ele düşmez cavanlık, köçtü, Ġametim dal oldu, göze tar düştü, Hemsin olanlarım hamısı köçtü, Bize (de) heber gelir köç yavaş yavaş. Âşık Yusuf ves(i)yet fikrine tüştü, Ecel péymanesin doldurub içti, Heber gétti dostlar geldi yétişti, Düzdüler mezar(ı)ma daş yavaş yavaş. 47 Bu bilgiler ve şiir, panelist tarafından, 18 Mart 2006 günü Urmiye’de Âşık Ohannes Yusufî’den alınmıştır. 399 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ezizinem sağam gel, Ölmemişem sağam gel, Boynumda ġem zenciri, Ġapında dustağam gel. Sonuç Bütün özellikleri ile Türk kültür ve medeniyetinin ürünü olan Türk âşıklık geleneği, hiçbir milletin kültüründen iktibas edilmemiş, aksine bazı milletlerin kültürünü etkilemiş, kökü derinlerde, Türke has bir kültür değeridir. Ermeni âşıklarının, halâ Türkçe söyleyip, yazmaları, başından beri gusan/ozan, âşık/âşug ve saz gibi Türk âşıklık geleneği kavramlarını kullanmaları, Türk âşık şiiri nazım türlerini ve Türk halk hikâyelerini iktibas ve adapte etmeleri, onların Türk âşıklık geleneğinden etkilendiğini göstermektedir. 400 Yrd. Doç. Dr. Ali KAFKASYALI Kaynakça Elyas Müşeg, Neğmeler Kitabı, Tebriz 1721. Kafkasyalı, Ali, Edebiyatımızda Ermeni Mezalimi, Atatork Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Yayınları, Erzurum 2001. Kalafat, Yaşar, “Türk-Ermeni İlişkilerinde Siyasî ve Kültürel Boyut”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 12-13, Ankara 2004. Kevorkyan, Dikran, “Uluslararası Terör Karşısında Türk-Ermenilerinin Düşünceleri”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Tebliğler ve Panel Konuşmaları, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir 1983. Köprülü, Mehmet Fuad, Edebiyat Araştırmaları 1, Akçağ Yayını, Ankara 2004. __________, Saz Şâirleri, Akçağ Yayını, Ankara 2004. Öke, Mim Kemal, İngiliz Ajanı Binbaşı E. W. C. Noel’in Kürdistan Misyonu (1919), Boğaziçi Yayını, İstanbul 1992. Paşayev, Sednik, Érmeni Âşıglarının Azerbaycanca Şérleri, Hayastan Neşriyatı, Yérévan 1975. Purpirar, Nasir, Davâzdah Qarn Sukut, (Ta’amoli Dar Boniyan-e Tarikh-e İran), Kitab-ı Evvel: Barâmadan-e Hakhâmaneshiyan, Kareng Neşriyatı., 1381 (2002). Tarih-i İran ve Cihan I, Cumhur-i İslâm-i İran, Tercüme Eden Sulduzlu Mirali Rızaî, Amuziş ve Perveriş Vizareti Neşriyatı, Tahran 1380 (2001). Türkmen, Fikret, “Tarih Boyunca Türk-Ermeni Kültür İlişkileri”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Tebliğler ve Panel Konuşmaları, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir 1983. __________, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, Akademi Kitabevi, İstanbul 1992. Yerevanlı, Ekber, Azerî-Érmeni Edebî Elaġeleri, Ġedim Dövrden XVIII. Esrin Sonuna Ġeder, Hayastan Neşriyatı, Yérévan 1968. Zehtabî, Mahmut Taki, İran Türklerinin Eski Tarihi I-II, Ehter Neşriyatı, Tebriz 1382 (2003). 401 SANAT VE MUSİKİ ALANINDA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Sinema Sanatında Türk-Ermeni İlişkileri Ali ÖZUYAR Millî Eğitim Bakanlığı/Tarih Öğretmeni/Sinema Tarihçisi; E-mail: [email protected]; Tel: 0 532 741 23 76-0 312 252 02 90 Özet Sanat, ulusları birbirlerine yaklaştırıp, ortak değerler üretmelerine katkı sağlayarak dost edebildiği gibi, siyasî müdahale ve yönlendirmeler ile ulusları karşı karşıya getirebilir, birbirlerinden uzaklaştırıp düşman yapabilir, kültürel anlamda erozyona uğratabilir. Dolayısıyla burada sorulacak olan asıl soru, sanatın ne amaçla ve nasıl yapıldığı? olacaktır. Çünkü tarihte sanat -istisnaları olsa bile- daima politikayla iç içe olmuş ve bazıları tarafından da politikaların gerçekleştirilmesinde bir araç olarak görülmüştür. Osmanlıda Türk ve Ermeni toplumları sanatın minyatür, mimarî, edebiyat ve müzik dallarında verdikleri eserlerle kaynaşmışlar ve yaratılan ortak değerler çerçevesinde ortak yaşama sanatını oluşturmuşlardır. Ancak sanat dalları içerisinde 7. Sanat adıyla nitelendirilen sinema ortak yaşama sanatının bozulmasında ve iki ulusun karşı karşıya gelmesinde oldukça büyük rol oynayacaktır. Ancak bu sanatın talihsizliği kuşkusuz Ermeni Sorunu’nun başlamasından hemen sonra 28 Aralık 1895 tarihinde ortaya çıkmasıdır. Bu tarihten itibaren görsel, işitsel ve kurgusal yapısının kitleler üzerindeki yönlendirici etkisi sinemanın bir düşünceyi, öğretiyi, ideolojiyi ve inancı yayma, benimsetme ve kamuoyunu oluşturmada etkili bir araç olmasına yol açmıştır. Bu sanatın kendi yapısından kaynaklanan bu özellikleri, sinemanın XX. yüzyılın başlarından itibaren devletler nezdinde önemsenip kurumsal hale getirilmesini sağlamıştır. Ali ÖZUYAR Giriş Yönetime olan bağlılıklarına nazire yaparcasına devletin millet-i sâdıka olarak nitelendirdiği ve diğer etnik unsurlara nazaran iltimas ettiği Osmanlı Ermenileri ile İmparatorluğu var eden etnik unsurlar, sanatın da katkısıyla yüzyıllarca bir arada yaşamayı başarmışlardır. Mimarîden müziğe Türkiye’nin her yerinde bunu görmek, hissetmek mümkündür. Anadolu dünya tarihinde çok kültürlülüğün nasıl yürüdüğünü gösteren nadir örneklerden biridir. Bundan dolayı da Anadolu kültürler mozaiği olarak nitelendirilmiştir. Mozaik metaforu Anadolu kültürünü açıklamada yetersizdir. Çünkü mozaik, akışkan değildir. Dolayısıyla kültürlerin birbirlerine karışmasını anlatmakta yetersizdir. Birbirlerine karışamayan kültürler de ortak bir kültür yaratamaz. Bundan dolayı Anadolu kültürünü tarif edecek en güzel metafor ebrudur. Bu coğrafyadaki kültürler aynı ebru sanatında olduğu gibi akışkan özelliklerinden dolayı birbirlerine karışarak Anadolu kültürünü oluşturmuştur. Bu ortak kültür içinde birbirinden farklı milletlerin bu topraklar üzerinde birlikte yaşamasını mümkün kılan en önemli unsurlardan biri de yarattıkları sanat olmuştur. Bundan dolayı da dilimize pelesenk olmuş şarkı ve türkülerin etnik kaynağını sorgulamaz ve önemsemeyiz. Sadece haz alarak söyleriz. Sanat, ulusları birbirlerine yaklaştırıp ortak değerler üretmelerine katkı sağladığı gibi siyasî müdahale ve yönlendirmeler ile ulusları karşı karşıya getirebilir ve kültürel anlamda da erozyona uğratabilir. Dolayısıyla 405 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER burada üzerinde durulması gereken asıl nokta sanatın nasıl yapıldığından çok niçin yapıldığıdır. Şunu da unutmamak gerekir ki sanatla siyasî araçları kullanarak mücadele etmek mümkün değildir. Bir sinema filmine arşiv belgeleriyle karşılık vermek de etkili bir yöntem sayılmaz. Çünkü sanatın özel ve inandırıcı bir dili vardır. Osmanlıda Türkler ve Ermenilerin sanatın, minyatür, mimarî, edebiyat ve müzik dallarında verdiği eserler, iki toplumun kaynaşması ve yaratılan ortak değerler çerçevesinde ortak yaşama sanatının oluşmasında etkili bir rol oynamıştır. Ancak sanat dalları içerisinde 7. Sanat adıyla nitelendirilen sinemanın ortak yaşama sanatının bozulmasında ve iki ulusun karşı karşıya gelmesindeki rolü oldukça büyüktür. Ancak sinema sanatının buradaki talihsizliği kuşkusuz Ermeni Sorunu’nun başlamasından hemen sonra 28 Aralık 1895 tarihinde ortaya çıkmasıdır. Sinemanın, ortaya çıktığı tarihten itibaren görsel, işitsel ve kurgusal yapısının kitleler üzerindeki yönlendirici etkisi bu sanatın bir düşünceyi, öğretiyi, ideolojiyi ve inancı yayma, benimsetme ve kamuoyunu oluşturmada etkili bir araç olmasına yol açmıştır. Sinemanın kendi yapısından kaynaklanan bu özellikleri bu sanatın XX. yüzyılın başlarından itibaren devletler nezdinde önemsenip kurumsal hale getirilmesini sağlamıştır. Sinema tarihinde bir devletin milletine ya da bir milletin diğer milletlere karşı yaptığı birçok siyasî propaganda filmleri yer almaktadır. Sinemanın bu özelliğini fark eden II. Abdülhamit bile 29 Mart 1903 tarihinde yayımlanan sinema nizamnamesinde hak sahipleri devletin resmî ve büyük binaları ile büyük abideleri, ekonomik gelişmeleri ve askerî birlikleri gösteren resimleri memleketin köylerine varıncaya kadar bütün noktalarında halka ücret karşılığında göstererek halkın Padişahın bütün tebaası hakkındaki lütuflarını, şevket ve gücünü anlamalarını sağlayarak; bağlılıklarını artırmaya çalışacaklardı. hükmünü şart koşmuştur1. Lenin, sinema bizce sanatların en önemlisidir sözüyle sinemanın bu özelliğine dikkat çekmiştir. Ayrıca Lenin dönemi Sovyet sineması özellikle Ekim Devrimi üzerinde durmuş ve devlet tarafından bu konu hakkında filmler2 yaptırılarak devrim ruhunun daima yaşatılması amaçlanmıştır3. Her iki toplumun sinema dışındaki diğer sanat dallarında görülen birlikteliği ve yarattıkları ortak değerler, sinema sanatına aynı oranda yansı1 2 3 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), PRK. AZJ, Belge No: 46/16, 29 Zilhicce 1320. Potemkin Zırhlısı/Ekim Ali Özuyar, Babıâli’de Sinema, İstanbul 2004, s.109. 406 Ali ÖZUYAR mamıştır. Sinema sanatı özellikle de Diaspora Ermenileri tarafından Türkler aleyhine propaganda amaçlı kullanılmıştır. Bu propaganda da İttihat ve Terakki hükümetinin çıkarmaya mecbur bırakıldığı Tehcir Kanunu konu edilmiş ve Batı kamuoyunun dikkati çekilerek Türklere soykırım suçunu işledikleri kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Ermeni grupların sanat ve sinemayı siyasî bir araç olarak görmeleri Türk-Ermeni ilişkilerine büyük zarar vermiştir. Yapılan filmlerin tamamı tek taraflı, karşı tarafın görüşlerini sorgulamaksızın bir ulusu toptan suçlayıcı nitelikte nefret filmleridir. Ayrıca bu filmlerdeki nefret öğesi de oldukça ilginçtir. Ermeniler 1915 olaylarından dolayı Türklerden nefret ettikleri gibi Türklerin de kendilerinden nefret ettiklerine inanmaktadırlar. Osmanlının son yıllarından başlayarak günümüze kadar geçen süreçte yapılan tüm sinema filmlerinde de öncesi gösterilmeyen Ermeni Tehciri konu edilmiştir. Bu konuda yapılan ilk sinema filmi 1919 yılında Amerika’daki Diaspora Ermenileri tarafından yaptırılmıştır4. Açık Artırmadaki Ruhlar (Auctions of Souls)5 Çarmıha Gerilen Ermenistan ve Açık Artırmadaki Ruhlar adıyla bilinen bu ilk film ile de Amerika ve Avrupa kamuoyu beyaz perdede ilk kez Ermeniler tarafından kan dökücü ve barbar olarak nitelendirilen Türk suretleriyle tanıştı. Film, Aurora Mardigaian adlı bir Ermeni kızının M. I. Gates tarafından Tecavüze Uğramış Ermenistan: Büyük Katliamdan Kurtulan Hıristiyan Kızı Aurora Mardiganian adıyla kaleme alınan anı kitabından filme aktarıldı. Diaspora Ermenileri, filmin gerçekçiliğini artırmak için de dönemin Osmanlıdaki eski ABD büyükelçisi Henry Morgenthau’yu yardımcı bir rol ile filme dâhil ettiler. 1915 olaylarının konu edildiği filmde İttihat ve Terakki hükümeti, Ermenileri Ruslarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle suçlar ve göç ettirme kararı alır. Göç esnasında birçok Ermeni, kadın-çocuk ayrımı yapılmaksızın, Türkler tarafından katledilir. Bu olaylar yaşanırken Harput’ta yaşayan 4 5 Özuyar, a.g.e., s.116. Açık Artırmadaki Ruhlar (Auctions of Souls), Yönetmen: Oscar Apfel, Senaryo: B.L Gates’in “Ravished Armenia, the Story of Aurora Mardiganian, the Christian Girl Who Lived Through the Great Massacre” adlı kitabından Frederic Chaplin, Oyuncular: Aurora Mardiganian (kendisi), Irving Cummings (Adranik), Anna Q. Nilsson (Edith Graham), Henry Morganthau (kendisi), Siyah-beyaz, sesiz, Yapım: Selig Studios, ABD/1919, 73 dk. 407 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER varlıklı bir Ermeni ailesinin kızı Aurora Mardigaian’ın, valinin evlenme teklifini reddetmesi üzerine ailesi katledilir. Mardigaian bir İngiliz misyonuna sığınır. Türklerin İngiliz misyonunu basmaları üzerine buradan kaçar. Kürtler tarafından yakalanır, tecavüze uğrar ve bir hareme satılır. Haremden kaçmaya çalışması üzerine esir pazarında satışa çıkarılır. Daha sonra Türkler tarafından yakalanıp tecavüze uğrar. Türkler onun kaçmasını engellemek için ona bir manastırdaki çarmıha gerilmiş birçok çıplak Ermeni kızını göstererek gözdağı verirler. Sonuçta Aurora, Türklerin elinden kurtulmayı başarır ve Amerikan misyonuna sığınır. Aurora, misyonun da yardımıyla katledilen halkı için yardım kampanyası başlatmak üzere Amerika’ya gider. Finansmanı, Ermenilere ve Suriyelilere Amerikan Yardım Komitesi (American Committee for Armenian and Syrian Relief) tarafından sağlanan ve Seling Stüdyosu’na yaptırılan bu film önce ABD’de ardından da Avrupa’da gösterime girdi. Dağıtımcılığı Associated First National Pictures’in yaptığı filmin biletleri Amerika’da 10 dolardan satıldı. Elde edilen hasılat Yakındoğu’ya Yardım Komitesi (Committee for the Relief of the Near East) ile Ermeni Savaş Yardımı Cemiyeti (Armenian War Relief Association)’ne bırakıldı. Filmin gişe başarısına dair Moving Picture World dergisinden Amerikalı sinema tarihçisi Lewis Jacobs şu değerlendirmeyi yaptı: …O zamanlar tüm ülkede (ABD) Ermenilere yardım edin diye feryatlar yükseliyordu ve ‘Açık Artırmadaki Ruhlar (Auetion of Souls)’ Doğudaki kıtlığın dramatik bir temsili olarak, Türklerin kurbanları için fon toplamaya çok yararlı oldu. Film, bağış kampanyasının büyük başarısında en önemli etkenlerden biri oldu6. Film Amerika’da olduğu gibi Avrupa’da da büyük bir ilgi gördü. Özellikle de İsviçre’de. Filmin gösterimi o dönemin Osmanlı Bern maslahatgüzarı Münir Süreyya Bey tarafından engellenmeye çalışıldı. Ancak İsviçre hükümeti kendisine gönderdiği cevapta İsviçre’nin tarafsızlığına aykırı olmadığı taktirde bu gibi nümayişlerin, propagandaları yasaklama gücüne sahip olmadığını belirtilerek, bir gerçeği göstermek için yapılmış ve vaka mahallinde çekilmiş olan bir filmin gösterilmesine engel olmanın İsviçre’de kabil olamayacağı öne sürülüyordu7. Münir Süreyya Bey, İsviçre hükümetinin kendisine verdiği bu cevaptan sonra Osmanlı Hariciye Nezareti’ne gönderdiği 12 Ekim 1920 tarihli yazısında İsviçre hükümetinin bu tavrını şöyle açıklar: İsviçrelilere dokunmayacak şeylerde hükümet 6 7 Giovanni Scognamillo, Batı Sinemasında Türkiye ve Türkler, 1996, s.23-24. BOA, HR. SYS., Belge No: 2886/27, 11 Ekim 1920. 408 Ali ÖZUYAR genellikle bir şey yapmaz veya yapamaz. Zira Türkler aleyhinde icra edilecek böyle bir filmin gösterimini gerçekten yasaklasa kendi tebaasından birçok halkı kırmış olur. Çünkü Ermeniler ve Rumlar senelerden beri para ve dil dökerek, propaganda yaparak Türklerin, Türk hükümetinin aleyhine şiddetli bir cerayan hasıl etmişlerdir8. Filmin çekim ve gösterimi için 1919 yılının belirlenmesinin ardında ise önemli bir siyasal amaç yatıyordu. Bu dönemde Ermeni komiteleri, ABD yönetimine Ermenistan’ı kendi mandaterliğine alması için baskı yapıyordu. Bu amaçla da 1919’da Vahan Kardaşyan ve James W. Gerard tarafından Ermenistan Bağımsızlığı İçin Amerikan Komitesi -American Committee for Independence of Armenia- kurulmuştu9. Komitenin amacı 28 Mayıs 1918’de merkezi Erivan’da kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’nin sınırlarına Kafkasya’nın bir parçasını, Doğu Anadolu’yu ve Çukurova’yı, ABD’nin yardımlarıyla dâhil etmekti. Açık Artırmadaki Ruhlar adlı film Diaspora Ermenileri tarafından propaganda amacıyla yapılan ya da yaptırılan ilk sinema filmiydi. Ardından günümüze kadar geçen süreç içerisinde Musa Dağ’da Kırk Gün (The Forty Days of Musa Dagh)10, Son Karakol (The Last Outpost - 1935), Hasret (Karot - 1990), Anne (Mayring - 1991) ve Ağrı (Ararat - 2002) adlı sinema filmleri yapıldı. Musa Dağ’da Kırk Gün (The Forty Days of Musa Dagh)11 Çarmıha Gerilen Ermenistan filminden sonra Ermeni Diasporası tarafından yaptırılmaya çalışılan bir diğer film ise Musa Dağ’da 40 Gün’dür. Ermeni davasının en büyük savunucularından biri olan Avusturyalı yazar Franz Werfel’in romanından aynı adla 1935’te sinemaya uyarlanmaya çalışıldı. Yapımcılığını Metro-Goldwyn Mayer’in üstlendiği bu filmin çekimleri aynı yıl içinde Türk hükümeti ve Washington büyükelçisi Münir 8 BOA, HR. SYS., a.g.b. 9 Ercüment Kuran, Türk İslâm Kültürüne Dair, Ankara 2000, s.69. 10 1935’te çekilmesi planlanan bu film, Türk hükümetinin diplomatik çabaları tarafından proje aşamasındayken 1982’ye kadar engellendi. 11 Musa Dağ’da 40 Gün (40 Days of Musa Dagh), Yönetmen: Sarky Mouradian, Senaryo: Franz Werfel’in romanından Alex Hokabian, Oyuncular: Kadir Bedi (Gabriel Bagradian), Ronnie Carol (Juliet), Maurice Sherbanee (The Governer), Michael Constantine (Talat Paşa), Yapımcı: John Kurkjian, ABD/1982, 143 dk. 409 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ertegün’ün çabalarıyla durduruldu12. Çekimleri durdurulan bu film Ermeniler ve onlara destek veren kurumlarca sürekli gündemde tutuldu. Ancak 47 yıl aradan sonra 1982’de sessiz sedasız Amerika’da çekilebildi. Yüksek öğrenimini Sorbon’da tamamlayan ve kendisini arkeoloji ve sanat tarihine adayan Gabriel, İstanbul’un zengin Ermeni ailelerinden Bagratyanlar’ın oğludur. 23 yıldır Paris’te yaşamakta olan Gabriel’in hayatı İstanbul’daki ağabeyi Avedis’ten gelen bir mektup ile değişir. Avedis, mektubunda hasta olduğunu belirterek kardeşi Gabriel’den İstanbul’daki ithalât şirketlerinin başına geçmesini istemektedir. Ağabeyinin bu isteği üzerine Gabriel, Fransız asıllı eşi Juliette ve oğlu Stephan ile birlikte İstanbul’a gelir. Ağabeyi Avedis ise onlar geldiğinde son günlerini geçirmek için Beyrut’a gitmiştir. İstanbul’un sıcağına dayanamayan Gabriel, şirketteki işleri yoluna koyduktan sonra ailesi ile birlikte Antakya’nın Yoğunoluk beldesindeki dedesinden kalma köşke gider. Bu arada Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Gabriel, zamanında gönüllü olarak Balkan Savaşı’na katılmış ve Osmanlı ordusundan subay rütbesiyle terhis olmuştur. Asker kaçağı durumuna düşmek istemeyen Gabriel, Halep’teki ihtiyaç dairesine teslim olmak ister, ancak Ermeni asıllı olduğu için askere alınmaz. Bu arada Ermenilerin savaş sırasında İttihatçılar tarafından yok edileceğine dair Ermeni çevrelerinde çeşitli söylentiler dolaşmaktadır. Çok geçmeden Ermenilerin korktuğu şey gerçekleşir. İttihat ve Terakki hükümeti Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu’nu çıkarır. Kanuna göre Ermenilerin tamamı Suriye ve Mezopotamya’ya zorunlu olarak göç ettirileceklerdir. Kanun, Haziran 1919’da uygulamaya konulur. Olumsuz iklim koşullarında yaya olarak gerçekleştirilen göç esnasında salgın hastalıklar, Kürt ve Türk çetelerin intikam ve yağma amaçlı saldırıları sonucunda binlerce Ermeni yaşamını yitirir. Gabriel, ailesini ve köylüleri tehcirden korumak amacıyla bölgedeki yedi Ermeni köyünün önde gelenleriyle bir toplantı yapar. Toplantıda Yoğunoluk Ermenilerinin Musa Dağ’a çıkıp Türklere karşı direnme kararı alınır. Bu kararın uygulamaya konulmasıyla da Musa Dağ’da 40 gün sürecek olan direniş başlar. Yapımcılığını John Kurkjian, yönetmenliğini Sarky Mouradian’ın yaptığı 141 dakikalık bu film Ermeni iddialarını dile getiren en önemli filmlerden biridir. Filmin afişlerinde Yirminci yüzyılın ilk katliamı”; tanı12 Bkz. Kuran, a.g.e., s.71; Hükümet Filme Mani Olmak İçin Tedbir Aldı, Cumhuriyet, 4 Eylül 1935. 410 Ali ÖZUYAR tımlarında ise Ermenilerin Türkler tarafından soykırıma uğratıldıkları ve işkenceye maruz kaldıkları anlatılmaktadır. Filmde Türk askerlerinin işkenceyi severek gerçekleştirdikleri işlenmekte ve Türkler en büyük düşman olarak gösterilmektedir. Ararat filminin yönetmeni Atom Egoyan tarafından korkunç, çok basmakalıp ve izlenemez bir film diye eleştirildi13. Egoyan’ın eleştirisi filmde anlatılan öykü değil öykünün nasıl anlatıldığına dairdi. Ermenilerin nitelik olarak çok ilkel bir düzeyde basmakalıp, kör parmağım gözüne misali filmler yaptığını belirten Egoyan, kendi filmi olan Ararat’ta da bu durumu aşarak elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını belirtir14. Egoyan’ın itirazı sadece çekilen filmlerinin sinema estetiğinden yoksun oluşunadır. Son Karakol (The Last Outpost)15 Franz Werfel’in Musa Dağ’da Kırk Gün adlı romanı 1935 yılında Metro-Goldwyn Mayer’in ve Amerika’daki Ermenilerin tüm çabalarına rağmen çekilmedi. Ancak filmin çekilememesi Franz Werfel’in romanını ve Ermeni tehcirini Amerika’da popüler bir hale getirdi16. Metro-Goldwyn Mayer’den sonra Hollywood’un bir diğer büyük yapım şirketi Paramount da bu olaya ilgi gösterdi. Yazar F. Briten Austin’in aşk, kıskançlık ve intikam konularını Birinci Dünya Savaşı atmosferinde harmanladığı Son Karakol romanını aynı adla filme çekme kararı aldı17. Tamamen ticarî bir Hollywood yapımı olan filmde Ermeni tehciri popüler olduğu için fon olarak kullanıldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında bir İngiliz subayı olan Andrews, Musul civarında Kürtler tarafından esir alınır. Arap şeyhi kıyafetleriyle bir Kürt aşiretinin başına geçmiş olan İngiliz ajanı Stevenson, Andrews’in İngiliz olduğunu anlayınca onu esaretten kurtarır. Stevenson’ın asıl görevi ise Türklerin zulmüne uğrayan bir Ermeni kafilesini kaçırıp Mısır’daki İngi13 Ayşegül Koç, Atom Egoyan ile Söyleşi – İnkârın Ruhu Nasıl Etkilediğine Dair, Altyazı Sinema Dergisi, Mayıs 2003. 14 Aynı röportaj. 15 Son Karakol (The Last Outpost), Yönetmen: Charles Barton and Louis J. Gasnier, Senaryo: F. Britten Austin’in romanından Charles Brackett, Oyuncular: Cary Crant (Michael Andrews), Claude Rains (John Stevenson), Gertrude Michael (Rosemary Haydon), Kathleen Burke (Ilya), Cary Grant (Michael Andrews), Claude Rains (John Stevenson), Gertrude Michael, Yapımcı: E. Lloyd Sheldon, Yapım: ABD/1935, 72 dk. 16 Gene Türk Düşmanlığı, Cumhuriyet, 5 Eylül 1935. Aynı gazetenin 6-7 ve 10 Eylül 1935 tarihli nüshaları. 17 Holivut Sinema Dergisi, Sayı 26-38-50 ve 53. 411 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lizlere sağ salim teslim etmektir. Kafile planlandığı gibi Stevenson tarafından kaçırılarak Mısır’a götürülür. Böylece göç yollarındaki Ermeniler Türklerin zulmünden kurtulur. Filmin ikinci yarısında ise Stevenson’ın eşi Rosemary’e âşık olan Andrews ile bu üçlü arasında yaşananlar anlatılır. Hasret (Karot)18 Son Karakol (The Last Outpost) filminden sonra yapılan yakın tarihli bir diğer film de Hasret (The Yearning, Karot)’tir. Filmde Türk vahşetinden korunmak için Rusya’ya kaçan Arakel Aloyan’ın vatan hasreti anlatılır. 1990 Ermenistan yapımı olan 137 dakikalık bu sinema filminde de Türkler diğer filmlerde olduğu gibi yine tecavüz düşkünü, barbar insanlar olarak gösterilir. Yönetmenliğini Frunze Dovlatyan’ın yaptığı Hasret, konusu, kurgusu ve anlatımıyla tipik bir propaganda filmidir. Filmin ilk bölümlerinde Ermeni köyünün yakılışı, kadın-çocuk ayrımı yapılmadan Ermenilerini öldürülmesi çarpıcı bir şekilde gösterilerek Türk vahşeti özenle işlenir. Tanıtımlarında Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılmış bir milletin trajedisi ifadeleri kullanılan filmde Türkiye topraklarının Batı Ermenistan olduğu ısrarla vurgulanmaktadır Filmde Arakel Aloyan’ın yaşadığı köy Türkler tarafından yakılmış ve köydeki tüm kadınlara tecavüz edilmiştir. Türk vahşetinden korunmak isteyen Aloyan istemeyerek de olsa köyünü terk ederek Sovyetler Birliği’ne kaçar. Ancak yıllar geçmesine rağmen yaşadıklarını ve köyünü bir türlü unutamaz. Amacı ailesinden geriye kalan mezarları ziyaret edebilmek ve evlilik töreninin gerçekleştirildiği kiliseden geriye kalan duvarları öpebilmektir. İçindeki hasret duygularını engelleyemeyen Aloyan tamamen insanî duygular ile Sovyet sınırını geçer. Ancak Sovyet hükümeti bu çabayı bir casusluk girişimi olarak görür ve olaylar bu örgü üzerine gelişir. Anne (Mayrig)19 Diaspora Ermenilerinde görülen ilginç bir özellik de kökenlerine olan borçlarını ödeme kaygısıdır. Bu kaygı Atom Egoyan’ın Ağrı ve Henri 18 Hasret (Karot), Yönetmen: Frunze Dovlatyan, Senaryo: Hrachya Kochar’ın romanından Ruben Ovsepyan Oyuncular: Rafel Akoyan (Arakel), Galya Novents (Sanam), Ashot Melikdzhanyan, Aram (as Ashot Melikjanyan), H. Kartashyan (Hasmik), Yapım: Armenfilm Studios, Sovyetler Birliği/1990, 136 dk.. 19 Anne (Mayrig), Yönetmen: Henri Verneuil, Senaryo: Henri Verneuil, Oyuncular: Claudia Cardiale, Araxi (Mayrig), Omar Sharif (Hagop), Isabelle Sadoyan (Anna), Cedric Doucet 412 Ali ÖZUYAR Verneuil’un Anne filmlerinde her iki yönetmenin söylemlerinde rahatlıkla görülür. Her iki yönetmen de kökenlerine karşı olan vefa borçlarını ödemek için 1915 olaylarını, öncesini göstermeyerek beyaz perdeye taşıdılar. Jean Gabin, Jean-Paul Belmondo, Alain Delon gibi Fransız sinemasının önde gelen oyuncularıyla birçok film çeken Verneuil, filmin basın bülteninde bu filmi çekmekteki amacını şöyle açıklamaktadır: Türklerin 1915’te Ermenilere yaptıkları, tarihin en büyük soykırımlarından biridir. Ben bu acıyla 65 yıl yaşadım. Kimseyle bir davam yok! Bu filmi yapmak, ait olduğum insan topluluğuna karşı boynumun borcuydu. Tarihte bütün ülkelerin karanlık sayfaları var, Almanların var, Fransızların var. Ama onlar hatalarını kabul ediyorlar, Türkler etmiyor. Büyük millet olmak, tarihin sorumluluğunu kabul etmekten geçer. Benim bütün istediğim de Türklerin bunu yaptıklarını kabul etmeleri. Evet yaptık, hata yaptık desinler ve ötekiler gibi diz çöküp Arabistan çöllerindeki mezarlardan özür dilesinler20. 11 Ocak 2002 tarihinde Paris’te vefat eden ve asıl adı Ashot Malakian olan yönetmen Verneuil, Anne filmini 1985’te yazdığı kendi yaşam öyküsünden sinemaya uyarladı. Filmde tehcir esnasında Anadolu’dan kaçan Marsilya’ya göç eden bir Ermeni ailesinin -ki bu yönetmenin kendi ailesidir- Fransız toplumunda yer edinmeye çalışan oğulları Azat Zakaryan’ın öyküsü anlatılmak istense de Osmanlı ordusuna bağlı Türk ve Kürt askerlerinin çölde yürüyen Ermeni göçerlere saldırarak onları kılıçtan geçirmesini gösteren sahneler de yer almaktadır. Dünyanın birçok şehrinde Fransızca olarak ve İngilizce alt yazıyla gösterilen 1991 yılı yapımı bu filmde de Türkler yine gözü kan bürümüş kötü adam rolündedir. Ağrı (Ararat)21 En son Ermeni asıllı Kanadalı yönetmen Atom Egoyan tarafından gerçekleştirilen Ağrı (Ararat) filmi ise bugüne kadar yapılan bu nitelikteki filmlerin neredeyse bir bileşkesidir. Bu filmde gösterilen en acı durum ise (7 yaşındaki Azad), Tom Ponsin (12 yaşındaki Azad), Stephan Servais Stéphane Servais (20 yaşındaki Azad), Yapımcı: Tarak Ben Ammar, Fransa/1993, 157 dk. 20 Scognamillo, a.g.e., s.134. 21 Ağrı (Ararat), Yönetmen: Atom Egoyan, Senaryo: Atom Egoyan, Oyuncular: David Alpay (Raffi) Charles Aznavour (Edward Saroyan), Eric Bogosian (Rouben), Elias Koteas, Ali (actor playing Jevdet Bey), Chirstopher Plummer (David), Yapımcı: Atom Egoyan ve Robert Lantos, Yapım: Tele Film Canada and Alliance Atlantis Communications, KanadaFransa/2002, 115 dk. 413 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bir gerçeğin görmezden gelinerek yok sayılmasıdır. O gerçek de her iki milletin yüzyıllarca aynı coğrafyada bir arada yaşamış olmasıdır. Ararat ve diğer filmlerin en büyük ortak özellikleri de budur. Dolayısıyla iki millet arasındaki ilişki sadece tek mesele üzerine kurulmuştur. Tarihin bize gösterdiği ise bu durumun tam tersidir. Ararat’ta olduğu gibi, yapılan diğer filmlerin tamamı tek taraflı, karşı tarafın görüşlerini sorgulamaksızın bir ulusu toptan suçlayıcı, nitelikte nefret filmleridir. Yapılan filmler bunu başarıyor. Türklerden nefret edilmesini sağlıyor; ancak Türklerin de Ermenilerden nefret ettiğini söylüyor. Ararat filmindeki yönetmen Saroyan, filmin bir sahnesinde bu duruma vurgu yapar. Filmin yapım asistanlarından Raffi’ye Bu kadar acıya yol açan şey nedir bilir misin genç adam? Ne kaybettiğimiz insanlar ne de toprak…Bu kadar nefret edilebilir olduğumuzu bilmek…Bu insanlar kim, kim bizden bu kadar çok nefret etmiş olabilir. Nasıl oluyor da bu nefreti halâ bu kadar inkâr edip bizden nefret edebiliyorlar diye sorar. Nefrete dair önemli bir sahne de Raffi, ile filmdeki Cevdet Bey adlı kötü bir Türk komutanını canlandıran Ali arasındaki diyalogda yaşanır. Raffi çekimden sonra Ali’yi evine bırakırken Ben bu hikâyelerle büyüdüm. Kötü Türkler…Ancak bunları kafamda canlandıramıyordum. Ta ki senin oynadığın karakterin yaptıklarını görünceye kadar. Babam 15 yıl önce bir Türk diplomatına suikast hazırlarken polis tarafından vurularak öldürüldü. Türk diplomatının temsil ettiği şeyi ve babamı onu öldürmek isteyecek hale getiren şeyi hiç anlamamıştım. Ama bugün sen bana onun hissetmiş olabileceklerini gösterdin, teşekkür ederim. der. Raffi’nin teşekkürü karşısında Ali, Ben bu tür şeylerle büyümedim. Sadece rolüm için araştırma yaptım. Okuduklarımdan çıkarttığım orada bir tehcir olduğu ve çok sayıda Türk ve Ermeninin öldüğü. Bu Birinci Dünya Savaşı’ndaydı. Ali’nin olaylara bu şekilde bakmasına öfkelenen Raffi, sırtını Hitler alıntısına dayayarak savunmaya geçer. Ama Türkler Ermenilerle savaşta değildi. Almanların kendi Yahudileriyle savaşta olmadığı gibi…Hitler planlarının başarıya ulaşacağını komutanlarına inandırmak için ne söylediğini biliyor musun? Ermenilerin katlini kim hatırlıyor… der. Raffi’nin bu sert sözleri ikili arasında başlayan diyalogun sonunu hazırladığı gibi filmin bu sahnesine kadar olayları anlamaya çalışan bir yönetmen tavrı çizen Egoyan’ın da Ermeni tezini destekleyen tavrının başlangıcı olur. Filmin bundan sonraki sahnelerinde Türkler öldürmekten işkence yapmaktan zevk alan vahşiler olarak gösterilir. Filmin bir sahnesinde Alman bir kadın tanık olduğunu 414 Ali ÖZUYAR söylediği bir olayı şöyle anlatır: Avluda bir grup genç Ermeni kadınını kamçılayan karanlık bir kalabalık gördüm. Bir adam hayvanî bir sesle gürledi: ‘Davul çaldıkça dans edeceksiniz’ diye. Kadınlar çıplak… Sonra kadınların bir kısmı bir araya getirildi. Üzerlerini gaz yağı döküldü. Ardından da bir meşale ile kadınları ateşe verdiler. Alman kadının anlattığı bu vahşet tablosu anlatıma paralel olarak Saroyan tarafından birer birer canlandırılır. Bir diğer çarpıcı ve insanın kanını donduran sahne de filmin galasında izleyicilere gösterilir. Göç yolundaki Ermenilere Türk askerleri saldırır. Kadın-çocuk demeden önüne geleni öldürürler. Bazı kaYönetmenliğini Atom Egoyan’ın yaptığı dınlara tecavüz ederler. Bir kağArarat filminin afişi. nı arabasının üzerinde bir Türk askeri genç bir Ermeni kadınına tecavüz etmektedir. Kamera tecavüze uğrayan kadının yüzünden geri çekildiğinde arabanın altındaki küçük kız çocuğu ekrana gelir. Tecavüze uğrayan kadın bir eliyle arabanın altına sakladığı kızının elini tutmaktadır. Meselenin vahim noktalarından bir diğeri de Ermenilerin bu konudaki inanmışlıklarıdır. Yine aynı filmdeki önemli sahnelerden biri de bu inanmışlık durumu üzerine kurulmuştur. Filmde Ali ile yönetmen Saroyan arasındaki konuşma bu inanmışlığın önemli bir göstergesidir. Ali, Saroyan’a bu rolü oynarken bana tarih hakkındaki düşüncemin ne olduğunu bunların soykırım olup olmadığına inanıp inanmadığımı hiç sormadınız sorusuna Saroyan; Bunun bir şeyi değiştireceğini sanmam yanıtı verir. Bunun üzerine Ali; Zamanınızı almak istemem ama role hazırlanırken bir şeylerin içten gelmesi gerekir. Bu nedenle rolüme hazırlanırken bazı araştırmalarda bulundum. Zannederim Türkler, Ermenileri bir tehdit olarak algılamak için haklı sebeplere sahiptiler. Doğu sınırları Ruslar tarafından tehdit edi415 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER liyordu ve Ermenilerin kendilerine ihanet ettiklerine inanıyorlardı. Eğer öyleyse bu bir savaştı… Saroyan teşekkür edip Ali’nin yanından ayrılır. Çünkü Sorayan’a göre bunun bir önemi yoktur. O olayları inandığı gibi anlatmaktadır. Zaten filmin başlarında da kendisi annem soykırımdan kurtulan biriydi. Hayatım boyunca onun hikâyesini anlatacak bir film yapmak istedim diyerek amacının ne olduğunu açıklar. Dramatik yapısını beş karakterin 1915 olaylarına bakışı üzerine kuran Egoyan filminde zaman zaman ileri atlamalar, geri dönüşler ve Saroyan’ın çektiği filmlerden sahneler araya sokarak tezini destekler. Filmde zaman zaman nesnel davranmaya ve olayları anlamaya çalışan bir izlenim uyandıran Egoyan, filmin bütününde ise bu konuda tarafsız kalamayacağını açıkça ortaya koyar. Son sahne karardıktan sonra da ekranda Türkler 1915’teki Ermeni Soykırımını inkâr etmeye devam etmektedir yazısı belirir. Bildiride konu edinilen tüm bu nefret filmleri, sempozyumun konusu ve amacına ters olarak Osmanlı İmparatorluğu döneminde her iki milletin birbirlerinin haklarına tecavüz etmeden yüzyıllar boyunca bir arada yaşadığı gerçeğini yok saymaktadır. Bu durum dünya kamuoyunda her iki milletin yüzyıllar boyunca birbirlerinden nefret ederek yaşadıkları ve bu nefretin de 1915’te Türkler tarafından soykırıma dönüştürüldüğü izlenimi yaratmaktadır. 1915 olayları siyasî manevralar ve bu konuda yapılan propaganda filmleriyle 1915 öncesi yaşananları unutturmuş ve iki halkın ezelî ve ebedî birer düşman olarak belleklerde kalmasına yol açmıştır. Elbette iki halk arasındaki ilişki sadece tek mesele üzerine kurulamaz. Böyle bir durum tarihî gerçekleri inkâr etmek, iki millet arasında yaratılmış olan ortak yaşama sanatını yok saymak olur. 416 TÜRK DOSTU DİASPORA ERMENİLERİ Yrd. Doç. Ayten SEZER Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü E-mail: [email protected]; Tel: 0 312 297 68 70 Özet Son yıllarda bazı Ermenilerin 1915’te yaşananları soykırım olarak uluslararası boyutta kabul ettirmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu amaçla Ermenistan dışında yaşayan birtakım Ermeni terör grupları, Türkiye aleyhinde faaliyette bulunmaktadırlar. Bunlar iki toplum arasında geçmişte yaşanan olumsuzlukları çarpıtarak, sorunu terör veya siyaset yoluyla çözmeye çalışılmaktadır. Ancak bütün Ermenilerin böyle düşünmedikleri de bir gerçektir. Hatta belli bir yaşın üzerinde olan bir kısım Ermeninin, özellikle Türk dilini ve Türk kültürünü dışarıda yaşattığı da bilinmektedir. Bunlar teröre dayalı faaliyetleri onaylamayan, Türkler ve Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak ve dostluk çerçevesini korumak isteyen bir tutum içindedirler. Yrd. Doç. Ayten SEZER Giriş Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, farklı etnik köken ve dinî inanca sahip unsurların bir arada yaşadığı bir devletti. Önceleri etnik kökenleriyle anılmayan bu unsurlar dinî ve mezhebî anlamda millet olarak nitelendirilirlerdi. Bu sistem 1789 Fransız Devrimi’nin getirdiği milliyetçilik, eşitlik ve özgürlük akımlarının etkisiyle etnik temele dayanır hale geldi. Bu akımlardan ilk etkilenen kendi dil, din ve kültürlerini koruyan Hıristiyan azınlıklar olmuştur. Batılıların da desteği ile Balkanlarda başlayan isyanlar sonunda Osmanlı, Avrupa topraklarını kaybetmeye başlamıştı1. Bu ayrılıkçı harekete XIX. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı topraklarında devlete sadık, Türklerle dostluk içerisinde yaşayan Ermeniler de katılmıştır. Bunlar 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrasında İngiltere ve Rusya gibi ülkelerin birbirleriyle olan rekabeti ve Osmanlı üzerindeki emellerini hayata geçirmek maksadıyla kışkırtılmışlardır. Bu savaşta Ruslara yenilen Osmanlı, 1878’de imzaladığı Ayastefanos Antlaşması’nın 16. maddesi ve İngilizlerin müdahalesiyle daha sonra imzalanan Berlin Antlaşmasının 61. maddesi gereği Ermeniler için ıslahat yapmayı kabul etmiştir. Bu gelişme Ermeni konusuna uluslararası bir boyut kazandırmıştır2. Pek çoğu Türkçe isimler taşıyan bu topluluk mensuplarından özellikle yabancı ülkelere eği1 2 1821’de Mora yarımadasında başlayan Rum isyanı sonucu 1829’da Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır. Bu isyan diğer unsurlara da yayılmıştır. Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878-1897, İstanbul 1984. 421 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tim için gidenler ve içerde yabancı misyonerlerin çalışmalarından etkilenenler, Osmanlı topraklarında eylemler yapmaya başlamışlardır. Bu amaçla Osmanlı toprakları dışında kurulan ve içerde de örgütlenen ihtilâlci Hınçak ve Taşnak gibi örgütler ile teşkilâtlanan Ermeniler; Van, Erzurum, Adana, Maraş gibi değişik şehirlerde isyanlar çıkararak eylemlere girişmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilen bir kısım Ermeni, düşman ordusuna katıldığı ve cephe gerisindeki masum vatandaşları katlettiği için 1915’te zorunlu göçe tâbi tutulmuştur. l915’ten beri Türkiye’ye karşı mücadele halinde olan ve dünyanın dört bir yanına göç ederek yerleşen Diaspora Ermenileri 1915’te yaşanan gelişmeleri soykırım olarak nitelendirmişlerdir. Siyasî teşkilâtlar, dernekler, gazeteler, radyo ve televizyon yayınları ile 24 Nisan’ı soykırım günü olarak ilân etmişlerdir. Her yıl 24 Nisan’da çeşitli etkinlikler düzenlenerek Türkiye suçlanmakta ve toprak, tazminat gibi taleplerde bulunulmaktadır. Bu tepkiler, Batılıların da dikkatlerini çekmek için 1970’lerden itibaren yerini şiddet olaylarına bırakmıştır. 1973’te 77 yaşındaki Mıgıdıç Yanıkyan adlı Ermeni tarafından Los Angeles başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in öldürülmesi ile başlayan cinayetler devam etmiş ve 1980’lere gelindiğinde öldürülen kişi sayısı 50’ye ulaşmıştır3. Halen dünya üzerindeki Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı üç bölge vardır. Bunlardan bir kısmı Rusya sınırları içinde Sovyet Ermenistanı’nda yaşayanlar, diğeri Türkiye Cumhuriyeti ve üçüncüsü de başta Amerika, Fransa ve Kanada olmak üzere dünyanın değişik bölgeleridir. Sonuncusuna göç eden ve oralarda örgütlenerek yaşayanlar Diaspora Ermenileridir. Göka’ya göre, Türk aleyhtarlığını ve dolayısıyla soykırım görüşünü destekleyenler ve körükleyenler bu Diaspora Ermenileridir. Bunda her birinin toplumsal psikolojisinin farklı olmasının ve ciddi kimlik krizi yaşamalarının etkili olduğu, dolayısıyla millî kimlik oluşturabilmek için bu yola başvurmalarının payı vardır4. Bununla beraber Diaspora Ermenileri 3 4 Nejat Göyünç, Türkler ve Ermeniler, Yayına Hazırlayan Kemal Çiçek, Yeni Türkiye Yayını, Ankara 2005, s.138; Bilal Şimşir, Şehit Diplomatlarımız, 2 Kitap, Ankara 2000. Ermeni meselesi ile ilgili kaynakça için bkz. Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, İstanbul 1987; Türkkaya, Ataöv, Ermeni Sorunu: Bibliyografya, Ankara 1981; Recep Karakaya, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (1878-1923), İstanbul 2001; Erdal İlter, Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası, Bibliyography of Turco-Armenian Relations, 3. Baskı, Ankara 2004. Erol Göka,Topluluklar ve Zihniyetleri, Ankara 2004, s.232, 239. 422 Yrd. Doç. Ayten SEZER arasında böyle düşünmeyen sağduyu sahibi Ermenilerin bulunduğu da görülmektedir. Bu bildiride, Emniyet arşivlerine ve basına yansıyan bilgi ve belgeler ışığında Türkiye dışında yaşayan ve Diaspora Ermenileri olarak da adlandırılan örnek kişi ve grupların Türkiye hakkındaki olumlu yaklaşımları ortaya konulmaya çalışılacaktır. Geçmişte bir arada yaşayan Türkler ile Ermeniler birbirlerinden etkilenmişler ve birbirlerine güvenmişlerdir. Bu durumu Osmanlı Devleti’nde nazırlık yapmış olan Ermeni Hallacyan’ın, Bir Türk, evinden uzunca zaman ayrılırken -meselâ hacca giderken- anahtarını komşusu Ermeniye bırakırdı; o da Kudüs’e giderken öyle... Dedemin, İncil’i sizin harflerinizle okuduğunu bilirim. En büyük yemini ‘Kur’ân çarpsın!’dı. İki taraf birbirinin cenazesine giderdi. Sultan Mahmud’un dediği gibi, hakikaten millet-i sâdıka idi5 şeklindeki sözleri en açık şekliyle ortaya koymaktadır. Benzer görüşler Kâzım Karabekir ve Cemal Paşalar’ın Osmanlı dönemine ait hatıralarında da yer almış ve Türklerle Ermeniler arasındaki dostluğun çok ileri olduğu, bir yere gidecekleri zaman evlerini, barklarını, ailesini ve namusunu birbirlerine emanet ettikleri belirtilmiştir6. Yine, bazı Ermeniler, gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşayan Ermenilerin iyi durumda olduklarını, Türkiye ile iyi geçinilmesi gerektiğini belirterek, Taşnak, Hınçak ve Ramgavar gibi örgütlerin yaptıkları faaliyetleri onaylamamakta ve kendilerini Türklere ve Türkiye’ye daha yakın hissetmektedirler. Bu yakınlığı Göyünç, eserinde 1955’te bir grup öğretmenle gittikleri ABD’nde Santa Barbara’da kaldıklarını öğrenen Ermeni karı-kocanın otele gelerek kendilerine çok içten davrandıklarını, evlerine götürerek bol ikramda bulundukları yazmıştır7. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye aleyhindeki faaliyetlerin devam ettiği bir dönemde Fransız işgalindeki Suriye’de yaşayan bazı Ermeniler, Türkiye karşıtı Ermeni örgütlerine karşı yeni bir örgütlenme içine girmişlerdir. Bu konuda Suriye’den alınan istihbarat raporunda şu bilgilere 5 6 7 Kâzım Karabekir, 1917-1920 Arasında Erzincan’dan Erivan’a Ermeni Mezalimi, Hazırlayan Ömer Hakan Özalp, Emre Yayınları, İstanbul 2000 (Kitabın arka kapağından alınmıştır). Kâzım Karabekir, Ermeni Dosyası, İstanbul 1994, s.12-13; Cemal Paşa, Hatıralar, İstanbul 1977, s.404. Göyünç, a.g.e., s.15. 423 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yer verilmiştir8: Bölgede 5-10 Ermeniden oluşan Hür Ermeniler Partisi kurulmuştur. Bunlar Taşnak, Hınçak ve Ramgavarların başarılı olamadıklarını düşünmektedirler. Katil, suikast, tehdit, palavra ile büyük Ermenistan kuracaklarını söyleyen Taşnaklar ne Erivan’da ne de Kilikya’da hatta Kürtlerle ortak Hoybun harekatında da başarılı olamamışlardır. Hatay’da Türklere karşı hazırlanmış adamları Fransızlar tarafından terk edilmiş ve Türklerden yüz bulamayarak göç etmek zorunda kalmışlardır. Suriye’de l936’da vatanperver Araplarla birleşerek, kendilerine sözler veren Fransızlara bile sırt çeviren Taşnakların bu planı da tutmamıştır. Hınçaklar da benlik gösterememiştir. Büyük emeller peşinde koşan Ermeniler enternasyonal serseriler halinde hiçbir yerde tutunamamışlardır. Hür Ermeniler bu şekilde büyük Ermenistan kurulamayacağını belirtmişlerdir. Çünkü onlara göre; bugünkü Türkiye dar bir sahaya tıkılmıştır. Kimseye verecek toprağı yoktur. Büyük bir inkilâpla gençleşmiş ve kuvvetlenmiştir. Türkiye’den bir Ermenistan çıkarmak abesle iştigaldir. Birinci Dünya Savaşı’nın galibi bile Türkiye’yi parçalamayı başaramamıştır. Onlara göre yapılacak iş hayalîdir. Bunu bırakıp Türklerle anlaşalım. Türkiye Cumhuriyeti rejimini kabul ederek hür Türk Ermenisi olmak gerekir. Türkiye’ye döner bir Türk gibi bütün haklardan yararlanır, yabancı diyarlarda sürünmekten kurtuluruz demektedirler. Dişçi Artin Çamcıyan ve Hınçak liderlerinden Ropen Yağsızyan ise aynen şunları söylemişlerdir: Biz, şahsen ne açız ne işsiziz, ne de Fransızlardan müşteki ve muğberiz fakat Araplardan mütenafir ve mutazarrırız. Gayemiz milletimizin müstakbel saadetine hizmettir. Bu ise milletimizin Türklerle bir arada yaşamasına bağlıdır. Dilimiz, duygumuz, emelimiz ve yurdumuz onlarla bir olmalıdır. 20 senelik hüsran kafidir... Muhalefetten ne kazandık? Bizi Türkler aleyhine çevirenler bize ne gibi hizmetler ettiler?...Artık yeter... Biz Türklerden başka hiç kimse ile anlaşıp kaynaşamayız. Hatta deriz ki, Ya Türkün aslı Ermenidir veya Ermeninin aslı Türktür... İyi biliniz ki Türkiye henüz Ermeniye kapılarını açmayacak ve inanmayacaktır. Ermeniler bize düşmanlık yapacaklar, aleyhimize bulunacaklar, suikastlar hazırlayacaklar, ecnebiler ise bu halimizi hoş görmeyeceklerdir: fakat yine de biz yolumuza devam edeceğiz ve bu fikrimizi bir tohum gibi Ermeniler arasında saçacağız... Türkiye de çok geçmeden bizi anlayacaktır... Mevsuk rivayetlere nazaran Atatürk sağ olsaymış, bütün Ermenilere Türkiye kapıların açacakmış, İsmet İnönü’den ricamız bize aynı hakkı vermesidir. 8 29.08.1940 tarih ve 2023 numaralı Suriye’den alınan istihbarat raporu. Bkz. EGM Arşivi, Dosya No:12531-2. 424 Yrd. Doç. Ayten SEZER Söz konusu raporda, bu partinin henüz resmen tanınmadığı ve oluşturulmadığı, hatta gayriresmî olarak da bilinmediği belirtilmekte ve ayrıca, Halep şehri içinde 200’e yakın üyesi vardır ve bunların büyük kısmı Gaziantepli, Kilisli ve Maraşlı’dır. Diğer Ermeniler ise muhaliftir. Pek yakında bunların da cereyana kapılacakları tahmin edilmektedir. Cemiyetin üyeleri: Diçci Artin Çamcıyan Antepli, Tacir Ropen Yağsızyan Antepli, Minas Aslanyan Antepli, Yakup Şitilyan Antepli, Serkis Berberyan Kilisli, Corc Kuyumcuyan Maraşlı, Minas Arakyan Maraşlı, Kamil Seferyan Kilisli, Corc Seferyan Kilisli’dir. Bunların faaliyetleri Halep’in her iki semtindedir. Halep’in batısında yeni kurulan Ermeni kasabalarından Davudiye ağırlıklıdır. Bu kasaba iki sene evvel Halep’teki Fransız delegesi David namına kurulmuştur. Bu kasabada Hınçak ve Taşnak Ermenileri otururlar, birbirleriyle anlaşamazlar, onun için bu parti doğmuştur denilmektedir. Haber gazetesinde 04.04.1965 tarihinde çıkan Valâ Nureddin imzalı Türkler ve Ermeniler başlıklı makalede9 Matmazel Bagdasaryan soyadlı kişi; Ya benim amcalarımın dayılarımın Türk köylülerine ettikleri? Takas... dedi. Bu bir iç savaştı. Birinci Umumî Harp’te Prusya emperyalizminin kışkırtmacasıydı. Kimi has Ermeni, kimi Ermeni dinini kabullenmiş Hıristiyan Türklerin felâketini doğurdu bu dostum dediği yazılmıştır. Yine, 9 Nisan l965’te Arşav gazetesinde çıkan yazıda Lübnan’da ve yabancı memleketlerde Ermenilerin matem töreninin 50. yılını anmaya hazırlandıkları, bu nedenle Ermenilerin yabancıların Makarios ve Kipriyanu gibi adamların teşviki ile Türkiye’ye karşı gösteriler düzenleyecekleri haberi yer almıştır. Bu haber üzerine Yervant Aslanyan’ın Makarios’un ve Kipriyanu’nun Birleşmiş Milletler’deki Ermeniler adına tek bir söz söylemeye yetkileri yoktur.... tarihte onların dedeleri Hıristiyanlık maskesi altında defalarca Ermeni ırkını imha etmeğe teşebbüs etmişlerdi, bu gün onlar tekrar Kıbrıs’taki Türk kardeşlerimizi imha etmek teşebbüsüne girişmişlerdir... Tarih boyunca Türk ve Ermeni vatandaşları, vatanın yükselmesi ve ilerlemesi için kardeşçe bir arada çalışarak beraber yaşamışlardır... Birinci Dünya Savaşı, Atatürk’ün adil Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini kurmasına yol açmıştır10 yorumunu yapmıştır. Türkiye aleyhinde çalışan Ermenilerin Rumlarla işbirliği yaptıkları daha doğrusu Rumların Ermeni meselesini Türklere karşı kullandıkları bilinmektedir. Bu konuda Kıbrıs’ta yaşayan bazı Ermenilerin Rumların ken9 Bu makale, 5 Nisan 1965’te Ermenice çıkan Marmara’da aynen yayınlanmıştır. 10 16 Nisan 1965 tarih ve 234/398 sayılı MAH’ın İçişleri Bakanlığı’na yazısı, Dosya No:12531-2/11 425 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dilerine yaptıkları baskı sonucunda Türklerle olan yakınlıklarını gerçekleştiremedikleri Türkiye’nin Lefkoşa büyükelçiliğinin 09.05.l968 tarihli Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazısından anlaşılmaktadır. Yazıda; 1. Kıbrıs’taki Türkler aleyhindeki Ermeni faaliyetlerinin içerik ve sebepleri itibarıyle iki şekilde kendini gösterdiğine dikkat çekilmektedir. A- Bunlardan birincisi uluslararası Ermeni faaliyetlerine paralel faaliyetlerdir. Her ülkede olduğu gibi Kıbrıs’ta da sayısı az olmakla beraber Ermenistan davası taraftarlarının bulunduğu, ayrıca Ermeni davasının gerçekleşmesine belirli bir devletin imkân vereceğine inandığı için o memleketle sıkı ilişkide bulunan ve verilen emre göre hareket eden kimselerin varolduğu bildirilmektedir. Ermeni cemaati liderinin sol eğilimli olduğu, ayrıca bir kültür kurumu olan Melkonian Enstitüsü’nün de özellikle geçmişte bazı Sovyet faaliyetlerine merkezlik ettiği İngiliz İntelligence servisinde Plilby’nin yayınladığı hatıratından anlaşıldığı belirtilmiştir. B- İkinci sınıfa giren Ermeniler ise mevcut durum dolayısıyla kaderlerini Rumlara bağlamışlardır. Aslında bu Ermenilerin Rumları sevmedikleri ve kendilerini Türklere daha yakın hissettikleri bilinmektedir. Nitekim yaşanan olaylardan önce Ermenilerin hemen tamamının Türk kesimlerinde yaşadıkları ve ticaretlerini de Türk kesimleriyle yapmakta oldukları ve Rum kesimine geçmeleri tamamen olayların zoruyla olmuştur. Bunlar Türk kesiminde kalsaydık Rumlar Türklere yaptıkları muamelenin aynısını bize de yapacaktı demişlerdir. Böyle düşünmekle beraber gündelik hayatlarını devam ettirebilmek için bu Ermeniler, Rumların kendilerinden talep ettiği her türlü Türkiye aleyhtarı faaliyeti geçmişte yaptıkları gibi bundan sonra da yapacaklardır denilmektedir. Bir vesile ile kendisi ile yapılan görüşmede Ermeni cemaati reisi Rumların bize yaptıkları tazyikleri tahmin edemezsiniz. Buna boyun eğmezsek maddeten zarar göreceğiz. Rumlar on istiyorsa biz ancak iki yapıyoruz. Mukavemete kudretimiz yoktur. Esas yakınlığımız Türklerle olmakla beraber Ada’da hâkim ve mukadderatımızı tayin eden unsur Rum olduğu için ona karşı gelme imkânlarımız mahtuttur demiştir. 2-Bu durum karşısında Kıbrıs’taki Ermenilerin maddî çıkarları dolayısıyla Rumların isteklerine boyun eğecekleri ve Türkiye aleyhindeki faaliyetlerde bulunmaları istendiği taktirde ister istemez bu yola gidecekleri doğaldır denilmektedir. Esasında Ermeniler Rumlarla bir arada bulunmayı kendi çıkarları bakımından uygun görmemekteler, âdet ve örf bakımından kendilerini Türklere daha yakın hissetmeleri bir yana, Türk kesiminde ti426 Yrd. Doç. Ayten SEZER caret yapmayı, ticarî alanda kendileri kadar tecrübeli olan Rumların bulunduğu Rum kesiminden ticaret yapmaya maddî menfaat yönünden de tercih etmektedirler. 3-Sonuç olarak, Kıbrıs’taki Ermenilerin kendi çıkarları bakımından mevcut şartlar içinde Rumların Türkiye aleyhindeki her türlü isteklerine boyun eğmekten başka çareleri yoktur. Görüşülen Ermenilere, Türk cemaatinin arkasında Türkiye’nin bulunduğunu unutmamak lâzım geldiğini ve ileride bu uygun olmayan şartların düzelip Türk cemaatinin de Ada’da söz sahibi olacağını, dolayısıyla tutumlarını geçici şartları esas alıp tespit ederlerse ileride Türklerle tekrar işbirliği yapmak fırsatını göz önünde bulundurmalarına dikkat çekildiği yazılmıştır11. Yurt dışında yaşayan ve Türkiye ve Türkler hakkında olumlu düşünen bir kısım Ermenilerin terör taraftarı Ermeniler tarafından tehdit edildiklerine dair basında bilgilere rastlanmaktadır. Bunlardan Türk dostu ünlü mücevherci Vahe Tosunyan’a gönderilen imzasız bir mektupta Köpek gibi sokakta öleceksin! denilmiştir12. Türk-Ermeni dostluğuna yaptığı hizmetlerinden dolayı şeref madalyası alan Jan Vahe Tosunyan, 1907 İstanbul doğumlu olup, elmas yontucusudur. 1925’te meslek eğitimi için Paris’e oradan da elmas madeni aramak için Afrika’ya giden Tosunyan, Türkiye sevgisi hakkında, …Ben Türkiye’nin malıyım. Orada doğmuşum. Memleketi sevmemek olur mu? Ama beni Hıristiyan yapmışlar, papaz dua okumuş başımda, sizin de imam. Kabahat benim mi? Aynı dinden olmak şart mı? O memleket hepimizin değil mi? Din başka, millet başka. Dinle milleti birbirine karıştırmamak gerekir… Fransa’ya gelen her Türk işçisine, her Türke yardım etmeye çalıştım demiştir. Gerek Türkiye sevgisi gerekse Tosunyan isminden dolayı kendisinin ve Türkçe isimler taşıyan Ermenilerin Türk olduğunu ifade etmesinden dolayı Ermeniler tarafından tehdit edildiğini sözlerine ilâve etmiştir13. Türkiye’nin Tahran büyükelçiliği müsteşarı ile görüşen İran Kaunomi gazetesi müdürü Eğikiyan kendisine Türkiye hükümetinin Ermeniler hakkında gösterdiği alicenaplıktan dolayı Tahran’daki Türkiye Ermenileri adına teşekküre geldiğini söylemiştir. İstanbul’da çıkan Jamanak gazetesi 11 Maslahatgüzar Ercüment Yavuzalp imzalı yazı. Bkz. EGM Arşivi, Dosya No: 12531-2/17 12 “Paris’te Türk Dostu Ermeniler Ölümle Tehdit Ediliyor”, Günaydın İlâve 20.06.1974. 13 Mine G. Kırıkkanat, “Din ile Milleti Karıştırmayın”, Tosunyan ile Söyleşi, Milliyet 23 Şubat 1998. 427 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER muhabirinin Türk Dışişleri Bakanıyla yaptığı bir mülâkatta, Cumhuriyetin 25’inci yıldönümü dolayısıyla bir af kanunu hazırlanmakta olduğunu, bu aftan vaktiyle Türkiye dışına çıkmış olan Ermenilerin de yararlanıp yararlanamayacaklarını sormuştur. Kendisine, bu konuda hiçbir bilgilerinin olmadığının söylenmesi üzerine Eğikiyan, şunları söylemiştir: Ben Sivaslıyım. 19 yaşında iken tahsil için Türkiye’den çıktım. Meşrutiyet’te Türkiye’ye döndüm. Sonunda işte vatan dışında kaldık. Kabahatimiz malûm vaktiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk unsuruna en yakın tebaası Ermeniler idi. Maalesef bazı emperyalist devletlerin emellerine alçakça ve aptalca alet edildik. Başımıza bu işler geldi. Bugün Türkiye haricindeki Ermenilerin pek azı müstesna, artık bu vaziyeti anlamayan kalmamıştır. Kalmışsa bile Kars ve Ardahan hakkındaki son Rus beyanatından sonra gözlerinin açılması gerektir. Tahran’daki Amerikan Sefiri Mr. Allen Ankara’ya seyahatinden evvel beni Amerika sefaretine çağırtarak şu suali sordu; -Eğer herhangi bir yerde Türkiye himayesinde bir Ermeni Muhtariyeti teşkil edilirse Ermeniler buraya hicret ederler mi? Yoksa Türklerden korkup gelmezler mi? Ben İran Ermenilerinin hakiki Ermeni yurdu olacak olan böyle bir yere seve seve koşacaklarından şüphe edilmemesi gerektiğini, bizim Türklerden hiçbir korkumuz olmadığını, onlardan uzakta Türkiye’nin kadrini anladığımızı, bugün Rusya’da 3 milyon Ermeni bulunduğu halde sözde müstakil Ermenistan’da ancak 800 000 Ermeni bırakmış olduklarını söyledim. Türkiye’ye en büyük fenalıkları yapmış ve Türk milletinin hayatına kast etmiş olan Yunanistan’a onu mağlup ettikten sonra, el uzatmakla ne kamil bir millet olduklarını gösterdiklerini ilâve ettim. İnanıyorum ki sizlerin idaresinde hakiki refaha kavuşacağız. Dedikten sonra Eğikiyan devamla: Her millette olduğu gibi Ermeniler arasında da milletiniz aleyhine çalışan bir takım alçaklar çıkmıştır. Fakat emin olunuz ki bu bile % 15 bile değildir. Bizim baş düşmanımız Ruslardır. 93 Harbi’nde müstakil Ermenistan vaadiyle bizi ön safta kırdırıp sonra en büyük istibdat altına kendileri almışlardır. Bu hakikatleri yazdığım için beni Ruslar Tahran’a şikâyet ettiler. Ölümden zor kurtuldum. Fakat bunları yazmaktan ve milletimin gözünü açmağa uğraşmaktan hiçbir zaman geri kalmıyorum diye ilâve etmiştir14. Paris’teki Ermeni Kilikya Cemiyeti tarafından kendi kulübünde Türk-Ermeni ilişkileri hakkında tartışma yapılmıştır. Burada Kilikya 14 Tahran büyükelçiliği Müsteşarı Firuzan Selçuk’un Tahran büyükelçisine 05.03.1948 tarihli mektubu. Bkz. EGM Arşivi, Dosya No: 12531-2/9. 428 Yrd. Doç. Ayten SEZER Cemiyeti’nin yayın organı olan ve Paris’te haftada bir çıkan Arevmudk gazetesinin 05.12.1948 tarihli sayısında; Dışarda kalan Ermeniler olarak Ermenistan’daki Ermenilerin işine karışamayız. Zira onlar Sovyetlere bağlıdır... Türkiye Ermenileri 100 bin kadardır. Yarısı İstanbul’da yarısı Anadolu’dadır. Onlarla ilgilenmeyiz. Türkiye’nin dahilî işine karışamayız. Hariçteki Ermeniler Türkiye’ye küfretmekten vazgeçmeliyiz. Yaşadığımız ülkeler kendi menfaatleri gereği, Türkiye ile iyi geçiniyorlar realist olmalıyız görüşlerine yer verilmiştir15. Bu cümleler de göstermektedir ki, iki ülkenin iyi geçinmesi emperyalistlerin oyununa gelmemesi kendi menfaatleri gereğidir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Rusya’daki bir kısım Ermeni açlık, sefalet ve yerli Ermenilerin baskısından Suriye’ye kaçmağa çalışmışlardır. Kars’tan alınan haberlere göre, perişan bir Ermeni kafilesi Türkiye’nin sınır kasabasına sığınmış ve bunlar gerekirse öldürülmelerini fakat Rusya’ya gönderilmemelerini istemişlerdir. Türk resmî makamları ise mevzuatın buna izin vermediğini söylemiş ve yakarmalarına rağmen Rusya’ya iade etmiştir16. Türkiye aleyhinde çalışan yurtdışındaki Ermeniler yaşadıkları şehirlerde pek çok soykırım anıtı yaptırmışlardır. Beyrut’ta böyle bir öç anıtının açılışında Ermeniler Türkiye’den tazminat talebinde bulunmuşlardır. Dünya üzerindeki beş milyon Ermeninin faaliyetini yöneten öç partisinin en ilericisi sayılan Taşnak’ın liderleri Türkiye de yaşayan Ermenilerin durumlarının gayet iyi olduğunu, her hangi bir baskı (dil baskısı hariç) bulunmadığını ancak dışarıdaki Ermenilerin Türkiye’deki ırkdaşlarından yardım görmese dahi mücadelelerine devam edeceklerini açıklamışlardır17. Türkiye’nin Halep Başkonsolosu Nureddin Karaköylü’nün bildirdiğine göre, Halep’te çoğu Anadolu’dan göç etmiş 60 ile 80 bin Ermeni vardır. Bunların sayısı daha fazlaymış, İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip yaklaşık 20 bin kişi Sovyet Ermenistan’ına göç etmiştir. Türk inkılaplarını Taşnaklar, İttihat Terakki’den farklı görmüşler ve Esir Milletlerin Kurtarıcılarına Örnek kabul ettikleri Atatürk’e karşı hayranlık duymaya başlamışlardır. Asırlardır Türklerle beraber yaşayan Ermeniler halâ Halep’te evlerinde ve işyerlerinde Türkçe konuşmakta, Türk yemekleri yemekte ve eğlence 15 26.01.1949 tarih ve 25040 sayılı MAH’ın İçişleri Bakanlığı’na yazısı. EGM Arşivi, Dosya No: 12531-2. 16 “Kendi Düşen Ağlamaz! Rusya’dan Kaçan Ermeniler”, Son Saat 18 Ocak 1947. 17 Mehmet Ali Birand, “Türk Ermenilerin Durumlarının Gayet İyi Olduğunu Bildirmesine Rağmen Taşnak Ermenileri Tahrike Uğraşıyor”, Milliyet 27.04.1970 429 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yerlerinde Türk müziği dinlemektedirler. Anadolu’daki Türk örf ve âdetlerine bağlıdırlar. Halep’te geniş bir şekilde Türkçe konuşulmakta ise bunu Ermenilere borçlu olduğumuz belirtilmektedir. Zira, Türk kolonisi Arapça konuşma eğilimindedir. Türkiye’nin verdiği vize ile Türkiye’den giden Ermenilerin orada saygıyla karşılandıkları belirtilmiştir. Türkçe hayranı, örf ve âdetlerini benimseyen Ermeniler Araplarla kaynaşamamışlardır. İstanbul, Ankara ve Çukurova radyolarını dinlemektedirler18. 1960’lı yıllarda tespit edilen bu izlenimler 2000’li yıllarda da benzerlik göstermektedir. Bu konuda bir gazetecinin 1915’te yaşanan acı olaylar sonucu Anadolu’ dan Lübnan’a göç eden ve Beyrut’ta yaşayan bazı Ermenilerle yaptığı görüşmesinde, bunların Diaspora’nın aksine Türkiye’ye kin beslemedikleri, geçmişin tarihçilere bırakılması gerektiği ve 90 yıl önce bırakıp geldikleri Anadolu kültürü ile birlikte Türkçe’yi de Beyrut’ta nesilden nesile yaşattıkları fikrine varılmıştır19. Görüşülen kişilerden biri Lübnan’da, tehcirin en son tanığı olan 105 yaşındaki Yeghisapet Kesabyan’dır. Kendisi 1915’te Hatay’dan Suriye üzerinden Lübnan’a gelirken 15 yaşındaymış. Yolculuk sırasında çok zorluk çektiklerini: Günlerce yürüdük. Askerler hep başımızdaydı. Bize kimse saldırmasın diye bizi koruyorlardı; ama kendileri de yürüyemediğimiz için bazen bizi dövüyorlardı. Çok zor bir yolculuktu şeklinde anlatan Kesabyan, yaklaşık üç ay süren yolculuktan sonra akrabalarıyla birlikte geldiği Bekaa vadisinin Ancar (Anjar) bölgesinde yaşayan Ermenilerin, torununun 8 yaşındaki oğlu Mardiros’a Türkçe türküler öğretmiş, Lübnan’a geldikten bir yıl sonra Hatay Samandağı’na geri dönmüş ve burada evlenmiş, kendi isteğiyle tekrar Lübnan’a dönmüştür. Türkiye’yi çok özlediğini belirten Kesabyan, kızından ve torunlarından kendisini, ölmeden önce Hatay’a götürüp gezdirmelerini istiyormuş. Yazar, Beyrut’un güney semtlerinden Borj Hammoud’ta mahalle isimlerinin Türkiye’deki gibi Maraş, Antep, Adana olduğunu, Yeni Maraş’ın Kahramanmaraş’ın herhangi bir mahallesinden farklı olmadığını, dar sokakları, çocuk bağırmaları ve dükkânlardan yükselen baharat kokularının bulunduğunu belirterek Adana, Mersin ve Kilis’ten getirtilen inci boncuklar, üzerinde Maşallah, Allah Korusun yazılı nazarlıklar, dut kurusu, üzüm pekmezi sattıklarını yazmıştır… Borj Hammoud’ta Türk televizyon kanal18 20 Nisan l968 tarih ve 502/108 sayılı Halep başkonsolosluğunun yazısı. Bkz. EGM Arşivi, Dosya No: 12531-2/17 19 Haşim Söylemez, “Tehcir Sırasında Saldırılara Karşı Bizi Türk Askerleri Korudu”, Zaman 04.05.2005. 430 Yrd. Doç. Ayten SEZER larının seyredildiği Ermeni mahallelerinde Türkiye’den getirtilen yiyecekler ile kıyafetlerin satıldığı Ermeni esnafların Türkiye ile sürekli ticaret halinde oldukları anlatılmaktadır. Kuru gıda ve süs eşyası ticareti yapan Mano Lenbelian’ın alışveriş için sürekli Türkiye’ye gidip geldiği, dedesinden öğrendiği Türkçe’yi çocuklarına öğrettiği, Soykırım ve tehcir gibi kavramların kendisini ilgilendirmediğini söyleyen Lenbelian: Türkiye ile benim için bir problem yok. Artık barış, diyalog olmalı. Bu hatalar geride kalsın, tarihçiler tartışsın. Halk bu işten zarar görüyor. Ben Türklerle çok iyi anlaşıyorum. Bir problemimiz yok. Problem oluşturmasınlar... dediği ifade edilmektedir. Beyrut’ta Ermeni nüfusunun yoğun olarak yaşadığı Yeni Maraş’ta bir Ermeni ailenin oğlu olan Levon Restokyan ise 1915’te Lübnan’a göç etmiştir. Anlaşılır bir Türkçe konuşan ve bir Urfalı kadar iyi lahmacun yapan Levon Restokyan’ın dışarıdan gelen Türklerden para almadığı ve Türklerle olan dostluğumuzun arasına para giremez dediği halâ Türkiye ile çok ilgili olduğu ve kendi çocuklarına Türkiye’yi anlatıp Türkçe öğrettiği yazılmıştır. Kısacası bütün bunlar bazı Ermenilerin Türkçe konuştuğu, Türkiye ile ilgili olduğu ve tarihte olanları tarihçilere bırakmayı tercih ettiklerini göstermektedir. Sonuç olarak denilebilir ki, uzun yıllar Türklerle Ermenilerin beraber yaşamasının getirdiği huzur, güven ve iyi ilişkiler çeşitli nedenlerle XIX. yüzyılın sonlarına doğru bozulmuştur. Batılı ülkelerin müdahalesiyle Ermeniler lehine reformlar yapılması istenmiş, kökü dışarıda ihtilâlci örgütler tarafından ülkenin değişik bölgelerinde isyanlar çıkarılmıştı. Osmanlının isyanları bastırması içerde ve dışarıda katliam gibi gösterilmiş ve iki toplum arasındaki güven ve işbirliği bozulmaya çalışılmıştır. Devletin önemli makamlarında görev alan ve devlete bağlılıkları ile bilinen Ermeniler, yeni bir devlet kurma hayali ve aldatmacasıyla batılı ülkelerden destek görmüş, onlarla işbirliği yapmış hatta Birinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilerek Osmanlıya ihanet etmiştir. Bunun üzerine 1915’te alınan önlemleri ve zorunlu göçü soykırım olarak tanıtmışlardır. Dünyanın değişik bölgelerine göç eden Ermenilerden bazısı ise bunu bu şekilde tanımlamayıp, yaşanan iyi ilişkiler ve kültürel alışveriş ile dostluğu devam ettirmek istemektedirler. Bu tutum, her iki toplum için de gerçekçi olmak ve emperyalizmin oyununa gelmemek bakımından doğru bir yaklaşım olarak görülmektedir. 431 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Ataöv, Türkkaya, Ermeni Sorunu: Bibliyografya, Ankara 1981. Birand, Mehmet Ali, “Türk Ermenilerin Durumlarının Gayet İyi Olduğunu Bildirmesine Rağmen Taşnak Ermenileri Tahrike Uğraşıyor”, Milliyet 27.04.1970. Cemal Paşa, Hatıralar, İstanbul 1977. EGM Arşivi, 12531 Sayılı Ermeni Faaliyetleri ile İlgili Dosyalar. Göka, Erol, Topluluklar ve Zihniyetleri, Ankara 2004. Göyünç, Nejat, Türkler ve Ermeniler, Yayına Hazırlayan Kemal Çiçek, Yeni Türkiye Yayını, Ankara 2005. İlter, Erdal, Türk-Ermeni İlişkileri Bibliyografyası, Bibliyography of Turco-Armenian Relations, 3. Baskı, Ankara 2004. Karabekir, Kâzım, 1917-20 Arasında Erzincan’dan Erivan’a Ermeni Mezalimi, Hazırlayan Ömer Hakan Özalp, Emre Yayınları, İstanbul 2000. __________, Ermeni Dosyası, İstanbul 1994. Karakaya, Recep, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (1878-1923), İstanbul 2001. “Kendi Düşen Ağlamaz! Rusya’dan Kaçan Ermeniler”, Son Saat 18 Ocak 1947. Kırıkkanat, Mine G., “Din ile Milleti Karıştırmayın”, Tosunyan ile Söyleşi, Milliyet 23 Şubat 1998. Küçük, Cevdet, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, 18781897, İstanbul 1984. Vala Nurettin, “Türkler ve Ermeniler”, Haber 04.04.1965. “Paris’te Türk Dostu Ermeniler Ölümle Tehdit Ediliyor”, Günaydın İlâve 20.06.1974. Söylemez, Haşim, “Tehcir Sırasında Saldırılara Karşı Bizi Türk Askerleri Korudu”, Zaman 04.05.2005. Şimşir, Bilal, Şehit Diplomatlarımız, 2. Kitap, Ankara 2000. Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2.Baskı, İstanbul 1987. 432 KAYSERİLİ AŞUĞLARDA ÂŞIK TARZI KÜLTÜR GELENEKLERİ Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 437 49 29 – 332 66 Özet Yüzyıllarca aynı coğrafyada iç içe yaşayan Türkler ve Ermeniler arasında bazı kültür alışverişlerinin olması tabiidir. Kültür alışverişinin başında da edebî ilişkiler yer almaktadır. Edebî ilişkilerin en belirgin olduğu alan halk edebiyatıdır. Halk hikâyeleri, masallar, türküler, ağıtlar gibi Türk halk edebiyatı ürünlerinin bir kısmının Ermeniler tarafından da benimsenerek kendilerine mal edildikleri bilinmektedir. Türk kültüründe önemli bir yeri olan âşık tarzı kültür geleneklerinden de Ermenilerin etkilendikleri, hatta âşık terimi yerine âşuğ terimini kullandıkları ve Türkçe söyledikleri tarihî bir gerçektir. Âşık tarzı kültür geleneklerini benimseyen ve bu kültür geleneklerine uygun eserler veren Kayserili 23 âşuğ tespit edilmektedir. Bu âşuğlar, XVIII-XIX. yüzyıllar arasında yaşamışlardır. Bunlardan bir kısmı şiirlerinde Cedidî, Cemalî, Fakirî, Gani/Ganioğlu, İlmî, İzanî, Kul Elfazî, Lûtfî, Mahcubî, Maklûbî, Mevzunî, Meydanî, Mihnetî, Nadirî, Nasibî, Talibî, Türabî ve Ziynetî gibi mahlaslar kullanmıştır. Kalust Dedeyan ve Peprone Çamurcıyan’ın âşık tarzı şiirlerinde mahlas kullanmadıkları görülür. Lûtfî, Mahcubî ve Ziynetî mahlasları ise ikişer Kayserili âşuğ tarafından benimsenmiştir. Saz çalma, mahlas alma, usta-çırak ilişkisi, bade içme, atışma, hikâye tasnif etme/anlatma, tarih bildirme, nazire söyleme vb. gibi hususlar âşık tarzı kültür geleneklerini oluşturmaktadır. İncelememiz, Kayserili âşuğların, âşık tarzı kültür geleneklerini ne kadar benimsediklerini ve Türk kültüründen ne kadar etkilendiklerini göstermeyi amaçlanmaktadır. Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Giriş Köprülü âşug kelimesinin Arapça asıllı âşık sözünden bozma olduğunu belirtir1. Âşık kelimesi yalnız Türkler arasında saz şâiri/halk şâiri anlamına gelir. Bu kelimenin Türkçe’de kazandığı yeni anlam Arapça’da yoktur. Âşık kelimesi Ermenice’ye âşuğ şeklinde ve Türkçe’deki anlamıyla -hatta saz kelimesiyle birlikte- geçmiştir. Ermeni tarihinde bu geleneğin kökleri olsaydı Türkçe’den saz ve âşık kelimelerini almaya ihtiyaç olmayacaktı2. Üstelik, bu âşuğların yazılı kaynaklara geçen eserlerinin de büyük ölçüde Ermeni harfleriyle Türkçe metinler oldukları görülmektedir. Ermeni âşuğların şiirleri, nazım şekilleri ve türleri bakımından da Türk âşık edebiyatıyla bütünlük göstermektedir. Mâni, koşma, semaî, varsağı, destan, türkü, ağıt, güzelleme, taşlama gibi adlandırmaların da aynı olması ilginçtir. Âşık tipinin ve âşık tarzı Türk kültür geleneklerinin kökleri, şaman, kam, baksı, akın, oyun, ozan geleneklerine dayanır. Türkler Müslüman olduktan sonra bu geleneklerine İslâmî kültür unsurlarını da katarak geliştirmişler, XVI. yüzyıldan itibaren âşık tarzı kültür geleneği oluşmaya başlamıştır. Bu geleneğin kültür kökü de, ruh kökü de Türktür. Aynı geleneğin Ermeni âşuğlarda da görülmesi, yüzyıllarca aynı coğrafyada bir arada yaşamanın tabii bir sonucudur. Ermeni âşuğlarının Türk âşıklarına 1 2 Mehmet Fuad Köprülü, “Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesirleri”, Türk Edebiyatı Araştırmaları I, 3. Baskı, Ötüken Yayını, İstanbul.1989, s.241. Köprülü, a.g.e., s.246. 437 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER etkisinden değil, âşık tarzı Türk kültür geleneğine uygun eserler söyleyerek katkısından söz etmek mümkündür. Eski Türk Ozanlarının, yani saz şâirlerinin beste ve güfteleri, Ermeniler için, daha Selçuklu ordularında hizmet ettikleri zamandan beri biliniyordu3. Ermeniler, yüzyıllarca Türk kültürünü o kadar benimserler ve Türklerle yakınlık oluştururlar ki XIX. yüzyılda Anadolu’yu gezen Moltke, bunların Hıristiyan Türkler olduğunu söyler4. Kayserili oldukları/Kayseri’de yaşadıkları tespit edilen 34 âşuğ vardır: 1. Cedidî, 2. Cemalî, 3. Devranî, 4. Fakirî, 5. Ğanioğlu, 6. Gedâyî, 7. Harbî, 8. İlmî, 9. İzanî, 10. Kalust Dedeyan, 11. Kul Elfazî, 12. Lisânî, 13. Lûtfî (Hovhannes Balıkçıyan), 14. Lûtfî, 15. Büyük Mahcubî, 16. Küçük Mahcubî, 17. Maklûbî, 18. Mevzunî, 19. Meydanî, 20. Mihnetî, 21. Nadirî (Nazar Bohçalıyan), 22. Nasibî, 23. Nazar (Everekli), 24. Noksanî (Kayserili), 25. Peprone (Kayserili Çamuriyan), 26. Sefayî (Agop Dabanyan), 27. Tâlibî, 28. Türâbî, 29. Ülfetî (Harutyun Kazancıyan), 30. Ziynetî, 31. Ziynetî (Krikor), 32. Lisânî’nin oğlu5, 33. Bağdasar Tıbir6, 34. Abdî/Abodî7. Cedidî, Cemalî, Fakirî, Ğanioğlu, Gedâyî, Harbî, İlmî, İzanî, Kalust Dedeyan, Kul Elfazî, Lisânî, Lûtfî (Hovhannes Balıkçıyan), (Büyük) Mahcubî, Maklûbî, Mevzunî, Meydanî, Mihnetî, Nadirî, Nazar, Noksanî, Peprone, Sefayî (Agop Dabanyan), Tâlibî, Ülfetî, (Krikor) Ziynetî ve Ziynetî’nin Kayserili oldukları kaynaklarda belirtilmektedir. Bunlardan Âşuğ Nazar Everekli, Âşuğ Ğanioğlu Kayseri’nin Germir köyündendir. Kalust Dedeyan ve Türâbî Talaslı’dır. Kalust Dedeyan İstanbul’da, Türâbî gezgin âşuğ olarak gittiği Akka’da (Lübnan?) ölmüştür. Lûtfî (Hovhannes Balıkçıyan) Kayseri’de doğmuş, Kahire’de ölmüştür. Devrânî, Lûtfî, Küçük Mahcubî ve Nasibî ise başka şehirlerde doğmakla birlikte Kayseri’de yaşamışlardır. Devrânî aslen Erzurumlu olup Kayseri’de yaşamış bir âşuğdur. Lûtfî mahlasını kullanan başka bir âşuğ da aslen Karslı olup 1850-1860 yılları arasında Kayseri’de yaşamıştır. Küçük 3 4 5 6 7 Köprülü, a.g.e., s.256. Köprülü, a.g.e., s.259. Adı ve mahlası hakkında bilgi bulamadık. Bağdasar Tıbir (1638-1768); şâir, edip, dilci ve tarihçidir. Kevork Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, Aras Yayını, İstanbul. 2002, s.29. Bu kişinin, XVIII. yüzyılda İstanbul’da yaşayan Ermenilerin kültürlerine büyük hizmetleri olmuş bir şâir ve yazar olduğu bildirilir. Pamukciyan, “Türkçe Şiirler İhtiva Eden Ermenice ve Ermeni Harfli Türkçe Yazma Cönkler ve Kompilasyonlar”, Halk Kültürü, Sayı 1985/1 (Beşinci Kitap), İstanbul 1985, s.107. Abdi/Abodî hakkında bilgi için bkz. Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.39. 438 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Mahcubî Tiflis’te doğmuş, 1860’lı yıllarda Kayseri’ye yerleşmiştir. Nasibî Boğazlıyan’da doğmuş, 1870’te Kayseri’ye yerleşmiş, burada ünlenmiş ve Kayserili olarak tanınmıştır8. XIX. asrın ortalarından sonra yetişen Zeki mahlaslı Serkis Nurliyan’ın Kayserili olduğu belirtilmektedir9. Ancak söz konusu âşık Kayserili değildir10. Çorum’un Sungurlu ilçesindendir11. Çankırılı12 olduğu da belirtilir. Abdî mahlaslı 4 halk şâirinden biri olan ve 1873’te Vakd-i Zaman Destanı’nı yazan âşuğ kaynaklarda Kayserili veya İstanbullu13 olduğu belirtilmektedir. Bu âşuğun aslen Kayserili olup İstanbul’a göçmüş olma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Kayserili Âşuğların Özgeçmişlerinin ve Şiirlerinin Yer Aldığı Kaynaklar Arşak Çobanyan tarafından hazırlanan Les Trouvéres Arméniens (Ermeni Âşuğları) adlı eser 1906’da yayımlanmıştır. Bu eseri inceleyen Köprülü, Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesirleri başlıklı bir inceleme yapar14. İncelemesinde, Türk halk edebiyatı ile âşıkları hayat ve 8 9 10 11 12 13 14 Mehmet Bayrak, Alevî-Bektaşî Edebiyatında Ermeni Âşıkları (Âşuğlar), Özge Yayınları, Ankara 2005, s.489. İsmail Habib Sevük, Edebî Yeniliğmiz II, MEB Yayını, İstanbul 1932, s.379. Bayrak, a.g.e., s.131. Bayrak, a.g.e., s.146. Yahya Muhtar Dağlı, Bektaşî Edebiyatından Tokatlı Gedâyî (Hayatı ve Eserleri), Maarif Kitabevi Yayını, İstanbul 1943, s.13. Bayrak, a.g.e., s.133. Birbirleriyle uzun süre ilişkileri olan milletlerin, bütün sosyal kurumları gibi, edebiyatlarını incelemede de kıyaslama yönteminin çok yararlı olduğunu söyleyen Köprülü, Ermeni edebiyatı hakkında incelemelerde bulunanların bu yönteme bağlı kalmadıklarını vurgular. Köprülü, a.g.e., s.239. Az da olsa Arap ve Acem etkilerinden söz ederken bile Türk edebiyatının adını anmayan Ermeni araştırmacıların çalışmaları ilmî olmaktan ziyade, siyasî bir mahiyet göstermektedir. Çobanyan, söz konusu eserinde daha da ileri giderek, Türk edebiyatının Ermeni edebiyatından etkilendiğini iddia eder. M. De Morgan gibi ünlü bilginler de Türk müdekkiklerinin gafletinden ve Avrupa’da Türkoloji tedkiklerinin henüz iptidaî bir halde bulunmasından istifade ile Türklerin halk edebiyatını ve halk mûsıkîsini Ermeni edebiyatı ve mûsıkîsi olarak sunmaktan çekinmezler. Hatta âşık şiirlerini de Ermeni edebiyatına mal etmek isterler. Bu iddialar tamamen bilim dışıdır. Lâ-dinî (Din dışı) Ermeni edebiyatının hemen hemen en mühim kısmını teşkil eden Âşug şiirlerinin teşekkülünde Türk edebiyatının ne kadar büyük tesirleri olduğunu gösteren incelemelerin, Ermeni edebiyatı tarihi için büyük ehemmiyeti vardır. Bu meselenin, Ermeni filoloji ve tarihi ile uğraşan mütehassıslar tarafından ciddîlik ve ehemmiyetle bahis mevzuu 439 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER eserlerini yakından tanıyanların Arşak Çobanyan’ın eserinde Türk edebiyatının Ermeni edebiyatı üzerinde ne derin ve ne kuvvetli izler bıraktığını gösteren birçok şeylere tesâdüf edebileceklerini belirtir15. Âşuğlar hakkında en önemli çalışmayı, eskiler arasında, Talaslı Dırtad Piskopos Baliyan (1850-1923) yapmıştır. 1911 ve 1912 yıllarında İzmir’de neşredilen ve ancak Ermeni alfabesinin üçüncü harfindeki Krikor ismine varmış olan iki ciltlik eserin diğer ciltleri yayımlanmamıştır16. Eskiden Kayseri’de bulunan Ermenice elyazması eserlerin kataloğu 1963’te, Viyana’da basılmıştır17. Amiryan’ın 1991’de Paris’te yayımladığı Turkalezu Hay Âşuğner (Türkçe Söyleyen Ermeni Âşuğlar) adlı eserinde Nadirî (Nazar Bohçalıyan), Sefayî (Agop Dabanyan) tanıtılmakta, Devranî, Ganioğlu, Gedâyî (Kevork Tüfenkciyan), Lisanî (Garabet Kalfayan), Nazar, Noksanî, Peprone (Çamuriyan), Sefayî (Agop Dabanyan), Ülfetî (Harutyun Kazancıyan), Ziynetî (Hacı Parsıg) ve Ziynetî (Krikor)’nin özgeçmişi verilmektedir18. 1962’den beri Ermeni harflerinin mucidi Rahip Mesrop Maştotz’un adını taşıyan Erivan Devlet Kütüphanesi’nde mevcut elyazmaları katoloğu 2 cilt olarak yayımlanmıştır. Kevork Pamukciyan’ın aktardığına göre; 1855 numarada kayıtlı, 1792 tarihli ve 129 yapraklı Şarakanaların Tefsiri (İlâhilerin Açıklaması) adlı Ermenice eserin sonunda Kayserili Bağdasar Tıbir’in (1683-1768) Türkçe bir şiiri vardır. Âşık tarzı Türk şiir geleneği temsilcilerinin şiirleri için olduğu kadar âşuğların eserleri için de cönkler ve mecmualar önemli bilgi kaynaklarıdırlar. Pamukciyan’ın verdiği bilgiye göre, Ermenice’de cönklere dağaran adı verilmektedir. Kelimenin kökü şiir anlamına gelen dağ kelimesidir. Sonunda bulunan aran ise yer/hane anlamlarına gelir. Bu cönklerde, hem klâsik Ermeni edebiyatına, hem de halk edebiyatına ait ürünler bulunabilmektedir. Hem dinî, hem de dindışı olan şiirler bile bir arada bulunabilmektedir19. 15 16 17 18 19 ve tedkik edilmesi, Âşuğ şiirlerinin başlangıç ve gelişmesi hakkında birçok karanlık noktayı aydınlatıp açıklayacaktır. Köprülü, a.g.e., s.240. Köprülü, a.g.e., s.239. Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.35. Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.14. Bayrak, a.g.e., s.126-127; Haçik Bedros Amiryan, Turkalezu Hay Âşuğner, Paris 1991, s.1195. Pamukciyan, “Onyedinci Yüzyıldan Kalma Ermeni Harfli Türkçe Üç Halk Şiiri”, Halk Kültürü, 1984/4, Dördüncü Kitap, İstanbul 1984, s.145. 440 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Kayserili âşuğların şiirlerini ihtiva eden cönkler ve mecmuaların bazılarından söz etmekte yarar vardır. Âşuğ Fakirî’nin Zartaryan Kitabevi’ne ait bir cönkte Ermeni harfli Türkçe şiirleri vardır20. Bazı şiirleri de Erivan Edebiyat ve Sanat Müzesi Arşivi’ndedir21. Âşuğ Kalust Dedeyan’ın elyazması cönklerde ve basmalarda çok sayıda destanına rastlanır22. Âşuğ Lisanî’nin Arap harfli bazı cönklerde de şiirleri bulunmaktadır. Azerbaycan Dilinde Yazıp Yaradan Ermeni Âşıgları23 adlı eserde de adı geçer24. Âşuğ Talibî’nin Zartaryan Kitabevi’ne ait 138 numaralı Ermeni harfli Türkçe cönkte ve Toros Azadyan Arşivi’nde şiirleri vardır. Bir koşması25 ve bir gazeli yayımlanmıştır26. Âşuğ Nâdirî’nin kendi elyazması defterinden beş şiiri, 2 ciltlik Badmutyun Hay Gesaryo (Kayseri Ermenileri Tarihi) adlı eserde yayımlanır27. 1895’te meydana gelen olaylarla ilgili 70 dörtlüklü bir destan yazar. Bu destanın 13 dörtlüğü de aynı eserde yayımlanır28. Cemalî’nin şiirlerinin yer aldığı Ermeni harfli Türkçe küçük bir matbû mecmua Sabri Koz özel kitaplığında mevcuttur. Eser-i Cemalî 1887 tarihlidir29. Âşuğ Peprone Çamurcıyan’a ait şiirlerinin çoğu sözlü gelenekte unutulup gitmiştir. Haçik Bedros Amiryan’ın Turkalezu Hay Âşuğner (Türkçe Söyleyen Ermeni Âşuğları) adlı eserinde yer alan30 ve gurbete giden oğluna hitaben söylediği sekiz heceli üç dörtlüklü şiirde mahlas bulunmaması şiirin eksik olduğunu düşündürmektedir31. Gedayî’nin şâirnamesinde çağdaşı diğer şâirler anılırken Cemalî’den de söz edilir32. Lisanî’nin de bazı şâirnamelerde adı geçmektedir33. 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.218; Bayrak, a.g.e., s.284 Amiryan, a.g.e.; Bayrak, a.g.e., s.284. Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.51-55; Bayrak, a.g.e., s.369. Yusuf Ramazanov, Azerbaycan Dilinde Yazıp Yaradan Ermeni Âşıgları, Bakü 1976, s.61. Bayrak, a.g.e., s.408. Amiryan, a.g.e., s.49. Bayrak, a.g.e., s.647-648. Arşak Alboyacıyan, Badmutyun Hay Gesaryo, 2. Cilt, Kahire 1937. Bayrak, a.g.e., s.481. Bayrak, a.g.e., s.213. Amiryan, a.g.e., s.85. Bayrak, a.g.e., s.532. Bayrak, a.g.e., s.213. Bayrak, a.g.e., s.408. 441 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Şiirlerinde Kullandıkları Dil Kayserili âşuğların hepsi de Türkçe bilmekte ve şiirlerinde kullanmaktadır. Şiirlerin yer aldığı kaynaklar; Ermeni harfli Türkçe cönkler, mecmualar, basma kitaplardır. Lisanî gibi bazı âşuğların şiirleri Osmanlı harfleriyle yazılı cönklerde de bulunmaktadır. Âşuğ Nâdirî Türkçe, Farsça ve Ermenice şiirler söyler/yazar34. Âşuğ İlmî’nin şiirlerinin tamamında Türkçe hakimdir35. Âşuğ Meydanî, Ermenice şiirleri Türkçe’ye çevirmesiyle ünlüdür36. Türâbî, Krikor Ziynetî ve diğer Ziynetî’nin şiirlerini yalnızca Türkçe söyledikleri belirtilmektedir37. Şiirlerinde Kullandıkları Vezin, Tür ve Şekiller Cemalî38, Kul Elfazî39, Lisânî40, Mevzunî41, Nasibî42, Talibî43 ve Türâbî44 gibi âşuğların şiirlerinde aruz ve hece ölçülerini kullandıkları görülmektedir. Âşuğlar daha çok destan şâiri olarak bilinirler. Elfazî’nin; müseddes, semaî, gazel, kalenderî, divanî, koşma, varsağı, tecnis başlıklı şiirleri vardır45. Cemalî’nin gazel, divan, semaî, kalenderî, şarkı, koşma ve destanları vardır46. Mevzunî’nin divanî, gazel, koşma ve destanları yayımlandı. Kalenderî, semaî ve tecnisleri de vardır47. Âşuğ Nasibî’nin destan, divanî ve gazellerinden bazıları günümüze ulaşmıştır48. Peprone Çamurcıyan’ın günümüze ulaşan şiiri hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla oluşturulmuştur49. 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 Bayrak, a.g.e., s.481. Bayrak, a.g.e., s.348. Bayrak, a.g.e., s.461. Bayrak, a.g.e., s.655, 696. Bayrak, a.g.e., s.213. Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.62, 94-98; Bayrak, a.g.e., s.263-372. Bayrak, a.g.e., s.408. Amiryan, a.g.e., s.62-63; Alboyacıyan, a.g.e., s.1571; Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.306; Bayrak, a.g.e., s.450. Bayrak, a.g.e., s.489. Amiryan, a.g.e., s.49; Bayrak, a.g.e., s.648. Bayrak, a.g.e., s.655. Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.62, 94-98; Bayrak, a.g.e., s.263-372. Bayrak, a.g.e., s.213. Amiryan, a.g.e., s.62-63; Alboyacıyan, a.g.e., s.1571; Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.306; Bayrak, a.g.e., s.450. Bayrak, a.g.e., s.489. Bayrak, a.g.e., s.532. 442 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Kayserili Aşuğlarda Âşık Tarzı Kültür Gelenekleri Köprülü, Çobanyan’ın ve ondan nakleden De Morgan’ın verdikleri bilgileri, ileri sürdükleri düşünceleri özetleyerek, bu bilgilerin Türk âşıklarına da aynen uyduğunu bildirir. Âşuğların aristokrat bir sınıfa değil halka hitap ettikleri; düğünlerde, ziyafetlerde, bayramlarda, evlenme ve vefat âyinlerinin bazı safhalarında sazları ile sanatlarını icra ettikleri aktarılan özet şöyle devam eder: Âşıkların bir kısmı anadan doğma kördür; bunların büyük kısmı ümmîdir. Yalnız ustalarından şifahî dersler alarak mesleklerinin kâidelerini öğrenirler. Hayatları seyyâr ve serserî bir mahiyettedir. Evlenmezler, tek başına yaşarlar. Bazıları Ermeni aziz (Saint)leri hakkında didaktik şiirler, ilâhiler yazarlar. Ellerinde sazları, köyden köye gezerek düğünlere, derneklere davetsiz iştirâk ederler. Bilhassa kış mevsiminde tarlada çalışmalar olmadığı için, köylüler, bir âşık’ın geldiğini haber alır almaz etrafına toplanıp ocak başında onun şiirlerini, hikâyelerini dinlerler50. Köprülü’ye göre; Türk âşıkları ile Ermeni âşuğlarının hayat tarzı ve sanatları ve içtimaî topluluktaki yerleri karşılaştırılacak olursa, bunların her sûretle hemen birbirinden farksız olduğu derhal göze çarpar51. Türkler arasında asırlardan beri birtakım belli kâidelere bağlı olarak devam eden taşlama ve muamma asma geleneği Ermeniler tarafından da benimsenmiştir52. Türk âşıkları ile Ermeni âşuğların hayat tarzları ve kültür gelenekleri karşılaştırıldığında büyük benzerlikler görülmektedir. Âşıklığa/âşuğluğa yöneliş biçimleri ile âşık tarzı kültür gelenekleri neredeyse aynıdır. Bu benzerlikleri gören Arşak Çobanyan, Türk âşıklarının Ermeni âşuğlardan etkilendiklerini ileri sürer. Köprülü de bu iddianın hiçbir delile dayanmadığını, ilmî olmaktan ziyade, siyasî bir mahiyet taşıdığını belirterek, elde mevcut tarihî vesikaların bunun aksini gösterdiğini söyler53. I. Şiire Yönelme Biçimleri Kayserili âşuğlarda şiire yönelme; soyaçekim, usta-çırak ilişkisi, sazlı sözlü ortamlarda bulunma, bir hastalığa yakalanma gibi sebeplerle olmuştur. 50 51 52 53 Köprülü, a.g.e., s.241. Köprülü, a.g.e., s.245. Köprülü, a.g.e., s.245. Köprülü, a.g.e., s.245-246. 443 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Soyaçekim: Âşuğ Harbî ve Büyük Mahcubî kardeştirler54. Âşuğ Cemalî, Âşuğ Ziynetî’nin babasıdır55. Âşuğ İzanî, Âşuğ Mihnetî’nin babasıdır56. Lisânî’nin oğlunun da âşık tarzı şiirler söylediği/yazdığı belirtilmektedir57. Gedâyî’nin asıl adı Kevork Tüfenkciyan58, İlmî’nin Hacı Tüfekciyan’dır59. İkisinin de Kayserili ve soyadlarının aynı olması sebebiyle akraba olduklarını düşünmekteyiz. Eğer ikisi aynı kişi ise ve Kevork hacca gittiği için kaynaklara Hacı Tüfekçiyan olarak geçmişse, mahlas değiştirerek İlmî mahlasını kullanmış olması da mümkündür. Usta-Çırak İlişkisi: Âşuğ Nasibî, Kayseri’de bulunan âşuğların ve âşıkların saygısını kazanır. Üstad olarak kabul edilir. Gedâyî, Mihmetî, Ceyhunî, Noksanî, Hafızî, Meydânî, Nadirî, Cedidî gibi âşuğları çevresine toplar60. Bu âşuğların şiire yönelmesinde veya daha da ustalaşmalarında Nasibî’nin etkisi göz ardı edilemez. Sazlı Sözlü Ortamlarda Bulunma: Cedidî, Lisânî, Mahcubî gibi âşuğlar sazlı-sözlü ortamlarda yetişmişlerdir. Âşuğ Cedidî, akşamları Kayseri’de âşık meclislerine katılıp, onların muammalarını ve deyişmelerini izleyerek şiire yönelir61. İstanbul’daki Tavukpazarı semtinde bulunan kahvehaneye uğrayarak sazıyla, sözüyle, sesiyle hünerini gösteren; noksanını burada ikmal eden; yeni âşıklar ve şâirler yetiştirerek bu mesleği yaşatmaya çalışan âşıklar arasında Kayserili âşuğlardan Lisânî ve Mahcubî’nin de bulunduğu görülmektedir62. 54 Sevük, a.g.e., s.379, İzzet Ulvi, “Halk Şâiri Zeki”, Türk Yurdu, C.3, İstanbul 1329/ 1913; Bayrak, a.g.e., s.175; Amiryan, a.g.e.; Pamukciyan, Cönkler ve Kompilasyonlar. 55 Bayrak, a.g.e., s.213. 56 Bayrak, a.g.e., s.354. 57 Bayrak, a.g.e., s.408. 58 Bayrak, a.g.e., s.126-127; Amiryan, a.g.e., s.1-195. 59 Bayrak, a.g.e., s.348. 60 Bayrak, a.g.e., s.489. 61 Bayrak, a.g.e., s.203. 62 Dağlı, a.g.e., s.12; Bayrak, a.g.e., s.133. 444 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Bir Hastalığa Yakalanma: Âşuğ Meydanî, gözlerini kaybettikten sonra şiir söylemeye yönelir63. II. Âşık Tarzı Kültür Gelenekleri Mahlas alma, usta-çırak ilişkisi, bade içme (rüya motifi) mûsıkî eşliğinde şiir söyleme, doğmaca söyleme ve atışma, söyleştirme, hikâye anlatma, usta malı söyleme ve tarih bildirme gibi gelenekler birleşerek âşık tarzı kültür geleneklerini meydana getirmektedir. Mahlas Alma Muhtelif mahlaslar kullanan 13 âşuğun adı ve soyadı bilinmektedir. 8 âşuğun adı bilindiği halde soyadı bilinmemektedir. 7 âşuğun adı ve soyadı hakkında bilgi bulunamazken, bir âşuğun soyadı bilinmekte, adı hatırlanmamaktadır. İki âşuğun ise adı soyadı bilinmekte, mahlas kullanmadıkları -incelenen şiir metinlerinden hareketle- görülmektedir. 6 âşuğun birden çok mahlas kullandığı da tespit edilmektedir. Âşuğların -biri dışında- mahlaslarını alış sebepleri, mahlaslarını gerçek hayatta mı bade içme sonucu mu aldıkları bilinmemektedir. Cemalî, Lisanî, Elfazî, Fakirî, Lûtfî, Mahcubî, Meydanî, Sefayî, Ziynetî mahlasını kullanan âşıklar ve âşuğların bulunması, aynı mahlası kullanan âşıkların/âşuğların şiirlerinin karışmasına sebep olmaktadır. Üstelik Lûtfî, Mahcubî ve Ziynetî mahlasları ikişer âşuğ tarafından kullanılmıştır ve bunlar Kayserili’dir. Daha da ilginç bir husus ise Meydânî ve Sefâyî mahlaslarında karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Kayserili iki âşuğun kullandıkları bu mahlaslar, yine Kayseri’de yaşayan Türk ve Müslüman iki âşık tarafından günümüzde de kullanılmaktadır. Adı ve Soyadı Bilinen ve Mahlas Kullanan Âşuğlar: Hacı Karabet Takesyan : Cedidî64 Hagop Halacoğlu : Fakirî65 Kevork Tüfenkciyan : Gedâyî66 63 64 65 66 Bayrak, a.g.e., s.461. Bayrak, a.g.e., s.203. Bayrak, a.g.e., s.126. Bayrak, a.g.e., s.126-127; Amiryan, a.g.e., s.1-195. 445 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Hacı Tüfekciyan Mıgırdıç Kasbaryan Garabet Kalfayan Hovhannes Balıkçıyan Hacı Boğos Bohçalıyan Derviş Ohannes Hacı İstepan Merdinyan Nazaret Bohçalıyan Agop Dabanyan Harutyun Kazancıyan : İlmî67 : İzanî68 : Lisanî69 : Lûtfî70 : (Büyük) Mahcubî71 : Maklubî72 : Meydanî73 : Nâdirî74 : Sefayî75 : Ülfetî76 Adı Bilinip Soyadı Bilinmeyen ve Mahlas Kullanan Âşuğlar: Germirli Âşuğ Ğanî’nin asıl adı Artin’dir77 Bedros : Kul Elfazî78 Hovhannes : (Küçük) Mahcubî79 Bedros : Mevzunî80 Garabet : Talibî81 Hacı Karabet : Türabî82 Krikor : (Krikor) Ziynetî83 67 Bayrak, a.g.e., s.348. 68 Alboyacıyan, a.g.e., s.1561; Amiryan, a.g.e.; İhsan Hınçer, “Türkçe Yazan Ermeni Şairleri”, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Sayı 125, İstanbul 1959; Bayrak, a.g.e., s.354. 69 Bayrak, a.g.e., s.408. 70 Bayrak, a.g.e., s.410. 71 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.100; Bayrak, a.g.e., s.415. 72 Bayrak, a.g.e., s.418. 73 Bayrak, a.g.e., s.461-462. 74 Bayrak, a.g.e., s.481. 75 Bayrak, a.g.e., s.126-127; Amiryan, a.g.e., s.1-195. 76 Bayrak, a.g.e., s.126-127; Amiryan, a.g.e., s.1-195. 77 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.81-82; Bayrak, a.g.e., s.309. 78 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.62, 94-98; Bayrak, a.g.e., s.263. 79 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.100; Bayrak, a.g.e., s.415. 80 Amiryan, a.g.e., s.62-63; Alboyacıyan, a.g.e., s.1571; Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.306; Bayrak, a.g.e., s.450. 81 Bayrak, a.g.e., s.647-648. 82 Bayrak, a.g.e., s.655. 83 Bayrak, a.g.e., s.696. 446 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Hacı Parse/Parsık: Ziynetî84 Asıl Adı Bilinmeyenler: Âşuğ Cemalî, Âşuğ Devrânî, Âşuğ Harbî, Lûtfî, Mihnetî, Nasibî, Nazar, Noksanî. Mihnetî’nin adı bilinmemekle birlikte, soyadı Kasbaryan’dır85. Kayseri Lûtfî mahlaslı iki âşuğdan birinin adı binmekte (Hovhannes Balıkçıyan), Aslen Karslı olup 1850-60 yılları arasında Kayseri’de bulunan Lûtfî’nin asıl adı ise bilinmemektedir86. Birden Çok Mahlas Kullanma: Germirli Âşuğ Artin, Ğanî mahlası dışında bu mahlasın başına Bîçâre sıfatı ekleyerek Bîçâre Ğanî veya sonuna -oğlu ekleyerek Ğanioğlu mahlaslarını da kullanır87. Elfazî mahlaslı Bedros, mahlasının başına Garip/Kul sıfatlarını ekleyerek Garip Elfazî ve Kul Elfazî mahlaslarını da tapşırır88. Hagop Halacoğlu, bazı şiirlerinde Fakir, bazılarında da bu kelimeye nispet i’si ekleyerek Fakirî mahlasını kullanır89. Âşuğ Garabet de bazı şiirlerinde Talib bazılarında nispet i’si ekleyerek Talibî mahlasını kullanır90. Gedâyî’nin asıl adı Kevork Tüfenkciyan91, İlmî’nin ise Hacı Tüfekciyan’dır92. Eğer ikisi aynı kişi ise ve Kevork hacca gittiği için kaynaklara Hacı Tüfekçiyan olarak geçmişse, mahlas değiştirerek İlmî mahlasını kullanmış olabilir. Everekli Âşuğ Nazar hakkında yeterince bilgi bulunmamaktadır93. Nadirî mahlasını kullanan Nazaret Bohçalıyan ile Nazar mahlaslı âşuğun aynı 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 Bayrak, a.g.e., s.696. Bayrak, a.g.e., s.354. Bayrak, a.g.e., s.410. Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.81-82; Bayrak, a.g.e., s.309. Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.62, 94-98; Bayrak, a.g.e., s.263. Bayrak, a.g.e., s.284. Bayrak, a.g.e., s.647-648. Bayrak, a.g.e., s.126-127; Amiryan, a.g.e., s.1-195. Bayrak, a.g.e., s.348. Bayrak, a.g.e., s.126-127; Amiryan, a.g.e., s.1-195. 447 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kişi olup olmadığı araştırılmalıdır. İkisi aynı kişi ise birden çok mahlas kullanma söz konusudur. Mahlas Kullanmama: Kalust Dedeyan’ın âşık tarzı şiirlerinde mahlas kullanmadığı görü94 lür . Peprone Çamurcıyan, gurbete giden oğluna hitaben söylediği sekiz heceli üç dörtlüklü şiir ya eksiktir, ya da mahlas kullanılmamıştır95. Başkasının Verdiği Mahlası Kullanma: Kayserili işadamlarından Kasarciyan’ın, yeni vali Hamid Bey için verdiği yemeğe çok sayıda âşık ve âşuğla birlikte Nazaret Bohçalıyan da katılır. Doğmaca söylediği bir gazeli, Vali Hamid Bey’e söylediği övgüler ve güzel sesi ile oradakilerin hayranlığını kazanır. Nazaret Bohçalıyan’a Nâdirî mahlasını zamanın Kayseri valisi Hamid Bey verir96. Aynı Mahlasın Birden Çok Kişi Tarafından Kullanılması: Abdî, Cemalî, Lisanî, Elfazî, Fakirî, Lûtfî, Mahcubî, Meydanî, Sefayî ve Ziynetî mahlasları birden çok âşuğ/âşık tarafından kullanılmıştır. Abdî mahlaslı 4 halk şâiri var. Bunlardan biri XVII. yüzyıl Bektaşî saz şâiri, biri dönemi belirsiz tekke şâiri, biri XVIII. yüzyıl tekke şâiri, diğeri Kayserili bir saz şâiridir97. Cemalî mahlaslı 9 halk şâiri vardır. Kayserili âşuğlardan Cemalî ile mahlasdaş olan diğer bir âşuğ da Gümrülü Mıgırdıç Baliyan’dır98. Kayserili Âşuğ Lisanî’den başka Erzincanlı Âşuğ Hagop Lisanî aynı mahlası kullanır99. Elfazî ile mahlasdaş iki meslektaşı daha vardır. Birincisi Maraşlı Âşuğ Oves Arıkyan, diğeri Suyolcu Hafız Elfazî adlı bir Türk âşıktır100. 94 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.51-55; Bayrak, a.g.e., s.369. 95 Bayrak, a.g.e., s.532. 96 Bayrak, a.g.e., s.481. 97 Bayrak, a.g.e., s.151. 98 Bayrak, a.g.e., s.213. 99 Bayrak, a.g.e., s.408. 100 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.62, 94-98; Bayrak, a.g.e., s.263. 448 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Fakirî ile mahlasdaş iki âşık daha vardır: Malatyalı/Karacaköylü Fakirî ve Posoflu/Hevetli Fakirî101. Lûtfî mahlaslı Hovhannes Balıkçıyan ile aslen Karslı olup 1850-1860 yılları arasında Kayseri’de bulunan Lutfî karıştırılmamalıdır. Asıl adı Hagop olan Diyarbakırlı Lutfî de aynı mahlası kullanan başka bir âşuğdur102. Kayserili âşuğlardan ikisi Mahcubî mahlasını kullanır. Hacı Boğos Bohçalıyan, Büyük Mahcubî, Tiflis doğumlu olup Kayseri’ye yerleşen Hovhannes ise Küçük Mahcubî olarak alınırlar103. Bunların dışında iki Mahcubî daha vardır: Artvinli Mahcubî ve Sivaslı Mahcubî. Âşuğ Meydanî mahlasını kullanan Hacı İstepan Merdinyan’dan başka aynı mahlası kullanan iki kişi daha vardır: Kastamonulu Âşık Meydanî104 ve Kayserili Âşık Meydanî105. Âşuğ Sefayî mahlasını kullanan Agop Dabanyan’dan106 başka günümüzde aynı mahlası kullanan iki âşık daha vardır. Bunlardan biri de Kayseri’de yaşamaktadır. Ziynetî mahlasını kullanan Kayserili iki âşuğ vardır. Asıl adı Krikor olan ve çalışmamıza Krikor Ziynetî olarak aldığımız âşuğ, gençliğinde Kayseri’den ayrılmış, 1889’da ölmüştür107. Kayserili Âşuğ Cemalî’nin oğlu olan Ziynetî’nin asıl adı ise Hacı Parse’dir108. Usta-Çırak İlişkisi Âşuğ Meydanî (Hacı İstepan Merdinyan), Nasibî’nin çırağıdır109. Nasibî, Kayseri’de bulunan âşuğların ve âşıklar tarafından üstad olarak kabul edilir. Gedâyî, Mihmetî, Ceyhunî, Noksanî, Hafızî, Meydânî, Nadirî, Cedidî gibi âşuğları çevresine toplar110. Lisânî ve Mahcubî’nin İstanbul’daki Tavukpazarı semtinde bulunan kahvehaneye uğrayarak sazıyla, sözüyle, sesiyle hünerini gösteren, yeni 101 Bayrak, a.g.e., s.284. 102 Bayrak, a.g.e., s.410. 103 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.100; Bayrak, a.g.e., s.415. 104 İhsan Ozanoğlu, Kastamonunun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar: Meydanî, Kastamonu 1960. 105 Bayram Durbilmez, Âşık Meydânî, Hayatı-Sanatı- Şiirlerinden Örnekler, Kayseri 2000. 106 Bayrak, a.g.e., s.126-127; Amiryan, a.g.e., s.1-195. 107 Bayrak, a.g.e., s.696. 108 Bayrak, a.g.e., s.696. 109 Bayrak, a.g.e., s.461-462. 110 Bayrak, a.g.e., s.489. 449 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER âşıklar ve şâirler yetiştirerek bu mesleği yaşatmaya çalışanlar arasında anılması, bu âşuğların usta olduklarını göstermektedir111. Musıkî Eşliğinde Şiir Söyleme Ermeni âşuğları arasında sazları ellerinde köy köy dolaşarak halkın sosyal-kültürel bazı gereksinimlerini yerine getirenler olduğu bilinmektedir112. Küçük Mahcubî, Maklûbî, Türabî ve Ziynetî’nin şiirlerini saz/keman eşliğinde icra ettikleri görülmektedir. İstanbul’daki Tavukpazarı semtinde bulunan kahvehaneye uğrayarak sazıyla, sözüyle, sesiyle hünerini gösteren, noksanını burada ikmal eden, yeni âşıklar ve şâirler yetiştirerek bu mesleği yaşatmaya çalışan âşıklar arasında Kayserili âşuğlardan Lisânî ve Mahcubî’nin de bulunduğu görülmektedir113. Kayserili Âşuğ Küçük Mahcubî114 saz ve keman çalmaktadır. Kayserili Âşuğ Maklubî’nin şiirlerini keman eşliğinde söylediği bilinmektedir. Altı telli kemanını kendisi yapmıştır115. Âşuğ Türabî, şiirlerini keman eşliğinde, Türkçe olarak icra edermiş116. Kayserili Âşuğ Cemalî’nin oğlu olan Ziynetî, şiirlerini daima bağlama eşliğinde ve Türkçe söylermiş117. Kayserili Âşuğ Ğanî’nin, şiirlerini keman eşliğinde söylediği belirtilmektedir. Keman dışında saz çalıp çalmadığına dair bilgi yoktur118. Cedidî119, Lûtfî/Hovhannes Balıkçıyan120 kalem şuarası olarak bilinirler. 111 Dağlı, a.g.e., s.12; Bayrak, a.g.e., s.133. 112 Ermenilerin saz (bağlama) çalmaktan daha çok bu aletlerin yapımcılığını üstlendikleri de bildirilmektedir Melih Duygulu, “Anadolu Ermeni Müziğinde Bölgesel Etkileşimler”, Uluslar Arası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri, Evrak Yayını, Ankara 2001. 113 Dağlı, a.g.e., s.12; Bayrak, a.g.e., s.133. 114 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.100; Bayrak, a.g.e., s.415. 115 Bayrak, a.g.e., s.418. 116 Bayrak, a.g.e., s.655. 117 Bayrak, a.g.e., s.696. 118 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.81-82; Bayrak, a.g.e., s.309. 119 Bayrak, a.g.e., s.203. 120 Bayrak, a.g.e., s.410. 450 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Kayserili Âşuğ Cemalî, İlmî, Kalust Dedeyan, Lûtfî’nin saz çalıp çalmadığı bilinmemektedir121. Doğmaca Söyleme ve Atışma Çobanyan, Âşuğ karşılaşmalarını şâirâne mücadele olarak adlandırır ve şöyle anlatır: Ustalarla çıraklar, eski Aşuglardan mürekkep bir hakem heyetinin önünde ve birçok halk karşısında otururlar. Hemen o anda (bi’lbedâhe) şiirler söyliyerek üstün gelmeğe çalışırlar. Ustalardan biri muayyen bir mevzû üzerinde bir manzûme okur. Şâkirdler, yine derhal, aynı mevzûa dair, aynı vezin ve kafiye ile cevap vermek, yahut rakip olan üstâdın ortaya koyduğu muammayı manzum olarak halletmek mecbûriyetindedirler. Hangi şâkird bu mücadeleden muvaffakıyetle çıkarsa, o da üstat mertebesine erişmiş olur122. Âşuğ Kul Elfazî, Âşuğ Nâdirî’nin123 doğmaca şiir söyleme ve atışma yeteneği vardır. Âşuğ İzanî’nin doğmaca şiir söyleme ve atışma yeteneği güçlüdür. Ardahan’a giderek Çıldırlı Âşık Şenlikle atışmıştır124. Kayserili Kul Elfazî, Doğu Anadolu bölgesinde ve Bağdat’ta çeşitli âşıklarla ve âşuğlarla atışmalar yapmıştır. Muhibbî ile atışması meşhurdur125. Harbî ve Mahcubî kardeşler, Van’da iki âşıkla buluşur: Erzurumlu Agop ve Küçük Âşık126. Cedidî127 ve Lûtfî/ Hovhannes Balıkçıyan128 doğmaca şiir söylemez, kalem şuarası olarak bilinirler. 121 Bayrak, a.g.e., s.213. 122 Köprülü, a.g.e., s.242. Doğmaca söylenilen şiirlerin büyük kısmı unutulur. Okur-yazarlar tarafından cönklere, mecmualara geçirilenler ile hafızalarda saklananlar kısmen de olsa korunurlar. Sözlü kültüre mal olan ürünlerin çoğunun söyleyicileri de unutulur. Çobanyan’a göre; Âşugların hemen hepsi, Müslümanların halk şiirlerine vâkıftırlar ve ondan bazı şîve ve edalar, bazı mecazlar, bazı nazım şekilleri almışlardır; lâkin bu ikdibas sırf şekle ait olup esas tamamıyle müstakildir. Bilakis, bu Âşuglar, Müslümanlardan aldıklarından fazla, onlara bazı şeyler vermişlerdir. Köprülü, a.g.e., s.244. 123 Bayrak, a.g.e., s.481. 124 Alboyacıyan, a.g.e., s.1561; Amiryan, a.g.e.; Hınçer, a.g.e.; Bayrak, a.g.e., s.354. 125 Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, s.62, 94-98; Bayrak, a.g.e., s.263. 126 Bayrak, a.g.e., s.175; Amiryan, a.g.e.; Pamukciyan, “Cönkler ve Kompilasyonlar”. 127 Bayrak, a.g.e., s.203. 128 Bayrak, a.g.e., s.410. 451 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Âşuğ Cemalî129, Âşuğ Fakirî’nin130 doğmaca söyleyip söylemediği bilinmemektedir. Söyleştirme Âşıklık gelenekleri içinde yaygın olan bir dal da söyleştirmedir. Bu geleneğe deyiştirme veya atıştırma adları da verilmektedir. Bu geleneğe göre bir âşık/âşuğ birden çok kişiyi, değişik varlıkları hayalî olarak söyleştirmektedir. Âşıkların Kayserili Âşuğ Mevzunî’nin 35 dörtlükten oluşmuş bendedir redifli şiiri söyleştirme geleneğine güzel bir örnektir131. Mevzunî, bu şiirinde, teşhis ve intak (kişileştirme ve konuşturma) sanatı yaparak yer ile göğü söyleştirmektedir. Hikâye Anlatma Ermeni harfleriyle basılmış Türkçe halk kitapları arasında meddah hikâyeleri ile çok sayıda halk hikâyelerinin de bulunması dikkat çekicidir. Bunlar hikâye anlatma geleneğinin yazılı kültüre yansıması olarak düşünülmelidir. Âşık Garip, Âşık Kerem ile Aslı, Âşık Kurbanî ile Perizad, Tahir ile Zühre, Asuman ile Zeycan, Arzu ile Kamber, Köroğlu, Leylâ ile Mecnun, Melik Şah ile Güllü Hanım, Şah İsmail ile Gülizar Hanım, Mahifiruz ile Razınihan, Ferhat ile Şirin, Tayyarzade, Yedi Âlimler, Hikâye-i Mansur, vb. gibi halk hikâyeleri Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanmıştır132. Âşık Garip, Âşık Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Leylâ ile Mecnun, Melik Şah ile Güllü Hanım, Şah İsmail ile Gülizar Hanım vb. hikâyelerin kapaklarında genellikle Türküleriyle Beraber ifadelerine de yer verilmesi ilginçtir. Ermeni harfleriyle basılmış meddah hikâyelerinden bazılarını da anmakta yarar vardır: Meddah Hikâyesi Hacı Vesvese133, Meşhur Meddah Kız Ahmet Efendi’nin Rivayet Ettiği Kapucubaşı Hikâyesi- Taklitleri ile 129 Bayrak, a.g.e., s.213. 130 Bayrak, a.g.e., s.284. 131 Bayrak, a.g.e., s.455-458. 132 A. Turgut Kut, “Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Halk Kitapları”, Halk Kültürü, 1984/1, Birinci Kitap, İstanbul 1984, s.74-77. 133 Meddah Hikâyesi Hacı Vesvese, Asitane 1871, s.35. 452 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Beraber134, Meşhur Meddah Kız Ahmet Efendi’nin Rivayet Ettiği Lüleci Ahmet’in Menkıbesi135vb. Cemalî’nin 1998-1904 yılları arasında Köroğlu kol destanlarından bir çoğunu Ermenice’ye çevirdiği belirtilmektedir136. Usta Malı Söyleme Âşıklar, yanlarında yetiştikleri usta âşıkların ve/veya manevî olarak usta kabul ettikleri âşıkların şiirlerini de söylerler. Saz ve söz meclislerinde usta âşıkları hatırlamak ve şiirlerinden örnekler icra etmek de âşık tarzı kültür geleneğinin icaplarından biri olarak kabul edilmiştir. Âşuğ İlmî, usta malı şiirler söylemeyi yeğlerdi. Başarılı bir âşuğ olmadığı, şiirlerinin orta değerde olduğu belirtilmektedir137. Tarih Bildirme Klâsik Türk edebiyatında uygulanan tarih düşürme geleneğinin âşık edebiyatındaki benzeri tarih bildirme geleneğidir138. Halk şâirleri, toplumu yakından ilgilendiren veya kendilerince önemli gördüğü olaylardan bahsederken, genellikle ilk dörtlükte tarih bildirirler. Âşıkların yaşadıkları döneme ait tarihî ve sosyal olayların aydınlanmasında bu geleneğin yeri ve önemi büyüktür. Tarih bildirilirken Hicrî, Rumî veya Milâdî takvim esas alınmış olabilir. Ölçü, vezin ve kafiye gereği tarihlerde bazı kısaltmalar yapılmış olabilir. Âşuğ Cemalî’nin Dasitan-ı Elem Beyan adlı şiirinde tarih bildirme vardır: 134 Meşhur Meddah Kız Ahmet Efendi’nin Rivayet Ettiği Kapucubaşı Hikâyesi- Taklitleri ile Beraber, Asitane 1871, s.31; Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz. Kut, a.g.e., s.72-73. 135 Meşhur Meddah Kız Ahmet Efendi’nin Rivayet Ettiği Lüleci Ahmet’in Menkıbesi, Asitane 1872, s.45 (İstanbul, Vezir Hanı’nda No: 20); Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz. Kut, a.g.e., s.72-73. 136 Türkmen, “Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri”, Yeni Türkiye, S.38, Ankara 2001, s.989. 137 Bayrak, a.g.e., s.348. 138 Ayrıntılı bilgi için bkz. Durbilmez, “Tarihî Olay-Edebî Metin İlişkileri Bağlamında Kıbrıs Konulu Aşık Tarzı Şiirler Üzerine Bir Değerlendirme”, Proceeding of the Third İnternational Congress for Cyprus Studies, Vol. 2, Linquistic and Literature, Gazi Magosa, s.87-105; Durbilmez, “Sarıkamış (Kars) ve Yöresinde Âşık Tarzı Kültür Gelenekleri”, Folklor and Etnografy, S.9, Bakü 2006, s.42-51. 453 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sen bin sekiz yüz seksen sekiz tam Mayıs yirmi dördün gecesi encam İşbu faciayı hasılı kelâm Gazeteler halka ettiler ilân139. Sonuç Araştırma sonunda tespit ettiğimiz bilgileri şöyle özetleyebiliriz140: 1. Kayserili olan, Kayseri’de yaşamış olan veya Kayserili olduğu söylenen 35 kadar âşuğ tespit edilmiştir. Bu âşuğların çoğunlukla XVIII. ve XIX. yüzyılda yaşadıkları görülmektedir. 2. Âşuğların özgeçmişleri ve şiirleri hakkında bilgi bulabildiğimiz kaynaklar; yayımlanmış kitap ve kataloglar, Ermeni harfli Türkçe cönkler ve mecmualar, Osmanlı harfli Türkçe cönkler ve mecmualar, basmalar, sözlü kültür geleneği içindeki kaynak kişiler ve şâirnamelerdir. 3. Kayserili âşuğların hepsi de Türkçe bilmekte ve şiirlerinde kullanmaktadır. Bazı âşuğların Türkçe’den başka Farsça ve Ermenice şiirleri de vardır. 4. Âşuğların şiirlerinde kullandıkları nazım birimi, nazım şekli ve nazım türleri de âşık tarzı şiirlerle uygunluk göstermektedir. 5. Kayserili âşuğlarda şiire yönelme; soyaçekim, usta-çırak ilişkisi, sazlı sözlü ortamlarda bulunma, bir hastalığa yakalanma gibi sebeplerle olmuştur. Bu özelliklerin Türk âşıkları için de geçerli olduğu bilinmektedir. 139 Bayrak, a.g.e., s.213. 140 Köprülü, Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesirleri başlıklı incelemesini dört maddede özetler: 1. Türkler’in doğrudan doğruya kendi eserleri olup, başlangıcı tâ İslâm’dan önceki devirlere kadar çıkan ve tekâmül tarihinin bütün safhaları tarafımızdan gayet vâzih bir sûrette meydana çıkarılan ‘Âşık edebiyatı’nda, hiçbir Ermeni veya Hıristiyan tesiri olmayıp, Türkçe yazan Ermeni Âşıkları’nın eserleri de tamamıyle Türk zevk ve ilhâmı ile yazılmıştır. 2. Ermeni Âşug’larının isimleri ve kullandıkları mûsıkî âleti bile, aynen Türklerden alınmıştır. 3. Türkler sayıca çok ve siyasetçe hâkim bulundukları gibi, medeniyetçe de Ermeniler’den yüksek olduklarından, Ermeniler, Türk harsını benimsemek mecbûriyetinde kalmışlardır. Bunun en büyük delillerinden biri de, Ermeniler’den birçok Türk Âşıkları yetişmesi ve bunların sâir Türk Âşıkları gibi ekseriyetle Bektaşı ve Alevî olmalarıdır. Esasen Bektaşılık, tam bir Türk tarîkatıdır. 4. Son zamanlara âit Ermeni Âşug’larının Türk âşıklarından şekil ve edaca birçok iktibaslarda bulunduklarını, Çobanyan bile inkâr etmiyor. Köprülü, a.g.e., s.268. 454 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ 6. Âşık tarzı kültür geleneklerinden mahlas alma, usta-çırak ilişkisi, mûsıkî eşliğinde şiir söyleme, doğmaca söyleme ve atışma, söyleştirme, hikâye anlatma, usta malı söyleme ve tarih bildirme Kayserili âşuğlarda da görülmektedir. Âşuğların kullandıkları mahlaslar âşıklar tarafından da kullanılan mahlaslardır. Kalust Dedeyan ve Peprone Çamurcıyan’ın âşık tarzı şiirlerinde mahlas kullanmadıkları görülür. Lûtfî, Mahcubî ve Ziynetî mahlasları ise ikişer Kayserili âşuğ tarafından benimsenmiştir. Kayserili âşuğların kullandıkları Meydânî ve Sefâyî mahlaslarının, yine Kayseri’de yaşayan Türk ve Müslüman iki âşık tarafından günümüzde de kullanılır olması dikkat çekici bir husustur. Hikâye anlatma geleneği içinde anlattıkları hikâyeler Türk halk hikâyeleridir. Sözlü olma, geleneğe bağlılık, benimsenme/sahiplenilme, çeşitlenme, kalıplaşma gibi özellikleri bu hikâyelerde de görülmektedir. 7. Âşuğların çoğunlukla Alevîlik ve Bektaşîliğ’i benimsedikleri, bunlardan bir kısmının kendisini Alevî-Kürt gibi göstererek Ermeni olduklarını gizledikleri anlaşılmaktadır. Türk âşıkları içinde de Alevî-Bektaşî olanlarının azımsanmayacak kadar çok olduğu bilinmektedir. Bektaşîliğ’in Türk tarikatı olduğu kabul edilmektedir. Bu sanatçıların Hıristiyan Türkler olup olmadıkları yeni bilgi ve belgelerle araştırılmalıdır. 455 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Alboyacıyan, Arşak, Badmutyun Hay Gesaryo, 2. Cilt, Kahire 1937. Amiryan, Haçik Bedros, Turkalezu Hay Âşuğner, Paris 1991. Bayrak, Mehmet, Alevî-Bektaşî Edebiyatında Ermeni Âşıkları (Âşuğlar), Özge Yayınları, Ankara 2005. Çobanyan, Arşak, Les Trouvéres Arméniens (Ermeni Âşuğları), Paris 1906. Dağlı, Yahya Muhtar, Bektaşî Edebiyatından Tokatlı Gedâyî (Hayatı ve Eserleri), Maarif Kitabevi Yayını, İstanbul 1943. Durbilmez, Bayram, Taşpınarlı Halk Şâirleri, Kayseri 1998. __________, “Tarihî Olay-Edebî Metin İlişkileri Bağlamında Kıbrıs Konulu Aşık Tarzı Şiirler Üzerine Bir Değerlendirme”, Proceeding of the Third İnternational Congress for Cyprus Studies, Vol. 2, Linquistic and Literature, Gazi Magosa. __________, “Sarıkamış (Kars) ve Yöresinde Âşık Tarzı Kültür Gelenekleri”, Folklor and Etnografy, S.9, Bakü 2006. Durbilmez, Bayram, Âşık Meydânî, Hayatı-Sanatı- Şiirlerinden Örnekler, Kayseri 2000. Duygulu, Melih, “Anadolu Ermeni Müziğinde Bölgesel Etkileşimler”, Uluslar Arası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri, Evrak Yayını, Ankara 2001. Hınçer, İhsan, “Türkçe Yazan Ermeni Şairleri”, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Sayı 125, İstanbul 1959. İzzet Ulvi, “Halk Şâiri Zeki”, Türk Yurdu, C.3, İstanbul 1329/ 1913. Koz, Sabri, “19. Yüzyıldan Üç Âşuğ: Bîdârî, Serverî ve Nâmî”, I. Türk Halk Kültürü Araştırma Sonuçları Sempozyumu Bildirileri-II, Ankara 1996. Köprülü, Mehmet Fuad, “Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesirleri”, Türk Edebiyatı Araştırmaları 1, 3. Baskı, Ötüken Yayını, İstanbul 1989. Kut, A. Turgut, “Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Halk Kitapları”, Halk Kültürü, 1984/1, Birinci Kitap, İstanbul 1984. Ozanoğlu, İhsan, Kastamonunun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar: Meydanî, Kastamonu 1960. Sevük, İsmail Habib, Edebî Yeniliğmiz II, MEB Yayını, İstanbul 1932. Pamukciyan, Kevork, “Ermeni Harfli Türkçe Bir Destan”, Türk Folkloru, S.10 (Mayıs), İstanbul 1980. __________, “Onyedinci Yüzyıldan Kalma Ermeni Harfli Türkçe Üç Halk Şiiri”, Halk Kültürü, 1984/4, Dördüncü Kitap, İstanbul 1984. __________, “Türkçe Şiirler İhtiva Eden Ermenice ve Ermeni Harfli Türkçe Yazma Cönkler ve Kompilasyonlar”, Halk Kültürü, S.1985/1, Beşinci Kitap, İstanbul 1985. __________, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, Aras Yayını, İstanbul 2002. Ramazanov, Yusuf, Azerbaycan Dilinde Yazıp Yaradan Ermeni Âşıgları, Bakü 1976. 456 Öğt. Gör. Dr. Bayram DURBİLMEZ Türkmen, Fikret, “Türk-Ermeni Âşık Edebiyatı İlişkileri”, Osmanlı Araştırmaları III, İstanbul 1982, s.13-20. __________, “Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri”, Yeni Türkiye, S.38, Ankara 2001. 457 XVII. YÜZYILDA ERZURUM ŞEHRİ’NDE UYUMLU BİR YAŞAM: TÜRK-ERMENİ BİRLİKTELİĞİ Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: [email protected], [email protected]; Tel:0 442 231 36 39 Özet XVI. yüzyılın başlarında Osmanlı idaresine geçen Erzurum şehri, iskân ve imar faaliyetleri kapsamında yapılan yatırımlarla yüzyılın sonlarına doğru müstahkem bir konuma gelmiştir. Özellikle XVI. yüzyılın sonlarında aldığı göçlerle büyüyen şehirde, Ermeni nüfusunun varlığı dikkat çekmektedir. Şehrin gelişmesine katkıda bulunan bu unsurlar, Türk idaresi altında hayatlarını problemsizce devam ettirdiler. Şehir hayatında herhangi bir ayrıma tâbi tutulmadan Türklerle aynı mahallerde de yaşayabildikleri gibi esnaf örgütlenmesine dâhil edildiler. Birlikte yaşamanın gereği devrin siyasî, sosyal ve ekonomik hadiselerinden aynı ölçüde etkilendiler. Bilhassa Celâlî isyanları, eşkıya faaliyetleri, vergi ve fiyat artışları, enflasyon ve savaşlar bu bağlamda zikredilebilir. Şehir halkı, bu gibi vakalarda kader birliği yaparak zorlukların üstesinden gelmeye çalıştı. Dinî hususiyetlerin dışında farklı muameleye görmeyen Ermeniler, Erzurum’da uyum içerisinde hayatlarını sürdürdüler. Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK Giriş Anadolu’nun en eski ve en büyük şehirlerinden birisi olan Erzurum; Fırat Nehri’nin yukarı havzasında geniş bir ovanın kenarında, Palandöken Dağı’nın eteğinde meyilli bir satıh üzerine tesis edilmişti. XVI. yüzyılın başlarında Osmanlı idaresi altına giren Erzurum, Anadolu ile Kafkaslar, İran ve Trans-Kafkasya’nın bağlantısı konumunda olmasından dolayı uluslararası ticaret merkezleri arasında yer almakta ve askerî ehemmiyetine binaen intiha-yı serhadd-i Acem olarak tanımlanmaktaydı1. Osmanlı hakimiyetiyle birlikte Erzurum’daki Türk ile Ermeni birlikteliğinin başlangıcını tespit edebilmek gayesiyle öncelikli olarak konu ile ilgili arşiv kayıtları incelendi. Şehir, 1520 tarihli ilk tahririnde hali ve harab olmağın timara virülmeyüb dâhil-i muhasebe değildir2 şeklinde tanımlandığından meskûn herhangi bir nüfusun olmadığı kanaati uyandı. Ancak 12 mahalle ve 15 000 akçe gelirinin olması3 göz önüne alındığında az da olsa belirli miktarda nüfus olmalıydı. Bu ilk sayımda nüfus unsurları arasında Ermenilerin olduğuna dair herhangi bir bilgiye rastlanmadı. 1540’daki tahrirde yavaş yavaş iskân edilen şehirde 27 mahalle ve toplam 76 Müslüman hane vardı. Ancak Ermenilerin mevcut olduklarına dair herhangi bir bilgiye tesadüf olunmadı4. 1 2 3 4 Bilgehan Pamuk, XVII. Yüzyılda Bir Serhad Şehri Erzurum, İstanbul 2006, s.27, 61. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrir Defteri (TD), Belge No: 387, v.436. BOA, TD, Belge No: 387, v.436; BOA, TD, Belge No: 966, s.78. BOA, TD, Belge No: 205, s.15-24. 461 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1591 yılında ciddi bir nüfus artışı görülmektedir5. Tahrir sayımı neticesinde 548 nefer6 olup bunların 186’sı Müslüman, 362’si ise zımmîydi7. Gerek hane ve gerekse nefer olarak kaydedilenlerin kaç kişiden oluştukları konusu kesinlik kazanmamıştır. Genelde kabul edilen görüş göre bir hanenin beş kişiden meydana geldiğiydi8. Bu görüşten hareketle; 1591’deki şehir nüfusu, 548 x 5 = 2 740 idi. Ancak şehirlerdeki hane sayısının, daha az kişiyi ihtiva ettiği 3 kişiden oluştuğu hakkında farklı bir görüş daha vardı9. Buna göre ise şehir nüfusu, 548 x 3 = 1 644’tü. Netice itibariyle 1 600 ile 2800 arasında nüfus bulunmaktaydı. Vergi veren nüfusun yanında vergiden muaf olanlar da göz önüne alındığında şehir nüfusu, muhtemelen 4 500 – 5 500 civarındaydı10. Tahrir defterinde 362 nefer vergi ödeyen gayrimüslim kaydedilmişse11 de 325 neferin olduğu belirlenmiştir. Zımmîyan olarak tanımlanan gayrimüslimlerin etnik kimliklerine dair herhangi bir malûmat yoktu. Ancak gayrimüslim isimlerinin hemen hemen hepsi Ermenilerin kullandıkları isimlerdi12. Agop, Aleksanos, Arutin, Avek, Bağdasar, Bedros, Bunyad, Haçik, Karabed, Kirkor, Ovannes, Semavin, Serkis ve Toros gibi Ermeni isimlerinin yanı sıra Ağ Baba, Babacan, Hüdaverdi, İskender, Karaca Karaman, Kaya Şah ve Murat gibi Türkçe isim taşıyanlar da vardı13. Şehirde meskûn Ermenilerin isimlerinin yanı sıra nüfusları da belirlenmeye çalışıldı. Nüfuslarının tespiti için 5 sayısı itibara alındığında, 362 x 5 = 1 810 sayısı elde edildi. Ancak tetkikler sonucunda 37 hane eksik ol5 6 7 8 9 10 11 12 13 Tapu Kadastro Kuyud-ı Kadime Arşivi (TKKA), Tapu Defteri (TD), Belge No: 41, v.1013. XVI. yüzyıl sonlarına doğru yapılan sayımlarda, hane yerine nefer yazılmıştır. Turan Gökçe, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Lazkiyye (Denizli) Kazası, Ankara 2000, s.88. TKKA, TD, Belge No: 41, v.13; İncelemeler neticesinde şehirde, 549 nefer olup bunların 224’ünün Müslüman ve 325’inin zımmîlerden oluştuğu tespit edilmiştir. Ömer Lütfi Barkan, “Tarihi Demografi Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”, Türkiyat Mecmuası, C.X, İstanbul 1956, s.12; Feridun M. Emecen, Manisa Kazası, Ankara 1989, s.55. Mehmet Öz, “Tahrir Defterlerindeki Sayısal Veriler”, Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik, Ankara 2000, s.21; Ronald Jennings, “Urban Population in Anatolia in the Sixteenth Century A Study of Kayseri, Karaman, Amasya, Trabzon and Erzurum”, International Journal of Middle East Studies, Volume 7, 1976, s.51. Pamuk, a.g.e., s.122. TKKA, TD, Belge No: 41, v.10-13. Jennings, a.g.e., s.49; Dickran Kouymjian, “The Decline and Revival of Erzurum: Sixteenth-Eighteenth Centuries”, Armenian Karin/Erzerum, California 2003, s.127. TKKA, TD, Belge No: 41, v.10-13; Jennings, a.g.e., s.49; Kouymjian, a.g.e., s.127. Türkçe isim kullanan Ermeniler için bkz. Nejat Göyünç, Türkler ve Ermeniler, Ankara 2005, s.5657. 462 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK duğu göz önüne alındığında, 325 x 5 = 1 625 sonucuna ulaşıldı. Klasik görüşe göre yapılan bu değerlendirmenin yanı sıra 3 sayısına göre hesaplama yapıldığında, 362 x 3 = 1 086; belirlenen sayıya göre, 325 x 3 = 975 rakamı elde edildi. Netice itibariyle Ermeni nüfusu 900 – 1 800 arasındaydı. 1520 ile 1540 yılları arasında şehir nüfusunun oldukça az olmasına karşılık, yüzyılın sonlarına doğru özellikle Ermeniler açısından hızlı bir şekilde arttığı gözlenmektedir. Öyleki nüfusun yaklaşık on kat arttığına işaret edilmektedir14. Yaklaşık 50 yıllık bir zaman zarfında şehirdeki Ermeni nüfusunun nasıl oluştuğuna dair kaynaklarda bilgi olmamasına15 karşın bunların göçlerle geldikleri tahmin edilmektedir16. Nitekim XVI. yüzyılda Doğu Anadolu’nun Osmanlı hakimiyetine geçmesinden sonra kırsal kesimde yaşayan gayrimüslim halk, şehirlere göç etmiştir17. Muhtemelen Erzurum şehrideki nüfus artışı da benzer bir durum arz etmektedir. XVII. yüzyıldaki Türk-Ermeni birlikteliğinin belirlenmesi açısından özellikle 1640 ile 1646 tarihleri arasındaki avârız ve cizye defterlerinden istifade edildi18. Arşiv kayıtlarının değerlendirilmesi sırasında karşılaşılan en önemli problemlerden birisi gayrimüslimlerin etnik kimliklerine dair herhangi bir malûmatın olmamasıydı. Sorunu kısmen de olsa çözebilmek için hem avarız hem de cizye defterindeki gayrimüslim isimleri incelendi. Tespit edilen isimlerin hemen hemen hepsinin Ermenilere ait olduğu anlaşıldı. Resmî kayıtlardan elde edilen bilgiler, diğer kaynaklarla karşılaştırıldı. Özellikle seyyahların eserlerinden Ermenilerin mevcut olduğu anlaşıldı19. Keza Evliya Çelebi, Ermenilere ait yedi mahallenin olduğunu 14 15 16 17 Jennings, a.g.e., s.49. TKKA, TD, Belge No: 41, v.10-13. Jennings, a.g.e., s.49. Göyünç, a.g.e., s.61; Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989, s.61-62; Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemizgezek Sancağı, Ankara 1999, s.61. 18 Linda Darling, Revenue-Raising and Legitimary Tax Collection and Finance Administration in the Ottomon Empire 1560-1660, Leiden 1996, s.100-108; Oktay Özel, “17. Yüzyıl Osmanlı Demografi ve İskân Tarihi İçin Önemli Bir Kaynak: Mufassal Avârız Defterleri”, XII. TTK Kongresi’ne (12-16 Eylül 1994) Sunulan Bildiriler III, Ankara 1999, s.738-739. 19 Jean Baptiste Tavernier, Les Six Voyages de Jean Baptiste Tavernier, Ecuyer Baron Daubonne Qu’il a Farten Turquie en Perse et aux. Indes C.I, Paris 1676, s.19; Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi II, İstanbul 1335, s.210,213; Josep P. De Tournefort, A Voyage into Levant II, London 1718, s.195; Par K. Kostaneants, “Erzeroum Ou Topographie De La Haute Armenie-De Hakoub Karnetsi (XVII. Siecle), Journal Asiatique, Tome. XIII, Paris 1919, s.156; Hrand D. Andreasyan, Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi 1608-1619, İstanbul 1964, s.153-154; Kouymjian, a.g.e., s.128-129. 463 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER belirttiği20 gibi Tournefort 6 000 civarında Ermeni nüfusundan bahsetmektedir21. 1642 yılında Erzurum şehrinde yaşayan gayrimüslimler arasında; Abraham, Adis, Ador, Agop, Ahsador, Aleksan, Andernas, Andon, Arakil, Arslan, Arto, Arutin, Aslan, Asnik, Avadis, Avak, Avid, Azad, Bağdasar, Bali, Bedros, Bogos, Budak, Davit, Elis, Gaspar, Gevher, Gukas, Haçadur, Haçik, Hırand, İskender, Kara oğlan, Karabed, Karagöz, Karahan, Kazzaz, Kevork, Kirakos, Kirkor, Magar, Manok, Mardiros, Margirid, Melek, Melkon, Maryam, Mıgırdiç, Mihnar, Minas, Minasyan, Movses, Murat, Orhan, Ovannes, Sahak, Sefer, Semavin, Serkis, Simon, Sinan, Susan, Şah Beği, Şahbaz, Tavit, Toros, Vartan, Varteres gibi Ermeni isimleri bulunmaktaydı. Önceki sayımda olduğu gibi bu sayımda da Türkçe isim taşıyanlar vardı. Ermeniler; avârız vergisi ödeyen 335 hane ile birlikte ‘amel-mande, fakir, kimsesiz, ama, pir-i fanî ve muhtelif hizmetlerinden dolayı muaf 74 hane ki toplam 409 haneydi22. Şehir geneli için % 18.3’lik bir paya sahip olan Ermenilerin nüfus mevcudu; 409 x 5 = 2 045 olabileceği gibi 409 x 3 = 1 227 olması da muhtemeldi. Yaklaşık bir yıl sonraki avârız icmal defterinde ise gayrimüslimlerden sadece vergi ödemeye mükellef 262 hane bulunmaktaydı23. Buna göre nüfus miktarı; 262 x 5 = 1 310 olabileceği gibi 262 x 3 = 786 da olabilirdi. Netice itibariyle Ermeni nüfusu 1 200 ile 2 000 civarındaydı24. Gayrimüslim halkın belirlenmesinde mufassal cizye defterleri önemli bir diğer kaynaktı25. Gayrimüslim tebaanın askerî hizmetlerine karşılık, sağlam erkek nüfustan alınan cizye vergilerinin kaydedildiği defterlerdi26. Cizye vergisini ödemekle yükümlü olanlar belirli bir gelir düzeyine sahiplerdi. Rahipler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ve bedensel özürlüler, kanun gereğince vergiden muaflardı27. Ayrıca kamu hizmetinde istihdam edilenler de muaf tutulurlardı28. 20 21 22 23 24 25 26 Evliya Çelebi, a.g.e., s.210. Tournefort, a.g.e., s.195. BOA, Maliyeten Müdever Defter (MAD), Belge No: 5152, s.2-75. BOA, MAD, Belge No: 6422, s.6. Erzurum şehrinin nüfus durumu için bkz. Tablo 1. Darling, a.g.e., s.100. Cevdet Küçük, “Tanzimat’ın İlk Yıllarında Erzurum’un Cizye Geliri ve Reâya Nüfusu”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 31, İstanbul 1978, s.199. 27 Boris Christoff Nedkoff, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Cizye”, Belleten, Sayı VIII, Çeviren Şinasi Altundağ, Ankara 1944, s.623. 28 BOA, MAD, Belge No: 4621, s.4-5, 7-12; Belge No: 2929, s.13-16; Belge No: 15633, s.1. 464 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK Erzurum’un mufassal cizye sayımı 1643’te tamamlandı. Abraham, Agop, Agopyan, Ahsador, Aleksan, Andernas, Andon, Arakil, Arslan, Arto, Arutin, Ashan, Avadis, Avedik, Avak, Aydın, Babacan, Baben, Bağdasar, Bali, Bedros, Bogos, Bozan, Budak, Davit, Gaspar, Gukas, Haçadur, Haçik, Hagop, Hırand, Hümahan, İskender, Karabed, Kara oğlan, Karagöz, Karahan, Karaman, Kazzaz, Kevork, Kirakos, Kirkor, Levon, Manok, Mardiros, Melkon, Mesih, Mıgırdiç, Mihnar, Minas, Minasyan, Movses, Murat, Muratyan, Orhan, Ovannes, Sahak, Sanos, Sefer, Seferyan, Semavin, Serkis, Simon, Sinan, Tavit, Tomas, Toros, Vartan, Varteres gibi Ermeni isimleri mevcuttu. Gayrimüslimler arasında Türkçe isim taşıyanlar da vardı. Erzurum’da sayımın bitiminden hemen sonra veba salgını çıktı. Vatandaşlarının güç durumda kaldığını gören idare, mağduriyetin olmaması için yeniden sayım yapılmasına karar verdi29. Vebadan önce 604 nefer var iken salgından dolayı nefer sayısı 544’e düştü. Muhtelif hizmetlerden ötürü cizye hesabına dâhil edilmeyenler de vardı. Bu unsurlar da göz önüne alındığında toplam nefer sayısı 574 idi30. Buna göre; nüfus mevcudu, 574 x 5 = 2 870 olabilirdi. Klasik değerlendirmelere karşı cizye defterlerinde kayıtlı neferler için 5 sayısı yerine, 3.5 sayısının alınması gerektiği yönündeki görüş de itibara alındı31. Buna göre; 574 x 3.5 = 2 009 rakamı elde edildi. Böylelikle Ermeni nüfusunun 2 000 ile 2 900 arasında olabileceği sonucuna ulaşıldı32. 1643’ten sonra da veba etkisini sürdürdü. 1645’te gayrimüslim ahalinin çoğunluğunun öldüğü, geri kalanların ise cizye ödemeye takatleri olmadığı için yeniden cizye yoklamasının yapılması istendi33. Osmanlı idaresi, vatandaşlarının taleplerini yerinde bularak 1648’de cizye sayımı yaptırdı. Cizye ödeyen 500 nefer, muaflar ise 15 neferdi34. Veba salgını nedeniyle gayrimüslim nüfusun mevcudunda azalma dikkati çekmektedir. Bu tarihteki nüfus mevcudu ise 515 x 5 = 2 575 olabileceği gibi 515 x 3.5 = 1 803 de olması muhtemeldi. Netice itibariyle 1648’de şehirdeki gayrimüslimler, 29 30 31 32 33 34 BOA, MAD, Belge No: 2929, s.440. BOA, MAD, Belge No: 2929, s.6-19; Belge No: 4621, s.2-15. Darling, a.g.e., s.101 Gayrimüslim nüfusun mahallelere dağılımı için bkz. Tablo 2. BOA, MAD, Belge No: 2765, s.128. BOA, MAD, Belge No: 15633, s.1. 465 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1 800 – 2 600 arasında bir nüfusa sahipti35. Nitekim Rahip Hakop, 1662’de şehirde 2 000 civarında Ermeninin olduğuna değinmektedir36. 1701 yılında Erzurum şehrinde 6 000 Ermeninin olduğu iddia edilmişti37. Ancak 1691–1692 yılına ait resmî kayıtlarda, 4 000 civarında gayrimüslim bulunmaktaydı. Yaklaşık on yıl bir sürede bu denli bir nüfus artışının olması güç olacağından, özellikle batılı gezginlerin verdiği nüfus bilgilerine ihtiyatla bakılmalıdır38. Batılı gezginler, gittikleri yerlerde umumiyetle gayrimüslim toplum içerisinde kaldıklarından bunlara dair verdikleri nüfus miktarları abartılı rakamları içermektedir. Osmanlı idaresi altındaki Ermeniler diğer Osmanlı vatandaşları gibi devrin siyasî ve sosyal olaylarından aynı ölçüde etkilendiler. XVI. yüzyılın sonları ile XVII. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Celâlî isyanları, Anadolu’nun diğer şehirlerinden görüldüğü üzere Erzurum’da da etkili oldu. Müslüman halk gibi gayrimüslim halk da göç etmek zorunda kaldı39. Safevîlerle olan savaşlar40, Abaza Mehmed Paşa isyanlarının ve veba salgının olumsuz tesirleri olmasına karşın Ermeni nüfusunun arttığı görülmektedir. Ermenilerin şehirdeki yerleşimleri ile ilgili herhangi bir kısıtlamaya gidilmemiştir. İstedikleri taktirde sadece kendilerinin meskûn oldukları mahallelerde kalabildikleri gibi Türklerle birlikte aynı mahallelerde komşuluk yapabilmişlerdi. Şehir hayatında etkileri yadsınamayacak ölçüde olan Ermeniler, diğer vatandaşlara tanınan haklara sahiplerdi. Kiliseleri ve kiliseye ait mekânları özel statüye tâbi tutulurdu. Mülk olarak tasarruf ettikleri toprakları ve binaları vardı. Şehirde yaşayan iki topluluk birbirlerini o denli benimsemişlerdi ki Türkler Ermenilerin, Ermeniler de Türklerin kiracısı olmuşlardı41. 35 36 37 38 39 Gayrimüslim nüfusun mahallelere dağılımı için bkz. Tablo 3. Kostaneants, a.g.e., s.156. Tournefort, a.g.e., s.195. Pamuk, a.g.e., s.134. BOA, MAD, Belge No: 3260, s.120; Belge No: 5568, s.190. …Erzurum ve Trabzon ve Gürcistan kazalarının cizyeleri her sene asitane-yi sa’adetten cem’ olunurken birkaç seneden berü Celâlî müstevli olmasıyla reaya perakende ve perişan olmağın...., BOA, MAD, Belge No: 5568, s.204. 40 Osmanlı-Safevî Savaşları sırasında Doğu Anadolu’dan birçok Ermeni göç etmek zorunda kalmıştır. Göyünç, a.g.e., s.61. 41 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.7, 55, 56, 57, 61, 65. 466 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK Osmanlılar, Ermenilere karşı ilk andan itibaren engin bir hoşgörü ile yaklaşmışlardı42. Fatih Sultan Mehmed hiçbir mecburiyeti yok iken Ermenilere dinî vecibelerini yerine getirebilmeleri için bir takım imtiyazlar verdi ve Bursa’dan Ermeni Piskoposu Hovakim’i İstanbul’a getirterek Ermeni Patrikliği’nin teşekkülüne olanak sağladı43. Yavuz Sultan Selim, Kudüs’ü hakimiyetine alınca buradaki Ermenilere karşı engin bir hoşgörü ile yaklaştı ve Kamame Kilisesi’nde rahat bir şekilde ibadet etmeleri hususunda kendilerine ferman verdi44. Cihan hakimiyeti mücadelesi veren Osmanlıların kendi topraklarındaki azınlıklara karşı hoşgörüsü, insanların vicdan hürriyetlerine karşı duydukları saygının açık bir göstergesiydi. Aynı tutum, Erzurum’daki Ermeniler için de geçerliydi. Kiliselerinin iç düzeni devlet güvencesi altında sağlanırdı. Din adamları bizzat Padişahın tayin beratı ile atanırdı. Ermeni vatandaşların ibadetlerini yerine getirme noktasında azami gayret gösterilirdi45. Vefat eden veya başka bir nedenle görevini yerine getirmeyenlerin yerine hemen bir başkası tayin edilirdi. 1692 yılında İstanbul’daki Ermeni Patriği’nin arzı ile vefat eden Müdürge Manastırı’nın murahhasının yerine Aharon adındaki Ermeni rahip olarak atandı46. Ermenilerin ibadetlerini yerine getirdikleri kiliseleri, Erzincankapı varoşunda ve Gürcükapı mahallesindeydi47. İskender Paşa ve Gürcükapı mahallelerinde kiliselere ait haneler bulunmaktaydı48. Kara Kenise/Kilise isminde bir mahalle olmasına karşılık, kilisenin olduğu ve ibadet yapıldığına dair herhangi bir bilgi yoktu49. İbadetlerini yerine getirmek için kiliseye giden Ermenilerden hali vakti yerinde olanlar mavi çuka giyerken orta halliler şal kebe kuşanırlardı50. 42 Yavuz Ercan, “Tarihi Belgeler Işığında Ermeni İddiaları”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984), Ankara 1985, s.204, 211; Levon Panos Dabağyan, Paylaşılamayan Belde Konstantiniyye, İstanbul 2003, s.237. 43 Levon Panos Dabağyan, Türkiye Ermenileri Tarihi, İstanbul 2004, s.69-72. 44 Bilgehan Pamuk, “Osmanlılar Zamanında Rum-Ermeni Kiliseleri Arasındaki İlişkiler (Kudüs Örneği)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 16, Erzurum 2001, s.235. 45 Yusuf Oğuzoğlu, “XVII. Yüzyılda Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Hakkında Bazı Bilgiler”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984), Ankara 1985, s.269. 46 BOA, İbnü’l-Emin Tevcîhât 746. 47 Evliya Çelebi, a.g.e., s.214; Tavernier, a.g.e., s.19; Kouymjian, a.g.e., s.128-130; Christina Maranci, “The Architecture of the Karin/Erzerum Region”, Armenian Karin/Erzerum, California 2003, s.96-100. 48 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.7, 57. 49 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.2, 57. 50 Evliya Çelebi, a.g.e., s.214. 467 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeniler ibadetlerini rahat bir şekilde yerine getirme konusundaki Osmanlı idaresinin tavrı oldukça toleranslıydı. Buna rağmen bazen ciddi sorunların yaşandığı görülmektedir. Nitekim 1629 yılında Saint-Etienne Kilisesi’nin faaliyete geçmesi önemli bir sorun teşkil etti. Erzurum gümrük mültezimi Sanos Çelebi’nin gayretleri ile kilise kullanıma açıldı. Kilisenin faaliyete geçmesi gerek Erzurum’da ve gerekse İstanbul’da büyük bir sansasyona sebep oldu. Eskiden cami olan bir yapının kilise olamayacağı düşüncesiyle binanın kullanılmasına müsaade edilmediği gibi yeniden camiye çevrildi51. Rahip Hakop’un dramatik bir şekilde anlattığı hadise resmî kayıtlarda detaylı bir şekilde yer almaktadır. Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan cami, zaman içerisinde harabe haline gelmiş ve bu durumdan istifade eden zımmî tâife (Ermeni) tarafından kiliseye çevrilmişti. Bu tarzdaki bir davranışa hoşgörülü yaklaşılamayacağından binanın eski haline getirilmesine karar verildi52. Hakop’un iddia ettiği kilise, XVI. yüzyıldan beri hizmet veren bir camiydi. Ancak yeterli bilgi olmamakla birlikte caminin önceden bir kilise olması da muhtemeldi. Her ne kadar Etienne Kilisesi olduğu iddia edilen bina, gayrimüslim ibadetine kapatıldıysa da Ermeniler ibadetlerini şehirdeki diğer kiliselerde yerine getirirlerdi. Nitekim 1692 yılında Misyoner Philippe Avril, şehirdeki Ermeni kiliselerinden gıpta ile bahsetmekteydi53. Özellikle Miaban Sourb Astwadzadzin Ermenilerin ibadet için tercih ettikleri kiliselerindendi54. Osmanlı toplumunda Ermeniler, devletin koruyuculuğu altında rahat bir şekilde yaşarlardı. Can, mal, ırz, namus ve din güvenceleri sağlanırdı55. Bu imkânların karşılığında ise öncelikli olarak 14-75 yaşları arasında sağlam ve belirli ekonomik güce sahip olan erkek nüfustan cizye adı altında bir vergi tahsil edilirdi. Diğer Osmanlı vatandaşları gibi Ermeniler de devlete ödemekle mükellef tutulan sair vergileri ekonomik güçleriyle bağlantılı olarak verirlerdi. Ekonomik durumu yetersiz ya da düşük olanlar, 51 Kostaneants, a.g.e., s.155-156. 52 …. Erzurum kal’ası dahilinde Bulgar Ahmet Sarayı dimekle ma’ruf mahalde merhûm Sultan Süleyman aliyü’r-râhman ve’l-rıdvân mühid-i ehl-i islâm olınmak içün bir cami-i şerîf bina idüb murûr-ı eyyâm ile harabe olub sonra ehl-i zımmî kefere tâifesi bir tarikle tamirine emr-i şerîf alub kilise olunmak üzre tamir idüb kilise olmadan yine cami-i şerîf olunmak bâbında fermanım olmakla minare ve sâir muhtâc-ı tamir olan yerlerinde ve mahallerinde tamir itmek içün Erzurum gümrüğü malından yalnız bir yük akça virilmek fermanım olmuştur...., BOA, MAD, Belge No: 6269, s.136. 53 Kouymjian, a.g.e., s.129. 54 Kostaneants, a.g.e., s.154-156. Günümüzde, bahsi geçen kiliselerden herhangi bir iz yoktur. 55 Oğuzoğlu, a.g.e., s.265. 468 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK iş göremeyenler, çalışmaya kudreti olmayanlar, kimsesizler, dul kadınlar, yetimler, öksüzler, yaşlılar, körler, kâr ve kisbe kadir olmayanlar ve vakıf meskenlerinde ikâmet edenlere vergi muafiyeti tanınırdı56. Kamusal alanda hizmet veren Ermeniler, birtakım mükellefiyetlerden muaf tutulurlardı. İstihtam edilen Ermeniler arasında; Erzurum kalesinin, Abdurrahman Gazi ve Ebû İshak Kazerûnî hazretlerine ait türbelerin, Ayas Paşa Cami ve Yeni Cami gibi sair çeşmelerin ve su yollarının tamir ve bakımı gibi önemli hizmetleri üstlenmişlerdi57. Şehrin güvenliği kadar bölge asayişinin sağlanması noktasında önemli bir etken olan Erzurum kalesinin gerekli bakım işlerini yerine getirenler Çukur mahallesinden Asador ile Ayas Paşa mahallesinden Arslan adındaki Ermenilerdi58. Darağacı mahallesinden Han Azer adlı zımmî ise Tebriz kapısındaki süprüntünün kaleye zarar vermeden dışarı çıkarılmasından sorumluydu.59 Gürcükapı mahallesinde meskûn Haçador iç kal’a ve iç kal’adan tevzi’ olan çeşmelerin cümlesine su yolcı ta’yîn olmağla60 oldukça ehemmiyetli bir görevi yerine getirirdi. Müslümanlar açısından dinî ehemmiyete sahip olan mekânların dahi bakımı ve gerekli ihtiyaçları Ermeni vatandaşlar tarafından sağlanırdı. Ermeniler, Türk toplumu tarafından o denli benimsemişlerdi ki şehrin manevî değerlerinden Ebû İshak Kazerûnî ve Abdurrahman Gazi hazretlerine ait türbelerinin tamir, onarım ve sair ihtiyaçlarının karşılanması işleri onlara verilmişti61. Şehirdeki Ermeniler ile ilgili Evliya Çelebi ilginç bir menkibevi hadise anlatmaktadır. Abaza Mehmed İsyanı sırasında askerlerden saklanan Ermeni kızı, Ebû İshak Kazerûnî Hazretleri’nin yüzü suyu hürmetine kurtulması için dua eder. Böylece kız hemen sakallı bir pir-i faniye dönüşür ve askerlerden kurtulur. 56 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.2-74; Yorgi pir olmağla nefere dâhil olunmaması- na tezkire virildi. BOA, MAD. 4621, s.2-3. 57 BOA, MAD, Belge No: 2774, s.32; Belge No: 5152, s.7, 25, 54, 56, 73, 75; Belge No: 2929. s.13-16; Belge No: 4621, s.8-10; Belge No: 14739, s.2-3. Yedi nefer zımmîler Erzuruma dâhil olub Ayas Paşa hidmetinden cari olan çeşmelerin şehre girince ve şehir içinde olan meremmeta muhtaç yerlerine tamir ve tezhim itmek şartıyla haneden muaf ve tekâlif-i sâirenin cümlesinden müsellem olmak üzre olan muafiyetleri ibkâsıyla tahrir oldıklarına …., BOA, MAD, Belge No: 15633, s.1. 58 BOA, MAD, Belge No: 4621, s.4, 6; Belge No: 15633, s.1. 59 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.43. 60 BOA, MAD, Belge No: 4621, s.8. 61 BOA, MAD, Belge No: 4621, s.15; Belge No:14739, s.2. Erzurum’da asûde ve medfun olan kûtbu’l-arifin ve umdetü’l-vasilin meşhur afâk-ı Hazret-i Ebu İshak kuddise’s-sırruhu’l‘aziz hazretlerinin künbed-i şerîflerinin ta’mir ve meremmetine ve kanadil ve revgân baha virmek için cizye ve avârız ve sâir tekâliften muâf olmak üzere emr-i şerîf-i alişân ile ta‘yîn olan zımmîlerdir...., BOA, MAD, Belge No: 5152, s.75. 469 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Akabinde Müslüman olarak Ebû İshak Kazerûnî Hazretleri’nin türbedarı olur. Evliya Çelebi, türbedar olan bu hatun ile görüşmüştür62. Erzurum şehrindeki beylerbeyine.... zulme zulmin reâya ve berâyadan men ve ref’ eyleyesin her biri terk-i diyâr ve celâ-yı vatan itmeye vilâyet ma’mur olmuş iken gerü harab olmasına sebeb olur sonra ber-vechile gadrin makbûl olmayub muattab ve mesul olmak mukarrerdir ana-göre icra’ât ve intibâh üzre olasın63 denilerek huzuru ve güvenliği sağlaması sıkı sıkı tembih edilirdi. Beylerbeyleri herhangi bir ayrıma girmeden mesuliyeti altındaki vatandaşlara adaletli davranarak huzurun sağlanmasına çalışırdı. Şehirdeki bir diğer önemli görevli olan kadı ise nizam-ı memleket ve hıfz u hırâset ve haraset-i râiyyet ve sıyânete müteallik umur ile sorumluydu64. Şer’î ve örfî hukukun uygulayıcısı kadı, mahkemede her sınıfa ait meseleleri çözmekle mükellefti. Ancak Erzurum kadılarına ait şer’iye sicilleri olmadığından65 meselelerin muhteviyatı hakkında bir kanıya varma imkânı olmadı. Bununla birlikte kadılara gönderilen hüküm kayıtlarından Erzurum’daki meselelerin diğer Osmanlı şehirleriyle benzerlik gösterdiği anlaşıldı66. Erzurum’da vatandaşların huzurlu ve güvenli bir şekilde yaşaması için gereken ihtimam gösterilirdi. Şehirde çözümlenemeyen meseleler bizzat Divan-ı Hümayun’da görüşürülerek sonuca bağlanırdı. Hukukun uygulanması noktasında hiçbir surette ayrım yapılmazdı. Sorunlar, adil şekilde çözümlenerek kimsenin mağdur olmamasına dikkat edilirdi. Haklı oldukları hususlarda da sonuna kadar savunulurlardı. XVII. yüzyılın başlarında Simon’un kızı Eleni, Gürcistan’dan İstanbul’a giderken askerî sınıf üyelerinin taciziyle karşılaştı. Erzurum-Çıldır arasındaki olaydan sonra Eleni ve refakatindekilerin rahatsız edilmemesi ve serbest bir şekilde yollarına devam etmeleri yönünde emir verildi67. Celâlî isyanlarının Erzurum ve civarda etkisini hissettirdiği dönemlerde68 bu sorunun ortadan kaldırılması 62 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi II, Hazırlayan Zekeriyya Kurşun, Seyyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, İstanbul 1999, s.110–111. 63 BOA, Mühimme Defteri (MM), Belge No: 79, s.605. 64 Özer Ergenç, Osmanlı Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995, s.83. 65 Erzurum vilâyetine ait şer’iye sicillerinin tümü zayi olmuştur. Belgelerle Arşivcilik Tarihimiz (Osmanlı Dönemi), Ankara 2000, s.54. 66 Pamuk, a.g.e., s.182. 67 BOA, Kamil Kepeci Ahkâm (KKA), Belge No: 70, s.332. 68 BOA, MAD, Belge No: 5568, s.204; KKA, Belge No: 70, s.218, 586, 603, 611..... Erzurumun reâyası Celâlî şer‘inden ve Kızılbaş havâlîsinden ve zûlm-ı zulmeniden perâkende oldığından gâyri ekseri helâk olmuştur.... BOA, MAD, Belge No: 3260, s.120. 470 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK yönünde birtakım teşebbüsler oldu. Hükümet, zorbaların yakalanarak haklarından gelinmesini, halktan alınan paralar ile malların sahiplerine iade edilmesini ve düzenin tekrar sağlanmasını Erzurum’daki görevlilerine havale etti69. Bu gailede mağdur şehir halkı kader birliği yapmış olmalıdır70. Şehir halkı, sadece Celâlî ya da eşkıyadan ötürü sıkıntı yaşamadı. Zaman zaman resmî görevlilerden kaynaklanan ciddi problemler ortaya çıktı. Merkezî otoritenin gevşediği anlarda yetkilerini kötüye kullanma eğilimi sergileyen görevliler, ayırım yapmaksızın halktan gayrimeşru vergi talep ederek ciddi mağduriyete yol açtılar71. Bu durum karşısında adaletnameler gönderilerek kanuna aykırı hareket edilmenin önüne geçilmeye çalışıldı72. Maalesef bu tür davranışlar zaman içerisinde devam etti73. Ermeniler kendileri gibi Hıristiyan olan topluluklar tarafından çeşitli zulümlere uğratıldıklarını ve Osmanlı idaresiyle rahat bir şekilde yaşadıklarını açıkça ifade etmektedir74. Nitekim Türk idaresinin tavrı, bu iddiayı destekler mahiyettedir. 1645’te Ermeni tüccar Serkis, Erzurum’a gelirken yolda 1 500 kuruşu çalınır. Serkis, hırsızların yakalanması ve parasının bulunması için mahkemeye müracaat eder. Erzurum subaşısı ve adamlarının parayı çaldıkları yönünde iddiada bulunur. Ancak zanlılar şehirde büyük bir nüfuza sahip olduklarından Serkis hakkını aramak için Divan-ı Hümayun’a başvurur. Neticesinde Serkis’in parasının bulunması ve hırsızlar hakkında gerekenin yapılması yetkililere kesin bir şekilde bildirilir75. Ermeniler haksız bir davranış ile karşılaştıklarında ki bu resmî görevliler dahi olsa özgürce haklarını arayabilirlerdi. 1675 yılında Hırand adındaki bir Ermeni, Kiğı sancakbeyi Musa’ya 180 000 akçe borç verdi. Ancak Musa Bey, borcunu ödemedi. Bunun üzerine Hırand hemen Divânı Hümayun’a müracaat ederek Musa Bey’i şikâyet etti. Yapılan görüşme neticesinde Hırand’ın hakkının alınması gerekli mercilere iletildi76. 69 BOA, KKA, Belge No: 70, s.603. 70 Celâlî isyanı reislerinden Karayazıcı, Sivas’ta Türk ve Ermenilerden 20 000 kişi katletmişti. Tokat’ta Celâlî korkusundan bazı Ermeniler Kırım’a göç etmek zorunda kalmıştı. Göyünç, a.g.e., s.61. 71 Halil İnalcık, “Adaletnameler”, Osmanlıda Devlet, Hukuk, Adalet, İstanbul 2000, s.78– 79. 72 Mücteba İlgürel, “XVII. Yüzyıl Balıkesir Şer’iye Sicillerine Göre Subaşılık Müessesesi”, VIII. TTK Kongresi Bildirileri II, Ankara 1981, s.1277. 73 BOA, MM, Belge No: 79, s.109; Belge No: 89, s.54; Belge No: 100, s.109. 74 Kostaneants, a.g.e., s.154–156; Dabağyan, a.g.e., s.59-60. 75 BOA, MM, Belge No: 90, s.94. 76 Hans George Majer, Das Osmanische Registerburch der Beschwerden (Şikâyet Defteri), Von Jahre 1675 Österreichische National bibliothek cod. mixt. 638, Wien 1984, s.93a. 471 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1615 yılında meydana gelen boşanma hadisesinde Osmanlı idaresinin ayrımcılık yapmayan tutumu bariz bir şekilde görülmektedir. Şehir sakinlerinden İbrahim, Aline ismindeki 12 yaşındaki bir kızla nikâhlandı ve kızın ailesine 2 000 akçe başlık parası ödedi. Fakat nikâhtan sonra kızın baliğ olmadığı ortaya çıktığından evlilik geçerliliğini kaybetti. Bunun kasıtlı olarak yapıldığını düşünen İbrahim, meseleyi yargıya intikal ettirdi. İbrahim’in başvurusunu değerlendiren kadı, nikâhın uygun olmadığına dair hüküm verdi. Bu karardan hoşnut olmayan İbrahim, Divân-ı Hümayun’a müracaatta bulundu. Yapılan müzakereler sonucunda, Aline ile İbrahim’in evliliklerinin geçerli olmadığı yönünde karar verildi77. Osmanlının idaresi altındaki Ermeni vatandaşlarına karşı sergilediği tavır, XVII. yüzyıl dünyası içerisinde önemli bir yaklaşımdı78. Ancak belirtilmesi gereken bir husus ise Ermeni tebaanın mağdur edilmemesine özen gösterildiği gibi onlardan ötürü de kimsenin zorda kalmamasına dikkat edilirdi. Hace Zadik adındaki Ermeni, Erzurum beylerbeyi Nasuh Paşa’nın kâtibi olduğu iddiasıyla on yük kumaşın gümrük vergisini ödemedi. Bu durum Erzurum kalesi muhafızlarına ocaklık olarak tahsis edilen gümrüğü zarar ettirdiğinden mesele Divân-ı Hümayun’a taşındı ve Zadik’in vergiyi ödemesine hüküm verildi79. Gayrimüslimler dinî farklılıklarının dışında herhangi bir ayırıma tâbi değildi. Rahat bir ortamda yaşam süren Ermeni vatandaşlar arasında önemli görevlere sahip olanlar bulunmaktaydı. Bu bağlamda gerek Polonyalı Simeon ve gerekse Rahip Hakop, önemli bilgiler vermektedir80. Her iki yazara göre; Ermeni Sanos, Erzurum’da önemli nüfuza sahip bir mültezimdi. Karagöz ailesinin fertlerinden Sanos hakkında devrin resmî kayıtlarında da birtakım bilgiler mevcuttur. Sanos, 1621 yılında Erzurum hazinesine bağlı Gümüşhane madenleri ve darphanesi mültezimiydi81. Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa isyan etmesiyle gelir kaynaklarını doğrudan kendi denetimine aldığından dolayı olsa gerek Halep’e gitti82. İsyanın sona ermesi ve gerekli düzenlemelerin yapılmasını83 müteakip Sanos, 1628-1629’da 77 78 79 80 81 82 BOA, KKA, Belge No: 71, s.494. Oğuzoğlu, a.g.e., s.267. BOA, MAD, Belge No: 5712, s.91. Andreasyan, a.g.e., s.153–154; Kostaneants, a.g.e., s.199. BOA, MAD, Belge No: 3449, s.50. 1622 ile 1628 tarihleri arasındaki hazine kayıtlarında gümrük mukataasıyla ilgili herhangi bir kayıt yoktur. Pamuk, a.g.e., s.268. 83 BOA, MAD, Belge No: 752, s.6-7. 472 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK Vezir-i azam Hüsrev Paşa tarafından Halep’ten getirilerek Erzurum gümrüğü mültezimi oldu84. Padişahın iltifatına nail olan Sanos, şehirde büyük bir nüfuz kazandı. 1631 ile 1638 yılları arasında gümrük mukataalarını85 işletti86. Uzun yıllar mukataaları idare eden Sanos’un yıllık geliri 40 000 kuruş (320 000 akçe) idi. Şehrin sayılı zenginlerinden Sanos, 1635-1638 yılları arasında meydana gelen Osmanlı-Safevî Savaşları’nda esir düşen Ermenilerin kurtarılmasını sağladı87. Keza, şehir merkezinde harap halindeki binayı satın alarak kilise haline getirdi ve ibadete açtırdı88. İlerleyen zaman içerisinde Sanos’un yerini kardeşi Bedros aldı89. Şehrin en önemli gelir kaynağı gümrük mukataası ve ona bağlı diğer mukataaların tasarruf hakkını elinde bulundurdu. 1643 yılında 1650 yılına kadar gümrük mukataası mültezimliği kesintilerle de olsa Bedros’undu90. 1650’de mültezimlik için İbrahim ile girdiği rekabeti kaybetti. Erzurum, jeopolitik ve coğrafî konumu nedeniyle ticaretin canlı bir şekilde yapıldığı bir merkezdi91. Genellikle Hace (Hoca) ve Hacegi unvanları92 ile anılan müteşebbis tüccar, uluslararası ticaretin yoğun olarak devam ettiği şehrin dışındaki mahalleleri tercih ederdi. Arabistan, İran, Hindistan, Sind, Çin, Hıta ve Hoten’den gelen tüccarlar, Gürcükapı mahallesinde kalırdı93. Ermeniler, şehrin ticaret hayatında aktif olarak yer alırlardı. Uluslararası ticaret kapsamında Ermeni tüccar, Gürcükapı mahallesi’nde faaliyet gösterirdi94. 84 Kostaneants, a.g.e., s.199. 85 Erzurum gümrük mukataası; ihtisâb, kassâbiyye, darphane, boyahane, beytü’l-mal-ı ‘amme ve hassa, Ardanuç madeni gibi ikinci derece mukataalardan meydana gelmiştir. Pamuk, a.g.e., s.264. 86 BOA, MAD, Belge No: 9829, s.12, 14, 123, 125; Belge No: 7382, s.6–35; Belge No: 4383, s.26, 114, 160; Belge No: 3779, s.1-2. 87 Kostaneants, a.g.e., s.200. 88 Kostaneants, a.g.e., s.201-202. 89 Andreasyan, a.g.e., s.153-154. 90 BOA, MAD, Belge No: 2475, s.5,233. 91 Bilgehan Pamuk, “The Silk Road and Erzurum in the Ottoman Periods (16-17th Centuries)”, 1st Internetional Silk Road Symposium 25-27 June 2003 Tbilisi/Georgia, İzmir 2004, s.176. 92 Erzurum’daki tüccar tâifesi hace unvanıyla anılmıştır. Hace Mehmed; BOA, MAD, Belge No: 326, s.91; Hace Zadik, MAD, Belge No: 5712, s.8; Hace Toros ve Hace Avedis; MAD, Belge No: 2929, s.14. 93 Evliya Çelebi, a.g.e., Komisyon, s.108. 94 Kostaneants, a.g.e., s.204. 473 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Erzurum’daki Ermeniler, ticarî faaliyetlerin yanı sıra sınaî etkinliklerde de bulunurlardı. Ahi teşkilâtının prensipleri üzerine tesis edilen esnaf örgütlenmesine zaman içerisinde dâhil edilmişlerdi. Geleneksel anlayış içerisinde örgütlenen95 esnaf içerisinde Ermeniler dışlanmayarak görev verilmişlerdi. Lonca teşkilâtında şeyh veya kethüdadan sonra en yetkili görevli pozisyonundaki yiğitbaşı Ovannes, 1642 yılında Gürcükapı mahallesinde ikâmet etmekteydi96. Çarşıda herhangi bir hırsızlık olayına karşı esnaf tarafından seçilen pasban97 Serkis ve Agop adındaki Ermenilerdi98. Şehir hayatındaki sanat erbabı, devam eden bir geleneğin etkisi ile belli kurallara uyarak ürettiği malları kendileri pazarlardı. Genellikle aynı mesleğe mensup olanlar, yan yana bulunan dükkânlarla kendi meslekleriyle anılan sokaklarda birlikte çalışırlardı99. Erzurum’daki çarşılarından aynı meslek koluna mensup olan Türkler ve Ermeniler birlikte faaliyet göstermişlerdi. 1642 yılında doksan bir iş kolunun olduğu şehirde 307 Müslüman ve 212 gayrimüslim hane meslek mensubu vardı100. Fazlalığı ile dikkat çeken Müslüman esnaf daha ziyade gıda sektöründe yoğun iken, gayrimüslimler deri ve dokuma sanayinde etkindiler. Gayrimüslim esnaf hakkında avarız defterinin yanı sıra cizye defterinden istifade edildi. 1642’de avârız ödeyen 212 hane gayrimüslim esnaf olmasına rağmen, 1643’te cizye ödeyen 132 hane vardı101. Avârız ve cizye vergisini ödeyemeyecek durumdaki meslek sahipleri de vardı. Bilindiği üzere muafiyet verilmesindeki en önemli etkenlerden birisi ekonomik gelir düzeyiydi. Yeterli ölçüde kâr elde edemeyen ve ekonomik durumu yetersiz olan meslek sahiplerine muafiyet verilirdi102. Muafiyet uygulamasından diğer Osmanlı vatandaşları gibi Ermeniler de yararlanmışlardı103. 95 Ahmet Kal‘a, İstanbul Esnafı Birlikleri ve Nizamları I, İstanbul 1998, s.34-39. 96 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.56. 97 Uluçay, a.g.e., s.17. 98 BOA, MAD, Belge No: 2929, s.14. 99 Ergenç, a.g.e., s.37. 100 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.2-74. 101 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.2-74; Belge No: 2929, s.6-19; Belge No: 4621, s.2-15. Şehirdeki esnaf için bkz. Tablo 4. 102 BOA, MAD, Belge No: 5152, s.5, 10, 13, 22, 30, 40, 45, 67, 71. 103 Külhancı Haçadur, Ma‘lul; Bedros Semerci, Samizade Mescidi’nde vakıftır avârız icab itmez; Ador Debbağ, pir ve ‘amel-mandegan. BOA, MAD, Belge No: 5152, s.8, 47, 57. 474 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK Müslümanlar Gayr-i Müslimler %44 %56 Şekil 1. 1642 Yılında Erzurum şehrindeki esnafın dağılımı Sonuç olarak XVII. yüzyılda Erzurum şehrindeki Osmanlı tebaası uyum içerisinde yaşamışlardı. Günlük hayatta dinî farklılıklarının dışında aralarında herhangi bir ayırım olmamıştı. Millet-i sâdıka olarak tanımlanan Ermeniler, Türk gelenek ve göreneklerini o denli benimsemişlerdi ki yabancılar tarafından Hıristıyan Türkler olarak kabul edilmişlerdir. Nitekim Ermeniler arasında Türkçe isim taşıyanlara rastlanmıştır. Şehir yaşantısında Ermeniler herhangi bir dışlanmayla karşılaşmadıkları gibi ciddi sorumluluklar verilmişti. Erzurum kalesi başta olmak üzere Müslümanlarca kutsal sayılan türbelerin bakımlarını ve onarımlarını üstlenmişler, su yollarının düzenli bir şekilde işlev görmesini sağlamışlardı. Ticarî hayatta Türklerle birlikte dayanışma içerisinde faaliyet göstermişlerdi. Esnaf örgütlenmesine dâhil edildikleri gibi çarşılarda güvenliğin sağlanması noktasında yetki verilmişti. Mevcut idare, kimi zaman özellikle ekonomik konularda tıkandığında Ermeni vatandaşlarına müracaat etmekten çekinmemişti. Abaza Mehmed Paşa isyanın sona erdirilmesini müteakip Erzurum gümrüğünü verimli bir şekilde işletmesi için Sanos, Halep’ten getirtilmişti. Sanos, kısa sürede gümrüğü etkin bir hale getirmiş ve gelir durumunda % 100’lük bir artış gerçekleştirmişti. Her iki millet, şehir yaşantısında kader birliği yapmışlardı. Devrin siyasî ve sosyal hadiselerinden beraber etkilenmişlerdi. Mevcut idare tarafından bir taraf diğer tarafa yeğ tutulmadığı gibi ihtiyacı olanlara gerekli destek verilmişti. 1640 yıllarında ortaya çıkan veba salgınından çok fazla etkilenen Ermeni vatandaşlara vergi ödemeleri konu475 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sunda gerekli kolaylık gösterilmişti. Netice itibariyle hem Türkler hem de Ermeniler, uyumlu bir şekilde yaşam sürmüşlerdi. Tablo 1. 1642 yılında şehir nüfusun mahallelere dağılımı Mahalleler Müslümanlar 162 8 405 52 237 50 35 10 99 102 28 66 39 154 50 56 209 62 1 824 5 472 9 120 Ali Paşa Ayas Paşa Cami-i Kebir Cedid Çukur Darağacı Dönükler El-Hâc İlyas Gez Gürcü Kapı Hasan-ı Basrî İskender Paşa Kara Kenise Kazan Big Kul-oğlu Mehdi Baba Mirza Mehmed Mumcu Murat Paşa Sultan Melik Toplam Tahmini Nüfus(Hanex3) Tahmini Nüfus(Hanex5) Gayrimüslimler 1 32 18 28 224 70 2 20 14 409 1 227 2 045 Toplam 162 8 406 84 255 50 35 38 224 99 172 28 66 39 156 50 76 223 62 2 233 6 699 11 165 Tablo 2. 1643 yılında gayrimüslim nüfusun mahallelere dağılımı Mahalleler Ayas Paşa Çukur Darağacı Gez Gürcü Kapı 476 Nefer 63 65 36 13 182 Muaf Nefer Toplam Nefer 6 1 5 69 66 36 13 187 Tahmini Nüfus Nx3.5 241 231 126 45 654 Nx5 345 330 180 65 935 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK Mahalleler İskender Paşa Kara Kenise Mumcu Diğer Toplam Nefer 86 70 29 544 Muaf Nefer Toplam Nefer 4 1 13 30 90 71 29 13 574 Tahmini Nüfus Nx3.5 315 248 101 45 2 009 Nx5 450 355 145 65 2 870 Tablo 3. 1648 yılında gayrimüslim nüfusun mahallelere dağılımı Mahalleler Ayas Paşa Çukur Darağacı Gez Gürcü kapı İskender Paşa Kara Kenise Mumcu Diğer Toplam Nefer Muaf Nefer 58 62 33 13 169 78 62 25 500 Toplam Nefer 2 1 1 4 7 15 60 63 33 14 173 78 62 25 7 515 Tahmini Nüfus Nüfusx3.5 Nüfusx5 210 300 220 315 115 165 49 70 650 865 273 390 217 310 87 125 245 35 1 802 2 575 Tablo 4. avarız ve cizye defterlerine göre Erzurum şehrindeki esnaf Meslek Attar Bakkal Balıkçı Baytar Bazirgan Benna Berber Bezzaz Bostancı Boyacı 1642 1643 Müslüman Gayrimüslim Gayrimüslim 3 11 4 1 5 15 6 12 - 1 4 1 1 1 6 1 1 2 1 2 - Meslek Kalemci Kassâb Kaşıkçı Katırcı Kavalcı Kavukçu Kayışçı Kazancı Kazzaz/İpekçi Keçeci 1642 1643 Müslüman Gayrimüslim Gayrimüslim 10 6 1 1 4 1 8 2 6 11 5 - 1 3 1 3 7 5 477 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Meslek Bozacı Börekçi Ciğerci Çadırcı Çerçi Çilingir Çullah Debbağ Değirmenci Demirci Delici Dellak Dellâl Derzi/Hayyât Dobracı Dökmeci Dülger Eğerci Ekinci Eskici Eşici Etmekçi/Habbaz Fırıncı Haffaf Hallaç Hamamcı Hasırcı Helvacı Höllükçü/Küllükçü Hurdacı Kahveci Kalasçı Kalaycı 478 1642 1643 Müslüman Gayrimüslim Gayrimüslim 1 1 1 11 2 1 5 10 10 7 1 87 8 2 5 1 12 1 2 1 1 3 6 1 1 2 1 3 2 1 1 35 4 6 5 12 1 13 1 3 9 1 1 - 1 2 2 19 3 5 1 1 7 1 2 5 1 1 1 7 1 1 - Meslek Ketenci Kılınçcı Kirişçi Kitabçı Kundakçı Kuyumcu/Zerger Külahçı Kürekçi Kürkçü Lavaşçı Meremmetçi Meşinci Meyhaneci Mumcu Mutaf Nalband Nalçeci Natır Pasban Rençber Sabuncu Sarrâç Sazcı Semerci Sucu Taşçı Topçu Tuzcu Tüccar Yarıcı Yüncü Toplam 1642 1643 Müslüman Gayrimüslim Gayrimüslim 1 2 1 1 1 3 2 7 1 1 11 1 11 1 1 1 - 1 1 1 8 11 8 4 1 3 5 1 1 16 1 1 3 1 1 1 7 8 1 1 4 4 2 15 1 1 - 307 212 132 Yrd. Doç. Dr. Bilgehan PAMUK BOA, MAD 2929 Cizye Defteri 479 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER BOA, MAD 5152 Avarız Defteri 480 ERMENİ SORUNU’NUN TÜRK VE ERMENİ KOMUOYUNDA ALGILANIŞI Doç. Dr. Birol AKGÜN* Arş. Gör. Metin ÇELİK** Zeynep BOYACIOĞLU*** * Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı; E-mail: [email protected]; Tel: 0 332 241 01 13 ** Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı; E-mail: [email protected]; Tel: 0 332 241 01 13 *** Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi; E-mail: [email protected]; Tel: 0 332 241 01 13 Özet Ermeni sorunu her ne kadar tarihten intikal etmiş olumsuz bir miras olarak görülse de, tarihte yaşanan olaylar bugünkü Türk ve Ermeni uluslarının ulusal kimliklerini, birbirini algılayışlarını ve iki ülkenin dış politikalarını önemli ölçüde etkilemeye devam etmektedir. Bu araştırmanın amacı, Ermeni sorununu tarihsel bir sorun olmaktan çok güncel bir siyasî sorun olarak ele alıp, Türk ve Emeni halklarının sorunu tanımlama ve algılama çerçevesini ortaya koymak; böylece siyasî karar alıcılara sorunun çözümü konusunda perspektif geliştirmede yardımcı olmaktır. Bu amaçla 2004 yılında Türkiye’de ve Ermenistan’da farklı iki kuruluşça gerçekleştirilen kamuoyu verileri karşılaştırmalı olarak analiz edilecektir. Ayrıca Türkiye’de yaşayan bazı Ermeni vatandaşlarla gerçekleştirilen mülâkatlar da bildiride değerlendirilecektir. Çalışmanın, tarihsel sosyoloji perspektifinden geçmiş olayların ulusal kimlik inşa sürecine etkilerini daha iyi anlamak ve ulusal kimlik ile dış politika arasındaki ilişkiyi analiz etmeye yönelik konstrüktivist yaklaşımlara teorik katkı sağlayacağı beklenmektedir. Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU Giriş Ermeni sorunu her ne kadar tarihten intikal etmiş olumsuz bir miras olarak görülse de, tarihte yaşanan olaylar bugünkü Türk ve Ermeni halklarının ulusal kimliklerini, karşılıklı olarak iki ulusun birbirini algılayışlarını ve sonuçta da iki ülkenin dış politikalarını önemli ölçüde etkilemektedir. Bu araştırmanın amacı, Ermeni sorununu salt tarihsel bir konu olmaktan çok güncel bir siyasî sorun olarak ele alıp, Türk ve Emeni halklarının sorunu tanımlama ve algılama çerçevesini ortaya koymak; böylece siyasî karar alıcılara sorunun çözümü konusunda perspektif geliştirmede yardımcı olmaktır. Bu amaçla 2004 yılında Türkiye’de ve Ermenistan’da farklı iki kuruluş tarafından gerçekleştirilen kamuoyu verileri karşılaştırmalı olarak analiz edilmektedir. Ayrıca Türkiye’de yaşayan bazı Ermeni vatandaşlarla gerçekleştirilen mülâkatlar da bildiride değerlendirilmektedir. Çalışmanın, tarihsel sosyoloji perspektifinden geçmiş olayların ulusal kimlik inşa sürecine etkilerini daha iyi anlamak ve kimlik ile dış politika arasındaki ilişkiyi analiz etmeye yönelik konstrüktivist yaklaşımlara teorik katkı sağlayacağı beklenmektedir. 1. Ulus-Devlet Açısından Ulus ve devlet siyaset biliminin en çok tartışılan konuları ve hatta siyaset biliminin temel kurucu özneleridir. Paradoksal olarak da tanımlanması ya da herkes tarafından benimsenen bir ayrıştırmanın çok zor olduğu 485 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER iki gerçekliğe tekabül etmektedir: Devlet ve ulus. İlk olarak Orta Çağ’da kullanılan bu iki kavram; yine bu çağda izlerini görebileceğimiz ve küreselleşmeye rağmen dirençle varlığını sürdüren ulus-devlette ete kemiğe bürünmüştür. Ulus-devletler XV ve XVI. yüzyılda ilk olarak Avrupa’da feodalizmin yıkıntıları üzerine inşa edilmeye başlanmıştır. Aydınlanma dönemi ile birlikte ise sekülerleşmenin bir uzantısı olarak iktidarın meşruiyet aracı; devlete ağırlık veren yönden ulusa ve ulusal bilince doğru kaymaya başlamıştır. O yüzdendir ki Benedict Anderson ulusu, hayal edilmiş bir cemaat1, Habermas ise ulusun iktidarını meşrulaştıran icat edilmiş bir şey olarak tanımlamıştır2. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın ulusa, devlete ve tabii ki ulus-devlete dair tartışılmayacak nokta bu formasyonların da bir kimlikleri olduğudur. Zira 1990 sonrası Uluslararası İlişkiler disiplininde çok ses getiren konstrüktivistlere göre ulus-devletler sosyal olarak inşa edilmiş varlıklardır. Ancak devletin sosyal bir varlık olduğunu kabul etmek sorunu çözümlemiyor, aslında sorun bu noktada yeni bir hale bürünüyor. Her sosyal varlık gibi devletler de farklı şekillerde kimliklerini inşa ediyorlar ve inşa sürecini farklı araçlarla tamamlamaya çalışıyorlar. Kimi devletler ekonomik refah çerçevesinde toplum içerisinde bütünlüğü sağlamaya çalışırken kimileri sorunları referans olarak gösteriyorlar. Örneğin Endonezya bağımsızlığını ilân ettiğinde Sukarno Endonezya’nın 350 yıllık esaretine son verdiklerini açıklıyordu. Ancak ilginç olan nokta Endonezya kelimesinin bile bir asırlık tarihinin olmamasıdır. Endonezya örneğinde görüldüğü üzere, ulusal kimliğin inşasında tarih en sık kullanılan araçlardan biridir. Bu bağlamda Ermenistan ya da Ermeni kimliğinin oluşumu veya oluşum sürecindeki kimliğin geniş katmanlara yayılması esnasında tarih sıklıkla kullanılmıştır. Bugün Ermeni kimliğini oluşturan kurucu unsurlar, aslında genel hatları ile diğer birçok ulusun kurucu unsuru ile paralellik gösterir. Bunlar; din, tarihsel bellek, kültür, kitlesel kamu kültürü, dil ve etnik öğelerdir. Her ne kadar ayrım yapmak çok zor olsa da, bu öğelerden bazıları diğerlerine göre daha baskındır. Çalışma açısından tarihsel belleğin ve dinin Türk1 2 Benedict Anderson, Hayalî Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Çeviren İskender Savaşır, Metis Yayınları, İstanbul 1995 Jürgen Habermas, Öteki Olmak Öteki ile Yaşamak, Çeviren İlknur Aka, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002. 486 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU Ermeni ilişkilerinde daha belirgin olduğunu söylemek çok yanlış olmayacaktır. Siyasal bir formasyon olan ulus ve devletin en temel ayırıcı özelliği, ötekileştirmeyi içselleştirmesi ve kendisinden olmayanı kendini tanımlarken bir araç olarak kullanmasıdır. Bir devlet olarak Ermenistan ve bir ulus olarak Ermeni kimlikleri de Osmanlı ve daha özelde de Türk kimliğini ötekileştirme birimi olarak seçmiştir. Ancak aynı şeyleri Türkiye ve Türk kimliği için söyleyebilmek mümkün değildir. Türkiye, Ermenistan ile olan ilişkilerini, inşa ettiği/etmekte olduğu kimliğinin bir parçası olarak görmekten ziyade Ermeni iddialarına bir tepki neticesinde şekillendirmektedir. Kısacası Türkiye ile ilişkilerinde kimlik, Ermeniler için bir girdi iken bizim için ise sadece bir tepkisel süreçtir. Çünkü Türkiye için bir Ermeni Sorunu yoktur ve Türkiye, sözde Ermeni Soykırımı iddialarının gerçek dışı olduğunu savunurken; tehcir sırasında gerçekleşen kitlesel ölümlerin hiçbirinin BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme’de belirtilen3, soykırım kapsamında değerlendirilemeyeceğini de eklemektedir. Ermeni sorununun aktörlerinden biri de; sorunu Türkiye için daha içinden çıkılamaz bir hale doğru sürüklemeye çalışan Ermeni Diasporası’dır. Diaspora bir mağduriyet psikolojisinin4 temsilcisi olarak hareket etmiş ve Diaspora’nın çalışmaları, Türk-Amerikan ve Türk-Fransız ilişkilerini yaraladığı gibi gelecek dönemde de Türkiye-AB ilişkilerini sarsabilecek bir potansiyele sahiptir. 2. Ulus-Kimliği Açısından Tarihsel ve söylemselliğin, kimliklerin oluşumunda ortaya çıkardığı alternatif Uluslararası İlişkiler kuramı, kimliklerin kurulmasında var olan metinselliğin, sözde soykırım sorunlarının çözümlerde sınırlı olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Uluslararası İlişkiler kuramının kimliklerin oluşumundaki etkisine baktığımızda farklı kimlikleri dışlayan ve ötekileştiren bir işlevi olduğunu5 görmek mümkündür. 3 4 5 Sefa Kaplan, 90. Yılında Ermeni Trajedisi: 1915’te Ne Oldu?, Doğan Kitapçılık, İstanbul 2005, ek-3. Erol Göka, “Ermeni Sorunu’nun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu”, ASAM Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001, s.128-139. Atila Eralp, Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul 2000, s.250. 487 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeni kimliğinin oluşmasında Ermeni Kilisesi’nin politikaları önemli bir yer tutar. Çünkü Ermeni Kilisesi var oluşunu Ermenilerin varlığına dayandıran, ibadet ve inanç açısından tamamen Ermenilere hitap eden evrensellik iddiasından yoksun bir kilisedir6. Kurucularının aslen Türk olan ve kurulduğu dönemde Türkler tarafından yayılan Gregorian mezhebi, Türk kültürünün ağırlıklı olduğu bir mezheptir7. 29 Mayıs 1919’da yayınladıkları bildirgeyle bağımsızlıklarını ilân eden Ermenistan’ın8 bu karara gidişlerinde Ermeni Kilisesi’nin ve Diaspora’nın etkisi büyük olmuştur. Yaşanılan bağımsızlık kısa sürmüş 1920’den itibaren Bolşevik Rusya’nın işgaline giren Ermenistan, ancak 1991’de tekrar bağımsızlığına kavuşabilmiştir9. Ermeni dünyasının birliği, soyut milliyetçilik ve ulusal kimlik fikirleri açısından nihai meydan okuma anlamı taşımakla birlikte, Diaspora’nın sahip olduğu potansiyel, Ermenistan’ın kaderinde köklü bir değişim sağlayacak kadar büyüktür10. Dünya üzerindeki birçok ülkeye dağılmış olan Ermenilerin oluşturdukları Diaspora, diğer milletlerin sahip oldukları Diaspora’ya nazaran daha yüksek ve ulusal karakteri daha belirgin bir kültür içermektedir. Ermenilerin mevcut olan ulusal kimlik bilinçleri çok boyutlu kimlik, çerçevesiyle farklılıkların korunduğu bütünleşme olarak adlandırılabilmektedir11. Bu kavramlara açıklık getirdiğimizde Ermenilerin sözde soykırım çatısı altında birleşen ortak paydalarının, yayıldıkları dünya coğrafyası üzerinde kendilerine kattıkları diğer kimliklerle birlikte aynı zamanda egemenlikleri altında yaşadıkları, önce Müslüman Araplar daha sonrada Türkler tarafından sahip oldukları kültür birikimleri ile çok boyutlu kimliğe sahip bir millet oldukları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, farklılıkların korunduğu bütünleşme olarak kimliğe baktığımızda da yaşanılan farklı egemenliklerin kimliğin oluşumunda bıraktığı etkiyi görebilmek mümkündür. 6 Erdal İlter, “Ermeni Kilisesi ve Terör”, Editör Güler Eren, Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri, Ankara 2001, s.854-893. 7 Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, İstanbul 2003, s.20. 8 Mehmet Perinçek, “Ermenistan’ın İlk Başbakanının İtirafları”, Aydınlık Dergisi, Sayı 950, Ekim 2005, s.4-10. 9 Hatem Cabbarlı, “Ermenistan’da Türkiye İmajı”, Belgeler Işığında Ermeni Meselesi Semineri 24-25 Nisan 2003 Balıkesir Üniversitesi, İstanbul 2003, s.126-135. 10 Gerard J.Libaridian, Ermenilerin Devletleşme Sınavı: Bağımsızlıktan Bugüne Ermeni Siyasî Düşünüşü, İstanbul 2001, s.144. 11 Boğos Levon Zekiyan, Ermeniler ve Modernite: Gelenek ve Yenileşme/Özgürlük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, İstanbul 2002, s.112-113. 488 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU Tehcirin işte bu noktada Ermenilerin içerisinde yarattığı etki farklı bir boyuta ulaşmıştır. Psikolojik mağduriyet hissi ulusların kimliklerinin oluşumuna önemli ölçüde etki etmektedir. Diaspora’nın Ermeni kimliğini mağdurmuş gibi göstermesiyle birlikte doğrudan Türklere karşı sağlanacak olan avantajla bir mağduriyet psikolojisi12 yaratmış ve Diaspora, Ermenileri bir arada toplamayı başarmıştır. Siyasî avantajlarını, Kilise ve Diaspora sayesinde iyi bir şekilde kullanan Ermeniler, soruna yaklaşım tarzlarındaki planlı ve sistemli ilerleyişleri ile Türklerin kendilerine nazaran sahip oldukları daha prestijli konumlarını, bulanık bir alana sokmuşlardır. Sistemli, planlı ve bilinçlice seçilen propaganda araçları vasıtasıyla tüm dünyaya kendi soykırım tezlerini gerçekmiş gibi yayan Diaspora Ermenileri tarihi yeniden yorumlayarak, Türkiye’yi uluslararası arenada soykırım iddiaları konusunda savunmacı bir konuma sokmaya çalışmaktadırlar. Bugün Ermeni Sorunu, her iki ülkenin kimlik politikaları açısından, öteki olan diğeri için yeni nesillerin bir birlerine karşı giderek nefretini artırmakta, çözüm için gerekli olan diyalog ve tartışma zemininin yaratılmasını engellemektedir. Özelikle Ermeni Diasporası’nın yürüttüğü kimlik politikaları, TürkAmerikan ve Türk-Fransız ikili ilişkilerini olumsuz etkilediği gibi TürkiyeAB ilişkilerini de yavaşlatacak potansiyele erişmiş bulunmaktadır. Benzer şekilde Diaspora’nın etkisi, dost ve kardeş Azerbaycan’a yapılması gereken askerî ve ekonomik yardımları da engellemeye devam etmektedi13. Öte yandan Ermenilerin uzlaşmaz ve saldırgan tutumu nedeniyle, Hazar petrollerini uluslararası pazarlara taşıyacak enerji nakil hatlarının kurulmasında Ermenistan’ın by-pass edilmesiyle sonuçlanmıştır. Nitekim BaküTiflis-Ceyhan boru hattı bu şekilde inşa edilmiştir. Özetle Ermenistan’ın, Diaspora’nın da etkisiyle sürdürdüğü katı milliyetçi politikaları aslında bizzat Ermeni Devleti’ne de ciddi zararlar vermektedir. Türk tarafının Ermenilere nazaran olaya bakış açılarındaki farklılık, ortada soykırım olmadığı iki halk arasında gerçekleşen iç savaşı önlemek amacıyla tehcir politikasıyla önlem alındığı düşüncesi14, ötekinin (Ermenilerin) sonuca ulaşmada hoşgörü politikası yerine katı bir siyaset uygula- 12 Göka, a.g.m., s.128-139. 13 Ebülfez Amanoğlu, “Bakü’de Ermenilerin Yaptıkları Soykırım (Mart 1918) ve Edebiyatta Yansımaları”, ASAM Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 14-15, Yaz-Sonbahar 2004, s.7598. 14 Göka, a.g.m., s.128-139. 489 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER masını engelleyememiştir. Bu durum her iki toplum için yıllardır süregelen düşmanlığın artışından başka bir sonuç da getirmemiştir. Ermeniler özellikle Osmanlı döneminden itibaren sahip oldukları ekonomik, toplumsal ve siyasî açıdan güçlü kültürleri ulus bilinçlerinin oluşumunda kimi zaman yeterli derecede etkili olamamıştır. Farklı toplumlar içerisinde yaşayan özellikle genç Ermenilerin kısa bir zamanda asimilasyona uğramaları kendi kültürlerini koruma konusunda da zorluk yaşamalarına neden olmuştur. Bu sebeple özellikle son dönemlerde dejenere olan Ermeni ulus bilincini yeniden uyandırabilmek için harekete geçen Diaspora ve Ermeni Kilisesi, ortak paydalarını uluslararası sistem içersine sürerek milliyetçilik duygularını yeniden harekete geçirmek ve kaybetmek üzere olduğu gençliği de tekrardan kazanabilmek için propagandalarını bilinçlice soykırım iddiaları üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Özellikte Ermenilerin soylarını Nuh Peygamber’e dayandırmalarının arkasındaki neden, Ermeni Kilisesi’nin Nuh Tufanı sonrası yeniden diriliş hakkının sadece Ermenilere verildiği inancıdır15. Bu sebeple seçilmişler olarak kabul ettikleri uluslarının soykırıma maruz kaldığı düşüncesi Türk düşmanlığını arttırmaktadır. 3. Çalışmanın Metodolojisi Osmanlı Devleti’nden bu yana Anadolu topraklarında varlık gösteren Ermenilerin soykırım iddiaları günümüzde sadece Türk-Ermeni kamuoyunu işgal eden bir husus olmaktan çıkmış, dünya kamuoyunda da büyük yankı bulmaya başlamıştır. Ortak yaşam alanlarında bir arada uzun yıllar yaşayan Ermeni ve Türk uluslarının tarihsel sorunlar nedeniyle bugün içinde bulundukları düşmanlık hali her iki ülkenin dış politikalarına zarar vermektedir. Oysa tarihe baktığımızda iki millet arasındaki birlik ve beraberliğe tanıklık edebilecek birçok olay bulunmaktadır. Öyle ki Osmanlı Devleti’nde en çok kayırılan millet Ermenilerdi. Bununla birlikte Türkler ile Ermeniler arasında evliliklerle akrabalık bağları kurulmuş ve böylece ilişkiler daha kuvvetli bir hal almıştı. Ancak 1915 olayları ve sonrasında Ermeniler, Avrupalı devletlerin doğal enerji kaynaklarına ve Kafkaslar’da üs elde etme amaçlarına ulaşmada müttefik haline gelmesini sağlamıştır. Zorunlu göç sırasında dünya harbinin yaşanıyor olması ve yetersiz sağlık hizmetleri ne15 Sedat Laçiner, “Ermeni Sorunu’nun Temel Unsurları olarak Ermeni Kimlik Bunalımı Güç Politikaları”, Editör Şenol Kantarcı, Ermeni Araştırmaları I. Türkiye Kongresi Bildirileri, Cilt III, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara 2003, s.20. 490 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU deniyle salgın hastalıkların yaygın olması sebebiyle, meydana gelen ölümlerin bilânçosu ağır olmuştur. Yakınlarını ve sevdiklerini kaybeden Ermeniler, bu tarihten sonra ölümlerin sorumlusu olarak Türkleri görmüşlerdir. Bu çalışma da Ermeni Sorununu farklı bir boyuttan ele alınarak, hem Türkiye kamuoyunda hem de Ermenistan kamuoyunda algılanışı analiz edilmektedir. Öncelikle çalışmada, Türkiye ve Ermenistan’da (Aralık 2002Ocak 2005) gerçekleştirilen ve Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) tarafından yayınlanan anket çalışmasının verileri kullanılmıştır. Kamuoyu araştırmaları Türkiye’de 35 ilde 1 219 kişiyle; Ermenistan’da ise 21 ilde 1 000 kişiyle yüz yüze görüşme yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. İkinci anket verileri ise Pollmark Araştırma Merkezi tarafından Nisan 2005’te sadece Türkiye’de yapılan kamuoyu çalışmasından alınmıştır. Bu anket de 3 033 kişiyi kapsamaktadır. Son olarak Armenian Center for National and International Studies tarafından Ermenistan’da Nisan 2005’te gerçekleştirilen ve 1 900 kişiyi kapsayan araştırma verilerinden yararlanılmıştır. Analizimizde, kamuoyu yoklamalarında elde edilen verilerin, Türk ve Ermeni halklarının iki ülke arasındaki sorunlara bakışı karşılaştırmalı biçimde ortaya konulmaya çalışılmış ve teorik çerçevede yorumlanmıştır. 4. Sorunun Türk ve Ermeni Kamuoylarında Algılanışı Sorunun her iki kamuoyunda mevcut algısının belirlenmesi, sorunun çözümünde oldukça yararlı olacaktır. Aynı sorulara her iki kesimin de vereceği cevapların tahlili, sorun oluşturan konularda tarafların yanlış bilgilendirilip bilgilendirilmediklerini, ne ölçüde haberdar olduklarını ortaya koyacaktır. Verilen cevapların doğru yorumlanması açısından tablolarda ve yorumlarda iki tarafın cevapları ortak verilmeye çalışılacaktır. Tablo 1. Türkiye-Ermenistan ilişkilerini nasıl tanımlıyorsunuz16? Türkler Ermeniler Çok kötü 6.6 18.9 Kötü 30.8 60.4 Ne iyi, ne kötü 45.4 17.9 İyi 10.9 0.5 Çok iyi 0.2 - Cevap verilmesi zor 6.2 2.3 16 Tablo 1, 2, 7-13 için bkz. “Armenian and Turkish Citizens’ Mutual Perceptions and Dialogue Project”, Center for Global Peace, American University, Editör Ferhat Kentel, Gevorg Poghosyan, Volkan Aytar, Washington DC, taken from TESEV İstanbul 2005. 491 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER İki ülke arasındaki ilişkiler her iki ülke halkınca genellikle kötü olarak tanımlanmaktadır. Ancak Ermenilerin bu konuda çok daha fazla kötümser olduğu rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Türkler ise genelde ilişkilere daha olumlu bakmakta, ilişkileri ne iyi ne de kötü olarak tanımlamaktadır. Türklerdeki bu kararsızlık, en azından Ermenilere karşı düşmanca bir tutum sergilemediklerini göstermektedir. Tablo 2. İki toplumun bir araya gelmesini önleyen önyargılar nelerdir? Sözde soykırım/soykırım Dinî farklılıklar Tarih Türkçülük akımı Ermenistan-Azerbaycan sorunu Türkiye % 19 % 11.2 % 9.4 %6 Ermenistan % 81.7 % 2.8 % 1.4 % 9.8 Ermenilerde mevcut olan soykırım inancı oldukça kuvvetlidir. Ankete katılan Ermenilerin % 81.7’si soykırım bahanesini iki toplumun bir araya gelmesini engelleyen temel neden olarak savunmaktadır. Soykırım gerekçesinin ardından ise Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgal etmesi (Karabağ) ve Türklerin bu konuda Ermenilere karşı tavırlı olabileceği düşüncesi Ermenilerin ikinci derece önemli gördükleri olaydır. Türkler sözde soykırım ısrarına tepki göstermekte ve iki toplumun bir araya gelmesindeki en önemli engel olarak görmektedir. Her iki toplum için sözde soykırım temel ön yargıdır. Ancak sözde soykırım iddiasının gerekçe olarak gösterilmesine yönelik kanılar farklıdır. Ermenilerin tamamına yakını (beşte dördü) temel neden olarak görmekteyken, Türklerin yalnızca beşte biri sözde soykırım ısrarını temel neden olarak görmektedir. Ayrıca Türkler sözde soykırım ısrarına ilâveten, dinî farklılıkları, tarihi ve Karabağ’ın işgalini de engel olarak görmektedir. Türklerde tek konuda kodlanma olmaması, Türkleri soruna daha gerçekçi bakma yönünde olumlu etkilemektedir. Ermenilerin, Osmanlı Devleti içerisinde özellikle Birinci Dünya Savaşı boyunca tamamen tahrip edilmiş bir toplum, mağdur halk oldukları inancı, bugün Ermeni Diasporası tarafından ısrarla savunulmaktadır. Ermeni Diasporası tehcirin nedenini tartışmamakta, yaşananlardan yalnızca Ermenilerin etkilendiğini savunmakta, tehcir nedeniyle 1.5 milyon Erme492 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU ninin katledildiğini (Genosid) iddia etmekte, bunun sorumlusu olarak da Osmanlı Devleti’ni/bugün için Türkiye’yi göstermektedir. Tablo 3. Soykırım konusunu ilk olarak ne zaman duydunuz17? Hatırlamıyorum 0-7 yaş 8-11 yaş 12-17 yaş % 38.6 % 24.2 % 18 % 14 Dolayısıyla Ermeni Devleti’nin dış politikası, Ermeni ulus kimliği ve Ermeni Diasporası’nın meşruiyet kazanma çabası Türkiye’yi -soykırım temelinde- ötekileştirmek ile şekillenmiştir. Bu ötekileştirme, Ermeni devletinin resmî politikası haline gelmiş ve soykırım iddiası bilinçli bir şekilde (toplum mühendisliği) aşılanmaya çalışılmıştır. Bu bilinçli faaliyetlerin ilki; soykırım iddiasını çocuk yaştaki, sosyalleşme çağındaki Ermenilere aşılamaktır. Ermeni çocuklar yedi yaşına geldiğinden itibaren tehcirin varlığını ve akrabalarının yaşadığı (sözde) acıları kabullenmiş oluyorlar. Bunun sonucunda Türklere karşı öfkeyle büyümüş oluyorlar. Tablo 4. Tehcir sizce ne zaman gerçekleşti? 24 Nisan 1915 1915 1915-1923 1896-1921 1894-1915 % 15.9 % 68 % 3.1 % 2.9 % 2.8 Sözde soykırımın 1915’te gerçekleştiği neredeyse tüm Ermenilerce bilinmektedir. Bunun temel nedeni, soykırım iddialarının küçük yaşlardan itibaren bir politika çerçevesinde öğretilmeye çalışılmasıdır. Yedi yaşına kadar neredeyse tüm Ermeniler, sözde soykırımın 1915’te gerçekleştiği bilgisini edinmiş oluyorlar. 17 Tablo 3-6 için bkz. “The Armenian Genocide 90 Years and Waiting”, Armenian Center for National and International Studies, Nisan 2005. 493 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo 5. Tehcir sizce nerede gerçekleşmiştir? Batı Ermenistan Doğu Ermenistan Türkiye’nin öncü devleti Osmanlı % 75.8 %2 % 19.2 Ermenilerde tehcirin gerçekleştiği yer olarak Batı Ermenistan lafzı sıklıkla kullanılmaktadır. Batı Ermenistan, Türkiye sınırları içerisindeki Kars, Iğdır, Ardahan, Erzurum ve Ağrı’nın bir kısmını ihtiva eden coğrafyayı tanımlamak üzere Ermenilerce kullanılan bir isimdir. Ermenilerdeki Batı Ermenistan kullanımı, Ermenilerin kimlik inşasında soykırım iddialarının yalnızca ortak bilinç oluşturma aracı değil, aynı zamanda coğrafî kimlik oluşturma aracı olarak da kullanıldığını göstermektedir. Ermeni Devleti ve Diasporası’nın soykırım ısrarının ardından Türkiye’nin muhtelif toprak parçalarında hak iddia edebileceği izlenimi oluşmaktadır. Tablo 6. Tehcir sırasında sizce kaç kişi ölmüştür? 1 milyon 1.5 milyon 1.5-2 milyon 2 milyon % 3.9 % 76 % 4.1 % 7.2 Çoğunluk itibariyle bir buçuk milyon insanın öldüğü düşüncesini taşıyan Ermenilerin 1.5 milyon rakamında uzlaşmasının en önemli sebebi Diaspora’nın sahip olduğu etkin politikadır. Sözde Ermeni soykırımı, Türk ve Türkiye düşmanlığı Diaspora Ermenileri için birleştirici unsurlar olarak görülmektedir. Diaspora için kimlik oluşturma sürecinde soykırım ve bu soykırımın faili Türkiye kadar etkili başka bir öteki bulunmamaktadır. Tablo 7. Türkiye-Ermenistan ilişkilerin gelişmesi önünde önemli bir sorun olduğuna inanıyor musunuz? Evet Hayır Bilmiyorum 494 Türkler % 36.8 % 33.8 % 29.5 Ermeniler % 95.5 % 1.6 % 2.9 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU Türklerle Ermenilerin uzlaşma sağlayacağı konusunda Türklerin % 36.8’i ilişkilerin düzelmesinde bir sorun olduğunu ifade etmiştir. Ancak, Hayır cevaplarının Evet cevaplarıyla yakın olması dikkat edilmesi gereken bir başka detaydır. Çünkü Türkler iki ülke arasındaki ilişkilere Ermeniler gibi kati bir olumsuzlukla yaklaşmamaktadır. Ermenilerin ise neredeyse tamamı ilişkilerin geliştirilmesi önünde önemli bir sorun olduğunda hemfikir durumdadır. Anlaşılacağı üzere Ermeniler için en önemli sorun, soykırım iddialarıdır. Tablo 8. Aşağıdaki fikirlere katılıyor musunuz? Ermeniler Evet Hayır Bilmiyorum Türkiye-Ermenistan sınırı açılmalı 62.7 31.1 6.2 Türkiye-Ermenistan arasında diplomatik ilişkiler geliştirilmeli 87.7 8.1 4.2 Tarihî ve siyasî sorunların çözümü beklemeksizin iki ülke arasında ekonomik işbirliği geliştirilmeli 60.1 33.1 6.8 Ermeniler Türkiye-Ermeni sınırının açılmasını istemektedirler. Çünkü komşuları arasında ekonomik bakımdan en çok faydalanabileceği ve güvenli bir şekilde ticaret kurabileceği ülke Türkiye’dir. Ekonomik kaygı Ermeniler için oldukça önemlidir. Üçüncü ifadede de Ermenilerin ekonomik işbirliğinin en kısa zamanda gerçekleşmesi arzusunda olduklarını görmekteyiz. Ekonomik ilişkilerin gerçekleşmesini diplomatik ilişkilerin düzelmesiyle mümkün olduğu kanaati Ermenilerde oldukça yaygındır (% 87.7). Ermeniler için en önemli ortak kanı, diplomatik ilişkilerin geliştirilmesidir. Burada diplomatik ilişkilerin gelişmesi önündeki en önemli etkenin soykırım iddiası olduğu düşünüldüğünde, Ermeniler için sözde soykırımın kabulünün ne kadar önemli olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Ermenilerin verdikleri cevaplarda bilmiyorum cevaplarının düşük oranlarda olması, Ermenilerin birçok konuda bilinçli politikalarla eğitildiklerini ve yönlendirildiklerini göstermektedir. 495 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo 9. Aşağıdaki fikirlere katılıyor musunuz? Türkler Evet Hayır Bilmiyorum Türkiye-Ermenistan sınırı açılmalı 50.9 32.2 16.9 Türkiye-Ermenistan arasında diplomatik ilişk. Geliştirilmeli 64.6 20.6 14.8 54 29 17 Tarihî ve siyasî sorunların çözümü beklenmeksizin iki ülke arasında ekonomik işbirliği geliştirilmeli Türkler sınırın açılmasına olumlu bakmaktadırlar. Ancak ticarî ilişkilerin geliştirilmesine olumlu bakmakla birlikte, bu olumlu tutum Ermeniler kadar yüksek değildir. Çünkü Türkiye için dış ticarette Ermenistan’ın varlığı, Ermeniler için Türkiye’nin varlığından çok daha düşük düzeydedir. Hatta Türkiye dış ticarette Ermenistan’ın varlığını hissetmemektedir dahi denilebilir. Bunun nedeni, Ermenistan sanayisinin Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayabilecek nihai ürün üretiminden yoksun olması ve Türkiye’nin her türlü ihracatı Avrupa başta olmak üzere uluslararası düzeyde karşılayabiliyor olmasıdır. Türkler diplomatik ilişkilerin geliştirilmesine de olumlu bakmaktadırlar. Her hangi bir önyargı söz konusu değildir. Tablo 10. Aşağıdaki açıklamalardan hangisi sizin Türk-Ermeni ilişkilerine bakışınızı yansıtmaktadır? Ermenistan/Türkiye iyi bir komşudur Ermenistan/Türkiye diplomatik ilişkilerin gelişmediği bir komşudur Ermenistan/Türkiye potansiyel tehlikedir Ermenistan/Türkiye düşman ülkedir Cevap vermesi zor Türkler % 12.7 % 23.5 % 20.6 % 23.4 % 19.8 Ermeniler % 0.4 % 36 % 27.6 % 33.6 % 2.4 Ermenilerin Türkiye’ye karşı olumsuz tutumu açıkça görülmektedir. Ankete katılan Ermenilerin % 36’sı Türkiye’yi diplomatik ilişkilerin gelişmediği bir ülke olarak tanımlamaktadır ki; Türkler de Ermenileri diplomatik ilişkilerin gelişmediği bir ülke olarak görmektedir. Ancak Ermenilerin çoğunluğu Türkiye’yi potansiyel bir tehdit (27.6) ve düşman (33.6) olarak tanımlamaktadır. Türkiye’nin iyi bir komşu ülke olduğuna yönelik kanaat ise hemen hemen hiç yoktur. 496 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU Türkler için de Ermenistan, ilişkilerin gelişmediği bir ülkedir; ayrıca potansiyel bir tehlike (20.6) ve düşman bir ülkedir (23.4). Ancak Türklerdeki olumsuz bakış Ermeniler kadar fazla değildir. Ermenilerde oran % 62’lere ulaşabilirken, Türklerde % 44 seviyesindedir. Önemli bir nokta ise; Ermenilerin Türkiye’yi iyi olarak görmemelerine karşın (% 0.4), Türkiye’de % 13’ü gibi iyimser bir rakamın Ermenistan’ı iyi bir ülke olarak görmesidir. Ayrıca % 20’ye varan bir oranın kararsızlığı da, Ermenistan’a yönelik ketum bir önyargının olmadığına işaret etmektedir. Tablo 11. İlişkiler son 10 yılda nasıl değişti? İyi yönde değişti Değişme yaşanmadı Kötü yönde değişti Bilmiyorum Türkler % 14.4 % 31.3 % 35 % 19.3 Ermeniler % 22.4 % 52.5 % 21 % 3.8 Geçmiş 10 yıl için her iki tarafın da kanısı değişme yaşanmadığı ya da kötü yönde değişim yaşandığı şeklindedir. Ancak geçmişe yönelik ilişkilerin kötü yönde geliştiği kanısı Türklerde daha fazladır (% 35), bunda ASALA terörü önemli olmuştur. İyi yönde gelişme yaşandığı inancının Ermenilerde daha fazla olduğu görülmektedir. Bunun nedeni ise sözde soykırım iddialarının uluslararası gündemde tartışılıyor olması ve Türk devletinin de bu konuda açıklamalar yapmak zorunda kalmasıdır. Ermeniler için Türk devletinin konu hakkında görüşünü bildirmesi ilişkilerin iyi yönde gelişmesi olarak algılanmıştır. Tablo 12. İlişkiler gelecek 10 yılda nasıl değişecek? İyi yönde değişecek Değişme yaşanmayacak Kötü yönde değişecek Bilmiyorum Türkler % 24.7 % 30.8 % 17.6 % 26.9 Ermeniler % 14.7 % 37.4 % 25.3 % 22.6 İlişkilerin gelecek 10 yıl içerisinde daha iyi olacağına yönelik kanı Türklerde daha fazladır (% 24.7’ye % 14.7). Tablo 10’da Ermenistan Türk497 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ler tarafından % 12.7’lik bir oranla iyi bir komşu olarak tanımlanmaktaydı. Ermenistan’a yönelik bu iyimser bakış, gelecek 10 yıl içerisinde ilişkilerin iyi yönde değişeceği inancını güçlendirmektedir. Ermeniler ise Türkiye’ye yönelik düşman ve potansiyel tehlike algılamalarının baskınlığının bir sonucu olarak gelecek 10 yılda ya herhangi bir gelişme yaşanmayacağına ya da kötü yönde değişeceğine inanmaktadır. Tablo 13. İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde sizce hangisi daha önemlidir? Diplomatik ilişkiler Akademik ilişkiler Ticarî ilişkiler (özel sektör) STK ilişkileri Parlamenterler arası ilişkiler İki ülke vatandaşlarının karşılıklı turizm ilişkileri Ermeni Sorununun adaletli çözümü Türkler % 57.8 %3 % 13.5 % 7.3 % 3.1 % 7.7 - Ermeniler % 74.8 % 1.4 % 6.1 % 0.2 % 2.1 %6 %6 Ermeniler için diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi hayatî önem arzetmektedir (Tablo-8 % 87.7). Şuan ki de facto izolasyon durumunu kırmanın en önemli yolu Türkiye ile diplomatik ilişkilerin geliştirilmesidir. Ermeniler diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinin sözde soykırım konusuna bağlı olduğunun bilincindedirler ve onlara göre soykırım iddiası kabul edilmelidir. Diplomatik ilişkiler dışında (soykırım iddiası) ikinci sırada ticarî ilişkiler yer almaktadır. Türkler için de diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi önemlidir. Ancak Türkler diplomatik ilişkiler dışında ticarî ilişkilerin ve STK’lar arasında kurulabilecek ilişkilerin önemini de göz önünde bulundurmaktadır. Ayrıca Türkler Sorunun adaletli çözümü kısmına hiçbir şekilde katılmamakta, çünkü Ermenilerin ısrarla savundukları bir soykırımın hiçbir zaman gerçekleşmediğine inanmaktadırlar. 498 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU Tablo 14. Türkiye Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmeli mi18? Evet Hayır Fikrim yok % 41.2 % 41.6 % 17.2 Anketin düzenlendiği tarihe dikkat etmek gerekmektedir (2005). Dolayısıyla sözde soykırım iddialarının uluslararası platformda sıkça gündeme geldiği bir dönemde Türk kamuoyunda Ermenistan’a yönelik bakışta olumsuzluk görülmektedir. Ancak her şeye rağmen Türkler için Ermenistan sözde soykırım iddialarına rağmen ilişki kurulabilecek bir ülke olarak görülmektedir. Tablo 15. Kendinizi Ermeni karşıtı olarak tanımlar mısınız? Evet Hayır Fikrim yok % 30.3 % 60 % 9.7 Türkler için sorunun muhatabı Ermeniler değil, Ermenistan ve Ermeni Diasporası’dır. % 60’lık bir kesim bu yargıyı desteklemektedir. Türkiye’de tepki uyandıran konu; Ermenistan’ın sözde soykırımı temel dış politika aracı olarak kullanmaya çalışması ve Ermeni Diasporası’nın Avrupa ve Amerika’da sözde soykırım iddiasını sürekli canlı tutmaya çalışmasıdır. Tablo 16. Sözde Ermeni Soykırımı Türkiye’de serbestçe tartışılmalı mı? Evet Hayır Fikrim yok % 58.4 % 29.2 % 12.4 Türkiye hem devlet olarak hem de ulus olarak sözde soykırım konusunun tartışılmasını istemekte, tartışılmasından çekinmemektedir. Çünkü Türkiye’ye göre olayda herhangi bir soykırım yoktur. Tehcir olmuştur, ancak soykırım asla olmamıştır. Tehcir de zamanın şartları göz önünde bu18 Tablo 14-17 için bkz. DAĞI, İhsan-İbrahim Dalmış-Ertan Aydın, “AB, ABD ve Ermeni Meselesi: Kamuoyu Algısı”, 4 Nisan 2005, http://www.pollmark.com.tr, (19/07/2005). 499 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lundurulduğunda (savaş hali) zarurî bir eylem haline gelmişti. Ayrıca sözde soykırıma yönelik tartışmalar devlet tarafından da desteklenmekte, devlet arşivlerini bu konuda yerli ve yabancı tüm akademisyenlere açtığını ilân etmektedir. Tablo 17. Sözde Ermeni Soykırımı Avrupa Birliği’ne girmek için bir şart olarak ileri sürülürse, Türkiye üyelik için bunu kabul etmeli mi? Evet Hayır Fikrim yok % 9.1 % 82.1 % 8.8 Soru net, Türklerin soruya cevabı da net. HAYIR. Avrupa Birliği bir devlet politikasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel dış politika dinamikleri olan batıcılık ve statükoculuk ikilisinden birincisinin fiiliyattaki uygulamasıdır. Türkiye batıcılık politikası gereğince birçok Batılı uluslararası örgüte üye olmuştur (NATO, Avrupa Konseyi, OECD). AB’ye üye olma çabası 1963 Ankara Antlaşması ile başlamış ve bugün halâ devam etmektedir. Üyelik yalnızca bir devlet politikası olarak kalmamış, zamanla halk da bu politikayı benimsemiştir. Ancak AB’nin Kıbrıs, anadilde eğitim ve benzeri konularda şart koşması her zaman tepkiyle karşılanmıştır. Türkler sözde soykırımın tartışılmasını istemekte, Ermenistan’la ilişkilerin geliştirilmesine sıcak bakmaktadırlar. Ermeni karşıtı değildirler, ancak, AB’ye üyelik ya da başka bir neden için de olsa asla sözde soykırım iddialarını kabul etmeyeceklerdir. Böyle bir dayatma sorunun daha da çetrefilleşmesine neden olacaktır. 5. Sonuç ve Değerlendirme Ermeni Sorunu her ne kadar tarihe intikal eden bir sorun olsa da, konu aynı zamanda güncel bir siyasî sorundur. Her iki toplum konu ile yakından ilgilenmektedir. İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi bakımından, Ermeniler için soykırımın kabulü olmazsa olmaz bir ön şart olarak görülürken; Türkler için sorun tartışılmaya devam edilirken de ticarî ve sosyal ilişkilerin geliştirilmesi olağan görülmektedir. Sorunun çözümsüzlüğünde Ermeni Diasporası’nın kimlik oluşturma süreci, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelebilme ihtimalini olumsuz yönde 500 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU etkilemektedir. Ermeni ulusal kimliği soykırım ve 1915’te Tehcir’in neden olduğu mağduriyet etrafında şekillenmektedir. Kamuoyu yoklamalarından elde ettiğimiz verilerde, Ermenistan ve Ermeni Diasporası’nın devlet politikası olarak soykırım iddialarının çocuklara sosyalleşme sürecinde, okul çağında bilinçlice öğretildiğini göstermektedir. Bilinçlice yapılan kodlamada, üç ana konu üzerinde durulmaktadır. Bunlar; 1915 Tehciri, Batı Ermenistan ve 1.5 milyon ölü şeklindedir. Türklerde, Ermenileri ötekileştirici bir kimlik inşası bulunmamaktadır. Sorun daha çok 1973-1985 yılları arasında gerçekleşen ASALA terörünü referansla hatırlamaktadır. Dolayısıyla Türkler için Ermeni halkı öteki değildir. Türkiye’de halk kendisini Ermeni karşıtı olarak tanımlamamaktadır. Türkler, sözde soykırım iddialarını kabul etmemektedirler. Tehcir savaş şartlarının bir zorlaması olarak görülmekte ve Türkiye’de çoğunluk, konunun serbestçe tartışılması taraftarıdır. Bu da halkın Türk tezlerine güvendiklerini göstermektedir. Ancak, AB ve BM dâhil olmak üzere dış güçlerin soruna müdahalesine sıcak bakmamaktadırlar. İki ülke halkının verdikleri cevaplara baktığımızda toplumların, geçmişte yaşanan sorunları günümüzde serbestçe tartışma hususuna daha pozitif yaklaştıkları görülmektedir. Ermeni siyasî lerinin özellikle konuya ilişkin sözde soykırımın resmen tanınmadan Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmemesi gerektiğine yönelik tavırları, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin önündeki en büyük engeldir. Her ne kadar Ermeniler içerisinde Türk karşıtlığı, Diaspora da dâhil olmak üzere, yoğun bir şekilde işlense de, aynı durum Türkler içerisinde görülmemektedir. Eğitim olanakları ve ekonomik ilişkiler açısından daha gelişmiş durumda gözüken Türkiye bu olanaklarını Ermenistan ile paylaşma konusunda hazır olmaktadır. Ancak Ermenistan’ın, soykırım inadından vazgeçmemesi ilişkilerin devamını ve gelişmesini engellemektedir. Bununla birlikte ilişkilerin Türkiye’nin önüne Avrupa Birliği şartı olarak getirilmesi sorunun boyut değiştirmesine neden olduğu gibi, bu durum Türk toplumunda Avrupa Birliği’ne karşı düşüncelerin değişmesine ve birlik karşıtlığının artışına neden olmaktadır. 501 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça “Soykırım İddialarına Karşıt Görüşler”, http://www.yesil.org/teror/Ermenisoyk.htm, (20/07/05). “The Armenian Genocide 90 Years and Waiting”, Armenian Center for National and International Studies, Nisan, 2005. Akgün, Birol, “Küreselleşme Çağında Terör ve Karşı Terör: Amerika’nın İşi Neden Zor?”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt 2, Sayı 18, Ekim 2001. Amanoğlu, Ebülfez, “Bakü’de Ermenilerin Yaptıkları Soykırım (Mart 1918) ve Edebiyatta Yansımaları”, ASAM Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 14-15, Yaz-Sonbahar 2004. Anderson, Benedict, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Çeviren İskender Savaşır, Metis Yayınları, İstanbul 1995 Cabbarlı, Hatem, “Ermenistan’da Türkiye İmajı”, Belgeler Işığında Ermeni Meselesi Semineri 24-25 Nisan 2003 Balıkesir Üniversitesi, İstanbul 2003. Çalış, Şaban H., Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Kimlik Arayışı, Politik Aktörler ve Değişim, Ankara 2001. Dadrıan, Vahakn N., Ermeni Soykırımında Kurumsal Roller, İstanbul 2004. Dağı, İhsan, İbrahim Dalmış, Ertan Aydın, “AB, ABD ve Ermeni Meselesi: Kamuoyu Algısı”, 4 Nisan 2005, http://www.pollmark.com.tr, (19/07/2005). Eralp, Atila, Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul 2000. Erözden, Ozan, Ulus-Devlet, Ankara 1997. Evren, Gürbüz, Sömürgecilik Tarihi Işığında: Ermeni Sorunundaki Çıkar Odakları, Ankara 2002. Göka, Erol, “Ermeni Sorunu’nun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu”, ASAM Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001. Habermas, Jürgen, Öteki Olmak Öteki ile Yaşamak, Çeviren İlknur Aka, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002. İlter, Erdal, “Ermeni Kilisesi ve Terör”, Editör Güler Eren, Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Sayı 38, Mart-Nisan 2001, Yeni Türkiye Medya Hizmetleri, Ankara 2001. Kaplan, Sefa, 90. Yılında Ermeni Trajedisi: 1915’te Ne Oldu?, İstanbul 2005. “Armenian and Turkish Citizens’ Mutual Perceptions and Dialogue Project”, Center for Global Peace, Editör Ferhat Kentel, Gevorg Poghosyan, Volkan Aytar, American University, Washington DC, taken from TESEV, İstanbul 2005 Koyuncu, Sefa, Don Kişot Sendromu: Ermeni Soykırımı Komedyası, İstanbul 2001. Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, İstanbul 2003. Laçiner, Sedat, “Ermeni Sorunu’nun Temel Unsurları olarak Ermeni Kimlik Bunalımı Güç Politikaları”, Editör Şenol Kantarcı, Ermeni Araştırmaları I. 502 Doç. Dr. Birol AKGÜN / Arş.Gör. Metin ÇELİK / Zeynep BOYACIOĞLU Türkiye Kongresi Bildirileri, Cilt III, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Ankara 2003. Libaridian, Gerard J., Ermenilerin Devletleşme Sınavı: Bağımsızlıktan Bugüne Ermeni Siyasî Düşünüşü, İstanbul 2001 Perinçek, Mehmet, “Ermenistan’ın İlk Başbakanının İtirafları”, Aydınlık Dergisi, Sayı 950, Ekim 2005. Zekiyan, Boğos Levon, Ermeniler ve Modernite: Gelenek ve Yenileşme/Özgürlük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, İstanbul 2002. 503 TÜRK-ERMENİ SOSYO-KÜLTÜREL ETKİLEŞİMİ: DİL VE EDEBİYAT ÖRNEĞİ Yrd. Doç. Dr. Cafer ULU Fatih Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü E-mail: [email protected]; Tel (GSM): 0 505 660 05 05 – 0 535 656 86 23 Özet Tarihin hiçbir diliminde, bulundukları coğrafyada Türklere oranla bir çoğunluk elde edemeyen Ermeniler, Türk kültürel değerlerinin hayatlarına girmesinde bir mahsur görmemişlerdir. Ermeniler, zorunlu olmamalarına rağmen Türk kültürüne ait öğeleri yaratıcı bir biçimde özümsemiş ve bir sentez oluşturmuşlardır. Türk toplumu içinde sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yapılarıyla bütünleşerek bir yandan da kökenlerinden gelen temel ayırt edici özelliklerini korumuşlardır. Türkler de Ermenilere her hangi bir ulustan daha fazla güven duymuştur. Karşılıklı bu tutum sonucunda Türk ve Ermeni kültür değerleri arasında büyük benzerlikler oluşmuş, Anadolu’da âdet, gelenek ve zevkleri Türklerle hemen hemen müşterek bir Ermeni yapı meydana gelmiştir. Ermeniler, nüfuslarındaki azlık nedeniyle Türk kültüründen etkilenme konusunda daha edilgen olmuşlardır. Ermeni örf, âdet, gelenek ve edebiyatının oluşmasında Türk tesiri açıkça görülmektedir. Sosyal yaşam içinde kadın-erkek ilişkileri dâhil olmak üzere düğün merasimleri, aile içi kültürel anlayış gibi konularda bile Türklerinki ile örtüşür bir vaziyet almıştır. Öyle ki, Ermenilerin isim ve dinî terimleri çıkarılsa düğün merasimi ve aile içindeki kültürel yaklaşımlar bir Türk ailesininki ile neredeyse aynıdır. Ermeniler sosyal açıdan etkilenmenin yanında bütün edebî türleri, aldıkları isimden, kilisede okudukları İncil ve yaptıkları duadan mezar taşlarına yazdıkları dörtlüklere varıncaya kadar tamamen Türkçe kullanmaya başlamışlardır. Eldeki bilgilerden anlaşıldığına göre, Ermeni kültürünün ve millî dilinin yeniden yapılanmasında iki toplumdan Ermenilerin Türklerden daha fazla etkilendikleri yadsınamaz bir gerçektir. Bildirimizde yukarıda ana başlıklar halinde söz edilen etkileşim süreci örnekleriyle aktarılacaktır. Yrd. Doç. Dr. Cafer ULU Türk ve Ermeniler Arasında Sosyo-Kültürel Etkileşime Zemin Hazırlayan Etmenler Ermeni tarihine bakıldığında, Kafkaslardan Anadolu’ya geçiş üzerinde meskûn olan Ermeniler, Türklerle karşılaştıkları döneme kadar sürekli sürgün yaşamış bir topluluktur. Perslerden Makedonya İmparatorluğu’na, İran’dan Doğu Roma İmparatorluğu’na o bölgeden geçen herkes Ermenileri asimile etmeye çalışmıştır. Kendileri gibi Hıristiyan olan Bizans, Ermeni Gregorian Kilisesi’ni ve cemaatini Ortodoks Kilisesi’ne bağlayarak Rumlaştırma politikası izlemiştir. Bu politikalara direnen Ermenileri sürgüne uğratmış, kiliselerini yağmalamış ve liderlerini öldürmüştür1. Bu olaylar yüzünden Ermeniler ve Rumlar arasında aşılması mümkün olmayan düşmanlık ve nefret hiç eksilmemiştir2. Ermeniler, dindaşları ile yaşadıkları problemler ve maruz bırakıldıkları bu baskılara karşın, İslâm felsefesine sahip Türklerle ilk andan itibaren 1 2 Patrikler, Doğuda ortaya çıkan Ermeni ve Süryanî kiliselerinin varlığına tahammül edemedikleri gibi Ermenileri kâfir olarak görmüşlerdir. Bu nedenlerle tahrik olan Ortodoks Patriği ve Bizans imparatorları, Ermeni Gregoryen kiliselerini, kalelerini, köylerini yakıp yıkmış, halkı sürgün etmişlerdir. En büyük sürgünlerden biri, Bizans İmparatoru II. Basil tarafından yapılmıştır. II. Basil (976-1025), dinî ve siyasî nedenlerle Ermeni derebeylerinin üzerine yürümüştür. II. Basil, Van ve yörelerindeki Ermenileri büyük bir sürgüne tâbi tutmuştur. Bu sefer sırasında 12 kale, 4 400 köy ve 115 manastır yakılmıştır. Ayrıca bölgede oturan 40.000 Ermeni de yerlerinden alınarak Sivas ve Kayseri yöresinde mecburî tehcire tâbi tutulmuştur. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1993, s.223. 507 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER çok olumlu ilişkiler içinde olmuşlardır. Türklerin İslâm dininin gayrimüslim ehli kitaba karşı yumuşak yaklaşımı bunun oluşumunda önemli etkiye sahiptir3. Türkler, fethettikleri yerlerdeki milletlerin hak ve hukukunu güvence altına aldıkları gibi, Ermenilerin de dinî, siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel serbestiyetlerini teminat altına almışlardır. Ermeniler de bu olumlu yaklaşıma aynı şekilde cevap vererek, Türk kültürel değerlerinin hayatlarına girmesinde de bir mahsur görmemiş, kültürel değerleri özümsemiş, bu öğelerin bir araya getirilmesiyle yeni bir sentez oluşturmuşlardır4. Bu etkileşim büyük boyutlarda sürerken Ermeniler, kökenlerinden gelen temel ayırt edici özellikleri yüzyıllar boyunca koruma imkânı da bulmuşlardır5. Karşılıklı bu tutum sonucunda Türk ve Ermeni kültür değerleri arasında büyük benzerlikler oluşmuş, Anadolu’da âdet gelenek ve zevkleri Türklerle hemen hemen müşterek bir Ermeni yapısı oluşmuştur6. Bu etkileşim sonucu ortaya çıkan Ermeni toplumuna bazı seyyahlar, Ermenileri Hıristiyan Türkler diye tanımlamışlardır7. Tüm bu bilgiler ışığında bazı araştırmacılar Türkler ve Ermeniler arasındaki ilişkiyi şu şekilde ortaya koymuşlardır; Aynı köy veya şehirde yaşayan Türkler ve Ermeniler, birbirlerini çok seven, en çok kaynaşan, birbirine en çok güvenen unsurlardı. O, dinlerine ve dillerine pek düşkün olan Ermeniler içinde Türkçe bilmeyen, evinde Türkçe konuşmayan, Türk âdet ve ananelerini benimsemeyen Ermeni ailesi ya hiç yoktu ya da zikredilmeyecek kadar azdı. Mimarlıkta Balyan ailesinden tiyatrodaki Manukyan’a, Güllü Agop’a, mûsikîde Tatyos Efendi’den Levon Hancıyan’a kadar Türk kültürüyle iç içe yaşamış Ermeniler, halklar arasındaki bu yakınlığın en belirgin tanıklarıdır. 3 4 5 6 7 Türklerde dinî ve kültürel hoşgörü hakkında geniş bilgi için bkz. Mehmet Saray, Türklerde Dinî ve Kültürel Hoşgörü, Atatürk ve Lâiklik, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2002. Boğos Levon Zekiyan, Ermeniler ve Modernite-Gelenek ve Yenileşme Özgürlük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, Çeviren Altuğ Yılmaz, Aras Yayınları, İstanbul 2001, s.26. Zekiyan, a.g.e., s.31. Ercüment Kuran, “Tarihte Türkler ve Ermeniler”, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Editör Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2000, s.30. 20. Yüzyıl Başlarının Askerî ve Stratejik Dengeleri İçinde Türkiye’deki Gayrimüslimler (Sosyo-Ekonomik Durum Analizi), Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1996, s.153. Ayrıca Ermeniler üzerindeki Türk edebiyatının tesirleri için bkz. Fuad Köprülü, “Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesirleri”, Edebiyat Araştırmalarını, Ankara 1966, s.239-269. 508 Yrd. Doç. Dr. Cafer ULU Türk ve Ermeniler Arasındaki Benzerliklere Örnekler Ermeniler ve Türkler arasında bazı benzerlikler vardır ki birbiriyle tamamen örtüşür durumdadır. Bunlardan biri olan Türklerde var olan ve ülkenin ölen prensin erkek çocukları arasında paylaşılması geleneği Ermenilerde de görülmektedir. Örneğin, Vaspurakan Prensi Grigor Derenik’in ölümünden sonra topraklar, daha çocuk yaşta olan oğulları Sergis Aşot, Haçik Gagik ve Gurgan arasında taksim edilmiştir8. Ermeniler, Türklerde olduğu gibi ülkeler arasında bir garanti belgesi ve barış antlaşması gibi algılanan siyasal evlilikler de yapmışlardır9. Türk beyleri bilindiği üzere komşu ülkelerin prensesleri ile evlenmiş ve bunu siyasî olarak kullanmışlardır. Eski Türklerde var olan geleneklerden biri de Kağan ülke dışında olduğunda ya da esir düştüğünde ülke idaresine eşinin vekâlet etmesidir. Aynı uygulamayı Ermenilerde de görmek mümkündür10. Sosyal yaşam içinde Ermenilerin kadın-erkek ilişkileri ve düğün merasimleri de Türklerinki ile örtüşür bir vaziyet almıştır. Ermenilerde, Türklerde olduğu gibi gelin ve damat adayının düğünden önce görüşmeleri söz konusu olmazdı. Evlilik, ana babanın uygun gördüğü kişilerle gerçekleştirilirdi. Daha sonra da ilk adımlar atılarak damat adayının, kızın evine giderek kızı görmesi sağlanırdı. Ardından da söz ve nişan töreni anlamında bir evlilik antlaşması yapılırdı. Düğün tarihi, bayram günleri dışında aileler tarafından kararlaştırılırdı. Hediyelerin birçoğu damat tarafından verilir, çeyizin gösterilmesi ve verilmesi kız tarafınca yapılırdı11. Ermeni kadını evlendikten sonra -Vaspuragan kadını, Rıştuni kadını gibi- eşinin sülalesinin adıyla anılırdı. Evlenen çocuklara ayrı ev açılmaz, kayınvalide ve kayınpederi ile otururdu12. Türkler arasında boşanma nedeni olarak kabul edilen zina, Ermenilerde de boşanma nedeni olarak kabul edilirdi13. 8 Hakkı Dursun Yıldız, “10. Yüzyılda Türk-Ermeni Münasebetleri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985, s.34. 9 Vartanuş A. Çerme, “Tarihte Ermeni Kadını”, Tarih ve Toplum, Mart 2000, C. 33, Sayı 195, s.187-194. 10 Örneğin, Levon’un yaşadığı kale kuşatılınca ve Levon hayatını kaybedince, kale eşi Riba tarafından yönetilmiş ve savunması yapılmıştır. Amca oğlu Hatem’un başa gelmesine kadar, kalenin savunma ve yönetimi Riba’da kalmıştır. Çerme, a.g.m., s.59. 11 Çerme, a.g.m., s.64. 12 Arus Yumul, “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Ermeni Kadını”, Toplumsal Tarih, C.7, Sayı 42, Haziran 1997, s.15. 13 Çerme, a.g.m., s.61-62. 509 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tüm bu bilgiler, Ermenilerde aile içindeki kültürel argümanların Türklerdeki ile büyük ölçüde benzer olduğunu göstermektedir. Meselâ ailenin geçimini evin erkeğinin sağlaması, ekonomik gücün tamamen erkekte olması gibi14. Ayrıca, dünyaya gelen çocuk kız ise, bu doğum boşa harcanmış, boşa çekilmiş kürek kabul edilirdi. Erkek çocuk doğması için dualar edilir, çeşitli merasimler bile yapılırdı15. Ermeni ailelerinin gelenekleri ve kadınlara olan yaklaşımları da Türklerinki ile aynı özellikleri taşımaktadır. Ermenilerde de ailenin erkekleri ve özellikle en yaşlı olan aile reisi, aile onurunu korumakla yükümlüydü. Yani ailesindeki kadınların davranışlarından sorumluydu. Bir kızın erkeklerle birlikte görülmesi, gezip eğlenmesi, flört etmesi, toplum içinde rahat davranması hoş karşılanmazdı. Ermeniler arasında kızların bekâreti çok önemliydi16. Görüleceği gibi Ermenilere ait isim ve dinî terimler çıkarılırsa düğün merasimi ve aile içindeki kültürel yaklaşımlar bir Türk ailesininki ile neredeyse aynıdır. Ermeni gelini, aynı Türklerde olduğu gibi evlendikten sonra bir süre için bir sessizlik kuralına göre hareket etmek zorunda idi. Ermeniler arasında Munç adı verilen bu dönemde gelin, evdeki çocuklar hariç, hiç kimse ile konuşmazdı. Kadın, kocası ile ancak yalnız kaldıklarında konuşabilirdi. Evdeki diğer üyeler ya işaret diliyle, ya da çocuklar aracılığıyla iletişim kurardı. Bu sessizlik dönemi, genellikle kayınvalidenin veya kayınpederin kızım konuşabilirsin diyerek izin vermesine kadar sürerdi. Bu izin genellikle gelin ilk çocuğunu doğurduğu zaman verilirdi17. Aile yapısının yanında Ermenilerde bazı semboller Türklerinkiler ile büyük benzerlikler göstermektedir. Örneğin Ermeniler, ekmeğe çok büyük önem vermekteydi. Ermeniler ekmeği Türkler gibi üç kez öptükten sonra bir kenara hayvanların yemesi için bırakırdı. Bir başka sembolik benzerlik de Halil İbrahim bereketidir. Ermeniler ve Türkler Halil İbrahim bereketine inanır, bereket dualarında bu sembolü kullanırlardı18. Eldeki tüm bu bilgilere rağmen bazı Ermeni kökenli kaynaklar, Türklerin düğümlü halı tekniği dâhil bütün sanatları Ermenilerden öğrendik14 Yumul, a.g.m., s.15. 15 Mıgırdıç Margosyan, Gavur Mahallesi, Aras Yayınları, İstanbul 2000, s.21-23; Yumul, a.g.m., s.18. 16 John Bamberger, “Family and Kinship in an Armenian-American Communitiy”, Journal of Armenian Studies, 3, 1986-1987, s.81’den nakleden Yumul, a.g.m., s.17. 17 Yumul, a.g.m., s.17. 18 Margosyan, a.g.e., s.32. 510 Yrd. Doç. Dr. Cafer ULU lerini mimarî ve tezyini sanatları geliştirenlerin de Ermeniler olduğunu iddia etmektedirler. Ancak Türkler, Ermeniler karşısında her zaman nüfus ve kültür bakımından hâkim bir halde olmuşlardır. Ermeniler, her alanda kendilerinden üstün durumda olan Türklerden ve kültürlerinden etkilenmişlerdir. Dil ve Edebiyat Alanında Etkileşim XI. yüzyıla kadar Türkler, Ermenilerle üç koldan ilişki içinde iken 1071’den itibaren dört yönden Ermenilerle komşu olmuşlardır. Gerek nüfus olarak gerek misyon olarak bölgeye yerleşen Türkler, Ermeni toplumunu kısa süre içinde tesiri altına almıştır. İlk etkileşimin dil ve edebiyat alanında başladığı görülmekle beraber ilerleyen yıllarda kültürel ve sosyal açıdan da Ermeniler, Türk toplumu ile ortak değerlere sahip olmaya başlamıştır. Özellikle Selçuklular döneminde aynı devletin çatısı altında iç içe yaşamışlar ve müşterek pek çok eser ortaya koymuşlardır. İki millet başta dil olmak üzere, mûsikî, mimarî, el sanatları ve edebiyat alanlarında karşılıklı olarak birbirine katkılarda bulunmuşlardır. Türklerle Ermeniler arasında dil alanında görülen ilk köklü etkileşim XIII. yüzyılda kendini göstermeye başlamıştır. XIII. yüzyıldan sonra Türkçe’nin Kafkasya’da genel anlaşma dili haline gelmesiyle, Ermenilerin eski kilise dili olan grabar, bu tarihten itibaren terk edilmeye başlanmıştır. Bundan sonra Ermeniler arasında Türk dil yapısının özelliklerini taşıyan ve halk dili olan Aşharabarcan yerleşmeye başlamıştır. Devrin Ermeni edebiyatının kurucularından Haçatur Abovyan, Ermenilerin yeni dilinin (Aşharabarcan) yarısının Türkçe ve Farsça kelimelerden oluştuğunu ifade ettikten sonra bu yeni dilin Ermenilerin ağzına çok tatlı geldiğini ve milletin kendi dilini bırakıp, türkü, masal ve darbı meselleri Türkçe söylediğini dile getirmiştir19. Ermeni tarihi yazarlarından Grakos Gransagesi, kitabında yaşadığı Gence şehrinden ve Türklerin sosyal yaşamından söz ettikten sonra Ermenice’nin Türkçe’den etkilenişini anlatırken yüzlerce Türkçe kelime almıştır20. 19 Haçatur Abovyan, Ermenistan’ın Yaraları, Yerevan, Haybedhrad 1959, s.80-81’den nakleden Zeynelabidin Makas, “Bazı Ermeni Alimlerinin Türk Dili ve Kültürü Üzerine Samimi İtirafları”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 2, Samsun 1987, s.113. 20 Türkmen, a.g.e., s.7. 511 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Eldeki bilgilerden anlaşıldığına göre birlikte yaşayan iki toplumdan Ermenilerin Türklerden daha fazla etkilendikleri yadsınamaz bir gerçektir. Buna karşın Türkler de Ermenice’den yerel anlamda etkilenmişlerdir. Bunların büyük bölümü, genele yayılmamış yerel ağızda ya da argoda yaygınlık kazanmıştır. Bunlardan birkaçını örnek vermek gerekirse21; azap dokumada bir ilmikteki iki çözgü telinden birincisi (Niğde); antık kül içinde gömülü ateş (Erzurum); kut tavuk yemi (Muş); çilot şamar, tokat (Bitlis, Urfa); corik emziksiz çinko ibrik (Elazığ); marmaş ince tülbentten yapılmış başörtüsü (Artvin); barav kocakarı (Rize). Argoda; bızdık çocuk; madik hile dalavere; moruk yaşlı erkek; oski altın para gibi. Bunların yanında yerel ağızda (bir veya birkaç yerde) kullanılan Ermenice kelimeler, oldukça azdır. Bunlardan bazıları; bar, çap, çermik, kaban, kepenk, kirvedir. Anadolu’da Türklerin hâkim topluluk olmasından dolayı, Ermeni kültürünün ve millî dilinin yeniden yapılanmasında Türklerin büyük etkisi olmuştur. Ermeniler yoğun bir şekilde Türk kültürünün ve dilinin tesirinde kaldıklarından Ermeni-Türk Edebiyatı (La Litterature Armeno-Turquie) adı verilen Ermeni harfleri ile yazılmış Türkçe edebî eserler ortaya çıkmıştır22. Ermeni harfli Türkçe eserler ayrıca incelenmesi gereken önemli bir konudur. Çünkü Osmanlı Devleti tebaası ve Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu yolla kültür hayatımıza çeşitli eserler, gazete ve dergiler kazandırmıştır. Bu tür eserlerden bir kısmı, Ukrayna Devlet Arşivi’nde iken 1944 yılında Almanların çekilmesi esnasında yanmış olsa da bugün Viyana’da Mehitarist Kitaplığı’nda, Paris’te Millî Kütüphane’de, Venedik Mehitarist Kitaplığı’nda, Breslav, Lvov ve Krakov şehirlerinde birçok yazma bulunmaktadır. Bu yazmaların birçoğu dinî eserler, vaaz ve dualar, Ermeni cemaati mahkeme kararları, evlilik kayıtları, noter senetleri ve vakayinameler gibi tarihî değere sahip nadide evraktır23. Ermeni harfleriyle Türkçe gramer, ahlâk, sözlük ve konuşma kitapları da basılmıştır. Bu eserlerin içlerinde pek çok Türk atasözü ve deyimlerine rastlanmaktadır. Türk toprakları dışında da Ermeni harfli Türkçe kitaplar basılmıştır24. 21 Hasan Eren, “Türkçe’deki Ermenice Alıntılar Üzerine”, Türk Dili, Sayı 524, Ankara 1995, s.903-904. 22 Saray, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2003, s.19. 23 Talat Tekin, “Ermeni Alfabesi ile Türkçe”, Tarih ve Toplum, C. I, Sayı 4, Nisan 1984, s.246-247. 24 Turgut Kut, “Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Atasözleri Kitabı”, Türk Folkloru, C.5, Sayı 53, İstanbul 1983, s.5-6. 512 Yrd. Doç. Dr. Cafer ULU Ermeni harfli Türkçe yazılmış kitapların yanında Osmanlı döneminde gazeteler de çıkmıştır. İlk Ermeni harfli gazete Takvim-i Vekayi’dir. Birinci sayısı 22 Ocak 1840 tarihinde neşredilmeye başlanmış ve 3 Mart 1840 tarihine kadar ancak 5 sayı çıkmış ve 6. sayıdan itibaren Osmanlı Devleti Âlîsi’nin gazetesi Liro Kir Medzi Derutyanın Osmanyan adı altında Ermenice olarak devam etmiştir25. Büyük oranda XIII. yüzyıldan itibaren başlayan bu etkileşim daha sonraki yüzyıllarda da gelişerek devam etmiştir. Bu etkileşim; destan, masal, atasözü, bilmece, fıkra, mâni, türkü, halk edebiyatı, âşık edebiyatı alanlarının tamamında görülmüştür. Öyle ki Eski Ermenice’den günümüzdeki Ermenice’ye geçişte gramer sisteminden kelimeye pek çok alanda Ermenice’nin tekamülü Türkçe’nin tesiri altında olmuştur. Osmanlı döneminde Akşehir, Bolu, Çatalca ve başka yerlerde bulunan birçok Ermeni dil değiştirmişlerdir. Ermenice’yi kullanmaya devam edenler de özellikle gramatik açıdan Türkçe’den birçok istiareler olmuştur26. Ermenilerin Türkçe’den etkilenmesi sadece aldıkları kelimelerle sınırlı kalmamış daha sonraki dönemlerde aldıkları isimden, kilisede okudukları İncil27 ve yaptıkları duadan mezar taşlarına, yazdıkları dörtlüklerde tamamen Türkçe kullanmaya başlamışlardır28. Ermenilerin Türkçe’nin ne denli tesir altında kaldığının tespiti bakımından Osmanlı arşiv kayıtlarında Ermenilere ait şu isimler dikkat çekmektedir; Uğurlu, Aslan, Eymür Dede, Budak; Ankara’daki Ermeni ahali arasında Gökçe, Aydın, Hudavirdi; Siverek’teki Ermeniler arasında Yağmur, Budak, Tatar, Eynebey gibi isimler taşıyanlar vardı. Yine Türkler tarafından kullanılan Yahşi, Emirşah, Kutluşah, Yadigar, İlbeyi, Bahadır ve Kaya gibi isimler Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslim Ermeniler tarafından kullanılmıştır29. Yine şer’iye mahkeme sicillerinde Ermenilere ait şu isimleri görmekteyiz; Kaya kızı Nikol, Sevindik oğlu Timur, Elvan oğlu Budak, Bahadır oğlu Asvador, 25 Kevork Pamukciyan, “Mizahî ‘Hayal’ Gazetesinin Ermeni Harfli Türkçe Baskısı”, Tarih ve Toplum, C.7, Sayı 42, Haziran 1987, s.37. 26 R. Godel, “Eski ve Yeni Ermenice Arasındaki Gramatik Farklar”, Varlık, C.XI., Sayı 186, Yıl 1941, s.443. 27 Kuran, a.g.m., s.30. 28 Yılmazçelik, a.g.m., s.248. 29 Osmanlı Arşivlerindeki tahrir defterlerine dayanılarak yapılan tespitler için bkz. Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983; Mehmet Ersan, “Türk Yönetim Tarzı Ermenilerin Türk İdaresini Kabulü ve Kendilerine Tanınan Haklar”, Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu (24-25 Mayıs 2001), Editörler Selçuk Erez, Mehmet Saray, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, İstanbul 2001, s.18. 513 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Çavuş oğlu Civanşe, Şehri oğlu Saya, Mustafa oğlu Ahmet, Veli oğlu Karaca. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Ermeniler gerek Anadolu’da gerekse İstanbul’da Türkçe isimler almışlardır30. Kimi zaman Türkçe isimlerin sonuna bir takı ekleyerek Ermenice’ye çevirmişlerdir. Bunlardan bazı örnekler vermek gerekirse; Hallaçyan, Portakalyan, Kuyumcuyan, Boyacıyan, Taşçıyan, Pastırmacıyan, Demirciyan, Keresteciyan, Balyan, Çerkesyan, Aslanyan, Kalfayan, Ankaralıyan, Yüzbaşıyan, Terziyan, Kömürcüyan, Hamamcıyan, Uncuyan, Berberyan, Demircibaşı, Tokatlıyan, Yavrumyan, Çıracıyan, Reisyan, Berberyan, Horasancızade gibi yüzlerce Türkçe kökenli Ermeni isimleri vardır. Ermeniler arasında çok yaygın olarak kullanılan isimlerden Torkom (Torkomyan) adı da, birçok tarihçinin Türkmenlere verdikleri isimden başka bir şey değildir31. Özellikle Anadolu’da yaşayan Ermeniler Türkçe’den başka lisan bilmezler anıldıkları soy isimlerini bir Ermeni eki olan -yan değil de oğlu kelimesini kullanırlardı.32 Garakin Levonyan da, Ermeni Aşugları isimli eserinde Ermenilerin Türklerle iç içe yaşadıklarını ve pek çoğunun Türkçe isimler aldıklarını söylemiştir33. Masal ve fıkra gibi edebî türlerde de Türk tesiri altında kalan Ermeniler, Türklerle ortak motiflere ve kahramanlara sahiptirler. Ermeniler, pek çok masalda Şah Abbas’ın Gül Bahçesi ve İstanbul’da kıymetli Erzurum’da kıymetsiz gibi Türkçe isimler kullanmakla kalmamış, Türk masallarında var olan Bir varmış bir yokmuş,... Onlar erdi muratlarına gibi formülleri Türkçe olarak kullanmışladır34. Atasözü, bilmece ve mânilerinde de Türkçe’den alıntılar yapan Ermeniler, Türk atasözlerini aynen Türkçe’de olduğu gibi ya da bazı küçük değişiklikler yaparak kültür hayatlarında kullanmışlardır. Zaman içinde Türkçe atasözleri Ermeni harfleriyle Türkçe olarak basılmış ve Ermeni topluluğu bu atasözlerini benimseyerek günlük yaşamlarında kullanmışlardır. 30 Ali Rıza Yalgın, “Bursa Müzesinde Enteresan Bir Mezar Taşı”, Folklor Araştırmaları Dergisi, 1 Ocak 1950’den naklen, Ergün Hiçyılmaz, Beni Toprağıma Gömün (İstanbul Azınlıkları) İstanbul, Altın Kitaplar Yayınları, İstanbul 1993, s.134. 31 M. Sadi Koçaş, Tarihte Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Kastaş Yayınları, İstanbul 1990, s.118-119. 32 Ali İhsan Gencer, “Ermeni Sorununda Dış Etkenlerin Rolü”, Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu (24-25 Mayıs 2001), Editörler Selçuk Erez, Mehmet Saray, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, Yayınları, İstanbul 2001, s.73. 33 Garakin Levonyan, Ermeni Âşugları, Aleksandropol, 1982, s.133’den nakleden Fikret Türkmen, “Türk-Ermeni Âşık Edebiyatı İlişkileri”, The Journal of Ottoman Studies, III, 1983, s.17. 34 Türkmen, “Tarih Boyunca Türk-Ermeni Kültür İlişkileri”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Manisa 1983, s.60. 514 Yrd. Doç. Dr. Cafer ULU Türk ve Ermeniler arasında yaşanan dil ve kültür alanında yaşanan etkileşim bütün edebî türlerde görüldüğü gibi Türkülerin konularına da yansımıştır. Bunlardan Ermeni Kızı Türküsü en iyi örneklerden biridir. Türküye konu olan olay, Müslüman bir erkekle Ermeni bir kızın aşklarıdır. İki sevgili aralarındaki din engeli, değişik etkenlerin yardımı ile aşılmış, sevgilerini her şeyden üstün kılmışlardır. Bu hiç de kolay olmamış karşılıklı ikna terennümleri yapılmıştır. Türkü, birbirini seven iki insanın dinî inançları hakkında ip uçları vermektedir. Türküde geçen Ermeni kızın Türk toplumunda var olan inançlardan hangilerine eğilim duyduğu konusunda bilgi verilmektedir. Bu eğilim daha çok Bektaşîlik yönünde olmuştur. Fuat Köprülü de Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatına Tesiri başlıklı yazısında Ermenilerin Bektaşîliğe ve Bektaşî edebiyatına duydukları ilgiye dikkatleri çekmektedir35. Araştırmalar göstermektedir ki Ermeniler üzerinde en derin izler bırakan edebî tür Türk halk edebiyatıdır. Sovyet Rusya’da ve hususiyle Azerbaycan’da çalışmalar yapan Ermeni ve diğer araştırmacılar tarafından da bu durum açıkça ifade edilmektedir36. Ermenilerce birçok Türk halk hikâyesi, dil ve konu açısından, aynen veya adapte edilerek kullanılmıştır. XIII. yüzyıldan başlayarak Türkçe’ye meyletmeye başlayan Ermeni hikâyeci âşugların gelişimi, Türk âşıklarının gelişimi ile paralel olmuştur. Önceleri Türkçe’de bulunan ozan ifadesi ile aynı kullanılan gusan adı ile anılan Ermeni şâirleri XV. yüzyılda Türkçe’deki ozan kelimesinin yerini âşık kelimesine bıraktığı gibi, Ermeniler de âşuğ adını almışlardır37. XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar Ermeni asıllı Türk âşıkların sayısı Ermeni Garakin Levonyan’a göre 400’ü aşkındır. İsmen tespit edilen 110 Ermeni âşığının birçoğuna ait şiirler de elde mevcuttur38. Türk âşıkları, oluşturdukları şiirleri boy ve yer adlarına göre türkü, bayatı, varsağı gibi isimlere ayırdıkları gibi Ermeni âşuklar da şiirlerine Hayren adını vermişlerdir. Ermeni halkı, Türklerde olduğu gibi düğünde, toyda, herhangi bir eğlence ortamında bu hayrenlerden okurken çoğu zaman da Türkçe’yi kullanmışlardır39. 35 Fuat Köprülü, “Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatına Üzerindeki Tesirleri”, Edebiyat Araştırmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1966, s.238. 36 Çelenklioğlu, “Ermeni Âşık Krikor Hakkında Kısa Bir Not”, Türk Kültürü, C XVI, Sayı 182, Aralık 1977, s.118. 37 Türkmen, a.g.e., s.21-22. 38 Makas, a.g.m., s.77. 39 Türkmen, a.g.m., s.14-15. 515 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Türk halk hikâyeleri; Ermeni âşuglar tarafından Türkçe veya Ermenice olarak anlatılmıştır. Halk edebiyatı tarihçisi ve folklorcu Mehmet Halit Bayrı, Ermeni şâirlerin halk edebiyatı türünde çok güzel şiirler yazdıklarını dile getirmiştir. Ermeni şâirlerin Türkçe yazdıkları şiirleri, Tünel civarında Billur sokakta, Gül Han’da ofisi olan Toros Azadyan’ın topladığını, Azadyan vefat ettikten sonra bu değerlerin eşine devredildiği bilgisini de aktarmaktadır40. Türk halk hikâyelerini, tercüme, adaptasyon, yeniden yapma şeklinde Ermenice’ye kazandırma faaliyetleri Ermeni âşuglarını ve şiirlerini konu itibari ile de etkilemiştir. Bu tesir sonucu Türk-Ermeni Edebiyatı Ekolü gibi ekoller doğmuştur41. Bu ekole mensup 400’ü aşan Ermeni âşugdan bazıları Türkçe Kul, Miskin gibi mahlaslar kullanmışlar, Gul Hovannes, Gul Harutyun, Miskin Burcu gibi, İslâm tarikatlarına bile girenler olmuştur42. Ermeni âşuglar topluma olumlu mesajlar veren eserler yazmışlar ve toplumlar arası dostluğun temini için gayret göstermişlerdir. Bunlardan 1882’de hayatını kaybeden Ermeni asıllı âşık Emir’in Ermenice söylediği bir dörtlüğün tercümesi son derece manidardır43; Din ayrı, möhkem gardaşıg Senin bahtına benzerik Gol bir, el bir éliyek, birlikte dağık Ayrılıkta, nazik bir goluk. 40 İhsan Hınçer, “Türkçe Şiir Yazan Ermeni Şâirleri”, Türk Folklor Araştırmaları, C.6, Sayı 125, İstanbul 1959, s.2054. 41 Türkmen, a.g.e., s.11. 42 Türkmen, a.g.m., s.63. 43 Mireli Seyidov, Azerbaycan-Ermeni Edebî Eleganları, Bakü 1976, s.11-13’ten nakleden Türkmen, a.g.m., s.19. 516 Yrd. Doç. Dr. Cafer ULU Kaynakça 20. Yüzyıl Başlarının Askerî ve Stratejik Dengeleri İçinde Türkiye’deki Gayrimüslimler (Sosyo-Ekonomik Durum Analizi), Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1996. Abovyan, Haçatur, Ermenistan’ın Yaraları, Yerevan, Haybedhrad 1959. Bamberger, John, “Family and Kinship in an Armenian-American Communitiy”, Journal of Armenian Studies, 3, 1986-1987. Çelenklioğlu, “Ermeni Âşık Krikor Hakkında Kısa Bir Not”, Türk Kültürü, C XVI, Sayı 182, Aralık 1977. Çerme, Vartanuş A., “Tarihte Ermeni Kadını”, Tarih ve Toplum, Mart 2000, C. 33, Sayı 195. Eren, Hasan, “Türkçe’deki Ermenice Alıntılar Üzerine”, Türk Dili, Sayı 524, Ankara 1995. Ersan, Mehmet, “Türk Yönetim Tarzı Ermenilerin Türk İdaresini Kabulü ve Kendilerine Tanınan Haklar”, Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu (24-25 Mayıs 2001), Editörler Selçuk Erez, Mehmet Saray, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, İstanbul 2001. Gencer, Ali İhsan, “Ermeni Sorununda Dış Etkenlerin Rolü”, Uluslararası TürkErmeni İlişkileri Sempozyumu (24-25 Mayıs 2001), Editörler Selçuk Erez, Mehmet Saray, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, Yayınları, İstanbul 2001. Godel, R., “Eski ve Yeni Ermenice Arasındaki Gramatik Farklar”, Varlık, C.XI., Sayı 186, Yıl 1941, s.443. Göyünç, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Gültepe Yayınları, İstanbul 1983. Hınçer,İhsan, “Türkçe Şiir Yazan Ermeni Şâirleri”, Türk Folklor Araştırmaları, C.6, Sayı 125, İstanbul 1959. Hiçyılmaz, Ergün, Beni Toprağıma Gömün (İstanbul Azınlıkları) İstanbul, Altın Kitaplar Yayınları, İstanbul 1993. Koçaş, M. Sadi, Tarihte Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Kastaş Yayınları, İstanbul 1990, s.118-119. Köprülü, Fuad, “Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesirleri”, Edebiyat Araştırmalarını, Ankara 1966. __________, “Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatına Üzerindeki Tesirleri”, Edebiyat Araştırmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1966. Kuran, Ercüment, “Tarihte Türkler ve Ermeniler”, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Editör Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2000. Levonyan, Garakin, Ermeni Âşugları, Aleksandropol, 1982, s.133’den nakleden Fikret Türkmen, “Türk-Ermeni Âşık Edebiyatı İlişkileri”, The Journal of Ottoman Studies, III, 1983. 517 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Makas, Zeynelabidin, “Bazı Ermeni Alimlerinin Türk Dili ve Kültürü Üzerine Samimi İtirafları”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 2, Samsun 1987. Margosyan, Mıgırdıç, Gavur Mahallesi, Aras Yayınları, İstanbul 2000. Pamukciyan, Kevork, “Mizahî ‘Hayal’ Gazetesinin Ermeni Harfli Türkçe Baskısı”, Tarih ve Toplum, C.7, Sayı 42, Haziran 1987. Saray, Mehmet Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2003. __________, Türklerde Dinî ve Kültürel Hoşgörü, Atatürk ve Lâiklik, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2002. Tekin, Talat, “Ermeni Alfabesi ile Türkçe”, Tarih ve Toplum, C. I, Sayı 4, Nisan 1984. Turan, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1993. Turgut Kut, “Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Atasözleri Kitabı”, Türk Folkloru, C.5, Sayı 53, İstanbul 1983. Türkmen, Fikret, “Tarih Boyunca Türk-Ermeni Kültür İlişkileri”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Manisa 1983. Yalgın, Ali Rıza, “Bursa Müzesinde Enteresan Bir Mezar Taşı”, Folklor Araştırmaları Dergisi, 1 Ocak 1950 Yıldız, Hakkı Dursun, “10. Yüzyılda Türk-Ermeni Münasebetleri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, 8-12 Ekim 1984 Erzurum, Ankara 1985. Yumul, Arus, “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Ermeni Kadını”, Toplumsal Tarih, C.7, Sayı 42, Haziran 1997. Zekiyan, Boğos Levon, Ermeniler ve Modernite-Gelenek ve Yenileşme Özgürlük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, Çeviren Altuğ Yılmaz, Aras Yayınları, İstanbul 2001. 518 TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNDEKİ HOŞGÖRÜ İKLİMİ ÇERÇEVESİNDE İHTİDA HAREKETLERİ Okut. Cengiz KARTIN Erciyes Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü E-mail: [email protected]; Tel: 0 352 437 49 37-12002 Özet Osmanlı Devleti’nin kurulması ve kısa bir müddet sonra da büyük bir devlet şekline dönüşmesi ile birlikte devlet içerisinde yaşayan farklı dine ve milliyete mensup insanlar, birbirleri ile kaynaşma ortamı bulmuşlar ve bunun tâbi sonucu olarak birbirlerinin kültürel ve dinî yaşayışlarından etkilenmişlerdir. Bu etkileşimde temel olan, devletin asıl unsurunun her alandaki yaşayış tarzı olmuştur. Hatta bu etkileşim dönem dönem azınlık gruplarının din değiştirerek, asıl unsurun dini olan İslâmiyet’i benimsemesine kadar gitmiştir. Böyle bir etkileşimin bazı önemli temel sebepleri vardır. Bunlardan birincisi devletin asıl unsurunu teşkil edenlerle azınlıkların birbirlerine bakış açılarının hiç bir alanda ayırım gözetmeyen, önyargısız bir temele dayanmasıdır. Bu temeli oturtan asıl irade de devletin her alanda takip etmiş olduğu politikada yatmaktadır. Adaletli idare ve istikrarlı sosyo-ekonomik düzen Osmanlı Devleti’ni çağdaşlarından ayıran en önemli fark olmuştur. Türk-Ermeni toplumu arasındaki ilişkiler de bu çerçevede başlayan ve gelişen bir süreç takip etmiştir. Biz bu bildirimizde Ermeni toplumunda bazı dönemlerde ihtidaya varan din değiştirme hareketlerini iki toplum arasındaki münasebetler çerçevesinde ele alarak, Osmanlı Devleti’nin bu noktadaki rolünün ne olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. Okut. Cengiz KARTIN Giriş Tebliğimde, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden temin edilen belgeler ve Kayseri şer’iye sicilleri ışığında, Türk-Ermeni ilişkilerini ihtida hareketleri çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağım. Hûda kökünden türeyen ihtida kelimesi, gerçeğe ulaşmak, doğru yolu bulmak demektir1. Tebliğimizin konusu Osmanlı toplumu içerisinde ihtida 1 Ali Köse, İhtida, İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, C.21, s.554. İngilizce’de conversion olarak ifade edilen ihtida, terim olarak inançsız iken veya başka bir dine mensupken İslâm dinini seçmeyi ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu seçim sonucunda dinini değiştiren kimseye mühtedi denilmektedir. Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, Ankara 1993, s.290. İslâm’a göre kişilerin İslâm fıtratı üzere doğduklarına inanıldığı için ihtida bir anlamda kişinin yeni bir dine girişi değil aslına dönüşü olarak kabul edilmektedir. Bu noktada olaya baktığımız zaman ihtida eden kimse fıtratını hatırlamış ve ona dönmüş olarak kabul edilmektedir. İhtida, dinî anlamda kişinin tam bir değişimi olduğu için bu değişime kişi odaklı baktığımızda olayın, ferdin iç hayatında uyandırdığı mücadele açısından milletler arası mücadeleden pek bir farkı bulunmadığı görülmektedir. Diğer dinlerin aksine İslâm’a geçişte karmaşık kurallar veya yazılı belgeler bulunmamaktadır. İslâm’a geçişin tek şartı kelime-i şahadet getirerek Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in O’nun peygamberi olduğunu kabul etmektir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken nokta bu kabulün iki kişinin hazır olduğu yerde gerçekleştirilmesinin gerekli olduğudur. İslâmiyet diğer dinleri reddetmeyip diğer dinlerin tamamlayıcısı olduğunu belirtilmesinden dolayı mevcut dinlerden farklı bir yaklaşım sergilemektedir. Bu farklı yaklaşım İslâm’ın yayılışında önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Hıristiyanlık dininde üçlü teslis anlayışının varlığı, kişinin doğuştan günahkar olarak doğması, kilisenin Tanrı ile 523 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER eden Ermeniler olduğu için, ihtida kavramını sadece İslâm’a geçen Ermeniler noktasında değerlendireceğiz. Osmanlı Devleti’nin kurulması ve kısa bir müddet sonra da büyük bir devlet şekline dönüşmesi ile birlikte devlet içerisinde yaşayan farklı dine ve millete mensup insanlar, birbirleri ile kaynaşma ortamı bulmuşlar ve bunun tabii sonucu olarak birbirlerinin kültürel ve dinî yaşayışlarından etkilenmişlerdir. Bu etkileşimde temel olan, devletin asıl unsurunun her alandaki yaşayış tarzı olmuştur. Hatta bu etkileşim dönem dönem azınlık gruplarının din değiştirerek, asıl unsurun dinî olan İslâmiyet’i benimsemelerine kadar gitmiştir. Böyle bir etkileşimin bazı önemli temel sebepleri vardır. Bunlardan birincisi devletin asıl unsurunu teşkil edenlerle azınlıkların birbirlerine bakış açılarının hiçbir alanda ayrım gözetmeyen, önyargısız bir temele dayanmasıdır. Bu temeli oluşturan asıl irade de devletin her alanda takip etmiş olduğu politikada yatmaktadır. Adaletli idare ve istikrarlı sosyo-ekonomik düzen Osmanlı Devleti’ni çağdaşlarından ayıran en önemli fark olmuştur. Türk ve Ermeni toplumları arasındaki ilişkiler de bu çerçevede başlayan ve gelişen bir süreç takip etmiştir. Çalışmada Ermeni toplumunda bazı dönemlerde ihtidaya varan din değiştirme hareketleri iki toplum arasındaki münasebetler çerçevesinde ele alınarak, Osmanlı Devleti’nin bu noktadaki rolünün ne olduğu ortaya koyulmaya çalışılacaktır. İhtida, dinî değişimin yanı sıra vicdanî bir değişimi de gerektirdiği için bu değişimin sebepleri kendisi kadar önem arz etmektedir. Konuyu din psikolojisi açısından değerlendirdiğimizde bunun sebeplerini terk edilen veya tercih edilen din açısından değil de insanın ferdî ve toplumsal ihtiyaçları çerçevesinde değerlendirmek daha doğru bir yaklaşımdır. İhtida hareketinin en temel sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz: -Önceden mensubu bulunulan dinde, din adamlarının olumsuz tutumları, -Kişinin bilgi ve hayat tecrübesinin ilerlemesiyle birlikte ihtida edeceği dine bakışının olumlu yönde değişmesi, -İhtida edilecek dine bağlı insanların olumlu tutum ve davranışları, insan arasında aracılık rolünün bulunması gibi konulara karşılık: İslâm’ın açıklık ilkesi, Allah ile kul arasına kimsenin girememesi, ahlâk sistemi, kardeşlik ilkesi, dünya-ahiret dengesini kuran yaşantı gibi vasıfların bulunması ihtida hareketlerinin yaşanmasında önemli faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1992, s.138. 524 Okut. Cengiz KARTIN -Dinî telkinlerden etkilenme, -Şok bir etkiye maruz kalma, -İç çatışmalar, -Günahkarlık duygusu, -Sosyo-kültürel etkileşimler2. Bu temel sebeplerden özellikle sosyo-kültürel etkileşim bizim konumuzun ana temasını teşkil eden Türk-Ermeni ilişkilerinin çok önemli bir boyutudur. Osmanlı toplumunu meydana getiren gayrimüslim unsurlardan herhangi bir şahsın -tabii buna Ermeniler de dahildir- ihtida edeceği durumlarda uyması gereken en önemli kural, Osmanlı Devleti’nin bu konuyla ilgili yaptığı kanunlara uymasıdır. Osmanlı Devleti, kuruluşundan kısa bir müddet sonra bir imparatorluğa dönüşmüş ve bunun tabii sonucu olarak da çok uluslu bir toplum yapısı beraberinde gelmiştir. Çok uluslu bu yapının devam etmesi ve Osmanlı Devleti’ni oluşturan toplulukların bir arada yaşaması için çeşitli tedbirler alan Osmanlı Devleti, ihtida hareketleri ile ilgili olarak zaman zaman kanunlar çıkarmış ve bu kanunların temelini, devleti oluşturan toplulukların hiçbir bireyinin dinini değiştirmek için zorlanmaması, eğer böyle bir şey söz konusu ise, ihtida edecek kimselerin bunu gönül rızası ile gerçekleştirmeleri gerektiği ilkeleri üzerine oturtmuştur. Konuyla ilgili olarak 3 Kasım 1908 tarihli Edirne, Erzurum, Adana, Ankara, Aydın, Bitlis, Hüdavendigâr3, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Kastamonu, Konya, Mamuretü’l-aziz4, Musul, Van vilâyetlerine ve Urfa, İzmit, Bolu, Canik5, Çatalca, Karesi6, 2 3 4 5 6 Köse, a.g.m., s.554, Bugünkü Bursa şehridir. Bkz. Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş I, Anadolu’nun İdarî Taksimatı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 1988, s.109. Bugünkü Elazığ şehridir. Bkz. Baykara, a.g.e., s.123; Erdal Açıkses, 100 Yıl Önce Mamüretü’l-aziz (Harput, Elazığ’da) Eğitim ve Kültür Müesseseleri, Fırat Havzasının Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Kalkınması Sempozyumu, Fırat Havzası Araştırma Merkezi Yayını, Elazığ 1988, s.4. Bugünkü Samsun şehridir. Baykara, a.g.e., s.129; M. Emin Yolalıcı, XIX. Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağının Sosyal ve Ekomonik Yapısı, TTK Yayınları, Ankara 1998, s.12. Bugünkü Balıkesir şehridir. Baykara, a.g.e., s.129; Cemal Kutay, Millî Mücadele’de Devleşen Belde Balıkesir, Millî Mücadele’de Balıkesir, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, İstanbul 1990, s.16. 525 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kal’a-i Sultaniye7, Menteşe, Teke, Kayseri, Karahisar-ı Sahib8, Eskişehir, İçel, Kütahya, Maraş, Niğde, Erzincan mutasarrıflıklarına çekilen telgrafta geçen aşağıdaki ifadeler, ihtida konusunda hükümet tarafından çıkarılan kanunların temelini hoşgörü ve gönül rızasının oluşturduğunu açıkça göstermektedir: Yirmi yaşını ikmal etmeyen zükur ve inas bi’l-umum Ermenilerin ihtidası şayan-ı kabul olmadığı cihetle nüfus kayıtlarının derhal Ermeni olarak tashihi ve yirmi yaşından yukarı olanların da 21 Teşrinievvel sene 1334 ve 5 Teşrinisani sene minh tarihli telgraf namelerle tebliğ olunduğu üzere din-i aslilerine rücularında serbest bulunduklarının tefhimiyle müracaat ve talepleri vukuunda onların o vech ile tashihi9. Ancak burada 20 yaşına gelmemiş Ermeni vatandaşlarının ihtidalarının kabul edilmeyeceği ifade edilmiş olmasına rağmen, bu tarihten evvelki ihtida kayıtlarını incelediğimizde 20 yaşına gelmemiş olan Ermenilerden -kendi rızalarıyla olmak şartıyla- ihtida edenlerin ihtidalarının kabul edildiği görülmektedir. Aynı şekilde, Osmanlı Devleti’nin yaptığı kanunlarda, hangi şartlarda ve durumlarda ihtida hareketlerinin kabul edilmeyeceği de belirtilmiştir. 25 Kasım 1915 tarihli Dâhiliye Nezareti’nden Karahisar-ı Sahib mutasarrıflığına gönderilen telgrafta: Zevci askerde ve ber-hayat bulunan Ermeni kadınlarının ihtidalarının kabulü caiz olamaz10. Denilerek savaş ortamında eşi askerde ve hayatta olan Ermeni kadınlarının ihtidalarının kabul olunamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Devletin, böyle zor bir dönemde ihtida etmeyi düşünen Ermeni kadınlarının önüne engel koyması, aslında devletin halkın içinde bulunduğu zor durumdan asla yararlanma ya da böyle durumlarda verebileceği yanlış kararları lehine kullanma gibi bir politikasının olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Ayrıca devletin her yönden büyük bir bunalımın içinde bulunan ve aile reisleri olmayan kadınların, kararlarını daha sağlıklı şartlarda vermesini temin etmek ve onların bu durumlarından yararlanma gibi bir niyetinin olmadığını da göstermektedir. Aslında savaş zamanlarında eşleri yanlarında olmayan Ermeni kadınlarının din değiştirmelerine Osmanlı Devleti’nin 7 8 Bugünkü Çanakkale şehridir. Baykara, a.g.e., s.123. Bugünkü Afyonkarahisar şehridir. Baykara, a.g.e., s.1129; Anadolu’nun Kilidi Afyon, Afyon Valiliği Yayını, Afyon 2004, s.46. 9 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dâhiliye Şifresi (DH.ŞFR.), Belge No: 96/100. 10 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 58/146. 526 Okut. Cengiz KARTIN izin vermemesi, ihtida hareketlerinde evlilik müessesesinin de önemli olduğunu göstermektedir. Evlilik müessesesinin ihtida hareketlerinde önemli olduğu başka durumlar da vardır. Bir Müslüman gençle evlenmek isteyen Ermeni kızları -zorunluluk olmasa bile- genelde ya evlenmeden önce ya da evlendikten sonra dinlerini değiştirerek Müslüman olmaktadırlar. Birçok arşiv vesikasında bu durumlarla ilgili örneklerle karşılaşmamız mümkündür. Meselâ 2 Mayıs 1911 tarihli bir belgede, küçük yaşta anne-babasını kaybetmiş olan Adana’nın Bağçe kazasının Hasanbeyli karyesinde yaşayan 17 yaşlarındaki bir Ermeni kızı, Köroğlu Ahmet isimli bir Müslüman ile tanışarak, kendi rızasıyla ihtida etmiş ve evlenmiştir11. Ancak ihtida hareketi ve evlilik kızın kendi rızasıyla olmasına rağmen, Osmanlı Devleti, durumun böyle olup olmadığını takip etme gereği duymuştur. Aynı olayda Köroğlu Ahmet isimli şahıs, kızla evlendikten sonra onu Adana’dan alarak kendi köyü Karacaviran’a getirmiştir. Olay duyulduktan sonra Ermeni kızı devlet görevlileri tarafından kaza merkezine götürülmüş ve yetkililer tarafından ifadesi alınmıştır. İfade sonucunda olayın kızın rızası ile gerçekleştiği, eski ismini değiştirerek Ayşe ismini aldığı, kızın eşinden ve yeni durumundan memnun olduğu anlaşılmıştır12. Tabi ihtida hareketleri her zaman, evlilik müessesi için olumlu neticeler ortaya çıkarmamaktadır. Bazen, rızayla da olsa, din değiştirme evliliklerin bitmesine sebep olabilmektedir. Başka bir Osmanlı belgesinde de bunun örneğini görmemiz mümkündür. Bursa’nın Kocanaib mahallesinde oturan Meryem isimli bir Ermeni kızı din değiştirerek Müslüman olmuştur. Ancak eşi Müslüman olmadığı için mahkeme, onunla nikâhının düşmesine ve Ermeni kadının eşinden ayrılmasına karar vermiştir. Tabii bu olumsuz netice, eşinin de 45 gün sonra kendi isteği ile din değiştirmesi ve Mustafa ismini alması sonucunda olumlu bir seyir izlemeye başlamış ve din değiştirmenin hemen ardından aralarındaki nikâh yenilenmiştir13. Yukarıda verilen örneklerden de görebildiğimiz kadarıyla Osmanlı Devleti’nde din değiştirmenin bir başka önemli kuralı -gerek devlet gerekse şahıslardan- zorlama ve baskı yapılmamasıdır. Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü 600 yıllık dönem içerisinde birçok ihtida olayı gerçekleşmiş ve bunlar içerisinde de hemen hemen hiçbir zorlamaya ya da baskıya 11 BOA, DH.MUİ., Belge No: 14-2/7. 12 A.g.b. 13 Osman Çetin, Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuçları (1472-1909), TTK Yayını, Ankara 1994, s.67. 527 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER rastlanmamıştır. Hatta Osmanlı Devleti, böyle bir durumun meydana gelmemesi için bizzat kendisi tedbirler alma yoluna gitmiştir. Devlet, din değiştirmeler sırasında baskı yapılmamasının en büyük engelleyicisi olarak görevini yapmasının yanı sıra, ihtida eden insanların, bu olaydan sonra mağdur olmamalarının da en büyük garantisi olmuştur. Kendi rızalarıyla din değiştirip İslâm’ı kabul eden Ermenilere -erkek olsun, kadın olsun- şefkatle yaklaşmıştır. Hatta hayatlarını idame ettirebilmeleri noktasında onlara devlet dairelerinde iş imkânları dahi sağlamıştır. Sis14 Manastırı başpiskoposu, Osmanlı Devleti’nin bu politikasından yararlananlar arasında yer almıştır. Piskoposun din değiştirmesiyle birlikte, Ermenice’ye vakıf olmasından dolayı ona bir hane kiralanarak, maaşında gecikme olmadan basın-yayın idaresinde görevlendirilmiştir15. Devlet, yardım hareketlerini sadece bir şekilde vasıflarından veya becerilerinden yararlanabileceğini düşündüğü din değiştiren insanlar için sergilememiştir. Herhangi bir beklentisi olmadan devlet adına çalıştırmayı düşünmediği ihtida eden insanlar için de yardım elini uzatmaktan geri durmamıştır. Meselâ Hıristiyan Ermeni olan ama daha sonra ihtida ederek Müslümanlığa geçen Fatma isimli kadının geçimi için Darülaceze’den tahrirat verilmesi ve oğlunun da bir yatılı okula kaydolunmasının kararlaştırılması bunun bir göstergesidir16. Din değiştiren Ermenilere yardım eli uzatan sadece devlet olmamıştır. Osmanlının Müslüman vatandaşları dahi yeri geldiğinde din değiştiren insanların zor durumlarında onlara yardım etmeyi kendilerine bir vazife olarak almışlardır. Hatta kendi güçlerinin yetmediği durumlarda, olaylardan devleti haberdar ederek, ihtida eden insanlar adına, devletten yardım talebinde bulunmuşlardır. Böyle bir davranışın sonucunda ihtida eden üç Ermeni yetimi, Derviş Ahmet Efendi tarafından koruma altına alınmıştır. Ancak ilerleyen zamanlarda Ahmet Efendi bu çocuklara bakma ve eğitim ihtiyacını karşılama noktasında güçlükler yaşamaya başlamış ve devletten yardım istemiştir. Konuyla ilgili yazdığı dilekçede, bu üç yetimin göçmenler yetimhanesi ilkokuluna (muhacirin eytamhanesi mekteb-i ibtidaisi) kayıtlarının kabul edilmesini istemiştir. Devletten verilen cevapta, belirtilen okulun göçmen yetimlerine ait olmasından dolayı, çocukların buraya kabul 14 Bugünkü Kozan ilçesidir. 15 BOA, DH.MKT., Belge No: 1531/ 104. 16 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 15-1/5. 528 Okut. Cengiz KARTIN edilemeyecekleri, ancak bu üç Ermeni yetiminin yatılı bir okula yerleştirilmelerine karar verilmiştir17. Yukarıda verdiğimiz örneklerden de gördüğümüz üzere, ihtidanın şartlarından olmasa bile, genelde uyulan kurallardan bir tanesi de din değiştiren Ermenilerin, kendi rızalarıyla eski isimlerini terk etmeleri ve yerine İslâm’a uygun Türk isimlerini almalarıdır. Zorla kadın kaçırmak suçundan hapse atılan bir Ermeninin İslâm’ı kabul etmesiyle Emin ismini alması18, Bursa’da eşinin Müslüman olmasının hemen ardından din değiştiren bir Ermeninin Mustafa ismini alması19, Adana’da sevdiği insanla evlenerek Karacaviran köyüne giden kadının din değiştirerek Ayşe ismini alması20, yine Adana’nın Portan mahallesinde ikâmet eden Vansin isimli Ermeninin ihtidadan sonra Hatice ismini alması21, Bozok kazasının Uzunlu karyesinde Selver isimli şahsın din değiştirerek Ali ismini alması22, yine Bozok’ta ikâmet eden Ermeni Hektori’nin İslâm’ı kabul ederek Mustafa ismini alması23, hatta aslen Antepli olup Kayseri’de misafir bulunduğu sırada ihtida eden Bogos isimli bir Ermeninin Ahmet ismini alması24, Tomarzalı Arzaman isimli Ermeninin din değiştirip Mustafa ismini alması25 bu konuda sayabileceğimiz örneklerden sadece birkaçıdır. Arşiv vesikaları, Ermeniler arasında ihtida hareketlerinin gönül rızasıyla olduğunu bütün açıklığıyla göstermesine rağmen, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren batılı devletler, Osmanlı Devleti’nin karşısına bunun tam tersi iddialarla çıkmaya başlamışlardır. Tabi bu iddialarına zaman zaman Ermeni Patrikhanesi de destek vermiştir. Hatta Patrikhane, bazı ihtida hareketlerinin Osmanlı Devleti’nin zorlamasıyla gerçekleştirildiği yönünde iddialarda bulunmuş ve bazen de bu uygulamaların durdurulması için hükümet yetkililerine müracaat etmiştir. Ancak yukarıda açık bir şekilde işaret ettiğimiz gibi, Osmanlı Devleti zorla din değiştirmelere karşı oldu17 18 19 20 21 22 BOA, DH.MKT., Belge No: 1503/ 100. BOA, DH.MKT., Belge No: 1453/ 35. Çetin, a.g.e., s.67. BOA, DH.MUİ., Belge No: 14-2/ 7. BOA, DH.MKT., Belge No: 1475/ 4. Tufan Gündüz, 165 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, s.44. 23 İlyas Gökhan, 191 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili H.1236-1237 (M.1820-1822), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994, s.52. 24 Gündüz, a.g.e., s.44. 25 Songül Caner, 138 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili H. 1161-1162 (M.1748-1749), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1997, s.155. 529 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ğunu bütün uygulamalarında açık bir şekilde sergilemiş ve böyle olayların önüne geçmek için kanunlar çıkarmıştır. İhtida kayıtlarında, mühtedinin şer’î mahkeme ve yabancı elçilerin önünde kendi rızası ile İslâm’a geçtiğini ifade etmesi gerektiğinin vurgulanmasının sebebi budur. Batılı devletlerden zorla ihtida olayları konusunda şikâyetler olduğu zaman, devlet olaylarla ilgili olarak hem idarecileri hem Müslüman halkı sık sık uyarmaktan geri kalmadığı gibi gerekli mercilere iddiaların araştırılması yolunda emirler vermeyi ihmal etmemiştir. 1887 yılında Rusya sefareti ve Ermeni Patrikhanesi’ne, Rusya vatandaşı olan ve annesi ile birlikte Bağdat’ta ikâmet eden bir Ermeni kızının zorla ihtida ettirilmek için kaçırıldığının bildirilmesi üzerine, sefaret ve Patrikhane Osmanlı Devleti’ni olaydan bilgilendirmiştir. Bunun üzerine, devlet olayı araştırmış ve sonuçta herhangi bir zorlamanın olmadığı, kızın gönül rızasıyla İslâm dinini kabul ettiği ortaya çıkmıştır26. XIX. yüzyılın sonlarına doğru batılı devletlerin ihtida hareketlerinde zorlama olduğu iddialarını artırmaları üzerine Osmanlı Devleti, böyle bir şeyin doğru olup olmadığını araştırmak için komisyonlar kurdurarak iddiaların bu sefer gerçek olup olmadığını araştırmaya başlamıştır. 1896 yılında Birecik’te 200 hanelik Ermeni nüfusunun ihtida etmesi yabancı devletlerin dikkatini çekmiş ve Osmanlı Devleti’nin zor kullandığı iddiaları gündeme getirilmiştir. Bu durum üzerine Osmanlı Devleti olayı araştırmak için bir komisyon kurmuştur. Yalnız bu komisyonda İngiliz Fish Moris de görev almıştır. Fish Moris kurulan komisyon ile birlikte incelemelere katılmıştır. Bu incelemeler sırasında bazı şahıslarla birebir görüşerek olayda zorlama olup olmadığını sormuş, aldığı cevapların hepsi, Osmanlı Devleti’nin zor kullanmadığı yönünde olmuştur27. 1898 yılının henüz başlarında Birecik hadisesi28 esnasında burada yaşayan bazı Katolik ve Protestan Ermeninin, kendi rızaları olmaksızın, zor kullanılarak ihtida ettirildiği iddia edilmiş, Osmanlı Devleti olayın araştırılması için şikâyette bulunan batılı devletlerden de birer memurun bulunduğu bir araştırma komisyonu kurulmasını ve gerekli incelemenin yapılmasını kararlaştırmıştır29. 26 27 28 29 BOA, DH.MKT., Belge No: 1420/47, 1382/ 47. BOA, DH.YEE., Belge No: 49/61. Birecik’te 1898 tarihinde Ermeni isyanı patlak vermiştir. BOA, DH.YEE., Belge No: 50/46. 530 Okut. Cengiz KARTIN Osmanlı Devleti’nde Ermenilerin din değiştirmelerinin nicelik bakımından da bazı değişiklikler arz ettiğini görmekteyiz. Bazı din değiştirmeler ferdî, bazıları da topluluk halinde olmaktadır. Ferdî din değiştirme hadiselerine sıklıkla rastlanmaktadır. Ancak topluluk halinde din değiştirme hadiseleri çok nadir rastlanan bir olaydır. 1896 yılında Birecik’te yaşanan ihtida hareketi nadir rastlanan toplu ihtida hareketlerinden biridir. Bu olayda Birecik’te bulunan iki yüz kadar Katolik ve Protestan Ermeni hanesi toplu halde İslâm dinine geçmiştir30. Bazen toplu ihtida hareketlerinin yaşanması sırasında bir ailenin toplu din değiştirmesi şekline de şahit olmaktayız. Kayseri’nin Tavlusun karyesinde ikâmet eden İsador isimli bir Ermeni, oğulları Agop ve Kirkor ile birlikte din değiştirerek İslâm dinini kabul etmişlerdir. İsador kendisi Mehmet ismini alırken, oğulları da Ahmet ve Mustafa isimlerini kabul etmişlerdir31. Benzer bir olay Küste şehrinde ikâmet eden bir Ermeninin din değiştirip Ali ismini almasından sonra dört aylık oğluna da Ali ismini vermesiyle32 yaşanmıştır. Ermeniler arasında görülen ihtida hareketlerinin bir başka önemli yanı bazı dönemlerde Hıristiyan Ermeni din adamlarının dahi din değiştirdiklerine rastlanmasıdır. 1888 yılında Antakya ve Payas Ermeni murahhasası olan Episkopos Artin Efendi’nin ihtida ederek ismini değiştirmesi ve Mehmet Emin ismini alması33 bunun dikkate değer bir örneğini teşkil etmektedir. Bütün bunların yanında, her zaman İslâmiyet’i kabul eden Ermenilerin, verdikleri kararlarda sebat etmeyip tekrar eski dinlerine döndüklerini gösteren olaylarla da karşılaşmak mümkündür. Meselâ eski ismi Elizabet olan bir Ermeni kadını, Ermeni din adamı Rahip Andon ile görüşmesinin neticesinde tekrar eski dinine dönmeye karar vermiş ve bunu herhangi bir zorlama olmadan kendi rızasıyla yaptığını da açık bir şekilde ifade etmiştir34. Yine Hüdavendigâr vilâyetinin Yenice karyesi Ermenilerinden olan Gülizar isimli kadın da İslâmiyet’i terk ederek eski dinine dönmüş ve İstanbul’a gelerek Gedik Paşa semtine yerleşmiştir35. 30 BOA, DH.YEE., Belge No: 49/ 61. 31 Gündüz, a.g.e., s.45. 32 A. Afşin Ünal, 92 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili H.1095 (M.1684), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994, s.49. 33 BOA, DH.ŞFR., Belge No: 1107/ 8661. 34 BOA, DH.EUM., Belge No: 30/78. 35 BOA, DH.MÜT., Belge No: 49-2/ 7. 531 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Konumuz açısından burada dikkati çeken husus Osmanlı Devleti’nin, eski dinini terk ederek İslâmiyet’e dönen Ermenilere herhangi bir şekilde zor kullanmamasının yanında, yine bazı nedenlerden dolayı verdiği kararda durmayıp İslâmiyet’i bırakarak eski dinine dönenlere de herhangi bir şekilde baskı yapmamasıdır. Ayrıca devlet, bu insanları kararlarında durmuyorlar diye herhangi bir kanunî cezaya da çarptırmamıştır. Sonuç Sonuç olarak, Osmanlı Devleti tebaası olan Ermeniler gerek ferdî gerekse toplu olarak gerçekleştirdikleri ihtida hareketlerini, bu hareketlerini gerçekleştirirken devlet tarafından hiçbir şekilde zorlamaya veya baskıya maruz kalmadan gerçekleştirmiş olmalarına rağmen XIX. yüzyıla doğru gelinince Batılı devletler bu ihtidaların devlet tarafından zor kullanılarak gerçekleştirildiği iddiasında bulunmuşlardır. Bildirimizde de görüleceği üzere Osmanlı Devleti bu iddialar karşısında çeşitli komisyonlar kurmuş ve bu komisyonlara Batılı devletlerin temsilcilerini de katmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde din değiştirmelerin gönül rızası ile gerçekleştiğini Batılı devletler de teyit etmek zorunda kalmışlardır. Bunun yanında eski dinlerine dönmek isteyenler de istedikleri vakit yine kendi rızaları ile dinlerini değiştirmişlerdir. Bütün bunların sebebi Osmanlı Devleti’nin kendi idaresi altında bulunan halkına göstermiş olduğu hoşgörüdür. 532 OSMANLI DÖNEMİ VE SONRASINDA KIBRIS’TA TÜRK-ERMENİ MÜNASEBETLERİ Doç. Dr. Cihat GÖKTEPE Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: [email protected]; Tel: 0 474 212 02 01-3091 Özet Bu bildiride Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’a hâkim olmasından itibaren buradaki gayrimüslim toplumlara daha özelde de Ermeni toplumuna karşı takip etmiş olduğu sosyal ve kültürel yaklaşımlar değerlendirilecektir. Bu bağlamda Kıbrıs’taki Ermenilerin durumu Kilisenin yapısı, Osmanlı yönetiminin Ermeni Kilise ve toplumuna bakışı ile toplumlar arası ilişkiler ve uygulamalar örneklerle açıklanacaktır. Bunlara ek olarak aynı dönemde Osmanlı Türklerinin adadaki Müslüman olmayan diğer toplumlarla bilhassa Rum toplumu ile olan ilişkileri de mukayeseli olarak değerlendirilecektir. Kıbrıs’ın Osmanlı hakimiyetinden çıkışından sonra İngiliz yönetimindeki toplumlar arası ilişkiler, özellikle Türk-Ermeni ikili ilişkileri, adadaki Osmanlı yönetimi de dikkate alınarak, mukayeseli olarak değerlendirilecektir. Doç Dr. Cihat GÖKTEPE Osmanlıların Kıbrıs’a Yerleşimi ve Adanın Yönetimi Akdeniz’de bir ada olan Kıbrıs, Türkiye’nin güney kıyısından 40 mil (74 km.), Suriye’nin batı kıyısından 60 mil (111 km.), Mısır’ın kuzey kıyısından 240 mil (444 km.) ve Yunanistan’dan yaklaşık 500 mil (925 km.) uzaklıktadır. Sicilya ve Sardinya adalarından sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası olup, yüzölçümü 3 372 mil karedir (8 733 km2). Ada batıdan doğuya 144 mil (225 km.) uzunluğunda, kuzeyden güneye 40 mil (64 km.) genişliğindedir1. Kıbrıs, zaman içinde birçok uygarlığa beşiklik yapmış ve bu uygarlıklar tarafından Akdeniz hakimiyetinin sağlanması amacıyla büyük önem arz etmiş bir adadır. Bu adanın stratejik bakımdan en önemli yönü ise güneyde bulunan devletlere yakınlığı Ortadoğu’yu ve Anadolu’yu gözetir bir konumda olması ve bu bakımdan devletlerin egemenliklerini korumalarında stratejik bakımdan çok önemli bir üs görevi yapmasından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan da birçok devletin rekabetinin gün yüzüne çıktığı bir ada görünümünü almıştır. Kıbrıs Venediklilerin hakimiyetinde iken idaresi altındaki halka hiç de iyi davranılmadığı kaynakların birçoğundan tespit edilebilmektedir2. 1 2 Cihat Göktepe, “İngiliz ve Amerikan Belgelerine Göre Kıbrıs Meselesi ve Türkiye’nin Dış İlişkilerine Etkileri (1955-1967)”, Ata Dergisi, Sayı 12, Selçuk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını, Konya 2004, s.32. Ahmet C. Gazioğlu, Kıbrıs’ta Türkler 1570-1578, 308 Yıllık Türk Dönemine Yeni Bir Bakış, CYREP Yayını, Lefkoşe 1994, s.3-5. 537 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlılar, Kıbrıs adasının, Akdeniz hakimiyetinin sağlanmasında stratejik yönden önemli bir konumda bulunmasından dolayı, 1570 yılında adaya ayak basmış ve adanın fethini 1571’de tamamlamışlardır. Bu dönemde Osmanlılar karşılarında feodal sistem yüzünden halkı köle statüsünde yaşayan, ziraî üretimi yetersiz ve ticareti teşvik edilmeye muhtaç bir ada buldular. Bu durum karşısında hemen harekete geçilmiş ve ilk iş olarak feodal sistemin kaldırıldığı, yerli halkın köleliğine son verildiği ilân edilmiştir3. Bununla birlikte adadaki Kıbrıs Ortodoks Rum Kilisesi başpiskoposluk olarak yeniden açıldı ve adadaki diğer kiliselerin üzerinde bir statüye kavuşturuldu. Daha da önemlisi başpiskopos yönetim nezdinde yerli Rum halkının ruhanî lideri siyasî temsilcisi olarak tayin edilmiştir. Protokolde ise paşadan sonra yer almıştır4. Kıbrıs’ın Türkler tarafından fethi ada tarihini her yönden etkilemiştir. Zira adada Helenistik kültürün yanı sıra idarî, sosyal, iktisadî yönden Türk-İslâm kültürü de yerleşecek ve ada ikili kültür yapısını günümüze kadar muhafaza edecek olan bir toplumsal yapı ortaya çıkacaktır. Bunda Osmanlı Devleti’nin uyguladığı toplumları kendi anlayışlarına göre yaşama ve yaşatma anlayışına dayalı olarak oluşturulan Millet Sistem en büyük etkendir. Osmanlı Devleti’nin Millet Sistemi sayesinde Kıbrıs adasının Osmanlı idaresinde kalmış olduğu süre içerisinde, Kıbrıs halkına din, dil, ırk ayrımı yapmamış, halk arasında bütünleştirici bir rol üstlenmiştir ve ada halkının refahı ve huzuru için çalışmıştır. Osmanlı Devleti tarafından, adanın iskân edilerek tarım ve ticarette canlanabilmesi için öncelikli olarak adadaki yerli halka ihtimam ve özen gösterilmesini buradan kaçmamalarını temin etmek için çok ciddi ve muhtevası geniş hükümler çıkarmıştır5. Osmanlı yönetimi eş zamanlı olarak fetihten hemen sonra 19 Ağustos 1572 tarihli bir sürgün hükmü çıkarmıştır ve Kıbrıs’ı şenlendirmek üzere Karaman eyaletinden 1684 aile Kıbrıs’a yerleştirilmiştir. 1 684 ailenin 730’u meslek sahibi iken, İçel sancağından gönderilen 653 ailenin 624’ü meslek sahibi idi. Bunların da % 39’u gönüllü olarak oraya gelmişlerdi ve meslek erbabının % 73’lük kısmı çiftçiler, 3 4 5 Kemal Çiçek, “Kıbrıs”, İslâm Ansiklopedisi (İA), C.13, Türk Diyanet Vakfı Yayını, Ankara 2002, s.375. Çiçek, “Kıbrıs”, s.375. Hüseyin Arslan, 16. Yüzyılda. Osmanlı Toplumunda Yönetim, Nüfus, İskân, Göç ve Sürgün, Kaknüs Yayını, İstanbul 2001, s.344. 538 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE % 3’ünü cüllah (çul dokuyan), % 2’sini terzi ve % 22’lik kısmını da diğer meslekler oluşturmaktaydı6. Kıbrıs’ın iskânı için, Karaman eyaleti ve İçel sancağı kazalarından gönderilenlerin haricinde sürgün hükmünde belirtilen diğer yerlerden ne kadar hanenin Kıbrıs’a getirildiği hakkında kesin bilgi sahibi olunamamaktadır. Başlangıçta 13 Cemaziyelevvel 980/2 Eylül 1572 tarihli bir genel hüküm Anadolu, Karaman, Rum (Sivas, Tokat, Amasya) ve Zülkadriye (Dulgadir-Maraş) eyaletlerine gönderilerek Kıbrıs’a iskânın gereği ve önemi vurgulanmıştır7. Bununla birlikte arşivde, Orta Anadolu’dan -Aksaray 225, Beyşehir 262, Seydişehir 202, Akşehir 130, Niğde 172, Ürgüp 64, Koçhisar 88, Endugi 145, Bor 69, Ilgın 48, İshaklı 87, ayrıca Akdağ 84 ve Bozok 134 aile olmak üzere birbirinden uzak kazalardan- adaya gönderilenlerin listesi mevcuttur8. Toplam ilk seferde adaya 1 907 aile göç ettirilmiştir. 7 Ocak 1581 tarihli bir belgeye göre adaya fetihten belirtilen tarihe kadar 12 000 hanenin nakledilmesi planlanmıştı. Hâlbuki 1581’de adada ancak 8 000 kadar hane mevcut olup nakledilmesi düşünülen miktarın üçte birinin adaya hiç gelmediği anlaşılmıştır9. Bu gönderilen hanelerden 1 743’ü köylerden, geri kalanlar ise kaza ve nahiye merkezlerinden derlenmiştir. Adanın fethinden itibaren aralıksız devam eden bu süreçte gelenlerin bir kısmının iklime alışık olmadıkları için kırıldıklarına dair bilgiler de mevcuttur. Adanın ilk tahririne göre yaklaşık olarak, 172 270 gayrimüslim reayaya karşılık 75 000 Türkün adaya yerleştiği anlaşılmaktadır10. Adaya gelen Türkler, adada etnik-dinî unsur olarak Rumlar, Venedikliler, Yahudiler, Süryanîler, Kıptîler ve Hintlileri bulmuşlardır. 1572’de yapılan tahrirde Lefkoşa ve Magosa’da esir pazarları tespit edilmiş ve buralarda Rus, Çerkez, Macar, Gürcü, ve Hırvat beyaz esir ve Habeşistan’dan getirilen siyahî kölelere rastlanmıştır. Daha sonra bu kölelerin azad edildikleri görülür. Fetihten sonra Anadolu’dan getirilen Türk ve Müslüman nüfus, etnik ve dinî yapıya çeşitlilik getirmiştir. Kıbrıs 308 yıl Osmanlı idaresinde kaldığı süre içerisinde bütün etnik ve dinî unsurlar adada uygulanmış olan 6 Recep Dündar, Kıbrıs Beylerbeyliği (1570-1670), Basılmamış Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya 1998, s.413. 7 Halil İnalcık, “Kıbrıs’ta Türk İdaresi Altında Nüfus, Kıbrıs ve Türkler”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 1964, s.29. 8 İnalcık, a.g.m., s.29. 9 Cengiz Orhonlu, “Osmanlı Türklerinin Kıbrıs Adasına Yerleşmesi (1570-1580)”, Türk Kültürü Dergisi, Sayı 141, Temmuz 1974, s.331. 10 Dündar, a.g.t., s.413. 539 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER geleneksel Millet Sistemi sayesinde kendi benliklerini muhafaza imkânı bulmuşlardır. Ortodoks Rumlardan başka Ermenilere de ayrı kilise ve manastırlara sahip olma imkânı verilmiştir11. Kıbrıs’ta Ermenilerin tarihsel varlığı Bizans dönemine kadar geriye gitmektedir. Kıbrıs Ermenilerinin kökeni Kilikya, Suriye ve İran Ermenilerine dayanmaktadır12. Lusignanlar devrinde Lefkoşa’da bir Ermeni mahallesi bulunmaktaydı. 1572 sayımına göre, Kıbrıs’ın başkenti olan Lefkoşa’da 8 mahalle bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi Ermenilere aittir. Yine aynı nüfus sayımı sonuçlarına göre Lefkoşa’daki Ermeni nüfusu Lefkoşa nüfusunun sadece % 8’ini oluşturmaktadır13. Osmanlılar Kıbrıs’ı fethettikleri sırada adada büyük bir Ermeni nüfusu ile karşılaşmamışlardır. Ancak az sayıdaki Ermenilerin daha sonra adanın bir sürgün yeri olarak kullanılmaya başlanması ve bazı Ermenilerin de buraya sürgün edilmeleriyle sayıları az da olsa artmıştır. Nitekim 4 Ekim 1593 tarihli bir belge Tatyos oğlu Abraham’ın Niğde sancağından buraya sürgün olarak gönderildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca 26 Eylül 1634 tarihinde Kıbrıs defterdarı ve kadısına gönderilen ferman ile Anadolu’dan perakende olarak gelen Ermeni taifesinin cizyesinin toplanması istenmektedir. Zamanla bunlar Müslümanlarla ticarî ilişkilere de girmişlerdir. Yalnız pek çok Ermeni Murat, Hüsna, Emircan gibi Türk isimlerini kullandıklarından bu cemaatin nüfusunun tam olarak tespiti zorlaşmaktadır14. Ermeniler kendi aralarında iyi organize olmuş ve Müslüman cemaate uyum (bütünleşme) sağlamışlardı. Bunlar çoğunlukla Lefkoşa’daki Karamanîzade mahallesinde yaşıyorlardı. Sayısal olarak çok küçük bir topluluk olmalarına rağmen orada kiliseleri de mevcuttu15. Adadaki Ermeniler nüfus verilerinde, genel gayrimüslim reaya içerisinde gösterilmiştir. Bu yüzden Osmanlı yönetimi boyunca adadaki Ermeni nüfusla ilgili tam rakamlar tespit edilememesine rağmen yapılan mukaye11 Dündar, a.g.t., s.395. 12 Mehmet Akif Erdoğru, “Kıbrıs Ermenileri Üzerine Notlar (1580-1640)”, Tarih İncelemeleri Dergisi, S. XXII/I, İzmir 2002, s.2. 13 R-C. Jennings vd., “The Population Taxation and Wealth in the Cities and Villages of Cyprus, According to the Detailed Population Survey (Defter-i Mufassal) of 1572”, Journal of Turkish Studies, S.X, 1986, s.76. 14 Dündar, a.g.t., s.397. 15 Çiçek, “Living Together:Muslim-Christian Relations in Eighteenth-Century Cyprus as Reflected by the Shari’a Court Records”, Islam &Christian-Muslim Relations, Vol. 4, No: 1, s.36. 540 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE seler ve değerlendirmeler soncunda bunun 500 kişi olabileceği kanaatine varılmıştır16. Osmanlı Döneminde Toplum ve Ermenilerin Durumu (Kıbrıs Ermeni Murahhaslığı) Osmanlı döneminde Kıbrıs adasında yaşayan Ermeni toplum liderleri olan murahhaslar İstanbul Ermeni Patrikliği’ne bağlıydılar. Ermenilerin Lefkoşa kazasında yoğun olarak Meryem Ana adlı kilisenin bulunduğu Karamanîzade yanında, başta Ermeniyan mahallesi olmak üzere Lefkoşa’nın diğer bölgelerinde de yaşadıkları mahkeme kayıtlarından öğrenilmektedir17. Bundan başka daha çok kutsal topraklara giden Ermeni hacılar için yapıldığı düşünülen Giriniyye kazasındaki Megara Manastırı18, Kıbrıs’taki Ermenilere ait dinî yapılardandır. Kıbrıs’taki Ermeniler, ya sicillerde ya cizye kayıtlarında ya da maddî konulardaki davalarda ortaya çıkmaktadırlar. Fransız konsoloslarıyla ilgili belgelerden, konsolosların tercümanlığını yapmalarının yanında Kıbrıs’a gelen Ermeni tüccarlara da her türlü yardımı yaptıkları anlaşılmaktadır. Bununla ilgili olarak yapılan değerlendirmede, ticaret için adaya gelen Ermeni tüccarlar rahatsızlıklarında eğer ölürler ise mallarına beytü’l-mal eminleri tarafından el konulmaması için vekil olarak, yanlarında bulunan bir yakınlarını veya Fransız konsolosu yanında bulunan Ermeni tercümanı vekil tayin etmekteydiler. Kıbrıs’taki Ermeni halkın vekilleri olmalarından dolayı, Ermeni halktan borcu olanların borçları Ermeni papazlardan talep edilebilmekteydi19. Buradan da anlaşılacağı üzere Ermeni toplumu ile ilgili meselelerde kilise ve mensupları doğrudan yetkilidir. Bu durum adadaki Ermeni toplumunun sosyal hayatında kilisenin etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Adaya atanan murahhaslara verilen geniş yetkiler göze çarpmaktadır. İstanbul ve çevresinin Ermeni patriği olan Agop (Hagop Nalyan) adlı rahip, Divan-ı Hümayun’a sunduğu dilekçeyle; Patrikliğine bağlı olan Kıbrıs adasının Lefkoşa kazasındaki Meryem Ana Kilisesi ve Giriniye kazasın16 İnalcık, a.g.m., s.49; Halil Fikret Alaysa, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk Eserleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1964. 17 Ali Efdal Özkul, Kıbrıs’ın Sosyo-Ekonomik Tarihi 1726-1750, İletişim Yayını, İstanbul 2005, s.100. 18 Osmanlı İdaresinde Kıbrıs (Nüfus Arazi Dağılımı ve Türk Vakıfları), Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 2000, s.111. 19 Özkul, a.g.e., s.100-101. 541 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER daki Megara Manastırı20 ve çevresinin Ermeni murahhasası olan Arotin adlı rahibin ölümü üzerine, Serkis adlı bir başka Rahibin Beratsız olarak görevi ele geçirmesinden şikâyetle bu durumun düzeltilmesini istemiştir. İstanbul’da bu isteğe uyarak, 1 000 akçelik miri peşkeşi vermesi şartıyla Virtaş rahibi, Arotin rahibinin yerine 1156 (1743) yılı Cemaziyelevvel’inin 8’inde Kıbrıs Ermeni murahhasası olarak atamıştır. Bu bağlamda Serkis’te adadan uzaklaştırılmıştır21. Ermeni murahhaslara verilen tayin Beratları incelendiğinde Kıbrıs’taki Rum cemaatinin liderleri olan başpiskoposlara verilen yetkilerin birçoğunun Ermeni murahhaslarına da tanındığı ortaya çıkmaktadır. Ermeni murahhaslara verilen yetkiler ana hatları ile: Murahhasalığa bağlı yerlerde murahhasanın istediği papazı görevden almasına ve istediğine görevi vermesine kimse karışmayacaktır. Rahibin izni olmadan, bazı taşra papazları âyinlerine muhalif olarak, nikâha uygun olmayan kefereye, nikâh yapmayacaklardır. Bir zımmîye kadın kocasından kaçarsa veya boşanırsa murahhaslarından veya murahhasının vekillerinden başka kimse araya girmeyecek veya karışmayacaktır. Ehli örften hiçbir görevli Ermenilerin nikâhlarına boşanmalarına veya iki zımmînin arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklara, olay rızalarıyla çözüldüğünde müdahale etmeyecektir. Murahhasalığa bağlı yerlerde ölen karabaşların, papazların ve marabelet adlı keşişe avratların (rahibe) terekeleri rahipleri tarafından yapılacak; bunlarla ne beytü’l-mal emini ne de kassamlar ilgilenmeyeceklerdir. Ayrıca ölen bu görevliler ve diğer Ermeni zımmîler, kendi âyinleri üzere kiliselerine, Patrik ve murahhasaya her ne vasiyet ederlerse kabul olunacaktır. Ermeni şahitler mahkemelere kabul edilecektir. Ermeni ruhbanlardan kilise ve manastırları yokken, etrafta gezerek halka kötülük yapanlar ancak rahipler tarafından cezalandırılabileceklerdir. Bu kişilerin âyinleri üzere, kiliselerine bağlı bağ, bahçe, çiftlik, tarla, çayır, değirmen, manastır ve bunların benzeri kiliseye vakfedilen eşya ve davalara kimse karışamayacaktır22 şeklinde belirtilebilir. Ermeni murahhaslara verilen geniş ayrıcalıklara rağmen Ermeni murahhas ve papazların adadaki sosyal hayatta Rumlar kadar etkin olamamaları adadaki Ermeni nüfusun az olması ile açıklanabilir. Adadaki sosyal yapı özellikle 1726-1750 incelendiğinde Ermeni papazlarla ilgili herhangi bir yolsuzluk haberine rastlanmadığı bu bağlamda bu dönemde hiçbir Er20 Bu manastırda 13 gayrimüslim bulunmaktadır. Bkz. Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, s.111. 21 Özkul, a.g.e., s.102. 22 Özkul, a.g.e., s.101-102. 542 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE meni papazın Osmanlı yönetimine karşı sorun çıkarmadığı tespit edilmiştir23. Adada Ermeni toplumunun sosyal hayatını etkileyen bir başka etkili kurum ise konsolosluklar ve buralarda görevli olan tercümanlar (dragoman) olmuştur. Adada önemli sayıda yabancı devlet konsolosu ve bunların tercümanları da mevcuttu. Belgelerden anlaşıldığına göre Kıbrıs’ta ilk konsolosluk açan devletler, Akdeniz ticaretinde etkili olan Fransa ve İngiltere Krallıkları ile Venedik Cumhuriyeti’dir. 1726-1750 yılları arasındaki devrede ise Kıbrıs’ta Fransa, İngiltere, Hollanda, Venedik Cumhuriyeti, Roma İmparatoru (Nemçe), İsveç, Sicilya, Napoli, Dobrovnik Cumhuriyeti’nin konsolos ve konsolosluk vekiline rastlanmaktadır. Kıbrıs’taki konsoloslar Tuzla (Larnaka) kazasında kalmaktadırlar24. Konsolosların Tuzla’yı tercihlerinde bunların güvenliklerinin burada daha iyi sağlanacağı ve adadaki ticaretin burada daha sıkı bir denetim altında tutulabileceği anlayışı etkili olmuştur. XVIII. yüzyılın ilk yarısında Kıbrıs’ta en fazla İngiliz ve Fransız tüccarların bulunması haliyle Fransız ve İngiltere konsoloslarının daha faal ve yoğun olmaların neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nin, adadaki konsoloslara tanıdığı hakların hemen hemen aynısı konsolosluk tercümanlarına da verilmiştir. Bu durum devletlere verilen konsolos beratlarının mukayesesinden anlaşılmaktadır25. 1730 tarihinden itibaren Osmanlı Devleti’nde yabancı devletlerin tercümanlarının sayısı 229 civarındadır. Konsoloslarda olduğu gibi konsolosluk tercümanlarının tayini de Osmanlı Sultanı’ndan alınan beratla olabilmektedir26. Bu bağlamda konsoloslar yanında tercümanlık yapan kimselere Osmanlı Devleti’nin verdiği olağanüstü yetkiler, konsoloslara verilen yetkilerle büyük ölçüde aynıdır. Osmanlı Devleti’nde çalışan tercümanlara işlerini rahat yapabilmeleri amacıyla geniş yetkiler ve ayrıcalıklar verilmiştir. Bu yetkilere ana hatlarıyla bakılacak olursa; Tercümanlık hizmetinde olanlardan ve tercümanların oğulları, hizmetkârlarından, haraç, avarız, kasp akçesi ve diğer rüsum ve tekâlifi örfiye istenmeyecektir. 23 24 25 26 Özkul, a.g.e., s.103. Özkul, a.g.e., s.106-107. Özkul, a.g.e., s.107. Özkul, a.g.e., s.108. Kenan İnan, “Osmanlı Döneminde Yabancı Elçilik ve Konsolosluklarda Görevli Tercümanların Statüleri”, Tarih ve Toplum, Sayı 154, 1996, s.6. 543 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Gümrük resmi ve bac istenmeyecektir. Evi askerler tarafından rahatsız edilemeyecektir. Tercüman ile her kimin davası olur ise ellerinde olan Ahidname-i Hümayun’a göre Asitane-i Saadete aktarılacak ve başka yerde görülmeyecektir. Tercüman bir yere gitmek istediğinde, gidişte ve dönüşte, karada ve denizde kendisinin ve yanındakinin eşyasına, malına ve davarına zarar ve ziyan verilmeyecektir27 şeklinde bir hayli geniş olduğu anlaşılmaktadır. Fransa adına tercümanlık yapanlar arasında Ermeni tüccarlar da bulunmaktadır. Fransız tercümanları, esas görevleri olan Kıbrıs adasındaki konsoloslara tercümanlık yapmanın yanı sıra Fransız tüccarlara vekillik de yapabilmektedirler. Ayrıca Ermeni asıllı tercümanlar Kıbrıs’ta bulunan Ermeni asıllı tüccarların ölmeleri durumunda onların mallarının ada dışındaki akrabalarına ulaştırılmasını sağlayabilmektedirler. Bir başka ifade ile bu tercümanlar sadece Fransızlara değil Kıbrıs’ta bulunan Ermenilere de vekillik yapmaktadırlar. Fransız konsolosları yanında görev yapmış olan tercümanlardan, Anglo Markori, Avanis Agop, Lenovar Veled-i Lenovar, Aci Vone veled-i Fendi, Mosfiliye veled-i Nesvar gibi isimlere belgelerde rastlanılmaktadır28. Osmanlılar yerli halkın doğrudan katılımının temin edildiği idarî yapısı sayesinde genelde adada toplumsal uzlaşma sağlamıştır. Bu uzlaşmanın ne kadar çok yönlü olduğu seyyahlar tarafından ifade edildiği gibi mahkeme sicilleri üzerinde yapılan araştırmalarla da kanıtlanmıştır. Araştırmalara göre Kıbrıs’taki Hıristiyanlar, hukukî meselelerini özel kanunlarına göre kilise mahkemelerinde çözme hakkına sahip olmalarına rağmen kendi istekleriyle sık sık kadı mahkemelerini kullanmışlardır29. Türkler Kıbrıs’ta sadece Rum Ortodoks ahaliye karşı değil, Ermeniler ve diğer azınlık toplumlara karşı da çok hoş görülü davranmış, onlara dinî özgürlükleri yanında birçok haklar tanımıştı. Kıbrıs’ta Türk ve Ermeni münasebetlerinin dostluğa dayalı mutlu dönemleri güncelliğini korumakta ve Kıbrıslı yaşlı Türk nesiller Ermenilerle paylaşılan birçok ortak yaşam ve iyi komşuluk günlerini anımsamaktadırlar. Başta Lefkoşa olmak üzere kasabalarda Ermeniler daha çok Türklerle kaynaşmışlar, onlarla birlikte, onların mahallesinde yaşamayı daima tercih etmişlerdir. Birçok mahallede Türklerle Ermeniler iyi komşuluk ilişkilerini yüzyıllarca sürdürmüşlerdir. 27 Özkul, a.g.e., s.107-108. 28 Özkul, a.g.e., s.109. 29 Çiçek, “Kıbrıs”, s.37. 544 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE Tanınmış Kıbrıslı Ermeni hukukçu ve şâir Nubar Maksutyan İngiliz dergisi Great Britain And The East’te yayımladığı makalesinde adada Türklerin Hıristiyanlara gösterdiği engin hoşgörüyü vurgulamıştır. Nubar Maksutyan, Türkçe’ye çevrilen ve 1946 yılında aylık Kıbrıs Türk dergisi Dünya’da yayımlanan bir makalesinde; Türklerin yabancı dinlere olan saygısını dile getirmekte ve Türk yöneticilerin gereksinim duymadıkları Latin kiliselerinin Venedik dönemindeki gibi ahır, ambar, depo vs. gibi amaçlarla kullanılmaması ve sadece dinî amaçlara hizmet etmesi koşuluyla adadaki Hıristiyan toplumlara verdiğini belirterek buna örnek olarak da Lefkoşa’daki ‘Notre Dame de Tyre’ adlı Latin Kilisesi’nin Ermeni toplumuna devredildiğini belirten Maksutyan, bu kilisenin Venedikliler tarafından yıllarca tuz ambarı olarak kullanıldığını belirtmiştir30. Kıbrıslı Rumlar, adaya Ermenilerin yerleşmesine daima karşı çıkmış31 tır . Nitekim İngiliz Sömürgeler Bakanı adaya Ermenilerin yerleştirilmesi ile ilgili fikri sorulduğu zaman Ermeniler adadaki Kıbrıslı Hıristiyanlar tarafından da sevilmemektedir; bu nedenle burada Ermeni göçmenlerden bir koloni oluşturulması toplum tarafından olumlu karşılanmayacaktır şeklinde görüş belirtmiştir. Adadaki Rum Ortodoks toplumu Türklerin kendilerine tanıdığı haklar ve ayrıcalıkları, Kıbrıs’taki diğer Hıristiyanlar üzerinde baskı kurmak, onları kendi dinlerinin üstünlüğü ve egemenliği altına almak yönünde kullanıyorlardı. Sonuçta Ermeni toplumu ve Kilisesi de Ortodoks Rumların bu yöndeki girişimlerinin hedefi oldu. Böylece adada ayrı bir Ermeni Kilisesinin varlığı tehlikeye girdi. Ama Türk yönetimi Rumların girişimlerini önleyici önlemleri zamanında aldı ve Ermenilere yöneltilen Ortodoks baskısını azalttı. Bu durum sadece dinî konularla kalmayıp diğer alanlarda da Ermeni toplumu genel Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi ve Kıbrıs’ta da sosyo-ekonomik olarak daha iyi bir durumdaydı. Bu durumu Kıbrıs’taki yabancı konsoloslarda vurgulamışlardır. Bunlardan Mariti 1760’larda Lefkoşa’daki bedesteni anlatırken; Burası belli başlı Türk, Rum ve Ermeni tüccarların işyeridir demekle Ermenilerin, ahalinin varlıklı sınıfını oluşturduğunu ve adadaki ticarî ahengi vurgulamaktadır. Yine Mariti, Ermeni ailelerin çoğunun Lefkoşa’daki Arap Ahmet semtinde kendilerine ait evlerde oturduklarını bu semtin sıradan bir semt olmayıp, 30 Gazioğlu, a.g.e., s.390-391. 31 Kıbrıslı Rumların tutum ve anlayışları için bkz. Göktepe, “Kıbrıs’ta Kilisenin Rum Milliyetçiliğini Yönlendirmesi ve Bu Sürecin Türk Halkı ile Türkiye’nin Güvenliğine Olan Etkileri”, Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu (Tarihten Günümüze İç ve Dış Tehtitler), Elazığ 17-19 Ekim 2001, Editör Orhan Kılıç-Mehmet Çevik, Ceren Matbaası, Elazığ 2002, s.373-380. 545 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yüksek rütbeli devlet memurları, kadılar ve paşaların yaşadıkları bir mahalle olduğunu vurgulamaktadır. Buna ilâve olarak Lefkoşa’da yaşayan Rum ve Ermeni ailelerin birçok bireyinin buradaki merkezi hükümette çeşitli görevleri olduğunu belirtirken Türk döneminin son yıllarında adayı ziyaret eden Avusturya Arşidükü Lois Salvator gezi notlarını içeren kitabında Ermeniler her yerde Türklerle kaynaşmıştır gözleminde bulunmuştur32. Bu gözlemi teyit eden bir başka değerlendirme ise Kıbrıs’ta Müslüman ve Hıristiyanlar arasında komşuluk ilişkileri de samimi ve dostane olmuş, şehirlerde dinî grupların tamamen ayrı mahallelerde oturduğu gettolar hiçbir dönemde oluşmamıştır şeklindedir33. Adanın genel yapısı içerisinde Müslüman ve Hıristiyan esnaf ve zanaatkâr yan yana ve ortak ticaret yapmış, birbirine dükkân alıp satmış ve ticarî çıkarları için hükümete karşı birlikte mücadele etmiştir. İki cemaat dinî kaygılarla çok az karşı karşıya gelmiş ihtilafları çatışmaya dönüştürmemiştir34. Yine burada uzun süre yaşamış olan adadaki iki cemaatin (Rum ve Türk) dışında kalmış nüfus yapısı itibarıyla az olan Ermeni ve Marunîler de kendi dinî, etnik ve kültürel kimliklerini muhafaza ederek adadaki genel ahenge uyum sağlamışlardır35. Kıbrıs’ta Osmanlı Döneminde İdarî ve Sosyal Yapı Osmanlı döneminde Kıbrıs’ta yapısal durum değerlendirilecek olursa; 1570-1670 beylerbeylik statüsünde ve iki tuğlu beylerbeyi tarafından yönetilen ada, bu tarihten itibaren Kaptan-ı Derya’nın idaresine bırakılarak Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletine bağlandı. Böylece ada Kaptan-ı Derya adına onun tayin ettiği bir mütesellim (teslim edileni alan-vergi tahsildarı) tarafından yönetilmeye başlandı. Bu durumun otorite boşluğuna neden olduğu düşünülerek 1703’ten itibaren adayı Veziriazam adına bir muhassıl yönetmeye başladı. Asayişsizlik sebebiyle 1745’te yeniden yönetim değişikliğine gidilerek ada üç tuğlu paşanın yöneteceği bağımsız bir eyalet olarak şekillendirilmiştir. Kısa süren bu dönemde özellikle Ebubekir Paşa zamanında adadaki imar faaliyetleri artmış, Larnaka’ya yaklaşık 20 km.’den su getirmesi Paşa’yı haklı bir üne kavuşturmuştur. Bu durum da fazla uzun 32 33 34 35 Gazioğlu, a.g.e., s.392-393. Çiçek, “Kıbrıs”, s.378. Çiçek, “Kıbrıs”, s.378. Nancy Crawshaw, The Cyprus Revolt, An Account of the Struggle for Union with Greece, George Allen &Unwin Pres, London 1978, s.20. 546 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE sürmemiş, ada yeniden Veziriazam hassı şeklinde yönetilmiş 1785’te ise ada doğrudan merkeze bağlanarak muhassıl vasıtasıyla yönetilmeye başlanılmış. Bu durum 1839’a kadar sürmüştür. Sultan Abdülmecid’in mahallî idarelerdeki değişiklik kararı gereğince Kıbrıs, Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletine bağlı bir sancak olarak yapılandırıldı ve adada altı kaza oluşturuldu. 21 Rebiyülevvel 1255 (4 Haziran 1839) tarihli bir fermanla muhtarlık teşkilâtı Kıbrıs’ta ilk defa kurulmuştur. Ferman hükümlerine göre Müslüman halk muhtarlarını, gayrimüslimler ise kâhyalarını seçmişlerdir. Bunlar emniyet, asayiş ve temizlik gibi görevlerine ek olarak mahallelerine yüklenen vergilerin halk arasında bölüştürülmesi ve toplanması gibi önemli işleri de üstlenmişlerdir36. Ada 1861’de üçüncü defa doğrudan İstanbul’a bağlı bir mutasarrıflık yapılmıştır. 1868’de yeni vilâyet düzenlemesi ile birlikte Çanakkale vilâyetine bağlı mutasarrıflık haline getirilmişse de merkeze olan uzaklığın mahsurları dikkate alınarak 1870’te yeniden bağımsız mutasarrıflığa dönüştürülmüş bu yapı 1878’de adanın İngilizlere devrine kadar sürmüştür37. Halkın yapısal durumu değerlendirilecek olursa özellikle ilk beylerbeylik dönemi olan 1570-1670 yılları arasında karşımıza çıkan tablo; Müslümanlar 1-İdarî sınıf (Ehl-i örf ve ilmiye) 2-Eşraf 3-Esnaf ve köylüler 4-Köleler38 Gayrimüslimler 1- Kilise temsilcileri (Papaz, Kıbrıs divan tercümanları) 2- Zımmî esnaf ve tüccarlar 3-Köylüler şeklindedir. Kıtlık, kuraklık, deprem, çekirge istilası, veba ve sıtma gibi salgın hastalıklardan dolayı ortaya çıkan sıkıntılı durum karşısında adadan başka yerlere önemli miktarda göçler olmuş ve ada nüfusunun hem sayısında hem de genel yapısında değişiklikler yaşanmıştır. Bu bağlamda Osmanlı merkezî yönetimi halkın acil ihtiyacını karşılamak üzere halka unluk ve tohumluk zahire dağıtmıştır39. 36 37 38 39 Çiçek, “Kıbrıs”, s.376. Çiçek, “Kıbrıs”, s.378. Dündar, a.g.t., s.382 Orhan Kılıç, “Osmanlı Devleti’nde Meydana Gelen Kıtlıklar”, Türkler, C.X, Yeni Türkiye Yayını, Ankara 2002, s.727 547 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Adada Nüfus Durumu Evliya Çelebi, 1670-1675 tarihleri için adada 30 000 Müslüman ve 150 000 gayrimüslim yaşadığını yazmaktadır. Buna karşın 1691-1695 yıllarında Coronelli nüfusu çocuk ve kadınlar hariç 28 000 Hıristiyan ve 8 000 Müslüman olarak kaydetmektedir40. XVIII. yüzyılın ikinci yarısına ait kayıtlarda nüfusun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu belirtilmektedir. Muhtemelen 1777 tarihli bir sayıma dayanan Kyprianos’a göre Kıbrıs’ta toplam 10 478 hane 84 000 kişi olup bunların 37 000’i Hıristiyan, 47 000’i Müslümandı. İlk Osmanlı genel nüfus sayımında ise 14 983’ü Müslüman olmak üzere 44 206 erkek nüfus tespit edilmişti. Buna kadınlar da eklendiğinde nüfusun 90 000 civarında olduğu anlaşılmaktadır41. 1831 senesinde hacegandan Abdürrauf Efendi’nin tahriri nüfusuna göre 39 206 erkek Rum ve 28 738 erkek Türk olmak üzere 57 944’tür. Ancak 1841’de yapılan bir nüfus sayımı ile elde edilen bilgiler daha önce göç eden birçok Rumun geri döndüğünü göstermektedir ki bu sırada yaklaşık olarak 30 000 Türk, 70 000 Rum ve kalanı da Ermeni, Marunî ve Katolik olmak üzere toplam 110 000 kişi yaşamaktaydı42. Sonraki yıllarda yapılan nüfus sayımları ise şöyledir: Yıl Türk Rum Diğer Toplam 1881 45 458 137 631 3 084 186 173 1891 47 926 158 585 2 775 209 286 1901 51 307 182 739 2 974 237 020 1911 46 428 214 480 3 056 263 964 1921 51 339 224 887 4 489 300 715 1931 64 245 276 572 7 142 347 959 1938 66 459 310 070 - 376 529 1946 80 548 361 199 8 367 450 114 1960 105 494 448 861 - 554 355 40 Çiçek, “Kıbrıs”, s.377. 41 Çiçek, “Kıbrıs”, s.377. 42 Çiçek, “Kıbrıs”, s.377. 548 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE Kıbrıs nüfusu incelenirken aslî unsur olarak adada Türk ve Hıristiyanların bulunduğu diğer milletlere mensup nüfusun ise çok az olduğu görülür. Diğer bir gerçek ise Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin asıl itibariyle Anadolu Türklerinden olduğu ve Türkiye ile Kıbrıs arasında devamlı ve sıkı bir temasın mevcudiyeti ile iki yer arasında devamlı olarak nüfus akışının meydana geldiğinin görülmesidir43. Justin McCarty savaştan sonra Anadolu’dan sürgün ve göç yoluyla ayrılan Ermenilerin yerleştikleri ülkelere göre dağılımını şöyle hesaplamaktadır. Sovyetler Birliği.................. Yunanistan............................ Fransa................................... Bulgaristan............................ Kıbrıs................................... 400 000 45 000 30 000 20 000 2 50044 Osmanlı fethi sonrası adanın nüfus yapısına bakıldığında Türk nüfusu, ada nüfusunun 1/3’ünü teşkil etmiştir. Lozan’la birlikte (16, 20 ve 21. maddeler)45 resmen Kıbrıs’ın İngiliz adası olduğunun yeni Türkiye Cumhuriyeti tarafından da kabulü, zaten adadaki Türk nüfusu açısından devam etmekte olan Türkiye’ye göç olayını hızlandırmış ve adadaki Türk nüfus oranı ¼ seviyesine kadar gerilemiştir46. Bu bağlamda Türk nüfustaki azalma trendi 1923-1925 yılları arasında da görülmektedir. 1923 Lozan Antlaşması’nı müteakip iki yıl içerisinde 62 000 Türkün yaşadığı Kıbrıs’tan Türkiye’ye 9 310 kişi göç etmiştir. Bu da % 15 gibi bir orandır. Türk hükümeti bu göç hareketini teşvik ederken İngiliz yönetimi çeşitli bürokratik zorluklar çıkararak göçmek isteyenleri engellemeye çalışmıştır. İngilizlerin bunu yapmaktan beklentisi gelecek- 43 Alaysa, a.g.e., s.128-129. 44 Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Ömer Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler Sürgün ve Göç, TTK Yayınları, Ankara 2004, s.142-143. 45 Mehmet Hasgüler, Kim’in Adası? Kıbrıs’ın Akis’i 1954-1968, Nobel Yayını, Ankara 2005, s.16. 46 Göktepe, “İngiliz ve Amerikan Belgelerine Göre Kıbrıs”, s.35. 549 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER te Enosis yanlısı Rum toplumuna karşı koyabilecek bir Türk toplumunun mevcudiyeti İngiliz menfaatleriyle bağdaşıyor47 olmasıydı. 1959 yılına ait bir İngiliz belgesinde Kıbrıs’ta, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk olmayan 13 000 yerleşimci olduğu belirtilmektedir. Bunlardan üçünün dikkate değer olduğu ve kendi dinî inanç ve yaşam tarzlarını takip ettikleri belirtilmektedir. Bu bağlamda sayısal olarak: Ermeniler............................. Maruniler................................. İngilizler (Daimî)......................... Diğer....................................... 5 000 4 000-5 000 1 000 2 00048 Bir başka kaynakta 1960 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre Kıbrıs’ın toplam nüfusu; Rum 441 56849 Türk 103 822 Ermeni 3 627 Marunî 2 706 Diğer (çoğunluk yabancı) 24 408 Toplam 573 56650 1959’da Kıbrıs dışındaki Kıbrıslılar ise: İngiltere.................... 60 000 Mısır.......................... 5 000 Avustralya................. 8 000 Belçika-Kango......... 1 00051 47 Süha Bölükbaşı, The Superpowers and the Third World Turkish-American Relations and Cyprus, University of Virginia, 1988, s.22. 48 FO-371/144730-RGG 1821/7 (1959) 49 Ermeni ve Marunîler dâhil, zira 1960 Anayasası’na göre bu Rum toplumu içerisinde olmayı benimsemişlerdir. 50 http://cou http://contryside.us/Cyprus/14.04.2006 51 FO-371/144710 (1959) 550 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE Latin, Maronit (Marunî)52 ve Ermeni gruplar arasında, 13 Kasım 1960 yılında yapılan referandumda, bu üç grup Kıbrıslı Rum Cemiyeti içerisinde olmayı tercih ettiler53. Günümüzde de bilhassa Lefkoşa, Larnaka ve Limasol’da olmak üzere adada yaklaşık 3 000 Ermeninin yaşadığı bilinmektedir. Adada İngiliz Yönetimi ve Ermeniler Adanın 4 Haziran 1878 Kıbrıs Konvansiyonu’na göre fiilen İngiliz yönetimine geçmesini müteakip dönemde adadaki Ermenilerde, Türklere karşı anlayış ve tutum değişiklikleri görülmüştür. Bu bağlamda Amerikan misyoner faaliyetlerinin genel Osmanlı coğrafyasında başlamasına paralel olarak Kıbrıs’a da misyonerlerin geldiği bilinmektedir ve Osmanlı ülkesinin genelinde olduğu üzere adada hedef kitle esas itibariyle Gregorian Ermeniler olup, amaçları bunların Protestanlaştırmaktır. Bu amacı açıklaması cihetiyle Board misyoneri olan Eli Smith 1830 Mayısı’ndan ertesi yıl Mayıs ayına kadar olan bir araştırma gezisi düzenlemiştir. Eli Smith, araştırmasının sonuçlarını sıcağı sıcağına yayımladığı iki ciltlik kitabında, Müslümanların Protestanlaştırılmasının olanaksızlığına değindikten sonra şu görüşe yer veriyor:.... ancak Hıristiyanlar arasında çalışmak suretiyle, düşman topraklarının ta kalbine kolayca girme olanağına kavuşmuş bulunuyoruz54 şeklindeki açıklaması dikkat çekmektedir. Bir arşiv belgesine göre başlangıcından 1895 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalan alanlarda faaliyet gösteren Board misyonerlerinin sayısı 540’tır Bu misyonerlerin gönderildikleri yöreler itibariyle dökümü şöyledir: Yunanistan’a yönelik:.................. Kıbrıs’a yönelik:....................... Musevîlere yönelik.................... Batı Türkiye’ye yönelik.............. Merkezî Türkiye’ye yönelik...... 6 3 4 227 98 52 Lübnan ve Suriye’de oturan Katolik, Süryanî topluluğu; Bu topluluktan olan kimselere verilen ad. 53 FO-371/152834 RC-1015/42 54 Uygur Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba Yayını, İstanbul 1991, s.38. 551 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Doğu Türkiye’ye yönelik........... 102 Suriye’ye yönelik....................... 59 Avrupa Türkiyesi’ne yönelik...... 4155 Kıbrıs’ın Ermenilerce bir üs olarak kullanıldığının anlaşılması burada Ermeni komitesinin şubesinin bulunduğunun öğrenilmesi ve adadaki Ermenilerin sayısı ile ilgili olarak çelişkili rakamların telaffuz edilmesi adaya tahkikat için hafiyelerin gönderilmesini gündeme getirmiştir56. Zaman ilerledikçe Osmanlı sahillerinin sadece karadan kontrol edilerek ülkeye istenmeyen giriş ve çıkışların engellenmesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Kesin başarı için iskeleler, kıyılar ve denizler kontrol altında tutulmalıydı. Ermeniler için Kıbrıs’ın adeta bir üs olarak kullanıldığının anlaşılması üzerine, ülkenin tüm Akdeniz kıyılarının (Antalya-Mersin-Suriye-Beyrut) tehdit altında olduğunun farkına varıldı57. Osmanlı istihbarat raporlarına göre, Limasol’da 200 kadar Ermeni bulunmaktadır. Bunların 60’ı yerli, 140’ı ise Türkiye’den gitmektedir. Larnaka’da ise Anadolu’dan gelme 160 Ermeni varolup, bu Ermenilerin çoğu Urfalı’dır. Lefkoşa’da bulunan Ermeni sayısı ise 700 olup 300’ü yerli, 400’ü ise Anadolu’dan (çoğunlukla Urfa, Diyarbakır, Antep ve İskenderun) gitmedir. Lefkoşa yakınlarında bulunan Ermeni Manastırı’nda 120 kişinin olduğu ve burada silâh talimi yaptıkları anlaşılmıştı. Magosa kazasında birkaç yerli Ermeni dışında 160 kadar Türkiye’den gitme Ermeni bulunmaktaydı. Magosa’daki, Kıbrıs’taki bütün Ermenilerin lideri Sivaslı olup Can veya Diran adını taşımakta olup, Londra’da eğitim görmüştür. Times gazetesinde iki ay önce yayımlanan Kıbrıs’ta 20 000 Ermeni olduğunu savunan ve Mişhel imzasını taşıyan yazıyı yazan da bu şahıstır. Bu şahıs tanınmış Ermeni komite üyelerinden Baro Agasi tarafından da tanınmakta ve onunla mektuplaşmaktaydı58. Diğer bazı köylerde bulunan Ermenilerin de belirtildiği raporda, Kıbrıs’ta bulunan toplam Ermeni sayısı 1 500’dür ve ona göre bunlar, 55 Kocabaşoğlu, a.g.e., s.63. 56 Mehmet Demiryürek, “Ermeni Olayları ve Kıbrıs (1888-1912)”, Avrasya Dosyası, ASAM Yayını, Ankara 2004, s.293. 57 Demiryürek, a.g.m., s.290. 58 Demiryürek, a.g.m., s.292. 552 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE cümlesi de ipsiz sapsız hayta adamlar olup içlerinde belli başlı Ermeni yoktur59. Ermeni ihtilâl cemiyetlerinin bir kolu 1888 yılından önce Kıbrıs’ta kurulmuş bulunuyordu. 14 Şubat 1888 tarihli bir belgeye göre Avrupa’nın bazı mahalleriyle, Mısır ve Kıbrıs’ta kurulan Ermeni komite şubeleri tarafından yapılan neşriyat-ı muzırre hem Avrupa’da hem de Ermeniler arasında kötü tesirler yapmaktaydı. Bu şube 1886 yılında Cenevre’de kurulan Hınçak Partisi’nin şubesi olmalıdır. 1907 ve 1908 yıllarına ait bazı belgelerde ise bu şubenin Hınçak Partisi’ne ait olduğu açıkça belirtilmektedir. Kıbrıs’ta Fransızların Ermeni Lejyonu Kampı ve Türk-Ermeni İlişkilerine Etkileri Fransa’nın Kıbrıs’ta kamp kurma faaliyetine girişmiş olmasının temelinde yatan gerçekler; Dünya istihbarat örgütlerini olgunluk dönemi olarak kabul edilen Birinci Dünya Harbi ve harp sonrası yıllarda cephe yerlerinde yaptığı hizmetler büyük rol oynadı. Savaş süresince İngilizlerin ‘İntelligence Service’inin çalışmalarıyla Ortadoğu’da geniş bir casusluk örgütü kuruldu. Fransızların Ortadoğu’da haber alma örgütleri istenildiği düzeyde değildi. Bu boşluğu kapatabilmek için Monarga kampı kurulduğu zaman casus yetiştirilmesine özel bir önem verilmişti. Bunun için ‘Konuk Evi’ altında Monarga’dan ayrı bir kamp oluşturulmuştu. Kampa, Ermeni din adamları ile daha önce Anadolu’da Ermeni toplumuna liderlik yapmış etkili kişilerin alınmasına öncelik verildi. Kampta eğitilen Ermenilerin bir bölümü eğitim sonrası Anadolu’ya gönderildi60. Kıbrıs’ta Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiliz ve Fransızların desteğiyle 3 Ermeni kampının kurulduğunu, bunların bir komutanlığa bağlı olarak Fransızlar tarafından askerî eğitime tâbi tutulmuşlardı. Buradaki Ermenileri batılı devletler kullanmak istemişlerdir. Nitekim bu kamplara katılan Ermenilerin pek çoğu Fransızlarla birlikte Çukurova’da bulunmuş, doğu ve güney Anadolu’da propaganda çalışmalarına katılmış ve casusluk faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Savaş sona erdiğinde bu kamplar vali tarafından kapatılmış, Ermeniler de dağılmışlardı. Kampların finansmanını sağlayan kuruluşlara bakıldığında Amerika ve Avrupa’daki Ermeni cemiyetleri ile Mısır Müdafa-i Millî Komisyonu, Kıbrıs Rum İttihat-Birlik Ku59 Demiryürek, a.g.m., s.293. 60 Sedat Laçiner, Türkler ve Ermeniler, Genişletilmiş 2. Baskı, USAK Yayınları, Ankara 2005, s.102. 553 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lübü, Kıbrıs Yüksek Komiser Yardım Fonu (% 20), Girne Piskoposluğu ile Lefkoşa X. Theccochaides Firması bilinenlerdir. Bu kamplarda yaklaşık 10 150 kişi eğitim görmüştür. Dolayısıyla bu dönemde Rum-Ermeni birlikteliği açıkça görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler Filistin bölgesine kadar ilerlediler. İngiliz ordularının başarı sağladığını gören Fransız askerî yetkilileri, 1916 yılından beri Monarga Ermeni lejyonu kampında sıkı bir disiplin ile askerî eğitim yapan Ermeni militanlarının bir bölümünü Filistin Cephesi’ne gönderdiler. Bu militanlar Anadolu’ya kadar uzanacak olan savaş serüveninin her aşamasında Müslüman Türk ve Müslüman Arap halkına karşı yan yana savaştılar. Savaş sırasında geçtikleri her yerde savaş kurallarından çok adeta bir vahşet kuralı uyguladılar. Yaptıkları vahşeti gizlemek amacıyla Ermeni papazlar, Türkler kendi vatandaşı olan Ermenileri öldürüyorlar yaygarasına devam ettirmekten geri kalmadılar61. Kamp yeri olarak Gazimagusa ilçesinin kuzeyinde bulunan Monarga bölgesi seçilmişti. Bunun en önemli nedenleri; 1- Magusa karakaol bölgesinden Monarga’ya kadar olan alan 1941’ten beri askerî eğitim alanı olarak kullanıldığından ve Ermeni isyanlarında kullanılmak üzere silâhlar Anadolu’ya Magusa Dörtyol deniz hattı üzerinden dağıtıldığından alt yapısı kısmen mevcuttu. 2- Kıbrıs’ın deniz ulaşım yolları kuzeyde Magusa Limanı yoluyla yapılıyordu. Bu liman eskiden beri adanın dünyaya açılan penceresi konumundaydı. Diğer ülkelerden toplanacak gönüllü Ermeniler ve araç gereçler bu deniz yoluyla Monarga’ya kolaylıkla taşınabilirdi62. Bu kampa alınan askerlerin seçiminde titiz davranılıyordu. Kampın yöneticisi Osmanlı vatandaşı olan Helemyan Damadyan ile İranlı Sabahgülyan’a verildi. Bunların oluşturacağı propaganda gruplarının, Ermenilerin yoğun oldukları bölgelerde çalışmaları kararlaştırıldı. Ancak Fransız yöneticilerin bu liderlerden istekleri vardı. Yalnız sağlıklı, güçlü ve milliyetçilik hisleri kuvvetli Ermenileri toplamak yeterli değildir. Özellikle Kilikya ve Suriye doğumlu bölge lisanını iyi bilen memleketi tanıyan Ermenilerin toplanması şarttı. Mühim olan sayı değildir, kalitedir. Ayrıca ABD’den toplanacak gönüllü Ermenilerin sayıca çok fazla olması da tav61 Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, TTK Yayınları, Ankara 2000, s.95. 62 Laçiner, a.g.e., s.60. 554 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE siye olunur63. Ermeni lejyonu kampının kuruluşunda ve eleman ihtiyacının temininde gerek nitelik bakımından, gerekse nicelik bakımından hassas davranılmıştır. ABD’den toplanan gönüllü Ermeniler 1917 yılının MartNisan aylarında lejyon kampına gelerek eğitime başladılar64. Fransız birliklerinin içinde Monarga kampında eğitilmiş ve Türklere karşı kin duygularıyla dolmuş çok sayıda Ermeni askeri vardı. Bunların 2 500’ü Antep, 2 000’i Maraş, 100’ü Urfa ve 4 550’si Çukurova bölgesinde bulunan Fransız askerî gücünde yer almıştı. Bunlar işgal sırasında baskı, öldürme ve yok etme hareketlerine yoğun bir şekilde başlamışlardı65. Anadolu’dan gelen ve kampta askerî eğitimden geçen lejyonlardan bazıları yüksek komiserlikte, telgrafhanelerde ve esir kampında tercüman olarak görevlendirildiler. Bazıları ise cephelerde komutanların tercüman bürolarında kullanıldılar. Ayrıca Anadolu’nun işgalinde her kademedeki askerî görevlilere tercümanlık ve rehberlik yapmışlar, zaman zaman tercümelerinde yanlı davranarak çıkar elde etmeye çalışmışlardı66. 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması sonrasında Fransa, Ermeni lejyonundan kademeli olarak desteğini çekmeye başlamıştır. Denetimsiz kalan lejyonerlerin bir kısmı adaya yerleşmek istedi. Ancak Kıbrıs’ın İngiliz yöneticileri Ermeni lejyonerlerin adada kalmalarını kabul etmeyince İngiliz askerî yetkililerinin sağladığı destekten yararlanarak Yunan ordusuna katıldılar. Bunlar daha sonra Yunan ordusu tarafından İzmir’in işgalinde bulunmuşlardır67. Ermeni-Rum işbirliğinin geçiş noktası ise Kıbrıs ve Kıbrıs sorunu olmuştur. 1915 ve sonrasında Kıbrıs’a gelen Ermeniler Türk kamuoyunda fazla bilinmese de Kıbrıs’ta önemli azınlık gruplardan birisi olmuştur. Buradaki Ermeniler, özellikle Suriye ve Lübnan’dan gelen Ermenilerin Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçişlerinde bir üs görevi görmüşlerdir. Aynı şekilde Türkiye karşısında konumunu güçlendirmeye çalışan ada Rumları da Ermenileri ve Ermeni sorununu sıklıkla kullanmıştır68. 63 64 65 66 67 68 Laçiner, a.g.e., s.86. Laçiner, a.g.e., s.87. Laçiner, a.g.e., s.96-97. Aytekin, a.g.e., s.104. Aytekin, a.g.e., s.104. Laçiner, a.g.e., s.55. 555 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sonuç ve Değerlendirme Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; Kıbrıs’ta bulunan Ermenilerin durumu ve burada Türk-Ermeni ilişkileri, dönemlere göre bir hayli farklılık göstermektedir. Adadaki 308 yıllık Osmanlı dönemi incelendiğinde, Ermenilerin sayıca çok az olmasının da etkisiyle ilişkiler gayet olumludur. Aynı semtlerde yaşayıp, aynı ortamlarda ticaret yaptıkları ve hatta bazı Ermenilerin Türk ismi aldıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca bu dönemde Osmanlı Millet Sistemi burada da uygulanmış, Rumlara başpiskoposluk kurumu ihtas edilirken, sayıca az olan Ermenilere de murahhaslık verilmiştir. Rumlarla hemen hemen aynı haklara sahip olacak şekilde ihtas edilen murahhaslıkla bu toplumun dinî ve sosyal hayattaki özerkliği sağlanmıştır. Adanın 4 Haziran 187869 Kıbrıs Konvansiyonu ile İngiltere’ye devri olayı, 93 Harbi sonrası Ayastefenos ve Berlin Antlaşmaları ile uluslararası camiada gündeme getirilen Osmanlı Ermenileri ile alınan kararlar süreci ile örtüşmektedir. Adadaki İngiliz yönetimi dönemindeki Ermeni varlığı, Osmanlı yönetimine göre belirgin bir değişiklik göstermektedir. Bu bağlamda adaya gönderilen misyoner temsilcileri, Hınçak teşkilâtına bağlı bir şubenin adada açılmış olması, Birinci Dünya Harbi sırasında adaya sayısal olarak azımsanmayacak Ermeni nüfusun gelişi demografik yapıyı adadaki Ermeni cemaati lehine önemli ölçüde değiştirmiştir. Ayrıca Fransızların adada kurdukları lejyoner kampları, adadakilere ilâve olarak dışarıdan da getirilen yaklaşık 10 500 Ermeninin eğitilerek Anadolu’daki Türk Millî Mücadelesi’ne karşı önce Fransız, sonradan da Yunan kuvvetleri içerisinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu durum gerek adada gerekse genel TürkErmeni ilişkilerinde Osmanlı devrinin aksine olumsuz bir tablo ortaya çıkarmıştır. Belki de bu sürecin bir yansıması olarak 1960 yılında adanın iki büyük topluluğu olan Türk ve Rum tarafının siyasî ortaklığına dayalı olarak kurulan Cumhuriyet yönetiminde Ermenilere de hangi toplumla hareket edeceklerine dair referandumla görüşleri sorulunca (Kasım 1960) Ermeniler, Rum toplumu içerisinde bulunmayı tercih etmişlerdir. Bu bağlamda sonraki dönemde de özellikle Türkiye karşıtı yapılanma ve eylemlerde Ermeni-Rum ittifakı örnekleri sıklıkla görülen bir durumdur. Ermeni terör örgütü ASALA’nın faaliyetlerine Rumların desteği ve 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrası dönemde ise özellikle ABD’de Türkiye karşıtı Lobi fa69 Detay için bkz. Rifat Uçarol, 1878 Cyprus Dispute & The Otoman-British Agreement, Rüstem Kitabevi, Lofkoşa 2000. 556 Doç Dr. Cihat GÖKTEPE aliyetlerinde bulunan Rumlara, Ermeni kuruluşlarının verdiği açık destek bilinmektedir70. İki toplumun tarihten gelen ve uzun olan ahenkli birlikteliğinin temini Osmanlı hakimiyeti döneminde mümkün olabilmiştir. Bu bağlamda Kıbrıs, Osmanlı laboratuarının küçük kesiti de olsa somut bir örneğidir. Zira adadaki Türk-Ermeni ilişkileriyle, Anadolu’daki Türk-Ermeni ilişkilerinin büyük bir paralellik gösterdiği görülür. İlişkiler XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren iki toplumdaki aklıselimler tarafından istenilmeyen yönde dış faktörlerin etkisiyle farklı ve olumsuz bir şekle dönüşmüştür. 70 Örnek ve detaylar için bkz. Laçiner, a.g.e. 557 DİNÎ İLİŞKİLER BAKIMINDAN İSTANBUL ERMENİ PATRİKHANESİ Yrd. Doç. Dr. Davut KILIÇ Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Bilimdalı E-mail: [email protected]; Tel:0533 6633566 Özet İslâmiyet, dinde zorlama olmayacağı anlayışı ile kendinden olmayanlara İslâm toprakları üzerinde rahatça yaşama hakkı vermiştir. Bu cümleden olarak Osmanlı Devleti’nde yaşayan diğer din mensuplarına şer’î hükümler uygulanmadığı gibi tam bir hoşgörü içerisinde kendi dinî inanış ve geleneklerini yaşama ve yaşatmalarına müsaade edildi. Türkler Anadolu yaylasına geldikten sonra Ermenilere, Rumların zulmünden kurtarmak için, geniş imtiyazlar verdiler ve ayrı bir cemaat olmaları sağlandı. Batı Ermenilerinin ilk ruhanî merkezi Kütahya idi. Bursa’nın fethi ile ruhanî reislik merkezi, payitaht yapılan Bursa’ya nakledildi. II. Mehmet’in İstanbul’u fethinden bir müddet sonra da 1461’de bir fermanla İstanbul’a alındı. Fatih, Samatya’daki Sulu Manastır Rum Kilisesi’ni Ermenilere tahsis ederek, Bursa’dan getirttiği Ermeni dinî lideri Ovakim’i bütün Osmanlı Ermenilerinin Patriği olarak belirledi. Rum ve Yahudilere tanınan yetkiler ona da verildi. Aynı zamanda Ortodoks ve Musevîler içerisine girmeyen bütün gayrimüslim uyruklar da Ermeni Patrikliği’ne bağlandı. Patrik, Padişahla cemaati arasında resmî aracı durumundaydı; cemaat üyelerinin davranışları, vergi ve diğer yükümlülükleri açısından Padişaha ve memurlarına karşı sorumluydu. Yani Ermeni toplumunun işlerini Ermeni Patrikhanesi yürütüyordu; ahalinin ırz, namus, servet ve vicdan hürriyeti Patriğin denetimine bırakılmıştı. 1863 Ermeni Milleti Nizamnamesi’yle Patriğin yetkilerinin önemli bir bölümü yeni kurulan meclislere devredildi. Cismanî meclis Ermeni ahalinin adlî ve idarî alandaki pek çok işini üstlendi. Bu nizamname, Osmanlı Ermenilerinin dinî, siyasî ve toplumsal varlıkları üzerinde yeni bir dönem açması ve zamanın hükümetinin kendilerine karşı ne kadar olumlu olduğunu göstermesi açısından son derece önemlidir. Yrd. Doç Dr. Davut KILIÇ Giriş İslâmiyet, dinde zorlama yoktur1 anlayışı ile kendinden olmayanlara İslâm toprakları üzerinde rahatça yaşama hakkı vermiştir. İslâm Hukuku’na göre dünyadaki insanlar iki kısımdır. Birincisi Müslümanlar, ikincisi ise Müslüman olmayanlardır2. Bu cümleden olarak Osmanlı Devleti’nde yaşayan diğer din mensuplarına3 şer’î hükümler uygulanmadığı gibi tam bir hoşgörü içerisinde kendi dinî inanış ve geleneklerini yaşama ve yaşatmalarına müsaade edilmiştir. Osmanlı egemenliği altında yaşayan gayrimüslim ahali İslâm Hukuku’na göre zımmî statüsündeydi4. Bunları, dinlerine ya da mezheple1 2 3 4 Kuran-ı Kerim, Bakara/256. Müslüman olmayanlarda Müşrikler ve Ehl-i Kitap olmak üzere ikiye ayrılır. Müşrikler, putperestler ve kendilerine kitap gönderilmemiş olanlardır. Ehl-i Kitap ise Yahudiler, Sabiler, Mecusiler ve Hıristiyanlardır. İslâm Hukuku’nda Ehl-i Kitap olanlar, müşriklere kıyasla üstün tutulmuşlardır. Bkz. Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Ankara 2001, s.2, 11. Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimler, dinleri bakımından Hıristiyanlar, Musevîler ve Sabîler olmak üzere üç ana guruba ayrılırlar. Geniş bilgi için bkz. Ercan, “Türkiye’de XV ve XVI. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin İçtimaî ve İktisadî Durumu”, Belleten, 1983/ XLVII, s.1127. İslâm Hukuku’na göre; İslâm devleti sınırları dahilinde anlaşmalı olarak yaşayan gayrimüslime zımmî denir. Müslümanların zekât vermesine karşılık, zımmîler de belirli bir miktar özel vergi vererek vatandaşlık statülerini devam ettirirler. Bkz. Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara 1998, s.405. 561 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER rine göre gruplandırıldıklarından dolayı Millet5 adı verildi6. Uygulamada insanlar, inanç ve dinlerine göre; Rum-Ortodoks milleti, Yahudi milleti, Ermeni milleti gibi cemaat ve gruplara ayrılmışlardı7. Dinî toleransın temeli İslâm Hukukuna dayandığı için hükümdarın kişiliğine bağlı olmaksızın gelişerek Millet Sistemi kurumsallaştı. İslâmî düşünce ve Osmanlı yönetiminin hoşgörü özelliklerinin birleşmesiyle ortaya çıkan bu sistem de, Milletlerin sadece dinî değil, iktisadî, adlî ve maarife ilişkin işleri kendilerine bırakılmış, hatta ruhanî liderler ve kurumlara rütbe imtiyazları bahşedilmiştir8. Osmanlı Devleti böylece kendisine bağlı dinî grupları alt yönetim olarak denetim altında tuttuğu gibi her grubun kendi kimlik ve örflerini yaşatmasına da zemin hazırladı9. Millet Sistemi’nin bir diğer fonksiyonu da, gayrimüslim toplulukların ekonomik ve politik sisteme katılmalarını sağlamasıydı. Bunlar bir yandan kendi kültür ve dinlerini koruyorlar bir yandan da ekonomik ve politik yaşantılarıyla Osmanlılaşıyorlardı10. Gayrimüslim cemaatler, hükümetle olan işlerini Patrik veya Hahambaşı olarak isimlendirilen millet başı ile yürütüyordu. Bunlar dinî görevlerini istediği gibi yerine getirebilirdi11. Dinî liderler cemaatinin hem cismanî 5 İslâm’da millet kavramı; din, mezhep veya bir din ve mezhebe bağlı topluluk manalarına gelir. Bu kavram Kuran’ı Kerim’de de din anlamında kullanılmıştır. Meselâ Bkz. Kuran’ı Kerim, Bakara/135, En’am/161. Millet Sistemi’nin temelinde Ehl-i Kitab’ı (Hıristiyanlar ve Musevîler) meşru gören ve onu koruyan İslâmî uygulama yatar. Bu grup zımmî statüsünü oluşturur. Bkz. Kemal H. Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, Yayına Hazırlayan Akile Durukan, Kaan Durukan, Ankara 2002, s.13. 6 Osmanlı yönetiminde; Millet deyimi ile dinî kıstaslara uygun olarak bir araya gelmiş cemaat kastedildiği gibi, Osmanlı Devleti’nde kişinin inançları, milliyetini de göstermekteydi. Bu millet üyeliği doğal olarak dinî inanç doğrultusunda ortaya çıkıyordu. Bkz. Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Neşreden M. Kıratlı, Ankara 1993, s.333. Davison’a göre bu sistem de; gayrimüslim uyrukların nihaî otorite mercii her ne kadar Padişah olsa da, bazı bakımlardan Millet Sistemi Padişahlık yönetiminin doğrudan otoritesinin yerini alan yarı özerk organlar şeklinde örgütlenmişti. Bkz. Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform I, Neşreden Osman Akınhay, İstanbul 1997, s.23. 7 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu 1839-1914, Ankara 1989, s.9; Ejder Okumuş, Türkiye’nin Lâikleşme Serüveninde Tanzimat, İstanbul 1999, s.150; Lewis, a.g.e., s.333. Özellikle Ermeni milleti XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren üzerinde yürütülen misyoner faaliyetleri neticesinde Katolik veya Protestan oluşlarına göre kendi arasında farklı milletlere bölünecektir. Geniş bilgi için bkz. Davut Kılıç, Osmanlı Ermenileri Arasındaki Dinî ve Siyasî Mücadeleler, Ankara 2000, s.55-126. 8 Bkz. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2000, s.175. 9 Bozkurt, a.g.e., s.213. 10 Ali Güler, Suat Akgül, Sorun Olan Ermeniler, Ankara 2003, s.21. 11 Arnold Toynbee, Türkiye Bir Devletin Yeniden Doğuşu, Neşreden Kasım Yargıcı, ? 1971, s.169. 562 Yrd. Doç Dr. Davut KILIÇ hem de ruhanî reisi olarak, hükümet indinde mesul tutulmuştu12. Bu cümleden olarak Osmanlı-İstanbul Ermeni Patrikhane ilişkilerini iki dönem olarak incelemek mümkündür. 1. Klasik Dönem Bu dönem, Osmanlının kuruluşundan 1839 yılına kadar geçen süreyi kapsar. Osmanlı Devleti İstanbul’un fethine kadar geçen sürede Anadolu’da Ermenilere geniş imtiyazlar vererek, Rumların zulmünden kurtarmak için ayrı bir cemaat olmalarına müsaade etti. Nitekim Ermenilerin ilk ruhanî merkezi Kütahya oldu ve daha sora Bursa’nın fethi ile ruhanî reislik merkezi payitaht yapılan Bursa’ya taşındı13. İstanbul’u fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Anadolu’da bulunan diğer Hıristiyan kiliselerinden ayrı ve müstakil olmak üzere Bursa’dan getirdiği dinî lider Ovakim’i bir fermanla 1461 yılında Ermeni cemaatine Patrik atayarak İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin temelini attı14. Ermenilerin dinî hizmetlerini yerine getirmesi için Rumlara ait Samatya’daki Sulu Manastır Kilisesi’ni ve bugünkü Kumkapı Ermeni Patrikhane Kilisesi’ni bunlara tahsis etti15. Böylelikle Ermenilerin dinî, içtimaî ve eğitim problemlerinin halline Fatih Sultan Mehmet kendisini memur etmiş oldu16. Ermeni Patriği’nin unvanı Osmanlı Devleti’ndeki bütün Ermenilerin Patriği oldu17. Rum ve Yahudilere tanınan yetkiler Ermenilere de verildi. Bu durum onların kadim tarihlerinden bu tarafa örgütlü toplum yaşantısının merkezi 12 Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul 1953, s.10. 13 Çark, a.g.e., s.7; Murat Bebiroğlu, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Ermeni Nizamnameleri, İstanbul 2003, s.16. 14 Çark, a.g.e., s.8; Nicolas Vatin, “Osmanlıların Yükselişi (1451-1529)”, Editör Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I, Çeviren S. Tanilli, İstanbul 1995, s.127; Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi (1300-1600) I, Neşreden Halil Berktay, İstanbul 2000, s.54. 15 Kevork Pamukciyan, İstanbul Yazıları I, İstanbul’da Ermeniler, İstanbul 2002, s.3 vd.; Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983, s.49. 16 Göyünç, a.g.e., s.55. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla Ermeniler için yeni bir devir başlamış oldu. Ermeniler tarihlerinde o zamana kadar Romalılar, İranlılar ve Bizanslılardan görmedikleri yakınlığı Osmanlı Devleti’nden gördüler. Bkz. Azmi Süslü, “Tarihte Ermeniler”, BTTD., S.23, (1978), s.69. O dönemde Osmanlı Devleti sınırları içerisinde az sayıda Ermeninin yaşamasına rağmen Fatih, bunlara Patriklik tahsis etmiş oldu. Bkz. Stanford Show, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye I, Neşreden M. Harmancı, İstanbul 1982, s.216. 17 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s.149. 563 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER durumundaki kilisenin, Osmanlı yönetimince resmen tanınmasıydı. Bundan böyle Osmanlı Ermenilerinin yaşantıları, alışık oldukları kilise çatışı altında devam edecekti. Aynı zamanda Ortodoks ve Musevîler içerisine girmeyen bütün gayrimüslim uyruklar, başka bir deyişle dördüncü Kadıköy Konsili’ni18 kabul etmeyen bütün Hıristiyanlar da Ermeni Patrikliği’ne bağlandı. Bunlar; Süryanî19, Habeş, Kıptî kiliseleri, Çingeneler ve Bosnalı Bogomillerden oluşmaktaydı. Bütün bu gayrimüslim unsurlar, Osmanlı Devleti’yle ilişkilerini Ermeni Patrikliği üzerinden yürütecekti20. Fatih Sultan Mehmet, Ermeni Patrikhanesi’ni kuran fermanında; Patriğin Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhanî, hem de cismanî lideri olduğunu hükme bağladı. Fatih’in İstanbul Ermeni Patriği’ne verdiği fermanın orijinal sureti bugün elimizde bulunmamakla birlikte21, ondan sonra gelen Padişahların gayrimüslimlere verdiği fermanların asılları ve suretleri de mevcuttur22. İstanbul Ermeni Patriği’ne verilen ahkâm ve hükümlerinin muhteviyatı, Rum Patriği’ne verilen hakların aynen tekerrüründen ibaretti. Aynı hak, hukuk ve salahiyete sahip olan Ermeni Patriği, Osmanlı topraklarında bulunan Ermeniler üzerinde yetkili kılınıyordu23. Nitekim Osmanlı Devleti’nin başkentinde gittikçe nüfusları 18 Kadıköy Konsili ve alınan kararlar için bkz. Abdurrahman Küçük, “Ermeni Kilisesinin Oluşması ve Konsil Kararları Karşısındaki Tutumu”, AÜİFD, C.XXXV, Ankara 1996, s.143 vd; Francis Dvornik, Konsiller Tarihi İznik’ten II. Vatikan’a, Neşreden Mehmet Aydın, Ankara 1990, s.16 vd. Ayrıca Monofizit anlayış için bkz. Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya 2005, s.515 vd; Gündüz, a.g.e., s.266. 19 Süryanî toplumunun Ermeni Kilisesi’ne bağlanmasıyla, bilhassa Güneydoğu Anadolu’da (Malatya, Urfa, Diyarbakır, Mardin) Ermenilerle Süryanîler geniş ölçüde birbirlerine karışmışlardır. Bkz. Niyazi A. Banoğlu, Ermeninin Ermeniye Zulmü, Ankara 1976, s.58. 20 Uras, a.g.e., s.149; Ercan, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara 1988, s.15; Ercan, a.g.m., s.1134; Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul 1990, s.30; Vartan Artinian, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu 18391863, İstanbul 2004, s.23. 21 Çark, Fatih ve II. Beyazid’in Ermeni toplumuna verdiği fermanların her ne kadar halâ Kumkapı Ermeni Patrikhanesi’nde bulunduğunu ifade etmişse de (Bkz. Çark, a.g.e, s.9.), Yavuz Ercan’ın Patrikhane’ye bu fermanları görmek için yaptığı müracaatta, böyle bir belgenin bulunmadığı cevabı verilmiştir. Geniş bilgi için bkz. Ercan, Kudüs Ermeni…, s.17. Pars Tuğlacı’ya göre de bahsedilen fermanlar Patrikhane’nin çeşitli zamanlarda uğradığı yangın felâketlerinde kaybolmuştur. Bkz. Pars Tuğlacı, İstanbul Ermeni Kiliseleri, İstanbul 1991, s.53. 22 Geniş bilgi için bkz. Ercan, Kudüs Ermeni…, s.15 vd. 23 Çark, a.g.e., s.9; Fatih’i takip eden Padişahların fermanları hep onun zamanındaki uygulamaya atıfta bulunduğu ve İslâm Hukuku’na dayandığı için fermanların hükümleri arasında önemli bir farklılık söz konusu değildir. Mevcut fermanların muhtevaları aşağı yukarı aynıdır. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde gayrimüslimlere tanınan statü büyük bir değişikliğe uğramadan Tanzimat’a kadar devam edecektir. Bkz. Eryılmaz, a.g.e., s.36. 564 Yrd. Doç Dr. Davut KILIÇ yoğunlaşan Ermeniler, Saray ile iyi ilişkiler kurarak Osmanlı egemenliği altında devletin sadık tebaası oldular24. 1517’de Yavuz Sultan Selim’in halifeliği almasıyla birlikte yönetimi altındaki diğer dinî liderlerin de yetkilerini genişletti. Cemaat liderlerine dinî konularda suç işleyenleri cezalandırmak, evlendirmek ve boşanma davalarına bakmanın yanı sıra din adamlarını mükâfatlandırma ve cezalandırma yetkisini de verdi25. Böylece Patriğin ruhanî ve cismanî yetkileri daha da güçlendi. Seçim işleri Padişah’ın onayı ile tamamlandığı için Patriklik makamı aynı zamanda devletin bir memuru durumundaydı. Patriğe üç tuğlu Osmanlı Paşası unvanı verildi. Bu unvanla Patrik, devlet hiyerarşisinde yüksek bir mevkiye getirilmiş oldu26. Patrik, milletin ruhanî yönetiminden ve görevlilerden, eğitim kurumlarından, vakıflardan ve dinî kurumlardan doğrudan sorumluydu. Onlarla ilgili bütün yasal yetkiler kendinde toplanmıştı. Patriğe kamu güvenliği ve kamu suçları dışında bütün davaları göreceği bir mahkeme ve suçluların kalacağı bir hapishane kurma yetkisi de verildi. Patriğin Anadolu ve Rumeli’deki Ermeni piskoposluk bölgelerinde mutlak yetkisi vardı. Patrik kendince her hangi bir makama dinî görevli atayabilir, bunları görevden alabilir ya da sürgüne gönderebilirdi. Osmanlı yöneticileri onun kararına karışamazdı27. Patrikler, amiralar28 tarafından seçilen kişileri kendilerine vekil olarak atarlar, bu kişiler Patrikhane tarafından Osmanlı hükümetine kilise mütevelli heyeti olarak takdim edilir, hükümet de bu kişilerin üyeliklerini onay- 24 25 26 27 28 Bu durum 14 Şubat 1862 tarihinde Babıâli’ye sunulmuş olan tutanakta da şöyle vurgulanmıştır: Yüce saltanatın, adaleti altında bulunan çeşitli toplumlara âyin ve mezheplerinin gereğinin serbestçe yapılmasına ve özel işlerinin idaresine dair daha önceden bağışlanmış olduğu muafiyet ve imtiyazlar anılan toplumun ruhanî işlerinde geçerli olan usûle ve özel adetlerine uygun ve esasen hepsi hakkında aynı olduğundan her bir toplumda kendi geçerli geleneklerine uyularak yapıla gelmiş… Bkz. Uras, a.g.e., s.160. Tuğlacı, a.g.e., s.53. Bebiroğlu, a.g.e., s.17. Eryılmaz, a.g.e., s.28. Artinian, a.g.e., s.26 vd. Amira Arapça bir sözcük olup amirden gelmektedir. Emir veya Amir manasına gelen bir unvandır. Bkz. Levon Panos Dabağyan, Türkiye Ermenileri Tarihi, İstanbul 2004, s.405. Amira kelimesi Osmanlı Ermenilerine ait bir isimdir. Amiralar sadece ruhban sınıfında değil, Ermeni toplumu içerisinde de özel bir statüye sahip olmuşlardır. Bkz. Hagop Barsoumian, “The Dual Role of the Armenian Amira Class Within the Otoman Government and the Armenian Millet (1750-1850)”, Christians and Jews in the Otoman Empire, Editör Benjamin Biadde, Bernard Lewis, The Functioning of a Plural, Society, C. I-II, New York 1982. s.171. 565 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER layarak kendilerine hüccet29 veya berat30 adıyla birer resmî yazı verirdi. 4 ile 12 kişiden oluşan bu üyeler kendi aralarında geçici kayyumlarını seçer, kayyumlar kilisenin günlük işlerini yürütürlerdi. Mütevelli heyet Patriğe karşı sorumluydu. Bu durum 1847 yılına kadar devam edecektir31. Patriklik, Padişahla cemaati arasında resmî aracı durumundaydı. Bir başka deyişle Ermeni tebaa millet lideri aracılığıyla devlet yönetimiyle temasa geçmekteydi32. Yani Patrikler, cemaat üyelerinin davranışları, vergi ödemesi ve diğer yükümlülükleri açısından Padişaha ve memurlarına karşı sorumluydu. Bu bakımdan Ermeni toplumunun işlerini de Patrikhane yürütüyordu. Patrikler de bu görevi piskoposlar ve rahipler aracılığı ile kendi ahalisi üzerinde denetimi sağlayarak gerçekleştiriyordu33. Her millet, teşkilâtının din adamlarından oluşan bir ruhanî meclisi bulunmakta ve bu meclis millet liderlerini seçmekteydi. Durumu fermanlarla tayin ve tespit edilen ibadet yerlerinin dokunulmazlığı bulunmaktaydı. Osmanlı yönetimi bu ibadet yerlerinin iç teşkilâtına ve idaresine kesinlikle karışmamış, idaresini bütünüyle cemaat teşkilâtlarına bırakmıştı34. Bir başka ifadeyle İstanbul Ermeni Patrikhanesi’ne mensup ahalinin ırz ve namusu, serveti ve vicdan hürriyeti Patriğin denetimine verilmişti. Gayrimüslimler dinlerinde serbest oldukları gibi dil, kültür vb. noktalarda da serbest bırakılmışlardı. Yönetimin öncelikli hedefi bu gruplar arasındaki farklılığın devamını sağlamak ve sosyal düzenin olduğu gibi kalmasını gözetmekti35. Esasen yönetimin temel görevlerinden biri de toplumsal tabakaları birbirinden ayrı tutmaktı36. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde, gayrimüslim 29 Arapça bir kelime olan hüccetin lügat manası; delil, bürhan, kavil veya fiilin sübutuna medar olan nesne demektir. Hâkim huzurunda ikrar ve takrir ve vasi tayini ve bir hususa izin verilmesi gibi hükmü ihtiva etmeyen hususlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Geniş bilgi için bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I, İstanbul 1993, s.865. 30 Arapça bir kelime olan beratın lügat manası; yazılı kâğıt ve mektup anlamına gelir. Osmanlı Devleti teşkilâtında bazı vazife hizmet ve memuriyetlere tayin edilenlere, vazifelerini icra etmeleri için Padişah’ın tuğrası ile verilen tayin emridir. Geniş bilgi için bkz. Pakalın, a.g.e., C. I, s.205 31 Tuğlacı, a.g.e., s.59. 32 Şerif Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Neşreden Mumtazer Türköne, T. Önder, İstanbul 1992, s.233; Okumuş, a.g.e., s.151. 33 Ercan, Gayrimüslimler…, s.113. 34 Eryılmaz, a.g.e., s.38 vd. Osmanlı hükümeti kiliselerde papazların vaaz ve nasihatlerini din işlerine karışmak olacağı gerekçesiyle denetlemediği gibi azınlık okullarının ders programlarını ve idaresini de kontrol etmemiştir. Bkz. Eryılmaz, a.g.e., s.41. 35 Karpat, a.g.e., s.13. 36 Karpat, a.g.e., s.28. 566 Yrd. Doç Dr. Davut KILIÇ milletler nerede ise tam bir dinî ve kültürel özerkliğe sahip olduğundan ne kendi aralarında ne de Osmanlı yönetimi ile bir çatışma yaşamadılar. Yukarıda ifade ettiklerimizin dışında İstanbul Ermeni Patriklerine verilen fermanlara bakarak37 kendilerine tanınan imtiyazlara şunları da ilâve etmek mümkündür: 1. Kendi aralarında evlenmek hususunda onları serbest bıraktı38. 2. Osmanlı Ermenileri millet olarak tanındıktan sonra İstanbul’da kendilerine verilen yerler başta olmak üzere taşrada bulunan kilise, manastır ve ziyaret yerlerinin ola gelen onarımlarına bazen de yeni ibadet yerlerinin izin alınmak şartıyla yapılmasına müsaade edildi. 3. Patriğin günlük hayatında, bindiği taşıtlarda, yolculuk halinde gelip geçtiği yerlerde, yanında olan koruma ve adamları da dâhil olmak üzere kıyafet değiştirerek özel elbise giydiklerinde Osmanlı yöneticileri bunlara hiç karışmadı. Yine bu durum Patrik tarafından yardım toplamak için görevlendirilen rahipler için de geçerliydi. 4. Patriğin yanında olan asasına asla müdahale edilemezdi. 5. Geleneksel Osmanlı sistemine göre gayrimüslimler cizye39 adı verilen baş vergisini vererek askerlik hizmetinden muaf tutuluyorlardı40. 6. Patrik ve yardımcılarının yanında bulundurdukları eşyalardan vergi alınmadığı gibi Patriğin kendi yaşamı için gereken bağların mahsulünden ve yardım için Ermeni ahalinin vere geldiği şıra, yağ, bal ve diğer eşyaların evine taşınmasında iskelelerde ve kapılarda görev yapan görevliler devamlı yardımcı olurdu. Diğer taraftan zımmîlerin, Müslümanlara karşı uymak zorunda olduğu kuralları41 da şöyle sıralayabiliriz: 1- Zımmî Müslümandan farklı elbise giyecek, 37 Fermanlar için bkz. Ercan, Kudüs Ermeni…, s.33-48. 38 Azınlıklar kendi dinlerine girmeyenlerle evlenemezdi. Yani bir Rum, bir Ermeni, bir Yahudi alacağı kızı kendi mezhebine kayıt etmedikçe nikâh edemezdi. Ayrıca Gregorian Ermenilerde nikâhın feshi katiyen caiz değildir. Bkz. Osman Ergin, Vakıflar Belediyeler Patrikhaneler, İstanbul, 1944, s.67 vd. 39 Tanzimat öncesi cizye gelirlerine bakarak Osmanlı topraklarında 12 milyon gayrimüslim ahalinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Geniş bilgi için bkz. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat III-IV, Neşreden Neşet Çağtay, Ankara 1992, s.133. 40 Sadece eli silâh tutabilecek durumdaki erkeklerden alınan bu vergi kutsal yerler ve İstanbul’da oturanlardan, din adamı ve yoksullardan alınmıyordu. Bkz. Bozkurt, a.g.e., s.23. 41 Bkz. Ercan, Osmanlı…, s.9. 567 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 2- Gayrimüslimlerin oturdukları binalar Müslümanlarınkinden yüksek olmayacak, 3- Çan çalınmayacak ve yüksek sesle ibadet edilmeyecek, 4- Genel yerlerde şarap içilmeyecek, haç ve domuz gösterilmeyecek, 5- Ölüler gizli olarak gömülecek ve arkasından ağlanmayacak, 6- Gayrimüslimlerin saç biçimleri ve isimleri Müslümanlarınkine benzemeyecek, 7- Ata binilmeyecek, 8- Gayrimüslimler silâh taşımayacak ve kullanmayacak, 9- Süslü olmayan kemerler takılacak, 10- Binek hayvanlarında eğer kullanılmayacak. 2. Modern Dönem Klasik dönem 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ilânı ile son buldu. Hattı Hümayun’un getirdiği fikir ve ilkeler, Müslüman tebaadan daha çok gayrimüslimlere hitap etmiş ve onların statüsünü etkilemişti. Kuruluştan beri uygulana gelen Millet Sistemi’nde ve haklar düzeninde değişmeler olmaya başladı. Fermanın en önemli ilkesi din ve mezhep farkı gözetilmeksizin bütün tebaanın eşit olarak muamele görmesiydi. Osmanlı toplumunda insanların statüsünü yani vatandaşlık haklarını belirleyen sadece dindi. Eşitlik ilkesinin gelmesiyle din esasına dayalı millet kavramının yerine Osmanlılık kavramı gelmiş ve hâkim millet anlayışı değişmişti42. Yine bu fermanla gayrimüslimler için özellikle kıyafet mecburiyeti, ev yüksekliği ve çan çalma gibi yukarıda saydığımız yasaklar da kaldırıldı43. Ayrıca din ve mezhep ayrılığı yüzünden gayrimüslimleri aşağılayıcı deyimlerin resmî evrakta yer alması halkın ya da memurların onlar hakkında utandırıcı ve kırıcı konuşmaları yasaklandı44. Islahat Fermanı’nda da (1856) yine sadece zımmîlerin hukukî statülerinde dinî ve sosyal yaşamlarında değişiklik yapacak düzenlemeler getirilmişti. İslâm Hukuku’nun zımmîlere tanıdığı statü tamamen değiştirilmişti. Zımmîleri vatandaş haline getiren haklar vurgulanırken milletlerin sahip oldukları yetkiler de tek tek teyit ediliyordu. Her din ve mezhepte bulunan 42 Eryılmaz, a.g.e., s.96 vd. 43 Ortaylı, a.g.e., s.116 vd; Bebiroğlu, a.g.e., s.33. 44 Bozkurt, a.g.e., s.56; Bebiroğlu, a.g.e., s.37. 568 Yrd. Doç Dr. Davut KILIÇ gayrimüslimlere istisnasız bazı hakları teyit ve kabul eden bu fermanla, zımmîlere evvelce tanınmış olan din hürriyetleri, imtiyaz ve muafiyetleri aynen tanınarak yönetmeliklerde bazı değişiklikler yapılıyordu45. Patrikhanelere de hususî meclislerin teşkil edileceği belirtilmekteydi. Bu meclislerin kararları Babıâli’ye arz edilip tasdik edildikten sonra kesinlik kazanacaktı. Patrikhanelerin seçim usûlleri ıslah olunacak ve ömür boyu tayin edilecek Patrik, piskopos, metropolit, murahhasa gibi din adamları usûl-i tahlifiyeye tâbi olarak devlete sadakat yemini edeceklerdi. Cemaat işleri, ruhanî ve cismanî azadan mürekkep meclisler tarafından yürütülecekti46. Ermeni aydınlarından bir kısmı, gelişen müsait ortamdan istifadeyle millet işlerine bir düzen vermek, ruhanî işleri tanzim etmek istedi. Bu düşünceye sahip olan aydınlar, günden güne sayısı artan hayır müesseseleri, mektep ve kiliseleri bir takım nizamlarla yeniden organize ederek, özellikle de Patriklerin cemaat ve Patrikhane üzerindeki güçlerini azaltmak için Patrikhane yönetimini daha fazla sivillerden mürekkep bir heyet vasıtasıyla kontrole tâbi tutmak için harekete geçti47. 14 Şubat 1862 tarihine gelindiğinde Ali Paşa, Ermeni Patrik kaymakamına yazdığı mektupta; 7 kişilik bir komisyonla ortak çalışarak önceden hazırlanmış olan nizamnameyi gözden geçirmelerini istedi48. Seçilen komisyon 16 Şubat günü çalışmaya başladı. Hazırlanan genelge Babıâli’nin onayından sonra Padişah’a sunuldu. Sultan Abdülmecit kendisine sunulan nizamnamenin imzasını geciktirdi. Ermeni ahali bu olaya tepki göstererek kaymakamı kovup, Patrikhane’nin anahtarını Babıâli’ye teslim etmek istedi. Nihayet 18 Mart 1863’te Ermeni toplumunun yeni nizamnamesi49 Padişah tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi50. 45 Bozkurt, a.g.e., s.55. Fermanın tam metni için bkz. Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, Neşreden Ali Reşad, İstanbul 1999, s.501-507. 46 Eryılmaz, a.g.e., s.113; Bebiroğlu, a.g.e., s.37. 47 Çark, a.g.e., s.250. 1847’de Patrikhane’de iki meclis kuruldu. Bunlardan birisi 14 ruhanî üyeden oluşan meclis-i ruhanî, diğeri de yarısı amiralardan, yarısı da sanat erbabından oluşan 20 kişilik yüksek meclisten oluşacaktı. 1850’de millî bir nizamname düzenlenmesi için bir encümen kuruldu. Düzenlenen proje amiralar ve aydınlar arasındaki çatışmalardan dolayı bir süre geciktikten sonra 1857, 1859 ve 1860 yıllarında Patrikhane’de toplanan meclisler tarafından birçok tartışmalardan sonra 1862 yılına gelindi. Bkz. Uras, a.g.e., s.157 vd. 48 Mektup için bkz. M. Bebiroğlu, a.g.e., s.77. 49 Bu nizamnamenin en önemli özelliği tamamen dönemin Fransız Anayasası’ndan yararlanarak hazırlanmış olmasıdır. Ermeniler bu nizamnameye anayasa anlamına gelen Sahmanatrutyun der. Bkz. Bebiroğlu, a.g.e., s.115. 50 Uras, a.g.e., s.159; Bozkurt, a.g.e., s.181; Bebiroğlu, a.g.e., s.75 vd. Babıâli’nin nizamnamenin yürürlüğe girmesiyle ilgili göndermiş olduğu yazı için bkz. Bebiroğlu, a.g.e., s.82. 569 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Nizamnameye göre her şeyden önce Ermeni cemaatinin başı olan Patriğin seçiminde şu şartlar aranacaktı. Patrik, piskoposlar arasından seçilecekti. 35 yaşını tamamlamış olacaktı. Bir diğer şart ise Patrik seçilecek kişi en az babasından beri Osmanlı uyruğunda olmalı ve devletin güvenine mazhar olmalıydı51. Bu özellikler göz önüne alınarak seçilen Patriğin vazifesi de; nizamname hükümlerine uyarak hareket etmek ve bütün işlerin yerli yerince yapılmasına nezaret etmekten ibaretti52. Nizamnameye göre Ermeni toplumunun başı olan Patrik, bütün millet meclislerinin riyasetini ve yürütme kuvvetine haizdi53. Ermeni Nizamnamesi’ni, Rum Patrikliği Nizamnamesi’nden ayıran önemli bir özellik vardı. Rum Patrikliği Nizamnamesi’nde, biri papazlardan mürekkep ruhanî, diğeri de muhtelit yani karışık iki meclis bulunuyordu. Ermeni Patrikliği Nizamnamesi’nde ise; biri ruhanî öbürü cismanî iki meclisten başka bir de meclis-i umumî adını taşıyan 140 kişilik bir meclis vardı54. Dünyanın hiçbir yerinde azınlıklara böyle bir hak verilmemiştir. Yeni yürürlüğe giren Rum Nizamnamesi’nde kilise denetimi Ermenilerinkinden daha güçlü idi. Ermenilerin kurduğu türden salt lâik kesimden oluşan sürekli bir genel meclis yoktu. Yalnızca Patrik seçimleri için toplanan bir organ vardı. Taşra yönetimi de Ermeni Nizamnamesi’ne göre daha ilkeldi55. Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan Ermeni toplumunun yönetiminde 1863 Nizamnamesi’yle ruhban sınıfın yetkisi azaltılmış ve buna bağlı olarak da lâik kesimin etkisini arttıran yasalar çıkarılmıştı. Bu değişliklerin etkisi hem Ermeni toplumunun kendi içinden hem de Osmanlı hükümetinden gelmişti56. 1860’ta Patrikhane Meclisi ve 1863’te ise hükümet tarafından onaylanan Nizamname’nin yürürlüğe girmesinden sonra Ermeni milleti bilhassa kilise ve okullarını serbestçe yönetti. Bu nizamname Pamukciyan’a göre de Ermenilere verilen müstesna bir imtiyazdı57. Nizamnamede yer alan te- 51 52 53 54 55 56 57 Nizamnamenin orijinal metni için ayrıca bkz. BOA, Y.E.E., Belge No: 112/5, 27 Ramazan 1279 (18 Mart 1863). Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. III/3. Kısım, Ankara 1991, s.53. Uras, a.g.e, s.166. Eryılmaz, a.g.e., s.117; Bayur, a.g.e., s.53 Bayur, a.g.e., s.52. Nizamnamenin Ermenice çevrisinde bu meclise Millî Meclis-i Umumî denilmiştir. Bkz. Uras, a.g.e., s.170. Bkz. Davison, a.g.e., s.148 vd. Davison, a.g.e., s.137. Pamukciyan, a.g.m., s.8 vd. Bu geniş imkânlara bir de bundan bir yıl sonra İdare-i Vilâyet Nizamnamesi’nin yürürlüğe girmesiyle Osmanlı Devleti’ndeki vilâyet, sancak ve kaza merkezlerinde oluşturulan idare meclislerinin hepsinde gayrimüslimler temsil edilir du- 570 Yrd. Doç Dr. Davut KILIÇ mel konuları şöyle gruplandırmak mümkündür: Ermeni toplumunun kendi kendini yönetim hakkı; dinî ödevleri yerine getirme yükümlülükleri; kendi din, dil ve kültürlerini öğrenme ve öğretme hakkı; aile ve miras hukuku alanlarında kendi din ve gelenek kurallarını uygulama hakkı; Ermenilerin din ve dünya işlerinde kendilerini yönetme; din görevlilerini, meclislerini seçme ve seçilme hakkı; dinî ve dünyevî meselelerini kendi aralarında anarşiye yol açmadan çözme hakkı58. Bunlara ilâve olarak Patriğin görevlerini de şöyle sıralayabiliriz59: 1- Patrik, nizamname hükümlerine göre hareket eder ve söz konusu nizamnamenin çeşitli işlerle ilgili hükümlerinin uygulanmasına nezaret eder. 2- Millete başkanlık yapmak ve onun yararlarını kollamak, 3- Patrik çeşitli vesilelerle genel meclisi toplantıya çağırabilir ve meclisin görüşlerine başvurabilir. 4- Patrikhane yönetimin merkezidir. Patrik, Patrikhane’nin başkanı olarak, hem genel meclisle hem de diğer ruhanî ve cismanî meclislere başkanlık yapar. 5- Patrik, Ermeni milletinin başkanı ve özel durumlarda devletin vermiş olduğu buyrukların aracısıdır. 6- Patrik kendisine gelen işleri, müzakere edilerek karar verilmek üzere ilgili meclise havale eder. 7- Patrik kendisinin bulunmadığı toplantılarda alınan kararları imzalamadan önce, o kararlarla ilgili düşüncelerini beyan ederek durumu yeniden inceletebilirse de, onaylanmış kararı nizamnameye aykırı olmadıkça imzadan kaçınamaz. 8- Patrik; din adamı, öğretmen, manastır, okul ve hastane memurlarından nizamnameye aykırı hareket edenlerin görevden alınmasını ilgili meclis ve komisyonlara teklif edebilir. 9- Patrik, ruhanî ve cismanî meclis ile onların altında bulunan komisyonları kendiliğinden değiştirme ve kaldırmaya yetkili değildir. ruma gelmesi yerel yönetimlerde de gayrimüslimlerin söz sahibi olmasını sağladı. Bkz. Güler, Akgül, a.g.e., s.34 vd. Bu durum da daha çok Ermeni toplumunun işine yaradı. 58 Ali Şafak, “Der-i Saadet Ermeni Patriğinin Suret-i İntihabına Dair Nizamname Hükümleri ve Hukukî Açıdan Kısa Bir Değerlendirme”, Dünden Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri, Neşreden İdris Bal-M. Çufalı, Ankara 2003, s.105 vd. 59 Genel anlamda Patriğin görevleri için bkz. Uras, a.g.e., s.166 vd. 571 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 10- Patriğin millet bütçesinden aylığı olduğundan Patrikhanenin iç harcamalarını kendisi düzenler. Bunun dışında kalan dinî ve dünyevî görevler de Patrik yetkisini kurulan meclislerle paylaşmak durumunda kaldı. Sonuç olarak, Ermeni Milleti Nizamnamesi’yle o zamana kadar Patriklerin elinde bulunan yetkilerin önemli bir kısmı yeni oluşturulan cismanî meclislere verilmiş oldu. Artık İstanbul Ermeni Patriği ruhanî ve cismanî işlerde tek başına karar verme yetkisine sahip değildi. Patriğin yetkilerinin önemli bir bölümü yeni kurulan meclislere devredilmişti. Cismanî meclis Ermeni ahalinin adlî ve idarî alandaki pek çok işini üstlenmişti. Bu nizamname Osmanlı Ermenilerinin dinî, siyasî ve toplumsal varlıkları üzerinde yeni bir dönem açması ve Osmanlı hükümetinin kendilerine karşı ne kadar olumlu olduğunu göstermesi açısından son derece önemlidir. Ne var ki, Ermeni milletine tanınan bu imtiyazlar neticesinde genel ve cismanî meclis üyeleri, ilerleyen zaman içerisinde kendilerini mezhepdaşlarının vekilleri olarak görecek, Babıâli’ye karşı bir tür siyasî yetkiye sahip resmî delege sıfatı kazandıklarını düşünerek, yabancı elçilerin kendi tebaaları hakkında yaptıkları gibi hükümete müracaat etmeye ve muhtıralar vermeye başlayacaktır. Böylece Ermeni aydının kafasında oluşan bağımsızlık fikri yavaş yavaş Osmanlı Ermenileri arasında taraftar bulacak ve ilerleyen zaman içerisinde konu giderek siyasallaşmaya doğru kayacaktır. 572 Yrd. Doç Dr. Davut KILIÇ Kaynakça Kuran-ı Kerim, Bakara/256, 135; En’am/161. BOA, Y.E.E., Belge No: 112/5 numaralı, 27 Ramazan 1279 (18 Mart 1863). Artinian, Vartan, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu 1839-1863, İstanbul 2004. Aydın, Mehmet, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya 2005. Banoğlu, Niyazi A., Ermeninin Ermeniye Zulmü, Ankara 1976. Barsoumian, Hagop, “The Dual Role of the Armenian Amira Class Within the Otoman Government and the Armenian Millet (1750-1850)”, Christians and Jews in the Otoman Empire, Editör Benjamin Biadde, Bernard Lewis, The Functioning of a Plural, Society, C. I-II, New York 1982. Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, C. III/3. Kısım, Ankara 1991. Bebiroğlu, Murat, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Ermeni Nizamnameleri, İstanbul 2003. Bozkurt, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu 18391914, Ankara 1989. Dabağyan, Levon Panos, Türkiye Ermenileri Tarihi, İstanbul 2004. Davison, Roderic H., Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform I, Neşreden Osman Akınhay, İstanbul 1997. Dvornik, Francis, Konsiller Tarihi İznik’ten II. Vatikan’a, Neşreden Mehmet Aydın, Ankara 1990. Engelhardt, Edouard, Tanzimat ve Türkiye, Neşreden Ali Reşad, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999. Ercan, Yavuz, “Türkiye’de XV ve XVI. Yüzyıllarda Gayrimüslimlerin İçtimaî ve İktisadî Durumu”, Belleten, 1983/XLVII. __________, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara 1988. __________, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, Ankara 2001. Ergin, Osman, Vakıflar Belediyeler Patrikhaneler, İstanbul, 1944. Eryılmaz, Bilal, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul 1990. G. Y. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul 1953. Göyünç, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983. Güler, Ali, Suat Akgül, Sorun Olan Ermeniler, Ankara 2003. Gündüz, Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara 1998, s.405. İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi (1300-1600) I, Neşreden Halil Berktay, İstanbul 2000. Karpat, Kemal H., Osmanlı Modernleşmesi, Neşreden Akile Durukan, Kaan Durukan, Ankara 2002. Kılıç, Davut, Osmanlı Ermenileri Arasındaki Dinî ve Siyasî Mücadeleler, Ankara 2000. 573 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Küçük, Abdurrahman, “Ermeni Kilisesinin Oluşması ve Konsil Kararları Karşısındaki Tutumu”, AÜİFD, C.XXXV, Ankara 1996. Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Neşreden M. Kıratlı, Ankara 1993. Mardin, Şerif, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Neşreden Mumtazer Türköne, T. Önder, İstanbul 1992. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat III-IV, Neşreden Neşet Çağtay, Ankara 1992. Okumuş, Ejder, Türkiye’nin Lâikleşme Serüveninde Tanzimat, İstanbul 1999. Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2000. Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I, İstanbul 1993. Pamukciyan, Kevork, İstanbul Yazıları I, İstanbul’da Ermeniler, İstanbul 2002. Show, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye I, Neşreden M. Harmancı, İstanbul 1982. Süslü, Azmi, “Tarihte Ermeniler”, BTTD., S.23, (1978). Şafak, Ali, “Der-i Saadet Ermeni Patriğinin Suret-i İntihabına Dair Nizamname Hükümleri ve Hukukî Açıdan Kısa Bir Değerlendirme”, Dünden Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri, Neşreden İdris Bal-M. Çufalı, Ankara 2003. Toynbee, Arnold, Türkiye Bir Devletin Yeniden Doğuşu, Neşreden Kasım Yargıcı, ? 1971. Tuğlacı, Pars, İstanbul Ermeni Kiliseleri, İstanbul 1991. Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987. Vatin, Nicolas, “Osmanlıların Yükselişi (1451-1529)”, Editör Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I, Çeviren S. Tanilli, İstanbul 1995. 574