Bilime Katkı Payı! Kamusal gelirlerin arttırılması amacıyla birçok kalemde katkı payı altında fonlar oluşturulmakta olduğu bilinen bir durumdur. Bunların en bilinen örnekleri sigaradan ve telefonlardan alınan katkı paylarıdır. Bunlara rağmen sigara ve telefon kullanımı düşmez, tam tersine artarak dolaylı anlamda bütçeye katkı sağlar. Ülkemizde yeterli anlamda yapılamayan bilimsel çalışmaların gerçek nedenlerini konuşmaya başladığımızda, bunun nedenlerinden birisinin de bilime ayrılan bütçenin yetersizliğidir. Öyle ki, ciddi yatırımlar yapılarak ülke geneline fayda sağlayabilecek bir bilimsel çalışmayı desteklemektense, “bırakalım başkaları bulsun, biz daha az ile satın alırız” bakışının hakim olduğu bir geleneğe sahibiz. Bu kötü geleneğimiz yıkılmadığı sürece de bilim ve toplumu yan yana, ortak bir payda da görmemiz oldukça zordur. Tüm gelişmemiş ülkelerde olduğu gibi bizde de mevcut olan ortak olumsuzluklar nelerdir diye göz attığımızda, bunları aşağıda ki bir liste ile özetleyebiliriz: 1- Yetersiz bilimsel altyapı, 2- Bilimsel araştırmalara kısıtlı bütçeler ayrılması (Özel sektörün araştırmaya ayırdığı kaynak son derece düşüktür), 3- Bilim kuruluşları kendilerine ayrılan mütevazi fonları bürokratik açıdan zaman alan bir süreçte kullanabilmeleri, 4- Bilim ve teknoloji çabası içindeki personel genellikle evrensel bilim ortamındaki etkileşmelerin dışında yaşaması (Yetersiz fonlar nedeni ile evrensel bilimin etkileşme alanlarından olan uluslararası kongrelere bu bilim insanlarının katılma imkanı son derece kısıtlıdır), 5- Özellikle ülkemizde gelişmiş ülkelerin aksine takım çalışmaları ve disiplinler-arası çalışmaların azlığı, 6- Bilim kültürünün eksikliğinden dolayı, ülkedeki bilimsel aktivitelere medyanın yeterli ilgisinin olmaması, 7- Bilimin desteklenmesi yönünde belirli bir bilim politikasının olmaması, 8- Sınırlı kaynakların planlı bir şekilde kullanılmaması, hedefsiz ve gereksiz harcamaların yapılması, 9- Üniversite yönetimlerinin siyasi erkin baskısının altında olmasıdır. Yukarıda sayılan olumsuz durumlar söz konusu iken ülkemizde araştırmaya ayrılan kısıtlı kaynakların akıllıca harcanmasını beklerken, bunun önemli bir bölümü de ne yazık ki israf edilmektedir. Bilgi çağında geleceği yakalamak isteyen toplumlar gelecekten kopmamak için ulusal gelirlerinin dikkate değer bir kısmını bilimsel araştırmalara ayırarak, bilimin yaratacağı artı değerle hem kendi yurttaşlarının refah düzeylerini yükseltmek, hem de psikolojik olarak daha rahat bir konuma gelmek için çabalarlar. Oysa bizim üniversitelerimizde, bırakalım ciddi bir gelir desteğini, çoğunlukla dünya ölçeğinde iddialı çalışmalar yapmada oluşturulacak ekip çalışması dahi yok denecek kadar azdır. Bizler şimdilik araştırmaları çoğunlukla makale üretmek için yaptığımızdan, topluma ya da ekonomiye bir getirisinin olup olmadığını sorgulamamakta ve sadece makale sayısının nicel artışı ile ilgilenmekteyiz. Özellikle uluslar arası hakem sürecinden geçmeyen makalelerin atama-yükselme kriterlerinde kullanılması bilim etiği açısından doğru değildir. Her yıl artan makale sayımızın ne kadar olduğu ve dünya sıralamalarında ülke olarak nerelerde olduğumuz daha ön plana çıkmaktadır. Bu listelere girmenin önemli olduğu psikolojisi ile hareket edilirken, nedense teknolojiye ve ülke ekonomisine ne kadar katkı verdiği şimdilik gündem dışı durmaktadır. Öyle ki bilimsel çalışma olarak önerilen ve ciddi destekler verilen bu araştırmalardan üretilen bir makale dahi, çalışmanın hedefe ulaştığının bir kanıtı olarak kabul edilmektedir. Küresel anlamda bu şekilde üretilen ve pek de katkı değeri olmayan makaleler israf olarak değerlendirilirken, israfın diğer bir biçimi de başka bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Özellikle abartılı makam saltanatına yönelik yapılan harcamalar, bu konuda batıdaki uygulamaları bilen üniversite çalışanlarını utandıracak özelliktedir. Aralıklarla değiştirilen makam araçlarını, şatafatlı makam odalarını, görkemli törenleri, turistik gezileri ve otorite gösterilerini anlamak, Dünya üniversitelerindeki mütevazi ancak son derece etkili üniversite yönetimlerini bilenler için son derece zor olmaktadır. Tüm bunların yanında bir üniversitenin yönetimi, rektör seçimlerinde siyasi parti kökenli bir örgütlenmeyle ele geçirilebilmektedir. Bu yönetim biçiminde akademik performans, liyakat gibi değerler parti (ya da ideoloji) bağının çok arkasında gelmektedir. Yukarıda ki olumsuzluklara rağmen ülkenin ancak bilim ve teknoloji yardımıyla kalkınacağına inanmış bir siyasi irade, uygulayacağı programlarla yukarıda sayılan olumsuzlukları ortadan kaldırabilir. Özet olarak ülkemizin bilgi çağını yakalayabilmesi ve bilime anlamlı artı değerler katabilmesi için bilime ayrılan payın mutlaka yükseltilmesi gereklidir. En basit bir ilk de bilim için “katkı payı” almaya başlamak olamaz mı? (Bu yazı 3 farklı kaynak kullanılarak hazırlanmıştır).