Bütçe Yönetimi ile Borç Yönetiminin Ayrılmasının Konsolide Bütçeye Yansımaları1 Dr. Ahmet KESİK* I. GİRİŞ Kamu hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için, kamu gelirlerinin toplanabilmesine ve giderlerinin yapılabilmesine imkân veren ve parlamentolar tarafından onaylanan bütçelerin denk olması esastır. Ancak, tarihsel süreç içinde baktığımızda, 1929 yılında ortaya çıkan ekonomik bunalım sonrasında gelişen müdahaleci devlet anlayışı ile ekonomilerde yaşanan talep yetersizliğinin devletin müdahalesi ve bunun gerektirdiği bütçe açıklarıyla giderilmesi yönünde politikalar ağırlık kazanmıştır. Deflasyonist baskıların hakim olduğu ekonomilerde ekonomik buhranın aşılmasında faydalı olan söz konusu Keynezyen politikalar, birçok gelişmiş batı ekonomisinde 1960’lı yılların sonlarından itibaren mali disiplinin bozulmasına ayrıca 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizlerinin de etkisiyle bütçe açıkları ile borç stoklarında büyük ölçüde artışlara yol açmıştır. Bu kötü gidişe karşı 1980’li yıllardan itibaren gelişmiş ülkeler, sıkı mali tedbirler almaya başlamışlardır. Kamu borç stokunda 1980’li yıllarla birlikte yaşanan hızlı artış ve akabinde yaşanan ekonomik ve mali krizler, Türkiye’de borçlanma olgusunun sorgulanması gereğini ortaya koymuştur. Kamu giderlerinin kamu gelirleri ile karşılanamaması durumunda başvurulan yöntem, açığın borçlanmayla finansmanıdır. Günümüzde borçlanma gelirlerinin, vergi gelirlerinin alternatifi olarak olağan kamu gelirleri arasında yer alması, devletleri tasarruf ettiğinden Dr. Ahmet KESİK: 1965 Karapınar (Konya) doğumlu olup AÜSBF (Lisans) ve ABDWestern Illinois University (Yüksek Lisans) mezunudur. Halen Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 1 Makale XVIII. Türkiye Maliye Sempozyumunda (12-16 Mayıs 2003, Girne-KKTC) tebliğ olarak sunulmuştur. 1 fazlasını harcamak ve oluşan tasarruf açıklarını ya özel kesim fonları ya da dış alem tasarruf fazlalarından karşılamak gibi bir kolaycılığa itmiştir. Bu nedenle, kamu harcamaları hızla artarken sağlam kaynaklardan beslenen bir kamu mali yapısının oluşmaması, ekonomilerin bir borç kısır döngüsüne girmesine, periyodik aralıklarla krizlerle karşılaşmasına ve daha da önemlisi giderek bozulan bir mali yapı ile birlikte bütçelerin giderek devletin temel fonksiyonlarını yerine getirememesine neden olmuştur. Türkiye de son 20 yılda benzeri sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun çıkıncaya kadar yasal bir çerçeveye oturtulamayan borç yönetimi yanında etkin ve sürdürülebilir bir borçlanma politikasının olmayışı, dağınık idari yapı ve popülist ve gelirlerden kopuk harcama politikaları, Türkiye’de borç stokunun hızla artması sonucunu beraberinde getirmiştir. Bu durum, ekonomide belirsizliklerin ve borçlanma maliyetinin artmasına, daha açık bir ifadeyle borçlanma vadelerinin kısalması ve yüksek reel faizlere neden olmuştur. Tüm bunlar, hem kamu mali yönetim sistemi ile birlikte borç yönetiminin, hem de maliye politikaları ile birlikte borçlanma politikalarının yeniden sorgulanmasına yol açmıştır. II. TÜRKİYE’DE KAMU BORÇ YÖNETİMİ Borçlanma ve nakit yönetimi, 1983 yılı sonuna kadar Maliye Bakanlığı tarafından yerine getirilmiştir. Böylece, kamu gelir, gider ve nakit yönetimi tek elden ve eş güdüm içinde yürütülmüştür. Borç ve nakit yönetimi ile bütçe yönetiminin bir arada bulunmasının temelinde yatan, bütçe dengesi ile borçlanma arasında bir bağ kurulması, iki yönetim yapısı arasında sıkı ve etkin bir eşgüdümün sağlanmasıdır. Daha açık bir ifadeyle, bütçenin birlik ve genellik ilkeleri, bu yönde bir politika tercihinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu yönde yürütülen uygulama sonucunda, devletin mali iş ve işlemleri, merkez ve taşra saymanlıkları aracılığıyla tek elden yürütülmüştür. Ancak, 14.12.1983 tarihli ve 188 sayılı ve 18.06.1984 tarihli ve 232 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle borç ve nakit yönetimi bütçe yönetiminden ayrılarak bu yetkiler, Hazine Müsteşarlığına verilmiştir. Bu yönde oluşan yeni politika tercihi, zaten parçalı olan kamu mali yönetimini daha da parçalı hale getirmiş ve bütçe ile nakit ve borç yönetimini birbirinden ayırmıştır. Öte yandan bu dönem zarfında hükümetler, yarı mali işlemler gibi gizli yükümlülükler yaratmak suretiyle bütçe açıklarını olduğundan daha az göstermek yönünde uygulamalara girişmişlerdir. Böyle bir uygulama sonucunda, bütçe açığı ile net borçlanma hasılatı arasındaki denklik kaybolmuş ve bütçeler hükümetlerin faaliyetlerini tam olarak yansıtma konusunda işlevsel olamamışlardır. Bütçe dışında kalan faaliyetler, merkezi hükümetin iş ve işlemlerinin Meclisin iradesi ve yönlendirmesi dışına çıkması sonucunu doğurmuştur. 2 Dolayısıyla, bütçe disiplininden uzaklaşılmasına sebep olan bu tür uygulamalar, Türkiye’de ekonomik ve mali yapıyı daha kırılgan hale getirmiştir. Öte yandan, bütün bunların sonucunda hükümetlerin tüketim alışkanlıklarında bir değişiklik olmamış, kamu mali yönetiminde borçlanma temel bir kamu finansmanı aracı olarak görülmüş ve borçlanma yetkisinin, bütçe yetkisinin bir unsuru olduğu gerçeği göz ardı edilmiştir. Netice itibariyle, 1980’li yılların ortalarından itibaren bütçe açıklarının finansmansında vergi politikası yerine borçlanma politikası ön plana çıkartılmıştır. Ayrıca, KİT ve yerel yönetimlere kontrolsüz mali özerklik verilmek suretiyle bu kuruluşların da, yurt içi ve yurt dışı piyasalardan borç almaları teşvik edilmiştir. Ancak, gittikçe artan kamu açıklarının finansmanı için, yurt içi tasarruflar yeterli olamamış, reel faizler artmış ve özel kesim yatırımları olumsuz etkilenmiştir. Yurt içi tasarrufların yetersizliği karşısında, 1987 yılında sermaye hareketleri serbestleştirilmek suretiyle yurt dışından daha fazla sermaye çekilmesi teşvik edilmiştir. Ancak ekonomik ve siyasi belirsizliklerden oldukça etkilenen ve kısa vadeli yurt dışı sermaye hareketlerinin de etkisiyle daha da kırılgan hale gelen Türk ekonomisi, 1990 ve 2000’li yıllarda peş peşe krizler yaşamaya başlamıştır. Özellikle 1990’lı yıllarda yaşanan siyasi belirsizlikler, ekonominin finansman krizleri ile karşılaşmasına neden olmuştur. Krizlerin aşılması amacıyla uluslararası kredi kuruluşlarının da desteği alınmak suretiyle “istikrar tedbirleri” adı altında ekonomik programlar başlatılmıştır. İstikrar programları, makroekonomik politika amaçlarının gerçekleşmesine katkıda bulunacak olan para programları, yapısal reform düzenlemeleri ve kamu sektörü açıklarının kontrol altına alınmasına yönelik unsurları içermiştir. Özellikle bu tür programlarda göze çarpan husus, ülkelerin içinde bulunduğu kamu borcu probleminin aşılması için mali disiplinin öneminin sıkça vurgulanması ve faiz dışı fazla verilmesidir. Böylece yüksek enflasyon, ödemeler dengesi problemleri ve kamu açıkları ile karşılaşan ülkelerin sıkı maliye politikaları ile kamu harcamalarını azaltmaları, gelirlerini arttırmaları, borçlarını çevirebilmeleri, aynı zamanda devletin ekonomideki ağırlığını azaltarak özel sektöre gerekli mali kaynakların yaratılması sureti ile büyüme ortamına geçilmesi, bu programların temel standart kurgusu ve beklentisi olarak ortaya konulmaktadır. Ancak Türkiye’de bu programların gerektirdiği yapısal tedbirlerin hayata geçirilmesinde yaşanan sorunlar ve uygulama sürecinde karşılaşılan krizler, sürdürülebilir ekonomik ve mali yapının gerçekleştirilmesini engellemiştir. Netice itibariyle borç yönetimi, diğer ekonomik ve mali politikalarla birlikte ele alınması gereken önemli ve öncelikli bir konudur. Özellikle Türkiye gibi borç stoku yüksek olan ülkelerde borç yönetimi sorunu sadece ekonomik bir sorun olmaktan çıkmış, siyasi ve sosyal sorun haline gelmiştir. 3 III. TÜRKİYE’DE BORÇ STOKUNUN GELİŞİMİ Türkiye’de 1980 yılından itibaren ekonomik politikalar bakımından farklı yaklaşımlar öne çıkmaya başlamıştır. Devletin ekonomide düzenleyici ve gözetim rolü öne çıkarılmaya ve ekonomideki temel aktör olarak özel sektör desteklenmeye çalışılmıştır. Ancak, bu yöndeki politika değişikliğinin etkin bir şekilde uygulanması, hantal devlet yapısından kurtulmak suretiyle sadece devletin temel fonksiyonlarını finanse eden bir bütçeleme anlayışına sahip olunması ve aynı zamanda kamunun tasarruf fazlası vermek suretiyle özel sektörün kullanılabilir kaynaklara ulaşabilmesinin kolaylaştırılması gerekirken bu yönde bir anlayış değişikliği olmamış, kamu sektörü giderek büyürken sağlam kaynaklarla desteklenmeyen kamu harcamaları, ekonomik büyümenin artırılmasında önemli bir araç olarak görülmüştür. Böylece, kamu tasarrufyatırım açığı verilmek suretiyle ekonomik büyümenin özel kesim fonları ve dış finansman kaynaklarının desteğiyle gerçekleştirilmesi yoluna gidilmiştir. KAMU BORÇLANMA GEREĞİNİN GSMH'YA ORANI 16,0 14,0 12,0 10,0 8,0 6,0 4,0 2,0 0,0 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 Kamu Borçlanma Gereği (%) Kaynak: DPT Bu politikaların bir sonucu olarak kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH içindeki payı giderek artış göstermiş, hatta bu oran bazı yıllarda % 15’lerin üzerine çıkmıştır. Bu orana, geçmiş yıl görev zararları, koşullu yükümlülükler ile kapsam içinde olmayan kamu kurumları gibi kamu kesimi genel dengesi içinde görünmeyen kalemleri de dahil ettiğimizde kamu kesimi borçlanma gereğinin daha da yüksek olduğu sonucuna varmak mümkündür. 4 Öte yandan, Türkiye’de toplam borç stoku (Özel+kamu) 1980 yılında GSMH’nın % 36’sı düzeyindeyken, bu oran 2002 yılında % 124,1’ine ulaşmıştır. İç ve dış piyasalarda yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmeler, kamu borç stokunu hem miktar hem de içerik olarak değiştirmiştir. Toplam borç stoku içinde iç borç stokunun payı giderek artarak dış borç stokunun payına yaklaşmış, özellikle 1990’lı yılların başından itibaren körfez krizi ve uluslararası piyasalarda yaşanan sorunlar nedeniyle Türkiye son birkaç yıl hariç net dış borç ödeyicisi konumuna gelmiştir. Kamu borçlanma gereği 1980’li yıllarda dış borçla, 1990’lı yıllarda ağırlıklı olarak iç borçlanmayla karşılanmıştır. İç borç stoku, kriz dönemlerinde beklenmedik düzeyde artmıştır. Bu artış 1994’te % 124 iken, 2001 yılında % 235 olarak gerçekleşmiştir. Dış borçların GSMH içindeki payı, 1980 yılında % 23 iken kriz dönemlerinde hızlı bir artış göstermiş; 1994’de % 50, 2001’de % 80 ve 2002’de ise % 73 olarak gerçekleşmiştir. 2002 yılı sonunda toplam iç borç stoku 91,7 milyar dolara ve dış borç stoku ise 131,6 milyar dolara ulaşmıştır. Netice itibariyle kamu sektörü, borçlanma yoluyla büyümenin finansmanı politikası sonucunda son 20 yılda ekonomik büyümenin çok üzerinde bir reel faiz ödemiş, dolayısıyla ödenen yüksek reel faizler, özel sektörün borçlanma ve büyüme imkanlarını da azaltmıştır. BORÇ STOKLARININ GSMH'YA ORANLARI 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 İÇ BORÇ STOKU 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 DIŞ BORÇ STOKU Kaynak: Hazine Müsteşarlığı IV. KAMU BORÇ YÖNETİMİNİN ETKİNLİĞİ 28.3.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 1’inci maddesine göre, ülkenin kalkınma 5 hedeflerinin dikkate alınması, piyasalarda güven ve istikrarın korunması ve makroekonomik dengelerin gözetilmesi suretiyle Devletin iç ve dış borçlanmasına, hibe almasına, borç ve hibe vermesine, nakit yönetiminin maliye ve para politikaları ile koordineli bir şekilde yürütülmesine, verilecek garantilerin bu borçlanma ve garantilerden doğan finansal alacaklar ile Devlet iç ve Devlet dış borcunun etkin bir şekilde yönetimine ve izlenmesine Hazine Müsteşarlığı yetkili kılınmıştır. Öte yandan, söz konusu Kanunun 13’üncü maddesinde, hazine garantileri kapsamında Hazine Müsteşarlığı tarafından ödenen bütün tutarlar ile risk yönetimi kapsamında önceden öngörülmesi mümkün bulunmayan ödemelerin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası nezdinde oluşturulan söz konusu Müsteşarlığa ait risk hesabından karşılanacağı, yılı bütçesinde risk hesabına aktarılması öngörülen ödeneklerin yetersiz olması halinde ise ilgili tertibe Maliye Bakanının ödenek aktaracağı hükme bağlanmıştır. Kamu borç yönetiminin etkinliğinin sağlanmasında temel koşul, ekonomik gelişmeleri dikkate alarak para ve maliye politikaları ile uyumlu sürdürülebilir bir borçlanma politikasının izlenmesidir. Kamu kesiminin finansman ihtiyacı, iç ve dış piyasada meydana gelen gelişmeleri dikkate alarak, orta ve uzun vade üzerinden, olabilecek en düşük maliyetle karşılanmalıdır. Borç kısır döngüsüne giren ülkelerde yaşanan borcun borçla finansmanı uygulamasının terk edilmesi, kamu harcamalarının azaltılarak sağlam kamu kaynağı olan vergi gelirleri ile karşılanması, ekonomik ve siyasi güven ortamının sağlanarak beklentilerin değiştirilmesi ve daha da önemlisi mali disiplinin sağlanmasına yönelik yapısal reform programlarının süratle uygulamaya konması büyük önem arzetmektedir. Bu çerçevede, faiz ödemeleri hariç bütçe dengesi, 9 Aralık 1999 tarihinde Uluslararası Para Fonu ile imzalanan stand-by anlaşmasından bugüne kadar uygulanmakta olan ekonomik programların en önemli unsuru haline gelmiştir. Faiz dışı fazlanın hesaplanmasında, özel gelirler, faiz gelirleri, özelleştirme gelirleri ve Merkez Bankası kârı toplam gelirlerden ayıklanmaktadır. Toplam giderlerden düşülen kalemler ise özel ödenekler ve faiz giderleridir. Özelleştirme gelirleri, süreklilik arzetmeyen ve bütçesel sürecin dışında kurumların varlıklarının satışından elde edildiği, Merkez Bankası kârı ise bütçe performansıyla ilişkisi olmadığı için faiz dışı fazla hesaplamasında toplam gelirlerden düşülmektedir. Borç stoku yüksek ve borcun döndürülmesi konusunda bazı riskler taşıyan ekonomilerde faiz dışı fazlanın, maliye politikasının başarısının bir ölçütü olarak seçilmesi, üç temel nedene dayanmaktadır. Bunlar; faiz dışı fazla ile borç ödeme kapasitesi arasındaki ilişki, fiyat istikrarı ve borç stoku arasındaki etkileşim ve faiz dışı fazla hedefinin tutturulması sonucu sağlanan mali disiplinin büyüme üzerindeki olumlu etkisidir. Ancak, faiz dışı fazlanın tek başına ekonomik ve mali istikrarı sağlaması ve sorunları çözmesi zordur. Bu nedenle, faiz dışı fazla hedefinin tutturulması ile birlikte yapısal reformların hayata geçirilmesi, verginin tabana yayılmak suretiyle dolaysız vergi gelirlerinin 6 artırılması, dolaylı vergi gelirlerinin toplam vergi gelirleri içindeki payının azaltılması, gizli yükümlülükler ve diğer yollarla kamu açığını olduğundan daha düşük gösterecek uygulamalardan kaçınılması ve kamu kesimi tasarruflarını artırmak suretiyle reel faizlerin düşürülmesi gerekmektedir. Aksi halde, sadece faiz dışı fazla hedefinin tutturulması, kamu hizmetlerinin kalitesinin kötüleşmesine neden olacak ve daha da önemlisi kamu borç stokunun azaltılması yönünde olumlu bir etki yapmayacaktır. Faiz dışı fazla hedefinin belirlenmesinde borç stoku, reel faiz oranları ve büyüme dikkate alınmaktadır. Geçmişte siyasa yapıcılar ve bürokrasi, sağlam ve etkin bir borçlanma politikası ve yönetimi yanında parçalı olmayan bir kamu mali yönetimi ile güçlü bir ekonomi yönetiminin varlığının gerekliliğini ve yüksek düzeyde oluşacak borç stokunun sorunlara neden olacağını göz ardı etmişlerdir. V. KONSOLİDE BÜTÇE HARCAMALARININ GELİŞİMİ 1929 buhranı ile birlikte sosyal devlet anlayışı öne çıkmış, devlet tarafından yürütülen sosyal programlar toplumsal refahın sağlanmasında başta gelen unsurlar arasında yer almıştır. Kuşkusuz bu gelişmeler, kamu harcamaları ile gelirlerinin ekonomi içindeki payını büyütmüş, ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesinde bütçeler önemli hale gelmiştir. Gelişen zaman içinde hantal devlet yapısından kurtulan ve bütçe açıklarını makul seviyelerde tutarak ekonomik büyümenin sağlanmasında özel sektörü teşvik eden ülkeler, kamu harcamalarının GSMH içinde payını uzun dönemde sürdürülebilir seviyelerde tutmuşlardır. Buna karşılık bu yönde politika uygulamayan ülkeler, zaman içinde faiz ve borç sarmalına girmişler, yaşanan gelişmeler öncelikle devletin temel hizmetlerinin yerine getirilmesinde aksamalara ve daha da önemlisi kamu hizmetlerinin kalitesinde sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. Kamu hizmetlerinin kalitesinin ölçülmesi çok kolay olmasa da kamu hizmetleri için bütçeden ayrılan kaynakların düzeyini tespit etmek mümkündür. Bunun için yıllar itibariyle konsolide bütçe harcamalarının ekonomik ayrım bazında gelişimine bakmak yeterlidir. Tablo 1, 1980-2002 yılları arasında personel, diğer cari, yatırım, faiz ödemeleri ile diğer transfer ödemelerinin toplam konsolide bütçe büyüklüğü içindeki payını göstermektedir. Tablodan da görüldüğü gibi, personel, diğer cari ve yatırım giderlerinin bütçeden aldıkları paylar her geçen yıl azalmış, buna karşılık faiz giderlerinin payı ise büyük bir hızla artış göstermiş, diğer kalemlerin payının azalmasında çok önemli bir paya sahip olmuştur. Tablo 2 ise, bütçe giderlerinin aynı dönem için GSMH içindeki payını göstermektedir. Toplam bütçe giderlerinin payında artış olsa da faiz ödemelerini hariç tuttuğumuzda dönem içinde GSMH içindeki pay bakımından önemli bir değişim söz konusu olmamıştır. 7 Tablo 3, vergi gelirlerinin faiz ödemelerini karşılama oranını göstermektedir. Artan kamu harcamalarının finansmanında vergi gelirleri yerine borçlanma kaynağına ağırlık verilmesi, yukarıda da bahsedildiği gibi bütçe içinde faiz ödemelerinin payının hızlı bir şekilde artmasına neden olmuş, vergi gelirleri içinde borç faizlerinin payını artırmıştır. 1980 yılında bu oran yaklaşık % 4 iken, 1985 yılında % 18, 1990 yılında % 31, 1995 yılında % 53 ve 2001 yılında % 100’lerin üzerine çıkmıştır. Bu oran, vergi gelirlerinin ne kadarının faiz ödemelerine gittiğini, devletin asli kamu hizmetlerine ayırabileceği kaynak miktarının düştüğünü ve borç ödeme sorunlarıyla karşılaşılabileceğini göstermektedir. Tablo 4 ve 5, çeşitli sektörlerin 1983-2002 dönemi için GSMH ve konsolide bütçe içindeki paylarını göstermektedir. Her iki durumda da konsolide bütçe ve GSMH içindeki paylar bakımından artış var gibi görünse de, bu artışlar özellikle personel sayısında ve dolayısıyla personel giderlerindeki artıştan kaynaklanmaktadır. Ancak, alt yapı ve hizmetin kalitesine yönelik harcamaların yapıldığı diğer cari ve yatırım kalemlerinde bir artışın olduğunu söylemek zordur. VI. SONUÇ Siyasi, sosyal ve ekonomik olarak tam anlamıyla güçlü bir devlet olmayı hedefleyen Türkiye’nin, bir an önce borç sorununa çözüm bulması ve yüksek düzeyde borçlanmaya neden olan nedenleri kökünden halletmesi gerekmektedir. Türkiye, büyüyen bir borç stoku ile karşı karşıyadır. Yeni ve ucuz maliyetli finansman kaynakları bulunması ve harcamaların kısılması gerekmektedir. En önemli sorun, faiz ödemelerindeki artış nedeniyle bütçe açıklarının artmasıdır. Bu durum ise sağlıklı bir mali yapının oluşturulamamasına ve parasal ve ekonomik disiplinin sağlanamamasına neden olmaktadır. Kamu borç yönetiminde gerekli etkinliğin sağlanması, kamu finansman ihtiyacının en az maliyetle karşılanması bakımından oldukça önemlidir. Bu da, öncelikle kamu mali yönetiminden sorumlu kuruluşlar arasında yeterli işbirliğinin sağlanması ile mümkün olabilecektir. Ayrıca siyasi ve ekonomik istikrar, Türkiye’de yaşayan insanların ekonomik refahının artırılmasının en başta gelen güvencesi olacaktır. 8 KAYNAKLAR 1- A. Mahfi EĞİLMEZ, Hazine, Finans Dünyası Yayınları No:3, İstanbul, 1996. 2- Ahmet EROL, Türkiye’de Devlet Borçları (1981-1990), Maliye Bakanlığı APK Yayın No: 1992/324, Ankara, 2002. 3- Ahmet ÖZEN, “Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Bütçe Açığının Gelişimi,” Maliye Dergisi, Sayı 141, Eylül-Aralık 2002. 4- Şeref EFE, “Yarı Mali İşlemler,” Türkiye’de 1980 Sonrası Mali Politikalar, XVI. Türkiye Maliye Sempozyumu, 28-31 Mayıs 2001, Antalya, Celal Bayar Üniversitesi İİBF, Manisa, 2002. 5- Türkmen DERDİYOK, “1980 Sonrası Borçlanma Politikaları,” Türkiye’de 1980 Sonrası Mali Politikalar, XVI. Türkiye Maliye Sempozyumu, 28-31 Mayıs 2001, Antalya, Celal Bayar Üniversitesi İİBF, Manisa, 2002. 6- TÜSİAD, Enflasyon ve Büyüme Dinamikleri, İstanbul, 2002. 9 TABLO – 1 KONSOLİDE BÜTÇE HARCAMALARININ BÜTÇE İÇİNDEKİ PAYI (%) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 BÜTÇE GİDERİ 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 FAİZ HARİÇ BÜTÇE GİDERİ 97,3 95,4 95,1 92,8 89,7 89,6 84,0 82,3 76,8 78,8 79,6 81,8 82,1 76,3 66,9 66,6 62,2 71,7 60,4 61,8 56,2 49,0 55,1 A-PERSONEL 30,6 24,7 26,2 23,0 20,9 19,6 22,1 23,4 23,6 32,3 38,7 37,2 41,7 34,6 30,3 29,1 24,6 25,8 24,8 24,6 21,4 18,9 20,1 B-DİĞER CARİ 9,8 8,2 8,3 7,9 8,9 8,4 8,1 7,8 6,5 6,8 C-YATIRIM 19,2 22,0 21,8 19,2 18,7 18,3 21,3 18,7 16,6 15,0 14,5 14,4 14,5 11,7 8,5 6,0 6,4 8,0 6,4 5,5 5,3 5,1 6,0 12,1 12,7 12,0 12,7 11,5 14,6 12,1 11,2 10,6 10,2 8,5 9,0 7,3 D-FAİZ HARİÇ TRANSFER 37,7 36,5 34,4 38,5 37,4 40,2 26,0 28,1 25,4 20,9 16,2 21,7 16,8 22,6 19,9 23,1 23,3 29,1 20,8 23,7 21,8 18,5 22,2 FAİZ ÖDEMELERİ 2,7 4,6 4,9 7,2 10,3 10,4 16,0 17,7 23,2 21,2 20,4 18,2 17,9 23,7 33,1 33,4 37,8 28,3 39,6 38,2 43,8 51,0 44,9 10 TABLO – 2 KONSOLİDE BÜTÇE HARCAMALARININ GSMH İÇİNDEKİ PAYI (%) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 BÜTÇE GİDERİ 21,6 20,4 16,6 20,9 19,3 18,4 16,2 17,1 16,6 16,9 17,2 20,9 20,4 24,6 23,2 22,0 26,4 27,4 29,2 35,9 37,2 45,7 42,2 FAİZ HARİÇ BÜTÇE GİDERİ 21,1 19,4 15,8 19,4 17,3 16,5 13,6 14,0 12,7 13,3 13,7 17,1 16,8 18,7 15,5 14,6 16,5 19,6 17,6 22,2 20,9 22,4 23,3 A-PERSONEL 6,6 5,0 4,4 4,8 4,0 3,6 3,6 4,0 3,9 5,4 6,7 7,8 8,5 8,5 7,0 6,4 6,5 7,1 7,2 8,8 7,9 8,6 8,5 B-DİĞER CARİ 2,1 2,5 2,1 2,5 2,4 2,1 2,4 2,1 1,9 1,8 1,8 1,8 1,8 1,8 1,9 1,8 2,1 2,4 2,5 2,9 2,9 3,0 2,9 C-YATIRIM 4,1 4,5 3,6 4,0 3,6 3,4 3,5 3,2 2,8 2,5 2,5 3,0 3,0 2,9 2,0 1,3 1,7 2,2 1,9 2,0 2,0 2,4 2,5 8,2 7,4 5,7 8,1 7,2 7,4 4,2 4,8 4,2 3,5 2,8 4,5 3,4 5,6 4,6 5,1 6,2 8,0 6,1 8,5 8,1 8,5 9,4 0,6 0,9 0,8 1,5 2,0 1,9 2,6 3,0 3,9 3,6 3,5 3,8 3,7 5,8 7,7 7,3 10,0 7,7 D-FAİZ HARİÇ TRANSFER FAİZ ÖDEMELERİ 11,5 13,7 16,3 23,3 19,0 11 TABLO – 3 VERGİ GELİRLERİNİN FAİZ ÖDEMELERİNİ KARŞILAMA ORANI (%) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 FAİZ / VERGİ 4,1 6,3 6,7 10,9 18,6 17,6 22,3 25,0 35,0 32,3 30,8 30,6 28,5 44,1 50,7 53,1 66,7 48,0 66,9 72,4 77,1 103,3 87,0 TABLO – 4 SEKTÖRLERE GÖRE HARCAMALARIN GSMH İÇİNDEKİ PAYI (%) 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 EĞİTİM 1,8 2,2 1,9 1,9 2,1 2,1 2,6 3,2 3,6 4,0 4,1 3,1 2,7 2,9 3,3 3,6 4,2 3,8 4,0 4,0 SAĞLIK 0,4 0,5 0,4 0,4 0,5 0,5 0,6 0,8 0,8 1,0 1,0 0,8 0,7 0,8 0,9 0,9 1,0 0,9 1,0 2,0 SAVUNMA 0,9 2,6 2,4 2,4 2,2 2,0 2,2 2,3 2,5 2,8 2,7 2,8 2,6 2,7 3,0 3,0 3,6 3,5 3,6 4,4 ADALET - EMNİYET 0,5 0,6 0,6 0,6 0,7 0,6 0,8 0,9 1,1 1,1 1,1 1,0 0,9 0,9 1,1 1,0 1,2 1,1 1,3 1,3 12 TABLO – 5 SEKTÖRLERE GÖRE HARCAMALARIN BÜTÇE İÇİNDEKİ PAYI (%) 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 EĞİTİM 8,8 11,2 10,4 11,6 12,3 12,4 15,5 18,8 17,3 19,7 16,5 13,4 12,2 11,0 11,9 12,4 11,8 10,1 8,7 9,6 SAĞLIK 1,7 2,4 2,4 2,3 4,6 SAVUNMA 4,2 13,5 12,8 14,9 12,7 11,8 13,1 13,3 12,1 13,5 10,9 11,9 11,9 10,1 10,9 10,4 10,1 9,5 7,9 10,3 ADALET - EMNİYET 2,2 3,3 2,8 3,0 2,3 3,2 2,6 3,8 2,9 3,9 3,0 3,7 3,8 4,5 4,7 5,1 3,9 5,2 4,7 5,3 3,9 4,5 3,5 4,1 3,3 4,0 3,0 3,5 3,2 3,9 3,0 3,6 2,9 3,4 3,0 13