60. YILINDA NATO VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ Rapor No: 2 Nisan 2009 - Ankara ISBN: 978-605-5330-79-8 Bu raporun yayınlanmasındaki katkılarından ötürü Coşkunöz Holding’e teşekkür ederiz. © 2009 ORSAM Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ ORSAM Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) 1 Kasım 2008’de çalışmalarına başlamıştır. Ortadoğu ve Avrasya özelindeki çalışmalara yoğunlaşan ORSAM, Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı kuruluşudur. ORSAM’ın Ortadoğu ve Avrasya Dünyasına Bakışı Ortadoğu’nun ve Avrasya’nın iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne Avrasya ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ve Avrasya ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik haklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Sözkonusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın Çalışmaları ORSAM, Ortadoğu ve Avrasya algılamasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ORSAM, bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayın altyapısıyla Ortadoğu ve Avrasya literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak, bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. www.orsam.org.tr COŞKUNÖZ HOLDİNG Coşkunöz Holding, Bursa merkezli olarak otomotiv, makina, ısı, savunma ve havacılık sektörlerinde faaliyet göstermektedir. Grubun ilk anonim şirketi olan Coşkunöz Metal Form A.Ş.’i 1973 yılında kurulmuştur. Bugün 900 çalışanıyla Coşkunöz Metal Form, başta otomotiv sanayii olmak üzere sac şekillendirme kalıpları, montaj ve ölçü kontrol fikstürleri, kaynak makinaları, hidrolik ve mekanik pres imali, üretilen kalıplarla çelik ve alüminyum alaşımlı sac malzemelerin şekillendirilmesi, montajı konularında üretim yapmaktadır. Şirket, Türk otomotiv sanayinin gelişiminde ve yerlileşmesinde büyük katkılar sağlamış ve Türkiye’nin 500 en büyük firması arasında hakettiği yeri almıştır. Coşkunöz Holding bünyesinde yer alan Beltan Vibracoustic, Betaseals ve Belka firmaları kauçuk-metal sektörüne titreşim kontrol elemanları, rulman contaları, sızdırmazlık elemanları imal etmektedir. Coşkunöz Radyatör ise, ısı sektörüne, panel radyatör ve havlupan üretmekte, bu alanda Türkiye’nin ilk 3 firması arasında yer almaktadır. 20 yıldır savunma sanayine aralıksız hizmet eden Coşkunöz Holding; 2006 yılında Eskişehir’de temellerini attığı Coşkunöz Savunma ve Havacılık A.Ş. ile bu sektörde büyüme hedefine hızla yaklaşmaktadır. Küresel talepler doğrultusunda teknoloji üretimi, rekabetin kaçınılmaz unsuru olmuştur. 2005 yılında kurulan Coşkunöz Ar-Ge, grup şirketlerinin araştırma ve geliştirme faaliyetlerini üstlenmekte, saç işleme süreçlerinde mühendislik katma değerini yükseltmeyi ve teknolojisi yüksek makina ve ekipman üretimini hedeflemektedir. Tüm bu sanayi yatırımlarının yanısıra, Coşkunöz Holding’in kurumsal sosyal sorumluluk anlayışıyla, mesleki eğitime katkı sağlamak için 1988 yılında Bursa Coşkunöz Eğitim Vakfı kurulmuştur. Her yıl Coşkunöz Holding şirketlerinin cirolarından ve karlarından belli bir oran Coşkunöz Eğitim Vakfı aracılığı ile eğitim için ayrılmaktadır. Geçtiğimiz sene kuruluşunun 20. yılı kutlayan Coşkunöz Eğitim Vakfı, Milli Eğitim Bakanlığı’na devrettiği teknik lise, verdiği burslar, düzenlediği meslek edindirme programları ve uzmanlaştırma eğitimleri ile sektöre yetişmiş elemanlar kazandırmış, yüzlerce işsiz genci iş ve meslek sahibi yapmıştır. www.coskunoz.com.tr İçindekiler 1. NATO Düşüncesinin Doğuşu ve Kuruluşu.................................................................. 5 2. Soğuk Savaş Döneminde NATO.................................................................................... 7 2.1. Soğuk Savaş Sonrası Tehdit Algılamalarında ve NATO’daki Değişim............ 7 3. NATO’nun Yeni Tehdit Algılamaları Karşısında Oluşturduğu Yeni Stratejiler ve ABD- NATO İlişkileri............................................... 10 4. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)...................................................................................... 11 5. “Yeni Ortadoğu” ve Başkan Barack H. Obama............................................................. 12 6. Transatlantik İlişkilerindeki Gelişmeler........................................................................ 14 6.1. ABD ile AB’nin Çatışan Çıkarları........................................................................ 15 6.2. ABD ile AB’nin Çakışan çıkarları......................................................................... 16 7. NATO-ABD İlişkilerinde Enerjinin Rolü...................................................................... 18 8. 11 Eylül Sonrasında NATO Stratejilerinde Meydana Gelen Değişim, Terörle Mücadelede Şekillenen Yeni Konseptler.......................................................... 19 9. NATO’nun Terörle Mücadele Konseptlerinin Uygulamadaki Durumu.................... 21 10. Terörler Mücadele Konsept ve Uygulamalarının Türkiye Açısından Değerlendirilmesi.......................................................................... 22 11. Terörle Mücadelede Türkiye’nin Beklentileri............................................................. 23 12. NATO-ABD ve Türkiye arasındaki Son Gelişmeler.................................................. 12.1. Afganistan Konusu................................................................................................ 12.2. Montrö’yü İhlal Teşebbüsleri............................................................................... 12.3. Ambargo ve Önleyici Teşebbüsler....................................................................... 12.4. NATO’nun Genişlemesinin Türkiye’ye Etkileri................................................. 24 25 26 26 13. NATO’daki Son Gelişmeler.......................................................................................... 27 26 14. NATO’nun Geleceğine İlişkin Öngörüler ve Türkiye............................................... 29 NATO Üyesi Ülkeler NATO ile Ortaklık İlişkisi Olan Ülkeler Akdeniz Diyalogu Ülkeleri Belçika (1) Litvanya (14) Arnavutluk (27) Kırgızistan (37) Cezayir (47) Moritanya (51) Bulgaristan (2) Lüksemburg (15) Ermenistan (28) Moldova (38) Mısır (48) Fas (52) Kanada (3) Hollanda (16) Avusturya (29) Rusya (39) İsrail (49) Tunus (53) Çek Cumhuriyeti (4) Norveç (17) Azerbaycan (30) İsveç (40) Ürdün (50) Danimarka (5) Polonya (18) Beyaz Rusya (31) İsviçre (41) Estonya (6) Portekiz (19) Hırvatistan (32) Tacikistan (42) Fransa (7) Romanya (20) Finlandiya (33) Makedonya (43) Almanya (8) Slovakya (21) Gürcistan (34) Türkmenistan (44) Yunanistan (9) Slovenya (22) İrlanda (35) Ukrayna (45) Macaristan (10) İspanya (23) Kazakistan (36) Özbekistan (46) İzlanda (11) Türkiye (24) İtalya (12) Birleşik Krallık (25) Letonya (13) ABD (26) ORSAM Rapor No 2, Nisan 2009 E. Tümgeneral Armağan Kuloğlu ORSAM Başdanışmanı [email protected] 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri Özet NATO İttifakı, yayılmakta olan Sovyet tehdidine karşı kurulmuş ve kurulduğundan bugüne kadar 60 yıl kadar bir süre geçmiştir. Kuruluşundan Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar olan dönemde, içinde bulunulan tehdit algılaması ortamında kuruluş maksadına uygun olarak hareket eden NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Varşova Paktının ortadan kalkması ile varlığını devam ettirip ettirmeme konusunda kendisini sorgulamaya başlamıştır. Bu dönemde, NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasına karar verilmiş, Soğuk Savaş sonrasındaki gelişmeler, riskler ve belirsizlikler, bir istikrar ve denge unsuruna ihtiyaç olduğunu göstermiş ve bunun da NATO ile sağlanabileceğini yaşanan olaylar belirginleştirmiştir. NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasında, SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin yanında Sovyet tehdidinin ortadan kalkması sonrasında ortaya çıkan belirsizliklerin ve risklerin önemli bir neden olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan yeni duruma göre tehdidin yeniden değerlendirilmesi yapılmış, başta uluslararası terör olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitlesel göç hareketleri gibi tehditler yeni tehdit algılamaları olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda NATO sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve iş birliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. Yeni stratejilerin oluşumunda, tehdit algılamalarının yanı sıra NATO’nun lideri durumunda olan ABD’nin tutumu da etkili olmuştur. Soğuk Savaş’tan sonra oluşan tek kutuplu dünya düzeninde ABD, her alanda belirleyici rol oynamaya başlamıştır. Bu durum ABD’nin dünyadaki gelişmeleri kontrol edebilme, bir noktada hegemonya yaratabilme isteğinin artmasına sebep teşkil etmiştir. Bu çerçevede ABD’nin NATO üzerindeki etkisi de Soğuk Savaş döneminden daha fazla görülmeye başlamıştır. NATO, eski NATO değildir, değişime uğramıştır. Yeni üyelerin katılımı, NATO’daki ABD kontrolünü arttırmıştır. Ayrıca yeni tehdit algılamaları ışığında oluşturulan stratejiler ile de alan dışına çıkmaya başlamış ve etki alanını bir noktada bütün dünya olarak algılamaya başlamıştır. ABD’nin hegemonyasını koruma ve pekiştirme politikası NATO’nun uygulamayı planladığı politikayı da etkilemektedir. Bu durum ise kaçınılmaz olarak Türkiye-NATO ilişkilerine yansımaktadır. Türkiye 1952’den itibaren NATO’nun üyesidir. O yıllarda artan Sovyet tehdidi karşısında kendi güvenliğini güçlendirmek maksadı ile bu teşkilata üye olmuştur. Soğuk Savaş’ın sonuna kadar, NATO’nun sağladığı güvenlik konusunda zaman zaman endişeler, Kıbrıs Harekâtında olduğu gibi, bazı olumsuzluklar yaşamışsa da genel olarak olumlu bir dönem geçirmiştir. NATO, modernizasyon ve batı ile yakın ilişkiler konusunda müspet bir ortam oluşturmuştur. Türkiye de buna karşılık NATO’ya olması www.orsam.org.tr 5 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG gerekenden çok fazla bağlılık ve sadakat göstermiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra dünya siyasetinde ve buna paralel olarak güvenlik politikalarında değişim olmuş, NATO’nun değişen ve odağını genişleten misyonuyla beraber, Türkiye oluşması muhtemel kriz bölgelerinin etkilerine açık hale gelmiştir. Türkiye’nin, 21. yüzyılda büyük devletlerin çıkar çatışmalarının yaşandığı bölgesel krizlerin merkezinde yer alan bir devlet olarak, bu krizlerden etkilenmemesi, güvenliğini sağlayabilmesi ve bölgede etkili olabilmesi için NATO ve AGSP açılımlarında politik ve askeri olarak etkili bir şekilde yer alması önem arz etmektedir. Ancak bu hususun kendi insiyatifi ile oluşturabileceği bölgesel ve küresel ilişkilere engel teşkil etmemesi de en az bunun kadar önemlidir. Uluslararası ortamın önümüzdeki 25-30 yıl içinde tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru bir değişim süreci yaşayacağı, bu kapsamda Rusya, Çin, Hindistan ve bir ölçüde de Japonya’nın bu kutupları oluşturabileceği, AB’nin bir kutup olabilme niteliğinin zayıf bir ihtimal olduğu düşünülmektedir. NATO’nun da AB gibi genişlemesini sürekli tutması halinde ve ABD etkisi de azaldıkça karar alma sürecinde karşılaşacağı sıkıntılar nedeniyle önceki gücünü muhafaza edebileceği konusunda tereddütler bulunmaktadır. Özellikle NATO’nun barış adına alan dışına çıkması, BM kontrolünde olmadığı takdirde önemli sıkıntılar yaratabilecektir. Bu nedenle Türkiye’nin NATO ile olan ilişkilerinin yanında diğer faktörleri de gözetmesinde yarar görülmektedir. Ancak yine de Atlantik ötesi ilişkilerin ve bu çerçevede NATO’nun temel güvenlik platformu olarak güçlendirilmesinin Türkiye’nin çıkarlarına uygun düştüğü varsayılmaktadır. Türkiye, NATO’yu Transatlantik ilişkilerin temel politik ve askeri yapısı olarak görmektedir. Bu nedenle henüz bu ittifakın yerini doldurabilecek köklü bir yapı bulunmadığından, NATO İttifakı’na önem vermeye devam etmektedir. Ancak diğer taraftan NATO’nun ve dünyadaki tehdit algılamalarının, Türkiye’nin bu ittifaka girdiği ortamda olmadığı, Soğuk Savaşı müteakip ittifakın daha çok ABD amaçlarına uygun hareket ettiği, Türkiye’nin bu ittifaka eskisi gibi ihtiyacı bulunmadığı, bu nedenle NATO’ya sadakat derecesinde bir bağlılığın ve bağımlılığın olmasına gerek olmadığı, NATO konusunun denge politikaları çerçevesinde yürütülmesinin Türkiye’nin menfaatlerine daha uygun olacağı da değerlendirilmektedir. Türkiye’nin NATO’ya fazla güvenmeden, ancak NATO’nun içinde kalarak ulusal çıkarlarına uygun hareket etmesi, NATO’yu ülkelerle çeşitli konuları müzakere edebilecek, istikrarlı ve geniş bir platform olarak görmesi, çıkarlarına uygun olmayan konularda “veto” hakkını kullanması veya bunun karşılığında başka bir çıkar sağlaması uygun bir yaklaşım tarzı olacaktır. Türkiye’nin bundan sonra kendisini merkeze alan, çevre ülkeleri, Rusya Federasyonu, Kafkasya, Orta Asya ve hatta Şangay İşbirliği Örgütü ile diyalog içinde olan çok taraflı bir dış politika uygulamasının yararlı olacağı kıymetlendirilmektedir. Güvenlik politikalarının da NATO’yu dışlamadan ancak yukarıdaki çerçevede ele almasının ve yürütülmesinin gerekli olduğuna inanılmaktadır. 6 www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri 1. NATO Düşüncesinin Doğuşu ve Kuruluşu NATO’nun kuruluşuna yönelik ilk düşünceler İkinci Dünya Savaşı sonlarına rastlamaktadır. Savaş’ın sonlarına doğru Sovyetler Birliği, ABD, İngiltere ve Fransa’nın liderleri önce Yalta’da, savaşın hemen bitiminden sonra da Potsdam’da bir araya gelerek diplomasinin alışılmış usullerine göre Avrupa’da sınırları yeniden düzenlemiş, nüfuz bölgelerini belirlemiş ve Milletler Cemiyeti’ni, Birleşmiş Milletler adı altında yeniden örgütleyerek uzun süreli bir barışın esaslarını oluşturmaya çalışmışlardır. Aslında yapılan iş galip gelenlerin milli menfaatlerini gözetmeye çalışmalarından başka bir şey değildir. Zira Almanya’ya karşı savaşı yürütmüş olan Batılı müttefikler ile Sovyetler Birliği arasında Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olmasının dışında ortak bir çıkar alanı da yoktur. Daha da önemlisi arada kapatılması imkânsız ideolojik farklılıklar da vardır. Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin işgal etmiş olduğu ülkelerde Sovyet ordusunun desteğiyle Komünist partiler, demokratik teamüller dışında yöntemler kullanarak iktidarı ele geçirmişlerdir. O yıllarda Sovyetlerin bu fiili genişleme siyaseti karşısında Batılı ülkeler arasında herhangi bir siyasi veya askeri bir dayanışmayı ortaya koyacak bir antlaşma ve örgütlenme yoktur. Barış ve güvenliğin sağlanmasından sorumlu olan Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi’ndeki Sovyet vetosu nedeniyle karar alamaz durumdadır. Avrupa’daki müttefikler kendilerini korumasız hissetmeye başlamışlardır. Bu nedenle 17 Mart 1948 tarihinde İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg aralarında imzaladıkları “Brüksel Antlaşması” ile muhtemel bir tecavüze karşı kuvvetlerini birleştirmeyi kabul ederek Mareşal Montgomery’nin komutasında ilk müşterek askeri teşkilatı kurmuşlardır. NATO ittifakının başlangıcı olarak kabul edilen bu teşkilat, 1955 yılında Batı Avrupa Birliği adını alacak olan teşkilatın da temelini teşkil etmiştir. Brüksel Antlaşması ile gerçekleştirilen bu teşebbüs, Batı Avrupa’nın müşterek savunma yo- lunda attığı ilk adımdır. Antlaşmayı gerçekleştiren bu beş ülkenin yalnız kendi askeri güçleriyle etkili bir savunma sistemi kuramayacakları açıktır. Sovyetlerin askeri gücü karşısında kuvvet dengesinin Batı Avrupa lehine dönmesi, ancak ABD’nin ve Kanada’nın savaş yıllarında olduğu gibi bu ittifaka girmeleri ile mümkün olacaktır. ABD’nin kendi iç siyasi engellerini aşması ile böyle bir ittifak gerçekleşmiş ve 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması ile İttifak, bilinen yaygın adı ile NATO olarak kurulmuştur. Brüksel Antlaşması’na dâhil beş ülkeyle beraber müzakere sürecine çağrılan İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz’in de katılımı ile NATO’nun üye sayısı 12’ye ulaşmış, Türkiye ve Yunanistan’ın 1952’de, Almanya’nın 1955’te, İspanya’nın 1982’de İttifaka katılması ile üye sayısı 16 olmuştur. Soğuk Savaş dönemi bu 16 üye ile aşılmıştır. 2. Soğuk Savaş Döneminde NATO NATO, kurulduğu 1949 yılından 1989 yılına kadar geçen 40 sene içinde Avrupa’nın güvenliğini tartışmasız bir şekilde temin etmiştir. Tehdidin mahiyetinin ve büyüklüğünün belli olduğu bu dönemde, savunma stratejileri ve askeri kuvvet yapıları tehdide yönelik olarak tespit ve teşkil edilmiş ve uygulanmıştır. Türkiye, Soğuk Savaş döneminde kendisine yönelebilecek silahlı tecavüzlere karşı güvenliğini kendi öz savunması ile birlikte, NATO’nun bir üyesi olarak da sağlamıştır. Her ne kadar bu dönem içinde bir kanat ülkesi olarak Türkiye’nin gerek NATO’ya tahsis ettiği kuvvetler üzerindeki emir-komuta yetkisi, gerekse ülkenin belirli bir bölgesine yönelik mahdut hedefli bir tecavüz vukuunda NATO’nun bütünüyle reaksiyon göstermesi konularında tereddütleri, endişeleri, hatta zaman zaman korkuları oldu ise de 40 yıllık süre içinde ülke güvenliğine NATO’nun katkısının büyük olduğu da bir vakıadır. NATO’nun oluşturduğu güvenlikte, genelde en büyük etkenin nükleer dehşet ortamında ABD’nin sağladığı nükleer şemsiyenin büyük payı olduğunu burada belirtmekte yarar görülmektedir. www.orsam.org.tr 7 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, dünya iki süper gücün ortaya çıkışına şahit olmuştur. Sovyetler Birliği’nin ‘süperliği’ 45 sene kadar sürmüş, ABD’ninkinin ise daha ne kadar süreceği belli değildir. 21. yüzyılın tamamında tek kutuplu bir dünyada yaşanmayacağı, daha başka güç odaklarının da ortaya çıkacağı, ancak bu yüzyıl içinde ABD’nin süper güç konumunu bir müddet daha sürdüreceği beklenmektedir. Savaş’tan birkaç sene sonra ABD bir süper güç olarak dünya çapında sorumlulukları olduğunun farkına varmış, Kuzey Amerika’da ve Pasifik Okyanusu’na dağılmış adalarda oturarak bu sorumlulukları yerine getiremeyeceğini, Avrupa’nın hâlâ dünyanın merkezi durumunda olduğunu, Avrupa’da söz sahibi olunmadıkça süper güçlük iddialarının da yeterli dayanaktan yoksun olacağını değerlendirmiştir. 1950’den sonraki yıllar ABD’nin ekonomik ve askeri gücü ile Avrupa’da itirazsız söz sahibi olduğu yıllardır. Güvenlik ihtiyacının gerektirdiği ağır savunma harcamaları, ABD’nin varlığı ile NATO’nun Avrupalı üyeleri için hafiflemiş, savunmadan kısılan imkânlar sosyal devletin gereklerine harcanabilmiştir. Bu arada Türkiye modern harp silah ve araçlarına biraz daha fazla sahip olabilme uğruna ekonomik gücünün çok üstünde bir silahlı kuvveti muhafaza ederek hem NATO’nun insan gücü açığını kapatmış ve hem de kendi teknolojik yetersizliğini bu şekilde telafi etmeye çalışmıştır. 4 Nisan l949’da Soğuk Savaş ortamında kurulmuş olan NATO’nun kuruluş amacı, 1952-1957 yılları arasında görev yapan NATO Genel Sekreteri Lord Ismay’in söylediği gibi, SSCB’yi dışarıda, ABD’yi içeride ve Almanya’yı aşağıda tutmak olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda NATO, kolektif savunma amaçlı bir örgüt olarak kurulmuştur. Bu çerçevede NATO’yu kuran Kuzey Atlantik Anlaşması’nın 5. maddesine göre NATO üyelerinden birine yapılan saldırı tümüne yapılmış sayılacak ve karşılık, kolektif olarak verilecektir. Metinde belirtilmemesine rağmen bu ilk maddenin temel amacı SSCB’den gelebilecek bir saldırıya karşı üye devletlerin birlikte hareket ederek birbirlerinin güvenliğine katkıda bulunmalarını sağlamaktır. 8 NATO içindeki ABD’nin üstün durumu zaman geçtikçe İttifak’ın Batı Avrupalı üyelerini rahatsız etmiştir. Avrupa Birliği fikri son 50 yıl içinde adım adım gerçekleşip “Birleşik Avrupa Devleti” hedefine doğru ilerledikçe Avrupa devletlerinde ABD’nin askeri vesayetinden kurtulma düşüncesi de gelişmeye başlamıştır. Zaten Fransa 1966 yılında İttifak’ın askeri yapısından çekilmiştir. Öte yandan ABD de İttifak içinde yüklendiği ağır ekonomik askeri yükümlülüklerden hoşnut olmayıp Batı Avrupalı İttifak üyelerinin daha fazla yükümlülük almasını istemektedir. Zamanın ABD Dışişleri eski Bakanı H. Kissinger bir konuşmasında NATO’yu Doğu Bloku karşısında bir kolu bağlı olarak dövüşmek zorunda kalan bir boksöre benzetmiştir. Bağlı kol durumunda olan Batı Avrupalı İttifak üyelerinin de dövüşe katılmasının gerektiği fikri oluşmaya başlamıştır. 1984 yılında ABD’nin Sovyetler Birliği ile uzun menzilli füzelerin sınırlandırılması pazarlığına girmesi ve Yıldız Savaşları Projesi ile Kuzey Amerika’yı koruma girişimleri, İttifakın Batı Avrupalı üyelerini yeni arayışlara sevk etmiş ve Batı Avrupa’nın Güvenlik Mimarisinde yeni bir üslup değişikliğine gidilmiştir.1 3. Soğuk Savaş Sonrası Tehdit Algılamalarında ve NATO’daki Değişim 1989 yılının sonlarına doğru SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte NATO’yu meşru kılan en önemli nedenlerden biri olan Varşova Paktı ortadan kalkmıştır. Batı Bloku’nun savunma örgütü olan NATO ise Varşova Paktı’nın aksine varlığını devam ettirmiş ve dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden organize olma faaliyetlerine girişmiştir. Varşova Paktı, iki kutuplu dünya düzeninde Doğu Bloku’nun savunma ihtiyacını karşılamaktan öteye gidemeyen ve bir anlamda NATO’ya karşı kurulan savunma işlevli bir örgüt niteliğinde iken NATO, Varşova Paktı’na karşı Batı’nın sadece savunma ihtiyacını karşılamakla sınırlı kalmamıştır. NATO’nun bir savunma örgütü olma özelliği kadar önemli diğer bir özelliği de üye ülkeler arasındaki askeri, siyasi ve sistem içi ilişkileri koruma, geliştirme ve düzen- www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri leme işlevlerini yerine getirmeye çalışmasıdır. Temmuz 1990’da yapılan NATO Zirvesi’nden başlayarak, NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasına karar verilmiş, Kasım 199l’deki Roma Zirvesi’nde NATO’nun yeni Stratejik Konsepti kabul edilmiştir. Yeniden yapılanmanın Sovyet tehdidinin yerini alan yeni tehdit algılamaları göz önüne alınarak gerçekleştirilmesi ve NATO’nun bundan sonra bu yeni tehditlerle başa çıkmasına katkıda bulunması kararlaştırılmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş sonrasındaki gelişmeler, riskler ve belirsizlikler, bir istikrar ve denge unsuruna ihtiyaç olduğunu göstermiş ve bunun da NATO ile sağlanabileceğini yaşanan olaylar belirginleştirmiştir. Özellikle Balkanlarda, Yugoslavya’nın dağılması sürecindeki soykırıma varan çatışmalar, Avrupa haritasının yeniden belirlenmesinde yaşanan gerginlikler, Sovyet etkisinde olan ülkelerin baskıdan kurtulmaları ile ortaya çıkan belirsizlikler, bu ihtiyacı teyit etmiştir. Çeşitli bölgelerde ortaya çıkan bölgesel problemler NATO’ya, Soğuk Savaş sonrasında da meşruiyet zemini hazırlayacak imkânlar yaratmıştır. NATO’nun değişen düzenin koşullarına göre yeniden yapılandırılmasında, SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin yanında Sovyet tehdidinin ortadan kalkması sonrasında ortaya çıkan belirsizliklerin ve risklerin önemli bir neden olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan yeni duruma göre tehdidin yeniden değerlendirilmesi yapılmış, başta uluslararası terör olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitlesel göç hareketleri gibi tehditler yeni tehdit algılamaları olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda NATO sadece bir kolektif savunma örgütü olmanın yanında, kolektif ve iş birliğine dayalı bir güvenlik örgütü haline de gelmiş2 ve örgüt, bilinen görev alanının dışına da çıkmaya başlamıştır. Ayrıca, örgütün güvenlik konusunda istikrarı bozabilecek yeni yapılanmalara engel olmak ve kendi yapılanmasının etki alanını arttırarak istikrar sağlamak maksadıyla genişletil- mesine karar verilmiştir. Bu bağlamda önce Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya, daha sonra Romanya, Bulgaristan, Slovenya, Slovakya, Estonya, Letonya, Litvanya ittifaka katılmıştır. Orta ve Doğu Avrupa’da, Orta Asya’da ve Kafkasya’da ortaklar edinmek amacıyla Barış için Ortaklık (BİO) Projesi hayata geçirilmiştir. Bu çerçevede BİO Projesi kapsamındaki ülkeler NATO tarafından hem askeri konularda hem siyasi olarak (örneğin demokratikleşme konusunda) eğitilmeye başlanmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak NATO Zirvelerinde alınan kararlarla İttifakın, alan dışı olarak kabul edilen Afganistan’dan sonra etkin olmasa da Irak için eğitim amaçlı görev alması da kararlaştırılmıştır. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun siyasi boyutunun önem kazandığı görülmektedir. Son NATO Zirveleri olan sırasıyla Prag, İstanbul, Brüksel Zirveleri, Sofya’daki NATO ülkeleri dışişleri bakanları gayri resmi toplantısı ve Riga Zirvesi’nde alınan kararlarla bu düşünceler güçlendirilmiş, 2008 Bükreş Zirvesi ile bu yöndeki politikalara devam edilmiştir. Sorumluluk sahası konusu da yeni tehdit algılamaları ve kabul edilen misyon çerçevesinde, yazılı olarak belirtilmese de, bütün dünya olarak algılanmaya başlamış ve Birleşmiş Milletler’le (BM) yakın iş birliği konusu güçlenmiştir. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun siyasi boyutunun önem kazandığı görülmektedir.3 NATO’nun yeni misyonu çerçevesinde Rusya Federasyonu (RF) ile olan ilişkilerinde de bir değişim yaşanmıştır. Bu değişime göre önceden 19+1 olarak ifade edilen bir yapıya geçilmiştir. Bu yapıyla RF’nin NATO içinde bir nevi gözlemci olarak yer alması ve karşılıklı güvenin oluşmasına yardımcı olmak üzere NATO Karar Alma Sürecini takip etmesi sağlanmıştır. Daha sonra 2002 yılından itibaren de sistemin içine alınarak “20’li yapı” olarak ifade edilen ve Karar Alma Sürecinde beraber çalışılan, ancak oy ve veto hakkı olmayan bir sistem oluşturulmuştur. Bu durum NATO’ya yeni üyelerin katılımıyla www.orsam.org.tr 9 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG 2009’da 26+1=27’li yapı olarak sürdürülmüştür. Arnavutluk ve Hırvatistan’ın katılımıyla bu yapı 28+1=”29’lu yapı” olarak sürdürülecektir. Daha sonra olabilecek yeni katılımlar ile yapının sayı olarak ifadesi de artış gösterecektir. 3. NATO’nun Yeni Tehdit Algılamaları Karşısında Oluşturduğu Yeni Stratejiler ve ABD-NATO İlişkileri Tehdit algılamalarındaki bu değişim, sonuçta NATO’ya, ilk kurulduğunda sorumlu olduğu bölgelerin dışından da sorumlu olma ve bu bölgelerde istikrara katkıda bulunma misyonunu da yüklemiştir. Bu yeni durum doğal olarak NATO’nun teknolojik ilerlemesini, yeni sistemleri, yeni konseptleri, doktrinleri, kuvvet yapısını da kapsayan yeniden yapılanmasını beraberinde getirmiştir. Düşüncede, teşkilatlanmada, usul ve yöntemlerde değişiklikler olmuştur. Daha uzun mesafelere süratle intikal edebilen, hareket kabiliyeti yüksek, elastiki, çevik, üstün ateş gücüne sahip, istihbarat imkânları teknolojiyi de kullanarak daha da gelişmiş, haberleşme ve komuta kontrolü çok iyi olan, çoğunlukla özel olarak teçhiz edilmiş ve özel eğitim görmüş; ancak daha küçük yapıda birliklerden oluşan bir yapı öngörülmüştür. Yeni stratejilerin oluşumunda, tehdit algılamalarının yanı sıra NATO’nun lideri durumunda olan ABD’nin tutumu da etkili olmuştur. Soğuk Savaş’tan sonra oluşan tek kutuplu dünya düzeninde ABD, her alanda belirleyici rol oynamaya başlamıştır. Bu durum ABD’nin dünyadaki gelişmeleri kontrol edebilme, bir noktada hegemonya yaratabilme isteğinin artmasına sebep teşkil etmiştir. Bu çerçevede ABD’nin NATO üzerindeki etkisi de Soğuk Savaş döneminden daha fazla görülmeye başlamıştır. Sonuçta NATO’nun lideri konumundaki ABD’nin geliştirdiği stratejilerle NATO’ya yüklenen yeni misyonlar ve örgütün doğuya doğru genişlemesi politikaları arasında paralellikler oluşmuştur. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte 20. yüzyılın başından beri küresel üstünlük sağlamaya çabalayan ABD, uluslararası sistemin en önemli, hatta tek güç merkezi haline gelmiş- 10 tir.4 Ancak, ABD doğudan gelen terör ve kitle imha silahlarının yayılması tehdidiyle karşı karşıya kalmış ve ABD’nin hegemonik liderliğini devam ettirebilmesi için bu yeni tehditlerin üstesinden gelmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, ABD bu tehditlerin ortaya çıktığı bölgeleri kontrol altına almayı amaçlamakta ve NATO’nun bu bölgelere doğru genişlemesini desteklemektedir. Buna ek olarak, ABD’nin liderlik ettiği NATO’nun genişlemesi, bu genişleme sürecinde NATO’ya giren ve girecek olan her üyenin ABD’nin yanında yer alması, ABD’nin hâkimiyetine ve hegemonik konumuna katkıda bulunmaktadır. Bu yeni durumda NATO genişledikçe ABD’nin gücü artmakta, kendisi ile rekabet etme düşüncesinde olan Avrupa Birliği (AB) genişledikçe karar alma konusunda yaşanan sıkıntı arttığından AB’nin gücü azalmaktadır. Ayrıca, hem NATO hem AB üyesi olan eski Sovyet Bloğu ülkeleri güvenliklerinin sağlanması konusunda ABD’ye güvendiklerinden AB’nin ABD karşıtı politikalar izleme imkânı da, AB’nin bu ülkeleri kapsayacak şekilde genişlemesiyle, azalmaktadır. Bu nedenle ABD, hegemonik konumuna katkıda bulunduğu ve Avrupa’nın doğusundan AB’ye katılan ülkeleri Batı Çıpası içinde tutmaya katkı sağlayacağı için NATO’nun yanında AB’nin genişlemesini de desteklemektedir. ABD’nin liderliğini sürdürebilmesi için enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altına alması da çok önemlidir; zira günümüzde endüstriyel kalkınmanın gerçekleşmesi için ihtiyaç duyulan en önemli ham maddeler arasında petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynakları yer almaktadır. Bu çerçevede, ABD’nin kurmak istediği Yeni Dünya Düzeni’nin önündeki en büyük tehdit olan terörün ve kitle imha silahlarının yayılmasının engellenmesi ve enerji kaynakları ile yollarının kontrolünün sağlanması amacıyla ABD “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) olarak bilinen projeyi geliştirmiş ve uygulamaya koymuştur.5 BOP, ABD’nin dünyayı kontrol edebilme ana politikasının önemli bir ayağı olarak da mütalaa edilebilir. www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri 4. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) BOP genel olarak Kuzey Afrika ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri, Kafkasya ve Orta Asya’yı kapsayan, coğrafi olmaktan çok, stratejik bir proje olarak algılanabilir.6 Dikkatli bakıldığında BOP’un İslam coğrafyası üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu projenin iki temel hedefi olduğu söylenebilir. Birincisi, bu bölgeden kaynaklandığı düşünülen terör tehdidinin ortadan kaldırılmasıdır. Tanımlanan bölgede nüfusun ve gelir dağılımı adaletsizliğinin etkisiyle fakirlik artmış ve bu durumun sebebi olarak özelde ABD, genelde ise Batı dünyası görülmüştür. Bu durum radikal İslam’ın güç kazanmasına, Amerikan karşıtlığının yayılmasına ve sonuçta terör eylemleriyle ABD’yi ve diğer Batı ülkelerini tehdit etmesine sebep olmuştur. Bu olgu, istikrarsız rejimlerin varlığıyla birleşince, terörün artmasının yanı sıra, kitle imha silahlarının yaygınlaşması, uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve kitlesel göç hareketlerinin artması gibi önemli güvenlik ve düzen sorunlarını da beraberinde getirmiştir.7 Bu bağlamda, bölgedeki tehdit unsurlarıyla etkin bir biçimde baş edebilmek için bölge ülkelerinin “çağın gereklerine uygun olarak” demokratikleştirilmesi ve bu amaçla sosyal, ekonomik ve siyasal reformlar gerçekleştirmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, siyasal özgürlüklerin genişletilmesi, rejimlerin iyileştirilmesi, sivil toplumun güçlendirilmesi, yolsuzlukla mücadele, eğitim reformuyla okur-yazarlığın arttırılması, kadın haklarının genişletilmesi, ticaret ve finans sektörlerinin reformu ile girişimciliğin ve serbest ticaretin teşvik edilmesi gibi amaçlar güdülmüştür.8 Ayrıca, terörle mücadele kapsamında bölgedeki radikal İslamcı ve Amerikan karşıtı rejimlerin ılımlı İslami demokrasilerle değiştirilmesi, bölgenin kitle imha silahlarından arındırılması, İsrail-Filistin/Arap sorununun iki devlet esasına göre çözülmesi ve toplumların refah seviyelerinin arttırılması amaçlanmıştır.9 BOP’un ikinci hedefinin, bölgedeki enerji kaynaklarını ve bunların intikal yollarını kontrol etmek olduğu söylenebilir. Gelişmenin ve re- fah düzeyinin endüstriyel ilerlemeye bağlı olduğu günümüzde, enerji kaynaklarının ve bunların bulunduğu bölgelerin kontrol edilmesi büyük önem arz etmektedir.10 20. yüzyılın sonlarına doğru bilinen dünya hâkimiyet teorilerinden ayrı olarak “enerji kaynaklarını kontrol eden dünyayı kontrol eder” tezine dayalı yeni bir stratejik anlayış oluşmaya başlamıştır. Küresel hâkimiyetin yeni belirleyici unsurunun enerji kaynaklarının kontrolüne dayandığı, bu anlayış çerçevesinde ABD’nin, Soğuk Savaş dönemi boyunca tam olarak etkinlik sağlayamadığı Orta Asya ve Ortadoğu bölgeleri üzerine odaklanarak, yeni bir bölgesel etki alanı oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. Bu iki ana hedefi gerçekleştirebilmek amacıyla ABD; Soğuk Savaş döneminde yapılandırılmış kuruluşların, özellikle de NATO’nun, BOP bölgesinin hem askeri, hem ekonomik olarak dönüştürülmesinde aktif görev almasını sağlamaya, bu çerçevede yeni görev tanımlamaları oluşturmaya çalışmıştır. ABD, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini desteklemekte, Orta Avrupa’daki NATO üslerinin sayılarının ve kapasitelerinin azaltılıp Doğu’da kriz bölgelerine daha kolay ulaşabilecek yerlere konuşlandırılmasına çalışmaktadır. Öte yandan ABD, dünyanın herhangi bir yerinde oluşan krize müdahale etme aşamasına geldiğinde BM, AGİT, NATO gibi uluslararası kuruluşlarla konsensüs içinde hareket etmek istemektedir. Ancak bu kuruluşlarda kararlar geç alınabilmekte veya alınamamaktadır. Bu nedenle ABD, diğer ülke ve kuruluşları devre dışı bırakarak müdahalesini yapmakta, istediklerini belirli ölçüde elde ettikten sonra savunma masraflarını ve sorumlulukları paylaşmaya ve konuyu hukuki zemine oturtmaya çalışmaktadır. ABD, NATO’yu da bu amaçla çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir. Bu durum, ABD’nin Irak’ta girdiği çıkmazda da NATO’yu kullanmak istemesi örneğinde açıkça görülmektedir. ABD, Irak’ta askeri başarıyı kısa sürede sağlamasına rağmen, Irak’ın sosyal yapısını iyi analiz edememiş, demokrasi, hürriyet ve insan hakları savunuculuğu yaparken, ABD askerlerinin Irak’ta uyguladığı işkence ve kötü muameleden dolayı dün- 11 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG ya kamuoyu önünde kötü duruma düşmüş ve Irak’ta iyice çıkmaza girmiştir. Bu çerçevede, ABD içine düştüğü kötü durumdan sıyrılmak için yeni arayışlar içinde NATO’yu devreye sokmaya çalışmıştır. Diğer bir anlayışla ABD, NATO’yu “kendi küresel polisi haline çevirmeye çalışmaktadır” denilebilir.11 Ayrıca, ABD’nin, NATO’yu özellikle BOP’un bir Amerikan projesi olduğu izlenimini silmek amacıyla projenin uygulanmasına dahil etmek istediği de düşünülmektedir. Ancak BOP’un ABD’nin hegemonyasını yaymak için oluşturulan emperyalist bir proje olarak görülmeye başlanması sonucunda ortaya çıkan tepkilerden dolayı, 28–29 Haziran 2004 tarihlerinde gerçekleştirilen NATO Zirvesi’nde projenin adı “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” (GOKAP) olarak değiştirilmiştir. Aslında projenin özü aynı kalmıştır. Bu isim değişikliğinin, oluşmakta olan tepkileri önlemek ve uygulama safhasında ortaklar/müttefikler bulmak amacıyla yapıldığı söylenebilir. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen ABD, Irak’ta istediği sonuca kolay ulaşamamıştır. Irak’ta istikrarın ve güvenliğin sağlanması için Irak ordusunu yeniden teşkil etmiş ve 2008 yılı içinde ABD-Irak güvenlik işbirliği anlaşmasını imzalayarak bir program halinde 2011 yılı sonuna kadar askeri kuvvetlerinin bütününü Irak’tan çekmeyi planlamıştır. ABD’deki yeni yönetim, İran ile diyalog yollarını açık tutacağını da beyan etmiştir. ABD’nin Ortadoğu’dan vazgeçmesi söz konusu değildir. Ancak Ortadoğu politikalarına yeni bir düzen vereceği anlaşılmıştır. 5. “Yeni Ortadoğu” ve Başkan Barack H. Obama “Yeni Ortadoğu”, Ortadoğu’da ABD’nin hâkimiyetinin artık sona erdiğini ve Ortadoğu için yeni bir çağın başlangıcını ifade eden bir terimdir. Ortadoğu’da yeni aktörlerin, yeni güçlerin meydana geldiği ve artık sert gücün (hard power) yerini yumuşak güce (soft power) bıraktığı oluşumdur. Bu durumda ABD’nin bölgede etkinliğini askeri güç yerine diplomasi gibi yumuşak güçle sağlamaya çalışacağı anlaşılmaktadır.12 Yeni yönetimin, İran konusunda olduğu gibi diyalog ve müzakere yolunu benimseyece- 12 ğini, ancak gerektiğinde askeri seçenekleri gündemde tutacağını belirtmesi, diplomasi ve yumuşak gücün yeterli olamayacağı zamanlarda sert güç kullanılabileceğini de göstermektedir. Obama’nın ilgilenmesi gereken en önemli mesele hem ABD’yi hem de tüm dünyayı yakından ilgilendiren büyük ekonomik krizdir. Krizin etkilerinden kurtulmak ve küresel alanda rekabeti yükseltmek için yeni bir paket hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Küresel ekonomik kriz, başlangıçta ABD’den başlamış ve bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Küresel ekonomik krizin zaman içinde küresel siyasi etkilerinin olacağı da beklenmektedir. Ancak ABD’nin dünyanın en büyük ekonomik imkânına ve kapasitesine sahip olması, IMF’yi kontrol edebilme gücü, FED’in dünya ekonomisine etkisi, çok ortaklı şirketlerde büyük ortaklıklara sahip olması ve ABD dolarının yatırım ve finans ölçü aracı olarak yaygın bir şekilde kullanılması ve gücünün ABD’nin itibarı ve ekonomik büyüklüğü ile orantılı olarak ölçülmesi, ABD’nin bu küresel ekonomik krizden en erken çıkabilecek ülke olabileceğinin birer göstergesi olabilir. ABD, ekonomisinin sahip olduğu bu özelliklerinden dolayı, krizin küresel siyasi etkisinde de baş rolü oynayabileceği izlenimini vermektedir. Önemli konulardan biri de hiç kuşkusuz Filistin-İsrail çatışmasıdır. Sonuç alınamayan ve yıllar süren bu problemin bir anda ortadan kaldırılmasının imkânsız olduğunu bilen Obama, bölge için özel temsilci atamıştır. Obama böylece direkt olarak Gazze krizi gibi olaylara müdahil olmamakta, atadığı kişiler aracılığı ile ilişkileri devam ettirmeyi planlamaktadır.13 Bu yöntemle yapılacak çalışmalar ışığında yeni politikaların ortaya konacağı beklenmektedir. Unutulmaması gereken iki ayrı konu daha vardır, bunlar da Afganistan ve Rusya’dır. Obama’nın, selefi olan Bush’dan farklı olarak bu iki ülke ile ilgili krizlerden kaçınma yolunu seçtiği söylenebilir. Afganistan konusunda, Taliban’a karşı mücadelenin kazanılması amacı varken, Rusya cephesinde ise doğal gaz ve lojistik konular ağar basmaktadır. www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri Afganistan’da başarı sağlamak için, daha fazla askere ihtiyaç duyulduğunun farkında olan Obama, Irak’tan çekeceği askerlerden bir kısmını buraya göndermeyi planlamaktadır. Diğer taraftan, Obama halka seslenişlerinden birinde, gerektiğinde Taliban ile iletişim kurulmasını ve müzakere edilebileceğini de belirtmiştir.14 Afganistan konusu bir noktada NATO’nun geleceği olarak kabul edilmekte ve NATO ülkeleri öncelikle çatışma bölgesinde görevlendirilmek üzere Afganistan’daki müdahaleye katkıda bulunmaya ısrarla davet edilmektedir. Yeni yönetim, acil bir tedbir olarak Afganistan’a 17000 ilave ABD askeri gönderme hususunu da karara bağlamıştır.15 Afganistan konusu içinde bir diğer önemli konu ise, ABD’nin askeri lojistik ihtiyacının büyük bir bölümünün Pakistan üzerinden karşılanmasıdır. Özelikle 26 Kasım 2008 Mumbai’deki terörist saldırılarından sonra, Hindistan ile artan gerilim sebebiyle, bu bölgenin istikrarsız hale gelmesi ABD’nin çıkarlarına ters düşmektedir. Hindistan, Pakistan’ın sadece terörizme karşı sözde mücadele ettiğini ve bu konudaki hoşnutsuzluğunu belirtmiştir. Bu nedenle ABD, lojistik ihtiyaçların Afganistan’a intikal ettirilmesi için Pakistan güzergâhından başka hatlar bulmak zorunda kalmaktadır. Bu durumda ABD, öncelikle Afganistan için hayati önem taşıyan akaryakıt ve mühimmat başta olmak üzere ikmal malzemelerini güvenli alanlardan geçirmek maksadıyla çeşitli planlamalar yapmaktadır. Bu noktada karşımıza üç farklı güzergâh çıkmaktadır. Bunlardan ilki, Hazar Denizi’nin iki kıyısını birleştiren Azerbaycan-Türkmenistan boru hattıdır. Ancak bu hat Özbekistan, Gürcistan ve Türkiye tarafından kullanılmak üzere genişletilse de yeterli aktarımı yapabilecek yeterliliğe sahip değildir. İkinci hat ise Özbekistan, Türkmenistan ve Rus topraklarından geçerek Karadeniz ulaşımını da içinde barındıran, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya ulaşan hattır. Üçüncü hat ise direkt İran’dan Hint okyanusuna ulaşan güzergâhtır. Üçüncü hattın uygulamaya geçmesi ihtimali imkânsıza yakın olsa da potansiyel alternatif hatlar arasında sayılabilir. Görüldüğü gibi bütün hatlar üzerinde Rus etki- si göze çarpmaktadır. Rusya gerektiğinde Azerbaycan ve Türkmenistan’a baskı yaparak, politika değişikliklerine sebep olmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin de ABD ile Rusya arasında kalabilecek durumlardan kaçınacağı beklenmelidir. Bu takdirde, ABD’nin bu hatları kullanabilmesi için Rusya ile işbirliğine girmesi gerekmektedir. Bu da yumuşak güç politikasının bir gereği olarak nitelendirilebilir. 16 Rusya ve ABD bir yandan silahsızlanma mesajları verirken, bu ülkelerin Orta Asya’da sessiz ve derinden bir güç mücadelesi içinde olduğu da gözden kaçmamaktadır. ABD, Taliban ve El Kaide ile daha etkili mücadele edebilmek için Irak’tan asker çekmeyi ve Afganistan’a daha fazla asker sevk etmeyi planlamaktadır. Rusya ise Orta Asya’daki hamleleriyle ABD’nin genişleme ve etkili olma planını bozmaya çalışmaktadır. Yıllık bütçesi sadece 1 milyar dolar olan Kırgızistan, Rusya’dan 150 milyon hibe olmak üzere 1,7 milyar doları Rus yatırımı sözü aldıktan sonra ABD’ye ait Manas askeri üssünü kapatacağını açıklamış ve kapatma kararını da almıştır. Manas, Afganistan’daki Amerikan üslerine lojistik destek sağlaması açısından önem taşımaktadır. Kırgızistan bu açıklamayı yaparken Rusya, Afganistan’a lojistik destekte yardımcı olabileceğini belirterek adres olarak Moskova’yı göstermektedir. Bu durumda ABD’nin, ikmal konusunda Türkiye’den de talepte bulunabileceği değerlendirilmektedir. Ancak Kırgızistan, Manas üssü konusunda, ABD’nin girişimi ile bu konuyu yeniden görüşmeye niyetli olarak görünmektedir. ABD ve Rusya güç dengesinde çeşitli hesaplar yapılırken bu kez Moskova, Müşterek Güvenlik Anlaşması Zirvesine ev sahipliği yapmış ve bu zirvede, Beyaz Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan ile birlikte NATO benzeri bir askeri ittifak kurma kararı alınmıştır. Anlaşmaya göre, bu ülkelere dışarıdan gelecek bir tehdit, tüm ittifaka üye ülkelere yapılmış sayılacaktır. İttifakın ilk icraatı, acil bir müdahale gücü oluşturma kararı olmuştur. 04 Şubat 2009’da Moskova’da gerçekleştirilen bu güvenlik zirvesinde krize rağmen, “Rus Marshall Planı” olarak adlandırılan bir askeri yardım www.orsam.org.tr 13 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG planı kabul edilmiş ve 10 milyar dolarlık bir destek fonu oluşturulmuştur. Fondaki paranın 7,5 milyar dolarının Rusya tarafından karşılanacağı açıklanmıştır. “Rus Marshall Planı”ndan ilk yararlanan ülke ise 500 milyon dolarla Ermenistan olmuştur.17 Avrupa’nın Rusya ile ilişkilerde en önem verdiği nokta kuşkusuz doğal gaz temini konusudur. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa devleti, Rusya’dan gelen doğal gaza ihtiyacı çerçevesinde karşılıklı anlaşmalar yapmaktadır. Bu bağımlılık, NATO içerisinde de ayrışmalar yaratmaktadır. Örneğin Almanya, Rusya’nın karşı olduğu önemli olaylarda, Rusya’yı karşısına alacak politikalardan kaçınmaktadır. Bu, özellikle Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği sırasında kendini göstermektedir. ABD’nin Rusya ile olan herhangi bir işbirliğinde, tek taraflı kabullenmelerin olmayacağı açıktır. Bu kapsamda Rusya’nın da ABD’den bazı beklentilerinin olduğu düşünülmektedir. Rusya’nın; Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyelik adaylıklarının iptal edilmesini, eski Sovyet devletlerinin (Estonya, Litvanya, Letonya) NATO tarafından büyük ölçüde silahlandırılmamasını, Orta Asya’daki Amerikan varlığının geri çekilmesini ve Füze Kalkanı Projesinden vazgeçmesini talep etmesi söz konusu olabilir. Bir yandan küresel mali krizle mücadele, diğer yandan da Afganistan’daki Amerikan varlığında bir olumsuzluk yaşanmaması için Obama, Rusya’dan destek almayı düşünebilir. Ancak bunun gerçekleşme olasılığı zayıf olduğu için ABD, Pakistan’ı elde tutmak zorunluluğunun farkındadır. Afganistan’daki istikrar, Pakistan, İran gibi ülkelerin durum ve tutumlarına da bağlıdır. Bu kapsamda bu ülkelerin barış ve istikrara katkısı önemli olup, ABD, NATO yoluyla da bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir.18 Terörizme karşı daha etkin mücadele ve Ortadoğu barışı için Obama, Afganistan ve Pakistan’a Richard Holbrooke’u özel temsilci olarak atamış olup, bu ülkelerle ilişkileri ge- 14 liştirmeyi ve derinleştirmeyi düşündüğünü, bu yolla terörizme karşı savaşta daha da güçleneceğini açıklamıştır. Yeni Ortadoğu içinde önemli bir unsur olarak karşımıza çıkan Filistin sorununu çözmek açısından da, Obama bölgeye George Mitchell’i temsilci olarak atamıştır. Obama, Ortadoğu’da durumun ne kadar karışık ve tehlikeli olduğunun farkında olup, bölge barışının ve istikrarın ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olduğunu belirtmiştir. Obama’nın öncelikle yumuşak güç kullanımı ile sonuca varmaya çalışacağı değerlendirilmektedir. Obama’nın gerek Afganistan ve Pakistan’a, gerekse Ortadoğu’ya göndermekte olduğu elçilerin ilk görevinin, kaotik durum içindeki bu ülkelerle karşılıklı koordinasyonun sağlanması olacağı kıymetlendirilmektedir. ABD, Afganistan’daki güvenlik ve istikrarın sağlanması için, özellikle NATO üyelerinin katkısını talep etmektedir. ABD Afganistan’a olan katkısının artarak devam edeceğini, eksik kalan hususların da üyelerin katkıları ile tamamlanacağını, mutlak başarı için çalışılması gerektiğini savunmaktadır. ABD sonuçta, istikrar ve güvenliği göreceli bir şekilde sağlayacağını, ancak bölgenin sosyal ve kültürel yapısının ve buna bağlı olarak da ekonomik durumunun bir sonucu olan direniş hareketlerinin ve terörün tam olarak kalkamayacağını, zemin bulduğunda tehdidin zaman zaman devam edeceğini de bir gerçek olarak kabul etmektedir.19 Görüldüğü üzere, ABD’nin yeni politikalarında Ortadoğu’nun önemi artmaktadır. Yeni Ortadoğu anlayışıyla ön plana çıkacağı öngörülen “yumuşak güç” anlayışının tam olarak gerçekleştirilmesinin zor olacağı, sert gücün de gündemde tutulacağı beklenmektedir. Yeni Ortadoğu olarak ifade edilen politika anlayışında ABD’nin yine NATO’dan faydalanmak isteyeceği de aşikârdır. 6. Transatlantik İlişkilerindeki Gelişmeler ABD ve Avrupa, her ne kadar “Batılı olma” kavramı içinde ortak değerlere sahipse de, Avrupa artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi ABD’nin www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri güdümü altında yaşamak istememektedir. Bu nedenle AB, ekonomiyi takiben siyaset ve savunma konularında etkili olmaya çalışmaktadır. ABD’nin, her ne kadar Avrupa’yla köklü dini ve sosyo-kültürel ortak değerleri varsa da, AB ve ABD’nin dünya ekonomisindeki paylarının büyük olması aralarında rekabet yaratmaktadır. Bu rekabetin küreselleşme çerçevesinde şirket evlilikleri ile ortak ekonomik çıkarlara yönelmesi de normal karşılanmaktadır. Başkan Bush’un Avrupa’yı göz ardı eden hegemonik politikalara yönelmesi, Avrupa’da hoşnutsuzluk yaratmıştır. Birlik olma yönünde önemli adımlar atan AB, ABD politikalarını genel olarak desteklememiş ve bu politikaların önüne engeller koymuştur. Çok eski mazisi olan “Atlantik Ötesi İlişkiler” duraksamaya girmiştir. Ancak daha sonraki temaslarda yumuşamayı sağlayacak demeç ve davranışlar dikkat çekmiştir. Bu gelişmeler, ABD’nin Avrupa’yla ilişkilerini gözden geçirdiği ve yeni gelişmeler beklediği kanısını yaratmaktadır. Yeni yönetimin de Avrupa’yla ilişkileri düzgün yürütme niyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Yeni güvenlik ortamında Transatlantik ilişkilerin nasıl olduğunu anlamak için ABD ve AB’nin çatışan ve çakışan çıkarlarını gözden geçirmekte fayda bulunmaktadır. 6.1. ABD ile AB’nin Çatışan Çıkarları - ABD’nin, Avrupa’yı, hukuku ve başta BM olmak üzere uluslararası organizasyonları göz ardı eden hegemonik politikaları kaygı yaratmaktadır. Irak’a yapılan tek taraflı müdahale Avrupa tarafından tepkiyle karşılanmıştır. - Çıkarların çatışması AB üzerinde de olumsuz etki yaratmış, AB üyeleri temel güvenlik konularında birlikte inisiyatif alamamışlar, hatta ikiye bölünmüşlerdir. - ABD, NATO’yu güvenlik ve savunma açısından hem askeri bir örgüt olarak güçlendirmek, hem de güvenlik konularında siyasi bir platform olarak kullanmak istemektedir. AB ise; Avrupa Güvenlik ve Savunma Po- litikası (AGSP) geliştirerek NATO imkânlarını bu maksatla kullanmak istemekte, siyasi platform olarak NATO yerine, ABD-AB arasında yeni kurulacak bir mekanizmayı geliştirmek istemektedir. ABD’nin NATO’yu tercih etmesinin sebebi, üyelerini bu platformda daha kolay ikna edebilme düşüncesine dayanmaktadır. NATO, bu politikalar için meşru ve güvenli bir çatı olarak nitelendirilmektedir. AB ekonomik birliğinden sonra siyasi birliğini oluşturmakta zorlanmakta, hatta savunma birliği konusunda ise siyasi birliğinden de daha geri durumda bulunmaktadır. Güvenlik ve savunma konularında 27 üyenin aynı fikri benimsemesi sorun yaratmaktadır. Bunun örneklerini komisyon raporlarında ve Avrupa Anayasası’nın Fransa ve Hollanda’da reddedilmesinde ve buna benzer birçok konuda görmek mümkündür. - Uluslararası terörle mücadele konusunda ortak irade olmasına rağmen “yöntem” ve “gücün kullanılması” konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. - ABD 1989’dan beri Çin’e Avrupa tarafından uygulanan silah ambargosunun kaldırılması girişiminden “stratejik kaygılar” duymaktadır. ABD, AB ülkelerinin Çin’in bir numaralı ticari ortağı olmasından ve Çin’in yüksek teknoloji silahlar edinmesinden rahatsız olmaktadır. - ABD’nin dünyada özgürlük ve demokrasiyi geliştirme konusundaki “önleyici güç” kullanmayı içeren davranışları Avrupa tarafından kabul edilmemektedir. Avrupa, yerleşik kurum ve kuruluşları sebebiyle “önleyici güç”ten ziyade olaylar gerçekleştikten sonra cezai yöntem uygulamayı tercih etmektedir. - ABD’nin dünya enerji kaynaklarının ve bunların ulaşım yollarının kontrolü konusunda Avrupa’yı dışlayan tek taraflı girişimleri kaygılara sebep olmaktadır. - ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında terör üreten ve terörü destekleyen ülke yönetimlerini, kendi lehine hareket edecek yönetimlerle değiştirme girişimleri Avrupa tara- www.orsam.org.tr 15 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG fından destek görmemektedir. Avrupa’nın, demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemleriyle yola çıkan ABD’ye, bu çerçevenin çok dışında hareket etmesinden dolayı güvensizliği söz konusudur. - İran ve Kuzey Kore’nin nükleer silah yapımının önlenmesi ve Suriye’nin Ortadoğu’da barışa zorlanması için ABD’nin askeri seçeneği açık tutması, bu konuda BM Güvenlik Konseyi karar almadan ABD’nin muhtemel bir askeri operasyon düzenleme ihtimali bulunması Avrupa’da rahatsızlık yaratmaktadır. 6.2. ABD ile AB’nin Çakışan Çıkarları - ABD ve AB’nin, İsrail ile Filistin ve İsrail ile Suriye arasında barış sağlamaya yönelik ortak iradesi bulunmaktadır. Suriye kuvvetlerinin Lübnan’dan çekilmesi için ABD ve Fransa’nın girişimleri ile BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1559 sayılı karar20 etkili olmuş ve ortak bir zemin yaratılmıştır. Ancak bilahare İsrail’in Lübnan’a müdahalesi yine görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. 16 lanılmasına öncelik vermektedir. Ancak, yeni Obama döneminin, Bush’un izlediği hırçın politikalar yerine, diplomasi ağırlıklı usulleri tercih edeceği anlaşılmaktadır. ABD’nin İran’a güç kullanma seçeneğini, gelişmelere bağlı olarak en son düşüneceği, diplomatik yolların denenmesi ve İran’a birtakım tekliflerde bulunularak müzakere yolunun açılması girişimleri, şimdilik Avrupa’yla bir konsensüsün sağlandığı anlamına gelebilir. Ancak bundan nasıl bir sonuç alınacağını zaman gösterecektir. 2004’ün ilk yarısında ABD, NATO gündemine Irak’ta aktif olarak görev alma konusunu getirmiş; ancak AB ülkelerinin önemli kısmı Washington’un bu talebine sıcak bakmamıştır. ABD tarafından NATO’nun askeri rolü dışında ABD-AB arasında siyasi diyalog mekanizması oluşturma girişimini AB ülkeleri ihtiyatla karşılamış ve ayrı bir mekanizma kurulması düşüncesini dile getirmişlerdir. - İran’da nükleer silah üretimine yarayacak uranyum zenginleştirme programlarına son verilmesi için Fransa, Almanya ve İngiltere’nin diplomatik girişimleri ABD tarafından desteklenmektedir. Hatta konuyu BM çerçevesine oturtmak konusunda ortak bir anlayış doğmuştur. AB öncülüğünde, Avrupa Komisyonu Yüksek Temsilcisi tarafından BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya adına sunulan teklif paketi, AB ve ABD’nin İran konusunda aynı paralelde olduğunu göstermektedir. Bu konuda alınan BM kararları da her iki tarafça olumlu karşılanmıştır. Başkan Bush’un ilk dönem yönetiminde özellikle terörizmle mücadele ve demokrasinin geliştirilmesinde ABD tarafından yapılan hatalı girişimler “Batı”nın bölünmesini hızlandırdığı gibi “Batı Değerleri” koruyuculuğunun Avrupalıların eline geçmesini sağlamıştır. ABD ve Bush dünya çapında eleştirilirken AB, “Batı değerlerinin” ve barışın adeta “garantörü” sayılmıştır. Bu değerlendirme ışığında “Batı”dan ayrılan ABD, “demokrasi ve özgürlük” demek olan Batı’nın liderliği ve değerlerini temsil etme meşruiyetini yeniden kazanma ve dünya genelinde oluşan Amerikan aleyhtarlığını azaltma konusunda arayış içindedir. Obama’nın politikalarında bu konu, daha da ön plana çıkmış görünmektedir. Bush yönetimi ile Avrupa arasında Ortadoğu’ya ilişkin sorunlar yakından izlendiğinde, temelde görüş ayrılığı olmadığı görülmektedir. Bu ortak sorunlar; Irak’ta istikrar, İran’da nükleer silah üretiminin engellenmesi, Filistin sorununa çözüm gibi konulardır. Birbirlerinden ayrıldıkları önemli nokta ise; bu hedefe “hangi yöntem”le varılacağı konusudur. Bush güç kullanmaya, Avrupa ise diplomatik yolların kul- AB’nin önde gelen güçleri Fransa ve Almanya’dır. Fransa geleneksel olarak Amerika karşıtı politikalar uygulamaktadır. Almanya’nın ise her dönemde ulusal çıkarları ABD ile örtüşmemektedir. Bush AB Konseyinde yaptığı konuşmasında21, “yeni yüzyılda güvenliğin en önemli direği” olarak tanımladığı “Avrupa ve Kuzey Amerika İttifakı” konusunda “hiçbir geçici görüş ayrılığı, hiçbir dünya gücü bizi ayıramayacaktır”, www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri temennisinde bulunmuştur. Yine aynı konuşmasında İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’a da göndermeler yaparak “İsrail’i toprak bütünlüğü olan bir Filistin Devleti kurulmasını engelleme” planı nedeniyle eleştirirken, Mısır ve Suudi Arabistan’ı da “demokrasi açıkları” konusunda uyarmıştır. Bununla ABD, Avrupa’yla aynı görüşleri paylaştığı ve demokrasi konusunda çifte standartlı hareket etmediği imajını vermek istemiştir. Bush, benzer mesajları NATO Zirvesinde de dile getirerek, “Atlantik ötesi birliğin ve güvenliğin köşe taşı” olmaya devam edeceğini vurgulamıştır. Obama döneminde de bu yaklaşımın takip edileceği beklenmektedir. ABD ve Avrupa’da dev şirketler iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel “sistemde” etkinliklerini arttırmışlardır. Artan bu etkinlikler “oligarşik bir düzenin yerleşmeye başlamasına” yol açmaktadır. Dev şirketlerin sistemde oluşturduğu bu oligarşik düzen ABD ve Avrupa’nın iş birliği ve bütünleşmesini de kaçınılmaz hale getirmektedir. Aslında her ikisinin de üzerine oturdukları zemin ve doku aynıdır. Küresel çıkarları ve egemenlik hedefleri “aralarında çatışma yerine bütünleşmeyi” zorunlu kılmaktadır.22 Yaşanan küresel ekonomik kriz de bunun bir göstergesi olmuştur. ABD’nin, Bush’un ikinci döneminde Avrupa’ya yönelerek jeopolitik bütünlüğü sağlamaya yöneldiği ve bunu Obama döneminde de devam ettireceği söylenebilir. Önümüzdeki dönemde dengeli bir ABD-AB ortaklığının küresel siyasal düzene yeniden egemen olması beklenebilir. Dünya mal ticaretinin yüzde otuzdan fazlası ve hizmet ticaretinin yüzde kırkını aşan bölümü Kuzey Atlantik’in iki yakası arasında gerçekleşmektedir. Görüş ayrılıkları her zaman olabilecek, ABD-AB ilişkilerinde kırılganlıklar görülmeye devam edebilecektir. Ancak buna rağmen, somut olarak saptanmış ortak çıkarlar, iyi anlaşılmış ortak asgari değerler ve iyi paylaşılan rollerle yeni bir döneme girildiği görülmektedir. İlişkilerin temelinin sağlam olduğu değerlendirilmektedir. ABD’nin daha ziyade askeri üstünlüğü ve yaptırım yeteneğiyle bir “Sert Güç”, Avrupa’nın ise iş birliği, demokrasi, insani yardım gibi araçlarla “Yumu- şak Güç” rolünü ön planda tutarak, bu farklılıkların birbirini tamamlayan bir sinerji yaratması önemli sonuçlar doğurabilecektir. Yeni dönemde Obama yönetiminin verdiği yumuşak güç öncelikli mesajları, yakınlaşmayı daha da artırabilecektir. Kısaca; ABD’nin tek başına gücünün yetmediği bir dünya gerçeğiyle karşı karşıya olduğunu iyi kavraması, Avrupa’nın ise, “yumuşak” da olsa bir “güç” olmanın temel niteliklerinden kaçınamayacağını kabullenmesi gerekmektedir.23 NATO’nun kurulduğu günden bugüne kadar ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyaçlarına karşılık, bu ittifakın, Atlantik’in iki yakasının bir araya gelerek güvenlik sorunlarını tartıştığı önemli bir diyalog platformu olduğu, önümüzdeki dönemde de terör ve kitle imha silahlarıyla mücadele konularında NATO’nun bu özelliğine duyulan ihtiyacın daha da artacağı kıymetlendirilmektedir. Bugün NATO çerçevesinde en önemli eksikliklerin yetenek ve siyasi irade olduğu ve önümüzdeki dönemde NATO’nun etkin bir güvenlik anlayışına erişebilmesi için bu eksikliklerin giderilmesinin gerektiği düşünülmektedir. NATO ile AB’nin uluslararası ortamda iş birliği yapmasının, gerek İttifakın geleceği, gerekse Transatlantik ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde devamı için önemli olduğu kıymetlendirilmektedir. Önümüzdeki dönemde çeşitli uyumsuzlukların giderilmesi ve ortak tehditlere karşı daha etkin bir savunma yapılabilmesi için NATO ve AB arasındaki stratejik farklılıkların da kısa sürede giderilmesi gerekmektedir. NATO’nun Rusya’yla kurduğu ilişkinin bir benzerini AB’yle de kurabileceği, böyle bir yapının ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyaçları kapsamında dünya barışına da büyük katkıları olabileceği anlaşılmaktadır. 2008 Savunma Bakanları Toplantısında, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına geri döneceği kesinleşmiştir. Böylelikle 1966’dan bu yana AGSP-NATO dengesini sağlamaya çalışan Fransa, politikalarını değiştirerek NATO’nun askeri kanadına geri dönme girişiminde bulunmuştur. Bu durum, NATO-AB ilişkilerinin daha da düzelebileceğinin ve NATO ile www.orsam.org.tr 17 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG AGSP’nin uyum içinde çalışabileceğinin bir göstergesi olarak da mütalaa edilebilir. 7. NATO-ABD İlişkilerinde Enerjinin Rolü ABD, Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla birlikte yeni öncelikler belirlemiş ve çıkarları doğrultusunda geliştirdiği yeni politikalarında NATO’ya önemli roller biçmiştir. ABD’nin yeni öncelikleri arasında Ortadoğu’daki enerji kaynaklarıyla birlikte eski Sovyet Bloğu ülkelerinin enerji kaynaklarını ve bunların aktarıldığı yolları kontrol etmek de vardır. Tarihsel olarak bakıldığında ABD’nin dış politika ve milli güvenlik stratejisini her zaman jeopolitik temeller üzerine kurduğu görülmektedir. Bu çerçevede “Doğu Avrupa’ya hâkim olan, merkez bölgesine24 hâkim olur”, anlayışına dayanan “Kara Hâkimiyet Teorisi”, “denizlere hâkim olan, dünyaya hâkim olur” anlayışına dayanan “Deniz Hâkimiyet Teorisi”, “Avrasya’ya hâkim olan, dünyaya hâkim olur; Avrasya’ya hâkim olmak için de merkez bölge ile denize kıyısı olan devletler arasında kalan kenar kuşak bölgesine hâkim olmak gerekir”, anlayışına dayanan “Kenar Kuşak Teorisi”, “yeterli hava gücüne sahip olan dünyaya hâkim olur” anlayışına dayanan “Hava Hâkimiyet Teorisi” gibi teoriler geliştirilmiş ve ABD, stratejilerini belirlerken bu teorileri temel referans kaynağı olarak kullanmıştır. 20. yüzyılın son yarısıyla birlikte “enerji kaynaklarını kontrol eden dünyayı kontrol eder”, anlayışına dayalı yeni bir stratejik anlayış oluşmaya başlamıştır. Bu bağlamda, ABD için, kendi enerji ihtiyacını karşılamak dışında, özellikle ağırlıklı olarak Avrupa’nın bağımlı olduğu enerji kaynaklarını ve bunların geçiş yollarını kontrol etmek, hem güvenlik sağlamak hem de gerektiğinde AB’yi kısıtlayabilmek açısından ABD’nin hegemonyasını sürdürmesi için önemli hale gelmiştir.25 Aslında temel değerleri paylaşan ABD ve AB’nin arası SSCB’nin yıkılması sonucu ortak tehdidin ortadan kalkmasıyla birlikte açılmaya başlamıştır. ABD’nin terörle mücadele çerçevesinde izlediği müdahaleci ve sert politikalar sonucunda ABD ile AB arasında oluşmaya başlayan uçurum daha 18 da genişlemiştir. Bu koşullar altında AB’nin bağımlı olduğu enerji kaynaklarını kontrol etmek ABD’nin hegemonyasını sürdürmek açısından önem verdiği bir husustur. Ayrıca Çin’in giderek artan enerji ihtiyacı üzerinde kontrol sağlamak da, bu hegemonyanın güçlenmesine katkıda bulunabilecektir. Kısaca, gelişmenin ve refah düzeyinin artmasının endüstriyel ilerlemeye bağlı olduğu günümüzde ABD, AB ve Çin’in olduğu gibi diğer ülkelerin de enerjiye olan ihtiyacı ve bağımlılığı artmaktadır. Dolayısıyla, küresel hâkimiyetin yeni belirleyicisi enerji kaynaklarının kontrolüdür. Bunların ışığında, BOP’un içine aldığı bölgede AB’nin bağımlı olduğu kaynakları da içeren iki önemli enerji kaynağının bulunduğunu vurgulamak gerekir. Bunlar Ortadoğu enerji kaynakları ve Hazar enerji kaynaklarıdır. Doğal enerji kaynaklarının coğrafi dağılımına bakıldığında ağırlık merkezinin Ortadoğu bölgesi olduğu görülmektedir. Ancak Hazar bölgesindeki enerji kaynakları da hatırı sayılır miktardadır. Bu bölgedeki enerji kaynakları, tarih boyunca dünya üzerinde egemenlik kurmayı amaçlayan ülkelerin ilgi odağı olmuştur. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler, dünya egemenliği kurma stratejisi çerçevesinde ve Rusya’ya karşı yürüttüğü mücadelede bu bölgedeki enerji kaynaklarını ele geçirmeye çalışmıştır. Bugün, Amerikan Enerji Bakanlığının verilerine göre Hazar Bölgesi’ndeki ispatlanmış ve olası petrol rezervlerinin toplamı günümüz petrol rezervlerinin yaklaşık %26’sını oluşturmaktadır.26 Bu da oldukça önemli bir orandır. Ayrıca bu bölgeden çıkan enerji ürünlerinin çok kaliteli olduğu bilinmektedir. ABD, hem Ortadoğu hem de Orta Asya enerji kaynakları ve yolları üzerinde hâkimiyet sağlayarak bir yandan kendisi tek kaynağa bağımlı olmamayı hedeflerken, diğer yandan da bu kaynakların ve yolların güvenliğini sağlamayı, bölgede etkin olan Rusya ve Çin gibi aktörlerin etki alanını sınırlandırmayı, bu bölgeden gelecek enerjiye muhtaç olan endüstriyel demokrasileri korumayı ve gerektiğinde yönlendirebilmeyi amaçlamaktadır.27 Bir taraftan ABD, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’da etkili olmaya çalışırken, diğer taraftan Rusya’da öncelikle Kafkasya ve Orta Asya’da ABD hegemonya- www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri sına karşı koymak için yeni stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır. Orta Asya’da kendisi dâhil 7 ülkeyle kurduğu yeni ittifak bunun bir sonucudur. Rusya’nın ayrıca Ortadoğu’da etkili olabilme teşebbüsleri bulunmaktadır. Rusya’nın Suriye’nin Tartus Limanında bir deniz üssü açma ve daha sonra diğer Ortadoğu ülkelerinde de benzer tesisler kurma niyetinde olduğu açıklanmıştır. Önümüzdeki yıllarda enerji güvenliğinin, kaynaklarının ve intikal yollarının önemi artarak devam edecektir. 2030’lu yıllara gelindiğinde hidrokarbon, yine enerjide hâkim faktör olma durumunu koruyacaktır. Kuzey kutbu, küresel ısınmanın etkisi ile petrol arama ve kaynaklarının ortaya çıkmasına elverişli hale gelecektir. Bu durum yeni siyasi ilişkileri beraberinde getirecektir. Enerji güvenliğinin yanında gıda, su ve çevre konuları da öncelikli sorunlar haline gelecektir. Dünya genelinde nüfus artışı da bu sorunların içinde olacaktır. Ancak gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanması, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki genç ve eğitimsiz nüfus ve bunun bir sonucu olan göç hareketleri bir çatışma ortamı yaratabilecektir. Diğer tehditleri de göz ardı etmemek gerekmektedir. Yeni tehditlerin nereden geldiği henüz daha tam olarak belirlenememiştir. Bu yıllara gelindiğinde devlet, yine en önemli güvenlik sağlayıcısı, aynı zamanda tehdit kaynağı olacağından bu durumda askeri güç, önemini korumaya devam edecektir.28 Dolayısıyla NATO’nun askeri bir güç olarak önemini koruyacağı anlaşılmaktadır. Tüm bunlara bakıldığında, NATO’nun doğuya doğru genişleme ve bu bölgede istikrar sağlanmasına yardımcı olma stratejisi ile ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve bölge üzerinde oluşturduğu politikalar arasında ciddi örtüşmeler olduğu görülmektedir. ABD, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini desteklemektedir; çünkü NATO’nun genişlemesi demek onun lideri olan ABD’nin hâkimiyet ve etki alanının genişlemesi demektir.29 Bu da, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde yer alan Ortadoğu ve Hazar enerji kaynaklarının ve yollarının NATO, dolayısıyla ABD kontrolü altına girmesi anlamı- na gelmektedir. Bu çerçevede bir NATO ülkesi ve bu örgütün lideri olarak ABD, birliklerini yeniden yapılandırma ve konuşlandırma çalışmalarına başlamıştır. Örneğin, ABD Avrupa’daki (özellikle Almanya’daki) ve Uzak Doğu’daki (Güney Kore ve Japonya’daki) birliklerini Ortadoğu, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve Orta Asya’ya kaydırma çalışmaları yapmaktadır.30 Bu durum, Bush yönetiminin milli güvenlik stratejisinin ve ABD gücünün dünya üzerindeki yeni yayılımının bir çıktısıdır. ABD henüz yeni bir güvenlik stratejisi oluşturmadığından, bu anlayışın yeni dönemde de küçük sapmalarla devam edeceği beklenmektedir. Her ne kadar bu yeniden konuşlandırmanın terörle daha etkili mücadele etme amacını taşıdığı söylense de, tüm bu değerlendirmelerin ışığında, enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol etme stratejisinin de, bu yeniden konuşlandırma çalışmalarında etkili olduğu yorumunu yapmak yanlış olmayacaktır. Ancak Irak’tan kuvvetlerini bir plan dahilinde çekip, Afganistan’daki askeri gücü arttırmak birinci öncelikli konu olarak ortaya çıkmıştır. Afganistan’a diğer NATO ülkelerinin de katkısı üzerinde ısrarla durulmaktadır. Çünkü Afganistan konusu NATO’nun geleceğini etkileyen bir konu olarak algılanmaktadır. 8. 11 Eylül Sonrasında NATO Stratejilerinde Meydana Gelen Değişim, Terörle Mücadelede Şekillenen Yeni Konseptler Günümüzde asimetrik güçlerin mücadele yöntemi olarak ortaya çıkan şiddet ve terör, bölgesel sınırların ötesine geçmiş ve küresel nitelik kazanmıştır. Küresel Terörizm, dünyanın olduğu gibi NATO’nun da gündemini değiştirmiştir. Terörizm ile mücadelede BM, NATO, AB ve AGİT’in çalışmalarının artarak devam edeceği beklenmektedir. Gelişen yeni tehditlerin niteliği, NATO üyelerinin bu tehditlere en etkin şekilde mukabele etmede fikir birliğine varmalarını zorunlu kılmaktadır. NATO Müttefikleri, 11 Eylül saldırısının ardından NATO Anlaşması’nın 5. maddesini yürürlüğe koyarak Afganistan’a kuvvet göndermek suretiyle bu yolda önemli bir adım atmışlardır.31 www.orsam.org.tr 19 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG Terörizmle mücadele konusu NATO’nun 1999’daki Washington Zirvesi’nden itibaren şekillenmeye başlamış, 2002 Prag Zirvesi’nde terörizmle mücadele konsepti onaylanmıştır. Bu gelişme ile İttifak üyelerinin halkına, kuvvetlerine, topraklarına ve uluslararası güvenliği hedef alan tüm terör hareketlerine karşı mücadele kararlılığı ifade edilmiştir. Kabul edilen konseptte, alınacak önlemlerin teröristleri caydırabilecek, durdurabilecek ve karşı savunma yapabilecek nitelikte olması öngörülmekte ve önlemlerin NATO’nun çıkarlarının olduğu bölgelerde uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Terörizm konusunda Prag’da onaylanan Ortaklık Eylem Planı, ortaklara ulusal reformlarında ve güvenlik konularında geniş kapsamlı yardım yapılmasını esas almaktadır. Terörizmin temel nedenleri üzerinde duran bu planın, terörizmin sınırlar ötesine taşmasının önlenmesinde olumlu etkilerinin olacağı değerlendirilmiştir. Planda NATO-AB arasında hem güvenlik hem de transatlantik ilişkilerinin geliştirilmesi düşünülmüştür. 2004 yılında İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi, ABD ve AB’nin küresel kerörizmle uluslararası alanda mücadelenin etkin yürütülebilmesi için ortak yaklaşım ve işbirliği için önemli bir imkân yaratmıştır. Soğuk Savaş döneminde askeri tehdide dayalı güvenlik anlayışı egemen olurken, Soğuk Savaş sonrası dönemdeki gelişmelere uygun olarak NATO, terörizmin en büyük tehdit olduğu yönünde aldığı kararla, algılama ve görev tanımlaması boşluğundan kendini kurtarmaya çalışmıştır. Ayrıca terörizmle mücadelede önalıcı (proaktif ) güvenlik anlayışını benimsemiştir. Bu zirvede İstanbul İşbirliği Girişimi oluşturulmuştur. Körfez İşbirliği Konseyi kurularak ve Güçlendirilmiş Akdeniz Diyalogu ile Doğu Akdeniz’in güvenliği ve istikrarı için önemli bir girişim başlatılmıştır. Güçlendirilmiş Akdeniz Diyalogu ile Diyalog ortaklarının birbirlerine yakınlaşmaları, terörizm ve kitle imha silahlarının yayılması gibi ortak tehditler karşısında daha yakın bir ortaklık geliştirilmesi amaçlanmıştır. 28-29 Nisan 2006’da Sofya’da yapılan NATO 20 Dışişleri Bakanları toplantısında NATO’nun “Küresel İttifak”a dönüştürülmesinin düşünülmediği; ancak küresel tehditlerle daha çok mücadele edilmesinin amaçlandığı vurgulanmıştır.32 Kasım 2006 Riga Zirvesi’nde de bu konu teyit edilmiştir. Haziran 2008’de yapılan NATO Savunma Toplantısı’nda, Afganistan’da olası strateji değişimi ve uyuşturucuyla mücadele konuları da ele alınmıştır. 2003 yılından bu yana Afganistan’da görev yapan NATO’ya bağlı ISAF (Afganistan’daki Uluslararası Destek Gücü) tarafından Taliban’ın yılda 100 milyon dolara yakın uyuşturucu gelirinin kesilmesi yönünde adımlar atılması tartışılmıştır. Küresel uyuşturucu üretiminin yüzde 90’ının bu bölgeden çıkıyor olması, bu konu hakkında mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Yalnız Almanya, İspanya, Portekiz, Romanya, Yunanistan, Belçika ve İtalya gibi Avrupalı müttefik devletler sivil can kayıplarının artacağını, yöre halkının haşhaş ekiminden gelir sağladığını, engellenmesi durumunda yeni huzursuzlukların çıkacağını belirtmişlerdir. Buna karşılık ABD, Kanada, Hollanda ve İngiltere ise uyuşturucu ile mücadeleden yana olduklarını ifade etmişlerdir. Bu ayrışmaların ışığında, 2008 yılında yapılan Budapeşte Zirvesi’nde de uyuşturucuyla mücadele konusunda kesin bir sonuca ulaşılamamıştır.33 Bununla beraber ISAF’a ilave askeri kuvvet konusu da tartışılmış ve sonuçta Fransa’nın 7001000 kişilik, ABD’nin 3 bin 500 ve Gürcistan’ın da 500 kişilik ilave kuvvet göndereceği açıklanmıştır. Bükreş Zirvesi’nin ardından Haziran 2008 Brüksel’de yapılan Genelkurmay Başkanları Toplantısı’nda, Zirve’de alınan askeri kararların görüşülmesinin yanında toplantının ana konusunu oluşturan siber savunma konusunda da geniş katılımlı bir görüşme yapılmıştır. Özellikle 2004 yılında İttifaka katılan Estonya’ya, Rus kaynaklı sanal saldırılar sonucu, hem Estonya’nın hem de diğer üye devletlerin bu yöndeki mücadele isteğini içeren önerilerde bulunulmuştur. Estonya’daki Siber Savunma Merkezi ile 6 NATO üyesi (Almanya, www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri İtalya, İspanya, Slovakya, Litvanya, Letonya) arasında yapılacak anlaşmayla, bir NATO Sivil Savunma Mükemmeliyet Merkezinin kurulması kararlaştırılmıştır.34 NATO kapsamında yapılan tüm toplantılar ve girişimler sonucunda varılan ortak noktalara baktığımızda şu hususların ön plana çıktığı görülmektedir: - Kaynağı, sebebi ve amacı ne olursa olsun, uluslararası terörizmin eylem, yöntem ve uygulamaları kınanmaktadır. - Ülkelerin toprak bütünlüklerini tehdit eden terör; barış, güvenlik ve istikrarı tehdit etmektedir. - Uluslararası terör suçları hiçbir şekilde haklı gösterilemez. - Terör hem insanlık onurunu ve haklarını hem de uluslararası ilişkilerin normal seyrini tehdit etmektedir. - Terörün önlenmesi ve bastırılması için mümkün olan en etkili iş birliğinin yapılması gerekir. - İttifak içindeki bazı düzenlemeler de dâhil olmak üzere, İttifakın terörle mücadele konusundaki çabaları desteklenecektir.35 ABD Hükümeti tarafından 11 Eylül’den sonra hazırlanan raporda da; - Terör örgütlerinin büyük çaplı eylem planlama, organize etme ve değerlendirme yeteneklerini geliştirdikleri, - Yeni eleman toplama, fikirlerini aşılama ve yeni personel eğitme olanaklarını genişlettikleri, - İleri muhabere, istihbarat imkân ve kabiliyeti ile kayda değer finans kaynaklarına sahip oldukları, - Personelini uzak bölgelere gönderebildikleri belirtilmektedir.36 NATO Genel Sekreter Yardımcısı John Colston da; - Terörün küresel bir sorun olduğunu, - Mücadelenin uluslararası iş birliğine bağlı olduğunu, - Terör belası ile tek başına mücadele edecek hiçbir uluslararası kuruluş ya da devlet bulunmadığını, - Mücadelede silahlı kuvvetlerin rolünün çok önemli olmakla beraber, uluslararası kuruluşla- rın ve devletlerin de bu konuda sorumluluklarının bulunduğunu, - Tehdit nereden geliyorsa oraya müdahale edilmesi gerektiğini, NATO’nun eşsiz bir operasyonel kabiliyete sahip olduğunu, siyasi ve askeri ittifaklarla terörizmle mücadeleye katkı sağlayabileceğini belirmiştir.37 Bütün bu açıklamalar ve kavramlar, NATO içinde terörle mücadele konusunda bir görüş birliği oluştuğunu ve üyelerin bu konuda iş birliğine hazır olduklarını ve NATO imkân ve kabiliyetlerinin de bunu başarabilecek durumda olduğunu göstermektedir. Ayrıca mücadelede NATO’nun uluslararası iş birliğine açık olduğu görülmektedir. Bu konuda 2006 yılında Sofya’da yapılan NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda NATO Genel Sekreteri Scheffer’in, NATO ile Rusya arasında varılan iş birliği anlaşması çerçevesinde, özelikle uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizmle mücadele alanlarında başarılı iş birliği sergilendiğini belirtmesi örnek olarak gösterilebilir.38 Bu konu 2009 yılına kadar yapılan bütün toplantılarda güncelliğini korumuştur. 9. NATO’nun Terörle Mücadele Konseptlerinin Uygulamadaki Durumu Yapılan toplantılar ve alınan kararlardaki olumlu yaklaşımlar ve yaşanan acı gerçeklere rağmen, NATO içinde uygulamalara bakıldığında terörle mücadelede tam bir konsensüs sağlandığını söylemek mümkün değildir. Hatta bu olumsuz anlayışın devam edeceği de anlaşılmaktadır. Terörizmin tanımı ve terörizmle mücadele noktasında nasıl bir ortak politika uygulanacağı konusunda belirsizlikler sürmektedir. Bu belirsizlikler, aslında NATO’nun sağlıklı bir vizyon ortaya koymasını engellediği gibi, uluslararası ilişkilerde de bir fay hattı oluşturmaktadır. Bu fay hattının oluşturacağı kırılganlıklar ise, terörizmle mücadelede başarılı adımlar atılmasını engelleyecektir. Tehdidin salt askeri tehdit olmayıp asimetrik yapıdaki terör tehdidi olduğu düşünüldüğünde, aslında ortak politika belirlemenin önemi daha fazla ortaya çıkmaktadır. Realizm ile idealizmin mutlaka birbirinden ayrılması zarureti bulunmaktadır. Ak- www.orsam.org.tr 21 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG törlerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki politikaları analiz edildiğinde ve bu açıdan NATO içinde ABD ve Avrupa yaklaşımlarına bakıldığında, ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrasında daha çok güç kullanma ve savaş yöntemi ile güvenlik sorunlarını çözmeyi amaçladığı, Afganistan ve tek başına Irak’a müdahalesinin bu politikaların bir sonucu olduğu görülmektedir. Avrupa’nın ise, diplomasi ve müzakere yöntemlerini kullanarak güvenlik sorunlarını çözme eğiliminde olduğu müşahede edilmektedir. ABD ve Avrupa’nın güvenlik sorunlarında tercih ettiği bu yöntem farklılığı, uluslararası güvenlik alanında yeni tehdit algılaması olarak ortaya çıkan terörizm konusunda NATO’da ortak politika üretilmesine önemli bir engel oluşturmaktadır. Ancak, terörle mücadelede ortak politikanın belirlenememesine Soğuk Savaş sonrası dönemdeki belirsizliğin bir sonucu olarak bakıldığında çok da umutsuz olmamak gerekir. İleride bu belirsizlikten uzaklaşıldığı noktada belki bir ortak politikaya varılabilecektir. Ancak halen toplantılarda ve uygulamalarda ülkelerin ortak hareket etme eğiliminden daha fazla olarak kendi kazanç hanelerini düşündüklerine şahit olunmaktadır. 2004 İstanbul Zirvesi’nde, Afganistan’da NATO’nun görev alanının genişletilmesi, Irak konusunda görüş birliğine varılması ve Irak’tan kaynaklanan terör tehdidinin varlığının kayıt altına alınması, İstanbul İşbirliği Girişimi’nin Akdeniz Platformu ile birlikte işlem görecek biçimde yaşama geçirilmesi daha çok ABD’nin kazanç hanesini ilgilendirmektedir. NATO aldığı bu kararlar ile ABD’nin dış politika uygulamalarını meşruiyet zeminine çekmiştir.39 Terörle mücadelede gerçeklerle karşı karşıya kalındığında ülkelerin, özellikle ittifak üyesi ABD’nin alınan ortak eylem kararları dışına çıktığını ve hatta BM girişimini dahi beklemeden tek başına hareket etme eğiliminde olduğu görülmektedir. Bunun nedenleri incelediğinde, terör örgütlerinde karar alma sürecinin kısa olduğu, aldığı kararı hemen uygulama imkânına sahip olduğu, bununla mücadele edecek olan uluslararası kuruluşlarda ise karar alma mekanizmasının bu kadar çabuk çalışmadığı anla- 22 şılmaktadır. Bu nedenle ABD’nin tek kutuplu dünya düzeninin hâkim kutbu durumunda olmak ve ittifak içinde de lider durumunda bulunmak avantajını kullanarak hareket ettiğini söylemek mümkündür. Daha sonra yapılan ittifak toplantılarında, yapılan işleme destek alınmak istendiği ve meşruiyet zeminine oturtulmaya çalışıldığı müşahede edilmektedir. Yukarıda ifade edilen İstanbul Zirvesi’nde alınan kararlar bu uygulamaya bir örnek teşkil etmektedir. Daha sonraki toplantı ve uygulamalarda bir değişikliğe rastlanmamıştır. 10. Terörle Mücadele Konsept ve Uygulamalarının Türkiye Açısından Değerlendirilmesi Türkiye terörizmden en fazla zarar gören ülke konumundadır ve bu nedenle terörle mücadelede en duyarlı ülkedir. NATO toplantılarında ortak kararlar alınmasına en fazla destek olan ve alınan kararları da NATO ve insani menfaatler istikametinde uygulayan bir ülke konumundadır. Türkiye gerek zarar gören ülke konumundan doğan hassasiyeti, gerek NATO ittifakına verdiği önem gerekse insani duygularla, NATO’nun terörle mücadele konsept ve doktrin geliştirme faaliyetlerine destek sağlamakta ve bu konuda NATO ve diğer ülkelere operatif ve stratejik seviyelerde eğitim vermektedir. Afganistan’daki NATO gücüne olan katkılarını ve eğitim amaçlı açtığı “Terörle Mücadelede Mükemmeliyet Merkezi”ni bu uygulamalarına iyi birer örnek olarak göstermek mümkündür. Terörle mücadelenin uzun vadeli bir konu olduğu, özellikle toplumun teröre karşı direnişinin, başarının temel koşullarından biri olduğu kıymetlendirilmektedir. Askeri düzeyde uluslararası işbirliğinin terörle mücadelede gerekli, ancak yeterli olmadığı düşünülmektedir. Teröre karşı ordunun esas rolünün terörün yayılmasını engellemek, caydırmak ve terörün nedenlerini ortadan kaldıracak sivil teşebbüsler için zemin yaratmak olduğu değerlendirilmektedir. Uluslararası düzeyde ülkeler, terörizmin ortak tanımı üzerinde mutabakata varmalıdır. Ancak bunun objektif olarak gerçekleştirilmesinde ülkelerin kendi çıkarlarını düşünmesinden dola- www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri yı güçlük bulunmaktadır. Bu nedenle bu konuda yapılan bazı teşebbüsler de olumsuz sonuçlar vermektedir. Herhangi bir nedenle bir ülkede terörist olarak adlandırılan bir kişi veya örgüt, diğer ülkede özgürlük savaşçısı gibi farklı şekilde kabul ediliyorsa, o zaman bu mücadelenin başarılı olma şansı yoktur. Terörü kendi amaçlarına ulaşmak için bir yöntem olarak kullanan kişi veya örgütler terörist olarak adlandırılmalıdır. Bugün terör tehdidinin büyüklüğü konusunda genelde devletlerarasında ortak bir anlayış vardır. Ancak asıl anlaşmazlık, hangi şiddet ve tehdit kullanımının terör kapsamında algılanması gerektiği yönündedir.40 Diğer uluslararası kuruluşlarda olduğu gibi NATO’da da terörün ortak bir tanımını yapmak mümkün olmadığı gibi NATO’nun terör örgütleri listesi üzerinde tam bir mutabakat sağlandığını söylemek de mümkün değildir. Türkiye 25 yılı aşkın bir süredir PKK terörü ile mücadele etmektedir. NATO’nun terör konusundaki hassasiyeti de bilinmektedir. Ancak içinde PKK’nın da bulunduğu NATO’nun terörist listeleri yıllara sari olarak güncelleştirilirken, PKK terör örgütünün listeye dahil edilmesinde zaman zaman güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu yaklaşım, NATO’nun terörle mücadeledeki ciddiyeti ve tutumu ile bağdaşmamaktadır. PKK terör örgütünün Avrupa’da büroları vardır. Avrupa’dan televizyon yayını yapmaktadır. Bu Avrupa ülkeleri NATO üyesidir. PKK, NATO üyesi olan Türkiye’ye zarar vermeye devam etmektedir. Bırakın NATO’nun bu örgütle aktif mücadelesini, üyeler Türkiye’ye zarar veren unsurlara dahi engel olmayıp, faaliyetlerinin devamına imkân vermektedir. Türkiye’nin yapmakta olduğu mücadeleye, çeşitli nedenlerle doğrudan veya dolaylı olarak engel olunmaktadır. Bu gerçekler görmezlikten gelinmektedir. Türkiye’nin bu beklentisinden, bir tehdit unsuru olan PKK ile mücadelesini NATO’ya yüklemek istediği gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Türkiye’nin güvenliğini bir başka ülkeye veya kuruluşa aktarma düşüncesi ve niyeti yoktur. Kendi güvenliğini sağlayacak güçtedir. Ancak güçlü bağlarla bağlı olduğu ve güvenilir bir müttefiki durumunda bulunduğu NATO’dan, hakkı olduğu desteği beklemesi de yadırganmamalıdır. NATO makamları ve ülkeleri tarafından inkâr edilse de bu yaklaşım bir çifte standarttır. 11. Terörle Mücadelede Türkiye’nin Beklentileri Ülkeler coğrafyasına, teknolojisine, ekonomisine ve askeri gücüne güvenerek kendilerini terör tehdidi dışında görmemelidir. Devletler ve uluslararası kuruluşlar terörün objektif esaslara dayalı müşterek bir tarifini yapmalı, nitelikleri üzerinde mutabık kalmalı, ortak bir anlayışa sahip olmalıdır. Terörün dış politikanın bir aracı olarak görülmesinden vazgeçilmelidir. Bu kapsamda terörün desteklenmesine, terörizm karşısında sessiz kalınmasına ve milli çıkarın bir parçası olarak algılanmasına son verilmelidir. “Senin teröristin” “benim teröristim” ayırımı yapılmamalıdır. Terörü destekleyen ve besleyenler, bunun bir gün kendilerini de vuracağını akıllarından çıkarmamalıdır. Terörle mücadelede hiçbir ülkenin tek başına başarılı olamayacağı gerçeğinden hareketle mutlaka küresel düzeyde iş birliği yapılmalıdır. Bireyler, toplumlar ve ülkeler arasındaki sosyal, kültürel ve ekonomik uçurumların yarattığı asimetrik düzenin şiddet ve teröre zemin hazırladığı unutulmamalıdır. Terörle mücadelenin sadece silahla yapılamayacağı dikkate alınarak, terörün kaynağını ortadan kaldırmak maksadıyla sosyal, kültürel ve ekonomik tedbirlerin alınması için düzenlemeler yapılmalıdır. Mücadelenin sadece devlet organlarıyla yapılamayacağı, sivil toplum örgütleri ve medyanın kamuoyunu mücadeleye destek olması için yönlendirmesinin önemli bir konu olduğu bilinmelidir. Devletler ve uluslararası kuruluşlar terörle mücadelede gerekli olan siyasi kararlılığı güçlü bir şekilde ortaya koymalıdır. Mücadelede insani ve hukuki boyutlar da dikkate alınmalıdır. Diğer taraftan, terörle mücadele adı altında masum kitlelere zarar vermenin daha büyük şiddet ve nefret duygusu oluşturacağı unutulmamalıdır. Ortadoğu’da İsrail’in uygulamalarının buna bir örnek teşkil ettiği açıkça görülmektedir. www.orsam.org.tr 23 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG Kuvvetli ile zayıfın mücadelesi, asimetrik güçlerin mücadelesi demektir. Güçsüz olanın elindeki tek seçeneğin terör yaratma olduğu dikkate alınmalıdır. Ancak bu açıklama, terör yaratmanın haklı görüldüğü anlamını da taşımamalıdır. İsrail’in radikal islami örgütlerle mücadele adına Ortadoğu’da sivilleri ve masumları hedef alan davranışları, ABD ve onun stratejik ortağı olan İngiltere tarafından desteklenmiştir. AB de sessiz destek vermiştir. Irak’ta ve Gazze’de yapılan katliamları da bu kapsam içinde görmek gerekmektedir. Terör örgütleri ile mücadele için yürütülen operasyonlarda oluşan vahşet, zarar gören halk, bölge ülkeleri ve hatta dünya kamuoyunun büyük bir bölümünde nefret uyandırmaktadır. Bu durum Hizbullah örneğinde olduğu gibi terör örgütlerinin destek ve güç kazanmasına ortam yaratmaktadır. Son Gazze saldırısında HAMAS’a karşı sempatinin artmasını da bu kapsamda düşünmek mümkündür. Terörle mücadele kapsamında yürütülen eylemlerin politik bir hedefe ulaşmak için yapıldığı izlenimi de gittikçe artmaktadır. Bu nedenle terörle mücadelenin kapsamını da dengeli, adil, yeni bir terör ortamı yaratmayacak şekilde düzenlemenin ve konuyu “medeniyetler çatışması” şekline dönüştürmemenin de önemli olduğu dikkate alınmalıdır. 60 yıldır varlığını başarıyla devam ettiren, küresel gelişmelere ve bunun gerektirdiği ihtiyaca göre kendini yenileyen NATO, yeni tehdit algılamasında birinci sıraya terörizmi koymuştur. Terörle mücadelede yeni konseptler oluşturmuş ve stratejiler geliştirmiştir. Afganistan’a müdahalede, kuruluşundan beri ilk defa İttifak Anlaşması’nın 5. maddesini yürürlüğe koymuştur. Terörizm karşısındaki duyarlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Ancak uygulamada üye ülkelerin tümü, özellikle PKK terör örgütü ile mücadelesinde Türkiye’nin beklentilerine cevap verecek anlayışta olamamıştır. NATO’nun kendisini yeniden sorgulaması ve belirtilen yanlışlıklardan kurtulması halinde, bu konunun da üstesinden gelebilecek kabiliyette olduğuna inanılmaktadır. 24 12. NATO-ABD ve Türkiye Arasındaki Son Gelişmeler 12.1. Afganistan Konusu NATO’nun Afganistan’da yürüttüğü faaliyetler kapsamında Türkiye, ISAF komutası altında, Kabil ve çevresinde Afgan halkının güvenliğini sağlamaya devam etmektedir. NATO açısından Afganistan’ın geleceği önem taşımaktadır. NATO’nun bu bölgedeki başarı veya başarısızlığı ittifakın geleceği konusunda etkili olacaktır.41 Bu nedenle ABD, Afganistan’ın geleceği açısından ittifak ülkelerinden muharip asker sayısının artırmasını talep etmektedir. Türkiye de, asker sayısının arttırılması istenen ülkelerin başında gelmektedir. Diğer taraftan ISAF’ın görev tanımlamasının değiştirilmesi ve etki alanının Kabil ve çevresinden, daha güney-güneydoğuya kaydırılarak Taliban’la savaşması öngörülmektedir. Görüldüğü gibi ISAF’ın asıl amacı barışı korumaktan, savaşmaya doğru değiştirilmek istenmektedir. Bu noktada Türkiye’nin bunu kabul etmesi beklenilemez. Tarihi boyutta TürkAfgan ilişkilerinin seyrine bakıldığında dostluk ve yardımlaşma söz konusudur. Afgan halkı Türkiye’ye sempati duyar ve güvenir. Bu çizginin dışına çıkmak, her iki toplum için de sakınca doğurur. ISAF komutası altındaki ülkelerin askerleri elleri tetikte beklerken, Türk askerlerinin silahlarının güvenliklerini kapatarak, halk arasında rahatlıkla dolaşması bunun bir kanıtı olarak görülebilir. Bu güven duygusunu zedeleyecek her türlü faaliyetten kaçınılması gerekmektedir. Ayrıca Türkiye, güvenlik sağlama faaliyetine ilave olarak Afganistan’da istikrarın sağlanmasına, ülkenin yeniden inşası ve yapılanmasına parasal destek de dâhil önemli katkılar sağlamakta, ülkeye ve ülke halkına çeşitli yardımlarda bulunmaktadır. ISAF’ın komutasını da iki defa üslenmiştir. Bunların yanında, Türkiye, Afganistan Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden organizasyonuna yardımcı olmaktadır. Afgan Savunma Üniversitesinin (Harp Akademileri) veya Savunma Kolejinin (Harp Okulu) oluşumunu sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır.42 Bunların ötesinde gerekli görüldüğü takdirde Afgan subaylarının askeri eğitimlerini Türkiye’de görmelerine yardımcı olunaca- www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri ğı da Türkiye tarafından belirtilmiştir. NATO müttefiklerinin Afganistan’da teröre karşı mücadele ederken, PKK’ya karşı yürüttüğü mücadelede Türkiye’nin yanında yer almadıkları gibi PKK’yı çeşitli şekillerde himaye ettikleri de bilinmektedir. Türkiye’nin bu gerçeklerin bilincinde olarak strateji oluşturması ve bu paralelde hareket etmesi gerekmektedir. 12.2. Montrö’yü İhlal Teşebbüsleri Bir diğer konu ise ABD’nin NATO’yu kullanarak Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni delmeye çalışmasıdır. ABD, Kafkasya ve Orta Asya’da söz sahibi olmak maksadıyla Karadeniz’de güç bulundurmak istemekte ve çeşitli hadiseleri kullanarak bunu gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Son beş yıl içinde bu konuda üç defa teşebbüste bulunduğu görülmektedir. Fırsat çıktığında NATO’yu bu maksatla kullanma temayülünü de göstermektedir. ABD’nin son beş yıldaki Karadeniz’e açılma teşebbüslerinden ilkine, 2003 yılında Irak’a yapacağı müdahale öncesinde, kuvvetlerini Türkiye üzerinden geçirip, Irak’ın kuzeyinden girerek Bağdat istikametinde kullanmasını içeren plan çerçevesinde Türkiye ile yaptığı görüşmelerde rastlamak mümkündür. Bilindiği üzere uzun müzakereler sonucunda ortaya çıkarılan siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda oluşturulan mutabakat muhtıraları, bir anlaşma niteliğinde TBMM’nin onayına bir tezkere ile sunulmuş ve “1 Mart Tezkeresi” olarak literatüre geçen bu tezkere TBMM tarafından kabul edilmemiştir. Bu müzakereler sürecinde, ABD’nin Karadeniz’e gemi gönderme ve Trabzon’da üs bölgesi istemesi oldukça yadırganmış ve müzakerelerde, ABD’nin Irak’a yapacağı müdahale çerçevesinde yapılacak anlaşmayı fırsat olarak değerlendirerek Kafkasya’da etkili olmak maksadıyla Karadeniz’e çıkmak istediği anlaşılmış, ancak konu ile ilgisi olmayan bu istek Türk tarafınca geri çevrilmiştir.43 ABD’nin son beş yılda bu konudaki ikinci teşebbüsü ise 2005 yılında gerçekleşmiştir. 11 Eylül 2001’deki terörist saldırının ardından ABD, Türkiye, İngiltere, İtalya, Almanya, Yunanistan, Norveç, Danimarka, İspanya, Portekiz ve Hollanda donanmalarından tahsis edilen gemilerden oluşan NATO gücü, Doğu Akdeniz’de teröre ve suçlara karşı mücadele amacıyla Aktif Çaba veya Etkin Çaba (Active Endevaour) operasyonunu icra etmektedir. Diğer taraftan da genelde aynı maksatla, Türkiye önderliğinde oluşturulan bir deniz filosu, Karadeniz’de, 2004 yılından beri Karadeniz Uyum Harekâtı ( Black Sea Harmony) adı altında faaliyet göstermektedir. Bu faaliyete Türkiye ve Rusya’nın yanı sıra Ukrayna da kısmen katılmaktadır. Ancak ABD, 2005 yılı içinde, Doğu Akdeniz’de NATO bünyesinde oluşturulan Aktif Çaba Operasyonu görev alanının Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesi için resmi olmayan bir plan ortaya koymuş ve bu planı, Karadeniz’in güvenliğinin önemli olduğu gerekçesiyle Akdeniz’de olduğu gibi terörle ve suçlarla mücadele maksadıyla önerdiğini ifade etmiştir. Karadeniz’de buna benzer bir yapının bulunmasına ve bu yapıya yeni NATO üyeleri Bulgaristan ve Romanya’nın da katılması imkânı olmasına rağmen ABD’nin böyle bir teşebbüste bulunmasının, ifade edilen maksadın dışında, tamamen ABD’nin bir bahane bularak Karadeniz’i doğrudan kontrol altına almak olduğu şeklinde değerlendirilmiştir. ABD’nin bu konudaki son teşebbüsü de, 2008 sonunda Gürcistan’da meydana gelen olaylardan sonra, Gürcistan’a yapılmakta olan insani yardım çerçevesinde ABD donanmasına ait iki adet 70 tonluk askeri hastane gemisi adı altında yardım gemisi gönderme isteğinde görülmektedir. Hatta NATO’yu da bu kapsamda kullanmaya istekli oldukları müşahede edilmiştir. Gürcistan’a yardımın hava, kara ve Montrö Sözleşmesi’ne aykırı olmayan bir düzenleme ile denizden de yapılması mümkünken, böyle bir isteğin, Karadeniz’de ağır tonajlı askeri gemilerle bayrak gösterme, dolayısı ile Karadeniz’e çıkarak bölgeyi etkileme ve Rusya’nın etkisini sınırlama maksadını taşıdığı değerlendirilmektedir. Belirtilen bu üç teşebbüs de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlali anlamına gelmektedir. www.orsam.org.tr 25 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG Montrö Sözleşmesine uygun olmayan bir izni, başka bir ülkeye vermesi, hem egemenlik konusunu tartışmalı hale getirir hem de bölgede güvenlik açısından kendi aleyhine bir husumet yaratabilir.44 ABD’nin Karadeniz’de güç bulundurma veya üs teşkil etme gibi teşebbüslerine karşı ihtiyatlı olunması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığı, sınırları ve egemenliği Lozan Antlaşması ile tespit ve tescil edilmiştir. Bu antlaşmada Türk Boğazları üzerinde tam bir egemenlik sağlanamamış, uluslararası denetim ön planda tutulmuştur. 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ise Türkiye’nin boğazlar üzerinde tam oluşmayan egemenliğini sağlayarak, bir noktada Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlığını ve egemenliğini tescil eden bir hüviyet taşımaktadır. Bu nedenle antlaşma hükümlerinin muhafazası ve buna riayet edilmesi, Türkiye’nin egemenliğini korunması ve Karadeniz’deki dengeleri de gözetmek suretiyle Türkiye’nin güvenliğinin sağlanması açısından önem taşımaktadır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlali, Türkiye’nin egemenlik haklarının kısıtlanması anlamına gelmektedir. Ayrıca dengelerin bozulması, husumet meydana getirmesi, barış ve güvenlik ortamını zedelemesi de söz konusudur. Bu nedenlerle Boğazlardan geçişin ve Karadeniz’de bulunma usulünün mutlaka Montrö Sözleşmesi’ne uygun olarak yapılması bir zarurettir. Türkiye’nin bu konuda ortak çıkarları olan Rusya ile koordinede bulunması doğru bir yaklaşım olarak nitelendirilmiştir. 12.3. Ambargo ve Önleyici Teşebbüsler NATO’nun değişmesi, dayanışmanın da değişimini beraberinde getirmemeli, dayanışma esas alınmalı, ‘çifte standart’ tan kaçınılmalıdır. Bu konuda da, Türkiye çeşitli haksızlıklara uğramıştır. 1962 yılında ABD-SSCB görüşmeleri sonucunda ABD, Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin sökülmesi konusunda Türkiye’nin haberi olmadan tek taraflı bir karar almıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını takiben TSK’nın kullandığı harp silah ve araçlarının tüm destek malzemesine ambargo koymuştur. Bunu ilerleyen yıllar- 26 da da kısmi olarak tekrarlamıştır. İkinci Körfez Savaşı’nda NATO platformunda Fransa, Patriot füzelerinin savunma amaçlı olarak Türkiye’ye gelmesini önlemiştir. Bu ülkenin NATO Savunma Planlama Komitesi üyesi olmamasından dolayı bu komitede alınan bir kararla füzeler Türkiye’ye getirilebilmiştir. PKK terör örgütünün NATO listesine alınmasında güçlüklerle karşılaşılmıştır. 11 Eylül 2001’e kadar terörle mücadeleye bir atıfta bulunulmaz ve bu konuda 4. Maddedeki konsültasyon ile yetinilirken, 11 Eylül’den sonra 5. Madde söz konusu olmuştur. Terörün ülkelerin topraklarına ulaşmadan önlenmesi için tedbir alınması konusu ön plana çıkarken Türkiye’nin bu konuda PKK için Irak’ın kuzeyinde tedbir alması önlenmiş, sonra da kısıtlanmıştır. Bunlar ‘çifte standart’a birer örnektir. NATO ile ilişkilerde bu konunun dikkate alınmasında fayda görülmektedir.45 ABD’nin, yeni oluşacak durumlara göre gerektiğinde diğer ülkelerin, kendi milli menfaatlerine yönelik olarak bu veya buna benzer konuları, ihtiyaç duydukça ve fırsat buldukça yeniden gündeme getirebileceği düşünülmekte, bu nedenle tedbirli olunması ve taviz verilmemesi hususunda hassasiyet gösterilmesinin ülke menfaatleri açısından hayati önem taşıdığı değerlendirilmektedir. NATO’nun ülke menfaatlerini zedeleyecek ABD niyetleri istikametinde kullanılmasına karşı daima dikkatli olunmalıdır. 12.4. NATO’nun Genişlemesinin Türkiye’ye Etkileri Türkiye temelde NATO’nun genişlemesini desteklemektedir. Bunun başlıca sebebi NATO’ya üye olan devletlerin, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine destek vereceği öngörüsü olmuştur. Ancak karşılaşılan durum bu beklentiyi karşılamamıştır. Ayrıca, yeni üyelerin katılımıyla 26 ülkeye varan NATO üye sayısı, Türkiye’nin pastadan pay alma oranında düşüşler meydana getirmiştir. Gerek savunma gerekse teknoloji konularında NATO yardımlarında azalmalar görülmüştür. Diğer taraftan, yeni üye ülkelerle beraber artan sayının, Türkiye’nin eskiye oranla stratejik öneminin azalmasına da sebep olmak- www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri tadır. Örneğin, Bulgaristan ve Romanya’nın üyelikleri sonucu, NATO’nun Karadeniz’deki ikmal merkezleri de değişmiştir. Önceleri yalnız Türkiye üzerinden ikmal yapılırken, üyelikten sonra iki ülkenin limanları da ikmal merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak belirtilen bu olumsuzluklara rağmen NATO’nun genişlemesi, istikrarlı bölgeyi genişletmekte ve Türkiye’ye istediği konuları daha geniş bir yelpazede müzakere edilmesine imkân yaratmaktadır. rinin faydalanacağı bir üs anlaşması yapılmıştır. Benzer bir anlaşma daha önce, 6 Aralık 2005’te, Romanya’yla da imzalanmıştır. Sofya’daki toplantıda, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliklerinin görüşülmesi, gelişmelerin Karadeniz’in Avrupa-Atlantik ittifakının bir parçası haline getirilme çabalarının işareti olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’nin Karadeniz’in geleceği konusunda siyasi iradesini net olarak ortaya koyma mecburiyeti vardır.46 13. NATO’daki Son Gelişmeler NATO’nun geleceğini belirlemeye yönelik yakın zamanlardaki toplantılarından biri NATO Devlet ve Hükümet Başkanlarının katıldığı Kasım 2006 Riga Zirvesi’dir. Sofya toplantısında gündeme getirilen konular Riga Zirvesi’nde ele alınmıştır. Zirve; beklendiği şekilde ABD’nin isteklerinin öne çıktığı, NATO’ya olan güvenin test edildiği ve Avrupalı ortakların tavırlarının belirlendiği bir toplantı olmuştur. Zirve’de NATO’nun yeni amacı: 21. yüzyıl güvenlik tehlikelerine karşı koyulması, üye ülkelerin ve ortak değerlerin savunulması, ortak savunmanın idamesi olarak açıklanmıştır. Ortak dayanışma gösterilmesi istenen yeni tehlikeler olarak ise; küresel ölçekte artan terörizmle mücadele, kitle imha silahları ve bunların yayılmasının önlenmesi ve devlet olmayı başaramayan devletlerden kaynaklanan istikrarsızlıklar belirtilmiştir. NATO’nun “güvenlik danışmaları” için gerekli kurum olarak rol oynaması, BM’nin öngördüğü krizler dâhil, NATO’nun tehditlere karşı ortak hareket etmesi, NATO imkân ve kabiliyetlerinin ve ilişkilerinin devam eden transformasyonu ve geliştirilen imkân ve kabiliyetler için güçlü mali katkıların yapılması istenmiştir. Bu çerçevede Riga’da; 10–15 yıl ilerisine yönelik, NATO’nun devam eden transformasyonu, imkân ve kabiliyetler, planlama disiplinleri ve istihbaratın geliştirilmesinde amacına yönelik Çerçeve Dokümanı ve kapsamlı Politik Rehber imzalanmıştır. Zirvenin; ABD’nin Transatlantik ilişkilerinin geliştirilmesi ve NATO’nun öne çıkarılması konusundaki istek ve baskıları ile sonuçlandığını söylemek mümkündür. Yapılan değerlendirmeler ışığında, 26 üye ülkenin tümü ele alındığında çıkan sonuç, “Ne Avrupa’da geleneksel olarak bulunan, Türkiye’de ise son zamanlarda yaygınlaşan Amerikan karşıtlığının daha ziyade Bush yönetimine karşı olduğu bilinmektedir. Önceki Brüksel Zirvesi’nde; Irak Savaşı sırasında yalnız kalan Washington’un, bu ülkeyi yeniden inşasında NATO’dan istediği desteği bulmaya başladığını göstermektedir. Başkan Bush’un ikinci dönemindeki ABD-AB ilişkilerinin, birinci döneme kıyasla yakınlaşma anlamında belirli alanlarda farklı olduğu görülmüştür. Obama döneminde de yakınlaşmanın devam edeceği beklenmektedir. Farklılıklar tamamen giderilemeyecek olsa bile ilişkilerde eskisi gibi bir “kopukluk” muhtemelen olmayacaktır. Yeni dönem, başta Atlantik ötesi ilişkiler olmak üzere, ABD’nin dünyayla barışmaya çalışacağı bir sürecin yaşanacağı izlenimini vermektedir. 27 Nisan 2006’da Sofya’da yapılan NATO ülkeleri dışişleri bakanları toplantısı, duraksamaya giren Trans-Atlantik ilişkilerinin geliştirilmesi ve bu ilişkilerin geleceği hakkında görüş alışverişinde bulunulması açısından önemli gelişmelere sahne olmuştur. Trans-Atlantik ilişkilerine önümüzdeki dönemde şekil verecek gelişmelerin daha çok; nükleer güç olma yolunda ilerleyen İran’a yönelik olası uluslararası müdahalenin şekli, Irak’ın geleceği, Afganistan’da istikrarın sağlanması ve enerji güvenliği gibi konular olacağı düşünülmektedir. 27 Nisan 2006’da Sofya’daki NATO toplantısının hemen sonrasında, ABD ve Bulgar Dışişleri Bakanları arasında Bulgaristan’da ABD askerle- www.orsam.org.tr 27 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG NATO’suz, ne de NATO”yladır. NATO, kuruluşundan itibaren önemli işler başarmıştır. NATO’nun bugün 26 olan üye sayısı; 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan’ın katılmasıyla 28’e çıkacaktır. NATO, 28 üye ülkenin yanı sıra Barış İçin Ortaklık, Akdeniz Diyalogu ülkeleri ve bunun dışında kendisiyle ortak değerleri paylaşan ittifak dışı koalisyon kuvvetleri ile dünyanın dörtte birinden fazlasını şemsiyesi altına alan bir kuruluş görünümündedir. Ancak, NATO’nun güvenirliğinin gittikçe azaldığı da gözlerden kaçmamaktadır. NATO dışında bugün Avrupa’da AGSP ikinci önemli unsur olarak ortaya çıkmıştır. ABD; NATO müttefiklerinden destek aramakta, Transatlantik ilişkilerin kendi liderliğinde geliştirilmesini istemektedir. Bu gelişim; NATO’nun gelecek ihtiyaçlarının, yeni kabiliyetlerinin ortaya konmasının, yeterli kaynakların temin edilmesinin sağlanmasını içermektedir. Avrupalı ortaklar ise, AGSP ve NATO görevlerinin dünya genelinde pek değişmediğini; barışı destekleme operasyonlarını, Petersburg Görevlerini ve NATO Antlaşması’nın 5. maddesi dışında kalan operasyonları içerdiğini vurgulamaktadır.47 NATO’nun tarihindeki en büyük zirvelerinden biri olan 2-4 Nisan 2008 Bükreş Zirvesi’nde 24 devlet başkanı, 26 hükümet başkanı ile 87 bakan yer almış, 26 “üye”, 23 “ortak” toplam 60 ülke katılmıştır. Genel olarak NATO’nun Rusya ile olan ilişkileri ve bunun yanında NATO’nun genişlemesiyle ilgili konular tartışılmıştır. Bu zirve, katılım sayısından da anlaşıldığı üzere dünya şartlarının değişimi ile birlikte NATO’nun kendisine yeni bir vizyon aramasıyla ortaya çıkan durumda, NATO’nun geleceğinin nasıl şekilleneceği yönünde genel bir hat çizmiştir. Zirve, Hırvatistan ve Arnavutluk’un ittifak üyeliğine resmen davet edilmesiyle sonuçlanmıştır.48 Fakat anayasal ismine yıllardan beri itiraz eden Yunanistan’ın tutumu yüzünden Makedonya, İttifak’ın üyeliğine davet edilememiştir. Makedonya konusunda başarısız olmakla birlikte, NATO’nun son genişlemesinin, Avrupa’daki demokrasi ve istikrarın, Balkanlar’a yayılması konusunda olumlu etki yapacağı söylenebilir. Ayrıca, NATO üyeliğinin, AB üyeliğinin bir ön adımı olarak algılanmasın- 28 dan dolayı, Bükreş’teki NATO zirvesinde üyeliğe davet edilen Hırvatistan ve Arnavutluk’un, AB’ye üye olma ihtimallerinin daha da kuvvetlendiğine inanılmaktadır.49 Bunun yanında, Arnavutluk ve Hırvatistan’ın NATO üyeliğine davet edilmiş olması, Bosna-Hersek’i de NATO üyeliği için reformların hızlandırması yönünde cesaretlendirebilir, zaten “Üyelik Eylem Planı”ndan bir önceki aşama olan “Yoğunlaştırılmış Diyalog Kararı” çıkmıştır. Daha sonra Kosova da aynı şekilde gündeme gelebilir. Bu durumda bir tek Sırbistan endişe kaynağı olarak kalmaya devam etmektedir. Bükreş Zirvesi’ni takiben 2-3 Aralık 2008’de NATO Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesiyle Brüksel’de gerçekleştirilen zirveye RusyaBatı ilişkileri damgasını vurmuştur. Kritik zirve sonrası, Ukrayna ve Gürcistan hayal kırıklığına uğramışlardır (üyeliklerine karşı çıkanlar: Almanya, Fransa, Hollanda). Toplantı öncesindeki ABD başkanlık seçimlerinin belirsizliği, dünyada yaşanan ekonomik kriz ve Rusya’nın Gürcistan’a yapmış olduğu müdahale, toplantıdan çıkan kararlar üstünde etkili olmuştur. Bu gerçekler altında toplantıdan, Ukrayna’daki siyasi belirsizliğin artması ve Gürcistan’da yaz aylarında meydana gelen çatışmalardan dolayı, bu ülkelerin üyeliğe giden yolda önemli bir aşama olan “Üyelik Eylem Planı”na dâhil edilmemesi kararı çıkmıştır.50 Bu noktada bir ülkenin NATO’ya üyelik sürecinin uzun bir zamana yayıldığını, yaklaşık 5 yıl sürdüğünü ve bu süreç içinde aday ülkenin, kendi ordusunu NATO standartlarına göre ayarlaması ve üyelik için diğer bazı şartları yerine getirmesinin beklendiğini belirtmek gerekmektedir. Ukrayna ve Gürcistan üzerinden yürütülen rekabetin yarardan çok zarar getirdiğini de yaşanan olaylar göstermiştir. Genişleme zora girmiş, Rusya ile diyalog kesilmiş, Kafkasya ve Karadeniz güvenliği alanında etkisiz kalınmıştır. Rusya-Batı arasındaki ilişki sonucu Ukrayna ve Gürcistan’ın üyelikleri ileri bir tarihe ertelenmiştir. Rusya bu olası üyelikleri kendini kuşatma ve enerji yollarını kontrol altına alma planları olarak yorumlamaktadır. www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri NATO-Rusya ilişkileri kapsamında, Gürcistan savaşının NATO tarafından kabul edilemez olması sonucunda, ilişkiler kesilme noktasına kadar gelmiştir. Bükreş Zirvesi ile kesilme noktasına gelen NATO-Rusya ilişkileri yeniden başlamıştır. Bu noktada NATO içindeki ayrılan blokları da görmek mümkündür. Almanya ve Fransa’nın başını çektiği grup ile ABD arasında, Rusya ile olan ilişkilerin arttırılması konusunda farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılığın temelini ise Avrupa’nın enerji ihtiyacı oluşturmaktadır. Avrupa’nın gaz ihtiyacının büyük bir bölümü halen Rusya’dan karşılanmakta ve bu konu Rusya ile olan ilişkilerde etkili olmaktadır. Öte yandan, Rusya’nın 2007 yılında AKKA’dan51 çekilmesi NATO içinde sıkıntı yaratmıştır. Özellikle Doğu Avrupa devletleri için güvenlik kaygıları oluşmaya başlamıştır. Bunlara ek olarak alınan önemli kararlardan biri de NATO’nun, Doğu Avrupa’da ABD tarafından kurulması planlanan füze kalkanı projesine destek vermesi olmuştur. Hâlihazırda ABD ve Polonya ile Çek Cumhuriyeti arasında füze kalkanı kurulması konusunda mutabakat anlaşmaları imzalanmıştır. NATO, bu sistemi Avrupa-Atlantik güvenliğinin bir parçası olarak tanımlamaya başlamış ve “Füze Kalkanı” konusunun 2009’da Krakow’da düzenlenecek Savunma Bakanları toplantısında kapsamlı bir şekilde ele alınacağını belirtmiştir. 2009’daki NATO Savunma Bakanları Toplantısı, 19-20 Şubat tarihlerinde, Polonya’nın Krakow şehrinde yapılmıştır. Toplantıda Afganistan, Ukrayna ve Gürcistan konuları görülmüş, ayrıca NATO Acil Mukabele Gücü’nün uygulamaları ve bu konudaki reformlar ele alınmıştır. Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın savunma ve güvenlik konularındaki reformları ve ulusal güvenlik stratejileri gözden geçirilmiştir. Afganistan konusu yine özel önemini korumuştur. Alınan ve resmi nitelik taşımayan kararlar, 3-4 Nisan 2009’da yapılacak zirveye zemin oluşturmuştur.52 NATO, Gürcistan krizi sonrası hem füze kalkanı projesi, hem de Rusya karşısındaki tavrı konusunda konumunu iyi tanımlamış görünmektedir. Görünen o ki, NATO, Rusya ile ilişkilerin iyileştirilmesi ve diyalogun başlatılmasına, doğuya doğru genişlemesi ve Karadeniz güvenliği gibi kritik konulara kıyasla daha kritik bir önem atfetmiştir. NATO, Rusya ile ilişkilerin, diğer birçok konuda sağlanacak ilerlemenin temelindeki faktör olduğunun farkındadır. Ayrıca, küresel ekonomik krizin de etkisiyle ABD Başkanlık seçimleri sonrası Avrupa-Atlantik ittifakı üyeleri arasında, daha fazla çatışma ve gerginliğe yol açabilecek politikalardan vazgeçilmesi konusunda görüş birliğine varılmıştır. Son toplantıda Fransa’nın NATO’nun Askeri kanadına tekrar katılacağı hususu da netlik kazanmış ve bilahare Fransa tarafından bu konunun 3-4 Nisan 2009’daki NATO toplantısında resmiyet kazanacağı da ifade edilmiştir. Obama’nın gelişi ile diyalog konusuna verilen önem çerçevesinde, Füze Kalkanı Projesinde bir kısım yumuşatıcı yaklaşımlara karşılık, Rusya’nın Orta Asya’da terörle mücadelede ABD ve NATO’ya destek vereceğine ilişkin açıklamaları NATO-Rusya arasındaki diyalogun yeniden tesis edileceğini belirten gelişmeler olarak dikkat çekmektedir. Ancak Rusya’nın Orta Asya’da etkinliğini yeniden sağlaması ve sürdürmesi için Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan ile yaptığı ve askeri güç oluşturmasının ön plana çıktığı antlaşma da göz ardı edilmemelidir. 5 Mart 2009’da Brüksel’de yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında da genelde aynı konular üzerinde durulmuş, NATO-Rusya ilişkileri yeniden başlamış, Afganistan için geniş kapsamlı bir toplantı yapılması ve bu toplantıya İran’ın da davet edilmesi kararlaştırılmıştır.53 14. NATO’nun Geleceğine İlişkin Öngörüler ve Türkiye NATO kolektif savunma örgütü işlevini genişleterek, kolektif güvenlik örgütü haline dönüşmüştür. Bugün NATO, savunma konusunda sadece üye ülkelerin topraklarıyla sınırlı kalmamaktadır. Karmaşık durum ve tehditlere karşı koyma konusunda birincil rol oynamaktadır. NATO operasyonları artık Washington Antlaşması’nın 6. maddesinde tarif edilen Avrupa’dan ibaret savunma harekât alanıyla sınırlı değildir.54 NATO’nun Kuru- www.orsam.org.tr 29 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG luş Antlaşması’nda sorumluluk alanının kuzey Atlantik bölgesi ile sınırlandırılmış olması ve NATO’nun sadece kendi topraklarını savunma ile görevli olması nedeniyle, NATO’nun alan dışında yapacağı faaliyetler uluslararası hukuk açısından sakınca yaratmaktadır. Bu nedenle NATO’nun yeni açılımları doğrultusunda NATO Antlaşması’nın yeni durumlara uyumlu hale getirilme ihtiyacı bulunmaktadır. 55 ABD’nin, küresel ortaklara duyduğu ihtiyaç nedeniyle önümüzdeki dönemde diplomasiye, hukuka, ikili ilişkilere, uluslararası kuruluşlara, Transatlantik ilişkilerin geliştirilmesine ve NATO’ya daha fazla önem vermesi beklenmektedir. Güvenlik öncelikleri farklılık arz eden Avrupa’nın kendi güvenlik sistemi “Avrupa Savunma ve Güvenlik Politikası-AGSP”yi oluşturma çabalarını sürdüreceği, ancak yeterli kaynak ve ortak siyasi iradeyi sağlayamadığı için ABD ve NATO’ya olan ihtiyacının devam edeceği anlaşılmaktadır. Günümüzde savunmanın uluslararası boyutu ele alınarak, Türkiye’nin, NATO ve AGSP ile ilişkilerini, kazanımları ve sahip olduğu ortak değerlere uygun bir içerik ve yapıda sürdürmesi akılcı olacaktır. Türkiye’nin Batı Avrupa Birliği’nden (BAB) kaynaklanan haklarını AGSP’de kullanamaması bir eksiklik ve aynı zamanda bir haksızlıktır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) haksız bir şekilde AB’ye alınmasının sonucunda AGSP’de diğer NATO üyesi olan AB ülkeleri gibi haklar istemesi, problem yaratmaktadır. NATO ve AB Türkiye’ye GKRY ile ilgili konularda baskılarda bulunmaktadır. Türkiye’nin NATO üyesi olarak elinde bulundurduğu yetkileri, ulusal çıkarları istikametinde kullanmaya devam etmesi kadar doğal bir durum olmaz. Yakın gelecekte Transatlantik ilişkilerin tamiri yoluna gidilmesi, enerji güvenliğinde Türkiye’nin artan rolü, Ortadoğu’daki gelişmeler ve TSK barış gücü unsurlarının özellikle Afganistan ve diğer görev yerlerindeki başarıları Türkiye’nin jeopolitik önem ve işlevinin daha iyi algılanmasına ve Türkiye’ye yeni açılımlar yapma- 30 sına olanak sağlayacak gelişmeler olarak görülmektedir. Ancak uluslararası güvenlik anlaşmaları, Türkiye’nin egemen bir ülke olarak gerektiğinde bağımsız kararlar almasını da engellemeyecektir. 2006 Riga Zirvesi, imzalanan “Çerçeve Dokümanı ve Kapsamlı Politik Rehber” ile NATO’nun ABD önderliğinde, etkin ve nitelikli askeri kuvvetlere sahip, küresel siyasi güvenlik örgütü haline getirilme çabalarına sahne olmakla birlikte, önemli bazı Avrupa ülkelerinin ABD’ye istediği desteği tam olarak vermedikleri görülmektedir. Riga’yı takip eden yıllardaki toplantı ve zirvelerde de önemli bir değişiklik olmadığı görülmüştür. NATO’nun küresel dönüşümü konusunda ittifak üyeleri arasında yoğun tartışmaların devam edeceği anlaşılmaktadır. Tek kutuplu dünya düzeninin bir müddet daha; fakat azalan bir etkinlikle devam edeceği, bu kapsamda ABD’nin gelecek 20–25 yılda tek kutuplu düzenin önderliğini sürdüreceği beklenmektedir. Ancak ABD, başarılı olabilmek için Atlantik ötesi desteğe ihtiyaç duyacaktır. Atlantik ötesi ilişkilerdeki gelişmenin, dünyadaki gelecek barış ve güvenlik ortamına şekil verebileceği değerlendirilmektedir.56 Geleceğin uluslararası güvenlik ortamının şekillendirilmesinde NATO’nun etkinliğini biraz arttıracağı ve küresel sorunlarla ilgili bir örgüt haline dönüşeceği yönündeki öngörüler ağırlık kazanmaktadır.57 Ancak, 11 Eylül sonrası küresel ölçekte bir güvenlik politikası takip eden ABD’nin, yine kendi politikaları çerçevesinde NATO’yu yönlendirme gayretleri içinde bulunması bir kısım ittifak üyelerinde rahatsızlık yaratmaktadır. Riga’da imzalanan “Çerçeve Dokumanı ve Kapsamlı Politik Rehber” ile NATO’nun, etkin ve nitelikli askeri kuvvetlere ve küresel sorumluluklara sahip, siyasi güvenlik örgütü olmaya yöneldiği anlaşılmaktadır. ABD’nin bu sürecin önderliğini yapıp yapamayacağını zaman gösterecektir. NATO’nun geleceği www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri ile Afganistan’daki harekât ve buradaki başarı arasında bir bağlantı kurulmuş durumdadır. Afganistan’da yaşanabilecek olası bir başarısızlık durumunda; NATO’nun ileride küresel bir örgüte dönüşmesi ihtimalinin olmadığı, alan dışı kullanımların NATO’ya yük getirdiği ve NATO’nun yeni görevleri ışığında yeniden yapılanmaya gitmesi gerektiği58 gibi hususlar ön plana çıkabilecektir. Avrupa’ya baktığımızda, yakın gelecekte Avrupa ülkelerinin ABD ve NATO’nun katkısı ve desteği olmadan savunma ve güvenliklerini arzu edilen düzeyde sağlayamayacaklarını bildikleri halde, uyguladıkları ABD politikalarından dolayı olumsuz davranışlarını sürdürdükleri de görülmektedir. 2007 ve 2008 Zirvelerinden çıkan sonuçlara ve eylem planlarına baktığımızda yakın gelecek içinde NATO’da, Füze Kalkanı Projesinin gerçekleştirilmesi, Rusya ile olan ilişkilerin geliştirilmesi, küresel terörizmle mücadele, Ukrayna, Gürcistan, Makedonya, BosnaHersek, Kosova ile genişleme, Deniz Haydutluğunu Önleme, Akdeniz Diyalogu gibi İttifak dışı ülkelerle ortaklık ve işbirliğinin geliştirilmesi faaliyetleri gibi hem siyasi hem de askeri konularda yeni kararların alınacağı ve yeni stratejilerin oluşturulacağını söylemek mümkündür. Günümüzde ortak bir tehdit olmadığı için 5. madde’nin uygulanmasında sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Afganistan buna bir örnek teşkil etmektedir. Birçok ülke, halkına Afganistan’a neden çarpışmaya gidildiğini izahta güçlük çekmektedir. Bu nedenle NATO, operasyonların gerekliliği konusunda ülke kamuoylarını ikna edebilecek “insanlığın, demokrasinin, barışın, istikrarın sağlanması ve korunmasının, düzensizliğin ortadan kaldırılmasının önemi, düzensizlik ve istikrarsızlığın kendi ülkelerine de yansıyabileceği ve tedbir alınması gerektiğinin izahı gibi” argümanlar ve formüller üzerinde çalışmalıdır.59 3-4 Nisan 2009 tarihlerinde Fransa’nın Strasbourg ve Almanya’nın Kehl komşu kentlerinde NATO’nun 60. Yılının da kutlanacağı bir zirve gerçekleştirilecektir. Zirvenin Fransa ve Almanya’da ortaklaşa yapılıyor oluşu, Fransa-Almanya dayanışması şeklinde de algılanabilmektedir. Bu zirve ile NATO’lu müttefiklerin devlet ve hükümet başkanları bir araya geleceklerdir. ABD Başkanı Obama’nın da ilk defa katılacağı zirvede Arnavutluk ve Hırvatistan’ın üyelikleri onaylanacaktır. Böylece 26 olan üye sayısı 28’e ulaşmış olacaktır.60 Fransa’nın askeri kanada dönmesi konusu da bu zirvede önemli bir konu olarak ele alınacaktır. Geleceğe yönelik yeni bir konu da “Çoklu Gelecek Projesi”dir. Çoklu Gelecek Projesinin amacı, güvenlik boyutunda geleceği anlamak, tartışmak, NATO üyesi ülkeler arasında işbirliğini geliştirmek, savunma planlamaları yapmak olarak belirtilmiştir. Projenin şekillendiricileri ise uluslararası ihtilaf, ekonomik entegrasyon, asimetri, devlet kapasitesi, kaynak paylaşımı, ideolojik mücadele, iklim değişikliği, teknoloji kullanımı ve demografik gelişmelerdir.61 Geleceğe yönelik bir başka strateji ise NATO’nun yayılmacılığı esas alacak yeni planlamalarıdır. Amaç, açıkça ifade edilmese de ABD jeostratejik girişimlerine Avrupa’nın katkısını genişletmek, enerji kaynaklarını ve yollarını kontrol altına almak, yükselen güçler Rusya ve Çin’i çevrelemektir. Bu amaçlara ulaşabilmek için de ABD, NATO ve AB arasındaki işbirliğinin güçlendirileceği ve rekabetin ortadan kaldırılmasına ilişkin adımlar atılacağı anlaşılmaktadır. Proaktif stratejinin benimsenmesi öngörülürken, nükleer önleyici darbe konsepti de bu stratejiye dâhil edilmektedir. Geleceğe ilişkin NATO’nun taahhütleri gittikçe artmakta, hatta birçok konu BM’nin sorumluluk sahasına girmektedir. NATO ar- www.orsam.org.tr 31 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG tık alan dışına çıkmıştır. Bu durum akıllara NATO’nun BM’nin yerine geçmekte olduğuna dair şüpheler yaratmaktadır. Adının Kuzey “Atlantik Paktı” mı, yoksa “Ortak Güvenlik Paktı” mı, olduğu, hâlihazırdaki isminin bile artık mevcut durumu yansıtmadığına ilişkin değerlendirmeler de yapılmaktadır.62 le Türkiye’nin NATO ile olan ilişkilerinin yanında diğer faktörleri de gözetmesinde yarar görülmektedir. Ancak yine de Atlantik ötesi ilişkilerin ve bu çerçevede NATO’nun temel güvenlik platformu olarak güçlendirilmesinin Türkiye’nin çıkarlarına uygun düştüğü varsayılmaktadır. ABD’nin güvenlik stratejisi bağlamında NATO’nun merkezi bir rol oynamaya devam etmesini arzu ettiği, ancak bunun AB’nin güvenlik ve savunma alanındaki hamlelerini engelleme anlamına gelmeyeceği düşünülmektedir. Atlantik’in iki yakasına egemen olan “ekonomik, politik ve sosyo-kültürel çok boyutlu etkileşim ve analiz yeteneğinin” Transatlantik ilişkilerin geliştirilmesine olumlu katkıları olacağı değerlendirilmektedir.63 NATO içerisinde karar alma süreçlerini incelediğimizde üye 26 ülkenin de eşit oy hakkı olduğu ve kararların oybirliği ile alındığı bilinmektedir, Türkiye’nin de bu karar alma mekanizması içerisinde kendi ulusal çıkarlarına ters düşen bir kararın çıkmasını tek başına engelleme gücüne sahip olduğu da bilinen bir gerçektir. Karar alma sürecinde 25 ülkenin diğer ülkeden daha güçlü, daha yetkili olduğu söylenemez. Oybirliği mekanizmasının böyle bir avantajı vardır. Asıl önemli olan husus Türkiye’nin ne istediğini ve ne istemediğini tam olarak ortaya koymasıdır. Bunun özünde dış politika konularında karar alma mekanizması içerisinde görevli olan makamların mutabakat içinde olması yatmaktadır. Eğer bu sağlanırsa, NATO içerisinde Türkiye, kendini daha iyi bir şekilde ifade edebilme olanağını bulabilecek ve NATO platformuna getirmek istediği konuları, ittifak ülkeleriyle müzakere edebilme ortamı yakalayabilecektir. Bu konuda Türkiye’nin Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşünde takınacağı tavır bir örnek olarak verilebilir. Fransa, Türkiye’nin AB müzakere sürecini tıkayan, Parlamentosunda Ermeni soykırımını kabul eden, İkinci Körfez Savaşında Patriot füzelerinin Türkiye’ye gelmesini önlemeye çalışan ve diğer çeşitli konularda da Türkiye aleyhine hareket eden bir ülke konumundadır. Fransa, askeri kanada dönmesinin yanında Virginia ve Madrid’deki komutanlıkların da kendisine verilmesi istemektedir. Türkiye bu hassasiyetleri, Fransa’nın askeri kanada dönmesinde doğrudan veya dolaylı bir şekilde gündeme getirilebilir ve tavrını gelişecek ortama göre ulusal çıkarlarımız yönünde gösterebilir. Diğer taraftan, ulusal çıkarları göz ardı etmeksi- Türkiye’nin, 21. yüzyılda büyük devletlerin çıkar çatışmalarının yaşandığı bölgesel krizlerin merkezinde yer alan bir devlet olarak, bu krizlerden etkilenmemesi, güvenliğini sağlayabilmesi ve bölgede etkili olabilmesi için NATO ve AGSP açılımlarında politik ve askeri olarak etkili bir şekilde yer alması önem arz etmektedir. Ancak bu hususun kendi insiyatifi ile oluşturabileceği bölgesel ve küresel ilişkilere engel teşkil etmemesi de en az bunun kadar önemlidir. Uluslararası ortamın önümüzdeki 25-30 yıl içinde tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru bir değişim süreci yaşayacağı, bu kapsamda Rusya, Çin, Hindistan ve bir ölçüde de Japonya’nın bu kutupları oluşturabileceği, AB’nin bir kutup olabilme niteliğinin zayıf bir ihtimal olduğu düşünülmektedir. NATO’nun da AB gibi genişlemesini sürekli tutması halinde ve ABD etkisi de azaldıkça karar alma sürecinde karşılaşacağı sıkıntılar nedeniyle önceki gücünü muhafaza edebileceği konusunda tereddütler bulunmaktadır. Özellikle NATO’nun barış adına alan dışına çıkması, BM kontrolünde olmadığı takdirde önemli sıkıntılar yaratabilecektir. Bu neden- 32 www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri zin NATO’nun etkisizleştirilmesi yerine güçlendirilmesi, aynı ortak değerleri taşıyan üye ülkelerin güvenlik ihtiyaçlarına katkı sağlayan bir siyasi-askeri güvenlik örgütü olarak geliştirilmesinde de yarar görülmektedir. Atlantik ötesi ilişkilerin tamir edilmesi, Türkiye’nin jeopolitik önem ve işlevinin daha iyi algılanmasına ve uluslararası güvenliğe katkısının daha iyi değerlendirilmesine yardımcı olacaktır. Türkiye, NATO’yu Transatlantik ilişkilerin temel politik askeri yapısı olarak görmektedir.64 Bu nedenle henüz bu ittifakın yerini doldurabilecek köklü bir yapı bulunmadığından, NATO İttifakı’na önem vermeye devam etmektedir. Ancak diğer taraftan NATO’nun ve dünyadaki tehdit algılamalarının, Türkiye’nin bu ittifaka girdiği ortamda olmadığı, Soğuk Savaşı müteakip ittifakın daha çok ABD amaçlarına uygun hareket ettiği, Türkiye’nin bu ittifaka eskisi gibi ihtiyacı bulunmadığı, bu nedenle NATO’ya sa- dakat derecesinde bir bağlılığın ve bağımlılığın olmasına gerek olmadığı, NATO konusunun denge politikaları çerçevesinde yürütülmesinin Türkiye’nin menfaatlerine daha uygun olacağı da değerlendirilmektedir. Türkiye’nin NATO’ya fazla güvenmeden, ancak NATO’nun içinde kalarak ulusal çıkarlarına uygun hareket etmesi, NATO’yu ülkelerle çeşitli konuları müzakere edebilecek, istikrarlı ve geniş bir platform olarak görmesi, çıkarlarına uygun olmayan konularda “veto” hakkını kullanması veya bunun karşılığında başka bir çıkar sağlaması uygun bir yaklaşım tarzı olacaktır. Türkiye’nin bundan sonra kendisini merkeze alan, çevre ülkeleri, Rusya Federasyonu, Kafkasya, Orta Asya ve hatta Şangay İşbirliği Örgütü ile diyalog içinde olan çok taraflı bir dış politika uygulamasının yararlı olacağı kıymetlendirilmektedir. Güvenlik politikalarının da NATO’yu dışlamadan ancak yukarıdaki çerçevede ele almasının ve yürütülmesinin gerekli olduğuna inanılmaktadır. www.orsam.org.tr 33 ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ - COŞKUNÖZ HOLDİNG 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 34 Yılmaz Tezkan, Siyaset, Strateji ve Milli Güvenlik, Ülke Kitapları, İstanbul, 2000, s. 36-39. Turan Moralı’nın “NATO Stratejisindeki Değişim ve Gelişmeler” konulu, 11 Mayıs 2004 tarihli, ASAM 24. Jeopolitik Tartışma Toplantısı’nda yaptığı konuşmasından, s. 10. Ali Karaosmanoğlu’nun “NATO Stratejisindeki Değişim ve Gelişimler” konulu, 11 Mayıs 2004 tarihli, ASAM 24. Jeopolitik Tartışma Toplantısı’nda yaptığı konuşmasından, s. 10. Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “ Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Cilt 4, No.48, Nisan 2004, s. 25. Ibid, s. 23. Serhat Erkmen, “ABD, Büyük Orta Doğu ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Cilt 5, sayı 52, Ağustos 2004, s.25. Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi …” , s. 27. Serhat Erkmen, “ABD, Büyük Ortadoğu …” , s. 26. Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi …” , s. 28. Armağan Kuloğlu, “NATO’nun Doğu’ya Doğru Genişlemesi, Değişen NATO ve Bu Değişimde Enerjinin Rolü” , Stratejik Analiz, Cilt 5, No. 54, Ekim 2004, s. 49-54. Tom Barry, “Long Live NATO” , 2 Nisan 2004, http://www.lewrockwell.corvorig4/barry-tom4.html, (Son Erişim Tarihi) 25 Nisan 2004. Richard Haass, “The New Middle East”, Kasım/Aralık 2006, http://www.foreignaffairs.org/20061101faessay85601/ richard-n-haass/the-new-middle-east.html, (Son Erişim Tarihi) 25 Şubat 2009. George Friedman, “Obama Enters the Great Game”, 19 Ocak 2009, http://www.stratfor.com/weekly/20090119_ obama_enters_great_game, (Son Erişim Tarihi) 5 Şubat 2009. Ibid. Reuters, “US send more troops to flagging Afghan War”, 19 Şubat 2009, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews. aspx?id=11033563, (Son Erişim Tarihi) 19 Şubat 2009. George Friedman, “Obama Enters the Great …”, 19 Ocak 2009. Nerdun Hacıoğlu, “Rus işi NATO”, 6 Şubat 2009, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10939845& tarih=2009-02-06 , (Son Erişim Tarihi) 7 Şubat 2009. NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jean François Bureau’nun 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. Armağan Kuloğlu, “Obama Yönetiminin Afganistan’da Başarı Şansı”, 30 Aralık 2008, http://www.globalstrateji. org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1691, (Son Erişim Tarihi) 5 Ocak 2009. UN Security Council Resolution 1559, 2 Eylül 2004, http://www.mideastweb.org/1559.htm., (Son Erişim Tarihi) 15 Şubat 2009. Presidents Meets with EU leaders, 22 Şubat 2005, http://www.euractiv.com/en/security/bush-visit-meetscautious-expectations/article-13574, (Son Erişim Tarihi) 25 Şubat 2005. Prof. Dr. Erol Manisalı, “Avrupa-Amerika Yakınlaşması ve Sistem”, Cumhuriyet, 11 Mart 2005. Bahadır Kaleağası, “Bush’tan sembolik ziyaret”, 11 Mart 2005, http://www.radikal.com.tr/haber. php?haberno=143242 , (Son Erişim Tarihi) 26 Şubat 2009. Merkez bölgesi olarak adlandırılan alan batıda Volga, doğuda Sibirya, güneyde Himayalar, kuzeyde Kuzey Buz Denizi arasında kalan alandır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Hüsmen Akdeniz, “ Jeopolitik ve Jeostratejik Teoriler Kapsamında Küreselleşmenin Geleceği ve Türkiye”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 1, No. 2, Eylül 2003. Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi …”, s. 25. Nejdet Demiral, “Büyük Ortadoğu Projesinde Kafkasya”, 18 Mayıs 2004’te Boğaziçi Üniversitesinde sunulan tebliğden. Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi …” , s. 25-26. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Aydın’nın 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. “Armağan Kuloğlu ile yapılan röportaj”, Cumhuriyet Gazetesi, 4 Temmuz 2004 Ivan Scott, “Pentagon Report”, 24 Ağustos 2004, http://www.federalnewsradio.convindex.php?nid=90 , (Son Erişim Tarihi) 28 Ağustos 2004. Hasret Çomak, “Güvenliğin Yeni Boyutları, NATO ve Türkiye” konulu konferanstan, TASAM konferans salonu, 13 Mayıs 2006. Ibid. “NATO Savunma Bakanları Toplantısında, Afganistan konusunda uzlaşma sağlandı”10 Ekim 2008, http://www. netgazete.com/newsdetail.aspx?nID=534649. (Son Erişim Tarihi) 27 Şubat 2009. “NATO toplantısı Brüksel’de başladı”, 14.05.2008, http://www.guncel.net/gundem/dunya/2008/05/14/, (Son Erişim Tarihi) 27 Şubat 2009. www.coskunoz.com.tr 60. Yılında NATO ve Türkiye İlişkileri 35 NATO Genel Sekreteri Lord Robertson’dan Milliyet’e açıklamalar “Terör hiçbir zaman başarıya ulaşamayacak”,Milliyet, 13 Mayıs 2006. 36 Gnkur. Bşk. Org. Hilmi Özkök’ün Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Açış Konuşmasından, Ankara, 28 Haziran 2005. 37 NATO Gen. Sek. Colston’un Ankara Bilkent Otel’deki “Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği” başlıklı sempozyumundaki konuşmasından, 24 Mart 2006 . 38 BBC Turkish.com “Sofya’daki NATO zirvesi sona erdi” , 28 Nisan 2006, http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/ story/2006/04/060428_nato.shtml, (Son Erişim tarihi) 24 Şubat 2009. 39 Fatih Karaosmanoğlu, “İttifak vizyonunu yeniledi”, 7 Temmuz 2004, www.radikal.com.tr/haber.php? haberno 121483, (Son Erişim Tarihi) 20 Şubat 2009. 40 Gnkur. Bşk. Org. Hilmi Özkök’ün “ Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Açış Konuşması”, 28 Haziran 2005 ve “Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu Açış Konuşması”ndan, 23 Mart 2006. 41 Gökçen Oğan ve Ergun Mengi, “NATO’nun Afganistan Görevi ve Türkiye’nin Katkılarına Dair Bir Değerlendirme”, Stratejik Analiz, Sayı 98, Haziran 2008, s. 65-66. 42 T.C. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün 30 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. 43 Armağan Kuloğlu, “ABD Montrö’yü Yine Zorluyor”, 21 Ağustos 2008, http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_ Detay.ASP?Icerik=1573, (Son Erişim Tarihi) 18 Şubat 2009. 44 Ibid. 45 E. Büyükelçi CHP Milletvekili Dr. Onur Öymen’in 31 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından. 46 Yılmaz Aklar, “Yeni Bush Yönetiminin Atlantik Ötesi (Trans Atlantik) İlişkilerinin Değerlendirilmesi”, Stratejik Analiz, Cilt 6, Sayı 61, Mayıs 2005, s. 57. 47 Yılmaz Aklar, “NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz, cilt 7, sayı 81, Ocak 2007, s. 62. 48 Erhan Türbeder, “NATO Bükreş Zirvesi ve Balkanlar”, Stratejik Analiz, cilt 9, sayı 91, Mayıs 2008, s. 6-7. 49 Erhan Türbedar, “NATO Bükreş Zirvesi ve Balkanlar”, Stratejik Analiz, cilt 9, sayı 91, Mayıs 2008, s. 6-7. 50 Habibe Kader, “NATO Toplantısı Sonrası Notlar”, 8 Aralık 2008,www.usakgundem.com. , (Son Erişim Tarihi) 24 Ocak 2009. 51 Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması 52 “NATO Savunma Bakanları Polonya’nın Krakow şehrindeki toplantısında bugün NATO-Gürcistan komisyonu toplantısı yapıldı.”, 20 Şubat 2009, http://www.iha.com.tr/haber/Dunya/57661-H-4/Nato-gurcistan-toplantisibasladi, (Son Erişim Tarihi) 22 Şubat 2009. 53 “NATO’da Afgan Rüzgârı”, 6 Mart 2009, http://www.milliyet.com.tr/Dunya/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetayA rsiv&ArticleID=1067705&Kategori=dunya&b=&ver=44, (Son Erişim Tarihi) 7 Mart 2009. 54 Kurt Volker, ABD Dışişleri Bakanı Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Yardımcısı, “Atlantik Ötesi Güvenlik: NATO’nun Bugünkü Önemi Trans atlantic security:7The Importance of NATO Today” 23 Şubat 2006, http://www.state.gov/p/ eur/rls/rm/2006/62073.htm.. (Son Erişim Tarihi) 25 Şubat 2006, s. 4. 55 Yılmaz Aklar, “ NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz, cilt 7, sayı 81, Ocak 2007, s. 66. 56 Zbigniew Brzeinski, Tercih, Çev. Cem Küçük, Ankara, İnkılâp kitapevi, 2005, Orijinal baskı, C2004,s. 269. 57 Çağrı Erhan, “NATO Niçin Bir Küresel Örgüt Haline Gelmelidir”,Ocak 2004, http://www.stradigma.com/index. php?sayfa=makale&no=188, (Son Erişim Tarihi) 10 Şubat 2004. 58 Nüzhet Kandemir, “Stratejik Öngörü 2023: Cumhuriyetin 100. yılında Dünya ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Kasım 2006, sayı 79, s. 17-16. 59 Milliyet Gazetesi Köşe Yazarı Semih İdiz’in 31 Ocak 2009 tarihinde yapılan 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği konferansındaki konuşmasından.. 60 “NATO’nun 60. Yılı kutlamaları”, 9 Ocak 2008, www.aa.com.tr. , Anadolu Ajansı, (Son Erişim Tarihi) 10 Ocak 2008. 61 Sinem Kaya, 28 Kasım 2008, Genelkurmay SAREM Bşk.lığı bünyesinde Çoklu Gelecek Projesi hakkında kurum için bilgi notu. 62 Emekli Subaylar Derneği Bşk. E. Tümg.Rıza Küçükoğlu’nun 31 Ocak 2009 tarihinde düzenlenen 17. Uluslararası Antalya Güvenlik ve İşbirliği Konferansındaki konuşmasından . 63 Yılmaz Aklar, “NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz, cilt7, sayı 81, Ocak 2007, s. 66. 64 Ibid, s. 67. www.orsam.org.tr 35 -Summary- CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES (ORSAM) ORSAM Türkmeneli Co-operation & Cultural Foundation Center For Mıddle Eastern Strategıc Studıes Center for Middle Eastern Strategic Studies (ORSAM) was established in November 2008 and specifically concentrated on Middle Eastern and Eurasian studies. ORSAM’s studies are sponsored by The Turkmeneli Cooperation and Culture Foundation. ORSAM’s View of the Middle Eastern and Eurasian World In fact, both the Middle Eastern and Eurasian territories are harbors to several relevant problems. But neither the Middle East and Eurasia, nor its people should be convicted to adopt an image that is identified with negative complications. With the support of their people, Middle Eastern and Eurasian states do have the potential to stimulate their interior dynamics and to launch a peaceful mobilization for development. To show respect to the people’s will to live together, to show respect to the sovereign rights of the states and essential rights and freedoms of the individuals, are the principals of building domestic and international peace. In this context, Turkey must continue to make contributions for the prosperity of her near surroundings. ORSAM’s Studies as a Think-Tank In order to adopt an appropriate approach towards regional developments, ORSAM provides the public opinion and the decision-making units with guiding information about international politics, consistent with the perceptions regarding the Middle East and Eurasia. It presents ideas involving alternative options. In order to present efficient solutions, ORSAM encourages studies of capable researchers and intellectuals of different disciplines. Having strong organizational capabilities, ORSAM encourages the development of relevant Middle Eastern and Eurasian literature domestically & internationally and supports the sharing of knowledge and ideas with the Turkish and international public by welcoming statesmen, bureaucrats, academics, strategists, businessmen, journalists and NGO representatives to Turkey. www.orsam.org.tr COŞKUNÖZ HOLDING Coşkunöz Holding, whose headquarters are located in Bursa, is active in the automotive, machining, heating, defence & aviation industries. The group’s first company Coşkunöz Metal Form was founded in 1973 and has 900 employees at present. The main production at Coşkunöz Metal Form is for the automotive industry, however the company also produces metal forming dies, hydraulic and mechanical press’, welding machines, assembling and control fixtures. Coşkunöz Metal Form, which is one of the 500 largest companies in Turkey, has played a great role in the formation and growth of the Turkish automotive industry. Beltan Vibracoustic, Betaseals & Belka, who are part of the Coşkunöz Holding group, are in the rubber-metal industry and they specialise in anti-vibration parts, bearing seals and sealing element production. The company Coşkunöz Radyatör, which is in the heating industry, produces panel radiators and heated towel rails and is one of the three largest companies within this area. Coşkunöz Holding, who has been serving the defence industry for 20 years, established Coşkunöz Savunma ve Havacılık (Coşkunöz defence & aviation) in the city Eskişehir and has been growing rapidly within the industry since its formation in 2006. In order to stay strong within this global competition, investment in technology has become a necessity and in 2005 the group formed Coşkunöz Ar-Ge (R&D) which has taken on all the Coşkunöz companies’ research and development activities. Coşkunöz Ar-Ge’s aim is to increase the value added by the engineers’ contribution to the steel proccecing areas and also produce high technological machinery and equipment. Besides all the industrial investments, Coşkunöz Holding’s strong corporate social responsibility drove the company’s founder, Kemal Coşkunöz, to form Coşkunöz Eğitim Vakfı (Coşkunöz educational foundation) in 1988. This foundation specialises in vocational education. Every year a percentage of Coşkunöz Holding’s turnover is set aside for the foundation so that unqualified people can be trained in order to gain a career. Coşkunöz educational foundation, which celebrated its 20th anniversary last year, has educated many individuals for the sector through scholarships, vocational education and the technical school, which Coşkunöz passed on to the government’s educational department. www.coskunoz.com.tr 38 Contents 1. The Establishment of NATO and the Cold War Era................................................... 41 2. The Change: NATO during the post-Cold War Era.................................................... 42 3. NATO, US and Russia...................................................................................................... 43 4. Transatlantic Relations: NATO and the EU.................................................................. 44 5. The Importance of NATO as a Military Power............................................................ 44 6. Turkey and NATO’s Fight against Terrorism............................................................... 44 7. The Latest Highlights of Relations between NATO, the US and Turkey................. 7.1. The Afghanistan Issue........................................................................................... 7.2. Attempts to Breach the Montreux Convention................................................. 7.3. The Embargo and Preventive Measures............................................................. 7.4. The Implications of NATO Expansion for Turkey............................................ 46 46 46 47 48 8. The Latest Developments in NATO............................................................................. 48 9. Turkey and Expectations Regarding the Future of NATO........................................ 49 Conclusion........................................................................................................................... 51 39 Report No 2, April 2009 ORSAM Türkmeneli Co-operation & Cultural Foundation Center For Mıddle Eastern Strategıc Studıes Ret. Major General Armağan KULOĞLU Center for Middle Eastern Strategic Studies (ORSAM), Senior Advisor 60 Years of Alliance: NATO and Turkey 1. The Establishment of NATO and the Cold War Era Communist Parties supported by the Soviet Army seized power by anti-democratic means in the states that were occupied by the Soviet Union after the WWII. In those years, there was notreaty or organization to mobilize political or military solidarity among Western states against the expansionist policy that the Soviet Union was then pursuing. In this context, Britain, France, Belgium, Netherlands and Luxemburg signed the “Brussels Convention” on March 17, 1948 and agreed to unite their military capabilities under the command of Marshall Montgomery in the case that an invasion were to occur. This organization is recognized as a preliminary step to the formation of NATO, and was also the basis for the creation of the organization called “The Western European Union,” in 1955. This beginning was the West’s first attempt at developing a jointdefense organization. On April 4, 1949, North Atlantic Treaty was signed and the organization now known as “NATO” was thereby established. In addition to the original five member states of the Brussels Convention, the nations that participated in the treaty’s negotiation process, Italy, Iceland, Denmark, Norway and Portugal, also joinedthe organization. Turkey and Greece joined the alliance in 1952, Germany in 1955 and Spain in 1982. The Cold War Era was ended by the efforts of these 16 states. During its first 40 years, from its establishment in 1949 until 1989, the goal of NATO was, unarguably, to provide security for Europe. During this period the nature and extent of the threat was considerable, defense strategies and military structures were identified, organized and exercised in a purposive manner. Turkey guaranteed security against any potential invasion of its territory; both as a means of self-defense and as a member of NATO. After the 1950’s, the US became the undisputed military and economic power and the dominant influence in Europe. The US presence lessened the heavy cost of European NATO members’ defense and security needs, and enabled them to transfer the savings to pay for the needs of the social state. Meanwhile, in order to obtain modern military weapons and equipment, Turkey chose to maintain a large army, far beyond its economic capability. In this way, Turkey compensated for NATO’s shortage of manpower and managed to rectify its technological deficiencies. As Lord Ismay (NATO General Secretary from 1952-1957) said, NATO’s intentions can be briefly summarized: “to keep the USSR out, the US in and Germany down.” Article 5 of the North Atlantic Treaty, which was the basis for the collective organization of NATO, states that an armed attack against one or more of the members in Europe or North America shall be considered an attack CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES - COŞKUN HOLDİNG against them all and if such an armed attack occurs, all members will assist the attacked party by taking immediate action including the use of armed force. Although it is not stated in the text, the intent of this article was to encourage member states to act in unity and to mutually ensure each other’s security against the possibility of an attack by the USSR. Over time, US hegemony in the organization began to disturb the Western European members of NATO. During the progressive realization of the EU ideal, which took the last 50 years to result in the formation of a united European government, European states started seeking ways to break away from the US patronage. In 1984, when the US began to negotiate the long range missile limitation treaties with the USSR, and initiated the Star Wars project to shield North America, the Western European members of the alliance were led to begin to seek out and adopt new arrangements for their mutual security.1 2. The Change: NATO during the post-Cold War Era It has been 60 years since NATO alliance was established. NATO operated in accordance with its own purposes and current threat perceptions from its establishment until the end of the Cold War, but began to question its own existence after the end of the Cold War, the collapse of the USSR and the dissolution of the Warsaw Pact. While the Warsaw Pact was a security organization established to oppose NATO, and could not do any more than cover the security needs of the East Bloc states in the bipolar global system, NATO not only provided for the security needs of the West, but also began to operate as a military, political and internal relations system, assuming functions regarding development and self-regulation. Following the summit of July 1990, it was decided that NATO should undergo a restructuring process in order to accommodate the changing conditions. Obviously, the new uncertainties and risks that appeared after the 42 extinction of the Soviet threat played a major role in this re-organization. Threat assessments were reevaluated according to the new circumstances, and issues such as global terrorism, the proliferation of weapons of mass destruction, the trafficking of illegal arms, humans and narcotics, and mass migration were identified as the new threats. In this context, beyond being just a collective security organization for Europe, NATO became2 a cooperative security organization for the world at large, and grew beyond the terms whereby it had been established. Moreover, it was determined that the organization should enlarge its structure in order to expand its sphere of influence and to prevent the establishment of any new organizations presumed to destabilize security. In the post-Cold War era, first Hungary, the Czech Republicand Poland; and later, Romania, Bulgaria, Slovenia, Slovakia, Estonia, Latvia and Lithuania joined the alliance. In order to accommodate new members from the East Europe and the Caucasus, the “Partnership for Peace” (PFP) Program was introduced. We have seen that NATO’s political dimension grew more important during the post-Cold War era.3 Its relations with the Russian Federationwere also transformed. First, Russia was permitted to observe NATO’s decision-making processes in order to play the role of a sort of monitor and to establish reciprocal confidence. Then, Russia was integrated into the organization such that it couldparticipate in decisionmaking processes, but with no right of veto. Though not specified in writing—in terms of the new threat assessments and its ongoing missions—NATO’s area of responsibility was now considered to be global and inter- operability with the UN began to develop. These new circumstances brought technological improvements, new systems, new concepts, new doctrines and a new power structure with them. Concepts, organizational structures, procedures and methods have changed accordingly. A new military structure has been consolidated, consisting of specially equipped, well www.coskunoz.com.tr 60 Years of Alliance: NATO and Turkey trained, flexible, rapidly deployed, but smaller military units, using high firepower, excellent communication, command and control skills and high technology intelligence capabilities. 3. NATO, US and Russia In order to avoid the proliferation of terrorism and weapons of mass destruction, which are the major threats to the “New World Order”, according to the US, and in order to control energy sources and distribution, the US developed and launched the project known as the “Greater Middle East Project” (GMEP).4The US wanted to include NATO in the GMEP to avoid giving the impression that GMEP is a project of strictly American origin. GMEP’s name was later reconfigured as the “Broader Middle East and North Africa (BMENA) Initiative.”During recent years, the US intervention in Iraq and subsequent developments gave birth to a new concept, commonly identified as the “New Middle East.” The term, “New Middle East” represents the beginning of a new era for the Middle Eastern region. It is intended to describe a new Middle Eastern formation where new powers and actors appear and where hard power is replaced by soft power. It seems that US will try to maintain influence in the region via soft power (diplomacy), instead of hard power (the use of military force).5 The new US Government has announced that it is willing to adopt methods of dialogue and negotiation—for instance, in the case of Iran—but that military options will remain on the table,indicating that the US may use hard power in cases where the methods of soft power fall short. The Israeli-Palestinian conflict is one of the major threats that endanger Middle Eastern stability. Since Obama is well aware that he cannot solve this unrelenting long-term problem in a short period of time, he has not intervened personally in the Gaza issue, but plans instead to pursue diplomatic relations by way of the special envoys he has assigned.6 Afghanistan and Russia are two more important issues. Unlike his predecessor, Bush, Obama prefers to avoid crisis situations with these two nations. While victory over the Taliban is the main goal in Afghanistan, on the Russian front, the problems concern natural gas resources and logistical issues. Afghanistan is a major concern with respect to the future of NATO and the new US government has decided to send 17,000 additional troops to Afghanistan as an emergency measure.7 While Russia and the US are giving signals that encourage disarmament, it is obvious that they are involved in a power struggle in Central Asia themselves. In order to wage a more effective struggle against the Taliban and Al Qaeda, the US is planning to transfer troops from Iraq to Afghanistan. On the other hand, Russia is planning to curtail the expansion and influence of the US in Central Asia by making systematic moves. After a 1.7 billion dollar Russian investment initiative, Kyrgyzstan decided to close the Manas Military Base, which had been vital for providing logistical support to US forces in Afghanistan. Following Kyrgyzstan’s declaration, Russia offered logistical support to the US for its mission in Afghanistan, and indicated Moscow as the only option. Under these conditions, the US is expected to request logistic support from Turkey. But Kyrgyzstan still seems willing to re-discuss the Manas issue if USA makes an attempt. While the balance of power between Russia and the US continues to shift, Moscow hosted the Security Agreement Summit, where Russia, Belarus, Kazakhstan, Armenia, Kyrgyzstan, Tajikistan and Uzbekistan decided to establish a NATO-like organization. According to this agreement, an armed attack against one of these members will be considered an attack against them all. The first action of this alliance was to make a resolution to form an emergency action force. Whatever US-Russian cooperation may be possible, it is obvious that there will be no unilateral concessions. Obama may hope to obtain Russian support for his struggle against the www.orsam.org.tr 43 CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES - COŞKUN HOLDİNG global financial crisis and to avoid any negative incidents involving the US presence in Afghanistan, but these hopes seem to have slim chances, and the US is well aware that it must keep Pakistan under control. Afghanistan’s stability hinges on the attitudes of nations like Pakistan and Iran. In this situation, these states can make significant contributions to peace and stability in the region and the US is makinga strenuous effort to maintain peace and stability with NATO.8 The US will definitely require NATO’s assistance for its “New Middle East” policy. 4. Transatlantic Relations: NATO and the EU Although they share “Western” values in common, Europe no longer wants to operate under the guidance of US, as it did during the Cold War Era. That is why Europe is attempting to wield more influence, not only in the economic domain, but also in politics and security. Although they share deep religious and sociocultural common values, Europe and the EU’s powerful influence on the global economy creates rivalry between the US and Europe. Wellbalanced US-EU cooperation may be expected to dominate the global political system in the near future. In the future, NATO will become a significant discussion platform where security issues will be handled and both ends of the Atlantic will unite. In the struggle against terrorism and the proliferation of weapons of mass destruction, the need for NATO’s capabilities is expected to increase. During the 2008 Defense Assembly, France—which had been trying to maintain the ESDP-NATO balance ever since 1966—reversed its policies and decided to rejoin the military wing of NATO. This can be seen as an indication that NATO-EU relations are improving and that NATO and ESDP can operate in harmony. 5. The Importance of NATO as a Military Power The importance of the energy security, energy resources and their transit routes will continue to increase during the years ahead. Hydrocar- 44 bons will maintain their dominant position in the area of energy until the 2030’s. As a consequence of global warming,the North Pole will become available for prospecting and the exploitationof new oil resources. This situation will entail new political relationships. Inter alia, energy security, food and water supplies and environment will emerge as top priority problems. Global population growth should be included in this list. However, the aging population demographics of developed countries, the younger and more uneducated populations of developing and underdeveloped countries, and the migration patterns that will be their result, are likely to create an atmosphere of conflict. There are other threats that also should not be ignored. The origin of some new threats has yet to be detected. In these years to come, when states will be both the most important security providers and security threats in themselves, military power will continue to maintain its importance.� Therefore, it is reasonable to expect that NATO will not lose its importance as a military power. 6. Turkey and NATO’s Fight against Terrorism Global terrorism has altered the agenda of NATO as well as of the world. The operations of the UN, NATO, the EU and the OSCE are expected to continue to grow in scale. The nature of these new evolving threats means that NATO member states must arrive at a consensus on how respond to these threats effectively. The nature of the fight against terrorism was defined by the Washington Summit in 1999, and the conceptof anti-terrorist struggle was endorsed at the Prague Summit in 2002. These developments announced the determination of states to fight jointly for international security and to fight against all terrorist activities targeting the peoples, forces, or territories of the alliance’s members. In the adopted plan, it is envisaged that the measures to be taken be such as to enable the deterrence and prevention of, and self-defense against terrorism, and it was determined that these measures must www.coskunoz.com.tr 60 Years of Alliance: NATO and Turkey be implemented in all areas where NATO has interests.The NATO Summit held in Istanbul in 2004 created a joint approach for the effective conduct of the US’s and the EU’s struggle against global terrorism on the international stage and an important opportunity for cooperation. The Istanbul Cooperation Initiative was adopted at this summit. The Council of Gulf Cooperation was established and an important initiative was launched for the security and stability of the Eastern Mediterranean in the form of “Enhanced Mediterranean Dialogue.” Considering the points of agreement reached as a result of all the meetings held and the initiatives that have beenundertaken under NATO’s auspices, it is possible to see that a consensus has been achieved within NATO concerning the fight against terrorism. Members are ready to cooperate with this consensus and NATO disposes of the facilities and capabilities needed to achieve its goals. Furthermore, we can reasonably assert that NATO is open to international cooperation. At all NATO meetings until 2009, the issue of terrorism has kept all of its currency. However, it cannot be affirmed that there is a consensus on the fight against terrorism within NATO in practice. There are still ambiguities regarding the definition of terrorism and the common policy to be implemented in the fight against terrorism. NATO’s expanding area of operations in Afghanistan, reaching a consensus on the Iraq issue and quarantining terrorist threats stemming from Iraq, and realizing the Istanbul Cooperation Initiative in coordination with the Mediterranean Platform have all served US interests. These NATO decisions have effectively served to legitimate US foreign policy.10 Turkey is the country that is most afflicted by terrorism and thus most sensitive country in fight against terrorism. Due to the sensitivity that results from being the country most affected by terrorism, and the importance that it attributes both to the NATO alliance and to human feelings, Turkey assists in the development of planning and doctrine programs for the fight against terrorism and provides counter-terrorism training to NATO and nonNATO countries on boththe operational and strategic levels. Turkey’s contributions to the NATO force in Afghanistan and the “Center of Excellence Defense Against Terrorism” that it established for training purposes are good examples, here. As long as one country’s terrorist is the freedom fighter of another,this struggle has no chance of success. Today, there is generally a common understanding among states regarding the magnitude of the terrorist threat. However, the main disagreement concerns how to decide which kinds of violence and which threats should be deemed to lie within the scope of terrorism.11 As is the case with other international organizations, it is impossible to find a common definition of terrorism within NATO and it is impossible to affirm that there is agreement about who belongs on NATO’s list of terrorist organizations. Turkey has been fighting against PKK terrorism for more than 25 years. NATO’s sensitivity regarding terrorism is well known. While the updating of NATO’s list of terrorist organizations—where the PKK is included— has gone on for years, problems are occasionally encountered concerning the inclusion ofthe PKK terrorist organization on the list. This approach is incompatible with the seriousness of NATO’s stance on the anti-terrorism struggle. The PKK terrorist organization has offices in Europe. It is broadcasting from Europe. These European countries are NATO members. The PKK continuously harms a NATO member state, Turkey. Turkey’s counter-terrorist efforts have been hampered either directly or indirectly for various reasons. Turkey’s expectations should not be interpreted to mean that the nation wants to make NATO responsible for its fight against the PKK terrorist threat. Turkey has no intention of leaving its security to another country or organization. Turkey can maintain its own security. However, Turkey has strong ties with NATO and has long been its reliable ally, and therefore, Turkey’s legitimate expectation of support from NATO should not www.orsam.org.tr 45 CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES - COŞKUN HOLDİNG be regarded as strange. NATO, which has been in existence for 60 years, continually adapts to global developments and their requirements, and now ranks terrorism at the top of its new threat assessments. It has established new plans and strategies for counter-terrorism. For the first time since its foundation,it has enforced Article 5 of the Alliance Agreement for the sake of the intervention in Afghanistan. It has expressed its sensitivity against terrorism on every occasion. However, all of the member countries do not seem to be possessed of an understanding that can satisfy Turkey’s expectations, in particular concerning its fight against the PKK terror organization. NATO must question itself in this respect. 7. The Latest Highlights of Relations between NATO, the US and Turkey 7.1. The Afghanistan Issue Turkey continues to safeguard the security of the Afghan people in and around Kabul under the command of the ISAF and within the scope of NATO mission in Afghanistan. The success or failure of NATO in this region will be decisive for the future of the alliance.12 This explains why the US requests that allied states increase the numbers of their combat troops for the sake of Afghanistan’s future. Turkey ranks first in the list of states that have been urged to increase their number of troops. On the other hand,there is a plan under consideration to modify the mission definition of the ISAF and to shift its area of operations from Kabul and its surroundings to the South-Southeast in order to combat the Taliban. It is plain to see that this effort aims to alter the main objective of the ISAF, changing it from a peacekeeping force into a combat force. Historically, Afghanistan-Turkey relations have followed a path of friendship and mutual assistance. The Afghan people have feelings of sympathy for Turkey, and they trust Turkey. Breaching that trust would be disadvantageous for both parties. In addition to its mission of maintaining security, Turkey is making substantial contributions to the efforts to establish stability in Afghanistan, including supplemental support for the re- 46 building and reconstruction of the country, and it provides a wide range of aid to the country and its people. It has assumed the command of the ISAF twice. Assuming that command again is being discussed. Turkey is also assisting the recovery process of the Afghan Armed Forces. It is working to establish the Afghan Defense Unit (military academies) or Defense College (military colleges).12 Beyond this, Turkey has stated that assistance would be provided when necessary to allow Afghan military officers to be trained on Turkish soil. It is a well known fact that while NATO allies were combating terrorist acts in Afghanistan they failed to take sides with Turkey in its fight against the PKK (the Kurdish terrorist organization), and even protected the PKK in various ways for a long time. It should not be surprising therefore that Turkey develops its strategies bearing this in mind and acts accordingly. 7.2. Attempts to Breach the Montreux Convention Another issue is the attempt on part of the US to breach the Montreux Convention by using NATO. The US wants to deploy its forces in the Black Sea with a view to having a voice in the Caucasus and in Central Asia, and has tried to achieve this purpose by exploiting various events. In the last five years, it has tried to accomplish this on three occasions. It also seems to be inclined to use NATO for the same purpose when the opportunity arises. The first attempt by the US towards making its presence felt in the Black Sea was in 2003, during its negotiations with Turkey before its invasion of Iraq. During the negotiation process, the US’s desire to send ships into the Black Sea and for a base in the city of Trabzon were regarded as quite strange. During the negotiations it was revealed that US was planning to deploy forces in the Black Sea in order to wield influence in the Caucasus by taking the advantage of the opportunity arising from the agreement which was to be concluded for the sake of the Iraq invasion. However, this request ended up being rejected by the Turkish side. www.coskunoz.com.tr 60 Years of Alliance: NATO and Turkey The second attempt by the US came in 2005. At that time NATO forces were conducting Operation Active Endeavour, in which Turkey also participated, to fight acts of terrorism and crime in the Eastern Mediterranean. Conversely, a sea fleet with more or less similar intentions had been set up under the Turkish command operating under the name, Black Sea Harmony. This mission included the Ukraine, in addition to Turkey and Russia. But in 2005 the US put forward an unofficial plan to expand the operational area of Active Endeavour, which had been launched in the Eastern Mediterranean under the auspices of NATO, to include the Black Sea and said that it proposed this plan with the intention of fighting terrorism and crime as in the Mediterranean, suggesting that security of the Black Sea was pivotal. Such an attempt by the US, for which there was not the slightest need, was interpreted as something quite different from its expressed intention, namely as a pretext for taking the Black Sea under direct control. The third relevant attempt occurred when the US submitted its request to send two 70-ton military hospital ships of the US naval force, designed as a humanitarian aid to Georgia following the crisis in that country in late 2008. The US is even willing to use NATO for this purpose. When it is possible to transport the aid on air, land and sea as per an amendment in accordance with the Montreux Convention, such a request can only be regarded as an effort on the part of the US to fly its flag on heavy tonnage military vessels,in order to make its presence felt in the Black Sea, influence the region and contain the Russian influence. All three of these attempts would violate the Montreux Convention regarding the Turkish Straits. For Turkey to permit these attempts— which would also violate the Montreux Convention—would damage Turkey’s sovereignty and generate hostility in the region.13 Precautionary measures should be taken to thwart American attempts at deploying forces or setting up bases in the Black Sea. Keeping the con- vention’s provisions intact and ensuring compliance with them is vital for the preservation of Turkish sovereignty and the maintenance of security with an approach that considers the balances of power in the Black Sea region. Turkey’s ongoing co-operation with Russia, with whom it shares common interests, should be seen as the proper approach. 7.3. The Embargo and Preventive Measures Turkey has experienced a number of cases of injustice in its relations with both NATO and its member countries. In 1962 as a result of USUSSR negotiations, the US made a unilateral decision to remove Jupiter missiles in Turkey without notifying Turkey beforehand. Following the Cyprus Peace Operation of 1974, it imposed an embargo on all of the military equipment, combat weapons and vehicles that the Turkish Armed Forces had used. It repeated this practice partially in the following years, too. During the Second Gulf War, France, using NATO as its platform, prevented the dispatch of Patriot missiles to Turkey for defensive purposes. Since France was not a member of the Defense Planning Committee, the missiles were able to arrive in Turkey, pursuant to the committee’s decision. There were also some difficulties in getting the PKK included on NATO’s list of terrorist organizations. While there were no references to the fight against terrorism before September 11th, and the consultation contained in the Article 4 was considered to be sufficient, after September 11th, Article 5 came to occupy the agenda. As the issue of taking measures to stop terrorism before it reached the member nations’ territories came to the fore, Turkey’s capability to take measures against the PKK in the northern part of Iraq was blocked and then restricted. These present examples of “double standards.” It will be beneficial to keep this matter in mind when dealing with NATO. 16 It can be seen that the US, according to emerging conditions,when the need arises and when it finds the opportunity, can successfully get its national interests, or other countries’ interests, www.orsam.org.tr 47 CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES - COŞKUN HOLDİNG on the agenda, whether it’s this or similar issues. Turkey must therefore act prudently and make no concessions on this point, and be sensitive from the perspective of national interests that are vital for Turkey. We should remain vigilant against allowing NATO be used in the service of US interests when this may damage our own. 7.4. The Implications of NATO Expansion for Turkey Basically, Turkey supports NATO expansion. The main reason for this has been the presumption that NATO’s member countries would support Turkey’s EU bid. But the present situation has failed to live up to those expectations. What is more, the arrival of new members, raising the total number of NATO members to 26, has radically reduced Turkey’s portion of the pie. However, against the odds, the expansion of NATO is actually helping to promote stability in its region and to set conditions that enable Turkey to negotiate the issues that concern it from a broader perspective. All assessments suggest that for its 26 member countries the shared conclusion is, “Neither with NATO, nor without NATO”. It is true that NATO has accomplished many great things since its inception. 8. The Latest Developments in NATO NATO includes 26 member countries of today, and this number will rise to 28 in 2009, with the inclusion of Albania and Croatia. In addition to its 28 member countries, NATO functions as an alliance which embraces more than one fourth of the world, with its Partnership for Peace, the Mediterranean Dialogue countries,and coalition forces from outside the alliance which share its values. But the fact that NATO’s credibility is steadily diminishing should not go unrecognized. One of the biggest summits in NATO history was convened between April 2 and April 4, 2008 in Bucharest. The Summit was concluded with an official invitation for Croatia and Alba- 48 nia to become members of the alliance. However, Macedonia was not invited to membership due to Greece’s opposition. Notwithstanding this failure in the case of Macedonia, the latest expansion of NATO can be construed to imply a positive effect on the spread of democracy and stability from Europe to the Balkans. In addition, the fact that Albania and Croatia were invited to join the alliance may encourage Bosnia Herzegovina to accelerate its reforms for NATO membership. The “Intensified Dialogue Decision” which constitutes the initial stage of the “Membership Accession Plan” was issued. Later, Kosovo, in the same way, may be put on the agenda. In this case, only Serbia will remain as a source of concern. The gathering of NATO Foreign Ministersat the Brussels summit, convened on December 2-3, 2008, decided that the Ukraine and Georgia would not be included in the “Membership Accession Plan,” due to increased political instability in Serbia and clashes that took place in Georgia during the summer. Recent experiences have shown that the struggle over Georgia’s accession did more harm than good. The expansion process became difficult, dialogue with Russia was interrupted, and security measures in the Caucasus and Black Sea region became ineffective. Russia interpreted the membership chances of the Ukraine and Georgia as plans to put it under siege and to control energy distribution. There are differences between the factions led by Germany and France, on one hand, and the US, on the other, concerning the improvement of relations with Russia. The basis of this difference stems from Europe’s energy needs. Conversely, the withdrawal of Russia from the CFE caused trouble within NATO itself. Notably, security concerns for Eastern European states emerged. In addition, an important decision was made that NATO’s will provide support for the US plan to establish ballistic missile defense systems in Eastern Europe. The 2009 meeting of NATO Defense Ministers www.coskunoz.com.tr 60 Years of Alliance: NATO and Turkey was convened between February 19 and 20 in Krakow, Poland. The Ukrainian and Georgian reforms concerning defense and security issues and their national security strategies were reviewed, and the implementation of the NATO Response Force and ensuing reforms were addressed. The issue of Afghanistan was again seen to hold special significance. The informal decisions made in Krakow constitute the basis of the meeting to be held between April 3 and 4, 2009. NATO attributes greater importance to the improvement of relations and the establishment of dialogue with Russia than it does to critical issues such as its expansion towards the East and the security of the Black Sea. Furthermore, a consensus was reached to abandon policies that may lead to more conflict and tension between Euro-Atlantic Alliance members, given the effect of the global economic crisis in the aftermath of the US presidential elections. At the last meeting it was announced that France will rejoin the military wing of NATO, and this will become official at NATO meeting on April 3-4, 2009. Russia’s statements concerning its support for the US and NATO in the fight against terrorism in the Middle East, steps toward moderating the Ballistic Missile Defense Project, and the election of Obama, whose administration attributes a great deal of importance to dialogue, together indicate that dialogue between NATO and Russia will be reestablished. ing in its founding treaties, and since the organization is only responsible for the defense of its own territories, NATO’s operations that take place outside the parameters of its original purposes are causing problems in terms of international law. Therefore, the NATO agreement needs to be revised in accordance with new developments.15 Moreover, since a common threat no longer exists, the implementation of the article 5 is causing problems as well. Afghanistan constitutes a good example of this. Many states are finding it difficult to explain to their citizens why they are participating in the Afghanistan conflict. New arguments and formulations should be developed to convince public opinion and to explain the importance of defeating disorder, maintaining and protecting democracy, peace and stability for the sake of humanity. Otherwise, disorder and instability will affect their countries as well.16 9. Turkey and Expectations Regarding the Future of NATO If we consider the international dimension that defense has in our day, it would be wise for Turkey to maintain its relations with NATO and the ESDP, on a scale and in a form appropriate to the benefits it receives and the common values shared by all parties. Turkey has rights that derive from the GMEP. Underutilization of these rights in the ESDP is both a shortcoming and unjust. The Republic of Cyprus unrightfully entered the EU, and now claims the same rights in the ESDP as other NATO member EU states. This is causing problems. NATO and EU are putting pressure on Turkey regarding the Republic of Cyprus. It is natural that Turkey NATO used to function as a collective defense organization, and has now expanded into a collective security organization. Today, NATO’s mission—in terms of security—is not limited to the territories of its member states’ territories, and the organization now plays a major role working against complex situations and threats. NATO’s operations are no longer limited to Europe, the defensive operational area defined by the 6th article of the Washington Treaty.14 Since the operational area of NATO is limited to the North Atlantic region accord- Since the US needs global partners, it is expected that diplomacy, law, bilateral cooperation, international organizations, the improvement of transatlantic relations and NATO will all be deemed more important by the USA. European states, whose security priorities differ from one state to the other, will continue their efforts to build their own security system and to establish the “European Defense and Security Policy,” or “EDSP.” However, it seems that they will remain dependent on NATO and the USA due to a lack of both resources and collective political will. www.orsam.org.tr 49 CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES - COŞKUN HOLDİNG uses its authority as a NATO member to protect its national interests. Recent efforts to restore transatlantic relations, the growing role of Turkey in the field of energy security and some developments in the Middle East, including the successes of the Turkish Armed Forces, particularly in Afghanistan, but also on other missions, can be seen as an opportunity to better comprehend the geopolitical importance and function of Turkey and as an opportunity for it to expand in new ways. However, international security agreements will not deter Turkey, as a sovereign country, from making independent decisions when necessary. Considering the results and the resolutions from the latest NATO summits, it can be safely said that within the near future NATO will make new policy decisions regarding political and military fields, such as building the missile shield project, promoting relations with Russia, fighting global terrorism, expanding to include the Ukraine, Georgia, Macedonia, BosniaHerzegovina, the prevention of maritime piracy, and forging partnership and cooperation with non-member states through the Mediterranean Dialogue, and that new strategies will be formulated accordingly. 50 sharing, ideological struggle, climate change, the use of technology and demographical developments.18 Another future-oriented strategy concerns NATO’s new expansionism-based planning. The objective, although not explicitly expressed, is to enhance European contributions to the geostrategic initiatives of the USA, to gain control of resources and energy distribution routes, and to contain the emerging powers, namely Russia and China. It is understood that in order to meet these objectives, steps will be taken to eliminate competition and strengthen cooperation between the USA, NATO and the EU. The adoption of a proactive strategy is envisaged, including the concept of the nuclear preemptive strike. NATO’s commitments regarding the future are steadily growing in number, and many of the issues fall within the area of responsibility of the UN. This situation has aroused suspicions about whether UN is being replaced by NATO. Remarks have been circulated, questioning whether the organization’s name is the “North Atlantic Treaty Pact” or the “Common Security Pact,” suggesting that its present name does not even reflect the current state of affairs.19 A summit is scheduled for April 3-4, 2009 in the neighboring cities of Strasbourg, in France, and Kehl, in Germany, which will also mark the 60th anniversary of NATO.17 The membership of Albania and Croatia will be approved at the summit, during which the US President, Barack Obama, will appear for the first time. This will increase the number of member states from 26 to 28. The issue of France’s rejoining the military wing will also be a key topic. It is important that Turkey, as a country located at the epicenter of the regional crisis where conflicts of interest have taken place between major world powers in the 21st century, must not be affected by these crises and take its political and military place as part of NATO and the ESDP (European Security and Defense Policy). But it is just as important to ensure that this does not pose an impediment to the regional and global relations that it may establish on its own initiative. “The Multiple Futures Project” is also oriented toward the future. The aims of the Multiple Futures Project have been identified as understanding and discussing the future in terms of security, to promote cooperation between NATO member states, and to develop defense planning. The Project will be shaped by issues such as: international disputes, economic integration, asymmetry, national capacity, resource It is estimated that within the next 25-30 years, the international context will undergo a major shift from unipolarity to multipolarity and that, in this regard Russia, China, India and, to a degree, Japan, will occupy these poles, but there is a low likelihood that EU will ever become such a “polar” power. There are doubts as to whether NATO will be able to maintain its effectiveness, should it expand continuously (like www.coskunoz.com.tr 60 Years of Alliance: NATO and Turkey the EU), and because of the challenges it may face during decision-making processes as US influence diminishes. The possibility of NATO overstepping its mandate in the name of peace may generate grave problems, unless it subject to control by the UN. We therefore consider it advantageous for Turkey to take into consideration, inter alia, its relations with NATO. However, this presupposes that both the reinforcement of transatlantic relations and promotion of NATO as the main security platform match well with Turkey’s interests. Regarding the decision-making process within NATO, we all know that all 26 members have equal voting rights and that they make decisions by reaching consensus. It is equally well known that the same decision-making mechanism gives Turkey the power to block any decision in violation of its national interests. It cannot be asserted that any of the other 25 member states is vested with more power or authority than any other. The consensus mechanism offers this advantage. What really matters is Turkey’s ability to identify what it wants or does not want. The key to using this ability lies in the mutual agreement of all the authorities positioned at the decision-making level. Should this be achieved, Turkey would gain the opportunity to better express itself within the body of NATO, the opportunity to negotiate more effectively with other Alliance countries, and the opportunity to present the issues it desires to the NATO platform. A good example is the position Turkey must adopt on the subject of France’s possible reunion with the military wing of NATO. France is a state that has blocked Turkey’s EU negotiation path, a state that recognized the Armenian genocide in its parliament, a state that tried to prevent, during the Second Gulf War, the distribution of the Patriot missiles to Turkey, and that has acted against Turkey on various other issues. France requests, in addition to rejoining the military wing, to be given the commands in Virginia and Madrid. Turkey may bring up these sensitive issues either directly or indirectly when adopting a stance concerning France’s rejoining the military wing, and act in favor of our national interests, depending on the situation. On the other hand, we deem it more useful to reinforce, rather than undermine NATO, without disregarding our national interests, and to promote it as a political-military security organization that can respond to the security needs of the member states that share its common values. Conclusion NATO is not the organization it used to be. It has been transformed. New nations now are members, and the US has assumed more control. Furthermore, NATO has lost sight of some of its main issues as a consequence of the strategies it has formed to meet its new threat assessments. It would-be unreasonable to dissolve an organization that is so highly organized, so well established and so experienced, an organization that successfully regulates its external defense policies and its internal affairs, and that has also been successful in the domains of defense and development. However, it is also necessary to protect the organization from the exclusive hegemony of the key leader of both globalization and the organization itself, namely, the USA. Turkey has been the member of NATO since 1952. At the time, Turkey became a NATO member in order to enhance its self-defense capabilities against the growing Soviet threat. Except for some security concerns and some moments of negativity, for instance, in the case of the Cyprus Operation, it was a positive period in general. NATO provided constructive environment for Turkey’s modernization and helped it forge closer relationships with the West. In response, Turkey was excessively dependent on, and loyal to, NATO. However, both world politics and security policy underwent great transformations after the Cold War era ended. While Turkey was experiencing tension with all its neighboring countries, its relations began a new course in line with the developing political order. NATO subjected Turkey to a double standard regarding the issue of terrorism, an issue of the utmost importance for Turkey, and Turkey ceased to rely exclusively on NATO for security. Turkey must show interest and cooperate with the Caucasus and Central Asia, as well as the West. Turkey must consider establishing relations with the Shang- www.orsam.org.tr 51 CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES - COŞKUN HOLDİNG hai Cooperation Organization. Current developments, historical, cultural and ancestral ties, all bring this opportunity to the fore. Turkey should further its interests and security in all these new fields, without excluding NATO or severing relations with the West. The restoration of transatlantic relations will pave the way for a better understanding and evaluation of Turkey’s function in, and contribution to, global security. Turkey sees NATO as the main military and political structure of transatlantic relations.20 Since there is no wellestablished substitute for this organization, Turkey still attaches importance to the NATO alliance. However, the threat assessments of NATO and the world have changed since Turkey joined the alliance and the organization began to act in line with US interests after the Cold War Era. Therefore, Turkey does not need 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 52 the alliance as much as it did before, and its attachment to NATO no longer calls for excessive dependency and allegiance. Balanced policies regarding its relationship with NATO will better serve Turkey’s interests. It would be wiser for Turkey to stay in NATO without trusting it too much, to conduct policy in line with its own national interests, to perceive NATO as a stable and common platform for various issues, and to exercise her veto right regarding issues that are incompatible with its national interests, or else find other ways to benefit in such cases. From now on, Turkey should increase its importance by taking a central role, by using dialog to engage its neighbors, the Russian Federation, the Caucasus and Central Asia, in multilateral foreign policy. Without excluding NATO, it will surely be necessary to undertake and conduct security policies in line with this framework. Yılmaz Tezkan, Siyaset, Strateji ve Milli Güvenlik, Ülke Kitapları, Istanbul, 2000, p. 36-39. Turan Moralı’s presentation, “NATO Stratejisindeki Değişim ve Gelişmeler—Changes and Developments in NATO Strategy,” presented on May 11, 2004, at the ASAM 24th Geopolitics Discussion, p.10. Ali Karaosmanoğlu’s presentation, “NATO Stratejisindeki Değişim ve Gelişimler – Changes and Development Regarding NATO’s Strategies,” presented on May 11, 2004 dated, ASAM 24th Geopolitics Discussion, 10. Armağan Kuloğlu and Fatma Elif Salkaya, “ Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz Journal, vol 4, issue 48, April 2004, p.23. Richard Haass, “The New Middle East”, November/December 2006, http://www.foreignaffairs.org/20061101faessay85601/richardn-haass/the-new-middle-east.html, (Accessed: February 25, 2009). George Friedman, “Obama Enters the Great Game”, 19 January 2009, http://www.stratfor.com/weekly/20090119_obama_enters_ great_game, (Accessed: February 05, 2009). Reuters, “US send more troops to flagging Afghan War”, 19 February 2009, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews. aspx?id=11033563, (Accessed: February 19, 2009). Quoted from NATO Assistant Secretary General Jean François Bureau’s speech at the 17th Antalya Security and Cooperation Conference dated January 30, 2009. Quoted from Prof. Dr. Mustafa Aydın’s (professor, TOBB University) speech at the 17th Antalya Security and Cooperation Conference dated January 30, 2009. Fatih Karaosmanoğlu, “İttifak vizyonunu yeniledi”, 7 July 2004, www.radikal.com.tr/haber.php? Haber no. 121483, (Accessed: 20 February 2009). Hilmi Özkök, Chief of Staff “Opening Speech at the Center for Excellence in Struggle against Terrorism, June 28 2005 and “Opening Remarks of the Symposium on Global Terror and International Cooperation” of March 23 2006. The Minister of National Defense, Vecdi Gönül’s speech at the 17th International Antalya Conference on Security and Cooperation, dated January 30, 2009. Ibid. Kurt Volker, ABD Dışişleri Bakanı Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Yardımcısı, “Atlantik Ötesi Güvenlik: NATO’nun Bugünkü Önemi Trans Atlantic Security: 7 The Importance of NATO Today,” 23 February 2006, http://www.state.gov/p/eur/rls/rm/2006/62073. htm.. accessible until 25 February 2006, p. 4. Yılmaz Aklar, “NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla, ne de NATO’suz”, Stratejik Analiz Journal, vol. 7, issue 81, January 2007, p. 66. Milliyet columnist Semih İdiz’s speech, dated 31 January 2009, at the 17th Antalya International Security and Cooperation Conference. “NATO’nun 60. Yılı kutlamaları”, 9 January 2008, www.aa.com.tr. , Anadolu Ajansı, accessed 10 January 2008. Sinem Kaya, 28 November 2008, General Staff, SAREM, Multiple Future Project, in house reminder. Retired Officers Association Chairman, Ret. Major Gen. Rıza Küçükoğlu’s speech at the 17th Antalya International Security and Cooperation Conference, dated 31 January 2009. Yılmaz Aklar, “NATO Riga Zirvesi: Ne NATO’yla ne NATO’suz” Stratejik Analiz Journal, vol. 7, issue 81, January 2007, p.67 www.coskunoz.com.tr