yüksek lisans tezi - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
HASAN MARAŞ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ORTADOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI
HAZİRAN 2017
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK
LİSANS
TEZİ
İSLAMİ SÖYLEMLİ TERÖRİZM VE
NİJERYA'YA YANSIMALARI:
BOKO HARAM TERÖR ÖRGÜTÜ
HASAN MARAŞ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ORTADOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI
HAZİRAN 2017
İSLAMİ SÖYLEMLİ TERÖRİZM VE NİJERYA’YA YANSIMALARI: BOKO
HARAM TERÖR ÖRGÜTÜ
Hasan MARAŞ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ORTADOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HAZİRAN 2017
iv
İSLAMİ SÖYLEMLİ TERÖRİZM VE NİJERYA’YA YANSIMALARI: BOKO HARAM
TERÖR ÖRGÜTÜ
(Yüksek Lisans Tezi)
Hasan MARAŞ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Haziran 2017
ÖZET
Devletler arasındaki savaşların tarihi ne kadar geriye doğru giderse, aynı şekilde
terörizmin tarihinin de geriye doğru gittiğini görürüz. Sistematik terörizmin dışında
beliren küçük terörizm faaliyetlerini göz ardı edersek bin yıllık geçmişe sahip olan
terörizm çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Etnik, dini, siyasi anlaşmazlıkların
olduğu yerlerde gerek bölgesel gerekse tüm ülkeyi kapsayan terör saldırıları
olmuştur. Afrika’nın tarihi boyunca devlet yapılanması geleneğinin zayıf olması,
kıta genelinde birçok ayrılıkçı hareketlerin ve terör örgütlerinin oluşmasına neden
olmuştur. Afrika’da son on beş yıldır Nijerya’nın kuzeyinde ortaya çıkan terör
örgütü ise Boko Haram’dır. Nijerya’nın kuzeyinin tarihsel temellere dayalı geri
kalmışlığı, bu bölgede yaşayan insanların eğitim, sağlık ve ekonomik konulardaki
mahrumiyeti, örgütün bu bölgede ortaya çıkmasına neden olmuştur. İslami
söylemli bir terör örgütü olarak ortaya çıkan bu örgüt, yönetim şeklinin şeriat odaklı
olmasını savunmakta ve gerek siyasal yaşamda gerekse uygulanan hukukta
şeriatın hakim olması gerektiğini savunmaktadır. Batı tarz eğitim karşıtlığını
kendisine amaç edinen örgüt pek çok eğitim kurumuna saldırılar düzenlemektedir.
Özellikle 2014 senesinde Chibok’taki bir okuldan kaçırdığı kız öğrenciler eylemi ile
uluslararası kamuoyundan çok büyük tepkiler almıştır. Ortaya çıkışı, örgüt varlığını
idamesi ve kaynakları, bölge halkının örgüte bakış açısı ve örgütün yapısı ve
amaçları ve örgüt eylemlerinin uluslararası kamuoyunda oluşturduğu tepkiler Boko
Haram’ı tanımamıza yardımcı olacaktır. Bölgesel mücadele için ortaya çıkan bir
terör örgütünün küresel sorunlara sebep olması yine sorunların çözümünde
küresel araçların kullanılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bilim Kodu
Anahtar Kelimeler
:
:
1141
Boko Haram, Nijerya, Afrika, Terörizm
Sayfa Adedi
Tez Danışmanı
:
:
123
Öğ. El. Dr. R. Melih AKTAŞ
v
ISLAMISM MOTIVATED TERRORISM AND ITS EFFECTS TO NIGERIA: BOKO
HARAM TERROR ORGANISATION
(M. Sc. Thesis)
Hasan MARAŞ
GAZİ UNIVERSITY
INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES
June 2017
ABSTRACT
So long as the history of wars between countries could be traced back in time, we
realize that terrorism could be traced too. If terrorist activities of a small scale
which is not systematic are ignored, terrorism, which has a history of one thousand
years, is observed in many different ways. In the regions where ethnical religious,
and political conflicts exist, there has been terrorist attacks which are both on local
and country scale. There has been many different dissident movements and other
kinds of terrorist organisations throughout the History of Africa, where a certain
kind of a state tradition is very weak. The terrorist organization which emerged in
Nigeria and in some parts of the countries surrounding Nigeria is Boko Haram.
Northern part of Nigeria has always been economically underdeveloped whose
reasons could be traced back in history. Deprivation of any education, health and
economic opportunities in the region caused the emergence of this terrorist of
organisation exactly in that region. The group, which so-called aim to eliminate
Western kind of educational system attacked many schools. They attracted the
attention of public when they kidnapped a group of young female students in 2014.
The terrorist organization, which has a religious line, has ben defending that the
regime must be sheria-oriented and the sheria must dominate the legal system
and political life. The emergence, survival of its existence and its resources,
perpective of local people to the organisation, the structure of the organization and
its purpose and the reaction of global society against the acts of the organization
are going to help us get to know Boko Haram. Becoming the cause of some global
problems as a terrorist organization which has emerged for local aims, it is
necessary to use some global tolls for the solution of these problems.
Science Code
Key Words
Page
Superwisor
: 1141
: Boko Haram, Nigeria, Africa, Terrorism
: 123
: Dr. R. Melih AKTAŞ
vi
TEŞEKKÜR
Çalışmalarım boyunca değerli yardım ve katkılarıyla beni yönlendiren, kıymetli
tecrübelerinden yararlandığım danışmanım Dr. R. Melih AKTAŞ’a ve asistanı
Büşra SİRKECİ ’ye, manevi destekleriyle beni hiç yalnız bırakmayan eşim Ayten’e,
kızım Gülce Cansu’ya, babama, anneme ve kardeşim Hicran’a, çalışmamın
şekillenmesinde bilgi ve tecrübeleriyle destekte bulunan arkadaşlarım Ahmet
Önder BAŞARAN’a, Emre ŞAHİN’e, Eren DEMİRAL’a, Mehmet Ali YÜKSEL’e ve
Osman Batur URHAN’a teşekkürü bir borç bilirim.
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET ...................................................................................................................... iv
ABSTRACT .............................................................................................................v
TEŞEKKÜR ............................................................................................................ vi
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ vii
HARİTALARIN LİSTESİ ..........................................................................................x
KISALTMALAR ....................................................................................................... xi
1. GİRİŞ ............................................................................................................... 1
2. TERÖR VE TERÖRİZM KAVRAMLARININ İNCELENMESİ .............. 5
2.1 Terörün Tanımı ............................................................................................. 5
2.2 Terörizmin Tanımı ........................................................................................ 7
2.3 Terörizmin Tarihi ......................................................................................... 12
2.4 Terörizmin Özellikleri ................................................................................... 19
2.5 Terörizmin Amaçları .................................................................................... 23
2.6 Terörizmin Sebepleri ................................................................................... 23
2.7 Terörizmin Unsurları .................................................................................... 27
2.7.1 İdeoloji unsuru....................................................................................... 27
2.7.2 Örgüt unsuru ......................................................................................... 29
2.7.3 Şiddet unsuru ........................................................................................ 30
2.8 Terörizmin Türleri ........................................................................................ 31
2.8.1 Devlet terörü ......................................................................................... 33
2.8.3 Etnik-Ayrılıkçı terörizm .......................................................................... 36
2.8.4 Dini söylemli terörizm ............................................................................ 37
3. DİNİ SÖYLEMLİ TERÖRİZM VE İSLAMİYET’İN RADİKALLEŞMESİ. 41
3.1 Dini Söylemli Terörizmin Belirleyici Özellikleri ............................................. 41
3.2 İslami Söylemli Terörizmin Temelleri ve Radikalleşmesi ............................. 45
3.2.1.İlk dönem İslami söylemli terörizm ........................................................ 47
3.2.1.1 Hariciler .......................................................................................... 47
3.2.1.2 Haşhaşiler ....................................................................................... 48
3.2.2 İslam’ın radikalleşmesine katkı yapan İslami ideologlar ........................ 48
3.2.2.1 İbn-i Teyymiye (1268-1328) ............................................................ 48
viii
Sayfa
3.2.2.2 Seyid Abdülala Mevdudi (1903-1979) ............................................. 50
3.2.2.3 Hasan el Banna (1906-1949) .......................................................... 51
3.2.2.4 Seyyid Kutub (1906-1966) .............................................................. 52
3.2.2.5 Ayetullah Ruhullah Humeyni (1902-1989) ...................................... 54
3.2.2.6 Muhammed el Farac (1952-1982) .................................................. 56
3.2.3. Yeni dönem İslami söylemli terörizm .................................................... 57
4. NİJERYA FEDERAL CUMHURİYETİ İLE İLGİLİ BİLGİLER ............. 65
4.1 Coğrafyası ................................................................................................... 65
4.2 İklimi ............................................................................................................ 66
4.3 Tarihi ........................................................................................................... 67
4.4 Nüfusu ......................................................................................................... 71
4.5 Dili ............................................................................................................... 71
4.6 Din Tarihi ..................................................................................................... 72
4.7 Etnik Grupları .............................................................................................. 73
4.8 Etnik-Dini Yapıların Oluşması ..................................................................... 74
4.9 Nijerya’da Bulunan İslami Oluşum ve Hareketler ........................................ 75
4.9.1 Kadirilik ................................................................................................. 75
4.9.2 Ticanilik ................................................................................................. 75
4.9.3 Ahmediyye ............................................................................................ 75
4.9.4 İzale hareketi......................................................................................... 75
4.9.5 Cematü Nasrıl İslam ............................................................................. 76
4.9.6 Nijerya İslami Hareketi .......................................................................... 76
5. BOKO HARAM TERÖR ÖRGÜTÜ ......................................................... 77
5.1 Boko Haram’a Giriş ..................................................................................... 77
5.2 Boko Haram’ın Ortaya Çıkışının Tarihsel Temelleri .................................... 80
5.3. Boko Haram’ın Ortaya Çıkışı ...................................................................... 82
5.4. Boko Haram’ın Yapısı ve Amaçları ........................................................... 84
5.5 Boko Haram’ın İdeolojik Temelleri ............................................................... 87
5.6 Boko Haram Terör Örgütünün İncelenmesi ................................................. 89
5.6.1 Askeri boyut .......................................................................................... 89
5.6.2 Rejimin siyasal meşruiyetinin ölçüsü ..................................................... 92
5.6.3 Ekonomik gücün düzeyi ........................................................................ 94
ix
Sayfa
5.6.4 Toplumdaki etnik-dini tolerans oranı ..................................................... 95
5.6.5 Temel doğal kaynakların mevcudiyeti ................................................... 99
5.6.6 Uluslararası kamuoyundaki etkileri ..................................................... 100
5.6.7 Boko Haram ile mücadele yöntemleri ve çözüm önerileri ................... 104
SONUÇ .............................................................................................................. 111
KAYNAKLAR ...................................................................................................... 117
ÖZGEÇMİŞ ........................................................................................................ 123
x
HARİTALARIN LİSTESİ
Harita
Sayfa
Harita 4.1 Nijerya Federal Cumhuriyeti Haritası ....................................................66
xi
KISALTMALAR
Bu çalışmada kullanılmış kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur.
Kısaltmalar
Açıklamalar
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
ALF
Animal Liberation Front ( Hayvan Kurtuluş Cephesi)
AKT.
Aktaran
ASALA
Armenian Secret Army for the Liberation of Armenian
( Ermenistan’ın Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu)
BM
Birleşmiş Milletler
ÇEV.
Çeviren
EOKA
Ethniki Organosis Kipriakou Agonos ( Kıbrıslıların Milli
Mücadele Örgütü)
ETA
Euskadi ta Askatasuna (Bask Ülkesi ve Özgürlük)
FKÖ
Filistin Kurtuluş Örgütü
FLQ
Front de Lebaration du Quebec
HAMAS
Hareketi)
Harakat al-Muqavama al-Islamiye (İslami Direniş
HSBC
Hong Kong and Shanghai Banking Corparation
IMRO
Internal Macedonian Revolutionary Organisation
IRA
Irish Republican Army (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu)
IŞİD
Irak Şam İslam Devleti
M.Ö.
Milattan Önce
M.S.
Milattan Sonra
PKK
Partiya Karkeren Kurdistane (Kürdistan İşçi Partisi)
OPEC
Organisation of Petroleum Exporting Countries ( Petrol
İhraç Eden Ülkeler Birliği)
TDK
Türk Dil Kurumu
V.B.
ve benzerleri
1
1. GİRİŞ
İnsanoğlu var olduğu müddetçe terör ve terörizm kavramları var olmaya devam
edecektir. Bu iki kavram insanların gittikçe kanıksadığı ve yaşamayı öğrendiği birer
olgu haline gelmiştir. M.S. 60’lı yıllarda ilk terör örgütünün ortaya çıkışından
itibaren var olan terör hareketleri günümüzde de devam etmektedir ve gelecekte
de devam edeceği muhakkaktır. Toplumu derinden etkileyen terör hareketleri,
bireyleri ve toplumun genelini korkutmak, sindirmek, paniğe kapılmasına sebep
olmak gibi korku kültürünün egemen olduğu atmosferin içinde bulunmasını amaç
edinir. Böylece toplum içinde beliren huzursuzluk ile terör örgütleri hedeflediği
amaçlarına ulaşmaya çalışır.
11 Eylül 2001’de ABD’de yapılan terör saldırısından sonra dini söylemli terör
hareketleri dünyanın terörle mücadelesinde ilk sırayı almıştır. İslami söylemli terör
örgütü El-Kaide tarafından yapılan saldırı sonucunda İslamofobi ABD ve
Avrupa’da çok geniş kitleler arasında yayılmıştır.
Araştırmamızın tanımı 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra İslami söylemli terör
hareketlerinin artmasına paralel olarak Nijerya’da ortaya çıkan Boko Haram terör
örgütünün incelenmesidir. Afrika’nın doğusunda bulunan Nijerya, İngiliz sömürgesi
altında bulunduktan sonra 1960 yılında bağımsızlığına kavuşmuştur. İçerisinde iki
yüz elliden fazla etnik grubun yaşadığı ülkede devlet kültürünün olmaması
yüzünden bağımsızlığını kazandığı 1960’dan 1999’a kadar ülkede demokrasi
egemen olamamıştır. Askeri darbeler ve Biafra’da yaşanan iç savaş sonucunda
ülke kalkınma hamlelerini yerine getirememiştir. Sömürge döneminden miras kalan
kuzey ve güney bölünmesi ülkeyi iki ana bölgeye ayırmıştır. Tarihsel temelli bu
coğrafi bölünme beraberinde ekonomi, sağlık, eğitim ve iş olanakları konularında
iki bölge arasında farkların doğmasına neden olmuştur.
1900’lü yıllarda başlayan İslami söylemli hareketler, batılı ülkeler karşısında geri
kalan Müslüman ülkelerin geri kalmışlığına bir tepki olarak doğmuştur. İslami
ideologların çevresinde bulunan gruplar tarafından, harekete dönüştürülen
düşünceler, özünde batı karşıtlığını ihtiva etmekteydi.
2
Nijerya’nın kuzeyinin Müslüman yoğunluklu olması ve güneyde yaşayan
Hristiyanlara göre geri kalmışlığı, Nijerya’nın kuzeyinde de İslami söylemli
hareketlerin
doğmasını
sağlamıştır.
İslami
söylemli
hareketlerin
giderek
radikalleşmesi sonucunda Boko Haram terör örgütü doğmuştur. Araştırmamızda
Boko Haram’ın oluşmasını sağlayan İslami hareketlerden ve ideologlardan,
bölgedeki eşitsizliklerden ve çözüm yollarından, örgütün eylemleri sonucu oluşan
uluslararası tepkilerden ve örgütle mücadelede alınması gereken tedbirlerden
bahsedeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bulunduğu coğrafyada terör hareketleri hep var olmuştur.
1890’larda Osmanlı İmparatorluğu zamanında başlayan Makedon ayrılıkçı
hareketleri sonucu birçok Osmanlı subayı, Makedon ayrılıkçı komitacılarla
mücadele etmiştir. Bu mücadelede bulunan subaylar hatıratlarında gerilla savaş
taktiklerinden ve uygulamasından bahsetmektedirler. Yine aynı dönemde Doğu
Anadolu’da bulunan Ermenilerin bağımsızlık hayalleri sonucu Ermeni etnik terörü
de başlamıştır. 1915 olaylarından sonra 1920-1922 yılları arasında tekrar
gündeme gelen Ermeni terörü, 1970’ler ve 1980’ler boyunca modern terör hareketi
şeklinde yurt dışı diplomatik temsilciliklerimizi hedef alacak biçimde de devam
etmiştir.
Kıbrıs adasının tarihi ve coğrafi olarak önemi ve adada yaşayan Türkler’in Türkiye
Cumhuriyeti’yle olan akrabalık bağları sonucu adanın geleceği Türkiye için çok
önemlidir. Yunanistan’ın düşlerini kurduğu büyük Yunanistan’ın oluşumu için
Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması da Yunanistan’ın hedefleri arasındadır. Adada
yaşayan Rumlar tarafından kurulan örgütler EOKA ve EOKA-B adada yaşayan
Türkler’e zulmettiği için Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı kurularak gayri nizami
harp usulleri uygulanarak mücadele edilmiştir.
1984 senesinde Siirt Eruh’ta bir karakolun basılmasıyla ilk eylemini yapan PKK
terör örgütü ile Türkiye Cumhuriyeti 30 yıldır mücadele etmeye devam etmektedir.
Modern terörün 1860’larda başladığı ve günümüzde dördüncü terör dalgasının
içinde bulunduğumuz araştırmacılar tarafından söylenmektedir. Dördüncü terör
dalgası dini söylemli terör hareketlerin içinde bulunduğu dönemdir. Türkiye,
3
İstanbul’daki HSBC ve sinagog saldırıları sonucunda El-Kaide ile tanışmıştır.
Hizbullah’ın Türkiye’deki eylemleri sonucunda örgüt ile mücadele edilmiştir.
Suriye’de ve Irak’ta da yine bir başka İslami söylemli terör örgütü IŞİD ile
mücadele edilmektedir. Türkiye’nin İslami söylemli terör örgütleriyle mücadelesi
devam etmektedir.
Türkiye’nin hem etnik-ayrılıkçı terör örgütleri ile hem de dini söylemli terör örgütleri
ile mücadelesi, ülkenin terörle mücadelede iyi seviyeye gelmesindeki sebeptir.
Afrika ile Türkiye Cumhuriyeti ilişkileri özellikle Afrika’nın kuzeyindeki tarihsel
bağlarımıza rağmen çok sıkı olmamıştır. 1923’ten 1998’e kadar ilişkiler normal
seyrinde gelişmiştir.
1998 senesinden itibaren devlet politikasında önemli bir yere sahip olmaya
başlayan Afrika ile ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Güçlenen bağlar, Türkiye’nin
Afrika üzerinde çok büyük yatırımlar yapmaya başlamasına sebep olmuştur.
Araştırmamızın önemi, Afrika ile ilişkilerin geliştirilmesiyle birlikte Türkiye-Nijerya
ilişkilerinde Nijerya’ya yapılacak diplomatik ve siyasi hamleler ile ekonomik
yatırımlar öncesinde bilgi sahibi olunmasını sağlamaktır. Nijerya’nın içerisinde
bulunduğu terörle mücadele sonucunda, mücadele ve tehdit sahaları belirlenip,
Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılacak yatırım veya iki ülke arasındaki
işbirliklerinde sınırlılıklar önceden bilinip, bu yönde politikalar oluşturulmasına
yardım etmektir.
Araştırmamızın amacı dini veya İslami söylemli terör örgütleriyle mücadele
esaslarının belirlenmesine katkıda bulunmak, Türkiye için benzer bir durumun
olması durumunda muhtemel hareket tarzlarını belirlemede faydalı olmak ve dini
söylemli terör hareketleriyle mücadele esaslarını tartışmaktır. Türkiye’nin terörle
mücadelesi çok eskilere dayanmakla birlikte, terörün bulunduğu kabın şeklini
alması çok değişik tür terör hareketlerinin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu
yüzden ister Ermeni ve Rum etnik-ayrılıkçı terör örgütleriyle yapılan mücadele,
ister etnik-ayrılıkçı ve Marksist-Leninist çizgideki PKK ile mücadele, isterse dini
söylemli Hizbullah ve IŞİD ile yapılan mücadele hep farklı tür mücadele taktik ve
tekniklerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu kapsamda İslami söylemli terör
4
örgüt tipleriyle mücadelede araştırmamız eylem sahaları, taktik ve teknikleri,
finansmanı ve mücadele esasları konularında yapılacak hamleler öncesinde
incelenebilir.
Araştırmamızın sınırlılıkları olarak Nijerya topraklarında ortaya çıkan Boko Haram
terör örgütünün Nijerya topraklarındaki doğuşu ve gelişimi incelenmiştir. Boko
Haram, Nijerya’nın komşuları Çad ve Kamerun’da da faaliyet göstermektedir. Bu
ülkelerdeki faaliyetleri hakkında bilgi verilmiş ancak yapılanma ve tarihsel
geçmişleri incelenmemiştir. Araştırmamızda Boko Haram’ın altyapısını oluşturan
Nijerya’nın kuzeyindeki dini söylemli hareketlerden İslami söylemli hareketler odak
noktamızı oluşturmuştur. Ülkenin güneyinde Hristiyan nüfus yoğunluktadır. Ülkenin
güneyindeki
Hristiyan
söylemli
hareketler
araştırmamız
kapsamına
dahil
edilmemiştir. Ülkenin güneyinde bulunan Nijer Deltası çevresinde de merkezi
devlete muhalif oluşumlar bulunmaktadır. Bu gruplar da araştırmamızla doğrudan
bağlantılı olmadığı için, araştırmamıza dahil edilmemiştir.
Araştırmamıza, Boko Haram dini söylemli bir terör örgütü olduğu ve ana temamız
terör konusu olduğu için terör ve terörizm kavramları üzerinde yoğunlaşarak
başladık. Terör ve terörizmin kavramlarını inceledikten sonra, bu kavramların
üzerine dini söylemli terörizmi inşa ettik. Bu kapsamda dini söylemli terörizmi
seküler terörizmden ayıran özelliklere değindik. Dini söylemli terörizmi İslamiyet ile
birleştirerek eski dönem İslami söylemli hareketleri inceledik. Eski dönem İslami
söylemli hareketlerin, modern İslami söylemli hareketlerle ortak noktalarını ve
farklılıklarını ortaya koyduk. Modern İslami söylemli hareketlerin radikalleşme
sebeplerini ve radikalleşmeye etki eden ideologlar üzerinde tartıştık. İslami
söylemli terör hareketleri üzerinde çalışmamız sona erdikten sonra bunun Nijerya
üzerindeki etkilerini incelemek için Nijerya Federal Devleti hakkında genel bilgileri
araştırdık. Nihayetinde araştırmamızın özü olan Boko Haram terör örgütünü çeşitli
parametreler altında inceleyerek örgütü detaylı olarak inceledik. Son olarak
örgütün uluslararası kamuoyunda bıraktığı etkiler ve örgütle mücadelede
uygulanabilecek önerileri sunduk.
5
2. TERÖR VE TERÖRİZM KAVRAMLARININ İNCELENMESİ
2.1 Terörün Tanımı
Terör kelimesi etimolojik olarak dilimize Fransızcadan geçmiştir. Latince kökenli
olup Fransızca ‘’terreur’’ sözcüğüyle dilimize yerleşmiş, Türkçedeki karşılığı
‘’yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma ve tedhiş’’ anlamlarına
gelmektedir. (TDK Türkçedeki Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü, 2016)
12.04.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda ise terör şöyle
tanımlanır:
Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden
biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni
değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve
Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele
geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü
suç teşkil eden eylemlerdir.
(http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.3713.pdf)
Terör kelimesi içerisinde şiddete ve kuvvete başvurma yolları vardır. Bu şiddete ve
kuvvete başvurma genellikle siyasi amaçlıdır. Nihai amacı psikolojik odaklıdır.
Korku vermek, sindirmek, yıldırmak hedeflenir. Eylemleri sonucunda zarar
görenlerle doğrudan bağlantılı olması zorunlu değildir. Bombalı bir araç ile sivillere
yönelik bir eylemde zarar gören veya hayatını kaybeden sivil ile terör örgütü
arasında doğrudan bağlantı kurmak çok zordur. Amacı ses getirici eylem yapmak
olduğu için zarar gören kişiler üzerinden terörü araştırmak oldukça zordur. Terör
sistemli ve planlı bir mücadeledir. Belli taktik ve teknikleri kullanır. Bu taktik ve
teknikler ise demokratik ve hukuki ilkelere çok uzaktır. Hukuksuz ve ahlak dışıdır.
Terör eylemleri semboliktir ve eylemlerin altlarında daima mesaj taşımaktadırlar.
En nihayetinde terör siyasi güdülerle insan öldürmektir. (Tacar, 1999: 44)
Tacar’ın terör tanımında, terör içerisinde farklı öğeleri barındırsa da terör kelimesi
tek başına herhangi bir eylemi ifade etmez. O sadece başlı başına korku, telaş,
yıldırma vb. anlamlara gelen bir sözcüktür. Yanına eklenen kelimeler veya eklerle
6
durağanlığını bırakıp harekete geçer. Terör örgütleri, terörizm, terörist gibi
kavramlar sürekli etkin olmak zorundadır. (Tacar, 1999: 44)
Türkiye’de ve dünyada terörün tanımlanması ve kapsayacağı alan bakımından
ortak bir görüş yoktur. Bazı ülkelerin terör diye nitelediği olaylar, başka devletler
için
şiddet,
isyan
veya
gerilla
savaşı,
kurtuluş
mücadelesi
olarak
nitelendirilmektedir. Bu da devletler arasında sorun olmaktadır. (Tacar, 1999: 30)
Almanya’nın ve Belçika’nın PKK terör örgütü eylemlerini Türkiye’deki terör bakış
açısıyla değerlendirmemesi bu iki ülke ile Türkiye arasında zaman zaman
anlaşmazlıklara sebep olmaktadır. Türkiye açısından 1974 Kıbrıs Barış Harekatı
öncesinde Kıbrıslı yurtseverlerin kurduğu Türk Mukavemet Teşkilatı, Yunanistan’a
göre ayrılıkçı bir örgüt olarak değerlendirilirken, Türkiye için ise Kıbrıs Türklerinin
yaşam haklarını koruyan ve desteklenen meşru bir birim olarak değerlendirilmiştir.
Terör,
kendisini
kullanan
kişilere
göre
çeşitli
anlamlar
kazanır.
Terör,
destekçilerine göre olumlu bir anlamı varken, terör, mağdurlarda ise tam zıttı çok
olumsuz anlamlara gelmektedir.
Bir insanın özgürlük savaşçısı bir başkasının teröristidir. (Lutz ve Lutz, 2008: 7) Bu
kapsamda her devlet ve şahıs kendi gözlüklerinden baktığı şekilde terör ve terörist
kavramlarını kıymetlendirmektedir.
Terörün aslında silahlı bir grubun masum sivilleri öldürdüğü, suikastlerin işlendiği,
bombalı araçlarla can ve mal kayıplarına neden olunduğu şeklinde tek taraflı bir
şekilde değerlendirmesi yanlış olur.
Terör aslında hayatımızın her anında bulunmaktadır. Aile içindeki şiddetin çok
yoğun yaşandığı evlerde yaşanan cinayetler, trafikteki yol anlaşmazlığı yüzünden
yaşanan
insan
öldürmeler,
kadınlara
yapılan
sistematik
baskılar,
spor
müsabakalarında taraftar grupları arasında cinayete kadar varabilen fanatizm,
okulda baskıcı ve otoriter eğitimcilerin öğrencilerin psikolojisini bozacak şekilde
verdikleri cezalar hep terör kapsamında değerlendirilmelidir. Yani terör bilinenin
aksine beklenmeyen anda maruz kalınan bir saldırı değil, hayatımızın her anında
7
içinde yaşadığımız, durağan olarak bekleyen bir olgudur. Hayatın içinde de
harekete geçmesi de an meselesidir.
2.2 Terörizmin Tanımı
Terörizm nedir sorusu sorulduğunda, günlük kullanımı büyük kitleler tarafından
sıklıkla kullanılan kelimelerde olduğu gibi, bir sürü farklı anlamlar ortaya
çıkmaktadır. Bu anlamların çoğu terörizmi tanımlarken eksik, yanlış ve gerçekçi
olmayan ifadelere başvurmaktadır. Yazılı ve görsel basında terörizm geniş bir
yelpazede kullanılmaktadır. Bina bombalamaları, suikastler, meşru askeri bir
gücün halk üzerinde katliam yapması, toplu gıda zehirlemeleri vb. terörist saldırılar
olarak değerlendirilmektedir. Devlet destekli veya devlet dışı unsurların toplumu
hedef alan eylemleri, organize suç odakları, genel kriminal suçlar, bireysel işlenen
gasp ve psikolojik vakalar da terörizm olarak değerlendirilmektedir. (Hoffman,
2006: 1)
Terörizm, Türkçe’ye Fransızca’dan geçen ve terör kökünden türetilen, ‘’siyasal bir
hedefe ulaşmak amacıyla devlete, halka veya bireylere karşı şiddet eylemlerine
başvurma’’ olarak tanımlanan bir sözcüktür. (TDK Türkçedeki Batı Kökenli
Kelimeler Sözlüğü, 2016)
Terörizm kelimesi ilk olarak Fransız Devrimi esnasında popüler olmuştur. Çağdaş
kullanımının aksine, o dönemde terörizmin olumlu bir anlamı vardır. 1793-94
senelerinde geçici olarak, kargaşa ve karışıklık dönemini anlatmak için
kullanılmıştır. (Hoffman, 2006: 3)
Terörizmin tanımlanması başlı başına ve çok karmaşık bir yapıya sahiptir.
Terörizm çok çeşitli türlerde, dünyanın herhangi bir bölgesinde ve bambaşka
amaçlar için kullanılabilir. Demokratik veya otoriter ülkelerde, gelişmiş ekonomiye
sahip olan veya olmayan ülkelerde ortaya çıkabilir. (Richardson, 2006: 2)
Alex Schmid’in Political Terrorism: A Resarch Guide adlı terörizm üzerine yazılmış
çok kapsamlı kitabının ilk baskısında, terörizm tanımı üzerine yüzlerce sayfa süren
8
araştırmalar yapılmış ve yüzlerce tanımı inceleyerek ortak bir tanım bulma gayreti
içerisinde olunmuştur. (Hoffman, 2006: 33)
Terörizm hakkında yazan birçok düşünür, akademisyen ve yazar terörizm için
birçok farklı tanımlar yapmışlardır.
(Schmid, 2011: xv)’e göre terörizm birçok farklı grubun, dünyanın birçok farklı
yerinde birçok farklı unsurun bu grubun ilgi alanına girdiği bir taktiktir.
(Wilkinson, 2011: 17) terörizmi bir felsefe veya hareket olarak değil, terörizmi
sadece bir metot olarak da görmüştür.
(Wilkinson, 2011: 6) bir başka tanımında terörizmi çok çeşitli tipteki devlet dışı
aktörlerin, rejimlerin veya hükümetlerin kullandığı bir aktivite veya Brian Jenkins’in
dediği gibi silah sistemi olarak tanımlamıştır.
(Bjorgo, 2005: 1)’a göre terörizm birçok ayrı gruba, birçok ayrı kökene ve sebebe
sahip, oldukça karmaşık bir yapıya sahip bir sistemdir.
(Bjorgo, 2005: 2) bir başka tanımında ise genel kanının aksine terörizmi askeri güç
stratejilerini veya metotlarını kullanmaktan ziyade belirgin bir ideolojisi veya
harekete sahip olan, askeri olmayan kesim üzerinde güç kullanarak, psikolojik
korku yaratmaktan ziyade amacın hızla gerçekleştirilmesi olarak tanımlamıştır.
(Altuğ, 1995: 14) ise Bjorgo’nun aksine terörizmi salt bir ideoloji olarak
değerlendirmemek gerektiğini söylemektedir. Terörizm bir ideolojiden ziyade
strateji veya bir silahtır. Bu silahı veya stratejiyi ise bir azınlık grubun hukuksal ve
demokratik yollar ile elde edemediği nihai hedeflerini korku ve dehşet ortamı
yaratarak kullanmasına terörizm diyoruz.
(Wilkinson, 2011: 4)’in bir başka tanımında terörizmi, şiddet ve çatışmanın
aşağıdaki özelliklerinin başka türleri olarak değerlendirmiştir:
-
Kasıtlı ve aşırı bir korku ortamı hazırlamak için tasarlanmıştır.
9
-
Eylem sonucu ölen insan sayısından ziyade daha büyük hedefler planlanır.
Sivillere yönelik saldırıları içeren eylemlerde saldırı yerleri rastgele de olabilir
bilerek sembolik hedefler de seçilebilir.
-
Terör eylemleri, terör örgütünün içinden çıktığı ve destek bulduğu topluluk
tarafından çok normal bulunur.
-
Teröre başvurulmasının sebebi sadece bunlarla sınırlı kalmamakla birlikte
sosyal grupları, toplulukları ve hükümet politikalarını etkilemektir.
(Lutz ve Lutz, 2008: 14) terörizm üzerinde anlam karmaşışını gidermek için politik
şiddet üzerinde çalışılması gerektiğini belirtmişlerdir. Ayrıca iyi bir tanımlama için
dünya üzerinde şu an etkin halde bulunan aynı tipteki terör örgütlerin bir arada
değerlendirilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Araştırmacılar iki yüzün üzerinde terörizm tanımı olduğunu belirtseler de bir ortak
tanım üzerinde hem fikir olamamışlardır. (Silke, 2003 aktaran Bjorgo, 2005: 1)
Kiminin özgürlük savaşçısı bir başkası için teröristtir klişesi de buna sebep
vermektedir. (Bjorgo, 2005: 1)
Birleşmiş Milletlerin yüz doksan üyesi arasında ortak bir terörizm tanımına
varılamamıştır. Terör örgütlerinin farklı tür ve ideolojileri olduğu için ortak bir tanım
üzerinde anlaşma sağlanamamıştır. Bazı ülkeler devlet ve devlet dışı terörizm
üzerinde yoğunlaşırken bazıları da self-determinasyon isteyen grupların terör
örgütü olarak değerlendirilmelerinin yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Bir başka
grup ülkeler resmi askeri güçlerin terörizmle ilişkilendirilmelerine karşı çıkarken bir
başka
grup
ülke
işgalci
güçlerle
mücadele
edilmesinin
terörizm
olarak
değerlendirilmemesi gerektiğini savunmaktadırlar. Bu kadar farklı düşünen seslere
rağmen ortak birkaç nokta da uzlaşmaya varılmıştır. Birleşmiş Milletler Terörizm
Komitesinde görüşmeler sonucunda belli özellikler üzerinde karar kılınmıştır.
Yapılan hukuksuz eylemler neticesinde;
-Herhangi bir insanın ölümüne veya ciddi yaralanmasına sebep verilmişse,
10
-Eylem sonucunda özel veya kamuya ait mülkiyet üzerinde, toplumun ortak
kullanım alanlarında, toplu taşıma araçlarında, kamu mallarında veya doğada
zarar meydana gelmişse,
-Bu yapıların doğası gereği kullanılmasını engelleyecek ekonomik kayıplar söz
konusu ise yapılan eylem terörizm kapsamında değerlendirilir. (Bjorgo, 2005: 225)
Terörizmin tanımlamasının zorluğu iki yüz sene boyunca değişen anlamıdır.
(Hoffman, 2006: 3)
Birinci Dünya Savaşı arifesinde terörizm kendi evrimini devam ettirmiştir. Özellikle
1880-1890 yılları arasında Habsburg Hanedanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu
topraklarında terörist faaliyetler devam etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda Doğu
Anadolu’da
yaşayan
Ermeniler
ayrılıkçı
terörist
eylemlerde
bulunmuştur.
Ermenilerin bu saldırgan eylemleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni oluşan
ayrılıkçı Ermeni terörün de esin kaynağı olmuştur. (Hoffman, 2006: 11)
1930’larda terörizmin anlamı tekrar değişmiştir. Terörizm diktatör liderler
tarafından devlet eliyle kendi vatandaşlarına uygulanan sistematik eylemler olarak
tanımlanmıştır. Almanya’da Hitler’in, İtalya’da Mussolini’nin, Sovyet Rusya’da
Stalin’in eylemleri bu kapsamda değerlendirilir. (Hoffman, 2006: 14)
Benzer şekilde devlet destekli veya devlet güdümlü terör hareketleri günümüzde
de devam etmektedir. Hükümet karşıtlarına, öğrenci gruplarına, insan hakları
savunucularına, işçiler vb. gruplara uygulanan şiddet türü de bu kapsam da
değerlendirilir.1970’lerde sağ görüşlü askeri diktatörlüklerin hakim olduğu Şili’de,
Arjantin’de ve Yunanistan’da, 1980’lerde seçilmiş hükümetlerin görev başında
olduğu El Salvador’da, Guatemala’da, Peru’da ve Kolombiya’da gerçekleşen
eylemler devlet destekli veya güdümlü terör olayları olarak tanımlanır. (Hoffman,
2006: 15)
İkinci Dünya Savaşı’nın devamında terörizm evrimine devam etmekle birlikte
hemen hemen günümüzde kullanılan anlamına yakın olarak tanımlanmıştır.
1940’larda ve 1950’lerde ulusalcı ve sömürgecilik karşıtı hareketler Afrika’da,
11
Asya’da ve Orta Doğu’da ortaya çıkmıştır. İsrail, Kıbrıs, Cezayir ve Kenya
bağımsızlıklarını kazanmak için sömürgeci devletlere karşı terör argümanına
başvurmuşlardır. Özellikle özgürlük savaşçıları kavramı bu dönemde doğmuş ve
uluslararası arenada da kendi bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele eden
gruplar olarak lanse edilerek sempati kazanmışlardır. (Hoffman, 2006: 16)
Yeni üçüncü dünya ülkeleri ile komünist bloğa üye devletler bağımsızlık
mücadelesi verdiklerini söyleyen örgüt mensuplarına bilhassa terörist demekten
kaçınıp, bu grupları özgürlük savaşçısı olarak nitelendirmişlerdir. Filistin Kurtuluş
Örgütü lideri Yaser Arafat’ın Kasım 1974’te Birleşmiş Milletler Genel Meclisi’nde
yaptığı konuşmada devrimci ile teröristin arasındaki farkın ne için savaşıldığında
saklı olduğunu söylemiştir. Özgürlüğü ve kendi toprağının kurtuluşu için
işgalcilerle, sömürgecilerle ve yerleşimcilerle savaşan kimse terörist olarak
nitelendirilemez demiştir. (Raquel: 1976’dan aktaran Hoffman, 2006: 16)
1960’larda ve 1970’lerde terörizmin evrimi devam etmektedir. Ancak terörizmin
kullanımı o dönemlerde sömürgeci devletlerle mücadele eden ayrılıkçı ve ulusalcı
gruplar ile birlikte radikal ve ideolojik odaklı örgütleri de kapsamaya başlamıştır.
İspanya’daki ETA, Kanada’daki FLQ ve Filistin’deki FKÖ ideolojik odaklı terör
örgütleri olarak değerlendirilmektedir. Bu örgütler uluslararası kamuoyunda
dikkatleri üzerine çekip taraftar ve destek bulma amaçlı terör faaliyetleri icra
etmişlerdir. Aynı dönemlerde Amerikan’ın Vietnam işgalini protesto eden terör
örgütleri Batı Avrupa’da, Latin Amerika’da ve ABD’de ortaya çıkmışlardır. MarksistLeninist düşünce yapısına sahip bu sol görüşlü örgütler modern dünyanın
kapitalist yaklaşımlarına oldukça tepkili olmuşlardır. (Hoffman, 2006: 17)
1980’lerde ABD karşıtı terör örgütleri intihar bombacılarını kullanarak Orta
Doğu’daki ABD diplomatik ve askeri yapılarına zarar verme amacı gütmüşlerdir.
(Hoffman, 2006: 17)
ABD ve batı ülkelerindeki terörizm ile ilgili kötü etkiler, akademik ve gazetecilik
alanında yayınlanan kitaplar ile makalelerin daha fazla terörizm konusunda
yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Terörizm literatüründeki zayıf ancak kararlı hale
gelmeye başlayan görüş ayrılıklarına rağmen birkaç hususta ortak paydaya
12
ulaşılmıştır. Literatürde,
terörizmi açıklamada zayıf kalan yönlere ve çeşitliliğe
rağmen hemfikir olunan hususlar şunlardır:
-
Terörizmi açıklamak hemen hemen imkansızdır.
-
Yoksulluk, ekonomik fırsat azlığı gibi sosyo-politik ve ekonomik yapı
içerisindeki etkenlerle terörizm arasındaki bağ zayıftır.
-
Tek bir terörist profili yoktur. (Bjorgo, 2005: 16)
Bir anonim, terörizmi gayet kısa ve net açıklamıştır. Bir kişiyi öldür, on bin kişiyi
korkut. (Schmid, 2011: 99)
2.3 Terörizmin Tarihi
Bilinen en eski terör örgütü Ortadoğu’da bugünkü İsrail topraklarında doğmuştur.
Asıl ismi Zealot olan örgüt M.S. 66-73 yılları arasında Filistin’de tutucu din
adamları tarafından kurulmuştur. Örgütün faaliyetlerini bildiren kaynakların
kıtlığının yanı sıra, kaynaklar arasında da çelişkiler bulunmaktadır. (Altuğ, 1995:
27)
Terörizm ile din arasındaki bağ yeni değildir. Terörizmin bugünkü anlamıyla
kullanıldığı şekilde yaklaşık iki bin yıl öncesinde ilk dini hareketler belirmiştir.
Zealotlar M.S. 66-73 yılları arasında sica adını verdikleri bıçaklarla Romalı
askerlere
ve
Romalı
askerlere
yardım
eden,
kendilerinin
hain
olarak
değerlendirdikleri Yahudilere suikast düzenliyorlardı. Tarihin ilk terörist grubu
olarak
bilinen
Zealotlar
suikastlerini
kalabalık
pazarlarda
yapmaktaydılar.
(Hoffman, 2006: 83)
Terörizmin uzun tarihinde bazı terör örgütlerinin adları sıklıkla tekrarlanmaktadır.
Bu grupların ortak özelliği dini görüşlerini şiddet ile birleştirerek terör faaliyetlerinde
bulunmalarıdır. Zealotslar, Roma işgaline karşı İsrail’de Romalılar’a saldırılar
düzenleyen dini ilk terör örgütüdür. Bu gruplar Romalı askerleri ve onlara yardımcı
olan diğer İsrailliler’i kalabalık pazar yerlerinde kollarının içinde sakladıkları sica
adlı bıçaklarla öldürüp yine kalabalıklara karışarak kaçma taktiğini uyguluyorlardı.
Bu şekilde korku ortamı oluşturarak hem Romalı askerler üzerinde hem de onlara
13
yardım eden Yahudiler üzerinde yoğun baskı kurmuşlardır. Zealotslar gelecek
terör örgütlerine örnek olacak terör taktiklerinin ilk kullanıcıları olmuşlardır.
(Anderson, 2009 )
Zealotlar hakkında bilinen en iyi kaynaklardan bir tanesi Romalı tarihçi Josefus
Flavius’a aittir. Josefus’un aktardığına göre eğlence dönemleri terör eylemleri için
uygun dönemlerdir. Örgüt halkın içine karışarak, elbiselerinin kol yenleri içine
sakladıkları sica denilen küçük hançerlerle cinayet işliyorlardı. Örgüt bu hançer
kullanımı sebebiyle Sicarii olarak da bilinmektedir. Cinayeti işledikten sonra
kalabalık arasına karışıp, izlerini kaybettirmişlerdir. (Karlsson, 2005: 177)
Zealotlar aşırı milliyetçi ve Roma düşmanı olan bir örgüttü. Hedefleri arasında
Romalı askerler ve Roma ile işbirliği içinde olan Yahudiler gelmekteydi. Bazı
yazarlar Sicariilerin fakiri zengine karşı kışkırtan bir protesto aracı olduklarını öne
sürmüşlerdir. Romalı tarihçi Josephus ise Sicaarilerin milliyetçi duygularından
şüphelenip, şahsi menfaatlerin örgüt çatısı altında yürütülmeye çalışıldığını
söylemiştir. (Altuğ, 1995, 28)
Zealotlar M.S. 70 yılında Kudüs’ün yıkılmasıyla güç kaybederek kayalık üzerine
konuşlu bir kale olan Masada’ya çekilmişlerdir. Romalılar’ın uzun bir kuşatması
altında kalıp sonradan saldırıya geçmesi sonucunda, Romalılar’ın ellerine
geçmeden M.S. 73 yılında toplu olarak intihar etmişlerdir. (Karlsson, 2005: 177)
Suikastçı kelimesinin etimolojik kökeni 11’inci ve 12’nci yüzyıllarda güneydoğu
Asya’da İsmaili inancına mensup dini-politik grup olan ve Haşhaşiler olarak
adlandırılan örgütten gelmektedir. Zealotlardan yaklaşık bin sene sonra tarih
sahnesine Hasan Sabbah’ın kurduğu Haşhaşiler olarak bilinen örgüt çıkmıştır.
Hasan Sabbah Fatımiler devletinde yeni halife el-Mustali’yi desteklemeyip, onun
yerine ortadan gizemli bir şeklide kaybolan Nizar’ı desteklemiştir. Mısır’ı terk edip
İran’ın Elbruz Dağları üzerinde bulunan, günümüzde hala kurulduğu yer belli olan
Alamut Kalesine yerleşmiştir. Burada Şiiliğin İsmailiye koluna bağlı Nizari tarikatını
kurmuştur.
14
Eylemleri fedai eylemi şeklinde olmaktadır. Cennet yolunda şehit olmak adına
yapılan bu eylemler bölgedeki sünni inanca sahip devletlerdeki üst düzey
komutanlara ve yöneticilere yapılmaktaydı. Kendilerini gizleyerek yaptıkları ve
sonucu çoğunlukla ölüm ile biten eylemleri halk ve eylem tehdidi olabilecek
yönetim kadrosunda büyük bir tedirginlik yaratmıştır.1980’lardaki Beyrut’taki ABD
askerlerine, ABD elçilik binasına ve Fransız askeri birliğine bir yıl içinde yapılan
saldırılar modern terör tarihindeki Haşhaşi taktikleri olarak değerlendirilmiştir.
Kendini feda ederek yapılan bu eylem türleri hala günümüz terör taktiklerinden biri
olarak Irak, İsrail, Filistin ve Sri Lanka gibi ülkelerde uygulanmaktadır. (Anderson,
2009)
Hassan Sabbah’ın öğretileri doğrultusunda küçük fakat disiplinli ve tarikatına bağlı
eylemciler yetiştirmiştir. Bu eylemciler tam bir gizlilik içinde hareket etmişler,
yabancılar hatta Hristiyanlar gibi giyinerek kendilerini gizlemişlerdir. Daima hançer
kullanmışlardır. Hançer kullanımının sebebi etkili ve kesin sonuç alması değil
yaptıkları eylemin tamamen kutsal bir vazife olmasıdır. (Altuğ, 1995, 28-29)
Örgüt sünni inanca sahip Selçuklu ve Haçlı yönetim kadrosundaki yöneticilere
suikastler düzenlemişlerdir. Hatta İngilizce’de ve Fransızca’da da yer alan
suikastçi kelimesi assassin etimolojik olarak haşhaşi kelimesinden gelmektedir.
Örgüt veya tarikat hakkında pek çok ihtilaflı bilgiler vardır. Özellikle haşhaş
içerilerek Alamut Kalesi’nde yaratılan yapay cennette eylemcilerin yapacakları
suikastlere hazırlandıkları söylenmektedir. Eylemci veya kendileri tarafından
isimlendirilen
şekliyle
fedayun
eylemden
sonra
şehit
olacağından,
ölüm
sonrasında bu cennette daima kalacaktır. Eylemciler yönetim kadrosunun ileri
gelenlerine suikast yaptıklarından kaçma olasılığı olmadığı için ölüm muhakkaktır.
Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk örgütle mücadele etmiş hatta bu mücadelesini
bilimsel temellere dayandırmak adına kendi ismiyle anılan Nizamiye Medresesi’ni
kurdurmuştur. Burada sünni geleneğe dayalı eğitim verdirilerek Hassan Sabbah’ın
şii motifli örgütüne karşı halkı etkilemek amaç edinilmiştir.
15
Mistik öğelerin yoğun olarak bulunduğu Haşhaşiler, Alamut kalesinden başka
birkaç kalede daha varlığını sürdürmüşlerdir. Moğollar’ın, ele geçirilmez olarak
tanımlanan Alamut Kalesi’ni ele geçirmelerinin ardından örgüt son bulmuştur.
Hindistan’da din söylemli bir başka örgüt olan Thuglar uzun süre varlığını
sürdürmüşlerdir. İngilizce thug sözcüğü etimolojik olarak çeteci anlamına
gelmektedir. Bu sözcüğün bu anlama gelmesi, M.S. 600’lerin sonundan 1800’lerin
ortalarına kadar uzun bir süre Hindistan’da, Hindu inanışındaki terör ve yıkım
tanrıçası Kali’ye kırsal bölgelerdeki insanları veya yolcuları öldürerek kurban edip
ve
sonrasında
yağma
yapan
katil
ve
hırsızlardan
oluşan
örgütten
kaynaklanmaktadır. Bu örgütün hakimiyet sürdüğü uzun yıllar boyunca yarım ile bir
milyon insanı boğarak öldürdükleri tahmin edilmektedir. Öldürmenin boğma olarak
seçilmesi kendi dinsel inanışlarına özel bir durumdur. İngilizler’in Hindistan’da
konuşlu askerleri tarafından örgüt ortadan kaldırılmıştır. (Karlsson, 2005: 178)
Örgütün ortaya çıkış ve son buluş tarihleri ile öldürdükleri insan sayısı hakkında
araştırmacılar arasında farklı düşünceler vardır.
(Rapoport, 1984)’a göre Thugların ilk olarak ne zaman ortaya çıktıkları
bilinmemektedir. Tahmini olarak 7’inci yüzyılda ortaya çıktıkları düşünülmektedir.
Çoğu akademisyenin hemfikir olduğu örgütün dağılma tarihi ise 13’üncü yüz yıldır.
Yaklaşık altı yüz sene varlığını korumuş olan Thuglar, dünya da en uzun süre
varlığını korumuş terör örgütüdür.
Thugların öldürdükleri insan sayısı hakkında farklı rakamlar vardır. Bazı yazarlar
örgütün son üç yüzyılında bir milyon kişiyi öldürdüğünü öne sürmektedirler. Ancak
bu rakamın yarısı kadar kurbanları olduğunu söyleyenler de vardır. (Rapoport,
1984) ise doğrudan doğruya örgüt tarafından yapılan eylemlerde on bin kişinin
öldüğünü tahmin etmektedir. Thugların uzun süre varlığını korumuş olmaları bu
sayıların net olarak bilinmesini veya tahmin edilmesini güçlendirmektedir. Ayrıca
bu örgütün Hint ekonomisine de çok büyük zararı olmuştur. Ancak tüm bu
eylemlerine rağmen Thugların tüm toplumu tehdit eden bir ideolojileri yoktu. Terör
tanrıçası Kali uğruna eylemlerini yapıyorlardı, başka sistematik düşünce kalıpları
yoktu. (Rapoport, 1984)
16
1789 Fransız İhtilali’nin ardından özgürlük, eşitlik, adalet ve milliyetçilik kavramları
vurgulanmıştır. İhtilalin ardından Fransa’da monarşi yıkılmış ve bu ihtilal
Avrupa’daki diğer milletleri de etkilemiştir. İhtilalinin iki terör dönemi bulunmaktadır.
Her ihtilalin ardından ihtilali yapanların daha sonra ihtilal tarafından yutulduğu gibi
Fransa’da da bu durum ihtilal sonrasında Robespierre ve arkadaşların başına da
gelmiştir. İhtilal Meclisinin görevine son verilerek 31 Mayıs 1793-27 Temmuz 1794
tarihleri arasında Jakobenler görev başında bulunmuştur. Bu döneme terör dönemi
denmektedir. Bu dönemde birçok insan yargılanarak giyotine gönderilmiştir. Bu
dönem 1700’e yakın insanın giyotine gönderilmesinin ardından Robespierre’nin de
giyotine gönderilmesiyle son bulmuştur. (Thackard, 2005)
Fransız İhtilali’nin etkisiyle monarşi yönetimlerinin iktidarlarının sarsılmaya
başlaması,
Rusya’da kendisini göstermiştir. Çarlık rejiminin totoliter yapısına
muhalif olarak Narodnaya Volga adlı terör örgütü faaliyetlerini 1878 ocak ayından
1881 mart ayına kadar sürdürmüştür. Narodnaya Volga örgütü kendi kurduğu
ihtilal mahkemesinde Rus Çarı’nı gıyabında ölüme mahkum etmiştir. Çara karşı
suikastler tertiplemişlerdir. Hatta çarın seyahat ettiği treni dahi havaya uçurma
planları yapmışlardır. Tüm bu planlar 1881 Mart’ında tüm örgüt üyelerinin
tutuklanmasıyla sona ermiş gözükse de Çar İkinci Alexandır örgüt tarafından
öldürülmüştür. Tutuklanmalar sebebi ve çarın öldürülmesi örgütün sonunu
getirmiştir. (Altuğ, 1995: 32)
1800’lerin sonunda Fransız İhtilali’nin büyük etkisi ile milliyetçilik kavramı
Avrupa’daki devlet yapılanmasında bulunmayan milletler arasında yaygınlık
kazandı. Büyük bir coğrafyada hükümranlık süren Osmanlı İmparatorluğu’nun da
zayıflaması bu duyguları tetikledi.
Ermeni terörizmi 1890’larda başlamışsa da pek varlık gösterememiştir. Ancak
Ermeni terör hareketleri son bulmadı. Ermeni etnik terörizmi 1920-1922 yılları
arasında Nemesis Operasyonu adıyla 1915 yılında tehcir kararı alınmasında
katkıda bulunan devlet adamlarını hedef almıştır. Ermeni etnik terörizmi daha
yoğun olarak 1970’lerde ASALA terör örgütüyle devam edip son buldu. Yine
Makedonya’da
karışlıklar
içerisindeydi.
Makedonya
Makedonyalılarındır
parolasıyla yola çıkılarak Demian Gruev’in liderliğinde IMRO kuruldu. İdeoloji,
17
milliyetçilik ve terörizm kavramlarını birleştirerek hareket ettiler. O dönemde birçok
Osmanlı subayı ve askeri Makedonya kırsalında Makedon komitacılarla mücadele
etti. Nitekim Makedonya bağımsızlığını o dönem kazanamadı. Bağımsızlığını
ancak 1992 yılında kazabildi. (Altuğ, 1995: 34)
1880’ler ile Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde arasındaki dönem, birçok devlet
adamının öldürülmesiyle suikastler dönemi olarak adlandırılmaktadır. ABD’nin iki
başkanı Garfield ile Mc Kinley bu dönemde öldürülmüştür. Alman birliğini kan ve
kılıç ile kuran Şansölye Bismark ve Alman İmparatoruna suikastler yapılsa da
başarıya ulaşamamıştır.1894’te Fransa Cumhurbaşkanı Carnot, 1897’de İspanya
Başbakanı Antonia Camas, 1898’de Avusturya Kraliçesi Elizabeth ve İtalya Kralı
Umberto öldürülmüştür. Ancak bu suikastler belli bir örgüt ideolojisi altında
yapılmış değildir. Terör örgütüne üye olanların veya anarşistlerin gerçekleştirdikleri
münferit eylemlerdir. (Altuğ, 1995: 36)
Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine de bir terör eylemi sebep olmuştur. Bu
terör eylemi Sırbistan gezisi esnasında Avusturya-Macaristan Veliahtı Arşadük
Franz Ferdinand ile eşinin, 19 yaşındaki genç bir Sırp milliyetçisi tarafından
öldürülmeleridir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1920’lerde ve 1930’larda totaliter liderlerin
halkları üzerinde uyguladıkları baskı sonucunda devlet terörizmi ön plana
çıkmıştır. İtalya’da Mussolini, Almanya’da Adolf Hitler ve Sovyet Rusya’da Stalin’in
baskıcı tutumları devlet terörizmi olarak o dönemde oldukça yaygın şekilde
kullanılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası barışı korumak adına Milletler
Cemiyeti kurulmuştur. Bu cemiyetin terörizmle ilgili çalışmaları olmuştur.
Uluslararası kamuoyunun terörizm ile ilgili müştereken aldığı ilk kararlar olmuştur.
Marsilya’da Yugoslavya Kralı ile Fransız Dışişleri Bakanının öldürülmelerini
ardından
cemiyet
terörizm
üzerine
çalışmalarına
başlamıştır.
Terörizmin
engellenmesi ve cezalandırılmasına ilişkin sözleşme ile uluslararası ceza
mahkemesi
kuruluşuna
ilişkin
bu
sözleşmeler
yeterli
sayıda
ülkenin
imzalayamaması ve İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla bir sonuca ulaşamamıştır.
18
Terörizm ve terörist kelimeleri eski basımlı ansiklopedi ve sözlüklerde pek fazla
bulunmaz. Örneğin The Encylopedia Britannica’nın 1924 tarihli 14’üncü basımında
terörizm maddesini bulamayız. Terörizmin tarihini insanlık tarihiyle eş tutmamıza
rağmen terörizm kelimesi ansiklopedilere ve sözlüklere ancak İkinci Dünya Savaşı
öncesinde veya hemen akabinde yer almıştır. (Altuğ, 1995: 20)
İkinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalist güçlerin sahip oldukları
sömürgelerinde bağımsızlık isteyen halk ile mücadeleleri esnasında bir başka terör
dalgası yayılmıştır. Asya ve Afrika’da 1950’lerde ve 1960’larda süren bu dalga
sömürge topraklarında yaşayan halkların bağımsızlıklarını kazanmasıyla son
bulmuştur.
Modern terörizm devri Filistinli militanların 1972 Münih Olimpiyat Oyunları
sırasında İsrail Olimpik Köyüne yaptıkları saldırıyla başlar. (Bjorgo, 2005: 57)
1970’lerde ve 1980’lerde terör eylemleri ulusalcı-ayrılıkçı ve sosyal-devrimci terör
örgütleri tarafından dünya kamuoyunun dikkatini üzerlerine çekmek amacıyla
yapılmıştır. Ancak ilerleyen yıllarda dini söylemli terör örgütleri terör sahnesine
çıktıklarında dünya kamuoyunun dikkatini çekmek gibi bir amaçlarının olmadıkları
görüldü. Onlar yaptıkları eylemleri kendi söylemleriyle tanrı için yaptıkları ve de
tanrı her şeyi bildiği için kendileri için yapmışlardır. (Bjorgo, 2005: 57)
1979’daki İran’daki rejim değişikliği, yine aynı yıl Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı
işgali ile İslami söylemli terörizm sahneye çıkmaya başlamıştır.
1990’dan sonra çift kutuplu dünyadan Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla yeni bir
döneme girilmiştir. ABD ve İsrail karşıtı İslami söylemli örgütler ile etnik-ayrılıkçı
terör örgütleri yoğun şekilde eylemlerine devam etmişlerdir. Kolombiya’da,
Türkiye’de, Filistin’de, irili ufaklı birçok Asya ve Afrika ülkelerinde çatışmalar
başlamıştır.
Milenyum çağının başında El-Kaide örgütünün ABD’deki ikiz kulelere 11 Eylül
2001’de saldırı düzenlemesiyle ise dünya küresel terörizm ile tanışmıştır. 2000’li
yıllarda sadece ABD değil Türkiye, İspanya, Afganistan, Pakistan, Malezya gibi
19
çeşitli ülkelerde eylemlerine devam örgüt ile mücadelede uluslararası güçler
oluşturulmuştur.
Sürekli kendini yenileyen, her döneme yeni ve farklı bir biçimde uyum sağlamayı
başaran terörizm, bilgisayar ve uzay teknolojilerinden istifade edilerek yapılan
eylemler ile siber terörizm kavramının literatüre girmesini sağlamıştır.
2.4 Terörizmin Özellikleri
Terör ve terörizm kavramları üzerinde uluslararası ortak bir tanım olmadığından
terörizmin de özellikleri üzerinde de ortak bir görüş birliğine varılması şimdilik söz
konusu değildir.
Terörizmin tanımlanmasında ortak paydada buluşulamasa da genel geçer kabul
edilen belli başlı özellikler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi terörizmin siyasi
oluşudur. Siyasi bir çerçeveden bakılıp terörizmi incelersek, terör eylemlerinin
klasik suçlardan bu yönüyle ayrıldığını görürüz.
Banka soygunları yapan ve fidye isteyen kişiler bu eylemleri siyasi saik gütmeden
yapması halinde en temel ifadeyle hırsız olarak değerlendirilir. Ancak yapılan
eylemler bir dava uğruna veya siyasi bir amaç güderek yapılıyorsa terörizm
kapsamında değerlendirilir.
Birçok terörist grup özellikle yabancıları rehin alıp, yüklü miktarda fidye
karşılığında rehineleri serbest bırakma taktiğini uygulamaktadır. Bu terörün
doğasında vardır. (Wilkinson, 2011: 19) Hal bu ki fidye istemek veya banka
soymak sıradan ceza hukuku kapsamında değerlendirilecek suçlar iken, elde
edilen paranın siyasi dava uğruna kullanılması, özünde hırsızlık olan suçun,
teröristler tarafından çok masumane olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır.
Terörizmin bir başka özelliği şiddete ve kuvvet kullanmaya başvurmasıdır. Terör
kelimesinin anlam olarak kapsadığı bu iki kavram da siyasi bir amaç uğruna
şiddete başvurulma olarak değerlendirilmelidir. Şahsilikten uzak, objektif hedeflere
yönelik kullanılan veya kullanılacağı yönünde tehdit edilen bu tür şiddet eylemleri
terörizmin bir başka özelliğidir.
20
Şiddet kullanan gruplar kendisini pek çok farklı sıfatlarla tanımlamışlardır.
Özgürlük savaşçısı, devrimci, isyancı, direniş savaşçısı veya ulusal kurtuluş
savaşçısı bunlardan birkaçıdır. İsimleri ne olursa olsun bu kişiler büyük bir
motivasyon içerisinde kendilerini davalarına adamışlardır. Mücadele eden bir
gruba özgürlük savaşçısı veya direnişçi demek o gruba mensup kimseler üzerinde
olumlu etkilere sebep olmaktadır. (Lutz ve Lutz, 2008: 7)
Bu kapsamda şiddeti uygulayan veya kuvvet kullanan herkes terörist olarak
değerlendirilemez. İşleyeceği suç için önceden siyasi olarak motive edilen,
kendisini mücadelesinde ve bu mücadele için meşru olmayan kuvvet kullanmayı
haklı bulan kimseler terörist olarak değerlendirilmelidir. Bir intihar bombacısı tipik
bir terörist iken, kendi bakış açısından mücadelesi için yaşamını bile feda
edebilen, davasının haklılığına sımsıkı bağlı biridir.
Terörizmin bir başka özelliği, siyasi saikler ile şiddet kullanılıp ve bu siyasi şiddetin
belirli bir kesime veya tam tersi tesadüf hedefler üzerinde uygulanmasıdır. ASALA
terör örgütünün Türkiye’nin yurtdışındaki diplomatlarını hedef alması belirli bir
hedef kitlesinin olduğunu göstermektedir. PKK’nın ise yaptığı eylemlerde belli bir
kesime hitap etmeden hedef seçmesi de tesadüfen seçilen hedeflerdir. PKK terör
örgütü güvenlik güçlerini yoğun olarak hedef alsa da geçmişte öğretmenleri,
günümüzde sivil halkı katletmesi PKK terör örgütünün sembolik hedefler
seçmediğini gösterir.
Terörizmin bir başka özelliği de terör örgütlerinde bulunan veya terör eylemlerine
katılan kişilerin, hiçbir zaman terörist sözcüğünü kendilerine yakıştıramamasıdır.
Kendilerini terörist olarak kesinlikle nitelendirmezler, bunun yerine daha romantik
ve davalarına sadık isimler seçerler.
Dünyanın neresinde olursa, hangi tür ve tip terör örgütünde bulunursa bulunsun
hiçbir kimse kendisini terörist olarak tanımlamaz. Her daim sözde halkları, bağlı
bulunduğu dini cemaati veya temsil ettiğini düşündüğü azınlık grup uğruna
mücadele edenler kendilerine cihatçı, gerilla, özgürlük savaşçısı, asi gibi isimleri
seçerler.
21
Büyük medya kuruluşlarının, politikacıların ve diğer kimselerin terörizmi, politik
terörizmle aynı anlama gelecek şekilde kullanmaları çok gereksiz bir anlam
karmaşasına sebep olmaktadır. Terörizmi kullananlar tarafından terörizm kelimesi
sanki yasaklanmış gibi kullanmaktan çekinilmektedir. Terörizm yerine ne için
savaştığının üstüne vurgu yapa yapa özgürlük savaşçısı, kutsal savaşçılar veya
devrimciler gibi kendilerine adlar bulmaktadırlar. (Wilkinson, 2011: 4)
Terörizmin bir başka özelliği sürekli değişime uğramasıdır. Sürekli kendini
yenileyen bir yapıya sahiptir. Özellikle bu değişimi terörizmin taktik ve tekniğinde
görmekteyiz. İlk terör örgütleri eylemlerini hançerlerle yaparken bugün ellerinde
çok ağır silah olan terör örgütleri vardır.
Terörizmin bir başka özelliği terörist grupların birbirinden farklı özelliklere sahip
olmasıdır. Terör örgütleri aynı tür terör eylemlerine ve siyasi görüşlere sahip
olsalar da içinden çıktığı ve destek gördüğü gruba göre şekil alır. Ayrıca tarih
boyunca da sürekli bir değişim halinde olmuştur. İlk terör örgütleri yerel düzeyde
eylem yapmaktayken, günümüz terör örgütleri küresel düzeyde mücadele
etmektedirler. (Richardson, 2006: 2)
Terörizmin bir ülkede bulunması o ülkenin fakir veya zengin olmasıyla ilgisi
olmadığıyla beraber o ülke yönetiminin otoriter veya demokratik olup olmamasıyla
da alakalı değildir. (Bjorgo, 2005: 2) 11 Eylül saldırısı dünyanın süper gücü olarak
nitelenen ABD’ye karşı işlenmişken, dünyanın en yoksul ve geri kalmış
ülkelerinden biri olan Afganistan’da da terör eylemleri olmuş ve olacaktır.
Psikologların uzun süredir üzerinde tartıştığı bir konuda bireysel düzeyde
teröristlerin
sahip
oldukları
ortak
kişisel
özelliklerinin
olmadığıdır.
(Richardson,2006:3) Çok çeşitli tipte terör örgütleri olduğu için ortak bir terörist
özelliği bulmak oldukça zordur. Kimi teröristler şehir içi mücadele ederek IRA
örneğinde olduğu gibi günlük yaşamına devam edip, eylem zamanı terörist
kimliğine geri dönerken, PKK gibi terör örgütüne mensup teröristler daha çık
kırsalda bulunmaktadır.
22
Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Japonya’dan Türkiye’ye kadar geniş bir coğrafyada
ve bu coğrafyalar üzerinde bulunan yaklaşık üç yüz elli örgüt üzerinde araştırma
yapan uzmanlara göre yakalanan teröristlerin üçte ikisi kendi mahalli ekonomik
gelire göre orta veya yüksek gelire sahip ailelerden gelmektedir. (Russell ve Miller:
1978: 54 den aktaran Bjorgo, 2005: 34)
Akademik araştırmaların genel bulgularının aksine genel olarak terörist profili
çizildiğinde bu kişilerin yoksul, eğitimsiz ve genç oldukları görülür. Bu tip insanlar
yapacakları eylemlerle kendilerini ebedileştirmek isterler. Ayrıca topluma üzerinde
yanlış kanı bırakarak toplumu yanlış yönlendirirler. (Bjorgo, 2005: 33)
Esasında yoksul kesimde yaşayan kimseler terörist olmaya daha yatkındır veya
İslam dini diğer semavi dinlere göre daha çok terörist barındıran dindir demek
yapılacak büyük bir hatadır. Bjorgo’nun yukarıdaki her iki görüşü de birbirinin tam
aksi istikametindedir. Terör örgütlerine üye olan kişilerin terörist olmadan önce
yaşadıkları ailenin, toplumun sosyo-ekonomik, siyasi, dini ve kültürel yapılarını
incelemek gerekmektedir. Ahlaklı olmayı adeta kültürleriyle bir tutan Japonya’da
Tokyo metrosuna sarin gazı atılması ne kadar ahlaklı ise, öldürmeyi yasaklayan
İslam dini adına insan öldüren IŞİD de o kadar Müslüman’dır. Ortak bir terörist
kimliği ve profili üzerinde uzlaşılamaz. Kültürel, siyasi, dini ve daha birçok farklı
kriteri içinde barındıran ortak bir terörist profilinin bulunması, birbirinden farklı olan
terör örgütlerinin varlığı ile zaten imkansız hale gelmektedir.
Avrupalı ve Japon teröristlerin eğitim düzeylerinin yüksek oldukları, Latin Amerika
hariç
gelişmekte
olan
ülkelerdeki
teröristlerin
bulundukları
toplumun
alt
tabakasında bulundukları, Arap teröristlerin ise oldukça fakir ailelere mensup
oldukları ve çoğunun evsiz mülteci oldukları tespit edilmiştir. (Bjorgo, 2005: 35)
Bu örnekte de gördüğümüz gibi farklı coğrafyalarda bulunan teröristlerin eğitim
düzeylerinin bile ne kadar farklı olduğunu görmekteyiz. Bu kapsamda yine ortak bir
terörist profili çizmenin zorluğu görülmektedir.
23
2.5 Terörizmin Amaçları
Terörizmin nedenlerinde olduğu gibi amaçlarında da hem fikir olunan kriterler
yoktur. Pek çok girdinin terörizmin amaçlarını oluşturduğu söylenmektedir.
Toplumu süreklilik arz eden korku ortamında bırakarak korkuya maruz kalan
kitleleri sindirmek baskı altında tutmak, örgütün mücadelesini kitlelere de meşru
olarak göstermek ve bu örgütün kendince meşru mücadelesini kitlelere empoze
ederek kabul ettirmek terörizmin en başat amacıdır. (TBB, 2006: 179)
Tacar’ın Terör ve Demokrasi kitabında terörizmin amaçları hakkında uzun bir
listeleme yapmıştır. Halkı korkutmak, baskıcı yöntemler uygulanması için bilinçli
kışkırtmak, kamuoyunu etkilemek, siyasal rejimi değiştirmek gibi bir sürü amaç
sayılmıştır. (Tacar, 1999: 47) Esasında tüm bu uzun uzadıya sayılan amaçlar nihai
amaca erişmek için kullanılan araçlardır. O nihai amaç ise terör örgütünün
kendisini kabul ettirmesidir.
Teröristler çoğunlukla tehdit, şantaj veya korkutmak ile yetinmez. Onların
doğasında zarar verme ve öldürme vardır. Terör eylemleri sonrasında yakalanan
teröristin amacı yargılama sonucunda daha az ceza almak değil örgüt
propagandası yapmaktır. (Tacar, 1999: 44-45)
Halk içerisindeki huzursuzluk, kitle psikoloji dediğimiz durumu harekete geçirir.
Önceleri terör saldırılarına çok tepki verilirken zamanla halkın içine düştüğü
buhran sonucunda, halk zamanla terörle yaşamaya alışır ve terör örgütünün
sindirme politikası başarıya ulaşmış olur. Halk terörün bitmesi için terör örgütünün
ileri sürdüğü davalarının meşruluğunu dahi kabul eder hale gelir. Bu da terör
örgütlerinin mücadelesi sonucunda başarıya ulaşmalarını sağlar.
2.6 Terörizmin Sebepleri
Terörün ve terörizmin sebeplerini araştırmak, kanserin sebeplerini araştırmaya
benzer. Tek bir sebep üzerine bağlı kalınmayıp, her bir tür için farklı tedavi yolları
aramak gerekir. Tedavi için belirlenecek ilaç, kanser yapısı kadar karmaşık olabilir.
Bu sebeple terörizmle mücadele edilirken, mücadele sahaları ve yöntemleri
24
üzerinde ayrıntılı çalışılması gerekmektedir. Her şeyden önce tıpkı kanser
tedavisindeki gibi ilk başvurulacak olan yöntem, kanserin yani terörün dağılmasını
ve büyümesini engellemektir. (Richardson, 2006: 2)
(Altuğ, 1995: 100)’ e göre terörün üç sebebi vardır. Bu nedenleri şöyle
sıralayabiliriz:
- Birçok devlet terörizmi diğer devletlerle olan münasebetlerinde kullanmaktadır.
Kendi apaçık belli etmekten ziyade hasım devlete karşı terör örgütlerini bir maşa
olarak kullanmaktadır. Bu da terörün var olmaya devam etmesinin sebebidir.
- Ülkeler, başka ülkelerle mücadele etmekte olan terör örgütleriyle kendi
menfaatleri çatışmıyorsa mücadele etmek istemezler. Fransa’nın Türkiye’nin
ASALA terör örgütü ile mücadelesinde ülkesi içinde barınan teröristlere karşı pasif
konumda kalması bu konudaki çok iyi bir örnektir.
- Terörizmin üçüncü nedeni ise azınlıkların taleplerini demokratik ve hukuki
olmayan yoldan talep etmeleridir. Bu pek çok farklı konuda olabilir. Örneğin
ABD’nin Florida eyaletinin Pensacol şehrinde büyümüş olan Matthew Goldsby ve
James Simmons yirmi bir yaşında olup işçilerdir. Bu iki arkadaş, birinin nişanlısı ve
diğerinin eşiyle birlikte Noel günü bir kürtaj kliniğini havaya uçurmuşlardır. Çok
dindar olan bu kişiler yakalandıktan sonraki polise verdikleri ilk ifadelerinde ‘’
Doğum
gününde
Hazreti
İsa’ya
bu
Noel
hediyesini
takdim
ettiklerini’’
söylemişlerdir. Yine 1985 yılbaşında Washington’da da bir kürtaj kliniği havaya
uçurulmuştur. Bu o dönem üç yıl içinde havaya uçurulan otuzuncu, son bir yıldaki
on ikinci kürtaj kliniği olmuştur. 1973’ten beri kürtaja karşı yapılan bu eylemlerde
terörizm kapsamına girmektedir. (Altuğ, 1995: 101)
Her ne kadar yeni milliyetçi hareketler için, terörizmin birincil silah olarak
kullanılması tek başına işe yaramayacaksa da Afrika’da, Asya’da ve Orta Doğu’da
terörizm kaynakları hızla yükselmektedir. (Wilkinson, 2011: 25)
Bu coğrafyalarda yükselen terörü anlamak ve gerekli tedbirleri almak için neden
terörizm bu bölgelerde çoğalıyor sorusuna cevap aramak gerekmektedir.
25
Terörizmin bir ülkede bulunması o ülkenin fakir veya zengin olmasıyla ilgisi
olmadığıyla beraber o ülke yönetiminin otoriter veya demokratik olup olmamasıyla
da alakalı değildir. (Bjorgo, 2005: 2) Birçok siyasetçi ve uzmanlar terörizmin
nedenleri arasında yoksulluk ve sefaleti ana etken olarak değerlendirmektedirler.
BM Genel Sekreterinden, ABD eski başkan yardımcısı Al Gore’a kadar birçok
siyasetçi ve üst düzey bürokratlar bu konu üzerinden terörün patlak verdiğini
düşünmektedirler. Oysa yoksulluk ve sefalet terörün yükselmesinde bir etmen olsa
da tek başına terörün çıkışının sebebi olamaz.
Terörizmin gelişmişlik seviyesiyle ilgili de genel bir tanım yapılamaz. Çünkü terör
tipleri arasındaki farklılık, gelişmişlik seviyesiyle doğru orantı kurmaya yarayan bir
etmen değildir.
Örnek vermek gerekirse gelişmişlik seviyesiyle ideolojik terörizmin seviyesi
arasında kuvvetli bir bağlantı var iken gelişmişlik seviyesiyle ayrılıkçı terörizm
arasında herhangi sistematik herhangi bir ilişki yoktur. (Bjorgo, 2005: 4)
Almanya’daki ‘’Beader-Meinhof’’ çetesi birçok sefer banka soygunlarından sonra
terk
ettikleri
otomobillerin
içine
Marighella’ın
kitabından
nüshalar
bırakmışlardır.1975’te Batı Berlin’de soydukları bir bankanın korkudan şaşırmış
müşterilerine ‘’zenci öpücüğü’’ denilen çikolata kaplı pasta dağıtmışlardı. Çok kez
birkaç dakika önce ölümle tehdit ettikleri banka memurlarına soygundan sonra
yemeleri için çikolata kutuları bırakırlardı. (Altuğ, 1995: 89- 90) Bu terörün hangi
nedeniyle açıklanabilir. Kendilerini romantik asi veya isyankar olarak gösterip,
etkiledikleri kitlelerin bilinç altlarına tehlikeli bir örgüt olmadıklarının ve davalarında
meşru mücadele içinde olduklarının mesajını vermektedirler.
Verilere göre yoksulluk ile terörizm arasındaki korelasyon yoksulluk ile adaletsizlik
arasındaki korelasyona göre daha düşüktür. (Bjorgo, 2005: 13) Nitekim
Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşanan isyanları, meşru bir
yönetime karşı bir başkaldırı olarak nitelendirirsek, isyancıları da Osmanlı yönetimi
gözünden terörist olarak değerlendirmek gerekir. O zaman halk yoksulluk içinde
olsa bile isyan etmemiş, çoğu isyan vergilendirmedeki ağır şartlar değil adaletsizlik
yüzünden ortaya çıkmıştır. Vergi memurlarının, idareden habersiz uygulamaları
sonucunda ortaya çıkan adaletsizliğe karşı başkaldırı olmuştur. Bu sebeple ciddi
26
bir terörizm araştırması insanların terör örgütlerine katılma sebeplerini anlamaya
çalışmakla başlamalıdır. (Bjorgo, 2005: 27)
Bireysel ve toplumsal seviyedeki araştırmalara göre uluslararası terör eylemlerinin
sebebinin yoksulluktan kaynaklandığına dair bir bulguya rastlanılmamıştır.
Uluslararası terör eylemlerine katılan teröristler daha çok orta ve üst sınıf gelir
seviyesine sahip ailelere mensuptur. Ayrıca yerel ölçekte mücadele eden terör
örgütlerinde de karar vericiler dışındaki eyleme katılan insanların düşük eğitim
seviyesine ve düşük ekonomik gelire sahip oldukları ve niteliksiz oldukları
gözlenmiştir. Bu tip teröristler ile orta veya üst düzey ekonomik gelire sahip ve iyi
eğitim almış teröristler ile kıyaslama yapılmaz, birbirlerinin ikamesi olarak
görülemez. (Bjorgo, 2005: 42)
11 Eylül saldırısını yapan teröristlerin hepsi iyi eğitim almış ve ailelerin ekonomik
durumu iyi olan kişilerdir. Nijerya’nın kuzeyinde ortaya çıkan Boko Haram terör
örgütüne bölge halkının ekonomik seviyesi iyi olanların ve bölgenin ileri gelenlerin
çocukları da katılmıştır. Bu sebeple Nijerya’nın kuzey bölgesinin yoksulluğu ve
geri kalmışlığı örgüte katılımın ana sebebi değildir. Bu durumların hala
düzeltilmemesi ve ülke gelirinden eşit derecede yararlanılamaması örgüte
katılımın geniş bir yelpazeden olmasını sağlamıştır.
Terör örgütleri çok çeşitli tiplerde olmasının sebebi insanların her zaman
hükümete, devlete, rejimlere olan muhalif düşünceleridir. Kimse yönetildiği
sistemden tam olarak memnun kalmaz. Terör örgüt tiplerindeki bu farlılık da
terörün farklı sebepler ile ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Etnik ayrılıkçılara
örnek vermek gerekirse İspanya ve Fransa’ya karşı mücadele eden ETA verilebilir.
İdeolojik gruplara 1970’ler ve 1980ler boyunca İtalyan hükümetinin politikalarına
muhalefet eden Kızıl Tugayları örnek verebiliriz. Dini politik örgütlere İsrail ile
mücadele eden HAMAS ile FKÖ’yü örnek verebiliriz. Hayvan hakları konusunda
hükümetlerin politikalarını eleştiren ALF’yi verebiliriz. (Wilkinson, 2011: 7)
Terörün nedenleri (Altuğ, 1995: 100)’ un da tasniflediği gibi örgüt bazında üç ana
kola ayrılabilirken, bireysel ölçekte terörün nedenleri çok çeşitlidir. Makro düzeyde
terörizmin nedenleri; bir devletin hasım devlete karşı mücadelesinde terör
27
örgütlerinin bir maşa olarak kullanılması, kendi taleplerinin demokratik yollardan
gerçekleşemeyeceği aşikar olup bunu şiddete başvurarak çözüm aranması ile
kendisini doğrudan ilgilendirmeyen konularda terör örgütlerine göz yuman
devletlerdir.
Mikro düzeyde ise bir insanın ruhsal durumunun çeşitliliğine göre binlerce nedeni
olabilir. Filistin-İsrail çekişmesinde daha kendisi doğmadan ailesinin göç etmesinin
intikamı olarak terörist faaliyetlere girişenler, devletin uyguladığı baskıcı rejime
kızıp terör örgütlerine katılanlar, dini duyguları istismar edilerek dini söylemli
örgütlere katılan gençleri ve daha pek çok örneği sıralayabiliriz.
2.7 Terörizmin Unsurları
Terörizm unsurlarının incelenmesi uluslararası ve ulusal mevzuata göre işlenen
suçun terör suçu olup olmadığı ile ilgili değerlendirmede önem arz etmektedir. Bu
unsurları ihtiva eden bir suç terör suçu olarak değerlendirilip, failler hakkında
uygulanacak cezai müeyyideler terör suçu kapsamında değerlendirilecektir.
Terörizm unsurlarının bilinmesi ideolojisiz, kendiliğinden gelişen, örgüt yönetimine
sahip olmayan veya gayri ihtiyari toplanan kişiler tarafından işlenen suçların terör
suçu olarak nitelendirilmemesine yardımcı olacaktır. (TBB, 2006: 205)
12.04.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda terör tanımlanırken
terörizmin unsurlarını da bulmaktayız. Belli bir amaç için bir araya gelme, bir örgüt
çatısı altında bulunma ve bir eylemde bulunma hususlarını görebiliriz. Yani
terörizmin unsurları olarak ideoloji unsuru, örgüt unsuru, şiddet unsurunu
sayabiliriz.
2.7.1 İdeoloji unsuru
İdeoloji siyasal bilimlerin toplandığı önemli odak noktalarından biri olmuştur.
İdeoloji salt bir düşünürün kaleme aldığı sistematik düşünceler kümesi değildir.
İdeoloji kitle toplumunun oluşmasıyla önem kazanan inançlar sistemidir. Kitlelere
hakim olan düşünceler sistemini sadece bir kişinin düşüncelerine ve eserlerine mal
28
etmek hata olur. İdeoloji bu kapsamda idare edilenler arasında yaygınlaşmış ve
kabul görmüş, ancak sınırları belli fikir kümeleridir. (Mardin, 2015: 16)
İdeolojiyi (Mardin, 2015: 16)’ in de belirttiği gibi bir düşünürün fikirlerinden
hareketle o düşünüre mal etmek yanlıştır. Örneğin Komünist Manifesto’yu yazan
Karl Marx’ın düşünceleri temel alınarak komünizm oluşmuştur. Ancak bu ideoloji
doğrultusunda bulunan devletler birbirinden farklı tiplerdedir. Enver Hoca
zamanındaki Arnavutluk, Fidel Castro’nun Küba’sı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği ve Mao’nun Çin’i temelde aynı ideolojiden yararlansalar da Karl Marx’ın bir
birey olarak iskeletini oluşturduğu komünizmi farklı yorumlamışlardır.
Terör örgütleri de bir ideolojiye veya sınırları belirli bir alanla sınırlı düşünce
sistemlerine sahip olmalıdırlar. Eğer her hangi bir akıma veya düşünce biçimine
sahip olunmazsa bir terör örgütü olarak değil, tesadüfen bir araya gelmiş bir yığın
insan topluluğu olarak kalırlar. Benimsenen ortak düşünce tarzı ister etnik ayrılıkçı
olsun, ister dini motifli olsun, isterse herhangi farklı bir sebep için bir araya gelsin
tüm üyelerin müşterek olarak üzerlerinde hemfikir oldukları konu ile ilgili olmak
zorundadır.
İdeoloji, terörizmin olmazsa olmaz unsurlardan birisi olmakla birlikte, bu ideolojinin
şiddet unsurları üzerine
kurulu
olması gerekir.
Örneğin
hayvan
hakları
savunucuları, hayvanların yaşama, barınma, tedavi gibi hakları olduklarını
vurgulayarak bir platform hazırlasalar da terörizm olarak değerlendirilemez. Çünkü
ideolojilerinin üstüne inşa edecekleri eylemlerinde şiddet unsuru yoktur. Sivil
toplum kuruluşları, dernekler, sendikalar ortak bir düşünce çevresinde bir araya
gelen insan topluluklarından teşekkül edilir. Bu topluluklar şiddet unsurlarını ihtiva
etmeden,
demokratik
yollardan
mücadelesini
sürdürdükleri
için
terörizm
kapsamında değerlendirilemez.
Bu sebeple terörizm tabanında bulunan ideolojik akımların mutlak suretle
ideolojilerini şiddet, antidemokratik ve hukuksuz kuvvet kullanma üzerine inşa
etmeli gerekmektedir.
29
2.7.2 Örgüt unsuru
Terörizmin diğer unsuru olan örgüt unsuru demokratik yapılanmalarda da
bulunmaktadır. Ancak bu örgütsel modeli, diğer yönetim ve organizasyon
modellerinden ayıran iki öğe bulunmaktadır. Bunlardan ilki yine örgütsel
yapılanmanın şiddet öğelerini içermesidir. Diğeri ise örgütlenmenin gizli olmasıdır.
Terörizmde örgüt unsurunu belirli bir düşünce sistemi veya ideoloji çevresinde
toplanmış ve bu ideolojilerini gerçekleştirmek için şiddete başvuran topluluk olarak
değerlendirmek gerekir.
Terör
örgütü
içinde
bulunmak
veya
üye
olmak
suç
istinadı
olarak
değerlendirildiğinden örgütün bekasını sağlamak için örgütlenme gizli olarak
yapılmaktadır. Çünkü bir araya gelmenin temelinde demokratik olmayan yolları
kullanarak hükümetlerden veya çeşitli kuruluşlardan bir şey talep edilmektedir. Bu
talebin
gerçekleşmesi
için
şiddet
unsuru
devreye
gireceği
için
örgüt,
organizasyonunu ifşa etmeden sonuca ulaşmak istemektedir.
Hasan Sabbah’ın kurduğu Haşhaşiler gizli örgütlenmeleri sayesinde halk içinde ve
hasımlarının yönetim kademesinde büyük korkuya sebep olmuştur. Sultanın
odasına kadar girip yastığının altına hançer koyacak kadar Selçuklular’ın sarayına
girebilmişlerdir. Bu yüzden kimse aleni olarak Haşhaşiler hakkında yorum
yapamıyor, eleştiride bulunamıyordu.
Günümüzde terör örgütleri yapılanmasını yasal ve yasal olmayan yollardan
yapabilmektedir.
Yasal
görünümlü
yapılanmalar
örgüt
propagandasını
yapabilecek, örgüt düşüncelerini yayabilecek biçimde sivil toplum kuruluşları, yayın
evleri ve kültür merkezleri şeklinde oluşturulmaktadır. Terör örgütlerinin medya ile
ilgili birimler kurdukları bilinmektedir. Bunlar örgütün eylemlerini medyada
gündemde tutarak örgütün her daim göz önünde olmasını sağlamaktadır.
Yasal olmayan terör örgütlenmeleri ise daha çok şiddet kullanan örgütlerin sözde
askeri kanat bölümleridir. Bunların örgütlenmesi gizliliğe dayalıdır. Hatta çoğu
30
zaman örgüte ihanet ettikleri gerekçesiyle örgüt içi infazlar yapılmaktadır. Gizlilik
en önemli hususlardan bir tanesidir.
Yasal mevzuatımız açısından baktığımızda Türk Ceza Kanununda örgüt ile ilgili
tanımları görebiliriz. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu madde 220 /1.maddesi örgüt
olabilmenin şartını açıklamıştır. Kanun maddesinde, suç işlemek için örgüt
kurmayı; kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya
yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç
bakımından katalog suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır, şeklinde açıklamıştır. Ancak örgütün varlığı
için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir şeklinde düzenlemiştir.
(http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5237.pdf)
Yasalarımıza göre örgüt olabilmenin sayısal koşulu en az üç kişi olmaktır. Bu
kapsamda tek kişilik veya iki üyeye sahip oluşumlar örgüt olarak nitelendirilemez.
Terör örgütlerindeki şüphesiz en önemli şahıs örgüt lideridir. Nitekim örgütteki
lidersizlik, örgütün dağılmasına bile sebep olmaktadır. PKK’nın 1999’da ele
geçirilen sözde liderinden sonra örgüt dağılma aşamasına gelmiştir. Terör örgütleri
örgüt liderinin düşüncelerine göre hareket etmektedir. Bu da lider kadrosunun
önemini gözler önüne sermektedir.
2.7.3 Şiddet unsuru
Terörizmin son unsuru şiddet unsurudur. Tarihte halinden memnun olmayan ve
bunu meşru yollardan elde edemeyen toplumlar ve topluluklar nihai hedeflerine
ulaşmak için her daim terörü kullanmışlardır.
Şiddetin bir organizasyonda olması onu diğer toplum kuruluşlarından ayıran
başlıca etmendir. Hiyerarşik bir yapılanmada olan ve belli bir düşünce sarmalı
etrafında toplanan grupları terör örgütlerinden ayıran başat faktör şiddet
unsurudur. Greenpeace adlı çevreci bir örgütü inceleyecek olursak, örgüt
yapılanması içerisinde bulunmaktadırlar. Ayrıca çevre hakları ve duyarlılığı
etrafında toplanmış gönüllülerden oluşmasına karşın, yaptıkları eylemlerin
şiddetten uzak oluşu Greenpeace’i terörizm kapsamında değerlendirmemize engel
31
olur. Keza yaptıkları farklı eylemlerle dünyada adından sıkça söz edilen FEMEN
grubu, kadın hakları konusunda örgütlenmelerine ve çarpıcı eylemlere imza
atmalarına karşı şiddet unsurunun yokluğu, bu grubu da terörizm çerçevesi dışına
taşımaktadır.
Terör örgütlerinin şiddet unsurunu kullanmaları da bilinçli bir şekilde yapılmalıdır.
Eylemin örgüt tarafından bilerek ve istenerek planlanıp uygulanması gerekir.
Örneğin örgüt mensubu bir kişinin istemeyerek ve örgütün bilgisi dışında karıştığı
bir trafik kazasını terörizm içerisinde değerlendiremeyiz.
Terör örgütlerinin şiddet unsurunu ihtiva eden eylemleri genellikle benimsedikleri
ideolojiyle paralellik görmektedir. Örnek olarak batı tipi eğitime karşı olan Boko
Haram’ın okullara saldırması, ABD’yi şeytan olarak gören El-Kaide’nin ABD’nin
askeri üslerine ve diplomatik kuruluşlarına saldırması verilebilir.
Şiddet içeriği sadece insan öldürme ile sınırlı kalmamalıdır. Örnek olarak
teröristleri cezaevlerinde isyan çıkarmalarını, açlık grevlerini, tepki çekmek için
teröristlerin kendilerini yakması, başka ülkelerin de dikkatini çekmek için turistleri
kaçırmalar, şiddetli sokak gösterileri verilebilir.
2.8 Terörizmin Türleri
Terör ve terörizmin tanımında, terörizmin özelliklerinde ve amaçlarında ortak bir
görüş yoktur. Bunun başlıca sebebi her devletin terörü kendi penceresinden
bakarak değerlendirmesidir. Bu sebeple terörle mücadelede de farklı yaklaşımlar
orta çıkmaktadır.
Terörizmi irdeleyerek türlerini tespit etmek, terörizmle mücadele yollarının da farklı
olmasını beraberinde getirmektedir. Terörizmle mücadele başarı kazanılmış tek bir
yöntem olmadığı gibi örnek bir şablon da yoktur. Bu sebeple terörizmin türlerini
irdelersek mücadele edilen terör örgütünün hangi tür terör örgütü olduğunu bilinçli
bir şekilde kavranıp, bilimsel mücadele yöntemleri uygulanırsa başarı kazanma
parametresi yükselecektir.
32
Terörizm türleri ile ilgili literatürde çok çeşitli tasnifler yapılmıştır. Türkiye Barolar
Birliğinin Türkiye ve Terörizm raporunda terörizm türlerini üçe ayırmıştır.
- Terörizmin amaçlarına, hedeflerine, motivasyonuna, uygulayıcılarına, uygulama
yerlerine uygulama şekillerine göre
- Terör örgütlerinin ideolojilerine göre
- Terörizmin aşamalarına göre sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. (TBB, 2006: 221233)
Terörizmi türlerine göre sınıflandırmak birçok değişik şekilde olabilir. Bu
değişikliklerin kökeni değerlendirici veya tasniflendiricinin terörizme bakış açısıyla
ilgilidir. Örneğin Filistin’deki bir araştırıcı tür sınıflandırmasına etnik-ayrılıkçı
terörizmi ve devlet terörizmini ilk sıraya koyarken, Nijerya’daki sınıflandırıcı dini
söylemli terörizmi listesinin ilk başına alır.
Terör, en ucuz insan kaynağı gerektiren, ani vuruş özelliği sebebiyle son derece
etkili, iletişim ve medya sayesinde tek hedefe yapılan saldırının farklı yerleri de
etkileme potansiyeline sahip, gayri nizami harp taktik ve tekniği kullanıldığı için çok
detaylı planlama gerektirmeyen, bağlantılarının kanıtlanmasındaki güçlük göz
önünde bulundurularak herhangi bir devlet veya kuruluş ile ilişkilendirilemeyen,
cezai müeyyide boyutunda uluslararası mevzuattaki boşluklarla karşılaşılan,
günümüz çağın yeni savaş yöntemidir. Bu kapsamda bu mücadele yöntemini
kullanmak isteyecek marjinal gruplar, mikro milliyetçi akımlar, etnik farklılıklara
dikkat çekerek bağımsızlık isteyecek topluluklar, kendi politikalarını kapı kapılar
ardından yürütmek isteyen devletler ve devlet dışı güç odakları var olacaktır.
(Çitlioğlu, 2005: 14-15)
Literatürde
çok
değişik
sınıflandırmalar
ve
kombinasyonlar
vardır.
Biz
çalışmamızda (Çitlioğlu, 2005: 14-15)’nun da vurguladığı hususlar göz önünde
bulundurarak terörizmin türlerini dört alt başlık altında inceleyeceğiz.
33
2.8.1 Devlet terörü
İnsanlık tarihiyle bir tutularak tarihi çok eskilere dayanan terörist eylemler, tarih
boyunca
çok
büyük
değişiklikler
geçirmiştir.
Terörizmin
bir
türü
olarak
değerlendirilen devlet terörü de bu değişikliklerden payını almıştır.
Devlet terörü, meşru bir yönetim tarafından kendi egemenlik sahasındaki
yaşayanlar üzerinde terörü uygulayacağı gibi, hükümranlık sahasında olmayan
topraklar üzerinde de terör uygulayabilmektedir.
Yeni kıtanın keşfiyle on altıncı yüzyıldan itibaren İspanyol ve Portekiz gemileri yeni
kıtada yaşayan yerliler üzerinde zor ve zorbalığa dayalı Hristiyanlaştırma
çabalarında bulunmaları ve kölelik rejimini uygulamaları terörizm olarak nedense
değerlendirilmez. Uygarlık adına yapılan bu hareketler sonucunda medeniyetleri
talan edilenler, yağmalananlar ve öldürülenler kendilerince çağdaş olmayan
topluluklardır. İspanya’nın, Portekiz’in, İngiltere’nin Afrika, Asya, Amerika ve
Avusturalya kıtasında keşfettikleri yerlerde yaptıkları devlet terörüdür. (Çitlioğlu,
2005: 25)
Devletler yine devlet terörizmini kendi menfaatlerine göre değerlendirmektedir.
Özellikle güçlü devletler bu tür terörizmi kullanırken demokrasi, insan hakları,
çağdaşlık gibi terimleri kullanarak rahatça hareket sahası bulmaktadırlar.
İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanlar’a cephane ve asker sevkiyatı yapan
konvoyları pusuya düşürmek kahramanlık, Irak’ta asker ve cephane taşıyan
konvoyları vurmak terörizmdir. (Çitlioğlu, 2005: 47)
Almanya’nın Fransa’yı işgali ertesinde Alman işgal güçleri ile işbirliği yapan
Fransızların, Fransız Gizli Direniş Örgütü Rezistans tarafından kurşuna dizilmeleri,
işgal sonrası Almanlar ile işbirliği yapan kadınların saçlarının sıfır numara ile traş
edilerek Paris sokaklarında dolaştırılmaları devlet terörü olmazken, Irak’ta işgal
güçleri ile işbirliği yapanların Iraklı direnişçiler tarafından öldürülmeleri terörizmdir.
(Çitlioğlu, 2005: 47)
34
Sovyetler Birliği döneminde, Sovyet Birliği anayasasında yer alan özgürlük
hareketlerinin desteklenmesi bağlamında Filistinliler’e verilen destek Sovyetler
Birliği’ne göre anayasal yükümlülük iken ABD ve İsrail’e göre terörizmdir. (Çitlioğlu,
2005: 47)
Hizbullah’ın kör ve kötürüm olan dini lideri şeyh Yasin’in namaz sonrası cami
çıkışında helikopterden atılan füze ile öldürülmesi İsrail ve ABD’ye göre terörizmle
mücadelenin doğal bir koşulu iken, Filistin ve birçok başka devlete göre devlet
terörüdür. (Çitlioğlu, 2005: 47)
Vietnam
Savaşı’nda
Vietkong
ile
savaşmak,
Mai
Lai’de
sivillere
karşı
gerçekleştirilen katliam savaşın tabiatında varken, Vietkong’un yaptığı direniş
terörizmdir. (Çitlioğlu, 2005: 47)
Devlet terörizminin siyasi olarak tek ideoloji etrafında bulunmadığı aşikardır.
Komünist yönetimlerden, faşist yönetimlere hatta demokratik yönetimlere kadar
geniş bir yelpaze de devlet terörizmini bulabiliriz.
Hitler dönemindeki Nazi Almanya’sı ile Stalin’in başında bulunduğu Sovyetler
Birliği dönemlerinde devlet terörü resmi olarak devlet politikası olarak kabul
edilmese de çok şiddetli bir şekilde uygulanmıştır. Bu ülkelerde halka ulusal
ideolojiyi benimsetmek adına hapis, işkence, sürgün ve idam cezaları uygulandı.
(Çitlioğlu, 2005: 88)
Hitler döneminde önce muhaliflerden başlayarak yapılan hukuksuz tutuklamalar,
ari ırk yaratma hayaliyle Yahudilere toplama kamplarında soykırım yapılmasına
kadar varmıştır. Demokratik yollardan başa geçen Hitler zamanla tek adam olma
peşinde koşarak devletin tüm yetkilerinin elinde toplamış, totaliter bir rejim
sürdürerek milyonlarca insanın yaşamını dolaylı da olsa kaybetmesine sebep
olmuştur.
Stalin döneminde de ulusal ideolojiyi hakim kılmak adına muhaliflerin hepsi ile
çeşitli etnik ırklara mensup insanlar sürgün ve göç ile tanışmıştır. Buz çölü
Sibirya’ya sürülen insanlar doğa karşında ölüme mahkum edilmiştir.
35
Devlet terörü totaliter rejimlerde yaşayan insanların hukuksuz ve demokratik
olmayan yollarla mağdur olmasıyla sınırlandırılamaz. Bir devletin bir başka devlet
tarafından gerek güç kullanılarak gerekse güç kullanılmadan tehdit edilmesi ve
üzerinde baskı kurulması da devlet terörü kapsamına girmektedir.
Altı yüz yıl öncesinde toplumsal yaşam, barış ve huzur adına Avrupa’dan
muhtemelen daha ileri olan medeniyetler, uygarlaştırma adı altında sömürülerek,
yağmalanarak yıkılırken duyarsız kalan sözde çağdaş dünya, bugün ABD’nin
demokrasi götürme adına işgal ettiği Irak’ta, Afganistan’da aynı sessizliğini
korumaktadır. Batı kendisinden görmediği toplumlara karşı bakış açısını son altı
yüzyıl içerisinde değiştirmemiştir. Başka topraklar üzerinde hegemonya kurma
iddiası devlet terörünün kendisidir. (Çitlioğlu, 2005: 25)
Zamanın ABD Başkanı Bush ve ABD Savunma Bakanı Condelezza Rice
konuşmalarında sürekli olarak İran’ı tehdit eden ibareler kullanıyorlardı. İran’ın
nükleer araştırmalar yapması ve bölgedeki önemli konumu ABD’nin bölgedeki
etkinliğine gölge düşüreceği düşüncesiyle yapılan tehditkar konuşmalar ABD’nin
İran üzerinde devlet terörü uygulamasının bir örneğidir.
Sovyetler Birliği’nin yine Doğu Avrupa’da ve Orta Asya’da kendi uydu devletlerinin
üstünde uyguladığı terör de bu kapsamda değerlendirilir.
2.8.2 Uluslararası terörizm
Terörizm asimetrik bir tehdit olarak özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından küresel
boyuta ulaşmıştır. Pakistan ve Afganistan’ın kırsalında doğup yeşeren ve artık tüm
dünyayı tehdit eden El-Kaide terör örgütü günümüzde uluslararası terörizmin baş
aktörüdür.
Ülkesel veya bölgesel bazdan, küresel ölçekte mücadele eden bir hal alan bu
örgüt dünyanın çeşitli kıtalarında ve ülkelerinde eylemler yapmaktadır. Taraftarları
çeşitli ülke vatandaşlarından oluştuğundan, bu örgüte katılan teröristler kendi
ülkelerinde örgütün taşeronluğunu yapmaktadırlar. Ayrıca bu örgüt yerel ölçekte
mücadele eden ve kendi ideolojisine yakın ideolojileri benimsemiş diğer örgütlerle
36
hem işbirliği içerisinde bulunmakta hem de bu örgütlere gerek lojistik destek
gerekse eğitim imkanları sunmaktadır. Boko Haram terör örgütü Nijerya’nın
kuzeyini kendisine hayat sahası olarak seçmişse de 2015 yılında IŞİD terör
örgütüne bağlılığını bildirmiştir. Bu tarz birleşmelerle de tek bir küresel tehdit
yaratan örgütten ziyade dünyanın çeşitli yerlerinde faaliyette bulunan terör
örgütleri birleşerek küresel tehdit unsuru olmaya adaydır.
Küresel bazda faaliyet yürüten terör örgütleriyle mücadelede, devletlerin güçlerini
birleştirerek bu tür örgütlere karşı topyekun mücadele etmesi şart olmuştur.
Örneğin 11 Eylül saldırılarından sonra, saldırıya maruz kalan ABD’nin liderliğinde
El-Kaide terör örgütüyle mücadele, uluslararası bir boyut kazanmıştır. El-Kaide ile
mücadele için ABD’nin Afganistan harekatına birçok farklı devletten askeri yardım
gelmiştir.
2.8.3 Etnik-Ayrılıkçı terörizm
Terörizmin amacı daha çok bireysel veya grupsal bazda incelenmektedir. Bu
bireysel veya grupsal mücadele mevcut siyasi otoriteleri zora sokmak veya yıkmak
amaçlı olmaktadır. Ancak terörizmin salt grupsal olarak değerlendirilmesinden
ziyade, devlet terörü kapsamına girmeksizin devletler veya halklar tarafından da
kullandığı olmuştur. Burada terörizme bakış açısının hangi gözlüklerle bakıldığı da
önem arz etmektedir. Sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadelesindeki Cezayir
ve Vietnam, aynı toprakların paylaşımı ve kullanımı konusunda mücadele eden
Filistin, aynı dine mensup olmakla birlikte mezhepsel anlaşmazlıklardan dolayı
çatışma yaşanan İrlanda, meşru yönetim ile devrimci güçler arasındaki iktidar
mücadelelerin yaşandığı Malezya, Endonezya, Filipinler, İran, Nikaragua, El
Salvador ve Arjantin’de taraflar birbirlerini terörizm ile çözüm aramak ile itham
ettiler. (Çitlioğlu, 2005: 88)
İkinci Dünya Savaşı sonrasında sömürgeciliğin zayıflamasından itibaren sömürge
olan halklar bağımsızlık mücadelesinde bulundular. Sömürge toprakları kimi
zaman kuvvet kullanmadan kazanılan bağımsızlığa tanık olurken, kimi zaman da
yoğun çatışmaların yaşandığı yerlere sahne oldu. Bu kapsamda bağımsızlıklarını
kazanmış olan ülkelerde var olan etnik unsurlar da kendi bağımsızlıklarını elde
37
etmek istediler. Somali ve Yemen’deki güney-kuzey ayrılıkları bunun güzel bir
örneğidir.
Cezayir ve Vietnam örnekleri ise etnik mücadeleden ziyade ülkelerinin sömürge
güçlerine karşı olan bağımsızlık mücadelesidir.
İster etnik kökenli isterse ayrılıkçı nedenlerle olsun en yaygın terör tiplerinden bir
tanesi olan etnik-ayrılıkçı terörizm ile mücadelede daha önceki mücadeleler göz
önünde bulundurularak mücadele yöntemleri seçilebilir. Bazı terör tipleri zaman
zaman ortaya çıkmaktadır. Örneğin devlet terörizmi her zaman terörizm sahnesini
işgal etmezken etnik-ayrılıkçı terörizm dünyada en yoğun yaşanılan terör türüdür.
Kıbrıs’ta EOKA’nın Kıbrıs Türklerine karşı uyguladığı sistematik şiddet ve vahşete
dur demek, Yunan’ın ideası olan Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını (Enosis)
engellemek
için
1950’li
yıllarda
Türk
Mukavemet
Teşkilatı
kurulmuştur.
Yunanistan’ın sindirme politikalarının maşası olarak kullandığı ve başına emekli bir
Albay olan Grivas’ı getirdiği EOKA ve EOKA-B hem etnik ve ayrılıkçı bir terör
örgütü hem de devlet destekli terör örgütüdür. Bu terör örgütüyle mücadele için
kurulan, adanın parçalanması veya Türkiye’ye bağlanması düşüncelerinde
olmadan sadece can ve mal güvenliğinin tesisini sağlamak adına kurulan Türk
Mukavemet Teşkilatı devlet desteği alsa bile terör örgütü olarak nitelendirilemez.
Çünkü terörizmin unsurlarından olan şiddet unsurunu sadece meşru müdafaa için
kullanmıştır. Ancak EOKA örgütü şiddeti kendisine rehber edindiği için etnikayrılıkçı bir terör örgütüdür. Bu terör örgütünün başlattığı savaş en nihayetinde
adanın iki farklı idare altında yönetilmesine sebep olmuştur. (Çitlioğlu, 2005: 4849)
2.8.4 Dini söylemli terörizm
Din adına ve Tanrı uğruna yapılan terör faaliyetlerinin geçmişi çok eskiye dayansa
da hala güncelliğini korumaktadır. Çünkü din her zaman suiistimal edilebilecek ve
her daim taraftar bulabilecek bir olgudur. (Karlsson, 2005: 176)
38
İster semavi olsun, ister semavi olmasın, dinlerin hepsinin kutsal ibadetlerle ilgili
hükümlerinin yanı sıra toplumsal ve bireysel yaşam ile ilgili düzenlemeleri vardır.
Bu sebeple toplumsal ve bireysel yaşama ait eleştiriler din fanatikleri tarafından
her daim yapılmış ve yapılacaktır. Bu eleştiriler, mevcut siyasal sistem değişiklik
taleplerine kadar varabilmektedir. Siyasal sistemin de değiştirilmesinin toplum
tarafından
kabul
görmemesi
veya
demokratik
esaslar
doğrultusunda
savunulmaması şiddetin araç olarak kullanılmasına vesile olmaktadır. Şiddetle eş
zamanlı olarak da terör yuvalanmaları başlamaktadır. Böylece dini söylemli
terörizm ortaya çıkmaktadır. (Özyiğit, 2016: 29)
Dini söylemli terörizmi diğer terör türlerinden ayıran etmen, dini söylemli
terörizmdeki eylemlerin bir nevi ruhani ve ayin şeklinde görülmesidir. Dini söylemli
terör örgütleri kendilerini hangi dine mensup olursa olsun o dindeki en muktedir
grup olarak görürler. Bu muktedir olma hususu aldıkları isimlerden belli olmaktadır.
Hizbullah’ın Allah’ın partisi, Cünd el Hak’ın gerçeğin askerleri ve Japon dini
söylemli terör örgütü Aum Shinrikyo’nun en yüksek gerçek anlamına gelmesi
bunun örnekleridir.
Dini söylemli terörizm diğer terörizm türlerine göre eylem şiddeti bakımından daha
vahşidir. Çünkü teröristler bunu kendi adlarına değil inandıkları kutsalı adına
yapmaktadırlar. Bu yüzden eylemlerden sonra hiçbir ahlaksal sorumluluk
duymazlar, dahası kendilerince kendi inandıkları ilahları adına yapılan bu eylem
neticesinde ödüllendirileceklerdir. (Karlsson, 2005: 180-181)
Terörizmin tarihine baktığımızda ilk dönem terör örgütlerinin dini söylemli
olduklarını görmekteyiz. Filistin’de ortaya çıkan dünyanın ilk terör örgütü Yahudi
inancına bağlı Zealot’lar iken onu heterodoks İslam inancını yaşayan Haşhaşiler
izlemiştir.
Ancak dini söylemli terörizm ortaçağda terör örgütlerden ziyade devletler
tarafından yoğun olarak kullanılmıştır.
Fransa’da Katolikler ile Protestanlar arasındaki mezhepsel çatışmalarda bir günde
Paris’te binlerce kişi öldürülmüştür. Yine ortaçağda Avrupa’da kurulan engizisyon
39
mahkemelerinde kişilerin cadı olarak değerlendirilmesi sonucu ağır işkenceler
altında can vermeleri, ruhlarının yıkanması için kemikleri ezilerek yakılması dini
söylemli terörün, devletler tarafından işlenmiş halidir. Günümüzde bile hala
İrlanda’da yaşanan Katolik ve Protestanlar arasında süren çatışmalar kökten
dinciliğin bir başka versiyonudur. (Çitlioğlu, 2005: 24)
Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezine karşın Hamas ve Cihad
örgütlerinin yürüttüğü mücadele dini söylemli terörizmden ziyade etnik-ayrılıkçı
terörizm türüne girmektedir. Yüzyıllarca Hristiyanlar’ın aksine, Müslümanlar ehli
kitap oldukları için Yahudiler ve Hristiyanlar ile barış içinde yaşamışlardır. Bu
kapsamda farklı dinler arasındaki çatışmaların tümünü de dini söylemli terörizm
çatışmaları olarak değerlendiremeyiz. (Karlsson, 2005: 21)
40
41
3. DİNİ SÖYLEMLİ TERÖRİZM VE İSLAMİYET’İN RADİKALLEŞMESİ
3.1 Dini Söylemli Terörizmin Belirleyici Özellikleri
Dini düşünce yapısı tek başına terörizmin bir sebebi olabilir mi veya bu düşünce
yapısı politik veya sosyal bir düşünce yapısının yansıması mıdır? Dinin
terörizmdeki çatışmalarda rolü nedir? Din farklılığı somut bir sebep midir yoksa
sosyal grupların arasındaki belirli şiddet çatışmaları mıdır? Bazı çatışmalar din
eksenli olup terörizmi kapsasa da bunların asıl kaynağı sosyal sorunlardır. Eski
Yugoslavya ile Kuzey İrlanda’daki çatışmalar örnek verilirse, hangi seviye ve
sebeple dini çatışmalar başlı başına terörizm sebebidir? (Bjorgo, 2005: 5)
Din savaşları ve haçlı seferleri dünya tarihindeki en büyük yıkıma sebep olan
savaşlar olmuştur. Her iki taraf için de karşı dine mensup kişilerin potansiyel
düşman olmaları ve öldürülmeleri veya öldürülme tehdidi altında bulunmaları çok
büyük boyutta şiddet içeren durumlardır. Bazı din savaşlarında düşman
topraklarını fethetmek veya karşı tarafın din değiştirmesi asıl gaye değildir. Amaç
karşı dine mensup kimselerin yok edilmesidir. (Lutz ve Lutz, 2008: 69) Din ve
mezhep savaşları özellikle ortaçağda çok büyük insan kaybına neden olmuştur.
Özellikle Avrupa’daki mezhep savaşlarında bir günde binlerce insan hayatını
kaybetmiştir. Din savaşlarında ise Hristiyan Haçlıların Müslüman dünya ile
mücadelesi ön plandadır. Ancak günümüzde din odaklı çatışmalar sadece karşı
dine mensup olunduğu için gerçekleşmiyor. Dini söylemli terörizm, karşı dine veya
mensup olduğu medeniyete ait değerlerin, düşüncelerin ve toplumsal yaşamın
kendi coğrafyasında yaşam alanı bulmaması için mücadele ediyor. El Kaide’nin
temel amacı tüm dünyanın Müslüman olması değildir. El Kaide’nin mücadelesi
kendi kurallarının kendi hükümranlık sahasında geçerli olmasıdır.
Dini söylemli terör örgütlerine bağlı teröristler çok kutsal bir amaç uğruna terör
şiddetine başvurmaktadırlar. (Rapoport, 1984)
Dini söylemli terörizmi diğer terör türlerinden ayıran özellikler vardır. Seküler terör
örgütleri daha savunmacıdır. Sempatizanları olmakla birlikte hepsi eylem içinde
bulunmazlar, diyalog kurarak ideolojilerini yaymaya çalışırlar. Dini söylemli
42
terörizm ise savunmadan ziyade topyekun savaş düşüncesindedir. Bu da dini
söylemli terör örgütlerinin eylemlerinin daha çok şiddet içerikli ve yıkıcı olmasını
sağlamaktadır. Seküler terör örgütlerinin mücadelesi sadece çıktığı topraklarda
taraftar toplamaz. Başka ırka veya vatandaşlığa mensup kişiler de eğer
mücadelenin meşruluğunu kendilerince haklı görürülerse bu terör örgütlerine
sempati duyabilir. Örneğin ETA’nın mücadelesine bir Kanadalı veya Japon
sempati duyabilir. Bir başka örnek olarak devlet terörünün hakim olduğu İspanya İç
Savaşı’nda İspanyol olmayan bir sürü kişi savaşa katılmıştır. Ancak dini söylemli
terörizmde değil başka dine mensup kişilerin desteğini almak, aynı dini
benimseyen birçok kimse tarafından destek bile görmez. Örneğin El-Kaide’nin
eylemlerini Müslüman coğrafyasında yaşayan çok büyük bir bölüm kesinlikle doğru
bulmaz. (Hoffman, 1993)
Dini söylemli terörizm türünde bulunan örgütler birbirinden farklıdırlar. İnanış
biçimleri aynı din olsa bile mezhepsel farlılıklardan ötürü bambaşka bir örgüt ile
karşılaşabiliriz. Aynı mezhebe bağlı bile olsa dini anlayış ve yorumlayış tarzları
farklı olan terör örgütlerine rastlayabiliriz. (Rapoport, 1984)
Dini söylemli terörizmde yapılan eylemlerin belli bir ritüeli ve mukaddesliği vardır.
Haşhaşilerin hançer kullanması, Thugların kurbanlarının boyunlarına ip geçirerek
öldürmesi bu ritüellerden bazılarıdır. Salt eylem yapmak için eylem yapılmaz.
Teröristler bile kendilerini kutsal davalarına adadıkları için hiçbir vicdani sorumluluk
çekmezler. Çünkü o kendi ilahları yolunda yapılan bir eylemdir. (Rapoport, 1984)
Eski dönem terör örgütlerinin incelenmesi modern terör örgütleriyle mukayese
yapılabilmesini sağlamaktadır. Modern terör örgütlerinin geçmişleri eski dönem
terör örgütlerine göre kısadır. İdeolojileri de yakın zamanlarda gelişen olaylara
göre şekil alabilmektedir Örneğin 1960’larda orta çıkan terör hareketleri İkinci
Dünya Savaşı sonrasının psikolojik etkileri devam ederken Vietnam Savaşı’nın
çıkmasına tepki olarak şiddetini artırmıştır. Dini söylemli terörizm dünya üzerinde
hiçbir zaman tam anlamıyla bitmeyecektir. Yeni biçimlerde ortaya çıkmaya devam
edecektir. Modern terörün başlangıcı olarak Noradnaya Volga örgütü kabul
edilmektedir. Bu örgütün bazı davranış biçimleri ve eylem benzerliği Haşhaşileri
43
anımsatmaktadır. Bu sebeple kendi apaçık ortada olmasa bile izleri diğer terör
türleri arasında varlığını sürdürmeye devam edecektir. (Rapoport, 1984)
Taheri İslami söylemli terörizm ile seküler terörizm arasında üç önemili farktan
bahsetmektedir. Bunlardan ilki, İslami söylemli terörizmin diğer hiçbir ideolojiden
beslenmediğini, tüm ideolojisinin kendi dini inanışları çevresinde oluşturduğu
felsefesini olduğunu söylemektedir. Tüm gücü tel elde bulundurmaktadır. İkincisi
İslami söylemli terörizmin hedefleri gerçekleşinceye kadar mücadeleye son
vermediğidir. Üçüncü önemli fark ise tüm mücadelenin Allah adına yapılması ve
düşmanların affedilmesi sadece İslam’a geçiş ile olabileceğidir. (Taheri: 1987’den
Akt Hoffman, 1993 )
Arap-İsrail Savaşlarından ötürü BM’nin mülteci kampında okula giden ve terörist
olup yakalanan bir kişi ifadesinde okulda El-Fetih’in üyesi olmanın öğretildiğini ve
Arafat’ın ise kahraman bir idol olarak gösterilmesi sonucu, göçe zorlanan dedesi
ve ebeveynlerinin öcünü almak için eylemlere giriştiğini söylemiştir.(Bjorgo, 2005:
60)
Bu örnekte olduğu gibi ailesinin yaşadığı mahrumiyetin öcünü almak için El-fetih
üyesi olan kişi, çocukluğundan itibaren sürekli dedesinin ve ebeveynlerinin göç
ettikleri toprakların özlem hikayeleri ile büyümüştür. Kimi eylemciler durumdan
vazife çıkararak kendilerine yapılan haksızlıklara karşı bireysel olarak dava gütme
peşine düşerken, kimi zamanda aileler çocuklarını her zaman kendilerini
geçmişteki acılardan kurtarabilecek bir sigorta olarak görmektedirler.
Filistin toplumunda teröristlerin aileleri de teröristler kadar değer görüyorlardı.
Eylemler esnasında ölen, yaralanan veya yakalanan teröristlerin ailelerine
ekonomik olarak büyük yardımlar yapılıyordu. (Bjorgo, 2005: 62) Teröristler
ailesinin çektiği acılara karşılık kendince haklı mücadelesini sürdürerek hem
ailesinin kendisiyle gurur duymasını, hem de toplumun ailesine iyi gözle bakmasını
sağlayacaktır. Eğer kendince bu kutsal mücadele uğruna hayatını kaybedecek
olursa ailesi hem şereflenecek hem de ekonomik olarak onun yokluğunda mağdur
olmayacaktır. Bu gibi psikolojik baskı neticesinde, hem onurlu bir evlat olmanın
44
gereği hem kutsal mücadelede yer almak hem de ailesinin geleceğini
düşünmesine gerek olmaması terör örgütlerine katılışın hızını artırmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğuna karşı Irak cephesinde
Osmanlı’ya karşı birleşen Arap kabileler, savaş sonrasında bu topraklarda yeni
ülkeler kurdular. Kabile hayatının bir sonucu olarak bu milletler bürokratik siyasal
sisteme ve düzenli bir ordu geleneğine sahip değildiler.
1920’lerde Filistin topraklarında yaşayanlar savaşmayı bilmeyen kimselerdi.
Ürdün’de milli ordunun kurulması için görevlendirilen generalin anılarında
Ürdün’de askerliği tesis etmesinin zor olduğunu, insanların yumuşak doğası
sebebiyle savaşçı özellikleri olmadığını söylemiştir.1920’lerde Filistin’de böyle bir
durumla karşılaşırken nasıl bir durum ile karşılaşıldı ki intihar eylemlerine kadar
giden eylemler yapabilen bir örgüte Filistin’in sahip olduğunu incelemek
gerekmektedir. (İlber Ortaylı, Prof. Dr. 2002 Dünya’da ve Türkiye’de Terör, 2002,
Ankara akt Çitlioğlu, 2005: 34)
İntihar
bombacılarını
ideolojik
terörist
olarak
tanımladığımızda
onların
ideolojilerinin coşkunluğu ve yoğunluğu içinde, radikal din savunucusu olduklarını
ve de liderlerinin karizmatik kişiliklerinden etkilendiklerini görmekteyiz. Onlar,
yaptığı eylemlerin teknolojiden yoksun ve karmaşık mantıksal yapıya sahip
olmalarına rağmen, başarılı bir intihar saldırısını gerçekleştirmek için ve
savundukları ideolojiye hayatlarını feda edecek kadar bağlandıkları için ideolojik
terörist olarak değerlendirilir. (Bjorgo, 2005: 23)
11 Eylül saldırılarında bulunan 19 teröristin hiçbiri yoksulluk çekmemiş, eğitim
eksikliği yaşamamış ve modern dünyanın ayrıcalıklı fırsatlarından mahrum
kalmamıştır. Teröristlerden bir kısmı Kur’an-ı Kerim’i okumuştur. Bu insanların bu
tür terörist eylem içende bulunmalarının sebebi Usame Bin Laden gibi İslami
ideologlarından etkilenmeleridir. (Bjorgo, 2005: 19)
Aslında son zamanlara kadar intihar eylemleri, daha çok seküler teröristler
tarafından yapılmaktadır. İntihar eylemcilerini genel olarak genç ve bekarlar
oluşturmaktadır. Müslüman gruplarda özellikle intihar eylemcileri çoğunlukla erkek
45
olmakla beraber Çeçen gruplarda kadın eylemcilerin oranı yüzde kırktır. Bu
kadınlar Karadul diye anılır. (Bjorgo, 2005: 7)
3.2 İslami Söylemli Terörizmin Temelleri ve Radikalleşmesi
ABD’nin 7 Ekim 2001’deki Afganistan’ı havadan bombalamasından birkaç saat
sonra önceden çekilmiş bir video yayınlandı. Uzun boylu, uzun sakallı, kamuflaj bir
ceket giymiş ve çöl kıyafetleri içerisinde bulunan sağında AK-47 bulunan videodaki
adam Usame Bin Ladin’dir. ABD’ye savaş ilanını bu videoda tüm dünyaya duyuran
adam Allah’ın yardımına ve bağışlayıcılığına dua ettiklerini söylemekteydi.
(Hoffman, 2006: 81)
El-Kaide terör örgütünün 11 Eylül 2001’de uçak kaçırma eylemi yaparak ABD’deki
ikiz kulelere yaptığı saldırı terörizmin hem küresel ölçekte tehdit haline geldiğinin
hem de İslami söylemli terörizmin terör türleri arasında tehdit parametresinde üst
sıralarda yer aldığının bir göstergesidir. İslami söylemli terörizmin bu safhaya
gelmesinin veya bu kadar gelişmesinin sebeplerini anlayabilirsek, bu terör türü ile
mücadele yönteminde de etkin ve faydalı yöntemler tespit edilebilir.
Terörizmin tanımında ve açıklamasında İslami hiçbir öğe bulunmamakla birlikte
son yıllarda yapılan çok şiddetli ve çok ses getiren terör eylemlerinin büyük bir
bölümü sözde Allah adına yapılanlardır. Batılı çoğu analizci barışçıl söyleme
sahip, dünyanın en büyük dinlerinden olan İslam ile bu terör eylemleri arasındaki
bağı açıklamakta zorlanmaktadırlar. Nitekim dönemin İngiltere Başbakanı Tony
Blair ve ABD Başkanı George W. Bush 11 Eylül saldırılarından sonra küresel
teröre karşı açtıkları savaşta, savaşın İslam ile değil şeytan ile olduğunu
vurgulamışlardır. (Bar, 2004 )
İslam dünyanın en büyük ikinci ve en hızlı büyüyen dinidir. Dünya’da şu an 1,3
milyar Müslüman, yetmişten fazla ülkede yaşamaktadırlar. Müslüman nüfus Asya
ve Afrika’da yoğun olarak bulunmaktadır. İslamiyet Afrika’da oldukça hızlı bir
şekilde yayılmaya başlamış ve hemen hemen kıtanın yarısında egemen din
olmuştur. Ayrıca Avrupa’da da yayılmaktadır. İslam sadece bir din değil, yaşam
biçimidir. İçeriği ile bireysel olarak ahlaki hükümleri, genel olarak politik ve
46
ekonomik hükümleri de ihtiva eder. İslam yolu Kuran-ı Kerim’deki hükümler ile Hz.
Muhammed’in söz veya davranışlarından oluşan sünnetlerinden oluşmaktadır.
(Heywood, 2003: 244)
İslam tarihi boyunca, din ve politika konuları arasında çatışmalar mevcut olmuştur.
Laik düşüncedeki İslami liderlerin politikadaki uyguladıkları esnek İslami
hükümlerin karşısında sert İslami düşüncedeki radikal gruplar var olmuştur.
İslamiyet’teki radikal tutumlar Kuran’ın bir hükmü değil, bazı grupların İslam’ı
politikadaki, ekonomideki ve kendi kişisel yaşamlarındaki uygulayış tarzının bir
yansımasıdır. Radikal İslamcıların arzu ettikleri Kuran’ın temel alındığı, İslam
hukukunun egemen olduğu, teokratik bir İslam devletidir. (Heywood,2003: 244)
Kuran-ı Kerim’deki ayetlerin ilk inmeye başladığı, Hz. Muhammed’in Mekke’de
bulunduğu dönemlerde ayetler barışçıldır. O dönemlerde Müslüman kesim hem
sayıca azdır hem de savaşacak yeterli gücü yoktur. Hicretten sonra Medine’de
inen ayetler ise Mekke’de inen ayetlere nazaran biraz daha şiddetlidir. Ancak bu
şiddet meşru müdafaa için kullanılmaktadır. Hatta af dileyen olduğu zaman onunla
savaşmak bile yasaklanmıştır. Medine’de inen ayetlere aslında kılıç ayetler
denmektedir. (Bennet, 2004)
Buhari’nin aktardığı hadise göre bir gün savaştan dönerken Hz. Muhammed küçük
cihattan büyük cihada geçtiklerini söylemiştir. Etrafındakiler büyük cihadın ne
olduğunu sorduklarında nefisle mücadeledir dediği söylenir. (Bennet, 2004)
İslamiyet gibi barışçıl söylemlere sahip bir din ve küçük cihadın savaş, büyük
cihadın ise nefisle mücadele olduğunu söyleyen bir peygamber varken İslamiyet
nasıl terörizmle harmanlanarak bir ideoloji oluşturabilir? İslam’ın çok çeşitli ırklarda
ve coğrafyada yayılması, kültürel ve sosyolojik olayların ve oluşumların toplum
tarafından benimsenmesi veya tepki gösterilmesi, İslam’da da diğer dinlerde
olduğu gibi terör söylemlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
İster semavi olsun ister semavi olmasın dinler ilk çıktıkları zamandan sonra
içlerinde inananlardan kaynaklanan sorunlar her zaman ortaya çıkmıştır.
İnandıkları dini yorumlayış ve anlayış biçimleri o dine mensup kişilerin
47
yaşayışlarına, kültürlerine, din öncesi sahip oldukları gelenek ve göreneklerine,
yöresel farklılıklara göre değişmektedir. Bu da din içerisinde çeşitli ayrılıklara ve
mezhepleşmenin oluşmasına neden olmaktadır. Bu sebeplerle İslam’ı radikal bir
biçimde yorumlayan topluluklar da var olmuştur. İslam’ın içinde var olan
hizipleşme iki ana kola ayrılmış olup, bu anlayışlar Sünnilik ve Şiiliktir. Her iki
ekolde de radikal akımlar ortaya çıkmıştır. Radikal İslam’ın yaşandığı inançlar hem
dünyadaki var olan sistemden hem de kendi toplumlarında içinde bulunduğu
durumlardan rahatsızlık duymuştur. Tepkilerini bazen eylem düşüncesinde bazen
de düşünce seviyesinde vermişlerdir. (Özerkmen, 2004 )
İslami söylemi terörizmi eski ve modern dönem olarak ikiye ayırabiliriz. Eski
dönem içerisinde Hz. Muhammed’in ölümünün ardından dört halife devrinde
ortaya çıkan terör hareketlerinden Haricileri, İslam’ın Şii koluna mensup
Haşhaşileri sayabiliriz.
Modern çağ İslami söylemli hareket ise köklerini 20’nci yüzyılın başında oluşan
İslami hareketlere dayandırabiliriz. Ancak eylemsel olarak çoğu yazar 1979 İran
Devrimi’ni milat olarak kabul etmektedir.
3.2.1.İlk dönem İslami söylemli terörizm
3.2.1.1 Hariciler
Hz. Osman’ın ölümünün ardından halife seçilen Hz. Ali ile onun halifeliğini
tanımayan Muaviye arasında cereyan eden Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali tarafı savaşı
kazanacağı anlarda Muaviye askerleri Kur’an-ı Kerim’in sayfalarını mızraklarına
asarak savaşı durdurmuş, kimin halife olacağını hakeme danışarak seçilmesini
teklif etmişlerdir. Hakem Olayı olarak geçen İslam tarihindeki bu sahne Hz. Ali
tarafında
bulunan
Hariciler
olarak
adlandırılacak
grup
tarafından
kabul
görmemiştir. Hakem olayının da Hz. Ali aleyhine gelişmesi üzerine bu grup Hz. Ali
safhalarından ayrılarak hem Hz. Ali’ye hem de Muaviye’ye cephe almışlardır. Hz.
Ali’ye ve Muaviye’ye suikast planı yapmışlardır. Hz. Ali öldürülürken Muaviye
kurtulmuştur. Hz. Ali’nin öldürülmesiyle ilk terör hareketlerine başlayan Hariciler
daha sonra yüz sene daha sürse de daha sonra etkinliğini kaybetmiştir.
48
3.2.1.2 Haşhaşiler
Şiiliğin
İsmailiye
mezhebinden
yola
çıkarak
Hassan
Sabbah
tarafından
kurulmuştur. Mısır’da bulunan Fatımi devletindeki halife seçiminde Nizar’ı
destekleyen Hassan Sabbah Nizar’ın öldürülmesiyle Mısır’dan ayrılarak İran’ın
Elbruz Dağları üzerinde sarp kayalıkların üzerine konuşlu Alamut Kalesi’ne
yerleşmiştir. Burada Şiiliğin İsmailiye koluna bağlı Nizari anlayışını geliştirmiştir.
Özellikle Selçuklu Devlet adamlarına yaptıkları suikastlerle toplumda korku havası
yaratmıştır. Suikastleri müritleri tarafından yapılır ve bunlar kendisine fedayun
derlerdi. Filistin’deki örgütlerdeki fedai tipi eylemler bu kelimeden gelmektedir.
Fedayunlar
hançer
kullanarak
eylemlerini
yapıyorlar
ve
eylem
sonrası
kaçmıyorlardı. Bu hançerin kullanılması ve kaçılmaması onlar için mistik bir
inanıştı. Eylemcilerin haşhaş yiyerek daha önceden hazırlanan yapay cennete
götürüldükleri orada kendilerinden geçerek zaman geçirdikten sonra, ölümden
sonra bu cennete sonsuza kadar kalacakları söylense de bunun bir rivayet
olduğunu yanı sıra haşhaş içtikleri de kanıtlanamamıştır. Yaklaşık iki yüz elli sene
süren örgütün sonu Moğol istilası sonucu olmuştur.
Haşhaşiler her ne kadar on üçüncü yüzyılda son bulsa da tarihte büyük iz
bırakmışlardır.
On
dokuzuncu
yüzyılda
anarşistlerin
uyguladığı
terör
eylemlerindeki benzerlik tekrar bu örgütün ne kadar etkili olduğunun göstergesidir.
(Rapoport, 1984)
3.2.2 İslam’ın radikalleşmesine katkı yapan İslami ideologlar
3.2.2.1 İbn-i Teyymiye (1268-1328)
İslami radikal ideologların en başında şüphesiz İbn-i Teyymiye gelir. Radikal
İslam’ın yükseldiği dönemlerde İslami düşünürlerin çokça etkilendiği ve alıntılar
yaptığı İbn-i Teyymiye, İslam’ın sünni eylemciliğinin kurucusu sayılmaktadır.
İslamiyet’in doğup gelişmesi ve başka ülkeleri fethedip onlar üzerinde etkili olması
İslam’ın yenilmez bir kale olduğu düşüncesine hakim olunmasını sağladı. Ancak
Moğollar’ın Bağdat’ı 1258 yılında ele geçirmesi Müslümanlar üzerinde travma
etkisi yarattı. Moğollar karşısındaki yenilginin Müslüman dünyasının yozlaşmasının
49
neden olduğunu savunan İbn-i Teyymiye, daha sonra Şam’a sürgüne gönderilerek
düşüncelerini orada yaymaya devam etmiştir. (Burke, 2004: 39)
İbn-i Teyymiye her ne kadar yaşadığı dönemin sorunlarını dile getirmişse de, dini
söylemli hareketlerin her zaman başvuracağı bir kaynak olmuştur. Seyyid
Kutub’dan, Muhammed el Farac’a kadar modern İslami söylemli hareketlere her
zaman ilham kaynağı olmuştur. İbn-i Teyymiye kendi zamanındaki aksaklıkları
İslam’ın yanlış veya yozlaşmış uygulanışı olarak gördü. Bu soruların giderilmesi
için de başlıca kurtuluş yolunun yine İslam’ın kendisi olacağını söylemiştir. Ancak
uygulanılacak olan İslam, Hz. Muhammed ve onu takip eden dört halife
dönemindeki İslam’dır. Bu dönemdeki İslam Kur’an-ı Kerim’deki emredilen
hususların ve Hz. Muhammed’in uyguladığı, uygun bulduğu veya bulmadığı
davranışlardan oluşan sünnetidir. İbn-i Teyymiye Kur’an-ı Kerim’deki hükümlere
bakarak din ile devlet ilişkilerinin bir bütün olduğunu savunmuştur. Ancak din ile
kültür arasında aynı ilişkiyi kurmamış, keskin çizgilerle bu iki kavramı ayırmıştır.
Bunun doğal sonucu olarak Dar-ül İslam ve Dar-ül Harb kavramları üzerinde
yoğunlaşmıştır. Türbe ve mezarların kutsanmasını veya daha önce yaşamış
evliyalardan medet umulmasını kesinlikle reddetmiştir. Günümüzde IŞİD’in yaptığı
türbe
ve
mezarların
yıkılması
eylemlerinin
sebebi
İbn-i
Teyymiye’nin
düşünceleridir. İslamiyet’in mutlak gücü ve sınırsız iktidarı Moğollar’ın Bağdat’ı
işgalinden
sonra
yıkılınca,
ailesiyle
Şam’a
göçmek
zorunda
kalmış
ve
düşüncelerini orada yaymaya devam etmiştir. İbn-i Teyymiye’nin, Moğollar’ın
Müslümanlığı kabul etmiş olsalar bile İslam hukukunu değil hala Cengizhan’ın
yasalarını kullanmaları, Moğollar’ı İslam öncesi yaşanan cahiliye dönemindeki
toplumlarla bir tutmasının sebebidir. Bu sebeple onlarla savaşılmasını meşru
olarak görmüştür. Bu düşüncesi modern İslami söylemli terörizmde Muhammed el
Farac tarafından benimsenmiş ve Enver Sedat’a yapılan suikastin ideolojik alt
yapısını oluşturmuştur. Yine El Kaide’nin Müslüman olmasına rağmen mürted
olarak gördüğü devletlerde eylem yapmasının ardında da yine İbn-i Teyymiye’nin
düşüncesi yatmaktadır. (Esposito, 2003: 64-65)
50
3.2.2.2 Seyid Abdülala Mevdudi (1903-1979)
Modern İslami söylemli hareketin ortaya çıktığı zamanların önemli İslami
ideologlardan biri de Mevdudi’dir. 25 Eylül 1903’te Hindistan’da bulunan
Hadarabad’da dünyaya gelmiştir. Seyid olması, soyunun Hz. Muhammed’e
dayandığını göstermektedir. Dindar bir aile ortamında büyümüş olan Mevdudi’nin
babası avukattır. Ailesinin dindar olması ve babasının elit mesleklerden birine
mensup olması onu hem batı tarz modern eğitim veren hem de içinde geleneksel
İslami tarz eğitimlere de yer veren okula gitmesine sebep olmuştur. Eğitimi
babasının ölümüyle yarıda kesilmek zorunda kalmıştır. Birkaç dil bilse de diğer
ideologlar gibi üniversite mezunu değildir. Mevdudi gazeteciliği kendisine meslek
olarak seçmiştir. Onun döneminde Müslümanların özellikle Hindistan’da yaşayan
Müslüman kesimin batı ile mücadele edebilecek hem teorik hem de pratikte
silahları yoktu. Mevdudi’nin politik yönetim konusunda ulema ile laik yöneticiler
arasındaki ayrımın ortadan kakmasını bunu yerine oligarşik bir yönetim modelinin
uygulanmasını savunuyordu. Bu oligarşik yönetimde hem İslami hem de modern
batı tarzı eğitim görmüş kişilerin yer alması gerektiğini düşünmüştür. Mevdudi
İslam’ı alt bir din değil, devlet yönetiminde de etkili siyasi bir araç olarak
görmüştür. Bu amacın yerine getirilmesinin ancak cihatla mümkün olduğunu öne
sürmüştür. Mevdudi bu düşüncelerinden hareketle Cemaat-i İslami adlı örgütü
1941 yılında kurmuştur. Hindistan’daki Müslümanlar tarafından kurulan Pakistan’ın
başta kurulmasına karşı çıktıysa da, örgütüne bağlı taraftarlar yeni kurulan devleti
kendi fikirleri doğrultusunda İslamlaştırmak için çalıştılar. Mevdudi, Kur’an
hükümleriyle çelişen batının her türlü ideoloji veya düşüncesini reddeden radikal
akımlardan ziyade siyasi İslamcıydı. Şiddetten uzak ve ılımlı politikalar oluşturma
çabasındaydı. (Burke, 2004: 62-65)
Mevdudi, Müslüman dünyasının geri kalmışlığını hem batılılar hem de Batılılaşmış
Müslüman kesime bağlıyordu. Bu sebeple öncelikle ahlaki ve toplumsal değişim
parolasıyla yola çıksa da hareketini siyasi bir yapıya büründürmeyi başardı.
Mevdudi Müslümanların geri kalmışlığına İngiliz ve Fransız düşüncelerinin ve
ideolojilerinin etkili olduğunu düşünmekteydi. Mevdudi’nin yaşadığı Hindistan ve
çevresinde İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinin bulunması bu düşüncesine tesir
eden ana etkendir. (Esposito, 2003: 71-72)
51
3.2.2.3 Hasan el Banna (1906-1949)
Hasan el Banna Mısır’da 1906 senesinde dünyaya gelmiştir. Süveyş kanalı
yakınında bulunan İsmailiye kasabasında yaşamını sürdürmüştür. Diğer İslami
ideologlar gibi iyi eğitim almış ve öğretmen olarak çalışmıştır. Kendi döneminin
diğer ideologları gibi halifelik kurumunun kaldırılması, sömürgecilik döneminin
kalıntılarının var olması sebebiyle Müslüman dünyasının geri kalmışlığını batının
bir müdahalesi olarak görüyordu. Bundan kurtulmanın tek yolu ise mükemmel
olarak değerlendirdiği İslam’ın ilk dönemlerindeki yaşantıyı, kendi döneminde de
egemen kılmaktı. Bu egemenliğin tesis edilmesinde elbette en büyük ve geçerli yol
cihattı. Hasan el Banna Mısır toplumunu hızlı ve gerçekçi bir biçimde İslam
esaslarının temel alındığı siyasi bir yapıya kavuşturmayı amaçlıyordu. Banna kısa
zaman içerisinde toplumun her kesiminden taraftar kazandı. Bu taraftarlar daha
çok kırsal veya yeni şehirleşmiş topluluklardan oluşuyordu. Kurduğu Müslüman
Kardeşler yoksullar için eğitim ve sağlık alanında çalışmalar yaptı. Bu sayede
milyonlarca Müslümanın sempatisini kazandı. Yurt dışında da yapılanmaya
başladı. 1948’deki Arap-İsrail savaşına birçok taraftarı katıldı. Savaşın ardından
İsrail’in savaşın kazananı olması örgüt içinde gruplaşmalara sebep oldu. Şiddet
yanlıları grup içinde belirginleşmeye başlayınca Mısır hükümeti tarafından örgüt
yasaklandı. (Burke, 2004: 61-62)
1928 yılında Mısır’da Müslüman Kardeşler topluluğunu kuran Banna, yirminci
yüzyılda İslamiyet’in yeniden küresel hareket haline gelmesinde katkısı olmuştur.
Müslüman Kardeşler toplum temelli olarak İslam’ın yeniden canlanması amacıyla
kurulmuştur. Başlangıçta kendisini çalışmaya ve ibadete adamış birkaç yakın
arkadaş ve destekçilerinden oluşan grup kısa zamanda Arap ve Müslüman
dünyasında politik, sosyal ve dini olarak büyük güce kavuşmuştur. Banna gündüz
okulda öğrencilerine geceleri ise öğrenci velilerine dini eğitimler vermiştir. Daha
genç yaşlarda yerel bir imam iken popülist ve gelişime açık dini standartlar
hakkında akıl yürütmüştür. Batının ahlak dışı olarak gördüğü değerlerinin Mısır
politikası ve kültürü üzerinde etki yapmasına tepkiliydi. 1927’de kurulan Genç
Müslüman Cemiyeti dini otoriteler altında reformist yaklaşımla gerçek İslam’ı
hayata geçirmek için harekete geçti. Amaçları tüm Müslümanları tek çatı altında
toplamak, Batının ahlaksız değerlerini bulaşmadığı toplum düzeni tesis etmek ve
52
Atatürk’ün 1924’te kaldırdığı halifelik makamını tekrar etkin hale getirmektir. Genç
Müslüman Cemiyeti stratejik hamleler yaparak ve sağlam yapılanarak 1928 yılında
Müslüman Kardeşler ile birleşti. Banna’nın karizmatik ve otoriter kişilik yapısı,
iletişim becerisi ve topluluğu organize etme becerisi sayesinde Müslüman
Kardeşler kısa zamanda Mısır’da ve Mısır’ın komşularında taraftar kazandı.
1930’larda ve 1940’larda Banna’nın politikaları oldukça yaygınlaştı. Bu politik
yapılanmalar sonrasında güçlenen Müslüman Kardeşler, Aralık 1948 yılında Mısır
Başbakanı’na suikast yapılmasına kadar büyümüştür. Bunun üzerine suikasttan iki
ay sonra Mısır gizli servisine mensup iki polis tarafından Banna misilleme
amacıyla öldürüldü. Hayatı boyunca Banna sosyal ve dini konulara dönük
ideolojiler geliştirdi. Batının politikalarının, düşüncelerinin ve değerlerinin İslam’ın
gerçek değerleriyle uyuşmadığını vurguladı. Banna hayatı boyunca verdiği
mücadelede teoriler üreten otorite yerine İslami revizyonist harekette faydacı ve
popüler bir lider olmuştur. Toplum temelli insan yapısı üzerine kurulan Müslüman
Kardeşler elit bir zümreye değil hakla hitap eden bir örgüt olmuştur. Hedefleri
öncelikle Mısır’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümranlık sahasında küçük
ancak eğitimli kişiler ile İslam’ı yenilemek ve canlandırmaktır. Bu sayede Banna
yeniden
dirilen
İslam
ile
kitle
hareketinin
başlamasını
umut
ediyordu.
(Juergensmeyer, 2012 )
3.2.2.4 Seyyid Kutub (1906-1966)
Politik İslam’ın en iyi bilinen ideologlarından olan Seyyid Kutup günümüz modern
cihat söyleminin babası olarak kabul görür. Yazılarıyla Abd al-Salam al-Faraj,
Mustafa al-Shukri ve Ayman al-Zawahari’yi etkilemiştir. Mısır’ın kuzeyindeki Asyut
bölgesindeki Musha köyünde dünyaya gelmiştir. Dindar bir aileden yetişmiş ve
kırsaldaki dini eğitim veren okulda ilköğrenimini yapmıştır. Dar al-Ulum adındaki
öğretmenlik okulundan mezun olduktan sonra aynı okulda müfettişlik görevinde
bulunmuştur. Öğrenimi esnasında edebiyata düşkün olduğu görülmüştür. Kutup’un
ilk yazıları laiklik ve ulusalcılık üzerinedir. Ününü muhalif politik duruşu ve ateşli
söylevleriyle elde etmiştir. Ateşli söylevleri sebebiyle hükümet ile ters düşmüş ve
hükümet tarafından ılımlı bir hale gelmesi amaçlanarak ABD’deki eğitim
kurumlarını
ziyaret
etmesi
sebebiyle
1948-1951
yılları
arasında
ABD'ye
gönderilmiştir. Ilımlı olmak yerine daha sivrilerek Mısır’a dönmüştür. Mısır’a
53
dönüşünde Müslüman Kardeşlere katılmış ve çağdaş radikal İslam’ın sözcüsü
konumuna gelmiştir. İlk yazılarının teması yazdığı İslam’da Sosyal Adalet
kitabında görülmektedir. Kur’an’ın Gölgesinde adlı kitabında ise düşünce hayatı
gelişmiştir. Modern ve estetik yorumlarıyla edebi anlamda olgunlaşmıştır. Yoldaki
İşaretler adlı eserinde bulunan küresel İslami cihat anlayışı komünist manifesto
değerinde kabul edilmektedir.1960’ların başında Cemal Abdulnasır tarafından
hapsedildiğinde, hapishanedeki yegane düşüncesi şeriat hükümleriyle yönetilen
devlet sistemi olmuştur. Yoldaki İşaretler adlı kitabında üç tane İslami yargısal
yenilikten bahseder. Bu düşünceleri birçok radikal İslamcı tarafından kabul görür.
Hatta 1981’de Enver Sedat’a suikast düzenleyen İslamcılar Kutup’un bu
düşüncelerinden etkilenmiştir. Şeriat hükümlerinin odak haline gelmesi için etkin
mücadeleyi savunan Kutup, bu mücadeleyi İslamiyet’in ilk dönemlerinde
Hz.Muhammed’in Mekke ve Medine’de verdiği mücadeleden örnek alınmasını
savunmuştur. Kutup’un son olarak öngördüğü yenilikler ise laik sistemin yerine
İslami kuralların gelmesini sağlamak için İslam kural koyuculara ve yöneticilere
çağrı yapmak olmuştur. (Juergensmeyer, 2012)
Kutup ABD’de iken batı ülkeleriyle, özellikle ABD ile İslamiyet’in hem kültürel hem
ahlaki olarak taban taban zıt olduğu düşüncesine büründü. ABD’de bulunduğu
sıralarda ABD’nin ırkçı olduğunu ayrıca kadınların da giyimlerinde mütevazilikten
uzak olduğu kanısına vardı. Ayrıca İslami değerlerin son bulmasının devlet ve
toplumun İslami değerleri inkar etmesi sonucu oluşacağını düşündü. Kutup
ABD’de kaldığı süre zarfında İsrail’in kuruluşu dikkatle takip etti. Amerikan halkının
İsrail’e karşı sempatisi de Kutup’un ABD’ye karşı olumsuz bakışının sonucudur.
Kutup üretken bir yazar olarak on iki kitap yazmıştır. Kitaplarının ana felsefesi
Yahudi düşmanlığıdır. Yahudileri hırsız olarak değerlendirmiş ve öldürülmeleri
gerekildiğini vurgulamıştır. Hristiyanlara karşı da Yahudilere beslediği düşüncelere
paralel düşüncelere sahip olmuştur. Haçlı seferlerinin günümüzde de devam
ettiğini, sırf bu sebeple Müslüman dünyasının Hristiyanlardan uzak durması
gerektiğini söylemiştir. İslam’ın İslam dışı unsurlarla uzlaşması için hiçbir sebebinin
olmadığını zaten İslam dışı unsurların düşman olduğunu düşünmüştür.(Combs ve
Slann, 2007)
54
Seyyid Kutub, modern İslami söylemli hareketlerin canlandığı dönemdeki en
önemli ideologlardan birisidir. Mısır hükumetinin Müslüman Kardeşler örgütünü
kapatması ve kendisinin bu örgütün önde gelen figürlerinden birisi olması
sebebiyle idam edilmiştir. Ölümü modern İslami söylemli hareket taraftarları
tarafından İslam’ın yeniden canlanışının şehidi olarak değerlendirilir. (Esposito,
2003: 22)
Kutub’un mücadele için ılımlı politikalar yerine şiddet odaklı olması onu, İslami
söylemli hareket içerisinde bulunan kimseler için ana figür olmasını sağladı. Hem
iyi eğitim almış olması hem de batıda bulunup İslami söylemciler için batının
yozlaşmış dünyasını yaşayarak görmesi, birçok İslami söylemi hareket taraftarı
üzerinde söylemleri çok etkili olmuştur. (Esposito, 2003: 77)
3.2.2.5 Ayetullah Ruhullah Humeyni (1902-1989)
1979 yılındaki İran İslam Devriminin karizmatik lideri Ayetullah Ruhallah Humeyni,
politik yaşamına Şiilik inancında üst düzey makam sahibi iken başladı. Politik
kampanyası
11
Şubat
1979’da
monarşinin
devrilmesiyle
sonuçlandı.
Taraftarlarınca, 1979 Anayasasındaki İran İslam Cumhuriyetinin lideri, Humeyni
olarak adlandırıldı. 1906-1911 yıllarında, İran’daki anayasal reform sürecinden
önce İran’ın merkezindeki Humeyn şehrinde Şii inancına göre 12 imamdan 7’ncisi
olan Musa el-Kazım‘ın soyuna dayanan dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya
geldi. Bir yaşında iken babası öldürülen Ruhullah’ın annesi ise kendisi 15 yaşında
iken ölmüştür. İran’daki merkeziyetçiliğin ve laikliğin öncüsü olan, 1925-1941 yılları
arasında İran’da hüküm süren Şah Rıza döneminde Şii dini otoriteleri zayıflamıştır.
Humeyni, Kum şehrinin bilimsel çevrelerinde daha önce görülmemiş bir şekilde
mistik felsefe alanında uzmanlaşmayı tercih ederek farklılığını göstermiştir.
1930’larda az sayıda öğrencisine mistik felsefe dersini öğretirken aynı zamanda
daha fazla sayıda topluluğa etik dersleri vermiştir. Bu derslerindeki popülerliği
polisin dikkatini üzerine çekmesine neden olmuştur. Humeyni, Şah Rıza’nın dini
liderleri aşağılamasını hiçbir zaman unutmamıştır. Bu düşmanlığını Şah Rıza’nın
selefi olan Rıza Han olarak anılan oğlu Muhammed Şah Rıza (1941-1979)
döneminde de sürdürmüştür. Humeyni’nin politik sahneye çıkması Rıza Şah’ın;
desteklediği laik ve hicivci Şii reformist kişi aleyhinde yayımlanan anonim bir
55
kitaptan sonra yönetimden ayrılmasıyla 1944 yılında olmuştur. Politik sahneye ilk
olarak 1963’te Şah’ı ve reform programını açık bir şekilde eleştirmesiyle çıkmıştır.
Destekçilerince yapılan protestolar ve bunun şiddetle bastırılması sonrası
Türkiye’ye sürülmüştür. Daha sonra Irak’ın Şiilerce kutsal sayılan Necef kentine
geçmiştir.1970’lerin sonuna doğru Şiilerin en enerjik liderleri arasında sayılıyordu.
Militan dindarlar, batının kültürel hegemonyasına karşı çıkmakta ve Şah’ın
reformist hareketlerinin İslami kurumların aleyhinde ve ülkede yozlaşmaya ve
yolsuzluğa sebep olduğunu ileri sürmekteydiler. 1944’te yayımlanan Kashf al-Asrar
adlı kitabında mücahitlerin yasama organından ve monarşiden üstün olduğunu ileri
sürmekteydi. Takip eden on yılda İçtihat dini kuramını gündemine alarak radikal bir
düşüncelere
sahip
olmuş fakat
bu
düşünceleri
1964-1965
yılına
kadar
yayımlanmamıştır. Hakim kavramını sadece Arapça anlamında olduğu gibi dini
anlamda hakim olarak değil; aynı zamanda Farsların günlük kullanımındaki valinin
kullanımı anlamında, mücahitlerin yargısal yetkilerinin politik alanı da kapsayacak
ve genişletecek şekilde kullanmıştır. Necef’teki sürgünde bulunduğu dönemde
1970’lerde Beyrut’ta Farsça olarak da yayımlanan Velayet-i Fakih adlı eserinde ve
1971’de yayımlanan eserinde dini hükümranlığı genişletecek teorilerini ortaya
koymuştur. İmamların kutsal dinin öğreticileri olarak bulunan otoritesi Şii yargıçlara
geçmiştir. Dini otorite yüzyıllarca bu şekilde genişlemiştir. Humeyni, İslam Devleti
kavramını tartışmaya açan ve imamların, 12 imamın vekili olarak yönetme
yetkisinin olduğunu ileri süren ilk kişidir. Humeyni’ye göre eğer bir imam yönetimi
ele geçirirse diğer imamlara da düşen onu desteklemektir. Teokratik devlet yapısı
teorisi ile Humeyni, düşman laik devleti ele geçirmek için Şii kurumlar kurarak
hazırlandı. İslam devletinin daha belirsiz fakat daha duygusal sloganı İslami
Devrimi’dir. Humeyni genç dini liderleri küçük şehirlerde ve kasabalarda etkin hale
getirmiştir. Daha sonra Şah’ın 1977’deki liberalizm hareketleri esnasında diğer
başka grupları da muhalif hale getirmiştir. 1978’deki kitlesel protestolardaki tüm
gruplar Şah’a karşı Humeyni’nin liderliğini kabul etmişlerdi. İslami Devrimin zafere
ulaşmasından sonra Humeyni, Şeri yasayı esas alan hükümet kurmada ısrarcı
olmuştur. 1980’lerin başındaki devrimin taraftarları arasındaki güç mücadelesinde;
Humeyni sol görüşlüleri ve laikleri sert bir şekilde bastırmıştır. İran devleti ve
devrim yapıları dini otoritelerin kontrolü altına getirilmiştir. Humeyni, 1980-1988
yılları arasında süregelen ve gitgide desteğin azaldığı İran-Irak Savaşı’nın
sonlanmasına karşı çıkar ama 18 Şubat 1988’te ateşkese ikna edilir. Burada kendi
56
deyimiyle “Bunu yapmak, zehir dolu kap içmek gibidir ” der. 14 Şubat 1989’da
İngiltere’de yaşayan İran asıllı Salman Rüşdi’nin yazmış olduğu Şeytan Ayetleri
kitabından dolayı bir fetva yayınlamıştır. Fetvasında yazarın katlinin vacip
olduğunu belirtmiş ve uluslararası arenada başka bir krize sebep olmuştur. 3
Haziran 1989’da İran İslam Devrimini 10’uncu yılında vefat etmiştir. Sürgünden
döndüğünde milyonlarca İranlı Humeyni’yi karşılamış, cenaze törenine de
milyonlarca kişi katılmıştır. (Juergensmeyer, 2012 )
3.2.2.6 Muhammed el Farac (1952-1982)
Muhammed Abd el-Farac, Tanzim el-Cihat veya bilinen adıyla İslami Cihat
örgütünde önde gelen isimlerden biridir. İslami Cihat adını 1981 yılında Mısır’da
devlet başkanı Enver Sedat’ a yaptığı suikastle dünyaya duyurmuştur. Yazdığı The
Neglected Duty ( Savsaklanmış Yükümlülük ) modern cihat ideolojisindeki en iyi
eserler arasında gösterilir. Seyyid Kutub’un yazdığı Yoldaki İşaretler kendisi için bir
çerçeve niteliğinde olmuştur. Muhammed el Farac, Seyyid Kutub’un düşüncelerini
temel alarak, üzerine kendi düşüncelerini inşa etmiştir. Farac’ın düşünce yapısını
etkileyen en önemli fikir Kutub’un tanımladığı bugünkü toplumun, İslamiyet öncesi
Arabistan topraklarında hüküm süren cahiliye devri olduğudur. Farac diğer İslami
ideologlar gibi iyi bir eğitim almış, mühendislik fakültesini bitirmiştir. Müslüman
Kardeşler’e başta üye olsa da, İslami aydınlanma yaklaşımları sebebiyle gruptan
ayrılmıştır. Farac Mısır’da başka radikal gruplarla da ters düşmüştür. Laik
hükumetle mücadele edip, İslam hukukun hüküm sürdüğü şeriat düzenini getirmek
için daha militanca ve doğrudan doğruya eylem odaklı çözüm arayışına girmiştir.
İstihbarat birimleri ve silahlı kuvvetler içine sızarak doğrudan doğruya yönetime el
koyarak, şeriat temelli İslami hükumet modeli kurma düşüncesi Farac’ın hedefleri
arasındaydı. Bu hedefi kısa vadede de meyvelerini verdi. Enver Sedat’ın
suikastçısı Halid İslambouli, Farac’ın İslami Cihat örgütüne katılan, orduda görev
yapan bir teğmendi. Farac’ın en nihai hedefi Türkiye Cumhuriyeti’nde kaldırılan
halifelik kurumunu yeniden tesis ederek İslami yönetim modelini hayata geçirmekti.
İbni Temiyye’nin Moğollara atfen verdiği fetvaya benzer olarak, Farac da İslami
hükümleri sosyal ve politik sahada uygulamayan laik yönetim taraftarı Mısır devlet
başkanı Enver Sedat’ın öldürülmesinin meşru olduğunu düşünüyordu. Farac,
57
Enver
Sedat
suikasti
ardından
tutuklanarak,
1982’de
idam
edilmiştir.
(Juergensmeyer, 2012 )
1967 Arap-İsrail Savaşı sonucundaki Arap dünyasının yaşadığı hezimet, radikal
grupların ortaya çıkmasında çok etkili olmuştur. İslami Cihat da bu gruplardan biri
olarak doğmuştur. Müslüman Kardeşler’i ılımlı politikasını reddederek şiddet ve
terör örgüt politikasındaki ana unsur olmuştur. Farac yazdığı Savsaklanmış Görev
adlı kitabında yeni cihat kültürü ve İslami Cihat’ın ideolojisini açıklar. Farac diğer
İslami ideologlardan çokça etkilenir. Cihat konusunda ise İbni Temiyye ve
Kutub’un düşüncelerinden faydalanılır. Farac, cihad kavramının şiddete dayalı
olmadığı için Müslüman toplumların geri kaldığını savunmaktaydı. İslamiyet’in
unutulmuş ve savsaklanmış halinden kurtulup, doğru yola girmesi, cihadın doğru
şekilde tanımlanmasıyla gerçekleşebilirdi. Farac cihat hakkında İslam’ın altıncı
direği olduğunu düşünüyordu. (Esposito, 2003: 83-84)
3.2.3. Yeni dönem İslami söylemli terörizm
Modern terörizm 1880’lerde Rusya’da başladı. On yıl sonra bu terör dalgası Doğu
Avrupa’ya, Balkanlar’a ve Asya’ya dağıldı. Bu ilk terör dalgasını anarşistler
başlatmıştı. Amaçları yöneticilere suikastler yapmaktı. Ancak bu dalganın yayıldığı
Balkanlar’da ve Hindistan’da milliyetçilik akımının güçlenmesine yol açtı.
Anarşistlerin çıkardığı bu terör dalgası ilk uluslararası terör hareketi olarak
değerlendirilir.1920’lerde sömürgecilik karşıtı terörizm hareketi doğmuştur. Bu
terör tarihindeki ikinci terör dalgası olarak bilinmektedir ve aşağı yukarı kırk yıl
sürmüştür. Üçüncü terör dalgası yeni sol terörizmidir. Yirminci yüzyılın sonunda
etkisini yitirmekle beraber halen Nepal, İngiltere, Peru, Kolombiya ve Nepal’de az
birkaç grup tarafından devam ettirilmektedir. Terörün dördüncü dalgası ise
1979’da dini söylemli olarak ortaya çıkmıştır. Terör dalgaları, çeşitli ülkelerde
birbirine benzer terör örgütleri tarafından yürütülen eylemlerin belli bir zaman
aralığıdır.
Her terör dalgası,
kendi dönemindeki çarpıcı olaylar sonucu
isimlendirilmiştir. Ayrıca her ülkeden topluluk, kendi bulunduğu terör dalgasına
ulusal özelliklerinden de ekleme yapmıştır. Sömürgecilik karşıtı terörizm, Asya’da
ve Afrika’da kendi yöresel ve bölgesel özellikteki öğeleri de barındırmaktadır.
Sömürgecilik karşıtı olan dönemde ayrı bir terör dalgası, sol akımların
58
yaygınlaştığı zaman başka bir terör dalgası, dini söylemlerin arttığı dönemde
başka bir terör dalgası ortaya çıkmıştır ve bu dalgalar devam edecektir. Terör
örgütleri ortaya çıktıkları zamanda hakim olan terör dalgalarının temel özelliklerinin
hepsine sahiptir. Bazı terör dalgalarında tüm terör örgütleri aynı özelliklere sahiptir.
Örneğin
ikinci
etkilenmişlerdir.
terör
dalgasındaki
Ancak
terör
tüm
örgütleri
örgütler
bazen
de
milliyetçilik
birkaç
akımından
dalgadan
da
etkilenmektedir. Filistin Kurtuluş Örgütü üçüncü terör dalgasında ortaya çıkmıştır.
Yeni sol terör dalgasındaki iken başlangıçta tamamen laik bir terör örgütü olarak
ortaya çıkmışken, dördüncü terör dalgası olan dini söylemli terör dalgasından da
etkilenmiş, söylem ve eylemlerine dini motifler de eklemiştir. Her bir terör
dalgasının ortaya çıkmasıyla, o terör dalgasının bir taktiği ve tekniği de ortaya
çıkıyordu. Bu taktik ve teknikler bir araya geldiğinde bir terör bilimini oluşturdu. İlk
dönem terör dalgasında Nechaev’in Revolutionary Catehism, ikinci terör
dalgasında George Grivas’ın Gerilla Savaşı, üçüncü terör dalgasında Carlos
Marighella’nın Şehir Gerillasının El Kitabı ve dördüncü terör dalgasında Usame
Bin Ladin’in Tiranlara Karşı Cihattaki Askeri Çalışmalar kitapları yayınlanmıştır.
(Rapoport, 2004: 47-49)
İslam dünyasındaki üç önemli olay dördüncü terör dalgasında İslami söylemli terör
örgütlerinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bu üç önemli olay 1979’daki İran
İslam Devrimi, yine 1979’daki Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ve İslam
söyleminin yoğunlaştığı ve yaygınlaştığı yeni bir yüzyılın başlamasıdır. (Rapoport,
2004: 61)
Köktencilik otoriteler üzerinde, kuralları belli ve değiştirilemeyen doğrular üzerine
kurulu düşünce biçimidir. Daha çok din ile özdeştirilse de politikada da köktencilik
var olabilmektedir. (Heywood, 2003: 241)
Modern İslami söylemli terörizm, yirminci yüzyıldaki İslam’ın radikalleşmesinin
sonucu ortaya çıkmıştır. İslami hareketler Arap dünyasında ve Britanya egemenliği
altında bulunan Hindistan’da yaşayanların sosyal adaletsizliğe, geleneklerin
reddedilmesine,
kültürün
yozlaşmasına
ve
yabancı
işgaline
tepki
olarak
doğmuştur. Modern Müslüman dünyasının buna çare olamadığı, tek çarenin saf
İslam’a dönüş olduğu düşüncesi yaygınlaşmıştır. Her ne kadar karşılaşılan
59
problemler sosyal ve politik olsa da radikal İslam’da politika ile dinin bir farkı
yoktur. Radikal İslam’a göre İslamiyet hem bir dini inanış hem de politik bir
rejimdir. Problemin doğası gereği tek gerçek İslam’dır. Radikal İslamcılar Hz.
Muhammed döneminin özlemini çekmektedirler. Bu dönem Devr-i Saadet dönemi
olarak adlandırılmaktadır. Hz. Muhammed dönemindeki mükemmeliyet ve onun
zamanındaki olaylar radikalleri cezbetmiştir. Saf İslamiyet’in o dönem yaşandığını
düşünen radikaller saf İslamiyet’i yaşamak için, dünyayı Dar-ül İslam ve Dar-ül
Harb olarak ikiye bölmüşlerdir. Dar-ül İslam yani İslam’ın egemen olduğu topraklar
ve halklar, İslam’ın egemen olmadığı topraklar olan Dar-ül Harb ile savaş içindedir.
Bu savaş İslam’ın zaferiyle sonuçlana kadar devam edecektir. İslami uyanışın ilk
sesleri sömürge altında bulunan ülkelerde ortaya çıkmıştır. Onlara göre batılı
devletler İslamiyet’in yaşanmasına engel teşkil ediyorlardı.1980’lere kadar
Müslüman Kardeşler gibi İslami hareketler kurtuluşun önce yeniden gerçek İslam’a
dönüş ile mümkün olabileceğini, daha sonra da şeriatın hüküm sürdüğü İslami
yönetimlere geçişle başarıya ulaşacağını düşünmekteydiler. (Bar, 2004 )
Genel olarak İslam’ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim, diğer dinlerin kutsal kitaplarına
göre daha fazla politik ve ekonomik hükümlere sahiptir. Örneğin Kuran’da geçen
özel mülkiyete sahip olma kapitalizmle kesişmekteyken, faizin yasaklanması ise
sosyalizm ile kesişmektedir. Yirminci yüzyıldaki radikal İslam, 1928’de Mısır’da
Müslüman Kardeşler’in kurulmasıyla vücut bulmuştur. Mısır 1936’da tam
bağımsızlığını kazanmış ise de, İngiltere bu devlet üzerinde ekonomik ve askeri
baskısını koruyordu. Müslüman Kardeşler Hasan el Banna tarafından İslami bir
parti olarak 1928’de kuruldu. Müslüman Kardeşler mevcut hükümete alternatif
olarak kapitalizm ve sosyalizmin ilkelerinden oluşan karma bir politikayla İslami bir
hükümet kurmak istemiştir. Bu hükümet sosyal sistemi İslami ilkelerle birleştirerek,
ekonomik ve politik hayata paralel olarak kişisel ahlakı da düzenlemek istemiştir.
Bu hareket Mısır’ın yabancı kontrolünden tamamen kurtulmasının yanı sıra tüm
Müslümanları da birleştirmeyi amaçlıyordu. Müslüman Kardeşler Ürdün, Suriye ve
Sudan’a yayılmış, camilerde, okullarda, genç derneklerinde hatta iş alanlarında da
konuşulur olmuştu. Bu hareket gençlere hem fiziksel hem de psikolojik olarak
sonunda cihadın geleceği savaşa hazırlıyordu. Ancak radikal söylemler her ne
kadar Arap politikasının üzerinde fikir yürütse de Arap liderlerinin batıya karşı
yönelmeleri ve Cemal Nasır’ın Arap sosyalizmine yönelmesi sonucu gelişme
60
göstermedi. Nasır’ın Süveyş Kanalını millileştirmesi; Fransa, İngiltere ve İsrail’in
askeri kuvvetlerini buradan uzaklaştırması Arap dünyasında yıldızının parlamasına
sebep oldu. Nasır’ın Arap sosyalizmi çalışmaları onu Sovyetler Birliği’ne
yönlendirirken Müslüman Kardeşler üzerinde baskı yapmaya başlamasına da
sebep olmuştur. Ancak 1967’deki Arap-İsrail savaşındaki Mısır’ın hezimeti Arap
sosyalizminden dönüşü, radikal İslam’ın yeniden taraftar bulması için bir fırsat
doğurdu. Sömürgeciliğin kuzey Afrika ve Orta Doğu’da bitmesiyle Sovyetler
Birliği’nden ve batılı devletlerden ekonomik özgürlüklerini kazanan ülkelerde de
milliyetçiliğin tekrar yükselmesine, radikal İslam’ın yeniden pasif durumda
kalmasına yol açmıştır.
İslamcı hareketler 1970’ler ve 1980’lerde daha fazla taraftar kazandı. Batı kaynaklı
ideolojiler ihtiyaçlarına yanıt vermiyordu. Kapitalizm uygulanamıyordu çünkü
dünyaya satacak petrol dışında ticari rekabete girecekleri başka ticari metaları
yoktu. Milliyetçilik Arap-İsrail savaşlarında biraz rağbet görse de Arapların kendi
aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı benimsenemedi. Sosyalizm de Araplar’ın
uygulayabileceği bir sistem değildi. İslamiyet’in kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim dini
inanış ve kuralların yanında toplumsal ve bireysel yaşama dair hususlar da
belirtilmiştir. Bu yüzden toplumdaki adaletsizliklere, yoksulluğa, geleneksel
değerlere sahip çıkmada ve baskıcı rejimlerle mücadele etmekte tek yolun İslam
olduğu düşünerek İslami şekilde düşünme, davranma ve yaşamanın bir ideoloji
olarak benimsenmesi toplum içinde taraftar buldu. (Karlsson, 2005: 93)
1979’da şah rejiminin yıkılıp Ayetullah Humeyni’nin İran’a dönüp İslam
cumhuriyetini ilan etmesi yeni bir başlangıç olmuştur. Humeyni İranlı politikacı ve
din adamıdır. Kum şehrindeki dini eğitim veren merkezde eğitim almıştır.1964’de
sürgüne gönderilmiş, 1979’ a kadar sürgünde kalmıştır. Ölümüne kadar İran’ın
başında bulunmuştur.
1979’daki devrimden sonra İran, politik İslam’ı uygulayan en gözde ülke olmuştur.
İçerisinde radikal gruplar barındıran Lübnan, Afganistan, Pakistan için politik bir
lider konumuna geçmiştir. İran nüfusunun büyük çoğunluğu İslamiyet’in iki ana
kolunun küçüğü olan Şiiliğe mensuptur. İslamiyet’in bu iki ana kola ayrılması Hz.
Ali’nin halifeliği döneminde ortaya çıkmıştır. Sünni inancına sahip olanlar Hz.
61
Ali’den sonra halife olanlarının meşruiyetini tanırken, Şii inancında Hz. Ali’den
sonra sıra Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin olarak devam etmektedirler. Halife yerine
imamlık terimini kullanan Şiiler sırasıyla Hz. Ali’den sonra on iki imamın iktidarını
tanırlar. 1979 İran’daki Şah rejiminin yıkılmasıyla İran’a dönen Humeyni İran İslam
Cumhuriyeti’ni kurdu. Humeyni’nin başkanlığında on beş kişilik dini alimler İran
Devrim Konseyi’ni oluşturuyordu ve tüm yetkileri ellerinde barındırıyordu. Sert
İslami hükümler politik ve sosyal hayatın her yanında uygulamaya konulur.
Örneğin Müslüman olsun olmasın İran’daki tüm kadınlar için başörtüsü
zorunluluğu getirilmiştir. Eşcinselliğin cezası idam olmuştur. 1979 devriminin
ardından Irak ile 1980-1988 yılları arasında yapılan savaş dini ulusalcılığı daha da
perçinlemiştir. Ancak savaş sonunda ekonominin büyük kayıplar vermesi, yabancı
yatırımcıların ülkeye yatırım yapmaması ülkeyi dar boğaza sokmuştur. 1989’da
Haşimi Rafsancani’nin seçimleri kazanarak başa geçmesiyle İran sert tutumlarında
bir değişiklik olmuştur. Pragmatik olarak ekonomik ve sosyal konularda reformlara
gidilse de dini çizgilerinde çok büyük bir değişiklik olmamıştır. (Heywood, 2003:
248-249)
Humeyni’nin İslami cumhuriyet kurma fikri 1940’lara dayanmakla birlikte dini
kurallara dayalı bir sistem üzerine kurulu temel İslam cumhuriyeti fikri 1960’ların
sonunda şekillendi. Humeyni’nin dünya görüşü fakir ve kendi kaderine terk edilmiş
üçüncü dünya ülkeleri ile Sovyetler ve ABD yani kapitalizm ile komünizm
arasındadır. Yani batı ile doğu arasındadır. İslam dini politik bir olgu olarak
herhangi bir girdi veya müdahale kabul etmeyen durum halini almıştır. Şii
radikalizmi dünyanın çeşitli yerlerinde taraftar kazanmıştır. 1981’de Mısır’da Enver
Sedat suikaste uğramıştır. Daha pek çok İslam ülkelerinde bu suikastler devam
etmiştir. Lübnan 1980’lerde Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında çıkan iç savaşa
teslim oldu. İsrail Lübnan’ı güneyinden Suriye ise kuzeyinden işgal etti. Beyrut’un
bazı bölümleri İran menşeli Hizbullah tarafından kontrol altına alınmıştır.
1990’larda yeni bir İslami söylemli grup ortaya çıktı. Usame bin Ladin’in
yönetiminde olan örgüt, ABD ve İsrail düşmanlığının yanı sıra Suudi Arabistan’ın
yabancı etkiler altında kalmasına da tavır almıştı. 11 Eylül 2001 ikiz kuleler ile
2002 Bali’deki saldırılar örgütü küresel terörizmin gözde aktörlerden biri yapmıştır.
62
İran’daki İslami devrimin ardından yaklaşık on yıl boyunca aynı yoğunlukta bir dini
eksenli oluşum gerçekleşmedi. 1992 yılında dini eksenli terör grupları hızlıca
büyüyerek o dönem iki olan sayıları on bire yükseldi.1990’lar boyunca da dini
eksenli terör örgütleri çoğalmaya devam etti.1994’te uluslararası tanımlanabilen
kırk dokuz terör örgütünün on altısı dini eksenliydi. Bu hemen hemen tüm terör
örgütlerinin üçte birine tekabül ediyor.1995’te çoğalma devam etmiştir. Elli altı terör
örgütünün yirmi altısı dini eksenliydi. Bu yükselen grafik yükselişine devam
etmiştir. 2004 senesinde ise elli iki dini eksenli terör örgütü vardır ve bu dünyadaki
örgütlerin yüzde kırk altısına tekabül etmektedir. Aynı yıl sol eğilimli terör örgüt
sayısı otuz iki iken, etnik ve ayrılıkçı terör örgütü sayısı ise yirmi dörttü. (Hoffman,
2006: 85-86)
1998-2004 yılları arasında terör örgütlerinin yaptıkları eylemlerin sadece yüzde
altısı dini eksenli örgütler tarafından yapılırken, ölümlü eylemlerin yüzde otuzu ise
bu yüzde altılık eylemler tarafından gerçekleştirilmiştir. (RAND Terrorism Incident
Database,den aktaran Hoffman, 2006: 88)
Bu yüksek ölümlü eylemler doğrudan 1980’lerdeki Şii inançtaki İslami örgütler ile
1998’e kadar ki El-Kaide örgütünün eylemleridir. Şii inançtaki terör örgütlerinin
1982-1989 yılları arasındaki eylemler, o yıllara ait tüm terör eylemlerinin yüzde
sekizini kapsarken, ölüm oranları olarak da yüzde otuzunu içermektedir. (RAND
Terrorism Incident Database,den aktaran Hoffman, 2006: 88)
El-Kaide’nin yaptığı eylemler 1998-2004 yılları arasındaki terör eylemlerinin binde
birini kapsarken, ölümlü terör eylemlerinin yaklaşık yüzde on dokuzunu
kapsamaktadır. (RAND Terrorism Incident Database,den aktaran Hoffman, 2006:
88)
Sanayileşmenin
hızlıca
büyümesine
paralel
olarak
artan
nüfus
artışı,
sanayileşmenin yarattığı işgücü potansiyeli kırsaldan şehirlere göçleri artırmıştır.
Göçlerin yoğun olarak yaşanması çarpık şehirleşmeyi artırmış, getto ve
gecekondu mahalleleri çoğalmıştır. Kırsaldaki geleneksel yapıların daha sağlam
ve yoğun yaşanmasının aksine şehirde batı tarz eğitim yapan okullarda eğitim
gören gençler kültür şoku yaşadılar. Eğitimdeki öğrenci sayısına kıyasla iş sahası
63
kısıtlı olduğu için öğrencilerin çoğu okul bitiminde yoksulluk ve işsizlikle
tanışıyorlardı. İş gücü ihtiyacının kısıtlı ve kimi zaman düşmesine paralel olarak
İslamcı gruplara katılma oranı artmıştır. Zengin ve fakir kesim arasındaki makasın
açılması batı ülkelerine karşı muhalif seslerin çoğalmasına sebep oldu. Eğitimleri
sonucu istedikleri çalışma şartlarına dolayısıyla yaşama kavuşamayan ve hayal
kırıklığı yaşayan gençler bir savunma mekanizması olarak dine sığınmışlardır.
Yahudiler binlerce yıllık geçmişlerinde sürekli yer değiştirmişler, bazen göçe
zorlanmışlardır. Onlar Yahudi inancına tam anlamıyla dört elle sarılarak kendi
kimliklerini ve kültürlerini korumuşlardır. İslam dünyasında ise Yahudiler gibi
zorunlu göç veya meskende tutunamama şeklinde değil, ekonomik ve sosyal
hayatın hızla değişimine inat olarak dine sarılma görülmüştür. Batı kültürünün
empoze ettiği değerlere karşı bu şekilde kültürlerini ve geleneksel bakış açılarını
muhafaza etmişlerdir. Geleneksel kırsal yaşamdan kopup sanayileşmenin gereği
olarak şehirlere göç eden ailelerin çocukları batı tarzı eğitim görmüş olarak İslami
hareketlerin liderleri olmuşlardır. Nitekim sosyal bilimlerde eğitim görmenin gereği
olarak, siyaset bilimi, kamu yönetimi veya uluslararası ilişkiler veya diğer bölüm
öğrencilerinden ziyade, bu İslami ideologlar fen bilimlerinde tahsil görmüşlerdir. Bu
kişiler aileleri kırsaldan göç etmiş mühendislerdi. Sudan’daki Milli İslam cephesinin
lideri Hasan el-Turabi Sorbon Üniversitesinde hukuk doktorası yapmıştır. İran’ın
dış ilişkiler bakanlığı yapmış Velayeti ABD’de çocuk doktorluğu eğitimi almıştır.
Afganistan’daki Tacik örgüt lideri Mesud politeknik okulunu bitirmiştir. Hizbi İslam
örgütündeki Hikmetyar ve Cezayir İslami Kurtuluş Cephesi sözcüsü Haşani
mühendistir.
İslamcılığın
yükselmesi,
sosyal
adaletsizliğin
ve
ekonomik
hoşnutsuzluğun eleştirilmesi açısından kutsal yerler olan camileri kendisine mekan
tutmuştur. Camilerde yapılan konuşmaların belli bir ideolojik alt yapısı yoktu.
Sistematik düşünce basamaklarından uzak basit bilgiler ve İslami ünlü yazarların
konuşmalarından alıntılar yapılarak bilgilendirme çabası içinde olundu. İslami
ideologlardan Müslüman Kardeşler’in ünlü ismi Seyyid Kutub bu dönemde çok
popülerdi. Birçok yerde yasaklanan ünlü Yoldaki İşaretler kitabı, yasaklara inat
Müslüman dünyasının genç aydınları arasında oldukça yaygındı. Seyyid Kutub,
kapitalizmin ve komünizmin yıkılacağını, onun yerine İslam’ın önderlik rolünü
üstlenerek aydınlıklara kavuşulacağını sıklıkla yineliyordu. Kutub’a göre batının
ahlak dışı cinsel ilişkiye, fahişeliğe, pornografiye ve uyuşturucu batağına
saplanması dinin yitirilmesi sonucudur. Bu bataklıktan kurtulmanın tek çaresi de
64
yine dine dönmektir. İslamcı hareketler İslam’ın egemen olduğu devlet yapısı ve
halk kesiminin oluşturulmasında görüş ayrılığı içindeydiler. İki farlı görüş ortaya
atılmıştı. Birincisi devletin kontrolünde İslamiyet’in meşrulaştırılmasını isteyen
devrimcilerdir. Diğer taraf ise İslamiyet’in politik ve sosyal bir çalışma ile tabandan
yola çıkılarak başarılabileceğini savunan reformculardır. Her iki farklı görüşü
savunanlar da aynı kökten besleniyorlardı. Birisi tepeden inme bir değişiklik
isterken, diğer grup tabandan yukarıya doğru gidişatını belirlemişti. Ancak her iki
grubun özlemle beklediği ütopik yaklaşım ise Hz. Muhammed dönemine
dönebilmekti. Hz. Muhammed dönemindeki toplumsal yaşamın her alanında
kullanılan ve İslami hukuk sistemi olan şeriatın yaşanabilmesi tek hedefleriydi.
1950’lerdeki emperyalizm karşıtı, kızıl bayraklar altında yürüyenler, artık İslam’ın
yeşil sancağı altında yürümek istiyorlardı. Her iki grubun görüş ayrılıklarının olması
mücadele yöntemlerinin de farlılığını beraberinde getirmiştir. Terör ortamı
yaratılarak silahlı mücadele, siyasi arenada yer alma veya umursamazlık çeşitli
alternatifler arasındaydı. Ürdün’de Müslüman Kardeşler parlamento seçimlerine
katılarak mücadele yöntemini seçmiştir. Pakistan’daki Cemaat-i İslam ve
Sudan’daki
Müslüman
Kardeşler
askeri
darbeyle
başarıya
ulaşmaya
çalışmışlardır. Mısır’daki İslami Cihad ise demokratik olmayan yollara başvurmuş,
şiddet kullanarak politikacı ve turistleri hedef almışlardır. (Karlsson, 2005: 94-96)
İnsanların aşırı uçtaki duygularıyla oynanmamalıdır. Tarihe baktığımızda bir sürü
aşırı uç grupların ki bunların bir kısmı dini eksenlidir, hükümetler tarafından bir
başka grubu engellemek için desteklendiğini göreceğiz. Örnek olarak ABD
Afganistan’daki Sovyet Rusya işgaline engel olmak için radikal İslamcı kesimi
desteklemiştir. Hindistan Başbakanı Indira Gandhi parlamento seçimlerinde ılımlı
bir parti olan Hindistan Kongre Partisini saf dışı bırakmak için Sikh dinine mensup
radikal kesimle işbirliği yapmıştır. İsrail hükümeti bazen Yaser Arafat’ı ve Filistin
Kurtuluş Örgütüne karşılık Hamas’ı onların ikamesi olarak görmüşlerdir. Bu
örneklerin hepsinde ise birliktelikler zamanla ters tepmiştir. ABD mücahitleri
desteklerken Usame Bin Ladin ve Taliban’ı yaratmış, Indira Gandhi Sikh fanatikleri
tarafından suikaste uğramış ve Hamas İsrail içerisindeki intihar eylemcilerinin
mensup olduğu en büyük grup olmuştur. (Bjorgo, 2005: 28)
65
4. NİJERYA FEDERAL CUMHURİYETİ İLE İLGİLİ BİLGİLER
4.1 Coğrafyası
Nijerya 923,768 kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın en büyük 32’nci
yüzölçümüne sahip ülkedir. Yüzölçümünün 13.000 kilometrekarelik alanı su ile
kaplı, 910,768 kilometrekarelik alanı ise karadır. Ülkenin kuzeyinde Nijer,
Kuzeydoğusunda Çad, doğusunda Kamerun, güneyinde Atlas okyanusu ve
batısında Benin bulunmaktadır. Nijerya toplamda 4477 kilometre kara sınırına
sahiptir. Nijer ile 1608 kilometre, Çad ile 85 kilometre, Kamerun ile 1975 kilometre
ve Benin ile 809 kilometre kara sınırına sahiptir. Ülkenin 853 kilometrelik kıyısı
vardır. Ülkedeki en alçak nokta Atlas Okyanusundaki deniz seviyesidir. En yüksek
nokta ise 2419 metre rakımlı Chappal Waddi’dir. Ülkenin kuzey batısından girip
güneyine kadar olan kısımdaki en büyük su kaynağı Gine Körfezine dökülen Nijer
Nehri’dir.
Ülkenin
tarıma
elverişli
alanı
tüm
yüzölçümünün
%
78’ini
oluşturmaktadır. Ormanlık alanlar ise tüm yüzölçümünün % 9,5’ini oluşturmaktadır.
(CIA Factbook, 2016)
Ülkenin kuzeydoğu sınırında Çad Gölü ile doğusunda Mandara dağları
bulunmaktadır. Ülkenin kuzey-güney uzanımı 1046 kilometre, doğu-batı uzanımı
1126 kilometredir. Bu büyüklüğün yanı sıra nüfusu ve politik varlığı ülkenin batı
Afrika’nın Devi olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. Nijerya’nın günümüzdeki
sınırları yirminci yüzyılın başlarında şekillenmiştir. Nijerya’daki ilk yerleşim
yerlerinde yaşayan insanların doğal sınırları Sahra Çölü ve Atlantik Okyanusu’dur.
Nitekim on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Batı Avrupa’dan gelen sömürgecilerin
ihtiyaçlarını karşılamak adına Nijerya’nın batı, doğu ve kuzey sınırları yeniden
belirlenmiştir. Bu sebeple etnik gruplar ve eski krallıklar batılı güçlerin belirlediği
sınırlar dışında kalmıştır. Örneğin Hausa’lar sadece Nijerya’da değil, Nijer,
Kamerun ve Çad’da da bulunmaktadır. On dokuzuncu yüzyılda Fulani cihatçıları
tarafından kurulan Sokoto Halifeliği İngilizler’in müdahalesi sonucu Nijerya ve Nijer
arasında kalmıştır. Günümüz Nijerya’sında yüzlerce farklı etnik grup çok çeşitli
coğrafi alanlarda yaşamını sürdürmektedir. (Falola, 2009)
66
Harita 4.1 Nijerya Federal Cumhuriyeti Haritası
Kaynak : http://geology.com/world/nigeria-satellite-image.shtml
4.2 İklimi
Nijerya’nın kuzeyi ile güneyi arasında iklim değişikliği mevcuttur. Çeşitli coğrafik
alanlar arasında tropik iklimden, çöl iklimine kadar geniş bir yelpazede iklimler
bulunmaktadır. Nijerya iklimi iki ana mevsime ayrılmaktadır. Bunlar yağmurlu ve
kurak mevsimlerdir. Nijerya’nın güneyi, kuzeyine göre daha yağmurlu ve
bulutludur. Kıyı bölgelerde günlük ortalama hava sıcaklığı yirmi beş derece
sıcaklığa ve yüksek nem oranına sahip iken; ülkenin kuzeyi günlük ortalama otuz
derece sıcaklığa ve düşük nem oranına sahiptir.(Falola, 2009 )
67
4.3 Tarihi
Nijerya tarihini incelediğimizde, Nijerya’nın tarihinin 7 ana bölümden oluştuğunu
görmekteyiz. Bu bölümlerin ilki Erken Dönem Nijerya Tarihidir. Bu dönemde
insanlara ait ilk yaşam bulguları Ondo eyaleti yakınlarında bulunmuştur. M.Ö 9000
yıllarında Geç Dönem Demir Çağında yaşamış olduğu düşünülen insan
iskeletlerine bir mağara içerisinde rastlanılmıştır. M.Ö. 500- M.Ö. 200 yılları
arasında tarımcılığa dayalı yerleşik medeniyet izleri ülkede bulunmuştur. 1943
yılında madenciler tarafından yapılan bir kazıda, tarım toplumu döneminde
yaşamış insanlara ait yaşam malzemesi kalıntıları tespit edilmiştir. Nijerya’da
bulunan topluluklar belli bir araziye hapsolmamış, aksine göçebe hayatı
sürmüşlerdir. M.S. 1000 yıllarında çeşitli emirlikler ve krallıklar kurulmuş ve bunlar
birbirleriyle göçebe kabileler vasıtasıyla iletişim kurmuşlardır. Bu dönemde
özellikle Fulaniler göçebe tarz hayat yaşayarak kültürler arasında köprü vazifesi
görmüştür. Diplomatik ve ekonomik bağlantıları, göç ettikleri uzak mesafelere
taşımışlardır. 11’nci yüzyılda güçlü Hausa Krallığı ve Oyo Emirlikleri kurulmuştur.
Nijerya coğrafi keşiflerin ardından kıtaya gelen sömürgeciler tarafından sıklıkla
uğranılan bir ülke olmuştur. Özellikle okyanus aşırı köle ticaretinin başlamasıyla
Nijerya köle ticaretinde önemli bir merkez halini almıştır. Doğu Afrika’da bulunan
13 köle ticaret merkezini 7’sine ülke ev sahipliği yapmıştır. Okyanus aşırı taşınan
kölelerin yaklaşık % 51’i Nijerya limanlarından kalkan gemiler ile sevk
edilmişlerdir.. Afrika’daki köle ticaret piyasası, zamanla Avrupalı misyonerler
bölgeyi Hristiyanlaştırmak adına Nijerya’ya gelmişlerdir. Nijerya tarihinin ikinci
dönemi 1840’lar ile 1960 yılları arasındaki İngiliz Sömürgesi Altında Bulunma
Dönemidir. Bu dönemin temelleri Avrupalıların yeni ticaret yolları bulmak için
arayış içinde oldukları coğrafi keşifler ile başlar. Hammadde ve ticaret için
Nijerya’ya da uğrayan sömürgeciler, buradaki insan yaşamını ve coğrafyayı da
merak etmişlerdir.1797 ve 1820’lerde Nijer Nehri’nin çevresinde İngilizler çeşitli
amaçlarla bulunmuşlardır.1842’de Nijerya’ya gelen İngilizler beraberinde misyoner
kuruluşları da getirmişlerdir. 1850’de İngiliz Hükumeti, Batı Afrika ile ilgilenmekle
kalmamış, bu bölgeyi hakimiyet altına alma kararı almıştır. Bu kapsamda İngiltere,
Nijerya’yı 1861’de sömürgesi olarak ilan etmiştir. İngilizler Royal Nijer Company (
Kraliyet Nijer Şirketi) kuruluşuna hayat vererek Nijer Nehri’ndeki ticaret akışını
kontrol altına almıştır. İngilizler ülkenin kuzeyine de yönelerek Sokoto Halifeliği’ni
68
kontrol altına almak istemişlerdir. Bu dönemlerde her ne kadar İngilizler’in
sömürge isteklerine karşı direnişler zaman zaman ortaya çıksa da Nijerya her iki
dünya savaşını da İngiltere boyunduruğu altında geçirmiştir. İkinci Dünya Savaşı
sonunda, Nijerya’da İngiltere’nin sömürge düzenine karşı başkaldırılar ve
protestolar başlamıştır.
1940’larda Abeokuta Women’s Union adlı kuruluş İngiltere’yi kadınlar üzerinden
alınan vergiler sebebiyle protesto etmiştir. 1945’te 40.000 işçi bir ay süren genel
grev kararı almış ve uygulamışlardır. 1950’lerde İngiliz sömürge kuralları
zayıflamaya başlamıştır. Bu dönemde Nijerya’nın sömürge karşıtı liderleri ile İngiliz
sömürge resmi görevlileri arasında görüşmeler başlamıştır.1957 yılında doğu ve
batı bölgesi kendi yerel yönetimlerini oluşturmuşlardır. Bunu 1959 senesinde
kuzey bölgesi izlemiştir. Aralık 1959’da ülke genelinde genel seçimler yapılmış ve
ülke 1 Ekim 1960’da bağımsızlığına kavuşmuştur. Ülke tarihinde üçüncü tarihsel
dönemi İlk Cumhuriyet Dönemidir. Bağımsızlığın kazanılmasının ardından ülkede
ilk sancılar ortaya çıkmaya başlamıştır.1966-1967 yılları arasında kuzey ve batı
bölgesindeki askerler arasında gerilimler yaşanmıştır. Yaşanan gerilimlerin
ardından batı bölgesinde bulunan Igbo’lar Şef Ojukwu’nun liderliğinde Mayıs
1967’de bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bağımsızlık bildirisi sonucunda yapılan
görüşmelerden bir sonuç çıkmaması üzerine Ojukwu liderliğindeki bağımsızlık ilan
eden Biafra Cumhuriyeti, Nijerya Federal Devleti’ne karşı savaş hazırlıklarına
girişmiş ve iç savaş patlak vermiştir. 1967 temmuz ayından 1970 ocak ayına kadar
devam eden iç savaş beraberinde pek çok yıkımı getirmiştir. Biafra’da açlık ve
sefalet çok ileri boyutlara ulaşmıştır. Öyle ki Kızılhaç Biafra’daki açlıkla mücadele
için önlemler almış ve bölgeye gitmiştir. İç savaş Biafra’nın 12 Ocak 1970’de
kuşatılmasıyla son bulmuştur. İç savaş Nijerya ekonomisine çok büyük zarar
vermiştir. Nijerya’nın tarihindeki dördüncü tarihsel dönem iç savaşın ardından
yaşanan askeri darbe dönemidir. Bu dönem 1966-1979 yıllarını kapsamaktadır.
Yaşanan iç savaşın ardından General Yakubu Gowan Nijerya’nın yeniden
inşasına ve yapılanmasına başlamıştır. Kendi iktidarı altında programlı ve
bütünleştirici planlar yapanlar yapsa da demokrasiye geçiş bu planlar arasında
yoktur. Gowan’ın iktidarı altında Nijerya kılıf değiştirdi. Afrika kıtası genelinde
politikalar yürüttü ve daha aktif hale geldi. Bu aktifliğin petrolden ve doğalgazdan
elde edilen gelirler ile orantılı olarak yükselmesi gözlerden kaçmamıştır. Gowan
69
Nijerya’yı ulusalcı ekonomik politikalar ile yönetmiştir. Bu noktada Nijerya
ECOWAS’ın ( Economic Community of West African States) oluşturulmasında
öncü rol oynamıştır. Nijerya 1975’te ise yeni bir darbe ile yeni bir dönemece
giriyordu. Bu yeni dönem General Murtala Mohommed’in suikaste uğradığı 1976
şubatına kadar devam etmiştir. Mohammed yönetimde kaldığı kısa süre boyunca
askeri ve ekonomik özgürlük hareketlerine hız vermiştir. Mohommed’in halefi
General Olesegun Obasanjo, Mohammed’in planlarına kaldığı yerden devam
etmiştir.
Obasanjo,
diğer
askerlerin
aksine
Nijerya’nın
demokratikleşmesi
taraftarıydı. Bu demokratikleşme isteği 1979 yılının ekim ayında meyvelerini verdi.
Nijerya’nın tarihindeki beşinci dönem olan bu döneme İkinci Cumhuriyet adı
verilmiştir. İkinci Cumhuriyet Alhaji Aliyu Usman’ın devlet başkanı seçilmesiyle
başlar.
Bu
dönemde
parlamento
yapısında
değişikliğe
gidilmiştir.
İngiliz
parlamento sisteminden, Amerikan parlamento sistemine geçiş yapılmıştır. Bu
dönemde tarımcılığa dair politikalar geliştirilse de, 1970’lerden itibaren ekonominin
can damarı olan ham petrol satışlarındaki bir gecede olan düşüş, ekonomiyi dar
boğaza sokmuştur. Halk ekonomik olarak zor durumda kalınca etnik ve dini
topluluklar oluşmaya başlamıştır. 1980’ler boyunca Müslümanlar ile Hristiyanlar
arasında çatışmalar yaşanmıştır. Ekonomik çıkmaz hükumetin IMF’den borç
almasına kadar varmıştır. Aralık 1983’te ise ülke dördüncü askeri darbesini
General Muhammed Buhari tarafından gerçekleştirilerek yaşamıştır. Nijerya’nın
altıncı tarihsel dönemi askeri vesayet altında geçmiştir.1983-1998 yılları arasında
yaşanan bu dönemde demokratikleşme adımları askıya alınmıştır. Bu dönemde
ekonomik reformlar ve iş güvenliği konularında çalışmalar yapılmıştır. Bu dönemde
ekonomi kötü gidişatına devam etmiştir. Halk günlük temel ihtiyaçlarını almakta
oldukça zorlanmıştır. Yüksek enflasyon ve işsizlik yönetimi zora sokmuştur.
Buhari’nin yönetimi altında iken İkinci Cumhuriyet döneminde yaşanan ekonomik
hataların önüne geçilmeye çalışılmıştır. Halkı tasarruf konusunda uyaran Buhari,
ekonomik reformlar yaparken, askeri harcamaları kısıtlamıştır. Ancak seçimler
konusunda herhangi bir takvim vermekten kaçınmıştır.1985’te Nijerya General
İbrahim Babangida’nın liderliğinde yeni bir askeri darbe ile tanışmıştır. Babangida,
diğer yöneticiler gibi ekonomi üzerine yoğunlaşmıştır. IMF’nin verdiği ekonomik
direktiflere uyma kararı almıştır. Ekim 1989’da siyasi partiler demokrasiye geçiş
konusunda birleşmeye yeşil ışık yakmışlardır. Bu durum karşısında Babangida
politik arenada bulunmayı sadece iki partiye müsaade etti. Babangida döneminde
70
yaptıkları ile kuzeyde yaşayan Müslümanların desteğini kaybedeceğini anlayınca,
güneydeki Hristiyanlar’ın tepkisine rağmen Nijerya’yı İslami Konferans Örgütüne
üye yaptı.12 Temmuz 1993’te ülkede yeniden seçimler yapıldı. Hapishanede
bulunan Şef M.K. Abiola seçimleri kazanarak devlet başkanı oldu ve Üçüncü
Cumhuriyet kuruldu. Ancak General Babangida’nın ekibinde bulunan Abacha
Nijerya’nın içinde bulunduğu duruma karşı tepkisiz kalmamak adına ülkenin anık
olduğu altıncı askeri darbeyi gerçekleştirdi. Abacha dönemi Nijerya tarihinin en
kötü yönetim dönemidir. Bu dönemde Abacha özelleştirme ve ticari özgürlük
konuları üzerinde çalıştı. Bu dönemde ekonomi çok kötü durumdaydı. Eğitim
konusunda çok büyük açıklıklar mevcuttur. Dış borç 100 milyon doları bulmuştur.
Ayrıca bu dönemde yapılan insan hakları ihlalleri dünya gündemini bile meşgul
etmiştir. Abacha’nın 1998 yılında ölmesiyle Nijerya yeni bir döneme girmiştir. Kısa
bir süre General Abdulsalami Abubakar yönetiminde kalan Nijerya’da ekonomi ve
eğitim konularında yeni adımlar atıldı. Mayıs 1999’da Obasanjo yapılan seçimler
sonrasında Nijerya’nın ilk sivil kökenli devlet başkanı oldu ve Dördüncü
Cumhuriyet başladı. Bu dönem Nijerya tarihinin yedinci dönemidir. Obasanjo
devlet başkanı olarak iki dönem görev yaptı. Üçüncü dönem için her ne kadar
seçime katılsa da seçimi kaybetmiştir. Görev yaptığı dönemlerde ekonomi ve
eğitim konularının üzerinde çok durmuştur. Birleşmiş Milletler’in yaptığı, sıtmayla
mücadeleden nükleer enerji konularına kadar olan tüm
olmuştur.
çalışmalarına destek
Döneminde yaşanan Zamfara ve Kaduna eyaletlerindeki çatışmalar
konusunda başarısız olmuştur. 2007 yılında yapılan seçimlerde devlet başkanı
Umaru Musa Yar’adu galip gelmiştir. 2010 yılında ani ölümü üzerine yardımcısı
Goodluck Jonathan 2011 seçimlerine kadar devlet başkanlığı yapmıştır. 2011
seçimlerinde aday olan Goodluck Jonathan seçimi kazanarak devlet başkanlığı
görevine devam etmiştir. Boko Haram’ın eylemlerinin şiddetini artırdığı dönemde
görev yapan Jonathan, örgütün oldukça tepkisini çekmiştir.2015 yılı seçimlerine
aday olacağını açıklayınca şahsına ve Hristiyanlar’a eylem yapacağını açıklayan
Boko Haram seçimleri Muhammed Buhari’nin kazanmasıyla Nijerya yeni bir
döneme girmiştir.( Falola, 2009 )
71
4.4 Nüfusu
Nijerya’nın 2016 verilerine göre dünyanın en kalabalık 7’nci ülkesidir. Nüfusu 186
milyondur. 2030’da bu nüfusun 261,9 milyona çıkacağı tahmin edilmektedir. 2050
tahminlerine göre Nijerya’nın nüfusu 398 milyona ulaşacağı ve dünyanın en
kalabalık dördüncü ülkesi konumunda bulunacağı düşünülmektedir. Nüfusun 15
yaş altındaki oranı % 43 iken, 65 yaş üstü oranı ise % 3’tür. Ortalama yaşam
süresi kadın ve erkek için 53 yıldır. Kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı
5,5’tir. 15-49 yaş aralığında AIDS bulunma oranı erkeklerde % 2,5 iken, kadınlarda
bu oran % 3,7’dir. ( Population Reference Bureau, 2016 )
Erkeklerin sayısı kadınlardan 3,5 milyon daha fazladır. Kano ve Lagos eyaletleri
Nijerya’nın en kalabalık eyaletleridir. Kuzey bölgesi de güney bölgesine göre daha
fazla nüfus yoğunluğuna sahiptir. Nijerya’da ortalama yaş ise 18’dir. Nijerya
yüksek ölüm oranlarına sahiptir. Tüberküloz, sıtma ve diğer hastalıklara nazaran
Nijerya nüfusu büyümektedir. Bu büyümenin sebebi geniş aileye sahip olma
kültürü ile doğum kontrolünün yaygın olmamasıdır. (Falola, 2009 )
Nijerya kültürünü tanımlamak oldukça zordur. 200-250 farklı etnik gruba ev
sahipliği yapmaktadır. Ancak ülkede bulunan 3 ana etnik grup ülke nüfusunun
çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bu etnik gruplardan ilki Hausa’lar olup nüfusun
yaklaşık yüzde yirmi birini sahip ülkenin kuzeyinde yaşayan bir etnik gruptur. Diğer
etnik grup olan Yoruba’lar güney batı Nijerya’da bulunmakla birlikte nüfusun
yaklaşık yüzde yirmisini oluşturmaktadır. Diğer üçüncü etnik grup ülkenin
güneydoğusunda yaşayan Igbo’lar olup nüfusun yaklaşık yüzde on yedisini
oluşturmaktadır. (Falola, 2009 )
4.5 Dili
Nijerya’da iki yüzden fazla dil konuşulmaktadır. Nijerya’daki kurulan küçük emirlik
ve kabilelerin çokluğu nispetinde yerel dil de vardır. Ancak İngiliz sömürüsü altında
uzun yıllar kalmanın sonucu olarak ülkenin resmi dili İngilizce olmuştur. Birçok
okulda eğitim dili olarak İngilizce kullanılmaktadır. Ticarette kullanılan dil de yine
72
İngilizce’dir.
Buna
rağmen
çoğu
Nijeryalı
günlük
hayatlarında
yerel
dil
kullanmaktadır. (Falola, 2009 )
4.6 Din Tarihi
Nijerya’daki din dağılımı etnik ve kültürel farklılıklara paralellik gösterir. Birçok etnik
grup çevresel ve doğal ihtiyaçlara göre kendi inancını geliştirmiştir. Yerel dini
inanışlar 19’uncu yüzyılın ortalarından itibaren etkisini kaybetmeye başlamıştır.
Nijeryalıların büyük çoğunluğu Hristiyanlığı veya Müslümanlığı seçmiştir. İslamiyet
11’nci yüzyıl ile 14’üncü yüzyıl arasında Afrika’da ilk olarak görülmekle birlikte
Hristiyanlık ancak 19’uncu yüzyılda Afrika’da görülmüştür. İslamiyet ilk olarak güç
ve ticaret hacmine sahip kimseler tarafından benimsenmiştir. Sokoto Halifeliği
İslamiyeti bu elit gruplardan ziyade sıradan insanlara da tanıtmıştır. Nijerya’daki
Müslümanların çoğunluğu Sünni inanıştadır. Zaira temelli Nijerya İslami hareketi
ise daha çok Şii inanışa sahiptir. Hristiyanlık ilk olarak 1500’lerin ortalarında
Portekizli tüccarlar tarafından Nijerya halkı ile tanışsa da çok uzun soluklu
olmamıştır. 19’uncu yüzyılın ortasında Avrupa’nın Hristiyanlığı ve batı kültürünü
yayma hevesleri Nijerya ile tanışmıştır. Müteakiben Hristiyan misyonerlerin
çalışmaları ile Hristiyanlık Nijerya’da yaygınlaşmıştır. Genel olarak Nijerya’da
Müslümanlar ve Hristiyanlar barış içerisinde yaşamıştır. İki grup arasında çıkan
çatışmaların temeli dini farklılıktan ziyade merkezi yönetimin zayıflığıdır. Bu
sebeple 1980’lerin başındaki ekonomik kriz Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki
görüş ayrılıklarının ana temasıdır. Kuzey eyaletlerin şeriatı, modern hukukun
yerine kullanmak istemeleri merkezi hükumet ile aralarında husumetin çıkmasına
sebep olmuştur. Nitekim Nijerya’daki tüm Müslümanların aynı inanış ve politik
görüşe sahip olduklarını düşünmek bir hata olur. (Falola, 2009 )
Nijerya’nın kuzeyinde daha çok Müslüman nüfus yoğunluktadır. Kuzeyden gelen
Müslüman tacirler ile yapılan ticaret bu bölgede Müslümanlığın yayılmasında çok
büyük etki yapmıştır. Ticaret sayesinde sadece meta alışverişi yapılmamış,
Müslümanların kültürlerinden de etkilenmişlerdir.
Hristiyan misyonerlerin sömürgeciliğe paralel olarak kıtaya gelmesiyle de
Hristiyanlık ülkede yayılmaya başlamıştır. Sömürgeci devletlerin ülkenin güneyinde
73
daha çok faaliyet göstermesi, ülkenin güneyinde Hristiyan nüfusun daha yoğun
olarak bulunmasını sağlamıştır.
Ülkede Müslümanlığı veya Hristiyanlığı seçmemiş, kendi kabilelerine ait dinlere
mensup topluluklarda mevcuttur. Ülkede animizm inancı da bulunmakla birlikte
azınlık bir inanış olarak bulunmaktadır. Ülkede Müslümanlar %50, Hristiyanlar
%40 ve animizm ile diğer inanışlar %10luk nüfus payına sahiptir. (CIA Factbook,
2016)
4.7 Etnik Grupları
Nijerya’da 250’den fazla dil konuşulmaktadır. Bu da en az bu dilleri konuşanlar
kadar farklı etnik grupların varlığının ispatıdır. Her bir etnik grup bünyesinde kendi
dini inanış ve kültürünü ve politik gelenekselliğe sahiptir. Örneğin Hausa ve
Fulani’lerin çoğu Müslüman iken İgbo’ların çoğu Hristiyan’dır. Yoruba’ların yerleşik
hayata geçmesi çok erken dönemde iken Fulani’ler daha çok göçebe hayatı
yaşamaktadır. Kanuri’ler kuzeyde mısır ve yer fıstığı üreterek tarım toplumu iken,
güneyde bulanan Ogoni’ler balıkçılık yaparak hayatlarını devam ettirmektedirler.
Nijerya’daki etnik gruplar baskın ve azınlık olarak iki ana kola ayrılmıştır. Baskın
etnik grupta bulunan Hausa’lar on, on beş milyonluk nüfusa, İgbo’lar on dokuz
milyonluk nüfusa, Yoruba’lar ise on beş milyonluk nüfusa sahiptir. Diğer birçok
etnik grup bu üç baskın grup altında bulunmaktadır. Örneğin Egba ve Ijebu
kabileleri Yoruba’ların alt grubu iken Nri kabilesi Igbo’ların alt grubudur. 20’nci
yüzyıldaki en büyük azınlık gruplar Ijaw, Jukun, Ogoni ve Tiv’dir. Azınlık gruplar
baskın grupların nüfusundan daha küçüktür. Örneğin Tiv’lerin nüfusu dört
milyondur. Azınlık gruplar nadiren bölgesel veya şehirsel baskınlığa sahiptir.
1960’lardan itibaren azınlık grupların temel hedefleri politik temsil ve ekonomik
fırsatlardan yararlanmaktır. (Falola, 2009 )
Nijerya
halkının
çok
büyük
bir
bölümünü
yerel
kabileler
tarafından
oluşturulmaktadır. Kabileler tarihsel olarak belli bir bölgede sabit kalmamış ve
sürekli göçebe olarak kalmışlardır. Bu sebeple kabilelerin arasındaki gelenek ve
adetlerde benzerlikler bulunmaktadır. Birbirleriyle karşılaşan kabileler kültürlerini
74
birbirlerine aktarmışlardır. Ancak kabileler arasında hiç ortak olmayan noktalar da
oldukça bulunmaktadır.
4.8 Etnik-Dini Yapıların Oluşması
Nijerya’daki karmaşık demografik yapı, ülkede baş gösteren şiddet olaylarıyla
ilişkilendirilmiştir. Sömürgeleşme döneminde, sömürgecilerin ihtiyaçlarına binaen
oluşturdukları sınırlar iki yüz elliden fazla etnik grubun tek bir coğrafyada kalmadan
karışık bir halde yaşam alanı bulmaya çalışmaları, bağımsızlık sonrasında politik
ve güvenlik sorunlarının ortaya çıkmasındaki en büyük paya sahiptir. Britanya
sömürgesi döneminde ülke önce kuzey ve güney olacak şekilde ikiye bölünmüştür.
Daha sonra ekonomik gerekçelerle başka bölünmelerde ortaya çıkmıştır.1967
Biafra savaşından sonra ayrılıkçı talepleri engellemek için daha merkeziyetçi
yapıya bürünen Nijerya, bu politikasında çok da başarı sağlayamamıştır. Devletin
halk üzerinde egemenliğini tam olarak tesis edememesi ülkede ortaya çıkan şiddet
hareketlerinin elbette yegane sebebi değildir. Nijerya’daki din olgusu da
coğrafyalar arasında bölünmüştür. Ülkenin kuzeyi tarihsel temellere dayalı olarak
Müslüman çoğunluğa sahip iken, Hristiyanlık ve animizm güney bölgesinde
çoğunluğa sahiptir. Bu farklılık Nijerya devletinin üç farklı devlete bölünme ihtimal
derecesini artırmaktadır. Nijeryalılar mensup oldukları dine göre çeşitli şekilde
örgütlenmişlerdir. Gerek tarihsel gerek ise ideolojik akımlara kapılarak çeşitli
hareketler ortaya çıkmış ve kendisine taraftar bulmuştur. Kadirilik ve Ticanilik
tarihsel temellere dayalı İslam Sufi tarikatlarıdır. Müslümanlığın radikalleşmesiyle
birlikte Selefi-Vahabi kökenli oluşumlar ortaya çıkmıştır. İzale hareketi olarak
ortaya çıkan oluşumların yanı sıra Ahmediye grubu, Nijerya Müslüman Hareketi
gibi çeşitli oluşumlar da kendilerine yer bulmuştur. Kuzeydeki Müslümanların çeşitli
hareketler içerisinde bulunduğu kadar güneydeki Hristiyan çoğunluk da çeşitli
oluşumların içinde kendisine yer bulmuştur. Batı tarafından Nijerya’da yayılan
Hristiyanlık, yine batı tarafından günümüzde de desteklenmektedir. Nijerya
Hristiyan Konseyi, Nijerya Kitap-ı Mukaddes Cemiyeti, Nijerya Hristiyanlar
Cemiyeti ve Hristiyan Genç Kadınlar Cemiyeti bu oluşumlardan bazılarıdır.
(Ferhavi, 2015: 9-10)
75
4.9 Nijerya’da Bulunan İslami Oluşum ve Hareketler
4.9.1 Kadirilik
Nijerya’daki en büyük İslami Sufi tarikatıdır. 11’inci yüzyılda Bağdat’ta ortaya
çıkmış ve 17’inci yüzyılda Kano’da belirmiştir. Fulani cihatçı Osman dan Fadio
tarafından 19’uncu yüzyılda Nijerya’nın kuzeyinde yayılmıştır. Sokoto Halifeliğini
etkilemiştir. Ticanilik ve İzale hareketinin altında 1970’lerde radikal değişime
gitmiştir.(Falola, 2009)
4.9.2 Ticanilik
Kadiriyelik’in ardından Nijerya’daki en büyük Sufi İslam tarikatıdır. 1784’te
Cezayir’de Ahmet el Ticani tarafından kurulan Ticanilik 19’uncu yüzyılda
Nijerya’nın kuzeyine ulaşmıştır. 1918’de Kano emiri Abbas, Kadirilikten Ticanilik’e
geçiş yapmıştır. 1950’ler ve 1960’lar boyunca iki baskın tarikat arasında çatışmalar
çıkmıştır. Radikal İslam’ın eleştirisi ve güçlü muhalefetini Nijerya’nın kuzeyinde
eleştirmiştir. (Falola, 2009 )
4.9.3 Ahmediyye
Nijerya’da yaygın bulunan İslami Sufi tarikatlardan biridir. Mirza Gluham tarafından
(1836-1906) İslam’ın mistik bir formu olarak Hindistan’da kurulmuştur. Lagos’a
1916 yılında ulaşmıştır. Lagos’taki genç Müslüman entellektüellerin ilgisini çekmiş
ve dini ve politik bir hale bürünmüştür. Alhaji Jubril Martin tarafından Nijerya
gençlik hareketinin ana düşüncesi olarak belirlenmiştir. 1950’lerin sonundan
itibaren gücünü kaybetmiştir. (Falola, 2009 )
4.9.4 İzale hareketi
1970’lerin sonundan itibaren Kadiriye ve Ticaniye tarikatlarına karşıt olarak
Nijerya’nın kuzeyinde kurulan İslami yapılanmadır. İzale hareketi şeriatın
uygulanmasını yenilikçi bir hareketle desteklemektedir. Hareketin lideri Mallam
İsmailla İdris’tir. Maittatsine hareketiyle bağlantılı olup 1980’ler boyunca şiddet
76
hareketlerine destek vermiştir. Son yıllarda İzale hareketi İslam’ın yenilikçi
yanlarını öne çıkartan bir değişim geçirmiştir. (Falola, 2009 )
4.9.5 Cematü Nasrıl İslam
1962’de kuzeydeki Müslüman liderler tarafından oluşturulan topluluktur. 19621970 yılları arasında hareketin liderliğini Şeyh Abubakar Gumi yapmıştır.
Hareketin amacı İslam’ı yüceltmek ve Müslümanları birleştirmektir. Bazı
zamanlarda
Gumi,
hareketi
katı
İslami
hareketlere
göre
yönetilmenin
benimsenmesi konusunda uyarmış ve öğrencilerine İzale Hareketine katılmaları
konusunda tavsiyeler vermiştir. Hareketin faaliyetleri arasında İslami eğitim
yaygınlaştırmak ve Haske adlı haftalık gazeteyi yayınlamak vardır. Hareket Ticani
ve Kadirilik tarikatlarının düşüncelerinin tam tersi istikametindedir. 1970’lerin
sonunda İzale Hareketinin etkisine kapılmıştır. (Falola, 2009 )
4.9.6 Nijerya İslami Hareketi
Zaira temelli ve ana karargahı Fudiyyah İslam Merkezi olan bir harekettir.
2002’den beri varlığını sürdürmekte Şeyh İbrahim el Zakzaki tarafından kurulmuş
ve
yönetilmiştir.
Hareket
Nijerya’nın
Müslüman
Kardeşleri
olarak
da
tanımlanmaktadır. 1970’ler boyunca İran’daki Şii gruplardan etkilenmiş, Nijerya
medyası tarafından Şiiler olarak nitelendirilmiştir. Halbuki hareket mensupları
kendilerini sünni olarak kabul etmişlerdir. Hareketin asıl amacı Müslümanları,
kişisel ve genel görevleri hakkında aydınlatmaktır. Hareket Fudiyyah okullarına
sahiptir. Nijerya’nın kuzeyinde yüzlerce okula sahiptir. Hareket Hausa dilinde çıkan
ve geniş okuyucu kitlesine sahip Al Mizan gazetesinin sahibidir. Hareket aynı
zaman da sağlık sektöründe de çalışmalar yürütmekte olup kendi topluluğu için
sağlık birimleri oluşturmuştur. Topluluk bir milyonun üzerinde üyeye sahiptir.
(Falola, 2009)
77
5. BOKO HARAM TERÖR ÖRGÜTÜ
5.1 Boko Haram’a Giriş
Afrika kıtasının tarihi boyunca Asya’daki ve Avrupa’daki gibi
devletler
veya
imparatorluklar
kurulmamıştır.
Daha
çok
güçlü merkezi
kabile
tarzında
yapılanmalar sebebiyle merkezi idarenin hakim olduğu, bürokratik siyasal rejimler
oluşturulamamıştır. Coğrafi keşiflerin ardından Avrupalılar’ın kıtaya gelip önce
sömürü düzenlerini kurup daha sonra sömürgeciliği yerleşik düzene geçirmek
adına koloniler kurmaları merkeziyetçi devlet yapıların oluşmasına mani olmuştur.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgeciliğin Afrika kıtasında otoritesi
sarsılmaya başlamıştır. Nitekim pek çok devlet bağımsızlık mücadelesine girişmiş
ve bağımsız devletler ortaya çıkmıştır.
Devletlerin oluşumu sonucunda devlet geleneği olmayan toprak parçalarının
üzerinde farklı seslerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Birçok devletin
egemenlik sahası içerisinde pek çok dini inanış, farklı dillere ve ırklara mensup
insanlar bulunmaktadır. Bu farklı vatandaş profiline sahip ülkelerde sorunların ve
çatışmanın olması gayet normaldir.
Sovyetler Birliğinin parçalanmasının ardından da tek kutuplu dünyaya geçişle
birlikte Afrika, çok büyük insan yaşamlarına mal olan karışıklık, iç savaş ve
huzursuzluklara sahne olmuştur. Bu yaşanan gerginlik durumlarında kıtanın
genelinde var olan sistematik idare yapılarının zayıflığı gün yüzüne çıkmıştır.
Özellikle farklı etnik yapılara ve dini inanışlara mensuplar arasında vuku bulan iç
savaş ve huzursuzluklar, etkilerini sadece gerginliğin yaşandığı devlette değil sınır
ötesindeki diğer devletlerde hatta uluslararası boyutlarda hissedilmiştir. Kıtanın
doğusunda bulunan Somali’de yaşanan iç savaş ve Boko Haram gibi İslami
söylemli bir terör hareketi olan El-Şebab terör örgütünün ortaya çıkması; eski adı
Zaire olan Demokratik Kongo Cumhuriyetindeki kabile savaşları, Ruanda’da
Hutular ile Tutsiler arasında yaşanan ve bir soykırıma dönüşen mücadele,
Sudan’daki güney-kuzey mücadelesi ve sonucunda Darfur sorunu kıtadaki
güvenlik krizlerine örnek verilebilir. Afrika’nın sadece doğu ve ortası değil batısında
da aynı sıkıntılar zuhur etmiştir. Liberya’da, Sierra Leone’de, Fil Dişi Sahillerinde
78
ve Gine-Bissau’da yaşanan savaşlar yüzünden milyonlarca insan, insan olmanın
en temel hakkı olan yaşam haklarından mahrum olmuş, pek çok farklı ülkeye göç
etmek durumunda kalmış ve mülteci sorunları bu sebep dolayısıyla ortaya
çıkmıştır. Nijerya ise petrol çıkarılan bölgede yaşanan iktidar mücadelesi sonucu iç
savaşa mal olan 1967-1970 yılları arasında Biafra İç Savaşı’na sahne olmuştur.
(Ferhavi, 2015: 1)
Afrika’da yaşanan çok büyük boyutlardaki bu silahlı mücadelelerin ana teması güç
ve para olarak açıklanabilir. Kıtada hiyerarşik devlet yönetimi ve demokrasi
kavramının yerleşmemiş olması Afrika’da bulunan devletlerin askeri darbelere ve
iktidar mücadelelerine sık sık başvurulduğunun göstergesidir. Sömürgecilik
sonrasında ise temel doğal kaynakların paylaşılması ve yararlanılmasında ortaya
çıkan problemlerde Sudan ve Nijerya örneklerindeki gibi iç savaşa kadar varabilen
güç kullanımına neden olmuştur. Yaşanan çekişmeler sadece savaşın yaşandığı
ülkeleri değil, güç odağı devletleri de olaylara dahil etmiştir. Nijerya’nın yaşadığı iç
savaşta bile eski sömürgeci ülkeler merkezi devlet tarafını tutmuş ve desteklemiştir
çünkü statükonun korunması daima güçlü devletlerin lehinedir. Yaşanan güç ve
para mücadelesinin Afrika’nın Sahra altında Boko Haram gibi örgütlerin ortaya
çıkmasında payı büyüktür. Boko Haram kendisine yaşam alanı olarak diğer
bölgelere göre geri kalmış olan Nijerya’nın kuzeyini seçmiştir. Ancak eylemleri
zamanla büyüyüp genişleyerek Çad ve Kamerun’u da etkileyecek hale gelince
örgütle mücadele farklı bir boyut almıştır. Özellikle 2015 senesinde Irak-Şam İslam
Devletine örgütün katıldığını açıklaması örgütün uluslararası arenada daha da
adından söz ettireceği ve gündemde kalacağının işaretidir. (Ferhavi, 2015: 2)
Toplum tarafından hissedilen derin hayal kırıklığı ve yabancılaşma terörizmi
adaletsiz sisteme bir cevap olarak kullanılması Afrika ülkelerinde yaygın olarak
görülmektedir. Nijerya’da ortaya çıkan İslami söylemli terör örgütü Boko Haram ise
adaletsizliğe tepki olarak terörizmi seçen örgütlerden birisidir. Örgüt sadece
Nijerya devletinin durağanlığına ve hükümranlığına tehdit olmanın yanı sıra
Nijerya’nın kuzeyinin güvenliğini de tehdit etmektedir. (David, Asuelime, Onapajo,
2015: 5)
79
İngiltere’nin sömürgesi altında bulunan Nijerya 1 Ekim 1960’da bağımsızlığını
kazansa da ülke içinde yerleşik bir devlet kültürü olmadığı için anlaşmazlıklar
hemen baş göstermiştir. Sömürge sonrası hiçbir ülkede istikrar olmadığını, iç
siyasette her daim belirsizlikler olduğunu görmekteyiz. Özellikle Nijerya içerisinde
bunun yaşanabileceği en büyük problem sahası Müslüman - Hristiyan çatışması
olarak kendini göstermiştir.
Boko Haram, Nijerya’da daha önce ortaya çıkan İslami hareketlerden etkilenmiştir.
En fazla etkilendiği oluşum 1978’de Jos kentinde Sufilik karşıtı, Vahabi anlayışına
sahip
“Cemaatül İzala Bid’a ve İkamet üs Sünne’’ olarak veya kısaca İzale
adlandırılan Şeyh İsmail İdris tarafından kurulan harekettir. (Marchal,2012)
Nijerya’da İslami hareketler ve oluşumlar var olmakla birlikte bu hareketlerden iki
tanesi şiddete başvurmuştur. İlki aralık 1980’de patlak veren Maitatsine Hareketi,
ikincisi ise Boko Haram terör örgütüdür. 1979 İran Devriminin başarıya ulaşması
Maitatsine hareketinin diğer İslami hareketlerde görüldüğü gibi bu devrimden
etkilenmesine sebep olmuştur. (Danjibo, 2009)
Maitatsine
hareketinin
aralık
1980’lerdeki
eylemleri
Muhammed Merva bulunmaktaydı. Muhammed Merva
esnasında
başında
hükumete muhalif
konuşmaları sonucunda kısa zamanda etrafına çok sayıda taraftar toplamayı
başarmıştır. Maitatsine hareketi zamanla İslam’dan oldukça uzaklaşmıştır.
Muhammed Merva İslamiyet’in Peygamberi Hz. Muhammed’i kabul etmeyerek
kendi peygamberliğini ilan edecek kadar ileriye gitmiştir.(Artokça,2012)
Boko Haram hareketi ise bir grup radikal İslamcı gençler arasında Maiduguri
Kentindeki Alhaji Muhammadu Ndimi camiinde 2000’li yıllarda ortaya çıkmıştır.
2002 yılında henüz Boko Haram olarak bilinmeyen bu genç topluluğu, İslam’ın
tahammül edilemeyecek kadar bozuk ve dayanılmaz olduğunu açıklamıştır. Bu
grup, Maiduguri’den Nijer sınırındaki Yobe Eyaletinin Kanama Köyüne, Hz.
Muhammed’in Mekke’den Medine’ye olan hicretini kendilerine göre yorumlayarak,
kendilerince hicret etmişlerdir. Bu grubun amacı radikal İslami prensiplere dayalı
ayrılıkçı bir topluluk kurmaktır. Bu grubun lideri Muhammed Ali başka
Müslümanların da kendilerine katılıp bozuk düzenden şeriatın hakim olduğu
80
mükemmel bir toplum yaşantısına katılmaları konusunda düşüncelere sahip
olmuştur. 2003 yılının aralık ayında balıkçılık hakları konusundaki yerel
anlaşmazlıklardan dolayı grup polis ile çatışmış, polisler üzerinde güç kullanmaya
kalkışmış ve polislerin silahlarını almışlardır. Bu çatışma sonucunda ordu grubun
bulunduğu camiyi kuşatmış, kuşatma sonrasında ateş açılması sonucu aralarında
Muhammed Ali’nin de bulunduğu 70 kişi hayatını kaybetmiştir. (Walker, 2012)
Yerel kaynakların Nijerya Talibanı olarak bu grubu adlandırması Nijerya basınının
olduğu kadar Amerika Elçiliğinin de dikkatinin bu grup üzerinde yoğunlaşmasını
sağlamıştır. Bu grup içerisinde Nijerya’nın kuzeyinde bulunan servet ve güç sahibi
kişilerin çocuklarının da olması Nijerya medyasının da grup üzerinde durmasına
sebep olmuştur. 2003 yılındaki cami baskınından kurtulanlar Maiduguriye geri
dönmüş, grup liderleri Muhammed Yusuf’un önderliğinde yeni bir cami inşa ettirme
çalışmalarına başlamışlardır. Cami İbn-i Teymiyye adını almıştır. Bu dönemde
grup yerel dilde batı tarz demek olan ‘boko’ ile Arapçadaki yasak anlamına gelen
‘haram’ kelimesinin birleşmesiyle Boko Haram olarak adlandırılmıştır. (Walker,
2012)
5.2 Boko Haram’ın Ortaya Çıkışının Tarihsel Temelleri
Boko Haram’ı ortaya çıkaran sebepleri öğrenmek için öncelikle Nijerya’nın
güvenliğine ilişkin tarihine bakmak gerekmektedir. Bu bakış açısıyla yapılan
değerlendirmede çatışmaların yaşandığı bölgeler ve çatışma sonrasında hakim
olan dengeler ortaya çıkarılmalıdır. Nijerya’nın bağımsızlıktan bu yana geçirdiği
güvenlik sorunlarını ortaya çıkarmadan Boko Haram ile mücadeleyi veya örgütü
sona erdirmeye yönelik alt yapı çalışmalarını tartışmak verimsiz olur. Boko Haram
ile mücadele Nijerya’da yaşanan şiddet olaylarının dördüncü dalgasını oluşturur.
Nijerya’nın şiddet politikalarıyla mücadelesi bağımsızlığı kazandıktan sonra
1967’de patlak veren Biafra Savaşı’yla başlamaktadır. Nijerya’daki ilk şiddet
dalgasıdır. Nijerya’nın güneydoğusunda Biafra’nın Nijerya Federal Devleti’nden
ayrılma talepleri doğrultusunda çıkan iç savaşta yaklaşık bir milyon insan hayatını
kaybetmiştir. Nijerya’da ortaya çıkan ikinci şiddet dalgası ise iki farklı yönde
seyretmiştir. Bunlardan ilki meşru iktidar ile askeri yönetim arasındaki ilişkilerin
krize dönüşmesi sonucu üniversitelerde yaşanan gerilimlerdir. Üniversitelerde
81
yaşanan bu gerginlikler daha sonra yaşanacak sorunların başlangıcı olmuştur.
Ülkenin güneydoğusunda bulunan petrol üretimi yapılan Nijer Deltasında ortaya
çıkan silahlı milislerin ve suç örgütlerin geçmişi üniversitelerde yaşanan gerilimler
sonucu ortaya çıkan gruplardır. (Ferhavi, 2015: 2-3)
İkinci şiddet dalgasının diğer ayağı ise yine aynı dönemde ortaya çıkan Maitatsine
Hareketidir.
1980’de patlak veren ve Muhammed Merva’nın İslami topluluğu tarafından yapılan
sadakatli veya inançlı anlamına gelen isyan hareketidir. Maitatsine ilk olarak Kano
eyaletinde ortaya çıkmış Maiduguri, Yola ve Bauchi şehirlerinde de görülmüştür.
Bu isyanlar Nijerya’nın kuzeyinde patlak veren ilk büyük isyan hareketidir. Radikal
İslam ile politik düşüncenin harmanıdır. Merva’nın taraftarları fakir ve işsizdir.
Hareket batı ve teknoloji karşıtıdır. Radyo ve bisiklet dahi yasaklanmıştır. 1970’ler
boyunca hareket geniş toplumsal olaylara sebep olmuştur. Hareket aralık 1980’de
günlerce süren çatışmalara sebep olmuştur. Binlerce Müslüman ve Hristiyan
öldürülmüştür. Çok büyük çapta ekonomik zarar ortaya çıkmıştır. Hareketin lideri
Merva da bu isyan günlerinde polis tarafından öldürülmüştür. (Falola, 2009)
Nijerya ortaya çıkan üçüncü şiddet dalgası ise etnik altyapıda beliren 1990’lı
yıllarda ortaya çıkan çatışmalardır. Ülkedeki petrol üretimine paralel olarak halkın
eşit olarak bu petrol gelirlerinden yararlanamaması şiddetin altında yatan sebeptir.
Halkın içinde bulunduğu ekonomik darboğaz sonucu gelir adaletsizliğinin yarattığı
buhran birçok silahlı milisin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Boko Haram’ın da
ortaya çıkışında bu petrol gelirlerinin paylaşılmasındaki adaletsizlik de kendine yer
bulmuştur. Ortaya çıkan bu silahlı milisler her ne kadar ülkenin kuzeyinde ve
güney batısında bulunsa da asıl şiddetli çatışmalar Nijer Deltası çevresinde
yaşanmıştır. Ülkenin dördüncü şiddet dalgası ise ayrılıkçı talepler, siyasi belirsizlik
ve çekişme ve de ekonomik temelli değil dini söylemlidir. Ülkenin kuzeyindeki
eyaletlerde modern hukuk yerine şeriat hukukunun uygulanmak istenmesi üzerine
tepkiler hızla büyümüştür. Kuzeyde yaşayan Hristiyanların yanı sıra, silahlı
milislerin ortaya çıkmasıyla kuzeyde yaşayan ılımlı Müslümanlarda bu değişikliğe
tepki göstermişlerdir. Bu dini söylemli hareket zamanla Hristiyan-Müslüman
çekişmesini beraberinde getirmiş ve 2003 yılında Boko Haram’ın kuruluşuyla
82
birlikte derin uzlaşmazlıklar boy göstermiş, 2009’dan sonra Boko Haram’ın
hükumet güçleri ile silahlı çatışmalara girmesiyle de farklı bir mücadele ortaya
çıkmıştır. Boko Haram’ın söylemleri ve eylemleri ile birlikte Hristiyan nüfus
kuzeyden göç ederken ülkede kaos ortamı oluşmuştur. Günümüzde de silahlı
mücadelesine İslami söylemleriyle devam eden örgüt Nijerya’nın olduğu kadar,
nüfuz alanını komşu devletler ve uluslararası arenayı etkileyecek şekilde
genişletmiştir. (Ferhavi, 2015: 3-4)
5.3. Boko Haram’ın Ortaya Çıkışı
2011 yılından itibaren Boko Haram’ın ortaya çıkışı ve başarı kazanmasının
nedenleri hakkında teoriler ortaya atılmaktadır. Bu teoriler beş ana kategoriye
ayrılabilir. Bunlar:
-
Kuzeyde yaşayan Müslüman kesimin yoksulluk ve az gelişmişliği
-
İslami radikalizm
-
Kanuri’de yaşayan Müslüman topluluğunun ayrılıkçılığı
-
Klasik Afrika gerilla hareketinin devamlılığı
-
İklim değişikliğinin sebep olduğu verimsizlik (Cook, 2014 )
Nijerya, 1960’dan sonra bağımsızlığını kazandıktan sonra ülkede sömürgecilik
döneminden miras kalan güney-kuzey ihtilafı devam etmiştir. Nijerya’nın kuzeyinin
güneye oranla ekonomik olarak az gelişmesine paralel olarak, kuzey bölgesi sağlık
ve eğitim konularında da geri kalmıştır. Geri kalmışlığın vermiş olduğu travmatik
duygular sonucunda insanlar daha çok dine sarılmıştır. Bu dönemde Boko Haram
ortaya çıktığında hem İslami söylemiyle halkın dini duygularına hitap etmiş, hem
de yetim, dul ve kimsesizlere yardım ettiği için de toplum tarafından kabul
görmüştür.
1978’de Şeyh Gumi’nin takipçileri yeni bir İslami hareket kurmuşlardır. İsmi Jamaat
İzalat al-Bid a Wa İqamat al-Sunna olan hareket daha çok organizasyonun baş
harfleri ile tanınıyordu. Tanınma şekli JIBWIS veya kısa adıyla İzale’dir. Şeyh
Gumi’nin öğretileri yayınladığı radyo yayınlarıyla takipçi kitlesi tarafından takip
ediliyordu. Şeyh Gumi’nin taraftarları eğitim fırsatları ve kariyer planlamasında
83
İzale hareketinin devlet içinde örgütlenmesi sonucu çok avantajlıydılar. İzale
hareketinin kurmuş olduğu eğitim ağı modern İslami okullardan oluşmaktadır. Bu
okullardan mezun olanlar 1980’lerin sonlarından itibaren Nijerya’da veya yurt
dışında
üniversite
eğitimi
almaktaydı.
1990’larda
çok
prestijli
İslam
üniversitelerinde eğitim alanlar, akıcı Arapça konuşmanın yanı sıra Selefi ve
Vahabi doktrinlerinden çok etkilenmiştir. İzale hareketini kuranlar ilk jenerasyonu,
İslami modern eğitim alanlar İzale hareketinin ikinci jenerasyonunu oluşturuyordu.
İzale hareketini içerisinde birinci ve ikinci jenerasyon arasında çatlaklar
oluşmuştur. Genç nesil İzale hareketinde Selefi ve Vahabi doktrinine dayalı bir
sistem istemektedir. Bu görüş ayrılıklarından sonra harekette ayrışmalar olmuştur.
1990’larda ilk jenerasyon İzale A, ikinci jenerasyon İzale B olarak adlandırılmıştır.
Cafer Adem, İzale B hareketi içerisinde önde gelen kişilerden birisidir. İyi eğitim
almış ve oldukça taraftarı olan bir kişiliktir. Muhammed Yusuf, Cafer Adem’in
takipçisiyken farklı düşünceleri olduğu için İzale B grubundan da ayrılıp liderliğini
yaptığı yeni bir oluşum geliştirmiştir. Bu da Boko Haram’ın temellerinin atıldığı
dönemdir. (Journal of Religion Africa, 2012)
1900’lerin başından itibaren batı veya doğu kaynaklı ideolojiler, batıya oranla geri
kalmış İslam coğrafyasında geri kalmışlığa çözüm olamamıştır. Bu dönemde
ortaya
çıkan
İslami
ideologlar
gerçek
kurtuluşun
ancak
İslam
ile
gerçekleşebileceğini savunmuşlardır. Hasan el Banna’nın Müslüman Kardeşler’i,
Seyyid Kutub’un düşünceleri ve kitapları, yine Mevdudi’nin söylemleri İslam’ın
radikalleşme yolunda ilerlemesine yol açmıştır. Nijerya’nın kuzeyinde daha önce
kurulan Sokoto Halifeliği ve onun artçıları olan İslamiyet çatısı altında bulunan
gruplar hala Nijerya’da varlığını devam ettirmektedir.
Nijerya’nın kuzeyi Fulani-Hausa kökenli insanların hakimiyeti baskın olarak
hissedilir. Bu topluluklar Boko Haram’ı Nijerya’nın kuzeyinin kurtuluş ümidi olarak
görmedikleri ve terör hareketlerini desteklemek istemedikleri için kendi bölgesinde
istemezler. Kanuri kökenliler ise Nijerya’nın Borno eyaleti ile Kamerun’un
kuzeyinde yaşamaktadırlar ve Boko Haram burada destek görmektedir. Boko
Haram’ın
Fulani-Hausa
toplumlarındaki
İslami
liderler
tarafından
destek
görmemesi, Borno eyaleti ve yine Kanuri kökenli nüfusun yoğun olduğu
84
Kamerun’un
kuzeyinde
Boko
Haram’ın
bulunması
ve
diğer
şehirlerde
örgütlenememesi, örgütün izole edildiğinin bir göstergesidir. (Cook, 2014 )
Afrika kıtasında çift kutuplu dünyadan tek kutuplu dünya düzenine geçildikten
sonra güvenlik sorunları kıtada yoğun olarak görülmüştür. Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra Somali‘de iç savaş çıkmış ve dağılma sürecine girmiştir. Bir
başka İslami söylemli terör örgütü El-Şebab Somali’de ortaya çıkmıştır.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde savaş, Ruanda’da soykırım yaşanmıştır.
Kıtanın batısında Liberya’da, Sierra Leone’de, Fildişi Sahilleri ve Gine-Bissau’da
yaşanan savaşlar yüzünden çok büyük göç dalgaları oluşmuştur. Nijerya’da petrol
çıkarılan
bölgeler
ile
çıkan
anlaşmazlıklar
sonucu
Biafra
Savaşı
çıkmıştır.(Ferhavi,2015:1-2) Bu egemenlik kurma veya ekonomik anlaşmazlık
sonucu çıkan sorunlar Afrika’nın gerilla hareketinin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Boko Haram da ortaya çıkan gerilla hareketine İslami söylemli tarafıyla
dahil olmuştur.
Nijerya’nın kuzey doğusunda bulunan Çad gölü ile Kanurilerin tarımsal
faaliyetlerinde yararlandıkları başlıca su kaynağıdır. Bu su kaynağının iklim
değişikliği sonucunda kurumaya yüz tutması bölge halkının tarıma dayalı geçim
olanaklarının azalmasına sebep olmuştur. Kuraklığın yaratmış olduğu yoksulluk
özellikle Kanurilerin Boko Haram’a destek vermesini sağlamıştır. Çünkü ülkede
üretilen petrolden elde edilen gelirin eşit olarak dağıtılmaması sonucu, tarımdan bir
şey elde edemeyen bölge halkının ekonomik olarak çaresizliği bir tepki olarak
terörizme destek olarak ortaya çıkmıştır. (Cook, 2014 )
5.4. Boko Haram’ın Yapısı ve Amaçları
Boko Haram, Nijerya’nın uzun süre İngiliz sömürgesi altında kalması sonucu
İngiltere’ye karşı oldukça tepkilidir. İngiltere nezdinde batıya ve batı tipi eğitim
metoduna karşıdır. Muhammed Yusuf’un geliştirdiği bu öğreti aslında batı tipi
eğitimin İslami kaidelerle örgüte göre ters düşmesidir. Kurtuluşun saf İslamiyet’e
dönüş ile mümkün olacağını benimseyen Selefi-Cihatçı ideolojiyi benimsemişlerdir.
Özellikle İbn-i Teyymiye’nin görüşlerini esas almışlardır.
85
Bu sebeple toplumun kurtuluşu saf İslamiyet’e dönmektir. Bu da batı tipi eğitim ve
batının tüm imkanlarından uzaklaşılmasıyla gerçekleşecektir. Boko Haram ümmet,
Dar-ül İslam, helal ve haram gibi İslami terimleri kullanarak İslam’ın batı karşısında
bozulmasına engel olunması gerektiğini savunmuştur. (Danjibo ,2009)
Boko Haram, Nijerya’da Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki iki ana
anlaşmazlıktan faydalanmıştır. Bunlardan ilki evangelik kiliseler ile Müslümanların
rekabetidir. Diğeri ise politik görüş ayrılıklarıdır. 2011 yılında Jonathan Goodluck,
Müslüman olan Yar’Adua’nın hayatını kaybetmesi sonucu yapılan seçimleri
kazanmıştır. Boko Haram’ın ilk eylemleri döneminde her ne kadar Müslüman bir
yönetici devletin başında olsa da örgütün marjinalleşmesini ve yayılmasını
durduramamıştır. (Marchal,2012)
2011 yılında devlet başkanlığı makamında Hristiyan olan Jonathan Goodluck
bulunuyordu. 2011 yılında yaşanan olaylar neticesinde devlet başkanı Jonathan
Goodluck’ın isteği üzerine ABD ve İngiltere tarafından müdahalede bulunulmuş ve
söz konusu devletler Hristiyan kesimin haklarını savunma gayesi gütmüştür. Aynı
zaman da devlet kademesindeki yöneticilerin kendi şahsi menfaatlerini devletin
emellerinden üstün görmesi Müslümanların arasında Müslüman savunuculuğuna
soyunan Boko Haram’ın popülerliğini artırmış ve örgüte insan tedarikinde yeni
militanlar kazandırmıştır. Her ne kadar batı dünyası Nijerya’daki Hristiyanları
desteklese de, Müslüman kesimde Arap devletlerinden yardım almaktadırlar.
Zaten gelişmişlik düzeyi olarak kuzeyde yaşayan Müslüman kesim güneyde
yaşayan Hristiyan kesime göre daha geridedir. Ekonomik olarak güneydeki
Hristiyan kesime göre oldukça geri durumda olan Müslümanlar ülke içindeki adil ve
eşit sosyal taleplerinde bulunmaktadırlar. Devlet mekanizmasındaki yöneticilerin
yolsuzluklara karışması da tepkilerin daha da vurgulanmasına sebep olmuştur.
(Artokça, 2012)
Muhammed Yusuf’tan sonra örgüt liderliği İbrahim İbn Salih ve ondan sonra
Ebubekir Şekeyu tarafından devam ettirilmiştir. Örgüt tıpkı bir devlet yapılanması
şeklinde örgütlenmiştir. Ahlak polisleri ve şura kurulu adını verdikleri otuz kişiden
oluşan yürütme konseyi vardır. Örgütün çiftlikleri ve çeşitli yerlerde iş sahaları
86
mevcuttur. Burada işsizlere ve yardıma muhtaç olanlara iş ve yemek yardımı
yapılmaktadır. (Danjibo, 2009)
Araştırmacılar örgütün kendisine ait yönetiminin dini polisinin ve geniş çiftliklerinin
olduğunu söylemektedir. Barınma ve yemek ihtiyaçlarını karşıladığı için bu temel
insani ihtiyaçlara muhtaç olan insanları etkilemektedir. Örgüte katılım daha çok
Çad sınırındaki savaştan kaçan mülteciler ile işsiz Nijeryalı gençler arasında
olmaktadır. Boko Haram her ne kadar Muhammed Yusuf’un batı tarz eğitime ve
batı medeniyetinin vermiş olduğu olanaklara karşı çıksa da teknolojik alet ve
ekipmanları yaygın olarak kullanmaktadır. Örgüt, İslami söylemleri esnasında
ekonomik faktörlere dini faktörlerden daha fazla önem vermesi sebebiyle
Nijerya’nın İngiliz sömürgesi döneminden miras kalan ‘Yan Boko ‘ olarak
nitelendirilmiştir. Bu terim Nijerya Britanya sömürgesi olduğu dönemlerde,
sömürgecilerle işbirliğinde bulunan, dinden ziyade paraya daha önem veren kişiler
için söylenmiştir.( Walker,2012)
Boko Haram’ın El Kaide bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Boko Haram
militanlarının Afganistan ve Pakistan’daki El Kaide kamplarında eğitim aldıkları
düşünülmektedir.
Ayrıca
Afrika’daki
diğer
İslami
hareketlerle
de
işbirliği
içerisindedir.(Pham,2012)
İngiltere’nin ülkeden çekilmesi sonucu bağımsızlığa her ne kadar kavuşulmuşsa
da demokrasi kültürünün olmaması Boko Haram’ın işine yarayan bir unsur olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca toplumsal olaylarda polisin aşırı güç kullanımı halkın
tepkisiyle karşılaşmış ve örgüte katılımı artırmıştır. Örgütün hedefi genel olarak
güvenlik kuvvetleri, Hristiyan politikacılar ve yöneticiler ve örgütü tasvip etmeyen
Müslüman din adamları vardır.
Boko Haram terör örgütü Hristiyanların bulundukları yerleri hedef almaktadır.
Hristiyanların gittikleri okullar, kiliseler örgütün hedefleri arasındadır. Özellikle
Hristiyan inancına göre kutsal günlerde örgüt birçok kanlı eylem yapmıştır.
Örgütün hedefleri arasında Müslümanlar da vardır. Örgütü desteklemeyen
Müslüman kanaat önderleri ve cemaati örgütün hedefleri arasındadır. Boko Haram
87
küresel düzeyde cihat anlayışa sahip değildir. Bu kapsamda ülkede bulunan
yabancılara karşı fidye istemek dışında büyük çapta eylemlere girişmemektedir.
Boko Haram Afrika’daki kendisine benzer diğer radikal İslam gruplarının aksine
Nijerya’da bulunan yabancılar karşı terör eylemlerinde bulunmamaktadır. Bunun
tek istisnası, 2011 Ağustos ayındaki Abuja’daki Birleşmiş Milletler binasına yaptığı
saldırıdır. Bu saldırı sonrasında başka uluslararası hedeflere karşı terör
eylemlerinde bulunmamıştır. (Walker, 2012)
Boko Haram eylemlerinde çok çeşitli tiplerde silah ve teknik kullanmaktadır.
Bombalı araçlarla saldırı, intihar saldırıları, fidye veya başka bir amaç için insan
kaçırma, kundaklama, banka soyma, bombalama, hapishane baskınları, okul ve
kilise yakma eylemleri yapmaktadır. Bu eylemlerde hafif çaplı silahlardan öldürücü
gücü yüksek çaplı silahlara kadar silah teknolojisini kullanmaktadır. Hatta
Abuja’daki BM binasına bombalı eylemde dış kaynaklardan yardım aldığı
düşünülmektedir. Örgütün hücre yapılanmasında olduğu bilinmektedir. Örgütün
şura konseyine bağlı otuz kişi vardır. Bu kişiler Nijerya’nın farklı bölgelerinde hem
kendi hücre yapılanmasını yönetmek hem de örgüt misyonunu yaymak için
çalışmaktadırlar. Bu kişiler birbirleriyle irtibatı telefon ile sağlamakta ve çok nadir
yüz yüze buluşmaktadırlar. Ayrıca örgütün devletin içerisinde kendisine yakın
kişiler sayesinde sızdığı da tahmin edilmektedir. (Walker, 2012)
Muhammed Yusuf’un ölümüyle örgüt lideri olan İbrahim bin Salih 15 Kasım
2012’de Nijerya ordusunun saldırısı sonucunda ölmüştür. İbrahim bin Salih’in
yerine Ebubekir Şekeyu örgüt lideri olarak devam etmiştir.(Artokça,2012)
5.5 Boko Haram’ın İdeolojik Temelleri
Muhammed Yusuf, İzale hareketinin ikinci jenerasyonu kanadında bulunan Cafer
Adem’in iyi öğrencilerinden birisiydi. Ancak iki konuda hocasıyla farklı düşüncelere
sahipti. Bunlardan ilki modern batı tarz eğitimin Müslümanlarca yasaklanmasıdır.
İkinci ise Nijerya hükumeti kurumlarında çalışmamaktır. Muhammed Yusuf,
hocasının bu konulardaki düşüncelerinden kendisini vazgeçirmeye çalışması ve
88
görüş ayrılıklarının devam etmesi üzerine İzale B hareketinden ayrılarak kendi
liderliğini yaptığı yeni bir hareket kurmuştur. (Journal of Religion Africa, 2012)
Muhammed Yusuf görüşlerini videolar aracılığı ile taraftarlarına ulaştırıyordu.
Muhammed Yusuf’un aktardığı bir hadis’e göre bilgi, İslam perspektifinde üçe
ayrılıyordu. Bunların ilki Kur’an ve sünnetten öğrenilen ve yapılması şart olan
bilgilerdir. İkincisi Kur’an ve sünnete göre reddedilmesi gerekenlerdir. Üçüncüsü
ne kabul ne de reddedilmesi gereken bilgilerdir. İslami anlayışını bu hadis üzerine
kuran Yusuf, haram ve helal ile düşüncelerini ifade etmiştir.
Muhammed Yusuf’un oluşturduğu hareket İzale B‘den ayrılmasının nedeni
farklılaşan görüşleridir. Bu düşüncelerin ilki eğitim ile ilgilidir. Muhammed Yusuf’a
göre kız ve erkeklerin birlikte karma eğitim görmesi haramdır. Ayrıca İngilizler
tarafından Nijerya’ya getirilen eğitim de Allah’ın varlığına şirk koşmaktadır.
Darwin’in evrim teorisi başlı başına insan oluşumunu Kur’an’daki hükümlerle ters
düşecek şekilde açıklamaktadır. İslam’a göre topraktan yaratılan ve ilk insan olan
Adem’in varlığı, Darwin’in mikroorganizmaların uzun bir zaman boyunca doğal
seleksiyona uğrayıp mutasyon geçirmesi sonucu insanoğlunun oluşumunu
açıklayan teorisiyle tamamen zıttır. Astronomide güneş sisteminde bulunan
gezegen adlarının pagan kültürden gelmesi ve oluşumunun milyonlarca yıl alması,
İslam inancındaki evrenin altı günde yaratılması inancıyla ters düşmektedir.
Modern tıbbın geliştirdiği ilaçların bir sürü yan etkisi var iken Kur’an’da geçen şifalı
bitkilerin terk edilmesi küfre girmektedir. Batı tarz eğitimin Kur’an’ın kati
hükümleriyle çelişen ifadelerin terk edilip İslami eğitim görülmesi düşüncesi
Muhammed Yusuf’ta var olmuştur. (Journal of Religion Africa, 2012)
Muhammed Yusuf’un ikinci düşüncesi ise İslam hukukuna ve İslami uygulamalara
göre yönetilmeyen Nijerya idare yapısında çalışmasının haram olduğudur. İslami
hükümlerin gerek kamusal alanda gerekse toplumsal alanda hakim olmaması
Muhammed’in etkilendiği İbn-i Temiyye’ye göre tağuttur. İslam inancında tağut
haddi aşan demektir. Yine Muhammed Yusuf spor taraftarı olmayı da
yasaklamıştır. Müslüman sporcuların acemi, Müslüman olmayanların ise çok
başarılı olarak gösterildiği spor müsabakaları olduğunu düşünerek spor taraftarı
olmayı da yasaklamıştır. Bir başka yasağı ise film izlemektir. Müslümanların sert
89
ve katı olarak gösterildiğini, Müslüman olmayanların ise kahraman olarak
gösterildiği filmleri izlemenin de haram olduğunu söylemiştir. (Journal of Religion
Africa, 2012)
5.6 Boko Haram Terör Örgütünün İncelenmesi
5.6.1 Askeri boyut
Boko Haram terör örgütün resmi olarak kullandığı isim ise, Davet ve Cihat için
Ehl-i
Sünnet
Cemaati’dir.(Cemaat-ı
Ehli’s-Sunne
li’d-Da’ve
ve’l-Cihad)
(
Ferhavi,2015: 89)
Boko Haram kendisine sembol olarak iki adet AK-47 piyade tüfeğinin bulunduğu
ve ortasında İslam’ın kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in bulunduğu tasviri
kendisine seçmiştir. Ayrıca 2015 senesinde Irak Şam İslam Devleti’ne bağlılığını
bildirdikten sonra, bu örgüte ait üzerinde Kur’an-ı Kerim’den ayet yazılı olan siyah
bayrağı da semboline eklemiştir.
Boko Haram terör örgütü 2009 yılına kadar silahlı eylemlerde bulunmamıştır.
Ancak 2009 yılının temmuz ayında grup, 2003’teki olaylara benzer bir şekilde
devlet güçleri ile çatışma haline girmiştir. Gruba mensup bir kişinin cenaze
töreninde motorsiklet kaskı takmadıkları için grup trafik polisi tarafında
durdurulmuştur. Çıkan tartışmada grup polis üzerine ateş etmiş, birçok polis
yaralanmıştır. Bauchi ve Yobe kentlerinde birçok polis karakolu basılmış ve birçok
polis öldürülmüştür. Yusuf’un yayınlamış olduğu çeşitli video konuşmalarında halkı
ve polisi olayların cereyan ettiği zamanda tehdit etmiştir. (Walker,2012)
2010 yılında Bauchi’de bulunan hapishaneye ellerinde makineli silahlar bulunan 50
Boko Haram üyesi gelerek mahkumların serbest bırakılmasını istemiştir. Bunun
üzerine çıkan çatışmada 1 polis amiri, 1 asker ve 2 sivil yaşamını kaybetmiştir.
Müteakiben grup hapishanenin içine girerek hücre hücre gezerek 700’ün üzerinde
mahkumu serbest bırakmıştır. Örgüt hapishanede bulunan 150 örgüt mensubunu
kırsal kesimlere kaçırmıştır. (Smith, 2010)
90
26 ağustos 2011’de bombalı araç ile Nijerya’nın başkenti Abuja’daki Birleşmiş
Milletler merkezine Boko Haram tarafından saldırı düzenlenmiştir. Eylem
sonrasında 23 kişi hayatını kaybetmiş, çok sayıda insan yaralanmıştır. Saldırı
sonrasında Boko Haram sözcüsü BBC’yi arayarak saldırıyı üstlenmişlerdir. Bu
eylem örgüt tarafından uluslararası bir merkeze yapılan ilk eylem olmuştur. ( Plaut,
2011)
Boko Haram, Nijerya güvenlik kuvvetlerine yaptığı saldırılara paralel olarak,
özellikle
ülkenin
kuzey
doğu
bölgesinde
Hristiyanlara
yönelik
eylemler
yapmışlardır. Bu eylemlerin amacı bölgedeki Hristiyanların göçe zorlanmasıdır.
Aynı zamanda hapishanede bulunan militanlarını kurtarmak adına hapishanelere
de saldırılar yapılmıştır.
Boko Haram, 2014 yılından itibaren komşu devletler içerisinde de eylemler
yapmaya başlamıştır. Özellikle Kamerun’un kuzeyinde gerçekleşen eylemler
neticesinde, Çad, Kamerun ve Nijerya ortak operasyon yapmışlardır. 2014
senesindeki en çok ses getiren eylemleri ise dünya çapında tepkilerin çığ gibi
büyümesine neden olan Chibok’taki kız öğrencilerin kaçırılmasıdır.
2015 yılının Mart ayında Boko Haram terör örgütü lideri Ebubeki Şekuye’nin
hazırlattığı bir video yayımlanmıştır. Videoda Boko Haram’ın Irak Şam İslam
Devletine tabi ve müttefiki olduğu açıklanmaktadır. Bu bildiri ile IŞİD’in kendisini
küresel İslam halifeliğin sahibi olarak görmekte olduğu düşünülmektedir. Boko
Haram’ın ise küresel cihat mücadelesinde IŞİD ile iş birliği yapacağı yolunda
görüşler ortaya çıkmıştır. (Elbagir, Cruickshank, Tawfeeq, 2015)
Örgütün temel ideolojisi her ne kadar batı ve batının getirdiği değerlere karşı
olmak ise de propoganda aracı olarak hem internet ortamını hem de sosyal
medyayı kullanmaktadırlar.
Örgütün eylemleri 2009’dan sonra iki farklı şekilde cereyan etmiştir. İlki kendisine
Nijerya’yı eylem sahası olarak kabul etmektir. İkincisi ise eylemlerin komşu
ülkelerde de yapılmasıdır. İkinci şekilde örgüt uluslararası barış ve güvenliği tehdit
etmeye yönelik hareket etmiştir. Nitekim 2014’teki Chibok eyleminden sonra BM
91
Güvenlik Konseyi’nin örgüt hakkında yaptırımları olmuştur. Boko Haram’ın
uluslararası arenada maruz kaldığı baskı sebebiyle örgütten ayrılıklar olmuştur.
‘’Sudan Topraklarında Müslümanların Yardımcıları Cemaati’’ adında yeni bir grup
kurulmuştur. Bu da bölgenin yeni terör oluşumlarına elverişli olduğunun bir
göstergesidir. (Ferhavi,2015:89-90)
Örgütün El Kaide bağlantılı örgütlerden mali yardım da almaktadır. Örneğin 2007
yılında Abuja Federal Yüksek Mahkemesinde Muhammed Yusuf ve Nijerya
Talibanına bağlı olduğu düşünülen Muhammed Bello Damagun Boko Haram
militanlarının eğitilmesi için El Kaide’den 300.000 ABD doları aldıkları için
yargılanmışlardır. (Aghedo, Ojumah, 2012)
Boko Haram hedefleri açısından son beş sene içinde değişikliğe gitmiştir.
2009’dan sonraki ilk iki sene boyunca ideolojisine yakın doktrinel hedefleri
kendisine seçmiştir. Bunlar eğitim kurumları, sağlık birimleri ve Müslüman kesimin
karşı olduğu barlar, kumarhaneler, helal kesimin yapılmadığını iddia ettikleri
mezbahalar ve de kendilerini desteklemeyen Müslüman toplulukların liderlerine
yapılan suikastlerdir. İkinci grupta ise Muhammed Yusuf’un intikamını almak için
polis ve askeri birliklere saldırılar yapmışlardır. Bu dönemde örgüt başka taleplerin
yanında Muhammed Yusuf’un öldürülmesinin karşılığı olarak eylemler yaptıklarını
sıklıkla vurgulamaktadır. Örgüt 2011-2012 senelerinde daha çok bombalı eylemler
yaparak taktiğini değiştirmiştir. Nijerya’nın kuzeyinde örgüte bomba ait bomba
yapımında kullanılan yerler bulunmuştur.2012-2013 yıllarında Nijerya ordusu
tarafından örgüt üzerinde başarılı operasyonlar yapılsa da o dönem Nijerya devlet
başkanı olan Goodluck’ın Boko Haram’ın ülkenin kuzeyindeki üç eyalette söz
sahibi olduğunu açıklamasıyla operasyonlar yavaşlamıştır. Örgüt 2012-2013
yıllarında düşük teknolojiye sahip silahlar kullanmıştır. 2014 yılında örgüt yılında
örgüt birçok eylem yapsa da örgüte mensup teröristlerde daha küçük çaplı silahlar
bulunmuştur. Ancak 2011 yılında Libya lideri Muammer Kaddafi’nin yıkılışıyla,
Libya’dan birçok silah Nijerya’ya ulaşmıştır. 2013’ün sonunda Boko Haram taktik
değiştirmeye devam etmiştir. Özellikle kırsalda bulunan yerleşim yerlerinde toplu
katliamlara girişmiştir. Chibok’taki okuldan kız öğrencileri kaçırma eylemi de bu
döneme rast gelmektedir.2014 yılının sonunda on, on beş bin militanının
bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu dönemde örgüt kadın militan kullanmaya da
92
başlamıştır. Kıyafetlerinin altında sakladıkları bombalarla halkın arasında rahatlıkla
dolaşan kadın militanlar kalabalık yerlerde intihar saldırıları yapmışlardır. Yine bu
dönem de Irak’taki savaştan meskun mahal gerilla teknikleri de öğrenmişlerdir.
(Cook, 2014)
Boko Haram, diğer Selefi-cihatçı gruplar gibi çok fazla taktiklere sahiptir. Boko
Haram’ın taktikleri iki ana kola ayrılmaktadır. İlki bireysel, ikinci kitlesel bazda
hareketlerdir. Bireysel bazdaki taktikleri arasında suikast yapmak, araçla geçerken
ateşle etmek ve intihar eylemleri vardır. Kitlesel bazda eylemler ise patlayıcı
yüklenmiş motosiklet veya kamyonlarla korumasız topluluklar arasına dalarak
toplu katliamlar yapmaktır. 2010-2011 yılları arasında bireysel bazda eylemler
yapılırken, 2014 yılından itibaren kitlesel bazda eylemler tercih edilmektedir.
(Cook, 2014)
Boko Haram Nijerya’da ortaya çıkan diğer terör söylemli gruplara nazaran daha
farklı bir yapıya sahiptir. Bu farklılıkların ilki Boko Haram karmaşık ve soykırıma
yönelik eylem düşüncesindedir. Diğer grupların aksine hedefleri özel ve genel
olarak ikiye ayrılır. Örnek olarak kuzeyde yaşayan Hristiyanlar’ın, masum sıradan
sivilerin ve toplum içindeki kanaat önderlerinin hedef alınması verilebilir. İkinci
farklılık Boko Haram’ın dış güçler ile ilişkileri daha güçlüdür. Terör eğitimi ve
malzeme tedarikinde bu dış güçlerden oldukça faydalanmaktadır. Üçüncü farklılık
ise Nijerya’da ortaya çıkan geçmişteki terör hareketlerine göre amaçları net
değildir. Amaçlarını ihtiva eden herhangi bir yazılı doküman veya manifesto yoktur.
Kur’an-ı
Kerim’deki
ayetlerden
yola
çıkarak
kendi
radikal
hareketlerini
oluşturmuşlardır. Eğitim kurumlarına yapılan eylemlerin yanı sıra topluma mal
olmuş
kişiler
de
hedeflerinin
arasındadır.
Örneğin
28
Şubat
2012’de
Maiduguri’deki ilkokula saldırı yapılırken, diğer hedeflerinin arasında 1986 Nobel
Edebiyat ödülünü alan Wole Soyinka vardır. (Aghedo, Ojumah, 2012 )
5.6.2 Rejimin siyasal meşruiyetinin ölçüsü
Ülkenin darbeler tarihinden sonra 1999 yılındaki sivilleşme sürecinde PDP
(People’s Democratic Party ) bir kitle partisi olarak ortaya çıkmıştır. Nijerya’da
bulunan çok karmaşık etnik ve dini tablo, bu ülkede siyaset yapabilmek ve
93
başarıya ulaşabilmek için etnik ve dini kalıpların üstünü kapatacak bir çatıya
gereksinim duymaktadır. Bu kapsamda PDP’nin parti amblemi söylemlerine çok
uygun olarak tasarlanmış şemsiyedir. Siyasi partinin amacı din ve etnik kimlikten
ziyade Nijeryalı olmayı kendisine hedef seçmiştir. Ulus olmanın farkındalığıyla tek
bir çatı altında toplumun her kesiminden insanı bünyesine katmak istemiş ve bu
konuda başarıya ulaşmıştır. Partinin, kitle partisi olmanın gereği olarak
söylemlerinde ve hedeflerinde topluluklara veya oluşumlara vaatler vermeden tüm
halkı kapsayacak şekilde projeleri olmuştur. Partinin Nijerya halkının huzura ve
mutluluğa ulaşabilmesi için otuz iki farklı siyasi hedefleri olmuştur. Parti 1960’dan
sonra sık sık kesilen demokrasi tarihinde başarılı olmuştur. ( PDP, 1998 )
2011-2015 yılları arasında Nijerya Devlet başkanı olarak Hristiyan olan Goodluck
Jonathan başkanlık yapmıştır. Nijerya’daki devlet başkanlığı sistemi başkan
Müslüman iken, yardımcısı Hristiyan veya tam tersi olacak şekilde düzenlenmiştir.
2007-2011 yılları içi seçilen Müslüman Yar’Adu’nun yardımcısı olarak 2007-2010
senelerinde görev yapan Goodluck Jonathan, 2010 senesinde Yar’adu’nun ölümü
üzerine 2011’de girdiği seçimi kazanarak başkan olmuştur. Jonathan döneminde
Boko Haram eylemlerini artırmış, başkan dış güçlerden yardım istemiştir. Boko
Haram yaptığı açıklamalarla başkana ve Hristiyan topluluğa karşı savaş ilan
etmiştir. Bir başka sorunda 2015 seçimlerinde Goodluck Jonathan’ın tekrar aday
olmasıydı. Eğer seçilecek olsaydı iki dönem arka arkaya Hristiyan bir devlet
başkanı olacaktı ki bu devlet başkanlığı değişim kuralına aykırıydı. Boko Haram
seçim öncesi tehdit dolu açıklamalar yaparak Hristiyanlarla ve Goodluck Jonayhan
ile mücadele edeceklerini bildirmiştir. Bu mücadelenin etnik değil tamamen dini
boyutlu olduğunu örgüt yayınladığı videoda üstüne basarak belirmiştir. ( Maina,
2013 )
Nijerya’nın 2015 yılı seçimleri ülkedeki iç huzur için çok önemliydi. 2011-2015
dönemi başkanı Goodluck Jonathan Hristiyan kökenlidir. 2011 yılında
Boko
Haram ile mücadelede dış güçlerden yardım istemesi ve 2015 seçimlerinde tekrar
aday olacağını söylemesi, Boko Haram tarafından nefretle karşılanmıştır. Boko
Haram Goodluck Jonathan’ın seçim yarışından geri çekilmesi ve Müslüman olması
şartıyla eylem yapmayacağını açıklasa da bu gerçekleşmemiştir. PDP’nin 19992011 yılındaki seçim zaferlerine bir yenisi eklenememiş ve ilk defa muhalefet
94
partisinden bir aday, Muhammed Buhari yeni devlet başkanı seçilmiştir.
Muhammed Buhari kullanılan geçerli oyların % 55’ini, Goodluck Jonathan ise %
45’ini almıştır. Muhammed Buhari’nin devlet başkanlığındaki Müslüman olması
rotasyon kuralının da çiğnenmemesine sebep olmuştur. ( Winsor, 2012 )
Buhari her ne kadar Müslüman olsa da Boko Haram’ın eylemlerini desteklemeyen
Müslüman kesimde yer almakla birlikte devlet başkanlığı görevinde bulunduğu
süre zarfında örgüt ile mücadele edeceğini açıklamıştır. Eski bir asker olan
Muhammed Buhari, örgütün hayat sahasını da iyi bilmektedir.
Nijerya’daki Boko Haram’ı desteklemeyen Müslümanlar örgütün İslami söylemleri
altında farklı amaçlar yattığını düşünmektedirler. Öncelikle ‘’Yan Boko’’ olarak
tarihsel bir terim örgüte atfedilerek, örgütün yaptığı banka soygunları, fidye
istenmelerini İslamiyet ile bağdaşmadığını belirtmektedirler. İkinci olarak da
örgütün yaptığı acımasız eylemlerin İslamiyet’in doğasına aykırı olduğunu
düşünmektedirler. Boko Haram her ne kadar yerel ölçekte bir örgüt olsa da eylemsonuç analizlerinde öldürücülüğü çok yüksek bir örgüttür. Yaptıkları eylemleri
İslam
adına
gerçekleştirmeleri
hem
Nijerya’daki
örgütü
desteklemeyen
Müslümanlar için bir dezavantaj hem de İslamiyet’in kendisiyle çelişir vaziyette
olması, Buhari liderliğindeki Nijerya’nın örgüt ile mücadeleye devam edeceğinin bir
göstergesidir.
5.6.3 Ekonomik gücün düzeyi
Nijerya’nın kuzeyinde etkinlik sahası olarak kullanan Boko Haram, elinde
bulundurduğu silahlar ile askeri donatım bakımından pahalı olan silahlara sahiptir.
Ülkenin kuzeyinde yaşayan insanların yüzde yetmişi günlük bir doların altında
yaşamakta iken aynı bölgede bulunan örgütün parasal kaynaklarda sıkıntıya
düşmemesi, örgütün finansal kaynakların karmaşık ilişkiler içerisinde olduğunun
belirtisidir. Karaborsa ve kaçakçılığı kendi gibi diğer örgütlerle işbirliği içerisinde
yapan örgüt bu kaynaklardan oldukça para kazanmaktadır. Muhammed Yusuf’un
örgüt lideri olduğu dönemde de Usame bin Ladin tarafından örgüte 3 milyon ABD
doları
verildiği
bilinmektedir.
Örgüt
sadece
2013
yılında
soygunlarından 6 milyon ABD doları elde etmiştir. ( Mccoy, 2014 )
yaptığı
banka
95
Boko Haram’ın ekonomik gelirleri arasında fidye de bulunmaktadır. Kaçırdığı batılı
rehinelerin serbest bırakılması karşılığında yüksek miktarda para kazanmaktadır.
2011 yılında kaçırdığı Fransız, güvenlik güçleriyle çıkan çatışma esnasında
öldürülmüştür.2011 yılında Nijerya’da bulunan İtalyan inşaat firmasından iki İtalyan
kaçırılmış. 10 aylık esaretleri sonucunda güvenlik güçlerinin yaptığı operasyon
esnasında öldürülmüşlerdir. Ailelerine 1 milyon paund tazminat ödenmiştir.
Mali’de iki jeolog ve Nijerya’da bir grup turist kaçırılmıştır. İngiltere dışında çoğu
batılı devletler yüksek miktarda fidye vererek vatandaşlarının serbest kalmasını
sağlamaktadır.2012 yılında iki İtalyan rahip ve bir Kanadalı rahibe de örgüt
tarafından kaçırılmıştır. Fidye konusunda herhangi bir açıklama yapılmamış olsa
da İslami söylemli terör örgütünün diğer eylemlerinde yaptığı gibi fidye istemeden
Hristiyan din adamlarını ve kadını serbest bırakmayacağı aşikardır.
(Reuters,
2014) 2013 senesinde kaçırılan Fransız aile için de örgüte 3 milyon dolar fidye
verilmiştir. ( Mccoy, 2014 )
Boko Haram yıllardır Nijerya’da kamuda şeriat hükümlerinin uygulanmasının
mücadelesini vermektedir. Bu örgütün sadece dini yönden irdelenmesini sağlayan
bir yönüdür. Ancak sosyo-ekonomik ve politik farklılıklarda örgütü anlamak için
mercek altına alınmalıdır. Boko Haram’ı destekleyen veya örgüte katılan gençlerin
çoğu eğitimsiz, işsiz ve yoksul kuzey bölgelerinden gelmektedir. Bu açıdan örgütü
sadece İslami söylemli bir terör örgütü olarak görüp, bu açıdan onunla mücadele
etmek yanlış bir yoldur. Boko Haram’ın ortaya çıkmasında ve varlığını
sürdürmesinin altında yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik, az gelişmiş ekonomi ve
eğitim yetersizliği gibi etkenler de vardır. Nijerya’nın kuzeyinin, güneyine oranla az
gelişmiş olması, radikal İslamcı söylemlerin Nijerya’nın kuzeyinde kabul görmesine
katkı sağlamaktadır. (David, Asuelime, Onapajo, 2015: 83)
5.6.4 Toplumdaki etnik-dini tolerans oranı
Nijerya Federal Cumhuriyeti’nde iki ana din mensubiyeti vardır. Nijerya’da bulunan
Müslümanlar nüfusun % 50 sini oluşturmaktadır. Diğer baskın din olan
Hristiyanlığa ise nüfusun yaklaşık % 40’ı mensuptur. Nüfusun % 10’luk dilimini ise
animizm inancı ile yerel dini inanışlar oluşturmaktadır. Ülke genelinde salt bir dine
mensup olanların oluşturduğu eyalet yoktur. Halk eyaletlerde karışık olarak
96
oturmaktadır. Örneğin Kaduna eyaleti, hem çok göç alan bir eyalet hem de dini
yapı olarak da Hristiyan- Müslüman nüfusunun orantılı olduğu bir yerdir. Ancak
tarihsel temelli olarak ülkenin kuzeyindeki eyaletlerde daha çok Müslüman kesim
bulunurken, güneydeki eyaletlerde Hristiyan kesim yoğun olarak yaşamaktadır.
(CIA Factbook, 2016)
Nijerya Anayasası laik bir anayasadır. Nijerya Anayasasına göre ülkenin resmi bir
dini olamaz. Nijerya federal bir yapıya sahiptir. Kuzeyde bulunan ve Müslüman
çoğunluğun bulunduğu eyaletlerde şeriatın ilan edilme düşüncesi Hristiyan ve
Müslümanlar arasında ciddi sıkıntılar doğurmuştur. ( Nijerya Anayasası, 1999 )
1999 yılında sivil yönetime geçişle birlikte PDP( People’s Democratic Party) bir
kitle partisi olarak her kesimden ve her dinden insanları içinde buluşturan bir parti
olarak insanları çatısı altında buluşturdu. Parti içinde devlet başkanlığında olduğu
gibi başka ve başkan yardımcısının farklı dine mensup olması kuralı benimsendi.
27 Ekim 1999’da Zamfara’da şeriat hükümlerinin uygulanacağı bazı cezalar kabul
edildi. Nijerya genelinde Hristiyanlar’ın tepkisiyle karşılaşılan bu durum Zamfara
eyaletindeki yöneticiler tarafından Müslüman çoğunluk gerekçe gösterilerek
uygulamaya konulmuştur. ( BBC, 1999 )
Kaduna eyaleti içerisinde Müslüman, Hristiyan ve birçok farklı etnik grupları
barındıran bir yapıya sahiptir. 1999 sonra sivil yönetime geçilmesiyle birlikte kuzey
eyaletlerinde şeriat hukukunun egemen olmasının istendiği bir döneme girilmiştir.
1999 yılına kadar şeriat uzun dönemden beri kuzey eyaletlerinde bulunmakla
birlikte, yerel ve kişisel konularda gayri resmi olarak uygulanıyordu. Ancak 1999
yılından itibaren özellikle bir takım kuzeyli yöneticiler şeriatın ceza hukukunda ve
diğer hukuk kollarında da uygulanmasını ve bir resmilik kazanması konusunda
ısrarcı talepleri vardı. Bu dönemde Zamfara eyaletinin ardından 2011 yılına kadar
12 eyalet daha şeriata geçiş yapmışlardır. Ancak şeriatın uygulanması her ne
kadar Müslümanları çoğunlukta olduğu kuzey eyaletlerinde olsa da bu bölgelerde
yaşayan Hristiyanları doğrudan veya dolaylı olarak etkilemiştir. Örneğin alkol
satışlarının yasaklanması, bir kadının yanında erkek olmadan seyahat edememesi
Hristiyanların büyük tepkisiyle karşılaşmıştır. Bu sebepler yüzünden özellikle
Kaduna eyaletinde olaylar patlak vermiş ve 3 ay arayla iki şiddet dalgası baş
97
göstermiştir. Bu dalganın ilki Şeriat-1, diğeri Şeriat-2 olarak adlandırılır. Şeriatın
Kaduna eyaletinde de uygulanacağı yönündeki ilk bilgiler üzerine CAN( Christian
Association of Nigeria)’nın Kaduna eyaletindeki yönetimi tarafından 21 Şubat
2000’de bir protesto yürüyüşü tertiplenmiştir. Bu protesto yürüyüşü Müslüman
gençlerin tepkisiyle karşılaşmış ve şiddet hareketleri patlak vermiştir. 21-25 Şubat
2000
tarihleri
arasındaki
Hristiyan-Müslüman
çatışmaları
Şeriat-1
olarak
adlandırılır. Bu dönemde pek çok insan her iki taraftan da hayatını kaybetmiş,
binlerce insan yaralanmıştır. Hayatını kaybedenlerin sayısı tam olarak bilinmese
de yerel kaynaklardan elde edilen bilgilere göre toplam 1295 kişinin çatışmalarda
öldüğü söylenmektedir. Hükümetin ve polisin şiddet hareketlerini bastırmaktaki
acizliği acı tablonun büyümesini sağlamıştır. Çatışmaların bitmesinin ardından 3
ay sonra taraflar tekrar karşı karşıya gelmiş ve 22-23 Mayıs 2000 tarihlerinde
tekrar çatışmalar yaşanmıştır. Bu döneme de Şeriat-2 denmektedir. İkinci şiddet
hareketinde de yüzlerce kişi hayatını kaybetmiştir. Kaduna’daki iki toplum arasında
biriken düşmanlık zaten 2002 Dünya Güzellik yarışmasının Nijerya’da yapılması
sırasında tekrar gün yüzüne çıkmıştır.( Human Rights Watch, 2003 )
Şeriat isteyen eyaletlerdeki talepler öncelikle Nijerya Anayasasının devletin resmi
bir dini olmayacağı hükmüyle çelişmektedir. Ülkedeki hassas dengeler yüzünden
anayasada yer alan bu ilkenin çiğnenmesi farklı dine mensup halkın birbiri ile
çatışmasına sahne olmaktadır. Ayrıca şeriat hukukunun ceza ve diğer hukuk
kollarında uygulanması Hristiyanlar açısından nasıl olacaktır. Alkol yasağı ve toplu
taşımada yanında erkek olmadan dolaşılmaması yasağı zaten sorunların kaynağı
iken, İslamiyet’te bulunup Hristiyanlıkta bulunmayan zina suçu, recm ve sopa
cezaları, kısas ve had cezalarının uygulanması Hristiyan topluma uygulanması
son derece yanlış bir karardır. Bu kararın da karşılığı olarak toplumsal çatışmaların
yaşanması su götürmez bir gerçektir. Ayrıca federal yapının da bu olayların çıkış
sebebi olan şeriatın istenmesinde sessiz kalması son derece yanlıştır. Hukukun
üstünlüğü ve normlar hiyerarşisindeki yerine göre anayasa en yüksek mertebedeki
hukuki mevzuattır. Onun izin vermediği hiçbir hukuk kuralı uygulanamaz. Bu
kapsamda laik bir yapıya sahip olan anayasanın elbette şeriat veya başka dine ait
hukuk kurallarının uygulanmasına müsaade etmemesi gerekmektedir. Merkezi
yönetimin de çatışmaların çıkması ve büyümesinde sessiz kalarak da olsa bir paya
sahip olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
98
2002 yılında Nijerya’da yapılması planlanan Dünya Güzellik Yarışması sonucunda
Nijerya’nın kuzeyinde bulunan Kaduna eyaletinde Müslümanlar ile Hristiyanlar
arasında üç gün boyunca süren çatışmalar yaşanmıştır. Yaşanan olaylar
neticesinde 250 kişinin yaşamını yitirmiştir. Olayın geri planında 2000 yılında yine
Kaduna’da yaşanan Müslüman – Hristiyan çatışmaları vardır. Kaduna, diğer kuzey
eyalatlere kıyasla Hristiyan göçlere de ev sahipliği yapan, otuzdan fazla etnik
grubu içinde bulunduran bir şehirdir. Müslüman- Hristiyan çatışmaları bu eyalette
bu sebepten ötürü sıkça yaşanmakta ve çok büyük boyutlara ulaşmaktadır. (
Human Rights Watch, 2003)
Nijerya’nın 1999 yılından itibaren geçtiği sivil yönetim de ülkedeki gelir dağıtımında
askeri darbeler dönemindeki gelir dağıtımına göre bir fark yaratamamıştır.
Özellikle petrol ihracatının artmasına rağmen gelir paylaşılmasındaki adaletsizlik,
özellikle Müslüman kesimin kendisini dışlandığını hissetmesine sebep olmuştur.
Bu dönemde ilk filizleri ortaya çıkan Boko Haram’ın da bu dışlanmayı kendisine
halkın sempati duyması ve gerekli militan sayısı olarak çok akıllıca kullandığı bir
gerçektir.
Nijerya bağımsızlığını kazandıktan sonra dört adet şiddet dalgasına maruz
kalmasındaki tek etken etnik ve dini yapıların var olması ve karmaşıklığı değildir.
Afrika’nın ve dünyanın pek çok ülkesinde çeşitli etnik ve dini yapılar
bulunmaktadır. Hali hazırda dünyanın hiçbir ülkesinde tek dine ve tek ırka sahip bir
ülke bulunmamaktadır. Etnik ve dini çeşitliliğin var olduğu ülkelerde Nijerya’nın
bulunduğu şiddet olaylarına denk aşırı şiddet kullanımının olduğu benzer terör
olayları yaşanmamaktadır. Nijerya’da yaşanan diğer şiddet dalgalarında olduğu
gibi, Boko Haram’ın içinde bulunduğu dördüncü şiddet dalgasını sosyo-ekonomik
ve politik açıdan değerlendirmek gerekmektedir. Sömürge döneminde ülkenin
önce kuzey ve güney olarak ikiye bölünmesi ve bölgeler arası ekonomik gelişmişlik
seviyesine bakılmadan sömürge anlayışı ile uzun süre ülkede kalan Batılıların
pragmatik yaklaşımları, bölgeler arasında farklılıklara sebep olmuştur. Bağımsızlık
sonrasında da bölgeler arasında eğitim seferberliğinin sağlanamayıp, yeterli eğitim
imkanlarının sunulmaması, yeni iş sahaları yaratılmaması ve sağlık reformları
yapılmaması şiddetin filizlenmesinin nedenleridir. Kuzey bölgesi ile güney bölgesi
arasında oluşan bu çatlaklar fanatik ve radikal oluşumların dini eksende
99
seyretmesine vesile olmuştur. Boko Haram’ın çıkışına zemin hazırlayan bu ortam
toplumda bulunan insanların etnik ve dini tolerans derecesi düşük seviyeye doğru
ivme kazanmıştır. (Ferhavi, 2015: 5)
5.6.5 Temel doğal kaynakların mevcudiyeti
Nijerya yüzölçümü olarak dünyanın 32’nci büyük yüzölçümüne sahip ülkesi
olmakla birlikte bu arazilerin yaklaşık %78’i tarıma elverişlidir. Çok engebeli bir
araziye sahip olmaması ve Nijer Nehri’nin ülke içinden geçerek Gine Körfezine
dökülmesi, hem arazi yapısının tarıma elverişli hem de sulama bakımından sıkıntı
yaşamamasına sebep olmuştur. Ülkede kakao, mısır, pirinç, kauçuk, hindistan
cevizi yağı ve pamuk başlıca tarım ürünleridir. Ülkede tarıma paralel olarak
hayvancılık da yapılmaktadır. Koyun, keçi, domuz ve sığır yetiştiriciliğinin yanı sıra
balıkçılık da yapılmaktadır. Ülke maden açısından da zengindir. Kömür ve demir
madenlerine de sahiptir. (CIA Factbook, 2016)
Nijerya her ne kadar tarım ülkesi olsa da petrol ve doğalgaz hiç kuşkusuz ülkenin
ana gelir kaynaklarıdır. Nijerya 2015 yılı resmi verilere göre dünyanın en büyük
13’üncü ham petrol ve 9’uncu doğalgaz üreticisidir. (US Energy Information
Administration, 2016)
Nijerya’da doğalgaz ve petrolün keşfiyle birlikte milli gelirler bu iki doğal kaynaklar
üzerinden elde edilmeye başlanmıştır. Ülke OPEC’e 1971 yılı Temmuz ayında üye
olmuştur. Nijerya’da petrol daha çok Nijer Deltası çevresinde bulunmaktadır. Nijer
Deltası bölgesinin yaklaşık 37 milyar varil rezerve sahip olduğu tahmin
edilmektedir. Nijerya’da ilk petrol Shell-BP Petrol Şirketlerini ortaklığında 1956
yılında keşfedilmiştir. Petrolün keşfinin ardından ilk ham petrol çıkarılışı 1958
yılında olmuştur. Nijerya günlük ortalama 3 milyon varil petrol çıkarmaktadır.
Ülkedeki petrolün kontrolü Nigerian National Petroleum Corporation ( Nijerya
Ulusal Petrol Şirketi) tarafından sağlanmaktadır. Nijerya’nın milli geliri 1960’ların
sonunda itibaren petrol ana gelir kaynağı olmuştur. Tarımdan gelen gelir ise
petrole göre son derece düşük duruma gelmiştir. Nijerya’da halk, özellikle petrol
çıkarılan bölge olan Nijer Deltasında yaşayan insanlar arasında petrol zengini bir
ülke
olmalarına
rağmen
bunun
faydalarını
göremediklerini
söyleyerek
100
huzursuzluklar baş göstermiştir. Nijer Deltası bölgesindeki kirlilik ve balıkçılığın
yapılamamasından doğan ekonomik sıkıntı bölge halkından çıkan çatlak seslerin
ana kaynağıdır. ( Falola, 2009 )
Özellikle 1990’lı yıllarda Nijer Deltasın bölgesinde çok sayıda etnik milis ortaya
çıkmıştır. Hem petrol gelirlerindeki eşitsizlik hem de o dönem tekrar ordunun
yönetime el koyması milislerin ortaya çıkmasındaki ana etkenlerdir. Özellikle
bölgede çıkarılan petrole rağmen bölge halkının geri kalmışlığı, milis kuvvetlerin
oluşumunu kolaylaştırmaktadır. Nijer Deltasında ülkenin genelinde olduğu gibi pek
çok ve birbirinden farklı etnik kabileler yaşamaktadır. Bu etnik gruplara bağlı silahlı
milislerde bölgede kendilerini korumak adına silaha sarılmışlardır. MOSOP(
Movement for Survival of Ogoni People) Ogoni Halkının Kurtuluş Hareketi,
adından da anlaşılacağı gibi Ogoni etnik grubuna bağlı olanları korumak adına
oluşturulmuştur. Ijaw etnik kökeni bağlı insanlar NDVF( Niger Delta Volunteer
Force) Nijer Deltası Gönüllüler Gücü altında birleşmişlerdir. Bu güçlerin yanı sıra
ayrılıkçı hareketlerin sonucunda yaşanan Biafra Savaşı’ndaki benzer nedenlerle
oluşturulan gruplar da mevcuttur. MASSOB ( Movement for the Actualization of the
Sovereign State of Biafra) Egemen Biafra Devleti için Bilinç Hareketi ayrılıkçı
örgütlerden önemli bir tanesidir. (Ferhavi,2015:73-74)
Bu tür milis güçlerin çıkışının can damarı petrol gelirinin eşit dağıtılmamasıdır.
Bölgesinde çıkan petrol sanayi dolayısıyla geçim kaynaklarının azalması
beraberinde petrolden elde edilen gelirden halkın fayda görememesi zamanla
isyan hareketlerine dönüşmektedir. Ülkenin güneyinde bu hareketlere paralel
olarak da kuzeyinde yaşayan insanlar da petrol gelir dağıtım eşitsizliğinin yarattığı
etkiler Boko Haram için de sempatizan, destekçi ve militan kazanmakta kolaylık
sağlamıştır
5.6.6 Uluslararası kamuoyundaki etkileri
Terör örgütleri ister yerel düzeyde mücadelesini sürdürsün, isterse küresel
düzeyde eylem sahasını genişletsin eylemlerinin etkileri tüm dünyada hissedilir.
Küreselleşen dünya düzeninde gerek politik gerek ekonomik bağlantılar bir ülkede
ortaya çıkan bir sorunun bir başka ülkede kelebek etkisi teorisi gibi hissedilmesini
101
sağlamıştır. Nijerya’da ortaya çıkan Boko Haram terör örgütü de yaptığı eylemler
bazında sadece Nijerya devletini ve halkını değil, başta komşu ülkeler ve Afrika
kıtası olmak üzere tüm dünyayı dolaylı da olsa etkilemektedir.
Boko Haram 14 Nisan 2014’te iki yüz yetmiş altı tane Chibok’taki bir okuldan
kaçırdığı kız öğrenciyi kaçırdığında dünya gündemine oturdu. Yerel bir örgütten
tüm dünyanın dikkatini çeken bir örgüt konumuna yükseldi. #bringbackourgirls
kampanyası tüm dünyada pek çok kişi tarafından desteklendi. (David, Asuelime,
Onapajo, 2015: 2)
Boko Haram’ın 2009 sonrasında silahlı eylemlere girişmesi sonrasında yaptığı
toplu katliamlar her ne kadar tüm dünya da endişe ile karşılansa da 14 Nisan 2014
günü Chibok’taki bir okuldan kaçırdığı kız öğrenciler dünya gündemine oturmuştur.
Örgütün batı tarz eğitime kaşı olarak gerçekleştirdiği eylem, kız çocuklarının
akıbetinin bilinmemesi yüzünden hala etkisini sürdürmektedir.
Yaşları 16 ile 18 yaş arasında bulunan kız öğrencilerden elliye yakını o gece
örgütün elinden kaçmayı başarsa da diğerlerinin nerede oldukları bilinmemektedir.
Örgütün üst düzey yöneticilerinden birinin yaptığı açıklamaya göre bu kız
öğrencilerden bazıları Müslümanlığı kabul ederek örgüt bünyesine katılmıştır. Bazı
kız öğrenciler de örgüt militanlarıyla evlendirilmiştir.
Tepkiyle karşılanan bu açıklama batıda kız öğrencilerin örgüt militanlarınca seks
kölesi olarak kullanıldığı şeklinde propaganda aracı olmuştur.
Kız öğrencilerin kaçırılmasından sonra Fransa ve ABD, Nijerya’ya arama ve
kurtarma çalışmaları için askeri işbirliği önermiştir. Bu olaydan sonra dünyaya
adını duyuran örgüt 2015 senesinde de IŞİD’e bağlı olduğunu bildirerek yine
dünyanın ilgisini üzerinde toplamıştır.
İnsan yaşamı ve güvenliği düşüncesinin temelleri eskiye dayanmaktadır. Soğuk
Savaş’ın bitmesi Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla güvenlik konsepti, nükleer
silahların devlet dışı aktörlerin ellerine geçebileceğini düşünerek değişime
uğramıştır. İnsan hayatının ve güvenliğinin tarihsel geçmişi Uluslararası Kızıl Haç
102
Örgütü’nün kurulduğu 1860’lara dayanmaktadır. Uluslararası arenada insan
hayatının sistematik ve kabul edilebilir hale gelmesi İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra olmuştur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bir örnektir. (Aghedo,
Ojumah, 2012)
İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden sonra tekrar aynı senaryoyu görmek
istemeyen devletler Birleşmiş Milletler çatısı altında birleşerek temel hak ve
hürriyetlerin tüm insanlar için aynı ve eşit olduğunu vurgulayarak çeşitli anlaşmalar
imzalamış ve organizasyonlar kurmuşlardır.
Afrika’da açlık ve sefalet ile yıllardır mücadele eden Afrika ülkeleri ve Dünya Gıda
Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü uluslararası kuruluşlar, mücadelelerine devam
ederken bir de güvenlik sorunu ortaya çıkmıştır. Örgüt ile mücadelede uluslararası
destekler ve yaptırımlar konusunda toplantılar ve zirveler düzenlenmiştir.
Örgütün eylemleri bölgesel ölçekten çıkıp Birleşmiş Milletler raporlarına dahil
olacak kadar şiddet skalasını büyütmüştür. 2014 yılının haziran ayında Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri’nin yayımladığı rapora göre Boko Haram’ın Nijerya’nın
kuzeydoğusunda bulunan Çad Gölü çevresinde güçlendiğini ve bölge istikrarını
sarsacak potansiyele sahip olduğu açıklanmıştır. Aynı rapora göre Boko Haram’ın
Çad, Nijer ve Kamerun sınırlarından giriş yaparak eylemler yaptığı tespit edilmiştir.
Boko Haram üzerinden yürütülen bu dikkat çeken raporda asıl çekince, örgütün
diğer Afrika kökenli örgütler ile bağlantılarının tespit edilmiş olmasıdır. Bu da terör
örgütlerinin domino etkisi yaparak kıta genelinde dengeleri sarsacağından endişe
edilmektedir. (Ferhavi, 2015: 99)
Örgütün üst düzey yöneticilerinin daha önce yaptığı açıklamalardan, örgütün
Somali’de bulunan El-Şebab terör örgütüyle bağlantılı olduğu ortaya çıkmıştır.
Gerek lojistik, gerek terör eğitimi konusunda da başka örgütlerden maddi destek
aldığı da gün yüzüne çıkmıştır. Soğuk Savaşın ardından Afrika’nın çeşitli
bölgelerinde yaşanan iç savaş durumları, soykırım, açlık ve göç dalgaları kıtanın
zaten kırılgan olan yapısına oldukça zarar vermiştir. Kıta güvenliğinin sağlanması
ve idame ettirilmesi adına Birleşmiş Milletler de Nijerya kökenli terör hareketlerine
karşı sağ duyulu yaklaşmaya başlamıştır.
103
Nijerya’da 2015 yılında yapılan devlet başkanlığı seçimi öncesi Boko Haram
tehditkar söylemlerde bulunmuştur. Goodluck Jonathan’ın tekrar devlet başkanı
olması durumunda ülkede terör eylemlerinde bulunacağını söyleyen Boko
Haram’ın Muhammed Buhari’nin seçilmesiyle seçim sonuçlarına göre eylemler
yapacağı düşüncesi son bulmuştur. Muhammed Buhari’nin seçim galibi olması da
Boko Haram ile mücadelede bölgesel ve küresel düzeyde olumlu karşılanmıştır.
Goodluck’ın
seçimi
kazanması
durumunda
kuzey
bölgelerinde
güvenlik
sıkıntılarının üst seviyelere ulaşacağı korkusu hakim iken Muhammed Buhari’nin
seçim galibi olmasıyla endişeleri son bulmuştur. Buhari’nin yönetiminin hem güç
odaklarına sahip olması hem de etnik ve dini karmaşıklığın verdiği zorlukların
üzerinden geleceği hakkında olumlu geri bildirimler alınmıştır. Muhammed Buhari,
etnik köken olarak kuzeyde yaşayan baskın etnik grup Hausa’lardan gelmektedir.
Bu da Hausa etnik azınlığın Boko Haram’a vereceği desteğin azalmasına neden
olacaktır. Yolsuzlukların da üzerine gideceği yönündeki umut dolu tablolar ve bir
dönem askeri yöneticilik yaptığı kuzeydoğuda Boko Haram’ın hayat alanına
hakimiyeti terör örgütü ile mücadele ve merkezi politikaların iyileştirilmesi
açısından olumlu gelişmelerdir. (Ferhavi, 2015: 100-101)
(Cook, 2014) ‘ a göre Nijerya devleti, Selefi-cihat anlayışına sahip Boko Haram
terör örgütü ile 2011 yılında beri iç savaş durumundadır. Boko Haram yerel seleficihat anlayışıyla Doğu Afrika’da ortaya çıkıp, daha sonra büyüyen bir terör
örgütüdür. Kullandığı klasik gerilla taktiği ile hükumet kurumlarını, askeri birlikleri,
Hristiyan unsurları hedef olarak seçmektedir.
(Cook, 2014)’un kullandığı iç savaş terimi elastik bir yapıya sahiptir. İç savaş
durumunda bulunulan bir ülkeye dışarıdan müdahaleler olabilmektedir. 1967 Biafra
Savaşı’ndaki gibi yabancı ülkeler desteklerini açıkça belli edebilirler. Biafra Savaşı
esnasında çoğu batılı devlet meşru merkezi hükumet tarafını tuttuklarını
açıklamışlardır. Nijerya gibi petrol ihraç eden bir ülkenin karmaşık ve karşılıklı ticari
ilişki kurduğu ülkeler, ekonomik kaygı içene düşerek ülke iç politikasına dolaylı
yollardan müdahale etmek isteyebilirler. Nijerya’nın içinde bulunduğu terörle
mücadele konsepti iç savaş olarak değerlendirilemez. Bu değerlendirme yanlış ve
iç savaşın var olmasını gerektiren unsurları taşımamaktadır.
104
Nijerya’nın Boko Haram ile mücadelesi yerel ölçekten, küresel ölçeğe yükselmiştir.
Eylemlerin şiddeti ve etkisi dünya kamuoyunun dikkatlerini bölgeye çekmesine
neden olmuştur. Nijerya yapacağı bölgesel veya uluslararası işbirlikleri ile Boko
Haram ile mücadelede güç kazanacaktır. Terörizm tarih boyunca devam etmiş ve
edecektir. Boko Haram’ın bitmesiyle yeni terör örgütleri de gün yüzüne çıkacaktır.
Nijerya Boko Haram ile mücadelesinde kurumsal hafızasını oluşturabilirse ortaya
çıkan yeni terör örgütlerine karşı da başarı sağlayabilecektir.
5.6.7 Boko Haram ile mücadele yöntemleri ve çözüm önerileri
Terör örgütleriyle mücadele etmek ve bu mücadelede başarılı olmak için öncelikle
mücadele içerisinde bulunan terör örgütünü ve terör örgütünün bulunduğu ortamı
iyi incelemek gerekmektedir. Boko Haram modern terörizmin başladığı kabul
edilen 1860’lardan itibaren oluşturulan dördüncü terör dalgası içerisinde
bulunmaktadır. Dini söylemli bir terör örgütü olarak mücadelesine her ne kadar
Nijerya’nın kuzeydoğusundan başlasa da hakimiyet alanını geliştirmiştir. Eylem
yaptığı sahalar Nijerya’nın komşu devletlerini doğrudan doğruya, eylemlerin şiddeti
ise uluslararası arenayı dolaylı yoldan etkilemiştir.
Boko Haram’ın artan terör eylemleri ve toplumda oluşan nefreti tetiklemesi örgüt
ile mücadelede meşru merkezi idarenin nasıl başarılı olacağı soruları üzerine
odaklanmıştır. Örgüt ile mücadele yöntemi, bu mücadelede yer alan topluluğu ikiye
ayırmıştır. Birinci grupta bulunanlar 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin
liderliğini yaptığı terörizm ile savaş yöntemini savunmaktadırlar. Diğer grup ise
yoğun nüfusa sahip bir ülkede terörizmle savaşın masum sivillere de zarar
vereceğini düşünerek uzlaşma yolunu tercih etmektedir. (Aghedo, Ojumah, 2012 )
Terörle mücadelede güçlü devletler doğrudan örgütü sonlandırmak için gereken
sert vuruşları yapabilirken, güçsüz devletler ise diğer devletlerin tavsiyelerine
uyarak örgütle uzlaşı, ateşkes, karşılıklı diyalog kurma gibi yöntemleri seçmeleri
istenmektedir. Bu yaklaşım terörle mücadelenin güçlü devlet- zayıf devlet
modeline göre şekillenmesidir. Ancak ister zayıf devlet ister güçlü devlet olsun,
mücadele edilen örgütün özelliklerine göre bir tutum seçmek ve uygulamak başarı
getirecektir.
105
Boko Haram terör örgütü tarihsel geçmişe dayalı olarak ülkenin güneyine nazaran
geri kalmış kuzey eyaletlerinde ortaya çıkmıştır. İşsizlik, yoksulluk ve ülke
gelirinden yararlanmadaki eşitsizlik, eğitim ve sağlık hizmetlerinde geri kalmışlık
gibi sosyo-ekonomik parametrelerin kuzey bölgelerinde yoğun olarak görülmesi
isyan hareketlerinin bu bölgede çıkmasına zemin hazırlamıştır. Müslüman
dünyasının geri kalmışlığının travmatik sonucu olarak, tek kurtuluş çaresinin saf
İslamiyeti yaşamak inancının 1900’lerin başından itibaren İslam toplumları
arasında yayılması, geri kalmış kuzey bölgesindeki insanların da içine dahil
olabileceği ideolojik alt yapıyı hazırlamıştır.
Nijeya’nın Boko Haram ile mücadelesinde başarılı sonuçlar alabilmesi için iki ana
aşamadan yararlanmak gerekmektedir. Bunlar ilki sosyo-ekonomik ve politik
hamleler içermektedir. Birinci aşama
içerisinde
yoksulluk,
işsizlik, politik
istikrarsızlık, güvenlik güçlerinin aşırı şiddet kullanımı ve insan hakları ihlalleri
bulunmaktadır. İkinci aşama da ise komşu ülkelerle olan sınır güvenliğini korumak,
zayıf istihbarat ağını güçlendirmek ve dini manipülasyonlara ikame ideolojiler
bulmak ve yabancı ülkelerle işbirliği yapmak gelmektedir. Bu kapsamda
mücadelede atılacak adımlar için aşağıda belirtilen hususlar uygulanmalıdır.
Federal hükümet genel, etnik ve politik milis yapılanmaları yasaklamak zorundadır.
Federe devletler ile işbirliği yaparak sosyo-ekonomik güçlendirmeler yapmalıdır.
Ülkenin kuzeyinde sağlık ve eğitim alanında reformlar yapmalıdır.
İstihbarat
ağı
güçlendirilmeli,
istihbarat
örgütlerinde
çalışanların
terörle
mücadelede taktik ve teknik eğitimleri geliştirilmelidir.
Diğer ülkeler ile işbirliği içerisinde bulunulmalıdır.
Merkezi hükümetin politikaları değiştirilmelidir. (Aghedo, Ojumah, 2012 )
Nijerya’nın bir çok etnik kimliğe sahip oluşu ve semavi olduğu kadar semavi
olmayan bir sürü dine de sahip olması paralelinde politik düşünce farklılıklarını da
beraberinde getirmiştir. Aidiyet duygusunun gereği olarak insanlar kendi dini ve
106
etnik kimliklerinin çevresinde oluşturdukları topluluklara üye olmaktadırlar. Ancak
oluşturulan bu topluluklar silahlı milis haline gelmeye başlayınca siyasi krizlere
neden olmaktadır. Bu kapsamda demokratik yapı bozulmadan, oluşturulan
derneklerin veya hareketlerin varlığını zarar gelmeden; ülkedeki statükoyu
bozmayı amaçlayan, ayrılıkçı ideallere sahip oluşumlar yasaklanmalıdır. Meşru
hükumetin yasakları her ne kadar daha radikal oluşumların tohumlarını ekmeye
meyilli olsa da, bu yasakların kamu yararı ve toplum menfaatine olduğu fikri
benimsenir ise radikalleşme gerçekleşmeden yeni oluşumlar engellenir.
Terörizm ile ideolojik temelde savaşılmalıdır. Terörizmle savaş sadece askeri
alanda mücadele ile sınırlı kalmamalıdır. Terörizm hareketlerini grup merkezli
olarak tanımlamak gerekir. İdeoloji temelli terörizm destekçilerine alternatif
düşünce akımları bularak ideolojik terörizmle mücadele edilebilir. Tabi ki de bu
mücadele yöntemi uzun vadede meyve verecektir. Okullarda verilen uzun eğitim
süreçleri, sosyal konuşmalar ve basının kullanılması bu mücadelede kullanılabilir
alternatif yöntemlerdir. (Bjorgo, 2005: 29)
Nijerya federal bir yapıya sahip olduğu için federe yönetimlerin kendi iç işlerinde
karar
verme
mekanizmaları
mevcuttur.
Merkeziyetçi
idare
yapısı,
yerel
yönetimlerin ihtiyaçlarına tam olarak hakim olmayabilir veya bürokratik işlemler
sebebiyle yeterli desteği sağlamayabilir. Bu kapsam da Nijerya Federal Devleti
kurumları, özellikle kuzey eyalet yönetimleriyle sıkı işbirliğinde bulunurlarsa daha
sağlıklı çözüm yolları bulabilirler. Örneğin Çad Gölü’nün kurumasıyla kuzeydoğu
eyaletlerindeki tarımdaki sulama sıkıntısına çözüm yolları araştırılırken, başka
eyaletlerde fabrika sayısının artırılmasıyla işsizlik alanındaki problemli sahalar
çözüme kavuşturulur.
Terörizmle mücadelede kısa vadede çözüm isteniyorsa silahla mücadele, uzun
vadede çözüm isteniyorsa eğitimle mücadele edilmelidir. İslami söylemli terör
örgütlerini incelediğimizde örgüt liderlerinin iyi eğitim almış kişiler olduklarını, örgüt
üyelerinin ise ya eğitimsiz veya az eğitim aldıklarını görebiliriz. İslami ideologların
istisnalar haricindeki hemen hemen hepsi iyi eğitim almış kişilerdir. Eğitimsiz
bireyler kolay kandırılabilen insan tipi oldukları için, eğitim olanağı kısıtlı
bölgelerden örgütlere katılım daha çoktur. Sömürgecilik döneminden itibaren
107
kuzeydeki okulların azlığı ve eğitim kalitesinin düşüklüğü sorun olmuştur. Bu
kapsamda Nijerya’da eğitim seferberliği düzenlenerek kuzey bölgesindeki
eyaletlerde eğitim sorunu çözülmelidir. Gerek ilköğretim gerek yükseköğretim
kurumları yaygınlaştırılarak çocukların ve gençlerin kazanılması sağlanmalıdır.
Yine Nijerya’daki sağlık problemleri de çözülmelidir. Yüksek ölüm oranları, hızlı
nüfus artışı, ortalama ömrün kısa, ortalama yaşın genç olması sağlık konusunda
ülkenin geri kalmışlığının bir göstergesidir. Sağlık alanında yetişmiş personellerin
çoğaltılması, sağlık birimlerin yaygınlaştırılması, bulaşıcı hastalıklarla mücadelede
hem halkın bilinçlendirilmesi hem de etkili yolların kullanılması yapılacak
iyileştirmelerde ilk sırada yer almalıdır.
Yoksulluk her ne kadar terörizmin temel çıkış nedeni olmasa da bir sürü olumsuz
şeylerin ana kaynağı olduğu için mücadele edilmelidir. (Bjorgo, 2005: 42)
Boko
Haram’ın
örgütsel
saldırı
geçmişine
baktığımızda
dönem
dönem
değişikliklere gittiğini görmekteyiz. Bu değişikliklere paralel olarak devletin silahlı
güçleri ve istihbarat örgütü de örgütle mücadele de değişik yollara başvurmalıdır.
Özellikle toplu hedeflerin seçilmesi can kayıplarının çok olmasına neden
olmaktadır. Önceden edinilen istihbarat ile bu tür saldırıların önüne geçilebilir.
Önlenebilir bu saldırılar için de yaygın istihbarat ağına sahip olmak gerekmektedir.
Örgüt bir dönem İslami söylemli terör örgütlerinde az rastlanan kadın intihar
bombacıları kullanmıştır. Kıyafetlerinin arasına yerleştirdikleri patlayıcılar kolaylıkla
gizlenebilmektedir. Halkın arasında da rahatlıkla dolaşabilen kadın intihar
saldırganlar toplu hedefler arasına girerek çok büyük zayiat verebilmektedir.
İstihbarat çalışmaları sonucunda eğer örgütün bu tür saldırı yapacağını önceden
bilinmiş olsaydı gerekli önlemler alınabilir, kadın güvenlik güçlerini halkın arasında
sivil kıyafetle dolaştırarak muhtemel teröristleri tespit edebilirdi. Örgüt bir dönem
Irak’taki devam eden savaştan taktikler elde etmiştir. Bu meskun mahal taktiklerin
bilinmesi de karşı hamle olarak örgütün eylemlerini durdurmakta kullanılabilirdi.
Teknolojik gözetim yerine daha çok insan odaklı istihbarat elde edilmelidir.
Teröristler insan odaklı eylemcilerdir. Terörizm ve gerilla savaşıyla ile ilgili ilk
araştırmalardan anlaşılmaktadır ki teröristler toplum içinde saklanarak eylemlerini
planlama ve uygulama safhasına getirmektedirler. Ancak insan kaynaklarından
108
gelen istihbarat da belirli bir süzgeçten geçirilip öyle değerlendirilmelidir. (Bjorgo,
2005: 29)
İstihbarat örgütlerinin yüksek teknolojiye sahip olması ve ellerinde bulunan
teknolojik araç ve gereçleri de etkin kullanabilmesi gerekmektedir. Kısa vadede
ekonomik açıdan ülke ekonomisine ek yük getiren bu araç ve gereçler uzun
vadede kendisini amorti ederek çok faydalı operasyonlarda kullanılabilir. İstihbarat
servislerinde çalışanların da eğitimlerinin çok iyi seviyede olması gerekmektedir.
Örgütle mücadele etmek için örgüt gibi düşünmek gerekmektedir. Bu sayede
örgütün yapacağı hamleleri kendileri önceden tasarlayarak, örgütün saldırı
planlarını önceden kestirerek proaktif yaklaşımla muhtemel eylemler engellenebilir.
Nijerya’nın komşu ülkelerle sınırları yeterli güçlükte korunmamaktadır. Boko
Haram hem Çad hem de Kamerun sınırlarından rahatlıkla geçmektedir. Bu iki
ülkede de eylemler yapmaktadır. Libya’daki 2011 yılında Muammer Kaddafi’nin
yıkılışıyla da örgütün eline Libya’dan gelen birçok silah sınırlar üzerinden yasadışı
olarak Nijerya’ya giriş yapmıştır. Hem sınırdaki geçişlerin kontrolünü sağlamak
hem de örgütün hareket sahasını kısıtlamak adına komşu ülkelerle koordineli
çalışmak gerekmektedir. Ortak operasyonlar yaparak veya istihbarat havuzları
kurarak örgüt üzerinde baskı kurulmalıdır. Komşu ülkelerde bulunan finans
kaynakları, örgütün muhtemel hayat sahaları ve eğitim kampları, örgütün iaşe ve
ibatesine yardım eden kişi veya kuruluşlar ile ortak mücadele edilmelidir.
Gelecekteki terör örgütleri teknolojinin çok hızlı ilerlemesi, iletişim kaynaklarının
bolluğu ve silah sistemlerindeki öldürücü gücün çok büyümesiyle daha tehlikeli
hale gelecektir. Bu sebeple siyasi otoriteler terör örgütlerinin verebilecekleri
yıkımın
çok
büyük
olduğunu
görerek
örgütlere
verdikleri
destekleri
sonlandırmalıdırlar. (Bjorgo, 2005: 29)
Nijerya terörle mücadelede başarı kazanmış devletler ile işbirliği yapmalıdır. Bu
devletlerden edineceği bilgiler veya güvenlik kuvvetlerini bu ülkelere göndererek
aldıracağı eğitim Boko Haram ile mücadelesinde çok faydalı olacaktır. Nijerya’nın
terörle mücadele teknik ve taktiklerinin yanı sıra teknolojik ve eğitim desteği
alması, Boko Haram ile mücadelede çok iyi bir konuma gelmesini sağlayacaktır.
109
Merkezi hükumetin politikalarında revizyona gitmesi gerekmektedir. Gerek
ekonomik gerek siyasi gerekse sosyal adalet konularında herkese eşit davranması
gerekmektedir. Özellikle petrolden elde edilen gelirin eşit dağıtılmaması sadece
kuzey eyaletlerin değil, petrol gelirinden eşit yararlanamayan tüm eyaletlerde
huzursuzluğa yol açmaktadır. Joint Task Force adı altında Boko Haram ile
mücadele için asker ve polis kökenli güvenlik kuvvetlerinden teşekküllü birlik,
örgütle mücadele esnasında sivil halka da zarar vermektedir. Aşırı güç kullanımı
sonrası halktan çok büyük tepki görmektedir. Bu gücün devletin meşru bir kuvveti
olduğunu ve fütursuzca müdahalelerde bulunamayacağı kabullenilmelidir. Yine
merkezi hükumet insan hakları ihlallerine çok dikkat etmelidir. Makul şüpheli olarak
gözaltına
alınanların
hukukun
ilkelerine
sadık
kalınarak
sorgulanması
gerekmektedir. Suçsuz olduğu belirlenen kimseler gördükleri kötü muamelelerden
sonra önceden katılmasa bile gözaltı sonrası radikalleşip örgüte katılabilmektedir.
Bu sebeple hukukun doğal ilkeleri göz önünde bulundurularak, keyfiyetten uzak
gözaltına alma, tutuklama ve yargılama yapılmalıdır. Cezaevleri koşulları da
iyileştirilmelidir. Boko Haram’ın yaptığı ilk eylemlerden bir tanesi cezaevini basarak
örgüt elemanlarını salıvermek olmuştur. Örgütün adil yargılama sonrasında suçlu
bulunan üyeleri, cezaevinde bulunan diğer örgüt elemanlarıyla buluşmasının
önüne geçilmelidir. Muhtemel cezaevi isyanları ve örgütlenmeleri engellemek için
örgüt elemanları ya diğer hapishanelere dağıtılmalı ya da tecrit edilerek diğer örgüt
elemanlarıyla münasebette bulunmasının önüne geçilmelidir.
Terör örgütleriyle mücadelede ne ile ve ne için savaşıldığı cevaplanması gereken
temel sorunlardır. Eğer terör eylemlerinin açtığı yaralar ve zararlar evrensel
boyutta ise bu örgütle mücadelede yerel seviyede alınan mücadele kararları yerine
uluslararası kararlar alınıp mücadele edilmesi gerekmektedir. Terör örgütleriyle
mücadelede devlet veya uluslararası güç olmanın verdiği sorumluluk ile evrensel
insan hakları, temel hak ve hürriyetler ile ceza muhakeme hükümleri mutlaka göz
önünde bulundurulmalıdır. Terörizmle mücadelede medeniyetin gereği olarak
sayılan hak ve hürriyetlere saygı duyulmazsa ne ile savaştığımızın önemi kalmaz
çünkü meşru gücün kullanılması sadece devlete aittir ve bu meşruiyetin her zaman
kullanılması zaruridir. (Bjorgo, 2005: 29)
110
Hükümetlerin terörizmi engellemek için hukuku askıya alması ve bu uygulamayı
ulusal güvenlik kılıfına sokmak istemesi kabul edilemez bir yöntemdir. (Wilkinson,
2011: 2)
111
SONUÇ
Terör ve terörizm terimleri her ne kadar çok eskilere dayansa da günümüzde
hemen hemen her gün duyduğumuz kavramlar olmuştur. Mücadele ettikleri
krallıklar ve devletler veya uygulamalara verdikleri zarar kadar, toplumda yaşayan
kişilerin arasında da korku ve tedirginlik yaratarak toplumları terörle yaşamaya
alıştırıyorlar. İlk terör örgütleri Sicariler, Haşhaşiler ve Thuglar ile başlayıp
1860’larda başlayan modern terör örgütleri dalgası ile devam eden terör ve
terörizm konusu insanoğlunun hep gündeminde olan bir konu olmuştur ve
gelecekte de olacaktır.
İslamiyet’in altın çağlarında bilim Ortadoğu ve İspanya yarımadasında, Hristiyanlar
veya batı karşısında daima öndeydi. Batının Orta Çağ’da akıl ve bilim dışında
Kilise’nin hegomanyasında yaşadığı karanlık dönemlerde İslam toplumları Antik
Yunan felsefecilerini araştırıyor, matematik, tıp ve coğrafya konusunda bilime
rehberlik ediyordu. Bu dönem de yaşamış bilim adamlarının kitapları batıda son
dönemlere kadar araştırmalara konu oluyordu. Farabi, Gazali, İbn-i Batuta, İbn-i
Sina, İbn-i Haldun bu dönemin batılılar tarafından incelenen önemli bilim
adamlarıydı. Rönesans ve Reform hareketlerinden sonra bilim Avrupa’da
canlanmıştır. Coğrafi keşiflerin de Avrupalılar için hem maddi zenginlik hem de
bilimsel veri toplamadaki faydalarıyla Avrupa bilme yönelmiştir. Buna paralel
olarak İslam dünyası ise öncülük ettiği bilim araştırmalarında zamanla Avrupa’nın
gerisinde kalmıştır. 1900’lü yıllarda başlayan batı medeniyetinden kaçınma ve
kurtuluş umudu olarak Hz. Muhammed ve ilk dört halife dönemini yaşama
ideolojisi, İslam coğrafyasında oldukça yaygınlaşmıştır. Arap-İsrail Savaşlarının da
verdiği umutsuzluk buhranı bu düşünce yapısında katalizör etki yaratmıştır. İslami
söylemli hareketler ideolojik temelli düşünce yapılarından zamanla sıyrılarak
radikalleşmeye gitmiştir. Mücadelesini demokratik siyasi arena yerine silahlı milis
gruplara dayandırmıştır. Özellikle Selefi-Vahabi etki altında kalarak şiddet
kullanımı yaygınlaştırılmıştır.
Afrika kıtasının makus talihi coğrafi keşiflerin başlangıcıyla başlar. Avrupa’daki
doğuda yükselen güç olan Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığı ile Baharat ve İpek
Yolu’nun kontrolü bu imparatorluğun egemenliğine geçmiştir. Avrupa’daki yetersiz
112
kaynaklarda Avrupa devletlerine yetmeyince Hindistan’a giden yeni deniz ticaret
yolunun keşfedilmesini zaruri kılmıştır. Denizcilikte başarılı olan önce Portekiz ve
İspanyol denizcilerin müteakiben İngiliz denizcilerin yaptıkları seferlerle bakir Afrika
toprakları işgale uğramıştır.
Uzun yıllar İngiltere’nin sömürüsünde yaşayan Nijerya, İkinci Dünya Savaşı
sonrasında uluslararası politikalarda değişen dengeler sayesinde pek çok
sömürge ülkesinde olduğu gibi bağımsızlığına kavuşmuştur. Ancak bağımsızlık
sonrasında ülke içindeki yerleşmemiş devlet kültürü ve sosyolojik dengenin
sağlanamaması yüzünden, siyasal iktidar hiçbir zaman istenilen seviyeye
gelmemiştir.
Nijerya’nın ev sahipliği yaptığı iki yüzden fazla etnik grup ve başta iki ana semavi
dine mensup kişilerin çoğunluğu oluşturduğu birçok yerel dini inanış vardır. Ancak
bu farklı grupların bir arada yaşadığı durum Nijerya’ya özgü kaçınılmaz bir durum
değildir. ABD’nin kuruluşu da birçok farklı uyruğa sahip olan kişilerin bir araya
gelmesiyle oluşmuştur. Bu oluşumun başarılı olmasından ötürü ABD dünyadaki en
büyük siyasi güç sahibi ülkeyken Nijerya’nın sorunlarla dolu olması etnik ve dini
çeşitliliğe mal edilemez. Boko Haram’ın doğup büyüdüğü topraklardaki etnik ve
dini çeşitliliğin terörün çıkmasına başat bir rolü yoktur. Tarihsel temelli problemlerin
zamanla
insanların
seslerini
yükseltmesi
ve
bu
rahatsızlıkların
çözüme
kavuşturulamaması Boko Haram’ın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Nijerya’da doğup gelişin ve gün geçtikçe güç kazanarak adından söz ettiren Boko
Haram gerek izlediği siyaset gerek yaptığı eylemler ve gerekse yaptığı
açıklamalarla adından söz ettirmeye devam edecektir. Bir örgütü sadece askeri,
coğrafi ve demografik yapısını inceleyerek değerlendirmek örgütün derinlemesine
incelemek adına büyük hatalara sebep verir. Boko Haram terör örgütünü askeri
boyutuyla, finansal kaynaklarıyla, ortaya çıktığı ülkedeki kabul görme ve siyasi
iradeyle ilgili meşruiyetiyle, ortaya çıktığı ülkedeki temel doğal kaynakların
mevcudiyeti ile incelemek gerekmektedir.
Nijerya’daki Müslüman kesimin savunuculuğunu üstlenmeye çalışan örgüt şeriat
hukuku ve kurallarıyla yönetime hakim olmak istemektedir. Özellikle Hristiyanlara
113
karşı girişilen eylemlerde Müslümanların da zarar görmesi üzerine örgüt hedef
seçerken daha dikkatli olmaya çalışacağını açıklamıştır.
Bir örgütün varlığını sürdürebilmesi için yeterli mali güce erişmesi gerekmektedir.
Boko Haram da gerek kendi yaptığı banka soygunları, gerek kaçırdıkları batılı
insanlara karşı istediği fidyeler gerek diğer İslami terör örgütlerinden aldığı
yardımlarla belli bir finansal güce ulaşmıştır. Bu güç ile hem silahlı mücadelesinin
devamını sağlayacak yeterli silah, mühimmat ve ekipman alırken bir yandan da
militanlarının ikmal ve iaşesini sağlamaktadır.
Nijerya’daki yönetim sistemi Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında münavebeli
olarak
yürütülmektedir.
Bu
kapsamda
siyasal
meşruiyetin
varlığının
kabullenilmesinde Müslüman yöneticilerin hakları gözetilecek şekilde politika
güdülmektedir.
Nijerya’nın sahip olduğu zengin doğal kaynaklar da örgütün bunların kullanımı ve
Müslüman kesimin bu doğal kaynaklar üzerindeki haklarının savunuculuğu rolünü
oynamaya başlamıştır. Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının çıkarılması ve
kullanılması sadece Nijerya için değil gerek çevre ülkeler gerek uluslararası
platformlarda rekabeti artırmaktadır.
Terörizmle mücadelede gerçekçi beklentiler içinde olunmalıdır. Öncelikle bilinmesi
gereken hiçbir zaman terörizmin kökünü kazıyarak tarihten silinmesi sağlanamaz,
zamanla belli başlı terörizm türleri etkisini kaybedecek ancak yeni türde terörizm
türleri tarih sahnesindeki yerini alacaktır. Zamanla etkin olarak bulunan terör
örgütleri veya onların ideolojileri pasif hale gelmiştir. Bu maksatla salt terör
örgütüyle değil onun ortaya çıkışını ve büyümesini sağlayan dinamikler üzerinde
yoğunlaşılmalıdır.
Nijerya’nın iç dinamikleri incelendiğinde İslami söylemli terör örgütü olarak doğan
Boko Haram’ın salt çıkış nedeni din değildir. Tarihsel olarak hemen hemen her
konuda tatminsizliğin belirdiği kuzey eyaletlerinde Boko Haram, buz dağının
görünen kısımdır. Sosyo-ekonomik, politik ve kültürel çatışmalar sonucunda
haklarını talep etmek için İslami terör kılıfına sokulmuş bir topluluk oluşmuştur.
114
Bu kapsamda bu örgüt ile mücadele edilirken sadece güç unsurlarından askeri
gücün kullanılması sadece geçici başarılar elde edilmesini sağlar. Bölgenin
problem sahaları ayrıntılı olarak tespit edilip, gerekli müdahaleler ve iyileştirmeler
yapılarak topyekun bir mücadele içerisine girilmelidir. Bu mücadelenin askeri
boyutu, ekonomik boyutu, kültürel boyutu, eğitim ve sağlık boyutu ve politik boyutu
ayrı ayrı mücadele sahasında yerini almalıdır. Uluslararası ve bölgesel destek ve
işbirliği konuları da tekrar gözden geçirilmelidir.
11 Eylül saldırılarından sonra ABD teröre savaş açtığını ilan etmiş ve bu
mücadelesine başka ülkeleri de dahil etmiştir. Günümüzde Afganistan ve Pakistan
coğrafyasında bulunan İslami söylemli terör örgütü El-Kaide ile mücadele devam
etmektedir. El-Kaide’nin küresel ölçekte yürüttüğü terör eylemlerin yanı sıra, yerel
ölçekteki İslami söylemli terör örgütlerine de yardım ettiği ortaya çıkmıştır. Boko
Haram da gerek mali gerek lojistik ve eğitim olarak bu örgütten destek almıştır. Bu
yardım küresel terörizmin küçük halkalardan oluşan büyük bir zincir olduğunun
göstergesidir.
Son yıllarda Irak ve Suriye’de ortaya çıkan bir diğer İslami terör örgütü olan IŞİD
ile olan mücadelede uluslararası silahlı kuvvetler kullanılmaktadır. Koalisyon
güçleri olarak adlandırılan bu kuvvetler ortak karar vericiler tarafından söz konusu
terör örgütünün bitirilmesine kadar mücadeleye devam edeceklerdir. Bu kapsamda
Afrika’daki bölgesel kurtuluş hedefiyle ortaya çıkan Boko Haram ile de şimdilik bu
örgütün zarar verdiği Afrika ülkelerince ortak mücadeleye devam edilse de
eylemlerinin şiddeti ve etkilediği alanlar büyüdükçe uluslararası müdahalelere
zemin hazırladığı görülmektedir.
14 Nisan 2014’teki Chibok’taki okuldan kız kaçırılması dünya kamuoyundan çok
büyük tepkiler almıştır. Bu eylemde sadece Boko Haram terör örgütü değil,
güvenlik zafiyeti olduğu düşünülen Nijerya devleti de nasibini almıştır. Özellikle
sosyal medyada oluşturulan kampanya sonrası tüm dünyanın dikkati bu eylem
üzerine yoğunlaşmış ve Boko Haram yerel ve bölgesel ölçekten çıkıp küresel
düzeyde tanınır hale gelmiştir.
115
Yerel güç mücadelesi olarak doğan, devamında yaptığı eylemlerle ses getirip
güçlenen ve dahası örgütle mücadelede yerel güç odaklarının yetersizliği
sebebiyle koalisyon ülkeler veya çevre ülkelerin desteğiyle oluşturulan ortak
mücadele ekipleriyle mücadele edilen Boko Haram terör örgütü, belli bir süre daha
uluslararası ilişkilerde gündemde kalacağı aşikardır.
116
117
KAYNAKLAR
Altuğ, Y. (1995). Terörün Anatomisi. (Birinci Basım). İstanbul: Altın Kitaplar
Yayınevi, 14, 20, 27, 28, 28-29, 32, 34, 36, 89, 90, 100, 101.
Anderson, Sean K, Sloan S. (2009). Historical Dictionary of Terorism. (Third
Edition). USA: Scarecrow Press, Inc.
Artokça,İ.(2012).Boko Haram ve Eş-Şebab Örgütlerinin Yapısal Bakımdan
Karşılaştırılması.1-15.
Web:http://www.tasam.org/Files/Icerik/File/boko_haram_ve_es_sebab_teror_
orgutlerinin_yapisal_bakimdan_karsilastirilmasi_dbb5416f-871f-41b8-92534fc70377d91b.pdf adresinden 16 Ağustos 2016 tarihinde alınmıştır.
Bar, S. (2004). The Religious Sources Of Islamic Terrorism. Policy Review;
Jun/Jul 2004; 125; Research Library, 27-37.
Bennett, C., Kunkel, G. (2004). The Concept of Violence, War and Jihad in Islam.
Dialogue and Alliance, 18: 1 Spring/Summer 2004, 31-51.
Bjorgo, T. (Edited). (2005). Root Causes of Terrorism Myths, reality and ways
forward, USA: Routledge Taylor & Francis e-Library,1, 2, 4, 5, 7, 13, 16, 19,
23, 27, 28, 29, 33, 34, 35, 42, 57, 60, 62, 225.
Burke, J. (2004). El Kaide Terörün Gölgesi. (Birinci Basım). (Çev. E. Kılıç).
İstanbul: Everest Yayınları,39, 61-62, 62-65.
CIA, The World Factbook, Nijerya Ülke Profili, internet erişimi: CIA resmi internet
sitesi
Web:
https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/ni.html adresinden 19 Ağustos 2016 tarihinde alınmıştır.
(Sayısal verilerden yararlanılmıştır)
Combs, Cindy C., Slann M. (2007). Encyclopedia of Terrorism. (Revised Edition).
USA: Facts on File, Inc.
Cook, D. (2014). Boko Haram: A New Islamic State in Nigeria. THE JAMES A.
BAKER III INSTITUTE FOR PUBLIC POLICY OF RICE UNIVERSITY, 1-30.
Çitlioğlu, E. (2005). Gri Tehdit Terörizm. (Birinci Baskı). Ankara: Ümit
Yayıncılık,14-15, 24, 25,34, 47, 48-49, 88.
David, Ojochenemi J., Asuelime, Lucky E., Onapajo, H. (2015). Boko Haram The
Socio-Economic Drivers. (E-Kitap). Springer International Publishing, 2,5, 83.
Esposito, John L. (2003). Kutsal Olmayan Savaş İslamcı Terör. (Birinci Baskı).
(Çev. N.Yılmaz, E.Yılmaz). İstanbul: Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık
Ltd.Şti.,22, 64-65, 71-72, 77, 83-84.
Falola,T., Genova A. (2009). Historical Dictionaries of Nigeria. USA: Scarecrow
Press, Inc.
Ferhavi, F. (2015). Nijerya’da Şiddet, Radikalizm ve Boko Haram. (Birinci Baskı).
Ankara: Karınca Yayınları,1-5, 9-10, 73-74,89-90, 99-101.
118
Heywood, A. (2003). Political Ideologies An Introduction. (Third Edition). New
York: Palgrave Macmillan, 241, 244, 248-249.
Hoffman, B. (1993). ‘’Holy Terror’’: The Implications of Terrorism Motivated By a
Religious
Imperative.
RAND,
1-17.
Web:
http://www.rand.org/content/dam/rand/pubs/papers/2007/P7834.pdf
adresinden 10 Temmuz 2016 tarihinde alınmıştır.
Hoffman, B. (2006). Inside Terrorism. (Revised and Expanded Edition). New York:
Columbia University Press,1, 3, 11, 14-17, 33, 81, 83, 85-86, 88.
İnternet : Aghedo I. , Osumah O.(2012) The Boko Haram Uprising: how should
Nigeria respond?.Third World Quarterly, Vol.33 ,No.5, 853–869.Web:
http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/01436597.2012.674701
adresinden 3 Ağustos 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet : PDP, (1998). Web: http://peoplesdemocraticparty.com.ng/ adresinden
01.08.2016 tarihinde yararlanılmıştır.
İnternet : Winsor, M. ( 31 Mart, 2015) Nigeria Election 2015 Results: Muhammadu
Buhari
Wins
Against
President
Goodluck
Jonathan
Web:
http://www.ibtimes.com/nigeria-election-2015-results-muhammadu-buhariwins-against-president-goodluck-1864920 adresinden 15
Ağustos 2016
tarihinde alınmıştır.
İnternet: Plaut, M. (2011, August). Abuja attack: car bomb hits Nigerian un
building. BBC News Web: http://www.bbc.com/news/world-africa-14677957
adresinden 12 Haziran 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet: (http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.3713.pdf) adresinden 17
Kasım 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet: (http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5237.pdf) adresinden 17
Kasım 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet: Elbagir, N., Cruickshank, P., Tawfeeq, M. (March, 2015) Boko haram
purportedly
pledge
sallianceto
ISIS.
CNN
Web:
http://edition.cnn.com/2015/03/07/africa/nigeria-boko-haram-isis/ adresinden
16 Ağustos 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet: Maina, M. (December, 2013). Boko Haram: ‘We are Fighting a Religious
War Against President Jonathan, Christians’- Shekau,”. Daily Post Web:
http://dailypost.com.ng/2013/12/28/boko-haram-fighting-religious-warpresident-jonathan-christians-shekau/ adresinden 17 Eylül 2016 tarihinde
alınmıştır.
İnternet: Reuters, T. (June, 2014). Gilbertebussiere, canadiannun, and 2 priests
releasedincameroon.CBCNewsWorld.Web:http://www.cbc.ca/news/world/gilb
erte-bussi%C3%A8re-canadian-nun-and-2-priests-released-in-cameroon1.2661017 adresinden 20 Ağustos 2016 tarihinde alınmıştır.
119
İnternet: The Popular Discourses of Salafi Radicalism and Salafi Counterradicalism in Nigeria: A Case Study of Boko Haram ( 2012), Journal of
Religion
in
Africa
42,2,118-144.Web:
http://booksandjournals.brillonline.com/content/journals/10.1163/1570066612341224 adresinden 12 Temmuz 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet: Walker, A. (March, 2012).What is boko haram?.United StatesInstitute of
PeaceSpecialReport,1-16.Web:
http://www.usip.org/sites/default/files/SR308.pdf adresinden 17 Eylül 2016
tarihinde alınmıştır.
İnternet: World: africanigerianchristianschallengesharia plan. BBC NEWS.(1999).
Web: http://news.bbc.co.uk/2/hi/africa/478650.stm adresinden 21 Ağustos
2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet:Country analysis brief over view: Nigeria, U.S. Energy Information
Administration,Web:http://www.eia.gov/countries/country-data.cfm?fips=NI)
adresinden 22 Ağustos 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet:McCoy, T. (June, 2014). This is how boko haram funds its evil. The
Washington Post Web: http://www.washingtonpost.com/news/morningmix/wp/2014/06/06/this-is-how-boko-haram-funds-its-evil/ adresinden 20
Eylül 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet:Nigeria “TheMiss World Riots”, Human Rights Watch Report, Vol15.Web:
www.hrw.org/report/2003/07/22/miss-world-riots/continued-impunity-killingskaduna adresinden 15 Ağustos 2016 tarihinde alınmıştır.
İnternet:Nijerya
anayasası.
(1999).
Web:(http://www.nigeria
law.org/ConstitutionOfTheFederal RepublicOfNigeria.htm) adresinden 21
Aralık 2015 tarihinde alınmıştır.
İnternet:Smith,D.(September,2010).Morethen700inmatesescapeduringattackonnig
erianprison.TheGuardian.Web:http://www.theguardian.com/world/2010/sep/0
8/muslim-extremists-escape-nigeria-prisonadresinden 12 Eylül 2016 tarihinde
10
Juergensmeyer, M., Roof, Wade C. (Edited). (2012). Encyclopedia of Global
Religion. USA: Sage Publications, Inc.
Karlsson, I. (2005). Din, Terör ve Hoşgörü. (Birinci Basım). (Çev. T. Kayaoğlu).
İstanbul: Homer Kitabevi ve Yayıncılık Ltd. Şti., 21,93,94-96,176-178,180181.
Kazemzadeh,M. (1998). Teaching the Politics of Islamic Fundamentalism, PS:
Political
Science
&
Politics,52-59.
Web:
https://www.cambridge.org/core/journals/ps-political-science-andpolitics/article/div-classtitleteaching-the-politics-of-islamic-fundamentalismahreffn01-ref-typefnadiv/D513526AC979BB99A447CA96FC2D7F1B
adresinden 17 Eylül 2016 tarihinde alınmıştır.
Lutz, James M., Lutz, Breanda J. (2008). Global Terrorism. (Second Edition).
USA:
Routledge Taylor & Francis e-Library,7,14,69.
120
Marchal R. (June,2012).“Boko Haram and the resilience of militant Islam in
northern
Nigeria”,
NOREF,1-6.
Web:http://www.peacebuilding.no/Regions/Africa/Nigeria/Publications/BokoHaram-and-the-resilience-of-militant-Islam-in-northern-Nigeria
Adresinden
17.12.2016 tarihinde yararlanılmıştır.
Mardin, Ş. (2015). Din ve İdeoloji. (23.Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları,16.
N. D. Danjibo, “Islamic Fundamentalism and Sectarian Violence: The “Maitatsine”
and “Boko Haram” Crises in Northern Nigeria”, Ifra-Nigeria, 1-21. Web:
http://www.ifra-nigeria.org/IMG/pdf/N-_D-_DANJIBO__Islamic_Fundamentalism_and_Sectarian_Violence_The_Maitatsine_and_B
oko_Haram_Crises_in_Northern_Nigeria.pdf adresinden 01 Ağustos 2016
tarihinde alınmıştır.
Özerkmen, N. (2004).
Terör, Terörizm ve Radikal İslamcı Terör. Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 44/2, 247-265.
Özyiğit, E. (2016). Radikal İslam’ın Söylemi İslam’da Beden Siyasetleri, Cihat,
İntihar Eylemleri. Ankara: Phoenix Yayınevi,29.
Pham, (Nisan 2012 ). “Boko Haram’s Evolving Threat”, Africa Center for Strategic
Studies,
Web:http://africacenter.org/2012/04/boko-harams-evolving-threat/
adresinden 12 Aralık 2016 tarihinde alınmıştır.
Population Reference Bureau 2016 World Population Data Sheet (sayısal veriler
alınmıştır) Web: (http://www.prb.org/pdf16/prb-wpds2016-web-2016.pdf)
adresinden 16 Aralık 2016 tarihinde yararlanılmıştır.
Rapoport, David C.(1984) Fear and Trembling: Terrorism in Three Religious
Traditions. The American Political Science Review, Vol. 78, No. 3 (Sep.,
1984), 658-677.
Rapoport,David C.(2004) The Four Waves of Modern Terrorism. Audrey Kurth
Curonin and James M. Ludes (Edited) Attacking Terrorism : Elements of a
Ground Strategy, Washington, Georgetown University Press, 2004,
47,48,49,61.
Richardson, L. (Edited). (2006) The Roots of Terrorism. USA: Routledge Taylor &
Francis Group, 2,3.
Schmid, Alex P. (Edited). (2011). The Routledge Handbook of Terrorism
Research. USA: Routledge Taylor & Francis e-Library, xv,99.
Tacar, Pulat Y. (1999). Terör ve Demokrasi. (Birinci Basım). Ankara: Bilgi
Yayınevi, 30,44-45,47.
Thackrah, John R. (2005). Dictionary of Terrorism. ( Second Edition). USA:
Routledge Taylor & Francis e-Library.
Türk Dil Kurumu. (2016). Türkçedeki Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü. Web:
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bati&arama=kelime&guid=TDK.
BATI.5862e0e1c81b81.52297925 adresinden 1 Haziran 2016 tarihinde
salınmıştır.
121
Türkiye Barolar Birliği. (2006). Türkiye ve Terörizm. (Birinci Baskı). Ankara:
Türkiye Barolar Birliği, 179, 205, 221-233.
Wilkinson, P. (2011). Terrorism versus Democracy. (Third Edition). USA:
Routledge Taylor & Francis e-Library, 2, 4, 6-7, 17, 19, 25.
122
123
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Soyadı, Adı
: Maraş, Hasan
Uyruğu
: T.C.
Doğum tarihi ve yeri
: 08.03.1986-Aydın
Medeni Hali
: Evli
Telefon
: 0530 877 70 47
e-posta
: [email protected]
Eğitim
Eğitim Birimi
Derece
Tarihi
Mezuniyet
Yüksek Lisans
Gazi Üniversitesi/ Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Devam ediyor
Lisans
19 Mayıs Üniversitesi/Hukuk Fakültesi
2015
Lisans
Kara Harp Okulu/Sistem Mühendisliği
2009
Lise
Maltepe Askeri Lisesi
2005
İş Deneyimi
Yıl
Yer
2009-Devam ediyor
TSK
Görev
-
Yabancı Dili
İngilizce-İyi
Hobiler
Kitap okumak, yürüyüş yapmak, yüzmek, keman çalmak, tiyatroya gitmek
GAZİLİ OLMAK AYRICALIKTIR...
HASAN MARAŞ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ORTADOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI
HAZİRAN 2017
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK
LİSANS
TEZİ
İSLAMİ SÖYLEMLİ TERÖRİZM VE
NİJERYA'YA YANSIMALARI:
BOKO HARAM TERÖR ÖRGÜTÜ
HASAN MARAŞ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ORTADOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI
HAZİRAN 2017
Download