Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Gazi Akademi Genç Sosyal Bilimciler Sempozyumu 2017 Özel Sayısı (312-333) Rus Çarlığı’nın Trans-Kafkasya’da Hegemonya Kurma Sürecinin Analizi Murat JANE* Geliş Tarihi (Received): 19.04.2017 – Kabul Tarihi (Accepted): 15.06.2017 Öz Etimolojik köken itibarıyla antik Yunanca “Kaukasos” ve kadim İran dilinde “Kap Kah” kelimelerinden gelen ve Türkçe karşılığı “Büyük Dağ” olan Kafkasya tarih boyunca Abbasiler, Moğollar, Osmanlı İmparatorluğu gibi pek çok büyük gücün hâkimiyet altına aldığı bir bölge olmuştur. Bölgede hegemonya kuran siyasal aktörlerden biri de Rus Çarlığı’dır. Rus Çarlığı, bölgedeki hegemonyasını sağlamlaştırmak için “böl-yönet” (divide et impera) politikasını uygulamış, bu amaçla Kafkasya’nın güneyini jeopolitik ve emperyal vizyonuna uygun olarak “Trans-Kafkasya” şeklinde kavramsallaştırmıştır. III. İvan’ın 1482 yılında Rusları Altın Orda hakimiyetinden kurtarması ve “güneye inme” vizyonunu oluşturması, bölgedeki Rus etkisi açısından önemli kırılma noktaları arasında yer almaktadır. Rusların Kafkasya’ya yayılma politikasında önemli kırılma noktalarından ikisi “İlk Rus Çarı” olarak bilinen IV. İvan’ın 1552 yılında Kazan’ı, 1556 yılında da Astrahan’ı (Ejderhan) ele geçirip, bölgedeki Türk-Moğol etkisini ortadan kaldırmasıdır. Çalışmada Rus Çarlığı’nın Trans-Kafkasya bölgesel alt sisteminde 1552-1829 yılları arasında kurduğu hegemonya; Rus Çarlığı’nın “jeo” öncelikleri, kullandığı diplomatik yöntemler, askerî gücü ve nüfuz politikaları çerçevesinde analiz edilecektir. Anahtar Kelimeler: Rus Çarlığı, Trans-Kafkasya, Doğu Genişlemesi, Güney Genişlemesi, Hegemonya Araş.Gör., Uludağ Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected] * 312 The Analysis of Hegemony Constituting Process of Russeian Tzardom in Trans-Caucasia Abstract Caucasus, from whose etimological roots derived “Kaukasos” in Ancient Greek and Ancient Persian “Kap-Kah”, which also meaning “Büyük Dağ” in Turkish, is a region over which some great powers such as Abbasid, Mongols, Ottoman Empire dominated in throughout its history. Tsardom of Russia was one of the hegemon powers in Caucasia as well. Tsardom of Russia used “divide and rule” policy (divide et impera) to Caucasia and conseptualized South of Caucasus Mountains as “Trans-Caucasia” in accordance with its geopolitical and imperial vision. III. Ivan's rescue of the Russians from the Golden Horde dominance in 1482 and formation of the vision of "Descent to the South" are among the important break points for Russian influence in the region. Two of the important breakpoints were conquest of Kazan in 1552 and Astrakhan in 1556 and ruled out Turkish-Mongolian impact in region by IV. Ivan who is known as the first Russian Tsar. In this paper, hegemony of Tsardom of Russia on Trans-Caucasia regional sub-system between 1552-1829 will be analyzed within the frame of “jeo” priorites, diplomatic methods, hard power and penetration policies of the Tsardom of Russia. Keywords: Tsardom of Russian, Trans-Caucasia, Eastern Expansion, Southern Expansion, Hegemony 313 Giriş Kafkasya, tarih boyunca çeşitli uygarlıkların, imparatorlukların, devletlerin ve diğer siyasal birimlerin (hanlık, prenslik, … vs) güç mücadelelerine konu olmuştur. Mitolojik ve dinsel anlatılara da konu olan Kafkasya; önemli ticaret yollarının geçtiği, Asya, Karadeniz ve Ortadoğu’yu kontrol eden jeopolitik konumuyla önemli bir bölgedir. Dağlık jeolojik yapısı ve çok kültürlü siyasal dinamikleri tarih boyunca bölgenin kontrolünü zorlu hâle getirmiştir. X. yy’dan itibaren bölgede etkinlik kurmayı amaçlayan Ruslar bu amaçlarına Rus Çarlığı döneminde ulaşmışlardır. Ruslar bölgeyi emperyal dış politika bakış açılarına uygun olarak XIX. yy’da Trans-Kafkasya (Kafkas Dağları’nın ötesi-Zakavkazye), Kafkas Dağları’nın kuzeyini de Kuzey Kafkasya olarak kavramsallaştırmışlardır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde de kullanılan bu kavramsallaştırma Rusların böl-yönet (divide et impera) politikasının bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Ruslar tarih boyunca bölgede, Hazarlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Moğollar, Altın Orda Hanlığı, İran (Kaçar Hanedanı) ve Osmanlı İmparatorluğu gibi güçlü aktörlerle mücadele etmiştir. Rus Çarlığı’nın IV. İvan döneminde Kazan ve Astrahan’ı ele geçirmesiyle başlayan bölgeye yönelik hegemonya süreci XIX. yy’ın ilk çeyreği itibarıyla tamamlanmış, bölgedeki Rus hakimiyeti 1918 yılına kadar kesintisiz olarak devam etmiştir. Çalışmada Rus Çarlığı’nın Trans-Kafkasya bölgesel alt sisteminde 1552-1829 yılları arasında kurduğu hegemonya süreci Rus Çarlığı’nın “jeo” öncelikleri, kullandığı diplomatik yöntemler, askeri gücü ve nüfuz politikaları çerçevesinde analiz edilecektir. Bu çerçevede belirtilmesi gereken önemli bir husus da “Rus” kavramıdır. Çalışmamızda geçen “Rus” kavramı bir etnik kimlikten ziyade devleti nitelemektedir. XV. yy’a kadar Ruslar hem kendilerine hem de devletlerine “Rus” demişlerdir. Dolayısıyla çalışma boyunca Kiev Knezliği ve Moskova Knezliği gibi aktörler kapsayıcı şekilde “Ruslar” olarak nitelendirilecektir. Çalışmamızda IV. İvan döneminden itibaren referansla “Rus Çarlığı” olarak ifade edilecektir. (Gushkovitch, 2016, s. xiv; Kagarlitsky, 2007, s. 41) 1. Kafkasya ve Kafkas Jeopolitiği Kafkasya, Antik Yunanca “Büyük Dağ” anlamına gelen “Kaukasos” ve kadim İran dilinde “Kap Kah” kelimelerinden gelmektedir (Gamkrelidze, para. 4). “Kafkas” ve “Kafkasya” kavramlarına ilk kez Antik Yunan düşünürü Aiskhylos’un MÖ 409 yılında yazdığı “Zincire Vurulmuş Zevk ve Eğlence” kitabında “Kavkasos Dağı” ifadesinde rastlanılmaktadır (alıntılayan Karabayram, 2011, s. 17). Kafkasya, gerek mitolojik anlatılarda ve kutsal kitaplarda yaşanmış önemli olaylarda, 314 gerekse farklı disiplinlerin bakış açılarında yer etmiş önemli bir bölgedir. Yunan mit anlatısına göre Prometheus ateşi cennetten çalmış ve bu yüzden Kafkas Dağları’na zincirlenmiştir (Golovkin, 1854, p. 93)i. Eski Ahit (Tevrat)’e göre Hz. Nuh, tufandan kaçmak için kullandığı gemiyi Kafkasya’da inşa etmiştir (Urigashvili, 1994, p. 18). Büyük İskender’in, kutsal kitaplarda geçen Yecüc ve Mecüc oldukları düşünülen kuzeyli barbarları engellemek için inşa ettiğine inanılan İskender Geçidi’nin (Alexander’s Gate) Kafkasya’da bulunduğu iddia edilmektedir (The Editors of Encyclopedia Britannica, 2010, para. 5; Robinson, 1933). Etimolojik ve mitolojik kökenleri dışında Kafkasya, tarih boyunca jeopolitik açıdan “bariyer” ve “köprü” olarak tanımlanmış (alıntılayan Akkieva, 2008, p. 255), tarih boyunca Abbasiler, Moğollar, Safeviler ve Osmanlılar gibi güçlü imparatorlukların parçası olmuştur (Kemoklidze, Moore, Smith, Yemelianova, 2012, p. 1612). Bölgede, önemli imparatorlukların yanı sıra Hristiyanlık, İslamiyet, Musevilik ve Zerdüştlük gibi pek çok din yaşamış ve 100’den fazla dil konuşulmuştur. Bu sebepten ötürü Kafkasya “kaleydoskopik karmaşa” olarak da nitelendirilmiştir (alıntılayan MacDougall, 1997, p. 89). Etnik, dinsel ve dilsel çeşitliliğin görüldüğü Kafkasya jeopolitik olarak; Karadeniz, Azak Denizi ve Hazar Denizi arasında yer alan, kuzeyde Kuma-Manih Çöküntü havzasına, güneyde Gürcistan ve Ermenistan’ın Türkiye sınırına ve Azeybaycan’ın İran sınırına kadar uzanan bir toprak parçasını nitelemektedir (alıntılayan Akkieva, 2008, p. 253; Freshfield, 1902, p.4). Kafkasya Rusların XVIII. ve XIX. yy’da etkisini arttırmasından ve bölgeye kendi yönetim tarzını yerleştirmeye başlamasından sonra jeopolitik bir içerik kazanmıştır (Akkieva, 2008, p. 253). Ruslar bölgeyi emperyal vizyonlarına uygun olarak Trans-Kafkasya (Kafkas Dağları’nın Ötesi-Zakavkazye) ve Kuzey Kafkasya olarak kavramsallaştırmıştır. SSCB döneminde de kullanılan bu kavramsallaştırma Rusların böl-yönet (divide et impera) politikasının bir uzantısı olup, Kafkasya’daki halkların farklı etnik kökenlere ait olduklarını vurgulamayı amaçlamaktadır (Akkieva, 2008, p. 253; MacDoughall, 1997, p. 89). Dolayısıyla Kafkasya’nın bölünmüş bir bölge olarak ifade edilmesi, bölgenin sosyolojik ve kültürel gerçekleriyle örtüşmemekte, bilimsel açıdan tek Kafkasya bulunmaktadır (Karabayram, 2011, s. 22). Başka bir ifadeyle Trans-Kafkasya tabiri bölgeye yönelik Rus bakış açısını ve bölge dışı emperyal bir Rus vizyonunu temsil etmektedir (Gamkrelidze, para. 3). Gamkrelidze’den farklı olarak Enver Ziya Karal’a göre Trans-Kafkasya Batılıların kullandığı bir tabirdir (Karal, 1995, s. 525). Bu bağlamda, Rusların Trans-Kafkasya’da hegemonya kurma sürecini; “jeo” 315 öncelikleri ve bölgeye ilişkin faktörler, diplomasi, askerî güç, ve bölgedeki hegemonyasının sürdürülebilirliği için yürüttüğü politikalar çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. 2. “Jeo” Öncelikler ve Bölgeye İlişkin Faktörler Rusların doğu ve güneye yayılma sürecini Avrasyacı tarihçi George Vernadsky “coğrafyanın kaçınılmaz mantığı” olarak açıklamıştır. Vernadsky’e göre Rusların yaşam alanı (lebensraum) Avrupa ve Asya’daki topraklarının birleşimini oluşturan Avrasya’dır. Avrasya; Beyaz Deniz, Kafkasya, Batı Sibirya ve Türkistan’ı kapsayan coğrafyadan oluşmaktadır. Avrasya, uzun bir tarihsel süreçte Rus hâkimiyeti altında kalmıştır. Vernadsky’nin ifadesiyle “tarihin derinliklerinde yatan” bu durum Rusların doğuya yayılma “mecburiyetini” beraberinde getirmiştir (Vernadsky, 2015, ss. 21-22). Dolayısıyla Vernadsky doğuyu hem jeopolitik açıdan tanımlamış, hem de doğu jeopolitiğini aşkın ve kültürel bir “harita” olarak okumuştur (İsmayilov & Kaya, 2013, ss. 42-43). Vernadsky’nin dışında Nikolay Danilevski de Rusların doğuya ilişkin “evrensel misyonu” olduğunu iddia eden teorisyenlerdendir (İsmayilov & Kaya, 2013, s. 62). Geoffrey Hosking’e göre Kuzey Avrasya ovası Rusların coğrafi alanı olmasının yanı sıra kaderidir (Hosking, 2015, s. 13). Filozof Ivan İlyin ise Rusya’yı “kendi doğası ve ruhu olan bir organizma” olarak tanımlamış, filozof Konstantin Leontyev de Rusya’yı “tarih tarafından, kendisine rağmen büyümeğe mahkumdur” demiştir. Bu ve benzeri yaklaşımlar özellikle Avrasyacı düşüncede görülebilmektedir (İsmayilov, 2011, ss. 42-66). Dolayısıyla Ruslar, doğu ve güneye yayılma süreçlerini a priori bir aşkınlıkla değerlendirmişlerdir. Jeopolitik gerçeklikler ve coğrafyanın metafiziksel niteliği Rus dış politikasının ayrılmaz iki parçası olarak görülmektedir. Ruslar, tarihleri boyunca doğuya doğru genişleme eğiliminde olmuşlardır. Rusların doğu genişlemesinin önemli adımlarından biri olan Kafkasya’da hakimiyet düşüncesi 914 yılına kadar gitmektedir. Bölgeyle kurulan ilk siyasi bağ, Dinyeper’den Don ve Volga yoluyla Hazar’a kadar giden Rus seferleridir. Prens Svyatoslav Kuban’a kadar fetihlerini genişletmiştir. II. Vladimir ise Çerkeslere karşı önemli başarılar elde etmiş (Baddeley, 1908, pp. 1-2), II. Kiev Knezi İgor da bölgeye yönelik akınlarda bulunmuştur (Budak, 2015, s. 2). Ruslar tarihleri boyunca Peçeneklerin, Kumanların ve Moğolların istilasına maruz kalmıştır (Vernadsky, 2015, ss. 32-33). Dolayısıyla doğu ve güneye genişlemesi Ruslar için aynı zamanda bir beka sorunu olarak değerlendirilebilir. René Cagnat ve Michel Jan, Rusya’nın doğu ve beka sorunu arasındaki doğrusal ilişkiyi “Bir bütün olarak Rusya, dıştan ve özellikle Doğu’dan gelecek istila korkusunu hala etinde ve kanında taşıyor.” sözleriyle ifade etmiştir (alıntılayan Onay, 2006, s. 50). Söz konusu beka sorununun çözümünde önemli adımlarından biri Kafkasya’nın jeostratejik noktalarının ele geçilmesidir. 316 IV. İvan döneminde Volga (İdil) Nehri’nin kuzey kısmında yer alan Kazan ve Volga deltasında yer alan Astrahan’ın Ruslar tarafından ele geçirilmesi doğudan ve güneyden kaynaklanan beka sorununu çözmek için önemli bir adımdır. Doğu ve güney genişlemesi Ruslara aynı zamanda jeopolitik birtakım avantajlar kazandırmıştır. Yukarıdaki haritaya (http://www.vidiani.com) bakıldığında Kazan ve Astrahan’da hakimiyet kurmanın, Hazar Havzası’nın kontrol edilmesini beraberinde getireceği anlaşılmaktadır. Hazar Havzası’nın kontrolü Rus Çarlığı’na uzun vadede imparatorluk sürecinin temellerini oluşturmuştur. Çünkü Rus Çarlığı, böylelikle farklı halkları bünyesine katarak çok uluslu bir yapı hâline gelmiştir (Potyemkin, 2009, s. 193; Kurat, 1987, s. 153; Geraci, 2009, pp. 243-244). Hazar Havzası ve dolayısıyla Trans-Kafkasya bölgesel alt sistemindeki hakimiyet Orta Asya’nın kontrolünü kolaylaştıracaktır. Rus Çarlığı doğu ve güneye doğru genişlemesinden jeoekonomik açıdan da avantaj elde etmiştir. Zira İstanbul’un 1453’te Osmanlı tarafından fethedilmesinden sonra Akdeniz ticareti gerilemiş, doğu ticaretinin önemi artmıştır. Özellikle Volga yoluyla doğudan gelen mallar özellikle ipek- önce Baltık Bölgesi’ne daha sonra buradan da Avrupa pazarına sunulmuştur. Ticarette değişen bu eğilim Moskova Knezliği’nin lehine olmuş ve Moskova ticaretle zenginlemiştir (Kagarlitsky, 2007, ss 100-101)ii. Bu durum Moskova ve Altın Orda arasında bağı zayıflatmıştır. IV. İvan’ın ele geçirdiği Kazan ve Astrahan söz konusu ticaret yollarının geçtiği önemli şehirlerdendir (Kagarlitsky, 2007, ss. 118-119). IV. İvan döneminde Rus Çarlığı, İngiltere merkezli “Moskova Şirketi”ne (Muscovy Company) Orta Asya ve Hazar Bölgesi’ndeki ticari faaliyetleri için birtakım ayrıcalıklar vermiştir. Kurulan ilk İngiliz anonim 317 şirketi olan Moskova Şirketi; Kazan, Astrahan ve Novgorod gibi önemli Rus şehirlerine ticarî bağlantı noktaları kurmuştur. Bu şirketin kurulması İngiltere ve Rus Çarlığı arasında rekabet ve işbirliğini içeren girift bir dış politikanın oluşmasını sağlamıştır. Özellikle Volga, İran ve Hazar ticareti iki devletin rekabet ettiği alanlar arasında yer almıştır. İki devlet arasındaki ilişki, 18. yy’ın ortalarından itibaren rekabete dönüşmüştür (Kagarlitsky, 2007, ss. 130-131, 134-135, 250; The Editors of Encyclopedia Britannica, 1998, para. 1). Dolayısıyla Rus Çarlığı kısa ve orta vadede İngiltere’ye verdiği ticarî ayrıcalıklarla Trans-Kafkasya’daki hegemonya sürecinin hızlanmasını sağlasa da uzun vadede bölgedeki ve Orta Asya’daki güç mücadelesinde İngiltere ile rekabet etmek zorunda kalmıştır. Genel ve soyut olarak ifade etmek gerekirse, bölgenin jeoekonomik niteliği Rus Çarlığı’nın hegemonya kurma sürecine önemli katkılarda bulunmuştur. Görüldüğü gibi Rus Çarlığı’nın Trans-Kafkasya’da hegemonya kurma sürecinin önemli noktalarından biri bölgenin coğrafî nitelikleridir. Trans-Kafkasya’daki hegemonya Rus Çarlığı’nın doğuya ve güneye doğru genişleme politikasının kritik adımlarından biri olarak dikkat çekmiştir. Hem jeopolitik hem jeoekonomik hem de jeostratejik açıdan Rus Çarlığı Trans-Kafkasya bölgesel alt sisteminde diğer rakiplerine göre avantajlar elde etmiştir. Diplomasi 3. Diplomasi, uluslararası sistemdeki aktörlerin kullandığı dış politika araçlarından biridir (Özdal, 2015a, ss. 27-35; Arı, 2013, ss. 324-516). Ruslar da Trans-Kafkasya politikalarında diplomasiye sıklıkla başvurmuşlardır. Özellikle düşmanların ya da rakiplerin göreli olarak daha güçlü olduğu durumlarda Ruslar güçlü aktörler arasında denge kurmak için diplomasiyi kullanmıştır. Ruslar tarihleri boyunca batıda Polonya, Litvanya, İsveç, Almanlar; doğuda ise Moğolların, Tatarların ve Altın Orda Hanlığı’nın baskısında kalmışlardır (Vernadsky, 2015, s. 64). Güçlü aktörlerin çevrelediği Ruslar, batıdaki düşmanlarını doğudaki düşmanlarına tabii olarak dengelemeye çalışmışlardır. Örneğin batıdaki Töton (Teuton) ve Alman baskısına karşı Ruslar Altın Orda Hanlığı’nın vassalı olmuş, Altın Orda hükümdarına “Çar”iii diye hitap etmişlerdir. Altın Orda’nın askerî ve diplomatik üstünlüğünün sürdüğü dönemde Rus knezleri Altın Orda Hanı’nın onayı ile tahta geçmiştir. İktidar onayının yanı sıra Rus knezliklerindeki yargı organları çoğunlukla Altın Orda’ya bağlıdır (Vernadsky, 2015, s. 90, 96)iv. Ayrıca Altın Orda, Rus knezliklerini vergiye bağlamış, ihtiyacı olduğunda da knezliklerden asker temin etmiştir (Vernadsky, 2015, s. 89). III. İvan döneminde Moskova Knezliği güçlenmeye başlamış, Altın Orda ile arasındaki güç farkını kapatmıştır. Bu yükselişini siyasal ve diplomatik üstünlükle desteklemek için diğer 318 Rus knezlerinin yaptığı gibi Bizans hanedanından bir prensesle evlenmiş (İşyar, 2004, s. 130), bu gelişmeden sonra Doğu Roma İmparatorları’nın doğrudan halefi olduğunu ilan etmiştir (İsmayilov & Kaya, 2013, s. 53). III. İvan, aynı zamanda Kasım Hanlığı ve Kırım Hanlığı ile ittifak antlaşmaları yapmış (Vernadsky, 2015, s. 108), Nogay ve Sibir Tatarları’nı Altın Orda’ya karşı kullanmıştır. Karl Marx’ın ifadesiyle III. İvan “Bir Tatarı yok etmek için başka bir Tatarı kullanmıştır” (Potyemkin, 2009 ss. 191-192). Ayrıca Kırım Hanı ile yapılan ittifak Rusların Kırım limanlarından faydalanmasını da beraberinde getirmiştir (Vernadsky, 2015, s. 123). III. İvan dönemindeki bu çabalar 1480 yılında Moskova Knezliği’nin Altın Orda hakimiyetinden kurtulmasıyla sonuçlanmıştır (Vernadsky, 2015, s. 108). “Çarlık”ı resmî hükümdarlık unvanı haline getirenv (Vernadsky, 2015, s. 131) IV. İvan (Korkunç İvan) döneminde diplomasinin göreli olarak ikinci planda kaldığı, Rus Çarlığı’nın doğu ve güneye yayılma politikasında askerî gücün (hard power) ön planda olduğu görülmektedir. Rus Çarlığı’nın Astrahan’ı ele geçirmesinden sonra bölgedeki bazı kavimler Moskova ile ekonomik faaliyetlerini geliştirmek ve siyasî sorunlarının çözümü için diplomatik ilişkiler kurmuşlardır. 1552’de iki Çerkes beyi Ruslardan himaye talep etmiş, 1555’te 150 kişilik heyetle bazı Çeçen beyleri Moskova’ya gidip Osmanlı ve Kırım Tatarlarının baskısından kurtulmak için Rusların desteğini istemişlerdir. IV. İvan, Çeçen beylerinin tekliflerine Osmanlı ile ilişkilerini riske atmayarak mesafeli yaklaşmıştır. Ancak Kırım Tatarlarına karşı Çerkes ve Çeçenleri koruyabileceğini ifade etmiştir (Kurat, 1987, s.155). Görüldüğü gibi IV. İvan, Rus Çarlığı bölgede önemli bir aktör hâline gelmesine rağmen Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerine önem vermiş, Trans-Kafkasya bölgesel alt sistemindeki askerî ve diplomatik üstünlüğünü riske atmaktan kaçınmıştır. XVII. yy boyunca Ruslar Kafkasya’da tam anlamıyla hegemonya kuramasa da 1658’de hakimiyeti altına aldığı bazı Gürcü beyler aracılığıyla bölgedeki güç mücadelesinde yer almaya çalışmıştır (Kurat, 1987, s.155). Ruslar XVI. ve XVII. yy’da bölgedeki Müslüman iki unsur olan Osmanlı ve İran’a karşı Doğu Hristiyanlarının koruyucusu misyonunu üstlenmiş, bölgedeki Hristiyan unsurlar yoluyla Gürcistan ve Ermenistan coğrafyasına kadar etkisini genişletmeyi amaçlamıştır (Light, 1996, p. 35). Dolayısıyla din, Rus Çarlığı’nın bölgede uyguladığı diplomasinin önemli bir unsuru olmuştur. Rus Çarlığı’nın Trans-Kafkasya’daki hegemonya sürecinde I. Petro’nun politikaları ve diplomatik dış politika vizyonu da dikkat çekicidir. I. Petro Kafkasya’daki Rus varlığını, Rus dış politikası için hayatî görmüş ve vasiyeti olduğu iddia edilen belgede de bunu vurgulamıştır. I. Petro’nun vasiyeti olduğu iddia edilen belgenin maddeleri şöyledir: (alıntılayan İşyar, 2004, s. 137) 319 “Devlet süresiz savaş ortamı içinde tutulmalıdır. Ordunun sürekli teyakkuz hâlinde tutulmasının, birinci gerekçesi, Avrupa’nın Türklerden arındırılması hedefini gerçekleştirmek gayreti olmalıdır; dolayısıyla, Kafkaslar da Avrupa sınırları içinde kabul edildiğine göre, bölgeye Ermeniler vb.nin yerleştirilerek Türklerin bölgeden uzaklaştırılması, Rus siyasî ideallerinin ayrılmaz bir unsuru olmalıdır. Rusya ideallerine ulaşıncaya dek sürekli olarak güneye doğru yayılmalıdır. Rusya “güney politikalarını” izlerken İngiltere ile işbirliği içinde hareket etmelidir. Güneye giden yolda bulunan İran çökertilmelidir. Çıkarları gerektirdiğinde, kimi savaşlarda Rusya, savaşan tarafların her ikisini de destekleyerek olası düşman ve rakiplerini birbirine kırdırmalı ve onları zayıflatmalıdır.” Görüldüğü gibi I. Petro’nun bölgeye yönelik politikalarına rağmen hâlâ Osmanlılar ve İran bölgedeki iki önemli güç olarak dikkat çekmektedir. Kafkasya’nın doğusu İran, batısı Osmanlı’nın etki alanındadır. Rus Çarlığı çok güçlü bir aktör değilken I. Petro’nun vasiyetindeki son maddede de ifade edildiği gibi bölgeye yönelik politikasında iki aktöre “bölyönet politikası”nı uygulamış ve biriyle savaşırken diğeriyle ilişkilerini iyi tutmuştur. Dolayısıyla Rus Çarlığı I. Petro’nun ifadesiyle orta vadede küçük adımlarla Kafkasya’nın tümüne hakim olmuştur (Von Haxthausen, 1855, pp. 36-37). Rus Çarlığı’nın güçlü olduğu dönemde Trans-Kafkasya’daki etkisini sürdürmek için diplomasiyi kullandığı diğer bir örnek de 1812 Bükreş Antlaşması’dır. Osmanlı ile Rus Çarlığı arasında 1806-1812 yılları arasında süren Osmanlı-Rus Savaşı’nı sona erdiren Bükreş Antlaşması’nın aşağıdaki maddesi Trans-Kafkasya’daki güç mücadelesi açısından önemlidir (alıntılayan Uçarol, 2010, s. 113): “Osmanlı Devleti’nin, Rusya ile İran arasındaki savaş ve anlaşmazlığın giderilmesi ve barışın yapılabilmesi içi iki taraf arasında iyi niyetle çalışma yapmasına Rusya razı olacaktı.” Bu maddeden anlaşılacağı üzere Rus Çarlığı Napolyon Savaşları (Özdal, 2015b, ss. 255279) devam ederken, Trans-Kafkasya’daki güç mücadelesinde üstünlüğün bölgedeki iki ciddi rakibi Osmanlı ve İran lehine değişmesini engellemek için “böl-yönet” politikasına uygun şekilde bir rakibi olan İran’ı, diğer rakibi Osmanlı ile dengelemeyi amaçlamıştır. 1806-1812 yılları arasındaki süreçte önemli diplomatik gelişmelerden birisi de devam eden Napolyon Savaşları’nda Rus Çarlığı’nın 1807’de Napolyon ile Tilsitt Barış Antlaşması’nı imzalaması olmuştur. Söz konusu Barış Antlaşması Rus Çarlığı’nın 14 Haziran 1807’de Friedland Savaşı’nda Napolyon Fransası’na yenilmesi üzerine imzalanmıştır. Tilsitt Barışı’nın 320 Osmanlı-Rus Çarlığı ilişkilerini etkileyen maddesi şöyledir (Uçarol, 2010, s. 27): “Napolyon, devam etmekte olan Osmanlı-Rus Savaşı’nda (1806-1812) arabuluculuk yapacaktı. Bu sonuç vermezse, iki devlet Osmanlı İmparatorluğu’na karşı birlikte harekete geçecekti. Buna karşılık, Çar Aleksandr da Fransa ile İngiltere arasında arabuluculuk yapacaktı. Bu da kabul edilmezse iki devlet İngiltere’ye karşı ittifak yapacaktı.” Tillsitt Antlaşması’nın bu maddesine paralel olarak Napolyon’un önerisiyle Osmanlı ve Rus Çarlığı arasında 25 Haziran 1807’de ateşkes yapılmıştır. Ateşkese göre Hazar Denizi’nde İran gemisi bulunmayacaktır (alıntılayan İşyar, 2004, s. 169). Böylelikle Ruslar Batı’da Napolyon’u 1807’de diplomasi yoluyla durdurmuş, doğuda da rakipleri İran ve Osmanlı karşısında avantaj elde etmiştir. Genel ve soyut şekilde ifade etmek gerekirse Ruslar Trans-Kafkasya bölgesinde “bölyönet” politikası yürütmek, hanedanlararası ilişkiler kurmak, Roma’nın ardılı olma iddiasını savunmak yoluyla rakiplerine diplomatik ve psiko-siyasal üstünlük sağlamayı amaçlamıştır. Rus Çarlığı sadece askerî gücü yetmediğinde değil, bölge devletlerine göre daha güçlü olduğu dönemlerde de diplomasiyi kullanmış, askerî üstünlüğünü diplomatik üstünlüğüyle desteklemiştir. 4. Askerî Güç (Hard Power) Rus Çarlığı’nın Trans-Kafkasya’daki hegemonya sürecinde askerî güç seçeneğini IV. İvan (Korkunç İvan- İvan Groznıy)vi döneminden itibaren arttırdığı görülmektedir. Diğer bir deyişle, diplomasi göz ardı edilmeden, askeri güçle yürütülen hegemonya süreci XVI. yy’ın ortalarından itibaren artmıştır. Rusların doğu ve güneye doğru genişlemesinin ilk adımları Rus Çarı IV. İvan’ın 1552’de Kazan’ı 1556’da ise Astrahan’ı ele geçirmesidir (Purtaş, 2005, s. 13). Kazan 1552’de ele geçirilirken son hücumda IV. İvan erkekleri katletmiş, kadın ve çocukları köleleştirmiş, camileri de yıkmıştır (Grousset, 1999, s. 440). Burada Ruslar diplomasiye ihtiyaç duymamış, Kazan ve Astrahan’ı ilhak etmiştir. Rusların Türk-Moğol hanlıkları üzerindeki hakimiyeti Kafkas halkları açısından da önemli bir dönüm noktasıdır (Karpov, 2013, p. 19). Moskova Knezliği’nin 15521581 yılları arasında Kazan, Astrahan ve Sibirya’yı ele geçirmesi devletin çok uluslu bir imparatorluğa dönüşme sürecinde önemli kırılma noktalarından biri olmuştur (Geraci, 2009, pp. 243-244). Akdes Nimet Kurat’a göre de 1552’da Rusların Kazan’ı ele geçirmesi önemli bir gelişmedir. Bu durumu Rus diplomasi tarihinin temeline koyan Kurat söz konusu gelişmenin önemini şu sözlerle açıklamıştır: (Kurat, 1987, s. xxi) “Moskova-Rus Devletinin siyasi tarihî, haddı zatında Rusya’nın Türk illeri hesabına 321 yayılış hareketi mahyetindedir ve Korkunç İvan’ın 1552’de Kazan Hanlığı’nı ortadan kaldırmasını müteakib, Rusların durmadan yayıldıklarını göstermektedir.” Göksel İşyar da Akdes Nimet Kurat’ın görüşlerine paralel olarak Rusların Osmanlıların akrabası olan Kazan, Astrahan, Sibir ve Yakutistan bölgelerindeki Türk ve Müslümanların yaşadığı coğrafyaya doğru genişlediğini ve bu durumun Trans-Kafkasya’da iki büyük gücü karşı karşıya getirdiğini ifade etmiştir (İşyar, 2010, s. 66). Böylelikle Ruslar Kazan ve Astrahan’ı ele geçirerek doğuya ve güneye doğru genişlemiş, bu durum ise Kafkasya’nın da içinde yer aldığı önemli bölgeleri denetim altına alma fırsatını vermiştir (Kaya, 2013, s. iv). Rusların Kazan ve Astrahan’ı ele geçirdikten sonra da bölgedeki ilerleyişi devam etmiştir. 1587’de Terek Nehri yakınına Terskiy Goyodok, 1590’da Sunja Nehri üzerine de başka bir kale yapan Ruslar ilerleyişlerini pekiştirmiştir. Rusların söz konusu etkisi 1594’te Tarku Şemhali’ye karşı düzenlediği başarısız sefer (Budak, 2015, s. 4) ve 1604’te İran’la ortak düzenledikleri Dağıstan Seferi’nden sonra sekteye uğramıştır. Dağıstan güçleri Osmanlıların yardımıyla Rusları etkisiz hâle getirmiş, Sulak, Sunja ve Terek’teki kalelerini kaybeden Ruslar Astrahan’a çekilmek zorunda kalmışlardır (alıntılayan İşyar, 2004, s. 135). 1712’de Hazar’ın kuzey sahillerini ele geçiren Rusların (İşyar, 2004, s. 139, 142), 1722 yılında Derbend’i ve Bakü’yü ele geçirmesi, dolayısıyla Hazar Denizi yönünde genişlemesi Trans-Kafkasya’daki Rus Çarlığı üstünlüğü açısından önemli bir adım olmuştur (alıntılayan Budak, 2015, s. 5). Ruslar 1724’te Osmanlı ile imzaladıkları İstanbul Antlaşmasıyla Hazar’daki egemenliğini sağlamlaştırmıştır (alıntılayan Budak, 2015, s. 6). Fakat 1732 Reşt ve 1735 Gence Antlaşmaları ile Rus Çarlığı’nın işgal ettiği bölgelerden çekilmek zorunda kalmıştır (Purtaş, 2005, ss. 13-16; Gökçe, 2013, ss. 282-283). 1735’te Ruslar Kafkasya’da I. Petro döneminde elde ettikleri toprakların hepsini Gence Antlaşması ile kaybetmesine rağmen 4 yıl sonra Belgrad Antlaşması ile Azak Bölgesi’nde yeniden güçlenmiştir. Azak’ta güçlenmek Ruslar açısından Kafkasların kuzeybatısında Osmanlılara bir tampon bölge oluşturmasını sağlamıştır (İşyar, 2004, s. 143, 145). I. Petro’nun ifadesiyle Osmanlı’nın başarısızlıkla sonuçlanan II. Viyana Kuşatması’nın ardından Kafkasya’daki Rus ilerleyişi “kaplumbağa yürüyüşü gibi yavaş ama emin adımlarla” gerçekleşmiştir (alıntılayan İşyar, 2004, s. 136). Rus Çarlığı’nın Trans-Kafkasya politikasında şüphesiz Gürcü Kral II. Erek’le’nin Rus Çarlığı ile 1783 yılında Georgievsk Antlaşması’nı imzalaması önemli bir kırılma noktasıdır. Bu antlaşmayla Gürcüler, Osmanlı’ya karşı Rus himayesi altına girmeyi kabul etmiştir (Wright, 1996, p. 135). Bu olaydan sonra Rus Çarlığı, Rus ve Gürcü topraklarını birbirine bağlanması için Kafkas Dağları’nı aşan bir yol inşa etmiştir (Stone, 2006, p. 85). Aynı yıl Dağıstan’ın alçak kesimlerini ele geçirmiş (Bobrovnikov, 2006, p. 205), 25 Ocak 1784 tarihinde II. Katerina 322 Gürcistan üzerindeki hakimiyetini ilan etmiştir (Baddeley, 1908, p. 21). Aynı yıl Kırım’ı ilhak eden Ruslar, 1784’te Kabarday’a girip Vladikafkas Kalesi’ni yapmış, bununla Dağıstan ile Kabartay’ın bağlantısını koparmayı amaçlamıştır (alıntılayan Budak, 2015, s. 15). 1787-1792 Osmanlı-Rus savaşı sonunda imzalan Yaş Antlaşması ile Osmanlı Kuban’ın sol yakasındaki Kafkas kabilelerinin Rus topraklarına saldırmayacağı ve Rus tebasının mallarına zarar vermeyeceği konusunda taahhütte bulunmuştur. Osmanlı’nın böyle bir taahhütte bulunmasının nedeni, söz konusu savaşta Çerkeslerle ortak savaşması ve Şeyh Mansur’un savaşta gösterdiği başarılardır. Dolayısıyla Osmanlı bu antlaşma ile Kafkasya’daki Rus üstünlüğünü kabul etmiştir (Budak, 2015, ss. 15-17). Akabinde Ruslar 1796 yılında Derbend, Kuba ve Bakü’yü yaklaşık 70 yıl sonra yeniden ele geçirmiştir (Baddeley, 1908, p. 21). I. Aleksandr’ın 1801’de Gürcistan’ı ilhakı (Light, 1996, p. 35), 1803-1804 yılları arasında Gence’yivii ele geçirmesi (İşyar, 2004, s. 160), 1803’te Batı Gürcistan’daki Mingrelia bölgesi ve 1804’te Batı Gürcistan’daki Imeretia bölgesinin ele geçirilmesiyle sona ermiştir (Wright, 1996, 135). Böylelikle 1801’de Batı, 1804’te de Doğu Gürcistan Rus toprağı olmuştur (Curtis, 1995, p. 159). Rus Çarlığı’nın Gürcistan’ı ilhak etmesi Kafkasya bölgesi için –özellikle de TransKafkasya için- bir dönüm noktası ve Rusların bölgeyi kolonileştirmesi için fırsat olmuştur. 1805’te Karabağ Prensliği ve Rus Çarlığı arasında imzalanan Kürekçay Antlaşması da Rus Çarlığı’nın bölgedeki etkisini arttırmıştır (Armaoğlu, 2013,s. 107). Söz konusu antlaşmayla Karabağ Prensliği, Rus himayesini kabul etmiştir (Abushev, 2005, p. 4). 1804-1805 yıllarında 1. Alexandr’ın bölgede görevlendirdiği Tsitsinov Erivan ve Bakü hanlıklarını almıştır (Kurat, 1987, s. 300). Rusların XIX. yy.’da bölgedeki etkisini arttırması özellikle bölgedeki Hristiyan elitler tarafından memnuniyetle karşılanmıştır (Weeks, 2006, p. 36). Bölgede İran ve Rus Çarlığı arasındaki güç mücadelesi süreç içerisinde devam etmiştir. Rus Çarlığı 1792 yılındaki antlaşmayla Hazar’ın doğu ve güney kıyılarındaki üstünlüğü İran’dan almış, 1806’da Bakü ve Kuba hanlıklarını, 1807’de Anakara ve Kemhal’i işgal etmiş, 1809’da Talış Hanlığı’nı (alıntılayan İşyar, 2004, s. 167), 1810’da Abhazya’yı ele geçirmiştir (Hewitt, 1996, p. 194). Yukarıdaki gelişmeler arasında şüphesiz Rus Çarlığı’nın bölgedeki hegemonya sürecini hızlandıran diğer önemli gelişmeler İran’la imzalanan Gülistan Antlaşması, Türkmençay Antlaşması ve Osmanlı İmparatorluğu ile imzalanan Edirne Antlaşması’dır. I. Aleksandr döneminde Avrupa’da önemli bir aktör hâline gelen Rus Çarlığı, TransKafkasya bölgesel alt sistemindeki rakibi İran ile 1813’te Gülistan Antlaşması’nı imzalamıştır. Rus Çarlığı, Gülistan Antlaşması sonucu Revan ve Nahcivan hanlıkları hariç olmak üzere 323 Kuzey Azerbaycan’ı ele geçirmiştir (İşyar, 2004, ss. 172-173). Başka bir ifadeyle Azerbaycan coğrafyası resmî olarak İran ve Rus etki alanlarına bölünmüştür (Curtis, 1995, p. 89). 12 Ekim 1813’te imzalanan antlaşma ile Rus Çarlığı, Hazar’da donanma bulundurma hakkı elde eden tek güç olmuştur (alıntılayan Sapmaz, 2008, s. 25). Gülistan Antlaşması’na göre İran’da ticaret yapan Ruslardan gümrük vergisi alınmayacaktır (alıntılayan Budak, 2015, s. 283). Ayrıca Hazar Bölgesi bu antlaşmayla ilk kez uluslararası bir antlaşmada müzakere konusu olmuştur (alıntılayan Gökçe, 2013, s. 283). Bunların yanı sıra İran; Dağıstan, İmereti (Açıkbaş), Mengrelya, Abhazya ve Dağıstan’daki iddialarından vazgeçmiştir (Baddeley, 1908, p. 90). Rus Çarlığı’nın XIX. yy’da bölgedeki üstünlüğü açısından yaşanan ikinci önemli kırılma noktası 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması olmuştur. Türkmençay Antlaşmasını incelemeden önce, antlaşmayı hazırlayan siyasi ve bölgesel koşullara kısaca değinmek gerekmektedir. İngiltere Gülistan Antlaşması’ndan sonra Rus Çarlığı’nın bölgede artan gücünü dengelemek ve dolayısıyla Büyük Oyun’da dezavantaj yaşamamak için 1814’te İran ile ittifak antlaşması imzalamıştır. İran İngiltere’den aldığı askerî yardımın (alıntılayan Türkmen, 2003, s. 31) yanı sıra özellikle Rus Çarlığı’ndaki Dekabrist Ayaklanma’dan (Riasanovksy & Steinberg, 2014, ss. 332-334; Ilıca, 2016, s. 206) faydalanmak istemiş, Karabağ’a doğru geçmiş, Şuşa kalesini kuşatmıştır. Lankeran ve Salyan’ı ele geçiren İran, savaşın başlarında Rus Çarlığı’na üstünlük sağlamıştır. Burada savaşın kaderini değiştiren hamle Osmanlı’dan gelmiştir. Osmanlı ile Beserabya konusunda anlaşmaya varan Rus Çarlığı, buradaki güçlerini Kafkasya’ya kaydırmıştır. 1827’de yılında iki devlet arasında kurulan denge ile kısa süreli bir ateşkes yaşanmıştır. Bu dönemde Osmanlı, Yunan Bağımsızlık savaşında Rus, İngiliz ve Fransızların gemilerinden oluşan deniz kuvvetlerine karşı başarısız olmuş ve Navarin’deki Osmanlı donanması yakılmıştır. İranlılar Ruslar karşısında Osmanlı’nın desteğini alacağını düşünüp 1828’de Kafkaslar’da Ruslara karşı yeniden mücadeleye başlamıştır. Gerek gücünü toplayamaması gerekse de yeni bir askerî teşkilatın (Asakir-i Mansure-i Muhammediyye) tam anlamıyla oturmaması gibi nedenlerden ötürü Osmanlı İran’a destek verememiştir (Kurat, 1987, s. 323). Bunun üzerine Rus Çarlığı’nın İran’a harekatı sonucu Tebriz, Urumiye ve Erdebil’i işgal etmesi ve Tahran’a yönelmesi üzerine İran barış istemiş ve 22 Şubat 1828’de Türkmençay Antlaşması imzalanmıştır. Kısacası Türkmençay Antlaşması, 1813 Gülistan Antlaşması ile kaybedilen toprakların Feth Ali Şah tarafından geri almaya çalışması ve bu konuda başarısız olması üzerine imzalanmıştır (Garrhwaite, 2011, ss. 177-178). Türkmençay Antlaşması’yla Rus Çarlığı, Revan ve Nahcivan dahil olmak üzere Aras nehrinin kuzeyinde bulunan Azeri Hanlıkları’nı ve Ermeni coğrafyasının doğu yarısını ele 324 geçirmiştir (Roy, 2000, s. 60). Gülistan ve Türkmençay antlaşmalarından sonra İran ve Rusya arasında Aras Nehri sınır olmuş ve bu antlaşmalardan sonra Azerbaycan’ın İran’da kalan kısmı “Cenubi/Güney Azerbaycan”, kuzeyi de “Şimali/Kuzey Azerbaycan” olarak adlandırılmaya başlanmıştır (alıntılayan Sapmaz, 2008, 25). Ayrıca İran, topraklarından Rus Çarlığı’na giden Ermenilere karışmayacak ve 20 milyon Ruble de savaş tazminatı verecektir (Baddeley, 1908, p. 176). Bunun yanı sıra İran, Kafkaslara müdahil olmamayı da kabul etmiştir (Kurat, 1987, s. 323). 16 maddeden oluşan Türkmençay Antlaşması genel ve soyut olarak şu hususları düzenlemiştir: (Yeşilot, 2008, ss. 190-191) - 1. ve 2. madde: Antlaşmanın ebedî barış, dostluk ve işbirliği antlaşması olması. - 3. madde: İran’ın 6 ay içinde Revan ve Nahcivan’ı Rus Çarlığı’na bırakması. - 4. madde: İran-Rus Çarlığı sınır tespiti. - 5. madde: Kafkas Dağları ve Hazar Denizi’nin arasında bulunan toprak ve halkı üzerindeki Rus Çarlığı egemenliği. - 6. madde: İran’ın Rus Çarlığı’na ödeyeceği savaş tazminatı. - 7. madde: Rus Çarlığı’nın İran’da Abbas Mirza’yı önce veliaht sonra da hükümdar olarak tanıması. - 8. madde: Hazar Denizi’nde sadece Rus Çarlığı’nın savaş gemisi bulundurabilmesi. - 9. madde: Elçilerin karşılıklı kabulleri. - 10. madde: Karşılıklı ticaretin gelişmesi ve ticarî ataşeliklerin kurulması. - 11. madde: Savaş öncesi yarım kalan işlerin halledilmesi ve önceden var olan alacakların ilgili hükümet tarafından ödenmesi. - 12. madde: Revan eski Serdarı Hüseyin Han, kardeşi Hasan Han ve Nahçivan eski Hakimi Kerim Han hariç olmak üzere taşınmaz malları bulunanların bunları değiştirmesi ya da satması. - 13. madde: Savaş esirlerinin 4 ay içinde serbest bırakılması. - 14. madde: Her iki devlete sığınanların durumu. - 15. madde: Güney Azerbaycan’daki yerleşiklerin istedikleri takdirde Rus Çarlığı’na göç edebilmeleri. - 16. madde: Antlaşmanın Rus Çarı ve İran Şahı tarafından imzalanması ve en kısa zamanda duyurulması. Türkmençay Antlaşması’ndan sonra Rus Çarlığı, Trans-Kafkasya’daki diğer rakibi Osmanlı’yı 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ile etkisiz hâle getirmeyi amaçlamıştır. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı Tuna (Batı) ve Kafkas (Doğu) olmak üzere iki cephede gerçekleşmiştir. 325 Batıdan General Diebitch Şumnu ve Edirne’ye girmiş, doğudan da Paskievitch Kars, Ardahan ve Erzurum’u alınca Osmanlı barış istemek durumunda kalmıştır (Armaoğlu, 2013, s. 195). 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra 14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Barış Antlaşması’nın Trans-Kafkasya’yı ilgilendiren maddeleri kısaca şöyledir: (İşyar, 2004, s. 207; alıntılayan Uçarol, 2010, s. 164; Turan, 1994, ss. 442-443) 1) Kars, Beyazıd ve Erzurum Osmanlı’da kalmış; Anapa, Poti, Ahıska, Ahılkelek’i Rus Çarlığı almıştır. Osmanlı Türkmençay Antlaşması ile Rus Çarlığı’nın İran’dan aldığı Erivan ve Nahcivan hanlıklarının Ruslara ait olduğunu kabul etmiştir. (2-4. Madde) 2) Savaş esnasında Anadolu’nun Ruslar tarafından işgal edilen bölgelerinde yaşayan Ermenilere 18 ay içinde, taşıyabilecekleri eşyalarıyla birlikte Rus topraklarına göçme ve Rus vatandaşlığına geçme hakkını tanınmıştır. (13. Madde) Bu antlaşma ile Osmanlı, Kafkaslar’daki haklarının önemli kısmını ve Kanuni Sultan Süleyman’dan beri kilise seçimlerinde söz sahibi olduğu Eçmiyazin’i kaybetmiş (alıntılayan Türkmen, 2003, s. 33), Rus Çarlığı da Dağıstan ve Çeçenistan hariç Kafkasların tek hakim gücü olmuştur (alıntılayan Budak, 2015, s. 14). Ayrıca Türkmençay Antlaşması ile Dağlık Karabağ Bölgesi’ndeki Ermeni varlığı başlamıştır (Smith, 2015, p. 11). Kısacası bölgede İran’a karşı avantaj elde eden Ruslar 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı’yı yenerek Kafkasya’daki ikinci önemli rakibi karşısında gücünü arttırmıştır (Armaoğlu, 2013, s. 197). Yukarıda belirtilen gelişmelerden de anlaşılacağı üzere Rus Çarlığı bölgedeki güç mücadelesini lehine çevirmesine doğru orantılı olarak askeri gücünü kullanmıştır. Lakin Rus Çarlığı bölgeye yönelik hegemonya oluşturma sürecinde diplomasiyi göz ardı etmemiş, askerî gücüyle diplomatik gücünü destekleyerek bölgedeki etkisini arttırmıştır. 5. Nüfuz Alanı Yaratma Rus Çarlığı’nın diplomatik ve askerî gücünü arttırarak jeopolitik dezavantajını ortadan kaldırıp bölgedeki hegemonya sürecini hızlandırdığı çalışmanın önceki kısımlarında ifade edilmiştir. Rus Çarlığı bölgedeki konumunu korumak ve nüfuzunu arttırmak için birtakım politikalar yürütmüştür. Bu politikaların amacı bölgeyi “Ruslaştırmak” ve Rus Çarlığı’na yönelik tehditleri merkeze ulaşmadan “ön alıcı” bir şekilde engellemektir. IV. İvan’ın Kazan’ı ele geçirmesi sonrası bu amaçlara uygun olarak izlediği politikalar görülmektedir. Örneğin Kazan şehri düştükten sonra Kazan halkı yaklaşık 6 yıl boyunca direnmiş, bölgenin tam anlamıyla ele geçirilmesi şehre dışarıdan Rus yerleşimcilerin getirilmesi ve Volga Bölgesi’ndeki demografik yapının Ruslar lehine değiştirilmesi sonucu gerçekleşmiştir (Kagarlitsky, 2007, s. 129). I. Petro döneminde de benzeri politikalar görülmektedir. Rus etkisini arttırmak için 326 1711’de Grebensky Kazaklarından oluşturduğu beş yerleşim birimini kurmuştur. Akabinde Rus tüccar ailelerini öldüren Lezgileri yenip, Svyatoy Krest (Kutsal Haç) Hisarı’nı yaptırarak Bakü’ye giden yolu açmıştır (Golovkin, 1854, pp. 126-127). IV. İvan ve I. Petro’nun politikalarına paralel olarak II. Katerina döneminde öncelikle Terek boyundaki Kazak hattını kuvvetlendirmek için 1763’te Mozdok Kalesi inşa edilmiştir. Çariçe II. Katerina, bölgeye Rus Kazakları ile Hristiyan Kabardeyleri yerleştirmiştir. Çariçe, Kırım ele geçirildikten sonra Azak’tan Hazar’a kadarki bölgede kaleler inşa etmiş, bölgeye Kazakları yerleştirip “Kazak Hattı” oluşturmuştur (Baddeley, 1908, p. 14). Burada Rus Çarlığı’nın amacı bölgenin demografik yapısını lehlerine değiştirmektir. Bunun yanı sıra II. Katerina döneminde Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım Müslümanlarının statüsü belirlenmiş, İslam ve vakıf malları tanınmıştır (Roy, 2000, s. 60). Çariçe II. Katerina büyük ölçüde İslam’ı tanımış ve Çarlığın çıkarına kullanmaya çalışmıştır (Roy, 2000, s. 64). Hatta 1773’te “Tüm İnançlara Hoşgörü Manifestosu”nu (Toleration to All Faiths) ilan etmiştir. Aynı şekilde 1784’te ilan edilen bir ferman ile Müslüman mirzalar için ayrıcalık ve önemli statüler tanınmıştır (Bobrovnikov, 2006, s. 206). Çariçe’nin bu ve benzeri fermanları ilan etmesinin amacı dinsel alanın devlet tarafından kontrol altına alınmasıdır. Bu amaca paralel olarak Orenburg ve Ufa’da, başında Volgalı bir Tatarın bulunduğu Rusya Müslümanları Müftülüğü kurulmuştur. Bunun yanı sıra Mekke’ye giden Orta Asyalı Müslümanların İran’dan geçmeleri için geçiş hakkı vermiştir. Ayrıca bir rivayete göre II. Katerina’nın Buhara’da kendi parasıyla kurduğu bir medrese bulunmaktadır (Roy, 2000, s. 64). Çariçe II. Katerina bu ve benzeri politikaları İslam’la bağı olduğu için değil sadece “balığı yakalamak için bir yem” olarak kullandığını itiraf etmiştir (Bobrovnikov, 2006, s. 207). İslam’ın dışında eğitimi de bölgeyi Ruslaştırmak için kullanmıştır. Bu amaca uygun olarak 1789’da Kazak soylularının çocuklarına Rus eğitimi verilip, bölge Ruslaştırılmaya çalışılmıştır. Özellikle Ruslaşmış Tatarlar Orta Asya’da Rus dış politikası için etkin bir faktör hâline gelmiştir (Roy, 2000, s. 64). Çar I. Nikola’nın Kafkaslar’ın barışçı bir şekilde Rus topraklarına katılması için kullandığı slogan “Rusça konuş, Rus gibi davran, Rus gibi hisset”tir. (Geraci, 2009, p. 251). I. Nikola askerî başarıların yanı sıra Rus emperyal vizyonunun kültürel boyutunu da önemsediğini bu sözü / söylemiyle ifade etmiştir. Rus Çarlığı’nın Gülistan ve Türkmençay antlaşmalarından sonra bölgedeki Gürcü ve Ermenileri Rus devlet sistemine dahil ettiği de görülmektedir. Pek çok Gürcü ve Ermeni seçkin Ruslarla aynı statüye kavuşmuşlardır. Rus Çarlığı Erivan Hanlığı’nı ele geçirdikten sonra Ecmiyazin Kilisesi’nin statüsüne müdahale etmemiş, kilisenin eğitim hizmetini kendi denetimi 327 altında kalmak şartıyla kiliseye ayrıcalık tanımıştır. Bu duruma benzer örneklerden biri de Gürcistan’ın ilhakından sonra Çar I. Aleksandr’ın Trans-Kafkasya’daki Rus etkisini arttırmak amacıyla Gürcü kökenli Tsitsinov’u general olarak bölgeye atamasıdır (Kurat, 1987, s. 300). Ayrıca Rus Çarlığı, Türkmençay, Edirne Antlaşması ve 1878 Berlin Antlaşması’na göre Ermenileri Kafkaslar’da Müslümanların olduğu yerlere yerleştirerek nüfus dengeleriyle oynamıştır (Özdal, 2006a, ss. 109-119; Özdal, 2006b, ss. 173-188). Ruslar özellikle bu politikayı Azeri Müslümanların yaşadığı Erivan, Karabağ ve Nahçivan’a yönelik yapmıştır. MacCarthy’nin aktardığına göre 1828’den 1890 yılına kadar 560000 Ermeni Kafkasya’da Rusların etkisiyle yer değiştirmiştir (alıntılayan Abushev, 2005, p. 4). Rus Çarlığı dil ve dini kullanarak, bölgenin demografik yapısının değiştirerek ve kendisine siyasal açıdan bağlı unsurlar yaratarak bölgede kalıcı bir aktör olmayı amaçlamıştır. Diplomasi ve askerî güçle desteklenen nüfuz alanları Rus Çarlığı’nın Trans-Kafkasya’daki hegemonyasının devamlılığına katkı sağlamıştır. Sonuç Dünya tarihinde Kafkasya; devletlerin, imparatorlukların ve diğer siyasî birimlerin ilgisini çeken, hegemonya kurmak istedikleri bir bölge olmuştur. Rus Çarlığı da bu aktörlerden biridir. Kafkasya Ruslar için hem bir beka sorununun parçası, hem de emperyal vizyonunun şekillendiği bir coğrafya olmuştur. Kafkas Dağları’nın güneyini oluşturan Trans-Kafkasya bölgesi, Kafkasya’daki Rus hâkimiyeti için kritik öneme sahip olmuştur. Özellikle Hazar Bölgesi’nden Orta Asya ve Hindistan’da hakimiyet kurmak için Trans-Kafkasya önemli bir eşiktir. Rus Çarlığı Trans-Kafkasya’daki güç mücadelesinde XVI. yy’dan itibaren bölgedeki en güçlü aktörlerden biri olmuş, Çar IV. İvan’ın Kazan ve Astrahan’ı ele geçirmesiyle birlikte bölgedeki hegemonya sürecini başlatmıştır. XVI. yy’ın ilk yarısında başlayan ve XIX. yy’ın ilk çeyreği itibarıyla tamamlanan hegemonya kurma süreci esnasında Ruslar bölgenin “jeo” niteliklerini, dış politika aracı olarak diplomasiyi ve askerî gücü etkin bir şekilde kullanmış, hegemonyayı sürekli hâle getirmek için bölgede nüfuz alanları yaratmıştır. Rus Çarlığı hegemonya süreci esnasında sadece bölgedeki rakiplerine göreli olarak zayıf konumdayken değil, güçlü olduğu zamanlarda da diplomasiyi etkin şekilde kullanmıştır. Bu çerçevede bölgedeki aktörlerin kendi aralarındaki güç mücadelelerinden faydalanmış ve “Çarlık” ve “3. Roma” gibi unvanları kullanmıştır. Diğer bir deyişle gücü göreli olarak arttıkça Rus Çarlığı’nın dış politikasında askerî gücün etkisi artmış fakat diplomasi tamamıyla göz ardı edilmemiştir. Diplomasi ve askerî gücün yanı sıra Kazakları, bazı Tatar hanlarını, Gürcüleri ve Ermenileri kullanarak bölgedeki nüfuzunu arttırmışlardır. Bölgedeki nüfuz alanını arttırmak 328 için kullandığı diğer yöntemler arasında Rus dilini bölgede hâkim kılmak, bölgenin demografik yapısını değiştirmek ve dini kullanmak sayılabilir. Rus Çarlığı Trans-Kafkasya’da hegemonyasını kurduktan sonra özellikle İngiltere ile “Büyük Oyun”da karşı karşıya gelmiştir. Bolşevik Devrimi’nden sonra bölgede İngiltere’nin yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu ve Almanya ile mücadele etmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse; Ruslar açısından Trans-Kafkasya üstünlüğü hegemon bir güç olmanın ön koşullarından birini oluşturmuştur. Gerek nehirler ve Hazar Denizi vasıtasıyla, gerekse de kara gücünü kullanarak Rus Çarlığı bölgede önemli bir güç hâline gelmiştir. Rus Çarlığı’nın Altın Orda, Osmanlı ve İran karşısında elde ettiği bölgesel üstünlük Rusları XIX. yy’da başat güç olan İngiltere ile karşı karşıya getirmiş, İngiltere ve Rus Çarlığı XX. yy’ın başlarına kadar emperyal güç mücadelesi yürütmüşlerdir. Rus Çarlığı diplomasi ve askerî güçle elde ettiği hegemonyayı, nüfuz alanları yaratarak sürdürebilir hâle getirmiştir. Dolayısıyla Kazan ve Astrahan’ın ele geçirilmesiyle başlayan, Gürcistan’ın ilhakı, Gülistan, Türkmençay ve Edirne Antlaşmaları’nın imzalanmasıyla sonuçlanan Rus hegemonyası 1918 yılına kadar aralıksız sürmüştür. Prometheus’un zincirlendiği ve zincirlerinden kurtulduğu mekanın aynı olup olmadığı konusunda farklı bakış açıları mevcuttur. Cicero’ya göre zincire vurulmuş Prometheus’un zincirlerini çözdüğü yer Kafkas Dağları’dır. Prometheus’un zincire vurulduğu yer ise iddiaya göre İskitlerin yaşadığı coğrafyanın kuzeyidir. P. J Meyer ise Kafkasya’nın tüm kuzey dağlarını içerdiğini dolayısıyla İskit coğrafyasının da Kafkasya’ya dahil olduğunu ifade ederek, Prometheus’un hem zincirlendiği hem de zincirden kurtulduğu yerin Kafkasya olduğunu iddia etmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. (Allen, 1892) ii Doğunun önemli ticaret yolları Moskova’dan geçmiştir. Jeoekonomik avantajının yanı sıra Moskova Knezi 1. Ivan Altın Orda Hanlığı ile anlaşıp, Rus knezliklerinden vergi toplama işini üstlenmiştir. Ödeme gücü olmayan knezlikler göreli olarak daha zengin Moskova Knezliği’nden borç almışlardır. Borçlarını ödeyemeyen Knezler, borçlarına karşılık Moskova’ya toprak vermişlerdir. Dolayısıyla Moskova ticaretle hem diğer Knezliklerin aleyhine gelişmiş ve topraklarını ele geçirmiş, hem de Altın Orda Hanlığı’nın siyasal desteğini almıştır. (Kagarlitsky, 2007, s. 101) iii Ruslar Altın Orda Hanı’nın dışında Bizans İmparatoru’na da “Çar” diye hitap etmişlerdir. Ruslar en yüksek mertebeli yöneticiye “Çar” demektedir. Bkz. (Vernadsky, 2015, ss. 130-131). Bu durumun yanı sıra Ruslarda “Kağan”lık unvanı, prenslik ve çarlıktan daha önce kullanılmıştır. Bu durumun sebebi Hazarlar’ın nüfuz alanının Rusların yaşadıkları bölgelere kadar uzamasıdır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. (İsmayilov & Kaya, 2013 ss. 50-51) iv Paralel mahiyette bilgi için bkz. (Hosking, 2015, ss. 84-85), (Kurat, 1987, ss. 80-81), (Burgan, 2005, p. 44). v Paralel mahiyette bilgi için bkz. (Riasanovsky & Steinberg, 2014, s. 143), (Kurat, 1987, s. 146), (Potyemkin, 2009, s. 194) vi Çar 4. Ivan’ın “Grozny” lakabı Batılı tarihçiler tarafından “Korkunç (Terrible)” olarak çevrilmiştir. Fakat Rusça’da “grozny” kelimesi “korkunç”tan ziyade “huşu uyandıran” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla lakabın İngilizce çevirisi yanlıştır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. (Gushkovitch, 2016, ss. 66-67). vii Gence’nin adı 1804’ten sonra Elizabethpol olarak değiştirilmiştir. Gence’nin değişen ismi, Çar’ın eşi Elizabeth’ten gelmektedir. Ruslar bu dönemde Gence’nin eski ismini kullananlara para cezası gibi yaptırımlar da uygulamıştır. Bkz. (alıntılayan Türkmen, 2003, ss. 21-36) i 329 Kaynakça Abushev K. (2005). The Nagorno Karabakh Conflict as a part of the ‘New Eurasian Geopolitics’. Ankara SBF Dergisi, Cilt (60). Sayı (3). 1-32. Akkieva S. (May 2008). The Caucasus: One or Many? a view from region. Nationalities Papers, Volume (36). No (2). 253-273. Allen F. D. (1892). Prometheus and The Caucasus. American Journal of Philology, Volume (13), No (1). 51-61. Arı T. (2013). Uluslararası ilişkiler ve dış politika, Bursa: MKM Yayıncılık. Armaoğlu F. (2013). 19 yüzyıl siyasi tarihi (1789-1914), İstanbul: Timaş Yayınları. Baddeley J. F. (1908). The Russian Conquest of the Caucasus, New York: Longmans, Green and Co. Bobrovnikov V. (2006). Islam in the Russian Empire. D. Lieven (Ed.), The Cambridge History of Russia (Vol-II) Imperial Russia (1689-1917) (pp. 202-223), Cambridge: Cambridge University Press. Budak M. (09. 05. 2015). Rusya’nın Kafkasya’da Yayılma Siyaseti, Erişim Tarihi: 11. 10. 2016, http://www.altayli.net/rusyanin-kafkasyada-yayilma-siyaseti.html. Burgan M. (2005). Empire oh the Mongolians, New York: Facts on File Inc. Curtis G. E. (Ed.). (1995). Armenia, Azerbaijan and Georgia country studies, Washington: Federal Research Division, Library of Congress. Freshfield D. W. (1902). The Explorations of The Caucasus (Volume I), London: Edward Arnold. Gamkrelidze T. ‘Transcaucasia’ or ‘South Caucasus’ ?”, Erişim Tarihi: 21. 12. 2016, http://www.parliament.ge/files/327_2288_943216_coucasus.pdf Garthwaite G. R. (2011). İran tarihi Pers İmparatorluğu’ndan günümüze, (F. Aytuna, Çev.) İstanbul: İnkılap Kitabevi. Geraci R. (2009). Russia: Minorities and Empire. A. Gelason (Ed.), A Companion to Russian History (pp. 243-260). West Sussex: Blackwell Publising. Golovkin I. (1854). The Caucasus, London: Trübner & Co. Gökçe M. (2013). Tarihsel Perspektiften Rusya’nın Hazar Denizi’ne Olan İlgisi ve Bölge Politikaları. S. Kaya (Ed.), Rusya’nın Doğu Politikası (ss. 281-309). Bursa: Ekin Yayınevi. Grousset R. (1999). Bozkır İmparatorluğu Atilla_Cengiz Han_Timur, (R. Uzmen, Çev.), İstanbul: Ötüken Neşriyat. 330 Gushkovitch P. (2016). Rusya’nın kısa tarihi. (M. Doğan, Çev.), İstanbul: Boğaziçi Üniverstesi Yayınevi. Haxthausen B. A. V. (1855). Tribes of the Caucasus, with an account of Schamyl and the Murids, London: Chapman and Hall. Hewitt B. G. (1996). Abkhazia: a problem of identity and ownership. J. F. R. Wright, S. Goldenberg, R. Sakofield (Ed.), Transcaucasian boundaries (pp. 190-225). London: UCL Press. Hosking G. (2015). Rusya ve Ruslar erken dönemden 21. Yüzyıla. (K. Acar, Çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. Hovey E. O. (1904). Southern Russia And Caucasus Mountains. Bulletin of the America Geographical Society, Volume (36), 1904, 327-341. http://www.vidiani.com/maps/maps_of_europe/maps_of_russia/large_physical_map_o f_russia.jpg Erişim Tarihi: 28. 02. 2017 Ilıca S. (2016). Puşkin ve Dekabristler. Avrasya İncelemeleri Dergisi, Cilt (4), Sayı (2), 204-223. İsmayilov M. (2011). Avrasyacılık mukayeseli bir okuma Türkiye ve Rusya örneği. Ankara: Doğu-Batı Yayınları. İsmayılov M., Kaya S. (2013). Rus Oryantalizmi ve Doğu’ya Jeopolitik Ötesi Bir Bakış. S Kaya (Ed.), Rusya’nın Doğu Politikası (ss. 39-90). Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım. İşyar Ö. G. (2010). Avrasya ve Avrasyacılık. Bursa: Dora Yayınları. İşyar Ö. G. (2004). Bölgesel ve global güvenlik çıkarları bağlamında Sovyet-Rus dış politikaları ve Karabağ sorunu. Bursa: Alfa Yayıncılık. Kagarlitsky B. (2007). Çevrenin İmparatorluğu Rusya ve Dünya Sistemi. (E. Soğancılar, Çev.), Ankara: Phoneix Yayınevi. Karabayram F. (2011). Güney Kafkasya jeopolitiğinde Rusya gerçeği. İstanbul: IQ Yayınları. Karal E. Z. (1995). Büyük Osmanlı tarihi (V. Cilt), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Karpov Y. Y. (2003). Images of violence in modern and recent history of the peoples of the North Caucasus. Anthropolgy and Archeology of Eurasia, Volume (41). No (4), 3-44. Kaya S. (2013). Sunuş. Rusya’nın Doğu Politikası (ss. i-iv). Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım. Kemoklidze N., Moore C., Smith J., Yemelianova G. (Nomember 2012). Many Faces of the Caucasus. Europe-Asia Studies. Volume (64). No. (9). 1611-1624. 331 Kurat A. N. (1987). Rusya tarihi başlangıcından 1917’ye kadar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Light M. (1996). Russia and Trans-Caucasus. J. F. R. Wright, S. Goldenberg, R. Sakofield (Ed.), Transcaucasian boundaries (pp. 34-53). London: UCL Press. Macdougall J. (Winter 1997). Russian Policy in the Transcaucasian ‘Near Abroad’: The Case of Azerbaijan. Demokratizatsiya. Volume (5), No. (1). 89-101. Onay Y. (Temmuz 2006). Çaresizlik Sendromu ve Avrasya Ekseninde Türk-Rus İlişkileri. Jeopolitik. Yıl (5), Sayı (30). 49-52. Özdal B. (2006a). Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları İtibarıyla Ermeni Sorunu. Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi. Yıl (4), Sayı (8). 109-119. Özdal B. (2006b). Osmanlı İmparatorluğu’nun Taraf Olduğu Uluslararası Andlaşmalar İtibarıyla Ermeni Sorunu- 1918-1922 Dönem-. Güvenlik Stratejileri Dergisi. Yıl (2), Sayı (4). 173-188. Özdal B. (2015a). Diplomasi. B. Özdal, R. K. Karaca (Ed.), Diplomasi Tarihi-1 (ss. 2566), Bursa: Dora Yayınları. Özdal B. (2015b). Büyük Fransız Devrimi ve Napoléon Savaşları’nın Diplomasinin Gelişimine Etkileri. B. Özdal, R. K. Karaca (Ed.), Diplomasi Tarihi-1 (ss. 255-279), Bursa: Dora Yayınları. Potyemkin V. (Ed.) (2009)., Uluslararası ilişkiler tarihi –diplomasi tarihi (Cilt-1), (A. Tokatlı, Çev.). İstanbul: Evrensel Basım Yayın. Purtaş F. (2005). Rusya Federasyonu ekseninde Bağımsız Devletler Topluluğu. Ankara: Barış Kitap. Riasanovsky N. V. Steinberg M. D. (2014). Rusya tarihi, (F. Dereli, Çev.), İstanbul: İnkılap Kitabevi. Robinson JR., C. A. (1933). Alexander’s Gate, Gog and Magog, and the Inclosed Nations (Book Review). The American Journal of Philology, Volume (54), No. (1), 87-89. Roy O. (2000). Yeni Orta Asya ya da ulusların imal edişimi. (M. Moralı, Çev.), İstanbul: Metis Yayınları. Sapmaz A. (2008). Rusya’nın Transkafkasya politikası ve Türkiye’ye etkileri. Ankara: Ötüken Neşriyat. Smith J. (2015). Nagorno Karabakh Under Soviet Rule. M. Palonkorpi (Ed.), The South Caucasus beyond borders, boundaries and division lines conflicts, cooperation and development, (pp. 9-25). Turku: Juvenes Print. Stone D. R. (2006). A military history of Russia: From the Ivan Terrible to the war in 332 Checehnya. Westport: Greenwood Publishing Group Inc. The Editors of Encyclopedia Britannica. (22. 09. 2010). Gog and Magog, Erişim Tarihi:15. 12. 2016, https://global.britannica.com/topic/Gog. The Editors of Encyclopedia Britannica. (20. 07. 1998). Moscovy Company. Erişim Tarihi: 01. 03. 2017, https://global.britannica.com/topic/Muscovy-Company. Turan Ş. (1994). Edirne Antlaşması. İslam Ansiklopedisi, Cilt (10), 442-443. Türkmen Z. (2003). 19. yy Başlarında Rusya’nın Güney Kafkasya Politikası (1800’lerin başından 1828 Türkmençay Antlaşması’na kadar). Sekizinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, XIX ve XX. Yüzyıllarda Kafkasya, 24-26 Ekim 2001, İstanbul, Ankara: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 21-36. Uçarol R. (2010). Siyasi tarih (1789-2010). İstanbul: Der Yayınları. Urigashvili B. (Jan/Fab 1994). The Transcaucasus: Blood Ties. The Bulletin of the Atomic Scientists, 18-19. Vernadsky G. (2015). Rusya tarihi, (D. Mızrak. E. Ç. Mızrak, Çev.). İstanbul: Selenge Yayınları. Weeks T. R. (2006). Managing Empire: Tsarist Nationalities Policy. D. Lieven (Ed.), The Cambridge History of Russia (Vol-II) Imperial Russia (1689-1917) (pp. 27-44), Cambridge: Cambridge University Press. Wright J. F. R. (1996). The Geopolitics of Georgia. J. F. R. Wright, S. Goldenberg, R. Sakofield (Ed.), Transcaucasian boundaries (pp. 134-150). London: UCL Press. Yeşilot O. (2008). Türkmençay Antlaşması ve Sonuçları. A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. Sayı (36) 187-199. 333