T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI ġĠġLĠ ETFAL EĞĠTĠM VE ARAġTIRMA HASTANESĠ II. ANESTEZĠYOLOJĠ VE REANĠMASYON KLĠNĠĞĠ Klinik ġefi: Uzm. Dr. AyĢe Hancı ORTOPEDĠK ALT EKSTREMĠTE CERRAHĠSĠNDE TEK TARAFLI SPĠNAL ANESTEZĠDE BUPĠVAKAĠNE EKLENEN FENTANĠL VEYA SUFENTANĠLĠN ETKĠLERĠNĠN KARġILAġTIRILMASI UZMANLIK TEZĠ Dr. F. Utkan DURAN UĞUR ĠSTANBUL-2009 II TEġEKKÜR Uzmanlık eğitimim süresince bilgi ve becerilerini aktaran, eğitimimi yönlendiren, sonsuz hoĢgörü ve anlayıĢıyla her zaman desteğini yanımda hissettiğim II. Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği ġefi, değerli hocam Uzm. Dr. AyĢe HANCI‘ya, Mütevazi kiĢiliği ve mesleki becerisiyle her zaman örnek aldığım I.Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği ġefi Uzm. Dr. Sibel OBA‘ya, Sahip oldukları anlayıĢ ve hosgörüyü esirgemeden yol gösteren değerli Ģef yardımcılarımız Uzm. Dr. Birsen EKġĠOĞLU ve Uzm. Dr. Arslan KEZER‘e, Uzmanlık eğitimim süresince her zaman yanımda olan, desteğini benden esirgemeyen, tezimin tüm aĢamalarında bana yardımcı olan Uzm. Dr. Hale DOBRUCALI‘ya, Sıkıntılarımı ve sevinçlerimi paylaĢtığım, benim için her zaman ayrı yerleri olan, eğitimim süresince birlikte çalıĢtığım, bilgi ve deneyimlerini benimle paylaĢan sevgili uzmanlarıma, Birlikte çalıĢtığım tüm asistan, anestezi teknisyeni ve çalıĢma arkadaĢlarıma, Büyük emek ve fedakârlık göstererek bugünlere gelmemi sağlayan, varlıklarıyla bana güç veren, her zaman desteklerini yanımda hissettiğim sevgili anneme, babama ve kardeĢime, Benden anlayıĢ ve sevgisini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili eĢime sonsuz sevgi, saygı ve teĢekkürlerimle. Dr. F. Utkan DURAN UĞUR III ĠÇĠNDEKĠLER Sayfa TESEKKÜR ................................................................................................................. II ĠÇĠNDEKĠLER .......................................................................................................... III 1.GĠRĠġ ve AMAÇ ...................................................................................................... 1 2.GENEL BĠLGĠLER .................................................................................................. 3 3. MATERYAL ve METOD...................................................................................... 65 4. BULGULAR .......................................................................................................... 69 5. TARTIġMA .......................................................................................................... 88 6. SONUÇ .................................................................................................................. 94 7. ÖZET ..................................................................................................................... 95 8. KAYNAKLAR ...................................................................................................... 96 1 1. GĠRĠġ VE AMAÇ Ġlk rejyonel anestezi uygulamaları, kokainin 19. yüzyılın sonlarında lokal anestezik olarak kullanıma girmesi ile baĢlamıĢtır (1). Daha sonraki dönemlerde; gerek genel anesteziye ilginin artması ve gerekse genel anestezi tekniklerinde geliĢmeler kaydedilmesi rejyonel anesteziyi geri plana itmiĢtir. Yeni rejyonel anestezi tekniklerinin geliĢimi ile uzun etki süresi ve düĢük toksisiteye sahip yeni lokal anestezik ajanların geliĢtirilmesi bu tekniğin yeniden önem kazanmasına yol açmıĢtır(2). Günümüzde en sık kullanılan rejyonel anestezi tekniklerinden biri olan spinal anestezi; beyin omurilik sıvısı (BOS) içine enjekte edilen lokal anestezik solüsyon ile sinir iletiminin geçici olarak bloke edilmesidir. Spinal anestezinin avantajları arasında; ameliyat sırasında bilincin açık olması, spontan solunumun devam etmesi ve havayolu reflekslerinin korunması sayılabilir. Ayrıca; ameliyat sonrası dönemde erken mobilizasyon nedeniyle tromboemboli riskinin azalması da önemli avantajlarından biridir. UzamıĢ duyusal ve motor blok, hipotansiyon, idrar retansiyonu ve baĢ ağrısı ise sık karĢılaĢılan dezavantajlarındandır(3) Ġntratekal yoldan en sık kullanılan lokal anestezikler lidokain, prilokain ve bupivakain ve yeni yaygınlaĢmaya baĢlayan levobupivacain‘dir. Bupivakain kimyasal yapı olarak 1-N-butil-DL-piperidin-2-karboksilik asit-2,6 dimetilanilidin hidroklorür‘dür. Ġlk kez 1963 yılında spinal anestezi amacıyla kullanılmıĢtır. DüĢük dozlarda kullanıldığında motor blok yapmadan yeterli analjezi sağlamaktadır(4). Spinal anestezide kulanılan lokal anestezik ajanların etki sürelerinin uzatılması, toksik etkilerinin ve miktarının azaltılması amacıyla lokal anestezik ajana değiĢik adjuvanlar (opioid,ketamin,alfa agonist (klonidin,deksmedetomidine) eklenmektedir. Biz de çalıĢmamızda ekledik (5). aynı amaçla heavy bupivacaine fentanil veya sufentanil 2 Fentanil kimyasal yapısı pethidine benzeyen, fakat bir pethidin türevi olmayan, güçlü bir sentetik narkotik analjeziktir. Lipidde çözünürlüğü çok yüksektir ve hızla opioid reseptörlerine ulaĢır.Bu nedenle etkisi bir iki dakika içersinde baĢlar. Sufentanil ise fenilpiperidin türevi mü reseptör agonisti sentetik bir opioiddir. Farmakodinamik özellikleri morfine benzer ancak analjezik etkisi morfinden 100 kat daha fazladır. Etkisi morfine göre daha hızlı baĢlar ve daha kısa sürelidir . Günümüzde ortopedik alt ekstremite cerrahisi giriĢimlerinde genel anestezi yerine rejyonel anestezi teknikleri ön plana geçmiĢtir. Özellikle spinal anestezi daha önce belirtilen özellikleri nedeniyle tercih edilmektedir. Uygulama kolaylığı nedeniyle tek taraflı spinal anestezinin kullanımı ise giderek yaygınlaĢmaktadır (6). Tek taraflı spinal anestezinin hemodinamik stabilite sağlaması, özellikle çok düĢük dozda hiperbarik lokal anesteziklerle uygulanabilmesi önemli bir avantajdır. ÇalıĢmamızda; tek taraflı spinal anestezi altında ‗Elektif Ortopedik Alt Ekstremite Cerrahisi‘ uygulanan hastalarda, tek baĢına bupivakain ile bupivakaine eklenen fentanil yada sufentanil kullanımının hemodinamik değiĢikliklere etkisi, duyusal ve motor blok baĢlangıcı ve sonlanması, blok düzeyleri, diğer ekstremite de motor ve duyusal blok görülme sıklığı, yan etki görülme sıklığı ve operasyonun bitiminden ilk analjezik ilaç uygulanmasına kadar geçen süreyi ölçmeyi ve karĢılaĢtırmayı amaçladık. 3 2. GENEL BĠLGĠLER Lokal anestetik solüsyonun vertebralar arasındaki aralıklardan subaraknoid aralık içine enjeksiyonu spinal veya subaraknoid blok olarak isimlendirilir. Günümüzde en sık kullanılan bölgesel anestezi tekniklerinden biridir. Beyin-omurilik sıvısı (BOS) ilk kez1764 yılında Domenico Cotugno (1736-1822) tarafından, BOS akısı ise 1825 yılında F.Magendi tarafından tanımlanmıstır. Ġlk spinal anestezi, 1885‘de Amerikalı nörolog J.Leonardo Corning‘in (1855-1923) köpeklerin spinal sinirleri üzerindeki kokain çalıĢmaları sırasında kaza ile durayı yırtması sonucu yapılmıĢtır. Spinal giriĢim alanında en önemli adımlardan biri 1891 yılında, Heinrich Quincke‘nin ilk lumbal ponksiyonu olmuĢtur. Quincke‘nin tarif ettiği spinal giriĢim sayesinde ilk spinal anestezi uygulaması 1899 yılında, Alman cerrah August Bier ve asistanı Hildebrand tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. Spinal anestezi uygulamasında, lokal anestezik olarak, ilk kokain kullanılmıĢtır (1,7). SPĠNAL KORDUN ANATOMĠK VE FĠZYOLOJĠK ÖZELLĠKLERĠ Vertebral kanal, 7 servikal, 12 torakal, 5 lumbar, 5 sakral ve 4 koksigeal olmak üzere 33 vertebradan oluĢur. Bu vertebraların arka yüzü intervertebral diskler, vertebra arkusları ve bunları birleĢtiren bağlar, medulla spinalis ve onu örten zarları içeren spinal kanalı meydana getirir. Ġntervertebral disk 23-24 adettir ve vertebral cisimler arasında bir artroz oluĢtururlar. Servikal bölgede, oksiput ile C1 ve C1 ile C2 arasında intervertebral disk bulunmaz. Vertebral kolonun stabilitesi vertebral cisimlerin, arkın, transvers proseslerin arasında uzanan ligamentlerle sağlanır. Servikal ve lumber eğimler öne doğru iken torasik ve sakral eğimler arkaya doğrudur. Vertebral cisimlerin ve vertebral arkın arka yüzleri vertebral forameni olusturur. Bu forameni spinal kordu ve meningeal yapıları çevreler . Yapılacak iĢlem bakımından önemli bir özellik, spinöz çıkıntıların, servikal ve lumber bölgelerde horizontale yakınken, torasik 4 bölgede özellikle T4-9 hizasında dikeye varacak Ģekilde eğilimli olmalarıdır. Bu durum lokalizasyon ve iğneye verilmesi gereken eğim bakımından önemlidir.(8,9) Vertebral kolon 3 yerde eğrilik gösterir. Servikal bölgede lordoz (öne eğik), torakal bölgede kifoz (arkaya eğik), lumbal bölgede lordoz (öne eğik) gösterir (ġekil: 1). Bu eğrilikler lokal anestezik ajanın yayılımında önemlidir.(12) ġekil 1:Vertebral Kolonun Eğrilikleri Teknik olarak en kolay, güvenilir ve sık kullanılan aralıklar L3-4 ve L4-5 aralıklarıdır. Ġliak kristaları birleĢtiren çizgi L4 spinöz çıkıntısı veya L4-5 aralığından geçer. Vertebral yapıların bölgesel farklılıkları vardır ve bu farklar santral blokaj için çok önemlidir. Servikal Vertebra: Spinal kanalın en geniĢ, vertebral cisimlerin en küçük olduğu bölgedir. Spinöz çıkıntılar horizontal yerleĢmiĢtir ve orta hat yaklaĢımı mümkündür. C7 dıĢında transvers prosesleri üzerinde vertebral arterlerin geçiĢi için bir açıklık vardır. Torakal Vertebra: Transvers prosesler üzerindeki kot artikülasyonu tipiktir. Eklem hemen hemen horizontaldir. Özellikle T4-9 hizasında spinöz prosesler daha dikey olduğunda orta hat yaklaĢımı pek tercih edilmez. 5 Lumbar Vertebra: En geniĢ vertebralardır. Horizontal spinöz çıkıntılar nedeniyle orta hat yaklaĢımının en kolay olduğu bölgedir. Sakral Vertebra: BeĢ adet sakral vertebra birleĢerek sakrumu oluĢturmuĢtur. Sinirler ventral ve dorsal foramenlerden çıkar. BeĢ adet vertebra laminasız olarak sakral hiatusu oluĢtururlar. Burası kaudal anestezinin temelidir. Koksiks: Üç ya da dört adet vertebral kalıntının birleĢmesiyle oluĢur (8,10). ġekil 2: Vertebranın kısımları Vertebral Kolonun Ligamentleri: Vertebral kolonun bütünlüğünü sağlayan ve spinal kordun korunmasına yardımcı olan ligamentler, ponksiyon yapılırken oluĢturdukları farklı dirençlerle anestezi açısından çok önemlidir. Bunlar önden arkaya doğru söyle sıralanırlar; 1-Anterior longitüdinal ligament: Vertebral cisimleri ve intervertebral diskleri önden birleĢtirir ve lordoza karsı vertebrayı korur. C7'den sakruma kadar uzanır. 2-Posterior longitüdinal ligament: Vertebra cisimlerini ve intervertebral diskleri arkadan birleĢtirir ve kifoza karsı direnç gösterir, iğnenin çok ileri itilmesi ile bu ligament ve intervertebral disk zedelenebilir. 6 3-Ligamentum flavum: Vertebraların arkusunu birleĢtiren, sağlam, kalın, sarı fibröz bantlardan oluĢur; servikal bölgede en ince, lumbar bölgede en kalındır. Travmatik hiperekstansiyon durumlarında spinal kord hasarına neden olur. Üstteki laminanın ön-alt yüzünden, alttaki laminanın arka-üst kenarına uzanır. Anestezi sırasında iğne ile geçilirken hissedilen direnç kaybı çok önemlidir. 4-Ġnterspinöz ligament: Spinöz çıkıntılar arasında yer alır; iğneye, enjekte edilen hava ve solüsyona belirli bir direnç oluĢturması ile lokalizasyonda önemli rol oynar. 5-Supraspinöz ligament: C7-sakrum arasında spinöz çıkıntıların uçlarını birleĢtiren kuvvetli bir fibröz kordondur. C7'den yukarıda "ligamentum nuchae" olarak devam eder. Lumbar bölgede en geniĢtir ve yaslı hastalarda kalsifikasyon nedeniyle orta hat giriĢimlerine engel olabilir (ġekil 3) (8,14). ġekil 3:Vertebral Kolonun Ligamentleri Spinal Kordun Zarları Santral sinir sistemi kafatası ve vertebral kolon tarafından korunur. Aynı zamanda meninks adı verilen konnektif dokudan bir zar ile çevrelenmiĢtir. Meninksler; dıĢtan içe doğru dura mater, araknoid ve pia mater olarak sıralanır. Spinal dura: Biri, vertebral kanalı döĢeyen periostal tabaka, diğeri de spinal kordu koruyucu bir kılıf seklinde saran tabaka olmak üzere iki katlıdır. Bu iki tabaka, foramen magnum hizasında birleĢir ve kemiğe sıkıca yapıĢır. Böylece spinal epidural 7 aralık burada sonlanır. Duranın alt sınırı ise S2 vertebra hizasındadır. Yanlarda spinal sinirlerce delinen dura bir manĢet seklinde spinal sinire doğru uzanır ve iki kökün birleĢme yerine kadar incelerek devam eder. Bu bölgede epidural aralığa verilmiĢ lokal anestezik kolaylıkla BOS içine diffüze olabilir. Araknoid: Ġkinci tabaka durayla sıkıca temasta olup, onun gibi S2 vertebra hizasında sonlanan araknoiddir. Ġkisinin arasında ince bir lenf tabakası içeren potansiyel bir subdural aralık mevcuttur. Dura ve araknoid birbiri ile yakın temasta olmakla birlikte enjekte edilen bir solüsyon veya kateterle birbirinden ayrılabilir. Pratikte subdural aralık ve subdural enjeksiyondan söz etmek mümkün değildir. Ancak son yıllarda radyolojik kontrol altında bu aralığa girilebilmektedir. Subaraknoid sıvı akısının kesildiği noktada, iğne ucu subdural aralıkta kabul edilebilir. Bazen, spinal veya epidural anestezi yapılırken, istenmeden de bu aralığa girilebilir. Bu durumda tek taraflı, yamalı veya beklenmedik derecede yüksek anestezi geliĢebilir. Pia mater: En içteki tabaka olup, çok ince ve vasküler bir yapıdır. Araknoid ile pia arasındaki aralık, subaraknoid mesafe olup, içinde bu iki tabakayı birleĢtiren trabeküller, spinal sinirler ve BOS bulunur. Subaraknoid mesafedeki spinal kökler sadece pia ile kaplıdır. Spinal subaraknoid aralık, yukarıda kranial ve ventriküler kavitelerle devam eder, aĢağıda S2 vertebra hizasında sonlanır. Böylece teorik olarak L2-S2 arasında herhangi bir noktadan, spinal korda zarar vermeden subaraknoid enjeksiyon mümkündür(8, 10,15). Beyin-Omurilik Sıvısının (BOS) Fizyolojisi Beyin omurilik sıvısı, 3., 4. ve lateral ventriküllerdeki koroid pleksuslarda, kanın ultrafiltrasyonu sonucu oluĢur. Berrak, renksiz bir sıvı olan BOS, spinal ve kraniyal subaraknoid aralıklarda ve ventriküllerde bulunur. Spinal ve subaraknoid bölgedeki toplam miktarı, 120-150 ml olup, bunun sadece 25-35 ml‘si spinal kompartmandadır. Fazla kilolu kiĢilerde miktarı 10 ml kadar daha azdır. Serum ozmolaritesi arttığında BOS oluĢumu azalır, serum hipotonik iken BOS oluĢumu 8 artar. Serum osmolaritesindeki % 1 değiĢim, BOS oluĢumunda % 6.7 oranında değiĢime neden olur. BOS üretimi günde 500-800 ml veya 0.35 ml/dak olup, aynı miktarı araknoid villuslarca venöz dolaĢıma absorbe edilir. Normalde 37˚C‘de özgül ağırlığı ortalama 1006 olup 1003 ve 1009 arasında değiĢir. Spinal subaraknoid hacmin büyük kısmı kordun distalinde kauda ekuina bölgesindedir. Horizontal pozisyonda serebrospinal sıvının basıncı 6-8 cm H2O, oturur pozisyonda lumbal bölgede 15-20 cm H2O kadardır. Normal kiĢilerde BOS‘un pH değeri arteryal kandan hafif düĢüktür (7,32) ve PCO2 değeri daha yüksektir (48 mm Hg). Bikarbonat seviyesi neredeyse aynıdır (23 mEq/lt). BOS içindeki sodyum ve klorür konsantrasyonu daha fazla; protein, kalsiyum, potasyum, üre, glukoz ve fosfat daha az olmak üzere plazmadan farklıdır (8,16,17). Spinal Kord ve Sinirleri Spinal kord, foramen magnum hizasından baslar ve konus medullaris halinde sonlanır. Vertebral kolon ve spinal kordun iliĢkisi, fötal, bebeklik ve eriĢkin çağlarda farklıdır. Üçüncü fötal aya kadar vertebral kanalın sonuna kadar uzanan spinal kord sonraları kemik yapının daha hızlı geliĢimi sonucu, doğumda 3. lumbar vertebranın alt kenarı, eriĢkinde ise L1 disk hizasında alt kenarında sonlanır. Ancak bu seviye kiĢisel farklılıklar gösterebilir. Bu durum, iğne ile kordun zedelenme olasılığı nedeniyle dikkat edilmesi gereken önemli bir anatomik özelliktir. Spinal kord ile vertebral kolon arasındaki bu farklı geliĢim sonucu, spinal segmentlerle vertebralar aynı hizada bulunmaz. Ġstenen düzeyde anestezi sağlanması için dikkate alınması gereken bir özellik de spinal sinirlerin seyridir. Ön ve arka köklerin birleĢmesinden oluĢan 31 çift spinal sinir, üst kısımlarda, hemen hemen kendi hizalarında vertebral kanalı terk ederken, aĢağıda, kendi intervertebral foramenlerine ulaĢmak üzere giderek artan eğimli bir yol izlerler. Bunun sonucunda lumbar ve sakral sinirler kauda ekinayı oluĢtururlar. Kauda ekinayı oluĢturan sinirler, ince bir pia tabakası ile örtülü oldukları ve korddan çıkıp, ilgili foramene ulaĢıncaya kadar uzun bir yol aldıkları için BOS içine verilen lokal anestezikle geniĢ bir temas yüzeyi oluĢur(8,9,10). 9 Spinal Kordun Kanlanması Spinal kord; anterior spinal arter ve posterior spinal arter olmak üzere iki ayrı ana damardan beslenir. Serebral arteriyel sistemden çıkan posterior spinal arter, zengin kolleterallere sahip olup, spinal kordun posterior gri ve beyaz maddesini besler. Zengin kolleteral anastomoz nedeniyle, segmental arteriyel yaralanmalarda bu arterin beslediği alanlarda spinal kord iskemisi görülmez. Anterior spinal arter, her vertebral arterin bir dalını alarak oluĢan ve orta hatta ilerleyen tek bir arterdir. Spinal kordun anterior longitüdinal sulkusunda aĢağı doğru seyreder, spinal kordun içine ve çevresine sayısız dal verir. Anterior spinal arter spinal kordun 2/3 ön kısmı ile merkezini kanlandırır ve çok az arterden dal alır. Tek arter olduğu ve çok az arterden dal aldığı için beslediği bölgeler iskemiye hassastır. Dal aldığı arterlerin en büyüğü radikülaris magna veya Adamkiewicz arteridir. Bu arter T8-L3 arasında sıklıkla sol tarafta, T9-12 hizasında medulla spinalise girer. Bu arterin iğne veya cerrahi sonucu hasar görmesi omuriliğin lumbal bölgesinin iskemisine yol açar. Bu iskemi sonucu motor kayıp ortaya çıkabilir (Adamkiewicz sendromu) . Spinal arterler intervertebral foramenlerden geçerek önce epidural aralığa, oradan spinal köklere, duranın birleĢtiği noktalardan subaraknoid aralığa ve omuriliğe ulaĢır. Venöz sistemde ise; anteromedian ve anterolateral venler, kordun ön yüzü boyunca anterior radiküler vene drene olurlar ve buradan epidural venöz pleksusa boĢalırlar. Posteromedian ve posterolateral venler ise posterior radiküler vene, ardından epidural venöz pleksusa açılırlar. Epidural venöz pleksuslar (internal vertebral venöz sistem), dural kılıf çevresinde ve spinal kanal boyunca uzanırlar. Yukarıda serebral venöz sinüsler, azigos ve hemiazigos venleri ile de bağlantılıdırlar. AĢağıda ise sakral ve pelvik pleksus aracılığıyla vena kava inferiora drene olurlar. Epidural venlerde kapak bulunmadığından intraabdominal basınç artıĢına neden olan gebelik, ĢiĢmanlık gibi durumlarında venöz göllenme olabilir(8,10). 10 Dermatomlar BaĢta spinal ve epidural anestezi olmak üzere, bölgesel yöntemlerin çoğunda, anestezi düzeyinin belirlenmesi, komplikasyonların değerlendirilebilmesi için dermatomların bilinmesi önemlidir. Vertebral kolonu terkeden sinirler, deride belirli bir yayılım göstererek dermatomlar oluĢtururlar. Bazı önemli dermatomlar ; C8 : Küçük parmak (el) T1-2 : Kol ve ön kolun iç yüzü T3 : Aksillanın apeks T4 : Meme baĢları hizası T6-7 : Ksifoid hizası T10 : Göbek hizası L1 : Ġnguinal bölge S1-4 : Perine ÇeĢitli cerrahi giriĢimlerde tutulması gereken dermatomlar; T4 dermatomu : Üst batın cerrahisi T6-8 dermatomu: Barsaklar, jinekolojik,pelvik,renal cerrahi T10 dermatomu : Transüretral rezeksiyon,obstetrik,vaginal,kalça cerrahisi L1 dermatomu : Transüretral rezeksiyon,inguinal herni L2-3 dermatomu : Ayakla ilgili giriĢimler S2-5 dermatomu : Hemoroidektomi ve benzer ameliyatlar 11 ġekil 4: Dermatomlar Yüzeyel anestezide düzeyi belirlemek için spinal reflekslerden de yaralanılabilir. Epigastrik (T7-8), abdominal (T9-12), kremaster (L1-2), plantar (S12), diz (L2-4), ayak bileği (S1-2) refleksleri gibi. Meme hattının üst kısmı hem C3-4 hem de T1-2 tarafından innerve edildiğinden T1-2 bloke olsa bile ciltte duyu kaybı olmaz. Bu yüzden T4 üzerindeki anestezi kontrolü kol ve ön kolun iç yüzeyindeki (T1-2) duyu kontrolü ile yapılmalıdır(8). Spinal Anestezi Spinal anestezi subaraknoid aralığa lokal anestezik enjeksiyonu ile sinir iletiminin geçici olarak durdurulmasıdır. BOS içine enjekte edilen lokal anestezik ilacın bir kısmı sinir dokusu tarafından alınır ve damar içine emilerek ortamdan uzaklaĢtırılır. Ġlacın diğer kısmı ise yoğunluk farkı nedeniyle duradan diffüzyonla epidural aralığa geçer. BOS içindeki lokal anestezik maddenin yoğunluğu, enjeksiyon yerinden uzaklaĢtıkça azalır(8). Subaraknoid aralıktaki lokal anestezik spinal kordun yüzeysel katlarını da etkiler, ancak asıl etkisi spinal kordu terkeden 12 sinir kökleri ve dorsal kök gangliyonları üzerinedir. Motor lifler anesteziklerden daha zor ve geç etkilendiği için, duyusal ve motor blok arasında, duyusal blok daha yüksek olmak üzere 2 segment fark oluĢur. Geleneksel olarak pregangliyonik sempatik liflerin duyusal ve motor liflerden daha az yoğunlukta ilaçtan etkilendikleri, bu nedenle sempatik bloğun, duyusal bloktan 2 segment daha yüksek olduğu kabul edilir. Ancak, spinal kord içinde de sempatik yolların varlığı ve pregangliyoner sempatik B-lifleri lokal anesteziklere dirençli olmaları nedeniyle, son yıllarda sempatik bloğun duyusal bloktan daha aĢağıda olabileceği ve daha uzun sürebileceği anlaĢılmıĢtır. Lokal anestezik ajanın subaraknoid aralıkta nöronal dokular tarafından emilimi, lokal anestezik ajanın BOS içindeki yoğunluğuna, BOS ile temas halindeki nöronal yüzey alanı, nöral dokusunun lipid içeriği ve sinir dokusuna olan kan akımına bağlıdır. Lokal anestezik ajanların subaraknoid aralıktan uzaklaĢtırılması ve eliminasyon hızı spinal anestezinin süresini belirler. Ġlacın önemli bir kısmı, BOS içine yayılır ve venöz drenajla, az bir kısmı da lenfatiklerle uzaklaĢtırılır. Damardan zengin pia mater burada en önemli rolü oynar. Vazokonstriktörler buradaki damarlara pek etkili olmadığından, anestezi süresini de ancak %10 dolayında uzatabilirler(18,19). Spinal anestezinin temel amacı, duyusal ve motor blok olup, birlikte geliĢen sempatik denervasyon, genellikle sistemik değiĢikliklere neden olan bir yan etki gibi görülür. Spinal anestezi derin bir motor bloğa neden olur. Motor bloğun derecesini belirlemede Bromage Skalası kullanılmaktadır(8). Spinal Anestezi Düzeyini Kontrol Eden Faktörler 1- Uygulamaya iliĢkin etkenler: a- Enjekte edilen ilaç dozu ve tipi: En önemli faktördür. Yüksek doz ve konsantrasyonda verilen ilaç daha yüksek bloğa ve anestezi süresinin daha uzun sürmesine neden olur. b- Ġlaç volümü: Anestezi seviyesi volüm arttıkça yükselir. c- Enjeksiyon yeri: Paramediyan yaklaĢımlarda solüsyonun yayılımı artmakta dermatomal seviye yükselmektedir. 13 d- Enjeksiyon hızı: YavaĢ enjeksiyonlar geniĢ bir difüzyona neden olmadıklarından anestezi seviyesi düĢük kalır. Diğer taraftan hızlı enjeksiyon torasik seviyelere kadar yükselen anesteziye yol açabilir. e- Enjekte edilen solüsyonun yoğunluğu ve özgül ağırlığı: Solüsyonun özgül ağırlığı serebrospinal sıvıdan fazla (hiperbarik) ise enjekte edilen solüsyon aĢağıda; az (hipobarik) ise yukarıda toplanacağından, anestezi seviyesi hastaya verilen pozisyonla değiĢkenlik gösterir. Pozisyonun etkili olabilmesi için hastanın istenen pozisyonda en az beĢ dakika yatırılması gerekir. Ġzobarik solüsyonların en önemli avantajı hastanın enjeksiyondan sonra pozisyonun değiĢtirilmeden operasyonun yapılabilmesidir. f- Barbotaj: Serebrospinal sıvının türbülansının arttırılarak enjekte edilecek solüsyon içine aspire edilmesi ve subaraknoid boĢluktaki dağılımının arttırılması iĢlemidir. Serebrospinal sıvının ileri geri hareketiyle enjekte edilen ilacın daha yüksek seviyelere taĢınması sağlanmıĢ olur. 2-Hastaya iliĢkin özellikler: a- YaĢ: Hastanın yaĢı arttıkça ilaç dağılımı artmakta ve blok yükselmektedir. b- Kilo: ġiĢman hastada epidural yağ dokusu fazlalığı BOS miktarında azalmaya ve ilacın daha yüksek seviyelere ulaĢmasına neden olabilir. c- Boy: Hastanın boyu ne kadar uzunsa aynı volümde ilaçla sağlanan anestezi düzeyi o kadar alçak olur. d- Karın içi basınç artıĢı: Karın içi basıncın arttığı durumlarda aynı volümde ilaçla daha yüksek anestezi seviyesi sağlanır. e- Anatomik deformasyonlar: Kifoz, lordoz durumlarında anestezi düzeyi değiĢkenlik gösterir(15). Spinal Anestezi Tekniği Hastaya yapılacak iĢlem ve kendisinden beklenen açıklanır. Kontrol kan basıncı ve nabız sayısı belirlenip, intravenöz sıvı (tercihen dengeli tuz solüsyonu) baĢlanır. VeriliĢ hızı bloktan önce ve blok sırasında yaklaĢık 10 ml/kg/saat gidecek Ģekilde ayarlanır. Atropin ve vazopressör (efedrin) hazır bulundurulur(8,9). Hastanın 14 yatırıldığı ameliyat masasının hastaya pozisyon verilebilecek özelliklere sahip olması gerekir. Spinal anestezinin epidural anesteziden en büyük farklarından birisi anestezi seviyesinin hastaya pozisyon verilerek ayarlanabilmesidir(19). Spinal anestezi üç pozisyonda gerçekleĢtirilebilir: 1-Oturur pozisyon: ÇeĢitli jinekolojik ve ürolojik ameliyatlarda ya da hiperbarik solüsyon kullanıldığında tercih edilen bir pozisyondur. Özellikle ĢiĢman hastalarda tercih edilmelidir. Oturur pozisyon tercih edilmiĢse hastalarda daha önceden, hipotansiyona karsı önlem almalı,aĢırı sedasyondan kaçınılmalıdır (Sekil 5)(19). ġekil 5: Oturur pozisyon 2-Lateral dekübitüs pozisyonu: En sık kullanılan pozisyondur. Hasta ameliyat masasının kenarına gelecek Ģekilde yan yatırılır, dizlerini kendine çeker, çenesini göğsüne dayar. Böylelikle vertebralar arasının mümkün olduğunca açılması sağlanır. BaĢın altına yastık konur. Bu sırada vertebral kolon masaya paralel olmalıdır. Eğer anesteziyolog sağ elini kullanıyorsa hasta sol lateral dekübitüs pozisyonda yatırılmalıdır (ġekil 6)(19,20). 15 ġekil 6: Sol lateral dekübitüs pozisyonu 3-Yüzükoyun pozisyon: Rektum, sakrum ve vertebral kolonun alt bölümü ile ilgili ameliyatlarda seyrek olarak tercih edilen bir pozisyondur. Hastanın batın bölgesine bir yastık konarak ya da ameliyat masası fleksiyona getirilerek lumbar bölgede intervertebral aralığın açılması sağlanır. Bu teknikte serebrospinal sıvıyı görebilmek için diğer tekniklerinin aksine aspirasyon gerekebilir. Genellikle yeniden pozisyon değiĢtirmenin zor olduğu durumlarda tercih edilen bir pozisyondur (ġekil 7)(19,20). ġekil 7: Yüzükoyun Pozisyon Spinal anestezi için çeĢitli teknikler geliĢtirilmiĢtir(ġekil 8). Bu teknikler: l- Orta hattan yaklaĢım 2- Paramediyan lateral yaklaĢım 3- Lumbosakral yaklaĢım (Taylor tekniği) 4- Kontinü kateter tekniği 16 ġekil 8: Spinal Anestezi YaklaĢımları 1- Orta hattan yaklaĢım: Bunlardan en sık kullanılan orta hattan yaklaĢım tekniğidir. Hastaya pozisyon verildikten sonra merkezden perifere doğru enjeksiyon yeri temizlenir ve bölge steril delikli bir yeĢille sınırlandırılır. Boyama solüsyonunun subaraknoidal aralığa geçmesini önlemek için bölge steriliteye dikkat edilerek silinir. Spinal anestezinin uygulanması için her iki krista iliaca posterior superioru birleĢtiren çizgisel hat kullanılır. Bu hat ya L4 ün spinöz çıkıntısına ya da L4-L5 arasına tekabül eder. Lumbar ponksiyon genellikle L2-L3 veya L3-L4 vertebral aralıktan yapılır. GiriĢ bölgesine intrakutan ve subkutan lokal anestezik yapılır ve bir süre beklenir(17). Spinal iğne; cilt, cilt altı, ligamentum supraspinale ve ligamentum interspinale hissedilerek geçilir. Ġğnenin sapı, baĢ ve iĢaret parmağı ile tutulur, orta parmak ile desteklenir. Ġğne ucunun laterale yönelik olması, dura mater geçilirken yukarıdan aĢağı seyreden liflerin kesilmesini değil aralanmasını sağlamıĢ olacaktır. Orta hatta kalınabilmesi için vertebral kolonun sol elin iĢaret ve orta parmaklar arasına alınmasında yarar vardır. Ġki prosesus spinosus arasından iğne kraniyale doğru yön verilerek ilerletilir. Ligamentum flavumda hissedilen bir dirençle karĢılaĢılır ve bu tabaka geçilerek epidural aralığa girilmiĢ olur. BOS un serbest akıĢı kontrol edilir. BOS un renksiz berrak olması önemlidir. Berrak değilse örnek alınarak iĢlemden vazgeçilir. BOS geldiği görüldükten sonra lokal anestezik ajan spinal aralığa yavaĢ olarak verilir ve spinal iğne geri çekilerek spinal enjeksiyon 17 tamamlanır. Kullanılan solüsyonun hipo-izo-hiperbarik olmasına göre hastaya pozisyon verilir spinal anestezinin etkinliği ve seviyesi Bromage skalası ve pin prick testi (hastaya sivri uçlu bir iğne batırarak duysal blok seviyesini ölçme) ile bakılır. Yeterli seviyeye ulaĢtığında uygun pozisyon verilerek operasyona baĢlanır(17,20,21). 2- Paramediyan lateral yaklaĢım: ġiddetli artrit, kifoskolyoz, geçirilmiĢ lomber vertebra cerrahisi olgularında belirlenen processus spinosusun 2 cm lateralinden girilir. Spinal iğneye orta hatla 10-15 derecelik açı yapacak Ģekilde pozisyon verilir. Paraspinöz kas geçilir. Ġğne 4-6 cm daha ilerletilir, ligamentum flavum ve dura geçilerek spinal kanala girilir. 3- Taylor tekniği: En geniĢ interlaminer aralık olan L5 düzeyinde spinal anestezi uygulaması için geliĢtirilmiĢ bir yöntemdir. Hasta lateral dekübitis pozisyonuna alınır. 12 cm‘lik spinal iğne ile spina iliaca posterior süperiorun en alt noktasının 1 cm medial ve 1 cm kaudalinden girilir. Ġğne 55˚ açı ile medial ve sefale doğru ilerletilir. Dura mater delindiğinde BOS gelecektir. 4- Kontinü (devamlı) kateter tekniği: Subaraknoid aralığa yerleĢtirilen bir kateter yoluyla, aralıklı bir Ģekilde düĢük doz lokal anestezik verilerek spinal anestezi elde edilmesidir. Orta hattan yaklaĢım sırasında geçiren tabakalar(17) ● Cilt ● Cilt altı ● Ligamentum supraspinale ● Ligamentum interspinale ● Ligamentum flavum ● Dura mater ● Araknoid mater 18 Paramediyan yaklaĢım sırasında geçiren tabakalar(17) ● Cilt ● Cilt altı ● Paravertebral kaslar ● Ligamentum flavum ● Dura mater ● Araknoid mater Spinal Anestezi Tipleri Saddle (eyer veya süvari yaması) blok: Alt lumbal ve sakral segmentlerin bloğu ile geliĢir. Az miktarda ilacın oturur pozisyonda, L4-5 aralığından enjeksiyonu ve hastanın enjeksiyondan sonra en az 5 dakika oturur pozisyonda tutulması ile elde edilir. Kan basıncı çok az etkilenir. Yüksek spinal anestezi: L2-3 veya L3-4 aralığından, ilaç enjekte edildikten sonra hasta sırt üstü çevrilir. Bu durumda solüsyon, omurganın eğriliğine uyarak yukarı doğru yayılır ve T4 hizasına eriĢir. T4-12, lumbal ve sakral segmentleri tutar. Cilt anestezisi T4 hizasındadır. T4 üzerinde blok söz konusu ise çok yüksek spinal blok kabul edilir, hipotansiyon belirgindir, solunum yetmezliği olasılığı vardır. Alçak spinal anestezi: Alt torasik, lumbal ve sakral segmentleri tutar ve cilt anestezisi T10'u geçmez. Bunun için L2-3 düzeyinde izobarik bir solüsyon enjeksiyonu gerekir. Yüksel spinal anestezi: T4-12, lumbal ve sakral segmentleri tutar, cilt anestezisi T4 hizasındadır. T4 üzerinde blok söz konusu ise çok yüksek spinal blok kabul edilir. Tek taraflı spinal anestezi (hemianestezi): Enjeksiyonun, hastayı anestetize edilmek istenen tarafa yatırarak yapılması ve hastanın 5 dakika süre ile bu pozisyonda tutulması ile elde edilir. 19 Total spinal blok: Bir anestezi tipi olmayıp, bloğun çok yükselmesi sonucu ortaya çıkan bir komplikasyon olarak kabul edilmekle birlikte, spinal anestezinin ilk yıllarında bir yöntem olarak kullanılmıĢtır. Bulber merkezlerin depresyonu söz konusudur(9). Spinal Anestezi Endikasyonları 1- Perianal bölge ameliyatları 2- Transüretral rezeksiyon (özellikle yaĢlı hastalar) 3- Jinekolojik ameliyatlar 4- Alt ekstremite ameliyatları 5- Göbek hattı altındaki bütün ameliyatlar(8,22) Spinal Anestezi Kontrendikasyonları Spinal anestezi kontredikasyonları mutlak ve rölatif olarak ikiye ayrılır. Mutlak kontrendikasyonlar: 1- Hastanın reddetmesi ya da psikolojik yönden uygun olmaması 2- Dermatolojik hastalıklar, örneğin psoriasis dezenfeksiyonu engeller 3- Septisemi veya bakteriyemi 4- ġok veya ciddi hipovolemi 5- Daha önce omurilikle ilgili bir hastalığı olanlar 6- Ġntrakraniyal basıncın yüksek olması; medüller vazotomi ve respiratuar merkezlerde herniasyona yol açabilir. 7- PıhtılaĢma bozuklukları 8- Enjeksiyon bölgesinde enfeksiyon 9- Anesteziyologun deneyimsiz olması 10-Cerrahın deneyimsiz olması ve spinal anestezi süresinde ameliyatı bitirememe olasılığı 11-Ameliyat süresinin öngörülememesi 20 Rölatif kontredikasyonları: 1- Göbek hizasının üzerindeki büyük ameliyatlar 2- Vertebral kolonda deformiteler, artrit, kifoskolyoz, lumbar vertebralann çeĢitli seviyelerde füzyonu 3- Kronik bas veya bel ağrısı 4- BOS gelmesine rağmen BOS'ta kan görülmesi 5- Üç kez denemeye ragmen spinal aralığa girilememesi 6- Spinal aralıktan yeterince BOS gelmemesi 7- Daha önce hastaya heparin verilmiĢ olması 8- Kalp hastalarında T6 veya üzerinde anestezi isteniyorsa(8,22) Spinal Anestezinin Komplikasyonları 1. Blok sırasında görülen komplikasyonlar ● Yetersiz spinal anestezi ● Yüksek ya da total spinal blok ● Kardiyak arrest ● Solunum arrestti ● Sistemik toksik reaksiyon ● Hipotansiyon ● Bradikardi ● Bulantı-kusma 2. Blok sonrası görülen komplikasyonlar ● BaĢ ağrısı ● Spinal fonksiyon yerinde ağrı ● Menenjit veya menengismus ● Nörolojik Ģekeller ● Ġdrar retansiyonu ● Enfeksiyon 21 Yetersiz Spinal Anestezi: Spinal anestezinin cerrahiye yetecek analjezik etkisi olmaması ile karakteristiktir. Yüksek Spinal Anestezi: Yüksek servikal veya torasik spinal anestezide, önemli derecede hipotansiyon, bradikardi ve solunum yetmezliği geliĢebilir. Hipotansiyon devam ederse medüller solunum merkezlerinin hipoperfüzyonu nedeniyle apne izlenebilir. Tedavisinde solunum ve dolaĢım desteği gerekebilir. Kardiyak Arrest: Sempatik blokaj ve vagal aktivite sonucu oluĢur. CPR ile hastaya müdahale edilmesi gerekir. Solunum Arresti: Yüksek spinal blok sonrası hipotansiyona sekonder geliĢen serebral hipoksi ve santral depresyon sonrası geliĢir. Etiyoloji santral depresyon değilse anestezi geçene kadar yapay ventilasyon uygulanır. Etiyoloji santral depresyon ise hipotansiyon tedavi edilmelidir Sistemik Toksisite: Yüksek dozda kullanılan lokal anestezikler SSS‘ni (nöbet ve bilinç kaybı) ve kardiyovasküler sistemi (hipotansiyon, aritmiler, kardiyovasküler kollaps) etkileyerek sistemik toksisiteye neden olabilirler. Etiyoloji ve komplikasyonlara yönelik tedavi edilir. Alerjik reaksiyon geliĢirse tablo değerlendirilerek sistemik yanıt kontrol altına alınacak ilaçlar antihistaminik, steroid, adrenalin kullanılır. Bulantı ve Kusma: Serebral hipoksi, hipotansiyon veya cerrahi iĢlem sırasında organ çekilmesine bağlı olarak geliĢir. Hipotansiyona sekonder ise hipotansiyon tedavi edilmelidir. Visseral reflekslerde inhalasyon veya intravenöz anestezi gerekebilir. Hipotansiyon: Total periferik dirençte, preload ve kardiak outputtaki düĢme ile ortaya çıkar. Ġlk iĢ maske ile 100%. oksijen verilmelidir. Hastaya hızlı bir Ģekilde i.v. sıvı infüzyonu (500-1000 ml) verilmeli düzelmezse vazokonstriktör bir ajan (efedrin) yapılmalıdır. 22 BaĢ Ağrısı: Hastaların çoğunda spinal anesteziyi izleyen 1-2 gün içinde ortaya çıkmaktadır. Ġğnenin durayı deldiği yerden BOS kaçağı olmakta ve bu miktar 20 ml‘yi geçtiğinde baĢ ağrısı geliĢmektedir. BOS basıncının düĢmesi sonucu, beynin sıvı yastığından yoksun kaldığı ve ağrıya duyarlı yapıların gerilerek baĢ ağrısına neden olduğu kabul edilmektedir. BaĢ ağrısının geliĢmesinde iğnenin kalınlığı, hastanın cinsiyeti (kadın), yaĢı (genç) ve erken mobilize edilmesi etkili faktörlerdir. Ağrı sıklıkla frontal bölgede, daha az olarak da oksipital bölgede görülür. Nadiren yaygın olabilir. Zonklayıcı karakterdedir. Bulantı ve kusma eĢlik edebilir. Proflakside giriĢim öncesi sıvı yüklenmesi, daha ince spinal iğne seçimi(2226 numara), doğru teknik uygulanması (dura lifleri longutidal uzanır) ile önlenebilir. Tedavide; ● Yatak istirahatı ve abdominal bandaj ● Kodein(30 mg) ● Oral su alınımı (4 gün süre ile en az 3 lt/gün) ● Oral alınamıyorsa i.v. 5% dekstroz solüsyonu ● 30–40 ml serum fizyolojik ile ya da hastanın kendi kanı ile lumbar epidural blok veya kaudal enjeksiyon uygulanması Menenjit ve Menengismus: Etiyolojide hatalı ve yetersiz antiseptik teknik, lokal anestezik ajanın irritasyonu, septisemi veya lokal enjeksiyon varlığında spinal fonksiyon ve steril eldiven pudrası ile kontaminasyon (transvers myelit) rol oynayabilir. Semptomlar hafif ise tedavi gerektirmez iken menenjit tablosu oturmazsa uygun antibiyoterapi yapılır. Nörolojik Komplikasyonlar: Ciddi ve kalıcı nörolojik hasar son derece nadir olup, iskemi, direkt travma veya kullanılan ilaçların kimyasal etkilerinden kaynaklanır. Steril koĢullara özen gösterilmesi, nörolojik belirtileri olan sistemik hastalıklarda spinal anestezi uygulanmaması, toksisitesi yüksek ilaç ve yoğunluklardan kaçınılması ile bu olasılık en aza indirilebilir. Spinal kordda 23 iskeminin baĢlıca nedeni hipotansiyondur. Aorta klemp konması, vasküler cerrahi gibi iĢlemler iskemi olasılığını arttırır. Enjeksiyon sırasında bir sinir kökünün travmatize olması da nörolojik hasara neden olabilir. Nörolojik komplikasyonların en önemlisi kronik adeziv araknoidittir. Erken veya geç dönemde görülebilir. En sık medulla spinalisin lumbosakral bölgesi etkilenmekte; perianal duyuda azalma, alt ekstremite motor fonksiyonlarında bozukluk, barsak ve mesane fonksiyonlarında azalma ile kendini belli etmektedir. Bazı hastalarda geçici nörolojik semptomlara rastlanabilir. Duyusal ve motor kayıp olmaksızın bacaklara yayılan bel ağrısı ile karakterizedir. Bloğun çözülmesinden sonra görülür; genellikle birkaç gün içinde spontan olarak geçer. Etiyolojisi tam olarak aydınlatılamamıĢtır. Sırt Ağrısı: Enjeksiyon esnasında lokal doku irritasyonu, hiperemi ve kaslarda refleks spazm görülebilir. Sonuç olarak hastalarda 10 - 14 gün sürebilen sırt ağrısı Ģikayeti olabilir. Kauda Equina Sendromu: Mesane ve anal sfinkter kontrolünün kaybı, perianal duyu kaybı, alt ekstremite de duyu veya motor kayıp ile karakterize, uzamıĢ veya kalıcı nörolojik defisit olarak tanımlanır. Üriner Retansiyonu: S2 - S4 dermatomlarının blokajı sonucu mesane tonusu kaybolur, iĢeme refleksi inhibe olur ve idrar retansiyonu meydana gelebilir. Spinal hematom: 1/220.000 oranında görülür. Koagülasyon bozukluğu olan hastalar risk altındadır(17,23,24). Lokal Anestezik Ġlaçların Etki Yeri ve Mekanizması Lokal anesteziklerin etki yeri spinal sinirlerin ön ve arka kökleridir. Blok sırasıyla aĢağıdaki gibi tutulur(17,23,24). 24 ● Pregangliyoner sempatik lifler ● Isı duyusu (sıcak ve soğuk) ● Ağrı duyusu ● Dokunma duyusu ● Derinlik duyusu ● Motor duyusu ● Eklem pozisyon duyusu ● Vibrasyon duyusu Seviyesi en yüksek olan sempatik bloktur. Sempatik bloğun iki segment altında duyusal blok, duyusal bloğun iki segment altında ise motor blok geliĢir. Spinal anestezinin temel amacı, sensoriyal ve motor blok oluĢturmak olup, birlikte geliĢen sempatik denervasyon, genellikle sistemik değiĢikliklere neden olan bir yan etki gibi görülür(13). Lokal anestezik ajanın dozunu etkileyen faktörler Ģunlardır: 1. Ajanın özelliğine 2. Cerrahi giriĢim tipine 3. Cerrahi giriĢim süresine 4. Hastaya ait özellikler: ● Obezite (intraabdominal basınç artar, epidural venöz pleksus geniĢler, epidural ve subaraknoidal aralık daralır.) ● Gebelik ● YaĢ (spinal ve epidural alanın kompliyansı azalır, epidural ve subaraknoidal alan daralır.) ● Boy(17,25) Spinal Anestezi Düzeyini Etkileyen Faktörler 1. Kullanılan ilacın tipi (hipo-izo-hiperbarik olması) 2. Enjekte edilen solüsyonun volümü 3. Enjeksiyonun yapıldığı seviye 4. Enjeksiyonun hızı 25 5. Solüsyonun dansitesi, barisitesi 6. Barbotaj uygulanıp uygulanmaması 7. Hasta pozisyonu 8. Ġntraabdominal basınç (asit varlığı, Obezite, gebelik) 9. Vertebral deformite (skolyoz, kifoskolyoz) 10. GeçirilmiĢ spinal cerrahi 11. Ġlacın yayılmasın etkileyen faktörler: ● ilacın dozu ● lipid solubilitesi ● lokal kan akımı ● verildiği yüzey alan 12. Vazokonstriktör veya opioid eklenmesi 13. Ġğne ucunun yönü 14. BOS un özellikleri(21) Ġlacın redistribüsyonu epidural aralıkta ve araknoid membrandaki emilimle olur. Redistribüsyon hızı total yüzey alanı ve dokunun vaskülaritesi ile ilgilidir. Spinal Anestezinin Sistemler Üzerine Etkileri Spinal anestezinin insan fizyolojisinde meydana getirdiği değiĢikliklerin en önemli nedeni sempatik sinirlerin paralizisidir. Sempatik çekirdekler medulla spinalis üzerinde C8-L2 segmentleri arasında, parasempatik çekirdekler ise sakral segmentlerde bulunurlar(11,19). 1- Kardiyovasküler sisteme etkisi: Spinal anestezinin kardiyovasküler etkileri ventriküler BOS‘ta medüller vazomotor merkezleri doğrudan baskılayacak konsantrasyonda bulunan lokal anesteziklere bağlı değildir. Spinal anestezide kullanılan lokal anesteziklerin plazma seviyeleri miyokarda veya vasküler düz kaslar üstüne etki edebilecek seviyelerin altındadır. Spinal anestezide sempatik denervasyon seviyesi kardiyovasküler yanıtın ciddiyetini belirler. Bu nedenle nöral blok seviyesi ne kadar yüksek ise 26 kardiyovasküler parametrelerdeki değiĢikliğin o kadar fazla olması beklenebilir(19). Sempatik blokajın en önemli etkisi kardiyovasküler sistemde oluĢan değiĢikliklerdir. Görülen en önemli komplikasyon hipotansiyondur. Sempatik denervasyon bölgesindeki arter ve arteriyoller dilate olmakta, total periferik direnç, dolayısıyla arteriyel basınç düĢmektedir(8,26). Kan basıncındaki bu düĢme, sempatik liflerin etkilenmediği alanlarda kompanzatuar vazokonstrüksiyon geliĢmesi nedeniyle, sempatik denervasyonun derecesi ile orantılı degildir. Total spinal blokta bile normal kisilerde arter ve arteriyollerin otonom tonusu nedeniyle total periferik dirençteki azalma % 12 - 14 oranında kalır. Hipotansiyon oluĢumunda arteriyel dilatasyon yanında venöz dolaĢımdaki değiĢiklikler de önemlidir. Ven ve venüllerde de arter ve arteriyollerdeki kadar tonus kaybı söz konusudur. Ancak denerve olan venler tonuslarını koruyamadıklarından maksimum derecede dilate olurlar. Venöz kapasite artısı ve kanın burada göllenmesi sonucunda venöz dönüĢ azalır ve kan basıncı düĢer(8). Pregangliyoner sempatik lifler T1-L2 segmentlerinden kaynaklanırlar. Bu nedenle L2 segmentinin altında kalan bloklarda kardiyovasküler etkiler minimal düzeyde oluĢur. Bu segmentin üstüne çıkan bloklarda ise sempatik denervasyonun derecesi artar. T1-T3‘e ulasan blok tam sempatik denervasyon ile sonuçlanır. Pregangliyoner kardiyoakselaratör T1 - T4 liflerinin blokajı ve venöz dönüĢteki azalma sonucu sağ kalp basıncı düĢer, gerilme reseptörleri aracılığıyla bradikardi geliĢir. Kan basıncı değerlerinin kontrol değerinin % 25‘i kadar düĢmesi halinde hipotansiyon tedavi edilmelidir. Spinal anestezi planlanan hastada volüm açığı varsa hipotansiyon daha belirgin Ģekilde ortaya çıkar. Bu nedenle hastalara ilsem öncesinde intravenöz sıvı verilmesi önemlidir. Bradikardi geliĢmiĢ ise atropin 0.5 mg intravenöz uygulanır. Hipotansiyonun devam etmesi halinde ve sempotomimetik etkili bir vazopressör olan efedrin 5-10 mg intravenöz uygulanabilir (8). Spinal anestezi sırasında 55 mmHg‘nın altında seyreden ortalama arteryel kan basıncı beyin kan akımını ciddi olarak azaltır. Lokal doku faktörlerinin otoregülasyonu nedeniyle ciddi hipotansiyon durumları hariç renal kan akımında bir değiĢiklik olmaz. 27 2- Solunum sistemine etkisi: Anestezinin üst seviyesi T7-10 arasında ise solunumda önemli bir değiĢiklik olmaz. Anestezi seviyesi torasik miyotomları kapsayacak Ģekilde yükseldikçe, interkostal kasların assendan paralizisi baslar (27). Diyafragmanın innervasyonu C35 segmentinden çıkan spinal sinirlerle sağlanmasından dolayı, bloğun yükselerek interkostal kasları etkilemesi solunum parametrelerinde önemli bir değiĢikliğe neden olmaz. Ancak yüksek seviyeli torakal spinal anestezide maksimum soluma kapasitesi, maksimum ekspiratuar hacim ve zorlu ekspiryumdaki maksimum intraplevral basınçlar anlamlı derecede azalır. Zorlu ekspiryumda rol oynayan kaslar, özellikle de anterior abdominal kaslar, yüksek seviyeli torakal spinal anestezide paraliziye uğradıklarından ekspiryumun pulmoner mekaniği bozulur. Motor blok seviyesi duyusal blok seviyesinden genelde daha aĢağıda olduğundan orta seviyeli servikal duyusal anestezide bile frenik sinir etkilenmez(27). 3- Karaciğer Üzerine Etkileri: Ortalama arter basıncındaki azalma hepatik kan akımı üzerine doğrudan etki gösterir. Karaciğer daha fazla oksijen kullanmaya baĢlayarak kendini iskemiden korur. Karaciğer enzimleri etkilenmez(19). 4- Gastrointestinal Sisteme Etkisi: T5-L1 düzeyinde sempatik blokaj sonucu, parasempatik tonus hakimiyeti ön plana çıkar ve buna bağlı olarak ince barsaklarda kontraksiyon ve sfinkterlerde gevĢeme olur. Bu etki, karın duvarının gevĢemesi ile birlikte iyi cerrahi koĢullar sağlar(19). 5- Mesane Fonksiyonlarına Etkisi: Spinal anestezide S2-S4 dermatomlarının blokajı sonucu mesane tonusu kaybolur, iĢeme refleksi ortadan kalkar ve idrar retansiyonu meydana gelebilir. 6- Hormonal ve Metabolik Yanıt Üzerine Etkiler: Spinal anestezi, genel anestezide gözlenmeyecek Ģekilde, operasyon sahasından çıkan nosiseptif uyarılara karsı oluĢan hormonal ve metabolik yanıtları bloke eder. 28 Ancak bu etki geçicidir. Spinal anestezinin etkilerinin ortadan kalkmasından sonra aynı operasyonu genel veya spinal anestezi altında geçiren hastaların metabolik ve hormonal cevapları birbirinden ayırt edilemez(19). Lokal Anestezikler Lokal anestezikler, sinir lifleri ile uygun konsantrasyonlarda temasa geldiklerinde bu liflerdeki uyarı iletimini geri dönüĢümlü bloke eden ilaçlardır. Esas olarak, ağrılı uyaranların periferden santral sinir sistemine iletimini geçici olarak kesmek için kullanılırlar. Lokal anestezikler, membranda Na+ kanallarının açılmasını engelleyerek içe yönelik hızlı Na+ akımını, konsantrasyona bağımlı bir Ģekilde azaltırlar. Lokal anestezik ilaç molekülleri üç kısımdan oluĢmuĢlardır: 1. Hidrofilik grup: Genellikle tersiyer veya bazen sekonder bir amin grubudur ve substitüe edilmiĢtir. 2. Lipofilik grup: Molekülün öbür ucunu oluĢturan aromatik bir gruptur (paraaminobenzoik asit, benzoik asit, meta-aminobenzoik asit veya substitüe anilin). 3. Ara zincir: Genellikle iki veya üç karbonlu bir alkol ya da karboksilik asit grubudur. Ara zincirin aromatik grup tarafındaki ucunda bulunan bağ, bir ester bağı veya bir amid bağıdır. Lokal anestezikler bu bağın yapısına göre ester veya amid yapılı olanlar diye ikiye ayrılırlar. Ester yapılı lokal anestezikler: Kokain, prokain, klorprokain ve tetrakaindir. Amid yapılı lokal anestezikler: Lidokain, mepivakain, bupivakain, prilokain hidroklörür, etidokain ve dibukaindir(57,58,59). Spinal anestezide ilk kullanılan lokal anestezik kokaindir. Günümüzde rejyonal anestezide en yaygın kullanılan lokal anestezikler ise bupivakain, lidokain, levobupivacaindir. 29 Ester yapılı olanlar, plazma psödokolinesterazı ve karaciğer esterazları tarafından parçalandıklarından, kısa etki sürelidirler. Amid yapılı olanlar ise sadece karaciğerde mikrozomal enzimler tarafından parçalanırlar. Dolayısıyla lokal ve sistemik etkileri ester yapılılardan daha uzundur. Lokal anesteziklerin potansiyelleri lipid çözünürlükleri ile doğrudan iliĢkilidir. Diğer bir anlatım ile, lokal anesteziğin potansiyeli hidrofobik ortama geçebilme kabiliyetine bağlıdır. Lipid çözünürlük amid grubuna yan halkalar ekleyerek veya ester bağı ile artırılabilir. Sinir uyarı iletimini bloke edecek en düĢük lokal anestezik konsantrasyonuna minimum konsantrasyon (Cm) denir ve inhalasyon anesteziklerinde kullanılan minimum alveolar konsantrasyonun (MAC) analoğudur. Cm‘i etkileyen faktörler: - Sinir lifinin çapı, tipi ve miyelinizasyon, - pH, - Sinir stimülasyonunun frekansı - Elektrolit konsantrasyonlarıdır (Hipokalemi ve hiperkalsemi bloğu antagonize eder)(57). Bir ilacın iyonize ve noniyonize fraksiyonlarının eĢit olduğu pH değerine o ilacın pKa değeri denir. Lokal anesteziklerin etki baĢlangıç zamanı pKa değerleri ile ilgilidir. Sıvı solüsyonlarda ilaçlar hem iyonize hem de noniyonize formda bulunurlar. Her ikisinin oranı solüsyonun pH‘sına bağlıdır. Lokal anesteziklerin pKa‘sı 7.8–9.1 arasındadır ve fizyolojik pH‘da (pH=7.4) ilacın büyük bir kısmı iyonize formdadır. Lokal anesteziğin, nöronun lipoprotein membranını pasif difüzyon ile geçebilen, yağda çözünür kısmı, noniyonize formudur. Bu nedenle iyonize formu hücre içerisine giremez. Lokal anesteziklerin Na+ kanallarında bulunan reseptörlerine sadece iyonize Ģekilleri bağlanabilir. Bu bağlanma elektrostatik çekim esasına dayanır. Reseptöre bağlanamayan noniyonize Ģeklin lokal anestezik etkiye doğrudan bir katkısı olmaz; ancak molekülün etki yerine ulaĢmasını sağlaması bakımından etkinliğe indirekt olarak yardım eder. Lokal anestezik 30 solüsyonlarına alkali eklenmesi noniyonize Ģeklin oranını artırarak sinir gövdesine nüfuzu kolaylaĢtırmak solüsyonlarının suretiyle karbondioksitle anestezik etkiyi doyurulması artırır. Lokal (karbonasyon) anestezik suretiyle ilacın hidrokarbonat türevini içeren türevler üretilmektedir. Lokal anesteziğe bağlı taĢifilaksi ve infekte dokulara infiltre edilen lokal anestezik ilacın etkinliğinin düĢük oluĢu, bu durumlarda ekstraselüler pH‘nın düĢmüĢ olmasına bağlıdır(58,59). Etki süreleri, plazma proteinine (α1 asit glikoprotein) bağlanmaları ve dokudan absorbsiyonu belirleyen farmakokinetik faktörlerle belirlenir. Amid yapılı lokal anestezikler, plazmada proteinlere fazla bağlanırlar. Plazma protein düzeyinin değiĢtiği durumlar, ilacın karaciğere inaktive edilmek üzere sunulma hızını etkiler. Lokal anestezik solüsyonlarına, uygulanma yerlerinden absorbsiyonlarını azaltmak için, vazokonstriktör ilaç ilave edilir. Absorbsiyon azalması ilacın uygulama yerinde daha yüksek konsantrasyonda ve daha uzun süre kalmasını sağlayarak lokal anestezinin etki ve anestezik süresini solüsyonlarına artırır, sistemik vazokonstriktör olarak, yan etkileri genellikle azaltır. Lokal 5–20 mcg/ml konsantrasyonunda adrenalin katılır(57). Lokal Anesteziklerin Spinal Etki Mekanizmaları Lokal anestezikler; subaraknoid boĢlukta nöral yapılarla iliĢkiye girerek sinir liflerinde impuls iletimini bloke ederler(5,50). 1. Primer spinal korddaki sinir köklerine, 2. Sekonder olarak dorsal kök gangliyonları ve posterior anterior boynuzdaki sinapslara, 3. Ġnen ve çıkan yolların spinal kord parankimindeki alanlarına etki ederler. Sinir lifleri çaplarına göre etkilenir. Blok B ve C liflerinden baĢlar, A lifleri ile devam eder. Bu nedenle önce sempatik ve yavaĢ ağrı duyuları bloke olurken sonra sırasıyla sensoriyel ve motor blok geliĢir. Spinal blokta sırasıyla; 31 ● pregangliyonik sempatik lifler-soğuk liflerinde blok, ● sıcaklık duyu-ısı ayrımında-yavaĢ ağrı duyusunda-hızlı ağrı duyusundadokunma duyusu kaybı, ● motor paralizi, ● basınç duyusu kaybı ve en son ● proprioseptif liflerin bloğu gerçekleĢir. Normale dönüĢ sırası bunun tam tersidir ancak bazı büyük sinirler bu kurala uymayabilir(46,47,49,52). Spinal Anestezide Lokal Anesteziklerin Etkilerini Belirleyen Faktörler 1. Lokal anesteziğin BOS‘daki konsantrasyonu arttıkça etki artar. 2. Lokal anestezikle temas eden spinal kord yüzeyi arttıkça etki artar. 3. Sinir dokusundaki yağ oranı arttıkça etki artar. Myelinli liflerde yağ dokusu daha çok olduğundan lokal anesteziklerin etkisi daha belirgindir. 4. Lipid erirliği yüksek ajanların me mbran geçiĢi artacağından etkileri hızlı baĢlayıp daha potent ve uzun sürer. 5. Lokal anesteziklerin sıvıda erirlikleri ile iyonizasyon derecesi doğru, yağda erirlik ile ters orantılıdır(47, 53, 56). 6. Bölgenin damarlanması arttıkça eliminasyonu hızlanır (4). Lokal anesteziklerin etkinliğinde ve dağılımında en önemli faktör ajanın hipobarik, izobarik veya hiperbarik olmasıdır. Lokal anesteziklerin subaraknoid aralıktan eliminasyon hızı spinal anestezinin süresini de belirleyecektir. Eliminasyon lokal anesteziklerin subaraknoid aralıkta metabolize olmasına değil doğrudan doğruya vasküler absorbsiyonuna bağlıdır ki bu da peridural ve subaraknoid aralıkta olur. Enjekte edilen lokal anesteziğin hemen tamamı piamaterdeki damarlar ile absorbe edilerek, epidural aralığa diffüze olarak veya çok az bir kısmı da lenfatiklerle değiĢen hızda sistemik dolasıma katılarak elimine olur. Lokal anestezikler idrarla atılırlar(47,48,53,55,56). 32 Lokal Anesteziklerin Yan Etkileri Rejyonel anestezi sırasında veya sonrasında lokal anesteziklere bağlı yan etkiler; I. Ajanın direkt etkisiyle, II. Sekonder olarak ajan veya bloğun yarattığı fizyolojik değiĢiklikler ile III. Ajan veya bloktan bağımsız olarak geliĢebilir. I. AJANIN DĠREKT ETKĠSĠYLE: Ajanın direkt etkisiyle görülen yan etkiler lokal veya sistemik olarak ikiye ayrılabilir. A. Lokal etkiler: Piyasada bulunan lokal anesteziklerin sitotoksik olmadığı düĢünülmektedir. Lokal reaksiyonların genellikle solüsyonlara eklenen stabilizan, bakteriyostatik ajanlar ve ağır metallerden kaynaklandığı bilinmektedir. Ayrıca travmatik injeksiyon, yüksek ilaç konsantrasyonu ve kötü kanlanma ile mekanik nedenlerle de doku hasarı meydana gelebilmektedir. En sık görülen lokal doku reaksiyonlarının allerjik dermatit olduğu bildirilmektedir (30,52). B.Sistemik etkiler: Lokal anestezikler uygulama yerlerinde absorbe edilerek çeĢitli organları etkileyebilirler ve istenmeyen yan etkilere neden olabilirler. DolaĢan kanda lokal anestezik konsantrasyonu eksitabl hücrelerde membran stabilizasyonu yapacak kadar yükseldiğinde, santral sinir sistemi (SSS), kalp ve solunum merkezleri gibi yaĢamsal önemi olan yapılar, konsantrasyona bağımlı olarak etkilenirler. Lokal anesteziklerin sistemik dolaĢıma yüksek oranda karıĢması veya doz aĢımı SSS veya kardiyovasküler sistem (KVS) semptomları ve toksisitesiyle sonuçlanır. Toksik dozlarda KVS‘de ilk olarak EKG‘de PR uzaması, QRS geniĢlemesi ve sinüs bradikardisi görülmektedir. Lokal anestezik düzeyinin daha da artması, 33 miyokard kontraktilitesinin azalmasına, dolayısıyla kardiyak atımın azalmasına neden olmaktadır. Kardiyovasküler toksisite, ajanların potensiyle doğru orantılıdır. Ayrıca kardiyovasküler sistem, lokal anesteziklerin potansiyel etkilerine diğer sistemlerden daha dirençli olup, toksik belirtiler daha yüksek kan düzeylerinde ortaya çıkmaktadır. Bupivakain ve etidokain gibi uzun etkili ajanların kardiyovasküler toksisitesi, lidokain gibi daha kısa etkili ajanlardan fazladır. Bupivakain S-izomeri olan levo-bupivakain ve saf bir S-izomer lokal anestezik olan ropivakain daha az kardiyotoksiktir. Lokal anestezik ajanlar, damar düz kaslarında direkt etki ile genellikle vazodilatasyona neden olduklarından hipotansiyon da geliĢmektedir. Santral sinir sistemi toksisitesinin erken belirtileri; somnolans, baĢta ağırlık hissi ve postural stabilitenin bozulmasıdır. Daha sonraki belirtiler ise perioral parestezi, kulak çınlaması, sersemlik, yorgunluk, halüsinasyonlar, görme bozukluğu, dizartri, nistagmus ve titremedir. Kan düzeyinin yükselmesiyle tonik- klonik konvülziyonlar oluĢur. Daha sonra da santral sinir sistemi depresyonu geliĢir. Lidokain ve prokain ile eksitasyon fazı olmadan depresyon geliĢtiği bildirilmektedir. Kauda ekuina sendromu ve radiküler baĢağrısı çoğunlukla lidokain ile iliĢkilidir. Lidokainin hiperbarik formlarının yüksek konsantrasyonlarda intratekal kullanımı ile bu nörötoksik yan etkiler görülmektedir(30,52). Allerjik reaksiyonlar daha çok ester grubu ajanlarla ortaya çıkar. Amid grubu ajanlarda ise allerjik reaksiyonlar genellikle prezervatif maddeye (metilparaben vs) karĢıdır. OluĢan allerjik reaksiyon, deri reaksiyonundan anafilaksiye kadar değiĢebilir. Tedavide, hafif reaksiyonlarda antihistaminikler, daha ileri durumlarda epinefrin, steroidler ve volüm resüsitasyonu uygulanır. Sağlıklı kiĢilerde methemoglobinemi metabolitlerine ortaya bağlıdır 8 mg/kg‘ın çıkar. Bu (o-tuloidin, üzerinde olay prilokain prilokainin nitrozotoluidin, kullanılmasıyla vücutta oluĢan p-hidroksitoluidin). Methemoglobinemi, prilokainin sadece injeksiyon yoluyla kullanımıyla değil, 34 prilokain içeren bileĢiklerin (EMLA) transdermal olarak yüksek dozda veya tekrarlayan kullanımıyla da ortaya çıkabilir. Her ne kadar son yıllarda piyasaya sürülen ajanlar daha az toksik etkili de olsalar yüksek dozda kullanım ya da damar içi injeksiyon gibi nedenlerle toksisite ile karĢılaĢma riski her zaman mevcuttur. Bu nedenle rejyonal anesteziyi uygulayacak olan hekimin gerek uygulayacağı tekniği, gerekse kullandığı lokal anesteziğin özelliklerini çok iyi bilmesi gerekmektedir. Bunların yanı sıra, hastanın iĢlem öncesi değerlendirilmesi, iĢlem sırasında ve sonrasında takibi toksisiteden korunmada çok önemlidir. Rejyonal anestezi uygulayan hekim toksisite tedavisi ve resüsitasyon konusunda da deneyim ve bilgiye sahip olmalıdır(52,57,59). (Lokal anestezik toksisitesinin tedavisi aĢağıdaki tabloda özetlenmiĢtir.) Lokal anestezik toksisitesinin tedavisi(59): — Hava yolu sağlanması —Airway, aspirasyon —Solunum —Maske ile oksijen —Yeterli ventilasyonun sağlanması —Gerekirse yapay solunum —DolaĢım —Bacakların kaldırılması —ĠV solüsyonlar —Gerekirse kardiyoversiyon —Ġlaçlar —SSS depresan etkili ilaçlar: Diazepam 0,1 mg/kg ĠV Midazolam 0,05– 0,1 mg/kg ĠV Tiyopental 4 mg/kg ĠV (Bu dozlar konvülzyon durana dek tekrarlanabilir) —Kardiyovasküler destek: Atropin 0,01 mg/kg ĠV Epinefrin (adrenalin) 0,1–1 mcg/kg ĠV 35 II. SEKONDER ETKENLER: Lokal anestezik bloğunun sonucunda geliĢen sempatik blokaja bağlı hipotansiyon, pareziye bağlı ventilasyon azalması, vazodilatasyona bağlı yanma bu gruba girmektedir(59). III. LOKAL ANESTEZĠK BLOĞA BAĞLI OLMAYANLAR: Rejyonal anesteziye bağlı olmadan operasyon sırasında geliĢebilen senkop, mani, histeri, kalp yetmezliği, beyin kanaması ve koroner spazmı gibi durumlardır(59). Bupivakain Bupivakain amid yapıda bir lokal anestezik olup uzun etkilidir. Bupivakain 1957 yılında Ekenstam ve arkadaĢları tarafından sentez edilmiĢ ve 1963 yılında klinikte kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Spinal anestezi de ise ilk defa Nolte tarafından kullanıldığı bildirilmektedir. Kimyasal yapısı 1-N-butil-DL-piperidin-2-karboksilik asit-2,6 dimetilanilidin hidroklorür‘dür. Yapı olarak mepivakaine benzer, farkı yan zincirinin metil grubu yerine butil grubuna sahip olmasıdır. Bu nedenle daha kısa etkili lokal anesteziklere oranla lipofilik özelliği daha fazladır(4). Partisyon katsayısı 27.5 olup proteinlere %95 oranında bağlanır. HCl tuzu Ģeklinde bulunan solüsyonun pH‘ı 4.5-5.5 arasında olup pKa‘sı 7.7‘dir. Moleküler ağırlığı klor tuzu halinda 324, baz formunda ise 288‘dir. . Etki süresi yavaĢ baĢlar ve etkisi uzundur. Toksik dozu 2.5-3 mg/kg‘dır. %0.125, %0.25, %0.5 ve %0.75‘lik solüsyonları vardır(2,28,29,30). %0.25‘lik bupivakain ile yapılan infiltrasyon anestezisi, 2-4 saatlik bir duyusal anestezi süresine sahiptir. %0.25-0.75‘lik konsantrasyonlarda gerçekleĢtirilen epidural anestezi ve analjezinin yavaĢ bir etki baĢlama süresi vardır. Ġki segment regresyonu oluĢması 2-5 saatlik aralıklarla gerçekleĢmektedir. Motor bloğun kalitesi oldukça değiĢkendir. Yüksek konsantrasyonlarda tam blok geliĢirken, %0.10‘ın altındaki konsantrasyonlarda hemen hemen hiç motor blok görülmez. Çok düĢük konsantrasyonlarda motor fonksiyonlar korunarak analjezi sağlayabilir. Bupivakainde hızlı etki baĢlama süresi sağlamak için diğer ajanlarla kombine 36 edilmelidir. %8.75‘lik dekstrozla kombine edilerek hiperbarik olarak hazırlanan solüsyonları spinal anestezide kullanılmaktadır. Dansite ile sıcaklık arasında ters iliĢki vardır. 20˚C‘de hafif hiperbarik olan bupivakain, 37˚C‘de izobarik hale gelir. Motor iletim blokları için %0.5-0.75 konsantrasyonlarda kullanılmalıdır(2,28,29). Bupivakain, prokainden 15 kat, lidokainden 4 kat daha güçlü olup, spinal anestezide etkisi 5-10 dakikada baĢlar. Bu süre kaudal ve epidural anestezide 20 dakikayı bulur. Motor ve duyusal blok 3 saate kadar ulaĢabilir. Plazmada en üst düzeye 30-45. dakikadan sonra ulaĢır. Karaciğerde glukronid konjugasyonu ile metabolize olur. Çok az miktarda böbrekten atılır. Yarı ömrü eriĢkinde 9, fetusta ise 8 saattir(2,28,29). Bupivakain kullanımı sırasında gözlenen, ani kardiyak arrestler ve buna bağlı geliĢmiĢ morbidite ve mortaliteler, kullanımı ile ilgili tartıĢmalara yol açmıĢtır(31,32). Mortalitenin sebebi; protein bağlanma kapasitesinin ve yağda çözünürlüğünün yüksek olmasıdır. Kardiyovasküler kollapsın nedeni, kalbin ileti sistemlerindeki birikim ve re-entry yollarının aktivasyonudur ki, bu da kontrol altına alınması çok zor ventriküler aritmilere neden olmaktadır. Bupivakainin neden olduğu aritmiler tedaviye dirençlidirler. Uzun süreli kardiyopulmoner resüsitasyon, bretilyum tedavisi ve kardiyopulmoner by-pass ile tedaviye yanıt vermiĢ vakalar vardır(33,34). Maksimum tek doz 200 mg olup, adrenalin varlığında 250 mg‘dır. Doz tekrarı 3 saatten önce yapılmamalıdır. Günlük doz ise 600-800 mg‘ı geçmemelidir (9mg/kg)(2,28,29,35). Günümüzde bupivakain anestezide sık kullanılan bir lokal anestezikdir. Bupivakainin damar içi uygulamaları sonucunda, sistemler üzerine olan etkilerini araĢtıran bir çok çalıĢma yapılmıĢtır(36). Her ne kadar toksik reaksiyonların çoğunluğu plazmadaki yüksek bupivakain konsantrasyonlarına bağlı olsa da, düĢük dozlarda bile morbidite ve mortalite ile seyreden vakalar bildirilmiĢtir. Kalp debisinin azalması ve santral sinir sistemi (SSS) değiĢiklikleri ile seyreden sistem komplikasyonları, bupivakainin 1 mcg/ml‘lik plazma düzeylerinde dahi görülmüĢtür(37,38). Hotverd ve arkadaĢları çalıĢmalarında, 2000 ng/ml plazma 37 seviyelerindeki bupivakainin ileti zamanında uzama ve negatif inotrop etkiye sahip olduğunu vurgulamıĢlardır. Bu çalıĢmada bupivakainin meydana getirdiği aritminin re-entry mekanizmasıyla geliĢtiği gösterilmiĢtir(39). Lokal anestezikler kardiyak yan etkileri dıĢında epileptik nöbetlere de neden olabilmektedir(40). Hayvan ve insanlarda yapılan çalıĢmalara göre, bupivakainin neden olduğu nöbetlere hipoksi, hiperkapni ve asidoz eĢlik etmektedir(41). Yapılan in vitro çalıĢmalarda, tek baĢına respiratuar ve metabolik asidoz lokal anesteziklerin yol açtığı kardiyak depresyonu arttırmaz, ama hipoksi ve asidozun eĢlik ettiği durumlarda bupivakainin yol açtığı kardiyak depresyon oranında artma saptanmıĢtır(42). Nöral blokaj için kullanıldığında bupivakainin etkisi lidokainden dört kat daha potenttir(36). Yapılan birçok elektrofizyolojik incelemenin sonucunda, bupivakainin lidokaine oranla kardiyovasküler toksisite oranının 4 ile 17 kat daha fazla olduğu gösterilmiĢtir(43,44,45). Bupivakain; infiltrasyon anestezisi, periferik sinir blokları, spinal ve epidural anestezi, kaudal anestezide yaygın olarak kullanılmakla birlikte sistemik dolaĢıma çok miktarda geçerek toksik etkilere neden olabileceğinden rejyonel intravenöz anestezide kullanılması tavsiye edilmemektedir. Opioidler Opioidler, opioid reseptörlerinden bir veya daha fazlasına bağlanıp reseptörün aktivasyonuna yol açan maddelerdir. Morfin gibi, reseptöre bağlanınca maksimal biyolojik cevap oluĢturan opioidlere agonist denir. Nalokson gibi ajanlar, düĢük düzeyde veya sıfır intrensek aktiviteye sahiptirler ve agonistlerin reseptöre bağlanmasını engelleyerek onların etkilerini antagonize ederler. Bu tip ilaçlara opioid antagonistleri denir. Opioidler doğal, yarı sentetik ve sentetik olmak üzere üç grupta toplanır(5,56): 38 1- Doğal olanlar : Morfin, kodein, papaverin 2- Yarı sentetik olanlar : Eroin, dilaudid 3-Sentetik olanlar : Morfin deriveleri (levorfanol) Metadon deriveleri (metadon) Benzomorfan deriveleri (pentazosin) Fenilpiperidin deriveleri (dolantin, fentanil, alfentanil, sufentanil vb) Endojen opioidler: 1970‘lerin baĢlarında MSS‘de morfin ve benzeri ilaçların etkilediği opioid reseptörlerin, radyoligant bağlama yöntemleriyle gösterilmesi, beyindeki bazı alanların elektriksel uyarılmaları sonucu analjezi oluĢması ve özellikle bunun opioid antagonistleri ile geri döndürülebilmesi MSS‘de opioid benzeri nöromediatörlerin bulunduğunun anlaĢılmasına neden olmuĢtur. 1975 yılında ilk defa Hughes ve arkadaĢları tarafından in vitro olarak opioid özelliklere sahip olan iki pentapeptid izole edilmiĢtir. Bu kimyasal maddeler; enkefalinler (met-enkefalin, leu-enkefalin) olarak adlandırılır. Bu maddelere kabaca üç prekürsör molekülden, protein yıkım ürünü olarak ortaya çıkmıĢtır. Beta endorfinlerin büyük bir kısmı ön hipofizde sentezlenmektedir. Proopiomelanokortin (POMK) bu peptidlerin ortak ana maddesidir. BaĢlıca prekürsörler; 1. Piomelanokotrin sistemi(POMK): Bu grupta β-endorfin adlı 31 aminoasitli opioid peptit bulunur. Piomelanoktin prekürsöründen oluĢur. Hipofiz ön lobunda, POMK‘dan ACTH ile birlikte β-lipoprotein ve bu maddeden de β-endorfin oluĢur. Salınım stres durumlarında artar. 2. Proenkefalin A sistemi: En çok metenkefalin ve leuenkefalin tanınmaktadır. Enkefalinerjik nöronlar, limbik sistem, striatum, substantia nigra, spinal kord arka boynuzu ve merkezi sinir sisteminin birçok yerinde bulunurlar. 3. Proenkefalin B (prodinorfin) sistemi: Beyinde yaygın olarak bulunurlar. Ġntratekal uygulamada güçlü analjezik etki gösterirler. 39 Opioid analjeziklerin etkilerini, endojen peptidler tarafından da etkilenen opioid reseptörleri üzerinden gösterdikleri düĢünülmektedir. Bugün en az 6 değiĢik opioid reseptör grubu bulunmaktadır. Bu reseptörlerden mü, delta ve sigma reseptörleri en önemlileridir. Opioid analjezikler çeĢitli farmakolojik etkilerini opioid reseptörlerini aktive ederek gerçekleĢtirirler. Burada baĢlıca iki mekanizmanın etkili olduğu düĢünülmektedir. 1) Adenil siklaz sisteminin inhibasyonu, 2) Ca++ iyon dengesinin değiĢmesi. Opioidler ve Reseptörleri Konunun daha iyi anlaĢılabilmesi için reseptör kavramının açılması faydalı olacaktır. Reseptör özelleĢmiĢ bir makromolekül olup uygun stereospesifik moleküller ile aktive olur. Bu moleküllere de ―ligand‖ denir. Reseptör molekülünün, ligandların bağlandığı kısmı bağlanma yeri (binding site) olarak bilinir. Bir etki oluĢturabilmek icin (örneğin analjezi) reseptörün bir ―efektör mekanizma‖ ile bağ oluĢturması gerekmektedir(64). Bir etki oluĢturabilen drog agonist, o etkiyi bloke eden drog ise antagonist olarak bilinir. Parsiyel agonist, saf agonist ile elde edilen maksimum etkinin sadece bir kısmını oluĢturur. Agonist/antagonist, agonist etki oluĢturabildiği gibi, diğer agonistlerin etkilerini antagonize de edebilir. Afinite, bir drogun bir reseptöre bağlanma isteğini belli eder. Ġlacın etkinliği ise (veya intrinsik aktivite ) reseptöre bağlandığında etki oluĢturma gücüdür. Buna göre, saf opioid antagonist olan naloksonun reseptöre afinitesi yüksektir fakat etkinliği yoktur. Opioid agonistlerin etki süresi, opioid reseptörlerden ayrılabilme oranlarına bağlıdır; örneğin parsiyel agonist drog olan buprenorfinin, reseptöründen ayrılabilme oranı düĢüktür ve etki süresi uzundur. Reseptörlerden ayrılabilme oranları yüksek diğer opioidlerin etki süreleri kanda veya BOS‘taki konsantrasyonlarına, yeniden dağılım düzeylerine ve klirens oranlarına (örneğin karaciğer tarafından) bağlıdır(63). 40 Opioidlerle ilgili Ģimdiye kadar 5 reseptör belirlenebilmiĢtir. Bunlar mü, kappa, delta, sigma ve epsilondur. Mü reseptörü supraspinal analjezi, öfori, solunum depresyonu ve fizik bağımlılık oluĢturur. Kappa reseptörü myozis yapar, spinal analjezi ve sedasyon sağlar. Delta reseptörü analjezi sağlar, morfin analjezisinin gücünü arttırır. Mü agonistler ile capraz tolerans göstermez. Sigma reseptörü disfori, halusinasyon oluĢturur. Solunum ve vazomotor merkezleri uyarır. Sigma reseptörünün ketamin, fensiklidin gibi agonistleri spinal kord düzeyinde eksitatör transmiterlerin gücünü arttırır. Etkisi naloksonla geri döndürülemez. Epsilon reseptörü henüz tam belirlenememiĢtir. Opiatlarla ilgili olduğu belirlenebilen reseptörler ve etkileri Tablo 1‘de, opiatların bu reseptörlerle etkileĢimleri de tablo 2‘de gösterilmiĢtir (65,66). Tablo 1: Opiat reseptörlerinin etkileri Mü 1 Mü 2 Morfin; BEndorfin Analjezi (-) Apne? Apne Kayıtsız Sedasyon Miyozis Miyozis Bulantı ve kusma Üriner retansiyon Pruritis Isıda artıĢ Tolerans Delta ile çapraz tolerans Kappa Sigma Delta Bremazosih Dinorfin Analjezi, ısı artıĢ Apne? Sedasyon N-alilsiklozosin Morfin; Löenkefalin (-) Apne (-) TaĢipne Deliryum Midriyazis (+) Diürez DeğiĢiklik yok Az tolerans Mü ile çapraz tolerans DeğiĢiklik yok Tolerans Mü ile çapraz tolerans 41 Tablo 2: Opiatlar ile reseptör iliĢkileri Drog Eksojen Morfin Fentalin Alfentanil Sufentanil Lofentanil Meperidin Hidromorfon Metadon Naloksan Naloksozan Nalbufin Pentazosin Bremazosin Pentazosin Bremazosin Ketosiklazosin Butorfanol Fensiklidin Endojen B-endorfin DADL Lö-enkefalin Met-enkefalin Dinorfin (küçük) Dinorfin (büyük) a-Neondorfin Mü Kappa +++ ++++ +++ ++++ +++ ++ +++ +++ ------- + - Sigma Delta - - ++ + ? + ? ++ ++ ++ - +++ +++ +++ +++ +++ ++ + ++ ++ ? ++ +++ +++ ++ +++ +++ +++ + +++ +: Hafif Epsilon +++ ++ ++++ +++ +++ ++: Orta +++: Kuvvetli ++++: Çok kuvvetli Mü ve delta reseptör aktivasyonu membranların hiperpolarizasyonuna yol açar ve eksitator transmiterlerin etkilerini azaltır. Kappa reseptör aktivasyonu ise akson uçlarında kalsiyum kanallarını bloke ederek kalsiyum iyonunun hücre içine akımını engeller. Böylece salınımları icin kalsiyum gereken eksitatör transmiterlerin akson uçlarından sinaptik aralığa çıkmaları engellenmiĢ olur(63). Morfin kaynaklı analjezi mü reseptörünün tutulmasıyla oluĢmaktadır. Morfinin 5mg/kg subkutan verilimi eksitatör radyoaktif ligandların delta veya kappa 42 bölgelerine bağlanma düzeyini etkilemeden mü reseptörlerine bağlanmasının yaklaĢık %70‘ini inhibe etmiĢtir. Opioidlerin Ağrı Giderimindeki Yeri Organizmadaki etkileri morfine benzeyen endojen ve ekzojen tüm bileĢimlere opioid denir. Opioid analjezikler analjezi oluĢturucu etkilerini sinapslarda endojen opioidlerin etkilerini taklit ederek sağlarlar. Morfine benzer etkileri olan bu endojen bileĢiklere endojen opioid peptidler de denilmektedir. Opioid analjeziklerin merkezi sinir sistemi boyunca yayılmıĢ spesifik reseptör bölgeleri, opioid peptidlerinde büyük bir çoğunluğunun etki gösterdikleri yerlerdir. Kan ve kan-beyin bariyerini geçmeden düĢük dozlarda opioidleri subaraknoid veya epidural aralığa uygulayarak derin veya uzun süreli analjezi sağlanabilmektedir. Spinal opioid analjezisi; duyu kaybı, sempatik veya motor blok oluĢturmadığından hastanın ortostatik hipotansiyon veya motor inkoordinasyon riski olmaksızın erken ayağa kalkmasını sağlar. Bu yan etkiler epidural lokal anestezik uygulamasında veya parenteral opioid uygulamasında sık karĢılaĢılan yan etkilerdir. Spinal Opioid Kullanımının Tarihçesi 1884‘de Karl Koller lokal anestezik blokla ağrının giderilebileceğini bildirmiĢtir. Yaptığı calıĢma, ağrı kontrolu icin belirli bir hedefe yonelik ilk farmakolojik calıĢmadır. Bu tarihten önce ağrının giderilebilmesinin ancak santral sinir sistem depresyonu oluĢturularak sağlanabileceği düĢünülüyordu. Diğer bir deyiĢle Koller‘in ifadesine kadar ağrı kontrolünde ana hedef beyindi. Selektif spinal analjezide spinal opioid reseptörlerin rolü 1970‘lerde ortaya konuncaya kadar beyin ağrı kontrolu için hedef organ olmayı sürdürmüĢtür. Bu tarihten sonra, beyin üzerindeki olumsuz ilaç etkilerinin daha az görünmesi nedeniyle spinal kord nöronları analjezi sağlamada önem kazanmıĢtır. 43 Yine bu yıllarda ağrının nörofizyolojik mekanizmaları ile ilgili bilgiler çok artmıĢ ve neredeyse eski görüĢler alt üst olmuĢtur. Yeni ve güçlü analjezik ajanların geliĢimi için hayvan modelleri kullanılmıĢtır. Bu calıĢmaların en önemlisi 1961‘de baĢarılan opioid reseptör antagonisti naloksanın sentezidir. Sonra değiĢik opioid reseptörleri için selektif antagonistler de bulunmuĢtur. 1965‘de Melzock ve Wall nosisepsiyonun spinal kordda hafifletileceğini gösteren ―kapı kontrol teorisi‖ni ortaya koymuĢlardır. 1969‘da medullanın periakuaduktal gri maddesinin (PAG) elektriksel stimulasyonu ile analjezi oluĢturulmuĢtur. Her iki analjezik etki naloksan ile antagonize edilmiĢtir. Analjezinin spinal kordun arka boynuzunda etkili inen monoaminerjik etkileri incelemiĢlerdir. Bu etkilerde yine naloksan ile antagonize edilmiĢtir. 1973‘de, Pert ve Snyder, Terenius, Simon ve arkadaĢlarına göre opioidler ve naloksan için ayrı reseptörlerin varlığı, birbirinden bağımsız olarak yapılan calıĢmalarda bildirilmiĢtir. Bunu, 1975‘de Hughes ve diğerlerinin endojen opioidleri, enkefalinleri tanımlaması ve izole etmeleri takip etmiĢtir. 1976‘da Martin ve arkadaĢları beyindeki opiyat reseptörlerinin değiĢik ilaclarla aktive veya bloke edilebileceğini bildirmiĢlerdir. CalıĢmaları, mü1 reseptörlerinin (analjezi, myozis, öfori, hipotermi) ve mü2 reseptörlerinin (bradikardi, sedasyon ve solunum depresyonu) varlığını ortaya cıkarmıĢtır. 1976‘da Yaksh ve Rudy sıçanlarda intratekal morfinin ağrılı uyarana karĢı doza bağımlı, stereospesifik ve naloksonla giderilebilen analjezi oluĢturduğunu bildirmiĢlerdir. Medulla spinalise intratekal olarak verilen radyoaktif iĢaretlenmiĢ morfinin (H3 morfin) beyindeki yayılımının sınırlı kalması nedeni ile, bu analjezinin spinal seviyede oluĢtuğu kabul edilmiĢtir. Opiatların uzun süreli intratekal ve epidural yöntemlerle hayvan modellerinde kullanılması, morfinin doz iliĢkilerini, rölatif 44 potansiyelini, reseptör afinitelerini, tolerans ve çapraz toleransını, nörotoksisitesini ve diğer spinal opioidlerin temel özelliklerini yansıtan bilgiler sağlamıĢtır. 1977‘de otoradyografik tekniklerle opiat reseptör dağılımının haritası çıkarılmıĢtır. Spinal kordun substantia jelatinozası, meduller arka boynuz, periakuaduktal gri madde ve diğer beyin bölgelerinde reseptörlerin yüksek yoğunlukta olduğu görülmüĢtür. 1979‘da Wang ve ark.‘ı çift kör yöntemli plasebo kontrollü bir çalıĢma yaparak opioidlerin intratekal yolla verilimini insanda ilk kez uygulamıĢlardır. 1984‘de geniĢ bir derlemede Cousing ve Mather, spinal opioidlerin etkili ve emniyetli kullanımı için cevap gereken anahtar niteliğinde bir dizi soru çıkarmıĢlardır. 1986‘da Cousing ve Bridenbaugh‘un yayınları taramalarıyla spinal opioidlerle ilgili bilgilerin, akut ağrıda kullanılan spinal lokal anestetiklerle ilgili bilgilerden çok daha yetersiz olduğu ortaya çıkmıĢtır. Onofrio ve arkadaĢları kanser metastazına bağlı ağrıları olan bir hastada subaraknoid kateter koymuĢ ve kateteri açılan bir tünelden pektoral bölgeye geçirerek bir infüzyon sistemi (Infusaid, Metal Bellows Corp. Sharon, Masachusetts) yerleĢtirmiĢlerdir(63). Özellikle son senelerde spinal düzeyde, ağrı etki yolları, spinal verilen opioidlerin etki mekanizmaları, diğer inhibitör mekanizmalar üzerinde hücre düzeyinde yoğun calıĢmalar yapılmaktadır. Kateterizasyon teknikleri, kullanılan sistemler ve yerleĢtirme yöntemleri hastanın güvenliği ve kullanım rahatlığı açısından da gittikce geliĢmektedir(67,68). Spinal Opioidlerin Etki Mekanizması Spinal yolla ağrı tedavisinde kullanılan değiĢik opioid ve nonopioid agonistler değiĢik bölgelerde etkilidirler. Örneğin intratekal morfin esas olarak spinal kord seviyesinde analjezik etki göstermekte, bunu ilacın supraspinal göçüne bağlı etkiler takip etmektedir. Spinal reseptörler için düĢük afinitesi olan, lipidde 45 eriyebilirliği yüksek ilaçların (örneğin fentanil) spinal seviyedeki etkileri daha az, beyin üzerindeki etkileri ise daha belirgindir. Yüksek reseptör afinitesi olan lipidde eriyebilir ilaçlar (örneğin lofentanil-sufentanil) spinal reseptörlerde hızlı dağılım ve yavaĢ disosiyasyon gösterdiklerinden daha çabuk etkilidirler. Etkinin belirginliğinde opioid reseptörlerinden her birine ulaĢabilen drog miktarı da önemli rol oynar(69). Örneğin gebelerde epidural uygulanan meperidin epidural venöz pleksusların dolgun olması nedeniyle hızla venlere geçer. Böylece BOS ve spinal kord içine daha az drog geçer ve analjezik etki azalır. Spinal korda direkt olarak verilen morfinin bütün somatik nosisepsiyonu ve en azından bazı visseral nosisepsiyonu (peritoneal irritasyon) bloke edebildiği gözlenmiĢtir. Parsiyel agonist nalbufinin spinal uygulanması termal ağrı üzerinde etkisizdir, fakat intraperitoneal asetik aside karĢı ağrı cevabını azaltabilir. Bu durum, opioid reseptörlerinin, bazıları termal afferentlerle bazıları da visseral afferentlerle uyarılan en az iki tipi olduğunu göstermiĢtir. Diğer parsiyel agonistlerden pentazosin, siklazosin ve nalorfinin spinal uygulama sonrası herhangi bir analjezik etki göstermedikleri bildirilmiĢtir(70). Ağrı Uluslararası Ağrı AraĢtırmaları Örgütü (IASP) tarafından 1979 yılında yapılan tanımlamaya göre ağrı; vücudun belirli bir bölgesinden kaynaklanan, bir doku harabiyetine bağlı olan veya olmayan, insanın geçmiĢteki deneyimleriyle de ilgili hoĢ olmayan emosyonel ve sensoryal bir duyudur. Ağrı, zamana, mekanizmaları ve kaynaklandığı bölgeye göre üç Ģekilde sınıflandırılabilir. 1-) Zamana göre ağrı; akut ve kronik olarak ikiye ayrılır. Ancak akut ve kronik ağrı arasında kesin olarak tanımlanmıĢ bir ayırım yapmak zordur. Akut ağrının süresi, söz konusu ağrının önlenmesi için geçen süreye bağlıdır. Bazı durumlarda akut ağrı, tekrarlarla intermitant özellik göstermekte veya kronik ağrıya dönüĢmektedir(71). 46 2-) Mekanizmalarına göre ağrı ise; a. Nosiseptif ağrı b. Nöropatik ağrı c. Deaferantasyon ağrısı d. Reaktif ağrı e. Psikosomatik ağrı olarak sınıflandırılabilir. Nosiseptif ağrı; fizyopatolojik olayların, ağrı reseptörlerini (nosiseptörler) uyarmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Bir çok somatik ve visseral ağrı nosiseptif ağrıya örnek olarak verilebilir. Nöropatik ağrı; periferik sinirlerde travma veya metabolik bir hastalık sonucu nosiseptörlerin uyarılmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Disk hernisine bağlı ağrılar ya da diabetik nöropati sırasında ortaya çıkan ağrılar nöropatik ağrıya örnek olarak verilebilir. Deaferantasyon ağrısı periferik ya da merkezi sinir sistemindeki lezyonlara bağlı olarak somatosensoryal uyaranların merkezi sinir sistemine iletiminin kesilmesi ile ortaya çıkan ağrılardır. Fantom ağrısı, talamik ağrı, brakiyal pleksus avülsiyonu sonucu ortaya çıkan ağrı örnek olarak verilebilir. Psikojenik ağrı ise, ağrıyı açıklayacak organik bir neden olmaksızın ortaya çıkan somatik Ģikayetler veya daha sıklıkla varolan organik lezyonla Ģiddet ve süre bakımından orantısız derecede abartılmıĢ ağrı Ģeklinde tarif edilebilir. 3-) Kaynaklandığı bölgeye göre ağrı ise; a. Somatik ağrı b. Visseral ağrı c. Sempatik ağrı Somatik ağrı; somatik sinirlerden kaynaklanıp, ani baĢlayan, keskin, iyi lokalize edilebilen tanısı kolay olan ağrıdır. Sinir köklerinin yayılım bölgesinde veya periferik sinirler boyunca algılanır. 47 Visseral ağrı; lokalizasyonu güç, yavaĢ baĢlayan, künt ve sızlayıcı, kolik ve kramp tarzında olabilen ağrıdır. BaĢka bölgelerde yansıyan ağrı Ģeklinde olabilir. Sempatik ağrı; yanma, soğukluk hissi üĢüme tarzında sempatik sinir sisteminin aktivasyonu sonucu ortaya çıkan ağrılardır. Refleks sempatik distrofi, periferik damar hastalıklarına bağlı ağrılar ve kozalji örnek olarak verilebilir(72). Ağrı Nörofizyolojisi Ağrı algılanması nosiseptör denen reseptörler tarafından sağlanır. Nosiseptörler ağrılı uyarana duyarlılık gösteren primer afferent sinirlerin periferik terminalleridir. Nosiseptörler tarafından algılanan uyarı spinal korda myelinli A delta ve myelinsiz C lifleri tarafından omuriliğin arka boynuzundaki substansia jelatinozadaki ikinci nöronlara taĢınırlar. Bu liflerin hücreleri arka köklerdeki spinal ganglionlarda (birinci nöronda) bulunur. Substansia jelatinozada bulunan ikinci nöronun aksonları omurilik düzeyinde karĢı tarafa geçerek omurilik beyaz cevherinin ön yan funikulusunda seyreden iki çıkan yol oluĢtururlar. 1. Spinotalamik (neospinotalamik) yol: Talamusun ventral posterolateral nükleusunda sonlanır. Beyin sapından geçerken mezensefalon hizasında periakuaduktal gri maddeye (PAG) dallar verir. Talamusun ventral posterolateral nükleusundaki üçüncü nöronun aksonları postsantral girusa yani somatosensoryal kortekse ulaĢır. Bu yol ağrının yer, Ģiddet, zaman gibi farklar gözeten boyutları ile algılanmasını sağlar. 2. Spinoretikülodiensefalik polisinaptik yol: Bu yolu oluĢturan aksonların büyük kısmı beyin sapının alt kısmında medial retiküler formasyondaki hücrelerde sonlanır, küçük bir kısımda (paleospinotalamik lifler) talamusun medial, intralaminer ve posterior çekirdeklerinde sonlanır. Spinoretikulodiensefalik yolun hipotalamusu ve mediyal ön beyin demeti üzerinden limbik sistemi uyardığı savunulmaktadır. 48 Bu yol ağrı reaksiyonunun affektif ve otonomik unsurlarının oluĢmasında rol oynar, daha doğrusu ağrının verdiği duyunun anatomik temelini oluĢturur. Ağrı iletiminde supraspinal sistemler; Spinotalamik traktus aksonları talamik çekirdeklerde belirli bölgelerde sonlanıp buradan da farklı korteks bölgelerine uzanırlar. Aksonlar talamus icinde farklı dağılım gösterirler. Medial talamustaki hücrelerin, çoğunluğu ağrılı uyarana oldukça hassastır ve vücudun oldukça geniĢ bir alanından uyarı alırlar. Ağrılı uyaranın iletiminde ventrobazal ve medial bölgelerin belirgin önemi vardır. Santral lateral çekirdek ise spinal gri maddenin derinlerinden gelen uyarıları alır. Spinotalamik traktus nöronların büyük kısmı beyin sapı retikuler formasyonuna dal verirler. Ağrı iletiminde beyin sapı önemli rol oynar. Meduller retiküler formasyonu ara istasyon olarak düĢünülmektedir. Medüller retiküler nöronlar ventrolateral funikulus içinde seyreden spinal sistemlerden gelen uyaranları alırlar. Lateral retiküler çekirdek, nükleus gigantoselularis, nükleus rafe magnus, nükleus lokus seruleus periferik ağrılı uyaranın değerlendirilmesinde rol oynadıkları gibi inen kontrol sisteminde de rol oynarlar. Mezensefalik retiküler formasyondaki nöronlar, bütün vücuttan uyarı alırlar. Diensefalon da talamusun üç büyük çekirdeğinin; posterior, ventrobazal ve medial intralaminer nüklear kompleksin ağrılı uyaranda rol oynadığı düĢünülmektedir. Korteks ağrılı uyaranın değerlendirilmesinde önemli rol oynar. Kortekste iki unsur belirtilmiĢtir; 1.Ağrılı uyaranın duyulması ve algılanması 2.Ağrıya karĢı reaksiyon Bazı koĢullarda fark edilmeyen ağrılı uyaranlar, baĢka koĢullarda dayanılmaz derecede ağrıya neden olabilmektedir. Bu nokta, savaĢ koĢulları altındaki yaralı askerlerin analjezik gereksinimi ile hastanede elektif yapılmıĢ sivil hastaların 49 postoperatif analjezi gereksinimleri karĢılaĢtırılarak incelenmiĢ ve askerlerin analjezi gereksinimi hayli az bulunmuĢtur. SavaĢan askerlerin maruz kaldığı stresin ağrıyı azaltması vücutta ağrıyı modüle eden bir sistemin varlığı ile açıklanmıĢtır(73). Moskovich ve Goodman ağrıya duyarlılığı iki ayrı fare ırkında inceleyerek farklı cevapların oluĢmasını fare gruplarının PAG maddelerinde bulunan μ-1 reseptörlerindeki miktar farklılığından olabileceğini savunmuĢtur. Bu çalıĢmaya göre; vücuttaki ağrı kontrolünü sağlayan yapıların farklı olması, ağrının algılanmasında da farklılıklara neden olmaktadır(74). Ġnen kontrol sistemi Ağrılı uyaranı medulla spinalis düzeyinde, primer afferentleri deprese ederek kontrol altında tutan yüksek merkezler bulunmaktadır. Bu merkezler ―Ġnen Kontrol Sistemi‖ denen bir sistem Ģeklinde ağrılı uyaranın taĢınması, iletilmesi ve kontrolünde en önemli rolü oynayan mekanizmalardan biridir. Mezensefalonda, Sylvius kanalının (Akuaduktus Sylvii) çevresine yerleĢmiĢ nöronlardan oluĢan PAG maddesinin elektriksel stimulasyonu veya opioid reseptörlerinden zengin olduğu saptanan bu bölgeye morfin enjeksiyonu analjezi oluĢturur. Cevredeki diğer mezensefalik yapıların stimulasyonu da aynı olaya neden olur. Bu olaylar omurilik düzeyinde ağrılı impulsların giriĢini kontrol eden inhibitör sistemin aktivasyonuna bağlıdır. Bu sistem üç elemandan oluĢur; 1. Periaduktal gri maddedeki nöronlardan baĢlayan ve bulbus retiküler formasyonundaki nükleus rafe magnusta sinaps yapan yol: Nukleus rafe magnustaki (NRM) nöronların aksonları omuriliğin arka boynuzuna ve trigeminus sinirinin duysal çekirdeğine uzanırlar. Buradaki aksonların ucunda nörotransmitter serotonindir. Hipotalamusun nükleus arkuatusundan PAG maddeye gelen beta endorfinerjik liflerce bu sistemin aktive olması sonucu strese bağlı analjezik etki ortaya cıkar. 2. Pons ve bulbustaki retikuler formasyonun medial kısmındaki nükleus retikülaris jigantosellülaris ve nükleus retikularis parajigantosellularisten baĢlayan 50 inici yol: Bu yolu oluĢturan lifler noradrenerjik nitelikte olup omurilik arka boynuzunda sonlanırlar. 3. Lokus sereleustaki inen bir noradrenerjik yol aracılığı ile omurilik arka boynuzundan ağrılı impulsların üst merkezlere iletimi engellenmektedir. Ġnen kontrol sistemindeki bölgelerde bulunan, omurilik arka boynuzunda ve trigeminus duysal çekirdeğinde, inhibitör etki yapan aksonların çıktığı nöronlar üzerinde morfin ve benzeri ilaçlarla aktive edilen μ-1 reseptörleri bulunur ve bunların aktivasyonu ile oluĢan analjeziye supraspinal analjezi denir. Ġnen kontrol sistemi olarak bilinen yollar omurilik arka boynuzunun, substansia jelatinozasındaki enkefalinerjik ara nöronlarla sinaps yapar ve aktive ederler. Ġnen aksonların inhibasyonu burada bulunan enkefalinerjik ara nöronların aktivasyonuna bağlıdır. Ġnhibitör ara nöronlar birinci ve ikinci nöron arasındaki sinapsta delta ve kappa reseptörlerini aktive ederek iletimi inhibe ederler. Merkezi sinir sistemi ve periferik afferentler arasındaki ilk durak noktası, primer afferentler ve spinal kord nöronları arasındaki sinapslardır. Bu sinapslarda bilgi iletiminde çeĢitli nörotransmitterlerin rol oynadığı düĢünülmektedir. Merkezi sinir sisteminin kendi hücreleri arasındaki veya merkezi sinir sistemi ile endokrin sistem arasındaki iletiĢimde belirli kimyasal maddeler görev alır. Bu maddelere nöroregülatör maddeler denir. Bu maddeler, nörotransmitterler, nöromodülatörler ve nörohormonlar olmak üzere üç grupta incelenir. Nöromodülatör ve nörotransmitterler bir sinaps içerisinde iletiĢim görevi yapmaları nedeniyle birçok yönden birbirlerine benzerler ve nöromediatörler olarak ortak isim altında toplanırlar. Nörotransmitterler santral sinir sisteminde nöronlar arası iliĢkiden sorumlu maddelerdir. Presinaptik uçtan salgılanır ve postsinaptik membranı etkiler. Nöromediyatörler kimyasal olarak üç grupta incelenirler: 51 1. Amin yapısında olanlar: Dopamin, noradrenalin, adrenalin, serotonin, asetilkolin ve histamin. 2. Aminoasit yapısında olanlar: GABA, glisin, glutamik asit ve aspartik asit. 3. Peptid yapısında olanlar: P maddesi, endojen opioid peptidler, somatostatin ve vazoaktif intestinal peptid(VIP). Bu nöromediatörlerin bazılarının dağılımı Ģöyledir: -Ġnen kontrol sisteminde: Noradrenalin, serotonin ve muhtemelen dopamin ve enkefalin. -Ġnen nöronlarda: GABA, asetilkolin, P maddesi, nörotensin, somatostatin ve enkefalin. -Primer afferent terminallerinde: VIP, somatostatin ve P maddesi. *P maddesi: Ağrı dıĢındaki duyuları ileten sinir uçlarında bulunmaz. Ağrılı uyaranın birinci duysal nörondan ikinci duysal nörona iletilmesinde görev alır. *Serotonin (5-HT): Omuriliğin arka boynuzuna inen serotoninerjik lifler substansia jelatinozadaki ağrılı uyaranın birinci nörondan ikinci nörona geçiĢini inhibe ederler. Bu nedenle elektriksel rafe stimülasyonu analjezik etki yapar; bu etki intratekal olarak antiserotonin ilaçlar kullanıldığında ortadan kalkar. *Noradrenalin: Lokus seruleustan spinal kord yan boynuzlarına inen noradrenerjik yolların burada sempatik nöronları etkileyerek sempatik aktivasyona yol açtığı düĢünülmektedir. Ġnen yolların arka boynuzu substansia jelatinozaya giden lifleri, lokus seruleusun ağrı impulslarının giriĢi üzerindeki kontrolünü sağlarlar. *Dopamin: Dopaminerjik nöronların davranıĢ ve affektiviteleri ile ilgili olaylarda, motor fonksiyonun eĢgüdümünde ve hipofiz salgılama fonksiyonun eĢgüdümünde ve hipofiz salgılama fonksiyonunun düzenlenmesinde önemli katkılarının bulunduğu gösterilmiĢtir. Noradrenalin gibi MSS‘de yaygın bulunan bir katekolamindir. Dopaminerjik sinir uçlarında noradrenalin prekürsörü dopamin gibi 52 sentezlenir. Bu uçlarda dopamin beta hidroksilaz enzimi bulunmadığından sentez zinciri dopaminde sonlanır. *Asetilkolin: Kolinerjik sinir uclarından salınır. Ağrı duyusunun inhibisyon ve iletiminde rol alır. Opioid analjezikler açıklanamamıĢ bir mekanizmayla antinosiseptif etkilerinin en azından bir kısmını kolinerjik mekanizma üzerinden sağlarlar. Bu da göstermektedir ki kolinerjik ilaçlar opioidlerin sağladığı analjeziyi etkileyebilmektedir. *Gama Amino Butirik Asit (GABA): Ġnhibitör özelliktedirler. GABA‘erjik nöronlar beyin ve omuriliğin her yanına dağılmıĢlardır. Omurilik ve beyin sapında primer duysal sinir uçları üzerinde presinaptik inhibasyon yaptığı gösterilen GABA‘erjik nöronların ağrı dıĢında kalan duysal impulsların aĢırımını module ettiği sanılmaktadır. GABA agonisti olan musimolun intratekal uygulanmasının antinosiseptif etki oluĢturmadığı gözlenmiĢtir. GABA‘nın spinal opioid sistem yolu ile uyarılmadığı saptanmıĢtır. Bu sistem icin en uygun nörotransmitterler serotonin ve noradrenalin olarak belirtilmiĢtir. GABA‘nın uyku, nöronal eksitabilitenin kontrolu, epilepsi, anksiyete, bellek, hipnoz ve analjezide rol oynadığı gösterilmiĢtir(63,75). *Somatostatin(SOM): SOM‘un büyüme hormonu, tiroid stimulan hormonu, prolaktini ve ACTH‘yı inhibe ettiği ve genellikle inhibitör özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. %90‘ı hipotalamus dıĢındaki bölgelere yerleĢmiĢtir. Opioidlerin reseptörlere bağlanmalarını inhibe ederek kanser ağrısında analjezi meydana getirdiği gösterilmiĢtir. *Kolesistokinin (CCK): Barsak ve beyinde bulunur. Deneysel olarak oluĢturulan kimyasal ve mekanik ağrı duyusunda sıçanlarda ve farelerde antinosiseptif ağrı oluĢturduğu gözlenmiĢtir. 53 *Vazoaktif Ġntestinal Polipeptid(VĠP): Barsakta ve MSS‘de bulunur. Nosiseptif bilginin iletiminde primer afferent terminallerde nöromodülator ve nörotransmitter etkisinin olduğu sanılmaktadır(63). *Nörotensin(NT): Beyinde ve omurilik arka boynuzunda görülür. Ġntersisternal bölgelerde, rafe spinal inhibitör nöronları uyararak analjezi sağladığı gösterilmiĢtir. Postoperatif Ağrı ve Analjezi Postoperatif ağrı, cerrahi travma ile baĢlayan ve doku iyileĢmesi ile giderek azalan akut ağrıdır. Hastada sıkıntı, depresyon ve anksiyete yaratan bu ağrı önemli fizyopatolojik değiĢikliklere neden olmaktadır. Ağrı ameliyatla ortaya çıkan stres yanıtın oluĢmasında önemli rol oynar. Cerrahiye stres yanıt; endokrin fonksiyonlarda değiĢiklik, hipermetabolizma ve enerji depolarından substratların açığa çıkması ile karakterizedir. Cerrahinin tipi ve süresi de stres yanıtı etkiler. Major cerrahiden sonra stres yanıt çok Ģiddetli gözlenirken, küçük cerrahi müdahelelerden sonra daha hafif tablo gözlenir(76,77). Postoperatif ağrının üç komponenti vardır: 1. Kutanöz komponent; kutanöz sinirlerin hasarı ve algojenik maddelerin salgılanması söz konusudur. 2. Derin somatik komponent; algojenik maddelerin salgılanması ve nosiseptif eĢiğin düĢmesi sonucudur. Ayrıca kas, fasya, plevra veya peritondaki hasarlanmıĢ sinirlerinde katkısı vardır. Yaygın sızı Ģeklinde ağrı hissedilir. 3. Visseral komponent; uygulanan cerrahi giriĢimler uyarıların devamlı geliĢmesine neden olur. Hissedilen ağrı, künt, sızı Ģeklinde ve yaygın karakterdedir. 54 Yetersiz ağrı tedavisi hastanın iyileĢmesini olumsuz etkileyen bir unsurdur. Ağrı çeken hastada, hastanede daha uzun süre kalmasını gerektirecek komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Analjezi sağlandığında, hastanede yatıĢ maliyetinin düĢmesi ile birlikte daha düĢük morbidite ve mortalite gözlenir. Akut ağrının patofizyolojik sürecinde nöroendokrin iĢlevler, solunumsal ve renal fonksiyonlar, gastrointestinal aktivite, dolaĢım ve otonom sinir sistemi aktivitesi değiĢiklikleri ile birlikte birçok sistemin rolü vardır. Tedavi edilmeyen ciddi postoperatif ağrı, çeĢitli olumsuz sonuçlar doğurur. Major torasik ve abdominal ameliyatlar geçiren hastalarda, azalan solunum hareketleri, öksürememe; atelektazi ve postoperatif pulmoner fonksiyonları tetikleyebilir. Ortopedik cerrahi giriĢimlerde erken ayağa kalkmayı engelleyen Ģiddetli ağrı yüzünden hareketliliğin azalması tromboembolik komplikasyon riskini arttırır. Sistemik vasküler direncin, kalp yükünün, miyokardın oksijen tüketiminin artması özellikle koroner arter hastalığı olan kiĢiler için zararlıdır. Ağrı kontrolunün yetersiz olması kardiak aritmilere, hipertansiyona ve miyokard iskemisine neden olur. Miyokard infarktüsü riskinin erken postoperatif dönemde, geç döneme oranla daha fazla olduğu bilinmektedir. Ayrıca artmıĢ sempatik aktivite alt ekstremitelerde kan akımının azalmasına, derin ven trombozu riskinin artmasına neden olur. Gastrointestinal motilite ve splanknik dolaĢımdaki azalma da ağrının neden olduğu katekolamin yanıtının diğer zararlı sonuclarıdır. Tüm büyük ameliyatlar hastada ölüm korkusuna neden olur. Daha sonra bu korku, yerini genel bir endiĢe haline ve postoperatif ağrı korkusuna bırakır. Birçok çalıĢmada postoperatif ağrı ile anksiyete arasında doğru iliĢki olduğu gösterilmiĢtir. Artan anksiyete ve korku, ağrı Ģiddetinin artmasına ameliyat sonrasında daha fazla opioid gereksinimine neden olur. Bu hastalar bulundukları anksiyete ve gerginliği bu Ģekilde aĢmaya çalıĢırlar. 55 Akut ağrı aslında basit nosiseptif algılamanın ötesinde karmaĢık bir duyumdur. Santral süreçler korku, endiĢe, depresyon ve daha önceki ağrı duyumları gibi duysal verilerle Ģiddetlenir. Postoperatif ağrının artması veya azalmasında korku, endiĢe, kontrol kaybı duygusu, izolasyon, normal sosyal destek korkusu, ağrıya verilen ailevi ve kültürel yanıtlar, ağrıya karĢı daha önceki kiĢisel deneyimler gibi faktörlerin önemli rolü vardır. Ağrıyı ifade ediĢ Ģekilleri çok farklıdır. Bazı hastalar yüksek ağrı toleransı nedeniyle veya ağrı ile baĢa çıkma yöntemleri dıĢa vurumcu tipte olmadığından, büyük ameliyatlar sonrasında bile ağrı belirtmezler. Nosisepsiyon ve ağrı yakınması arasında doğrudan bir iliĢki yoktur. Hasta tarafından belirtilen ağrı Ģiddeti, altta yatan nosisepsiyonu tam olarak yansıtmayabilir. Hastaların ağrı algılamasında ve özel bir cerrahi giriĢimin sonrasındaki analjezik gereksinimlerinde farklılıklar olması sık görülen durumlardır. Büyük cerrahi giriĢim geçiren hastaların % 30'u postoperatif dönemde analjeziklere gereksinim duymamaktadır. Hastanın konforu giderek daha büyük önem taĢıdığı için postoperatif analjezi sistemleri hastanın sorumluluğuna bırakılmıĢtır. Postoperatif analjezide hastanın konforu karmaĢık bir konudur. Hastanın rahatlaması tıbbi bakım sağlayan kiĢilerin analjezi ile ilgilendiklerine inanmasıyla artmaktadır. Ağrı tedavisinde hasta rahatlamasını ölçen çalıĢmalar, hastaların çok yüksek düzeyde ağrı hissettikleri durumlarda bile rahatlamanın sağlanabileceğini göstermektedir. O halde hasta rahatlaması ağrının Ģiddetiyle doğru orantılı değildir. Hastaların zaman zaman ağrıları olsa bile doktor ve hemĢireye bunu söylemediği bilinmektedir. Yeterli ağrı kontrolu sağlandığını söyleyen hastalara yapılan sorgulamalarda, çıkmıĢtır(76,77). ağrının uyumayı ve konuĢmayı engelleyebildiği açığa 56 Ağrı Ölçümleri Ağrı, tanımlanması ve ölçümü zor olan kiĢisel bir tecrubedir. Ağrı, duyusal uyaranların fizyolojik, psikolojik ve çevresel etkenlerle modülasyonu ile oluĢur. Ağrının kan veya idrar örneklemesi veya nörofizyolojik testlerle direkt olarak ölcüldüğü bir yöntem yoktur. Bu nedenle, ağrı ölçümü sadece hastanın bildirimine dayanır. Ölçüm subjektif olduğu için değeri azdır. Aslında ölçümler düzgün yapılırsa, duyarlı ve uyumlu sonuçlar alınabilir. Bilinç bozukluğu olanlarda, küçük çocuklarda, psikiyatrik patolojilerde, ağır anksiyete ve kooperasyona isteksizlik gibi durumlarda ölçüm yapılamaz. Ölçüm skalaları: Pek çok analjezi çalıĢmasında ağrı yoğunluğu ve/veya ağrı iyileĢmesi ölçümleri yer alır. Ağrı, tek boyutlu ve çok boyutlu ölçüm yöntemleri kullanılarak ölçülebilir. Tek boyutlu yöntemler ile daha çok ağrının Ģiddeti ve ağrı azalıĢı ölçülür. En sık kullanılan test vizüel analog skaladır (VAS) (Tablo 3)(78). Ira‘ya göre VAS devam eden bir çizgi veya banttır ve hasta bunun üzerinde ağrı yoğunluğuna eĢlik eden noktayı seçer. Diğerleri ise verbal numerik skala ve kategori derecelendirme skalaları (sözel tanımlayıcı skalalar, resim skalaları) olup, bunlardan verbal numerik skala, kategorik ve VAS skalalarına alternatif veya tamamlayıcıdır. VAS‘da hastalar, ağrı yoğunluğuna veya iyileĢmesine bir sayı verirler (ağrı yoğunluğu icin; 0 ağrı yokluğunu ve 10 olası en yuksek ağrıyı temsil eder. Ağrı iyileĢmesi icin; 0 iyileĢme yokluğunu, 10 ise tam iyileĢmeyi temsil eder). Bunların kullanımı kolay ve hızlıdır ve konvansiyonel koreledir(77,78,79). VAS’ ın avantajları; 1. Uygulamasının kolay olması 2. Yanıltıcı faktörlerden az etkilenmesi vizuel analog skala ile 57 3. Hastaya yeterli açıklama yapıldığında oldukca değerli bilgi vermesi 4. Belli zaman dilimlerinde ağrı Ģiddetinin ölçülmesi ile değiĢikliğin yüzde olarak ifadesini mümkün kılmasıdır. VAS‘ın baĢlıca dezavantajı ise ağrıyı tek boyutu ile, yani Ģiddeti ile değerlendirmesidir. Buna karĢın ağrı; basit, tek boyutlu bir duyu olmayıp sonsuz sayıda niteliklere sahiptir. Her ağrının niteliği diğerlerinden farklıdır(77). Çok boyutlu yöntemler, ağrının Ģiddeti yanında diğer boyutlarının da ölçümüne olanak verir. McGill-ağrı anketi, kısa ağrı envanteri, Memorial ağrı değerlendirme kartı, West Haven-Yale çok boyutlu ağrı envanteri, ağrı algılama profili gibi birçok yöntem vardır. Ağrının azalmasının değerlendirilmesi: Tedavi sonuçlarının araĢtırıldığı çalıĢmaların çoğunda, ağrı azalması ölçümlerine sık baĢvurulur. Ağrı azalmasını ölçmek icin de VAS kullanılabilir ve 10 cm‘lik bir çizginin bir ucunda hic azalma yok, bir ucunda tamamen azaldı kelimeleri yazılarak ölçüm yapılabilir. Benzer Ģekilde, sözel derecelendirme için geliĢtirilmiĢ kelimeler kullanarak, kategorik verbal skala ile de ağrı iyileĢmesi ölçülebilir (Tablo 4)(77). Tablo 3:Vizüel analog skala Ağro yoğunluk skalası (VAS) O=Ağrı yok →→→→→→→→→→→→→10=Hayal edilebilecek en kötü ağrı Tablo 4: Ağrı iyileĢmesi skoru Ağrı iyileĢmesi Tam Ġyi Orta Hafif Yok Skor 4 3 2 1 0 58 Postoperatif Analjezi Yöntemleri Postoperatif fazda ağrı tedavisinin anestezist kontrolünde yapılması önerilmektedir. Özellikle postoperatif ağrının yan etki ve komplikasyonları göz önünde bulundurulmalı, kardiyovasküler ve endokrin yanıtlar oluĢmadan ağrı kontrol altına alınmalıdır. Ağrının bu aĢamadaki tedavisinin hastanın psikolojik durumu ve ağrı hafızası açısından da önem taĢıdığı bilinmektedir. Postoperatif analjezide değiĢik yöntemler uygulanabilir. Bunlar Tablo 5‘de gösterilmiĢtir(1). Tablo 5: Postoperatif analjezi yöntemleri Ġntramuskuler enjeksiyon (im) Subkutan (aralıklı bolus, surekli infüzyon) Oral Hasta kontrollu analjezi Rektal Ġntravenöz (iv) (aralıklı bolus, sürekli infüzyon) Epidural (aralıklı bolus, sürekli infüzyon) Sublingual Oral transmukozal Transdermal Ġntranazal Parasetamol (oral, rektal) Nonopioid analjezik Nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar (oral, rektal, uygulaması im, iv, intraartiküler) Metamizol (oral, rektal, im, iv) Spinal (lokal anestezikler ve/veya opioidler Bölgesel yöntemler ve/veya klonidin vb. adjuvanlar) Epidural (lokal anestezikler ve/veya opioidler ve/veya klonidin vb. adjuvanlar) Paravertebral blok Periferik sinir bloğu Yara infiltrasyonu Ġntraplevral injeksiyon Ġntraartikuler injeksiyon Nonfarmakolojik yöntemler Transkutan elektriksel sinir stimulasyonu (TENS) Krioanaljezi Akupunktur Psikolojik yöntemler Opioid uygulaması 59 Postoperatif analjezinin geliĢtirilmesi amaçlanıyorsa spinal anestezi, epidural analjezi ve bölgesel bloklar rutin olarak kulanılır hale gelmelidir. Ancak, kendilerine özgü riskler taĢıdıklarından özel olarak izlem ve uzman anestezist gerektirir. Modern analjezi yöntemlerini uygulamak için kurulmuĢ iyi organize servisler ile spinal anestezi, epidural opioid veya diğer tekniklerin riski kas içi uygulama kadar azalmıĢtır. Hastanın iyi seçilmesi, ilacın ve dozunun uygun Ģekilde hazırlanması, hemĢirelerin eğitimi ve iyi bir izlem ile bu yöntemlerin hepsi etkin ve emniyetli bir Ģekilde uygulanabilir. Spinal Anestezi ve Analjezi Postoperatif ağrı tedavisi için kullanılan teknikler arasında spinal iğne ile subarachnoid aralığa girilerek lokal anestezikler ve/veya opioidler ve/veya klonidin vb. adjuvanlar injekte edilerek oluĢturulan spinal analjezi tekniği de postoperatif analjezi sağlama amacıyla sıkca kullanılan bir tekniktir. Bu yöntem ile göğsün üst bölümünden ayak parmaklarına kadar analjezi sağlanır. Spinal blok, anestezi tekniğinin bir parçasıdır. Spinal blok uygulama esnasında hastaya pozisyon verilerek tek taraf alt ekstremite analjezi ve/veya anestezisi sağlanabilir. Solunum yetersizliği, kardiyovasküler sistem hastalığı veya obesite gibi sorunları olan hastalar, kolay uygulanabilen unilateral spinal anestezi tekniğinden yarar sağlar. Lokal anestezik veya opioidler veya her iki ilaç kombine olarak kullanılarak mükemmel postoperatif analjezi sağlanır. Solunum yetersizliği, kardiyovasküler sistem hastalığı veya obesite gibi sorunları olan hastalarda derin analjezi gereksinimi büyük önem taĢır ve opioid ajanlar daha sıklıkla tercih edilir. Fentanil Günümüzde dengeli anestezinin analjezik komponenti olarak en yaygın kullanılan ilaç durumundadır. Kimyasal ismi N (1-Fentanil -4- Piperinil)‘dir. Sentetik bir opioid agonisttir, potent bir narkotik analjeziktir ve diğer opioidlerle aynı özelliklere sahiptir. Yani analjezi, sedasyon, solunum depresyonu, vagal stimülasyon 60 ile bulantı, kusma, konstipasyon ve fiziksel bağımlılığa neden olur(78,79). Fentanil morfinden 80-100 kat daha potent bir opioiddir. Fentanil yağda erirliği son derece fazla olan bir ilaçtır ve bu nedenle biyolojik membranları kolayca geçer. pH:7,4‘de partisyon katsayısı 950‘dir. Bu nedenle hızla kandan ayrılarak geniĢ olarak vücut içinde distribüsyona uğrar. Klirensi 1012ml/kg/dk, distribüsyon volümü 3-5lt/kg ve buna bağlı olarak eliminasyon yarı ömrü 2-4 saat arasında değiĢir. Bu süre morfininkinden uzundur. Distribüsyon volümünün büyük olmasının nedeni lipitde fazla erimesi ve böylece dokulara hızla geçmesidir. Ġnaktif dokulara geçmesi plazma konsantrasyonunun devamlılığına neden olur. Proteinlere bağlanma miktarı kan pH değerine bağlıdır, pH 7,4‘de yaklaĢık %80, pH 7,2‘de ise %60 oranında proteine bağlanır(80,81). Fentanil klirensi olarak hepatik metabolizma ile oluĢur. Alınan fentanilin %85‘i 72 saat içinde vücuttan atılır. %7‘si değiĢmeden (%6 idrar, %1gaita), %78‘i karaciğerde metabolize olarak (%70 idrar, %8 gaita) atılır. Metabolitleri inaktiftir. Fentanilin mide duvarından entero-hepatik dolaĢıma geçmesi, plazmada ikinci pik yapmasının nedenidir. Bu da gecikmiĢ solunum depresyonuna neden olur(82,83,84). Sistemler Üzerine Etkileri: Fentanil de diğer opioid agonistler gibi doza bağlı solunum depresyonuna neden olur. DüĢük dozlarda (2μg/kg) solunum hızı azalır, kompansatuar olarak tidal volüm artar. Yüksek dozlarda solunumun üç komponentinde belirgin depresyon meydana gelir. Solunum sayısı %50, dakika volümü %30-40 azalır, öksürük refleksi baskılanır. CO2 cevap eğrisinde iki saatten uzun bir süre eğrinin sağa kaymasıyla birlikte belirgin depresyon meydana gelir. Birçok araĢtırmacı anestezi sırasında fentanil kullanımını takiben geliĢen bifazik solunumsal depresyon tanımlamıĢtır. Kesin mekanizması bilinmemekle birlikte bu fenomen yüksek hepatik klirens nedeniyle oluĢan entero-hepatik dolaĢım ile açıklanmaktadır. Sebep ne olursa olsun somnolans, ventilatuar destek gerektiren solunum depresyonunun açık seçik bir fentanil derlenmesinden gösterilmiĢtir(82). sonra 30 dakika ile 4 saat içinde olabileceği 61 Fentanil, hem düz hem de çizgili kas tonusunu etkileyerek akciğer ve göğüs duvarı kompliyansını değiĢtirmektedir. ―Göğüs duvarı rijiditesi‖ meydana gelip, ventilasyon zorlaĢmaktadır. DüĢük doz fentanil (3-10 μg/kg), çocuklarda akciğer ve göğüs duvarı kompliyansını azaltır ve abdominal rektus kasının tonusunu arttırır(Abdominal duvar rijiditesi). Fentanilin kardiyovasküler sistem üzerine etkisi oldukça azdır. Ġnhalasyon ajanlarıyla birlikte kullanılırsa orta derecede bir sinüzal bradikardi görülebilir. Fentanil kullanımı ile görülen bradikardinin nedeni kesin olarak bilinmese de santral vagal stimülasyona bağlı olduğu düĢünülmektedir. 5μg/kg fentanilin kalp hızında %8-20 azalma yaptığı gösterilmiĢtir. Aynı dozda sistemik vasküler rezistansta %8‘lik bir düĢme görülmesine rağmen kan basıncında anlamlı bir değiĢiklik gözlenmemiĢtir. 10μg/kg‘lık dozda ise kalp atım hızında %12-18 bir azalma ve buna eĢlik eden kan basıncında %20‘lik bir düĢme gözlenmiĢtir(80,82). Bilinç kaybı olmadan psiĢik sedasyon, sersemlik ve mental bulanıklık yapar. Kafa içi basıncında minimal bir artıĢa neden olabilir, ortalama arter basıncındaki düĢüĢe bağlı olarak serebral perfüzyon basıncını düĢürür. Serebral damarların CO2‘e hassasiyetini arttırır. Fentanilin santral sinir sistemindeki etki yeri mezensefalondur. Etki mekanizması, mezensefalonun lateral sinir uçları ile limbik sistem arasındaki uyarı iletimi üzerinedir. Buradaki iletimi bozarak ağrının identifikasyonunu önlemektedir(84,85). Bulantı, kusma, myozis, konstipasyon gibi kolinerjik etkiler görülebilir. Koledoko-duedonal sfinkterde spazm yapar ve safra yolları basıncında artmaya neden olur(86). Histamin salınımına neden olmaz. 62 Sufentanil Sufentanil, fenilpiperidin türevi mü reseptör agonisti sentetik bir opioiddir. Fentanilin thionyl anoloğu olup kontrollü solunum ile geniĢ güvenlik alanı vardır. Pka‘sı 8,01 olan basit bir tersiyer amindir. Fizyolojik pH‘da %20 kadarı noniyonize formdadır veyüksek oranda yağda çözünebilir. Plazma proteinlerini %93 gibi yüksek bir oranda özellikle de alfa 1 asit glukoproteine %83 oranında bağlanır. Farmakodinamik özellikler açısından morfine benzer ancak analjezik etkisi 100 kat daha güçlüdür. Etkisi morfine göre daha hızlı baĢlar ve daha kısa sürelidir. Sufentanilin lipidde çözünürlüğü yüksektir ve kan-beyin bariyerini hızla geçer. Etki süresi doza bağımlıdır ve genellikle 4-6 saattir. Sufentanil, histamin salınımına yol açmaz(78,79). Maksimum plazma konsantrasyonlarına 10 dakika içinde ulaĢır. Plazma proteinlerine yüksek oranda bağlanır. Terminal yarı ömrü beyin omurilik sıvısında yaklaĢık 165 dakika ve plazmada yaklaĢık 335 dakikadır. Biyotransformasyonu baĢlıca karaciğerde gerçekleĢir. Uygulanan dozun yaklaĢık %80‘i 24 saat içinde metabolik olarak, %2‘si ise değiĢmeden idrarla atılır. Karaciğer veya böbrek fonksiyon bozukluğu olan hastalarda eliminasyon klirensteki azalmaya bağlı olarak azalır(80). Ġntravenöz, spinal, epidural uygulamalarda kullanılabilir. Ġntravenöz sufentanil nikröz oksit ve oksijene ek olarak analjezik amaçla ve kontrollü solunum sağlanan hastalarda tek baĢına anestezik amaçla kullanılabilir. Kardiyovasküler riskleri bulunan hastaların uzun ve ağrılı operasyonlarında stabilitenin korunmasında tercih edilir. Dengeli bir genel anestezinin baĢlatılması ve sürdürülmesi sırasında ek bir analjezik olarak kullanılabilir. Genel cerrahi, toraks cerrahisi, ortopedik giriĢimler, obstetrik ve jinekolojik operasyonlarda ve sonrasında postoperatif ağrının tedavisi amacıyla lokal anesteziklere ek olarak kullanılabilir. Yenidoğanda solunum depresyonu olasılığına karĢı doğum veya sezaryan sırasında göbek kordonunun klemplenmesinden önce 63 intravenöz olarak kullanımı önerilmez. Ancak doğum sırasında spinal-epidural yol uygulamasında annenin veya bebeğin durumunu etkilemediği gösterilmiĢtir. Aynı zamanda motor blok görülme oranını azaltması ve motor blok derecesini düĢürmesi nedeniyle postoperatif erken mobilizasyona olanak sağlamakta ve hastayı immobilitenin getirdiği komplikasyonlardan korumaktadır(82,84). Sufentanilin dozu yaĢ, vücut ağırlığı, fizik durum, altta yatan patoloji, diğer ilaçların kullanımı, cerrahi giriĢimin türü ve anesteziye göre bireysel olarak ayarlanmalıdır. Daha sonraki dozların hesaplanması sırasında ilk doz sonrasındaki etki göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Genel cerrahi operasyonu geçiren hastalarda iv 0.5-5 mcg/kg dozlarındaki sufentanil, cerrahi stimülasyona sempatik yanıtı azaltıp, kardiyovasküler stabiliteyi koruyarak etkin analjezi sağlar. Bu etkinliğin süresi dozla iliĢkilidir. 0.5 mcg/kg dozunun 50 dakika süreyle etki etmesi beklenebilir. Her hastanın gereksinimine ve kalan operasyon süresine göre 10-25 mcg kadar ek doz uygulanabilir. Sufentanil, iv olarak 8 mcg/kg‘dan yüksek dozda kullanıldığında ilave anestezik ajan kullanımı gerektirmeksizin, doza bağlı etkin bir anestezi sağlar. Buna ek olarak, cerrahi stimuluslara karĢı sempatik ve hormonal yanıtlar da azalmaktadır. 25-50 mcg‘lık ek dozlar genellikle anestezi sırasında kardiyovasküler stabilitenin sağlanması için yeterlidir. Sufentanilin doz aĢımı sonucu solunum depresyonu, apne, bilinç düzeyinde azalma, kardiyovasküler etkiler, kas rijiditesi, miyokloni, bulantı ve kusma gözlenebilir. Doz aĢımının tedavisinde 0.4 mg veya 0.001 mg/kg intravenöz naloksan kullanılabilir. Naloksan dozlarının tekrarlanması gerekebilir. Sufentanil, kafa travması, alkol ve hipnotik ilaçların etkisi altında olan, pulmoner fonksiyonu azalmıĢ, karaciğer ve böbrek fonksiyon bozukluğu olan hastalarda dikkatle kullanılmalıdır. 64 Sık rastlanan yan etkiler; kaĢıntı, miyozis, bulantı, kusma, kan basıncında geçici azalma, bradikardi, sedasyon, idrar retansiyonudur. Nadiren solunum depresyonu, apne, kas rijiditesi, miyoklonik hareketler, allerjik reaksiyonlar (anaflaksi, bronkospazm, ürtiker) ve laringospazm görülür. Barbitüratlar, alkol, opioidler, benzodiazepinler, nöroleptikler, halojenik gazlar, hipnotik ajanlar ve diğer santral sinir sistemi depresanları opioidlerin kullanımı sırasında solunum depresyonunu artırabilir. Ġnvitro veriler, sufentanilin çoğunlukla sitokrom P450 3A4 enzimi yoluyla metabolize edildiğini ve güçlü sitokrom P450 3A4 enzimi inhibitörlerinin (ketokonazol, itrakonazol, ritonavir) sufentanil metabolizmasını inhibe edebildiğini göstermektedir. Bu, uzamıĢ ya da gecikmiĢ solunum depresyonu riskini artırabilir. Yukarıdaki ilaçların birlikte kullanımı hastaya özel dikkat gösterilmesini ve hastanın izlenmesini gerektirir; özellikle, sufentanil dozunun azaltılması gerekebilir. Bazı çalıĢmalarda MAO inhibitörlerinin opioid analjeziklerle etkileĢtikleri ve kardiyak fonksiyonu bozdukları belirtilmiĢtir. Bu nedenle, MAO inhibitörleri ile tedavi kesildikten iki hafta sonra sufentanil uygulanması önerilmektedir(84,85,86). 65 3. MATERYAL VE METOD ÇalıĢmamız ġiĢli Etfal Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi Etik Kurulunun onayı alındıktan sonra ΙΙ.Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniğinde, Mayıs 2008- Eylül 2008 tarihleri arasında gerçekleĢtirildi. 20-65 yaĢ arası ve ASA I-II ‗Elektif Ortopedik Unilateral Alt Ekstremite Cerrahisi‘ planlanan hastalar seçildi. Amid grubu lokal anesteziklere hipersensitivitesi, spinal anestezi kontrendikasyonu ve koagülasyon bozukluğu olan hastalar çalıĢma dıĢı bırakıldı..ÇalıĢmaya; meniskopati , ön çapraz bağ rüptürü , krus çift kırığı, femur deformiteleri, plato tibia kırığı olan hastalar ve diz protezi uygulamaları yapılan 90 hasta dahil edildi. Preoperatif değerlendirmemiz esnasında, tüm hastalara ameliyatları sırasında uygulanacak anestezi yöntemi ile ilgili ayrıntılı bilgi verildikten sonra yazılı onayları alındı. Ayrıca postoperatif ağrının ne olduğu ve ağrının değerlendirilmesi için uygulanacak olan Vizüel Analog Skala (VAS)‘nın nasıl sorgulanacağı açıklandı. Buna göre; VAS sisteminde 0=Hiç ağrı yok, 10=Hayal edilebilecek en kötü ağrı olarak tariflendi ve bunlar arasındaki ağrıya bir numara vermesi isteneceği anlatıldı. Prospektif, kontrollu, rastgele ve çiftkör olarak planlanan çalıĢmada, ilacı hazırlayan, uygulamayı yapan ve postoperatif dönemde VAS‘ı sorgulayan farklı anestezistti. Ameliyathaneye alınan tüm hastalara el sırtından 20 G kanül kullanılarak periferik venöz giriĢim yapılarak premedikasyon amaçlı 0.01 mg/kg iv midazolam (Dormicum®, Roche, Ġsviçre) uygulandı. Ameliyat boyunca 4 ml/kg/saat olacak Ģekilde dengeli kristalloid infüzyonu baĢlandı. Hastalar Datex Ohmeda S/5 anestezi cihazı monitörü ile monitörize edildi. Non invaziv sistolik, diyastolik, ortalama arter basınçları, kalp atım hızı, periferik oksijen satürasyonu ölçümleri yapıldı ve kaydedildi. Hastalar rastgele 3 gruba ayrıldı (n=30). Tüm hastalara opere olacak ekstremite altta kalacak Ģekilde lateral pozisyon verildi. Spinal anestezi yapılacak bölgeye steril Ģartlarda cilt temizliği yapıldı. Ġntervertebral aralık (L3-4 veya L4-5) 66 tesbit edilerek 22 G Quincke spinal iğne ile orta hattan spinal aralığa girildi. Berrak BOS akıĢı gözlendikten sonra; Grup I‘e %0.5 Hiperbarik bupivakain 2 ml. (Heavy Marcaine® - 5 mg./ml.), Grup II‘ye %0.5 Hiperbarik bupivakain 1,5 ml (5mg/ml) + Fentanil 0,5 ml. (Fentanil® - 50 mcg/ml.), Grup ΙΙΙ‘e %0.5 Hiperbarik bupivakain 1,5 ml (5mg/ml) + Sufentanil 0,5 ml. (Sufentanil® - 5 mcg/ml.) Ġntratekal verildi. Hastalar 10 dakika lateral pozisyonda bekletildikten sonra supin pozisyona çevrildi. Duyusal blok T10‘a ulaĢtığında cerrahi baĢlatıldı. Operasyon boyunca; non-invaziv olarak sistolik (SAB), diastolik (DAB) ve ortalama arter basınçları (OAB) kalp atım hızı (KAH) ve periferik oksijen satürasyonu (SpO2) 20. dakikaya kadar 5 dakika aralıklarla, 20. dakikadan sonra operasyon sonuna kadar her 10 dakikada bir değerlendirilerek kaydedildi. Duyusal blok dermatom düzeyi olarak iğne batırma yöntemi ile (pinprick testi), motor blok derecesi ise ‗‘Bromage Skalası‘‘ ile değerlendirildi. Bromage Skalası Motor bloğun derecesini değerlendirmede kullanılan skaladır. 0. Hiç paralizi yok, ayak ve dizini tam fleksiyona getirebilir. 1. Sadece dizini ve ayaklarını hareket ettirebilir, bacağını düz kaldıramaz. 2. Dizini fleksiyona getiremez, sadece ayağını oynatabilir. 3. Ayak eklemi ve baĢparmağını oynatamaz, tam paralizi vardır. Duyusal bloğun T10‘a ulaĢma süresi, maksimum duyusal blok seviyesi, maksimum duuyusal bloğa ulaĢma süresi, duyusal bloğun L1‘e gerileme süresi, 1., 5.,10., 15., 20., dakika ve cerrahi sonlandığındaki motor blok derecesi (bromage), motor bloğun sonlanma süreleri, ilk ağrı duyulan süre, diğer ekstremitede motor ve 67 duysal blok olup olmadığı, cerrahi sonrası ilk 2 saat 30 dakika arayla VAS değerleri kaydedildi. Hastalar postoperatif derlenme ünitesinde 2 saat takip edildi ve servislerine gönderildi. Servislerine alınan hastalar postoperatif VAS, ek analjezik ihtiyacı, yan etkiler (bulantı-kusma, hipotansiyon, bradikardi, kaĢıntı, titreme, solunum depresyonu, üriner retansiyon, baĢ ağrısı) açısından 1.,3.,6.,12. ve 24. saatlerde değerlendirilerek kaydedildi. Peroperatif ve postoperatif bulantı Ģikayeti olan ve kusan hastalara tek doz 10 mg IV metaklopramid uygulandı. KaĢıntı Ģikayeti olan hastalara tek doz 50 mg IV difenhidramin HCl uygulandı. Sistolik kan basıncındaki %30‘luk azalma hipotansiyon olarak kabul edildi ve IV 10 mg efedrin kullanıldı. Kalp atım hızı < 55/dak. olması bradikardi olarak kabul edildi ve 0.5 mg IV atropin ile tedavi edildi. Postoperatif VAS değeri 4 ve üzeri olan hastalara im olarak 75 mg diklofenak Na uygulandı. Ġstatiksel Analiz ÇalıĢmamızda oluĢturduğumuz üç ayrı grubun sürekli değiĢkenlere ait verilerinin ortalamaları arasındaki farkını test etmek için öncelikle normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilks Testi ile analiz edildi. Farkın belirlenmesi için tek yönlü ANOVA ve bu testin parametrik olmayan karĢılığı olan Kruskal-Wallis testleri kullanılmıĢtır. Yapılan Power analizi sonucunda; motor blok sonlanma süresi parametresi için Power: 0,80 ve alfa: 0,05 olarak belirlendiğinde tespit edilen örneklem sayısı her üç grup için 30 olarak saptandı. OluĢturulan üç grup için anlamlı bulunan farklardan sonra farkın hangi gruplardan kaynaklandığını belirlemek için post-hoc testlerden Tukey Testi ve Bonferroni düzeltmeli Mann-Witney U testi sonuçları yorumlanmıĢtır. Bu üç grubun kategorik değiĢkenle olan iliĢkisini belirlemek için Pearson Ki-kare ve Yate‘s süreklilik düzeltmesi testleri kullanılmıĢtır. 68 Çapraz tablolarda gözelerin %20 ‗den fazlasının beklenen değeri 5‘den küçük olduğu durumlarda p değerleri yorumlanamamıĢtır. Ġstatiksel analizde SPSS 15.0 paket programı kullanılmıĢtır. Bonferroni düzeltmesi yapıldığında p değerinin 0,017‘den küçük diğer analizlerde ise p değerinin 0.05‘den küçük olduğu değerler istatiksel olarak anlamlı kabul edilmiĢtir. 69 4. BULGULAR Demografik Veriler Üç grup arasında yaĢ, boy, kilo, operasyon süresi, ASA (American Society of nesthesiologist) sınıflaması yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05) (Tablo: 6). Tablo 6: Demografik Özellikler (ortalama ± SD) Grup Ι (n:30) Grup ΙΙ (n:30) YaĢ (Yıl) Boy (cm) Kilo (kg) Operasyon süresi ASA I / II Grup ΙΙΙ (n:30) p 33,13±10,04 32,00±9,56 35,23±11,36 0,552 173±9,29 173,70±7,73 172,26±10,31 0,828 73,90±8,96 78,00±11,84 78,53±12,31 0,217 102,33±34,85 105,83±35,96 98,50±28,01 0,874 30/0 30/0 29/1 - (Gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamamıĢtır. p<0.05 = anlamlıdır.) 70 Sistolik Arter Basıncının KarĢılaĢtırılması Tablo 7 : Sistolik Arter Basıncı Düzeyinin Gruplar Ġçinde Dağılımı (Ortalama ± SD, p) SAB Grup 1 Grup 2 Grup 3 P tümü P (1-2) P (1-3) P (2-3) Spinal öncesi 125,5±11,8 126,6±20,7 125,2±14,5 - - - - SS 1. dk 114,1±14,8 115,7±20,1 117,2±12,3 - - - - SS 3. dk 111,5±13,7 112,2±16,5 113,9±14,3 - - - - SS 5.dk 109,6±11,4 110,7±16,6 114,1±13,7 - - - - SS 10. dk 111,6±13,7 115,1±17,8 115,8±15,2 - - - - SS 15. dk 112,6±13,3 122,5±17,2 122,0±15,2 0,022* 0,38 0,5 0,99 SS 20. dk 115,6±13,1 122,2±15,2 124,0±13,1 - - - - SS 30. dk 114,9±11,7 121,8±16,1 125,1±13,3 0,03** 0,19 0,007** 0,22 SS 40. dk 117,7±11,5 121,1±14,3 123,3±12,2 - - - - SS 50. dk 116,6±12,4 120,3±12,5 122,5±15,1 - - - - SS 60. dk 116,4±13,6 115±13,7 120,6±16,1 - - - - SS 70. dk 117,4±12,8 118,2±11,1 120,0±14,1 - - - - SS 80. dk 118,7±13,9 122,6±14,5 121,7±15,4 - - - - SS 90. dk 121,9±13,8 122,5±14,3 121,5±15,5 - - - - SS 120. dk 121,7±12,5 122,2±13,4 121,1±16,2 - - - - SS 150. dk 127,8±15,2 119,6±15,7 118,4±13,7 - - - - SS 180. dk 126,3±14,0 121,4±15,7 117,3±11,8 0,033** 0,11 0,009** 0,37 * Spinal öncesi ölçümüne göre üç grup farkı istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) ** Spinal öncesi ölçümüne göre üç grup farkı ve grup1-3 istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) (p<0,017), SS: Spinal sonrası 71 Grafik 1: Sistolik Arter Basıncı Düzeyinin Gruplar Ġçinde Grafiksel Dağılımı Grup 1 Grup 2 Grup 3 0. da k 1. ika da k 3. ika da k 5. ika da 10 kik .d a a 15 kik .d a a 20 kik .d a a 30 kik .d a ak 40 ik a da k 50 ika da k 60 ika da k 70 ika da k 80 ika da k 90 ika da 12 kik 0d a a 15 kik 0d a a 18 kik 0d a ak ik a 130 125 120 115 110 105 100 Gruplar arası karĢılaĢtırmada; intratekal enjeksiyonu takiben 180 dakika boyunca eĢ zamanlarda ölçülen SAB değerlerinde 15, 30 ve 180. dakikalarda istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuĢtur (p<0,05). Grup I‘de ki hastalarda intratekal enjeksiyon uygulaması sonrası 1,3,5. dk, 10. dakikalarda ölçülen SAB değerleri preoperatif değerlerle karĢılaĢtırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmazken (p>0.05); 15., 30. ve 180. dakikalarda yapılan ölçümlerde preoperatif değerlere göre Grup ΙΙΙ‘e oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede düĢme saptandı (p<0.017). Grup II‘de ki hastalarda intratekal enjeksiyon uygulaması sonrası 15. ,30 ve180. dakikalarda ölçülen SAB değerleri preoperatif değerlerle karĢılaĢtırıldığında diğer gruplarla aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmasına rağmen (p<0.05); eĢ zamanlı yapılan ölçümlerde preoperatif değerlere göre Grup I ve Grup III ile aralarında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık saptanmamıĢtır (p>0.017). Grup III‘de ki hastalarda intratekal enjeksiyon uygulaması sonrası 1, 3, 5, 10. dakikalarda ölçülen SAB değerleri preoperatif değerlerle karĢılaĢtırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmazken (p>0.05); 15., 30. ve 180. dakikalarda yapılan ölçümlerde preoperatif değerlere göre Grup I ile aralarında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık saptandı (p<0.017). 72 Diastolik Arter Basıncının KarĢılaĢtırılması Tablo 8:Diastolik Arter Basıncı Düzeyinin Gruplar Ġçinde Dağılımı (Ortalama ± SD) Grup3 P tümü DAB Grup1 Grup2 Spinal öncesi 75,7±13,1 76,1±12,1 73,9±13,7 SS 1. dk 67,8±11,6 69,1±14,8 68,7±11,8 SS 3. dk 65,1±11,8 65,5±13,7 66,8±12,3 SS 5. dk 64,3±11,0 63,8±12,9 64,7±12,6 SS 10. dk 65,3±11,3 66,9±12,9 68,4±12,0 SS 15. dk 66,3±11,3 71,9±13,0 73,0±13,6 SS 20. dk 65,5±9,6 69,4±10,2 73,6±10,7 0,011* SS 30. dk SS 40. dk 65,0±9,4 69,2±11,7 71,6±10,0 66,7±8,3 67,4±11,1 70,7±10,6 SS 50. dk 67,5±8,9 68,7±10,4 70,3±11,1 SS 60. dk 69,4±9,5 67,9±11,8 71,7±11,5 SS 70. dk 69,3±10,8 68,9±11,4 71,3±9,6 SS 80. dk 69,6±10,2 66,8±11,4 72,610,4 SS 90. dk 70,3±9,9 68,4±11,9 72,2±11,2 SS 120. dk 71,7±9,8 72,0±12,9 73,6±11,2 SS 150. dk 74,5±9,9 79,0±14,7 71,6±11,3 SS 180. dk 74,3±10,7 72,4±14,8 68,3±10,5 P (1-2) P (1-3) P (2-3) 0,03 0,008* 0,25 * Spinal öncesi ölçüme göre üç grup farkı ve grup1-3 istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) (p<0,017), SS: Spinal sonrası 73 Grafik 2: Diastolik Arter Basıncı Düzeyinin Gruplar Ġçinde Grafiksel Dağılımı 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Grup1 Grup2 0. d ak 1. ika da k 3. ika da k 5. ika da 10 kika .d a 15 kik .d a a 20 kik .d a a 30 kika .d a 40 kik .d a a 50 kik .d a a 60 kik .d a a 70 kik .d a a 80 kik .d a a 90 kik .d a 12 aki 0. ka d 15 aki 0. ka d 18 aki 0. ka da ki ka Grup3 Gruplar arası karĢılaĢtırmada intratekal enjeksiyonu takiben sadece 20. dakikada eĢ zamanlarda ölçülen DAB değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulundu (p>0.05). Grup I‘deki hastalarda intratekal enjeksiyon uygulaması sonrası 20. dakika haricinde ölçülen DAB değerleri preoperatif değerlerle karĢılaĢtırıldığında Grup ΙΙ ve Grup ΙΙΙ ile aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmazken (p>0.05); 20.dakika da yapılan ölçümlerde preoperatif değerlere göre istatiksel olarak anlamlı olup (p<0.05), Grup ΙΙΙ ile aralarında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık saptandı (p<0.017). 74 Ortalama Arter Basıncının KarĢılaĢtırılması Tablo 9:Ortalama Arter Basıncı Düzeyinin Gruplar Ġçinde Dağılımı (Ortalama ± SD) OAB Grup1 Grup2 Grup3 Spinal öncesi 93,3±12,2 94,2±17,6 93,5±13,2 SS 1. dk 87,1±13,7 86,5±16,5 87,5±11,6 SS 3. dk 82,2±13,7 83,4±15,6 85,0±12,7 SS 5. dk 80,6±11,0 82,1±15,4 84,0±12,4 SS 10. dk 83,6±12,6 84,7±15,8 86,7±12,8 SS 15. dk 83,5±12,5 90,7±13,3 SS 20. dk 82,5±10,5 SS 30. dk P tümü P (1-2) P (1-3) P (2-3) 91,2±13,4 0,029* 0,025 0,019 0,86 88,5±11,3 92,7±10,0 0,002** 0,077 0,001** 0,29 83,1±10,5 85,6±16,0 91,1±10,5 0,049* 0,68 0,042 0,23 SS 40. dk 82,9±10,4 85,8±13,7 90,9±10,6 0,032* 0,59 0,026 0,22 SS 50. dk 85,0±11,2 86,6±12,5 91,3±11,9 SS 60. dk 85,7±11,3 85,5±13,4 88,9±11,9 SS 70. dk 86,2±11,7 87,7±12,2 90,6±12,8 SS 80. dk 87,2±10,6 86,7±10,2 91,3±13,6 SS 90. dk 89,4±11,0 88,4±13,4 91,7±13,3 SS 120. dk 90,6±11,6 92,1±11,7 92,5±13,6 SS 150. dk 111,5±12,4 88,6±14,2 89,6±11,6 SS 180. dk 90,7±16,5 90,6±14,4 87,6±10,8 * Spinal öncesi ölçümüne göre üç grup farkı istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) ** Spinal öncesi ölçümüne göre üç grup farkı ve grup1-3 istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) (p<0,017), SS: Spinal sonrası 75 Grafik 3: Ortalama Arter Basıncı Düzeyinin Gruplar Ġçinde Grafiksel Dağılımı 120 100 80 60 40 20 0 Grup 1 Grup 2 0. d ak i 1. ka da ki 3. ka da ki 5. ka da k 10 ika .d ak 15 ika .d ak 20 ika .d ak 30 ika .d ak 40 ika .d ak 50 ika .d ak 60 ika .d ak 70 ika .d ak 80 ika .d ak 90 ika .d a 12 kik 0. a da 15 kik 0. a da 18 kik 0. a da ki ka Grup 3 Gruplar arası karĢılaĢtırmada; intratekal enjeksiyonu takiben 180 dakika boyunca eĢ zamanlarda ölçülen OAB değerlerinde 15, 20, 30, ve 40. dakikalarda üç grup arası istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuĢtur (p<0,05). Grup I‘deki hastalarda intratekal enjeksiyon uygulaması sonrası 15, 20, 30, ve 40. dakikalarda ölçülen OAB değerleri preoperatif değerlerle karĢılaĢtırıldığında diğer gruplarla aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıĢtır (p>0.05). 15, 30, ve 40 dakikalarda yapılan post-hoc testlerde anlamlı sonuç izlenmezken preoperatif değerlere göre 20. dakikada Grup Ι ve Grup ΙΙΙ için yapılan post-hoc test de istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık saptanmıĢtır (p<0.017). 76 Kalp Atım Hızının KarĢılaĢtırılması Tablo 10: Kalp Tepe Atım Düzeylerinin Gruplar Ġçinde Dağılımı (Ortalama ± SD) KTA Grup1 Grup2 Grup3 Spinal öncesi 83,3±14,7 83,2±16,5 79,1±14,0 78,5±15,5 78,6±14,3 77,9±15,1 78,8±15,3 77,6±15,0 78,0±16,6 76,2±14,5 76,2±15,8 76,6±15,4 73,2±15,7 74,1±14,8 68,7±14,5 71,4±12,9 SS 40. dk 76,9±12, 4 73,8±10, 4 74,7±12, 0 70,7±12, 3 68,9±12, 4 68,6±11, 9 68,0±12, 7 63,9±10, 0 62,8±9,5 65,6±12,6 69,2±14,1 SS 50. dk 64,2±9,9 65,3±11,3 68,7±12,8 SS 60. dk 63,3±9,4 66,2±11,6 69,5±13,0 SS 70. dk 64,5±10, 4 66,5±9,6 65,6±11,5 69,0±11,7 66,1±11,3 69,7±11,9 65,2±10, 2 69,0±11, 0 68,8±11, 3 70,0±12, 2 65,5±11,8 71,8±12,8 65,4±9,2 92,0±9,8 66,7±10,0 73,3±12,8 69,0±9,0 71,6±13,3 SS 1. dk SS 3. dk SS 5. dk SS 10. dk SS 15. dk SS 20. dk SS 30. dk SS 80. dk SS 90. dk 120.dakika ort±std 150.dakika ort±std 180.dakika ort±std P tümü P (1-2) P (1-3) P (2-3) 0,047* 0,021 0,054 0,79 0,023** 0,21 11 0,007** * Spinal öncesi ölçümüne göre üç grup farkı istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) ** Spinal öncesi ölçümüne göre üç grup farkı ve grup 2-3 istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) (p<0,017), SS: Spinal sonrası 77 Grafik 4: Kalp Tepe Atımı Düzeylerinin Gruplar Ġçinde Grafiksel Dağılımı 120 100 80 60 40 20 0 Grup 1 Grup 2 0. d ak 1. ika da k 3. ika da k 5. ika da 10 kik .d a a 15 kik .d a a 20 kik .d a a 30 kik .d a a 40 kik .d a a 50 kik .d a a 60 kik .d a a 70 kik .d a a 80 kik .d a a 90 kik .d a 12 aki 0. ka d 15 aki 0. ka d 18 aki 0. ka da ki ka Grup 3 Gruplar arası karĢılaĢtırmada; intratekal enjeksiyonu takiben 180 dakika boyunca eĢ zamanlarda ölçülen KTA değerlerinde 10 ve 120. dakikalarda üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuĢtur (p<0,05). Grup ΙΙ‘de ki hastalarda intratekal enjeksiyon uygulaması sonrası 10 ve 120. dakikalarda ölçülen KTA değerleri preoperatif değerlerle karĢılaĢtırıldığında diğer gruplarla aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıĢ (p<0.05); yapılan post-hoc testlerde ise sadece 10. dakikada Grup ΙΙΙ ile aralarında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık saptanmıĢtır (p<0.017). Duyusal Bloğun T10’a UlaĢma Süresi Grafik 5: Duyusal bloğun T10‘a ulaĢma süresi T10US 30 25 20 15 10 5 0 1 2 GRUP 3 (0-30): T10‘a ulaĢma süresi olup dakika olarak ifade edilmiĢtir. 78 T10‘a ulaĢma süresi yukarıdaki grafikde grupların ayrı ayrı minimum, maksimum ve ortalama dakika değerleri olarak gösterilmiĢtir. Grup Ι‘de minimum 5, maximum 23 ve ortalama 10 dakikada Grup ΙΙ‘de minimum 5, maximum 18 ve ortalama 12 dakikada Grup ΙΙΙ‘de minimum 3, maximum 30 ve ortalama 12 dakikada T10 duyusal blok seviyesine ulaĢılmıĢtır. Üç grup arasında yapılan testler istatiksel olarak anlamlı bulunamamıĢtır (p<0,05). Maksimum Duyusal Blok Seviyeleri Grafik 6: Maksimum duyusal blok seviyelerinin gruplar içinde dağılımı MDBS 10 9 8 7 6 5 4 1 2 GRUP 3 (4-10); T4-T10 duyusal blok seviyeleri Maksimum duyusal blok seviyeleri ile her üç grubun spinal blok iĢleminden sonra ilk 60 dakika boyunca belirli aralıklarla yapılan pinpirik testi ile belirlenen, hastalarda ulaĢılan maksimum duyusal blok seviyeleri ifade edilmiĢtir. Grup Ι‘de maksimum T4, minimum T10, ortalama T6seviyeleri, Grup ΙΙ‘de maksimum T4, minimum T10, ortalama T6 seviyeleri, Grup ΙΙΙ‘de maksimum T4, minimum T10, ortalama T5 seviyeleri belirlenmiĢ olup yapılan testlerde gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıĢtır. 79 Maksimum Duyusal Bloğa UlaĢma Süresi Grafik 7: Makimum duyusal bloğa ulaĢma süresi‘nin (MDBUS) gruplar içinde dağılımı MDBUS 50 45 40 35 30 25 20 15 10 5 1 2 GRUP 3 (5-50); Maksimum duyusal bloğa ulaĢma süresinin dakika olarak ifadesisir. Makimum duyusal bloğa ulaĢma süresi yukarıdaki grafikde grupların ayrı ayrı minimum, maksimum ve ortalama dakika değerleri olarak gösterilmiĢtir. Grup Ι‘de minimum 8, maximum 25 ve ortalama 17 dakikada Grup ΙΙ‘de minimum 10, maximum 30 ve ortalama 21 dakikada Grup ΙΙΙ‘de minimum 6, maximum 50 ve ortalama 27 dakikada maximum duyusal bloğa ulaĢılmıĢtır. Üç grup arasında yapılan testler istatiksel olarak anlamlı bulunmuĢtur (p=0,000 p<0,05). Yapılan post-hoc testlerde Grup Ι- ΙΙ , Grup Ι- ΙΙΙ ve Grup ΙΙ- ΙΙΙ arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuĢtur (p<0,017). p(Grup Ι-ΙΙ): 0,000, p(Grup Ι- ΙΙΙ): 0,000, p(Grup ΙΙ - ΙΙΙ): 0,001 80 Motor Blok Dereceleri Grafik 8: Motor blok derecelerinin gruplar içinde dağılımı 3 Grup 1 2 Grup 2 1 Grup 3 po st op e ra ti f ki ka 20 .d a ki ka 15 .d a ki ka 10 .d a ak ik a 5. d 1. d ak ik a 0 (0-3): Bromage derecelerini ifade eder. Tablo 11: Ġlk 20 dakika ve postoperatif bromage derecelerinin sayısal karĢılaĢtırması (n:30) Bromge derecelerinde gözlenen hasta sayıları 1.dakika bromage 5.dakika bromage 10. dakika bromage 15. dakika bromage B0 B1 B0 B1 B2 B3 B0 Grup Ι 28 2 1 15 9 5 GrupΙΙ 28 2 4 20 6 GrupΙΙΙ 30 13 15 2 B0 3 B1 B2 B3 2 10 18 7 20 3 17 10 3 B1 B2 B3 20. dakika bromage postoperatif bromage B0 B0 B1 B2 B3 2 28 1 2 13 15 10 20 8 19 2 1 29 27 2 B1 B2 B3 3 6 21 10 9 11 9 19 (B: bromage örn: B0, bromage 0 derecesi) Gruplar arasında yapılan incelemelerde sayısal olarak anlamlı farklılıklar olmasına rağmen yapılan testlerde istatiksel olarak bromage kriterleri yorumlanamamıĢtır. Grafikte görüldüğü üzere Grup Ι; maksimum bromage derecesi 3 olarak gözlenmiĢ ve bu dereceye 10. dakikada ulaĢmıĢtır. Postoperatif değerlendirmede de bromage 3 olarak izlenmiĢtir. 81 Grup ΙΙ; maksimum bromage derecesi 3 olarak gözlenmiĢ ve bu dereceye 15. dakikada ulaĢmıĢtır. Postoperatif değerlendirmede ise bromage derecesinde düĢme gözlenmiĢtir (bromage 2). Grup ΙΙΙ; maksimum bromage derecesi 2 olarak gözlenmiĢ ve bu dereceye 15. dakikada ulaĢmıĢtır. Postoperatif değerlendirmede ise bromage derecesinde düĢme gözlenmemiĢtir (bromage 2). Grup ΙΙΙ‘de dikkat edilmesi gereken bir nokta ise 2 hastada hiç motor blok geliĢmediğidir. Gruplar arasında bromage derecelendirme farklılıklarının daha anlamlı değerlendirilmesi için grupların ortalama operasyon sürelerine ve operasyon süreleri arasındaki farklılıklara bakmak gerekmektedir. Grup Ι; 90, Grup ΙΙ; 105, Grup ΙΙΙ; 107 dakika ortalama operasyon süreleri olup aralarında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunamamıĢtır (p>0,05). Duyusal Bloğun L1’e Gerileme Süreleri Grafik 9: Duyusal bloğun L1‘e gerileme süresinin gruplar içinde dağılımı DBL1GS 240 220 200 180 160 140 120 100 80 60 1 2 GRUP 3 (60-240): Duyusal bloğun L1‘e gerileme sürelerinin dakika olarak ifadesidir. 82 Duyusal bloğun L1‘e gerileme süreleri yukarıdaki garfikte grupların ayrı ayrı minimum, ortalama ve maksimum değerleri Ģeklinde ifade edilmiĢtir. Grup Ι‘de minimum 60, maximum 185 ve ortalama 120 dakika Grup ΙΙ‘de minimum 85, maximum 240 ve ortalama 167 dakika Grup ΙΙΙ‘de minimum 115, maximum 240 ve ortalama 180 dakika duyusal bloğun L1‘E gerileme süresi olarak gözlenmiĢtir. Üç grup arasında yapılan testler istatiksel olarak anlamlı bulunmuĢtur (p=0,000 p<0,05). Yapılan post-hoc testlerde Grup Ι- ΙΙ ve Grup Ι- ΙΙΙ arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuĢtur (p<0,017). Ancak Grup ΙΙ- ΙΙΙ arasında anlamlı farklılık bulunamamıĢtır. Yani Grup Ι; ΙΙ ve ΙΙΙ‘den farklıdır. p(Grup Ι-ΙΙ): 0,000, p(Grup Ι- ΙΙΙ): 0,000, p(Grup ΙΙ - ΙΙΙ): 0,498 Motor Bloğun Sonlanma Süresi Grafik 10: Motor blok sonlanma sürelerinin gruplar içinde dağılımı MBSS 250 200 150 100 50 0 1 2 GRUP 3 (0-250): Motor bloğun sonlanma süresi dakika olarak ifade edilmiĢtir. Motor bloğun sonlanma süreleri yukarıdaki garfikte grupların ayrı ayrı minimum, ortalama ve maksimum değerleri Ģeklinde ifade edilmiĢtir. Grup Ι‘de minimum 100, maximum 240 ve ortalama 160 dakika Grup ΙΙ‘de minimum 100, maximum 220 ve ortalama 162 dakika 83 Grup ΙΙΙ‘de minimum 125, maximum 205 ve ortalama 165 dakika motor bloğun sonlanma süresi olarak gözlenmiĢtir. Grup ΙΙΙ‘de dikkat edilmesi gereken bir nokta ise grafikte de görüldüğü gibi 2 hastada hiç motor blok geliĢmediğidir. Üç grup arasında yapılan testler istatiksel olarak anlamlı bulunamamıĢtır (p=0,712 p>0,05). Ġlk Analjezi Ġhtiyacı Duyulan Süre Grafik 11: Ġlk analjezi ihtiyacı duyulan sürenin gruplar içinde dağılımı IADS 700 600 500 400 300 200 100 1 2 GRUP 3 (100-700): Ġlk ağrı duyulan sürenin ( IADS: operasyon bitimini takiben ilk analjezi ihtiyacı duyulan süre) dakika olarak ifadesidir. Grup Ι‘de minimum 110, maximum 300 ve ortalama 200 dakika Grup ΙΙ‘de minimum 210, maximum 540 ve ortalama 300 dakika Grup ΙΙΙ‘de minimum 240, maximum 650 ve ortalama 420 dakika sonra postop ilk analjezi ihtiyacı duyulmuĢtur. Üç grup arasında yapılan ANOVA testler istatiksel olarak anlamlı bulunmuĢtur (p=0,000 p<0,05). Yapılan post-hoc testlerde Grup Ι- ΙΙ, Grup Ι- ΙΙΙ ve Grup ΙΙ- ΙΙΙ arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuĢtur (p<0,017). Yani her üç grup birbirinden farklıdır. (Grup Ι-ΙΙ): 0,000, p(Grup Ι- ΙΙΙ): 0,000, p(Grup ΙΙ - ΙΙΙ): 0,000 84 Postoperatif VAS Değerleri Tablo 11: Vizüel analog skala (VAS) Ağrı yoğunluk skalası (VAS) O = Ağrı yok →→→→→→→→→→→→10 = Hayal edilebilecek en kötü ağrı Grafik 12: Postoperatif VAS değerlerinin ilk 120 dakikada gruplar içinde dağılımı 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 Grup 1 Grup2 Grup3 VAS 0.dakika VAS 30.dakika VAS 60.dakika VAS 90.dakika VAS 120.dakika (0-10): Vizüel Analog Skala(VAS) ağrı dercelendirme birimidir. Grafikte operasyon sonrası 0. dakikadan itibaren 30 dakika aralıklarla ölçülen ortalama VAS değerleri gösterilmiĢtir. Gruplar arasında VAS derecelendirme farklılıklarının daha anlamlı değerlendirilmesi için grupların ortalama operasyon sürelerine ve operasyon süreleri arasındaki farklılıklara bakmak gerekmektedir. Grup Ι; 90, Grup ΙΙ; 105, Grup ΙΙΙ; 107 dakika ortalama operasyon süreleri olup aralarında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunamamıĢtır (p>0,05). Grafik 13: Postoperatif VAS değerlerinin 2,3,6,12. saatlerde gruplar içinde dağılımı 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 Grup 1 Grup 2 Grup 3 VAS 2.saat VAS 3.saat VAS 6.saat VAS 12.saat (0-10): Vizüel Analog Skala(VAS) ağrı dercelendirme birimidir. 85 Grafikte operasyon bitiminden sonra 2., 3., 6. ve 12. saatlerde ölçülen ortalama VAS değerleri gösterilmiĢtir. Postoperatif VAS değeri 4 ve üzeri olan hastaların ek analjezi ihtiyacı olduğuna karar verilerek IM olarak 75 mg Diklofenak Na uygulanmıĢtır. Grup Ι‘de ek analjzi ihtiyacı duyulan süre ortalama 200 dakikadır. Postoperatif ortalama 200 dakika sonra ek analjezik uygulanan Grup Ι‘de hastaların VAS değerlerinin yükselme eğimi durmuĢ ancak yeterli analjezi sağlanamamıĢtır. Grup ΙΙ‘de ek analjezi ihtiyacı duyulan süre ortalama 300 dakikadır. Postoperatif ortalama 300 dakika sonra ek analjezik uygulanan Grup ΙΙ‘de hastaların VAS değerlerinin yükselme eğimi durmuĢ ve düĢük düzeyde analjezi sağlanmıĢtır. Grup ΙII‘de ek analjezi ihtiyacı duyulan süre ortalama 420 dakikadır. Postoperatif ortalama 420 dakika sonra ek analjezik uygulanan Grup ΙII‘de hastaların VAS değerlerinin yükselme eğimi durmuĢ ve tam analjezi sağlanmıĢtır. Tablo 12: Postoperatif VAS değerlerinin eĢ zamanlı ölçümlerdeki ‗p‘ değerleri p VAS p p 1-2 p 1-3 p 2-3 p VAS 0. dakika 1,000 p VAS 30. dakika 0,368 p VAS 60. dakika 0,003* 0,021 0,005** 0,317 p VAS 90. dakika 0,002* 0,128 0,001** 0,011** p VAS 2. saat 0,000* 0,006** 0,000** 0,005** p VAS 3. saat 0,000* 0,215 0,000** 0,011** p VAS 6. saat 0,002* 0,351 0,001** 0,012** p VAS 12. saat 0,000* 0,000** 0,000** 0,000** * Postoperatif 0. dk ölçümüne göre üç grup farkı istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) ** Postoperatif 0. dk ölçümüne göre üç grup farkı ve ikiĢerli grup farkı istatiksel olarak anlamlı (p<0,05) (p<0,017) 86 Yan Etkiler-Ek Ġlaç Kullanımının KarĢılaĢtırılması Tablo 13: Postoperatif Yan Etkilerin Gruplar Ġçinde Dağılımı (hasta sayısı olarak) Grup 1 (n=30) Grup 2 (n=30) Grup 3 (n=30) Yan Etkiler 2. saat 3. saat 6. saat 12. saat 2. Saat 3. saat 6. saat 12. saat 2. saat 3. saat 6. saat 12. saat Bulantı-kusma 4 1 - - - - - - - - - - Hipotansiyon 2 - - - - - - - - - - - Bradikardi - - - - - - - - - - - - KaĢıntı - - - - 4 - - - 3 - - - Titreme - - - - 4 - - - 3 - - - Solunum depresyonu Üriner retansiyon - - - - - - - - - - - - 2 1 1 - - - - - - - - - BaĢ ağrısı 1 - - - 1 - - - - - - - Grafik 14: Yan etkilerin gruplar içinde dağılımı (hasta sayısı olarak) 5 4 Grup 1 3 Grup 2 2 Grup 3 1 0 Bulantıkusma Kaşıntı Üriner retansiyon (0-5: Hasta sayısı) Grup I‘de 5 hastada bulantı-kusma görülürken, Grup II ve Grup III‘de hiçbir hastada bulantı-kusma görülmedi. Ġstatistiksel olarak değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Bulantı ve kusma tedavisi amacıyla 10 mg. metoklopramid HCL intravenöz uygulandı. 87 Grup I‘de 2 hastada hipotansiyon görülürken, Grup II ve Grup III‘de hiçbir hastada hipotansiyon görülmedi. Ġstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Hipotansiyon tedavisi amacıyla hidrasyon uygulanmıĢtır. Grup I‘de postoperatif 2.saatte 2, 3. saatte 1, 6.saatte 1 hastada üriner retansiyon görülürken, Grup II ve Grup III‘de hiçbir hastada üriner retansiyon görülmedi. Ġstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Üriner retansiyon nedeniyle hastalara 1 kez geçici süreli foley sonda uygulanmıĢtır. Grup I ve Grup II‘de 2. saatte 1‘er hastada baĢ ağrısı görülürken Grup III de hiçbir hastada baĢağrısı görülmedi. Ġstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). BaĢ ağrısı tedavisi amacıyla bol hidrasyon yapılmıĢtır. Grup II‘de 2. saatte 4 hastada, Grup III‘de 2.satte 3 hastada kaĢıntı ve titreme görülürken, Grup I‘de hiçbir hastada kaĢıntı ve titreme görülmedi. Ġstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı(p>0.05). Her üç grupta da bradikardi ve solunum depresyonu görülmedi. 88 5. TARTIġMA Spinal anestezi uygulamasında kullanılacak lokal anesteziğin seçimi pek çok faktöre bağlıdır. Ġyi bir lokal anestezik, ameliyat süresince etkili anestezi ve analjezi sağlamalı, ameliyat sonrası dönemde de analjezik etkisi devam etmelidir. Uzun etki süresi ve güçlü bir lokal anestezik olması nedeniyle yıllardır yaygın olarak kullanılan bupivakainin kardiyovasküler sistem ve SSS‘i üzerinde yan etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle bupivakainin daha düĢük dozlarda kullanımının yüksek dozlarda kullanımına benzer etkinlik sağlanabilmesi için opioidlerle birlikte kullanımı söz konusu olmuĢtur (87,88). Ortopedik alt ekstremite cerrahisinin kaçınılmaz yaygınlığı ve sıklığı nedeni ile en ideal anestezik yönteme ulaĢabilmek için çalıĢmalar artmıĢtır. Genel anestezi yerini rejyonel anesteziye bırakırken sinir bloklarının kullanımı da artmaya baĢlamıĢtır. Cerrahi için sinir blokları uygulandığında, daha yüksek miktarda lokal anestezik kullanılması, hastalar tarafından uzun süreli parestezi hissedilmesi ve cerrahi sahanın çoğu zaman planlanan sahanın dıĢına taĢması bu yöntemin kullanılmasını kısıtlamaktadır. Hemodinamik stabilite, çok düĢük dozlarda hiperbarik solüsyonlar kullanılabilmesi, uygulama kolaylığı, diğer ekstremitede motor blok olmaması ve postoperatif erken dönem analjezi sağlanması nedeniyle tek taraflı ortopedik alt ekstremite cerrahisinde tek taraflı spinal anestezi yönteminin kullanımı yaygınlaĢmıĢtır (96). Esmaoğlu ve arkadaĢları (89) alt ekstremite ameliyatlarında tek taraflı spinal anestezi yöntemini kullandıkları çalıĢmalarında; diz üstü giriĢimlerde 10 mg hiperbarik bupivakain, diz altı giriĢimlerde ise 7.5 mg hiperbarik bupivakain kullanılmasının yeterli olduğunu bildirdiler. Asehnoune ve arkadaĢları (90) çalıĢmalarında; 10 mg ve altındaki bupivakain dozlarının duyusal ve motor blok özellikleri, hemodinami, yan etkiler ve hastanede kalıĢ süresi açısından olumlu olduğunu, bupivakainin yan etkilerini azaltmak için sufentanil eklenmesinin yararlı olduğunu bildirdiler. 89 1990 yılında Ready ve Chadwick‘in (105) yaptığı calıĢmalarda lokal anesteziklerin epidural olarak verilmesiyle somotomotor ve sempatik fonksiyonlar etkilenmeden analjezi sağlanırken, intraspinal verilen opioidlerle postoperatif refleks yanıtın oldukça azaldığını göstermiĢlerdir. Böylece hastaların hemodinamisi stabil kalır. Çoğu hastada tek doz intraspinal opioid verilmesiyle 24 saat veya daha uzun süreyle analjezi sağlanmaktadır. Opioidlerin spinal olarak uygulanmasının en büyük avantajı motor blok ve belirgin merkezi sinir sistemi depresyonu yapmadan güçlü postoperatif analjezi sağlamasıdır. (98,99,100,101,102,103) 1992‘de Comann ve arkadaĢlarının (104) yaptığı çalıĢmada morfin, fentanil ve sufentanil‘in intratekal uygulaması, epidural ve intravenöz yola göre daha potent analjezi sağlamıĢtır. Hiperbarik bupivakain, fentanil gibi lipofilik ajanların eklenmesi hem etki baĢlama süresini hızlandırmakta, hem de intraoperatif dönemde analjezi kalitesini arttırmaktadır. Biz de çalıĢmamızda, Grup I‘e %0.5 Hiperbarik bupivakain 2 ml. (Heavy Marcaine® - 5 mg./ml.), Grup II‘ye %0.5 Hiperbarik bupivakain 1,5 ml (5mg/ml) + Fentanil 0,5 ml. (Fentanil® - 50 mcg/ml.), Grup ΙΙΙ‘e %0.5 Hiperbarik bupivakain 1,5 ml (5mg/ml) + Sufentanil 0,5 ml. (Sufentanil® - 5 mcg/ml.) uygulayarak 3 grup arsındaki etkileri karĢılaĢtırdık. Bizim çalıĢmamızda; Grup Ι‘de ortalama 10 dakikada, Grup ΙΙ‘de ortalama 12 dakikada, Grup ΙΙΙ‘de ortalama 12 dakikada T10 duyusal blok seviyesine ulaĢıldı. Üç grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p<0,05). Duyusal blok, sufentanil eklenmesi ile daha çabuk baĢlamasına rağmen maksimal duyusal blok düzeyi ortalama olarak her üç gruptada aynı idi. Ġstatiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Duyusal bloğun L1‘e gerileme süresi karĢılaĢtırıldığında Grup Ι‘de ortalama 120 dakika, Grup ΙΙ‘de ortalama 167 dakika, Grup ΙΙΙ‘de ortalama 180 dakika bulundu ve üç grup arasında yapılan testler istatiksel olarak anlamlı bulundu. 90 (p=0,000 p<0,05). Yapılan post-hoc testlerde Grup Ι- ΙΙ ve Grup Ι- ΙΙΙ arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık vardı (p<0,017). Ancak Grup ΙΙ- ΙΙΙ arasında anlamlı farklılık bulunamadı. Yani Grup Ι; ΙΙ ve ΙΙΙ‘den farklı idi. Braga ve arkadaĢları (91) sezaryen operasyonu geçiren olgularda intratekal yoldan 12.5 mg hiperbarik bupivakain ile hiperbarik bupivakaine eklenen farklı sufentanil (2.5 mcg, 5 mcg ve 7.5 mcg) dozlarını karĢılaĢtırdıkları çalıĢmalarında; duyusal blok baĢlangıcını sufentanil eklenen bütün gruplarda, bizim çalıĢmamızda da olduğu gibi kontrol grubuna göre önemli derecede kısa buldular. Maksimal duyusal blok seviyesi ve motor blok açısından fark olmadığını bildirdiler. Ancak bizim çalıĢmamızda motor blok dreceleri arasında anlamlı farklılıklar gözlendi. Olofsson ve arkadaĢları (92) kalça cerrahisi uygulanacak yaĢlı olgularda, intratekal olarak verilen 15 mg hiperbarik bupivakain ile 7.5 mg hiperbarik bupivakaine eklenen 5 mcg sufentanili karĢılaĢtırdıkları çalıĢmalarında; sadece bupivakain verilen hasta grubunda daha derin ve uzun süreli motor blok görüldüğünü bildirdiler. Literatür araĢtırmalarımız sonucunda, bupivakaine sufentanil eklenmesi ile motor blok oluĢma sıklığının da azaldığını gördük. Motor blok oluĢmaması nedeniyle özellikle doğum eyleminde tercih edildiğini gördük. Bizim çalıĢmamızda sufentanil içeren grupta hiçbir hastada tam blok görülmedi. Ġlk 20 dakika ve cerrahi sonlandığında motor blok derecesi bakımından yapılan değerlendirmede; sufentanil içeren grupta değerler sayısal olarak anlamlı derecede düĢük bulundu. Fentanil içeren grupta ise tam blok görülmesine rağmen tam blok görülme sıklığı sayısal olarak tek baĢına bupivakain içeren gruptan az, sufentanil içeren gruptan ise daha fazla idi. Ancak Gruplar arasında yapılan incelemelerde sayısal olarak anlamlı farklılıklar olmasına rağmen yapılan testlerde istatiksel olarak bromage kriterleri yorumlanamamıĢtır. Dikkat edilmesi gereken bir nokta ise sufentanil içeren grupta 2 hastada hiç motor blok geliĢmediğidir. 91 Asehnoune ve arkadaĢları (90) spinal anestezi altında elektif üroloji, alt abdomen ve alt ekstremite operasyonuna alınan hastalar üzerinde yaptıkları çalıĢmada; 5 mcg sufentanil ile birlikte bir gruba 7.5 mg bupivakain, diğer gruba ise 12.5 mg bupivakain verdiler. Spinal anestezinin 2.,10., 30. dakikalarında kalp debisi ve kalp atım hızı ölçüldüğünde; yüksek doz bupivakain kullanılan grupta kalp debisi, sistemik arter basıncı ve kalp atım hızını anlamlı derecede düĢük buldular. DüĢük doz bupivakain kullanımı ile daha iyi hemodinamik stabilite sağlandığını bildirdiler. Riley ve arkadaĢları (93) çalıĢmalarında; intratekal olarak verilen 10 mcg sufentanilin, kalp atım hızı ve kan basıncında değiĢikliğe yol açmadığını gösterdiler. Olofsson ve arkadaĢları (92) yaĢlı hastalarda, intratekal sufentanil eklenen grupta vazopresör ihtiyacının azaldığını ve kalp hızınının ise her iki grupta da benzer bulunduğunu bildirdiler. Bizim çalıĢmamızda; grup I, grup II ve grup ΙΙΙ‘de hemodinamik parametrelerin grup içi karĢılaĢtırmalarında, sistemik arter basınçları ve kalp atım hızında spinal anestezi sonrasında istatistiksel olarak anlamlı düĢme saptandı. Tek baĢına bupivakain uygulanan grupta 5, fentanil eklenen grupta 2 hastaya bradikardi nedeniyle iv 0.5 mg atropin ile müdahale edildi. Bradikardi açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Sufentanil eklenen grupta hiçbir hastada bradikardi saptanmadı. Gruplar arası karĢılaĢtırmada; intratekal enjeksiyonu takiben 180 dakika boyunca eĢ zamanlarda ölçülen kalp tepe atımı değerlerinde 10 ve 120. dakikalarda üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuĢtur (p<0,05). ÇalıĢmamızda hipotansiyon nedeniyle ise tek baĢına bupivakain uygulanan grupta 6, fentanil eklenen grupta 2 hastaya IV 10 mg efedrin uygulandı. Sufentanil eklenen grupta hipotansiyon görülmedi. Gruplar arası karĢılaĢtırmalarda ise; intratekal enjeksiyonu takiben 180 dakika boyunca eĢ zamanlarda ölçülen sistolik arter basıncı değerlerinde 15, 30 ve 180. dakikalarda istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuĢtur (p<0,05). Tek baĢına bupivakain uygulanan gruptaki hastalarda intratekal enjeksiyon uygulaması sonrası eĢ zamanlı yapılan ölçümlerde preoperatif 92 değerlere göre sufentanil eklenen gruba oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede düĢme saptandı (p<0.017). Sufentanil ile fentanili karĢılaĢtıran çalıĢmalarda ise sufentanil ile daha uzun spinal analjezi süreleri bildirilmistir.(106,107) Dahlgren ve arkadaĢları sezaryen için spinal anestezide bupivakaine ilave edilen fentanil ve sufentanilin etkilerini karĢılaĢtırdıkları çalıĢmalarında sufentanil grubunda etki sürelerini fentanil grubuna göre daha uzun olarak bildirmiĢlerdir. Sufentanil ile daha uzun etki süreleri sufentanilin daha potens olmasının yanı sıra levobupivakain ile kombine kullanımının sinerjistik etkisinin neden olabilecegi bildirilmistir(107). Benzer olarak Nelson ve arkadaĢları (108) doğum analjezisinde intratekal fentanil ve sufentanilin etkilerini karĢılaĢtırdıkları çalıĢmalarında doğum analjezisi için intratekal fentanil:sufentanil için ED50 değerlerini 1:4,4 olarak belirlemiĢlerdir. Etki süresini ise sufentanil grubunda yaklaĢık % 25 daha uzun bulmuĢlardır. ÇalıĢmamızda ek analjezi istem sürelerinin tek baĢına Bupivacain uygulanan grupta ortalama 200 dakika, Fentanil grubunda ortalama 300 dakika , Sufentanil grubunda ortalama 420 dakika olduğu belirlendi.Bu verilerin literatürdeki çalıĢmalarla uyumlu olduğu gözlendi. Nelson ve arkadaĢları (108) spinal anestezide sufentanil ile fentanili karĢılaĢtıran çalıĢmalarında istatistiksel olarak yan etkilerde artıĢ saptamamıĢlardır. Opioidlerin intratekal uygulanması kaĢıntı, bulantı, kusma, solunum depresyonu gibi yan etkilere yol açabilir. Yan etkilerin sıklığı ve Ģiddeti doza bağımlı olup düĢük dozlarda çok düĢük insidansta görülürler. Opioidlerin lokal anesteziklerle kombinasyonu olumsuz yan etkileri azaltır. En sık karĢılaĢılan yan etki özellikle yüzde ve burunda görülen kaĢıntıdır. KaĢıntı, kaĢıntıya duyarlı reseptörlerden gelen uyarıların C lifleri ile spinal kordun arka boynuzuna, buradan spinotalamik yolla talamusa ve somatosensoriyal kortekse iletilmesi ile algılanır (94,95). Braga ve arkadaĢları (91); sufentanilin 7.5 mcg olarak kullanıldığı grupta, diğer gruplara göre daha fazla kaĢıntı görüldüğünü ve kaĢıntı sıklığının sufentanil dozu arttıkça fazlalaĢtığını bildirdiler. 93 Dahlgren ve arkadaĢları (97) sezaryen uygulanacak 4 grup olguya intratekal olarak 12.5 mg hiperbarik bupivakain ile aynı dozdaki hiperbarik bupivakaine 2.5 mcg, 5 mcg sufentanil ya da 10 mcg fentanil ekleyerek yaptıkları çalıĢmalarında; kaĢıntının en çok sufentanil içeren gruplarda görüldüğünü ve postoperatif dönemde tedavi gerektiren kaĢıntı sıklığının 2.5 mcg sufentanil verilen grupta %5, 5 mcg sufentanil verilen grupta ise %45 olduğunu bildirdiler. Sufentanil dozu arttıkça kaĢıntı görülme oranının da arttığını bildirdiler. Dahlgren ve arkadaĢları (97) da çalıĢmalarında; 10 mg‘ın üzerinde bupivakain kullanımı ile detrusör kas bloğu ve idrar retansiyonu riskinin arttığını bildirdiler. Bizim çalıĢmamızda postoperatif belirli aralıklarla hastaların yan etki profilleri sorgulandı. Tek baĢına bupivakain uygulanan grupta 5 hastada bulantıkusma görülürken, fentanil eklenen grupta ve sufentanil eklenen grupta hiçbir hastada bulantı-kusma görülmedi. Ġstatistiksel olarak değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Tek baĢına bupivakain uygulanan 2 hastada hipotansiyon görülürken, fentanil eklenen grupta ve sufentanil eklenen grupta hiçbir hastada hipotansiyon görülmedi. Ġstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Tek baĢına bupivakain uygulanan toplam 4 hastada üriner retansiyon görülürken, fentanil eklenen grupta ve sufentanil eklenen grupta hiçbir hastada üriner retansiyon görülmedi. Ġstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Tek baĢına bupivakain uygulanan grupta ve fentanil eklenen grupta 1‘er hastada baĢ ağrısı görülürken sufentanil eklenen grupta hiçbir hastada baĢağrısı görülmedi. Ġstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). fentanil eklenen grupta 4 hastada, sufentanil eklenen grupta 3 hastada kaĢıntı ve titreme görülürken, tek baĢına bupivakain uygulanan grupta hiçbir hastada kaĢıntı ve titreme görülmedi. Ġstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamadı(p>0.05). Her üç grupta da bradikardi ve solunum depresyonu görülmedi. 94 6. SONUÇ Ġntratekal olarak kullandığımız 10 mg hiperbarik bupivakain ile 7,5 mg hiperbarik bupivakaine eklenen 25 mcg. fentanil veya 2.5 mcg sufentanilin etkilerini araĢtırdığımız çalıĢmamızda, opioid eklenmesi ile duyusal blok baĢlangıcının daha hızlı, motor blok derecesinin daha düĢük olduğunu gözlemledik. Ancak sufentanil içeren grupta diğer gruplara oranla daha uzun süre postoperatif analjezi sağlandığını, daha az analjezik ihtiyacı olduğu ve daha az motor blok geliĢtiğini gözledik. Hemodinamik yönden stabilite sağlanması, peroperatif dönemdeki yan etkilerin daha az olması, postoperatif dönemde daha uzun analjezik etki ve motor blok etkisinin daha erken ortadan kalkması nedeniyle ortopedik alt ekstremite cerrahisinde tek taraflı spinal anestezide bupivakain+sufentanil kombinasyonunun, ancak yapılacak operasyonda motor blok isteniyor ise kombinasyonunun daha uygun bir tercih olacağı kanısına vardık. bupivakain+fentanil 95 7. ÖZET Ortopedik alt ekstremite operasyonlarında uygulanan unilateral spinal anestezide düĢük doz hiperbarik bupivakaine eklenen fentanil veya sufentanil kullanımı ile yüksek doz hiperbarik bupivakainin etkinliğini karĢılaĢtırmayı amaçladık. 20-60 yaĢ ASA I toplam 90 hasta Grup Ι: hiperbarik bupivakain 10mg., Grup ΙΙ: hiperbarik bupivakain 7,5mg. + fentanil 25 mcg, Grup ΙΙΙ: hiperbarik bupivakain 7,5 mg,+ 2,5 mcg. Sufentanil olacak Ģekilde rastgele 3 gruba ayrıldı. Premedikasyon uygulanan hastalar operasyon yapılacak ekstremite altta kalacak Ģekilde yan yatırıldı. L3-4 aralıktan girilerek 2 ml. çalıĢma ilacı intratekal aralığa uygulandı ve 10 dakika yan pozisyonda bekletilen hastalar supin pozisyona getirilerek duyusal blok seviyesi T10‘a ulaĢtığında cerrahi operasyona izin verildi. Grup Ι‘de Grup ΙΙ ve Grup ΙΙΙ‘e oranla daha unstabil bir hemodinami ve hipotansiyon gözlendi. Grup ΙΙ ve ΙΙΙ de analjezi kalitesinin ve süresinin arttığı, kaĢıntı ve titreme olduğu gözlendi. Grup ΙΙΙ‘de Grup ΙΙ ve Grup Ι‘e oranla daha az motor blok gözlendi ve çok daha uzun süre postoperatif analjezi sağlandı. Tek taraflı spinal anestezide opioid kullanımının daha stabil hemodinami, daha kaliteli ve uzun süren analjezi sağlaması yanında sufentanil eklenen grupda daha düĢük motor blok sağlanması nedeniyle motor blok istenen operasyonlarda uygun bir seçenek olmadığı görüldü. 96 8. KAYNAKLAR 1) Erdine S: Rejyonel Anestezi: Periferik Sinir Fizyolojisi ve Lokal Anestezik Ajanlar. Nobel Tıp Kitabevi. Ġstanbul 2005; 23-45. 2) Kayhan Z: Klinik Anestezi: Lokal anestezikler. Logos Yayıncılık, Ġstanbul 1997; 435-453. 3) Özyalçın S: Rejyonel Anestezi: Spinal Anestezi. Nobel Tıp Kitabevi. Ġstanbul 2005;160-183. 4) DiFazio CA, Woods AM, Rowlingson JC: Pharmacology of local anesthetics; P. Prithivi Raj(ed). Practical Management of Pain; 3rd edition, Drugs commonly used for nerve blocking. United States of America; Mosby 2000;557-573. 5) Bailey Peter L, Egan Talmage D, Stanley Theodore H: R.Miller, Anesthesia, volume 1, 5th edition. Intravenosus opioid Anesthetice. Churchill Livingstone 2000;273-376. 6) Spasiano A, Flore I, Pesamosco A, Della Rocco G: Comparison between spinal anaesthesia and sciatic-femoral block for arthroscopic knee surgery. Minerva Anestesiol 2007;73(1-2):13-31. 7) Collins JV. Spinal Anesthesia Principles of Anesthesiology. 3th ed. Lea and Febiger, Philadelphia, 1993; 1445-1493 8) Kayhan Z. Klinik Anestezi, 3. Baskı, Logos Yayıncılık, Ġstanbul, 2004; 552569. 9) Morgan GE, Maged SM, Klinik Anesteziyoloji, 3. Baskı, Günes Kitabevi, Ankara, 2004; 255-261. 10) Erdine S. Rejyonel Anestezi, Nobel Matbaacılık, Ġstanbul, 2005; 7,159. 11) Collins JV. Spinal Anesthesia Principles of Anesthesiology. 3th ed. Lea and Febiger, Philadelphia, 1993; 1445-1493. 12) Özyurt G.Yoğun Bakım, kristaloid ve kolloidler, Uludağ Üniversitesi basımevi sf 133-137. 13) Wikipedia the free encyclopedia. http://en.wikipedia.org/wiki/vert. 2006 14) Kuran O. Normal Anatomi. 1. Baskı. ĠÜ Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Ġstanbul, 1986;184- 200. 97 15) Davies NJH, Cashman JN. Lee‘s Synopsis of Anaesthesia, 13 th ed. Oxford: Buttrwort Heinemann; 2006; 471-489. 16) Morgan E, Maged M. Spinal Epidural and Caudal Blocks. In: Clinical Anesthesiology. 1st ed. Prentice- Hall Ġnternational Inc, Los Angeles, 1991; 16: 189-211. 17) Esener Z: Klinik Anestezi, Logos Yayıncılık, Ġstanbul, 1995, sf 363-374, 403414. 18) Carsten S. http:/www.schmehr.de/anatomie/index.php?ana=sinuntextr≠, 2000. 19) Erdine S. Rejyonel Anestezi, Nobel Matbaacılık, Ġstanbul, 2005; 164-179. 20) World Federation of Societies of Anaesthesiologist WWW implementation by the NDA Web Team, Oxford. http: //www.nda.ox.ac.uk/wfsa/html/u03/u03 htm≠anat, 2006. 21) Erdine S., Rejyonel Anestezi, Nobel Matbaacılık, Ġstanbul, 2005, sf 159-179. 22) Morgan GA, Maged SM, Clinical Anesthesiology, Appleton Lange, Los Angeles, 2002; 222 - 223. 23) Colins V: Principles of Anesthesiology, Cilt 2, Lea & Ferbiger, Philadelpia, 1993, p 1445-1497, 1498-1512. 24) Barash Paul G. MD: Management of Anaesthesia. Third Edition JB Lippincott Company, Philadelphia, 1995, p 509-544. 25) Morgan G.A., Maged S.M., Clinical Anesthesiology, Appleton Lange, Los Angeles, 2002, sf 220 - 232. 26) Rooke GA, Freund PR, Jacobson AF. Hemodynamic response and change in organ blood volume during spinal anesthesia in elderly men with cardiac disease. Anesth Analg 1997; 85: 99–105. 27) Morgan E, Maged M. Spinal Epidural and Caudal Blocks. In: Clinical Anesthesiology. 1st ed. Prentice- Hall Ġnternational Inc, Los Angeles, 1991; 16: 189-211. 28) Ronald D: Anesthesia;fifty edition, Local anesthetics. 2000;491-522 29) Bridenbaugh PO, Cousins MJ: Neural Blockade in Clinical Anesthesia and Management of Pain:3.edition. Pharmacology and Physiology of neural blockade. 1998;35-128. 30) Kayaalp O: Tıbbi Farmakoloji, Anestezide kullanılan ilaçların farmakolojisi. 9. baskı 2000;765-805. 98 31) Singh JP, Musialek P, Sleight P et al: Effect of atenolol or metoprolol on waking hour dynamics of the QT interval in myocardial infarction. Am J Cardiol. 1998 Apr 1;81(7):924-6. 32) Moreno FL, Villauneva T, Karagounis LA, Anderson JL: Reduction in QT interval dispersion by successful thrombolytic therapy in acute myocardial infarction. TEAM-2 Study Investigators: Circulation. 1994 Jul;90(1):94-100. 33) Bruyne MC, Hoes AW, Kors JA et al: QTc dispersion predicts cardiac mortality in the elderly: the Rotterdam Study: Circulation. 1998 Feb 10;97(5):467-72. 34) Aytemir K, Özer N, Aksoyek S et al: QT dispersion plus ST-segment depression: a new predictor of restenosis after successful percutaneous transluminal coronary angioplasty: Clin Cardiol. 1999 Jun;22(6):409-12 35) Barash PG, Cullen BF. and Stoelting RK: Clinical Anesthesia: 4.edition, Local Anesthetics. 2000;449-472 36) Kasten GW: Amide local anesthetic alterations of effective refractory period temporal dispersion: relationship to ventricular arrhythmias. Anesthesiology. 1986 Jul;65(1):61-6. 37) Pye M, Quinn AC, Cobbe SM: QT interval dispersion: a non-invasive marker of susceptibility to arrhythmia in patients with sustained ventricular arrhythmias? Br Heart J 1994 Jun;71(6):511-4 38) Hasselstrom LJ, Mogensen T: Toxic reaction of bupivacaine at low plasma concentration. Anesthesiology. 1984 Jul;61(1):99-100. 39) Hotvedt R. Refsum H, and Helgesen KG: Cardiac electrophysiologic and hemodynamic effects related to plasma levels of bupivacaine in the dog. Anesth Analg 1985;64:388-394. 40) Heavner JE,Dryden CF, Sanghani V et al: Severe hypoxia enhances central nervous system and cardiovascular toxicity of bupivacaine in lightly anesthetized pigs. Anesthesiology. 1992 Jul;77(1):142-7. 41) Moore DC. Crawford RD, Scurlock JE: Severe hypoxia and acidosis following local anesthetic-induced convulsions. Anesthesiology. 1980 Sep;53(3):259-60. 42) Sage DJ, Feldman HS, Arthur GR et al: Influence of lidocaine and bupivacaine on isolated guinea pig atria in the presence of acidosis and hypoxia. Anesth Analg. 1984 Jan;63(1):1-7. 99 43) Clarkson CW. Hondeghem LM: Mechanism for bupivacaine depression of cardiac conduction: fast block of sodium channels during the action potential with slow recovery from block during diastole. Anesthesiology. 1985 Apr;62(4):396-405. 44) Butterworth JF, Brownlow RC, Leith JP et al: Bupivacaine inhibits cyclic3',5'-adenosine monophosphate production. A possible contributing factor to cardiovascular toxicity. Anesthesiology. 1993 Jul;79(1):88-95. 45) Nath S, Haggmak S, Johansson G, Reiz S: Differential depressant and electrophysiologic cardiotoxicity of local anesthetics: an experimental study with special reference to lidocaine and bupivacaine. Anesth Analg 1986;65:1263-1270. 46) Cousins MJ, Veering BT. Neural Blockade. In clinical anaesthesia and management of pain. Lipincott-Raven Publishers, Philedelphia-Newyork 1998; 243-320. 47) Morgan FG, MikhaH SM. Clinical Anesthesiology. Second Edition. Appleton and Lange. 1996. 48) Erdine S. Sinir Blokları 1. Baskı, Istanbul: Emre Matbaacılık, 1993. 49) Halpern S.Postdural puncture Anesthesiology.1994: 8l-1376. headache and spinal needle design 50) Bridenbaugh PO, Greene NM, Brull SJ. New'al Blockade. In clinical anaestiiesia and magement ofpani.Lipincott-Raven Publishers , PhiledelphiaNewyork,1998; 203-241. 51) Putz R, Rabst R Sobotta Insan Anatomisi A tlası. 2. Cilt. 20. Almanca Baskı, 4. Türkçe baskı, Münih: Beta Basım Yayım Dagıtım A. S. 1994. 52) Kayhan (Esener) Z (yazar). Lokal anestezikler içinde Klinik Anestezi, istanbul: Logos Yayıncılık Tic. A. S., 1997: 435-452. 53) Collins VJ. Principles of Anesthesiology. 3th Ed. Philadelphia: Lea and ebiger, 1993. 54) Kayaalp O. Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji. 2 Cilt.4.Baski Ankara: Feryal Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Sti., Ankara 1998. 55) Berde CB, Strichartz GR. Local Anestetics. In Miller R D. Anesthesia. 5. Ed. Volume I, Philadelphia: Churcill Livingstone, 2000:491-521. 56) VeeIing B, Strichaiiz GR Local Anesthetics. In: Brown D L. Regional Anesthesia andAnalgesia,Philade1phia: 1996: 188-207. 100 57) Prof.Dr. Dokmeci Ġsmet, Farmakoloji, Acar Matbaacılık, Ġstanbul, 1992, sf 472 - 75. 58) Erdine S., Sinir Blokları, Emre Matbaacılık, Ġstanbul,1993, sf 1 - 74. 59) Morgan G.A., Maged S.M., Clinical Anesthesiology, Appleton Lange, Los Angeles, 2002, sf 218. 60) Collins VJ. Principles of Anesthesiology. 3th Ed. Philadelphia: Lea and ebiger, 1993. 61) Steven s RA. Neuraxiai BIoeks. In: Brown D L. Regional Anesthesia and Analgesia, Philadelphia,1996: 319- 356. 62) Slover RB, Phelps RW. Opioid and Nonopioid Analgesies. In: Brown D L. Regional anesthesia and Analgesia. Philadelphia: 1996: 319-356. 63) Cousins MJ, Cherry DA, Gourlay GK, Acute and Chronic Pain: Use of spinal Opioids. Cousins MJ, Bridenbaugh PO: Neural Blockade in Clinical Anesthesia and Management of Pain. J.B Lippincott Company. 955-960,965971,977,1988. 64) Wood PL: Multiple opiate receptors emerging concept. Life Sci 2:2681,1981. 65) Benedetti C, Butler SH: Systemic Analgesics Bonica J.J : The Management of Pain Lea and Febiger.1647-1660,1668-1672,1990. 66) Zukin R, Zukin SR: Multiple opiate receptors emerging concept. Life Sci 2:2681,1981. 67) Tegul Ġ: Postoperatif analjezide intratekal ve epidural opioidler Ağrı 4(2):3335,1992. 68) Morgan M: Epidural and intrathecal opioids. Anesth Ġntens Care, 15:60,1987. 69) Palmer CM, Voulgarropoulos D: Subarachnoid fentanyl augments lidocaine spinal anesthesia for cesarean delivery. Reg Anesth 20:389,1995. 70) Rattan AK, McDonald JS, Tetwani GA: Differential effects of intrathecal midazolam on morphine induced nociception in the rat: Role of spinal opioid receptor. Anesth Analg 73;124-131,1991. 71) Mitchell RVD, Smith G: The control of acute postoperative pain, Br J Anaesth, Vol. 63,147-58,1988. 72) Yucel A, Ozyalcın S: Ağrının Sınıflandırılması. Ağrı serisi, 25-28. 101 73) Yaksh TL: Spinal Opiate analgesia: characteristics and principles of action Pain, 11:293-346,1981. 74) Moscovitz A, Goodman RR: Autoradiographic distribution of mu-1 and mu-2 and delta-opioid binding in the central nervous system of C57 BL-6 BY and CXPK (opioid receptor deficient) mice. Brain Res. 360:108-123,1985. 75) Goodchild CS: GABA receptors and benzodiazepines. Br. J. Anaesth. 71:127133,1993. 76) Bonica JJ: Definitions and taxonomy of pain. In the Management of pain. Lea and Febiger, Philadelphia 2,18-19,1990. 77) Woolf CJ, Chong MS: Preemptive analgesia treating postoperative pain by preventing the establishment of central sensitization. Anesth Analgesia,77:362,1993. 78) Hug CC: Pharmacokinetics of new synthetics of narcotic analgesic: In Estafanous FG (ed) opioids in anesthesia. Butterwart Publishers, Boston, 50, 1984. 79) Guinard JP, Carpenter RL, Chassot PG: epidural and intravenous fentanyl produce equivalent effects during major surgery. Anesthesiology 1995;82:377382. 80) Collins JA: Principles of Anesthesiology. General anesthesia-special considerations. Third ed. Lea and Febiger. Philadelphia 384.1993. 81) Stoelinting RK: Opioid agonist and antagonists. Pharmacology in anesthetic practice. J.B. Lipincott company. Philadelphia. 69,1987. 82) Andrews CJH, Prys-Roberts C: Fentanyl; a Review. Clinics in Anaesthesiology 1:1, 97-122,1983. 83) Mc Quay HJ: Opioid clinical pharmacology and routes of administration. Br Md Bulletin 1991:47:703-717. 84) Mather LE: clinical pharmacokinetics of fentanyl and its newer derivatives. Clinical Pharmacokinetics 1983;8:422-446. 85) Moss E, Kay B: Total intravenous anaesthesia and sedation for neurosurgery. Total intravenous anaesthesia. Elsevier Science Publishers Amsterdam. 247, 1991. 86) Gourlay GK, Kowalski SR, Plummer CL, Cousins MJ, Armstrong PJ: Fentanyl blood concentration-analgesic response relationship in the treatment of postoperative pain. Anaesth Analg 1988;67:329-337. 102 87) Kayaalp O: Rasyonel Tedavi Yönünden 1995;2(61);1718-1739. Tıbbi Farmakoloji 7. Baskı. 88) Randalls B, Boardway JW, Browne DA, Morgan BM: Comparison of four subaracnoid solutions in needle through needle technique for elective caesarean section. Br J Anaesth 1991;66:314-318. 89) Esmaoğlu A, Boyaci A, Ersoy O et al: Unilateral spinal anaesthesia with hyperbaric bupivacaine. Acta Anaesthesiol Scand 1998;42(9):1083-7. 90) Asehnoune K, Larousse E, Tadie JM et al: Small-dose bupivacaine-sufentanil prevents cardiac output modifications after spinal anesthesia. Anesth Analg. 2005 101(5):1512-5. 91) Braga Ade F, Braga FS, Poterio GM et al: Sufentanil added to hyperbaric bupivacaine for subarachnoid block in Caesarean section. Eur J Anaesthesiol, 2003;20(8):631-5. 92) Olofsson C, Nygards EB, Bjersten AB, Hessling A: Low-dose bupivacaine with sufentanil prevents hypotension after spinal anesthesia for hip repair in elderly patients. Acta Anaesthesiol Scand 2004; 48: 1240-1244. 93) Riley ET, Walker D, Hamilton CL: Intrathecal sufentanil for labor analgesia does not cause a sympathectomy. Anesthesiology. 1997 Oct;87(4):874-8. 94) Brown David L. R. Miller: Anesthesia, volume 2, 5th edition, Spinal, Epidural, and Caudal Anesthesia. Churchill Livingstone 2000; 1491-1519. 95) Twycross R, Greaves MW, Handwerker H et al: Itch: scratching more than the surface. QJM. 2003 Jan;96(1):7-26. 96) Spasiano A, Flore I, Pesamosco A, Della Rocco G: Comparison between spinal anaesthesia and sciatic-femoral block for arthroscopic knee surgery. Minerva Anestesiol 2007 Jan-Feb;73(1-2):13-31. 97) Dahlgren G, Hultstrand C, Jakobsson J et al: Đntrathecal sufentanyl, fentanyl or placebo added to bupivacaine for cesarean section. Anesth Analg. 1997;85(6):1288-1293. 98) Rutter DV, Skewes DG, Morgan M: Extradural opioids for postoperative Analgesia: A Double Blind Comparison of Pethidin, Fentanyl ve Morphine, Br J Anaesth 1981;53:915. 99) Yeager MP, Glass DG, Neff RK, e all: Epidural anesthesia and Analgesia in High Risk Surgical Patients Anesthesiology 1987;66:729. 100) Portenoy RK: Clinical Application of Opioid Analgesics, 1992. 103 101) Preble LM, Guveyan JA, Sinatra RS: Patient Characteristics Influencing Postoperative Pain Management, 1992. 102) Ready LB: Regional Analgesia with Intraspinal Opioids. IN J Bonica eds: The Management of Pain, Philadelphia, Lea and Febiger, 1990. 103) Camann WR, Deney RA, Holby ED, Data S: A comparison of intrathecal, epidural and intravenous sufentanil for labor analgesia. Anesthesiology 1992;77:884. 104) Chadvick HS and Ready LB: Ġntratechal and Epidural Morphine Sulfate for postcesarean Section Analgesia, Anesthesiology 1988;68:925. 105) Nelson KE, Rauch T, Terebuh V, D‘Angelo R. A Comparison of Intrathecal Fentanyl and Sufentanil for Labor Analgesia. Anesthesiology 2002; 96: 1070– 3. 106) Dahlgren G, Hultstrand C, Jakobsson J, Norman M, Eriksson EW, Helena M. lntrathecal.