_____________________________________________________________________________________ Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date 21.11.2016 Yayınlanma Tarihi / The Publication Date 22.12.2016 Elçin KARLI International Burch University, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Doktora Öğrencisi, [email protected] Yard. Doç. Dr. Ayşe DİNÇ International Burch University, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected] SEVGİ SOYSAL’IN ESERLERİNDE “KADINA ŞİDDET” BAĞLAMINDA KADIN HAKLARI İHLALLERİ “ Bizim bir medeni hukukumuz vardır, nikâh konusunda tam guguk olmuştur.” Sevgi Soysal, Bakmak Öz “12 Mart Romanı” yazarı olarak tanınan Sevgi Soysal, mahkûmiyetlerini ve Adana’ya sürgünü sırasında bizzat yaşadığı, şahit olduğu insan hakları ihlallerini, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu ve Şafak romanlarına başarıyla yansıtmıştır. Ayrıca dünyada 1960 Türkiye’ de 1980 sonrası gelişen, ikinci dalga feminist hareketin öncülüğünü yapmıştır. Sevgi Soysal, kadın haklarının, evrensel boyutta temel sorunu kabul edilen, kadına şiddet olgusunu, roman, hikâye, gazete yazıları ve radyo konuşmalarında ele almıştır. Soysal’ın eserlerine kadın hakları ihlalleri; cinsel şiddet, namus cinayetleri, fiziksel şiddet, duygusal şiddet ve ekonomik şiddet bağlamında yansımıştır. Soysal’a göre, kadını, kamusal alanda, toplumda ve aile içinde şiddete maruz bırakan unsurlar; militarizm, milliyetçilik ve cinsiyet ayrımcılığıdır. Yazar, Türkiye’de kadın haklarının korunmasına imkân verecek Cumhuriyet’in hukukî kazanımları olmasına rağmen, siyasete egemen olan ataerkil zihniyet baskısının uygulamada yol açtığı aksaklıkları eleştirmiştir. Toplumumuzda namus cinayetlerinin sürekliliğine zemin hazırlayan, Türk Ceza Kanununun, kadının bireyselliğinin Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri aleyhinde işleyen maddelerini ve henüz kanunlaşmamış hukukî boşlukları eserlerinde tespit etmiştir. Anahtar kelimeler: Sevgi Soysal, Kadın Hakları, Kadına Şiddet, 12 Mart Dönemi THE VIOLATIONS OF WOMEN'S RIGHTS IN THE WORKS OF SEVGISOYSAL in the CONTEXT of "VIOLENCE TO WOMEN" Abstract Sevgi Soysal, who is known as the author of "March 12th Romanı", has successfully reflected her convictions and human rights violations she witnessed during his exile to Adana, in “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” and “Şafak” novels. And the author made the pioneer of the second wave feminist movement in the world that developed in 1960 in Turkey after 1980. Sevgi Soysal has dealt with women's rights in the case of violence in women, novels, stories, newspaper writings and radio talk, which are regarded as fundamental problems in the universal dimension. Violations of women's rights to the works of Soysal are reflected in the context of sexual violence, honor killings, physical violence, emotional violence and economic violence. Factors which put women through the violence in the public arena, society and family are militarism, nationalism and gender discrimination. Despite the legal gains of Turkish Republic that allow the protection of women's rights in Turkey, Sevgi Soysal criticises the problems caused by the patriarchal mentality structure in practice. She had identified in her works the legal gaps that have not yet become a law and the articles of the Turkish Criminal Code, which are the basis for the continuity of honor killings in our society and works against the individuality of women. Keywords: Sevgi Soysal, Women's Rights, Violence to Women, 12 March Period. 1.Giriş: Kadına şiddet Sevgi Soysal yazar ve gazeteci kimliğiyle, kadına şiddeti, kadın hakları ihlali olarak eserlerinin temel problematiği haline getirmiş, kadın hakkında yazmış yazarlardan biridir. “Kadına yönelik şiddet; Kadının yaşam hakkının, güvenliğinin, onurunun, özgürlüğünün ve bedensel bütünlük hakkının sırf kadın olduğu için ihlalidir.” (Coşar, 2006: 15) Şiddete uğrayan bir nesne olarak kadını bu şiddete maruz bırakan üç unsur bulunmaktadır: Militarizm, milliyetçilik ve cinsiyet ayrımcılığı. Yıldırım Türker Soysal’ın gazete yazılarının derlendiği Bakmak ‘ta Sadece Bakmaya Karşı, adlı giriş yazısında, Soysal’ın ideolojilere karşı verdiği fikir savaşını ifade eder. “Militarizmin, milliyetçiliğin, yüceltilip azdırılmış erkeklik ideolojisinin törenle sunaklara yatırdığı çocukların, gençlerin ve kadınların kurtuluşunda görüyor hayatın kazanmasını. Ölümü yücelten sloganların, şehadet kültürünün dayattığı bütün adlandırmaların karşısına dikiliyor ” (Soysal, 2004: 7). Meclis Darbeleri araştırma Komisyonu Raporuna göre (2012: 55) Militarizm, askeri değer ve pratiklerin yüceltilmesi ve sivil alanı şekillendirmesi olarak tanımlanır. “Edilgen, ‘özneleşmemiş’ toplumlarda kendisine uygun bir ortam bulur. Bu nedenle militarizm bir iktidar The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 627 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri ideolojisi olduğu kadar, bir toplumsal eziklik ideolojisidir de.” (Mahçupyan, 2009: 120) Aile içi şiddet kadının ruhunu zedelemesi ile militarizmin toplumun ruhunu zedelemesi, arasındaki benzerlik ataerkil zihniyetin ürettiği eril şiddet ile ifade edilebilir. “Milliyetçi şovenizm, bir kişinin kendi grubunun veya halkının hâkimiyetine veya üstünlüğüne olan akıldışı inancıdır.”( Türköne, 2003: 643).Yazar gençlere ve annelerine uygulanan etnik ve ideolojik temelli cinayet ve işkencelerin bu inançla beslendiğini vurgular. Soysal’da kadına yönelik şiddetin üçüncüsü cinsiyet ayrımcılığıdır. Cinsiyet ayrımcılığı: Bir cinsin, diğer bir cinsten üstün olduğunu öngören düşünce biçimidir. Kişinin, cinsiyetinden veya cinsel tercihinden dolayı olumsuz muameleye veya ayrımcılığa tabi tutulmasıdır.(Yüksel, 2009: 44) Devlet, erkek egemen bir yapının ortaya çıkardığı hâkim güç ve erkek de toplumun cinsiyet ayrımcılığı sonucunda güçlenen diğer baskı unsurudur. Kadın "güç gösterisi" yapmak isteyen bu unsurların arasında fiziksel ve ekonomik zayıflığı oranında ve toplumun, hukukun izin verdiği ölçüde şiddete maruz kalır. Sevgi Soysal, bütün kadınlara yurttaş gözüyle bakmış, kadın hakları hareketinde, eğitimli kentli kadın haklarının yanında kırsal kesim kadınlarının da haklarını savunarak yeni bir boyut getirmiştir.” Kadın hakları, kadının hiçbir ayrıma bağlı olmaksızın toplumsal, kamusal ve özel alanlarda sosyal, ekonomik, kültürel, politik olmak üzere sahip olduğu tüm insan hakları ve özgürlükleridir. “ (Örücü, 2013: 12) Kadın haklarının kazanılmasında feminist akımın etkisi olmuştur. Sema Kaygusuz ise feminist hareket içinde Sevgi Soysal’ın şahsına münhasır olmasını şu cümlelerle tarif eder: “Hem yaşadığı dönemle, hem de ürettiği öykülerle ikinci dalga feminist hareketle uyumluluk gösteren Sevgi Sosyal, ne kadınsı ne de kadıncıdır. Kendi gövdesine aklıyla sahip, bağımsız bir kadın çıkarır karşımıza. Alaycı bakışlarla dünyayı süzen, ’kendi oluşlarının seyircisi’ bir kadın…” (Soysal, 2008: 13) Soysal, 1972 yılında Yeni Ortam gazetesinde yayınlanan ”Hakları Var Ne Güzel” yazısında, “Otuz sekizinci yılını kutladığımız kadın hakları hakkında bir şeyler söyler misiniz? ”sorusunu kadınların haklarını bilmediğini ve devletin bu hakların uygulanması konusunda sorumlu davranmadığını vurgulamak için sorar. “Diyarbakır köylerinden birinde, on bir yaşında evlendirdiği rahmi parçalanan kızın hakları var.” Geçenlerde, çok satan günlük gazetenin cinayet sütunlarından sevgilisiyle kaçtığı için babası ve ağabeyi tarafından dağda kurşuna dizildiğini okuduğumuz köylü kızın hakları olduğu gibi.” .” (Soysal, 2014: 55) 1960-1980 döneminde kadına uygulanan cinsiyetçi baskıyı bitirmeyi hedef alan yazarların arasında iki temel yaklaşım söz konusudur. Birincisi, “ataerkil toplum yapısını kabul eden ama kadın ve erkek cinsinin toplumdaki eşitsizliğini sorgulayarak kadınların bu geleneksel yapı içerisindeki konumunu(genellikle ev/aile içerisindeki konumunu) yükseltmeye çalışan gelenekçi/muhafazakâr ve milliyetçi yazarların(kadın haklarını savunmalarındaki pozisyonları bakımından Ahmet Mithat, Fatma Aliye ve Halide Edip’in takipçisi olarak niteleyebileceğimiz Emine Işınsu, Tarık Buğra, Ahmet Hamdi Tanpınar, Semiha Ayverdi ve Münevver Ayaşlı gibi yazarların) takıp ettiği yol iken ikincisi; kadının özgürleşmesini/bireyleşmesini engellediklerini düşündükleri ataerkil yapıyı kökten değiştirmeyi ve bu yapıyı besleyen kural ve değerleri de tamamen yok etmeyi hedefleyen “radikal “ yazarların(Adalet Ağaoğlu, Aysel Özakın, Pınar Kür vs. izlediği yoldur.(Gülendam, 2015: 717) Soysal’ı ikinci grup yazarlar arasında değerlendirmek mümkündür. Ancak Soysal bir taraftan ekonomi temelli bir yaklaşımla kadın problemine çözüm önerileri getirirken diğer yandan kadını toplumsal konumu içerinde de değerlendirerek çeşitli kadın tipleri üzerinden meseleyi irdeler. Soysal, hikâye, roman, gazete makaleleri ve radyo konuşmalarında kadın sorunlarını, kadının anayasa ve medeni kanunumuzdaki, hukuki kazanımları ile birlikte değerlendirmiştir. Bununla birlikte evrensel insan hakları sözleşmesini de referans alarak kadına yönelik hak ihlallerini The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 628 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri uygulamadaki aksaklıkları öne çıkarak eserlerine yansıtmıştır. Türkiye’de kadın haklarının gelişimi üç ana döneme ayrılarak incelenebilir. 1920-1960,1960-1980,1980’den günümüze kadar. 1924 yılında kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu ile erkek çocukların yanında kız çocukları için de eğitim zorunlu hale getirilmiş, 1926 Medeni Kanun ile ise evlilik, boşanma, miras ve tanıklık konusunda kadın ve erkeğe eşit haklar verilmiştir. 1928 yılında Latin harflerinin kabulü ve okuma yazma seferberliği kadın okuryazar sayısının artması sağlanmıştır. 1934 kadınlara Milletvekili seçme ve Seçilme hakkının verilmesi kadının sosyal hayatta etkin bir konumda olmasını sağlayacak en önemli adımlardan biridir. Ancak iki darbe arasında yer alan 1960-1980 yıllarında Avrupa Birliği üyelik sürecinin askıya alınmasının etkisiyle de kadın hakları ile ilgili bir gelişme olmamıştır. Türkiye’de, kadın haklarının hukuki kazanımlarında, 1980 sonrası Avrupa Birliği uyum yasalarına uyum süreci ve 1990 sonrası kadın derneklerinin kadına şiddeti sonlandırma amacıyla yaptıkları faaliyetlerin etkili olduğu söylenebilir. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun günümüzün toplumsal koşullarına uyarlanmış, Türk Ceza Kanununda kadına şiddeti arttıran maddeler değiştirilmiştir.(Yuvanç, 2011: 97) . Günümüzde kadın haklarının yasal dayanakları, (Anayasa, Türk Medeni Kanunu, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, Türk Ceza Kanunu, İş Kanunu) esas alınarak Soysal’ın eserlerinin okuması yapılırsa, Soysal’ın insani duyarlılık öngörüsüyle henüz kanunlaşmamış hak ihlallerini de eserlerinde başarıyla tespit etmiş olduğu görülür. Sevgi Soysal, eserlerinde, kadına yönelik şiddet türlerini cinsel, fiziksel, duygusal, ekonomik gibi farklı boyutlarda söz konusu eder. 2. Cinsel Şiddet Cinsel şiddet, sonunda kadının yaşam hakkının elinden alınmasına kadar uzanan kadının maruz kaldığı en önemli hak ihlallerinden biridir. Ankara Barosu cinsel şiddeti; “İsteğiniz dışında cinsel ilişkiye zorlanıyorsa, istenmeyen ortamlarda, istenmeyen şekillerde cinsel ilişkiye zorlanıyorsa, cinsel şiddet yaşanıyor demektir. “şeklinde tanımlamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü ise daha kapsamlı bir ifade ile cinsel şiddeti tarif etmektedir. “Bir kişinin karşısındaki kişiyle arasındaki ilişki biçimi ne olursa olsun o kişiden cinsel bir fayda ya da güç elde etme girişimi; sözle, bakışla ya da herhangi bir cinsel eylemle kişiye yaklaşma, kişinin cinselliği üzerinde baskı kurma gibi davranışları sosyal, psikolojik ya da fiziksel güç yoluyla karşı tarafa uygulamasıdır.” (Dursun, 2015: 1). Bu bağlamda kadına yönelik cinsel şiddet, sosyal, fiziksel ya da psikolojik güç yoluyla uygulanabilen bir şiddet türü olarak ele alınmaktadır. Sevgi Soysal, kadını eserlerinin merkezine yerleştiren bir yazar olarak cinsel şiddeti toplumcu bir yaklaşımla ortaya koymuştur. Soysal, kadına yönelik cinsel şiddeti üç boyutta ele alır: kadının hapishane ortamında maruz bırakıldığı kamusal alanda, toplumda ve ailede rastlanan cinsel şiddet. Sevgi Soysal “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” adlı anı romanında işkencenin “elektrikfalaka-coplama” şeklinde sistematikleştiğini anlatır, kadınlar koğuşuna işkence sonrası gelenlerin hiçbir zaman hatırlamak istemeyecekleri şeyler yaşadığını ve bunların kadınlara yapılan rezaletle birlikte düşünülmesi gerektiğini ifade eder. “Bu soyunma ve giydirilme faslı sırasında “binbaşım, albayım” diye konuşan görevliler, en hafifi “orospu” olan küfürler yağdırıyorlardı kurbana. Kurbanın vücut özellikleri hakkında en pespaye sözcüklerle görüşlerini de bildirerek. Sonra, elektrik, elektriğin ardından kova su, falaka, falakadan şişmiş ayaklarla su içinde yürütme, yine elektrik, bu arada “0”, “a” ve “s” harfleriyle başlayan küfürlerin her türlüsü, sonra The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 629 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri copla” . . (Soysal, 2014: 95) Kadına yapılan işkencelerin bir parçası durumunda olan cinsel şiddet, kadını sadece fiziksel boyutuyla değil duygusal olarak da çökmeye maruz bırakmaktadır. Cinsel şiddetin bir türü de aile içinde yaşanan ensest ilişkilerdir. Soysal, bu tip ilişkilerin kadının ticari bir meta olarak kullanılmasına zemin hazırladığını ifade eder. Soysal toplumda yaşanan bu ilişki türünü “Yenişehir’de Öğle Vakti” romanında çok yönlü olarak ele alır. Aysel, bir ailede ensest bir ilişki sonucu doğmuştur. Burada birinci dereceden cinsel şiddete uğrayan "abla" dan da ziyade bu ilişki sonucu doğan Aysel’in trajedisi vurgulanır. Aysel, kendisine annelik yapmayan, onu aç bırakan bir abla-anne ile geçirdiği çocukluk nedeniyle kötü yola düşer. Ancak Sevgi Soysal bu trajedinin gayri ahlaki durumunu eleştirisinin odak noktası halinde getirmez. Onun vurguladığı nokta devletin görevini yerine getirmemesidir. Aysel, Hüviyetsiz olduğu için emniyette sabahladığı gece Aliyle tanışır. Soysal, devrimci kişiliğe sahip Ali vasıtasıyla “ahlaksız kapitalist sistem” in eleştirisini yapar. “Piçim ben, babamla ablamın piçi.”Ali susmuştu bir süre. Bunda senin bir suçun yok ki. Ne olursan ol, senin de okumaya, insan gibi bir işte çalışmaya, insanca yaşamaya hakkın var, işte sana bu hakkı vermeyenler, vermek istemeyenler suçlu.” (Sosyal, 2014:249) Sevgi Soysal’a göre, aile içinde baba, devlet ve onu pazarlayan erkekler Aysel’i haklarından mahrum eden bir sistemin halkaları durumundadır. Sevgi Soysal’ın “Barış Adlı Çocuk” adlı hikâye kitabının Delikli Nazarlık öyküsünde, ağa çocuğu olan Necip’in çiftlikte kimsesiz beslemelere, halayıklara ve Rum dadılara yapmış olduğu tacizi ve bu ahlaksızlıklara ailenin göz yummasını eleştirir. “…bütün halayık, besleme, sığıntı takımının oraları, buraları ona kurban olsun!” Kimsesiz ve aciz kızların ve kadınların çalıştıkları yerlerde tacize uğraması ve suçsuz yere sokağa atılması o dönem için genel bir durumdur. “ Pişona Çiftliği’nde tavuklar sık sık kesilir, inekler sık sık doğurur. Beslemeler sık sık kovulur. Bir gün kovulan hamile bir besleme, hamile olduğu için kovulan bir besleme, ya da besleme olduğu için hamile kalan bir besleme, kovulduğu için besleme olan bir hamile, kovuldu.” (Soysal, 2009: 16) Soysal, zengin ailelerin yanına verilen "besleme “denilen kız çocuklarının uğradığı cinsel şiddeti ve bunun bir kısır döngü haline gelmesini eleştirir. Toplumda var olan ahlak anlayışının yüzeyselliği bağlamında ele alınan bu durumda hak ihlaline uğrayan bu kızlardır. Hamile kaldığı için kovulan besleme kızları hamile bırakan erkeklere uygulanan bir yaptırım söz konusu değildir. Cinsel şiddete maruz kalan kadın sonrasında da ekonomik şiddetle mücadele etmek zorunda bırakılır. Soysal, Yenişehir’de Öğle Vakti’nde, Mevhibe Hanım’ın tımarhaneye kapatılan kardeşi Mahmut’un evlatlık kıza yapmış olduğu cinsel ve fiziksel şiddetin zengin aileler içinde sıklıkla karşılaşılan bir durum olmasını söz konusu eder. “Mahmut önce, evlatlık kızın ırzına geçmiş, sona onu boğmaya kalkmıştı. Güçlü kuvvetli bir kız olan evlatlık, halı silkmekten çamaşır yıkamaktan daha da güçlendirdiği kollarıyla oğlanın bacağına yapışmayı başarmış, çekip yere düşürmüştü onu. Kızı elinden kaçıran Mahmut, korkunç çığlıklar kopararak, saçı başı dağılmış, yarı çıplak, evlatlık kızın peşinden koşuyordu.”(Soysal, 2014: 115). Soysal, evlatlıklara yapılan cinsel şiddetin cezasız kalmasını, “iyi ailelerin sırları olur” vurgusuyla eleştirir. Sevgi Soysal, kadının maruz kaldığı cinsel şiddeti en çok görüldüğü yerlerden biri olan hapishane ortamında ele alır. Kadının kendini koruyamadığı bir ortam olan hapishanede fiziksel ve psikolojik yollarla şiddete maruz bırakıldığı anlaşılmaktadır. Aile içi yaşanan cinsel şiddet ve bunun doğurduğu sonuçlar bireyin toplumsal hayatını etkilemesi üzerinden ifade edilmektedir. Ensest ilişki sonucu hamile kalan kadın ve onun dünyaya getirdiği çocuğun yaşadığı travma The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 630 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri bireyin yaşamının bütününü etkileyen yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır. Soysal, "besleme" kızların maruz kaldığı cinsel şiddeti ise burjuvazinin çürüyen yönleri ve erkeğe tanınan ayrıcalık bağlamında ele almakta, şiddete uğrayan kızların haklarını aramaya imkan bulamadan yaşamlarını bu travma ile sürdürmeye çalıştıklarını vurgulamaktadır. 2.1. Namus Cinayeti Türkiye’de 2004 yılında kabul edilen ve 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni Ceza Yasasıyla kadına yönelik cinsel şiddet; eski kanunun aksine topluma karşı suçlar bölümünde değil kişilere karsı suçlar bölümünde ele alınmıştır. Yasada bir dizi yaptırım öngörülmesi, kadını genel ahlakın bir parçası olarak değil de bağımsız bir birey olarak ele alması açısından önemlidir.(Kuyaksil, 2009: 348) Namus cinayeti, kadının yaşama hakkını elinden alan, kadının eşi, ailesi, akrabaları veya sevgilisi tarafından ya da aile meclisi kararıyla işlenen cinayet ve intihara zorlamadır. Namus cinayetlerinde toplumun yanlış algısının önemli etkisi vardır. Toplumuzdaki "ataerkil zihniyet" yapısına göre kadın namusunu korumakla yükümlüdür. Ancak namusun kontrolü ve denetlenmesi konusunda cinsiyet farkı gözetilmemektedir. (Kovanlıkaya, 2014: 470) Sevgi Soysal’ın namus cinayetini ele aldığı eserlerde toplumdaki bu yaklaşımın örneklerine rastlamak mümkündür. Yenişehir’de Öğle Vakti’nde, Günsel’inin öğretmenlik yaptığı köyde Döndü isimli güzel bir kızın kaynıyla birlikte samanlıkta basılmasından sonra "murdar oldu" denilerek abisi ve babası tarafından öldürülmek istenmesini anlatır. Romanda, devleti temsil durumunda bulunan muhtar da bu suçun işlenmesi için teşvikte bulunur. Ancak Günseli öğretmenin yardım ve yataklıkla suçlanabileceğini söyleyerek ikna ettiği muhtar, babayı ve abiyi kızı öldürmekten vazgeçirir. Fakat bu vazgeçirme köy heyetinin taşlanma cezasına razı olmaları şeklinde gerçekleşir. Sonuçta ceza sadece Döndü ’ye kesilir. “Köyün muhtarı, ihtiyarı da, sanki memlekette kanun yokmuş gibi baba oğulun ağzının içine bakıyor. Bıraksam kızı yardan aşağı atıverecekler. Sabaha jandarma işe el koyacak, koyacak ya, kız çoktan ölmüş olacak.”. Jandarmalar vaktinde yetişmişlerdir de koca karıların taş atma hevesleri kursaklarında kalmıştır. (Sosyal, 2014: 28) Namusunu korumakla sadece kadın yükümlü tutulmuştur. Erkek işlediği suçtan ötürü hiçbir ceza almaz. Sevgi Soysal Politika gazetesinde bebeğini namus cinayeti korkusuyla öldüren "canavar anneler" in dramını anlatır. Habibe, komşuları olan bir baba dostu ve onun oğlu tarafından cinsel şiddete maruz bırakılır. Habibe bunu kimseye söyleyemez çünkü babasının kendisini öldürmesinden korkar. Henüz on yedi yaşında olan Habibe hamile kalmış olmasına rağmen başkasıyla evlendirilir. Ancak beş ay sonra bir bebek dünyaya gelince meselenin iç yüzü anlaşılır ve "koca, kocanın ailesi, babası, ağabeyleri" Habibe’ye “namusumuzu bir paralık ettin, seni yaşatmayız,” diyerek hesap sorar. Habibe yaşadığı bunalım sonucunda bir sinir krizi geçirip yeni doğmuş bebeğini boğar. Çünkü "bebesi" onun gözünde, başına gelen bütün belaları ve tüm kadersizliğini simgelemektedir.“...Yani Habibe ve daha niceleri, bebeklerini öldürmekten başka çareleri yokmuş noktasındalar. Varlık ve yokluk kıstası oluyor, bebelerinin hayatı. Asıl canavarlık burada. Analık da, bebek hayatları da pamuk ipliğine bağlıdır bu durumda.” (Soysal, 2004: 148) Toplum tarafından böyle bir cinayeti işlemeye sürüklenen kadın, bu durumda da tek suçlu ilan edilir ve "canavar anne" olarak nitelendirilir. Can güvenliği ne aile ne de devlet tarafından korunamayan bu eğitimsiz insanların basın tarafından da dışlanarak bir malzemeden öteye geçemediği Sevgi Soysal’ın vurguladığı diğer bir noktadır. Sevgi Soysal, Politika gazetesinde yayınlanan yazılarından derlenmiş “Bakmak” ta, namus cinayetinin diğer bir yönünü, kadınların kendi namuslarını korumaya çalışırken düştükleri suçlu The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 631 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri durumdan kendilerini kurtaracak mevcut bir ceza kanunun işletilememesinden ve çocuklara bile acımayan bu çarpık düzenin adalet sisteminden, hukukun siyasallaşmasından şikâyetçidir. ”Daha ana rahmindeki çocuğu bile cezalandırabilen bir düzenin Emine’si çekmiş tabancayı, kendisine sarkıntılık eden adamı vurmuş. Adaletlerin adaletleriyle yargılayacağız elbet onu. Belki 24 yıllara mahkûm edip suçunu cezasız komayacağız.” ( Soysal, 2004: 153 ) Toplum ve devletin kadının namusunu korumakta yetersiz kaldığı bir durum söz konusudur. Erkeğin sarkıntılık etmesi toplum tarafından onun erkekliğinin biri parçası olarak kabul edilmekte ve herhangi bir yaptırım uygulanmamaktadır. Ancak sosyal hayatın dışında bırakılan ve bu hayata katıldığında erkek tarafından cinsel istismara uğrayan kadın hem toplum hem devlet tarafından suçlu ilan edilmekte ve cezayı hafifletici sebepler göz ardı edilmektedir. Erkeğin işlediği suç "erkekliğime hakaret edildi" gibi sebeplerle hafifletilirken kadın kanun nazarında bu tip mazeretlere sahip değildir “Katil sanığı erkekse, “Erkekliğimle alay etti hâkim bey,” demesi en esaslı hafifletici sebeplerden sayılır. “Ya her cinayet işleyen, bu hafifletici sebebe sığınmaya kalkışırsa?” demeyin, erkekliğiyle alay edilmiş olduğunu söylemek bile adamlığı konusunda etrafta hafif bir kuşku demek olur ki, hiçbir hüküm hafifletmez bunu. Kadınlığımla alay etti, kadınlığına hakaret etti,” cümleleri hafifletici sebep olmuyorsa, bu da her uydurmanın kolay ve etkili olmadığındandır. “( Soysal, 2004:109) Sevgi Soysal, toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla kaleme aldığı eserlerinde namus cinayetlerini mağdurun psikolojisini yansıtarak verir. Bir gazete haberinden yola çıkarak yazdığı Hanife hikâyesinde, on iki yaşındayken beşi biryerde karşılığında, ona değer verdiğini sandığı Hasan, evlenme vaadiyle onu kandırarak, Hanife’nin itirazına rağmen döverek ırzına geçer. Abisi Ahmed, babası Kara Ali, nişanlısı Mustafa, namuslarına sürülen lekeyi temizlemek için Hanife’yi öldürmeye karar verirler. “Hanife’nin gözünü bağladılar. Tepinmedi. Yere tükürdü. Bu hepinize. Sizde beni vuracak yürek ne gezer? Son ana kadar inanmadı vuracaklarına. Yürekleri tükenir şimdi. Sonra vuracaklarını anladığı son anda, herkes Hanife’ye gurban olsun diye ağladı az. Herkes Hanife’ye gurban olsun. Alman ’un Kaymukam’ı da.” ( Soysal, 2009: 176) Kadına yönelik cinsel şiddetin bir sonucu olarak ortaya çıkan namus cinayeti, kadın ve erkeğe uygulanan toplumsal baskının neticesidir. Soysal’a göre toplumun çürümüş yapısı bu durumda kadını tek suçlu ilan edip yalnız bırakmakta ve devlet bu cinayetleri önleme konusunda yetersiz kalmaktadır. Soysal, birey olarak direnmenin önemini vurgulayarak bireyselleşmenin bu tip faciaların önüne geçebileceğine vurgu yapar. Ancak toplumsal birliktelik olmadan birey tek başına kendini kurtarma konusunda, Hanife örneğinde olduğu gibi, başarısız olmaktadır. Soysal, kadının yaşama hakkı ihlali ile sonuçlanan namus cinayetlerinin bitmesi için bireyi merkeze alan bir öneri sunmaktadır. Bireye ve onun vücuduna ve hayatına sahip olmak gibi en temel haklarına imkân tanıyan ve bireyi insani değeriyle ölçen bir toplum kadına yönelik hak ihllalerini ortadan kaldıracak bir çözüm sunabilir. Böyle bir toplum da ancak tek tek bilinçli bireyler tarafından inşa edilebilir.( Erkol, 2015: 286) 3. Fiziksel Şiddet Dünyada ve ülkemizde kadına yapılan hak ihlallerinden fiziksel şiddet birinci sırada yer alır. Kadınların fiziksel şiddeti yaşamasının yanında asıl önemli sorun kadınların kendilerini koruma konusunda bilgisiz olmalarıdır. Son yıllarda kadın haklarının korunması ve şiddetin önlenmesi konusunda sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinde artış olduğu görülür. Kadınlar, hemcinslerinin hakları ve şiddetten korunmaları konusunda bilinçlendirme faaliyetlerinden biri olarak "İnsan Hakları ve Çözümler" adlı bir dernek kurmuşlardır. Bu dernek tarafından çıkarılan The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 632 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri "Haklarımız Var" isimli kitapta fiziksel şiddet şöyle tarif edilir: “Bedeninize yönelik her türlü saldırı, fiziksel şiddettir. Tokat, tekme ve yumruk atmak, sarsmak, hırpalamak, boğaz sıkmak, bağlamak, saç çekmek, herhangi bir cisim atmak, kesici ve delici aletler ya da ateşli silahlar ile yaralamak, işkence yapmak, sağlıksız koşullarda yaşamaya zorlamak, sağlık hizmetlerinden, yararlanmayı engellemek ve öldürmek gibi eylemler fiziksel şiddet tanımına dâhildir. ”( Kaynak, 2001: 20) Kadının bedenine yönelik şiddet içeren eylemler ve onun yaşam için gerekli çeşitli haklardan mahrum yaşamaya zorlamak bu tanımın kapsamı içerisinde yer almaktadır. Sevgi Soysal’ın eserlerinde kadına uygulanan fiziksel şiddet unsurları üç temel başlıkta ele alınmıştır. Eşlerin uyguladığı şiddet, devletin kadınlara uyguladığı fiziksel şiddet ve günümüzde de devam etmekte olan kadının yaşama hakkını elinden alan namus cinayetleridir. Fiziksel şiddetin meşruiyet kaynakları toplumsal temayüllerde ve dilde kendine varlık alanı bulur. ‘Kız çocuğunun şiddet ile terbiye edileceğine dair söylemler, Kızını dövmeyen, dizini döver, Demir tavında, dilber çağında’ (Aşan, Demir, 2015:190) Toplumun yanlış eğitim anlayışının ve kadına ikinci sınıf insan olarak bakış bu durumun nedenleri arasında sayılabilir. Dil aracılığıyla günümüze kadar gelen bu toplumsal rahatsızlık, erkeğin iktidar aracı olarak gücünü kadına karşı kullanmasını meşru sayar. Ülke genelinde en fazla belirtilen eylem tokat atmaktır. Her 100 evlenmiş kadından 37’si bu davranışı yaşadığını ifade etmektedir. (Hatunoğlu, Hatunoğlu ve Avcı, 2014: 446) Bu toplumsal hastalık pek yazarın eserinde olduğu gibi Sevgi Soysal’ın eserlerinde de eleştirilmiştir. Soysal, "Şafak" romanında kırsal kesimden gelen ve eğitimsiz kadın karakter Firdevs’in, erkekliği güçle, gücü de şiddetle tanımlayan hastalıklı "erkek" anlayışını eleştirir. “İrkeğe sogri sorma dogri diyeldir… Benim Abdullah bir sogri içün beş tokat patlatır, öyle erkek adamdır ki…” ( Sosyal, 2014: 119) Soysal, Firdevs’in kocasından gördüğü şiddeti, erkekliğinin ispatı gibi görmesine ve her şartta kocasına itaat etmeyi gerekli görmesine toplumun yaşamış olduğu kronik rahatsızlığın semptomları olarak dikkati çeker. Soysal, fiziksel şiddeti önlemede bireysel özelliklerin, toplumsal kalıpları kırmaya yeterli gelmediğini, kırsal kesimden gelen gündelikçiliğe giderek ailesinin ihtiyaçlarını karşılayan zeki, çalışkan, itaatkâr Hayriye ve iyi niyetli ve yumuşak huylu kocası Sefer’in istemeyerek de olsa karısına şiddet uygulamasını örnek vererek açıklar. "Darende köyünden geleli, Sefer’in hiçbir düşüncesi, tavrı değişmemiş gibidir ve Hayriye’yi ne kadar severse de, Hayriye ’siz yaşaması, bu hiç kavramadığı kentte varlığını sürdürmesi mümkün değilse de, hepsi okumakta ve uyanık olan çocukları, yıllardır her fırsatta ona çok ley anlatmaya ve açıklamaya çalışmışlarsa da, analarının dağlar gibi ardındansalar da, Hayriye, kocasına, ”herif bu işi bırak, bunda yarar yok,” diyemez; kocasına yol çizemez, hele hele söylenemez. Bunu yaparsa, Sefer, o kolay el kaldırmayan, gecekondu kadınlarından paralarını toparlamayı bir türlü beceremeyen, onların sövgülerini, yalanlarını, kurnazlıklarını sineye çeken Sefer Hayriye’ye bir tokat patlatıverir. Böyle, bunun böyle olması gerektiğinden inandığından sadece. Köyde böyleydi, erkek işine karışan kadına, bu tokat atılmalı. İçi yansa da atar bu tokatı Sefer. Ve bunca yıldır, kimse engelleyememiştir bunu…"( Soysal, 2014: 48) Soysal, daha çok kırsal kesimlerde ve az gelişmiş toplumda varlığını devam ettiren katı erkek zihniyetin, insanların eğitilmesi bir yana ondaki iyi özellikleri de ortadan kaldırdığını vurgular. Soysal, Adana’da sürgün günlerinde, sokakta kurulmuş panayırda şahit olduğu ve içinde fiziksel şiddetin yaşandığı sahneyi tasvir eder. Evlat olarak erkek çocuğu gören ve onu sahiplenen erkek, kız çocuğunu ve karısını toplum içinde fiziksel şiddete maruz bırakmaktan çekinmez."...Oğlunun elinden tutup, kızını karısının eline bırakmış işçi kılıklı biri, karısına uluorta The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 633 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri sövüyor. Mezhebine… min karısı! Kadın ansızın öfkelenip uzaklaşıyor kocasından. Adam sille tokat yürüyor üstüne. Ortalık karışıyor; jandarmalar düdük çalıyor. Yerdeki toz tabakası daha çok kalkıyor, çocuklar daha çok toz yutuyorlar." ( Soysal, 2014: 42) Soysal, kadın cinsini ötekileştiren, toplum içinde kadını dili ve eliyle taciz ederek, kadının yaşadığı trajediyi attıran erkekleri eleştirir. Soysal’ın kadınlara ve işçilere, ezilen sınıfı temsil ettikleri için gösterdiği şefkati bu örnekte Soysal’ın vurgusuyla “işçi kılıklı” adam için göremeyiz. Soysal’ın dikkati çektiği diğer önemli nokta ise çocukların şahit olduğu fiziksel şiddetten yetişkinlere göre daha yoğun etkilenmeleridir. Kadına fiziksel şiddetin bir türü de insan sağlığı için uygun olmayan koşullarda mahkûm olarak tutulmalarıdır. Sevgi Soysal, medeniyetin merkezi sayılabilecek Ankara şehrinde hapishanelerin fiziksel koşullarını çağın çok gerisinde olmasını ve kadınların ihtiyaçlarına göre düzenlemeler yapılmasının devlet tarafından “kadın mahkûmlara ödül” sayılacağı anlayışını eleştirir. “Merkez Cezaevi’nin havası pembe değildir, hiçbir renk değildir., lağım kokusudur sadece. Merkez Cezaevi’nde kadın tutukların yemeklerini pişirdikleri yerin tavanından, yukarıdaki helalıların suları damlar durur. Hela sularının kayganlaştırdığı taşlıkta da, analarıyla birlikte tutuklu bebeler kayıp kayıp düşerler. Merkez Cezaevi kadınlar kısmı iki katlıdır. Yukarda, sıkış sıkış tahta ranzalarda, ranzaların iki misli sayıda kadın, bebelerini eze eze yatarlar. Ranzalardan açıkta kalan taşlığa da şilteler serilir. Pencere camları kırıktır. Yukarıdaki helaların suyu akmaz.” ( Soysal, 2008:148 ) Sevgi Soysal, kadın tutukluların merkez cezaevinin sağlıksız koşullarında yaşadıkları sıkıntıyı söz konusu eder. Kadın yönelik bu fiziksel şiddet en çok bebeği ve küçük çocuğuyla kalanları etkilemektedir. Soysal uygun olmayan koğuş şartlarının görüşme salonlarında da olmasını yadırgamaz. İnsani bir yaklaşıma sahip olmayan zihniyet, bireyin onurunu zedeleyen her türlü fiziksel şiddeti yaşatmakta bir beis görmemektedir. Mahkûm olmak insani her türlü haktan mahrum bırakılmakla eş tutulmaktadır. “Avlunun bir köşesine, aynı kümese benzeyen bir şey yapılmış. Kadın görüşçüleri onun içine tıkıyorlar. Mahkûmlar da kümesin avluya bakan teli önüne yığılınca, bağrış çığrış başlıyor görüş. Kimsenin kimseyi duyması, doğru dürüst konuşması mümkün değil. Ama önemli değil bu. İnsanca koşulların sözü bile edilemeyecek bir cezaevinde kadın görüşçülerin bir kümese tıkılması son derece doğal.” ( Soysal, 2008: 99) Soysal, kadınlara yönelik fiziksel şiddetin, insana değer vermeyen mevcut düzen tarafından yapılmasının onu şaşırtmadığını vurgular. Kadınlara uygulanan fiziksel şiddetin bir başka boyutu da kolluk kuvvetlerinin ve yüksek memurların, görevlerini kötüye kullanmaları, hedonizmlerini, devlet faşizmiyle desteklemeleridir. Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda, hayat kadınlarının ve gece içkili yerlerde çalışan kadınların bu kimseler tarafından görmüş olduğu fiziksel şiddeti eleştirir. Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda Melahat’ in hapishaneye düşmesi anlatılırken buna vurgu yapılır. Melahat gece kulübünden çalışan bir kadındır. İşi gereği bir sarhoş ast subayla yediği yemek sonrasında astsubayın ahlaksız teklifini reddeder. Ancak aralarında geçen diyalog, kadının haklarının, görevini kötüye kullanan bir görevlinin baskısının anlatılmasıdır. Sonuçta görevli kendi kişisel isteklerine direnen bir kadını hapse attırır. "Gel diyorum bak. Sonra fena yaparım. ”Ne yaparmışsın. Hadi yallah! Hürriyetim değil mi? İstemiyorum. ”Hürriyet falan bilmem. Buranın hürriyeti benden sorulur.”“Aaa, deli mi ne? Defol dedim, sarhoş herif!”…Astsubayın ifadesine bakılırsa kadın ona “puşt, pezevenk” demiş." Melahat, yaptığı iş nedeniyle hor görülen bir konuma sahiptir. Bu nedenle ondan her türlü şartta erkeğin teklifini kabul etmesi beklenir. Ancak Melahat kendinden bekleneni yerine getirmeyince ‘erkeğe hareket ettiği gerekçesiyle’ hapse girer. The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 634 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri Fakat hapse girmesi sırasında yaşananlar toplumsal cinsiyet ayrımcılığının bir başka göstergesi olarak değerlendirilebilir. “Kadının ifadesine bakılırsa, astsubay onu zorla getirmek isteyip, direnmeye kalkan kadına bir iki de patlatmış. Neyse. Bizim astsubayın Yıldırım Bölge’de forsu varmış. Meşgul Melahat’ı görev başında bana hakaret etti diye ya da orduya hakaret etti diye, burası da tam açık değil, şikâyet etmiş. Meşgul Melahat da Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşuna böyle düşmüş işte. Yanında, tanıklığa kalkan bir meslektaşıyla birlikte.” Melahat, astsubayın şikâyeti üzerine hapse girerken olaylara şahit olan arkadaşı işin gerçeğini anlatmak için tanıklık etmek ister. Ancak kadının tanıklığı toplumsal konumu nedeniyle, kabul edilmediği gibi hapse düşmekten de kurtulamaz. Keyfi bir adalet sisteminin eleştirildiği romanda Soysal, hayatın kaosuna yakından tanıklık eden bu kadınların görmüş olduğu eziyetlerle birlikte faşistle şen devlet görevlilerini de tenkit eder. Soysal, romanda bu devlet görevlilerinin gücünün kimsesiz ve düşmüş kadınlara yettiğini ifade ederek kendisi gibi ideolojik nedenlerle hapse girmiş kadınlara güç yetiremediklerini belirtir. Çünkü idealleri bu kadınları erkek egemen zihniyete karşı güçlü yapmaktadır. İnsanın temel fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmasının engellenmesi insana yapılan şiddet kapsamında yer alır. Bunun fiziksel açıdan güçsüz kadınlara uygulanması ise bu şiddetin derecesini artıran bir unsur olarak Sevgi Soysal’da yer alır. Yıldırım Bölge Koğuşu’nda, hapsedilen kadınlara uygulanan muamelenin gayri- insaniliği eleştirilir. Açlık ve tuvalet gibi ihtiyaçlarını görmesine bile izin verilmeyen bir ortamda gözaltı sürecini yaşayan kadın tuvalete de iki askerle birlikte gönderilir. “Tam yirmi dört saattir ordan oraya buyurtulduğum için hem açım, hem de sıkıştım. Sonunda kapıdaki astsubaydan tuvalete gitmek için izin istemek zorunda kaldım. Astsubay yanıma iki tomsonlu er verdi. Onlarla birlikte girdim helaya. Baktım olmayacak, geri döndüm.” (Soysal, 2008: 22 ). Soysal, gözaltı sürecinde yaşadıklarını anlatırken kadın-erkek farkının gözetilmediğini ayrıca vurgular. Fiziksel açıdan erkekten farklı olan kadın bu ihtiyaçlarını giderirken kadın görevlilerden yardım alabilecekken bu durum dikkate bile alınmamıştır. 12 Mart döneminde insanlık dışı muamelenin dozajının gittikçe artığı görülür. Soysal, bizzat şahit olduğu kadına devlet tarafından uygulanan fiziksel şiddetin bir örneği olarak, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda kadın mahkûmlara dayak atmanın sistemli hale getirilmesini gösterir. “Polis Zafer’in dilinde ”dayak” sözü dolaşıyor durmadan. Bunu yalnız bizleri yıldırmak için söylemediği muhakkak. Her sabah Mamak’ta yapılan brifinglerde kadın tutuklulara da dayak atmanın gündemde olduğunu biliyoruz.” ( Soysal, 2008: 217). Bu dönemde, dayak atılması görevlilerin kişisel tercihinden çok devletin bir politikası haline getirilmiştir. Devlet baskıyı daha artırarak gücünü ispatlamaya çalışmakta ve bu nedenle mahkûmlara işkence etmektedir. Başlangıçta kadın mahkûmlara dayak atmak gündemde değilken 12 Mart sonrası verilen brifinglerle bu durum değişmiş ve kadın mahkûmlar da dayağa maruz kalmıştır. Soysal, hapishanelerin bu şekilde devletin ideolojik aygıtına dönüşmesini eleştirir. Soysal kadınların hapishane ortamında maruz kaldığı şiddeti faşist bir anlayışın sonucu olarak görür. Hitler’in ölüm kusan Stuka’ları, “Panzerregiment”leri dünya efendiliğine yetmedi. Bu durumda, kurdeleli, yaldızlı sünnetin getireceği adamlık ve efendilik coğrafyasını mümkün olduğu kadar dar tutmak zorunda kalıyoruz; organdan doğan efendilik ancak karı dövüp, genç coplamaya yetiyor çünkü. (Soysal, 2008: 109) Yaptığı katliamlarla, Soysal’ın vurguladığı gibi "dünya efendiliğine" soyunan Hitler gibi iktidarını cinsiyet ayrımcılığı üzerine kuran bir "efendilik anlayışı" da gücünü göstermek için tek yol olarak şiddeti kabul etmektedir. The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 635 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri 4. Duygusal Şiddet Soysal’ın eserlerinde kadına yapılan duygusal şiddet, kadına yönelik önemsenen unsurlardandır. “Hakarete uğruyor, aşağılanıyor, başka kadınlarla karşılaştırılıyor, aldatılıyor, tehdit ediliyor, istediğimiz insanlarla görüşmemiz engelleniyorsa duygusal şiddettir.” Yazar duygusal şiddetin siyasal bağlamda uygulandığını, dönemin siyasi suçlara yönelik duygusal baskılar geliştirdiğini, bunun fiziksel şiddetin de ötesinde yaralayıcı olduğunu söyler. Sevgi Sosyal, politik yazılarında, “devletin her gün çocuklarını öldürerek” analara en büyük şiddeti uyguladığı, anaların eyleme geçmelerine dahi tahammül edemediği, onları kendine düşman gördüğünü ileri sürerek sert bir şekilde eleştirir. ’Güneşin hemen her gün, bir gencin üçlüsü üstüne kapandığı bugünlerde, analar eyleme geçtilerse bunun için geçtiler. Hadi itiraf edin, gençliği hiç mii hiç sevmediğinizi. Siz “agucuk” deyince o “ gugucuk” yapmıyor diye onu bu yüzden copladığınızı, kanına canına girdiğinizi itiraf edin! Ve analara, işte en çok bu yüzden hırçınlaşıp kinlendiğinizi itiraf edin! Edin de olsun bitsin! Merak etmeyin, analar işkence yapmaz.”(Soysal, 2004: 47) Soysal, anaların, duygularına hassasiyetlerine değer verilmemesiyle onlara psikolojik baskı yapıldığını iddia eder. Sevgi Soysal, politika yazılarında, toplumun kadın algısını duygusal şiddeti artıran bir unsur olarak görür. Özellikle kadını sövgü nesnesi olarak kabul edilmesi ve çocukluktan itibaren toplumun şuuraltına temellük etmesinin sonraki duygusal şiddeti makul hale getirdiğini vurgular: “Çocuklarımız analarını durmadan anarken, büyüklerimiz geri kalır mı? Karakollarımızdan asker ocaklarımıza, emniyet bodrumlarından Kontrgerilla köşklerine dek yurdumuzun dört bucağından analar dolu dolu sunturlu sunturlu sövülmektedir. Daha ne olsun? Çok erkek erkekler, kahvede pişpirik oynarken tarlada kadınca işler yapan, bu arada hem doğuran, çocuk düşüren, kanamadan ölen ve böylece bellenen analarımız da caba. Doğrusu ya çok bellenir bizim analarımız. Hem bizim anamız, hem analarımız bizzat bellenir durur”. ”(Soysal, 2004: 77) Soysal kadının hem adına cinayet işlenen, hem de aşağılanan sövülen varlık oluşundaki paradoksa dikkat çeker. Bir yandan bacılarına sövüldüğü için cinayet işler, bir yandan da başkalarının karısını, kızını, kız kardeşini, annesini küfürlü sözlerle aşağılar. Soysal, 12 Mart tutukluk dönemine atıfta bulunduğu bir yazısında, çocuklarına işkence yapılan annelerin masum annelik reflekslerinin aşağılanması ve tahkir edilmesini eleştirir. “Analara yapılan zulüm” lere verdiği örneklerden Şaban İba’ nın anası ve Taylan Özgür’ün annesinin yaşadıklarını anlatır: “Çocuklarından günlerce haber alamayan, bir sağlık haberi için her şeyi sineye çeken analar. Şaban İba’ nın anası yılmazdı. Tepedeki gözetleme kulelerine bakar, ”aboo, bunlarla kuzucuklarımızı mı gözetleyeler, lan bunlar gâvur mu?” diye bağıra bağıra sorar, o sırada elleri kelepçeli ya da zincirli, mahkemeye götürülen gençler olursa, onları götüren erlere veryansın ederdi: “lan gâvurun dölleri nereye götürüyorsunuz kuzuları? Soysal’ın unutamadığı annelerden biri de Taylan Özgürün annesidir: “Oğlunun yanı başında, ‘on liralık orospu! Diye işkence gören… Evet, bir oğlunun öldürülmesi bu anaya az bulunduydu da öbür oğluyla birlikte hem işkence görüp hem de tutuklandıydı.” (Soysal, 2005: 78) Soysal, ideolojik ve etnik ayrımı gündeme getirir. Sevgi Soysal, Radyo Konuşmaların ‘da Kuzey İrlanda sorununda çocuklarını kaybeden anneler ve ülkemizde vurulan gençlerin anneleri arasındaki ortak acıyı vurgular: “Analar meydanlarda toplanıp “As olan hayattır” diye bağırdılar. Analar, düşünceler yerine silahları konuşturanlara karşı, “Çocuklarımızı öldürmeyin ,” diye haykırdılar.” Soysal’ın romanlarında duygusal şiddetin siyasal göndermelerinin yanında toplumsal göndermeleri de görülür. Geleneksel toplumdaki yanlış kadın algısı, kadına yapılan duygusal şiddeti The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 636 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri arttırır. “Geleneksel toplumun ataerkil ideolojisi, Batılı felsefeden beslenir ve kadın özel alanla sınırlandırılır. Kamusal alanda kadının kendi kimliğini belirlemesi ve özgürleşmesi, kendine ait dili, pratik hayata aktarmasıyla doğrudan ilgilidir. ( Mengü, 2006: 113 ) Sevgi Soysal "Yürümek" adlı eserinde toplumun kadını eve kapatan anlayışı tenkit edilir ve yazar bunu duygusal şiddet kurgularında belirtir. “Balıkçılar topladılar ağlarını. Beş küfe hamsi Karadeniz’e geri döküldü. Beş küfe boşa ölüm. Hiçbir şey aşamaz belirli bir sınırı Tirebolu’ da. Beş on metrelik, beş on bin liralık, yüzgörümlüklü, başlıklı, düğün yemekli, sünnetli, oruçlu, şeker ve kurban bayramlı, büyüklerin eli öpülesi ve yanlarında cigara içilmeyesi, erkekten tat alınamayası ve kadının insandan sayılmayası, çünkü erkeklik gururlu ve aile namuslu, tüfekli, tabancalı bir sınırı. Yalnız arada bir, Karadeniz’in dalgaları alışılmış apartman boyutunu aşarlar; arada bir, bir Tirebolulu Tirebolu sınırlarını aşar. Tabancalar, tüfekler patlar, bir ölümün ardından düzen kurulur Tirebolu’da. (Soysal, 2009: 33) Tirebolu kendine has yapısıyla içine kapalı bir toplumdur. Kadın da bu toplum yapısı içinde kendine yer bulamaz ve sosyal hayatın dışında tutulur. Soysal, 12 Mart tutukluk dönemine ilişkin hatıralarında duygusal şiddetin kadın mahkûmlardaki etkisine dikkat çeker. Soysal’ın deyimiyle ilk dönem “Yatılı Kız Mektebi”, ikinci dönem askeri hapishaneye dönüşür:”…Hiç olmazsa, görüş sırasında karşılıklı oturuyor, demir kafeslerin iki yanına vahşi hayvanlar gibi yırtınıp, deliler gibi bağırmak zorunda kalmıyorduk. Yine de evet bütün haksız suçlamalar ve uygulamalar bir yana, vahşi hayvan yerine konmuyorduk henüz.” (Soysal, 2008: 55) Soysal, hapishane şartlarının fiziksel bir şiddet yapılmasa dahi duygusal etki bıraktığını vurgulayarak duygusal şiddeti dikkate sunar. Ancak hapishane ortamında mantığı olmayan gerekçelerle kadının şiddete maruz kalması ve fiziksel şiddetle birlikte kadın onurunu zedeleyen küfürler kadının duygusal şiddet yaşamasına neden olmaktadır. Ülker’in pervasızlığından övünçle bahsederken aynı zamanda yapılan suçlamaların gereksiz ve saçma olmasını da tutuklu kadınlara yaptıkları küfürleri de vurgulayarak muhataplarının seviyesini de ortaya koymuştur. “Abla inanır mısın, en çok pasta için dövdüler beni.” Ülker bir gün Mahirler’e pasta götürmüş bunca kovalamaca arasında belki canları çekmiştir diyerek. İşkencede birinin ağzından almışlar bunu. Hemen Ülker’i yeniden çekmişler sopaya. “Vay orospu, onlara bir de pasta götürürsün ha!” …Aç halka,” Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler,” diyerek, onları hiç umursamadığını gösteren Mari Antuanet gibi, Ülker de, haklarında itlaf hükmü çıkmış avlara pasta getirerek, avcıları, işkencecileri takmamış olmuyor mu? Pasta götürmek da, pasta yemekte yılgınlığa fazlasıyla ters düşüyor. Sizi takmıyorum ”un daha açıkçası olur mu? (Soysal, 2008: 107) Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda, yapılan psikojik baskıların her geçen gün artmasını yeni getirilen selam verme yasasıyla örneklendirir. “Amacın, bizleri iyice aşağılamak, horlamak olduğunu seziyoruz. Daha çok, daha çok sıkıntı çekmeye herkes hazır. Ama daha çok aşağılanmaya hayır, buna hazır değiliz henüz…Ama bu selam meselesi, ”baş üstüne komutanım” meselesi, Kızıldere’nin ve idamların ardından, yutulmaz bir kılçık gibi takıldı boğazımıza….” (Soysal, 2008: 159) Soysal, fiziksel şiddetten öte onur kırılmasının şiddetin etkisini arttırdığını anlatır. “Rahat!” Ama kimse bozmuyor durumunu, Herkes, yine haz rol durumunda taş gibi, ”Rahat!”…”Rahat!” dedim sözcü, rahat, dedim.”…”Biz, böyle rahatız komutanım! Yazar uygulanan şiddette, askerî yönetim uygulamalarının etkili olduğunu da vurgular. The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 637 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Öğle Vakti’nde Gülsel zengin bir aileye mensup eğitimli bir kızdır. Parası ve talihi olmayan kocasıyla evlendiği zaman babası rüşvet nedeniyle hapistedir. Gülsel’in babası damadına işleri düzelen kadar maddi yardımda bulunur. Maddi imkânları genişleyen adam sonunda Gülsel’i aldatır. Gülsel eşinden boşanır ve yasal nafaka hakkını elde eder. Ekonomik anlamda desteklenen Gülsel’in duygusal şiddete maruz kalması Soysal tarafından vurgulanan noktadır. Çünkü Gülsel’in eşinden boşanma sebebi fizikî yıpranmışlığıdır. Kocası üç çocuk doğurmuş, on beş kez kürtaj olmuş karısını yanına yakıştırmadığı için boşar. Gülsel, bütün hayat enerjisini kocası ve ailesi için tüketen diğer kadınlar gibi, sorumluluklarının zamanla kadında oluşturduğu yıkımdan kurtulamamıştır. Eşi ile aynı yaşta olmasına rağmen daha yaşlı ve ‘’yıpranmış” görünmektedir.” Ben ne yapacağım, diye ağlayıp zırlama! Sana şimdi babanın bir zamanlar bana yapmış olduğu yardımın çok üstünde nafaka ödeyeceğim. Başka ne yapabilirim? Ben şimdi senin karşına geçip çok yıprandım diye ağlasam bir anlamı olur mu? Yıpranmasaydın derler adama, görüyorsun ki yıpranmadım ben. Tam aksine, şimdi eskisinden çok daha beğenilir durumdayım. Herkes belirli yaştan sonraki görünüşünden sorumludur.” (Soysal, 2014: 482) Soysal, ailelerde görülen aldatma ve boşanma sebebi olarak erkeklerin zamanla yıpranan eşlerini beğenmemeleri olarak tespit etmiştir. Gülsel, evliliğin ilk yıllarında eğitimli ve zengin bir aileden gelen bir kadın olarak eşinin akşam partilerine katılacak kadar bakımlı bir kadındır. Ancak hayatın getirdiği zorluklar onun fiziksel olarak yıpratır. Soysal bu şekilde Gülsel’i kırsal kesimdeki bakımsız, kendine özen göstermeyen, kendini eşine beğendirme niyetinden uzakta olan kadınlardan ayırır. Soysal, toplumda ‘’taşyürekli’ kocaları tarafından duygusal şiddete uğrayan bu kadınlara acıma hissiyle birlikte bu yıpranmışlıktan kendilerinin sorumlu olma konusunda erkeklerle aynı düşüncede olduğunu belirtir. 5. Ekonomik Şiddet Kadın hakları ihlallerinde şiddetin bir başka boyutu olarak ekonomik şiddet söz konusu edilir. Ekonomik şiddet Ankara Barolar birliğinin kadın hakları konusunda kılavuz niteliğinde hazırladığı kitapta şu şekilde tanımlanır: “Para harcama yetkimiz kısıtlanıyor, çalışmamız engelleniyor, paramıza el konuyorsa ekonomik şiddet yaşıyoruz demektir.” (Coşar, 2006: 16) Soysal’ın eserlerinde ekonomik şiddet yaşayan kadınlar çeşitli bağlamlarda ifade edilir. Boşanmış fakat nafaka alamayan kadınlar, devlet tarafından hakları korunmayan kimsesiz kadınlar, orta halli ve zengin kadınlar tarafından sömürülmüş kadınlar Soysal’ın kalemine ekonomik şiddete maruz kalan kadınlar olarak yansımıştır. Soysal’ın “Şafak”, romanında Firdevs’in dramını arttıran etkenlerden ilki kocasının ona nafaka vermemesi, kocası başta olmak üzere kimsenin ona sahip çıkmamasıdır: “Ne görüşmecisi var, ne parası. İki çocuk bir de can bakıyor meydancılık yaparak. Bebesini boklu helalarda doğurduğu gibi, yirmi dört yıl günü de sineye çekmiş. …” Yazar, resmi nikâhı olmadığı için medeni kanuna göre nafaka hakkı talep edemeyen Firdevs’in haklarını savunur, kocasının eşine ve çocuklarına karşı ilgisizliğini tahkir eder. Romanda Firdevs karakterinin trajedisini artıran ikinci unsur, devletin sosyal politikalarının ve kurumlarının dul ve çaresiz kadınlara elini uzatmamasıdır: “Oysa seyretmeliler, sabah beşte kalkıp helaları yıkayan Firdevs’i, anasının memesine umutsuzca yapışmış Ahmet’i. konuşmayı, her şeyi cezaevinde öğrenen, dünyayı her kafası bozulandan şamar yediği avlu içi kadar sanan Cevdet’i görmeliler. “(Sosyal,120) Soysal, mahkûmiyet almış annelerin çocuklarının fiziksel ve psikolojik olarak sağlıksız, sevgisiz ortamlarda büyümesini eleştirir. Aynı romanda mahkûmiyet almış, Firdevs ve Güllü karakterlerinin yaşamış olduğu dram anlatılırken Alman ve Türk devlet- The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 638 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri lerini insan hakları bakımından karşılaştırılır. ”Alamanya’da hapis yattım. Menderes’imi ‘haym’a kodular. Bebeğe iyi oldu. Az tosunladı. Bana sorsan hep hapiste kalacam. Bura bakma sen, ordaki hapishane diyel, otel. Duş var, kino var…” Güllü Almanya’daki hapishane hayatından son derece memnundur, fakat Alman devleti Güllü’yü çocuğu ile birlikte memleketine iade eder. Memleketinde Güllü ’nün oğluyla birlikte yaşamış olduğu yalnızlık ve çaresizlik, açlık ve sığınacağı bir kurumun olmaması, parkta tanıştığı ve onu geneleve satan Abdullah’ı onun gözünde kurtarıcısı haline getirir. Öyle ki, hapishanenin bütün zor koşullarına rağmen, Firdevs’in sığınacak bir çatısı olması, karavana ile çocuklarının ve kendi karnını doyurması, erkekler tarafından köle gibi satılan Güllü’ nün yanında, trajedinin şiddetini azaltan unsurlar olarak vurgulanır. Romanda Firdevs bir kadın olarak ekonomik şiddete maruz kalır ve bu ekonomik şiddete maruz kalmasında kadın olması ve toplumsal kimliğinin bir etkisi vardır. Fakat mahpushanede diğer kadınlarla birlikte kalmasına rağmen, kadınlar Firdevs’e işkence etmekten veya onun işkencesinin katlanmasına sebep olmaktan geri durmazlar. Aksine onu hor görerek, onu dışlayarak, dramının farkına varmayarak, onun şiddeti daha derinden yaşamasına sebep olurlar. Böylece Sevgi Soysal, kadının yaşadığı ekonomik şiddette hemcinslerinin dayanışması gerekirken, birbirlerine karşı olumsuz bakışın bu dramı arttırmasını tenkit eder. Soysal, makalelerinde, “ev kadını” kavramını kendi hayat tecrübesiyle destekleyerek tanımlamaya çalışır.” Sözüm ev kadınlarına değil. Ev kadınlığını da küçümsemiyorum. Bunca işte çalıştım, en zor ve nankör işin ev kadınlığı olduğunu bilirim. Benim üstünde durduğum, kadını bir ev çerçevesi içine kapatmak isteyen, böylece kadının coğrafyasını daraltacağını uman anlayış. Ortalıkta rahat cirit atabilmek için, hiç olmazsa nüfusun yarısını eve kapatma aklı evvelliği. Bu “ev kadını” tamlamasında, kadını kapatmak gibi bir art niyet var. (Soysal, 2004: 89). Soysal’ın, Marksist anlayışın doğal dayanışma düşüncesinde olduğu gibi “ev kadını” olarak kadınların sahip olduğu sorumluluklara karşı olmadığı görülür. Onun karşı olduğu kadını eve mahkûm ederek, kadının kendisini geliştirmesini, engelleyen, ataerkil düzendir. Soysal, kırsal kesimden büyük şehre gelerek çalışan gündelikçi kadınların eşlerinden fazla kazanmalarına rağmen para harcama konusunda eşlerinin baskısı altında hareket etmek zorunda olmasını, ataerkil düzenin bir sonucu olarak kabul eder. Soysal, devletin yoksul ve kimsesiz kadınlara ekonomik ve sosyal haklar sunması gerekliliğini vurgulayarak devletin ihmalinin kadının yaşama hakkını elinden alabilecek seviyeye gelmesini eleştirir. Toplumda gelir seviyesi yüksek kadınların kimsesiz kadınlara olan duyarsızlıklarını, yardım gönüllüsü kadınların ise şefkat ellerini yoksul kadınlara değil de hastanede zaten yeterli bakımı alabilecek güçte olanlara yapmasını eleştirir.-Hastane kapısında, ölen kadından kim sorumlu peki?-Aman ne bileyim canım? Kocası, akrabaları, herkesin bir sahip çıkanı olmalı.Kendisine doğru dürüst sahip çıkabilecek güçte yakınları olanlar zaten hastane kapısında ölmezler ülkemizde. Onlar hastanede yatak da, oda da bulurlar. Doğum yaparken şefkat gönüllüsü melekler mi baktı kızınıza? (Soysal, 2014: 153) Sevgi Soysal, her kesimden kadının ekonomik şiddete maruz kalabileceğini ifade eder. Kadın eğitimsizlik, kimsesizlik veya toplumda var olan ve kadını sosyal hayatın dışında bırakan yanlış algı gibi nedenlerle yaşam kalitesini yükseltecek en önemli etkenlerden olan ekonomik haklarından mahrum bırakılmaktadır. Bu konuda birey ve toplum sorumlu olduğu kadar gerekli düzenlemeleri yapmakla yükümlü devlet de önemli pay sahibidir. Sonuç The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 639 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri Sevgi Soysal, kadınların sorunlarını devletin ve toplumun farklı yaklaşımları çerçevesinde ele almış ve kadın hakları ihlallerini eserlerinde toplumcu gerçekçi anlayışla işlemiştir. Soysal’a göre bu durumun failleri militarist devlet ve ataerkil toplum anlayışını sürdüren, yüzeysel ahlak anlayışına sahip, gittikçe duyarsızlaşan toplumsal yapıdır. Soysal, Kadın hakları ihlallerini, kadına şiddet ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı bağlamında ele alır. Kadını “hayatın emekçisi” olarak kabul eden Soysal’a göre kadınlar, devlet başta olmak üzere kocalarının, babalarının, erkek akrabalarının cinsel, fiziksel, duygusal, ekonomik şiddetine maruz kalmaktadır. Eserlerinde, kırsal kesimden kadınların daha çok namus cinayetlerinde yaşam hakkının elinden alındığını vurgular. Devletin varlık sebebi olan vatandaşlarının güvenliğini sağlama görevini siyasal çıkar hesaplarıyla yerine getirmemesini eleştirir. Soysal’ın kentli aydın kadınları da, kırsal kesimden gelen kadınlar gibi kadına şiddetten ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı sonucu ortaya çıkan eşitsizliklerden kendilerini koruyamamışlardır. Soysal’da kadına uygulanan şiddet türleri içerisinde çoğunlukla namus cinayetleriyle sonuçlanan cinsel şiddet ilk sırada yer alır. Soysal’ın roman, hikâye ve politika gazetesinde çıkan yazılarında cinsel şiddet devletin hapishanelerde uygulamış olduğu, Soysal’ın vurgusuyla, daha çok okumuş aydın kadınların maruz kalmış olduğu Falaka-Elektrik-Cop, sıralamasıyla ele alınmıştır. Kırsal kesimde yaşayan kadınların ve toplumda azınlığı temsil eden Roman aileler içinde rastlanan yakın aileden kimselerin cinsel saldırısına uğrayan kadınların çaresizliğini vurgular. Kadınların, töre cinayetleriyle öldürülmek veya mal gibi erkeklere satılmaktan başka seçenekleri yoktur. Cinsel şiddetin farklı bir boyutu ise kimsesiz küçük kızların derinlikli bir ahlak anlayışına sahip olmayan zengin veya üst bürokrasiden ailelerin oğulları veya ev içinde bulunan erkekler tarafından besleme kızlara uygulamış olduğu cinsel şiddettir. Bu kızların hamile kalanlarının evden kovulmak ve diğerlerinin ise sıcak bir yuva ve karın tokluğu karşılığında başlarına geleni sindirmek dışında seçenekleri olmadığı anlatılır. Soysal, cinsel şiddet sonucunda ortaya çıkan ve kırsal kesim kadınlarının yaşama hakkını elinden alan namus cinayetlerini devletin kanunlarının uygulanmasından çok yazılı olmayan toplumsal kuralların geçerli olmasını eleştirmiştir. Töre cinayetlerinde kadınların kadınlara karşı acımasız olmasını, ataerkil toplum düzenin kadını erkeklere benzemek zorunda bıraktığını vurgular. Kadının maruz kaldığı şiddet çeşitlerinden biri olan duygusal şiddet Soysal’da çok boyutlu olarak ele alınmıştır. Duygusal şiddetin en yoğun biçimini, devletin çocuklarını öldürerek annelere yaşattığını anlatır. Annelerin çocuklarını kaybetmesi sonucu yaşanan trajedileri dünyadan örneklerle destekler. Devletin gençleri öldürmesinde etnik ve ideolojik ayrımın olduğuna dikkati çekmiştir. Unutamadığı annelere örnek olarak sol görüşlü bir anneyi vermiştir, bu anne büyük oğlunu kaybetmesi bir yana, gözaltında diğer oğlunun yanında ağır hakaretlere maruz kalmıştır. Duygusal şiddetin psikolojik bir baskı unsuru olarak fiziksel şiddetin derecesini arttırdığını belirtmiştir. Kadınlara yapılan duygusal şiddetin bir boyutu da, çocukluktan itibaren kadınlara sövülmesidir, kadınların hem namus için cinayet işlenen hem de devlette işkence sırasında sövülmesine ve bu hakaretlerin toplum tarafından yadırganmamasını vurgulanmıştır. Kadınların eve kapatılması da duygusal şiddet türü olarak ele alınmıştır. Ekonomik şiddeti pek çok açıdan ele alan Sevgi Soysal, toplumun her tabakasından kadının ekonomik şiddete maruz kalabileceğini ifade eder. Kadın fakirlik, eğitimsizlik ve veya toplumsal cinsiyet ayrımcılığı gibi nedenlerle ekonomik şiddetle karşılaşabilmektedir. Bu konuda birey ve toplum sorumlu olduğu kadar gerekli düzenlemeleri yapmakla yükümlü devlet de önemli görevler düşmektedir. Soysal, kadın hakları ihlallerine bütün eserlerinde kadına şiddet bağla- The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 640 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri mında yer vermiş, kadının toplumdaki hak ettiği yere ulaşması için gerekli çözüm önerilerini de sunmuştur. KAYNAKLAR Aşan, N; Demir, T, (2015), Kadına Şiddetin Arka Planı: Atasözleri ve Deyimlerimiz. Turkish Studies International Periodical for The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Cilt 10/6 Spring, s. 179-196. Coşar, Ahsen, (2006), Kadın Hakları El Kitabı, Ankara Barosu Yayınları, Ankara. Dursun, Ş; Sertoğlu, E; Karakaya, E; Hergüvenç, B, (2015), Görünüm, Kadına Yönelik Cinsel Şiddet, Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı Bülteni, İstanbul. Erdoğan, Mustafa, (2006), İnsan Hakları, Matus Basımevi Reklam Ve Yayımcılık, 1. Baskı, Ankara. Erkol, A. Sibel, (2015), Sevgi Soysal’ın “Hanife’si, Hazırlayanlar: Şahbenderoğlu İpek, Şahin Seval, “İsyankâr Neşe,” Sevgi Soysal Kitabı, İstanbul. Gülendam, Ramazan, (2015), Türkiye’de Kadın Olmak, Cumhuriyet Devri Türk Romanında Kadın Kimliği 1960-1980 Kesit, İstanbul. Hatunoğlu, Y; Avcı, A, (2014), Anadolu Coğrafyasında Töre ve Namus Kıskacında Bulunan Kadına Yönelik Şiddet Uygulamanın Sosyolojik ve Psikolojik Boyutunun Değerlendirilmesi, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 5, s. 440-450 Kaynak, Deniz, (2001), Haklarımız Var Genişletilmiş, Aralık Basım, 15. Baskı, İstanbul. Kovanlıkaya, Çağlayan, (2014), Osmanlı’nın Son Döneminden Günümüze Kadın Yurttaşın İnşasında Ataerkil Zihniyet Şiddeti Türkiye’de Siyasal Şiddetin Boyutları (Ed. Güney Çeğin, İbrahim Şirin), Türkiye’de Siyasal Şiddetin Boyutları, İletişim, İstanbul. Kuyaksil, Ali, (2009), Türk Anayasalarında Kadın Hakları Ve Gelişimi, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:6 ¨ Sayı: 11, s.328-352, Kütahya. Mahçupyan, Etyen, (2009), Bir Mikro İdeoloji Olarak Militarizm, Zihniyet, Özne Ve Etik Meseleleri Üzerine Bir Not, Bir Zümre, Bir Parti Türkiye’de Ordu, Birikim Yayınları, s. 120133, İstanbul, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu (2012) Dönem:24, Yasama Yılı:3, S. Sayısı:376, 2012 Ankara, s.57 Memgü, Seda Çakar, (2006), Kadının İnsan Hakları, İnsan Hakları, Bir Gündelik Hayat Pratiği, Hazırlayanlar, Edibe Sözen, Adem Ayten, Murat İri, Alfa Basım, İstanbul. Örücü, Tülay Kıdık, (2013), Kadın Hakları El Kitabı, Ankara Barosu Yayınları, Ankara. Soysal, Sevgi (2014), Türkiye’nin Kalbi Kabul Günleri, Gazete Yazıları (Haz. İpek Şahbenderoğlu ) , 1.Baskı, İletişim, İstanbul. Soysal, Sevgi, (2008), Tutkulu Perçem, 2.Baskı, İletişim, İstanbul. Soysal, Sevgi, (2009), Tante Rosa, , 11.Baskı, İletişim, İstanbul. Soysal, Sevgi, (2009), Barış Adlı Çocuk, 3.Baskı, İletişim, İstanbul. Soysal, Sevgi, (2009), Yürümek, 7.Baskı, İletişim, İstanbul. Soysal, Sevgi, (2014), Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, 13.Baskı, İletişim, İstanbul. The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642 641 Sevgi Soysal’ın Eserlerinde “Kadına Şiddet” Bağlamında Kadın Hakları İhlalleri Soysal, Sevgi, (2004), Bakmak, 1.Baskı, İletişim, İstanbul. Soysal, Sevgi, (2008), Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, 3.Baskı, İletişim, İstanbul. Soysal, Sevgi, (2014), Şafak, 8.Baskı, İletişim, İstanbul. Soysal Sevgi, (2005) Radyo Konuşmaları- Hoş Geldin Ölüm, İletişim, İstanbul. Soysal, Sevgi, (2014) Türkiye’nin Kalbi, Kabül Günleri, Gazete Yazıları, Derleyen: İpek Şahbenderoğlu, İletişim, İstanbul. Erkol, Ayşe Sibel , (2015) Sevgi Soysal’ın “Hanife’si, Hazırlayanlar: Şahbenderoğlu İpek, Şahin Seval, “İsyankâr Neşe,” Sevgi Soysal Kitabı, İletişim İstanbul. Yuvanç, İlknur, (2011), Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Kadın Haklar Yüksek Lisans Tezi İlknur Yuvanç Kütahya. Yüksel, A; Özer, G; Kınalı, M, (2009), Mor Sertifika Programı, Birleşmiş Milletler Kadınların ve Kız Çocuklarını İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Ortak Programı, Sabancı Üniversitesi, İstanbul. Türköne, Mümtaz’ er, (2003), Siyaset, Lotus, İstanbul. 642 The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 37, Aralık 2016, s. 626-642