İletişim Etiği ve Hürriyet - İstanbul Ticaret Üniversitesi

advertisement
1
İLETİŞİM ETİĞİ
Prof. Dr. Hayrani ALTINTAŞ
İletişim etiği şöyle tarif edilir : Ortakça sahip olunanla kişiye ait olanı
ayırmaya İletişim Etiği denir. Böyle bir iletişim, kişiler arasındaki iyi iletişimdir.
İletişim etiği denilince iki kavram üzerinde durulur: İletişim ve Etik…..
O halde, bu iki kavram iyice bilinmelidir.
İletişim, bir bilgiyi bir başkasına aktarma ve karşılıklı konuşma(diyalog)
kurmadır.
İletişim, belli bir gayeye yönelik faaliyet olduğundan yönelinen kişi veya
kitle ile uzlaşma ve uyuşma arar. Muhatap olarak gördüğü kişi veya gurup ile
kaynaşma, özdeşleştirme ve bütünleşmeyi hedef edinir.
İletişim, ifade edilen bu kaynaşma ve bütünleşme temin için karşılıklı iyi
niyeti esas alma, bununla ilgili olarak faaliyette bulunmadır. Aynı davada yer
alındığını gösterme eylemidir. Müşterek bir çerçevede hareket edildiğini
hissettirmedir. Bu hususta bilgi verme ve bu bilginin muhatabın aklına uygun hale
gelmesini sağlamadır. Bu sebeple tarafların tercihlerini etkilemedir. Bu faaliyetiyle
iletişim, düşünce, davranış, tutum ve inançları değiştiren bir süreçtir.
İletişim, belli bir davranışı benimsetmek ve o yönde hareket ettirmek için
ikna etme, inandırmadır. İletişim, bir inandırma yöntemi, etkileşim biçimidir.
Bu gayeleri temin etme hususunda, iletişim, topluluğu incelemeyi, onu
1-tahlil etmeyi, 2-ilişkiyi tasarlamayı, 3-tasarlananı uygulamayı, 4-değerlendirmeyi,
esas alan bir faaliyettir.
Etik, kişisel bir planda tanımlanabilen değerler manzumesidir.
Öyle ise iletişim etiği, değerler manzumesine saygı göstererek bir bilgiyi
bir başkasına aktarma, onunla dialog kurmadır.
O takdirde, bir bilgi aktarımının etik olabilmesi, kişinin, bedeni ve ruhi
yönden değerlere saygı göstermesiyle mümkündür. Açıktır ki, iletişimin etik olup
olmadığına kişi kendisi karar verecektir.
Etik şahsiyet veya ahlaki kişilik, şahsı tanımlayacaktır.
Mesela,
İnternette yazışırken etik davranıp davranılmadığı, kişilerce tespit edilebilir.
Etik, bir ahlak felsefesi olması itibariyle kişilerin bütün eylem ve
davranışlarıyla, bu eylem ve davranışların delalet ettiği kavramlarla ilgilenir. Bunları
değerlendirir ve hüküm verir. Bu çerçevede, insani değerler, bu değerlerin gösterisi
olan eylemler, iyi, kötü, vicdan, yükümlülük, sorumluluk, yaptırım, çeşitli insani
görevler hep etiğin konuları içinde yer alır.
Bu anlamda iletişim etiği, kişi ve sorumlulukları çerçevesinde şekillenen
bir yaşama tarzıdır. Yani kişinin hayatını anlamlandırma ameliyesidir. Kişiler,
yükümlülükleri ve sorumluluklarıyla hayata bakarlar. Bu düşünce ve duyguyla hayat
dokusunu örerler. Evren ve onda mevcut bütün varlıklarla her an iletişim halinde
bulunan kişi, bu iletişimin düzenini etiğin kurallarına göre tanzim eder.
İyi bir iletişim, dostluk için elzem ve toplumsallık için gereklidir. Kişi,
iletişimde bulunarak kendini daha iyi tanır. Ahlaki yapısının ve davranışlarının diğer
insanları nasıl etkilediğini anlar.
Bu anlamda iletişimde bulunmak, düzen kurmak değil, bir doğru
istikametinde gitmektir.
2
İletişimin etiği, doğrudan kişiye aittir. Bu, kişinin kendine saygı
duyacağı bir çerçevedir. Kişinin ahlakı veya etik davranışı, onu aşırılıklardan korur.
Diğer insanlarla kurulan iletişimin ahlakı veya etiği nedir? yerine Yapılan veya
kurulan iletişim ne derecede etik eylemle ilgilidir? sorusunu sormak lazımdır.
İletişimin yapılmasında, menfaatten öte bir bağ kurulması önemli olmalıdır.
İletişimdeki İlişkiler:
Elbette iletişimin amacı, çevre üzerinde etkin olma, başkalarında tutum,
davranış meydana getirme ve tutumları istenildiği yönde değiştirmedir
Etik, araçların kullanılmasından öte bir şeydir. O, bir bağ, bir ilişki
kurma ve öğretici olma eylemidir. Etik, iletişimin mihveri veya ekseni olduğundan
onda sadece ticari kaygılar olmamalıdır.
İletişim, muhataba, adı ile hitap etmekle başlar. Böyle başlama çok
önemli bir husustur. Çünkü onun adı ile başlamak muhatabı başkalarından ayırarak,
ona bir kişilik vererek önemsendiği bildirmektir. Ad, muhatabı karşımızda olmadığı
zaman bile hatırlatan sembolik bir gerçektir.
İletişim açısından beşeri varlık insanı antropolojik bir yaklaşımla
incelemek gerekir. Önce kişinin vücuduna saygı vardır. Bu vücutla diğer kişiler
arasında bulunur.
İnsanın aklı, bütün diğer insanlar gibi onun için tek ve önemli bir
cevherdir. Bununla kazandığı bilgiler, kültür, tecrübe ve değer hükümleri çok
önemlidir. Heyecanlarını dikkate alma, projelerini değerlendirme ona kıymet
vermedir.
İletişimdeki ilişkiler, insanlar arası münasebetler şebekesini tespit eden ilgi
hayatıdır. Bir şahsiyete yaklaşma, ona birçok yönden önem verme demektir. Bu
ilişkide, sevgi ve güven, kişiler arası ilişkileri şekillendiren değerlerdir.
Şahsiyet, kişiyi tek yapan değerler, inançlar ve öğretilerin bütünüdür.
İletişimde bu kişiliğe her yönden saygı duyma şarttır. Kişinin tercihlerinde serbest ve
bağımsız olduğunu bilmek, iletişim açısından ayrı bir önemi haizdir. Gerçeği veya
iletilecek bilgiyi kendisine ulaştırıp tercihi kendisine bırakmak olağanüstü önem
taşır.
İletişimde karşılıklı etkileşim etiği: İletişimde, karşılıklı etkileşim
bulunduğu unutulmamalıdır. Verilen kararda her iki tarafın payının bulunduğu
gözden kaçırılmamalıdır. Karşılıklı etkileşim bir defa tespit edilince yapılacak seçim
için takip edilecek stratejinin özelliği söz konusu olur. Hâkim bir eda, ihtiyatlı bir
tavır, şartlandırıcı tutum, taklitçi telkin, kazandığını ima eden eylemler ve karşı
tarafın değişmezliği, daima nazarı itibara alınması gereken hususlardır.
Karşılıklı etkileşimde, hiçbir taraf kendi iradesiyle istenilen sonuca
ulaşamaz. Çünkü bu, her iki tarafın seçimine bağlıdır. Karşılıklı etkileşim etiği
kurmak için tarafların seçimlerin kendi iradelerinin rol oynayacağını unutmamak çok
önemli bir kuraldır. Karşılıklı etkileşim etiği için önce, bir örnek tespit etme oldukça
faydalıdır.
Bilgi ve iletişim:
İletişim, beraberce yaşayabilmek ve uygun gelen tarzda davranabilmek
demek olduğu söylenmişti. Bu çerçevede, bilgi, şüphe ve tereddütten kurtulma,
gerçeği idrak etme demektir. Bu bilgi, gündelik bilgi ve kurulu bilgi olarak
nitelendirilebilir.
3
İletişim de bilgi, karşılıklı açık olmayı keşfetme ve kurmadır. İletişim, bu
manada, fikirleri uyuşturma ve varsa farklılıkları ortadan kaldırma olarak
tanımlanabilir.
Muhatabın yerini almak yerine kendisini onun yerine koyma, iletişim
açısından oldukça önemlidir. İletişim, karşılıklı zihinlerde yeni düşüncelerin
yaratılması şeklinde de tanımlanabilir. O, aynı zamanda, muhatabı kalkındırma,
fikren yükseltme ve belli konularda onunla birleşmedir.
İletişim, etiği ilgilendirdiği kadar hukukla da alakalıdır. Bilginin aktarımı
ve depo edilme vasıtalarının gelişmesiyle iletişim ve hukuk arasında yakın bir ilişki
ortaya çıkmıştır. İletişim Hukuku denilen hukuki kurallar vücut bulmuştur. Bilginin
ses, görüntü ve kâğıt olarak yayılması, elektronik aletlerin çoğalması, iletişimin bir
hukuki alt yapıya bağlaması zaruretini gündeme getirmiştir. İletişimde bulunan
olarak kişinin hüviyeti iletişim hukukunu ortaya çıkarmıştır.
Hukuk ve etik farklı alanlarda görev yaparlar. Önce gayeleri itibariyle
ayrılırlar. İletişim söz konusu olduğu zaman, hukuk bir toplumun düzenini esas alır ;
halbuki etik, kişilerin, ticari şahısların ve müessselerin iyi ve kötü eylemleriyle
ilgilenir. Bu yüzden hukuk ve etiğin cezaları farklıdır. Hukukta cezayı hakim
verirken etikte kişi kendini manen cezalandırabilir.
Ticari İletişim Etiği:
Ticari iletişim, doğrudan veya dolaylı olarak bir ürün veya hizmetin satışını
teşvik etmek için yapılan tüm iletişim eylemleri içerir. Medya iletişimi(reklam)ve
medya dışı iletişim gibi çok sayıda ve çeşitli halde tüketicilere yöneliktir. Her ticari
iletişim, işitsel ve görsel vasıtalarla kültür değerlerinin hedef alınan kitleye
ulaştırılmasını esas alır.
Bu iletişimin gerçekleşmesinde etik kurallar daima nazari itibara
alınmalıdır. Genel olarak, televizyon reklamcılığı, destek alışveriş, ürün yerleştirme
gibi hususları kapsayan bu iletişimde, bilinçaltı ve kaçamak teknikleri
kullanılmamalıdır. İnsan onuruna saygı gösterilmeli, mesela cinsiyet, milliyet, din
temelli ayrımcılık teşvik edilmemelidir. Sağlığa zararlı davranışı teşvik etmemelidir.
Güvenlik ve çevre, iletişimin içinde olarak tütün veya reçeteli ilaç tanıtımını
yapmayarak küçüklerin korunması etiği esas gaye olmalıdır. Görsel-işitsel ticari
iletişim, Küçüklere fiziksel veya manevi zarara neden olmamalıdır. Bu çerçevede,
doğrudan küçüklerin saflıkları ve deneyimsizlikleri istismar etmemelidir Küçükleri,
bir satın alma yapmak için anne ve babaya baskı yapmaya teşvik etmemelidir.
Ticari iletişim etiğinde, müesseselerin unutmamaları gereken şu hususlar
yer alır : a)İletişimin ahlaki boyutunun ayrılmaz bilgisinin bulunduğu ; b)etik bir
araştırmaya dayanma zorunluluğunda bulunan bilginin teorik ve felsefi bir temele
dayanması luzumu ; c)etik akıl yürütmenin tahlili ve tasnifi ; d)mutatabın inanacağı
bilginin bizim bilgimizden farklı olmayacağına dair yakini bir bilgi ; e)menfaat
kaygısının her iki taraf için mevcut olduğuna dair şuur.
Müesseselerin iletişimin etik bir karakteri bulunması gerektiğine dair
görüşleri henüz yenidir. Halka yönelik iletişimin etik bir boyutu olduğu kadar kurum
işlerinin de etik bir boyutu olduğu unutulmamalıdır.
İletişim Etiği ve Bilgilendirme
İletişimde, bilgilerin nakli için, önemli hususlar vardır. Bu, muhatap ile
çok düzenli bir düşünce alış verişine elverişli ortamın sağlanmasıdır. İletişimde bir
4
ilginin ortaya çıkarılması güvenin tesis edilmesiyle başlar. Bunun için, kendimi nasıl
görüyorum, muhatabı nasıl görüyorum ve muhatabım beni nasıl görüyor?
hususlarının açığa çıkarılması gerekmektedir. Bunlar, muhatap zihninde olumlu bir
resmin şekillenmesi için gerekli hususlardır.
Öyle ise iletişim, ayrı ayrı, tek tek, birer kişilik sahibi bulunduğumuzu,
beraberce ne bildiğimizi, ne yaptığımızı, ne olduğumuzu, bazı farklılıkları ortadan
kaldırarak manen birleşmek istediğimizi ortaya koymaktır.
İletişim, genel anlamında, iki varlığın belli konuda haberleşmesidir diye de
tanımlanır. İnsan söz konusu olduğunda, iki insan arasında biyolojik ve psikolojik
sahada, mesaj verme ve almadır. Böyle bir durumda, bir mesajı veren bir de
mesajı alan vardır. Pek tabii, bir de arada mesaj vardır. Bu karşılıklı haberleşmenin
insanlarda ortaya çıkardığı psikolojik bir durum yani etkileşim söz konusudur.
Etkinin sonucunda insanda bir durum ortaya çıkar. Bu durum, iletişimin
gerçekleştiğini ve sonuç verdiğini ifade eder.
Toplumun bireyleri arasında çeşitli biçimlerde ortaya çıkan ve iletişim
etiğinin bulunması gereken durumlar şu şekilde sıralanabilir:
-Kişiler arası iletişim,
-İnsan kümeleri arasında iletişim,
-Görsel iletişim,
-İşitsel iletişim,
-Kitle iletişimi,
-Sözlü iletişim,
-Yazılı iletişim,
-Yüz yüze iletişim,
-Uzaktan iletişim.
İletişimin olabilmesi için gerekli olan bir ortam bulunmalıdır. Bu ortam,
kimin kiminle iletişim kurduğunu belirler. Nasıl bir iletişim vardır ve sonuçta ne
olmaktadır? İletişimin gerçekleştiği ortam, hem psikolojik hem de sosyolojik bir
özellik arz eder. Bu açıdan, iletişim, bir bakıma, psikoloji ve sosyolojiyle alâkalıdır.
Etik Eylem Nedir?
Etik veya ahlâk, insanda meleke haline gelmiş davranışlar bütününe denir.
İnsanın huyu, tabiatı, seciyesi denilirken kast edilen, işte bu meleke haline gelmiş
eylemlerdir. Edep ve töre kelimeleri de kimi kere etiği ifade ederler. Bu anlamda,
görenekler, gelenekler, kimi âdetler, etik veya ahlâk yerine geçer. Kimi toplumlarda,
töre, kanun yerine geçer. Bu yüzden, töre, etik(ahlâk) ve hukuk anlamında kullanılır.
Öyle ise, töre, ahlâkî ve hukukî davranış kurallarıdır. Kanunlar, bütün insani ilişkileri
kurallara bağlamaz. Bu sebeple, hukuk düzeninde olmayan yaptırımlar, “ayıp ve
kınama” ile karşılanır. Bunlar, etik(veya ahlâkî) kelimelerdir.
Toplum, kişinin eylemlerini değerlendirir ve bir kıymet hükmü biçer. Buna
ahlâki değer yargısı denir. Genel olarak, faydalı, zararlı kelimeleriyle ifade ettiğimiz
bu gerçek yargısı, iyi ve kötü kelimeleriyle de ifade edilir. O halde, insanlarla
iletişimi sağlayan eylem veya davranışlar, iyi ve kötü olabilirler.
5
İletişim ve İnsan İlişkisi:
Karşımızdaki insan gruplarına aktardığımız şeyler, onlarda, olumlu veya
olumsuz psikolojik bir durum ortaya çıkarır. Bu durum, değişik bir şekilde ve belli
bir zaman sonra bize döner. Yani biz, iletişimde bulunduğumuz kişiden mesajımıza
bir cevap alırız. Sözü edilen cevap, karşı tarafın mesajımıza tepkisi demektir. Bu
tepki, olumlu veya olumsuz olabilir. Karşımızdaki insanlara verdiğimiz haber veya
mesaj, bize birtakım ödev ve yükümlülükler verir. Bunlar, iletişim etiği veya ahlakı
adı altında toplanır.
İletişim kurmamız için, insan gruplarının hangi değerlere sahip olduklarının
ve kıymet hükümlerinin neler olduğunun bilinmesi gerekir. Bir başka ifade ile
insanlar arası iletişimin bir düzen içerisinde olması gerekir. Ama kimi kereler,
irademizin dışında iletişim gerçekleşir.
İletişim ahlâkı, insanlar ya da gruplar arasında, belli bir düzen ve hukuk
sistemine bağlı olarak gerçekleşen bir husustur. Eski çağlardan beri, insan
topluluklarının, düzenleri için, kendilerine göre birtakım kurallar koydukları ve
bunlara göre eylemde bulunduklarını görüyoruz. Bu kurallar, bazı kereler yazılı
olarak bir hukuk tarzında, bazı kereler de yazılı olmadan örf şeklinde kendini
göstermektedir. Töre denilen şeyler, âdet ve alışkanlıklar olarak kabul edilmekle
beraber hukukî yönü de olan eylem veya davranış kurallarıdır. Bunun için, iletişimin
hukuk kurallarına göre yapılması gerekir.
Son zamanlarda, “özgürlükçü demokrasi” denilen bir tabir ortaya çıktı. Bu,
insanların haklarını kullanabilmelerini de ifade eder. Ancak, bu haklar, beraberinde
insanların görevlerini de getirir. Nerede bir haktan bahsediliyorsa, orada mutlaka bir
görev de vardır. Bu tabirin ortaya çıkardığı hürriyetleri sonuna kadar kullanmak söz
konusu değildir. Aksi takdirde, başkalarının haklarına tecavüz edilmiş olur.
Hürriyetler, ancak başkalarının haklarının başladığı yere kadar kullanılır. İşte
iletişimin etiği(veya ahlâkı) denen husus burada ortaya çıkar. Nasıl bir iletişimde
bulunacağız meselesi önemlidir. İnsanlar hak ve görevlerini bilmek zorundadırlar.
Hak ve görevler yazılı (kanunlar) ya da tabii ve törelere bağlı olarak ortaya çıkarlar.
İletişim etiği(veya ahlakı), gelenekleri, görenekleri ve âdetleri, yani töreleri
bilmemizi gerekli kılmaktadır. Aksi halde, iletişim, olumlu anlamda değil, olumsuz,
menfî anlamda gerçekleşir. Karşımızda bulunan kişilere haber vermiş olmaz, onları,
kendi düşüncelerimiz doğrultusunda yönlendirmiş oluruz. Bu da, propaganda olur.
Propaganda da insanları belli hukuk kurallarına ve belli törelere göre değil,
bizim arzumuza göre yönlendirmek söz konusudur. Çünkü propaganda, kişilerin
idraklerini istenilen yönde etkilemeyi hedef almış psikolojik eylemlerden meydana
gelir. Politikacıların, yöneticilerin televizyondaki konuşmaları iletişim ahlâkı
açısından değerlendirmeye muhtaçtır.
İletişim etiği(veya ahlâkı), tüm insanlar arasında söz konusudur. Nerede ikili
münasebetler varsa iletişim ve iletişim etiği vardır. Bu nedenle, hak, görev ve
hürriyetin ne olduğunun bilinmesi gerekir.
İletişim Etiği ve Dil:
Halkla ilişkiler, iletişim etiğine dayanır. İlişki, insandan çevresine giden söz,
davranış ve bedeni ifadelerle ortaya çıkar. Bir tür haberleşmedir. Haberleşme
kelimesinden, sadece, bilgi aktarımı anlaşılmamalıdır. İletişimi sağlamak için, sözün
dikkatli, ihtiyatlı, temkinli ve hoşgörülü kullanımı esastır.
6
Bu açıdan, iletişim etiğiyle dil arasında çok büyük bir ilişki vardır. Halkla
ilişkilerin yolu, karşıda bulunan kişiyi inandırmaktır. İletişim, bir zihinden diğer bir
zihne doğrudur. Bu sebeple, zihinler ve zihniyetler önemlidir. İletişimde, bir verici,
bir bildiri ve bir de bu bildiriyi alıcı vardır. İletişimi sağlayan ilk unsur dil olduğuna
göre, dilin önemi çok büyüktür. Bu durumda, iletişim esnasında, bir konuşan,
iletişimi sağlayan bir aracı ve bu aracı sözü alan bir dinleyici vardır. Burada bir şey
amaçlanmaktadır. Amaçlanan bu şeyin yorumlanması söz konusudur. İletişimin
gerçekleşmesi durumunda da bir bütünleme söz konusu olmaktadır.
İletişim, bir anlamda, çevre, doğa ve bireylerle uyum sağlama demektir. Bu
uyumu sağlayan ilk iletişim nesnesinin dil olduğu çok açıktır. İletişimde, sözler
kadar, beden dili dediğimiz hareketlerin de büyük önemi vardır. Bundan dolayı,
iletişim ile dil münasebeti üzerinde durulması gereken bir konudur. Karşıda bulunan
insanda uyandıracağımız ilk izlenim dille olur. Bunun için, Leibniz, “Diller zihnin
(veya aklın) aynasıdır”, demiştir. Hem halkla ilişkileri, hem de iletişimin önemini
vurgulamak için, G.Boissy’nin “elde etmeyi düşündüklerimizin içinde, hiçbir şey,
bize, halkın sevgisi ve beğenisi kadar yararlı ve şeref verici olamaz” dediği ifade
edilir.
İletişim Etiği ve Hürriyet:
Hürriyet, mutlak hürriyet mânâsında kullanılırsa ayırıcı bir nitelik kazanır.
Sınırsız hürriyet herhangi bir hukuk kuralını, görgüyü tanımamak, kuralları hiçe
saymak anlamına gelir. Bu yüzden, insan için mutlak hürriyet yoktur.
Kültür denilen şey insanları birleştirir. Her topluluğun örfü ve kültürü vardır.
Yapılan iletişimin kültüre uygun olarak gerçekleştirilmesi şarttır. Aksi halde, insanı
toplumdan ayırır.
Mutlak anlamdaki bir hürriyet, bağımsızlığı, kültür ise fedakârlığı ifade eder.
İşte, bu çerçeve içinde, iletişim konusunda, hürriyetin ortaya çıkaracağı bağımsızlık
ve bunun sonucunda ortaya çıkacak etkileşimin ne olacağını bilmek zorundayız. Her
istediğimizi yapamayız. Yani, başkalarının menfaatine aykırı davranamayız. Bizim
isteklerimiz, başkalarının istemediği şeyler olabilir.
Bağımsızlık ile fedakârlık arasında bir etkileşim vardır. Birbirlerinden
ayrılamazlar. İnsanlar ortaklaşa bir yerde yaşarlar ve ortak değerleri paylaşırlar veya
ayın şartlarda yaşayıp müşterek değerleri benimserler. Bu da, karşılıklı iletişimde
birbirlerine saygılı olmayı ve birbirlerinin haklarına riayet etmeyi ortaya çıkarır.
Mutlak anlamdaki bir hürriyet, insanı tecrit eder, yani soyutlar; halbuki
müşterek kültür birleştirir. Ama ikisi birbiriyle alâkalıdır. İnsanlar ortak değerleri
aynı anda yaşar, aynı şartlara uyar, müşterek değerleri benimserler. Bunun millet
olmanın bir gereği olduğunu da bilirler. İnsanlar arası iletişimin bu şartlara uygun bir
şekilde gerçekleşmesinin bilincindedirler. Bu, iletişimde karşılıklı saygıyı ve
birbirlerinin hakkına riayet etmeyi gerekli kılar. İletişim bu dayanışmaya aykırı
olmamalıdır. Aynı şekilde, bu dayanışmanın temellerini sarsacak nitelikte de
bulunmamalıdır. Yani, iletişim, etiğe (veya ahlâka) uygun olmalıdır.
Hürriyet, dayanışmanın temellerini bozmuyorsa, kültür içerisinde
değerlendiriliyor demektir; bozuyorsa tecrit ediyor, insanı toplumdan soyutluyor
demektir.
Hürriyeti sonsuzca kullanabilmek isteği, sadece kendi değerlerine göre
yaşamayı gösterdiğinden, insanlar arasında, örf, âdet, gelenek gibi unsurların
önemini kaldırdığından dolayı bazı çatışmalara sebebiyet vermekte, iletişim etiği
(veya ahlâkı) denilen ahlâkın gerçekleşmesine engel olmaktadır.
7
Özellikle 1789 Fransız ihtilâlinden sonra, insanlar dinî taassubun ve
fanatizmin getirdiği baskıdan kurtulunca, 18. yüzyılda, bir kanaat ortaya çıktı. Bu,
hürriyetin, insanın tabii bir hakkı olduğu şeklindeki kanaat idi. Aslında, hiçbir örfü,
ahlâk sınırını ve hukuk kuralını tanımayan bir insan hakkı olarak
değerlendirilmemesine rağmen 18. yüzyılda böyle sanıldı. 1789 ihtilâlinden sonra,
her konudaki bir serbestlik, açık, seçik ve tabii bir hak şeklinde değerlendirildi.
Hiçbir kimse bu haklara müdahale edemez dendi. Böylece, kural tanımaz bir anlayış
ortaya çıktı ve bu hal, iletişimi kötü etkiledi. Hürriyet, tek başına bir hak değildir.
Pek çok siyasetçi, filozof ve ahlâkçı bu şekildeki değerlendirmenin yanlış olduğunu
söylediler. Daha sonra, yavaş yavaş kurallar konulmaya başlandı. Hürriyetin tek
başına bir hak olmadığı ve insanların başkalarının haklarına saygı göstermesi
gerektiği anlaşıldı.
Serbestlik veya hürriyetin kendisi bir gayedir; biz onu elde etmeye çalışırız.
Düşünce, kanaat ve vicdan hürriyeti gibi hususlar bizim elde etmek için büyük
gayretler sarf edip uğurlarında kanlar akıttığımız hürriyet çeşitleridir. O gayeye
ulaşmak için büyük çabalar gösteririz. Ancak, sahip olunan veya kazanılan bu
hürriyetler, hiçbir zaman, başkalarının hürriyetlerini kısıtlayacak nitelikte
olmamalıdır. Niçin hürriyetimizi kullanmak istiyoruz? Bu husus, iletişim etiği
açısından çok önemlidir.
Felsefî olarak baktığımızda hürriyet bir iyilik için vardır. Hürriyet, ya bizim
için ya da toplumun iyiliği, yararı açısından mevcuttur. Yani, hürriyet, iyilik için bir
vasıtadır. Fizikî hürriyetimi kullanarak kitap yazıyorsam diğer insanlar için faydalı
olmak istiyorumdur.
Hürriyetsiz toplumlarda insanlar arasında, ahenk veya uyum olmaz. Baskı,
zulüm ve zorla kabul ettirmeler vardır. Hürriyet, ifade edildiği gibi, başka insanlara
iyilik yapmak için vardır. Böyle düşündüğümüz takdirde iletişim etiği gerçekleşir.
İletişim etiği veya iyi olan şey, iyi, güzel, şahsiyetli ve büyük olan toplulukta
yani, iletişimin en geniş manada gerçekleştiği toplumda ortaya çıkar. Biz hürriyeti
iyilik yapmak için kullanıyorsak, iletişim o iyiliğin gelişmesini sağlar.
İletişim ahlâkının olduğu yerde büyüme, iyileşme, ilerleme vardır. Bunların
olabilmesi için baskı ve otorite kâfi değildir. Orada mutlaka hürriyet ve serbestliğin,
bir başka ifade ile en geniş anlamda iletişimin olması gerekir.
Baskı ve otorite, kendi fikir ve prensiplerinin hayat bulmasını ister. Kendi
kaidelerinin dışındakilere hayat hakkı vermez. Bunun sonucunda da iletişim
meydana gelmez, dolayısıyla da, gelişme, büyüme ve iyileşme olmaz.
Hürriyetlerin kullanımında, otoritelerin varlığı çok belirgin bir şekilde
hissedilir. Otoriteler, hürriyetleri sınırlandırır veya yönlendirirler. Bu anlamda
devletten söz edilmektedir. Hatta birçok kereler, hürriyetleri ortadan kaldırırlar. Belli
bir otoritenin bulunmadığı bir toplum düşünmek mümkün değildir. Bir toplumda
gereken otorite yoksa orada başıboşluk vardır. Ancak, bu otoriteler(burada devlet
kastedilmektedir), hürriyetlerin en iyi şekilde kullanılması, dolayısıyla da toplum
düzenini sağlamak için vardır. Otorite, mevcut olanı belli zamanda muhafaza etmeyi
hedef alır. Maddi otorite için pek çok şeyler söylenebilir, ama konumuz buna müsait
değildir. İletişim etiği söz konusu olduğu zaman,
Otorite: 1) İnsanın kendi içinden gelen baskılar ve
2) İnsanın dışından gelen baskılar,
şeklinde iki bölümde incelenebilir.
Bunlardan birincisi, insan için, olağanüstü bir önem taşır. Çünkü iç baskılar,
ahlâki özgürlüğü engellerler. Psikolojik hürriyet veya özgürlük denilen ahlâki
8
hürriyet, iç baskılardan kurtulmuş insanın sahip olduğu serbestliktir. İnsan, pek doğal
olarak, kendi çıkarları doğrultusunda eylemlerde veya davranışlarda bulunur. Ama
toplum içinde yaşadığını ve kendinden başka insanların da bulunduğunu
unutmamalıdır. Fakat bir gerçek vardır ki, insanlar, sadece kendilerini düşünür hale
gelmişlerdir. Menfaatleri, çıkarları ve yararları tek kelime ile bencillikleri ön safa
geçmiştir. Bu da, insanlar arası iletişimi zorlaştırmakta hatta bazı kereler, imkânsız
kılmaktadır.
O halde, toplumda iletişimi en geniş anlamda gerçekleştirecek düzeyde
psikolojik veya ahlâki özgürlüğe sahip olmak gerekmektedir. Bu konu da, ancak,
içimizdeki bencil duygu ve düşüncelerin etkisinden ve köleliğinden kurtulmuş olarak
gerçekten özgürce veya hürce hareket etmekle mümkün olur.
Bu sebeple, hukukî, fizikî ve maddî hürriyet kadar, mantıkî, psikolojik, ahlâkî
veya iç hürriyet de önemlidir. Bunlar olmaksızın iletişim etiğinden söz etmek
mümkün değildir.
1789 ihtilali, insan haklarının en ön sırasına hürriyeti koydu. İnsanlar mutlaka
hür olmalıdırlar. Fakat bu hürriyet, başkalarının hürriyetine set çekmemelidir. Ancak,
1789 ihtilali, bunu, ifade edilen şekilde gerçekleştiremedi. Bütün hakların önüne
hürriyeti koyduğu için, diğer haklar daha arkalarda kaldı. İnsan haklarının önüne
sınırsız hürriyet konulunca iletişim ahlâkı gerçekleşemez. Karışıklık denilen durum
ortaya çıkar. 1789 Fransız ihtilali ile ortaya çıkan durumda, “insanlar hürriyetlerini
istedikleri gibi kullanamıyorlar öyle ise, onlara hürriyetlerini verelim” denildi. Sosyal
şartlarda, eğitimde ve hukukta insan hürriyetleri gerçekleştirilmeye çalışıldı.
Gelişme, sadece, eğitim ya da sosyal şartların eşit seviyeye getirilmesi ile
gerçekleşmez. Yanlış değerlendirilen hürriyet anlayışı, sadece, eğitim ve sosyal
şartların eşitlenmesiyle ve alabildiğine bir serbestlik anlayışıyla gerçek hürriyetin
elde edilebileceği düşüncesini gündeme getirdi. İnsanlar, tabiatları ve kültürleri
itibariyle eşit değillerdir. Bu eşitlik olmadan, onlara sosyal şartları vererek ilerleme
gerçekleşmez. Bir de, hürriyeti nasıl kullanacağını da o insana belirtmelidir. İnsanlar,
kendilerine verilen hürriyeti; huyları, kültürleri, tabiatlarının farklılığı sebebiyle
yanlış kullanıyorlar.
Hürriyetin ortaya çıkmasıyla birlikte, eşitlik ve adâlet de ortaya çıkmıştır.
Esasen, bu üçü, birbirinden ayrılmaz tabiî haklardır.
Hürriyet şunu diyor: “İnsanlar için, şartlar, her halükârda eşit olmalıdır.
İnsanlar, görevlerde, haklarda ve kanun önünde eşit olmalıdırlar.”
İletişimde, sahip olduğum imkânları (hakları) kullanırken karşımdakine de bu
imkânları vermezsem iletişim etiği olmaz. Eğer o imkânları vermiyorsam, bunun
sebebi bencilliktir. Bundan dolayı, imkânları eşit kılmak için çeşitli kanunlar
konmuştur; onların yanında, bir de örf ve âdetler vardır. Kimi kereler, insanlar
hürriyetlerini kullanmak istedikleri takdirde kanunlar da yeterli olmamaktadır. O
zaman, işin içine, örf, âdet, etik veya ahlâk kuralları girmektedir. Kanun bahis
mevzuu ise hukukî bir değer yargısı söz konusudur. Bu anlamda, hukuk,
davranışlarımızı yani, hürriyeti kullanmamızı sınırlamaktadır. Bu sınırlama bilinen
çerçevelerde olmaktadır.
İletişim Etiği ve Kültür:
Dayanışmanın olmadığı toplumlarda, iletişimden istenilen sonuç ortaya
çıkmaz. Kültürün bütün insanlar için bir değeri olmalıdır. Bir başka ifade ile kültürün
unsurları olan dil, din, musiki, örf ve âdetlerin bütün insanlar için bir değeri olmalı
ki, onlara hürmet edilsin ve böylece, insanlar arası iletişim de bunlara uygun olsun.
9
Yukarıda belirtilen kıymet hükümlerinin benimsenmediği toplumlarda,
iletişimden istenilen sonuç gereği gibi elde edilemez. Toplumun kültürünü oluşturan
unsurlar, iletişimde bulunmak isteyen kişi için de bir değer taşıyorsa iletişim için
kullandığı mesaj ve bu mesajın öğeleri de ifade edilen kıymeti taşımalı veya
göstermelidir. Ancak bu takdirde, iletişim etiği gerçekleşir.
İletişimde, müspet manada karşılıklı sonuç almak söz konusudur. Esas
itibariyle, iletişimin gayesi, insanlarda olumlu bir durumu ortaya çıkarmaktır.
Kültürün de bir manası olmalıdır; çünkü kültür insanların şahsiyetlerini
geliştirir. Bu da, iletişimin daha iyi ve sağlıklı ortamda gelişmesini sağlar. Değer
hükümleri, kültür değerleri, bilgiler, birbirinden farklı olunca iletişimin meydana
gelmesi mümkün olmayacağı açıktır. İletişimin gerçekleşmesi için kültürün herkesin
gözünde bir değeri olmalıdır. Kültür değerleri herkes (bütün fertler) tarafından
benimsenmelidir. Aksi halde kargaşa çıkar; kaos ve başı bozukluk olur.
Kültür, dil, din, musiki, giyim-kuşam, örf, âdet gibi kıymet hükümlerini ifade
ettiğinden insanlara şahsiyet kazandırır. İletişim sadece içinde yaşanılan toplumla
değil, dünyadaki varlıklarla olur. Kültür, evrensel değerler taşır. Kültürümüzü çok iyi
bilmemiz lazım ki, evrensel değerlere sahip olalım. Toplumumuzda kültür fazla
gelişmediği için toplumumuz değerlerini kaybetmiştir.
İletişim Etiği ve Gaye:
İletişim etiğinin olabilmesi için insanın bir gayesinin olması ve bu hususta
çalışması gerekir. Gaye varsa ödev veya görev de vardır. Gayesiz insanlara görev
yüklemek pek kolay olmaz ve bu tip insanlarda iletişim etiği de bulunmaz.
Medya etiğinde, gazetecilik ahlâkı doğru haber verme gayesine matuf olarak
yapılıyorsa, iletişim olumlu olarak ortaya çıkar. Bu gaye içinde çalışıldığı zaman
insanlar birtakım kural ve prensiplere uyma zorunluluğu hisseder. Böyle bir
meslekte, insanın gayesi ve çalışması da sahip olduğu kültüre uygun olmalıdır. Aksi
takdirde, fikirlerde çatışma belirir. İletişim olumlu olarak gerçekleşemez. Bunun
sonucunda da, iletişim etiğinin varlığından söz etmek mümkün olmaz.
Hem çalışma hem de gaye, kültür içinde yer almalı ve ona uygun olmalıdır.
İletişimin istenilen şekilde ortaya çıkabilmesi için, insanların, haklara tecavüz
etmemesi ve edepli olmaları gerekir. Edep, ahlâki sınırları aşmamaktır.
Toplumda değerleri, örf, âdet, gelenek ve kültürü bildiren bir eğitim düzeni
olmalıdır. Edep, ahlâk, töre, hukuk kurallarına uyma ve insanların haklarına riayet
mânâsında kullanılır. Edepsiz derken o insanın haklara tecavüz ettiği kastedilir.
İletişim etiğinin bulunabilmesi ve iletişimin olumlu olabilmesi için, her
şeyden önce, münasebetlerin ve davranışların bencillikten uzak olması lazımdır.
Bencillik, iletişim etiği açısından üzerinde durulması gereken çok önemli bir
konudur. Öfkeyle, dik kafalılıkla hareket edenler iletişim kuramazlar. Peşin fikirler
ve ön yargılarla hareket etmek bencillikten kaynaklanır. Böyle olunca, iletişim ortaya
çıkmaz, iletişim etiği de mümkün olmaz. İletişim etiğinin gerçekleşebilmesi için, her
türlü söz ve eylemler bencillikten uzak bulunmalıdır.
İnsanlar, umumiyet itibariyle, her şeyin kendi lehinde olmasını isterler. Bu
husus, bencilliği veya egoizmi biçimlendirir. Bu bencilliğin yönlendirilip,
başkalarına zarar vermeyecek hale getirilmesi şarttır. Kültürel ve evrensel değerleri
kazandırarak iletişim etiğine sahip olunması temin edilmelidir.
İletişim Etiği ve Aile:
10
İletişim ahlâkı açısından aile fevkalade önemlidir. Toplumdaki ilişkilerimiz,
aile fertleri arasındaki iletişime bağlı olarak şekil alır. Kültür, ailede, yaşlılardan,
gençlere ve çocuklara geçer. Bu sebeple, iletişim etiği, aile içinde, fertler arasında
başlar. Kültürün ilk şekillendiği ortam, aile içindeki fertlerin bulunduğu sahadır.
Eğitimin ilk yuvası ailedir.
Aile, düzenin ilk defa başladığı yerdir. O, bir ahlâk ocağıdır. Birbirine
bağlılık, sevgi, sadakat, feragat ve manevî birlik, ailede başlar. Aile bu yönden bir
okuldur. Ailedeki bu özellikler, bu derecede, başka bir kurumda yoktur. Aynı kandan
olmak, maddî ve manevî bir yakınlaşmaya sebep olduğu gibi, istisnaî bir birlikteliği
ortaya çıkarır. Ailede olan ahlâk anlayışı, meslek gurupları için de geçerlidir. Ailenin
görevi, toplumla uyuşacak, mutlu olacak ve düzenli yaşayacak kişileri
şekillendirmektir.
Kültürün ailede verilemediği durumlarda, bazı sorunlarla karşı karşıya
gelinilmektedir. Mesela, büyük şehirlerde, çocuk yuvalarında yetişen bazı çocukların
evrensel değerleri alıp almadığı tartışma konusu haline gelmiştir.
İletişim etiğinde, eğitim ve ailenin önemi kadar bu ailenin içindeki
geleneklerin de önemi vardır. Bu gelenekler, o toplumun manevî değerlerine uygun
mudur meselesi gündeme gelmektedir. Bu değerler, o toplumun, gelenek, görenek ve
örfüne uygun değilse toplum ile ailenin fertleri arasında çatışmaların ortaya çıktığı ve
kişilerin ruhunda psikolojik sarsıntıların meydana geldiği psikologların tespitleri
arasındadır. Bu halin bizim toplumumuzda sık görüldüğü bilinen bir husustur. Hatta
bu konu Türk filmlerine senaryo mevzu bile olmuştur.
İletişim için, aile içerisinde kişilerin “taklitleri” oldukça önemlidir. Gençler,
kendileri için ideal tipler seçerler. Bu, televizyon, sinema, gazete ve mecmuaların
telkinleriyle olur. Daha sonra, bu tipler taklit edilirler. Bu yüzden, bazı kereler, aile
fertleri arasında çatışma söz konusu olur. Bu sebeple, anne ve babalar, çocuklarının
bu eğilimini bilip onları iyi bir yöne sevk etmelidirler. Tâ ki, gencin toplumla ve aile
ile iletişimi tam ve uygun olsun. Aksi takdirde, çoğu kere müşahede edildiği gibi,
gencin ruhunda çatışmalar bile meydana gelebilir. Toplumla iletişimin tam ve uygun
olarak ortaya çıkmadığı durumlarda bu halin kaçınılmaz olduğu psikologların
ifadeleri arasındadır.
İletişim Etiği ve Toplum:
İnsan toplulukları büyüdüğü zaman, örf, gelenek ve ahlâk kuralları yeterli
olmamış bu yüzden hukuk kuralları çıkmıştır. Cemiyeti veya toplumu bu kanunlar
düzenlemektedir. Zamanla, bu da yeterli gelmemiştir. O halde, neler yapmalıdır? Bu
hal, çok özel kanunların çıkarılmasını gerekli kılmıştır. Bazı mesleklerle ilgili
kanunlar, tüzükler teşkil edildi. İletişim ahlâkının söz konusu olduğu basın yayın
organları için basın kanunu kondu. Son zamanlarda televizyonların çoğalması ve özel
televizyonların çıkması ile birlikte yeni düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç
hissedildi.
Romalılar döneminde, Batı’da, Roma Kanunları vardı. Daha sonra, kanunlar,
yavaş yavaş gelişti. Zamanla, bu kanunlardan bazıları, uygulanma özelliklerini
kaybederken yenileri kabul edildi. Mesela, Kilise, kendine ait birtakım görüşleri,
kanun olarak ortaya koydu. Bu görüşlere uygun hareket etmeyenleri, Engizisyon
mahkemelerinde cezalandırdı. 1210’lu yıllarda, Magna Carta çıktı. Ancak, bu da
yeterli gelmedi ve nihayet, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yayınlandı.
11
İnsanların haklarını korumak ve bu suretle, iyi bir iletişim sağlamak için,
öncelikle, insanların fikirlerini ve düşüncelerini şekillendirmek gerekir. Bunun için,
iletişim etiğini düzenleyen “nizamname”ler yapıldı. Bunun bir amacı adaletin
gerçekleşmesi idi. Diğer yönden de, insanlar arası ilişkilerin iyi bir düzeyde olması,
yani iletişimin en güzel biçimde şekillenmesi isteniyordu. Devlet, vatandaşlarının
haklarını korumak için özel kanunlar yanı sıra umumî kanunlar da çıkardı. Bunlar;
inanlar arasındaki ilişkileri veya iletişimi düzene koymak için yapılmış kanunlardır.
İyi bir iletişim içinde olan insanlar, aynı zamanda, iyi ahlâkî davranışlar
içinde olacaklardır. İnsanlar kanunlara uymuyorsa bu takdirde, onlara, şimdiye kadar
diğer insanlara tatbik edilen şeyler uygulanmalı ve iletişim ahlâkı sağlanmalıdır.
Nitekim ayıplama, kınama ve yerme gibi birtakım kavramlarla kanunun
boşluklarından faydalanmak veya kanunlara uymamak suretiyle gerçekleştirilen bu
suretle de, iletişimi bozan davranışları kendimiz düzenlemeye çalışıyoruz.
Hürriyetin kötü kullanılması durumunda da görgü kuralları ile hürriyetin
kullanılmasını düzenliyoruz. Ancak, görgü kuralları denen şeyler uygulanabiliyor
mu? Bizde bunu uygulamak çoğunlukla mümkün olmuyor. Çünkü biz, idari, sosyal
ve siyasî birtakım değişiklikler yapmışız. Bu değişiklik, hukukî bir değişmeyi de
beraberinde getirmiş. Bu değişme ile eski kanunlar kaldırılmış ve yeni kanunlar
getirilmiştir. Bu kanunlardaki maddelerde, örfün ve geleneğin etkisi âdeta silinmiştir.
Kanunun suç saymadığını örf de suç sayamaz hale gelmiştir. Türk Ceza Kanunu ve
diğer kanunlar hâkime bir takdir hakkı vermiştir. Ama, bu hak, ancak kanunlar
dâhilinde kullanılabilmektedir.
Şüphesiz, kanunlar, Anayasa’ya uygunluk arz etmelidir. Çünkü Anayasa’daki
haklar, kanunlar çerçevesinde korunmuştur.
Bununla birlikte, şu da bilinen bir husustur ki, kanunlar, her zaman, insanlar
tarafından tatbik edilme imkânını bulamıyorlar. O zaman da, töreler işin içine
girmektedir. Nitekim İsviçre hukukunda, şöyle bir kaidenin yer aldığı ifade edilir:
“Eğer bu kanunlar tatbik edilemiyorsa kantonlarda bulunan eski töreler tatbik
edilebilir.” Bu törelerin, Hıristiyanlığa göre ortaya konmuş kanunlar olduğu
şüphesizdir.
Devletimiz, Cumhuriyeti kabul edince, bu dönemde, geçmiş İslâmî kurallar
ve gelenekler ilga edildi. Onların yerine Anayasa kabul edildi. İnsanların hakları
Anayasa ile teminat altına alındı. İnsan haklarının ihlaline engel olmak için de
Anayasa’nın ilgili maddelerine uygun yeni kanunlar çıkartıldı. İhlaller için
uygulanacak cezalar da bunlarla belirlendi.
Günümüzde, etik kuralları etkisini yitirmiştir. Eğer, etik kuralları, mevcut
kanunlara uygunsa tatbik edilebilir. Bunu tatbik edecek olanlar da hâkim ve
savcılardır. Bazı etik değer yargıları söz konusu olduğu zaman bu konuda ölçü ne
olacaktır? “Bana göre” diye bir ölçü olabilir mi? Elbette böyle bir ölçü olamaz. Eğer
ahlâkî değer yargısı bize göreyse başkasına göre de başka bir ahlâkî değer yargısı
ortaya çıkar ki, böyle bir şey aklın kabul edeceği bir husus değildir. Esasen, böyle bir
durumda, iletişim etiğinden söz edilemez. Hürriyet başka bir manada kullanılmış
olur. İletişimde bulunulan insanlar, toplumun genelinin kabul ettiği değer yargısına
göre hareket etmelidir. Eğer bir ahlâkî değer yargısı söz konusu ise iyi veya kötü
meselesinin kişilerce bilinmesi gerekir. Bazı ilmî gerçekler de yeterli bir değer
yargısı meydana getirmemektedir. O zaman da, hükümetler, yeni kanunlar çıkarmak
gereğini hissediyorlar.
12
İnsanlar arası münasebetlerde iletişim etiğine sahip olunabilmesi için,
hürriyet ve haklar yerli yerinde kullanmalıdır. Aynı şekilde, örf ve ahlâkın ne olduğu
bilinmelidir.
Biz hep Batı prensiplerini benimsemişizdir. Özellikle oradan kanunlar
almışız. Bu kanunlar değer yargıları ile çatışınca, o kanunlarda değişiklik yapmak
gereği görülmüştür. Hâlâ da değişiklikler yapılmaktadır. Bu, kanunlar ve Anayasa
yetersizdir demek değildir. Kanunlar ve Anayasa, olayları çözemiyorsa onlarda
değişiklik yaparak iletişim etiğinin gerçekleşmesi için imkân hazırlamak demektir.
Diğer insanlarla olan her türlü münasebetlerde o insanı bütünüyle değerlendirmek
zorunluluğu vardır. İletişim açısından, huy, mizaç, kültür ve değer yargılarının bu
konuda çok önemli olduğu açıkça bilinmektedir.
Hukuk düzenimizde, Batı devletlerinde olduğu gibi, yollamalar yapmanın söz
konusu olmadığı hukukçularımızca ifade edilmektedir. Her şey, mümkün olduğu
kadar kanunla tespit edilme sine gayret ediliyor. Hürriyetlerin kullanımı, hukuk
kurallarıyla yerine getirilmeye çalışılıyor. Ancak, ahlâk kurallarını da uygulayanlar
vardır.
Hukukî kurallar ne kadar bağlayıcı olurlarsa olsunlar, bunların kifayet
etmediği yerlerde ahlâk kuralları geçerli olur. Hürriyetleri kullanma konusunda
aşırıya gidildiği zamanlarda, insanların dernek kurma hakları vardır. Ancak, insanlar,
kendilerine verilen bu hakları kötüye kullanarak bu derneklerde kumar oynatıyorlar.
Hürriyet ve haklar adına kurulan bu yerler gayelerin dışına çıkmış oluyorlar.
Hürriyetleri ve hakları insanların zararlarına kullanan bu tarzdaki bir harekete
ve bunların sahiplerine hürriyet ve haklarını kullanıyorlar denilemeyeceği için bu
hareketlerde iletişim etiğinden bahsetmek de söz konusu değildir. İletişim etiği
açısından, kişi, kanunların kendine verdiği hakları kullanırken bunların ahlâkî
değerlendirmesini de yapmalıdır.
İletişim etiği denilen hususun tam manasıyla gerçekleşebilmesi için fırsat
eşitliği yani imkânların herkes tarafından eşit olarak kullanılması gerekir. Aksi,
takdirde iletişim etiğinden söz etmek mümkün değildir.
Fırsat eşitliği, iletişim etiği açısından şart olduğuna göre, bunu temin etmek
de yönetimin üzerine düşen bir görevdir. Hukuk düzeni için fırsat eşitliği gereklidir.
Bu yönde, Türk Medenî Hukuku, Türk Ceza Hukuku ve Anayasa, fırsat eşitliğinin
temin edilmesi için yönetim ve ilgili organlara emir vermektedir.
İletişim Etiği ve Meslek Etiği:
Meslek etiği, iletişim etiğinin geçekleşmesi için öngörülmüş bir sistem olduğu
için bu hususunun bilinmesi gerekir. Her şeyden önce, genel ahlâk dışında bir meslek
etiği düşünülemez. İnsanlar, meslekî faaliyetlerini genel ahlâk kurallarına bağlı
olarak yaparlar. Gerçekte, insanı yönlendirmek için ayrıca bir meslek ahlâkı
gerekmez. Fakat insanlar genel ahlâk kurallarına uymadıkları için Meslek Ahlâkı
adıyla yeni bir etik kuralı oluşturmak zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Her sosyal faaliyet, şekli kendine has bir ahlâk disipliniyle varlık gösterir. Her
sosyal topluluk da, kendini meydana getiren bölümlerden oluşur. En sonra kişiye
kadar iner. Sosyal gruplar kendilerinin devamını sağlayacak şekilde davranırlar.
Çünkü bu gereklidir. Kişi menfaatleri ile sosyal menfaatler uyuşmayabilir. Hatta ikisi
arasında çatışma da olabilir. Kişi, sosyal menfaatlerle ilgilenmeyebilir. Ama şurası
bir gerçektir ki, kişinin menfaatleri toplumun menfaatleri içindedir. Bundan dolayı
işaret ettiğimiz bu hususu hatırlatmakla görevli insanlar veya teşkilatlar olmalıdır. Bu
13
teşkilat ahlâk disiplinidir. Etik, toplumun menfaatlerini korur, onu bozmamak için
mecburiyetler koyar. Yani sosyal düzeni temin eder. Kişinin menfaatlerinin, onu,
kendi eğilimi yönünde faaliyete sevk ettiği psikolojik bir gerçektir. Bunun da
kargaşalara sebep olduğu, menfaat savaşlarını ortaya çıkardığı ve saldırganlıkları
meydana getirdiği bir gerçektir. Etik, ferde, kişilerin menfaatlerinin sosyal
menfaatlerde olduğunu gösterir. Diğer yönden etik, kişilere kendi dışlarındaki
gayeleri de gösterir. Etik ve estetik bir ifadeyle, ahlâk sosyal güzellikleri gösteren bir
kaideler bütünüdür. Bu yönden, etik veya ahlâk şahsî menfaatlerin üstündedir. Kişiler
onu böylece kabul ederler. Toplulukta bir düzenin bulunması zarureti, kuralların çok
kesin ve zorlayıcı olma özelliğini ortaya çıkarır. Bu sebeple her meslek faaliyetinin
bir ahlâkının olmaması imkânsızdır. Çünkü vicdan, bir kişiden diğer bir kişiye
değişmez. O daima iyi ve güzel olanı tavsiye eder.
Durkheim, Ahlakla ilgili makalelerinde, “Meslek ahlâkı bir insandan diğerine
göre değişiyorsa o zaman her meslek için meslek ahlâkı gerekir” der. Etik veya
ahlâk, bütün insanların uymasını istediği evrensel hükümler taşır. İşte, genel etik
kuralları her mesleği bağlamaktadır. Bu açıdan Durkheim’in tezini doğru kabul
etmek yanlıştır.
Ama her meslek için, özellik arz eden kurallar vardır. Durkheim, aynı
zamanda, “Meslek ahlâkı kuralları da genel ahlâkın kurallarına uyar” diyor. Söz
konusu olan, çok özel meslek ahlâkı kuralları değil, meslek ahlâkı içerisinde mesleğe
göre önem arz eden davranış kuralları olabilir.
Durkheim, fikirlerine dayanak teşkil etmek üzere, “Bir bilginle, marangozun
davranış şekli farklıdır, böyle olması gerekir” ifadesini kullanıyor. Bilginin işi, kitap
okumak, fikir üretmektir; marangoz da, mesleğiyle ilgili olarak kendisine özgü işler
yapar, bu da, onun için bir önem arz eder.
Aslında birisi için etik olan husus, bir başkası için ahlâk olmaktan çıkmaz.
Ama bu husus, her halü kârda böyle olmayabilir. Meslek ahlâkı içerisinde böyle bir
kaidenin yer almasının düşünülemeyeceğini söylemek doğru olmasa gerektir.
İnsan askerlikte zevk için değil, müdafaa ve karşılıklı milletlerin menfaati
olduğu için insan öldürüyor. Burada bir ahlâksızlık söz konusu değildir. İnsan hayatı,
genel ahlâk içerisinde kutsal ve bizim buna hürmet etmemiz gerekiyorsa askerlerden
buna uymalarını istemek herhalde doğru olmaz. Böyle bir istek, o mesleğe aykırıdır.
Askerler akıllarını kullanamaz, körü körüne itaat ederler. Bu husus, mesleğin
gereğidir. Hürriyetini kullanmadığı için, mantıkî olarak etik davranamaz. İnsanın
ahlâkını kullanabilmesi için hürriyetine sahip olmalıdır, şeklindeki ifadeler yazarın
meslek ahlâkıyla ilgili olarak söylediği doğru tespitlerdir.
Meslek ahlâkı kitabının yazarının söylediği gibi, bir din adamı için, yalan
söylemek mesleğine aykırı, ahlâk dışı olduğu halde, bir doktor mesleği gereği zaman
zaman yalan söyleyebiliyor. Bu ifade ilk anda doğru gibi gelebilir. Doktor, ahlâka
uygun bir tutum sergilemiş, hakikati gizlemek suretiyle insana faydalı bir iş yapmış
olabilir. Hastayı inkisara, kötümserliğe sevk edecek yerde, o insana yaşama ümidini
vermiş gibi gözükebilir. Ama doktorun meslek ahlâkı içinde, hakikati gizlemek
vardır, denilemez. Esasen, bu, tıp ahlâkının kuralı olarak da görülemez.
Bu bakımdan, mesleklerin genel ahlâk kurallarına bağlı olduğunu
söylüyorsak, her meslekte genel ahlâkın geçerli olduğunu söylemek istiyoruz
demektir. Basın-yayında da, bu böyle olmalıdır.
Bir insanın manevî hayatı korunmuştur. İnsanın izzet-i nefsiyle oynanamaz,
hayatı hakkında yalan söylenemez. Genel ahlâk kuralları çerçevesinde, insanın özel
hayatıyla ilgili gizlilikleri de açıklanamaz. Aksi halde, fertler arasında kinin
14
yayılmasına sebep olunur; cemiyetin dağılmasına zemin hazırlanır. Fertlerin hususî
hayatlarındaki hataları açıklayıcı mahiyette yayın yapıp, “bu basın-yayının
gereğidir” denilemez. Etik ve gazetecilik deontolojisi bütün ülkelerde günün
konusudur.
Meslek etiğini, genel etikten ayrı düşünmek mümkün değildir. Genel etiğin
kaideleri ne kadar geçerli, evrensel ve halk tarafından ne kadar çok benimseniyorsa,
meslek etiği de o derece geçerli olup kaidelerine uyulması gerekmektedir. Meslek
etiğinin varlığından söz edebilmek için, mutlaka ve mutlaka meslek sahiplerinin
genel ahlâka uymaları gerekir.
Genel ahlâkta, başlıca kaide, yapılan davranışların başkalarına zarar
vermemesidir. Etik veya ahlâkî davranış bu demektir. Meslek etiğinde,
gerçekleştirilen fiiller, davranışlar ve meslek uygulamaları başkasına zarar verecek
nitelikte olmamalıdır. İnsanın haysiyet ve şerefine iftira edecek nitelikte
bulunmamalıdır. Genel ahlâk ile meslekî ahlâk kaideleri asla çelişmemelidir.
Çelişiyorsa meslek etiğinin kurallarının terk edilmesi icap eder. Zaten böyle bir
ahlâka meslek etiği de denilemez. Bu konuda da, prensip, daima başkasına zarar
vermeme olmalıdır.
Meslek etiğini meslek örgütleri belirler. Neden meslek etiğine ihtiyaç
hissedilmiştir? Bu sorunun cevabı, “Genel ahlâk kurallarına uyulmamıştır da
ondan” şeklinde olacaktır.
Doğu ve Batı dünyalarında da meslek örgütleri, genel ahlâk kurallarına
uyulmaması halinde bu kişileri tespit etmek, ahlâk kurallarına uymalarını sağlamak
için meslekî etiği kuralları belirlemişlerdir. Genel ahlâk kurallarına uyulmasını ve
toplumda düzenin sağlanmasını temin için bunları bir nizamname haline getirmişler.
Durkheim, “Toplum ve kamu vicdanı, genel ahlâk kurallarına aykırı hareket
edenleri tespit eder, görür ve karşı çıkar. O kişiyi cemiyetten soyutlayıp, toplum
dışına iter. Ama kişi, meslekî etik kurallarını ihlâl edenlere ilgisiz davranır, fazla
reaksiyon göstermez, bu yüzden meslekî etik kurallarına ihtiyaç vardır” diyor.
Genel ahlâk kuralları içerisinde insana zarar vermek ahlâk dışı bir tutumdur.
Meslekî etik kurallarının genel ahlâk kurallarına aykırı olması katiyetle
düşünülemez. Genel ahlâk kurallarından ayrı ve onlara aykırı meslekî etiği söz
konusu olamaz.
Eskiden beri, Batı ve Doğu dünyasında, genel ahlâk kaidelerine uymayanların
hiç olmazsa meslekleri içinde kurallara uymalarını temin babında nizamname,
yönetmelikler ve tüzükler yazılmıştır.
Lonca Teşkilatı, sadece, o mesleğin mensupları arasında dayanışma kurmak
için değil, aynı zamanda, bu teşkilata mensup olanların, ahlâk kurallarına uymaları
için kurulmuş bir örgüttür. Bizde, Batı’daki Lonca Teşkilatının bir örneği olarak
Ahilik teşkilatı ve Fütüvvetler vardır. Bazı ülkelerde, nedense, çiftçiler arasında
Lonca Teşkilatı kurulmamış.
Zamanında, ziraatçıların ve iktisatçıların lonca teşkilatları olmamasını
eleştiren ahlak felsefecileri, asker, papaz ve avukatların ahlâkı var, neden ziraatçı ve
iktisatçılar ahlâkı olmuyor diye sorarlar.
Meslek etiğinde yapılan kusurlar ve yanlışlar, o meslek mensupları tarafından
hafif bir tarzda ayıplanıyor. Halbuki esas olan, gerektiği tarzda ayıplanmasıdır. Genel
ahlâk kurallarında bu kusurun telafi edilmesi gereklidir. Meslekte kusurlu olanlar
herkesin gözünde kusurlu olmayıp sadece o meslek grupları arasında kusurlu oluyor.
Ama bir yanlış yapılıyor.
15
Zamanımızda, toplum, meslek etiği ile ilgili olarak yapılan hata ve yanlışların
hepsinden aynı anda haberdar olmadığı için, onları ayıplayamıyor. Meslek
mensupları, kendi aralarında bunu kısmen hoş karşılıyor ve hiçbir yaptırım
uygulamıyorlar. Mesela bir ekmeğin içinden bir ip parçası çıksa veya bir hastanın
karnında tampon bezi veya bir alet unutulsa çok fazla önem verilmiyor hatta bunun
doğal olduğu bile ifade edilebiliyor.
Odalar, maalesef, sadece kendi menfaatlerini korumaya yönelmiş kuruluşlar
olarak mevcut olup vatandaşların menfaati onları fazla ilgilendirmiyor. Böyle bir
meslek etiği anlayışı, genel ahlâka aykırıdır.
Meslekte suçlu olanlar, herkesin gözünde aynı derecede suçlu olmuyor.
Çünkü işlenen suçu herkes bilmiyor. Kamu vicdanı bu konularla yakından
ilgilenmediği için böyle bir mahkûmiyete gerek duymuyor.
Bu yüzden, genel ahlâk kaidelerine uymayan meslek sahiplerinin, ahlâk
kaidelerine uymalarını sağlamak için melek örgütlerine ihtiyaç hissediliyor. Bu
sebeple, loncalar, odalar, ahilik teşkilatları ortaya çıkıyor. Ama günümüzde, bunlar,
gereği gibi çalışıyorlar mı şüphe götürür. Bunlar, kendi mensuplarının ahlâk
kurallarına uymalarını istiyorlar. Çünkü bu teşkilatlar, mensuplarının genel ahlâk
kurallarına uymalarını da sağlamak için kurulmuş teşkilatlardır. Ama görevlerini tam
olarak yaptıkları söylenemez.
Her mesleğin kendine ait bir meslek etiği vardır; bu meslek etiği, aynı
zamanda, toplumun da ahlâkı demektir. Öyle ise, meslek etikleri toplumun ahlâkını
aksettiriyor denilebilir.
O halde, şöyle bir değerlendirme yanlış olmaz: “Ahlâkî değerlerin ihmal
edildiği bir toplumda, o toplumdan çıkan meslek gruplarındaki insanlar da genel
ahlâk kurallarına uymazlar. Çünkü toplum ahlâkı, çok umumî tarzda, meslek
ahlâkında kendini gösterir.”
Ne kadar meslekî teşekkül bulunursa bulunsun, genel ahlâk kurallarına
uymayan mensuplarını, kurallara uyulması için, ne kadar zorlarsa zorlasın, toplum
ahlâkı prensipleri dikkate alınmıyorsa, bu meslek kuruluşlarıyla bir şey yapmak
mümkün değildir.
Meslek etiği, toplum ahlâkı bozulduğu için, yalanı mazur göremez. Meslek
etiği, bazı meslek grupları tarafından bizzat ihlâl ediliyor. Mesela bazı doktorlar
hakikati gizliyorlar. Haklıyla haksızı ayırmakla mükellef olan herhangi bir avukat,
haksız arkadaşlarının davranışını örtbas ederek hem genel hem de meslek etiğine
aykırı davranıyor. Meslek kuruluşları bunlar hakkında çok az yaptırım uyguluyorlar.
Çok az da olsa bunlar müşahede ediliyor.
Meslek kuruluşlarında, meslek mensuplarının yaptığı bazı kusurlar, o meslek
grubundaki kişiler tarafından hafifçe kınanıyor. Halbuki genel ahlâk, daha şiddetli
cezalandırır. Her mesleğe ait bir meslek etiği olduğunu söylemek her zaman
mümkün değildir.
Genel ahlâk kaidelerine toplum içerisinde ne kadar uyuluyor ve geçerli ise,
meslek etiğine de o derece uyulur.
Bir toplumda, meslek etiğinin olması için genel ahlâkın olması şart olduğu
gibi, üyelere ahlâk şuurunun ve sorumluluk bilincinin verilmesi gerekir. O meslekten
olanlar arasındaki sorumluluk samimiyetinin derecesine bağlı olarak, meslek etiği de
iyi olur. Bu, aynı zamanda, toplumun fertleri arasındaki samimiyete de bağlıdır.
Böyle bir toplumdan çıkan meslek etiği o derece güzel olur. Çeşitli kereler ifade
edildiği gibi, esas olan, o toplumun genel ahlâka sahip olmasıdır. Bu ahlâk da,
evrensel değerleri bünyesinde taşımalıdır.
16
Toplumda makyavelist bir düşünce, “amaca ulaşmak için her şey helaldir”
anlayışı varsa, menfaatçilik hâkimse, yani, hem amacının gerçekleşmesi için her türlü
yanlışlığı benimsiyor hem de kendi çıkarları açısından ahlâki prensiplerinden
fedakârlıkta bulunuyorsa bu toplumdan çıkacak meslekî teşekküller de, meslek etiği
de aynı olacaktır.
Meslek etiği, toplum ahlâkının meyvesi niteliğindedir. Fikir ve düşüncenin iyi
olması, meslek etiğinin da iyi olması demektir. İnsanlar ne derece iyi fikir ve
düşüncelere sahip olurlarsa meslek odalarındaki üyeler de o derecede iyi meslek
etiğine sahip olacaktır. Yani, cemiyetin fertleri ne kadar iyi düşünce, fikir ve hislere
sahipseler, onun meyvesi niteliğinde olan meslek etiği de o derece iyi ve güzel olur.
Barolar, Gazeteciler Cemiyeti, Esnaf ve Sanatkârlar Odaları, Ticaret ve
Sanayi Odaları gibi teşekküller kurulmuştur. Bunlar, haberdar oldukları sürece teşhis
edebildikleri suçları, hataları ortadan kaldırmaya ve meslek etiğini devam ettirmeye
çalışıyorlar. Bu teşekküllerin, haysiyet divanları ve disiplin kurulları vardır.
Bunlar, hem meslekî ahlâk hem de genel ahlâka aykırı hareket edenleri
cezalandırıyorlar. Bu görev, meslek etiği kuralları çerçevesinde yapılıyor.
Genel ahlâk kaideleri insanlar tarafından kabul edilip, tatbik edildiği zaman,
meslek etiği ve toplu ahlâkı iyidir. Meslek etiği kötü olduğu durumlarda toplu ahlâkı
da kötüdür.
Disiplin kurulları bazı mesleklerde çok çalışmaktadır. Günümüzde, bazı
pratisyen hekimler ameliyat yapıyor, bazı lokantacılar temizliğe dikkat etmiyor ve
bazı fırıncılarla pastacılar pislik içinde iş yapıyorlarsa ve bu zabıta ekiplerince tespit
ediliyorsa o halde meslek ahlâkında iyi gitmeyen bir yön var demektir. Bunun için,
her meslekten disiplin kurulları veya haysiyet divanları çalışıyor. Bu buhranın
sebebi, bu insanların, sadece, meslek ahlâkına sahip olmamaları değil; toplum
ahlâkına ve genel ahlâk prensiplerine de sahip olmamalarıdır.
İletişim etiği, bu anlamda, toplumun genel ahlâkına sıkı sıkıya bağlıdır.
İnsanlar arasındaki barış ve düzen, sadece maddî unsurlardan meydana
gelmez. Barış ve düzen, insanlar arasındaki sevgi, saygı ve hürmet bir ahlâk işidir.
Bu unsurlar da ancak, ahlâklı olmakla mümkündür. Çünkü ahlâk sevmek ve saymak
demektir. Bu ise, toplum ahlâkı ve meslek ahlâkı ile mümkündür. İnsanlar arasındaki
iletişim de ancak bu şekilde mümkün olur.
Hiçbir meslek etiğinin, genel ahlâk dışında olmadığı şüphe götürmez bir
gerçektir.
Meslek etiği, lonca teşkilatlarında doğmuştur. Lonca teşkilatları, aynı
meslekten olan insanların, ahlâklı davranmaları, başkalarının hak ve hürriyetine saygı
duymaları için kurulmuştur. Lonca teşkilatları, önce dinî teşkilatlar olarak ortaya
çıkmıştır. Böyle bir teşkilatta, festival, şenlik gibi her şey, dine bağlı olarak
yapılıyordu. Daha sonra, bu dinî olma hüviyetinden çıkıp, meslek dernekleri halinde
kendini gösterdi. Tâ ki, Avrupa’da Hobbes’un ortaya attığı “insan insanın kurdudur”
şeklindeki meşhur sözüne kadar devam etti.
Mekanikleşmenin gelmesi ve değerlerin ortadan kalkmasıyla Lonca
Teşkilatları değerlerini yitirdi. İnsanlar bir takım hakları ihlâl ettiler. Yeni tedbirler
alındı ve yeni kurallar kondu.
Bizde de, meslek etiğini ortaya koymak için, Türk insanının şekillendirdiği
“Ahilik” teşkilatları vardı. Bu, Türkler arasında ortaya çıkan bir meslekler derneğidir.
Bütün esnaf ve sanatkârları içine alıyordu.
17
Ahi kelimesi Arapça’dan gelir, kardeş demektir. Ahi kelimesinin içinde
kardeşlik, dostluk, yiğitlik ve sevgiye dayalı münasebet vardır.
Türkçe Akı kelimesi de, yiğitlik, cömertlik ve cesaret mânâlarına geliyor. Ahi
kelimesinin de Orta Asya Türkçesi’ndeki bu kelimeden geldiği iddia edilir.
İletişimin, meslek etiğinin ve üretici ile tüketici arasındaki münasebetlerin en
iyi tarzda gerçekleşmesi için böyle bir teşekkül kurulmuştur. Ahilik, teşkilatın
devamı açısından bazı kurallar koymuştur. Buna, Ahilik Nizamnamesi denmiştir.
Niçin ahilik teşkilatı kurulmuştur?
Bu teşkilat, bazı esnaf ve üreticilerin tüketicilerin haklarına aykırı hareket
etmelerini önlemek, tüketicinin haklarını korumak ve içtimai hayatın düzen içinde
sürmesini sağlamak için kurulmuştur.
Bugün de, Ahilik Teşkilatına benzer meslek odaları vardır. Onlar da, iletişimi
ortadan kaldıran ve disiplin suçu işleyen kişiler hakkında yaptırımlar uyguluyorlar.
Bu Nizamname’ler ve teşkilatların kuralları, yani Fırıncılar veya Terziler
Odasının kuralları, insanların iyi üretimde bulunmalarını temin etmeye kâfi gelmiyor.
Pek çok yanlış iş, gözler önünde cereyan ediyor. Bu insanların, meslek ahlâkına
sahip olmalarını temin etmek gerekiyor. Yani, meslek etiğinin üzerinde, genel ahlâk
kurallarına sahip olmalarını sağlamak gerekiyor.
Üretici ile tüketici arasındaki münasebetlerin yani iletişimin en güzel şekilde
sürmesini sağlamak, iyi hareket etmekle bir başka ifadeyle, genel ahlâka sahip
olmakla mümkün olur.
Ahilik, tıpkı Batı’da ortaya çıkan Lonca teşkilatı gibi, hem meslekî hem etik
bir kuruluştur. Ahilik, Fütüvvetten meydana gelir. Fütüvvet, yiğitlik demektir.
Fütüvvetname, insanların ahlâklı olmaları için hazırlanmış kâideler topluluğudur.
Ahilik, bu kurallar manzumesinden bir şeyler alıp kendi meslekî faaliyetlerine uygun
hale getirmiştir.
Fütüvvetname’lerde ahlâk prensipleri yer alır. Yiğitlik, cömertlik, doğruluk,
haklara riayet, insanların birbirlerine saygılı olmaları onların içinde yer alır.
İnsanın, her şeyden önce, kendisini ve insanın değerini bilmesi lazımdır. Aksi
takdirde, mekanik iletişim ortaya çıkar.
İnsanın bir ruhunun olduğunu ve buna bağlı olarak bir psikolojik durumunun
bulunduğunu düşünmeden yapılan münasebetler mekaniktir. İletişimde, ahlâk
kâideleri gözetilmezse, “insan insanın kurdudur” darb-ı meseli ortaya çıkar.
Bu Fütüvvetname’lerde, insanın, yeryüzünde şerefli bir varlık olduğu
kabul edilir. Gerçekten de, kâinatta, insandan daha kutsal bir varlık düşünülemez.
Yeryüzünde en kutsal, en kıymetli ve sahip olduğu aklî değerlerle en üstün varlık
insansa o şekilde muamelede bulunmalıdır.
İletişim, bizden başkasına iyi ya da kötü olarak giderse bize de o şekilde
döner. Şurası bir gerçektir ki, insanlar bencil olarak hareket ettikleri zaman,
üzüntülerin içine düşer, herkesten şikâyet ederler.
Karşımızdaki insana değer verip, onun haklarına hürmet etmediğimiz için,
hırsızlık, cinayet gibi kötü durumlar ortaya çıkar. Toplumsal değerler azaldığı için,
bunlar ortaya çıkmış ve çoğalmaktadır.
Eskiden, insanın değeri üzerinde durmak, insana insanca muamele etmek ve
iletişimin bu şekilde kurulmasını sağlamak suretiyle ahilik teşkilatları kurulup,
tüzükler, kurallar oluşturulmuştur.
İletişim iyi olursa insanlar mutluluk içinde bulunurlar. Kardeşlik duyguları
içinde bulunursak yani münasebetlerimiz sevgiye dayanıyorsa iletişim iyi ve güzel
18
bir nitelik kazanır. İnsan hayatının gayesi iyiliktir. İnsan, bu dünyaya hem kendine
hem de başkalarına iyilik yapmak için gönderilmiştir.
Yukarıda belirtilen tüzükler, nizamnameler sevgiye dayalı hususları ihtiva
etmektedir. Bunlar, insanların sevilmesi gerektiğini, hak ve hürriyetleri olduğunu ve
insana insanca davranmak gerektiğini belirtmek için kaleme alınmıştır.
Bu Nizamname’lerde geçen bir emir, ekmeklerde kömür parçalarının
olmamasını, yanmış halde bulunmamalarını, bunların tetkik edilmesini, bir kusur
bulunduğu takdirde ekmekçinin cezalandırılmasını âmirdir. Aşhanede aşçının
pişirdiği etin çiğ ve tuzsuz olmamasını, tabakların eski ve pis olmamasını emreder.
Bu şekildeki emirler, hem üreticide hem tüketicide güzel his ve duyguların
ortaya çıkmasını temin ediyor. Bundan dolayı, ekmeği veya pastayı aldığımızda
nahoş bir duygu ortaya çıkmamalıdır. Sattığımız her malzeme de, insanda, güzel ve
iyi duygular ortaya çıkarmalı, haz uyandırmalıdır.
Herkes kendi mesleğindeki ahlâka sahip olursa münasebetler iyi, insanlar
mesut olur dolayısıyla cemiyette de iyilik ve güzellik olur.
Meslek etiğinin gayesi, insanda güzel hislerin uyanmasına vesile teşkil etmek
üzere iyi davranışların vücut bulmasına imkân hazırlamaktır. İnsan, her şeyin en
iyisine, en güzeline lâyıktır. Biz iyi olduğumuz takdirde herkes iyi olur.
Karşımızdaki kötü diye kötü davranırsak, hem biz hem de bizim
münasebetlerimizden etkilenenler kötü olur.
Bütün nizamnamelerin yapılışının tek gayesi insanın değeridir. Bunlar, genç,
yaşlı, olgun, kadın, erkek diye bir ayırım gözetilmeden sadece insan için yapılmış
kurallardır. İnsan, iyilik ve güzellikten hoşlanır. Biz, insanlara, iyi, güzel ve doğru
olanı vermek zorundayız.
Bu tarzda hazırlanan “Nizamname”ler, insanlara, sadece, iyiyi sunmak için
değil, bugünkü standartları da temin etmek için yapılmış şeylerdir. Gerçekten, bu
kurallar, bir standart getirmiştir. Aynı zamanda, çalışma veya iş ahlâkını da
sağlamıştır. Çalışma saatleri, şu veya bu saat diye belirlenmemiş ama çalışmalar
ayarlanmıştır.
İletişim etiği, karşımızdaki insana değer vermek demektir. İnsanın tabiî
haklarının başında yaşama hakkı gelir. İnsanın hayatı kutsaldır. Hiç kimse hiçbir
şekilde başkasının hayatına kastedemez. İnsanın bir de ruhî veya psikolojik hayatı
vardır. Buna da, kastetmemek gerekir. İnsanın ruhî hayatı, onunla kurduğumuz
ilişkinin sonucuna göre iyileşir veya kötüleşir. Meslekî yönden bir tutumumuz ona
acı verebilir.
İnsanın ırzı, şerefi ve haysiyetini teşkil eden manevî hayatı da çok önemlidir
ve kutsaldır. Bütün dinlerde bu böyledir.
İletişim ve meslek etiği açısından, önemli olan husus, bizim davranışımızın,
karşımızdaki insanın manevî (veya ruhî) hayatına zarar vermeyecek nitelikte
olmasıdır. Bütün bunlar, hürriyetin kullanımı ve insana verilen değerle ilgilidir.
İnsanın maddi ve manevi ihtiyaçları pek çoktur. İletişim etiği için önemli
olan, insanın bu ihtiyaçlarının tatmin edilmesi, giderilmesi meselesidir. Manevî
ihtiyaçlardan en önemlisi, onun muhtaç olduğu sevgidir. Elbette, insanın en çok
sevgiye ihtiyacı vardır. Karşımızdakini insan olarak sevmeliyiz. Ama öncelikle, onun
özelliklerini bilmeliyiz ki, sevebilelim. Sevgi, nesnesine bağlı olarak şiddet gösterir.
Ne kadar çok tanırsak, o derece severiz. O insanın, örf, âdet, değer hükümlerini ve
ihtiyaçlarını bilmeliyiz ki, onu sevelim.
İletişimde, gereken unsurlardan bazılarında eksiklik olunca insanlar kötü
durumlara düşerler.
19
İletişimin iyi bir temele oturabilmesi için insan sevgisine, insanın psikolojik,
ruhî yönüne önem verilmesine dayanması lâzımdır.
Meslek etiği, iletişim etiği yönünden fevkâlade önemli bir husustur. Her
sosyal faaliyet, kendisine has bir disiplin meydana getirir ve bu disiplin ile varlık
gösterir. Toplumsal bir teşekkül ve bir grup varsa, bu grup, kendi varlığını koyduğu
kurallar çerçevesinde göstermeyi arzu eder. Çünkü bu kurallar onun varlığının
işaretidir. Onlarla varlık gösterir. Mesela, Barolar Birliğinde disiplin kuralları,
öğretmenler için tüzük, yönetmelikler vardır. Her topluluk kendi varlığını kurallar,
yani ahlâkî disiplinler ile göstermektedir.
Her toplumsal grup, birtakım bölümlerden meydana gelir. Mühendisler,
tabipler odası, millet, şehir, semt, mahalle, aile, fert, esnaf ve sanatkâr toplulukları
gibi.
Her toplulukta, en büyükten en küçüğe inen gruplar arasında, davranışların ve
insanların birbirleriyle münasebetlerinin hangi şekilde olacağını gösteren prensipler
vardır. Buna etik kurallar veya ahlâk kuralları diyoruz. Ailenin, ziraat, esnaf
odalarının vb.nin ahlâk kuralları vardır. Bu küçük gruplar, neden ahlâk kurallarına
ihtiyaç hissetmiştir? Ancak bu etik kuralları ile varlıklarını devam ettirirler.
Varlıklarının devamı için bu etik kuralları şarttır ve gereklidir.
Sosyal gruplar sadece kendi varlıklarını devam ettirmek için mi yoksa başka
bir şey de düşünerek mi bu kuralları koymuşlardır?
Elbette, kişinin çıkarları ile toplumun çıkarları her zaman uyuşmaz. Nitekim
fırıncılar ekmek fiyatlarını istediği gibi belirlemek istiyorlar.
Her şahıs veya grup, sadece kendi menfaatini düşünerek mesleğini yaparsa
kargaşa olur, düzensizlik ortaya çıkar.
Toplumun ihtiyaçlarının korunmasını sağlamak için, meslek odaları
tarafından meslek etiği dediğimiz kurallar manzumesi, disiplin kâideleri
konulmuştur. Böylece, hem kendileri hakkında kötü düşünülmesini önlemiş, hem de
toplumun menfaatlerini korumuş oluyorlar. Bu amaçla çıkarılan disiplin kâidelerine
“meslek etiği” diyoruz. Bunlar, toplumun menfaatlerine uygun olmayan kişinin
menfaatlerini, toplumun menfaatlerine uygun hale getirmek için koyulan kurallardır.
Kişileri ilk anda ilgilendiren, kendi menfaatleridir, toplumun menfaatleri ile çok
ilgilenmezler.
Kişiler, toplumun menfaatlerini umumiyet itibariyle düşünmezler, ama
düşünmek zorunluluğu vardır. Başka bir meslekten olan kişinin toplumun
menfaatlerini düşünebilmesi için bazı disiplin kurallarına ihtiyaç vardır. İşte, bunlara
meslek etiği diyoruz.
Sadece kendi menfaatiyle ilgilenen meslek sahibi kimselerin düşüncesi doğru
değildir. İnsanın menfaati toplumun menfaatine bağlıdır. Toplum menfaati
düşünülmüyorsa, kişinin menfaati de tepkiyle karşı karşıyadır. Çünkü kişinin
menfaati de toplumun menfaatine bağlıdır.
İnsanoğluna toplumun menfaatini, toplumun menfaati ile kendi menfaatinin
birbirine bağlı olduğunu düşündürebilmek için, meslek ahlâkı dediğimiz disiplin
kuralları oluşturmak mecburiyeti hâsıl olmuştur.
Bir avukatın, haksız olanı, kendi ünü için, hakikatleri ters yüz ederek haklı
çıkarması, haksız kişinin aklanmasını temin etmesi, kendi menfaati için uygun
görünse de toplumun menfaati açısından hiç de uygun değildir. Haklı ve haksız
kavramlarının insanların gözünde itibar kaybetmesine sebep olur, bu da, toplumda
düzensizlik meydana getirir; haksızlar çoğalır, haklılar haksızların karşısında bir şey
yapamaz hale gelir. Bu nedenle, meslek etiği zorunlu hale gelmiştir. Kişi, kendi
20
menfaatinin toplumun menfaatinden üstün olduğunu düşünür. Halbuki üstün
olmadığını, onun toplumun menfaatine bağlı olduğunu, kendi menfaatini toplumun
menfaatlerinin önüne çıkarması halinde toplumda kargaşa olacağını birilerinin
bildirmesi lâzımdır. Bu da, meslek odalarıdır. Yani, meslek odaları, insanın tabiatı
gereği daima kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmelerini önlemek için ortaya
çıkmıştır.
Ahlâk disiplinleri veya meslek etiği, kişinin ait olduğu kurumun menfaatlerini
korur. Ticaret odaları hem tacirin hem de toplumun menfaatlerini korumak için
birtakım kurallar koyar. Yani, bu meslek organizasyonları, hem kendi üyesinin hem
de toplumun menfaatlerini korumak için mecburiyetler ortaya koyar, toplumsal ve
sosyal düzeni temin eder.
Meslek etiği ve bu etiğin içinde yer alan meslek disiplin kuralları, hem o
kişinin hem de toplumun menfaatlerini korur ve toplumda düzeni sağlar. Bu da iyi
bir iletişimin doğmasına imkân verir.
İnsanın kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi halinde düzensizlik ve
kargaşalık olur, menfaat savaşı ortaya çıkar ve saldırganlık baş gösterir. Bir kişi, bir
meslek grubunun suçlanmasına sebep olabilir ve bizde, o meslek grubuna karşı
saldırgan tutum oluşur. Her meslek grubu, üyesinin bencil davranışlarda bulunmasını
önlemek amacıyla disiplin kaideleri korur. Buna meslek etiği denildiğini ifade
etmiştik. Meslek etiğinde insanlar düşünceli hareket ederlerse kendi menfaatlerinin
toplumun çıkarlarında olduğunu görebilirler.
Diğer yönden, davranışları akıl yönlendirmediği zaman insanlar zor duruma
düşerler.
Ahlâk, insanlara, kendi dışında bulunan gayeleri gösterir. Bizim
mutluluğumuz, içimizdeki, toplumun mutluluğu ise dışımızdaki bir gayedir. Ahlâk,
hem insanı hem de toplumu mutlu etmek ister. Meslek etiği, dıştaki gayeleri esas
almaktadır. Ahlâk toplumsal güzellikleri göstermek suretiyle huzuru temin
etmektedir. Meslek etiğinin de gayesi budur. Bu sebepten dolayı, ahlâk ve meslek
etiği kişisel menfaatlerin üzerindedir. Kişi, meslek etiğini böylece kabul eder;
kendi menfaatlerine aykırı olsa da meslek etiğine uygun şekilde hareket etmeyi
kendisine zorunlu hisseder.
İletişim Etiği ve Gazetecilik:
Osmanlı devleti zamanında, özellikle, 17. ve 18. yüzyıllarda, yavaş yavaş
Batı’daki Lonca sistemlerinin meslek teşekkülleri arasına girdiğini görüyoruz.
Başlangıçta, dini bir kimlikteki Ahilik teşkilâtı, loncaların girmesi ile bu dinî
kişiliğini kaybeder.
Bu değişiklikten sonra meslek teşekkülleri, sadece, Müslümanların dâhil
olduğu ahilik teşkilâtı olmaktan çıkar. Müslümanların yanında, Müslüman
olmayanlar da bu teşkilatlara üye olurlar. Ahilik teşkilatlarının bu hale gelmesinde
Loncaların tesiri vardır. Loncalar, Tanzimat döneminde dernek teşekkülleri olarak
kendini gösterirler.
Tanzimat döneminde, gazetecilik ortaya çıkar. İlk gazeteler, Türkçe değildir.
Bir meslekî örgütlenme olmadığı için, meslek etiği nizamnameleri yoktur.
Tanzimat’tan önce Müslüman olmayanlar gazete çıkarıyordu. Onların, kendi
aralarında dayanışma vardı, ama meslek etiğini meydana getiren tüzük veya
yönetmelikleri yoktu. Onlar da, kendi aralarında, Batı’da olduğu gibi bir dermek
kurma faaliyetine girdiler. Hükümet bu gazetelerin faaliyetlerini yakından izliyordu.
21
İlk Türkçe gazeteyi çıkaran bir İngiliz’dir. Gazetecilik (basın) ahlâkı, belki ilk
Türkçe gazete ile ortaya çıkıyor. Gazetecilik ahlâkının genel ahlâk kurallarına uygun
olması isteniyor.
Halbûki günümüzde, bütün Müslüman ülkelerinde, çok çelişkili bir durum
vardır. Din ve genel ahlâk kaideleri halkın doğru bilgilendirilmesini, doğrunun
verilmesini istediği halde Müslüman ülkelerde, bazı basın organlarının buna uygun
hareket etmediği görülür.
Cumhuriyetten önceki gazetelerin bir desteğe, dayanağa, mali yönden teşvik
edilmeye ihtiyaçları vardı; dolayısıyla, kendilerini destekleyen kişi ya da grubun
fikirleri doğrultusunda yayın yapıyorlardı. O ilk devirde çıkan gazetelerde, doğrular
kısmen söyleniyordu. Bu yüzden, genel ahlâk doğrultusunda hareket edildiği
görülmüyordu. İnsanlara doğru haber ulaştırılması konusunda, dini emirlerin yanında
hükümetin çıkardığı kanun da vardı; ama kanunlara uyulmuyordu.
Bu gün de, aynı şeyler söz konusudur. Dinimiz, “bir haberi aldığınız zaman o
haberi tahkik edin, doğru mu değil mi araştırın ondan sonra halka verin” diyor. Aksi
halde, halk yanlış bilgilendirilmiş ve gazeteciler genel etiğe aykırı hareket etmiş
olurlar.
Basın ve yayın hayatında, genel ahlâka uygunluk ve olması gereken gerçek
birbiriyle çelişmemesi gerekirken, böyle olmamıştır. Şu bir gerçektir ki, şekli ve cinsi
ne olursa olsun, insanlar, bir inanca sahiptirler. Türk basın hayatında, bu husus göz
ardı edilmiş ve genel ahlâk kaidelerine uyulmayan durumlarla karşı karşıya
kalınmıştır.
Tanzimat döneminde, çıkan gazeteyi destekleyen şahıs ve grupların tesirinde
kalınmıştır. Müslüman olmayanların çıkardığı gazetelerde, yazarlar, kendi
düşünceleri doğrultusunda haber veriyorlardı. Bu, bir anlamda, doğal, ama ahlâka da
uygun olması gerekirdi. İlk Türkçe gazetenin ortaya çıkmasıyla, Türklerin de, kendi
inanç, görüş ve düşünceleri doğrultusunda yayın yapmaları gerekirken genel ahlâk
kurallarına ve meslek etiğine aykırı davranılarak birbirlerinin aleyhinde olan haberler
verildi.
İlk Türkçe gazete Takvim-i Vekâyi, devlet eliyle çıkarılmıştır. “Vakanüvis”ler
tarihi ve günlük olayları günü gününe kaydediyorlardı. Müslüman olmayanların
çıkardığı gazeteyi görünce, vakanüvisler, olayların halka ulaşabilmesi yönünde ve
hükümetin politikasına uygun haberler vermeye başladılar. Görevleri iç ve dıştaki
olayları halka doğru olarak duyurmaktı.
Türklerin çıkardığı ilk gazete Tercüman-ı Ahvâl (1860)dır. Meslek etiğinin
bozulması ve iletişimin olumsuz yönde gelişmesi ta o zamanlardan başlamıştır.
İnsan, içinde bulunan çağa ve içinde yaşanılan duruma göre mi, gazetecilik ahlâkına
sahip olacaktır?
Zaman, şartlar ne olursa olsun gazetecilik mesleğinde doğru haberlerin
verilmesi ve gerçeklerin yansıtılması gerekir.
Bunu temin etmek üzere hazırlanmış bazı Basın Ahlak İlkeleri şöyledir:
1. Bir amme müessesi olan gazetecilik mesleği, bu mesleğin dışında kalan özel
veya ahlaka aykırı maksat ve menfaatlere alet edilemez ve amme menfaatine zarar
verici bir şekilde kullanılamaz.
2. Yazı, haber, fotoğraf vesaire şekillerde yapılacak yayınlarda şu hususlar riayet
edilir:
a. Ahlaka aykırı veya müstehcen yayında bulunulamaz.
b. Şahıs, müessese ve zümreler hedef tutulan yazılarda galiz kelimeler kullanılamaz,
şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz.
22
c. Amme menfaatini ilgilendirmeyen hallerde fertlerin hususi hayatları küçük
düşürücü şekilde teşhir edilemez.
d. Şahıslar müesseseler veya zümreler aleyhine iftira ve isnatta bulunulamaz.
e. Din istismar edilemez.
3. Haberlerde ve olayların yorumunda hakikatlerden tahrif veya kısaltma yoluyla
maksatlı olarak ayrılanamaz, doruluğu şüphe uyandırabilen ve tahkiki gazetecilik
imkânları içinde bulunan haberler tahkik edilmeden ve doğruluğuna emin
olunmadan yazılamaz.
4. Gazetenin veya gazetecinin şahsi veya taraf tutan kanaatlerine metninde yer
verilemez.
5. Haber başlıklarında, haberin ihtiva ettiği hususlar tahrif edilemez.
6. Amme menfaati mutlak lüzum göstermedikçe ‘mahrem’ kaydı verilen malumat
yayınlanamaz.
Gazeteciler, kendi aralarında, Batı’da olduğu gibi, bir dernek kurmayı
düşünüp, bazı toplantılar yaptılarsa da ilk aşamada bir dernek kuramadılar.
Gazeteciliğin nasıl olması gerektiği konusunda karar almaya çalıştılar. Sultan
Abdülhamit, Batı’da bir gazetecilik derneği olup olmadığını öğrenmek amacıyla
Fransa’ya bir adam gönderdi.
1860 yılında, Matbaat-ı Osmaniye Cemiyeti adı altında dernek kurulmasına
karar verildi. Bu çalışmalar, 1935’de kurulan Basın Kurulu’nun kuruluşuna kadar
muhtelif fasılalarla devam etti. İlk çıkan gazeteden sonra, 1935’e kadar, başka
gazeteler de çıktı. Basın ahlâk yasasına doğru yavaş yavaş adımlar atılmaya başlandı.
Belli bir dönemden sonra, gazetelerin birdenbire çoğaldığı görüldü. 1950’den
sonra basın hayatında değişiklik oldu ve gazete sayısı bir hayli arttı. Bu sebeple,
gazetecilik mesleğinde basın ahlâkı olmasına ihtiyaç hissedildi.
Her dönemde, grup ve şahıslar kendi görüşlerine göre gazetecileri
desteklediler; bu hâlâ da aynı şekilde devam ediyor. Bu gruplar veya insanlar, kendi
fikirlerini halka mal etmek için gazete çıkarıyorlar.
Gazeteciler arasında, hiç olmazsa haberlerin doğru verilmesi, kamuoyunun
yanlış yönlendirilmemesi konusunda görüş birliğine varılmışsa da bu hiçbir zaman
gerçekleşmedi.
Bu bilgilerin çoğunu aldığımız Hatemi’nin kaydettiği gibi, 27 Haziran
1938’de Basın Birliği kurulması için kanun kabul edildi. Neden Basın Birliği
kurulmasına ihtiyaç vardı? Çünkü insanlar, farklı kültür ve değer yargılarına sahip,
gazete sahipleri de farklı tarzda insanlardı. Demek ki, bu gün olduğu gibi, genel
ahlâk kurallarına ve meslek etiğine tam olarak uyulmuyordu. O dönemde, basın
ahlâkını belirleyen nizamnâme de yoktu. Bu yüzden, bir basın ahlâk kanununa
ihtiyaç vardı.
Bundan sonra, gazeteler, bir müddet, hiç olmazsa toplumun düşüncelerinin
yönlendirilmesinde ahlâk kurallarına uygun yayın yaptılar.
Demokrat Parti döneminde gazetecilikte bir baskı olduğu ve aleyhte yayınlara
bir sansür uygulandığı kaydedilir.
1960’dan sonra, gazetecilikte büyük gelişmeler oldu. Basın Ahlâk Yasası ve
Basın Şeref Divanı gibi kuruluşlar Türk gazetecilerinin hayatına girdi. Basın Ahlâk
Yasası, bir kanun değildir. Her gazeteci, uymayı taahhüt ediyor, ama uymayanlara
hiçbir müeyyide uygulanmıyor. Bu yüzden, basın hayatını düzenleyecek bir yaptırım
yok. Ama buna şiddetle ihtiyaç hissedilmiş. Konu ile ilgili olarak yukarıda
23
kaydettiğimiz Basın Ahlâk Yasası kurallarından bazılarını tekrar eder ve bir yorum
getirirsek durum şöyledir:
1. Basın ahlâkı, doğru haberleri kamuoyuna nakletmek ise, basın
mensuplarından bunlara uymayı beklemek, insanların hakkıdır. (Ama
uyulmadığı için kamuoyundan ve siyasî otoriteden şikâyet geliyor. Basın
ahlâk yasasına uyulup uyulmadığı konusunda gazetecilere hâlâ sorular
soruluyor.)
2. Gazetelerde çıkartılan resim ve karikatürler müstehcenlik kaidesine aykırı
olamaz, milletin örgüne, âdetine aykırı olamaz. (Ama bunlara hâlâ
uyulmuyor, birçok gazete ve mecmua müstehcen sayılan resimleri boy
boy basıyorlar.)
3. Din istismar edilemez. (Ama bazı gazetelerde dinin istismar edildiğini
hâlâ görüyoruz.)
4. Haberler tahrif edilemez, olduğu gibi anlatılır. (Ama haberciler, haberleri
yorumluyor ve objektiflik ortadan kalkıyor, toplumun düzeni bozuluyor.
Kamuoyu yanlış şekilde yönlendirilmiş oluyor. Bunlar, iletişim etiğine
uymayan hususlardır.)
İletişim etiği, meslek etiğini içerdiğine göre, basın ahlâk yasasının mutlaka
kanunla tespit edilmiş olması gerekir.
Haberlerin değiştirilerek, yorumlanarak anlatılması, bizim toplumumuzda
ahlâka daha fazla itibar edilmemesi, toplumun sekülarize olmasından kaynaklanıyor.
Basın Şeref Divanı, basın ahlâkına aykırı davrananlara gerekirse ceza veriyor,
ama Basın Şeref Divanı, maalesef az çalışıyor. Yanlış haberler verenlerin çok azı
muhakeme edilmiştir.
Hem kendi gazetecilik tarihimiz hem de basın açısından dikkat edilmesi
gereken husus, kamuoyunun kültürünü ve genel ahlâk kurallarını bilip, ona göre
hareket etmeleridir. Ayrıca etik kuralların neler olduğunun da insanlara gazeteciler
tarafından verilmesidir.
Gazetelerin toplatılması ve kapatılmasında kanun var, ama yeterli değildir.
Esasen, gazetelerin cezalarla uslandıkları da tespit edilmiş değildir.
Gereken medya ahlâkına sahip olmak, gazetecilik ahlâkından ayrı
düşünülemez.
Her meslek kuruluşu, özellikle de, gazetecilik kuruluşu, gazetecilik etiğine ve
onun kurallarına uygun hareket etmelidir. Çünkü kamuoyunu oluşturma gibi bir
husus söz konusudur. Yanlış haber verme, yönlendirme cemiyetin düzenini bir anda
altüst edebilir.
1960 hükümet darbesinden sonra, 1961 Anayasasına, basınla ilgili bazı
maddeler kondu. Anayasanın 23. maddesi, bu tür maddelerin korunmasına gerekçe
olarak, gazetecilik hayatında, bazı kişilerin, kamuoyuna doğru haber verme yerine
aşırılığa gittiklerini söylüyor ve gazetecilik mesleği içinde, iletişim etiği, gazetecilik
ahlâkı ve matbaa ahlâkına aykırı davranmalarını sebep gösteriyor. Bu maddeler,
basın ve yayın hayatına temel hak ve görevler getirmiştir.
“Basın hürdür, sansür edilemez” kuralı burada ifade ediliyor. Daha sonraki
tarihlerde, “Basın istediği şekilde hareket eder” düşüncesi ortaya çıktı.
Türk basın hayatında, yukarıda ifade edilen “Basın hürdür, sansür edilemez”,
kuralı sadece gazeteciliğe has olarak kabul edildi ve vatandaşların hakkı gasp edildi.
Maalesef, bazı gazeteciler, gelenek ve göreneklere, inanç ve akidelere aykırı, onları
24
tahrip edecek yayınlar yapıyorlar, ama vatandaşın hakkını ve hukukunu koruyan
yok…
Basına, kamuoyunun doğru tarzda bilgilendirilmesi ve yanlış yöne sevk
edilmemesi konusunda da görev verilmesine rağmen kimileri buna aykırı hareket
etmekte devam ediyorlar.
Devlet, vatandaşın haber alma hürriyetini engelleyemez, aksine, vatandaşın
haber alma imkânlarını genişletir. Basın-yayının, devletin imkânlarından eşit tarzda
faydalandırılması, yönetime veya devlete yüklenen görev bir görev olduğu halde, bu
eşitlik ilkesi bizzat yönetim veya devlet tarafından iğfal edilirken kanunla temin
edilmiş basının görevleri hususunda hiçbir özen gösterilmiyor.
1982 Anayasasında, “Vatandaş düşünce ve kanaatlerini yayabilir ve
basabilir” ifadesi vardır. Bu hürriyet, zaman zaman kimi basın yayın organları
vasıtasıyla kötüye kullanılmaktadır.
Türkiye’de, basın ahlâk kanunu ve haberleşme hürriyeti ile ilgili kanunların
boşluklarından faydalanılarak düzenin bozulmasına yönelik faaliyetlere girilmiştir.
Devlet bunları önleyecek kanunlar çıkarıyor, ama kanunların ifade ettiği değerler
değişmiştir.
Ahlâk kuralları evrenseldir, herkes tarafından aynı şekilde kabul edilir.
Birtakım değer hükümleri içerikleri kaybetmiş olabilir, ama ahlâk hükümleri
değişmez. Kişinin manevî hayatı, haysiyeti ve şerefi korunmuştur. Hiç kimse, bu
korunmuş değerlerin aleyhine yazı yazamaz. Ama yanlış bir basın ahlâkı anlayışı,
insanların manevî hayatına saldırıya kadar gidiyor.
Medyanın görevi, 1961 ve 1982 Anayasalarında olduğu gibi, kamuoyunun
veya halkın menfaatlerinin korunması ve halkın istismar edilmemesidir. Buna
yönelik ceza hükümlerinin konması bu sebeptendir.
Bazı gazeteler, iletişim etiğine aykırı faaliyette bulunuyorlar. Görevleri doğru
haber ve yazılarla insanları aydınlatmak olduğu halde, küçük de olsa promosyonla
vatandaşı istismara yöneliyorlar. Vatandaşın doğru haber alma ihtiyacını temin
yolunda bir faaliyete girecek yerde, gazetecilik ve matbuat ahlâkına aykırı olarak pek
de aslı olmayan sansasyonel haberler vermek suretiyle gazete satma yoluna
gidiyorlar. Bir grubu diğer bir grubun üzerine salmak amacıyla, ideolojik haber verip
yayınlar yaparak iletişim ahlâkına aykırı davranıyorlar.
Kanunlar, 18 yaşından küçük çocukların ruhî gelişmesini bozacak, fikren
sarsılmalarına sebep olacak yayınları yasaklarken gene kimi medya grupları, bu
yasaklara aykırı davranarak meslek ahlâkına aykırı hareket ediyorlar, iletişimi
olumsuz yönde etkiliyorlar.
Genel ahlâka sahip olunmazsa, içinde yaşanılan toplumun kültürel değerleri
ve inançları bilinmezse, bunlara saygılı olmak mümkün değildir. Sadece, patronun
menfaati içinde hareket edip şiddet ve kan dolu yayınlar yapılırsa, bunları gören
küçük çocukların saldırgan olmaları pek tabiidir. Üzülerek söylemek gerekir ki, Türk
medyasında yapılanlar bunlardır.
Oyuncakçılık sektöründe de, saldırganlığı ihtiva eden oyuncaklar ortaya
çıkmış ve çocukların, medyadaki bu yayınlar sebebiyle, saldırganlığı simgeleyen bu
tür oyuncaklara yöneldiği görülmüştür. Meslek etiğiyle bağdaşmayan bu
faaliyetlerin, iletişim ahlâkına faydadan çok zararları vardır. Gazetecilikte en önemli
şey, gazetecinin meslek etiğinin kurallarına göre hareket etmesidir.
Bazı gazete, mecmua ve televizyonlarda, insanların değer hükümleriyle alay
edilir yayınlara rastlanmaktadır. Birçok gazete, mecmua ve televizyon vatandaşları
hiçe saymakta ve istedikleri gibi yayın yapmaktadırlar. Meslek ahlâkıyla
25
bağdaşmayan bu yayınlar, iletişim ahlâkının yokluğuna delalet etmektedir. Doğru
yayın yapan medya mensuplarına diğer meslektaşlarına meslek etiği ve ahlâkın
evrensel kurallarını hatırlatma konusunda görev düşmektedir.
Basın hürriyetinin toplumu istismar etmek suretiyle kullanılması, haber
yapılması doğru değildir. Meslek etiğinin yerleşmesi hususunda, yöneticiler ve
eğitimciler büyük bir sorumlulukla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Vatandaşın hak
ve hürriyetlerini koruma açısından birçok önemler alınmışsa da kanunların işleyişi
yönündeki gevşeklik, bunu gerçekleştirememektedir. Dolayısıyla, iletişim etiği
kaybolmaktadır.
Anayasada halkın haber almasına, çeşitli düşünce ve kanaatlere ulaşmasına,
kamuoyunun serbestçe oluşmasına, cevap ve düzeltme hakkına v.b. lerine yer
verilirken, bunlara gereği gibi uyulmamakta, menfaatler ön plana çıkmakta ve
haberleşme hürriyeti kötüye kullanılmaktadır.
1961 ve 1982 Anayasalarına bağlı olarak Basın kanununda ispat hakkı
üzerinde durulmuştur. Gazete, mecmua ve televizyonlarda çıkan haberlerde, herhangi
bir iddiada bulunan kimse, o iddiasını kanıtlamak, ispatlamak zorundadır. Türk basın
hayatında ispat hakkı tam olarak kullanılamıyor. Düşünce ve kanaatler, söz, çizgi ve
resim yoluyla yayılabilir, ama başkasının düşünce ve kanaatlerini tahkir edici yönde
olmamalıdır.
Televizyon yayınlarında, meslek ahlâkının temin edilemediği ve kanunların
yeterli olmadığı görülünce, RTÜK diye üst kurul kurulmuştur. Anayasamız, basına,
haber alma ve yayma, düşünce ve kanaatleri serbestçe ifade etme hürriyetini
getirmiştir; ama bunlar hiçbir zaman, devletin ve milletin düzenine, insanların değer
hükümlerine, ahlâkına aykırı olmamalıdır kaydını da koymuştur. Meslek etiğinin
gerçekleşmesi için alınan bu önlemlere rağmen genel ahlâka riayet edilmediğinden
bozukluklar baş göstermektedir.
Basın Ahlâk Yasası ve Basın Şeref Kurumu’nun varlığına rağmen, basın,
meslekî açıdan, kendini denetleme görevini yapamamıştır. Basın Şeref Divanı, halkın
düşünce, inanç ve kanunlarla belirtilmiş haklarına aykırı hareket edemler için,
kovuşturma ve cezaî sorumlulukları uygulamak amacıyla kurulmuştur.
Bu kurum, meslek etiğine uymayanlar için, maddî ceza olarak Basın İlan
Kurumu aracılığıyla, ilanları kesme yoluna gitmiş gitmişse de meslek ahlâkının
gelişmesine katkıda bulanamamıştır. Mahkemelerdeki pek çok dava ya sonuçsuz
kalmış veya etkili olamamıştır. Çünkü genel ahlâk olmadan meslek ahlâkının olması
mümkün değildir.
Gazete ve mecmuaların yaşayabilmesi için ilan şarttır. Ülkemizde, ilanlar
kesilince bazı yayın organları, finans eksikliğine düştükleri için, bu defa da,
kendilerine verilen ilanı kesen hükümetler, müesseseler ve Basın İlan Kurumu
hakkında doğrudan ve dolaylı aleyhte yayınlarda bulundular. Bazı yayın organları, ya
doğrudan ya da protesto mahiyetinde Basın Şeref Divanının toplantılarına
katılmadılar; hatta bu kurumdan ayrıldılar. Böylece, meslek ahlâkını yerleştirmekle
görevli Basın Şeref Divanı yeterince çalışamadı.
Basın Şeref Divanının görevi basın yayın organlarının basın ahlâkına uygun
davranmalarını denetlemektir. Ama gazetelerde basın ahlâkına aykırı yayınlar çıktı.
Basın Şeref Divanı bu gazete ve mecmualara cezalar verdi, ilanlarını kesti. Bazı
yayın organları bunları itibara almadı.
Basın Şeref Divanı toplatılması gereken bazı basın organlarını, mahkemelere
bildirdi, ama mahkemeler, kanunlardaki yetersizlikler sebebiyle, bu yayınları
26
toplatamadı; bunlar hakkında tam manada kovuşturma yapılamazken bu organlar
meslek ahlâkını hiçe sayarak yeni hatalar yapmaya devam ettiler.
Alınan önlemler caydırıcı olmadığı için, cezalar gerekli sonucu vermedi.
Basın Şeref Divanı, basın etiği ve genel ahlâka aykırı hareket eden basın organlarını
teşhir etti; ama bu teşhire de ehemmiyet veren olmadı ve bu çaba da sonuçsuz kaldı.
En etkili olan Basın İlan Kurumunun ilanları kesmesi oldu. Bu ceza gazete ve
mecmuaları can evinden vurdu.
Abone ve satışlar basın organlarının satışlarını yeterince karşılayamıyordu.
İlanlar kesilince basın organlarının birçoğu zararına çıkmaya başladı. Sık sık tekrar
edilen yanlışlar sebebiyle ilanlar kesilince zor durumda kaldılar ve 1950-1980 arası,
Basın Şeref Divanına yüklendiler. Basın Şeref Divanı faaliyetlerini yürütebilmek için
yeterli malî kaynaklara sahip değildi, bu da etkili oldu.
Basın organları arasında siyasî, ideolojik çatışmalar ortaya çıktı. Kendi
ideolojilerine göre haber verme, yorumlama ve kamuoyu oluşturma yoluna gittiler.
Bu durum Basın Şeref Divanına da intikal etti. Basın Şeref Divanında haklı gören ve
görmeyen oldu. Özellikle 1980’den önce basın organlarında adeta kamplaşma oldu.
Haber ve yayınlar herkesin kendi ideolojik ve siyasî anlayışına göre çıktı; hatta
Anayasanın amir hükümleri bile bunları engelleyemedi.
Sonuçta, 1980 darbesinde, Basın Şeref Divanı, basın ahlâk yasasına uygun
olarak cezalandırmada bulundu, bazı kararlar aldı ama bu kararlar gazete ve mecmua
tarafından benimsenmedi. Pek çok gazeteci ve fikir adamına göre, basın hayatında
standart bir basın ahlâkı kurulamadığı için basın-yayın organlarının faaliyetlerini
denetleyen kurumla basın arasında çatışma oldu. Basın Şeref Divanının bazı üyeleri,
“basın hürdür, sansür edilemez” diyerek basına herhangi bir baskı yapılamayacağını
savunurken; Anayasanın amir hükümlerini esas alanlar ise, yanlış haber, yanlış
yorum ve dolayısıyla kamuoyunun yanlış yönlendirilmesini önlemek için basına bazı
sınırlamalar getirilmesini istediler.
Gazeteci ve bilim adamlarının toplandığı bir sempozyumda Türkiye’de Basın
Konseyi kurulması kabul edilmedi. Daha sonra, bir Basın Konseyi kuruldu. Basın
Konseyi, Basın Şeref Divanının görevlerini üstlendi. Amacı, halkı doğru
bilgilendirmek ve kamuoyu oluşturma gayesini temin etmeye matuftu. Daha önceki
kanunlar değiştirilerek basın organları düzenleme altına alınmaya çalışıldı.
Basın Konseyi ve onunla gelen basında standart ahlâkın ortaya çıkmasını
sağlayacak düzenlemeler ilk önce tesirli oldu; ama zamanla gücünü yitirdi ve aldığı
kararlar geçersiz olmaya başladı.
Paneller ve toplantılarda, “Basın hür müdür?” “Basın her istediğini yazıp,
kamuoyunun değer ve kıymet hükümlerini göze almaksızın yayın yapabilir mi?” ve
basının sınırsız olup olmadığı tartışıldı, nelerin zararlı olup, olmadığı gündeme geldi.
Kıymet hükümlerinin değiştiği ve basının faaliyetlerinde bu değişen değer ve kıymet
hükümlerinin göz önünde bulundurulmasının önemli olmadığı söylendi. Bu çok
yanlıştı. “Basın hürriyeti hiç kimse tarafından kaldırılamaz” diye müdahale edenler
olduğu gibi, basın yalan haber veremez kendi ideolojilerine göre kamuoyunu yanlış
yönlendiremez diyenler de oldu.
Sosyalist ülkelerin hepsinde basın, devletin denetimi altındadır. Totaliter
rejimlerde böyle olması doğal görülebilir. Ama hür rejimler için bu söz konusu
olamaz.
Bu itibarla, devletin geleceği ve itibarı, devamı açısından basına sınırlar
getirildi. Basının hür olması, elbette devletten bağımsız olması demek değildir. Çıkar
grupları, siyasetçi ve devleti idare edenler, ekseriyetle de çıkar grupları, basın
27
organlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlardı. Çıkar grupları, basın
organlarını satın aldı, müşterek hareket etmeye başladılar. Böyle olunca, Basın
Konseyi ve yönetim arasında kavgalar ve anlaşmazlıklar başladı. Birtakım çıkar
grupları, gazete ve mecmuaları ellerine geçiriyor ve faaliyetlerine aynen devam
ediyordu. Mesela, geçmişte Abdülhamit’e karşı yayın yaptıkları gibi, günümüzde de
kendi menfaatlerine aykırı davranan yönetimler aleyhinde aynı hareketleri
sergiliyorlar. Faaliyetler aynı, ama sadece tellaklar değişti. Çıkar gruplarının
menfaatleri korunmaya başlandı.
Basında danışıklı dövüşler oldu. Sırf çıkar gruplarının menfaatlerini korumak
için bir gazete başka bir gazeteyle birbirinin aleyhinde bulunuyormuş gibi faaliyetler
içine girdiler.
Anayasanın istediği basının hür olması ve sansür edilmemesi, kamuoyunun
haberleşme hürriyetinin engellenmemesi, insanların düşünce ve vicdan hürriyetine
sahip olarak düşünce ve fikirlerini ortaya koyabilmesiydi. Anayasa, hem vatandaşı
hem basını koruyordu, ama Türk Basın organları, Anayasanın istediğinin aksine
sadece çıkar gruplarının menfaatlerini korur hale geldi.
Türkiye’de, çıkar grupları ile basın arasında kavgalar oluyor, gazetelerin
dağıtımının durdurulması gibi faaliyetler ortaya çıkıyor. Türkiye basın hayatında
standart bir meslek ahlâkı teşekkül etmiş değildir. Meslek ve genel ahlâk açısından,
Basın Ahlâk Yasası, Basın Şeref Divanı ve Basın Konseyi görevlerini yerine
getiremiyor. Gazete ve diğer basın-yayın organları çıkar grupları doğrultusunda
yayın yaptığı için ülkemizde gerçek anlamda basın ahlâkı vücut bulamamıştır.
İnsanlık tarihi, daima, bir iletişimin varlını göstermiştir. Bu iletişim, çeşitli
şekillerde vücut bulmuştur. Küçük gruplar halinde olan ilk insanlar arasında da,
konuşma var. Onlar, iletişimi sözlü olarak yapıyorlardı; çünkü kelimeleri ve
eşyaların isimlerini biliyorlardı.
İnsanlar arasındaki bu iletişimin, belli grupların menfaatine olduğu bilinen bir
gerçektir. Eski dönemlerde, kral, imparator ve etraflarında bulunan insanlar, iletişimi
kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiriyorlardı. Bu dönemlerde, iletişim ahlâkı,
belli çıkar gruplarının menfaati doğrultusunda yer alıyordu. Mesela Roma’da, ve
senatodakiler, insanlar arasındaki iletişime hâkim durumdaydılar. İnsanları onlar
yönlendiriyordu. Yunan’da, Mısır’da Yahudi krallıklarında, Türk devletlerinde de
aynı şekilde olmuştur. Ama bazı kavimlerde ve milletlerde, mümkün olduğu kadar
iletişim etiğinin gerekliliği ve bu ahlâk çerçevesi içinde menfaatlerin korunması
gerektiği bilinmiştir.
1950’lerde nüfusun 20 milyon civarında olduğu Türk toplumunda, çıkar
grupları ve zenginler çok değildi. Basın ve iletişim etiği, gazetecilik ahlâkına uygun
bir seyir takip ediyordu. Nüfus artınca zenginlik de arttı. Buna paralel olarak, çıkar
grupları da o oranda çoğaldı. Holdingler kuruldu; bunların sözü geçerli olmaya
başladı. Genel ahlâka uygun bir basın ahlâkı bu devirde hiç olmadı.
Basın ahlâkında, elbette, kamu ahlâkının göz önüne alınması gerekir. Çünkü
herkesin, yani basın-yayın organlarının ve meslek kuruluşlarının kamuya karşı bir
görevi vardır. Meslek etiğini kamu ahlâkına uygun bir tarzda düzenlemek
zorunluluğu vardır.
Basın-yayın organları birbirleriyle olan münasebetlerinde birbirlerinin hak ve
hürriyetlerine saygı göstermeli, birbirlerinin menfaatlerine aykırı hareket
etmemelidir. Ama çıkar grupları, karşı tarafı alabildiğine kötülüyor. Bu, basın
ahlâkına ve iletişim ahlâkına sığmaz.
28
Basın-yayın organlarını, ilan ve reklam veren gruplar besliyor, gazete ve
televizyonların geleceği buna bağlıdır; çünkü gazete satışları masraflarını
karşılamıyor.
Bizde çıkar gruplarının menfaatlerine uygun hareketlerde bulunma eğilimi ve
bu şekilde davranma zihniyeti oluştu.
Medya, reklam ve ilan veriyorsa hükümet, menfaatlere sıcak bakıyorsa iktidar
lehine yazılar yazmak, kamuoyunu o yönde yönlendirmek yerine şunlara dikkat
etmelidirler.
1. Doğruları yazmalı kararı insanlara bırakmalı ama insanları
yönlendirmemelidir. Böyle yapmak ve sadece bilgilendirmek, basın ve
meslek ahlâkı açısından çok önemlidir.
2. Basın-yayın kuruluşları çalıştırdıkları insanlara karşı da ahlâklı
olmalıdırlar.
Türkiye’mizde, basın yayın organlarının bazıları, bir sömürü düzeninde
bahsederler, ama çalıştırdıkları insanları kısmen sömürmekten geri durmazlar.
İnsanların kendi çalıştırdıkları insanlara karşı meslek etiğine sahip olmaları gerekir
ki, basın ahlâkını yerine getirilmiş olsun. Her işverenin, çalışan insanlara karşı
görevleri vardır. Mesela, basın-yayın organları kapatıldığı zaman gazete çalışanları
paralarını alamazlar, aslında, bu gibi durumlara karşı da çalışanların geleceğini
güvence altın almalıdır.
3. Özellikle gazete ve mecmualar açısından, muhabir veya köşe yazarları
yazı yazar, mesul olan ise yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmenidir.
Yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmeni çok dikkatli olmalı kamu
düzenini, kamu ahlâkını ve iletişim ahlâkını zedeleyecek tarzda yazılar
yazılmasını, yayınlar yapılmasını önlemelidirler.
Programcı ise, televizyonda kendisini kamuya kabul ettirebilmek, empoze
etmek için sansasyonel haber verip, kamuda kargaşa ve kaynaşma meydana
getirmemelidir. Bu nitelikteki haberlerle insanlar yanlış yönlendirilmemelidir. Çünkü
bu yayınlardan sonra, insanlar düş kırıklığına uğramaktadırlar.
Oysa haberler hakikate uygun olarak verilmeli, ama hiçbir zaman hakikatin
tanımı yapılmamalı.
Gerçek bir meslek etiğinde, satıcılar mallarını övmezler; çünkü övmek, o
malın reklamını yapmak, malı olduğundan farklı göstermek suretiyle dinleyiciyi
kendi lehimize çekmektir. Bu ilk bakışta, müşteriyi kazandırmak gibidir. Ama
gerçekte, onu kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmektir. Bunlar, basın
ahlâkına uymayan şeylerdir. Basın ahlâk kanununda, meslek ahlâkı açısından,
bunları önleyici tedbirlerin bulunması gerekir. Basın ahlâkını ve genel ahlâkı rencide
edici reklam ve ilanlara yer verilmemelidir.
Propaganda, kendi malımızı, yayınımızı tesir altında tutmak istediğimiz
insanlara abartarak anlatmak, can sıkıcı hale gelinceye kadar tekrar etmektir.
Propaganda da kişilerin tercihte bulunma hakkı elinden alınmış oluyor. Basın
ahlâkında, bu tür yanıltma, yönlendirme ve propagandalara meydan vermeyecek
tarzda düzenlemeler yapılması gerekir. Mal olduğu gibi verilmelidir, meslek ve ticarî
ahlâk bunu gerektirir. Tercihi insan kendisi yapacak ve bütçesine göre uygun olanı
alacaktır.
29
Meslek etiği, iletişimde bulunulan her insana yönelen bir ahlâk anlayışı
olduğu için, karşıdaki insanı yanlış yönlendirmeyecek, kötü tesir altına
almayacak bir tarzda ahlâk anlayışına sahip olunması gerekir.
Sorumluluk, hangi şartlarda olursa olsun, insanlara iyiyi, doğruyu,
güzeli, hakikati anlatmak ve söylemektir. Aksi halde, bizim davranışımıza
bakarak başkası da aynı şekilde davranacak ve insanlar yanlış bir tarzda
yönlendirilmiş olacaktır. Karşımızdaki insanı kırma pahasına da olsa doğruyu
söylemek lâzımdır, böylece, gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olunur ve
güven ortamı doğar.
Meslek etiği açısından, kamu ahlâkına uygun hareket etmek, insanlar
için bir zorunluluktur.
Çoğunluğun yanlışta olması, yanlışın doğru olduğunu göstermez.
KAYNAKLAR
Bateson, (G.), Pour Une Ecologie de l’Esprit (C. I), Paris 1980.
Bertran, (A.), Ahlâk Felsefesi, çev. H.Altıntaş, Ankara 1999.
Dönmezer, (S.), Basın Hukuku (Basın Hürriyeti), İstanbul 1958.
Durkheim, (E.), Meslek Ahlâkı, çev. M. Karasan, Ankara 1949.
Erem, (F.), Hürriyet ve Suç, Ankara 1952.
Habermas( J.), Théorie de l’Agir Communicationnel (C. I ),Paris 1987.
Hatemi, (H.), Basın Ahlâkı, İstanbul 1976.
Laborit (H.), La Nouvelle Grille. Paris 1982.
Kayaalp, (İ.), İletişim ve Dil, Ankara 1998.
Koç, (T.), Din Dili, Kayseri, trz.
Mill, John Stuart, Hürriyet, çev. H.C.Yalçın, İstanbul 1927.
Musulin, Janka, Hürriyet Bildirgeleri, çev. Zeki, Necmi, İstanbul 1983
Pascal, Les Pensées, Paris 1928.
Watzlawick (P.), Une Logique de Communication. Paris 1972.
Zıllıoğlu, (M.), İletişim Nedir? Eskişehir 1993.
Download