Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında

advertisement
Tarihten Bugüne
Emperyalizmin İstismarında
Süryanîlik
Ahmet Dinç
(*)
Ortadoğu'nun kadîm halklarından Süryanîler, son yıllarda yeniden dönüş sürecine geçtikleri Güneydoğu Anadolu'daki topraklarında karşılaştıkları sorunlar ve çeşitli faaliyetleriyle, zaman zaman ikinci derecedeki haberlerle Türkiye kamuoyunun gündemine gelmeye başladı. Durum bu düşük yoğunlukta seyrederken, son iki yılda Süryanîler ve Süryanîlik, şok edici
iki olayla bu kez kendini gündemin ilk sıralarına yerleştirdi. Biri, Avrupa
Parlamentosu'nun 2006'daki 'Türkiye Raporu'nda, Türklerin Ermeniler ve Pontus Rumlarının yanı sıra Süryanîlere de soykırım uyguladığı iddiasıydı(Hürriyet, Sabah, Milliyet, Cumhuriyet gazeteleri, 5 Eylül
2006). Diğerini ise 2007 Kasımının son günlerinde, Mardin'in Midyat ilçesi
Barıştepe köyündeki Mor Yakup Manastırı Rahibi Edip Daniel Savcı'nın
300 bin Euro fidye için kaçırılıp, iki gün sonra bırakılması sırasında yaşadık(Hürriyet, Sabah, Cumhuriyet, Radikal, Milliyet gazeteleri vd, 28-30
Kasım 2007). Bu iki olaya bakıldığında, ilk aşamada Süryanilerin “mağdur”
tarafı temsil ettiği izlenimi doğmaktadır.
Ancak, Batılı ülkelerde yaşayan Süryanîlerin büyük bölümünün dâhil olduğu faaliyetlerin rengine bakıldığında, yok olma tehlikesi altında bulunan
bir kültür, din, dil ve halkın varlığını sürdürmesine yarayacak içerikteki faaliyetlerin yanında, bir “Süryanî arz-ı mev'udu” emelinde olduklarına ve işlerini bu yöne kaydırdıklarına, doğal olarak ta bu kadim halkın “kadim sömürgeci” devletlerin ve gizli servislerin ilgisi çektiğine ilişkin somut verilerle karşılaşmak ta mümkün. “Süryanî soykırımı” iddiasının ortaya atılıp,
bunun Avrupa Birliği raporlarına girmeye başlamasını, “sömürgeci oryantalist duruş sahibi batılı ülkelerin genel-geçer taktiklerinden biri”
AHMET DİNÇ KİMDİR? LÜTFEN HAKKINDA BİLGİ VERİN...
[73]
Ahmet Dinç
şeklinde izah edenlerin sayısı hiç te az değil. “Süryanî arz-ı mev'udunu”
nihayetinde gerçekleştirme heveslisi Asurîlerin idealist/ütopik çabalarıyla,
emperyalist dünyanın çıkarlarının kesiştiği bir döneme girildiğine ilişkin
veriler ve kuşkuların bulunması bir yana, son yıllarda ivmesi artan şekilde
memleketlerine geri dönmeye başlayan bu toprağın insanları olan Süryanîlere “bölücü ve terörist” gözüyle bakmanın Türkiye'ye(Kürtler örneğinde
olduğu gibi) çok şey kaybettireceği de bir gerçektir. En azından “Süryanî
inancını ve kültürünü, doğduğu topraklarda yaşatma misyonuyla yüklenerek
ve Türkiye'ye karşı gardını alarak geri dönen bu insanlara, Türkiye şemsiyesi
altında birlikte yaşamanın, diğer tüm seçeneklerden daha iyi olduğu gerçeği
vakit geçirilmeden çeşitli iletişim biçimleriyle onlara empoze edilip, bu
insanlar kazanılmalıdır. Zira bugün, Süryanîlerin 20. yüzyılın başından
1980'li yıllara değin sürekli terk ettikleri eski yerleşim bölgelerine yeniden
dönmeye başladıkları gerçeğiyle karşı karşıyayız. Avrupalıların, “Türkler
Süryani soykırımı yaptı” muhtevalı raporlarının satır aralarından, Rahip
Edip Daniel Savcı'nın soru işaretleriyle dolu kaçırılma olayının gizeme açılan penceresinden, Süryanî arz-ı mev'udu Beyt-ül Nahreyn inancı veya
ideolojisinin dar penceresinden, bölücü terör örgütü PKK'nın tükenmeye
yüz tutan toz dumanı içinden, Süryani anavatanını kurtarmak için Batılı istihbarat servislerinin güdümünde kurulan Beyt-ül Nahreyn Ulusal Kurtuluş Ordusu'nun silahlarının arasından bakılacak olursa, önümüzdeki orta
ve uzun vadeli süreçte Süryani soykırımı/devleti meselesinin Türkiye'nin
önüne servis edilmek üzere hazırlandığını iddia etmek komploculuk
sayılma-sa gerektir. “Her dönem bir düşman lâzım ya da Türkiye'ye
ayak bağı olacak bir terör hareketi gerek” şeklinde artık neredeyse sabit
tarihsel gerçek halini almış bu veriden yola çıkarsak, PKK'nın görevinin
bitmesinden sonra, yeni ve enerjik bir misyonla Türkiye'nin karşısına çıkarılabilecek seçeneklerden biri olan Süryanî terör örgütünün, Süryanî tabanın
ve halkından kopartılması, birbirini tamamlamaması için şimdiden bir devlet politikası geliştirilmesi gereği açıktır.
Araplar Ve Yahudilerin Akrabası
Süryanîleri Ortadoğu coğrafyasındaki koordinatlarına, Türk ve dinler
tarihindeki yerine isabetli şekilde yerleştirebilmek, bugün kimler için ne anlam taşıdıklarını fark edebilmek için, öncelikle tarihlerine göz atıp, ardından
bugünlerini irdelemek ve tespit etmek yararlı olacak.
Asurî, Aşurî, Keldanî, Kîldanî, Nasturî, Nesturî, Nestoryan, Yakubî
adlarıyla da anılan, ancak Türk kamuoyunca daha ziyade Süryanî diye
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
Süryani Ortodoks Kilisesi Genel Ruhani Lideri. Antakya ve Tüm
Dogu Patrigi I. Zekka Ayvaz ve Süryanî Kadîm Kilisesi tarafindan
verilen “Dinî Nikah Sahadetnâmesi”
bilinen bu halk, Mezopotamya'nın en kadim topluluklarından biri olup, Samî halklarından biridir. Bu bakımdan Araplar ve Yahudilerle akrabadırlar.
Bilinen kökenleri, ortak bir dil, din ve kültürü paylaştıkları Babillilere kadar
uzanır(K. P. Matfiyef-Bar Mattay- Asurlular ve Modern Çağda Asur Sorunu, s. 19-20, Kaynak Yayınları, Eylül 1996, İstanbul). Günümüz Süryanîleri,
İÖ XV. yüzyıl sonlarında Yukarı Mezopotamya'da Asur devletini kurmayı
başaran halkın bugünkü torunlarıdır. Yukarı Mezopotamya yani Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Irak'ta Fırat ve Dicle ırmaklarının arasında kalan bölge, tarihte bilinen ilk devletlerine yurt olması bakımından söz konusu halk
için tarihî, dinî, millî, psikolojik açılardan çok büyük önem ve kutsallık taşımaktadır.
Ortadoğu tarihinin en güçlü ve parlak medeniyetlerinden birini kurmuş
olan Asurlular, üzerine devlet kurdukları topraklarda önceden var olan veya
sonradan gelen Aramlar, Sümerler, Babilliler, Keldanîler, Medler gibi halklarla kültür, dil ve soy bakımından kaynaşmıştır(Matfiyef, 22-23). Babil-Med
koalisyonu İÖ 605 yılında Asur devletine son verdiğinde Asur halkının bir
bölümü eski yerlerinde kalmış, öteki kısmı da İran, Suriye, Mardin-Harran
arasındaki bölgeye sürülmüştür. Asur devletinin yıkılmasını izleyen süreçte21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
ki bu nüfus hareketi, günümüzdeki Süryanîlerin dağılım şekline de temel
teşkil etmiştir. Eğitim veya geçim amaçlı ya da siyasî nedenlerle değişik ülkelere göçen Süryanîler haricindeki soydaşları günümüzde Güney Azerbaycan'ın Urmiye kenti, Hakkâri, Mardin, Şanlıurfa ile Irak'ın Telafer, Erbil, Duhok, Musul, Kerkük illeri ve çevrelerinde varlığını sürdürmektedir (Gabriele
Yonan, Unutulan Bir Holocaust: Asur Soykırımı, s.25-67, Pencere Yayınları, Mart 1999, İstanbul).
Hıristiyanlığı İlk Kabul Eden Halk
Süryanîler, Hıristiyanlığın çıkış bölgesi çevrelerinde yaşamaları itibariyle, bu dine giren ilk halklardan biri olmuştur.
Adını aldıkları devletin yıkılmasından sonra
Asurîler, Hz. İsa'nın dinini tebliğ etmeye başlamasını izleyen ilk yıllara kadar Babil, Med, Urartu, Part, Roma gibi devletlerin sınırları içinde
kalmış, bazen direniş, bazen denge arayışlarıyla
geçen yüzyıllarda toplu katliamlara da uğramışlardır.
Süryanîler, Hıristiyanlığın çıkış bölgesi çevrelerinde yaşamaları itibariyle, bu dine giren ilk halklardan biri olmuştur. Bu halkın büyük bölümünün
Hıristiyanlığı 37 yılında kabul ettiği bilinmektedir. Asurîlerin Hıristiyanlığa
geçişlerinden itibaren, bu halkın tarihi ile Asur/Süryanî Kilisesi'nin tarihi ilginç içimde iç içe geçmiştir. Ortodoks ve Katolik Hıristiyan inançlarını reddedip, kendilerine özgü bir Hıristiyanlık anlayışını sürdüren, hatta Hz. İsa'nın getirdiği asıl biçimiyle bu dini koruduklarını savunan Süryanîler, sonraki
yüzyıllarda özellikle Bizans devletinin din temelli şiddetine ve katliamlarına
maruz kalmıştır. Süryanîler, Ortodoks Bizans'ın savunduğu “İsa'nın tanrı
olduğu ve Meryem'in de tanrının annesi olduğu” tezine/inancına karşı, İsa'ya “çitf tabiatlılık/düalism” kimliğini yükleyip, onun hem tanrı
hem insan olduğunu savunuyor, Meryem'in de “İsa'nın annesi” olduğunu
söylüyorlardı. Nesturîlik mezhebi ve Bizans Ortodoks Kilisesi'ndan ayrılıp
bağımsız merkezini kuran Doğu Asur Kilisesi bu görüşleri temel almıştır
(Matfiyef, 28-30).
Bizzat Hz. Muhammed'ten Eman Belgesi Aldılar
İslam'ın ilk doğuş yıllarında, 628'de, Nesturî Kilisesi Patriği İşo İhab
II'nin Hz. Muhammed'le görüşmesi ve bunu izleyen süreç, Süryanîlerin Hıristiyan din kardeşlerinden gördüğü zulmü azaltmaya başlamıştır. Medine'de ziyaret ettiği Hz. Muhammed'den bir “eman belgesi” alan Patik,
bundan sonra İran, Suriye ve Anadolu'daki Süryanîlere, “İran ve Bizans'ın
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
zulmünden kurtuluşun sancağını taşıyan Müslümanlara her türlü
desteğin sunulmasını” istediği mektuplar yazmıştır. Süryanî inançlılarına,
kiliselerine, kadınlarına ve mallarına zarar vermeyen, aksine saygı gösterip
hoşgörüyle bakan Müslümanlar(H. Luke, Mosul and its Minorities, s. 68,
Leningrad, 1925), savaş ve fetih bölgeleri İran, Suriye, Mezopotamya gibi
bölgelerde bu kadim Hıristiyanlardan önemli yardımlar görmüştür.
Hicrî 4. yılda Hz. Muhammed'in Patriğe verdiği eman belgesini ayrıca
32 sahabe de imzalamıştır. Asurî/Süryanî halkı bu eman belgesi doğrultusunda Müslümanların kurduğu devlet içinde askerlik yükümlülüğünden
muaf tutulmuş, kendi gelenek ve kanunları uyarınca yaşamaya başlamışlardır. Aynı çerçevede kanunlara uyan ve kendi inançlarına(Hıristiyanlık) hizmet eden Süryanî- Süryanîlerin yaşadığı böllerden de cizye vergisi kaldırılmıştır. Halife E- gelere hükmeden İslam
bu Bekir de 633 yılında Süryanîlerle, mevcut
ülkeleri, Osmanlı İmpaeman belgesi doğrultusunda yeni bir söz-leşme
yapmıştır(E. M. Fitsaşfili, Manda Yıllarında I- ratorluğu dahil, bu inanç
rak, s. 40, Moskova, 1969). Hazreti Ali'nin hali- mensuplarına Hz. Mufeliği sırasında ise Müslümanların, Fars devleti- hammed'in eman belgesi
nin elindeki Musul'u kuşatması sırasında Nusaydoğrultusunda bakmış,
bin Süryani Piskoposu Mar Yümiş, İslam ordusuna yiyecek yardımı yapmış, bunun karşılığında onları Peygamber'in bir
Hazreti Ali Piskopos'a minnet ve sevgi belgesi emaneti olarak görmüş
vermiş, İşo İhab II'nin ölümünün ardından da ve yönetime gelen bazı
onu Nesturîlerin Patriği olarak seçmiştir(A. kişilerin istisnaî olumsuz
Spasky, Asurların Keldani, Nesturi ve Ortodoks
Kilisesine Girmeleri, s. 223, Leningrad, 1898). tutumları haricinde
Japonya'ya Kadar Misyonerlik
genellikle kollamışlardır.
Süryanîlerin yaşadığı bölgelere hükmeden İslam ülkeleri, Osmanlı İmparatorluğu dahil, bu inanç mensuplarına Hz. Muhammed'in eman belgesi
doğrultusunda bakmış, onları Peygamber'in bir emaneti olarak görmüş ve
yönetime gelen bazı kişilerin istisnaî olumsuz tutumları haricinde genellikle
kollamışlardır. Bu tavır Süryanîlerin, gerek batılı ülkelerde ve gerekse Türkiye'de son yıllarda yayımlamaya başladıkları kitaplarında, soykırıma uğratıldıkları iddialarının işaret ettiği 1915'li yılların olağanüstü şartlarında bile
geçerlidir.
Asurîlerin Nesturî/Nasturi kolu, Müslüman devletlerin sağladığı rahat
ortamda Moğolistan, Çin, Japonya, Hindistan, Mançurya, Sumatra gibi
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
bölgelere kadar misyonlarını özellikle VIII-XII. yüzyıllar arasında götürme
olanağı bulmuşlar, oralarda kiliseler kurup bağlılar kazanmışlardır(Blano
Carbini'nin gezileri, s. 132-133, Moskova, 1950). Bazı kaynaklarda
bugün en büyük Asurî topluluğunun, 3 milyon kişiyle Hindistan'da
bunduğu savunulmaktadır(http://tarlabasigenclik.net/3.htm).
Fransa, İngiltere gibi Avrupalı devletlerin
sömürgeci oryantalist bir anlayışla Doğu'ya yönelmesinden ve sonraki süreçte Rusya'nın siyasî,
stratejik ve ekonomik amaçlı yayılmacı tutumundan en olumsuz etkilenen yerli halkların başında, ilginçtir ki “din kardeşleri” Süryanîler
gelmiştir. Mensup oldukları kiliselerin ismiyle anılan Süryanî toplulukları batılı ülkelerin iki
noktada ilgisini çekmiştir. İlki, Katolik(Vatikan,
Fransa), Ortodoks(Rusya) ve Protestan(ABD)
ülkelerin, reddettikleri bir Hıristiyan inancına
sahip bu halkı kendi dinlerine döndürmek için
dinî misyon amaçlı ilgileridir. Öteki de, Ortadoğu'da ekonomik ve siyasî nüfuz elde etmek isteyen güçlü Batılı ülkelerin bölgede “güvenilir”
partner arama, bu işbirlikleri üzerinden, sömürmek için bol miktarda kaynağı bulunan Osmanlı, İran gibi ülkeleri zayıflatma amacından doğmuştur. Çoğu kez dinî, istihbarî, ekonomik, siyasî, stratejik amaçların iç içe geçtiği faaliyetler yürüten Batılılar, tıpkı Ermenilerde
olduğu gibi Süryanilerin de bölgedeki Müslüman halklarla aralarında husumet başlayıp, zaman zaman kanlı çatışmalara girmelerine neden olmuşlardır.
Asurîlerin Nesturî/Nasturi kolu, Müslüman
devletlerin sağladığı rahat ortamda Moğolistan,
Çin, Japonya, Hindistan,
Mançurya, Sumatra gibi
bölgelere kadar misyonlarını özellikle VIII-XII.
yüzyıllar arasında götürme olanağı bulmuşlar,
oralarda kiliseler kurup
bağlılar kazanmışlardır.
Vatikan'da Oturan Muhammed!
Süryanîler, kışkırtma ve fitnelerle onları bölgenin Müslüman halklarıyla
kavga ettirip büyük zarar görmelerine sebep olan, bunun yanında kadim kiliseleri ve inançlılarını bölüp Katolik, Ortodoks veya Protestan Süryanî kiliseleri kurduran Batılı emperyalist ülkelerin gerçek yüzünü 1800'lü yılların
ikinci yarısından itibaren görmeye başlamıştır. Rusya, İngiltere ve ABD'nin
çıkar savaşına âlet edilip kullanılan, sonunda Kürt Beyi Bedirhan'la savaştırılan ve büyük kayıplar veren Nesturîlerin Patriği Mar Şamun Ruben
XVIII'in 1867 yılında Londra Piskoposu ve Canterbury Başpiskoposu'na
yazdığı mektup bu bakımdan ibret vericidir: “..Doğudan gelen Muham[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
med(Müslümanları kastediyor) saldırısına uğradık. Batılı Muhammed
Papa ise kilisemizin cemaati yere düşünceye kadar arkadan vurdu..
İlki, kilisemizin dış biçimini değiştirdi, daha sonra gelen(Katolisizm)
ise iç gücünü yıktı. Her ikisi de şimdi kilisemizin içinde bulunduğu
acı duruma bakıp seviniyor. Şimdi bakışlarımızı dağlara çeviriyoruz
ve yardım gelmesini umut ediyoruz. Ama eğer Rus dağlarına bakarsak, oraların resimle(ikon) dolu olduğunu görüyoruz. Roma'ya bakarsak orada da Batılı Muhammed'in hüküm sürdüğünü görüyoruz.
Amerika'dan gelenler de(misyoner-ajanlar) bize yardım etmiyor. Çünkü halkımız onların öğretisine(Protestanlık) yakınlık duymuyor” (Edward L. Cutts, Asurî Hıristiyanlar, s. 35-37, Londra 1877).
Mar Şamun Ruben XVIII'den önceki Nesturî Patriği Mar Şamun Abraham da İngiliz ve
Rus misyoner-ajanlarının oyunları sonucu Patrikliğin merkezinin bulunduğu Hakkâri Kudşanis'ten İran'a sürgün olarak gönderilmiş, 10
yıl sonra geri döndüğünde Cilo, Gavar, Pervari
ve Şemdinli'deki piskoposlarını, yabancı misyonlarla herhangi bir ortak çalışmaya girmemeleri konusunda kesin olarak uyarmıştır(Yonan,
s. 42-43).
Batılı ülkelerin Süryanî
kiliselerini bölüp, onları
“sapkın inançlarından
Hak mezhebe döndürme” işine girişmeleri iki
aşamada gerçekleşmiştir.
Süryanileri “Gerçek Hıristiyan” Yapmak!
Rusya, ABD, İngiltere, Fransa, Vatikan gibi ülkeler Süryanî/Asurî inancına, onları koruma, ekonomik yardım, eğitim gibi vaadler ve çeşitli oyunlarla müdahale edip, kendi mezheplerinin kilisesini açmış ve Süryanîleri hem
dinî yönden hem sosyal yönden ve hatta hem de dil bakımından bölmüşlerdir. Batılı ülkelerin Süryanî kiliselerini bölüp, onları “sapkın inançlarından
Hak mezhebe döndürme” işine girişmeleri iki aşamada gerçekleşmiştir.
1535 yılında Osmanlı devletinin en güçlü olduğu devirde Fransa'ya “lütfettiği” kapitülasyon anlaşması, Fransızlara Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanları koruma hakkı vermiştir. Kapitülasyon anlaşmasının üçüncü maddesine göre, Fransa'nın çeşitli kavimlere mensup Hıristiyanlara Katolik mezhebini yayma olanağı da bulunuyordu(E. Adamof, Arap Irak Basra Vilâyetinin Dünü ve Bugünü, s. 178, Moskova 1919). Öte yandan XVII. yüzyıldan
itibaren Osmanlı ve İran coğrafyası başta olmak üzere bölgedeki Müslümanları Hıristiyanlığa döndürmek isteyen misyonerler, uzun uğraşlarına
rağmen İslam'dan dönenlerden kurulu bir tane bile cemaat oluşturamadı.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
1611 yıllık Mardin Mor Gabriel (Deyrulumur) Süryanî Manastırı
Bu hayal kırıklığı üzerine Doğu Hıristiyan halklarına yöneldiler. Böylece
Müslümanlar yerine Süryaniler, Ermeniler gibi Hıristiyanlara “gerçek Hıristiyanlığı” tebliğ etmeye başladılar.
Bu çerçevede Vatikan, Zaho ile Musul arasında yoğunlaşan Keldanîlerin
Kadim Doğu Süryanî Kilisesi'ni ve halkını 18. yüzyılda bölüp Keldanî Katolik Kilisesi'ni kurmuştur. Esasen Vatikan ile Keldanî/Kîldanî Asurlar arasındaki ilk münasebetler, Haçlı Seferleri sırasında kurulmuş, bir kısım Asurlular 1304 yılında Katolik inancını benimsemiştir(Kadir Albayrak, Keldanîler ve Nasturîler, s. 102-103, Vadi Yayınları, Ankara, Ekim 1997). 1445 yılında Nasturilik'ten kopan ve çeşitli nedenlerden dolayı Papalığa bağlanan
Kıbrıs Nasturî Metropoliti Timotheos ve onunla birlikte hareket eden kalabalık kitle, Papa IV. Evgin tarafından "Keldanî" adıyla nitelenmiştir.
Bunların oluşturduğu kilise, "Keldanî Kilisesi" olarak adlandırılmıştır. Bu
kiliseye bağlı Süryanîlere de Keldanîler denilmiştir. Ancak Keldanî isimlendirmesinin Papa'ya ait olmayıp daha eski ve tarihsel derinliği bulunduğu savları da mevcuttur.
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
Fransız misyon tarikatı Kapuzinler 1632'den, İtalyan Dominikler 1750'den itibaren Mardin, Musul, Amediye bölgelerindeki Süryanîleri Katolikleştirip Keldanî Katolik Kilisesi'ne bağlamıştır. Mardin'deki ilk Süryanî-Katolik kilisesi 1840'ta kurulmuştur. Amerikan Protestan misyonu ise, 1840'larda İran Urmiye'deki Süryanîleri bölüp orada bir Protestan Cemaati kurmayı başarmıştır. Bu misyon 1850'li yılların başında da Diyarbakır'da ilk Protestan Süryani cemaatini ve kilisesini kurmuştur. Bölgeye görece
daha geç gelen Alman Protestanları da üç Lutherist Süryanî kilisesi kurmuştur. İngiliz Anglikanları da 1866'da Urmiye'de, 1903'te de Van'da Anglikan-Asur kiliseleri kurmuştur. Daha ziyade İran'daki Nasturîlere yönelen
Rus Ortodoksları 1897'de Urmiye'de Süryanî Ortodoks Kilisesi'ni kurdu.
Elbette tüm bu yeni oluşumlar, Süryanîler arasında kavgalara, yıkımlara,
inanç bazında yozlaşmalara, husumetlere yol açıyordu.
Türk Ordusunun Bakü'yü Almasını Önleyen Süryaniler
Soykırıma uğratıldıklarını iddia ettikleri dönemde Süryanîlerin, savlarının tam aksine, önce Geçen yüzyılın başlarınRusların, ardından İngilizlerin denetiminde(ve da Osmanlı ve İran topbunların çıkarı için) her türlü silaha sahip askeri raklarındaki nüfuslarının
birlikler kurarak Türk, Azeri, Fars, Arap ve asgari 500 bin olduğu
Kürtlere yönelik büyük katliamlar gerçekleştirsöylenen Süryanilerin en
diklerini görüyoruz. Son dönemlerde sayıları artan yayınlarında ve Avrupa, ABD nezdinde yap- fazla yoğunlaştığı bölgetıkları girişimlerde Süryanî/Asurîler, 1915-1920 ler, yaklaşık 250 bin nüyılları arasında ve ardından da 1930'lu yıllarda fusla Urmiye ve Hakkâri
soykırıma maruz kaldıklarını iddia etmektedir. idi.
O dönemdeki olaylara üstünkörü göz atmak
bile Süryanîlerin bugün, Ermenilerle aynı yöntemi izleyip, dünyayı yanıltarak soykırım yalanı üzerinden “mazlum halk”
izlenimi yaratmak ve ardından da işi “devlet talebi” noktasına getirmek istediği anlaşılıyor.
Geçen yüzyılın başlarında Osmanlı ve İran topraklarındaki nüfuslarının
asgari 500 bin olduğu(Yonan, s. 29) söylenen Süryanîlerin en fazla yoğunlaştığı bölgeler, yaklaşık 250 bin nüfusla Urmiye ve Hakkâri(R. S. Stafford,
Asurîlerin Trajedisi, s. 34, Londra, 1935) idi. I. Dünya Savaşı'nın başlarında
İran'ı ve Hakkâri civarını işgal eden Ruslar Asurî/Süryanîlerden kurulu askeri birlikler oluşturup Fars ve Türk ordularına karşı savaştırmıştır(N.
Kozlofsky, Yakın Asya'da Misyonerlerin Suçu ve Asurların Can Çekişmesi,
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
s. 39, Leningrad, 1938). Asur birlikleri, Ruslarla Kafkaslarda ve Doğu sınırlarında şiddetli savaşlar yapan Türk ordusuna, Kürt direnişçilere büyük zararlar vermiştir. Asur birlikleri cephede ve Türk ordusunun haberleşmesini
kesmede kritik görevler üstlendi. Ali İhsan Paşa komutasındaki 60 bin kişilik
Türk ordusunun Geylan ve Enzeli limanları ile Bakü'yü ele geçirmeye yönelik büyük taarruzunun sonuçsuz kalmasında söz konusu Asurî birlikleri-nin
büyük rolü oldu(Y. F. Ludşofit, Türkiye ve 1. Dünya Savaşı Yılları, s. 149,
Moskova, 1966). Böylece belki de savaşın ve Kafkasların kaderi değişmiş oldu.
Sömürgeci amaçları için
Asurları 1. Dünya Savaşı'nın her aşamasında
kullanan Ruslar ve ardından İngilizler, sürekli
olarak onlara “bağımsız
bir Süryani devleti” sözü
verip, zaman zaman bu
sözlerini yenileyip Asurlar arasında heyecan ve
gayreti artırma taktiği
gütmüşler, ancak bağımsızlığa giden her yolu da
1. Dünya Savaşı yıllarında Urmiye, Hakkâri
yörelerinde Müslümanlara yönelik büyük katliamlar yapan Asur/Süryanî askeri birliklerinin sivillere yönelik yağma, yakma, cinayet ve tecavüzleri öyle boyutlara varmıştır ki, kendi Patrikleri Bünyamin Mar Şamun'un bile vicdanı kaldıramamış, zaman zaman şiddetin azaltılmasını istemiştir. Süryanî ordusu, Urmiye yöresindeki
savaşlarda esir aldığı Türk askerlerini (950 er, 26
subay, 2 general), aralarında yaralılar bulunmasına ve savaş hukukunun gereğine bakmaksızın
katletti(Surma D'Bait Mar Şhimun, Asur Geleneği ve Ölümü, s. 102, Leningrad, 1923). Asur/
Süryanî ordusu, savaş sürecinde kendilerine teslim olan İranlı binlerce direnişçiyi ve ailelerini de
yok etmiştir(Yakub B. Melik İsmail, Asurlar ve
kasıtlı olarak tıkamışlardır. İki Dünya Savaşı, s. 322, Tahran, 1964). Silahlı
Süryanî birlikleri bu yaptıklarından çok daha kötüsünü, hatta soykırım noktasına gelebilecek
katliamları, büyük harbi izleyen ilk yıllarda yine “Asur devleti vaadiyle”
İngilizlerin güdümünde Irak'ta oluşturulan Asur ordusu Levîler eliyle işlemişlerdir(Ahmet Dinç, Babil'de Amerikan Tangosu, s. 74-75, Selis Yayınları, İstanbul, 2004). Sömürgeci amaçları için Asurları 1. Dünya Savaşı'nın her
aşamasında kullanan Ruslar ve ardından İngilizler, sürekli olarak onlara “bağımsız bir Süryani devleti” sözü verip(Tiflis Yayını gazetesi, 28 Haziran
1917), zaman zaman bu sözlerini yenileyip Asurlar arasında heyecan ve gayreti artırma taktiği gütmüşler, ancak bağımsızlığa giden her yolu da kasıtlı
olarak tıkamışlardır(Q. M. Lamsa, Yakın Doğu'nun Gizemi, s. 175-176,
New York, 1923).
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
İngilizler Kuzey Irak'a Götürüp “Petrol Bekçisi” Yaptı
İngilizler, petrol bölgesi Musul'u koruması için yerli bir “petrol bekçisi” arıyordu(A. Gorka-F.A. Kriyacin, Doğu Arap Dünyası ve Emperyalizm,
s. 122, Moskova, 1924) ve Süryanîlerden daha iyi bir seçenek yoktu. Rusların
kontrolünde kurulan İran'daki Süryanî/Asurî ordusu, bu ülkenin 1917 Bolşevik Devrimi'nin ardından savaştan çekilmesiyle âdeta başsız kalmış,
bölgede İran ve Türk birlikleriyle sonu gelmez çatışmalara girmişti.
İngilizler Urmiye bölgesindeki bu hazır ve savaşkan birlikleri Musul
yöresine nakletmek için, Hakkâri'yi de içine alan bir Asur devleti sözü
vererek(M.H. Donohoe, Perslerle Yolculuk, s. 137, Leningrad, 1919) ve
birçok desise ile onbinlerce sivil ve asker Süryaniyi Bakuba, Musul civarına
götürdü(M. Emira, Asur Ülkesinin Tarihi, s. 454, Tahran, 1962). İlk olarak 8
bin Asurîden dört tabur kuruldu ve Hemedan şehrinde İngiliz subaylarca
altı ay süresince eğitimden geçirildiler. Ardından aileleriyle birlikte Musul
bölgesine getirilen Asur birliklerinin sayısı zamanla önce 15 bine, ardından
30 bine kadar çıktı.
İngilizler bu Asurî birliklerini özellikle Kürt
ve Arap direnişçileri bastırmak için kullandığı Rusların kontrolünde kugibi, normal zamanlarda da Asurların diğer rulan İran'daki Süryanî/
halklara karşı her türlü muamelede “serbes- Asurî ordusu, bu ülkenin
tiyet” hakkı vardı(Matfiyef, s.110). Müslüman 1917 Bol-şevik Devrimi'halkların birçok başkaldırısını bastırmada İnginin ardından savaştan
lizlerin kullandığı Süryani Levîler ordusu, gerek
isyanları bastırırken ve gerekse normal zaman- çekilmesiyle âdeta başsız
larda Irak'ın kuzeyinde Kürt, Arap ve Türkmen kalmış, bölgede İran ve
onbinlerce insanı öldürdü, mallarını yağmaladı, Türk birlikleriyle sonu
evlerini ve tarlalarını yaktı, kadınlarına tecavüz
gelmez çatışmalara giretti (W. Wigram, Asurların Yerleşmesi, s. 22, Leningrad, 1922). Süryanilerin bu tutumu bölge- mişti.
nin diğer halklarının onlara karşı derin bir kin ve
intikam duygusuyla dolmasına neden oldu (Dinç, s.75).
Mustafa Kemal'in Musul'u Almasını Da Süryanîler Önledi
Mustafa Kemal'in yönettiği Anadolu hareketi Yunan işgalcilere karşı üstünlüğü ele geçirince, yönünü Misak-ı Milli dahilindeki Musul'a çevirdi.
1922 sonbaharından itibaren, Atatürk büyük önem verdiği Musul'un geri alınması işi için temel stratejileri belirleyip, liyakat sahibi komutanları ve birlikleri görevlendirmiştir. Bazı Türkmen ve Kürt aşiretlerinin de desteğini
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
alan Türk birlikleri, Kerkük'e 40 mil kadar yaklaşıp buralarda karakollar kurmuş, ancak Süryani birlikleri burada da tıpkı Bakü yolunu tıkayıp Türk ordusunu engellemeleri gibi, Türklerin Kerkük'e ilerlemelerini, İngiliz hava
kuvvetlerinin de katkısıyla önlemiş, belki yine burada da tarihin akışının değişmesine neden olmuşlardır(Kürdistan Kürt Etüdleri Merkezi raporu, s.
34-47, Paris, 1966).
Irak'ın 1932'deki bağımsızlığına kadar devam eden bu süreçte İngiltere,
Süryani/Asurîlere verdiği bağımsız devlet sözünü birçok kere tekrarlayıp,
sömürgeci emperyalizmin bir yerli taşeronu nasıl kullanacağına yönelik en
mümtaz örnekleri tarihe yazmıştır. Örneğin, bağımsız Asurî devleti sözünün bir türlü yerine getirilmeyişinden dolayı cepheye gitmekte gönülsüz
davranan Süryanîleri Duhok'ta başlayan Kürt isyanı bölgesine çekip, dolayısıyla isyanın Levîlerce bastırılmasını sağlamak için İngilizler; “Duhok civarında boş ve büyük arazi var, gidip oraya
İngilizlerin Süryanilere yerleşebilir, devletinizi kurabilirsiniz” diyebakışı ve davranışı, Tür- rek onları bölgeye göndermiştir. Doğal olarak
kiye ile arasındaki Musul bölgede isyan etmiş Kürtlerle karşılaşan silahlı
sorunu çözülünce değiş- Süryanî birlikleri ister istemez onlarla çatışıp isyanı bastırmıştır(Wigram, s. 22-23). Ya da İngimeye, onlara silah ve çe- lizler, Süryanîlere Asur devleti meselesinin Loşitli olanaklar verme, ba- zan Konferansı'nda gündeme alınacağını vaat
ğımsızlık isteklerini sav- edip de Asur heyetinin Lozan'a gitmesini önlemek gibi sinsi ve usta taktikler uygulayabilmişsaklamaya başladı.
tir(Gorka-Kriyacin, s. 146).
Süryani Levîler Ordusu Onbinlerce Müslümanı Katletti
İngilizlerin Süryanilere bakışı ve davranışı, Türkiye ile arasındaki Musul
sorunu çözülünce değişmeye, onlara silah ve çeşitli olanaklar verme, bağımsızlık isteklerini savsaklamaya başladı. Türkiye, Süryanilerin Hakkâri, Ağrı,
Doğubayazıt, Urmiye, Musul yörelerinde kendi soydaşlarını ve dindaşlarını
kırıp her türlü kötülüğü işlemeye devam etmesine, Bakü ve Musul'u kaybetmesinin baş nedenlerinden biri Levîler olmasına rağmen, Lozan ve İstanbul
Konferanslarında büyük bir hoşgörü örneği sergileyip, Hakkâri kökenli Asurîlerin tekrar eski yerlerine dönmelerine yeşil ışık yakmış(Matfiyef, s. 120),
ancak bölgede Levîlere ihtiyacı olan İngilizlerin entrikalarıyla bu gerçekleşmemiştir. Ayrıca İngilizler, bir devlet kurmasını önlemek için Kuzey Irak'taki Süryanîleri bölgedeki boş ve verimsiz arazilere küçük öbekler halinde
yerleştirdi(Stafford, s. 57). Bu uygulama Süryanîlerin daha sonra bağımsızlık
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
iddialarının zayıflamasına ve intikamcı Arap ve Kürtlerin saldırılarından en
yüksek oranda zararı görmelerine zemin teşkil etmiştir.
Türkler ve Türkiye(Osmanlı) tarihin hiçbir döneminde Asurîlere soykırım, hatta katliam uygulamamıştır. 20. yüzyılın başlarında mikro-milliyetçilik virüsüyle malûl edilen Asurîler, gerek din kardeşliği ve gerekse bağımsızlık etkenleriyle önce Ruslarla, ardından İngilizlerle birlik olup onbinlerce
Türk, Kürt, Arap ve Acem Müslümanı katletmişlerdir. Hakkâri bölgesi
Süryanîlerinin katliama veya soykırıma uğraması söz konusu olmamış, bu
yöreyi terk etmeleri, önce Rusların Urmiye'de, ardından İngilizlerin Kuzey
Irak'ta kurduğu Asur ordularına katılma amacıyla o ülkelerin zorlamasıyla
sağlanmıştır(S. Figın, Yukarı Dicle-Asur ve Kürtler Arasında, s. 214, Moskova-Leningrad, 1929).
İngilizler “Süryani Devleti” Sözü Verip Onları Kullandı
İngilizler, Süryanîlere verdiği tüm sözleri
yok sayarak, 1932'de Kuzey Irak'ı da içeren Bağdat merkezli Irak'a sözde bağımsızlık verip bu
ülkeyi Birleşmiş Milletler'in tanımasını sağladı.
Asurîlerin BM dâhil uluslar arası düzeyde yaptığı tüm girişimleri ve kurmaya çalıştığı ilişkiler de
İngiltere tarafından engellenmeye başlayınca,
Süryanîler tüm bu olanları kınamak için 1 Haziran 1932'de Asur silahlı birlikleri Levîleri dağıttı(Y. Malek, Asurlara Birleşik İhanet, s. 196,
Chicago, 1935). Ancak bununla birlikte Asurîler
silahlarını bırakmadılar.
İngilizler, Süryanîlere
verdiği tüm sözleri yok
sayarak, 1932'de Kuzey
Irak'ı da içeren Bağdat
merkezli Irak'a sözde bağımsızlık verip bu ülkeyi
Birleşmiş Milletler'in tanımasını sağladı
Irak'a bağımsızlık vermesinin ardından İngiltere, Bağdat yönetimini
Asurlara karşı tüm icraat ve eylemlerinde serbest bıraktı. Tıpkı 15 yıl kadar
önce Nesturî Asurları Urmiye ve Hakkâri'den Kuzey Irak'a toplayıp, onlardan kurduğu Levîler birliklerine, Türkmen, Kürt ve Araplar karşısında her
türlü eylem serbestîsi tanıdığı, bu biçimde onbinlerce insanın katline göz
yumduğu gibi. İngilizlerin yol verici tutumundan cesaret alan Irak hükümeti
Süryanileri ülkenin değişik bölgelerinde iskân etme, silahlardan arındırma(Malek, s. 232-236) gibi hususlarda sıkıştırmaya başlamış, hatta Süryanîlerin ruhanî lideri Patrik Mar Şamun'u öldürmek için kiralık katiller tutma
yoluna bile gitmişti(Matfiyef, s.138). Dahası İngiltere, Levîlerin geçmiş yıllarda yaptığı akıl almaz katliam, yağma ve tecavüzlerin intikamıyla yanıp tutuşan Kürt ve Arap kabilelerin, Irak devletinin ilanını izleyen ilk yılda (1933)
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
Süryanilere saldırı planlarını öğrenmesine rağmen onları uyarmadı. Bunu
yapmadığı gibi, aynı sıralarda Musul'daki İngiliz Müsteşarı Sir R. Stafford'un
girişimleriyle Asurlar arasında husumet, rekabet ve çatışma çıkartıp onları
bölmeye çalışmakla meşguldü (Yakub-İsmail, s. 229).
Taşeron Süryanilerin İşi Bitince Katledilir!
Irak hükümeti ve İngilizler, dayattıkları yerleşim ve silah bırakma şartlarını kabul etmeyen Asurîlerin ülkeyi terk etmesini isteyince, bu zavallı talihsiz halk, bu kez de başka bir sömürgeci emperyalist ülkenin, Fransa'nın hesap ve emellerine alet oldu. Çünkü sömürgeciler arası üleşimde payına düşen Suriye'de onun da başı selamet değildi. Suriye'de kendisine kök söktüren
Arap Kurtuluş Hareketi karşısında Fransa, bir yandan yerli halkı bölme, diğer yandan dayanacağı bir Hıristiyan halk tabakası yaratma seçenekleri üzerinde yoğunlaşmıştı(F. P. Skorobakatof, Sovyetler Birliği'nde Asurlar, Kavimleri Aydınlatma dergisi, Sayı 1, Moskova, 1921). Bu çerçevede Fransa, silahlarını bırakmaları şartıyla Irak'tan gelecek Asurları kabul edeceğini bildirdi(Yakub-İsmail, s. 328-329). Fransızların garantisi ve silah bırakmanın riski
arasında tercih yapan yaklaşık 20 bin Süryani, Temmuz-Ağustos 1933'te, yeni bir sömürgeci efendinin oyuncağı olmak üzere Suriye'ye gitti(Matfiyef, s.
138-139). Suriye'ye giden Süryanilerin önemli bir kısmı kısa süre sonra geri
dönecek, ancak Fransızlar Türkiye ve İran'dan çeşitli teşviklerle Süryanîlerin bu ülkeye gelmesini sağlayacaktı. Böylece 930'lu yıların ortalarında Suriye'deki Süryanî sayısı yeniden 20 bini geçmişti(B. Dodge, Asurların Habur'da Yerleştirilmesi, s. 307, Leningrad, 1940). 1940'larda sayıları 40 bini geçen
Süryaniler, 1946'da Fransa'nın Suriye'den tamamen ayrılıp onları yine yüzüstü bırakmasını izleyen yıllarda, Irak'taki kadar olmasa da çeşitli sıkıntılar
çektiler.
Bu aşamadan sonra olanlar, insanlığın tarihine ibret verici, Batılı sömürgecilerin alınlarına ise kara leke olarak sürülecek cinstendir. İngiltere, Paris
nezdinde girişimlerde bulunup, Suriye'ye giden Süryanîlerin Irak'a geri dönmesini sağlayacak bir anlaşmayı Fransa ile yaptıktan hemen birkaç gün sonra, Süryanîler geri gönderilmeye başlandı. Süryanîler, o zaman sınırı teşkil
eden Fırat nehrinden Irak'a geçmeye başladığı anda İngilizlerin sağladığı Irak Hava Kuvvetle-ri'ne ait uçaklarla ırmak üzerinde bombalanmaya, öte
yandan da Kürt ve Arap aşiretlerinin katkısıyla oluşturulan askeri birliklerce
ateşe tutuldu. Bu sırada İngiliz uçakları da silahlarını bırakıp kendilerine teslim olmalarını iste-yen broşürler attı. Broşürlere kanıp teslim olan birçok
Süryanî İngilizlerce hemen idam edildi(Malek, s. 247-258). Bu aşamadan
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
sonra olaylar daha da vahim bir hal aldı. İntikam ateşiyle yanıp tutuşan Kürt
ve Arap aşiretlerinin de baskısıyla Irak hükümeti, Asurlara karşı Ağustos
1933'te cihat ilân etti(C. Empson, Irak'ın Ekonomik Şartları, s. 43, Londra,
1933). Kuzey Irak'ın birçok bölgesinde, İngiliz uçakları kaçan Asurları takip
edip yerlerini Irak güçlerine bildirdi. Silahlı Asur birlikleri de bu süreçteki
çatışmalarda çok sayıda Arap ve Kürdü öldürmüştür ancak, öldürülen, katledilen Süryanî sayısı daha çoktu ve aralarında kadın ve çocuklar da vardı(C.
J. Edmonds, Kürtler, Türkler ve Araplar-Kuzeydoğu Arabistan'da Politik
Araştırma ve Geziler, s. 274, Londra, 1957).
Ancak tüm olanlara rağmen, olaylarda öldürülen Süryanî sayısı, sonraki yıllarda ortaya attıkları “soykırım” iddiasının içini dolduracak
miktara asla ulaşmamıştır. Süryanîlerin kendi
yayınlarında bile, öldürülen Asurî sayısı en fazla
5 ila 6 bine çıkarılabilmektedir. Asurî tarihçi Yusuf Malek bile eserinde bu rakamın üzerine çıkamamaktadır(Malek, s. 287).
Suriye'ye giden Süryanilerin Irak'a geri dönmesini sağlarken olanlar Batılı
sömürgecilerin alınlarına
kara leke olarak sürülecek cinstendir.
Oryantalist sömürgeci batılı ülkelerin uyguladığı bu klasikleşmiş oyunun anlamı şu idi: Talihsiz bir halk olan Nesturî Süryanîler, büyük savaşta
Ruslar tarafından Osmanlı ve İran'a karşı ön cephelere sürülmekten dolayı
çektikleri eziyet yetmezmiş gibi, hemen ardından sömürgeci Batılı kapitalistlerin zengin petrol bölgelerindeki çıkarlarının korunup gözetilmesi için
yurtlarından sökülüp, âdeta “fedaî” sıfatıyla Kuzey Irak'a getirilmişti. Gördükleri birçok zarara rağmen İngilizler tarafından bu fedaî rolüne zorlanan
ve alıştırılan Süryanîler, Basra gibi ülkenin güney kesimlerindeki zengin petrol yataklarını da kapsayacak bir şemsiye fedaî devlete ihtiyaç duyulunca
gözden çıkarılmışlardır. Çünkü milyonlarca Arap ve Kürdün yaşadığı Mezopotamya'nın tümünde birkaç yüz bin Asurî'nin yönetimine devredilecek bir
devletin uzun ömürlü olamayacağı aşikârdı. İngilizler, Bağdat merkezli Irak
yönetimiyle 1932'de imzaladığı İngiltere-Irak antlaşması'yla görünüşte Irak'a bağımsızlık vermişti ama gerçekte ülkenin her yeri ve her işi Londra'nın
denetimi ve insiyatifinde olacaktı. Böylece vahşî kapitalizm, insanlıktan ve
vicdandan yoksun bir tavırla “Süryanî” isimli bir masum kurbanı daha telef
etmiş, fakat iyi bildiği “propaganda bili-minin” inceliklerini kullanarak,
sonraki yıllarda hem timsah gözyaşları dökmüş ve hem de olan-bitenler göz
önüne alındığında en masum kalması gereken Türkiye'yi ve Türkleri, tıpkı
Ermeni meselesinde olduğu gibi “soykırım sanığı” mesabesine sokmayı
başarmıştır. Üstelik bunu yaparken, tarihten ders almayı bilmeyen bugünün
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
“torun Süryanîleri”, halâ Batılı ülkelerin ve gizli servislerinin güdümünde
silahlı direniş örgütleri kurabilmekte, tek hedef olarak da Tür-kiye'ye seçebilmektedir.
Saddam'ın İran Cephelerindeki Kurbanlıkları
İlerleyen yıllarda Suriye, Irak, İran gibi ülkelerdeki Süryanîler bazen muhalif hareketlerin içinde yer alıp çeşitli silahlı ve fikirsel faaliyetler yürütmüş,
bazen de iktidarlara yakın durmaya çalışarak istikrarsız bir çizgi izlemişlerdir. Irak rejimleri boyunca Süryanîlerin tarihi de ülkedeki diğer halklarınkinden pek farklı seyretmemiştir; hiçbir zaman yerine getirilmeyen haklar
kazanmışlar, katliamlara uğramışlardır. Musul'da 1959 ve 1960'ta General
Kasım'ın askerlerince yapılan katliamların en büyük mağduru onlardır.
Oysa Süryaniler General Kasım'ı Pan-Arap milliyetçiliğine karşı desteklemiştir. Saddam dönemi ise Süryanîler için tam bir kırım zamanıdır. Irak
diktatörü, tıpkı Türkmenlere uyguladığı gibi eli silah tutan bütün Süryanîleri
en tehlikeli İran cephelerine sürmüş, yaklaşık 40 bin Süryanî’nin savaşta
ölmesine sebep olmuştur(Dinç, s. 74).
Süryaniler günümüzde bazı batı ülkelerinde
oldukça etkin birlik örgütleri ve STK'lar oluşturmuş durumdadır(Akşam gazetesi, 21 Nisan
2002). Merkezi Hollanda'da bulunan Asurî
Süryani Keldani Birliği(ASCU), İsviçre Süryani Dernekleri Birliği(HSS) bunlardan birkaçı. Batılı ülkelerdeki Süryanî kuruluşları,
Türklerin yaptığını iddia ettikleri Süryanî soykırımının tanınmasına uğraşmaktan, sportif, kültürel, sanatsal ve sinema faaliyetlerine kadar geniş bir yelpazede faaliyet göstermektedir. Süryaniler'in Türkiye'de dört metropolitliği, 28'i halen aktif olarak çalışan toplam 34 kilise, iki manastır ve yedi kilise vakfı bulunuyor. Ancak bu
sayıların, gelen göçlerle ve artan kültürel-dinsel
faaliyetlerle birlikte giderek arttığını da unutmamak gerekir.
Gördükleri birçok zarara
rağmen İngilizler tarafından bu fedai rolüne zorlanan ve alıştırılan Süryanîler, Basra gibi ülkenin
güney kesimlerindeki
zengin petrol yataklarını
da kapsayacak bir şemsiye fedaî devlete ihtiyaç
duyulunca gözden çıkarılmışlardır.
ABD, İsviçre, İsveç, Almanya, Hollanda ve Fransa en kalabalık yaşadıkları ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye'de ve dünyada ne kadar Süryanî/
Asurî yaşadığına ilişkin değişik kaynak-larda birbirine zıt rakamlar ortaya atılmıştır. Türkiye toplam nüfuslarının 30 bin civarında olduğu(Aksiyon dergisi, 16 Temmuz 2007) bazı kaynaklarda geçerken, İstanbul'da yaşayanların
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
sayısının 20 binin üstünde olduğu da söylenmektedir. Bazı kaynaklarsa Güneydoğu Anadolu'da bulunan Süryanî sayısının 20 bin olduğunu belirtmektedir. Bazı Süryanî kaynaklarıysa 15 bini İstanbul'da olmak üzere tüm Türkiye'de 30 bin civarında olduklarını belirtmişlerdir(Zeki Demir, Bizim Gazete, 12 E-kim 2002). Böylece Süryanîlerin Türkiye'deki sayısını kesinleştirmek mümkün olmamaktadır. Ülkemizde Süryanîler başta İstanbul
olmak üzere, Mardin, Midyat, Adıyaman, Ankara, Elazığ, Diyarbakır
gibi illerde yaşamaktadır. İstanbul Süryanîleri, Süryanî Kadim Meryemana Kilisesi, Süryanî Katolik Kilisesi, Keldanî Kilisesi ve Süryanî
Ortodoks Kilisesi etrafında toplanmıştır. Türkiye ve dünyadaki mevcut nüfuslarına ilişkin de- Saddam dönemi ise Sürğişik kaynaklarda farklı rakamlara rastlamak
yanîler için tam bir kırım
mümkün. Irak'ta nüfusun %3'ünü teşkil ettiği
söylenen(Dinç, s. 72) Asurîler, bu hesaba göre zamanıdır. Irak diktatökesin nüfusu bilinmeyen ancak 24 milyon civa- rü, tıpkı Türkmenlere
rında olduğu tahmin edilen ülkede 250 bin kişi- uyguladığı gibi eli silah
den oluşan bir kitleden ibaret. Süryanîlerin düntutan bütün Süryanîleri
yadaki toplam nüfus varlıklarına ilişkin 1 milyon
ila 20 buçuk milyon arasında rakamlar ileri sü- en tehlikeli İran cephelerülmektedir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde Sür- rine sürmüş, yaklaşık 40
yanîlere ait hemen tüm yayımlar, onları eski top- bin Süryanî’nin savaşta
raklarına geri dönmeye teşvik etmekte, bunun ölmesine sebep olmuştur
da semeresini son yıllarda artan ivmeyle almaktadırlar(Matfiyef, s. 159).
“Soykırım” iddiasına gerekçe teşkil eden ikinci zaman dilimi olan 1932
sonrasındaki olaylarda Iraklı Kürtlerin mesuliyetini mümkün olan en aza indirmeye çalışan Süryanîler, hatta bazı yayınlarında Kürtlerle Asurîleri aynı
soya mensup gösterecek kadar ileri gitmektedirler(Matfiyef, s. 142, 148).
Bunda, bölücü terör örgütü PKK ile 1990-1999 arasında kurdukları terör ittifakının ve Avrupa'daki her iki kesimin örgütlenmeleri arasındaki yakınlaşmanın etkisi büyüktür. Bu çerçevede bölücü terör örgütü PKK ile Süryanî
/Asurî ilişkilerini de göz önüne sermekte, konumuzun bütünlüğe ulaşması
açısından yarar var.
Mezopotamya belki de dünyanın en çok “renginin” birbirine karıştığı,
henüz adını dahi duymadığımız halkların yüzyıllardır var olmaya devam ettiği bölgesi. Bu tür coğrafyaların ortak özelliklerinden biri de, taşların oynadığı, yani rejimlerin, efendilerin değiştiği her hareketli dönemde, söz konusu
küçük ve gizemli halkların ses verip “biz de varız” demeleridir. Bu ses ver21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
menin boyutu, bağımsızlık isteğine kadar gidebiliyor. Irak'ta Amerikan işgalini ve Saddam devrinin sona erişini izleyen süreç, Süryanîlerin bağımsız, en
azından devlet yönetiminde söz hakkı isteklerine de şahit oldu. Ancak bu
sesler, Mezopotamya'nın direnişi, tozu-toprağı, gürültüsü arasında pek az
duyulabildi.
Süryanî Anavatanını Türkiye'nin İşgalinden Kurtarmak
İçin Silahlı Örgüt Kuruldu
Sesleri her ne kadar az duyulsa da Süryanîler, “anavatanlarını işgalden kurtarma” ve bağımsız devlet kurma amacıyla çeşitli örgütler kurmuştur. Bunlardan en dikkate değer olanı, vatanlarını kurtarmak için Türkiye ve
Irak'la silahlı mücadeleyi esas alan Beth-Nahrin Ulusal Kurtuluş Ordusu.
“Beyt-ül Nahreyn” yani “iki nehir arasındaki ev” anlamına gelen bu Aramca birleşik kelimeyi aynı zamanda Süryanî “arz-ı mev'udu” biçiminde
de anlamak, algılamak gerekir. Beth-nahrin ifadesi, beyt-ül nahreyn'in Süryanî dilinde aynı anlamda kullanılan biraz kısaltılmış halidir. Beyt-ül nahreyn, Süryanilerin tıpkı Siyonist Yahudilerde var
olan
“Arz-ı Mev'ud” kavramına benzer bu milSesleri her ne kadar az
li/dinsel ütopya veya inanışlarını ifade eder. Bu
duyulsa da Süryanîler,
ütopyaya/inanışa göre iki ırmağın, yani Fırat ile
“anavatanlarını işgalden Dicle ırmaklarının arasında kalan, Yukarı Mekurtarma” ve bağımsız zopotamya denilen bölge Asurî/Süryanîlerin ana vatanıdır, evidir ve kendilerine vaat edilmiştir.
devlet kurma amacıyla
Bir gün mutlaka orada bağımsız bir Süryanî devçeşitli örgütler
leti kuracaklardır. Sözü edilen bu bölge Asur
kurmuştur.
imparatorluğunun da kalbi olan bölgedir(Dinç,
s. 67-69).
Süryanîler PKK Bünyesinde
Bağımsız bir devlet kurmayı hedefleyen siyasal, kültürel, yazınsal faaliyetler Süryanîler arasında 1990'lı yılarla birlikte âdeta patlama göstermiştir.
Kültürel ve siyasal çalışmaların yanı sıra, bağımsızlık için silahlı mücadeleyi
esas alan ilk “bağımsız” Süryani örgütü 2003 yılında kurulan Beth-Nahrin
Ulusal Kurtuluş ordusu olmuştur. “Bağımsız” diyoruz, çünkü daha önce
PKK'nın bünyesinde bulunup uzun zaman onunla birlikte silahlı eylemler
yapan Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü(Batılı ülkelerde Patriotic
Revolutionary Organization of Beth-Nahrin PROB olarak biliniyordu) vardır. Bu örgüt Avrupa'da ilk eylemini o kültüre has bir şekilde koymuş, 24
Temmuz 2000'de Lozan'da hükümet konağını işgal etmiştir.
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
Beth-Nahrin Ulusal Kurtuluş Ordusu'nun temelini aslında ADO örgütü oluşturmaktaydı. Bu Süryani örgüt 1990 yılında ortaya çıkmıştır. ADO,
1993'te PKK ile bir anlaşma yapıp bu örgütün bünyesine girmiş ama her
zaman varlığını korumuş, bununla birlikte PKK'lılarla birlikte birçok eyleme katılmışlardır. Hatta bu Süryanî grup, PKK içindeki en kanlı, en acımasız
kimseler olarak nam salmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin operasyonlarında
ölü ele geçirilen ve sünnetsiz çıkan teröristlerin Ermeni olduğu şeklindeki
peşin yargı, bu gerçekle sarsılmaktadır. Zira bu sünnetsizlerin önemli bir kısmı aslında Süryanîydi. Bu yapı, PKK bünyesinde bulunduğu süreç içinde isim değiştirip ADO yerine Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü adını
almıştır. Örgüt 2000 yılında yeniden isim değiştirip Mezopotamya Özgürlük Partisi adıyla partileşmiştir(Özgür Politika Gazetesi, 23 Ekim 2001).
'Kırmızı Kitap'ta Süryani Terörü
Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve kamuoyunda “Kırmızı Kitap” olarak bilinen Milli Güvenlik İç Siyaset Belgesi'nde de bu
Süryanî yapılanmadan bahsedilmiştir. Belgeye göre örgüt PKK'nın bünyesine girmiş, orada Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü adını kullanmıştı. Belgenin “İç tehdit Unsurları” başlıklı bölümünde, Süryanîlerle ilgili
şu ifadeler geçmektedir: “Ülkemizde ağırlıklı olarak Mardin ve Şırnak
illeri bölgesinde ikamet eden Süryanî vatandaşlarımızdan bir kısmı
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
son dönemde ABD ve Avrupa ülkelerine göç etmiş, göç eden Süryanî
topluluklarından yeni nesiller ülkemiz aleyhine Süryanîlerin bağımsızlık-özgürlük istemlerini dile getiren çeşitli örgütler kurmuşlardır.
Bunlar arasında en önemlileri 1995 yılında İsveç'te kurulan Asurîstan Kurtuluş Partisi ve K. Irak alanında faaliyet gösteren Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü'dür. Her iki örgütte Dicle-Fırat nehirleri arasındaki bölgede, bağımsız yeni bir devlet kurmayı hedeflemektedir. 1993 yılından itibaren tamamen PKK'nın güdümünde K.
Irak'ta faaliyet gösteren Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü'nün az sayıda silahlı kadrosu olduğu bilinmektedir”.
Öcalan Yakalandı, Süryaniler PKK'dan Ayrıldı
Abdullah Öcalan'ın yakalanmasıyla birlikte Süryanilerin PKK'dan ayrılma süreci de başlamıştır. Öcalan'ın yakalanmasını izleyen ilk aylar, Süryanîlerin PKK'dan kopuşun başlangıcına da tanıklık etmiştir. Bölücü terör örgütünden “dostça ve iyilikle” ayrılma sürecine giren Süryanî terörist grup,
1999'da yeniden isim değiştirip bu kez Beth-Nahrin Özgürlük Partisi adını almıştır. PKK'dan ayrılma süreci 2003'te tamamlanmış, bununla birlikte Süryanî militanların PKK ile işbirlikleri devam etmiştir. Örgüt 2003'te
Beth-Nahrin Ulusal Kurtuluş Ordusu olan nihaî adını almıştır. Bu örgüt
(ADO'dan Beth-Nahrin'e uzanan çizgiyi tek örgüt sayarsak), Süryanîlerin
kurduğu ilk ve tek silahlı örgüt olmanın yanısıra, PKK ile 10 yılı aşkın bir süre işbirliği yapan tek örgüt olma özelliği taşımaktaydı(Bu noktada, DHKPC, TİKKO gibi aşırı sol terör örgütlerinin, bölücü terör örgütüyle geniş kapsamlı iş ve eylem birliği anlaşmaları yapıp, bu anlaşmaların kısa süre sonra
bozuluşunu hatırlamakta yarar var). Beth-Nahrin'in PKK'dan ayrıldığı ilk
aylar içinde, Türk güvenlik ve istihbarat birimlerinin kayıtlarına 19 militanı
“düşmüştü”. Süryanî teröristlerin silahlı ve teorik eğitimi için PKK kampları da kullanılmaktadır. Beth-Nahrinciler, PKK'dan ayrılmakla birlikte işbirliğini geniş çapta sürdürmüşlerdir. 2000'li yılların hemen başında Irak'taki PKK kamplarında 200 Süryanî genç, “silahlı özgürlük savaşı” yolunda eğitim görmüştür(Yaşar İliksiz, Haber 7 Televizyonu, 22 Ağustos 2006).
Kürtlerle Süryaniler Akraba mı?
Beth-Nahrin'in PKK ile aynı çatı altında olduğu yıllarda, Kürtler ve Süryanîlerin dost ve hatta kader ortağı olduklarına, geçmişteki talihsiz olayları
ve birbirlerine yaşattıkları acı olayları unutmak gerektiğine, bu olayların emperyalizmin oyunu olduğuna, aralarında dil, tarih, hatta kan akrabalığı bulunduğuna ilişkin söylemler ve yayınlar artmıştır. Göçtükleri batılı ülkelerde
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
uzun yıllar kültür ve din eksenli faaliyetler yapmış olan Süryanî/Asurî cemaatleri için, siyasallaşma, dahası terör örgütü çerçeveli işler hiç de alışkın olmadıkları bir durumdur. Ancak, Süryanî örgütlenmesinde siyasallaşmanın
öncülüğünü daha ziyade Türk aşırı sol örgütlerinin içinde bulunmuş, fakat
artık “özlerine dönmüş” eski tüfek solcu Süryanîler yapmaktadır. Türk solunda elde ettikleri engin kazanımlarını/tecrübelerini, kendi halklarının faydasına sunmuşlardır(Dinç, s. 75).
Beth-Nahrin Ulusal Kurtuluş Ordusu'nu MI5 mi Kurdu?
Beth-Nahrin Ulusal Kurtuluş Ordusu'nun
kuruluşu, Süryanîlerin yoğunlukta yaşadığı Süryanî örgütlenmesinde
Londra'da 2003 ortalarında, Irak'ın işgalini izle- siyasallaşmanın öncülüyen ilk aylarda gerçekleşmiştir. Bu noktada İngiliz gizli istihbarat servisi MI5'in söz konusu or- ğünü daha ziyade Türk
ganizasyonda ve kuruluşta etkin rol oynadığını aşırı sol örgütlerinin
söylemek mümkündür. Örgüt, daha önceki Sür- içinde bulunmuş, fakat
yanî silahlı örgütünün devamı niteliğindedir an- artık “özlerine dönmüş”
cak bir yönüyle yeni bir yapılanma da sayılabilmektedir. Kurulmasında Avrupa'da yaşayan eski tüfek solcu SüryanîSüryanî milliyetçilerin büyük desteği ve katılımı ler yapmaktadır.
olmuştur. Iraklı bazı kaynaklar İsveç, İsviçre ve
İngiltere gibi ülkelerin desteklediği bu terör örgütüne İsrail'in de yakın durduğunu iddia etmişlerdir. Amerika'nın bazı eyaletlerindeki güçlü Süryanî
varlığından ve ABD'nin emperyal hesaplarında “her yolun mübah” olmasından dolayı, oradan da destek almaları söz konusudur.
İlk yıllarında teşkilatlanmaya ve eleman edinmeye/yetiştirmeye önem
veren Beth-Nahrin örgütünün, bunu tamamladığında Türkiye ve Irak'a,
hatta İran'a yönelik silahlı mücadeleyi başlatmayı hedeflediği iddia edilmektedir. Zira Yukarı Mezopotamya'nın yani Beyt-ül Nahreyn ideoloji/inanışıyla hedeflenen bölgenin önemli bir bölümü bugün Türkiye sınırları içindedir(Dinç, s. 70-71).
Sözkonusu Süryanî terör örgütü, Yargıtay'ın belli aralıklarla hazırladığı
“Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eden terör örgütleri listesine” 2006
yılında 86. ve son sıradan, “Beyth Nahrin Ulusal Kurtuluş Ordusu” adıyla ilk kez dahil edilmiştir. Bu listede PKK; Hizbullah, DHKP-C, TİKKO,
TKP/ML gibi çeşitli terör örgütleri yer alıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri de söz
konusu örgüte karşı duyarlılığını göstermekte gecikmemiş, TSK'da genellikle uygulanan bir yöntem olarak, yeni ortaya çıkan her örgüt hakkında ol21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
duğu gibi Beth-Nahrin hakkıda da subay ve astsubaylara yönelik bilgilendirici seminerler verilmiştir. Bu seminerler özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde görev yapan jandarma personeline yönelik gerçekleştirilmiştir(Zaman Gazetesi, 19 Kasım 2006).
PKK-Süryani ilişkisi, Kürt-Asurî/Süryani münasebetlerinin geçmişine
bakıldığında, tarihin akışına ters, alışılmadık bir durum gibi görünüyor. Çünkü tarihte Kürtlerle Süryanîler birbirlerini hiç sevmemiş, fırsat buldukça ötekini tepelemiş, katliam yapmışlardır. Osmanlı'nın son yıllarında, 1910 ile
1915 arasında Musul eyaletinde Kürtlerin Süryanîlere, İngiliz mandası sırasında Süryanî kolluk gücü Levîler'in Kürtlere, krallık rejimi dönemlerinde
de tekrar Kürtlerin Süryanîlere yaptıkları katliam ve zulümler bilindiğinde,
bu ilişki daha bir enteresan hale gelmektedir. Kürt-Süryanî husumetinin
Mezopotamya'ya özgü bir efsanevî kökeni de
vardır:
Kürt Newroz söylencesi 'Zalim DehPKK-Süryani ilişkisi,
Kürt-Asurî/Süryani mü- hak', Asurî düşmanlığı üzerine bina edilmiştir.
Orada Kürtler'in, ataları saydıkları Medler'in, Anasebetlerinin geçmişine sur imparatorluğunu yakıp yıkması, krallarını
bakıldığında, tarihin akı- perişan etmesi işlenmektedir. Süryanîler de, taşına ters, alışılmadık bir rihlerinde tek devletlerinin Kürtlerin eliyle yıkıldurum gibi görünüyor. dığı savını işlemiş, yüzyıllar boyunca karşılıklı
husumet beslenmiştir.
PKK-Süryanî ilişkisi bereketli meyvelerini vermeye başlayınca, bölücü
terör örgütünün yayın organlarında ve kuruluşlarında, Süryanîlerle ilgili bölümler yumuşatılmış, dünkü düşman, birdenbire dost ve kaderdaş yapılmıştır. “Newroz”, Süryani/Asurîleri de kapsayacak şekilde “Mezopotamya
halklarının kurtuluş günü”ne dönüştürülmüştür. PKK'nın bu tutum değişikliği Irak'taki diğer Kürt gruplarına da yansımış, ağa ya da şeyh/tarikat
çerçevesi içinde geleneksel olarak kötü gözle bakılan Süryanilere karşı tutumda olumlu değişikler gözlenmiştir.
Türkiye'de HADEP ve devamı niteliğindeki partiler de bu konuda duyarlı olduğunu ortaya koymuştu. Öcalan'ın 15 Şubat 1999 tarihinde yakalanışının üzerinden yaklaşık bir ay geçtikten sonra yaşanan ilk Nevruz dolayısıyla Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü ateşli bir bildiri yayınlamış,
bu bildiri PKK'nın yayın organı Serxwebun dergisinde de çıkmıştır. Bildiri PKK-Süryani birlikteliğinin içeriğine dair ilginç ipuçları veriyor, sosyalist evrensellik ve yoldaşlık adına âdeta Süryanî tarihine ihanet ediliyordu:
“Kürt halkının dirilişi ve ezilen halkların özgürlük sembolü Newroz bayra[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Tarihten Bugüne Emperyalizmin İstismarında Süryanilik
mını kutlarız. Ortadoğu'da zamanın en büyük köleci İmparatorluğunu kuran Asurlular, boyunduruğu altındaki halkları ezdikçe, iç sömürü ve baskılardan yılan halklar baş kaldırdı. Bu dönemde Babil-Med Koalisyonu oluşturularak, M.Ö. 612 yılında Asurluların başkenti Ninova'yı ele geçirip, Asur
köleci hükümranlığını yıktılar. İşte o gün bugündür yakılan Newroz'un özgürlük ateşi, Ortadoğu halklarının tarihinde yeni bir milat olarak yerini alır...
Bir başka husus ise, yıllardan beri Asurî ve Kürt halkları arasında Türkiye'nin ekmiş olduğu nifak ve düşmanlık tohumlarının günümüzde kardeşliğe
dönüşmüş olmasıdır... Evrensel Önderliğin Avrupa'ya çıktığı andan itibaren
gerçekleştirilen her türlü eylemde örgütümüz ve kitlemiz (Süryanîler) aktif
bir şekilde yer alarak önderliğe sahip çıkmıştır. Bu eylemlerde halkımızın yer
almasının en önemli yanı aradaki olumsuz tarihî çelişkileri giderme yolunda
atılan bir adımdır... Asurî halkının ulusal kurtuluş mücadelesine önderlik
eden Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü olarak, bundan böyle de zafere yakınlaşan devrim yolunda daha aktif yer alacağımızı belirtiyoruz. Bahara açılmakla yeni bir milada ve zorlu bir sürece girmiş bulunmaktayız. Özgürlük savaşçıları olarak içine girilen bu zorlu sürecin üstesinden gelmek ve
gereklerini yerine getirmenin tek ve doğru yolu, Apocu kazanma ruhuyla,
onun fedailik tarzıyla örgütlenerek, düşmanın tümden yok etme çabalarına
karşı düşmanı tümden yok etmeyi hedefleyen VI. Zafer Kongresi doğrultusunda yürümektir. Bu temelde Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü olarak VI. Zafer Kongresi'nden(PKK'nın kongresi kastediliyor, bu kongrede
Süryanî örgüt, Yakup Barsawmo'nun sözcülüğünde 8 delege ile temsil edilmişti-A.D.) aldığımız moral ve güçle, halklarımızın ve tarihin beklentilerine cevap olacağımızı belirtiriz. Mart 1999 Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü”.
Saddam'ın ardından örgütlenme ve hak talebi faaliyetlerine hız veren
Süryanîler'in bu husustaki en önemli toplantılarından biri, 2004 Şubatının
ortalarında gerçekleşmiş, adeta gövde gösterisi yapmışlar, işgal yönetimine,
dosta düşmana gereken mesajı verip, “Süryaniler dışlanarak Irak'ta gercek yönetim ve huzur ortamı kurulamaz” mesajı vermişlerdir. 16 Şubat'ta Bağdat Sheraton Oteli'nde düzenlenen toplantıya Süryanî sayılan Keldanî ve Asurîler de katılmıştır. Demokratik Beyth-El Nahrin Partisi, Yurtsever Beyth-El Nahrin Birliği, Keldanî Demokratik Birlik Partisi, Asurî Ulusal
Meclisi, Asurî Yurtsever Partisi ilk göze çarpan katılımcı gruplardır. Toplantıya PKK'nın Irak'ta kurduğu Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi de temsilci göndermiştir(Dinç, s. 77-78). Toplantının içeriğinden de görüldüğü kadarıyla Süryanîler, Irak'ta İngiliz mandasının kurulduğu dönemde elde ettikleri parlak kazançlı dönemi arıyor, işgalcilere yeniden “Biz buradayız ve tek21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
[201]
Ahmet Dinç
rar göreve talibiz” mesajı verilmiştir. Fakat konjonktür/dengeler 20. yüzyıl
başlarındaki gibi değildi, dengeler ve aktörler epeyce değişmiş, aktörler kendilerine Irak'ta bu defa Levîler'i değil, Peşmergeleri figüran yapmıştır.
Silahlı örgütün dışındaki Süryanî siyasî önderlerinin Irak içindeki mücadelesi de dikkate değer. Süryanîler de Saddam sonrasına, Amerika'nın “geliyorum” işaretini vermeye başladığı 2002 yılı civarında yeni döneme hazırlanmaya başlamıştır. Bu çerçevede, siyasî mücadeleyi esas alan ve bütün
Süryani hareketlerini kapsayan genel bir çatı durumundaki Asur Milli Kongresi, 2002'de Saddam'a karşı ortaya çıkan en ciddi muhalif hareketlerden biri
olan Özgür Subaylar Hareketi ile bir ittifak anlaşması yapmıştır. Buna göre,
Saddam sonrasında birlikte politika belirleyecekler, birlikte hareket edeceklerdi.
Uyanık Fakat Hoşgörülü Olmak…
Doğu'yu her zaman sömürülmeye müstahak ve kontrol edilmeye muhtaç geri kalmış insanlar diyarı olarak görmüş oryantalizmin yüzyıllardır zihinlerini şekillendirdiği Batılı yönetici ve elitler, Süryanî terör örgütüyle birlikte, bölgede yeni bir maşa kazanmış olmanın mutluluğunu yaşıyor olmalılar. PKK'nın sona er(diril)me sürecinin başladığından söz edilen bu sıralarda, Batılı ülkelerin Doğu'da hemen hiçbir zaman taşeron terör örgütlerini
kullanmaktan geri durmadıkları gerçeğini göz önüne alarak, PKK'nın yerine
yeni “bölücü örgüt” veya “özgürlük savaşçıları” olarak Süryanî terör örgütünün düğmesine basabileceklerini söylemek, komploculuk veya hayalcilik olmasa gerektir. Ancak bu sav, varlığı resmi kurumların ve yayımların
verileriyle de kesinlik kazanmış Süryani terör örgütlerine bulaşmayan,
terörü onaylamayan, birlikte yaşama irade ve kararlılığına sahip masum ve
iyi niyetli Süryanîlerin karalanmasına varacak kadar ileri götürülmemelidir.
Ancak bununla beraber, Türkiye Süryanîlerinin, yıllar önce gittikleri ve
her türlü olanağa sahip biçimde yaşadıkları gelişmiş ülkelerden, tekrar Doğu
ve Güneydoğu'daki kırsal alana dönmeye başlaması, elbette ilk plânda “sıla
hasreti” duygusuyla açıklanmalıdır. Varlığı artık kesinlik ve resmiyet kazanmış Süryanî terör örgütleriyle girecekleri muhtemel ilişkiler Türk güvenlik
ve adlî birimlerinin ilgi alanına girmekle birlikte, diğer yandan, inanışı ve ırkı
ne olursa olsun Türkiye'yi kendi yurdu olarak bilip geri dönen insanlara peşinen ve koşullu olarak kötü gözle bakmak, onları terör işbirlikçisi, bağımsız
Süryani devletinin öncü havarileri şeklinde görmek, en azından Türklüğün
hoşgörüsüne ve birlikte yaşama anlayışına uymaz.
[200]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2008
Download