NATO`nun Gizli Orduları, Daniele Ganser http://www.youtube.com

advertisement
NATO'nun Gizli Orduları, Daniele Ganser
http://www.youtube.com/watch?v=R-ybQITAtww
Bu yazıyı ne amaçla ve hangi kaynaktan yayınladığım altta belirteceğim gerekçede açıklanmıştır.
TÜRKİYE'DE GİZLİ SAVAŞ
Türkiye"deki gizli ordu, Batı Avrupa"daki diğer tüm gölge ordulardan daha zorba bir tarihe sahip.
Etnik Türk milliyetçi hareketiyle sıkı sıkıya bağlantılı olan bu şiddetin kökleri yirminci yüzyılın başlarına
dayanmakta.
1923"te Osmanlı İmparatorluğu"nun yerine, çok daha küçük bir ülke olan yeni Türkiye Cumhuriyeti
kuruldu ve saltanata son verildi. Ancak farklı toplulukların yoğunlaştığı bölgelerde, çatışmalar patlak
vermeye devam etti. Yeni başkent Ankara"daki yönetici zümreyi ve nüfusun yüzde 80"ini temsil eden
Türk etnik grubu, homojen bir ulus yaratmakta kararlıydı; yasama, yürütme ve yargı organları da bu
doğrultuda organize edildi ve çalıştırıldı.
Yeni Türk devletinin güç savaşıyla başlayan doğumu, Türk Komünist Partisi"ni de vahşice hedef aldı.
1921 "de yeni kurulan Komünist Parti"nin tüm liderleri Karadeniz"de öldürüldü ve parti yüzyıl
boyunca yasal olarak yasaklandı.
Milliyetçi Türkler, Birinci Dünya Savaşı"ndan sonra, Osmanlı İmparatorluğu"nun çöküşü nedeniyle pek
çok Türk"ün yeni Türk devletinin sınırları dışında "tutsak Türkler" olarak yaşamak zorunda kalması
gerçeğini sorgulamaya devam ettiler. İdeolojilerini, on dokuzuncu yüzyılda, Çin"in batısından
İspanya"nın belirli bölümlerine kadar uzanan tüm Türkleri tek bir çatı altında birleştirme hayali kuran
Pantürkizm hareketine dayandırmaktaydılar. Osmanlı İmparatorluğu"nun yıkılmasının ardından bu
"tutsak Türkler"in" çoğunluğu yeni Komünist Sovyetler Birliği"nde ve Kıbrıs"ta kaldı. Pantürkizm
hareketinde birleşen ve Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra tüm tutsak Türkler"i daha geniş bir Türk
devleti içinde toplamayı ümit eden Türkler için, Sovyetler Birliği ve komünizmin çökertilmesi, baskın
antikomünist ideolojinin yanı sıra, bu nedenle de bir zorunluluk haline geldi.
Her ne kadar Türkiye İkinci Dünya Savaşı süresince resmi olarak tarafsız kalmış ve ancak 1945"te,
kazananların tarafında olmak adına Almanya"ya savaş ilan etmiş olsa da; Pantürkizm hareketi içinde
Hitler ve Mussolini"yi destekleyen çok sayıda milliyetçi vardı. Almanya"daki faşist hareketin ırkçı
teorilerinin etkisi altında kalan Pantürkizm, Türk insanlarının ortak ırksal bağlarını giderek daha fazla
vurgulamaya ve ırksal üstünlük doktrini vaazları vermeye başladı! Almanya"nın 1941 "de Sovyetlere
saldırması, Pantürkizm hareketi tarafından açıkça selamlanıp göklere çıkarıldı. Ve 1942"de
Stalingrad"ın düşeceği beklentisiyle, Pantürkizm örgütleri, Sovyetler Birliği"nin çöküşünü avantajlı bir
durumda karşılamak amacıyla Kafkas sınırına birlikler yerleştirdi.2*
Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı"nı çökmek bir yana zaferle noktalayınca, büyük bir hayal kırıklığı
yaşandı. Ancak yarım yüz yıl sonra, 1991 "de, Sovyetler Birliği çöktüğünde, Pantürkizm örgütleri
Türkiye"nin doğu komşusu Azerbaycan"da Pantürkizm düşüncesini destekleyen bir rejim kurulmasını
sağladı.3*
İkinci Dünya Savaşı"nın sona ermesinin ardından, Birleşik Devletler"in Türkiye"yle ilgili öncelikli
düşüncesi, ülkeyi Batılı antikomünist savunma sistemine entegre etmek oldu. Coğrafi konumu
nedeniyle, Türkiye çok değerli stratejik bir bölgeydi.
---Hem Soğuk Savaş süresince hem de sonrasında ABD ve NATO"nun Ortadoğu ve Kafkasya"daki
petrol ülkelerine yönelik operasyonları için, özellikle de 1991" deki İkinci Körfez Savaşı sırasında
önemli bir balkon görevi gördü.
--Daha da ötesi ülke, Soğuk Savaş boyunca NATO"nun en doğu karakolu durumundaydı.
Kuzeydeki Norveç dâhil hiç kimse, Moskova"ya daha yakın değildi; dolayısıyla Türkiye yüksek teknoloji
ürünü tertibatla donatıldı ve dinleme noktası olarak kullanıldı.
Türkiye, NATO"yla Varşova Paktı ülkeleri arasındaki toplam sınırın üçte birine korumalık ettiği için;
Türk elitleri Birleşik Devletler askeri sanayisi için mükemmel bir müşteri haline geldi ve aynı zamanda
milyarlarca dolarlık ABD yardımı aldı. Soğuk Savaş süresince Birleşik Devletler tarafından
silahlandırılan Türkiye, Avrupa"daki en büyük, NATO"daki ABD"den sonraki ikinci büyük silahlı
kuvvetleri kurdu. Birleşik Devletler 1961 "de gözü kara bir kumar oynayarak, Türkiye"ye Sovyetler
Birliği"ni hedef alan nükleer füzeler bile yerleştirdi. Sovyet lideri Nikita Kruşçev, bir yıl sonra gözü kara
stratejiyi kopyalayıp Küba"ya Birleşik Devletler"i hedef alan füzeler yerleştirince, Küba Füze Krizi
patlak verdi ve Dünya nükleer savaşın eşiğine geldi. Başkan Kennedy, Kruşçev"in nükleer füzeleri
Küba"dan çekmesi karşılığında, Jüpiter füzelerini Türkiye"den çekme sözü vererek krizi barışçıl
yollardan çözdü.4*
Birleşik Devletler, Türkiye"nin NATO"daki varlığını sağlama bağlamak için, baskın Pantürkizm
hareketini kullandı.
Pantürkizm hareketinin de çıkarlarına uyan bu süreçte, aşırı sağcı Kurmay Albay Alpaslan Türkeş
merkezi bir rol oynadi.
Türkeş, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman Naziler"in Türkiye"deki bağlantı kişisiydi.
Ülke çapında ismini ilk kez 1944"te, antikomünist bir gösteriye katılma suçlamasıyla yanındaki 30
kişiyle birlikte tutuklandığında duyurdu. Genel de ırk üstünlüğü teorisine, özelde de Türkler"in
üstünlüğüne inanan Albay Türkeş, kariyeri süresince beyanatlarının çoğunda Hitler"in Mein Kamp!
(Kavgam) kitabından alıntılar yaptı. Savaşın ardından 1948" de CIA ile bağlantıya geçti ve söylenenlere
göre bu süre boyunca, CIA emirleri doğrultusun "Türkiye"de gizli bir gölge ordu kurma çalışmalarına
katıldı. Birleşik Devletler"le işbirliği güçlendikçe, karizmatik lider Albay Türkeş ülkesiyle Birleşik
Devletler arasında mekik dokumaya başladı ve hem Pentagon"la hem de CIA"yla samimi bağlantılar
kurdu.
1955"ten 1958"e kadar NATO"yla ilgili Türk askeri görevi nedeniyle Washington"da görev yaptı.5*
Türkiye 4 Nisan 1952"de NATO"ya katıldığında, Alb. Türkeş"in de katkılarıyla ülkede çoktan bir gizli
ordu kurulmuştu. Karargâhın adı Seferberlik Tetkik Kurulu"ydu (STK" ve Amerikan Askeri Yardım
Heyeti"nin (JUSMATT) Ankara Bahçelievler"deki binasında faaliyet gösteriyordu. Seferberlik Tetkik
Kurulu 1965"te yeniden yapılandırıldı ve adı Özel Harekat Dairesi (ÖHD) olarak değiştirildi.
1990 Gladyo açıklamaları sırasında Türk gizli askerlerin komuta merkezi bu adla anılıyordu. Özel Harp
Dairesi, teşhir edilen bu ismi bir kez daha değiştirmek zorunda kaldı ve Özel Kuvvetler Komutanlığı
(ÖKK) adıyla faaliyet yürütmeye başladı.6*
Paris"te bulunan Intelligence Newsletter 1990"da "Türkiye"de "Gladyo"nun Kökenleri" başlığıyla "Batı
Avrupa "stay behind" ya da "Gladyo" şebekelerini meydana getiren, çok gizli statüsünden henüz
çıkarılmış orijinal strateji belgelerinden birini" ele geçirdiklerini bildiriyordu: "ABD Ordusu
Genelkurmay Başkanlığı, Çok Gizli, 28 Mart 1949, Kapsamlı Stratejik Görüşler."
JSPC 891/6 sayılı ekli belgenin "B" Bendi"nde Türkiye"ye özel bir atıfta bulunularak, pantürkizm
hareketinin stratejik olarak Birleşik Devletler tarafından nasıl kullanılabileceğine dikkat çekiliyordu.
Pentagon belgesinde Türkiye "gerilla birimleri ve Gizli Ordu Rezervleri"nin kurulmasına fazlasıyla
uygun bir ülke" olarak tanımlanıyordu. "Türkler politik anlamda güçlü bir milliyetçi ve antikomünist
anlayışa sahipler. Ve Kızıl Ordu "nun Türkler içinde varlık göstermesi milliyetçi duyguların
kabarmasına neden olacaktır." Intelligence Newsletter ardından Türk gizli ordusu kontrgerillanın Özel
Harp Dairesi tarafından idare edildiğini ve beş daldan oluştuğunu belirtiyordu: "Sorgulama ve
psikolojik savaş tekniklerini de kapsayan Eğitim Kurulu, 1984"ten bu yana Kürtler" e karşı yürütülen
operasyonlarda uzmanlaşan Özel Birim, Kıbrıs"taki operasyonları yürüten Özel Seksiyon, Üçüncü Büro
olarak da anılan Koordinasyon Kurulu ve İdari Bölüm."7*
CIA tarafından finanse edilen Özel Harp Dairesi "nin Soğuk Savaş süresince bir kaç kez ismi
değiştirilmiş olsa da; liderlerinin direktifleri doğrultusunda sayısız operasyon düzenlemekten ve gizli
düzensiz harp yürütmekten ibaret görev ve stratejileri değişmedi. Klasik tarz gerginlik yaratma
operasyonlarından biri, Türk gizli askerlerinin, 6 Eylül 1955"te Atatürk"ün Selanik"teki evine bomba
atmasıydı. Türk gölge ajanlar kanıt bırakmaksızın gerçekleştirdikleri eylemin ardından suçu Yunan
polisinin üzerine attılar. Yanlış yönlendirme operasyonu işe yaradı; Türk hükümeti ve basını,
saldırıdan Yunanlılar"ı sorumlu tuttu.
******************
Dip notlar:
"Doğan Bayazıt ve Kemal Yılmaz 3 Aralık 1990"da yapılan basın toplantısında Özel Harp Dairesi"nin
beş birimini
a) Karargâh, b) Öğretim-Eğitim Grubu, c) Özel Kuvvetler, d) Özel Hava Grubu, e) Bölge Başkanlıkları
olarak tanımlamaktadır. Özel TİM, Özel Kuvvetler"in alt birimi olarak gösterilmekte, Bölge
Başkanlıklan "nın alt birimleri ise savaşta teşkil edilecek unsurlar, gerilla, yeraltı, kurtarma kaçırma
olarak tanımlanmaktaydı (ç.n.).
***********
Özel Harp Dairesi ve kontrgerillasının resmi görevi şöyle ifade ediliyordu:
"Komünist işgal ya da ayaklanma durumunda, işgale son vermek için gerilla yöntemlerini ve mümkün
olan tüm yeraltı faaliyetlerini kullanmak."9*
Ancak gölge görevler, yurtiçi kontrol ve yanıltma operasyonlarıyla o kadar içe geçti ki; kontrgerillaları
teröristlerden ayırt etmek giderek zorlaşmaya başladı. CIA ve Adnan Menderes hükümeti arasında
1959"da imzalanan askeri bir anlaşmada gizli ordun yurtiçi görevi ifade edilirken, gizli askerlerin
"rejime karşı iç ayaklanma durumunda da" harekete geçirileceği belirtiliyordu.
CIA ordusu gerçekten askeri bir darbeyi engellemek için mi oluşturulmuştu?
Böyleyse bile, başarıdan hayli uzak bir yapılanma olduğu kesin. Çünkü Türkiye, 27 Mayıs 1960"da
askeri bir darbe yaşadı; CIA liyezon askeri Kurmay Albay Türkeş"in de aralarında bulunduğu 38 asker
hükümeti alaşağı edip Başbakan Adnan Menderes"i tutukladı. Gizli savaş uzmanı Selahattin Çelik,
Türk ordusunun Özel Harp Dairesi" "gizli duvarları arkasından seçilmiş hükümetlere defalarca
müdahale ettiğini belirterek, ÖHD"nin Türk demokrasisini korumak için oluşturulmuş bir birim
olmaktan çok, Türk demokrasisinin karşı karşıya bulunduğu en büyük tehdit olduğunu söylemektedir.
Türk ordusu generalleri, çok gizli Özel Harp Dairesi komutanlığına getirilmeden önce, kural olarak
resmen "emekli" ilan ediliyordu; böylelikle gizli komutanlık görevini görünmezlik zırhı altında
sürdürebiliyorlardı.11
Çelik, "Özel Harp Dairesi"nin en önemli faaliyetleri, üç askeri darbeydi" yorumunda bulunuyor.12*
Birleşik Devletler"in, 1960 darbesindeki rolünün tam olarak ne olduğu net olmamakla birlikte, bugüne
kadar elde edilen kanıtlar Beyaz Saray"ın darbeyi hoşgörüyle karşıladığını çünkü Türkiye"nin NATO
üyeliğinin tehlikeye atılmayacağı konusunda kendisine daha önce garanti verildiği gösteriyor. Fikret
Aslan ve Kemal Bozay Pantürkizm hareketi analizlerinde "Birleşik Devletler askeri darbeden haberdar
olduğu ve özel ikili anlaşmalar gereği, yasal olarak müdahale hakkı bulunduğu halde, hiçbir şey
yapmadı" notunu düşüyorlar. "Darbecilerin çoğunun, Birleşik Devletler"e ve NATO"ya karşı olmadığını
biliyorlardı."13*
Darbeden sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Cemal Gürsel yönetimindeki Türk
darbeciler sözlerini tuttular; darbe sabahı, Kurmay Albay Alpaslan Türkeş"in Türk Silahlı Kuvvetleri
adına Ankara Radyosu"ndan yaptığı açıklama şu sözlerle bitiyordu:
"Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO"ya inanıyoruz ve bağlıyız CENTO"ya
inanıyoruz ve bağlıyız.14*
Aslın da Türkiye"de bir askeri darbe hazırlığı yürütüldüğüne dair ipuçları, yıllar önce yaşanan bir olayla
da açığa çıkmıştı.1957 yılında Türkiye "nin gündemine damgasını vuran ve "Dokuz Subay Olayı" diye
adlandırılan bir skandal yaşandı.
Samet Kuşçu adlı bir subay, Aralık 1957"de Başbakan Adnan Menderes" e giderek, ordudan bir
grubun darbe hazırlıkları yürüttüğü ihbarında bulundu ve bu gruptan dokuz subayın ismini verdi.
Kuşçu "nun, başlangıçta bu gruba dâhil olmak istediği, ancak sonradan vazgeçtiği belirtiliyordu. Askeri
mahkemede, ordu içinde gizli bir ihtilal hazırlamak suçlamasıyla yargılanan subaylar, altı ay sonra
beraat ettiler. Samet Kuşçu, yanlış ihbarı nedeniyle iki yıl hapis cezası aldı.15*
Darbeden sonra CIA"nin Türkiye"deki bağlantısı Kurmay Albay Türkeş, Cemal Gürsel"in sağ kolu ve
kişisel sekreteri oldu.
Demokratik yapıların yok edildiği süreci Türkeş yönetti.
Tutuklanan Başbakan Adnan Menderes, dört siyasi liderle de idam edilirken, toplam 449 politikacı ve
hâkim tutuklanarak ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ardından darbeyi gerçekleştiren 38 subay
arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Albay Türkeş, yanındaki bir düzine subayla birlikte, Pantürkizm
vizyonuna sadık kalarak otoriter bir devlet yapısı kurulmasını isterken darbeci askerlerin çoğunluğu
ülkede hukukun ve düzenin yeniden sağlanması için yeni bir anayasa hazırlanmasından ve seçimlere
gidilmesinden tavır aldılar.
**********
Not:
Yazarın yer verdiği Türkçe demeç veya açıklamalarda, mümkün olduğunca orijinal metinlere yer
verilmiştir (ç.n.).
***********
Kurmay Albay Türkeş, Hindistan Yeni Delhi"de ki Türk büyükelçiliğine askeri ateşe olarak gönderilerek
siyasi arenadan soyutlandı. Darbeci yönetiminde kalan diğer subaylar yeni bir anayasa oluşturdular ve
anayasa Temmuz 1961" de yapılan referandumla kabul edildi.
Yaşamı boyunca kendisine ilham veren Pantürkizm vizonundan asla sapmayan Türkeş, 1963 Mayıs
ayında Hindistan"dan döndükten sonra, subay arkadaşı Talat Aydemir"le birlikte bir kez daha
hükümeti devirme girişiminde bulundu. Darbe girişimi başarısız oldu ve ikili tutuklandı.
Aydemir ölme mahkûm edilirken Türkeş "kanıt yetersizliği nedeniyle serbest bırakıldı.
16* Türkeş, başarısız darbe girişiminden hemen sonra politikaya geri dönerek, önce sağcı
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi"nin (CKMP) başına geçti, ardından, 1965"te aşın sağcı Milliyetçi
Hareket Partisi"ni (MHP) kurdu. MHP"nin kuruluşu Türkeş"in sonraki on yıllarda sahip olduğu güce de
taban oluşturdu. Demokratik prosedürlere ve şiddet dışı çözümlere tamah etmeyen Türkeş, MHP"nin
"Gençlik Örgütü" kisvesi altında, silahlı sağcı kuvvet Bozkurtlar"ı oluşturdu. Bozkurtlar isimlerini ve
amblemlerini (Bozkurt başı), Pantürkizm hareketine uygun olarak, Asya"dan Anadolu"ya göç sırasında
Türkler"e yol gösterdiği inanılan bozkurt efsanesinden alıyorlardı. Nüfusun yüzde 80"inin Türk etnik
gruptan oluştuğu Türkiye"de, Kurmay Albay Türkeş, milliyetçi ve sağcı ideolojisiyle milyonlarca kişinin
yüreklerinde ve akıllarında yer etmeyi başardı. Bozkurtlar"ı onaylamayanlar ise onlardan
korkuyorlardı.
Bozkurtlar bir gençlik örgütü olmaktan çok, Pantürkizm ülküsü uğruna şiddete başvurmaya hazır
silahlı ve eğitimli adamlardan oluşan, pek de acıması olmayan bir şebekeydi. Örgütün resmi dergisi
Bozkurt"ta yer alan "Bozkurt Amentüsü"nde şöyle deniyordu."Biz kimiz? Bozkurtçularız! İdeolojimiz
nedir? Bozkurt Türkçülüğü! Bozkurtçular neye inanır? Türk ırkının ve Türk milletinin, her ırktan ve her
milletten üstün olduğuna.
Bu üstünlüğün kaynağı nedir? Türk kanıdır! Türk doğuştan mı üstündür? Türk doğuştan üstün ve
kabiliyetlidir. Türk, zekâsını, yiğitliğini, askeri dehasını ve her hususta büyük kabiliyet ve istidadını
kanından alır. Bu üstünlük kaybolabilir mi? Kötü idare ve kötü muhitin tesiriyle az alırsa da bu
muvakkattir. Türk, kendi gelişmesini temin edecek iyi bir idare ve iyi bir muhit yaratır yaratmaz, bu
üstünlüğü yeniden parlar. Bu üstünlük ne vakit büsbütün kaybolur? Eğer Türk"ün kanı, yabancı
kanlarla bulanırsa Bu takdirde melez ve karışık kanlı olarak doğacak nesiller, Türk"ün maddi-manevi
hususiyetlerini taşımazlar ve öz bir Türk gibi üstün soydan olmazlar... " Kökenini Osmanlı
İmparatorluğu"nun çöküşüne ve Türklerin çeşitli ülkelere dağılmasına kadar dayandıran yazıda
Pantürkist mücadeleye de vurgu yapılıyordu:
"Bozkurtçular Türkçü müdür? Evet! Bozkurt Trükleri"nin mukaddes hedefi Türk devletinin 65
milyonluk bir nüfus haline geldiğini görmektir! Bunun için hangi haklı nedeniniz var? Bozkurtçular bu
meseleyle ilgili ilkelerini uzun zaman önce açıklamıştır:
"Hakkın olan verilmiyorsa, kendin alacaksın!"
Bozkurtlar hedeflerine ulaşmak için özellikle şiddet kullanmaya yönlendiriliyordu: "Savaş mı? Evet,
gerekirse savaş.
Savaş büyük ve kutsal bir tabiat ilkesidir. Bizler savaşçıların oğullarıyız. Bozkurtçu savaş, militarizm ve
kahramanlığın, en yüce itibara ve methiyelere layık olduğuna inanır."17*
CIA"nın Türkiye"deki gizli orduyu oluştururken kullandığı ve desteklediği hareket, işte bu milliyetçi
faşist hareketti.
Batı Avrupa"da NATO gizli ordularının keşfedilmesinin ardından Türkiye"de, CIA irtibat subayı
Türkeş"in kontrgerilla altında faaliyet gösteren gizli gölge orduyu ağırlıkla Bozkurtlardan oluşturduğu
açığa çıkartıldı. Ancak gerek Bozkurtların sahip olduğu geniş halk desteği gerekse de 1990"lı yıllarda
bile zorbalıklarını devam ettirmiş olmaları nedeniyle, Türkiye"den çok az kişi meseleyi açıkça dile
getirme cesareti gösterebildi. Bu cesareti gösterenlerden biri subay Talat Turhan"dı. Talat Turhan
1960 darbesinde yer alan isimlerden biriydi. Dört yıl sonra ordudan Topçu Kurmay Yarbay rütbesiyle
emekli edildi.
Türk emniyet sisteminin en karanlık yıları hakkında konuşmayı sürdürdüğü için, 1971 darbesinden
sonra ordu Turhan"ı ortadan kaldırmaya çalıştı ve kontrgerillanın işkencesine maruz kaldı. Daha o
zamanlar Turhan şu açıklamada bulunmuştu:
"Bu, NATO ülkelerinin gizli birimidir." Ancak 1970"lerin Soğuk Savaş konseptinde kimse Turhan" ı
dinlemeye yeltenmedi.18*
Kontrgerilla işkencesinden sağ kurtulan Turhan, yaşamını kontrgerilla gizli ordusunu ve Türkiye"deki
örtülü faaliyeti araştırmaya adadı. Ve konuyla ilgili üç kitap yayımladı.19* "1990"da İtalya"da NATO
tarafından organize edilmiş CIA tarafından desteklenen Gladyo adlı bir yeraltı örgütü bulunduğu ve bu
örgütün ülkede düzenlenen terör eylemlerle bağlantılı olduğu ortaya çıktığında, çok sayıda Türk ve
bancı gazeteci bana ulaşarak açıklamalarımı haber yaptı. Çünkü bu alanda 17 yıldır araştırma
yaptığımı biliyorlardı. Turhan, Türkiye"deki faili meçhul cinayetler göz önüne alındığında
kontrgerillanın faaliyetlerinin ve CIA, Türk istihbarat servisi ve Savunma Bakanlığı"yla bağlantılarının
ivedilikle araştırılıp tüm detaylarıyla su yüzüne çıkarılması gerektiğini ısrarla vurguluyordu.
Ancak üç askeri darbe yaşayan ülkede silahlı ordu, paramiliter güçler ve istihbarat servisinin Türk
toplumunda eşi benzeri görülmemiş bir güce sahip oldğu herkesçe bilinen bir gerçekti; dolayısıyla
kontrgerillayla i1gli hiçbir soruşturma yürütülmedi. Turhan "Türkiye"de Gladyo biçimindeki özel
kuvvetler, halk tarafından kontrgerilla adıyla la bilinir" diye açıklıyor ve "tüm çabalarıma ve siyasi
partilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve medyanın girişimlerine karşın, kontrgerilla hala soruşturma
altına alınmadı" diyerek Avrupa Birliği"ni konuyla ilgili soruşturma yürütmeye davet ediyordu.21*
Turhan, Bozkurtların kontrgerilla yapısına dâhil olduğuna, İstanbul"un Erenköy semtinde bulunan
Ziverbey Köşkü"ndeki işkence odalarında, ilk elden tanık oldu.
Köşk,1950"lerde eski Sovyet ülkelerinden, özellikle de Bulgaristan ve Yugoslavya"dan insanları
"sorguya çekmek" için kullanılmaktaydı ve kontrgerilla, işkence teknikleri üzerine ilk eğitimini bu
köşkte almıştı. Köşkün karanlık odalarında, izleyen yıllarda da, kontrgerilla tarafından öldürülen ya da
sakat bırakılan yüzlerce insanın çığlıkları yankılandı. Turhan yaşadıklarının bir bölümünü, "İstanbul
Erenköy"deki işkence köşkünde, MİT sorgu timi şefi emekli subay Eyüp Özalkuş "un işkence timi
gözlerime gözbağı taktıktan sonra ellerimi ve kollarımı bağladılar. Sonra bana "artık Ordu üst yönetimi
emrinde, anayasa ve yasalardan bağımsız faaliyet gösteren bir kontrgerilla biriminin ellerinde"
olduğumu söylediler.
Bana beni bir savaş esiri gibi gördüklerini ve ölüme mahkûm edildiğimi" söylediler. ""22* sözleriyle
aktarıyordu. Turhan, içinde bulunduğu durumu, öncelikle yaşadığı travmatik deneyimi tanımlayarak
kavramıştı. "Bu köşkte ellerim ve ayaklarım bağlı, bir yatağa zincirlenmiş vaziyette bir ay geçirdim ve
bir anın tasavvur etmesi güç işkencelerden geçtim" diyordu. Turhan "Kontrgerilla ismiyle ilk kez bu
koşullar altında tanıştım" diye açıklıyor ve ardından Bozkurtların kontrgerillaya doğrudan bağlı
olduğunu belirtiyordu ve: "Kendilerine kontrgerilla diyen işkencecilerin çoğunluğu, Türk istihbarat
servisi MİT"ten ve Bozkurtlardan çıkma adamlardı.
Bu gerçekler meclisin gündeminde olduğu halde, bugüne kadar su yüzüne çıkarılmadı [1977]"23*
diyerek devam ediyordu.
Türk istihbarat servisi MİT"in (Milli İstihbarat Teşkilatı)pek çok üyesi, Pantürkizm hareketi ve Türklerin
ırksal üstünlüğünden aldıkları ilhamla kontrgerilla içinde faaliyet göstermekteydi ve Bozkurt
dostlarından zorlukla ayırt edilebilir durumdaydı. Türkiye" deki gölge yapı araştırmasında, MİT ve
kontrgerilla birimlerinin CIA sponsorluğunda kapalı bir kutu olan Özel Harp Dairesi komutasında
faaliyet gösterdikleri, başka bir anlatımla kurumsal anlamda iç içe geçmiş iki yapı oldukları ortaya
çıktı. Özel Harp Dairesi"nin eğitim ve komutasını üstlendiği, uygulaması ise MİT ve kontrgerillaya
düşen özel harp metotlarının "açık ve sinsi faaliyetler" tanımı altında adam öldürme, bombalama,
silahlı soygunculuk, şike, kötürüm hale getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik,
misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma,
zorbalık ve şantaj" faaliyetlerini kapsıyordu.24*
MiT 1965"te Milli Amele Hizmeti (MAH) gizli servisi yerine kuruldu.
Her iki teşkilat da ağırlıkla ordu mensuplarından oluşuyordu ve CIA"ya aşırı derecede bağımlıydı.
Soğuk Savaş sırasında MiT personelinin üçte biri silahlı kuvvetler mensuplarından, geri kalanı emekli
subaylardan oluşuyordu. Genelkurmay Başkanlığı ya da Özel Harp Dairesi tarafından Seçilen MiT
başkanı yasalar uyarınca silahlı kuvvetler mensubu olmak zorundaydı. CIA"mn gerek MİT ve diğer
Türk istihbarat servisleri üzerinde kurduğu egemenlik gerekse de gizli yoldan siyasete müdahale etme
yeteneği Soğuk Savaş süresince Türk sivil görevliler tarafından eleştiri konusu edildi.
Pentagon Sahra Talimnameleri"nde (Field Manuals, kısaca FM) -özellikle çok gizli FM 30-31
talimnamesinde- açıkça ABD gizli servisi ve Türk gizli servisi arasındaki yoğun işbirliği, ülke üzerindeki
Amerikan nüfuzunun öncelikli bileşeni olarak gösteriliyordu. ABD gizli servis ajanları ve Özel
Kuvvetleri için yazılan Sahra Talimnamesi"nde "İç savunma stratejileri bağlamında ABD askeri gizli
servisi tarafından geliştirilen iç istikrar operasyonlarının başarısı, büyük oranda ABD personeliyle ev
sahibi ülke personeli arasındaki anlayış düzeyine bağlıdır" deniliyordu. Talimnamede CIA"yave
ABD"nin diğer gizli servislerine ev sahibi ülkedeki kirli işleri dikkat çekmeden yürütmeleri için lokal
gizli servisi nasıl kullanacakları anlatılıyordu:
"ABD personeliyle ev sahibi ülke personeli arasındaki karşılıklı anlayış ne kadar yüksek olursa, ABD
askeri gizli servisinin, problemlerinin çözümü için gerekli faaliyetlerde ev sahibi ülke gizli servisinin
ajanlarını ikna etme ve harekete geçirme kabiliyeti de o kadar sağlam temellere oturtulmuş olur. Ev
sahibi ülke gizli servisinde uzun süredir görev yapan ajanlar gibi kıdemli istihbarat mensuplarına
yönelik angajman faaliyeti bu nedenle son derece önemlidir. "25*
FM 30-31 direktifleri uyarınca Türk ve Amerikan askeri ile gizli servis kuvvetleri arasında kuvvetli
ilişkiler geliştirildi ve Askeri Destek Programı ve Uluslararası Askeri Eğitim ve Terbiye Programı
kapsamında 1950 ile 1979 yılları arasında tam 19 bin 193 Türk"e ABD tarafından eğitim verildi.26*
FM 30-31 "de "Söz konusu servislerde uzun süredir görev yapan ajanlara yönelik angajman
faaliyetinde özellikle üzerinde durulması gereken bir grup" olduğu ifade edilerek bu grup "ABD askeri
eğitim programlarına aşina olan, özellikle de doğrudan Birleşik Devletler"de eğitim almış olan
askerler" kategorisi altında tanımlanıyordu.27*
CIA, Türk gizli servis yapısına öylesine nüfuz etmişti ki MİT"in önde gelen mensupları dahi Beyaz
Saray"a bağlı olduklarını kabul ediyorlardı.
MİT Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, 1977"de CIA hesabına casusluk yaptığı gerekçesiyle
tutuklandıktan sonra yaptiğı açıklamada, böyle bir suçlamanın gülünç ve Türk güvenlik sisteminin en
temel gerçeklerinden bihaber kimseler tarafından yapılabileceğini söylüyordu.
Savaşman, "CIA"dan MİT"le birlikte çalışan en az 20 kişilik bir grup vardı ve bunlar MİT içindeki en
yüksek organı oluşturuyorlardı" diye açıklıyordu. "Hem istihbarat alış verişini, hem de Türkiye içi ve
dışındaki ortak harekâtlara dönük işbirliğini sürdürmekle görevliydiler." Savaşman işbirliğinin kendi
görev süresi esnasında başlamadığını ısrarla vurguluyordu: "Bizim istihbarat servisimizle CIA"nın
işbirliğinin geçmişi 1950"lere dayanıyor... Teşkilatın kullandığı bütün mekanik malzemeler CIA
tarafından temin edilmiştir. Birçok personel Amerikalılar tarafından yurtdışındaki kurslarda
eğitilmiştir. Teşkilat binası CIA tarafından kurulmuştur." Savaşmanın ifadelerinden CIA"nın Türkler"e
işkence aletleri de verdiği ortaya çıkıyordu: "Sorgu odalarındaki tüm aletler, en basitinden en
kompleks yapıdakilere kadar CIA" dan temin edilmişti. Bu çalışma içinde ben de vardım, oradan
biliyorum." MİT personelinin "yıllardan beri CIA gibi çalışmakta ve "Amerikan Servisi hesabına görev
almakta" olduğunu belirten Savaşman, özellikle vurguluyordu: "[Personel] yurt içi ve yurtdışındaki
operasyonlarda ücret kabul etmektedir."28*
"Gizli servisin Türk toplumunun tüm yapısına derinden nüfuz ettiğine" dikkat çeken gizli savaş uzmanı
Çelik, "gizli servisler ağı Türkiye" deki en etkili güçtür... Çalıştırdıkları insan sayısı hiçbir zaman halka
açıklanmamıştır. Ancak... Bir kaç yüz bin gibi bir rakama ulaşıldığı tahmin edilmektedir... "diye
açıklıyor. Türk emniyet yapısının tabi olduğu bu güçlü ABD nüfuzu nedeniyle CIA ve MİT harekâtlarına
ilişkin nadir araştırmalar yapıldı. İstanbul"daki CIA istasyon şeflerinin belki de en güçlüsü olan 1932
doğumlu Duane Clarridge, 1997 yılında yayımlanan A Spy for All Seasons (Tüm Zamanların Casusu)
adlı otobiyografisinde MİT ajanı Hiram Abbas"a hizmetleri nedeniyle özel bir yer biçiyordu. Clarridge,
Abbas"ı "onunla iyi arkadaş olmuştuk, örgütlerimizden emekli olduktan sonra neredeyse kardeş
gibiydik" sözleriyle anıyor ve devam ediyordu: "Hiram eşsiz biriydi Kendi döneminde, Türkiye"nin en
iyi istihbarat memuruydu. Bu görüşü onu tanıyan bütün yabancı istihbaratçılar paylaşırdı. Sonunda,
Türk istihbarat servisinin başkan yardımcısı oldu; bu göreve getirilen ilk sivildi."
Birleşik Devletler"de örtülü faaliyet operasyonları üzerine eğitim alan Abbas, bir MİT ajanı olarak
adını ilk kez Beyrut"ta, İsrail gizli servisi Mossad"la yürüttüğü ortaklaşa operasyonlarla duyurdu.
Abbas 1968 ile 1971 yılları arasında Filistin halkına yapılan sayısız kanlı saldırı içinde yer
aldı. Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, duruşmada Abbas"ı "Lübnan"da CIA"yla beraber
operasyonlara katılan, Onllardan yüklü ücret ve ikramiyeler temin eden, Filistin kamplarındaki solcu
gençleri hedef alan faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükafatlandırılan"30*
bir kişi olarak tanımlıyordu. Abbas Türkiye"ye döndükten sonra CIA"yla yakın ilişkileri sayesinde MİT
hiyerarşisi içinde hızla yükseldi ve hassas terör operasyonları yürütmeyi sürdürdü. Akıl hocası CIA
istasyon şefi Clarridge İtalya"daki CIA istasyon şefliğine atandıktan sonra bile yükselişi devam etti.
Clarridge 1981" de Başkan Reagan ve CIA şefi Bill Casey emri altında çalışmaya başladığı sırada dahi
Abbas"la irtibat halindeydi. O sıralarda CIA genel merkezi Latin Amerika masasında görev li olan
Claridge ABD"nin Nikaragua"daki Kontralar"a sunduğu destekle ilgileniyordu.
İran Kontra skandalı sırasında Clarridge, Amerikan Kongresi önünde yaptığı açıklamada bu faaliyetle
ilgili yalan ifadeler vermişti.
Türk CIA ajanı Abbas"ın kilit rol oynadığı Türkiye"deki gizli operasyonlardan biri, 30 Mart 1972"deki
Kızıldere olayıydı. Abbas harekâtı, daha sonra MİT karşı istihbarat dairesi başkanlığına getirilecek olan
MİT ajanı Mehmet Eymür"le birlikte yönetti. Eymür olayı şöyle aktarıyor: "28 Mart saat 10.00
civarında Ünye"ye ulaştık. Öğleden sonra MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin, Ankara Bölge
Daire Başkanı ve Ankara Bölge"den 6-7 kişilik bir ekip ile birlikte Ünye"ye geldi. Müsteşar gerekli
temaslarda bulunarak sorgulamanın MİT mensuplarınca yapılmasını, Jandarmanın ise alınan
sonuçlarla koordineli olarak yakalama ve baskın işlerini yürütmesini emretti."
Eymür emri verilen sorgulama işlemleri sırasında gözaltına alınanların "bir an önce netice almak için
biraz fazla hırpalanmış" olduklarını belirterek, aranan solcu militanların kesin yerlerini öğrenmek için
işkenceye başvurulduğunu yumuşak bir dille aktarıyordu.
Sorgulama sonucu yerleri tespit edilen militanlar arasında Mahir Çayan"da bulunmaktaydı. Eymür,
"çayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar" diye
devam ediyor. "Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. "Sam amcanın adamları", "Faşist MİT"çiler"
gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı. Aramızda 150-200 metre kadar mesafe vardı. Biz de
onlara cevap veriyorduk.
- Erlere ise dokunaklı laflarla tesir etmeye çalışıyor, faşist subayların emriyle hareket etmemelerini
telkin ediyorlardı.31*
-Ardından başlatılan katliamda dokuz solcu militan öldürüldü.
Türkiye"nin bazı en büyük problemlerini çözmek için şiddetin şart olduğuna kani Mehmet Eymür,
daha sonra kitaplaştırdığı anılarında Ziverbey Köşkü"ndeki sorgulamalar sırasında uygulanan
işkencelerde ne kadar başarılı olduklarını da gururla anlatıyordu.32*
Türk militan sol hareketi öcünü sam Amca"nın adamı" Abbas"ı öldürerek aldı.
Eski CIA istasyon şefi Clarridge, Abbas"ın mezarını ziyaret etmek için bir daha Türkiye"ye geldi.33*
Türk kontrgerilla uzmanı Çelik"e göre, ABD her ne kadar Türk Kontrgerillası"nın yaratıcısı ve MİT ile
Özel Harp Dairesi"nin sponsoru olsa da, Beyaz Saray"ın Soğuk Savaş boyunca Türkiye" deki gizli askeri
kuvvetler üzerinde mutlak bir hâkimiyete sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Çelik
"Kontrgerillayı sadece ABD tarafından verilen emirlere itaat eden salt ABD ürünü bir yapı olarak
tanımlayarak, konuyu fazlasıyla basite indirgemiş oluruz""34* demektedir.
Türk gizli askerlerinin hemen hepsini ortak bir paydada birleştiren Pantürkizm ideolojisi nedeniyle,
NATO"nun Türkiye" de ki gizli gölge ordusu, Batı Avrupa ülkelerindeki diğer gölge; şebekelerle kolay
kolay karşılaştırılamayacak bir karaktere sahiptir. Çelik "Türk kontrgerillasının diğer NATO ülkelerinde
ki ordularla bir tutulamayacağına" dikkat çekiyor. "Bunları aynı tanım içinde ele alarak meselenin
gerçek boyutlarının uzağına düşeriz" diyen Çelik, her şeyden önce birimin zorbalığının ve kurumsal
anlamda devlet yapısıyla iç içe geçmişliğinin hafife alınmış olacağını, "çünkü Türkiye"de
kontrgerillanın tüm devlete nüfuz etmiş bir mekanizma olduğunu vurguluyor35*.
Aynı meseleye bir başka açıdan yaklaşan Türk Savunma Bakanı General Hasan Esat Işık, Beyaz
Saray"ın sahip olduğu nüfuza dikkat çekerek milli egemenliğe AB sponsorluğundaki kontrgerilla
aracılığıyla darbe vurulmasını sert bir dille eleştiriyordu:
"Fikir planında geçerli ve doğru. Kontrgerilla her ülkede var. .. Yalnız şu durumlar var:
1- Fikri ABD vermiş.
2- Finansmanını yapmış.
3- Bu örgüte sızmalar olmuş.
Bu sızmalar, Pentagon"dan başlar CIA"nın sızmasına kadar sürer... Yabancı bir milletin Türkiye"deki
örgütleri denetlemesi, etki etmesi ve şekillendirmesine müsaade edilmesi noktasına nasıl gelinebilir,
bunu anlamak mümkün değil."36*
Kontrgerilla ordusu Türkiye içinde ve dışında pek çok yerde eğitim aldı.
Paramiliter eğitim merkezleri arasında Ankara, Bolu, Kayseri, İzmir yakınlarındaki Buca, Çanakkale ve
1974"ten sonra Kıbns"taki okullar bulunuyordu. Bolu"daki dağ komando su okulunda, Vietnam savaşı
hazırlıkları yürüten Yeşil Berelilerle ABD Özel Kuvvetleri subayları kontrgerillayla birlikte eğitim aldılar.
Bazı seçilmiş kontrgerilla askerleri ABD "ye giderek Amerika Okulu"nda (School of Amerika -SOA)
eğitimden geçtiler. 1946"da Panama"da açılan "Özel Kuvvetler ve teröristlerin eğitim merkezi SOA
1984"te Atalanta"nın 85 mil güneyinde bulunan Georgia"daki ABD Ordusu Fort Benning"e taşındı.
Gölge askerlerin yanı sıra yaklaşık 60 bin Latin Amerikalı eri de eğitimden geçiren okul, şiddet üretim
merkezi olarak dünya çapında ün kazandı. SOA"da üç yıl eğitim veren ABD"li Binbaşı Joseph Blair
sonraları o yılları pişmanlıkla anacaktı: "Erlere insanları yakalayıp bir otobüsün arkasına atabilecekleri
ve kafalarının arkasından vurabilecekleri öğretiliyordu."37*
Avrupa"dan SOA"ya gelen gizli askerler eğitim sırasında ideolojik propaganda çalışmasına da tabi
tutuluyordu. Gizli ordu araştırmacısı Çelik, gizli askerlere "komünistlerin saldırganlık ve yıkıcı
faaliyetlerini tanıtan filmler" gösterildiğini belirtiyor. ABD"deki SOA terör eğitim merkezinin, öğretilen
metotlar açısından, Usame Bin Ladin"in Afganistan"daki El-Kaide terör eğitim merkezleriyle birebir
aynı olduğu belirtilerek, "Yeşil Bereliler komutasında Meksika sınırındaki Matamoros"ta patlayıcı
kullanımını öğreniyorlardı; onlara birini sessizce nasıl öldürecekleri, bıçaklayacakları ya da boğacakları
öğretiliyor" deniliyordu.38*
Eğitim talimnameleri arasında, Pentagon gizli servisi DIA"da görevli terörizm uzmanları tarafından
yazılan ve çeşitli dillere çevrilen ünlü Sahra Talimnamesi 30-31 ile ekleri FM 30-31 A ve FM 30-31
B"de bulunmaktaydı.39*
Yaklaşık 140 sayfalık talimnamede sabotaj, bombalama, öldürme, işkence, terör ve sahte seçim
alalarında yürütülebilecek faaliyetlerle ilgili kesin dille yazılmış tavsiyeler bulunuyordu.
FM 30-31 "de bulunan belki de en dikkat çekici tavsiyede, gizli askerlerden barış zamanlarında şiddet
eylemleri gerçek leştirip suçu komünist düşmanın üzerine atarak korku ve alarm durumu yaratmaları
isteniyordu.
Talimname gizli askerlere, alternatif bir yol da gösteriyordu; sol hareketlerin içine sızılarak şiddet
eylemlerini bizzat onların gerçekleştirmesi de sağlanabilirdi.
Talimnamede, bu tür yanlış yönlendirme operasyonlarına ihtiyaç duyulacak ortam "Ev Sahibi
Hükümetleri"nin komünist yıkıcı faaliyetler karşısında edilgenlik ya da kararsızlık gösterdiği ve
yeterince hızlı davranamadıklarında ABD gizli servisleri tarafından kanaat getirilen zamanlar da
olabilir" cümlesiyle tanımlanıyordu.
"ABD ordusu istihbaratı, gerek ev sahibi ülke hükümetini gerekse halkını, ayaklanma tehlikesinin
gerçekliği konusunda ikna edecek özel operasyonlar yürütme kabiliyetine sahip olmalıdır.
Bu hedefe ulaşmak amacıyla ABD ordusu istihbaratı, özel olarak görevlendirilmiş ajanlar vasıtasıyla
isyancı harekin bizzat içine girmeli, bu ajanların görevi isyancıların en radikal öğeleri arasından
seçilmiş özel faaliyet grupları oluşmak olmalıdır." Düşman hareketine sızan ajanlar daha sonra şiddet
eylemlerine ağırlık verecek, bu da düzenli kuvvetler ve kontrgerillanın harekete geçmesine neden
olacaktı. "İsyancıların liderliğine ajan sokma başarısı gösterilemiyorsa, yukarıda belirtilen hedeflere
ulaşmak amacıyla aşırı solcu örgütleri gerçekleştirilecek faaliyete alet etmek de faydalı olabilir.40*
FM 30.231" de Pentagon bağının hiçbir koşul altında açığa çıkmaması gerektiği özellikle ve açıkça
vurgulanıyordu:
Bu özel operasyonlar sırasında katı gizlilik kuralları uygulanması şarttı...
ABD ordusunun söz konusu müttefik ülke iç işlerine müdahalesinden sadece ve sadece devrimci
ayaklanmaya karşı faaliyet gösteren kimseler haberdar olmalıdır.
ABD askeri kuvvetlerinin müdahalesinin daha derinlere uzandığı gerçeği hiçbir koşul altında ortaya
çıkmamalıdır.41*
PM 30-31 ve eklerindeki "gereken kadarını bil" ilkesi, talimnamelerin kopyalarının "sadece dağıtım
listesinde adları belirtilen insanlarla sınırlı tutulması" katı koşulunu zorunlu kılıyordu. En iyisi yazılı
hiçbir delil bırakmamaktı "Mümkün olduğu sürece, bu ekte belirtilen detaylı bilgiler sözlü olarak
aktarılmalıdır. Bunun son derece hassas bir konu olduğu vurgulanmalıdır."42*
Ancak hiçbir sır sonsuza kadar sır olarak kalamaz...
1973"te Barış gazetesi Türk toplumunu felce uğratan esrarengiz şiddet olaylarının ve vahşetin
ortasında PM 30-31 talimnamelerini yayınlayacağını duyurdu. Ancak gizli talimnameyi ele geçiren
Barış muhabiri ortadan kayboldu ve bir daha kendisinden haber alınamadı. İki yıl soma Talat Turhan,
var olan açık tehlikeye karşın çok gizli PM 30-31 "in Türkçe çevirisini yayımladı; ardından ABD"nin bu
terör talimnamesi İspanya ve İtalya"da da yayımlandı43*
Gizli NATO ordularının tüm Avrupa"da açığa çıkartılması sonrası, araştırmacılar FM 30-31 ile gölge
ordular arasındaki doğrudan bağ üzerinde çalışmaya başladı.
Allan Francovich, BBC için hazırladığı Gladyo belgeselinde üst düzey ABD"li yetkililere PM 30-31 B "nin
bir kopyasını gösterdi. 1960"lı yıllarda CIA İstihbarat Başkan yardımcılığı görevinde bulunan Ray Cline,
"bu güvenilir bir belgedir" sözleriyle belgenin varlığını teyit ediyordu.
1973"ten 1976"ya kadar CIA şefliğini yürüten ve Gladyo Operasyonu"yla hem genel anlamda hem de
ülkesel bazda içli dışlı olan William Colby, kamera karşısında ülkesinin karanlık yüzüyle karşı karşıya
gelmekten kaçınarak "hiç duymadım" demekle yetiniyordu. CIA propaganda uzmanı Michael Ledeen
de hassas belgeyi reddedenler arasındaydı ve bu bir Sovyet oyunu olduğunu iddia ediyordu.
Öte yandan İtalyan Özgür Masonlar örgütü üyesi ve antikomünist P2 lideri Licio Gelli, Francovich" e
dürüstçe bir açıklamada bulunuyordu: "Bunu bana CIA vermişti."44*
12 Mart 1971" de Türk ordusunun sağ kanadı bir muhtıra yayınlayarak İkinci Dünya Savaşı sonrası
ülkedeki ikinci askeri darbeyi gerçekleştirdi ve ardından Türkiye"de cumhuriyet tarihinin o zamana
kadar gördüğü en zorba döneme girildi. Darbeyi izleyen on yıla, ordu ve politik sağ koruması altındaki
kontrgerilla, Bozkurtlar ve MİT"in sol siyaseti bitirme girişimiyle başlattığı aşırı şiddetli çarpışmalar
damgasını vurdu ve ülke resmen bir iç savaşın eşiğine geldi. Tahmini rakamlara göre, 1970"lerdeki
terör olaylarında, çoğunluğu sağcı komandolar tarafından düzenlenen terör saldırıları ve cinayetler
sonucu ölenlerin sayısı 5 bin civarındaydı. 1978 yılına ilişkin bir istatistiğe göre, o yıl 3 bin 319 faşist
saldırı gerçekleştirildi; bu saldırılarda 831 kişi öldürüldü, 3 bin 121 kişi Yaralandı.45*
İzlemciler, Hava Kuvvetleri"nin 1971 darbesi öncesi ve dokuz yıl somaki üçüncü darbe öncesi
Washington" a bir temsilci gönderdiğini kaydediyor. 1971 darbesi arifesinde Hava Kuvvetleri
Komutanı Muhsin Batur, 1980 darbesi arifesinde de Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya
Washington"a birer ziyaret gerçekleştirmişti.46*
Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil (1965- 1971 ve 1975-1978 yıllan arası bu görevde
bulundu), daha sonraları darbeyi şöyle tanımlayacaktı:
"12 Mart"ta CIA vardır. Büyük ölçüde vardır... 12 Mart, haşhaş vardır.
CIA, Papadopulos"da vardır. CIA, Gizikis"de vardır. CIA"nın nasıl hareket edeceği tahmin edilemez.
Türkiye, kendi istihbarat gücünü kuvvetlendirmek için, İsrail istihbaratı ile Amerikan istihbaratı ile İran
istihbaratı ile daimi ve organik münasebetler içindedir. Bunlar, gizli gizli her sene kendi şefleriyle
toplanırlar. Washington"da, Tahran" da, Telaviv" de (istihbarat) mübadelesi yaparlar. Organik bağları
bulunmayan, fakat inandıkları başka istihbarat örgütlerinden de istişari mütalaa alırlar. Şimdi,
istihbaratçılar Amerikalılar "la organik münasebetler içinde olduğuna göre, Amerikalı, "şu adam
benim adamım, şunu yerleştirelim solcuların arasına" diye rahatça işbirliği yapabilir.
İstihbaratçılık alanında bu iş rahat yapılabilir. Sonra, hiçbir istihbaratçı, herhangi bir haberi her yere
götürmez. Dışişleri Bakanına başka söyler, Devlet Reisi"ne başka söyler, Genelkurmay Başkanına
başka söyler.
İstihbarat bünyesindeki profesyonel dejenerasyon, her hareketin tesiri altındadır. İstihbaratçı, kendi
gözünde çok mühim adamdır. Herkesten çok mühimdir... Her şeye de kadirdir. Bu kompleks istihbarat
işiyle uğraşanların hepsine, en başından kahvecisine kadar aynıdır. Onun için Dışişleri Bakanıyken,
istihbaratçıların, Bakan ve Genel sekreter dışındaki Dışişleri memurlarıyla temas etmesini men
etmiştim. Şimdi nasıl yapar CIA?
CIA yapar, organik bağlarıyla yapar. Sözünü ettiğim psikoloji vardır istihbaratçı arasında. Benim
istihbarat şefim, kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı oyar. Elinde imkân var adamın. Onun
için hiç şaşmam, aramam da, bulamam ki; nasıl yaptı, bulamam... 41*
Emekli Albay Talat Turhan, Özel Harp Dairesi kontrgerilla ve MİT"in Birleşik Devletler katkısıyla
kurulmasına dikkat çekiyor; bu yapıların üyelerinin FM 30-31 doğrultusunda eğitimden geçirildiğini de
vurgulayarak, ABD"yi 1970"lerde Türkiye"yi kıskacına alan zorbalığı körüklemekle suçluyordu. Turhan,
"Kanımca çoğunluğu anayasa ve yasalarla bağdaşmayan bu yönergede işaret edilen öneriler 12 Mart
1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin ardından neredeyse tamamen yürürlüğe konmuştur" eleştirisini
getiriyor ve devam ediyordu: "Yönergeler anayasamızla çelişmektedir ve Amerikan gizli servisinin
ülke iç işlerine müdahale ettiği açıkça kanıtlamaktadır.48*
Kontrgerilla gölge ordusu operasyonlarını yaygınlaştırdığı da, hükümeti 1973"te devralan Başbakan
Bülent Ecevit kendi ifadesiyle "tamamen tesadüf eseri" gizli kuvvetten haberdar edildi.
Ecevit daha sonraları, 1974"te dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar"ın, ABD
desteğinin kesilmesi nedeniyle, "acil bir ihtiyaç için Başbakanlık"ın örtülü ödeneğinden bir kaç milyon
dolar istemesiyle" başlayan ve kendisini "dehşete düşüren" bilgilendirilme sürecini şöyle aktaracaktı:
"O yıllarda milyonlar büyük paraydı ve benden istene miktar da örtülü ödenekteki paranın tümüne
yakındı. .. Genelkurmay"dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. "Özel Harp
Dairesi için istiyoruz" yanıtı geldi.
"Öyle bir resmi dairenin, o zamana kadar adını bile duymamıştım... "Şimdiye kadar bu dairenin
giderleri nereden karşılanıyordu?" diye sordum. O zamana kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli
ödenekle ABD"nin karşıladığı; ancak artık ABD"nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle başbakanlığın
örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi... Özel Harp Dairesi"nin nerede
bulunduğunu sordum. "Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada" yanıtını aldım... 49*
Aldığı yanıt nedeniyle "hayrete düşen ve kaygılanan" Ecevit, ordudan söz konusu dairenin işlevleri ve
kuruluş biçimi hakkında bilgi istemiş, bunun üzerine kendisine bir brifing verilmişti. "Öz sunuş (brifing)
toplantısına rahmetli Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık"la birlikte katıldım. Bilgi vermek üzere de
rahmetli Genelkurmay başkanı Semih Sancar"la, o sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olduğunu
öğrendiğim General Kemal Yamak ve bir-iki subay katıldı."
Ecevit brifingde anlatılanları özetle şöyle aktarıyordu; "Özel Harp Dairesi, Türkiye"nin veya bir kısım
topraklarımızın düşman istilasına uğraması" durumunda, istilacılara karşı gerilla yöntemleriyle ve her
türlü yeraltı etkinliğiyle mücadeleye hazırlanmak üzere kurulmuştu.
"Adları gizli tutulan bazı "vatansever gönüllüler" de Özel Harp Dairesi"nin sivil uzantısı olarak çalışmak
üzere ömür
boyu görevlendirilmişlerdi. Gereğinde bu gönüllü sivil vatanseverlerin kullanmaları için de,
Türkiye"nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu."50*
"Brifingde verilen bilgiler çok gizli olduğu için; o acı devlet sırrını bir zehir gibi içimde saklamak
zorunda kaldım" diyen Ecevit"in kaygılarının ne kadar doğru olduğu zamanla ortaya çıkacaktı. 1977
yılında Türkiye" de büyük bir katliam yaşandı. 1970"lerin terör yılları boyunca Türkiye"deki işçi
sendikaları konfederasyonları uluslararası işçi günü 1 Mayıs "ta Taksim Meydanı"nda büyük eylemler
gerçekleştirmişlerdi.
1976"da süregelen ve artan terör olaylarına karşın eyleme 100 bin kişi katılmış ve barışçıl bir gösteri
yapılmıştı. 1977" de ise meydanı 500 bini aşkın eylemci doldurmuştu. Dehşet saatleri gün batımında,
konuşmacıların bulunduğu platforma, meydana hâkim konumda bulunan Sular İdaresi"nin duvarları
üzerinde ve İntercontinental Otel"in çatısında mevzilenmiş meçhul kişiler tarafından kalabalığa ateş
açılmasıyla başladı.
Kabalık panikledi ve yaşanan olaylarda otuz sekiz kişi öldü yüzlerce insan yaralandı. Silah atışı 20
dakika boyunca devam etmiş, ancak alanda bulunan bir kaç bin polisten hiç biri müdahale etmemişti.
CIA istasyon şefi Clarridge"le "kardeşten öte" bir ilişkisi olan Türk CIA ajanı Hiram Abbas 1 Mayıs
katliamında bizzat yer almıştı.51*
İntercontinental Otel, Şili"de 1973"te Allende hükümetine karşı girişilen darbenin de
finansörlerinden olan ITT grubuna aitti. 1 Mayıs"tan üç gün önce otelin tüm müşterileri boşaltılmış ve
yeni rezervasyonlar kabul edilmemişti.
1 Mayıs günü otele yabancı bir grup geldi. Katliamdan otel başka bir şirket tarafından satın alınarak
ismi "The Mamara"olarak değiştirildi. Soruşturma sırasında, video ve ses kayıtları birdenbire ortadan
kayboldu.52*
O sırada Başbakanlık koltuğunu Süleyman Demirel"e devretmiş olan ve ana muhalefet partisi lideri
olarak mecliste bulunan Bülent Eevit katliamın hemen ardından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk"ü
ziyaret ederek kendisine Özel Harp Dairesi"yle ilgili bilgileri aktarmış ve terör eyleminde gerillanın
parmağı olduğundan şüphelendiğini bildirmişti.
Korutürk meseleyi Başbakan Süleyman Demirel"e açmış. Ancak Demirel iddiayı ciddiye almadığı
gibi "büyük bir tepki de göstermişti."53 *
1978" de yeniden başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra da Özel Harp Dairesi "nin "sivil uzantısı ve
gizli silah depolarının" izini sürmeye devam eden Ecevit, kuşkularını doğrulayan bir anıyı da
aktarıyordu: "1978-1979"daki Başbakanlığım sırasında bir Doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki
Askeri birliğin komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi"nde
çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya çalıştım. Generalin
kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim: "Farzımuhal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket
Partisi(MHP) Başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi"nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri
olamaz mı? General, "Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır" yanıtını
verdi."54 *
Aynı dönemde Albay Türkeş"in sağcı partisi MHP, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi ve terör olayları
arasındaki bağlantıyı araştırmaya başlayan bir isim daha vardı: Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz.
Araştırma sonrası hazırladığı nihai raporda Öz, "Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik
güçleri vardır. Kontrgerilla, Genel Kurmay Harp Dairesi"ne bağlıdır" diyor ve ekliyordu: "Kontrgerilla il
ve ilçelerde, seferberlik işlemini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir. Bu
konuda en çok, aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içinde Mit
elemanları ve 1. şube görevlileri kullanılmaktadır.
----------------------------*Çeviride 17 Kasım 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesi haberinden yararlanılmıştır (ç.n.).
**Çeviride, 28 Kasım 1990 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajdan yararlanılmış,
söyleşi daha ayrıntılı aktarılmıştır (ç.n.).
-----------------------" Her iki kesimin de "Gerillaya karşı eğitim, ideolojik eğitim ve halk içinde gelişme ve halktan kadrolar
oluşturma eğitiminden" geçirildiğini belirten Öz, "goşist sol hareketleri de bunların yönlendirdiğinden,
ardından bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazandıklarından ve demokrasi karşıtı eğilimleri
geliştirip örgütlediklerinden" kuşku duyduğunu vurguluyordu. Öz devamla "Bütün bu çalışmalar,
siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir" diyordu.
Doğan Öz raporda, söz konusu karmaşık yapılanmanın geniş halk kitleleri içindeki örgütlenme
biçimine ilişkin bulgulara da yer veriyordu:
"Geniş halk kitlelerine girmeyi de AP"nin şemsiyesi altında MHP ve onun yan örgütleri olan Ülkü
Ocakları, Ülkü-Bir, Ülkücü Teknik Elemanlar, İşçi Sendikaları (MİSK), bazı işveren kuruluşları ve
esnaf dernekleriyle gerçekleştirme çalışmaları içinde görünmektedirler.
Ortaöğretim kurumları, yüksek öğretim kurumları, yurtlar, işyerleri gibi kurum ve kuruluşlarda, gizli
örgütlerce yönlendirilenler OBA-OCAK-SANCAK gibi hiyerarşik örgüt yapısıyla çavuştan başlayarak
Albaylığa kadar rütbeli biçimde etkinlik göstermektedirler. Legal yan kuruluşlarda başarılı görülenler
illegal çalışmalara yönelmektedirler. Bunlar bu işi aynı zamanda 10 bin Türk Lirasından başlayarak
ayda 30-40 bin Türk Lirası"na varan aylık ücretler karşılığında yapmaktadırlar."
Öz devamla bu ücretlerin karşılanmasını sağlayan mali kaynakları sıralıyordu:
-a. Okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL"lik ödentilerle bağışlar,
-b. Mahalle esnafından ve küçük zanaatkârlardan alınan bağış ve ödentiler,
-c. İşe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli miktarı,
-d.Mahalle arasında evlerden toplanan bağışlar.
-e.Devlet ihalelerinden alınan yüzdeler,
-f.Silah, afyon kaçakçılığı ile beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar,
-h.Bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar,
-i.CIA, AID ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler.55 * (Sol dergisinden alıntı.Mart
2005(ç.n)
Bu çok gizli sırrı açığa çıkartan Savcı Doğan Öz, 24 Mart 1978" de uğradığı suikast sonucu yaşamını
yitirdi.
Katili ülkücü İbrahim Çiftçi"nin yargılanması tam yedi yıl sürdü ve bu süre içinde Ankara Sıkıyönetim 1
No"lu Askeri Mahkemesi dört kez Çiftçi"ye oybirliği ile ölüm cezası verdi. Karar her defasında Askeri
Yargıtay tarafından bozuldu. Yerel mahkeme son kararda şu kaydı düşerek davayı kapattı: "Sanık
İbrahim Çiftçi"nin... Doğan Öz"ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüştür.
Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan... Sırf
bu hukuki zorunluluk nedeniyle sanık İbrahim Çiftçi"nin beraatına... Karar verilmiştir.56*
İbrahim Çiftçi" Avukatı tüm yargılama boyunca müvekkilinin "normal" Vatandaş olmadığını dile
getiriyordu. Serbest bırakılan Çiftçi son olarak 1997 yılında MHP genel başkanlığına adaylığını koydu.
1970"lerde kontrgerillanın bilinen en kötü üne sahip üyesi ise Bozkurtçu Abdullah Çatlı" dır.
Sokak çeteleri vahşetinden mezun olan Çatlı, doğrudan Özel Harp Dairesi emrinde faaliyet gösteren
kontrgerillanın üyesi olarak Bozkurtlar"ın acımasız tatbikçilerinden biriydi. 1971 askeri darbesinin
ardından Çatlı hızla emir komuta zincirinin üst basamaklarına tırmandı ve 1978"de ikinci adam haline
geldi. Aynı yıl, polis Çatlı"nın yedi solcu öğrencinin öldürülmesiyle bağlantılı olduğunu ortaya
çıkarması üzerine yeraltına çekilmek zorunda kaldı. Çatlı diğer sağcı teröristlerin de yardımıyla İtalyan
sağ kanat terörist Stefano Delle Chiaie"yle irtibata geçti ve ikili birlikte Latin Amerika ve Birleşik
Devletler"i gezdi.57*
Türkiye ve yurt dışındaki terör operasyonlarında ciddi roller üstlenen Çatlı, Türk elit kesimi içinde
mükemmel bağlantılara sahipti. 3 Kasım 1996" da Türk devletinin üst düzey yöneticilerle birlikte
yolculuk ederken Susurluk yakınlarında geçirdiği trafik kazası sonucu öldü.58*
Korkulan bir başka Bozkurt mensubu da Haluk Kırcı"ydı. Kırcı, grup içinde, 1970"lerde binlerce kişiyi
katleden Uganda diktatörüne atfen "İdi Amin" lakabıyla biliniyordu. 20 yaşında Ankara
Üniversitesi"nde öğrencilik yaptığı sıralarda bile Alpaslan Türkeş"in antikomünist Pantürkist
ideolojisinin sadık takipçilerinden biri olan Kırcı, 8 Ekim 1978"de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi
öğrencinin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamını gerçekleştirenlerden biriydi. Toplu katliam suçuyla
uluslararası düzeyde arananlar listesinde bulunan Kırcı daha sonra pişmanlık yasasından yararlanmak
amacıyla verdiği ifadede katliamı şöyle anlatacaktı: "Eve girdiğimizde içeride beş kişi vardı... Sonradan
iki kişi daha geldi... Bunları alıp arabaya götürdük... Arabayı durdurup ikisini dışarı çıkardık, yol
kenarındaki tarlanın içine götürüp yüzükoyun yere yatırdık. Her ikisinin de kafasına üç kurşun Sık...
Sonra eve geri döndüm. Diğer beş kişi baygın vaziyette yerde yatıyordu... Önce bir tanesini telle
boğarak öldürmeyi denedim, ama işe yaramadı. Sonra yüzüne havlu bastırarak öldürdüm... Diğer
dördünün üzerine silahımı boşalttım.59*
Ülkücü lider Çatlı"nın arabası 1996"da Susurluk"ta kaza geçirdiği esnada Kırcı, yandaki bir grup
korumayla birlikte Çatlı"nın Mercedes"ini takip ediyordu. Çatlı"nın Mercedes de sıkıştığını gören Kırcı
panikleyerek Ülkücü hareketin tüm önde gelen isimlerine telefon açmış ve yardım istemişti. Şef ağır
yaralı. Ölüyor." Boşuna. Çatlı öldü ve Kırcı Bozkurt1ar"ın liderliğini aldı. 60*
Bozkurtlar"ın ve kontrgerillanın en az Çatlı kadar ünlü bir başka üyesi de arkadaşı Mehmet Ali
Ağca"ydı. 13 Mayıs 1981"de San Peter"s Meydanı"nda Papa II. Jean Paul"e suikast girişiminde
bulunan Ağca, böylelikle dünya çapında bir üne sahip oldu.
Saldırıda ağır yaralanan Papa hayatta kalmayı başardı. 1970"lerin ikinci yarısındaki öğrencilik yılları "
boyunca iyi bilinen faşist militanlar arasında sayılan Ağca en hafif şiddet eylemlerinden birinin, bir
yurt baskını sırasında iki öğrenciyi ayaklarından vurması olduğu belirtiliyor. Teröist çevrelerde,
solcuların defalarca kendisini öldürmeye çalıştığı, ancak başaramadığı kulaktan kulağa dolaşan
efsaneler arasındaydı. Ağca, Çatlı"yla birlikte 1 Şubat 1979"da Türkiye"nin en saygıdeğer yazı işleri
müdürü Abdi İpekçi"ye düzenlenen suikastta yer aldı. İpekçi, Türk sağının terör bağlantıları ve bu
teröre yönelik CIA desteğiyle ilgili ciddi araştırmalar üzerine odaklanmıştı. Kendisinin CIA istasyon
şefi Paul Henzo"yu şiddeti durdurmaya çağırdığı da ifade ediliyordu.
İpekçi, devletin en karanlık sırlarını ve vahşetin asıl kaynağını açıklarken hayatını riske atan Türk
gazetecilerden biriydi. Bu cesur gazetecilerden biri de Uğur Mumcu"ydu. Mumcu"ya Ziverbey
Köşkü"ndeki işkence seansları sırasında şu bilgi veriliyordu:
"Biz kontrgerillayız. Bu devletin Cumhurbaşkanı bile bize dokunamaz." Uğur Mumcu, Cumhuriyet
gazetesindeki köşesinde kontrgerilla ile ilgili bilgileri açığa çıkartmaya devam etti; 1993"te arabasına
konulan bir bombayla katledilene kadar61*
İpekçi suikastının ardından Ağca tutuklanarak suçunu derhal kabul etti. Ancak mahkemede "olayın
gerçek sorumlularının" isimlerini vereceği tehdidini savurarak gerekli yerlere gerekli sinyalleri
gönderdi. Ertesi gün bir grup ülkücü Ağca"nın bulunduğu yüksek güvenlikli cezaevinin sekiz kontrol
noktasını da geçerek, ünlü teröristi kaçırdı. Çatlı 1985 yılı Eylül ayında Roma"da verdiği ifadede
Ağca"ya sahte pasaport sağladığını ve Papa suikastında kullanılan silahı bizzat kendisinin verdiğini
açıkladı. Eğer Papa suikastı ertesinde Bozkurtlar"la ilgili ciddi bir soruşturma yürütülmüş olsaydı, Türk
gölge ordusu kontrgerilla kesinkes açığa çıkacaktı. Ancak CIA Bozkurtlar"ın KGB tarafından
kullanıldığını iddia ederek dikkatleri başka yöne çekince bu gerçekleşmedi.62*
Uzun süredir Türk gölge ordusu kontrgerillayla ilgili ciddi kaygılar taşıyan Ecevit, 1977" de yeniden
başbakan seçildikten sonra, dönemin yeni Genelkurmay Başkanı Kenan Evren" e giderek Özel Harp
Dairesi ile ilgili edindiği bilgileri ve bu dairenin sivil uzantısı ve gizli silah depoları hakkındaki
kuşkularını paylaşmıştı. Ardından Evren"e, "Özel Harp Dairesi"nin demokratik hukuk devleti
kurallarına ve açık rejime uygun biçimde çalışır duruma getirilmesi ve çalışmalarının asli işleviyle
sınırlandırılması konusundaki" isteklerini bildiren Ecevit, "Sayın Evren kaygılarımı paylaştığını söyledi
ve isteklerimi yerine getireceği sözü verdi. Daha sonra her sorduğumda da, isteklerimin gereklerini
yapmakta olduğuna dair bana güvence verdi" diye anlatıyordu görüşmelerini. Ecevit bu görüşmenin
ardından kamuoyuna, "Türk Silahlı Kuvvetleri"ne saygı göstermeli ve politika dışında kalma istekleri
konusunda onlara yardımcı olmalıyız" açıklamasında bulunacaktı.63*
Orgeneral Kenan Evren orduyu politika dışında tutmak bir yana, 12 Eylül 1980"de yeni bir askeri
darbe gerçekleştirerek bizzat hükümetin başına geçecekti. Bu arada NATO"nun Türkiye"deki Müttefik
Seyyar Kuvvetleri, Anviel Ekspress manevralarını gerçekleştirdi.64*
Evren anılarını topladığı kitapta daha sonraları, darbe öncesi başbakanlık koltuğunu bir kez daha
Ecevit"ten devralmış olan Süleyman Demirel"le 5 Mayıs 1980 günü yaptığı görüşmeyi şöyle
aktarıyordu:
"(Demirel) Özel Harp Dairesi "ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete
savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanıldığını söyledi.
(1971 Sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personeli kastediyor u). Bu hal tarzına
şiddetle karşı çıktım. Büyük emeklerle kurulan bu teşkilatın görevinin bu olmadığını, vaktiyle yanlış
kullanıldığını, ben Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Özel Harp Teşkilatını esas görevine
yönelttiğimi, tekrar kontrgerilla söylentilerinin ortaya atılmasına müsaade edemeyeceğimi söyledim ..
(Kenan evren, Anılar sf 431.Çevirmen tarafından yazarın bilgisi dâhilinde eklenmiştir.)
1990"da Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir röportajında bu görüşmeden bahseden Evren, ayrıca şu
eklemede bulunuyordu: "Kanaatim o ki, Genelkurmay Başkanlığım sırasında, bu teşkilat görevi
dışında kullanılmadı. Ama belki, bana intikal ettirilmeden, bazı yerlerde gayrı resmi olarak teşkilattan
bazı kişiler bu işe bulaşmış olabilir. Bunu bilemem.
(Hürriyet,26 Kasım 1990.Çevirmen tarafından yazarın bilgisi dâhilinde eklenmiştir.)
Ancak aşırı sağcı bir militan yargılaması sırasında1970"lerdeki terör olaylarının ve katliamların Evren
ve ordunun sağ kanadını iktidara getirmek için düzenlendiğini iddia ediyordu: "Katliamlar MİT
tarafından yapılan provokasyonlardı. MİT ve CIA tarafından gerçekleştirilen provokasyonlarla 12 Eylül
darbesine zemin oluşturuluyordu.65*
Daha sonraları Orgeneral Evren"in, darbe sırasında Özel Harp Dairesi"ne başkanlık ettiği ve gizli
kontrgerilla ordusuna komuta ettiği ortaya çıktı. Orgeneral Evren kendisini Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı ilan edip savaş elbiselerini takım elbise ve kravatla değiştirdikten sonra, tüm terörist
saldırılar anında sona erdi.66*
Alttaki gazete kupüründe de kendisinin Pentagon"da eğitim gördüğünü zaten anlatmış.
Türkiye"deki darbe başlatıldığı sırada ABD Başkanı Carter operadaydı. Haberi aldığında, CIA"nın
Türkiye istasyon şefliğinden henüz bir kaç ay önce ayrılıp Washington"a dönen ve CIA Türkiye
masasında Carter"ın güvenlik danışmanlığını yapmaya başlayan Paul Henze"yi aradı. Carter telefonda
Henze"ye zaten bildiği bir bilgiyi nakletti."Senin adamlar az önce bir darbe yaptı.67*
Başkan haklıydı. Paul Hanze, CIA" deki arkadaşlarına darbeden bir gün sonra muzaffer bir edayla
şöyle diyecekti: "Bizim çocuklar başardı!"68 Kontrgerilla uzmanı Çelik"e göre Henze "12 Eylül 1980
darbesinin baş aktörüydü.69
Yıllar sonra Carter "12 Eylül hareketinden önce Türkiye, ülke savunması bakımından kritik bir durum
içindeydi. Afganistan"daki müdahale ve İran monarşisinin devrilmesinin ardından, Türkiye"yi istikrara
sokan hareket avuntumuz oldu, yorumunda bulunacaktı.70
Carter"ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniev Brzezinski Henze"yi destekliyordu. 1979"da Ayetullah
Humeyni"nin iktidara geldiği İran" daki durum Ulusal Güvenlik Konseyi"nde ele alındığı sırada,
Brzezinski "Gerek Türkiye gerekse de Brezilya için en iyi çözüm askeri bir darbe olacaktır" görüşünü
dile getiriyordu.71
Uluslararası basın organları darbeden bir gün sonra Washington"daki bir Dışişleri Bakanlığı
sözcüsünün "Birleşik Devletler"in askeri darbeden önce, ordu tarafından iktidara el konulacağı
konusunda bilgilendirildiğini teyit" ettiğini yazdı. Türk subayları ise daha önce Washington"un rızasını
almamış olsalar, müdahalede bulunmayacaklarını açıkladılar.72
Askeri darbe sırasında Türkiye"de yaklaşık 1.700 Bozkurt örgütlenmesi ve bu örgütlenmelerde kayıtlı
yaklaşık 200 bin üye ile 1 milyon ülkücü sempatizan bulunuyordu.73 Bunlar darbeye zemin oluşturan
1970"lerdeki gerginlik stratejisi operasyonları için vazgeçilmez birer araçtılar. Ancak artık güvenlik
tehlikesi oluşturuyorlardı ve Kenan Evren iktidarını pekiştirmek amacıyla sağcı MHP"yi yasaklayarak
diğer bazı MHP üyeleriyle birlikte Alpaslan Türkeş"i ve çok sayıda Bozkurtu tutuklattı. Türk askeri
hükümeti, MHP aleyhine Mayıs 1981 "de açılan davanın iddianamesinde MHP"nin 220 üyesini ve
yandaşlarını işlenen 694 cinayetten sorumlu tutuyordu.74
Alpaslan Türkeş tutuklanmasına karşın popülaritesini korudu ve 4 Nisan 1997"de hastanede kalbine
yenik düşüp öldüğünde cenazesine yarım milyon insan katıldı, Bozkurtlar cenazeye katılmak
isteyenler için dünyanın dört bir yanından uçaklar kaldırdılar. Dönemin İslamcı Başbakanı Necmettin
Erbakan, Türkeş"in ölümüne kadar Türk siyasi yaşamına damgasını vuran bir kişi olduğunu belirterek;
vefakâr yaşamı ve hizmetleri nedeniyle daima büyük övgüyle anılacağını ifade etti. Türkeş"i tarihi bir
kişilik olarak tanımlayan dönemin Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, kendisinin Türkiye"nin demokratik
tarihinde özel bir yere konulmaya layık olduğunu söyledi ve Türkeş"le kişisel ilişkilerinin her zaman
çok iyi olduğunu ekledi.
Eski Emniyet Genel Müdürü Kemal Yazıcıoğlu "Başbuğum, her şeyi senden öğrendim!" dedi.75*
Çok sayıda tutuklamanın ardından Türk cezaevleri Bozkurtlar"la doldu; ardından MİT ajanları eski
silah arkadaşlarını ziyaret ederek onlara çekici bir teklif getirdiler: Güneydoğu Anadolu bölgesindeki
Kürt azınlıkla mücadele etmeleri karşılığında cezaevinden çıkma ve tatmin edici bir gelir. Çoğu teklifi
kabul etti ve 1984"te silahlanıp dağa çıkan sol kanat
Kürt hareketi PKK ile savaşmaya başladı.76*
İki taraf arasındaki ihtilaf, giderek artan nefret ve radikal şiddet olaylarıyla tırmandı. Toplam 25 bin
kişinin hayatını kaybettiği çatışmalarda, Türk gölge ordusu kontrgerillanın da yer aldığı belirtiliyordu.
Birleşik Devletler"den Ankara"ya silah, helikopter savaş uçakları gönderilirken milyonlarca Kürt de
zorunlu göçe tabi tutuldu. ABD Başkanı Billi Clinton böylesi bir ortamda Türkiye için "Kültürel
çeşitliliğin erdemleri üzerine dünyaya gösterilebilecek parıldayan bir örnek" benzetmesini yaptığında,
kurbanların aileleri hiç de mutlu olmamıştı.77
NATO"nun gölge ordusunun Kürtler"e karşı girişilen katliamlarda yer alması bugün bile Türkiye ve
Washington"daki en büyük sırlar arasında. PKK"ya karşı mücadelede yer alan Türk paramiliter
birimlerin eski komutanlarından Binbaşı Cem Ersever, yayımladığı kitapta kontrgerilla ve diğer
paramiliter birimlerin PKK "ya karşı mücadelede yürüttüğü gizli savaş ve terör yöntemlerini
anlatıyordu. Afganistan"dan batıya gönderilen uyuşturucuların geçiş yolu Türkiye"de, terör
birimlerinin "Eroin Yolları"ndan kazandığı vergilerle nasıl zenginleştiğini açıklıyordu. Ersever"in
açıkladığı kontrgerilla harekâtları arasında, PKK gerillaları kılığına girmiş kontrgerilla üyelerinin köylere
saldırıp kadınlara tecavüz ettiği ve insanları gelişigüzel öldürdüğü yanlış yönlendirme harekâtları da
bulunuyordu. Bu, bölgede PKK"ya verilen desteği zayıflatmak ve halkı PKK"nın karşısına almak için
kullanılan bir yöntemdi. Ersever ek çok eski Bozkurtçu ve benzeri aşırı sağcı kimselerin doğrudan ceza
evinden alınarak gölge ölüm timlerine dâhil edildiğini teyit ediyordu.
Bunlar arsında itirafçı PKK"lılar ve İslamcılar da bulunuyordu.
Ersever durumu tüm gerçekliği ile ortaya koyduktan sonra,1993 yılı Kasım ayında klasik kontrgerilla
metotlarına uygun biçimde öldürüldü.
Ersever"in işkenceye uğramış ve kafasından vurulmuş cesedi elleri arasından bağlanmış vaziyette
bulundu.
SON.
Not: Bu yazı NATO"NUN GİZLİ ORDULARI adlı kitaptan alıntılanmıştır.
Alıntılama gerekçesi olarak ta yazarın tanıtım amacı ile kısmi alıntılama yapılabilir notuna
istinadendir.
GÜNCEL YAYINCILIK: 245 Açık Tanışma: 11
ISBN 975-6117-21-4 NATO"nun Gizli Orduları
Kitabın Orijinal Adı: NATO's Secret Armies Operation Gladio and Terrorism in Western Europe
Genel Yayın Yönetmeni: Aysel Akdaş
Kapak Tasarımı: Talip Aktaş
Birinci Basım: Ekim 2005
Ofset Hazırlık Güncel Yayıncılık Ltd.
Baskı ve Cilt: Kayhan Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Davutpaşa Cad. Güven San. Sitesi D Blok No: 155
Topkapı / İstanbul/Tel: O 212 576 0136
© Güncel Yayıncılık Ltd. Şti. 2005 © Taylor and Francis Group 2005
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
GÜNCEL YAYINCILIK LTD. ŞTİ.
Çatalçeşme Sk. No: 54/3 Cağaloğlu - İstanbul Tel: O 212511 2237Fax: O 2125228668 e-mail:
[email protected]
--------------Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz
ilkesine sadık kalınarak bu kitaptan sadece tanıtım amaçlı bazı alıntılar yapılmıştır.
Derleme: Ahmet Dursun
***********
Özellikle Cumhuriyet tarihi açısından Türk Milliyetçiliği kavramları üzerine yazılmış yazılardan bir
derleme yaptım.
Bu yazıları değişik ortamlarda da bulabilirsiniz ancak kendi arşivimden de içlerinde katkılar
bulacaksınız ve topluca bulma imkânı elde etmiş olacaksınız.
Türk Milliyetçilik Anlayışı üzerine araştırmalar
BAŞBUĞ'DAN MEKTUP VAR!
"Devlet Bahçeli MİT Ajanı!"
Turan davasının büyük lideri Başbuğ Alparslan Türkeş, 26.7.1983 tarihinde GATA'da tedavi görürken bir grup
ülkücü, Albay'ı hapisten kurtarmak için çalışma yürütmektedir. Kendisine bu ekipteki isimler bildirilir. Merhum
Türkeş, bunlar hakkında kanaatlerini belirten bir mektup kaleme alır.
ASLI, MEŞHUR BİR DAVA ADAMINDA!
Mektubun sansürsüz aslı, ülkücülerin saygı duyduğu bir dava adamında. Zamanlama açısından yaşanan gecikme
bu dava adamını sıkıntıya sokacağı için şimdilik kendi ismiyle açıklamak istemiyor.
Ancak lider seviyesindeki bazı ülkücülerin de bu mektubu arşivlerinde tuttuğunu ve haberdar olduklarını
araştırmalarımız neticesinde öğrendik. BAHÇELİ'Yİ BU BELGEYLE Mİ SUSTURUYORLAR?
Bizim elimize geçen bu belge, muhtemeldir ki, devletimizin istihbarat birimlerinin de arşivindedir. Daha da
korkuncu yabancı entelijans servislerinin elinde bulunmasıdır.
Acaba MHP liderini bu belgeyle mi susturuyorlar?
Samimi ve milli tepkiler gösteren bakanlar teker teker görevden alınırken, bu belge Ülkücü Hareketin elini
kolunu bağlamakta bir tehdit olarak mı kullanılıyor?
Bu belgeyi açıklamakla, kulislerde Bahçeli'nin MİT ajanlığı konusunda yapılan spekülasyonlara da bir virgül
koymak istiyoruz. Sayın Bahçeli, aksini iddia ederse hatamızı kabul edip, kendisinden özür dileyeceğimizi
şimdiden belirtiriz.
Ama belge doğru ise kendisinden bu tarihi hareketin liderliğinden ayrılmasını isteme hakkımız saklıdır.
MİT AJANI OLMAK ONURDUR AMA...
MIT ajanlarının herhangi bir yasadışı örgüt içine sızmasına karşı değiliz. Aksine gereklidir.
Ancak yasal bir hareketin liderliğini ele geçirmesi kabullenilemez.
Sayın Bahçeli'nin MİT müsteşarı olmasını da memnuniyetle kabul ederiz. Ama MHP yönetimini deruhte etmek,
devletin değil ülkücülerin hakkı ve görevidir.
Bu açıdan saygıyla baktığımız bir kurum olsa dahi MİT'i de açıklama yapmaya davet ediyoruz.
MEKTUBUN METNİ
Pek değerli ve Sevgili Oğlum
Bu gün, muhterem arkadaşımız ... mektubunuzu getirerek beni çok sevindirdi. Yazılarınızı okuyarak gerçek
durum hakkında aydınlandım. Teşekkürler ederim. Ara sıra yazmanızı ve bana bilgi vermenizi rica ederim.
Malum olduğu üzere davamız Türk-İslam davasıdır. Her hareketimizin gayesi Allah'ın (c.c.) rızasını kazanmak
ve asil milletimize hizmet etmektir.
P.. imanlı iyi bir arkadaşımızdır. A.E de temiz ve ihlaslı bir Anadolu Türkmeni'dir. Avşardır, benim aşiretimden
boyumdandır. Denenmiş fedakar bir kimsedir. Göze çarpan kusuru kendisine zarar veren içki tutkunluğudur.
M.Ü. ise gayet temiz, dürüst, imanlı, aydın bir kişidir.
Bunlar milliyetçilik yolunda, geçmiş yıllarda sessizce hizmet vermişlerdir. A.G., A.A. tarafından gösterilen
hatalı davranışı anlamak mümkün değildir. Devlet Bahçeli'nin bunlarla aynı davranışa girişmesi mümkün şey.
Devlet Bahçeli,MİT'dendir. Arkadaşlarımız MİT'den uzak olmalı, bunlara hiç itimat etmemelidir.
Ne ise çok şükür şuurlu arkadaşlarımızın sayesinde fesat yatışmış oldu. Fakat bu tatsız şeyleri yapanlar, ya
Anavatan Partisi ile işbirliği sebebi ile kışkırtılmışlardır veya MİT tarafından kullanılmışlardır. Mesele üzerine
dikkatle eğilmek lazımdır.
Ermenilerin cinayetlerine karşı bazı MİT memurları içerde ve dışarda ülkücüleri kullanmak teşebbbüsünde
bulunuyorlar. Bunları asla kabul etmemeli, hiçbir eyleme karışılmamalıdır. Önce yönetim Milliyetçilere karşı
giriştiği baskıyı, yanlış uygulamayı değiştirmeli ve resmi makamlar, görev teklif etmelidirler. Bu takdirde
devletimizin desteğini ve tasvibini arkamıza alarak eyleme girişmek kabul olunmalıdır. Aksi halde MİT (?)
memurlarının el altından yaptıkları teklifleri kabul etmek zararlıdır. Bunu herkese münasip şekilde anlatmalıdır.
Şimdi sizden özel bazı ricalarım olacaktır. Eşim Seval hanımı tanıyorsunuz. Gerek sizin ve gerek muhterem ...
hanımın arada bir telefonla aramanızı kendisine (okunamadı) ilgi ve destek vermenizi rica ederim.Güvenilir iyi
bir de şöför temin etmeye çalışmanızı rica ederim.
Mahsus selamlar ederek sevgilerle gözlerinizden öperim. Cenabı Hakka emanet ederim.
Alparslan Türkeş (İmza)
KONUNUN TRAJİ-KOMİK TARAFI...
Bu belgenin, Bahçeli'nin başbakanlığı konuşulmaya başlandığı bir dönemde gündeme gelmesi ilginçtir.
Mektubun doğru olduğunu varsayarsak ve Sayın Bahçeli de başbakan olursa, MİT Müsteşarı ile aralarında bir ast
- üst sorunu yaşayacakları kesin!
Haydi halledin bu kısır döngüyü!..
gercekergenekon.4t.com
*********
Gladio,
II. Dünya Savaşı sonrasında İtalya"da örgütlenen stay-behind operasyonunun kod adı.
Latince"de kılıç anlamına gelen Gladio sözcüğünü isim olarak kullanan örgüt, Amerikan ve İngiliz
kontrgerilla örgütlenmesi olan Stay Behind tarafından 1952 yılında kuruldu.
CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile işbirliği içinde, casusluk ve
gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi. Sardunya"da örgütün ilk eğitim kampı kuruldu ve Kuzey
İtalya"da 139 yerde silah ve mühimmat depoları oluşturuldu. Resmi adı Müttefik Koordinasyon
Komitesi (Allied Coordination Committee) idi.
1956 sonrasında ikisi kadın 622 kişi ABD ve İngiliz gizli servisleri tarafından eğitildi. 1990 yılında
Gladio"yu ortaya çıkaran soruşturmalar esnasında bu 622 kişinin grup liderleri oldukları, her bir grup
liderinin belli sayıda kişiyi idare ettiği, böylece toplam sayının 15.000"e yaklaştığı ortaya çıktı.
Soruşturmaların ünlü yargıcı Felice Casson, gizli servis arşivinde yaptığı incelemelerde, 1972 yılındaki
bir bombalamanın kesinlikle NATO destekli bazı gizli örgütlerce yapıldığı sonucuna ulaştı. Yargıç
Başbakan Andreotti"nin bilgisine başvurdu, 1972"de bu olay tesbit edildiği için Başbakan örgütün
varlığını kabul etti, ancak 1972"de kapatıldığını söyledi. Araştırmalara devam edilince Gladio"nun
faaliyete devam ettiği ortaya çıktı. Eylemlerin en büyüğü 1980 Ağustos ayında Bologna tren
istasyonunda patlayan bomba ile 85 kişinin ölümü idi.
İtalya"da 1969-80 arasında 4.298 terör olayı meydana gelmiştir. Yapılan soruşturmalar sonucu,
bunların önemli bir bölümünden Gladio sorumlu gösterilmiştir. Bazı eylemleri bizzat yapmakla,
bazısında patlayıcı ve silah sağlamakla, bazısında da tahrik ve yönlendirme yapmakla suçlanmıştır.
Avrupa Parlamentosu bile sorunla ilgili karar tasarısında şu sözlere yer vermek durumunda kalmıştır:
"Avrupa Topluluğu"na üye pek çok ülkede gizli, paralel istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerinin 40
yıldır var olduğu Avrupa hükümetleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kırk yıldır bu örgütlerin
demokratik kontrolden kurtulduğu ve NATO ile işbirliği halinde ABD gizli servislerince yönetildiği
anlaşılmıştır."
Örgütün İtalya"daki adı Gladio (Kılıç) idi. Yunanistan"da B-8 ya da SheepSkin (Koyun Postu),
Belçika"da SDRA-8, Hollanda"da NATO Command, Batı Almanya"da Gehlen Harekatı, Stay Behind ya
da Sword, Avusturya"da Schwert, Fransa"da Rüzgar Gülü, İspanya"da Anti-Terör Kurtarma Grubu
(GAL), İngiltere"de ise Secret British Network olarak bilindiği bu ülkelerin yetkililerince açıklandı.
Örgüt, Türkiye"de Kontrgerilla olarak biliniyor.
*******
ŞAHLARIN LABİRENTİ;12 EYLÜL BELGESELİ
Belgeselde, yaşananları sağ-sol çatışmasından ibaret saymanın o dönemin üzerine perde çekmek
olacağı düşüncesine yer veriliyor.
Alttaki adreste konuyu vermiş idik,
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=345.msg5906#msg5906
Lakin yine de indirmek ve arşivinde saklamak isteyenler olur ise konu kapatılmadan tamamını
indirebilirler.
Türk Silahlı Kuvvetleri "Düşükler Yassıada"da" diye bir film gerçekten çekti mi?
İdam fotoğrafları gazetelere ne kadara satıldı?
http://rapidshare.com/files/309347726/Shlrn.Lbrnti.6.blm-.part2.rar
http://rapidshare.com/files/309347908/Shlrn.Lbrnti.6.blm.part1.rar
-------------
İdam, sürgün, işkence sebebiyle büyük acıların yaşandığı o dönemde pek çok gencin kirli oyunlara
kurban verildiği ve bu sebeple 12 Eylül sonrasında apolitize bir gençlik yetiştirildiği düşüncesinden
hareketle Türkiye"nin geleceği olan bu gençliğin yakın tarihinde nelerin yaşandığını bilmek zorunda
olduğunun altı çiziliyor.
-650 bin kişi göz altına alınmış.
http://www.megavideo.com/?v=E4WJFH1B
Önceki verdiğim bu adres engellenmiş durumda.
Buradan bakınız. trt.net.tr (http://www.trt.net.tr/Galeri/Video.aspx?GaleriResimKodu=884e97f6336f-4173-b526-dbd18f6e1fe1&KategoriKodu=d6387ba0-a0e3-4b7e-bafc-139998dd4523)
*********
Türkeş"in gerçek adı,Hüseyin Feyzullah"dır.
Devletin resmi sitesinden alınmıştır.
Bakınız...
Yazıcıoğlu"nun F.Gülen hakkındaki konuşma videosu.
Helikopter kazası Allahın millete uyarısı mı?
Değerli dostlar,
Bir zamanlar (Cubbeli değil) cüppeli lâkabı ile tanınan (ben ona bir ulema artığı diyorum) biri vardı.
Ne diyordu?
Gölcük depremi inançsızlara bir ceza imiş vs... gibi abuk sabuk söylemler...
Şimdi de helikopter kazası için aynı abuk sabuk söylemleri biz de aynı sapkınlıkla mı dile getireceğiz?
Elbet ki hayır.
Düşünün ki devlet erkini elinde bulunduranlar milyarlarca dolarlık harcamalar yaparak odamızdaki
konuşmaları dahi dinleyebilecekler ancak bir helikopterin yerini bulamayacaklar.
Bu aklınıza yatıyor mu?
Aklınıza diyorum dikkat ediniz.
Çünkü (inananlar açısından) Kur"an onlarca kez akla vurgu yaptığına göre elbet ki ben de aklınıza
yatıyor mu diye soracağım.
Akıl kelimesinin geçtiği ayetler.
Başbakan"ı protestoya 11"er yıl hapis kararı çıkmış.
Ne içinmiş?
Başbakan hakkında protesto gösterisi yaptığı için.
Polise, adalete kalkan elleri elbet ki kıracaksınız. Bu kesinlikle böylede olmalı. Fakat sadece başbakanı
protesto için ise yazıktır.
Salt başbakanı protesto ettiği için yargılanan, başbakan gelecek diye hukuksuzca gözaltında tutulan
çiftçileri de unutmadık elbet.
Adaleti yargılamak peşinde hiç değilim elbet ki.
Ancak yukarda belirttiğim üzere aklınızı kullanmanızı tavsiye ederek yargı konusunu geçiyorum.
Helikopter meselesi bir cumhurbaşkanı, bir başbakan gibi daha gözde bir mevkideki insan için olsaydı
Türk devletinin dünyadaki durumu ne olurdu?
İşe bakın ki NASA helikopterin yerini belirlemiş. Tabii ki turktime.com"un haberi kesin ise.
Hasbel kader o mevkie gelemeyen bizim gibi sıradan insanları zaten hiç konu dahi etmiyorum.
Ey aziz milletim,
Hangi görüşten olursa olsun inanıyorum ki yaklaşık 70 milyon insanımız Sayın Yazıcıoğlu ve
beraberindekilerin kurtulması için dua ediyordur.
Allah 70 milyon insanın duasını kabul etmiyor diyebilir misiniz?
Tabii ki hayır.
Ancak hangi Allaha dua ettiklerini tartışmaya gerek dahi yoktur.
Nasıl inanırsa inansın milletimizin temiz duygularla içten gelerek bir ümit için dua ettiğine ben
inanıyorum.
Görülüyor ki bu işler Allahın üzerine atılamayacak durumlardır.
Boş vermişlikle, vurdumduymazlıkla devlet yönetmeye kalkan ulema benzerleri ile Türkiye
Cumhuriyeti yönetilemiyor.
Hiç değilse çıkıp bir özür dilenseydi de demiyorum.
Çünkü <<Özür / suçu, eksikliği ortadan kaldırmak / veya uyarmak için. (MÜRSELAT SURESİ/6)>> yeterli
olmadığı açıkça belli olmuyor mu?
Bana göre bu beceriksizler acilen istifa etmelidirler.
Onlar bu durumu göremiyorlar.
Kalpleri vardır bununla kavrayıp - anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır
bununla işitmezler.
Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (A"RAF SURESİ/179)
Gördüğünüz gibi ben demiyorum...
Elbet ki hak ettikleri cezayı yine milletimiz verecektir.
Tabii ki Allahın vereceği cezayı bekliyoruz diyenler varsa o başkadır.
O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah"ın hiç şüphesiz hak olduğunu
bileceklerdir. (NUR SURESİ/25)
İnanıyorlarsa bundan hiç şüphe duymasınlar.
Helikopter olayından bir hayırlı haber hepimiz bekliyoruz elbet ki.
Muhsin Yazıcıoğlu"nu siyaseten tasvip etmek başka, insan olarak, insanlık adına hayırlı haber
beklemek başka şey elbet ki.
Hayırdan her ne infak ederseniz - haksızlığa, zulme uğratılmaksızın - size eksiksizce ödenecektir.
(BAKARA SURESİ/272)
Biz Sayın Erdoğan gibi zalim değiliz.
Zalim diyorum çünkü kendisine muhalif olduğunuzun anlaşıldığı an işiniz bitiveriyor.
Ya Ergenekon ile ilişkilendiriliyorsunuz ya da başka bir konu ile...
Tıpkı Uğur Dündar"ın dün açıkladığı gibi...
Allah, zalim olanları sevmez. (AL-İ İMRAN SURESİ/57)
Değerli dostlar,
Bir zamanlar liderler sultasından dert yanan Sayın Erdoğan, şimdilerde liderlik sultasının keyfini
doyasıya sürdürmekte bir sakınca görmemektedir.
Hatta iki dönemden fazla liderlik bizim partide olmayacak gibi vaatlerde bulunduğunu acaba hatırlıyor
mu dersiniz?
Söze sadakat insan olmanın erdemidir.
Bunu yakında göreceğiz.
Özetle Allah yüce milletimizi uyarmaktadır.
Ben şahsım olarak buna inanıyorum.
İmamlarla ülke yönetilemeyeceğini anlamamız için bu elim helikopter olayı yine Allahın bizlerin aklını
kullanması için bir uyarı olduğuna inanıyorum.
Çünkü (inananlar için) Kur"an da diyor ki.
Biz Kitap"ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. (EN"AM
SURESİ/38)
Artık AKP"nin hak ettiği cezayı sandıkta veriniz.
Hesap günü geldiğinde tüm bu yapılanların hesabını sizler de AKP ile birlikte vermek zorunda kalmak
istemiyorsanız, Allahın uyarıcılığına kulağınızı tıkamayın derim.
Saygı ile...
27 Mart 2009
Ahmet Dursun
*********
CIA,TÜRKEŞ'İ MBK'YA YERLEŞTİRDİ.
Altta sunacağım bir başlık ile grubumuzda bir tartışmaya başladık.
İşte yazışmalarımız.
----------
Gündem Ankara'da 'Derin Devlet'in dehlizlerine inildi
"CIA, TÜRKEŞ'İ MBK'YA YERLEŞTİRDİ"
"ALPARSLAN TÜRKEŞ, CIA TARAFINDAN EĞİTİLDİ"
"MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ'Nİ CIA KURDU"
"MÜDAHALELERİN ARKASINDA AMERİKA VAR"
"AMERİKA, SİSTEMİN HER ALANINA YERLEŞTİ"
İNÖNÜ: DEVLETİ HERKESE GÖSTERMEK İÇİN RESMİMİ PARAYA BASTIM
"İNÖNÜ KUKLAYA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ"
AMERİKAN KABUĞU KIRILMADIKÇA, PROVOKASYONLAR DA BİTMEYECEK!
"BÜTÜN GENERALLERİ TOPTAN YOK ETMEYİ DAHİ DÜŞÜNDÜK"
"NE MAOCU, NE DE LENİNCİ, BEN DEVRİMCİYİM!"
"TÜRKİYE KÜRTLERİ ERBİL'E DEĞİL, ANKARA'YA BAKARLAR"
"TÜRKİYE'Yİ KİMSE KISIR KAVGALARA MAHKÛM EDEMEZ!"
1960'lı yıllardan günümüze Türkiye'nin derin dehlizlerinde tasarlanıp, sahnelenen oyunların
arkasındaki güçler deşifre oluyor. MHP ve Alparslan Türkeş'in CIA ile ilişkisi, askeri
müdahalelerde Amerika'nın rolü, solcuların İslamiyet hakkındaki yanılgıları, İnönü'nün niçin
paraya fotoğrafını bastırdığı, Ömer Gürcan niçin bütün genarelleri öldürmeyi dahi
düşünebildiklerini ve Türkiye'nin içinde bulunduğu kuşatılmışlığı nasıl aşacağı Gündem
Ankara'da konuşuldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iki eski subayı, 68 kuşağı öğrenci hareketlerinin iki aktif ismi Sarp
Kuray ve Ömer Gürcan, Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan'ın hazırlayıp sunduğu
Gündem Ankara'da, derin devletin Türkiye tarihindeki izlerine yönelik ilginç tespitlerde
bulundular.
Ö.Gürcan
----------Sevgili Arkadaslar, su siralar, gündemde ( genel anlamda ) mhp ve Türk milliyetciligine
yönelik karalama amacli haberlerden gecilmiyor. Bu tür haber ve bilgilerin mesafeli ve
süpheci bir yaklasim ile okunmasini tüm öbekdaslarimdan rica ederim.
Hani belgesi, c i a dan diplomasi , iddianin kaniti derseniz, ortaya hic bir sey
cikmayacagindan emin olabilirsiniz.
Sayin Ö.Bey,affiniza siginarak yazdigim bu satirlar icin, kusuruma bakmamanizi rica ederim.
Saygilarimla, efendim.J.Macer
---------Belge mi istiyorsunuz?
TÜRKİYE'DE GİZLİ SAVAŞ
Devamı yazının sonundadır.
Bu belgeye henüz itiraz gelmemiştir.Bu nedenle de geçerliliğini ya da iddialarını hala koruyor
demektir.saygı ile...A.Dursun
----------Ahmet bey,
Alparslan Turkes Kurt degil bir kere. Bu uyduruk belgeleri birakin.
Nelere inanarak bu yasa gelmissiniz. Lutfen yani.NKavcar
--------Ohooo!...
Ahmet Bey!.....
Siz muhatabınızı bu belgeler kesmez:
CIA'dan diploma,Öyle "tif" dosyası, hatta fotokopi bile kesmez kendisini...
....
Aslında orjinali DE kesmez ya, hatta ses bandı da kesmez,"sahte", "düzmece", "komplo"
der!....
Kulak ve gözden beyne giden sinirleri yoktur kendisinin...
A.Vaizoglu
---------Ben yine de arşivlediğim bazı yazıları paylaşayım o halde.İsteyen inansın istemeyen kendi
bilir.
ALPARSLAN TÜRKEŞ, ABD'DEN PARA ALDI MI?
http://ahmetdursun374.blogcu.com/turkes-alparslan-turkes-abd-den-para-aldi-mi/1695186
--ALBAY TÜRKEŞ VE CIA BAĞLANTISI
http://ahmetdursun374.blogcu.com/turkes-albay-turkes-ve-cia-baglantisi/1817239
--TÜRKEŞ:HALA KÜRDÜZ ALLAH'A ŞÜKÜR
http://ahmetdursun374.blogcu.com/turkes-hala-kurduz-allah-a-sukur/1902607
--ALBAY TÜRKEŞ:KONULU YAZIYA YORUM
http://ahmetdursun374.blogcu.com/albay-turkes-konulu-yaziya-yorum/2152775
--------Sanık Üsteğmen Alparslan Türkeş'e hakim soruyor.
http://ahmetdursun374.blogcu.com/7946861/
Sağlığında yayınlanan hatıralarında ( Sabah Gazetesi, Hulusi Turgut), adının Ali Arslan
konduğunu, daha sonra öğretmeninince Alparslan'a dönüştürüldüğünü kendisi söylemiştir.
"Alp Arslan ( Arslan soyadı olarak)" takma ad kullandığını Star televizyonundaki Kırmızı
Koltuk programında Ahmet Altan'ın başka bir konu ile ilgili sorusu üzerine arada kendisi
söylemiştir. Ayrıca harbiye öğrencisi iken İnönü'ne gönderdiği Alp Arslan imzalı mektuplar
basında da yayınlanmıştır.
Helikopter kazası Allahın millete uyarısı mı?
türkeş'in bilinmeyen anıları o yıllar'da!
pkk:dtp ile ilk önce türkeş görüşmüş.
fethullah ve alparslan türkeş
menderes, cemal gürsel’in sansürlenen mektubu
fethullah:gulen uzerıne bır yazı
almanak; türkiye 1980, tarih tekerrürden ibarettir.
-------------Sayın Kavcar,
Önce de söylediğim gibi benimle siszin farklı bir söylemimiz yoktur.
Suçlama falan da yapmış değilim.
Öyle bir niyetim asla olmadı,olmaz da.
Anlamak istediğimi sormuş idim.
Birkez daha yineliyorum.
Siz de ben de yaklaşık aynı sevdayı seslendiriyoruz.
Ülkümüz Türk varlığı,milletimiz,devletimiz,ebediyen var olacağına inandığımız bir dava.
Yani Türklüğün var oluş mücadelesi.
Başkaca bir şeklini de zaten düşünemiyorum.
Ancak neden farklı algılıyoruz?
Ya da neden farklı şeyleri söylüyormuşuz gibi algılanıyoruz?
Acaba bir zihin kontrolü ile karşı karşıyayız da biz birbirimizi anlamakta mı zorlanıyoruz?
Kemikleşmiş bir Türklük bana göre hastalıkla iştigaldir.
Doğru olan ise,Türk varlığına olan umumi düşmanlıktır.
Bu düşmanlığın adı ya da adresi her kim olursa olsun benim için hiç fark etmez.
Direkt olarak karşısında dururum.
50 yaşıma rağmen hala söylediklerimi anlatamıyor isem,hala ifadelerimde bir kısır döngü
mevcut ise sanırım ki bu benden kaynaklı bir hata olmalıdır.
Biz Türkler için düşman millet,düşmanlaştırılmış halk yoktur.
Bu vatanı seven herkes bizim kardeşimizdir.
Bu nedenle yüce Atatürk'ün"Ne mutlu Türküm diyene"ilkesini düstur edindik.
Bu ilkeye sonuna kadar bağlı olan herkes bizim kardeşimiz,dostumuz,canımızdır.
Bunun dışında ne MHP,ne CHP,ne de Başka bir siyasal görüş benimsemiyorum.
Benim benimsediğim tek siyasal görüş vardır.
O görüş te ulu önderim Mustafa Kemal'in düsturudur.
Bunun dışnda kalan her çeşit fikir,akım,görüş benim metrelerce uzağımdadır.
Burada anlaşılmaz bir ifadem var mıdır?
Buna istinaden,adı milliyetçi,faşist,komünist,liberal,dinci,ılımlı ya da ılımsız islamcı vs... ne
olursa olsun beni bağlamaz.
Atatrük ilkelerine doğrudan ya da dolaylı olarak,her çeşit hülle kullanarak,takıyyeci her çeşit
oluşum,komüsnist,faşist,AB'ci,ABD'ci,herhangi bir mandacı,teslimiyetçi,vs...hiç bir
zihniyet,Atatürk ilkelerini candan özümsemiş hiç bir Türk evladının kabul edeceği bir olgu
değildir,olamaz da.
Evirip çevirmeye,kıvırtıp,sağa sola yalpalamaya hiç,ama hiç ihtiyaç duymayan,dosdoğru
insanların ancak ve ancak bu milleti makuz talihinden kurtaracağına olan inancım tamdır.
Öncelikle söylenmesi gereken şey şudur ki;ya bu milletimin ebediyen varlığı için canı dahil
her şeyini feda edeceksin,ya da milleti her ne ad ile olursa olsun,bölücü akımlara
yeltendirmeyeceksin.
Bu benim şahsi düşüncemdir.
Tabii ki başkasını bağlamaz.
Lakin,mesele vatan ise,yazdığım ve yazdığımız hermen herşey teferruat tır.
Teferruat ta takılmayalım diyorsanız sonuna kadar arkanızdayım.
Yok MHP,CHP,AKP,vs..lerin savunuculuğunu yapmak istiyor isek ben bunda en azından
şimdilik yokum.
Ta ki tam bağımsızlık mücadelemiz son bulana kadar.
Saygı ile selamlıyorum.
Ahmet Dursun
-------Türkeş olayında çok az bilinen ve her tür yoruma açık 2 olay var ;
1...Türkeş, ne tabur ne de alay komutanlığı yapmadığı halde albay rütbesine yükseltildi.
2...Türkeş hapis cezası almış olduğu halde kurmay olmasına,TSK geleneği ve kuralları
çiğnenerek izin verildi..
Onu yakından tanıyan bir em. subay büyüğümüz kesin olarak doğru diyor,Türkeş'i abd'nin
koruyup kolladığı ve de kullandığı konusunda !!
B.SAVAŞ
-----------Benim bildigim emperyalizm bir ulkede mili hassasiyeti olan kisilerin yetismesini istemez.
Yukarida yazdiginiz gibi cumleler bende kurabilirim. Atis serbest bir stil.
Fakat o cumleleri kurarken dikkatli olmak gerekir.
Dikkatimi cekiyor, Kurt-Turk, Laik-Antilaik ayrimini yeterli gormeyenler var.
80 once ki catisma ortamini eski tufekler ile geri getirebilir miyiz ozleminde olanlara prim
yaptirmamak gerekir.
Turkiye'nin 1. problemi AB, 2. Problemi AKP'dir.
Hedef saptirmayalim.NKavcar
-----------Her sey e maydanoz olmak,
Arkadaslar,yasım itibari ile olayların icindeyim.
Belki genctik.Olayları su anda ki gibi yorumlıyamadık ama icinde olduk.
1960 yıllarında ,hergünKızılayda özgürlük diye bagıran kisiydim veya Siyasal da veya
Hukuk fakültesindeki olaylarda ordaydım.
Fakat ,ihtilal sonrası gelisen olaylar ı tasvip etmedim.
Ordu -Genclik el ele sloganları ve Yassıada yargılamaları,Roma lıların ,galdyatörlerin
savasına benzedi.Adil degildi.
DPnin sucu varsa CHP nin de vardı.
Daha sonra ,birtakım genclerin ,Istanbulda ve Ankara da hergün gösteri yapması da
anlamsızdı.
polisin zavallı hale getirilmesi de.
3 -4 genc Ankara hergün olay cıkarıyor ,polis müdahale edemiyor.Ve bu gencler ,kücük bir
mahalle olan ,
Ayrancıda bir eski senatörün evinde saklanıyorlar.Yakalanamıyorlar.
Bu ara da sag da örgütlendi.Polis zavallı.Hergün ODTU lü lü,sakalı bitmemis 100-200 genc
Kovboy ülke
haber merkezini bombalıyor.Ülkücü gencler ,kahvelerde,pastanelerde toplantı yapıyor.
Fakültelerde örgütleniyor.
Polisin müdahale edemedi yerde ,bizim tosunar müdahale etti.Site yurdu,baskı altına alındı.
Bu is diger yurtlara sıcradı.
Ve sag-sol catısması basladı.
Ülke ,senelerce bu catısma yı yasadı.
Türkes olmasaydı,Büyükres olurdu.Biri si olacak.
Ceteler saldıracak,Büyükanıt olmazssa ,kücük anıt olacak.
Yavas yavas ,Iranla catısmaya gidiyoruz. Bu da gercek.Ustalar satrancı buna göre oynuyor.
RTE ,olmazssa ,baskaları hazırlandı.Bunu anlattım.AKP mantıgı devam edecek.
Bir grup manevi degerler dedi,solcularmaddi deger dedi.Fakat Erbakan ekibi,hem manevi
hem maddi deger dedi,kavgaya katılmadı. Ve en sonunda iktidar a geldiler.
Oyun un ,Kovboy ülkede planlandıgı hatta kendi adamlarına ODTU üniversiteinde kendi
Elcisinin
arabasının yaktırıldıgını ögrendik.
Ogrenciler olay cıkarıyor.Yurtlar bosaltılıyor.5000 ögrenci stadyumda toplanıyor ve etrafı
binlerce Jandarma tarafından sarılmıs,herhalde Kürkcü idi ,olyların lideri,elini kolunu
sallıyarak Isvece gidiyor.
Agca nın Maltepe ceza evinden cıkısı gibi.
Evet simdi anlıyoruz.
Süper gücler ,satranc oynuyor ve sah diyor.
Sıra bizde bizde satranc oynıyalım.
Bos konusmaya gerek yok.Allah sadece insanın ,biyolojisini düzenlemiyor.Onun sosyal
davranısları da düzenleniyor.
Ne kadar inkar etseniz de dünya hem dönüyor ,hemde galaksi ile birlikte hareket halinde.
G.Guvendag
----------Sayın Kavcar,
Siz MHP'nin yaptıklarını tasvip ediyormusunuz?
Evet diyorsanız o halde 1.öncelikli sorun başka ne olabilir ki?
Zaten soruncu başına(AKP)pirim vern yine MHP'in yönetimi değil mi?
Tabandan bahsetnediğimi sanırım siz de farkındasınız.
yani Türk milliyetçiliğinin ne isim babasıdır,ne de önderidir MHP yönetimi.
Bu AKP'den memnun değil iseniz o halde MHP'den nasıl memnun olabiliyorsunuz ki?
Dikkatimi cekiyor, Kurt-Turk, Laik-Antilaik ayrimini yeterli gormeyenler var.
80 once ki catisma ortamini eski tufekler ile geri getirebilir miyiz ozleminde olanlara
prim yaptirmamak gerekir
Demişsiniz.
Doğrudur.
Yakında Laz,Pontus vs..ayrımları da gündemdedir.
Çok kısa süre sonra bunlarda devreye girecek.
Eski tüfekler dediniz mi ucu biraz bana da dokunuyor da o nedenle bunları söylüyorum.
Eskiye rağbet olsa......
Doğru bildiğimiz,inandığımız değerler ayrı birşey,yanlış olana yanlış demek ayrı birşey.
Bize Türklüğü,Türk milliyetçiliğini ne ABD ne AB ne de onlardan cevaz alan diğer partiler
öğretemez.
CHP'nin gnel başkanı da aynı cenahtan değil mi?Yani AB'ye karşı olanlar bu partite
barınamaz diyen Baykal deyil mi?
Bahçeli ile Baykal'ın ne farkı var ki?
Daha doğrusu Türk milletini düşündüğünü iddia eden hangi vekile güveneceğiz?
Çıkarları olduğunda jet hızı ile kararlar alan,muhaletef olduğunu unutan,iktidar yandaşı
kesilenlerle nereye gideceğiz?
hangisinin neresini svunacağız ki?
Siyasetin de bir ahlakı vardır.
Sizi ve bizleri tabiiki kastetmiyorum.Zira siyasetçi değiliz.
lakin siyasetin de ahlaklı olanını sevmiyormuyuz?
Lütfen salt savunmak için değil,milli değerlerimiz için yazalım,söyleyelim.
Sizin inandığınız değerlerin dışında bir değere inanmış olarak yazmadığımı da biliyorsunuz.
Özetle aynı vatanı seviyoruz.
Ama nasıl oluyor da farklı anlamlar çıkartabiliyoruz onu anlamış değilim.
Çıkar desem,aynı çıkardayız.Vatan.
Menfaat desem yine aynı.
Nedir o halde farklı görüş açımız acaba bende bir nedret mi var?Ahmet Dursun
--------------Sayin Dursun hatırlatmis ve de CHP henuz kurultayda iken su soruyu yeniden sormamız
gerekiyor galiba :
SIZCE CHP POLITIK YELPAZENIN NERESINDEDIR ARKADASLAR ? Ç.Çalış
---------Solcu degilim, hic olmadim. Fakat sol dediginiz kavramdan artik bugun bir anlami kaldiysa
ilericilik,
cagdaslik vs anliyorsaniz.
Herkes bunlari istiyor.
Baykal dun solcu idi. Bugun Dunyayi iyi okuyor ve solculuk denen sey ile sanal sanal
dolasmaktansa gercek uzerinden siyaset yapiyor.
Deniz Baykal'ın 2002 deb beri iki buyuk hatasi oldu. İlki Erdogan'a yol verdi digeri "İkiz
Yaslarda" AKP'ye destek verdi.
Bugun bunu biliyor, ona gore yon ciziyor kendisine.
Bizde ki partilerin hatasi degil de ABD gibi binlerce stratejisyen ve gri propagandist
karsisinda yonlerini sasirma olarak bakiyorum olaya.
Solcu, suncu buncu degil, oncelikle Turkiye'yi cirkeften cikarmak gerekir.
Gelin bana kulak verin.
ONCE TURKİYE'Yİ KURTARALİM: SONRA YONETİMİ İCİN KAVGA EDELİM.
Dumende Washington varken, guvertede sizinle savasmak sacma olur.
Ve ben sol ne ise bir tehdit olusturmadigini bilirken bunu yapmam.NKavcar
--------------Yelpaze mi kaldı Çetiner Abi?
Bence kavramlar yozlaştırıldı dolayısıyla da içerik kayboldu.
Bir bakıyorsun bilmem ne ülkesinde, iktidardaki partinin adı komunist parti ama herşey
kapitalist.
CHP Türk Devrimlerine sahip çıksın, Kemalizm temelinde yeniden yapılansın ve bu
çerçevede politikalar, projeler üretsin yeterli bence.
Hatta demokrat olmasına bile gerek yok, bu kavram da bende hep politik fahişeliği
çağrıştırmaya başladı.
İşgalcilerin ellerindeki İnciller çoktan Demokrasi Risalelerine dönüşmüş durumda.
AKIL CAGI.com
---------“Saf MHP’liler” mi var; yoksa saf yerine mi konuluyorlar?-Arslan BULUT
http://www.ilk-kursun.com/2008/04/26/saf-mhpliler-mi-var-yoksa-saf-yerine-mikonuluyorlar-arslan-bulut/
------------Ömer Gürcan: MHP'yi CIA kurdu!
http://www.kanalahaber.com/haber_detay.asp?Pro=nEo3_1&haber=14090&G=21_g
---------Ne guzel en nefret ettiginiz iki kavrami bir araya getirmissiniz?
Bu mektup yazilmis mi belli degil?
Veya hangi tarihte?
Biliyoruz ki cemaat ilk okulu 1994 de Azerbaycan'da acti. O yillarda herkes cemaatle iyiydi
hatirladigim kadariyla.
3 yil sonra da Turkes vefaat etti.
1997 dede ic yuzleri ortaya cikmisti bir cogumuz icin.
Simdi siz ne cevabi bekliyorsunuz?
Bence buradan size ekmek yok.NKavcar
---------Alparslan Türkeş'ten "iş arkadaşı"na bir mektup...
Ne guzel en nefret ettiginiz iki kavram
Bana mı yazıyorsunuz Sn Kavcar...
Öyle farzederek yanıtlıyorum:
1994 Fetoş İlk Okulu 1994 de AÇMADI!.... YANLIŞ BİLİYORSUN!....
Ayrıca,"Yine 80 öncesini karıştırma" diyeceksin ama:
80 Öncesi, Fetoş daha Fetoş olmamışken neler yapıyordu???
Biliyor musunuz?
..............
Hayranlarınızı memnun etmek uğruna "körükörüne" MHP ve BOŞBUĞ'u temize çıkarmaya
ve bunu sağlamak için "deneme""sınama""sallama" metodu kullanmaya ha?
O DA İYİ A.Vaizoğlu
---------Türkeş olayında çok az bilinen ve her tür yoruma açık 2 olay var ;
1...Türkeş, ne tabur ne de alay komutanlığı yapmadığı halde albay rütbesine yükseltildi.
2...Türkeş hapis cezası almış olduğu halde kurmay olmasına,
TSK geleneği ve kuralları çiğnenerek izin verildi..
Onu yakından tanıyan bir em. subay büyüğümüz kesin olarak doğru diyor,
Türkeş'i abd'nin koruyup kolladığı ve de kullandığı konusunda !!
B.Savaş
---------Sayin Savas,siz bu yorumunuzla Turkes'i degil, TSK'ni vuruyorsnuzu farkinda misiniz?
TSK'de demek hak etmedigi hald Turkese Albaylik rutbesi verildi. CIA istedigi icin .İlginc.
Yapmayin bunu.
Elde , avucta saglam bir tek TSK i var. Onu yipratmayiniz.
N.Kavcar
-------Bak Nevval....
Kendini kasıyorsun,Saygı bekliyorsan, yazdıkların saygın olmalı...
Ne şimdi bu?Siz bu yorumunuzla Turkes'i degil, TSK'ni vuruyorsnuzu farkinda misiniz
Burhan Savaş yakın tarihteki bir olgu / olayı aktarıyor,
Yanlış ise olayı yanlışla, yalan de vs.. ne biliim...
Benim Türkeşin Fetoşa yazdığım mektubu yanlışlar gibi...
SEN BURHAN SAVAŞ'I YANLIŞLIYORSUN!...
Ne yaani,Bildiği /elinde olduğu halde bunu bizimle paylaşmasın mı?
A.Vaizoğlu
----Siz iki kimlikli mi yaziyorsunuz?
Fikir uretelim efendiler. Yazdigim dogrudur.
TSK nde o oyle istedi diye kimseye ulufe dagitilir gibi albaylik verilmez Alli Bey.
Yazacak sey bulamayinca hakaretvari konusmak..
Burhan beye nicin inaniyoruz? Etkisi, yetkisi nedir bilelim.
Tekrarliyorum ve sizi kiniyorum.
TSK i hedef aliyorsunuz.
Simdi oturup bende mektup yazayim bari. Inonu'nun Said-i Nursiye yazdigi.
Kaynagi bosverelim.
Ne bileyim kuyruk acimin oldugum kisilerin kuyrugunu CIA ya baglayayim vs.
Fakat Lutfen TSK i ni uzak tutarak
Simdi anladim Sol niye yerlerde. Omega falan kar etmez size.
Sayin Savas,
TSK nde kisilerin onunun kesilmesi baskadir, albayligi haketmedigi halde albaylik rutbesine
yukseltmek baskadir.
O satirlari okurken soyle dusundum. Sanki vatandas askere yazilmis , derken CIA diyor ki
"BUnu albay yapin" mantik nerede? TSK de boyle rutbe verimi olur mu?
Elbette bu ulkede CIA her tasin altinda. Fakat TSK nde yok diyorum.
Turkes'i bedavadan Albay yaptilar soylemi, TSK ne saygi ve sevgiyi birakir mi?
Hedefte TSK i yoksa, satirlariniza dikkat gerekir. Ki Olmadigini daha evvelki yazilarinizdan
biliyorum.
Simdi Turkes CIA ajani olsa, nicin tabani bu kadar Turk Milliyetcisi.
Bugun ki Amerikan politikalarina karsi ciksin diye mi? Mantik nerede?
Siz basarisiz dediniz ya googleden taradim.
"1948 yılında Genel Kurmay tarafından açılan imtihanları kazanmış ve bütün eğitim
dönemindeki başarılarıda gözönüne alınarak Amerika'ya tahsile gönderilmiştir.Amerika'da
piyade okulu ve Amerikan Harp Akademi'sinde tahsil görmüş buralardan da iyi dereceler ile
mezun olmuştur. 1955'de kurmay binbaşı olan Alparslan Türkeş (Amerika'da) Washıngton'da
bulunan daimi gurup nezninde Türk Genelkurmayı'nın Temsil Heyeti üyeliğine tayin
edilmiştir. 1957 yılının sonuna kadar vazifesini sürdürmüştür. Bu süre içerisinde Üniversity of
America (Amerika Üniversitesi)'ya devam etmiş, International Economics tahsili görmüştür.
Daha sonra yurda dönen Alparslan Türkeş, 1959'da Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na
gönderilmiş, bu okulu da başarı ile bitirmiştir."
Ortada bedavadan terfi gorunmuyor?
N.Kavcar
-------Amerika'dan türlü çeşitli diploma almıyan mı var ?
NBC -nükleer-biyolojik - kursları, çoğu.
Yazmayı unuttuğum önemli bir şey var.
İşlerine gelene güzel kıdemler ayarladılar amerika'da kurs, eğitim v.s ile..
arkadaşı bnb. iken albay olan pek çok !!
Tahsin Yazıcı diye şişirilen Kore generalini Menderes'in niye milletvekili yaptığını da mı
yazsam acaba?
Tugay-6.000 kişden oluşur- yarı yarıya imha ettirildi bir kaç günde.
Açtırmayın şu kapağı fazla.
abd'nin TSK'ya yaptıklarını, operasyonlarını burada keselim de canımızı daha fazla
sıkmıyalım..
Teknik ve Milli Ordudur Mustafa Kemal'in ideali..
abd mahvetti TSK'mızı..
Suçun yarısı -en az- bizim..
Bugünkü Gen. Kur.Karargâhı eskiye göre bin defa daha fazla bizim TSK peşinde zaten..
Ama, öyle bir kapana girmişiz ki Allah yardımcımız olsun..
ABD gibi ordumuzun tüm ihtiyacını karşılıyacak bir özel sektör yarattırmadı bize nato-yani
amerika !Bakın bugün akp tamamen abd'nin operasyonuyla % 47 alıyor..
Bildiğimiz her şeyi de yazmıyoruz içimiz fazla acımasın diye..
Milli bir iktidar bu işleri birgün mutlaka rayına sokacaktır.
Halk ve yeterli sayıda insanımız geçmişte bu yazdıklarımızı bilebilse, öğrenebilse her şey çok
farklı olurdu..
Bizde nato'dan beri hem ordu'da hem sivilde elitler ve yeteneklilerin çoğu yarı yolda uygun
yöntemlerle ! imha ediliyor, küstürülüyor, bıktırılıyor.
Yurt dışında yaşıyan sayısız TSK'dan erken koparılmış ne cevherler var..
ahmet yüksel özemre yobazı demirbaş nükleer komisyonlarında yıllardır.
o milletvekili bile olmadan komisyonlardadır hem de ..
Teknik ve Milli TSK için hepimiz gece gündüz uğraşmalıyız.
Meclise niye sadece 3-5 mühendisten fazlası sokulmaz.
Kim çalışacak teknik savunma meclis komisyonlarında ?
avukat, iktisatçı, imamlar mı ?
Hep öyle oluyor nato'ya girdiğimizden beri..
bu konuları tartışmalı bu tip '' akıl '' grupları..asıl temel konular bunlar..
B.Savaş.
-------DEĞERLİ ARKADAŞLAR;
KONU SİLAHLI KUVVETLER OLUNCA BİR MENSUBU OLARAK AÇIKLAMA
İHTİYACI DUYDUM.
Silahlı kuvvetler hepimizin.Silahlı kuvvetler hakkında bilerek yıpratıcı yayın yapanlar
öncelikle kendilerini aşağılar, kendilerini küçük düşürür, ki herkesi bundan tenzih ederim.
Lütfen bilmeden de genelleme yaparak bu hataya düşmeyelim.
Burhan bey, "işlerine gelenlere güzel kıdemler ayarladılar, amerikada kurs, eğitim vs. ile.
arkadaşı bnb.iken arkadaşı albay olan pek çok." cümleniz külliyen yanlış. Bu bilgiyi nereden
aldıysanız sizi kandırmışlar. Bu konuda bir örnek dahi veremezsiniz.
Yurt dışı kurslar için öncelikle lisan sınavı yapılır, sonraki aşama belli bir sicil notu
ortalaması olmasıdır. Sınavda yeterli lisan puanı alanlardan sicil notu ortalamasını da
geçenler arasından yapılan seçimler artık komutanlığın bir tercihi olabilir, ama bu seçilenler
de mutlaka yurt dışı kursa gitmeye hak kazanmış kişilerdir.
Ben de amerika'ya 3 aylık kısa bir kursa böyle gittim.
Ama arkadaşı binbaşı iken albay rütbesiine terfi ettirilen bir kişi dahi yoktur.
Yurt dışı görevlerde yabancı ajanların kendilerine hizmet edecekleri kişilere yanaşma ve elde
etme taktikleri her zaman olmuştur ve olacaktır.
Elde edilme olayı kişilerim süt ve kan bozukluğuna bağlıdır. Bu kişiler tesbit edildiğinde hem
yasal hem idari işlem yapma hem de teşhir etme herkesin görevidir.
Silahlı Kuvvetlerde yanlış yapanları eleştirmek, Silahlı Kuvvetler içindeki çürük elmaları
temizleyerek daha da güçlenlenmesine hizmet eder ki ben iki kitap yazarak, yanlış yapanları
ismen ve rütbe ve makamları ile teşhir ederek bunu yapmış kişiyim.
Ama lütfen bilmediğimiz konularda ve genelleme yapmaktan kaçınalım. Bildiğimiz her türlü
yolsuzluk, Silahlı Kuvvetleri yıpratan her türlü olay, kişiler ve makamların üzerine de
çekinmeden gidelim ki ordumuz her zaman Türk Milletinin en güvenilir kurumu olmaya
devam etsin.
SELAM VE SAYGILARIMLA
A.ULUDAĞ E.Kur.Alb.
---------MHP Marks Türkeş sağ sol vb.
Madem ki sanal evrendeyiz öyleyse şöyle bir kaç dakikalığına kendimizi bir "Liberal" "Dinci"
"AB'ci" "Soroscu" "ABD'ci" birinin yerine koyarak günümüzde yapılan bu türden “sanal alem
tartışmaları"nı izlesek ne hissederdik acaba ?
Belki anımsarsınız çocukken çevremizde hoşlanmadığımız kişiler birbirleriyle dalaşırken
kenara çekilir başparmaklarımı zın tırnaklarını birbirine sürerek “daha fazla kızışmalarını,
birbirlerini yemelerini” dilerdik.
***
Bu sabah bir arkadaşa yazdığım kısa bir yazıdan bir bölümü aşağıya alıyorum.
yalnız orada yazmayı ıskaladığım bir kaç satırı da ekleyerek yolluyorum:
(...)
“Gün "kan davası" günü mü allahesen.
Bak karşıdaki ortakların karşılıklı olarak çok daha fazla nedeni varken dalaşmak için, hiç
onları konu yapıyor, dalaşıyorlar mı.
Bir hafta sürmedi hemen "barışıverdiler" "can ciğer kuzu sarması"lar yine..
Neden ?
Çünkü "Kemalister" onları birbirine yaklaştıran, ortaklık kurduran "müşterek hedefleri" de
ondan.
Yani Kemalizm "olmazı olduruyor, zıtları birleştiriyor" tutkal görevi görüyor.
(Belki onlar da çok iyi biliyorlar "Kemalizm ve Kemalistler"den kurtuldukları , yani "varlık
nedenleri" ortadan kalktığı gün başlayacakları nı birbirlerini yemeye.)
Yalnız başkalarının tutkalı olan Kemalizm nedense kendisini savunanlara "Kemalistler"e
tutkal olamıyor bir türlü.”
***
"Sağ" "sol" “Kemalistler” ayrıntılara saplanmasını seviyor, "öz"de birleştiklerini unutuyorlar;
"tartışma" içgüdüsü ağır basıyor; “öz” birdenbire “ayrıntı” oluveriyor.
Ve ilginç olan taraflar bunu “Kemalizm adına" içtenlikle, iyi niyetle yapıyor; onu böylece
"bozulmaktan, saptırılmaktan" "oportunizm"den kurtardıklarını söylüyorlar.
Yani herkes “haklı” olduğunu öne sürüyor.
“Herkes haklı olduğu zaman herkesin haksız” olabileceğini unutuyorlar
Günümüzde "Bunlar" “parti” üyelerinden “yahoo” üyelerine kadar uzanan geniş bir açıyı
oluşturuyor..
Hem de gün ne eski defterleri karıştırma, ne de kan davası gütme günüyken..
Ayrıca herkesin defterinde olumlu olumsuz başka başka şeyler yazdığı zaten bilinirken..
Ve bu dalaş sarmal bir şekilde uzuyor, yenileniyor; yenilenmezse birileri
tarafından “hatırlatılıyor”. .
Aydoğan
----------Helal olsun sana Aydogan Kardes.
Bu internet müthis bir sey.Kafamız yazarken calısıyor.Okumak da ,yazmak da önemli.
Binlerce kitab okuduk.Bir kac daire parasını kitablara yatırdık.
Ama yazmalıyız. Büyük ,güclü ,demokratik ve adil Türkiye icin yazmalıyız.
Istemem ama,belki bir gün , Emperyalist gücler ve paralı adamları gelecek.Susun Lan
diyecekler.
Neymis Büyük güclü Türkiye ve Halkın refahı.Adil yönetimmis,demoksiymis.İyi
yönetimmis..
Siz ,''kötü ''adamsınız. Bizim emrimizdekiler'' iyi'' adam lar diyecek.
Bizde birbirimizle catıstıgımız icin pisman olacagız ama is isten gececek.Istemem ama
,medya yazacak. su kadar kötü adam temizlendi diye.
Irakta olmuyormu?
Olaylara evren genisliginde bakmak önemli.
Kendi icine sıkısmıs ,dünya yı kendi dünyasıında gören,cahiliye devri adamları bir birleri ile
bogusup duruyorlar.O ,o ,na saldırıyor . Empati önemli bir sanat.
Bir de olaylara ,Manhattan da yasıyan otuz bin ailenin gözünden baksak veya Moskova dan
,Berlinden ,Londra dan veya Tokyo ve ya Pekinden baksak ne olur.
Kendimiz Bagdattaki vatandasın yerine koysak.Gazze seridinde olsak. Güny Afrika da AIDS
lilerin dünyasına gitsek.
Meksika ,kovboy ülke sınırında olsak.
Milyonlarca dönüm arazileri Bir kac bin ailenin elinde Latin ülkesinde olsak.
Benim gördügüm kadarı ile ,yanlıs lar da olsa dogrular da olsa.Türk dünyası fikrini,inanc la
savunan,kıymetli bir sahsiyettir ,Türkes.
Daha ,uyumlu,catısmasız,akıllı bir politika izlenirmiydi? Bilemiyorum.
Toz duman bir ortamda ne yapılabilirdi?
Hatırlıyorum gülüyorum.Bir Albay cıkıyor,2000 Harbokulu ögrencisini alıyor ve Türkiye
de ihtilal yapmaya kalkıyor.
Bu kisiyi,o zaman Basbakan Inönü,hava kuvvetlerin kullanıp durduruyor.
Simdi böyle sey mümkünmü?
Ankara da cın cın mahallesine hakim olamzasın.
Gözümüzü dünya ya cevirelim.
Rakı şişesinde balık olmanın anlamı yok.G.Guvendag
---------Can Dündar'ın "Alpaslan Türkeş" Belgeseli...
Oldukça aydınlatıcı...
Not: Can Dündar'ı sevmem , ancak seneler önce hazırladığı bu belgesel çok şey anlatıyor.
Ancak o dönem seyrettiğimde CIA den 2-3 defa eğitim aldığı vurgulanmıştı.
Bu sürüm de sansürlenmiş görünüyor veya ben atladım.
Saygılarımla
Linkler...
http://www.youtube.com/watch?v=C5plXT4t4pU&feature=related bölüm 1
http://www.youtube.com/watch?v=kWFr8uCKG0c bölüm 2
http://www.youtube.com/watch?v=1j4vGkJGeVE bölüm 3
http://www.youtube.com/watch?v=4-Awms1KHD0&feature=related bölüm 4
http://www.youtube.com/watch?v=M1Q53fv1gWg&feature=related bölüm 5
Sarı Zeybek
*******
Yazıcıoğlu, Türkî Cumhuriyetlerde Latin ABC"si yerine Arap Elifba"sının kabul edilmesi uğraşısına
girince TÜRKEŞ"LE yolları ayrıldı.
Bir arkadaşımızın yazışma sırasında ilginç bir tespiti olmuş.
Muhsin Yazıcıoğlu için demiş ki;
12 Eylül"den önce ÜGD Başkanı idi, son dönemde BBP Başkanı.
Hem milliyetçi, hem dinci.
Bozkurtlara karşı, üç hilalci;
12 Eylül"den sonra hapisten çıkınca daha az milliyetçi, daha çok dinci.
Bu süreçte, Türkî Cumhuriyetlerde Latin ABC"si yerine Arap Elifba"sının kabul edilmesi uğraşısına
girince TÜRKEŞ"LE yolları ayrıldı.
Son dönemlerde ılımlı İslamlaşarak, yeniden milliyetçilik oranını artırmış, adı Fetullah"la birlikte çok
sık anılır olmuştu.
En sevdiği gazete Zaman gazetesi imiş.
Nedense! ERGENEKON iddianamelerinde adının geçmesinden çok sakındılar savcılarımız.
B. Savaş
-----------Konu hakkında başka bir açıklama için bakalım.
Erdoğan Musa Peygambere benziyor. Bu iddianın sahibi Başbakanlık Sözcüsü Beki.
İşte Beki"nin kaleminden paralellikler.
Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan"a en yakın isimlerden biri. Son
günlerde aslında 2003 yılında yayımladığı "Erdoğan"ın Harfleri" adlı kitabıyla da gündeme geliyor.
Kitap, yayımlandığında Kanal 7"de gazetecilik yapmakta olan Beki"nin dilbilimi tutkusundan derin izler
taşıyor. Beki, kitabındaki bir bölüm için, "Düzyazı-epik anlatım karışımı bir kurgu ve simgesel bir dille
kaleme alınan bir tür fantastik öykü bu..." nitelemesinde bulunmuş. Bu fantastik öykünün kahramanı
tabii ki Recep Tayyip Erdoğan...
Beki, kitabının ilk bölümünde, Hurufilik, yani Muhyiddin İbn Arabî"nin harfler çizelgesine göre
Erdoğan"ın hayatıyla ilgili tahlillerde bulunuyor ve Başbakan"ın durumunu şöyle saptıyor:
"Yıldızı Müşteri, harfi Dad. Harfler hiyerarşisinde bu mertebeye tekabül eden ilahi isim, Âlim. Bu
mertebenin peygamberiyse Musa. Günü perşembe, yaradılışın beşinci günü, göklerde ikinci kat.
Madeni ise su, harflerden Sin. Bu mertebede tecelli eden ilahi isimse Muhyi."
Halk, Erdoğan"ı kurtarıcı olarak görüyor
Beki, bu saptamanın ardından şu analizi yapıyor:
"Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi şahsiyetlerinden biri, Necmettin Erbakan"ın yanında yetişiyor.
Onu liderliğe götüren süreç, kazara işlediği bir suç, iyi niyetle okuduğu bir şiirle başlıyor. Cezaevine
gidiyor, halkın umudu olarak geri geliyor. Siyasi yasağı önce büyük bir kötülük gibi gözüküyor, sonra
Erdoğan için yeni bir başlangıca dönüşüyor. Kendi yolunu çiziyor.
Kaderin garip cilvesine bakın ki (böylesine Hurufiler ancak tevafuk (birbirine uyma) diyebiliyor)
yasakları başladığı yerde, Siirt"te bitiyor.
Yasaklandığı yerden başbakan olarak çıkıyor. En çok oligarşinin korkularından çekiyor, öcü gibi
gösteriliyor, siyasi yaşamı boyunca bununla mücadele ediyor. Ve oligarşinin korkuları (bu anlamda
kehanet) gerçek oluyor. Erdoğan iktidara geliyor. Ama onu son umut ve kurtarıcı olarak gören
halkının oylarıyla."
Beki, kitabında İbn Arabî"nin Musa Peygamber"in kardeşi Harun ile olan ilişkisini nasıl anlattığını da
aktarıyor. Peygamber, kardeşi Harun"u, konunun aslını anlamadan insanlar önünde küçük düşürerek
suçluyor. Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül"ün dava arkadaşlıklarını Musa Peygamber ile
kardeşi Harun"un ilişkisine benzeten Beki şu uyarıyı yapıyor:
"Ve Musa Peygamber"le Tayyip Erdoğan"ın yaşamındaki en inanılmaz paralellik tam da bu noktada
ortaya çıkıyor. Tayyip Erdoğan iktidarını Abdullah Gül"le, en az 30 yıllık bir geçmişe dayanan yol
arkadaşıyla paylaşıyor. Bu yorumdan yola çıkan bir Hurufi, Tayyip Erdoğan"la Abdullah Gül"ün de
aralarındaki iktidar paylaşımında benzer sorunlar yaşayabileceklerini söyleyip Erdoğan"a fitneciler
karşısında sabır tavsiye edebilir."
Arapça da kullanılıyor
Beki, kitabın diğer bölümlerinde, Erdoğan"nın zihin serüvenini dil-zihin ilişkileri açısından ele
alırken şu tespitleri yapıyor:
"Erdoğan"ın zihin serüveni 1928 harf devrimiyle başlıyor. Sadece Arap elifba"sının 28 harfi Latin
ABC"siyle değiştirilmedi, aynı zamanda Arap-Müslüman aklın zihin süreçlerine kendi şeklini verecek
olan yeni gramer mantığı getirilmiş oldu. İkinci dil zihne asıl şeklini veren anadilin mantık şablonunu
etkileyebiliyor. Erdoğan örneğinde bunu görmek mümkün. Bilindiği gibi Erdoğan Rizeli ve anadili
Türkçe. Zihin mekanizmaları Türkçe gramere göre çalışıyor. Erdoğan bir imam hatip liseli. Temel
düzeyde de olsa Arapça eğitimi gördü ve Kuran"ı Arapçasından okuyabiliyor.
Muhafazakâr bir çevrede yetiştiği için de dini terminolojiye hâkim. Erdoğan"ın konuşma dilinde
kendini açığa vuran mantık, Arapçanın dünya görüşünden ne tür emareler ya da izler taşıyor?"
Erdoğan"ın bazı konuşmalarını aktararak analiz eden Beki, "Erdoğan olaylara siyah-beyaz olarak
bakmıyor. Gri tonları görebiliyor. Vermek istediği mesajı güçlendirmek için her iki dilin (Arapça ve
Türkçe) gramatik imkânlarından yararlanıyor."
Beki"ye göre, Erdoğan, konuşmalarında Arapçanın mübalağa yeteneğinden yararlanıyor. Mesela,
"Bizim bu anlayışta olmayacağımızı söylüyorum" yerine Arapça düşünme tarzına uygun olarak, "Şunu
söylüyorum ki, katiyen bu anlayışın içinde olmayacağız" diyor.
Göklerden beklenen kurtarıcı
Kitabın ilginç bölümlerinden biri de, "Beklenen Kurtarıcı: Göksel Değil Dünyalı" adını taşıyor. Bu
bölümün başında, Erdoğan"ın gelişerek değişiminin 1994 yılından itibaren başladığını anlatan Beki,
AKP hareketinin projesiyle, dindar kitlenin kurucu düzenle barıştığı tespitinde bulunuyor. "Deccal ve
Mehdi" örneklerini vererek kurtarıcı inanışını anlatan Beki, Erdoğan"ın siyasi öyküsünü bu inanışın
sembolleri üzerinden şöyle özetliyor:
"Göklerden beklenen kurtarıcı insanların arasından zuhur etti. Göksel değil dünyevi bir kurtarıcı, bir
siyasi lider olarak. Mucizelerle gönderilen göksel bir varlık yerine oylarla sandıktan çıkarılan bir
kurtarıcı. Büyük bir kitlenin umudu. Seçilmiş biri ama seçmenleri tarafından..."
Türk siyaseti, yakınındaki isimlerin, liderlerine yaptıkları övgülere alışıktır. Beki, sadece bu geleneğin
devamı olarak değil, "siyasette simgesel anlatıma dayalı övgü" türünün de yaratıcısı olarak tarihe
geçecek gibi görünüyor.
Milliyet
-------------Not: Yukarıda mavi ile tespitlediğim kısım arkadaşımız Sayın Savaş"ın tespitiyle örtüşüyor mu
dersiniz?
Ahmet Dursun
HUKUK
a) Kimse, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî
inanç ve kanaatlerin den dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Anayasa, mad. 24/3/
b) Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Anayasa, mad. 25/
c) Herkes düşünce ve kanaatlerini; söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak
açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Anayasa mad. 26
d) Şiddet çağrısı içermedikçe sözlü ve yazılı ifadedeler cezalandırılamaz. Bu düşünceler şok edici bile
olsa... (Yargıtay Genel Kurul Kararı.)
*******
ACİL ya da NEREDEYİM yazıp yeriniz bulunabilir mi?
Selamlar arkadaşlar, dunden bu yana BBP lideri Sn Muhsin Yazıcıoğlu ve helikopterdeki diğer
arkadaşlarının bulunamamasını konuşmaktayız. Benim uyarım başka bir olay olacak konuşma
sırasında belli ki yanlarınca cep telefonu var arayıp nerede olduklarını algılayana kadar şunu
yapsalardı daha çabuk ulaşılabilirdi, Ben Turkcell de denedim çalışıyor.. aynen aktarıyorum...
M.Öztürk iletisinden....
-----------Ceptelefonu abonelerine bir servis yapıldı.
Şu an aktif.
Herhangi bir şekilde kaybolan kişi; ACIL ya da NEREDEYIM yazıp 7777 veya 2222 numarasına mesaj
gönderirse, kendisine BULUNDUGU YER GAYET AYDINLATICI BIR SEKILDE mesaj olarak gönderiliyor.
Normalde 2sms/4 kontör. Fakat kontörünüz olmasa da mesaj gönderiliyor.
Tüm Ceptelefonu abonelerinin bilmesinde fayda var.
KAYBOLMAK veya en yakın polise, jandarmaya veya sağlık kuruluşuna acil ihtiyaç olabilir.
Hepimizin başına gelebilecek bir olaydır...
Cep Telefonuna Gelen Cevap Mesaj Örneği;
BULUNDUGUNUZ BOLGE:
Istanbul,Kadikoy,Icerenkoy, Karaman Ciftlik Yolu caddesi
COGRAFI KONUMUNUZ:
(40 derece 58 dk 44 sn Kuzey, 29 derece 06 dk 22 sn Dogu)
SIZE EN YAKIN NOKTALAR:
Tem Polis Buro Amirligi 103 m (+902164104113),
Ozel Avicenna Hastanesi 225 m (+902165741000),
Infotech Bilisim ve Iletisim Teknolojileri .S. 32 m (+902165740505)
Polis Imdat 155, Alo Jandarma 156, Hizir Acil 112, Itfaiye 110
********
Muhsin Yazıcıoğlunun sonu,Takdiri ilâhi ya da Maraş"ın intikamı.
Kaza ve sonrası
Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, geçtiğimiz hafta seçim çalışmalarında
bulunduğu Kahramanmaraş"tan Yozgat"a dönerken içinde bulunduğu helikopter, Kahramanmaraş"ın
Göksun ilçesi yakınlarında düştü.
Kaza sonrasında aradan iki gün geçmesine rağmen enkaza 47 saat sonra ulaşıldı. Yazıcıoğlu ve
yanındakilerin öldüğü tespit edildi. Zorlu doğa koşulları ve hava şartları nedeniyle arama
çalışmalarında büyük güçlüklerle karşılaşıldı. Ancak buna rağmen devlet tüm imkanlarıyla Yazıcıoğlu
ve beraberindekileri bulabilmek için resmen seferberlik başlattı.
Yazıcıoğlu"nun geçirdiği kaza, seçimlerin hemen öncesinde yoğunlaşan seçim çalışmalarını da etkiledi.
Tüm partiler düzenlemeyi planladıkları mitingleri iptal ederken BBP?Genel Merkezi de siyasi liderlerin
destek ziyaretlerine sahne oldu. Hattâ MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile BBP?Genel Merkezi"ni
bizzat ziyaret ederek arama çalışmaları hakkında bilgi aldı ve geçmiş olsun dileklerini sundu.
Kaza ve sonrasındaki süreçte dikkati çeken bir nokta daha vardı. O da Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili
yapılan haberlerdi. Hemen hemen bütün gazetelerde kaza haberi olması gerektiği gibi birinci
sayfadan ve manşetten verildi ve arama çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgiler yer aldı. Ancak dikkati
çeken asıl nokta Muhsin Yazıcıoğlu üzerine yapılan haber ve yorumlardaydı.
Yapılan haber ve yorumlarda öyle bir hava estiriliyordu ki, sanki Türkiye en büyük siyasi
önderlerinden birini kaybetmişti. Bu haberlerde Muhsin Yazıcıoğlu"nun ne kadar mümtaz bir şahsiyet
olduğu, vatan-millet aşkıyla dolu olduğu, ne kadar büyük bir lider olduğu ve aslında ne kadar hisli bir
insan olduğu anlatıdı durdu. Hattâ bu haberlerin yanına kendisinin Mamak Cezaevi"nde yazdığı bir
şiiri de iliştirdiler ki, Yazıcıoğlu"nun ne kadar hisli bir insan olduğunu cümle alem anlasın. Gerçi
kendisinin ne kadar şair ruhlu olduğunu Hrant Dink öldürüldükten sonra Hrant için yazdığı şiirden de
biliyorduk.
Her neyse, medya her ne kadar Muhsin Yazıcıoğlu"nu mümtaz bir şahsiyet ve büyük bir lider gibi
göstermeye çalışsa da Yazıcıoğlu"nun geçmişi bizde farklı şeyler çağrıştırıyor, kan ve gözyaşı gibi.
Şimdi isterseniz Yazıcıoğlu şahsında Türkiye tarihinin küçük bir kesitinde yolculuğa çıkalım ve kim
neymiş onu görelim.
Yazıcıoğlu"nun kanlı geçmişi
12 Eylül darbesi öncesinde yaşanan sağ-sol çatışmasının en önemli aktörlerinden biri aslında Muhsin
Yazıcıoğlu. Türkiye"yi darbe ortamına götüren ve kardeş kanının aktığı yıllarda faşist saldırıların bir
numaralı adamı olan Muhsin Yazıcıoğlu, öldürülen binlerce gencin ve onlarca aydının katilidir aynı
zamanda. Katilidir dediysek Yazıcıoğlu binlerce insanı elleriyle öldürmemiştir; ama o dönemde
yaşanan toplumsal olayların hemen hepsinde Muhsin Yazıcıoğlu"nun Genel Başkanlığı"nı yaptığı Ülkü
Ocakları Derneği ve Ülkücü Gençlik Derneği, olayları kışkırtan ve katliamlara imza atan örgüt olarak
öne çıkıyor. Özellikle Yazıcıoğlu"nun Ülkü Ocakları Derneği ve Ülkücü Gençler Derneği"nin (ÜGD)
genel başkanlığını yaptığı 1977 ve 1978 yılları ülkücülerin solculara yönelik şiddet eylemlerini artırdığı
yıllar olarak toplumsal hafızaya kazındı. Bu dönemin belli başlı olayları şunlardır:
Malatya olayları: Olaylar Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu"nun kendisine Ankara"dan
gönderilen bombalı paketin elinde patlaması sonucu öldürülmesiyle başladı. Başkan Fendoğlu
muhafazakar kesimin sevdiği bir isimdi ve onun öldürülmesinden sonra sahneye çıkan ÜGD ve MHP
bildiriler yayınlayarak gerginliği artırdılar ve aynı gün akşam saatlerinde solculara yönelik saldırılar
başladı. Başta TÖB-DER ve TÜM-DER lokalleri olmak üzere onlarca mekan yakıldı ve yağma edildi.
Malatya olaylarının tipik bir ülkücü provokasyonu olduğu ise sonradan anlaşıldı. Hamit Fendoğlu"na
gönderilen bombanın ÜGD Eski Başkanı Muharrem Semsek tarafından gönderildiği tespit edildi.
Mehmet Semsek iddiayı yalanladı ama ülkücü itirafçı Ali Yurtarslan 1980"deki itiraflarında
Fendoğlu"nu öldüren bombanın Fen Fakültesi Atom Araştırma Merkezi"nde bizzat Semsek"in
gözetiminde imal edildiğini itiraf etti.
İkinci bir olay ise Yazıcıoğlu"nun memleketi Sivas"ta başlamıştı. 4 Eylül 1978"de başlayan olaylar
öncesinde gözlenen önemli bir husus, başta Muhsin Yazıcıoğlu olmak üzere ÜGD ve MHP
yöneticilerinin son günlerde sık sık şehri ziyaret etmeleriydi. Sivas"ta başlayan olaylar Elazığ"a da
sıçradı ve aralıklarla iki ay kadar devam etti. Olayları bilançosu ise 20"nin üzerinde ölü ve onlarca
tahrip edilmiş işyeri oldu.
Maraş Katliamı: Muhsin Yazıcıoğlu"nun Genel Başkanlığı"nı yürüttüğü ve mahkeme kararıyla terör
örgütü ilan edilen ÜGD"nin karıştığı en büyük toplu katliam eylemi ise 1978 Maraş Katliamıdır. 19
Aralık 1978"de sonradan soyadını Şendiller olarak değiştiren Ökkeş Kenger"in Çiçek Sineması"na
attığı bombanın patlaması olayları başlattı. Bombayı attıktan sonra Ankara ÜGD Genel Başkanlığı"nı
arayan Kenger, genel merkez"den yardım talebinde bulundu. 21 Aralık"ta iyice alevlenen olaylar
katliama dönüştü ve 25 Aralık akşamı sona erdi. 111 kişinin öldüğü belirlenen olaylarda 270 ev ve 170
işyeri tahrip edilmişti.
Bu olayların baş aktörü olan Ökkeş Kenger, Muhsin Yazıcıoğlu"nun en has adamlarından biriydi.
Muhsin ile Ökkeş daha sonra da birlikte milletvekili seçilecekler ve yine MHP"den de birlikte ayrılarak
BBP"yi kuracaklardı.
Suikastler
Bütün bunların yanısıra Muhsin Yazıcıoğlu"nun başında bulunduğu ÜGD"li faşistlerin düzenlediği
suikastlerde onlarca aydın hayatını kaybetmişti. Bunlardan en bilineni Ankara Cumhuriyet Savcı
Yardımcısı Doğan Öz"ün katledilmesidir. 24 Mart 1978"de gerçekleştirilen suikastin faili olan ÜGD"li
İbrahim Çiftçi verdiği ifadede suikast emrini Ankara ÜGD yöntiminden aldığını itiraf etmiştir.
Özellikle 1978"in ikinci yarısı, bilimadamlarına yönelik suikastların yoğunlaştığı bir dönem oldu. 15
Haziran 1977"de Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Orhan Yavuz öldürüldü. 7 Nisan 1978"de ise
Server Tanilli suikasta uğradı ve tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk
Cömert"in ağabeyi olan Doç. Bedrettin Cömert de 11 Temmuz 1978"de Ankara"da düzenlenen
suikast sonucu hayatını kaybetmişti. 20 Ekim"de İTÜ Elektrik Fakültesi dekanı Prof. Bedri Karafakioğlu,
26 Kasım"da ise Trabzon"da KTÜ öğretim üyesi Necdet Bulut öldürüldü. Yine Kasım ayında Milliyet
gazetesi çizeri Bedri Koraman uğradığı silahlı saldırı sonucu yaralandı.
8 Ekim tarihinde ise Ankara"da ÜGD?İkinci Başkanı Abdullah Çatlı"nın da katıldığı Bahçelievler
katliamı yaşandı. Ülkücü militanlar tarafından evleri basılan 7 TİP"li genç, katledildi.
Yine bu dönemin önemli olaylarından biri Balgat katliamıdır. Balgat"ta solcuların gittiği kahvehaneler
bombalanır. Bilanço 5 ölü, 17 yaralıdır. Olaydan sonra Abdullah Çatlı ve Mustafa Pehlivanoğlu
gözaltına alınır. Emniyeti arayan Yazıcıoğlu, "Bu size son ihtarım. Abdullah Çatlı"yı bırakmazsanız
Ankara"nın 150 yerinde bomba patlatacağız" diye emniyeti tehdit etmiştir.
Buraya kadar yazdıklarımız Muhsin Yazıcıoğlu"nun ÜGD başkanlığı yaptığı dönemde meydana gelen
olayların belli başlı olayları. Yazıcıoğlu bu olayların içinde önemli bir aktördü. Eylemlerin koordine
edilmesinden kaçak militanlara para sağlanmasına, eylemlerde kullanılan silahların ortadan
kaldırılmasına kadar bütün işleri o hallediyordu. Türkiye"yi 12 Eylül"e götüren süreçte terörü bir
strateji olarak kullandı. Kurduğu ÜGD, mahkeme kararıyla terör örgütü olarak tescil edildi. Yani
kendisi aynı zamanda bir terör örgütü kurucusu ve lideriydi. Muhsin Yazıcıoğlu için kim ne der,
arkasından kim ağlar bilmiyoruz ama biz kendisini bu olaylarla hatırladık. O eli kanlı, sol düşmanı bir
katildi ve sonu da 111 kişinin kanına girdiği Maraş"ta geldi. Buna ister takdiri ilâhi deyin ister Maraş"ın
intikamı.
http://www.turksolu.org/230/isbecer230.htm
********
FETHULLAH"TAN FETVA; "ALPERENLER SOKAĞA DÖKÜLECEK MÜSADE EDİN"
Fethullah Gülen"in "Muhsin Yazıcıoğlu kazasından şüphelenin" sözlerini birçok medya kuruluşu
yayınlandı. Ancak hepsi Gülen"in "Alperenler sokağa dökülür müsade edin" sözünün üstünden atladı.
Gülen"in fetvasının şifrelerini Taraf"ın polis yazarları Önder Aytaç ve Emre Uslu çözdü.
"Yazıcıoğlu"nun helikopteri düşürüldü" diyen Aytaç-Uslu ikilisi, önümüzdeki dönem yapılacak
tertipleri ve milliyetçi-muhafazakarların tahrik edilerek sokaklara kaosun hakim olacağını yazdı.
İşte Fethullah Gülen"in fetvası ve Gladyo"nun önümüzdeki aylarda yapacağı tertipler.
"BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu kazasından şüphelenin!" Fethullah Gülen"in Yazıcıoğlu"na suikast
yapıldığını ima ettiği bu sözleri medyada geniş yer buldu.
Gülen"in "Alperenler sokağa dökülür buna müsade edin" açıklamalarını ise hiçbir yayın kuruluşu
görmedi...
Gülen"in sözleri şöyleydi;
"O insanı sevenler, böyle yaralı oldukları bir dönemde ağızlarını dillerini kontrol altına almaktan
zorlanabilirler. Sokaktaki insanlar kaba kuvvetle telkin etmemeli. Yürüyorlar bağırıyorlarsa
örneğin, "Alperenler, Başbuğular ölmezler" diye haykırıp boşalıyorlarsa onların hakkıdır buna
müsaade edilmelidir".
Fethullah hocanının şifreli bu sözlerini Taraf gazetesinin polis yazarları Önder Aytaç ve Emre Uslu
çözdü. 30 Mart"taki köşelerinde önümüzdeki aylarda Türkiye"de siyasi cinayetler işleneceğini belirten
Aytaç-Uslu ikilisi, milliyetçi-muhafazakar tabanın tahrik edileceğini iddia etti. Muhsin Yazıcıoğlu"nun
helikopterinin bu çerçevede düşürüldüğünü söyleyen Taraf"ın "F tipi" yazarları, helikopterin
düşmesini ve önümüzdeki dönem yapılacağını öne sürdükleri suikastleri Ergenekon"a yıktı.
Önder Aytaç ve Emre Uslu gelecek aylarda gladyonun tertiplerini ifşaa etti.
1) İlk operasyon kabinedeki Ergenekoncu bakanlara yapılacak. Tayyip Erdoğan kabineden Ergenekon
uzantısı "efendileri" uzaklaştıracak.
2) AKP"ye kapatma davası açılacak. Kapatma nedeniyle sokaklarda kaos ortamı hazırlanacak.
3) Kitlesel eylemler ve sarsıcı cinayetlerle tansiyon yükseltilecek ve ülke karıştırılacak.
4) Sarsıcı eylemler milliyetçi-muhafazakar tabanı tahrik edece, galeyana getirecek cinayetler ve
olaylar tasarlanacak.
5) Başbakan Erdoğan merkezli AKP"ye, kısmen MİT"e, bütünüyle emniyete ve Fethullahçı denilen
kesimler sindirilecek.
6) Muhsin Yazıcıoğlu"nun helikopterinin düşürülmesi bu çerçevede düşürülebilir. Yazıcıoğlu
sonrasında Alperen Ocakları"na çok ama çok dikkat etmeli.
Bütün bunlar önümüzdeki dönem Fethullah ve Gladyo"nun yapacağı tertiplerin işareti. Gladyo,
tertiplerinde Ergenekon"a yıkacağını da Önder Aytaç ve Emre Uslu"nun ağzında itiraf ediyor.
Amerika"dan fetva gelince Büyük Birlik Partisi Lideri Muhsin Yazıcıoğlu"nun hayatını kaybettiği
helikopter kazasının sabotaj olabileceği tartışması başlatıldı. Fethullahçı kesim başta olmak üzere
birçok medya kuruluşu "suikast ihtimali" üzerine yoğunlaştı.
Haber Türk, Star ve Sabah gazeteleri de bugünkü birinci sayfalarını Yazıcıoğlu"nun hayatını kaybettiği
helikopter kazasındaki şüphelere ayırdı. Haber Türk "Suikast mı?", Star "Esas Skandal", Sabah ise
haberinde "Vahim Kuşku" başlığını kullandı.
Bu arada BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu ve 6 kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazasından iki saat
sonra Anadolu Ajansı"nın yayınladığı bir haber 8 gün sonra iptal edildi. Haberin kaynağı Kayseri
Valisi"ydi ve Yazıcıoğlu"nun kurtarılarak hastaneye getirilmek üzere olduğunu söylüyordu.
HABER-ULUSAL KANAL
ALPERENLER DİKKAT !! CIA "nın OYUNUNA GELMEYİN
Paylaşım.İ.Teker.
Fetullah Gülen, bu durumu nereden biliyor?
Kendi istihbarat teşkilatı mı var?
Yoksa Alperenler kendi emri altında mı?
Hani diyordu ya, her yere sinsi sinsi sızıp, tamamen kuvvetlenmeden kendinizi açığa çıkarmayın.
Alperen bölümü göz önüne çıkmaya hazır mıdır?
Saygıyla...
Korgun MAVİ
-----------Aynen öyledir.
Alperen bölümü değil bölüğü,belki de göz önüne çıkmaya hazırdır.
Yazıcıoğlu"nun F.Gülen hakkındaki konuşma videosunu kaybettim.
Elimde olsaydı paylaşacaktım.
Bu F.G" yi sadece Muhsin değil, bu güne kadar kimler desteklemiş diye bakarsak zaten ülkenin nasıl
ve kimler tarafından yıllarca bölünme zemini hazırlandığı da kendisini gösterecektir.
Saygı ile...
A.Dursun
Kürt Said bir zamanlar,"Atatürk Nur Risalelerinin tokadı sonucu ölmüştür" diyordu.
DEMİREL ise "Said Nursi büyük âlimdir. Büyük âlim değildir diyenin alnını karışlarım" demiş hızını
almayıp, Türk Millettin aklını, nurcuların ise oyunu almak için, "Atatürk"ün kurduğu devlet, laik devlet
değildir. İslam devletidir", demişti.
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=4524.0
------------ATATÜRK"ÜN AĞZINDAN UYDURULANLAR
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=346.0
------------YECÜC-MECÜC; Said-i Nursî, Nurculuk ile Türk Milliyetçiliği Bağdaşır mı?
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=532.0
-------Atatürk"ün komünist düşünceleri suç sayıp saymama konusunda gizli oturumda...
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=3991.0
---------"SAYIN" sözcüğündeki gizem
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=293.0
-------Müslüman"ın afyonu: Yahudi nefreti "“ Bölüm - I
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=4589.0
------ATATÜRK"E DECCAL DİYENLER
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=857.0
----------ATATÜRK Deccal idi.
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=283.0
Yazıcıoğlu"nun F.Gülen hakkındaki konuşma videosu.(İzlence)
http://www.metacafe.com/watch/2397425/
DOÇ.DR.NECİP HABLEMİTOĞLUNU FETHULLAH GÜLEN NURCULAR ÖLDÜRTTÜ
http://www.metacafe.com/watch/1716957//
Hüseyin Feyzullah (Alparslan Türkeş) şeriatçı Fethullah"ı Kolluyor.
http://www.metacafe.com/watch/1546802//
Türkeş’in gerçek adı, Hüseyin Feyzullah’dır.
Devletin resmi sitesinden alınmıştır.
Tarih boyunca Araplar Türklerin başına bela oldu ama yahudiler Türklerin arasında pek sorun
çıkmadı. Bu günkü şartlarda Türkiyenin İsrail ile dost olması gerekir ( 12 Nisan 1994) Türkeş.
"Türkle Kürt etle tırnak gibi kardeştir, kız alıp vermişiz, biz ne kadar Türksek onlarda o kadar
Türk, onlar ne kadar Kürtse biz de o kadar Kürdüz. ALPARSLAN Türkeş TAKMA ADLI
(Hüseyin Feyzullah)
Kürtler bizim öz kardeşlerimizdir. Biz onları herkesten fazla sever, düşünürüz. Onlar da
elhamdülillah müslümandırlar, hepimiz aynı kıbleye secde ediyoruz, hepimiz aynı
peygamberin ümmetiyiz, aynı kutsal kitaba bağlıyız." ALPARSLAN Türkeş TAKMA ADLI
(Hüseyin Feyzullah)
"Laz, kürd, Çerkez, Abaza, Çeçen bir agacin dallarıdır ve bu ağacın adida TÜRK"tür. Eğer
bizden Kürdü, Lazı Arabı Çerkezi ayırırsak geriye ne kalir? Kuru ve dalsı bir agaç! Kısacası
sonumuzu kendimiz hazırlamış oluruz." ALPARSLAN Türkeş TAKMA ADLI (Hüseyin
Feyzullah)
Türkeş :"Tarih boyunca Araplar Türklerin başına bela oldu ama yahudiler Türklerin arasında
pek sorun çıkmadı". Bu günkü şartlarda Türkiyenin İsrail ile dost olması gerekir ( 12 Nisan
1994) Türkeş
Karabağı işgal ederek Azerbaycan Türklerini katleden Ermeniler bir yıl sonra buğday
sıkıntısına girince Ermenistan"a buğday yardımı yapılıyor. Türk milliyetçilerinin bu duruma
tepki vermemesi için Alparslan Türkeş"i ziyaret eden Ermeni Samson Özararat'a Türkeş
şunları söylüyor:
Ermenilerle 600 senelik beraberliğimiz var. Birlikte türküler, yemekler icad ettik. Kız aldık,
kız verdik.
Malazgirt savaşını Türklerin Ermenilerle birlikte kazandığını biliyormusun?
İstanbul"un alınmasında Ermenilerin yaptığı kahramanlıklardan haberin varmı?
Çanakkalede Ermenilerde bizim için savaştı.
Bunları söyleyen Türkeş ayağa kalkarak Ermeni Samson Özararat"ı yanaklarından öpmüş.
En kötüsü de kendine milliyetçi denen bir grubun önderinin; kızlarının birini bir İngiliz olan
Peter Hall"a, diğerini ise kürt aşiret reisi Hamit Homriş"e vermiş olmasıdır...Tabi bunu
ülkücülerin hemen hemen hiçbirisi bilmezler.Çünkü "sorgulamak" gibi bir lüksleri
yoktur.Sorguladıklarında ise çay ocağında eski bir gelenek olan "falaka"ya tabii tutulurlar...
Kaynak:
http://ulkuculerveturkeskimdir.wordpress.com/
--1917'de Kıbrıs'ta dünyaya gelen Alparslan Türkeş, 1944'teki Turancılık Davası'ndan
yargılanarak hapis yatan genç bir üsteğmen iken 27 Mayıs 1960'taki askeri darbede ihtilalin
kudretli albayı oldu. Türkeş, ihtilali yapan askeri heyet içindeki ihtilafların ardından 13
arkadaşı ile tasfiye edildi. Hindistan'a askeri ataşe olarak sürgün edilen Türkeş, Türkiye'ye
döndükten sonra siyasete atıldı. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne giren Türkeş, bilahare
Genel Başkan oldu. Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi. Türkeş,
1970'lerdeki Milliyetçi Cephe Hükümetleri'ne koalisyon ortağı olarak katıldı, Başbakan
Yardımcılığı görevlerini üstlendi.
Arusiler Türkeş'i sevdi
1980'de Türk Silahlı Kuvvetleri siyasal şiddet olayları ve siyasal istikrarsızlık gerekçesiyle
yönetime el koydu. Türkeş ve diğer MHP yöneticileri de askeri mahkemelerde yargılanarak
yıllarca hapis yattılar. 1989'da siyaset yasağının kaldırılmasının ardından Türkeş MÇP'nin
başına geçti. 1991'deki seçimlerde Necmettin Erbakan'ın RP'si ile seçim ittifakı yaparak
yeniden Meclis'e girdi. Bu arada MÇP'nin ismi de MHP olarak değiştirildi. 1995 seçimlerinde
parlamento dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir lider profili çizerek ülke siyaseti
üzerinde etkili oldu. Türk siyasi hayatının en tartışmalı liderlerinden biri olan Türkeş 1997"de
vefat etti.
Türkeş"in siyasi kimliğinin yanı sıra ruh dünyası da ilginçti. Türkeş"in bazı cemaat liderlerini
ve tarikat şeyhlerini gizlice ziyaret ettiği ülkücü camia içerisinde konuşuluyordu. Türkeş"in
çok yakın çevresinin bildiği bu ilişkiler vefatından sonra parça parça da olsa ortaya çıktı.
Türkeş"in büyük yakınlık duyduğu tarikatlerden biri de Arusilik"ti. Türkeş, Küçük Hüseyin
Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurduğu Arusiliğin şeyhleriyle 1960"lardan
vefatına kadar görüştü.
İlk adı Hüseyin Feyzullah
Hüseyin Efendi"nin Türkeş"in ailesi ile tanıştığı da ortaya çıktı. Ailenin tanışıklığını
açıklayan sıradan bir kişi değil, Türkeş ailesinin yakından tanıdığı ve saygı duyduğu Mehmet
Faik Erbil'di. Erbil, Arusiler'in en önde gelen isimleri arasında yer alıyor. Erbil, Türkeş'in
sağlığında sık sık ziyaret ettiği bir kişi. Erbil, yıllardır dile getirilen bir iddiaya da açıklık
getiriyor. İddia, Alparslan Türkeş'in ilk adının Hüseyin Feyzullah olduğudur. Hüseyin Küçük
Hüseyin Efendi'ye, Feyzullah ise Küçük Hüseyin Efendi'nin şeyhi Feyzullah Efendi'ye
nispettir. Bu ismi Türkeş'in babası Ahmet Hamdi Bey ve annesi Fatma Zehra Hanım koydu.
Türkeş'in dedesi Tuzlalı Arif Ağa da Şeyh Feyzullah Efendi ile aynı dönemde Sultan
Abdulaziz tarafından sürgün edildi. Arif Ağa Kayseri'den Kıbrıs'a, Nakşi Şeyhi Feyzullah
Efendi ise İstanbul'dan Midilli'ye gönderildi.
'Bu çocuğa dikkat edin'
Türkeş'e Hüseyin Feyzullah ismin verilmesinin hikayesini Mehmet Faik Erbil şöyle
anlatıyor: "Bildiğim kadariyle rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'in nüfus kaydındaki ismi
Hüseyin Feyzullah'tır. Bunun aslı şudur: Biz işin aslını biliyorduk ama vesile teşvik etmişken
kendisinin 1989 senesinde bize söylediği bir sözü burada nakledelim: 'Ankaralı Büyük
Evliyâ'dan Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna kendisi 7-10 yaşları arasında iken
ebeveyni tarafından getirilmiş ve mübârek zât kendisine bakarak, şahâdet parmağı ile işaret
eyleyip 'Bu çocuk... Bu çocuğa dikkat edin. Türk tarihi bu çocuğu altın harflerle yazacaktır'
diye buyurmuşlardır. Buradaki incelik şudur: Alâkaları sebebiyle daha önce ebeveyni
oğullarına huzuruna getirdikleri mübâreğin ve mürşidinin ismi şeriflerini koymuşlar."
Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil"in sözünü ettiği Küçük Hüseyin Efendi 1930"da İstanbul'da
vefat ederek Eyüp Sultan Mezarlığı"nda toprağa verildi. Küçük Hüseyin Efendi'nin mütevazi
mezarının hemen yanında ise Mareşal Fevzi Çakmak ve ailesinin kabristanı yer alıyor.
Küçük Hüseyin Efendi'nin ÜNLÜ MÜRİTLERİ
Mehmet Faik Erbil Efendi, Küçük Hüseyin Efendi'nin yanısıra tarikatlere mensup ünlü
isimleri açıklıyor:
"Yolumuzun ulularından Arif-i Zât-ı Billah Esseyyid Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi'ye ve
Halife-i Hassası Zât Mürşidi Esseyyid Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'ni zikrettikten sonra
terbiyesinde yetişmiş pekçok değerli dervişlerinden birkaçının isimlerini burada dercetmek
istiyoruz: Eski Başvekillerimizinden vatanperver Hüseyin Rauf Orbay, beynelmilel tıp ilmi ile
mücehhez Ord. Prof. Dr. Hasan Reşat Sığındım, yine tıp âleminden Ord. Prof. Dr. ve aynı
zamanda Paşabahçe Tezyin-i Sanatlar Hocası muhterem Ahmet Süheyl Ünver, Washington
Büyükelçimiz Münir Ertegün, eski Adliye ve Hariciye Vekillerimizden Ord. Prof. Dr. Yusuf
Kemal Tengirşenk, Sağlık eski Bakanlarından Tıp Profesörü Dr. Nihat Reşat Belger, Atina
Büyükelçimiz Enis Akaygen, Müzeler Umum Müdürü Prof. Dr. Burhan Toprak ve Mareşal
Mustafa Fevzi Çakmak ve teğmen rütbesi ile huzuruna varıp mübareğin kendisine gösterdiği
keramet üzerine ömrünün son demine kadar mum ışığında Kur'ân-ı Kerîm okuyan Balıkesir
Kumandanı Korgeneral Kurtcebe Noyan Paşa. Bu vesile ile ayrıca belirtmiş olalım ki Halvetî
Tarîkati'nden Şark Orduları Başkomutanı Kazım Karabekir Paşa, Mevlevî Tarîkati'nden Hava
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun (Paşa) ve aziz şeyhimin "Ordumuzun en
değerli paşası Faik Türün Paşa'dır" diye buyurduğu 1970 ve 1973 arasında İstanbul 1. Ordu
Kumandanı Org. Faik Türün Paşa da birer mübarek tarîkat mensubudurlar. Cenab-ı Allah bu
şerefli zâtların cümlesine gâni gâni rahmet eylesin. Beşiktaş'ta T. Arıburun Paşa ile
görüştüğümüzde "18 oy daha alsaydınız, bugün Cumhurbaşkanı'ydınız, paşam" dediğimde
bana cevap olarak "Hakk tazyik edilmez ki" demeleri üzerine kendilerini tebrik ettim. Not:
Rahmetli Mareşal M. Fevzi Çakmak vasiyeti üzere, mürşidi Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi
Hazretleri'nin türbesinin yanında medfun olup, dolayısıyla damadı rahmetli Prof. Dr. Burhan
Toprak da aynı sıradadır."
Koç'larla aile dostları
Ord. Prof. Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci'nin babası), İbnülemin Mahmut Kemal
İnal'ın babası Mühürdar Mehmet Emin Paşa, Nurettin Topçu'nun şeyhi Abdulaziz Bekkine,
Musevi doktor Salih Arazraki, Üzeyir Garih'in diş hekimi babası Azra Garih, Devlet Bakanı
Ali Babacan'ın halası Hatice Suat Babacan'ın annesi Naciye Hanım (Şeyh Yahya Dergahı'nın
son postnişini Abdulhay Öztoprak'ın eşi) da Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden. Koç
Holding'in duayenlerinden Can Kıraç'ın eşi İnci Kıraç da Küçük Hüseyin Efendi'nin
torunlarından. Sevgi (Koç)Gönül de Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından Sabiha
Hanım'ın aile dostları arasında yer aldığını açıklamıştı.
Başbakan Ürgüplü de mezarı ziyaret ederdi
Mehmet Faik Erbil, İsmet Paşa döneminin bakanlarından Suat Hayri Ürgüplü ve babası
Şeyhülislam Hayri Efendi'nin Küçük Hüseyin Efendi ile ilişkisini şöyle anlatıyor: "Küçük
Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna, büyük bir evliya olduğunu öğrenen Ürgüplü'nün
babası o devrin Şeyhülislâmı Hayri Efendi gelirler. Hayri Efendi: "Efendim tahsiliniz nedir?"
diye sorarlar. Mübarek şu cevabı verirler: "Maksûd." Bunun üzerine Hayri Efendi istihza ile
güler ve şöyle söyler? "Aman efendim. Benim odacım dahi maksûd dersini çoktan geçti."
Akabinde alaycı bir tavırla anlayamadığını ifade eder. Mübarek yine "Maksûd evladım"
cevabını verirler. Şeyhülislâm Efendi huzurundan ayrılırlar, fakat maksûd kelimesi kendilerini
ömürleri boyunca meşgûl eder. Aradan onbeş sene geçer ve maksûdun yüce ifadesini bir hâl
üzere Kur'ân'dan öğrenmiş olurlar. O da şudur: "Maksûd, âlem-i cemâle intikâl etmeden önce
dünyasında iken Rabbını gören Allah'ın saltanatlı velileridir. Zirâ onlar daha dünya hayatında
iken maksûda ermişlerdir."
Bunun üzerine Hayri Efendi ah-vah eder, cehlini itiraf için mübareğin huzur-u şeriflerine
girmek ister. Bir dostu "Peki, bu arzunu yerine getireyim. Haydi kalk gidelim"der.
Eyüpsultan'a gelirler ve oradan kabristana yönelirler. Bu esnada Hayri Efendi durur. "Yoksa
mübârek bu âlemden çekildi mi?" diyerek refikine sorarlar. "Evet. Türbesine gidiyoruz"
cevabını alınca aynın şöyle dövünürler. "Eyvah! Hayri Efendi, sen ne halt ettin? Meğerse ben
ne kadar cahilmişim." Türbe-i Şerif'i ziyaretten sonra oğlu Suat Ürgüplü'ye şu vasiyette
bulunurlar: "Ey oğlum. Bir gün başın sıkışırsa Eyüp tepesinde türbesi bulunan mübarek zât
Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'ni ziyaret et, müşkülünün halli için o mübârek kapıda
Allah'a yalvar. Muhakkak Allah yardımcın olacaktır." Ürgüplü Tekel Bakanı iken hakkında
açılan dava karşısında Küçük Hüseyin Efendi'nin makam-ı şerifine giderek Allah'a şu niyazda
bulunur: "Ey Allahım. Suçlu değilim. Aile şerefimiz ayaklar altına alınmak isteniyor.
Huzurunda bulunduğum mübaret zatın yüzü suyu hürmetine bu iftira davasından beni kurtar"
diyerek hüngür hüngür ağlayarak, yapıştığı türbenin demirleri dua esnasında devamlı salıncak
gibi sallanır. Ve tam yedi gün sonra her türlü baskıya rağmen beraat kararını almıştır. Ondan
sonra mübareği unutmamış ve fırsat buldukça ziyaretine gitmiştir.
milliyetciforum
---------ÜLKÜCÜLER GERÇEKTEN TÜRK MİLLİYETÇİSİ MİDİRLER?
http://ulkuculerveturkeskimdir.wordpress.com/2008/11/16/ulkuculer-gercekten-turkmilliyetcisi-midirler/
--------Alparslan Türkeş mason olmak istedi
http://www.sabah.com.tr/2004/12/10/gnd109.html
---------Türkeş'in gerçek adı Hüseyin Feyzullah'tı sözüne itiraz.
Birçok sitede çok tartışılan bir konu ve Ülküdaşlarımızın bir kısmı bundan habersiz. İnşallah tüm
Ülküdaşlar güzelce okur ve gerekli yerlerde paylaşır.
Başbuğa atılan iftiralara oğul ve kızı Türkeş"ten cevaplar
Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan Alparslan Türkeş hakkında iftira ve yalan dolu haberlere
Başbuğumuzun Oğlu Tuğrul Türkeş ve kızı Umur Türkeş"den tekziptir...
Tüm Ülküdaşlarımız dikkatle okusunlar lütfen"¦
`Türkeş`in Gizli Dünyası` dizisiyle ilgili bir açıklama yapan merhum Türkeş`in oğlu Tuğrul Türkeş,
1970`li yıllardan beri bilinen `Türkeş`in gerçek adı Hüseyin Feyzullah`tır` iddiasının gerçekle
bağdaşmadığını, babasının ilk adının Alparslan olduğunu, Soyadı Kanunu`yla birlikte ailesinin Türkeş
soyadı aldığını kaydetti.
`Türkeş`in Gizli Dünyası` başlıklı dizide yer alan ibarelerle ilgili olarak merhum Türkeş`in kızı Prof.
Umay Türkeş de gazetemize bir açıklama yaparak, babasının herhangi bir kişiyle şeyh-mürit ilişkisi
içinde olmadığını belirtti. Umay Türkeş`ten tepki `Arusi tarikati şeyhini kaynak kabul ederek rahmetli
babamın bu tarikatın üyesi olduğunu anlatmaktasınız.
Vefat ettiği için kendi adına cevap veremeyecek bir insanla ilgili yazı yayınlamak fevkalade sorumluluk
ister.
Rahmetli Türkeş, doktrin sahibi bir siyasetçi ve devlet adamıydı. Ben tasavvuf konusunda araştırma
yapmış, yıllarca ders vermiş bir ilim kadını olarak bir tarikat üyesi olmak için öncelikle o tarikat
şeyhine `irade teslimiyeti` gerektiğini bilmekteyim.
Türkiye ve Türk dünyasının kalkınması, çağdaş medeniyette üretken ve katılımcı olması için strateji
geliştirmiş, bu konuda doktrin ortaya koyarak bir ömür çalışmış olan, dünyadaki olağanüstü bilimsel
gelişmeleri ve uluslararası ilişkileri de bilen rahmetli Türk dünyasının Başbuğu Alparslan Türkeş`in
iradesini ne Arusi şeyhine ne de bir başka kişiye teslim etmediğini ve etmeyeceğini kızı olarak
bilmenin ötesinde, bilimsel olarak da böyle bir şeyin mümkün olmadığını bilmekteyim.
Rahmetli babam bir politikacı olarak kendisini tanıdıklarını ve babamın müritleri olduğunu iddia eden
zatlarla milyonlarca kişiyle görüştüğü gibi üç beş kere görüşmüştür. Kendisi her insanı ve Türk
milletinin her ferdini saygıdeğer kabul eden bir üslupla iletişim kurduğu için bu zatlar, onun zarafetine
yanlış anlamlar vermiş olmalıdırlar.
Ayrıca, bu zatlar, kendi mensubu oldukları tarikatlarını tanıtmak ve övmek istiyorlarsa bunu kendi
adlarına yapmaları uygun olurdu, diye düşünüyorum. Yunus Emre`nin şu birkaç dizesini kendilerine
hatırlatmak isterim: `Senin ben demekliğin ma`nide usul değil, Bu kapı kullarına şaşı bakmak yol değil;
Yetmiş iki milletin maşuku oldurur, Aşıkı maşuktan ayırmak fal değil; Küfrünü atar iken imanın vurma
sakın, Hırs bizimle düşmandır, bilişlidir, el değil.` Arusi Şeyhi Sayın Mehmet Faik Erbil`in özellikle
doktorların durduramadığı kanı durdurarak mucize yaratacak makamda olduğunu açıklaması
kendisinin takdiridir.
`Babam, hiç din istismarı yapmadı` Rahmetli, hayatının her döneminde ilme inanmış ve Büyük
Atatürk`ün `Hayatta en hakiki mürşit ilimdir` sözünü `Türk milletinin en büyük iki düşmanı cehalet ve
yoksulluktur` diyerek teyit etmiştir.
Hastaneye gitmek yerine hocaya gitmek, hayatımızın hiçbir safhasında yer almamıştır. Yine rahmetli,
hayatının hiçbir döneminde din istismarı yapmamış, bu türlü yaklaşımları da zararlı bulmuştur. Dini
vecibelerin yalnızca insanın kendisi ile Allah arasında olması gerektiğini biz kendisinden ve
annemizden görmüş ve öğrenmişizdir.
Bu sebeple ve bir bilim kadını olarak yazı dizinizdeki bilgi ve hükümlerin hiçbir belgesinin
bulunmadığının kamuoyuna açıklanması gerektiği kanaatindeyim. Bir basın mensubu olarak sizlerin
de Allah`ın rahmetine ulaşmış kişilerle ilgili objektif belgeler olmadıkça onların yanlış tanıtılmasına ve
kullanılmasına vesile olacak hükümlü yorumları yayınlamakta dikkatli olmanız gerekir diye
düşünüyorum. `
********
Türkeş"in gerçek adı Alparslan Türkeş değilmiş!
MAVİ Marmara gemisi gündeme gelince, 27 Mayıs darbesi ile ilgili tehir edilen, birinci
kısmından sonra yarım kalan yazımıza, zaman zaman devam edeceğiz. Evet, Kadir Mısıroğlu
ile 27 Mayısı konuşuyorduk. Sözü muhterem Kadir Mısıroğlu" na vermeden bir
hatırlayalım.
Rukiye Yıldız Erdoğmuş/HABERVAKTİM
(BİLMEDİĞİMİZ NELER VARMIŞ 2)
Kadir Mısıroğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Reşat Akşemsettinoğlu, ihtilalin ikinci günü Necip
Fazıl"ın evinde idiler.
Sayın Mısıroğlu"nun anlatımı ile Akşemsettinoğlu ihtilalin ikinci günü Necip Fazıl "˜ın evine
gelmiş, konuşuyorlardı, Akşemsettinoğlunda idi söz sırası. Parkta bekleyen Türkeş ile
arasındaki konuşmaları anlatmış, akabinde şunları söylemişti:
"Şimdi ihtilal oldu Türkeş en öne planda gözüküyor, aslında o bu işe istekli değildi,
hükümetin buna engel olucu bir fiili olamayacağını anlayınca aralarına girdi. Bu halk
partililerin ve İsmet Paşanın işidir, o kadronun çoğu onun tensip ettiği adamlardır. Bu onları
tasfiye eden bir hareket yapar, ben ondan sonra gidip teslim olurum, şimdi teslim olmaya
niyetim yok" demiş.
Necip fazıl:
"Sende tehlikedesin bende tehlikedeyim"
deyince bu gitmişti.
Evet söz Mısıroğlunda: " Aradan yirmi sene geçti, bu Almanya"ya geldi Akşemsettinoğlu,
şimdi ölmüştür. Bende seksen ihtilalinde kaçtım. Bununla karşılaştık "sen benim sünnetimi
tatbik ettin" dedi.
"Hayırdır "dedim,
"Hani biz ihtilalin ikinci üçüncü günü Necip Fazıl"ın evinde karşılaşmıştık ya,
"Evet "dedim,
"Ben bekledim üç gün beş gün baktım Türkeş bir şey yapmıyor, gittim teslim oldum, fakat
Yassıada da hastalandım, beni Numune Hastanesine kaldırdılar. Mahkemenin seyrinde
gördüm ki, bunlar bizi dişleriyle parçalayacaklar, öyle haşinler. En ağır cezayı yiyeceğimizi
anladım, bir plan yaptım hastaneden kaçtım. Trene bindim Sirkeciden tebdili kıyafet
yurtdışına kaçıyordum. Tam Yunan hududuna geldik, bizim persenol ayrılıyor Yunan
personeli geliyor, bir kondüktör:
"Aa ağbi sen burada mısın?"
dedi
Eyvah dedim yakalandık.
Kondüktör:
"Ver şu elini öpeyim"
dedi.
Şaşırdım, " sen beni nerden tanıyorsun?"
dedim.
"Ağbi bu işe beni sen koymuştun" dedi . Yani öyle kritik bir noktaydık ki, o adam benim işe
koyduğum biri olmasaydı hemen treni durdurup teslim edeceklerdi. Fakat elimi öptü bende
Yunan hududuna girdim, sonra geldim Almanya"da yaşadım.
"Şu Türkeş"in işi nasıl olmuştu?" diye sordum.
O da demin anlattığım gibi aynen anlattı : "Ben ümitlenmiştim ondan"
dedi.
Bende, dedim ki:
"Ben sana başka bir şey ilave edeyim, sekiz kasımda, ( 27 Mayıs"da ihtilal oldu ), sekiz
Kasım"da bir tarfik kazasında Milli Birlik Komitesi üyesi, adını unuttum, soyadı Koçtuğ,
milli birlik komitesinden bir general, İstanbul"dan Ankara"ya giderken, bu soy ismi Koçtuğ
olan General, giderken Kargasekmez denilen bir yer vardı, böyle virajlı, şimdi otobanla o
kalktı orada çok kaza oluyordu. (ismi hatırladı, İrfan Baştuğ ya da irfan Koçtuğ) o
Kargasekmez"e gelince trafik kazası yaptı ve öldü, biz İstanbul"daki milliyetçiler, ( o günkü
tabirle o dindar diyemiyoruz milliyetçiler diyoruz, milliyetçi bir hamurdu o zaman,) çok
üzüldük ve o zaman bizden büyük olanlar şimdi Mehdi Sungurlu var, o zaman Üst Teğmendi,
Türkeşle İstanbul"daki Milliyetçiler arasında posta görevi yapıyordu, bizde bu İrfan Baştuğ
liderliğinde, Milli Birlik Komitesi dağıtılarak yeni bir Milli Komite kurulmasını bekliyorduk.
Siz içerde iken Türkeş"in yakınlarından duyduğumuza göre Türkeş bir hareket yapacak
Cemal Gürsel"i devirecek bu İrfan Baştuğ riyasetinde yeni bir komite teşekkül edecekti. Fakat
sekiz kasımda bu kaza olunca, ölünce eyvah! Bizim plan suya düştü diye, bizim ekip Mehmet
Emin Afkanlar, Sait Bilgiçler İsmet Tümtürkler bir ekiptik Cağaloğlu"nda, kan ağladık"¦
Sonra on dörtler hadisesi olunca, bundan altı gün sonra on dört kişi komiteden atıldı. Türkeşin
yapmasını beklediğimiz hareketi Cemal Madanoğlu yaptı" dedim. "tabii siz yassı adada
olduğunuz için bunları bilmiyorsunuz dedim. Bunları da ben size anlatayım" dedim.
Cemal Madanoğlu niye bu ihtilali yaptı biliyor musunuz? Milli Birlik Komitesi, hem meclis
yerine kaim, hem hükümet yerine kaim idi, yani kanun çıkarıyor, 38 kişi oturup karar veriyor,
kanun çıkarıyor çok kanun çıkardılar, hatta hala o kanunlardan hala meri olanlarda var.
Sıfırdan başlattılar, üç yüz beş yüz kanun çıkardılar.
Sonra, birisi teklif ediyor diyor ki: "Milli Birlik Komitesine giren her subay ordudaki
görevinden istifa etti, artık Milli Birlik Komitesi üyesi olacak, senatör olacak, ama içlerinden
sadece Cemal Madanoğlu görevinden istifa etmedi, Garnizon Komutanlığı görevinde, o da
istifa etsin, herkes etti" diye milli birlik komitesi başkanlığına dilekçe veriyor. Bu dilekçeye
de on dört kişi imza atıyor, herkes zannediyor ki on dört kişi kafi, herkes zannediyor ki bu on
dört kişinin hepsi Türkeş"in adamıdır, hayır değildir, yarısı Türkeş"in yarısı Madaoğlu"nun
vazifeli adamları.
Cemal Madanoğlu bu dilekçeyi alıyor, Cemal Gürsel"e gidiyor, emrinde ordu var ya, öbürleri
sivil"¦
"Bu dilekçeyi veren, imzalayan, 14 kişiyi komiteden atıyorsun, geri kalanlarla bu komiteyi
yeniden komite kuruyorsun" , icbar etti emrindeki askeri güçle"¦
Cemal Gürsel hüsnü niyetli idi, muhalifti falan ama ahmağın tekiydi, mesela idamlara
karşıydı. Cemal Madanoğlu radyo evinde kendi sesinden millete bir bildiri okudu:
"Şu tarihte teşkkül edilen, Milli Birlik Komitesi, lağv edilmiştir, ikinci bildiri aşağıdaki
şahıslardan itibaren tekrar kurulmuştur," aşağıdaki şahıslar kim, o on dört kişi eksik..
Her tarafa kim nerdeyse emirler yağdırıldı, bu on dört kişiyi aileleri ile bile görüştürülmeden
hemen yurt dışına sürüldü, Türkeş Yeni Delhi"ye, Dündar Bey Bon"a, herkese bir yer tayin
etmiş... Muharrem İhsan Kızıloğlu"da Dahiliye vekili bu emri derhal tatbik etti, Türkeş i
Konya"da Mustafa Kemal lehine konferans verirken otelde pijamaları ile yakaladılar, ailesi ile
bile görüşmesine fırsat vermeden hemen yurtdışına sürdüler. Abdulhamid"i "˜muzır gördüğü
adamları yurtdışına sürerdi" diye tenkit eden adamlar, ondan 60 sene sonra aynı işi yaptılar.
Bu Türkeş bu komite içine nasıl niye dahil oldu, ne maksatla dahil oldu? Noktasından o
umumi değerlendirmeden sonra bunlar az bilinen şeylerdir. Böyle az bilinen biri iki şey daha
anlatayım.
Söylenecek söz 27 Mayısala ilgili çoktur.
İşte gençleri kıyma makinesinde kıydılar, diye söylendi, bir general ben basın toplantısında
bulundum, bu general adını unuttum, bu İstanbul Vali makamında oturan General, gazetecileri
topladı vilayetin merdiveninde konuştu " bunlar öyle hain, 28 nisanda nümayiş yapan
talebeleri toplayıp, Ortaköy"de et kombinası vardı, orda kıyma makinesinde öldürdüler. Böyle
yalan. Aynı şeyi Sıddık Sami"de söyledi, Beyazıt meydanına " şehitlerimiz bir tane değildir,
daha çok var bunları bulacağız. !" , diye bağırdı. Sekme kurşunla Turan Emeksiz diye bir
pislik ölmüştü, sekme kurşunla öldüğü Yassıada davalarında sabit oldu. Millitürk Talebe
Birliğinin önüne heykelini diktiler. Celal Bayar"ı mesul etmek için, -kanun makabiline şamil
olur- diye fetva verdiler, bunları herkes bilir, herkes nasıl ayak uydurdu, nasıl destekledi
herkes bilir.
Ama alt tabakada herkes neler çekti, kimse bilmez. Ben Harbiye"de hapis yattığım için
onların, alt tabakanın neler çektiğini gördüm. Demokrat Partiye gönül vermiş adamların, Halk
Partinin adamlarının ihbarı ile araştırma yapmadan ne adamlar süründü. Yüzlerce adamı
sayarım, daha birkaç gün önce buraya geldi Nazım Durmuşoğlu talebe idi, bizimle beraber,
adam adım atamıyor, ne gözü görüyor, ne bacağı tutuyor, adamın şuuru bozuldu. Bir buçuk
sene Balmumcuda yattı, bir aydan fazla hücrede yattı, dosyası yanlışlıkla Yassıadaya gitmiş,
bundan dolayı. Öyle karışık bir devirdi. Çok insan eziyet gördü..
On dörtler hadisesi olduğu gün, 14 kasım 1960 ben Havadis Gazetesindeydim, Şerefefendi
Sokakata Demekrat Partiyi tutan gazete idi. Bu gazetenin bütün yazarını çizerini tevkif ettiler.
Gazetede iki tane gece sekreteri genç kaldı, biri Hami Tezkan, biri Gökhan Evliyaoğlu, bunlar
gece sekreteri olmalarına rağmen esi yazıları koyarak falan gazeteyi devam ettiriyorlar.
Hükümet el koydu, kapattılar, gazeteyi kapattılar, matabayı da aldı onlar geçtiler, Mehmet Ali
Yalçın diye birinin Son Havadis Gazetesine geçtiler, onla anlaşamadılar, Nazım"ın
teyzezadesi idi. Anlaşamadılar. Sonra Son İstanbul Gazetesine geçtiler vs. Son safhada ben
ordaydım o zaman Türkeş, Dündar Seyhan" ın hatırlarında da var, kimsenin elde etmediği
makamı elde etti, en son bize katıldı halde Baş Vekalet Müsteşarı oldu, bunun başbakanlık
demek olduğunu sonra fark ettik demişlerdi. Türkeş"in tecrübesi var kırküç, kırk dört ihtilal
hareketinde bulunmuş
Gerçek adı Alpaslan Türkeş değildir, Türkeş Kıbrıslıdır, adı Hüseyin Feyzullah dır. Adı
Hüseyin"dir, babasının adı Feyzullah"tır, Kıbrıslılar soyadı kullanmadığı için babasının
adını soyadı gibi kullanırlar. Sonradan bu kırk üç, kırk dört Turancılık hareketinden
sonra adı Alpaslan Türkeş olmuştur.
Tükeş Başbakan olur olmaz, Türkeş tecrübeli bu işe hesaplı girmiş, emniyete Dahiliye Vekili
İhsan Kızıoğlu olduğu halde. Emniyete hep kendi adamlarını yerleştirmiş. İstanbul
emniyet müdürü de birinci şube müdürü, birisi Abdulvahit Erdoğan onlada benim şahsi
hatıralarım çok, anlatsam vakit yetmez. Ama üsteğmen Eşref Dirlik diye bir adam,
Üsteğmen sıfatıyla birinci şube müdürü olmuş, şimdi Türkeş onu sık sık gönderiyor havadis
gazetesine, diyorki: " bu ihtilal Halk Partisini iktidar yapmak için yapılmadı, (o zaman böyle
yazıları birde Haldun Dormen yazıyordu.) Halk Partisini iktidar yapmak için yapılmadı, kötü
bir gidişe "˜dur" demek, kardeş kavgasını önlemek için yapıldı.
Havadis gazetesine bu Eşref geliyor orada yatıyor, böyle bir perde vardı, onu açtın mı, orada
yatak vardı, bazen Menderes"de orada yatarmış. Bu Eşref orayı karargah yapmış. Bizde
demokrat partiyi tutuyoruz ya, gidip geliyoruz görüyoruz onu. Askeri elbise ile orada yatıyor.
Eşref diyor ki böyle yazın, yani Türkeş"in istikamet vermek istediği rota buydu. Bunu bir
vaka ile de teyit edeyim: Günün birinde ihtilalin ilk günlerinde, radyodan " Sabık ve sakıt
cumhurbaşkanı Celal Bayar, sabık ve sakıt Başbakan Adnan Menderes, tevkif edilmiştir.
Sayın İsmet İnönü evinde istirahat halindedir." Bizde dedik ki "˜bu ne ya"¦ Bunlar sabık ve
sakıtta, bu da evinde istirahat"¦" bizim Türkeşle bağlantılı olan grup dedi ki, İsmet Paşa
ihtilalin ikinci günü İsmet Paşa Çankaya"ya geçmiş oturmuş, Reisicumhur olacak. Albay
Türkeş orayı bir kısım askerle sarmış " paşam siz burada emniyette değilsin, evinizde istirahat
buyurun, biz sizi korumaya alacağız, bu demokrat partililer size bir şey yapar" diye alayı
vala ile almış evine götürmüş. Tabii bu anlatılanlar doğruysa, doğruysa çünkü biz ezanı
Arapçaya çevrildiği gün biz ihtilale karar verdik deyince, bizim ağbilerden bazıları "o kendini
belli etmemek için tam onlardan gözüküyor, onun için böyle konuşmuştur Cevat Fehmi"ye
onun gerçek düşüncesi değildir, " dediler. Bunu diyenler Türkeşi benden daha çok
tanıyanlar Mehmet Emin Afkan falan, O zaman bu ne oluyor, İsmet Paşayı koruyor? Meğer
İsmet Paşayı alıp evine getirmiş ki İsmet Paşa"nın dışları çıkmasını engelliyormuş. O zaman
duyduğumuz iş, doğru yanlış bilemem. Ama on dörtlüler hadisesi olunca, bunun ne yaptığının
farkına varan Cemal Madanoğlu daha o gün onun bütün adamlarını, emniyetteki adamlarını
görevden aldı.
14 kasımda ben Yeni Havadis, Son Havadis, adı sonradan Son Havadis oldu, neyse ben
Havadis gazetesine gittiğim zaman Eşref beyle orada karşılaştım. Daha evvelde
görüşüyorduk. Ünüversitede benim adım gazetelerde çok geçiyormuş, aleyhime çok ihbar
varmış.
Dedi ki: " İyi ki seni gördüm, ben bu gün görevden alındım. Devir teslimden evvel bir sürü
ihbar mektubunu yaktım sobada, dedi, (demek kasım ayıya sobada var) sobada yaktım seninle
ilgili ihbarları iki celsede yaktım" dedim. Sen kaçar mısın, gizlenir misin bilmem ama ilk
fırsatta seni içeri alırlar Halk Partili gençler senin çok düşmanın, her gün senin hakkında bir
ihbar yapılıyor, aradan çok geçmedi, o zaman vefada Vefa Talebe Yurdunu çalıştırıyordum,
Rızapaşa Yokuşunda alacağım bir şey vardı, orada o kapıdan girdim, üniversite bahçesinden
geçiyorum, baktım heykelin önünde bir toplantı var, Faruk Güventürk o zaman Garnizon
Komutanı İstanbul"da, o, bir konuşma yapıyor, etrafında gençler var elli yüz kişi, diyor ki "
küllü mızzrrun yuktel" sonradan onunla başka maceralarımda oldu, öyle biraz mesmuat
kabilinden dini bilgisi de var. Her muzır şey katlonulur!
"Bunları biliyoruz, temizleyeceğiz,"
"ne oluyor?" dedim. Dediler ki
diye bağırıyor. Baktım bizim çocuklarda var aralarında,
"Ya bu Nadir Nadi ile Aziz Nesin arasında bir münakaşa mesele var ya" .
"Evet"
dedim.
"Bu Aziz Nesin düpedüz komünistliği savunuyor, ona bir şey olmuyor bizde dedik ki, bir
beyanname yayınladık, "˜ bu 27 mayıs ihtilali komünistlerin içindeki zehri kusmaları için mi
yapıldı?! Diye"
Halk partili gençler bu beyannameyi alıyorlar teksir ediyorlar, Taşlıtarlada vs dağıtıyorlar,
sonra ihbar ediyorlar ki, yani şu manayı veriyorlar, o zaman kuyruklar deniliyor, "işte bu
beyanname ile komünistleri tahrik ediyorlar" diye. Halbuki bizimkiler orada dağıtmamışlar
Taşlıtarlada dağıtmamışlar, üniversitede, dağıtmışlar.
Bende dedim ki: "Beyler yanlış yaptınız, bu işten başınız ağrır, dağılın çekilin bir şeye
karışmayın. Bu ihtilal bir dişli gibi dişlinin arasına bir girersen bir daha çıkamazsın.
Ve oradan Süleymaniye tarafındaki kapıdan çıktım yurda gittim. Öğlenden sonra çıkan
gazetelerde benim adımı görmüş biri, aldı gazeteyi getirdi ki, bu işi ben planlamışım, Halk
Patililerin beyanına göre gazete yazmış, bu işi ben planlamışım, aranıyormuşum, tevkif
edilecekmişim, ( bu polise yön vermektir, aynı Kılıçdaroğlu meselesinde basının yön vermesi
gibi.) Anladım başım ağrıyacak, hiç alakam yok ama oradan tesadüf geçerken gördüm. Yıldız
da da bir talebe yurdu çalıştırıyordum, iki talebe yurdu çalıştırıyordum, önce Yıldız"a gittim
sonra bu Şazeli Tekkesinin imamı benim ahbabımdı, "gel burada saklan" dedi, orada
saklandım. Bir iki gün sonra bir dergi getirdiler Metin Toker"in dergisi. Ortadan uzun boylu,
yeşil gözlü biri, beni tarif ediyor, bu işi o tertip etti, sonra " dağılın" dedi, yazıyor, hiç
alakam yok, bizim yurtta bir çocuk kalıyordu BURSALI o bana yurttan Şazeli Dergahına
yemek falan getirirdi o dedi ki,
Gel seninle Bursa"ya gidelim dedi.
Hadi gidelim dedik ama giderken bir tanıyan çıkarda yakalanırsak şansa"¦.
Gittik Bursa"ya, Çekirgede Yeni Hayat Oteline gittik bir banyo yaptık o da evine gitti"¦.
Kadir Mısıroğlu Bursa"da neler yaşadı, yakalanacak mı?
Kadir mısıroğlu Balmumcu Hapishanesinde neler yaşadı?
Kadir Mısıroğlu"na "oğlun oldu"
haberi gelince hapishanede ne yaptı?
Sivil polisler kimleri takibe almış?
Ve habervaktim yazarı Rukiye Yıldız Erdoğmuş"un özel soruları. Yazının devamında"¦
habervaktim.com
*************
MUHSİN YAZICIOĞLU.
Bizim ulkemiz gariptir; ulke insanimiz ise daha bir garip. Mesela olen sanatcilarimiz vardir.
Olmeden once kimsenin umrunda degildir, oldukten sonra ise "Inanilmaz buyuk sanatciydi
vah vah!" denilir. Soz konusu sanatci, gercekten buyuk mudur bilinmez ama, bizim
halkimizin genelinin bu konuda bir zaafi oldugu muhakkaktir.
Muhsin Yazicioglu"nu bilirsiniz. Bir helikopter kazasi sonucu, hayatini kaybeden ilginc bir
adam. Onun ilgincligini sonra irdeleyecegim de; olum haberi gelmeden once ve geldikten
sonra medya kuruluslarinin takindigi tavir, cok daha ilginc ve igrenc. "Muhsin Baskan"in
kendi sesinden siiri" basligi atilip, adamin bir sure once okudugu "acikli" siir yayinlanir ya da
"Oyle bir hayat ki..." diye bir baslik atilip, Muhsin Yazicioglu ovule ovule bitirilemez. Sevgi
pitircigidir sanki Muhsin Yazicioglu, sanki Nobel Baris Odulu sahibi...
Olen insanin ardindan genelde uzulmek lazimdir. Bize boyle ogretilmistir. Yani biz
Anadolu"da yetisen, bu kulturu alan insanlar olarak olumlere uzuluruz, peslerinden agitlar
yakariz, insanlar genelde siyah giyer de belli eder yaslaini; bir manada kara gunlerdir olumlu
gunler. Ancak belki de, sirf "insan olumu"ndan bu kadar tiksindigimiz icin, sahsim adina
soyluyorum ki; uzulmedim Muhsin Yazicioglu"nun olumune. "E nasil bir celiski bu?" diye
soracaksiniz ve ben hemen durumu ozetleyecegim.
Muhsin Yazicioglu"nun temsil ettigi, ugruna partiler kurdugu fikirleri zehirliydi.
Abdullah Catli"nin dostudur Muhsin Yazicioglu. Abdullah Catli"nin nasil bir insan oldugunu,
sozde vatanseverlik maskesi altinda gencleri nasil oldurdugunu, iplerle bogdugunu
bilmeyeniniz yoktur sanirim.
Abdullah Catli yakalanir.
Emniyeti arayan Muhsin"dir. Der ki: "Catli"yi birakmazsaniz, Ankara"nin her yerinde
bomba patlatiriz."
Bircok katliamla ilgili kendisine dava acilmistir. Ancak neredeyse tum benzer gorusu
savunanlar gibi, kendisi de bu davalardan beraat etmis ve ayni kisi, meclise milletvekili olarak
girebilmistir, parti kurabilmistir. Soz konusu katliamlarin itirafcilari, "Emirleri Muhsin
Yacicioglu"ndan aldik" demistir ancak ne deseler bostur. Gelin gorun ki; olan, 20"sinde
hayata veda eden genclere olmustur. Yaziktir; varsa ilahi adalet gunahtir.
Yine ayni itirafcilar ve bir zamanlarin Ulku Ocaklari Hukuk Masasi sefleri, Sivas
Katliami"nin planlayicilari icerisinde de Muhsin Yazicioglu"nun oldugunu ifade eder. Hatta
bizzat, katliam sirasinda Sivas"ta olup olaylara onderlik ettigi soylenir. Bu denilenler
itirafcilarin "deme"sidir de bir de katliami yasayanlarin anlatimi vardir. Madimak Oteli"ndeki
yangindan kacip, yan taraftaki Buyuk Birlik Partisi binasina siginmak isteyen bircok kisi,
parti pencerelerinden uzanan elleri kalasli gencler tarafindan dovulmustur. Bircok insan
oracikta can vermistir. BBP"den yukselen "Geberin pislikler!" sesleri ise hic dinmemistir.
Maras Katliami"ni bilirsiniz. Oyle bir katliamdir ki bu; sirf alevi ve solcu olduklari icin
hamile kadinlarin karinlari desilip icerisindeki ceninler duvarlara yapistiriliyor. Oyle bir
katliamdir ki bu; cocuklar bile kafalarindan agaclara cakiliyor. Oyle bir katliamdir ki bu;
insanlar baltalarla paramparca ediliyor. Oyle bir katliamdir ki bu; 505 kisi hayatini
kaybediyor, binlercesi yaralaniyor. Katliami gerceklestirenlerin ve halki kiskirtanlarin ulkucu
ceteler oldugunu bilmeyeniniz var mi? Ya ulku ocaklarinin basinda Muhsin Yazicioglu"nun
oldugunu bilmeyen?
Cok mu uzak verilen ornekler? Peki gelelim birkac yil oncesine. Hrant Dink; ermeni bir
aydin. Iki halkin kardesce yasayabilecenigi her firsatta soyleyen, bu amac ile cabalayan bir
gazeteci. O da katledildi. Cinayeti azmettirenleri de hepimiz yakindan taniyoruz. Erhan
Tuncel ve Yasin Hayal de bu azmettiricilerden; cezaevindeler. Erhan Tuncel, Muhsin"in
Trabzon"daki miting ve toplantilarini organize eden ve Trabzon"da onun korumaligini
ustlenen bir kisi. Bu durum resimlerle de ispatlidir.* Yasin Hayal de, her mahkemede
"Yasasin Buyuk Birlik Partisi" diye slogan atan bir kisidir ki*; BBP"nin hem kurucusu hem
de her seyidir Muhsin Yazicioglu. Hem, Yasin Hayal Mc Donalds"a bomba atarken ve bu
durum emniyet kayitlarinda sabitken, Muhsin "Yasin Hayal, Mc Donalds"a maytap atmis"
deyiveriyor ki, maytap nerde, bomba nerde... Ve yine Soylemeden edemeyecegim ki, Yasin
Hayal ifadelerinde "Cezaevindeyken BBP MKYK uyesi Halis Egemen ve BBP Il Baskani
Yasar Cihan"dan 1000 YTL para ile giyecek ve esya yardimi aldim" demis ve bu sozlerin
ortaya cikmasindan sonra, kamuoyu Muhsin Bey"den bu iki gorevliyi gorevinden ihrac
etmesini beklerken, Muhsin: "Arkadaslarimi infaz etmem" demistir.*
Gecmisi karanlik olan bir insandir Muhsin Yazicioglu. Kazasi nedeniyle, duygu somurusu
yapilip da "Musum insan" imaji cizmeye gerek yok. Olulerin ardindan o kadar gozyasi doktuk
ki; olduren zihniyetin temsilcilerine, elbette gozyasi dokmeyecegiz. Ve ben elbette
uzulmeyecegim. Ilk bakista "acimasiz" gibi gorunse de bu dediklerim; kimlerin acimasiz
oldugu gun gibi ortadadir. Sadece gercekleri gormek icin hangi acidan bakmamiz gerektigini
bilelim.
G.Doğan.
--Sağlığında yayınlanan hatıralarında ( Sabah Gazetesi, Hulusi Turgut), adının Ali Arslan
konduğunu, daha sonra öğretmeninince Alparslan'a dönüştürüldüğünü kendisi söylemiştir.
"Alp Arslan ( Arslan soyadı olarak)" takma ad kullandığını Star televizyonundaki Kırmızı
Koltuk programında Ahmet Altan'ın başka bir konu ile ilgili sorusu üzerine arada kendisi
söylemiştir. Ayrıca harbiye öğrencisi iken İnönü'ne gönderdiği Alp Arslan imzalı mektuplar
basında da yayınlanmıştır.
wikipedia
**********
Muhsin Yazıcıoğlu da Turgut Özal gibi bir Nakşibendi idi!
Neden Taceddin Dergahı"na gömüldü?
Gürkan Hacır
[email protected]
Şüphelerle dolu bir helikopter kazasında yaşamını yitiren Yazıcıoğlu, vasiyeti gereği Taceddin Dergahı
bahçesine defnedildi.
Peki, Yazıcıoğlu"nu İstiklal Marşı"nın yazıldığı o dergaha çeken neydi? Sadece milli bir tavır ya da Akif
sevgisi mi? Yoksa daha derin bağlar mı?
BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu"nun beklenmedik ölümü halen tartışılıyor. Kaza mı yoksa suikast mıydı
net bir şey söylemek imkansız. Kimilerine göre Yazıcıoğlu, hiç kullanmadığı helikopter konusunda
zorla ikna edilmiş ve sorunlu olan bu araca binmesi sağlanmıştı. Kimine göreyse pilot önceden verilen
ilaçlarla etkisiz hale getirilmiş, helikopterin düşmesi planlanmıştı. Kaza ihtimalini dillendiren ise az
sayıda kişi var.
Yazıcıoğlu"nun cenazesi tüm bu tartışmaların gölgesinde kaldırıldı.
Türkiye"nin dört bir yanından gelen Nizam-ı Alem Ocağı"ndan gençler Ankara sokaklarını doldurdular
ve liderlerine son görevlerini yerine getirdiler.
Ve naaşı, Mehmet Akif Ersoy"un İstiklal Marşı"nı yazdığı Taceddin Dergahı"nın bahçesine defnettiler.
Yazıcıoğlu"nun sağlığında, defnedilmek üzere vasiyet ettiği Taceddin Dergahı"nın özelliği neydi ?
Sadece Milli Şair"e ev sahipliği yapmış olması mı bu ünlü ülkücü-aksiyoneri buraya çekmişti ?
İsterseniz Taceddin Dergahı"nın hikayesine bir uzanalım...
Öncelikle belirtmem gerek.
Muhsin Yazıcıoğlu"nun yaşamında Mehmet Akif Ersoy"un yeri başkaydı.
Sadece İstiklal Marşı"nın yazarı olması değil, yaşamı ve İslami düşüncesini de kendine yakın
buluyordu.
Üstelik her ikisi de veterinerlik okulunda okumuşlardı. (Yazıcıoğlu Veterinerlik Fakültesi"ni
bitiremedi.)
Ama onları aynı dergahta buluşturan sebep bu değildi.
CELVETİYE TARİKATI:
Halk içinde hakla birlikte...
Celvetiyye tarikatı, Bayramiyye tarikatının bir koludur. Bayramiyye ise Nakşibend" lik ve Halvetiliğin
birleşimi olarak kabul edilir. Bayramiyye ismini Hacı Bayram-ı Veli"den alır. Yani Nakşibend" lik ve
Celvetilik birbiri içine geçmiş bir haldedir.
BBP liderinin defnedildiği Taceddin Dergahı da Celveti tarikatının dergahıdır. Milli Mücadele yıllarında
Mehmet Akif Ersoy"u evinde ağırlayan da bir Celveti şeyhiydi. Yani Ersoy, İstiklal Marşı"nı bir Celveti
tekkesinde yazmıştı.
Taceddin Dergahı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hacı Bayramı Veli"nin kurduğu Bayramiyye
tarikatının bir kolu olan Celvetiler için yaptırılmıştı. Taceddin Dergahı, Celvetilerin olduğu kadar
Nakşibend" ler için de önemli dergahlardan biridir.
Muhsin Yazıcıoğlu, hayattayken ölümü halinde Taceddin Dergahı"na gömülmesini, eğer orası olmazsa
Hacı Bayram Camii haziresine, orası da olmazsa Yazıcıoğlu Camii"ne defnedilmesini istemişti.
Peki, Nakşibend" ler için önemli sayılan bu Celveti tekkesine defnedilmek neden Yazıcıoğlu"nun
vasiyeti olmuştu?
Yazıcıoğlu, Nakşibend" lerin lideri konumundaki Esat Coşan"ın yakınıydı. Coşan, Menzil Şeyhi olarak
bilinen Mehmet Zahit Kotku"dan sonra cemaatin lideriydi. Her fırsatta Muhsin Yazıcıoğlu"yla bir araya
geliyordu. Buluşmaları kamuoyundan pek gizlenmiyor, Coşan"ın verdiği yemeklerde Yazıcıoğlu hemen
yanında onur konuğu olarak yer alıyordu.
KADERLERİ AYNI OLDU
Türk siyasi yaşamında önemli yer tutan İskenderpaşa cemaati,Coşan"ın liderliğindeydi.
Bugün AKP"nin birçok kadrosu bu cemaatin talebesiydi.
Ancak Coşan"ın ismi hep Yazıcıoğlu"yla anılıyordu.
Esat Coşan"ın da kaderi tıpkı Yazıcıoğlu gibi oldu.
O da Avustralya"nın Sdyney kentinde geçirdiği bir trafik kazasında yaşamını kaybetti.
EN YAKIN DOSTU NEYZEN TEVFİK"Tİ
Mehmet Akif Ersoy"un yaşamı ilginçliklerle doluydu.
Türklüğün en önemli şairlerinden gösterilen Akif, aslen Arnavut"tu.
Arnavutluk"un İpek Kasabası"ndan Tahir Efendi"nin oğluydu.
Asıl adı Ragıyf"tı.
Söyleniş zorluğundan ötürü doğum yeri olan İstanbul Fatih"teki arkadaşları Akif demeyi uygun
buldular.
Mısır günlerinde en yakın arkadaşı ünlü hiciv şairi Neyzen Tevfik"ti.
Ayrı mizaçta gözükseler de dostlukları apayrı yaşam tarzlarından etkilenmedi.
Neyzen Tevfik alkol bağımlısıydı.
Hayatı boyunca defalarca alkolizm tedavisi görmesine karşın sirozdan yaşamını yitiren Mehmet Akif
Ersoy oldu!
(Akif"in ortanca oğlu Mehmet Emin Ersoy da alkol bağımlısı oldu ve sefalet içindeki yaşamı bir
kamyon kasasının üstünde son buldu.)
Taceddin Dergahı"ndaki Mehmet Akif Evi"nin açılış töreninde tabelayı Neyzen Tevfik"in kardeşi
Ahmet Şefik Kolaylı çaktı.
Muhsin'i iyi bilmezdik/Evliya değil TERÖRİST
Türk Solu dergisi grubu vefat eden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu"nu kapağına taşıdı. Derginin
231. sayısında merhum Yazıcıoğlu"nu "İyi Bilmezdik" başlığı ile kapak yapan Türk Solu dergisi
kamuoyunda büyük tepkiye yol açtı. Derginin söz konusu sayısında Yazıcıoğlu aleyhinde birçok yazıya
yer verildi.
Türk Solu dergisinin 231. sayısında Ali Özsoy imzası ile merhum Yazıcıoğlu"nu konu alan "İyi
Bilmezdik" başlıklı bir yazı yayınlandı. Özsoy yazısında Yazıcıoğlu"na "terörist" diye savunarak şu
ifadeleri kullanıyor:
SANKİ EVLİYA
"Muhsin Yazıcıoğlu öldükten sonra öyle hikayeler anlatıldı ki, inanılır gibi değil. Ölen bildiğimiz Muhsin
Yazıcıoğlu değil de sanki evliya. Veya büyük bir düşünce adamı, toplumu birleştirmiş bir önder... Ya da
memleketi defalarca uçurumun kenarından kurtarmış savaşlar kazanmış bir komutan... Bu tantanayı
kimler çıkarıyor?
MUHSİN GAZINA BASIYORLAR
İstisnasız hepsi iktidar borazanı gazeteler, Kürt-İslam faşizminin bezirganları... Zaman gazetesi, Vakit,
Sabah, Star v.s... AKP"nin seçimde oylarının keskin bir şekilde düşmüş olmasının verdiği sıkıntıyla bu
cephe Muhsin gazına bastıkça basıyor. Kitlelerini böyle motive etmeye çalışıyorlar. "O çok
namusluydu", "büyük vatanseverdi", "hep dik durdu", "ilkelerinden taviz vermedi", "tüm millet onu
severdi", "demokrasi şehidi oldu..." Başbakan Recep Tayyip bile çıktı ne büyük vatan evladı
olduğundan bahsetti. İnsan sormadan edemiyor. Madem bu kadar mükemmel bir adamdı küçücük
partisine oy verseydiniz. Bir de güya bu adam bir muhalefet lideri. Neden iktidar borazanları hüngür
hüngür ağlıyor? Başbakan bile çıkıp sanki AKP"li biri ölmüş gibi nutuk çekiyor.
TERÖRİSTE VEFA BORCU
Muhsin Yazıcıoğlu Terör Örgütü Ülkücü Gençler Derneği"nin kurucusuydu. Solda onun yakın arkadaşı
ülkücü katil Haluk Kırcı. Yukarda ise Muhsin"in son dönem arkadaşlarından PKK"lı terörist Leyla Zana.
Yazıcıoğlu hep teröristlerle birlikteydi. Elbette ki bu tantananın nedeni Muhsin Yazıcıoğlu"nun ve
BBP"nin siyasi başarıları veya memlekete hizmetleri değil. Sağcı-gerici cephe bir zamanlar çok
kullandıkları bir tetikçi çetesinin önde gelen isimlerinden birine vefa borçlarını ödüyor. Öyle ya
1980"den önce binlerce devrimcinin kanına girilmeseydi bugünkü sömürü düzeni kurulabilir miydi?
Zaten Kürt-İslam cephesinin son zamanlarda pek bir konuşkanlaşan lideri Fethullah Gülen ağzındaki
baklayı çıkarıyor. Muhsin için bakın neler diyor: "Anadolu insanı belli bir dönemde İslam"a ve Türk
dünyasına karşı gelen şer güçlere karşı koydu."
TÜRK HALKI OLARAK İYİ BİLMEZDİK
Bizler onu iyi tanıyoruz. Kardeş kavgasının müsebbibiydi.
Hayatının her döneminde faşist ve gerici oldu.
Hayatının her dönemi Atatürk"e karşı oldu.
Türkçü değil ümmetçiydi.
Hep türbancı hep tarikatçıydı.
Solcu Türk"e karşı kaplan kesilir, Kürde ve Ermeniye ise kardeşlik şiirleri yazardı.
Fikir adamı değildi. Tek bir fikri yoktu. Sadece 1980 öncesi eylemleriyle ismi sivrilmişti.
Şiirleri vardı. Ama onlar da kötüydü.
Kürt-İslamcılar üzülmekte haklı olabilirler. Ama Türk halkına bunu dayatamazlar.
Bu millet vatan için, Cumhuriyet için, bağımsızlık için Ata"sının yolunda şehit olanları saygıyla anıyor.
Tek bir Türk evladını bile unutmuyor.
Ama Muhsin"i nasıl bilirdiniz diye sorarlarsa kusura bakmasınlar.
Biz iyi bilmezdik".
Kaynak:
http://www.ensonhaber.com/medya/198832/muhsini-iyi-bilmezdik.html
Muhsin Yazıcıoğlu"nun Helikopteri "elektromanyetik silahla düşürüldü"
Yazıcıoğlu kazasıyla ilgili şok rapor!"Helikopter elektromanyetik silahla düşürüldü"
09.11.2009 08:43
Muhsin Yazıcıoğlu"nun da aralarında bulunduğu altı kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazasını
incelemek için görevlendirilen araştırma ekibi, yeni bir iddia ortaya attı: "Helikopterin düşmesine
elektromanyetik silah neden oldu"
GAZETE HABERTÜRK
BÜYÜK Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve 5 kişinin hayatını kaybettiği helikopter
kazasıyla ilgili şok bir rapor hazırlandı. Parti tarafından görevlendirilen araştırma ekibinde yer alan
havacılık uzmanı Volkan Sürmeli, soruşturmayı yürüten Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcılığı"na
gönderdiği raporunda, helikopterin düşmesine elektromanyetik silahların neden olduğunu ileri sürdü.
Sürmeli, Meclis Araştırma Komisyonu"na da bilgi verecek.
"˜HER 5 SANİYEDE BİR ARANDILAR"
Alman bir uzmanla yaptıkları çalışmalarda, helikopterin kesinlikle düşürüldüğü
kanaatine vardıklarını belirten Sürmeli "Helikopterde bulunan 6 kişinin cep telefonları, kazadan önce
hiç konuşma yapılmadan 5"er saniye aralıklarla aranmış. Bu yöntemle helikopterin koordinatları
belirlenmiş. Daha sonra, yerden yüklü bir miktarda elektromanyetik dalga gönderilerek helikopterin
elektronik aksamları stop ettirilmiş" dedi. Genelkurmay"a elektromanyetik konusunda danışmanlık
yapan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Şeker de daha önce elektromanyetik
silahlara dikkat çekerek, bu silahlarla değil uçak uyduların dahi düşürülebildiğini açıklamıştı.
**********
PSİKOLOJİK HARP
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1127.0
-------BEYİN KONTROLÜ
Açıklanmış bir Beyin Kontrolü Operasyonu Emekli Amerikan Haber Alma Örgütü ( CIA ) Ajanı
Julianne Mc Kinney Açıklıyor.
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1122.0
**********
ALPARSLAN TÜRKEŞ, O Bir Arusi Tarikatı mensubuydu ve gerçek adı Hüseyin Feyzullah'tı.
Türkeş Arusiler'le gizlice görüşürdü
25 Ağustos 2001 günü, Musevi kökenli ünlü iş adamı Üzeyir Garih Eyüp Mezarlığı'nda bıçaklanarak
öldürüldüğünde, herkes Garih'in Müslüman mezarlığında ne işi olduğunu tartıştı. Garih'in cesedinin
Mareşal Fevzi Çakmak'ın kabrinin yanıbaşında bulunması çeşitli komplo teorileriyl
e yorumlandı. Cesedin yakınlarında bir kabir daha vardı: Küçük Hüseyin Efendi'nin kabri.
İlk gün gözden kaçan bu küçük ayrıntı, ertesi gün Garih olayının göbeğine oturdu. Garih'in Eyüp
Mezarlığı'nda yatan Nakşibendi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini düzenli olarak ziyaret ettiği
ortaya çıktı. 1930 yılında vefat eden Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin Garih'in babası ile yakın
dost oldukları, hatta iki kişi arasında neredeyse şeyh-mürit ilişkisi olduğu iddiaları gündeme geldi.
Üzeyir Garih'in Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarını yaptırttığı da ortaya çıktı. İddialara göre Garih'in
babası gizlice Müslüman olmuştu. Öte yandan yaptığımız araştırmalar sonucunda Musevi işadamı
Üzeyir Garih ile yakın ilişkisi bulunan MHP'nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş'in Küçük Hüseyin
Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurucusu olduğu Arusilik'le yakın ilişkisini ortaya
çıkarmış, hazırladığımız bir kitapta bu bilgileri kamuoyuna aktarmıştık. Böylece kamuoyu Arusilik
adıyla anılan tasavvufi akımın varlığına tanık oldu (Öldüren Sır: Garih/Sıradışı Bir Musevinin Portresi,
Bakış Yayınları, Kasım 2001).
ARUSİ SEVGİSİ MEZARA KADAR
1917'de Kıbrıs'ta dünyaya gelen Alparslan Türkeş, 1944'teki Turancılık Davası'ndan yargılanarak hapis
yatan genç bir üsteğmen iken 27 Mayıs 1960'taki askeri darbede ihtilalin kudretli albayı oldu. Türkeş,
ihtilali yapan askeri heyet içindeki ihtilafların ardından 13 arkadaşı ile tasfiye edildi. Hindistan'a askeri
ataşe olarak sürgün edilen Türkeş, Türkiye'ye döndükten sonra siyasete atıldı. Cumhuriyetçi Köylü
Millet Partisi'ne giren Türkeş, bilahare Genel Başkan oldu. Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak
değiştirildi. Türkeş, 1970'lerdeki Milliyetçi Cephe Hükümetleri'ne koalisyon ortağı olarak katıldı,
Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlendi.
Arusiler Türkeş'i sevdi
1980'de Türk Silahlı Kuvvetleri siyasal şiddet olayları ve siyasal istikrarsızlık gerekçesiyle yönetime el
koydu. Türkeş ve diğer MHP yöneticileri de askeri mahkemelerde yargılanarak yıllarca hapis yattılar.
1989'da siyaset yasağının kaldırılmasının ardından Türkeş MÇP'nin başına geçti. 1991'deki seçimlerde
Necmettin Erbakan'ın RP'si ile seçim ittifakı yaparak yeniden Meclis'e girdi. Bu arada MÇP'nin ismi de
MHP olarak değiştirildi. 1995 seçimlerinde parlamento dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir
lider profili çizerek ülke siyaseti üzerinde etkili oldu. Türk siyasi hayatının en tartışmalı liderlerinden
biri olan Türkeş 1997"de vefat etti.
Türkeş"in siyasi kimliğinin yanı sıra ruh dünyası da ilginçti. Türkeş"in bazı cemaat liderlerini ve tarikat
şeyhlerini gizlice ziyaret ettiği ülkücü camia içerisinde konuşuluyordu. Türkeş"in çok yakın çevresinin
bildiği bu ilişkiler vefatından sonra parça parça da olsa ortaya çıktı. Türkeş"in büyük yakınlık duyduğu
tarikatlerden biri de Arusilik"ti. Türkeş, Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in
kurduğu Arusiliğin şeyhleriyle 1960"lardan vefatına kadar görüştü.
İlk adı Hüseyin Feyzullah
Hüseyin Efendi"nin Türkeş"in ailesi ile tanıştığı da ortaya çıktı. Ailenin tanışıklığını açıklayan sıradan
bir kişi değil, Türkeş ailesinin yakından tanıdığı ve saygı duyduğu Mehmet Faik Erbil'di. Erbil,
Arusiler'in en önde gelen isimleri arasında yer alıyor. Erbil, Türkeş'in sağlığında sık sık ziyaret ettiği bir
kişi. Erbil, yıllardır dile getirilen bir iddiaya da açıklık getiriyor. İddia, Alparslan Türkeş'in ilk adının
Hüseyin Feyzullah olduğudur. Hüseyin Küçük Hüseyin Efendi'ye, Feyzullah ise Küçük Hüseyin
Efendi'nin şeyhi Feyzullah Efendi'ye nispettir. Bu ismi Türkeş'in babası Ahmet Hamdi Bey ve annesi
Fatma Zehra Hanım koydu. Türkeş'in dedesi Tuzlalı Arif Ağa da Şeyh Feyzullah Efendi ile aynı
dönemde Sultan Abdulaziz tarafından sürgün edildi. Arif Ağa Kayseri'den Kıbrıs'a, Nakşi Şeyhi
Feyzullah Efendi ise İstanbul'dan Midilli'ye gönderildi.
'Bu çocuğa dikkat edin'
Türkeş'e Hüseyin Feyzullah ismin verilmesinin hikayesini Mehmet Faik Erbil şöyle anlatıyor: "Bildiğim
kadariyle rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'in nüfus kaydındaki ismi Hüseyin Feyzullah'tır. Bunun aslı
şudur: Biz işin aslını biliyorduk ama vesile teşvik etmişken kendisinin 1989 senesinde bize söylediği bir
sözü burada nakledelim: 'Ankaralı Büyük Evliyâ'dan Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna
kendisi 7-10 yaşları arasında iken ebeveyni tarafından getirilmiş ve mübârek zât kendisine bakarak,
şahâdet parmağı ile işaret eyleyip 'Bu çocuk... Bu çocuğa dikkat edin. Türk tarihi bu çocuğu altın
harflerle yazacaktır' diye buyurmuşlardır. Buradaki incelik şudur: Alâkaları sebebiyle daha önce
ebeveyni oğullarına huzuruna getirdikleri mübâreğin ve mürşidinin ismi şeriflerini koymuşlar."
Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil"in sözünü ettiği Küçük Hüseyin Efendi 1930"da İstanbul'da vefat
ederek Eyüp Sultan Mezarlığı"nda toprağa verildi. Küçük Hüseyin Efendi'nin mütevazi mezarının
hemen yanında ise Mareşal Fevzi Çakmak ve ailesinin kabristanı yer alıyor.
Küçük Hüseyin Efendi'nin ÜNLÜ MÜRİTLERİ
Mehmet Faik Erbil Efendi, Küçük Hüseyin Efendi'nin yanısıra tarikatlere mensup ünlü isimleri
açıklıyor:
"Yolumuzun ulularından Arif-i Zât-ı Billah Esseyyid Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi'ye ve Halife-i
Hassası Zât Mürşidi Esseyyid Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'ni zikrettikten sonra terbiyesinde yetişmiş
pekçok değerli dervişlerinden birkaçının isimlerini burada dercetmek istiyoruz: Eski
Başvekillerimizinden vatanperver Hüseyin Rauf Orbay, beynelmilel tıp ilmi ile mücehhez Ord. Prof. Dr.
Hasan Reşat Sığındım, yine tıp âleminden Ord. Prof. Dr. ve aynı zamanda Paşabahçe Tezyin-i Sanatlar
Hocası muhterem Ahmet Süheyl Ünver, Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün, eski Adliye ve
Hariciye Vekillerimizden Ord. Prof. Dr. Yusuf Kemal Tengirşenk, Sağlık eski Bakanlarından Tıp
Profesörü Dr. Nihat Reşat Belger, Atina Büyükelçimiz Enis Akaygen, Müzeler Umum Müdürü Prof. Dr.
Burhan Toprak ve Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ve teğmen rütbesi ile huzuruna varıp mübareğin
kendisine gösterdiği keramet üzerine ömrünün son demine kadar mum ışığında Kur'ân-ı Kerîm
okuyan Balıkesir Kumandanı Korgeneral Kurtcebe Noyan Paşa. Bu vesile ile ayrıca belirtmiş olalım ki
Halvetî Tarîkati'nden Şark Orduları Başkomutanı Kazım Karabekir Paşa, Mevlevî Tarîkati'nden Hava
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun (Paşa) ve aziz şeyhimin "Ordumuzun en değerli paşası
Faik Türün Paşa'dır" diye buyurduğu 1970 ve 1973 arasında İstanbul 1. Ordu Kumandanı Org. Faik
Türün Paşa da birer mübarek tarîkat mensubudurlar.
Cenab-ı Allah bu şerefli zâtların cümlesine gâni gâni rahmet eylesin. Beşiktaş'ta T. Arıburun Paşa ile
görüştüğümüzde "18 oy daha alsaydınız, bugün Cumhurbaşkanı'ydınız, paşam" dediğimde bana cevap
olarak "Hakk tazyik edilmez ki" demeleri üzerine kendilerini tebrik ettim. Not: Rahmetli Mareşal M.
Fevzi Çakmak vasiyeti üzere, mürşidi Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin türbesinin yanında
medfun olup, dolayısıyla damadı rahmetli Prof. Dr. Burhan Toprak da aynı sıradadır."
Koç'larla aile dostları
Ord. Prof. Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci'nin babası), İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın
babası Mühürdar Mehmet Emin Paşa, Nurettin Topçu'nun şeyhi Abdulaziz Bekkine, Musevi doktor
Salih Arazraki, Üzeyir Garih'in diş hekimi babası Azra Garih, Devlet Bakanı Ali Babacan'ın halası Hatice
Suat Babacan'ın annesi Naciye Hanım (Şeyh Yahya Dergahı'nın son postnişini Abdulhay Öztoprak'ın
eşi) da Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden. Koç Holding'in duayenlerinden Can Kıraç'ın eşi İnci
Kıraç da Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından. Sevgi (Koç)Gönül de Küçük Hüseyin Efendi'nin
torunlarından Sabiha Hanım'ın aile dostları arasında yer aldığını açıklamıştı.
Başbakan Ürgüplü de mezarı ziyaret ederdi
Mehmet Faik Erbil, İsmet Paşa döneminin bakanlarından Suat Hayri Ürgüplü ve babası Şeyhülislam
Hayri Efendi'nin Küçük Hüseyin Efendi ile ilişkisini şöyle anlatıyor: "Küçük Hüseyin Efendi
Hazretleri'nin huzuruna, büyük bir evliya olduğunu öğrenen Ürgüplü'nün babası o devrin Şeyhülislâmı
Hayri Efendi gelirler. Hayri Efendi: "Efendim tahsiliniz nedir?" diye sorarlar. Mübarek şu cevabı
verirler: "Maksûd." Bunun üzerine Hayri Efendi istihza ile güler ve şöyle söyler? "Aman efendim.
Benim odacım dahi maksûd dersini çoktan geçti." Akabinde alaycı bir tavırla anlayamadığını ifade
eder. Mübarek yine "Maksûd evladım" cevabını verirler. Şeyhülislâm Efendi huzurundan ayrılırlar,
fakat maksûd kelimesi kendilerini ömürleri boyunca meşgûl eder. Aradan onbeş sene geçer ve
maksûdun yüce ifadesini bir hâl üzere Kur'ân'dan öğrenmiş olurlar. O da şudur: "Maksûd, âlem-i
cemâle intikâl etmeden önce dünyasında iken Rabbını gören Allah'ın saltanatlı velileridir. Zirâ onlar
daha dünya hayatında iken maksûda ermişlerdir."
Bunun üzerine Hayri Efendi ah-vah eder, cehlini itiraf için mübareğin huzur-u şeriflerine girmek ister.
Bir dostu "Peki, bu arzunu yerine getireyim. Haydi kalk gidelim"der. Eyüpsultan'a gelirler ve oradan
kabristana yönelirler. Bu esnada Hayri Efendi durur. "Yoksa mübârek bu âlemden çekildi mi?" diyerek
refikine sorarlar. "Evet. Türbesine gidiyoruz" cevabını alınca aynın şöyle dövünürler. "Eyvah! Hayri
Efendi, sen ne halt ettin? Meğerse ben ne kadar cahilmişim." Türbe-i Şerif'i ziyaretten sonra oğlu Suat
Ürgüplü'ye şu vasiyette bulunurlar: "Ey oğlum. Bir gün başın sıkışırsa Eyüp tepesinde türbesi bulunan
mübarek zât Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'ni ziyaret et, müşkülünün halli için o mübârek kapıda
Allah'a yalvar. Muhakkak Allah yardımcın olacaktır." Ürgüplü Tekel Bakanı iken hakkında açılan dava
karşısında Küçük Hüseyin Efendi'nin makam-ı şerifine giderek Allah'a şu niyazda bulunur: "Ey Allahım.
Suçlu değilim. Aile şerefimiz ayaklar altına alınmak isteniyor. Huzurunda bulunduğum mübaret zatın
yüzü suyu hürmetine bu iftira davasından beni kurtar" diyerek hüngür hüngür ağlayarak, yapıştığı
türbenin demirleri dua esnasında devamlı salıncak gibi sallanır. Ve tam yedi gün sonra her türlü
baskıya rağmen beraat kararını almıştır. Ondan sonra mübareği unutmamış ve fırsat buldukça
ziyaretine gitmiştir.
MHP lideri Türkeş yaşamı boyunca Arusiler'e şükran duydu.1964'de siyasete atılırken Arusi Şeyhi
Mustafa Aziz Çınar'a danışan Türkeş, bu özel görüşmede neler konuşulduğunu sır gibi sakladı. 25 yıl
boyunca sakladığı sırrı bir başka Arusi şeyhine açan Türkeş, 12 Eylül öncesinde ülkücü gençlerin
öldürülmesinden kendisinin sorumlu tutulduğunu gözbebekleri dolarak anlatarak partisinden istifayı
düşündüğünü söyledi.
MHP lideri ve ülkücülerin Başbuğu Alparslan Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer tutan Arusilik
Tunus/Libya kökenli bir tasavvuf hareketi. Arusiler Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarıyla tanınıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı'nın yanısıra Kurtuluş Savaşı'nda da maddi ve manevi olarak Türkiye'yi
desteklediler. Tarikate adını veren Ahmed bin Arus'tur. Tarikat asıl ününü, Ahmet Bin Arus'un müridi
Selim Feyturi'nin oğlu Seyyid Abdusselam El Esmer ile kazandı. Ahmed bin Arus Horasan'dan Afrika'ya
gelen Şeyh Fethullah-ul Acemi'yyul Horasani'ye intisab etti. Ahmed bin Arus Tarikat-i Sazeliyye'den de
halifelik almış olmakla birlikte, Medyeniyye, Sazeliyye, Cestiyye ve Kadiri tarikatlarinin bazı
özelliklerini birleştirerek müstakil bir hüviyet kazandı. Seyyid Abdusselam ise 1460-1560 tarihleri
arasinda yaşadı. Dergahı Libya Zileytin kasabasındadır. Arusuilik Osmanlı zamanında Afrika'da
yayılabildi. Girit, İzmir gibi yerlere değişik zamanlarda Arusi şeyhleri gönderildi, ancak İstanbul'da
zuhur etmesi 1900'lerin ortalarını buldu. İstanbul'da Arusiliğin ilk müntesibi Şehbenderzade Filibeli
Ahmet Hilmi'ydi.
İlk Arusi Filibeli Ahmet Hilmi
Sultan 2. Abdülhamid tarafından Fizan'a sürgün edilen aydın, yazar ve bilim adamı Şehbenderzade
Filibeli Ahmed Hilmi, burada iken Arusi tarikatine intisap etti. Ahmet Hilmi Bey, 1913'te Şeyh
Mihriddin Arusi adıyla, 'İki Gavs-ı Enam: Abdülkadir ve Abdüsselam' isimli bir broşür yayınladı. Bu
eserinde Abdülkadir Geylani ve Şeyh Abdusselam'ı tanıttı. Bir iddiaya göre masonların faaliyetlerini
deşifre eden Ahmet Hilmi zehirlenerek öldürüldü. Ancak Arusilik asıl olarak soyu Abdülkadir
Geylani'ye dayandırılan ve Mardin'de Şirin Dede namı ile maruf Kadiri şeyhi zatın torunlarından,
Sultan 2. Abdülhamid devrinde kazaskerlik yapan, İmam-ı Gazali'nin İhya-i Ulum-iddin adlı eserine
ondokuz cilt Türkçe şerh yazan Yusuf Sıdkı Efendi'nin torunu Ömer Fevzi Mardin tarafından kuruldu.
Ömer Fevzi Mardin, hem aile çevresi içinde manevi terbiye ile yetişti, devrinin askeri okullarından
mezuniyet ile orduya katılarak binbaşılık rütbesine kadar yükseldi. Teğmenlik yıllarında İttihat ve
Terakki Cemiyeti'ne katılan Ömer Fevzi Mardin, Osmanlı Devleti'nin İtalyanlar ile yaptığı Trablusgarb
Harbi'nde Hamidiye kahramanı namını Rauf Orbay ile paylaştı. Dönemin hükümeti tarafından
ödüllendirilmek istenen Mardin, sadece Hamidiye Zırhlısı'nın savaştaki bayrağını kabul etti. Hamidiye
bayrağı Mardin'in yakınları tarafından daha sonra Deniz Müzesi'ne bağışlandı.
Mardin Teşkilat-ı Mahsusa'da çalıştı
Mustafa Kemal Atatürk, Enver Paşa ile birlikte Trablusgarp Savunması'na gönüllü olarak katılan Ömer
Fevzi Mardin, bu dönemde silah ve cephane sevkiyatıyla meşgul oldu. Avrupa'dan temin ettiği silah
ve cephaneyi bir tekneye yükleyerek Mısır yoluyla İskenderiye Limanı'na geldi. Amacı cephaneyi deve
kervanı ile Libya'ya sokmaktı. Ne var ki İngilizler sevkiyatı haber alarak tekneye el koydular. Ömer
Fevzi Mardin, İskenderiyeli kabadayılarla birlikte tekneye baskın yaparak cephaneyi Libya'ya
ulaştırmayı başardı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir süre Tahran Sefareti Ataşemiliterliği'nde
bulunan Ömer Fevzi Mardin, Teşkilat-ı Mahsusa'nın emriyle İran'ın İngiltere ve Rusya'nın nüfuzundan
kurtarılması için çok önemli girişimlerde bulundu, hatta bu yüzden iki kez başarısız kalan suikastlere
hedef oldu. Mardin'in İran'daki faaliyetleri Almanlar'ı da rahatsız etti. Bu nedenle Mardin'e yönelik
suikast girişimlerinde Almanlar'dan da kuşkulanıldı. İran'da iken Sünni ve Caferi mezhepleri arasındaki
uzlaşmazlıkları çözümlemek için ulema ile temaslarda bulundu. Caferiler'in Hacc taleplerinin
karşılanması için Osmanlı Hükümeti nezdinde aracılık yaptı. Mardin'in iki mezhep arasındaki ilişkileri
geliştirme çabaları Osmanlı Devleti'nin savaştan yenik çıkmasıyla akim kaldı.
Şeyhi ölene kadar bekledi
Bir süre Harbiye Mektebi'nde öğretmenlik yapan Mardin, Rauf Orbay'ın tavsiyesiyle İstanbul'da Kocamustafapaşa semtinde Nakşibendi-Halidi şeyhlerinden Küçük Hüseyin adı ile maruf Hüseyin Hüsnü
Ankaravi'ye intisab etti. Bilahare şeyhinden Nakşibendi icazeti aldı. Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi'nin
1930'da vefatına kadar talebe almayan Ömer Fevzi Mardin, 1940'dan itibaren Nakşibendi, Kadiri,
Mevlevi, Şabani dersi verip halifeler ve müridler yetiştirdi. Arusi kaynaklarına göre Ömer Fevzi
Mardin'in Arusi tarikatindan ilk ders verdiği kişi, daha sonra halifesi olan Mustafa Aziz Çınar'dır.
Böylece Arusi Selami Ömeriyye Türkiye'de Ömer Fevzi Mardin ile baslayıp, Mustafa Aziz Çınar ve Şeyh
Necmettin Oyman ile devam ederek bugünlere ulaştı. Yine cemaat kaynaklarına göre Afrika dışında
kalan ülkelerde Arusilik ile ilgili tasarruf Ömer Fevzi Mardin'e ve bu koldan yetişen halifelerine verildi.
Libya Arusileri klasik esma tertibi usulu ile diğer Arusiler ise Ömer Fevzi Mardin'e Uveysiyye tecellisi
ile verilmis esma tertibi yoluyla seyri süluk görüyorlar. Bu nedenle Arusilik Türkiye'de Arusi-SelamiÖmeriye olarak nitelendiriliyor. Mardin'in Kadıköy Kalamış'taki evi dönemin fikir ve bilim adamlarının
katıldığı sohbet halkasına sahiplik etti. Kadıköy Toplantıları'nın müdavimleri arasında Küçük Hüseyin
Efendi'nin talebelerinden Prof. Hasan Reşat Sığındım ile Prof. Süheyl Ünver'in yanısıra Mehmet Ali
Ayni, Prof. İsmail Hakkı İzmirli ve Cami Baykut da yer alıyordu.
MHP'den istifasını Şeyh Erbil önledi
MHP lideri Türkeş 1989'da kendisine yönelik eleştirilerden iyice bunalır, siyaseti bırakmayı dahi
düşünür. Türkeş, içini ne zaman bir sıkıntı sarsa Arusi Şeyhlerini ziyaret ederdi. Bu kez de öyle yaptı.
Arusi şeyhlerinden Mehmet Faik Erbil'e içini açan Türkeş'in gözbebekleri doldu. Erbil, Türkeş ile
arasında geçen özel görüşmeyi yakın çevresine şu sözlerle anlatıyordu:
"Türkeş Bey sohbet esnasında bir ara sıkıntılı ve üzüntülü olduğundan bahisle şöyle dediler: 'Efendim,
ülkücü gençlerimizin, evlatlarımızın şehâdeti hususunda sanki suçlu ben imişim gibi gösterilmek
isteniyorum. Bundan da çok üzüntü duyuyorum. Eğer müsaadeniz olursa şimdi buradan telefonla
genel merkeze hemen istifamı bildireyim ve yarım saat içinde hizmetlerimi burada noktalamış
olayım.' Cenâb-ı Allah'ın izni şerifiyle cevabımız şöyle oldu: 'Hayır. Zâtınızın üzüntüsünü, kederini
mucip olacak hiçbir vebâliniz yoktur. Hazret-i Peygamber Efendimiz o vatan şehitlerinin hepsini
kanatları altına almıştır. Bundan daha büyük saadet olur mu. Siz yiğit bir insan ve büyük bir
vatanperver olarak hizmete devam ediniz' deyince çok rahatlayıp, memnun kaldılar ve bu ifademiz
üzerine 'peki efendim' dediler ve istifa etmekten vazgeçtiler. 1989 senesinde genel başkanlıktan
ayrılması da böylece önlenmiş oldu. Sinemizde saklı nice gerçeklerin en küçüklerinden birisi budur. O
gün beraber geldikleri refikası da bu konuşmayı olduğu gibi duydular."
NOT: Dizinin dünkü bölümünde Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden olduğu belirtilen, Şeyh Yahya
Dergahı'nın son postnişini Abdülhay Öztoprak Bey'in eşi Naciye Hanım'ın kızı olduğu ifade edilen
Hatice Suat'ın Devlet Bakanı Ali Babacan'ın halası Hatice Babacan olmadığı ve Babacan ailesiyle
herhangi bir akrabalık bağının bulunmadığı aile kaynakları tarafından kaydedildi. Düzeltir, özür dileriz.
Türkeş'in 25 yıllık büyük sırrı
Ömrü boyunca Türkiye'deki Arusi şeyhlere yakınlık duyan ve her zaman istişarelerde bulunan MHP
lideri Alparslan Türkeş, Hindistan'dan sürgünden döndükten sonra siyasete atıldı. Türkeş siyasete
atılma kararını gizlice ziyaretine gittiği Arusi Şeyhi Mustafa Aziz Çınar'a da açarak fikrini aldı.
Arusiler'in önde gelen isimlerinden Mehmet Faik Erbil Efendi, şeyhi Aziz Çınar ile Türkeş arasında
geçen görüşmeyi şöyle anlatıyor: "1964 senesinde rahmetli Alparslan Türkeş suret-i mahsusada
şeyhim Arif-i Billah Mustafa Aziz Çınar Hazretleri'nin huzuruna gelir ve birlikte akşam yemeği yerler.
Bir ara Türkeş Bey kendilerine siyaset yolu ile memlekete hizmet etmek arzusunda olduklarını ifade
ederler. Mübârek şeyhimden aldıkları cevap aynın şöyledir: 'Alparslan Bey, siz siyaset yapmıyorsunuz.
Sizin yaptığınız vatan müdafiiliğidir. Bu yolda hizmete devam ediniz.' Yirmibeş sene sonra yani 1989
senesi içerisinde fakirhanemizi ziyaret günlerden birinde idi ki akşam yemeğini müteakip âcizaneme
evveliyatını bilmediğim ve o esnada muhatap olduğum yukarıda bahsedilen aynı suali soran
rahmetliye cevabımız şu oldu: 'Sizin yaptığınız siyaset değildir. Siz hizmetlerinizi vatan müdafaasına
hasretmişsiniz. Yolunuza devam ediniz. Allah muvaffak eylesin' deyince, rahmetli bunun üzerine
birdenbire heyecanlandı ve 'Allah Allah, Allah Allah' diyerek dedi ki: 25 seneden beri sakladığım bir
sırrı şimdi ben de size açıklayacağım. 1964 senesinde Şeyh Aziz Çınar Hazretleri'nin bana söylediğini
tam 25 sene sonra yani 1989'da siz de aynen söylüyorsunuz."
Türkeş'i idamdan Arusi şeyhi kurtarmış
Arusiler beni yalnız bırakmadı
Türkeş yaşamı boyunca manevi desteklerini aldığı Arusiler'e şükran duyguları taşıdı. 11 Aralık 1987'de
Mevlana İhtifali vesilesiyle Ankara'ya giden Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil'le Bulvar Palas'ta özel bir
akşam yemeğinde bir araya gelen Alparslan Türkeş, Arusiliğe olan sevgisini ve bağlılığını dile
getiriyordu. Yemekte Türkeş'in eşi Seval Türkeş Hanım da vardır. 12 Eylül döneminde askeri
mahkemelerde idamdan yargılandığını ve Arusiler'in kadim şeyhlerinden Abdusselam El Esmer'in
himmetiyle kılpayı kurtulduğunu belirten MHP lideri Türkeş, Mehmet Faik Erbil'e başından geçen
olayları heyecanlı bir şekilde şöyle aktarıyor: "Hakkımdaki idam fermanı önceden verilmiş ve üç
bacaklı sehpa kurulmuştu. Çok büyük bir evliya olan Hazreti Pir Seyyid Abdusselam el Esmer Sultan'ın
yüzü suyu hürmetine bu belanın üzerimden ref-i def olması için Allah'tan niyaz ettim. Cenâb-ı Allah'ın
izni iledir ki, Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm el Esmer Sultan'ın çok himmetini gördüm ve üç bacaklı
idam sehpasına mübareğin attıkları bir tekme ile idamdan döndüğüm gibi bugün dimdik ayaktayım.
Kendilerine medyun-u şükranım. İkincisi, haksız yere yattığım hapisten sonra çoluk çocuğumla
Avrupa'ya gittim. Alman hükümeti, yapılan fitne üzerine, hava meydanından geri dönmemi istedi.
Yarım saat içerisinde Seyyid Abdusselam Hazretleri'nin himmetini gördüm. Alman İstihbarat Başkanı
benden özür diledi ve Frankfurt'a girdim. Üçüncüsü, İngiltere'ye gitmek üzere iken Fransa'ya inmek
zarureti hasıl oldu. Aynı şekilde Paris'e girmeme müsaade edilmedi. Yine o mübarek pîrin himmetleri
ile on beş dakika içinde bizzat Paris Emniyet Müdürü gelerek özür diledi. Paris'e, oradan da
İngiltere'ye geçtim. Ya Allahım! Bu büyük evliyayı nasıl sevip de ona hürmet etmeyeyim. Beni
herkesin terkettiği en kara günlerimde ve en zor zamanlarımda gerçek bir karagün dostu olduğunu
unutmam mümkün değildir. Evlatlarımın, katillerin, vatan hainlerinin zalim kurşunlarına hedef
olmaması hususunda bize gösterdiğin alaka beni çok mütehassis etmiştir. Allah senden razı olsun."
MHP lideri Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960'daki askeri darbede yer aldığı için 1970'li yıllarda
Demokrat Parti'nin devamı olarak bilinen Adalet Partisi'nin mensupları tarafından hep eleştiriye
maruz kaldı. İkinci bir eleştiri konusu da Said-i Nursi'nin naaşının askeri idare tarafından Urfa'daki
mezarından bilinmeyen bir yere nakledilmesiydi. Bu iki eleştiri de MHP lideri Türkeş'i hep rahatsız
etti. Türkeş, 27 Mayıs ve Said-i Nursi olayı hakkında çeşitli açıklamalar yaptı. Başbakan Adnan
Menderes'in idamına karşı çıktığını, Said-i Nursi'nin naaşının ise kendisinin sorumluluğu dışında
nakledildiğini belirtti. Said-i Nursi'nin mezarının herkesçe bilinmeyen bir yere defnedilmesi hususunda
talebelerine vasiyeti vardı. Yine de naaşının 27 Mayıs'tan sonra askeri idarenin talimatıyla bilinmeyen
bir yere nakledilmesi Nurcu çevrelerde eleştiri konusu yapıldı. Türkeş, Said Nursi'nin kayıp mezarı
hakkında sorulara muhatap kaldı. Uzun yıllar suskunluğunu koruyan Türkeş, gazeteci Hulusi Turgut'a
1995 yılında anlattığı anılarında kayıp mezarla ilgili açıklamalarda da bulundu.
"Menderes'i İsviçre'ye göndermeyi düşünüyorduk"
Mehmet Faik Erbil 27 Mayıs hakkında Türkeş'in söylediklerini şöyle anlatıyor: "Rahmetli 27 Mayıs
1960'ı, özetli ifade edersem şöyle anlattılar: "27 Mayıs harekâtı doğruydu ve makbulümdür. Zirâ
halkımız kardeş kavgasına sürükleniyordu. Nitekim, kahvelerine kadar kamplara ayrılmıştı. Vatanın
bütünlüğü tehlike arzediyordu. İçeride hainler, dışarıda düşmanlarımız, sevinç tezahürleri
göstermekteydi. Rahmetli Adnan Menderes'i ziyaretimde kendileri bana harekâtı tasvip ettiklerini ve
imzasını taşıyan kendi el yazısıyla bunu teyid etmek istediklerini beyan ettiklerinde sanki biz tazyikle
bunu yazdırmışız gibi bir durum meydana gelir düşüncesi ile olduğu kadar aynı zamanda fitneye de
yol vermemek için isteği kabul edemeyeceğimi söyledim. Ayrılırken rahmetlinin düşmanı olmadığımızı
ve haklarında müspet düşündüğümüzü kendisi de farketmişlerdi. Asıl fikrimiz; fitnenin bertaraf
edilerek, kardeş kavgasını önlemek ve vatanın bütünlüğünü korumak için üç sene iktidarda kalıp, bu
arada tahsisatını vermek suretiyle rahmetli Adnan Menderes'i İsviçre'ye göndermek ve vaziyet
normale avdet edince tekrar vatana dönmesini teminen seçimlere girmesini sağlamaktı. Maalesef, bu
temiz düşüncemiz ihanete uğramıştır.
28 Mayıs 1960'ı şiddetle reddediyorum. Zira, zulüm yapıldı ve nahak yere cana kıyıldı. Tarihi vesika
olarak Hindistan- Yeni Delhi'den devlet müşaviri sıfatı ile çektiğim telgrafta ve yazdığım mektupda
idamlarını suret-i katyede tasvip etmediğimi bildirdim. Ben 27 Mayıs'a kendilerine çok itimat
beslediğim değerli bir paşamızın isteği ile dahil oldum. 'Eğer sen aramızda olmazsan, bunlar iki satırı
yazıp bir araya getiremezler' dedi. Paşamız da benim gibi iyi duygular sahibi idi. Bunun için kabul
ettim."
Said-i Nursi olayını MBK'ya getiren Kızıloğlu idi
Türkeş, 1995'de gazeteci Hulusi Turgut'a Said-i Nursi'nin naaşının naklinin Milli Birlik Komitesi
toplantısında gündeme geldiğini belirtiyordu. Konuyu gündeme getiren - İçişleri Bakanı emekli
general İhsan Kızıloğlu'ydu. Türkeş şöyle diyordu: "İhsan Paşa elinde bir dosya ile geldi. Bir konuda
bilgi vermek istediğini söyledi. Paşanın Komite'ye anlattıklarına göre, 27 Mayıs'tan önce, Urfa'da vefat
edip, oraya defnedilen Said Nursi'nin kardeşi, kendilerine bir dilekçe vermiş, ismi Mehmet olabilir,
ama soyadı, kardeşinin soyadına benzemiyordu. Dilekçe sahibi, 'Ben Konya'da oturuyorum, oysa
ağabeyimin mezarı Urfa'da. Sık sık ziyaret etmek istiyorum, iki şehrin arası uzak olduğu için her zaman
ziyaret imkanı bulamıyorum' demiş. Paşa bize bunları anlattıktan sonra, 'Said Nursi'nin kardeşi kabir
nakli istiyor' dedi. Dilekçe MBK'da Kızıloğlu tarafından okundu. Komitenin izin vermesi halinde, Cemal
Gürsel Paşa'ya da arzedileceğini belirtti. Milli Birlik Komitesi kabrin nakline izin verdi. Olayın bize
yansıyan şekli budur. Olayı böyle biliyoruz. Kızıloğlu'nun verdiği bilgi dışında ayrıntı alamadım. Zaten
13 Kasım oldu, biz yurt dışına çıkarıldık."
Said-i Nursi'nin mezarını ikinci Kabe olmasın diye naklettik
Türkeş bu konuyu Arusilerin önde gelen isimlerinden Mehmet Faik Erbil'le de konuştu.
Mehmet Faik Erbil, Said-i Nursi'nin naaşının bilinmeyen bir yere nakledilmesi hususunda MHP Lideri
Türkeş'ten bilgi alıyor. Erbil, Said-i Nursi'nin naaşının nereye nakledildiğini belirtmekten kaçınıyor.
Erbil, Said-i Nursi Olayı'nı da Türkeş'in ağzından şöyle aktarıyor: "Said-i Nursi bahsine gelince; Urfa'da
Makam-ı İbrahim'den naaşını alıp..... nakletmemiz belki de doğru değildi. Kabir nakli gece uçakla üç
kişi tarafından yapılmıştır. (...) İkinci bir Kâbe yapılmasından korktuğumuz için böyle davranmak
zaruretini duymuş olduk. Burada niyetliyim halistir. Hata yaptığımı düşünmüyorum. Varsa, Allah'tan
af dilerim."
'Babamın ilk ismi Alparslan'
MHP Lideri Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş, babasının ilk isminin Hüseyin Feyzullah olduğunu
reddetti. Aile içinde böyle bir hususun bilinmediğini ifade eden Tuğrul Türkeş şunları söyledi: "Bu
iddia 20-25 yıldır sol cenahtan rahmetli babamın Kıbrıslılığına yönelik bir itham olarak gündem geldi.
Ben babama ve kendime pasaport çıkartmak için Kıbrıs'a gittiğimde nüfus kayıtlarına baktım. Böyle
bir şeye rastlamadım. Benim gördüğüm kayıtlarda Alparslan olarak yer alıyor. O yıllarda Alparslan ismi
Kıbrıs'ta pek kullanılmıyor. Bu nedenle Ali Arslan olarak bir ara kullanılmış aile etrafında. Soyadı
kanunu çıkınca Türkeş soyadını almışız. Amcamlar o dönemde Adana'da oturuyorlardı. Haberleşme
imkanı kıtlığı yüzünden bir yanlış anlama nedeniyle amcamlar Türkiş soyadını almışlar. Babamın
Lefkoşe'de doğduğu yıllarda çocuklara iki isim veriliyor, birisi babanın ismi olur hep. Bu durumda
Alparslan Ahmet Hamdi olması lazımdı. Hem babama bu iki zatın ismi verilmiş olsaydı, neden
değiştirsinler ki, bu zatlara saygısızlık olmaz mı?"
Ünlü kadın yazar Cahit Uçuk, üstadı Mardin'i unutamadı
Mehmet Faik Erbil'in verdiği bilgilere göre Ömer Fevzi Mardin'in müritleri arasında Türkiye
Öğretmenler Birliği genel başkanlarından Ahmet Sami Ayral da var. Buna göre Ayral, Arusi-yi Selami
Tarikati'nin önde gelen isimlerinden. Mardin'den sonra şeyhlik makamına oturan eski Kadıköylü
olarak bilinen GS Divan Üyelerinden Bedirhani'lerden Mustafa Aziz Çınar (vefatı 1979). Yine
Abdulkadir Paşa olarak bilinen Kadri Yıldırım Paşa Kadiri tarikatine mensup iken Arusi oldu. 1980'de
vefat eden Paşa Arusi şeyhlerinden biriydi. Gümrük ve Tekel eski bakanı MHP'li merhum Gün Sazak'ın
eşi Nilgün Sazak da Arusilere yakınlık duyan isimler arasında. Ömer Fevzi Mardin'in sohbet halkalarına
katılan ünlü isimlerden birisi de kadın romancı-yazar Cahit Uçuk. 1909'da Selanik'te dünyaya gelen
Cahit Hanım 2003 Ocak'ında Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Erkekler Dünyası'nda Bir Kadın Yazar"
isimli anılarında Ömer Fevzi Mardin'den şöyle söz ediyor: "Şimdi masamın üzerinde bana yıllardan
beri en ümitsiz günlerimde güç veren sıcacık ve alçakgönüllü gülümseyişiyle bakan, adının üstüne
sadece 'Allah kulu' diye imzasını atan sevgili, aziz büyüğüm Ömer Fevzi Mardin'in resmi var. 'Bu kalem
senin elinde mi? Sen yazmaya devam et çocuğum' sözleri kulaklarımda çınlamakta."
Arusi şeyhi 'Mardinizade'
Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin'in Varlık Vergisi'nin uygulandığı 1940'larda zorda kalan Museviler'e
yardım edilmesini tavsiye ettiği ifade ediliyor. İsmet İnönü'nün "siyasete karışmazsanız hayatınız
garanti altındadır" dediği Ömer Fevzi Bey, DP'nin kuruluşuna kadar siyasi konulardan uzak kaldı,
talebelerine de aynı şekilde davranmalarını tavsiye etti. Ömer Fevzi Bey, 1946'da Demokrat Parti'nin
kurulmasından sonra halk arasında demokrasi bilincinin kökleşmesi için kitaplar yazdı. 1942'de
Kadiköy'de kurduğu İlahiyat Kültür Telifleri Derneği, Müslümanlar ve gayr-ı müslimler arasındaki
diyalogda etkili oldu. Mardin, 1950'de DP iktidarında Kore'ye asker gönderilmesi kararını da savunan
bir din adamı olarak dikkat çekti. Bu amaçla, "Kore Savunmasına Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret"
isimli kitabı yazdı.
Ömer Fevzi Mardin'in mensubu olduğu Mardinizadeler'den bazı ünlü isimler şunlar: Ord. Prof. Ebulula
Mardin, Prof. Şerif Mardin, Betül Mardin, Yusuf Mardin ve Arif Mardin. Arif Mardin, Küçük Hüseyin
Efendi'nin müritlerinden olduğu söylenen Merhum Büyükelçi Münir Ertegün'ün oğlu Atlantic
Records'un patronu Ahmet Ertegün'ün ABD'deki yakın çalışma arkadaşı. Ünlü plak yapımcısı Arif
Mardin meslek yaşamının 7'nci Grammy ödülünü aldı. Atlantic Records şirketinin başkan yardımcısı,
yapımcı ve bestekar Arif Mardin, Los Angeles'ta düzenlenen galada Grammy özel liyakat ödülü olan
'Trustees' ödülünü de aldı. Ömer Fevzi Mardin'in annesi Osmanlı'nın Hariciye Nazırları'ndan Halil Şerif
Paşa'nın kızı Leyla Şerife Hanım. Şerife Hanım Osmanlı döneminin ilk kadın roman yazarı olarak
biliniyor.
MHP lideri Alparslan Türkeş'in Arusi Şeyhleri Mustafa Aziz Çınar ve Mehmet Faik Erbil'le sık sık
görüştüğü ortaya çıktı. Erbil, Türkeş için "Ekseriye tek başına ve ara sıra da refikası ve evlatları ile
beraber sık sık fakirhaneye ziyarete gelirdi" diyor. Kaptan-ı Derya Turgut Reis'in soyundan gelen
Erbil'in babası Ahmet Faruk Erbil de Rıfai-Uveysi idi. Muhabere çavuşu Ahmet Faruk Efendi, eniştesi
Alay Kumandanı Miralay İbrahim Hakkı Ertan ile Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı'na katıldı.
Heyemola adlı denizci türküsü de Erbil'in ninesinin babası Bahriye Albaylarından Hacı Ali Kaptan için
yazılmış. Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa, Korgeneral Şükrü Naili Paşa, Ruşen Eşref Ünaydın,
Trablusgarb Valisi Turgut Bey, Ticaret eski Bakanı Zeyyat Mandalinci, Kaptan-ı Derya Cafer Paşa,
İçişleri eski Bakanı Şükrü Kaya, Prof. Mehmet Uluç da aynı aileden.
Son yıllarında Türkeş Türkiye'nin tutkalı oldu
1930'larda Ömer Fevzi Mardin ile başlayan ve Bedirhani Mustafa Aziz Çınar ile devam eden ArusiSelami-Ömeriye tarikatinin son şeyhi olan Mehmet Faik Erbil, Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer
tutuyor. Erbil, önümüzdeki günlerde neşredilecek olan Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli
eserinde Arusilik ve Türkeş hakkında son derece özel bilgilere şöyle yer veriyor:
"Hakikat hayatına dair bir misal: Alparslan Türkeş Bey'in kendisine, bir büyük şehrin tapusunu sana
verelim, dünyaya döner misin deseler, başını çevirip bakmaz bile. (..)Hususi görüşmelerimizden
birinde bize 'Müslümanım ve Müslüman olarak yok denildiği ve yerildiği zamanlarda varlığını dile
getirdiğim Türk ırkının mevcudiyetinin sağlam düşünce ve berrak fikirle isbatı üzerine uğradığım dahili
ve harici bütün tasallutlar eğer suç teşkil ediyorsa ben buna çoktan razıyım' diyen merhum Türkeş'e
şöyle dedik: 'Cenâb-ı Allah itibarınızı ziyadesiyle iade edecektir.' Nitekim, fuzûli yasakların
kaldırılmasından sonra vefatına kadar geçen zaman dilimi içerisinde üç-beş arkadaşı ile birlikte
merhum Türkeş Türkiye'nin tutkalı, âdeta gizli bir cumhurbaşkanı gibi herkes tarafından, hattâ bir
dönem katı muhaliflerince bile mütalaâ ve kabul edilmişti.
Kur'an üzerine yemin
Cennet mekân rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'e dedim ki: 'Yahudi ve Hıristiyan devletleri dahi tahrif
edilmiş Tevrat ve İncil üzerine meclislerinde, senatolarında el basıp yemin ederken Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin hemen hemen tamamına yakın Müslüman olduğu halde Büyük Millet
Meclisi'nde ve eğer varsa Senatosu'nda tahrifi muhal olan Allah Kelâmı Kur'ân-ı Kerîm üzerine niçin
yemin edilmez ki! Hal böyle devam ettiği müddetçe Meclis'te yapılan yeminlerin hiç birisi Allah
katında değer taşımadığı için sizler de o yaptığınız yeminlerden katiyen mesul değilsiniz. Tabiatıyle,
hoş manzara değildir. Bir de şöyle düşünün: Yemin etmek üzere Kur'ân-ı Kerîm'e el basanın muhakkak
surette istese de, istemese de içine bir korku düşer ki, üç kötülük yerine bir kötülük yapmakla iktifa
etmek zorunda kalır. Ta ki ahlâk düzelene kadar bu dahi millet-memleket hizmetinde kazanç değil
midir?' Merhum Türkeş, bu ifadelerimize ciddiyetle aynen iştirak ettiklerini söylemişlerdir. Vesile
teşkil etmişken belirtelim. Biz Allah adamıyız. Allah işçisiyiz. Siyasetle zerre misâli alâkamız yoktur. Bu
sebeple muhterem zatın ne evinin, ne bürosunun, ne parti merkezinin ve ne de herhangi bir parti
teşkilatının yolunu bilmeyiz.
Allah'a, Peygamber Aleyhisselâm'a, Din-i İslâm'a ve Kur'ân-ı Kerîm ile Ehl-i Beyti Resulullah'a, Enbiyâ
ve Evliyâ'ya büyük hürmet taşıyan ve içinden çıktığı ordusuna toz konduramayacak kadar vatan
sevgisi ile dolu olan bu muhterem zât, aslında kesilecek bir horozun kanını görmemek için dahi sırtını
dönecek kadar yufka yürekli, merhametli, her yönüyle devlet adamlığı vasıflarını haiz, dürüst, vefalı,
edepli, terbiyeli ve bilgi bir zât idi. Türkiye'de cumhurbaşkanlığına en lâyık bir kimse olduğunu
rahatlıkla ifade edebilirim. Türkiye Devleti Cumhurbaşkanı olmasını çok arzu ettim. Ancak, bu bir rıza
lokmasıdır sırrından Cenâb-ı Allah'ın sunduğu nimeti yemesini bilemedi. Fakat, bu dünyadaki en
büyük beşeri makamdan çok daha ziyadesi Gerçek Hayat'ta kendisine ikrâm edilmiştir. Bu hikmeti
tefekkür etmekte güzellikler vardır. Rahmetli Fatihâ-ı Şerifesi'ni beraberinde götürmüştür. Hiçbir
kimseye nasip olmayan tarzda bu dünyadan göç etti. Şöyle ki, cenaze merasimi müddetince üzerine
evvela kar yağdı, arkasından sulu kara çevirdi ve son olarak da yağmur dediğimiz rahmetle
noktalanarak uğurlandı. Bu Rabb'ın kendisine bir iltifatı idi. Nâhak yere tutuklu kaldığı 12 Eylül'den
sonraki hayatı, vefatına kadar kendisine göre kemâlât içerisinde geçmiştir. Bilhassa gösterdiği
olgunluk, ciddiyet ve mert tavrı buna ne güzel misâldir. Sinemize gömdüğümüz bize verdiği çok
değerli bilgileri bu âlemden göç ile Hakikat hayatına taşımış olacağız. Hikmet sahibi Ulu Tanrı'ya
sığınarak deriz ki, bu devlet güzel hizmetler için başında bir Eştürk-Türkeş görür, inşaallah. Celâl ve
Cemâl sıfatlarının mâliki olan Allah'a hamdimiz ve şükrümüz büyüktür.
'Küçük oğluna Keskinkılıç ismini koydum'
Bu vatanda cumhurbaşkanlığına her bakımdan en lâyık bir zât idi. Zaman zaman kendilerine inşallah
devlet başkanı olursunuz derdim ve refikası Sayın Saadet Seval Türkeş'e de 'Siz buna hazırlanın'
ifadesinde bulunduğumda hiç cevap vermez, sadece tebessüm ederlerdi. Küçük oğluna (Keskinkılıç)
ismini koydum. Sünnetini takiben birgün müddetince kan kaybına uğramış ve ne yapmışlarsa kanı
durduramamışlar. Bundan büyük endişe duyarak çocuğu fakirhâneye getirdiler. Kısa bir duayı
müteakip kan derhal durdu ve böylece çok rahatladıklarını ifade ettiler. Ey Allah kulları! Kim olursanız
olun, duayı asla küçümsememenizi ve dua etmekten uzak durmamanızı tavsiye ederiz. Zirâ, Kur'ân-ı
Kerîm'de Cenâb-ı Allah önemine bianen dua üzerinde durduğunu buyurur. İşin farkına epeyce bir
müddet sonra vardıklarını müşâhede ettim. Meğerse bu örtü altında bize verilen vazife cennet mekân
rahmetliyi ukbâ hayatına hazırlamakmış. Cenâb-ı Hakk'a hamdimiz- şükrümüz ziyâdedir."
Milli İstihbarat'a önem verirdi
Mehmet Faik Erbil: İçinden geldiği ordumuzu çok sevdiği gibi bunun yanısıra emniyet kuvvetlerimizi
de takdir eder ve kendilerine sevgi ve muhabbet beslerlerdi. Bilhassa Milli İstihbarat'a çok önem
verirdi. Yakın-uzak, partili-parti dışı, asker-sivil olmak üzere hüsnüniyetle iyilik ettiği pekçok kimseden
gördüğü ihanet ve nankörlükten başka çeşitli kesimlerden kulaklarına nice kirli fitne lafları, yalan
sözler geldiği içindir ki uzunca bir müddet haklı olarak eşhasa karşı duyduğu itimatsızlık şüpheciliğe
yol açmıştı. Cenâb-ı Allah'ın yardımı ile zaman içerisinde bunlardan mümkün mertebe arınmıştır.
Kendileri mazbut bir aile hayatı içerisinde, gayet edepli idi ve bir gün dahi olsun bacak bacak üzerine
attığını görmedim. Daima iki eli dizleri üzerinde otururlardı. Acırım kendisine dünyada iken
zulmedenlerin gerçek hayattaki hallerine!...
Mail Büyükerman: Beni Mardin'e Cahit Uçuk gönderdi
DSP Eskişehir eski Milletvekili Mail Büyükerman da üniversite yıllarında tanıştığı Ömer Fevzi Mardin'in
sohbet halkalarında yetişti. Mail Büyükerman'la Ömer Fevzi Mardin'i konuştuk. Büyükerman
hıçkırıklar ve gözyaşları içinde "Üstadım" dediği Mardin'i anlattı.
Sizi kim tanıştırdı?
Hukuk Fakültesi üçüncü sınıftaydım. Edebiyata ilgim vardı. Şeytanın Kuklaları isimli bir tiyatro
yazmıştım. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Dramaturg Heyeti'nin önüne çıktım. Heyet, oyunumun Şehir
Tiyatroları'nda sahneye konulup konulmayacağına karar verecekti. Heyetin önünde oyunumu
okumaya başladım. Kapı açıktı, biraz sonra şık ve güzel bir hanım girdi içeriye. Okumayı durdurdum.
Heyettekiler kadına büyük ilgi gösterdiler. Cahit Uçuk'muş. Ünlü romancı, hikayeci ve oyun yazarı.
Oyunumda ilahiyatla ilgili ibareler vardı. Bu vesile ile Cahit Hanım onlara Ömer Fevzi Mardin'den söz
etti. Israrla Mardin ile tanışmalarını istedi. Benden de mutlaka Mardin ile tanışmamı istedi, kendisinin
de bu konuda yardımcı olacağını söyledi.
İlk karşılaşmanız nasıl gerçekleşti?
Ruhi bir arayış içindeydim. Kadıköy Çukurbostan'da, 31 Ağustos Sokak'ta 31 numaralı evin kapısını
çaldım. Narin, ince yapılı, rahibe gibi bir kadın açtı kapıyı. İçeri girdim. Tanıştık. Cahit Uçuk hanımın
tavsiyesiyle geldiğimi söyledim. "Ben buraya bir tecessüs, merak için gelmedim, manevi ihtiyacım için
geldim" dedim. Pek sevindiler. Sohbet ettik. Bana kendi yazdığı ilahiyat külliyatından verdi. Kıştı.
Çıkarken paltomu tuttu, engellemek istedim, "Ben tutacağım, ev sahipliğinin gereğidir, hem bana
mutluluk verir" dedi. Ziyaretlerim haftada bir devam etti.
Sohbetlerde tarikat lafı edilir miydi?
Katiyetle. Hiçbir gün ne Nakşilik'ten ne de Arusilik'ten söz etti. Sadece Kur'an'ın insancıllığından
bahsederdi. Okulu bitirip 35. dönem yedeksubaylık hizmetimi yaparken vefat ettiğini öğrendim.
Üzeyir Garih cinayeti işlendikten sonra üstadımın Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin müridi ve
halifesi olduğunu o zaman öğrendim. Benim bir gazetede Ömer Fevzi Mardin'le ilgili bir açıklamam
üzerine İstanbul'dan bir telefon geldi. Bir sanatkarmış, ismini söylemeyeceğim. Çocukken sık sık
mezarlıkta barınırmış. Üstadımın mezarını kelli felli adamların sık sık ziyaret etmeleri dikkatini çekmiş.
Daha sonraki yıllarda Üstadım'ı araştırmış, kim olduğunu öğrenmiş. Bu şekilde Üstadım'a karşı
muhabbet duymuş. Ben bir kitap yazdım Birinci Otuz diye. Kitapta İncil, Zebur, Tevrat ve Kur'an'ın
ortak yönlerini inceledim. Bu kitabın meydana gelişinde Üstadım'ın bana öğrettiklerinden çok istifade
ettim. Önsözünde "Üstadım büyük insan Ömer Fevzi Mardin'i rahmetle anarım" dedim.
Nasıl biriydi?
Ömer Fevzi Bey'in gözleri derinlere, uzaklara, sonsuza doğru bakardı. Her zaman güleçti,
tebessümlüydü. Sesinde bir şefkat ve rikkat vardı. Kim olursa olsun herkese iyilik yapmayı tavsiye
ederdi. Sade ve mütevazı bir kişiliği vardı. Zengin bir aileye mensup olmakla birlikte küçük bir evi
vardı. Üstadım'la ilgili konularda bir şey söylemeyi ve anlatmayı vecibe, vazife sayarım.
MHP lideri Türkeş'le özel ilişkisi bulunan Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil, Amerikan savaş gemisi
Missouri'nin 1946'de Türkiye'nin ilk Washington Büyükelçisi Münir Ertegün'ün cenazesini İstanbul'a
getirmesi konusunda ilginç bir açıklama yapıyor. Ertegün ABD'de görev başında iken vefat etmişti.
Washington'un bir Türk diplomatın cenazesi için en ünlü gemisini tahsis etmesi önemli bir gelişmeydi.
Oysa Arusi Şeyhi Erbil'e göre olay şöyleydi: "ABD'nin suikaste uğrayan başkanlarından Franklin
Roosevelt'i öldürmek niyetiyle üzerine ellidört veya ellibeş santim mesafeden suikastçinin sıkmış
olduğu beş kurşun biiznillah re'sen himmetiyle hedef değiştirmiş ve bu suikastten Roosevelt böylece
kurtulmuştur. Çünkü Tarikat-i Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından
Washington Büyükelçimiz rahmetli Münir Ertegün vasıtasıyla Roosevelt'i himayesine almış; onun
gizlice İslamiyet'le müşerref olmasına vesile-i rahmet olmuştur. Amerika'da vefat eden muma-ileyhe,
ABD tarihinde ilk ve son olarak Missouri gemisiyle cenazesinin İstanbul'a kadar getirilmesi bu
himmetin minnet duygusunu ifade eden bir kadirşinaslıktır"
Roosevelt de müritmiş!
Erbil, Ömer Fevzi Mardin"in Eva Peron hakkında da mevlit okunabileceği fetvasını verdiğini de
kaydediyor. Erbil, Mir'at'ül Hakaik isimli kitabında Roosevelt'in Müslüman olduğunu şu sözlerle
anlatıyor: "Ömer Fevzi Mardin Müslüman, Musevi ve İsevi olmak üzere insanları üç koldan irşat
etmişlerdir. Zira bu ulu zat Veli-yi Mürşid-i Ekber'dir. Şeriflerine bir misal olarak Tarikat-i Nakşiye'den
meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün
Rahmetullah-ı Vasia vasıtasıyla Amerika Başkanlarından rahmetli Roosevelt'in gizlice İslamiyet'le
müşerref olmasını zikredebiliriz. Vesile teşkil etmişken, şu bilgiyi de verelim. Ahir ömründe huzuruna
gelip zikr-i şerife dahil olan meşhur şairi azam merhum Abdülhak Hamit Tarhan'ı da bu meyanda
yadederiz. Her üçüne de Allah rahmetini ziyade eylesin."
"(..)Suikaste uğrayan ABD Başkanlarını konu edinen 12 bölümlük bir tv dizisinde Roosevelt'in eşi, yerli
yabancı basın mensupları, eşinin hangi dinden olduğunu sorup, Hıristiyan olup olmadığını öğrenmek
istediklerinde, Başkan'ın eşi, kocasının Hıristiyan olduğunu söylemeyince bu kez ısrarla, o zaman
hangi dinden olduğunu sual ettiklerinde cevap vermeyip sükut ediyor.
Bu da Ömer Fevzi Hazretleri'ni gayet açık olarak teyit etmiyor mu? Ruhani âlemde madde olmadığı
için toprağı bol olsun diyemeyiz. O sebeple gerçek İslam terbiyesi içinde Allah kendisine rahmet
eylesin demek gerekir. Öyle ise Allah rahmet eylesin.
Türkeş Gizli Cumhurbaşkanı idi
ARUSİLER VE TÜRKEŞ
MHP lideri Alparslan Türkeş'in Arusiler'le ilişkisini konu alan dizimiz, birinci elden Arusi Şeyhi Mehmet
Faik Erbil'in tanıklığına dayanıyor. Türkeş'in bilinen siyasi kişiliğinin yanısıra, bilinmeyen yönlerinin de
bulunduğu gün ışığına çıktı. Kamuoyu tarafından pek bilinmeyen Arusilik tarikati hakkında da önemli
bilgiler yer aldı dizide. Arusi şeyhleri arasında ünlü Kürt ailesi 'Bedirhani'lerden Mustafa Aziz Çınar'ın
yanısıra Ahmet Sami Ayral da Arusiler'in önde gelen isimleri arasında. Öte yandan dizideki tarikatin
dini yaklaşımlarına ilişkin anekdotlar (kerametler gibi) tasavvufla ilgilenen bilim adamlarının sahasına
giriyor. Bu anekdotlara sadece yer verdik, yorumlamadık. Anekdotlar, din-siyaset, din-toplum ilişkileri
bakımından önemli. Ayrıca tarikatler ve siyaset üzerine çalışma yapmak isteyenler için zengin bir
malzeme sunduk. Türkeş, Arusi Tarikati'ne ilişkin bilgilerin yer aldığı Mehmet Faik Erbil'in Mir'at'ül
Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eseri ilgilenenler için önemli bir kaynak.
Eva Peron için İstanbul'da mevlit
Ağır bir hastalığa yakalan Eva Peron için 8 Aralık 1951 tarihinde İstanbul Şişli Camii'nde şifa
bulabilmesi için mevlit okutuldu. Mevlit 13 yıl Arjantin'de yaşayan bir Türk tarafından düzenlendi.
Mevlide Beyoğlu müftüsü, Arjantin'in İstanbul Başkonsolosu ve cemaatın yanısıra 25 kadar Arjantinli
de katıldı. Bir gayrimüslüm için mevlit okutulup okutulamayacağı o dönemde tartışma konusu oldu.
Ömer Fevzi Mardin de Peron için mevlit okutulabileceği görüşünü savundu. Resmi bir görevi
olmamasına karşılık Sağlık ve Çalışma Bakanı gibi davranan Eva Peron, Arjantin sosyetesinin yardım
derneğine devletin bütçesinden ayrılan ödeneği kendi adına kurulan vakfa aktararak sayısız hastane,
okul, bakımevi yaptırırken Arjantin'in en büyük camiini de inşa ettirmişti.. Arjantin'de bilhassa üst
sınıfın nefretinin odak noktasında yer alan Eva, Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron'un eşiydi.
Arusi şeyhlerin gelecek senaryoları
Şeyhim (Ömer Fevzi Mardin)14 Mayıs 1950 senesinde DP'nin iktidara gelmesini himmetiyle temin
etmişler ve şöyle buyurmuşlardır: "DP intikal partisidir. DP intikal edecektir. Hazreti şeyhim ise
(Mustafa Aziz Çınar) 1965'de AP iktidara getirildiğinde şöyle söylediler: Adalet Partisi intikal edecek.
Artık bundan sonra DP hükümeti gibi hükmetler uzun ömürlü olmayacak, ömürleri kısa olacak."
Acizanem: "CHP ufalanıp, dağılacak."
İran ortasından ikiye bölünecek
Mübarek Şeyhim (Aziz Çınar) 1977 yılında Ekim-Kasım aylarında yine buyurmuşlardır ki "Müslüman
Türk devletine karşı hoş bir tutumu olmayan hudut komşumuz İran Güney-Kuzey Wietnam ve GüneyKuzey Kore gibi ortadan ikiye bölünecektir." Acizanemin bu kibarı kelamla alakalı düşüncesi şudur:
"İran'ın Türkiyeye karşı muamelesini değiştirip samimi ve kardeş bir devlet gözüyle bakması kendi
menfaati gereğidir. Umarız, ıstırap çekmez."
Rusya parçalanacak
1945 ve 1953 senesi Mart ayı başına kadar Piri-i Sani ve Pir makamında Ömer Fevzi Hazretleri şöyle
buyurmuşlardır: "Rusya 30, 32, 33, 34 devlete bölünüp parçalanacaktır".
Has halifesi Şeyh Mustafa Aziz Hazretleri devamen ve teyiden buyurmuşlardır ki: Rusya 30, 32, 33, 34
ve 37 devlete bölünüp dağılacaktır" Bugün eğer bu rakam mevcutsa dağılma tamamlanmıştır. Değilse
parçalanma 37'ye kadar devam edecektir.
http://www.yenisafak.com.tr/diziler/turkes/index.html
**********
Gladyo'nun hedefi TSK
NATO ve ABD tarafından kurulduğunu Savcının da kabul ettiği Gladyo,12 Mart 1971 ve 12 Eylül
1980"de iki askeri darbe yaptı.
"Komünizme karşı mücadele" gerekçesiyle binlerce devrimciyi işkenceden geçirdi. İdamlar uyguladı.
Fakat en büyük darbeyi 5000 Kemalist subayı işkenceli sorgularla TSK"dan tasfiye ederek
gerçekleştirdi.
En büyük darbeyi orduya vurdu.
Şimdi de, bu Ergenekon soruşturması ile, bu defa TSK"yı bütünüyle hedef alıyor, TSK"yı "suç örgütü"
ilan ediyor.
İşçi Partisi Genel Sekreteri Av.Nusret Senem"in savunmasından alıntıdır.
Paylaşım:A.S.Bolat
-------------Bir yorum:
Değerli Dostlarım
Bazı dostlarımın bildiği üzere ben de 12 Eylül döneminde Harp Okulu"ndan sol grup içinde öne çıkan
kişi olan tasfiye edilenlerden biriyim. Kişisel olarak Ordudan ayrılmanın beni üzdüğünü söylemem
doğru olmaz, tersi doğrudur. Ayrılırken ve ayrıldıktan sonra yaşadığım sıkıntılara rağmen. Örneğin
Üniversiteye devam yasağı getirip er olarak ceza askerliği yaptırmaları ve ceza askerliği sırasında
ölüme varan tehlikeler...
Ama hayatım boyunca unutamadığım bir anım, bir Kara binbaşısı ile sabaha karşı kendisi demir
parmaklıklar arkasında iken yaptığım söyleşidir. Rütbeleri sökülüp bir gece vakti Kasımpaşa deniz
hastanesinde, askerlikten kaçınan erleri akıllandırmak için kullanılan bir bölmeye atılmıştı. Yine
kasımpaşa"da yaşayan ailesinin kendisinin nerede nasıl olduğundan haberi yoktu. Ailesine durumunu
bildirmek ve o sevgili ağabeyimin isteklerini iletmek için evlerine gittiğimde, insanların gözlerinde
gördüklerimi ömrüm boyunca unutamayacağım. Türk Ordusunun gerçekten ihtiyacı olan böylesine
yüksek ahlaklı, halkına ülkesine yüksek sevgi besleyen subayların bir paçavra gibi kör zindanlara
atılması, bu kimin suçudur.
Biliyorum dostlarım kimileriniz darbeyi ABD yaptırdı, ABD emperyalizmidir suçlu diyeceksiniz.
Kusura bakmayın, bu alçaklığı Ordu"nun tepesindeki birkaç kişiye ve ABD emperyalizme söverek
geçiştirmeyi ve onlara yıkmayı çok hatalı bulurum.
12 Eylül faşist askeri darbesi, bu ülkede bu alçak düzenin devamı için yapılmıştır. Halkımızın
tepesindeki bir komprodor büyük sermaye sınıfının çıkarı için.
Bu durum halkımızın ülkemizin düşmanı bu alçakların o zamanki beyanlarında, 12 Eylül sonrasında
gerçekleştirilenlerde çok açık olarak görülmektedir.
Bugün gerçekleştirilen Ergenekon tertibi, yine bu alçak düzenin devamı içindir. Bu düzen ancak daha
karanlık ve daha küçük bir Türkiye ile devam ettirebilir düşüncesidir tertibin arkasındaki düşünce.
Ve bu tertip ancak gerçekten devrimci bir karşı mücadele ile boşa çıkarılabilir. Devrim dediğimizde, bu
şebekenin tepelenmesi kaçınılmazdır. Şebeke, dışarıdaki ABD-İsrail"in içimizdeki varlığıdır.
Yeni bir ekonomik sosyal düzen kurmalıyız. Bu yeni bir Türkiye demektir. Dolaylı referansları bırakıp
doğrudan bu yeni Türkiye üzerine konuşmalıyız.
Bunu yaparken de bütüncül bir programımız olmalıdır. "İşçimize iyi ücret verilecek, köylümüze
gülümsenecek" yollu güzel sözler, ikna edici olmaktan uzaktır.
Bu düzeni değiştireceksek, bileceğimiz hiçbir şeyin aynı kalmayacağıdır. Peki Nasıl bir Türkiye
dendiğinde, çalışanların gelirlerinin ve sosyal olanaklarının oldukça geri olduğu ülkelerdeki düzenleri
çağrıştırmaktan da uzak durmalıyız. Sonuçta "sol" dediğimizde "boş laf kalabalıklarını" değil
"emekçilerin yüksek hayat standartlarına sahip olduğu, geleceğine güvenle baktığı, her alanda ve her
aşamada yönetime etkin olarak katıldığı" düzeni düşünüyor olmalıyız. Yüksek ahlak, akıl ve estetiğin
egemen olduğu bir düzen.
Sevgilerimle
K.Şimşek
********
ABD Ulusal Güvenlik Arşivi Belgeleriyle Ortadoğu"da Amerikan Propagandası"nın İçyüzü
Deniz Yalçın
ABD"nin Soğuk Savaş"ın ilk yıllarından itibaren Ortadoğu"da yürüttüğü psikolojik savaş
operasyonlarının iç yüzü ortaya çıkıyor. ABD Ulusal Güvenlik Arşivi, 1950"den sonra ABD"nin
Ortadoğu"da izlediği propaganda ve psikolojik savaş taktiklerinin birçoğunu açığa vuran 148 gizli
belgeyi yayımladı. ABD Büyükelçilikleri"nin bu operasyonların merkezinde oldukları, gizli
yazışmalardan bir kere daha anlaşılıyor.
Yapılan yazışmalar özellikle Irak, İran, Suudi Arabistan merkezli propaganda ve psikolojik savaş
taktiklerini açığa vuruyor ve aynı stratejiye Türkiye"nin de dahil olduğu "Ulusal Güvenlik Strateji
Belgesi" nde açıkça ifade ediliyor.
Amerikan Propagandası Neyi Amaçlıyor?
Söz konusu belgelerde ABD"nin Ortadoğu"da 50"li yıllarda geliştirdiği propaganda stratejisi
"komünizmle mücadele" olarak ifade ediliyor ve bu amaçla her türlü faaliyet meşru görülüp
uygulanıyor. Bunun yanında izlenen strateji, komünizmle mücadele adı altında yükselen Amerikan
karşıtlığının dizginlenmesi ve Ortadoğu"nun tamamıyla ABD emperyalizminin denetimine girmesi. 16
Mayıs 1952 tarihinde Irak"taki ABD Elçiliği"nden ABD Dışişleri Bakanlığı"na gönderilen ve "Irak için
Enformasyon Programı" başlığını taşıyan 62 no"lu gizli yazışmada, Irak"ta Amerikan propagandası ile
"Batı karşıtlığının üstesinden gelmek için duygusal bir ortam geliştirmek ve böylece ortak bir düşman
(komünizm) yaratarak Irak halkı ile Batılı güçler arasında kopmaz bir bağ yaratmak" amacının
güdüldüğü açığa vuruluyor. Yine 1952"de İran"daki ABD Elçiliği"nden Dışişleri Bakanlığı"na gönderilen
"İran İçin Enformasyon Programı" başlıklı gizli yazıda da, "Batı ile yakın ilişkilerin en sağlıklı ve karlı
yol olduğu propagandası" nın İran"da teşvik edilmesi kararlaştırılıyor.
"Devrimci ve Milliyetçi Güçleri Kazanın"
23 Temmuz 1954"te yayımlanan "Yakındoğu"da Amerikan Hedefleri ve Politikaları" başlıklı ABD
Ulusal Güvenlik Konseyi raporunda ise, Ortadoğu"da ABD propagandasının hedefinin "kamuoyundaki
Amerikan karşıtı dalgayı tersine çevirmek ve bölgedeki devrimci ve milliyetçi güçleri, Batı karşıtı
olmayan ılımlı kanallara sevk etmek" olduğu açıkça ifade ediliyor. Nitekim Müslüman coğrafyada
Komünizm"le mücadele stratejisi öncelikle Komünizm ile Siyonizm arasında yakın ve güçlü bağ olduğu
yönündeki propagandayla etkin kılınmaya çalışılıyor. Ancak o tarihte bu taktiğin başarılı olmadığını
yine ABD itiraf ediyor. Öyle ki 5 Nisan 1954 tarihli 120 no"lu gizli yazışmada, Irak"ta Komünizm ile
Siyonizm arasında bağ kurmayı hedefleyen propagandanın beklenenden daha az etki yarattığı
vurgulanıyor ve yeni hedefin milliyetçi güçler olduğu şöyle ifade ediliyor: "gazete makalelerinde ve
broşürlerde, Komünizm"in Siyonizm yanlısı olduğu propagandası yerine "milliyetçilik düşmanı"
olduğu propagandası işlensin." 24 Temmuz 1958 tarihli 132 no"lu ABD Ulusal Güvenlik Konseyi
memorandumunda ise ABD Haber Servisi Başkanı"nın şu sözlerine yer veriliyor: "ABD Ortadoğu"daki
milliyetçi güçlerle uzlaşma yoluna girsin."
Hedefe Ulaşmak: ABD Propagandası Feodalizm"le Kol Kola
Milli demokratik devrimini tamamlayamayan ülkelerde emperyalist propagandanın yaşam alanı
bulduğunu, feodalizmin ve toprak ağalığının emperyalizmin en önemli müttefikleri arasında yer
aldığını ABD gizli belgeleri açığa vuruyor. Nitekim 28 Nisan 1952"de İran"daki ABD Elçiliği"nden ABD
Dışişleri Bakanlığı"na gönderilen "İran İçin Propaganda Planı" nda, ABD propagandasının hedef kitlesi
şöyle tanımlanıyor: "Yoksul, okuma yazma bilmeyen kırsal nüfus, siyasal ve iktisadi seçkinler,
profesörler, öğretmenler, meslek sahipleri, mollalar ve diğer düşünce önderleri." Görüldüğü üzere
ABD, aydınlar üzerinden ideolojik hegemonya kurma ve kendi çıkarlarını herkesin çıkarı olarak
yansıtma hedefi için feodalizmin yarattığı yoksulluk ve cehalet ortamından besleniyor. Zira hedef kitle
içinde ilk sayılanlar, "yoksul, okuma yazma bilmeyen kırsal nüfus" . Bu da feodalizmle mücadelenin
emperyalizmle mücadele anlamına geldiğini bir kere daha kanıtlıyor. Bu noktada 60 no"lu belgede,
propaganda faaliyetlerinin başarıya ulaştırılması için "bilginin denetlenmesi ve yorumların
yönlendirilmesi" gerektiği de vurgulanıyor. Nitekim Irak"ta bu programın adı şöyle konuluyor:
Antikomünist Beyin Yıkama Programı (26 Mayıs 1953, 95 no"lu belge).
Basının Rolü
Amerikan çıkarlarını Ortadoğu"da hakim kılmak için geliştirilen ideolojik aygıtlar arasında, basın-yayın
organlarının önemli yer işgal ettiği belgelerden anlaşılıyor. Örneğin 30 Kasım 1951 tarihli elçilik
yazışmasında, ABD Dışişleri Bakanlığı"na, özel bir yayınevi sahibiyle kurulan işbirliğinin daha da
güçlendirileceği bildiriliyor. 125 no"lu gizli yazışmada ise, "Kuveyt"te sol görüşlü, antiemperyalist
içerikte kitaplar satan kitabevinin ve sahibinin acilen izlemeye alınması" talimatı veriliyor.
61 ve 96 no"lu belgelerde ise, İran"da gazetecilere para karşılığı Sovyetler Birliği karşıtı yazılar
yazdırıldığı ilan ediliyor. 62 no"lu belgede ifade edilen "Irak"ta Propaganda Faaliyetleri" arasında ise,
"Irak halkını Sovyet emperyalizminin tehditleri konusunda uyanık tutmak ve Batı ile askeri ittifak
yapmaya ikna etmek amacıyla bir dergi çıkartılacağı" sayılıyor. 29 Ocak 1954 tarihli gizli yazışmada
da, Irak"ta ABD"nin antikomünist yayın faaliyetlerinin deşifre olduğu, bu nedenle faaliyetlerin Iraklı
yetkililer aracılığıyla yürütülmesi gerektiği vurgulanıyor.
Musaddık"ı Devirmenin Dayanılmaz Hafifliği
ABD Ulusal Güvenlik Arşivi"ndeki gizli belgeler, İran"da ulusalcı Musaddık yönetimini 1953"te deviren
darbenin arkasında ABD"nin olduğunu bir kere daha gözler önüne seriyor. 2 Eylül 1953"te ABD"nin
İran Elçiliği"nden yapılan gizli yazışmada şu sözlere yer verilmesi boşuna değil: "İran"da darbe,
propaganda faaliyetleri için büyük olanaklar yaratacak." 15 Eylül 1953 tarihli gizli yazışmanın başlığı
ise "İran konusunda Medya Rehberliği" . Amaç darbe sonrasında propaganda faaliyetlerini
güçlendirmek. 2 Ekim 1953 tarihli yazışmada ise, Musaddık sonrası Şah yönetimini başarılı kılmak için
izlenmesi gereken propaganda taktikleri tartışılıyor. 114 no"lu belgede, ABD merkezli New York
Times, Newsweek ve Time gibi yayın organlarının ABD propagandası açısından nasıl bir araç olarak
görüldüğü de gözler önüne seriliyor. 7 Kasım 1953 tarihli söz konusu yazışmada şu ifadelere yer
verilmiş: "İran"da ABD elçiliği, İngiliz ambargosu sonrası kötüye giden İran ekonomisinin durumundan
Musaddık yönetimini sorumlu tutmak için New York Times, Time ya da Newsweek"de yayımlanmak
üzere bir makale hazırlıyor." Peki Musaddık kimdi ve ABD"nin İran"daki propaganda faaliyetlerine
dönük nasıl bir tehdit oluşturuyordu? Muhammed Musaddık, İngiltere yönetimindeki Anglo-İran
Petrol Şirketi"ni 1951"de millileştirmiş ve ardından İran"ın ulusalcı güçleriyle ve TUDEH"le işbirliği
yaparak Ortadoğu"daki ABD ve İngiliz çıkarlarının gerçekleşmesini önlemişti. Dolayısıyla Musaddık
ülkesinde halk desteğini arkasına alan bir liderdi. Musaddık ABD Devlet Başkanı Eisonhower"ın onay
verdiği Ajax Operasyonu sonucunda, CIA ve İngiliz Gizli Servisi tarafından 1953"te devrilmişti.
Musaddık"ı deviren darbenin CIA operasyonu olduğuna dair belgeler de ABD Ulusal Güvenlik
Arşivi"nde yayınlandı.
Elçilikler: Psikolojik Savaş"ın "Diplomatik" CIA"ları
Musaddık"ı devirmeye dönük operasyondan ve sonrasında uygulanan yöntemlerden de anlaşıldığı
üzere, ABD"nin antiemperyalist güçleri karalama kampanyalarını Ortadoğu"daki Amerikan Elçilikleri
bizzat yönlendiriyor. Bu noktada Elçiliklere para ile köşe yazarlarını satın almak yetmiyor, bir de köşe
yazarlarının "köşe" lerini satın alarak kendi hazırladığı yazıları yayımlatıyorlar. Bunu yine söz konusu
belgelerdeki gizli yazışmalardan anlıyoruz. Örneğin 21 Ekim 1969 tarihli Beyaz Saray
Memorandumu"ndaki şu ifadelere bakmak yeterli: "İran Şahı"nın ABD Başkanı Nixon"u öven
ifadelerinin basında yer alması için "dost köşe yazarları" na ulaşılmalı" . Görüldüğü üzere
Musaddık"ın devrilmesinden sonra iktidara gelen İran Şahı için ABD, "dost köşe yazarları" nı harekete
geçiriyor. Emperyalizm"in izlediği taktikler, bu bakımdan süreklilik gösteriyor. ABD ve AB
emperyalizminin dost köşe yazarlarının Türkiye"de para karşılığı emperyalizm adına propaganda
yapan yazılar yazdıkları, zaten Karen Fogg"un e-postalarında kanıtlanmıştı. Karen Fogg da AB"nin
Türkiye nezdindeki elçisiydi. Görülüyor ki emperyalizm, psikolojik savaş operasyonlarını elçilikler
aracılığıyla yönetmeyi sürdürüyor.
Bir diğer ilgi çekici belge ise, 28 Eylül 1979 tarihinde CIA tarafından gönderilen "Sovyet karşıtı
Gösteri" başlıklı not. Bu notta Hindistan"ın Yeni Delhi şehrinde CIA tarafından Sovyet karşıtı bir
protesto gösterisi örgütlendiği ve gösteriyle amacın Afganistan"a yönelik Sovyet müdahalesini
protesto etmek olduğu ifade ediliyor. Gerek gösterinin gerekse bunun Hint medyasına yansımasının
rapor edildiği bu yazışma da, CIA"nın yöntemlerini açığa vurması bakımından oldukça önemli.
Not: Bu yazı 9 Temmuz 2006 tarihli Aydınlık dergisinde yayımlanmıştır.
İleti:N.Kaptan
********
ABD Özel Kuvvetleri'ne ''Türkiye'ye Sız!'' Emri...
ABD"nin küresel komutanlıklarından en büyüğü olan CENTCOM"un başında olan General Petraeus
tarafından 30 eylül tarihinde gizli bir emir yayınlandı.
"Joint Unconvential Warfare Taskforce Execute Order" (Birleşik Paramiliter Savaş Görev Gücü Emri)
ismi açıklanmayan bir dizi Orta Doğu ülkesi ve diğer ülkelerde gerçekleştirilecek özel istihbarat ve
gözlem operasyonlarını kapsıyor.
7 sayfalık direktif, ABD Özel Kuvvetleri"ne şunu emrediyor..
"Müttefik ülkeler dahil bölgedeki ülkelere küçük gruplar halinde sızılarak , bölgedeki yerel gruplarla
bağlantı kurularak, terörist faaliyetlere/gruplara karşı bilgi toplamayı , yöresel gruplarla bağları
güçlendirmeyi ve kalıcı durumsal bilinç yaratmak"
New York Times"in haberine göre sözkonusu emir, ABD"nin İran"la olası bir savaş durumunda, hem
İran"a yönelik , hem de bölgedeki diğer bölgelerde ortaya çıkması muhtemel gelişmeleri önlemeye
yönelik bir zemin hazırlama çalışması.
Yetkililer, Bush döneminde de özel gizli operasyonlar için emirler yayınlandığını fakat Petraeus"un son
emrinin bu özel operasyonları sürekli ve kalıcı kılacağını belirtiyorlar.
Sözkonusu istihbarat operasyonlarının; CIA"den bağımsız gerçekleştirilecek olması, ABD Devleti
içerisinde CIA ile Pentagon arasındaki istihbarat savaşları açısından da anlam ifade ediyor.
Türkiye"yi üs olarak kullanan ve açık veya gizli belli protokoller çerçevesinde faaliyetlerini sürdüren
ABD güçlerinin ötesinde; görev tanımları gereği "sızma" çalışması gerçekleştirecek bu özel ekiplerin,
gözlem ve istihbarat çalışmaları için bu tarz bir resmi protokol arayışı içinde olmayacakları ortada.
Sözkonusu birliklerin PKK kamuflajı altında bölgeye sızacağını ve "yöresel gruplarla kalıcı durumsal
bilinç arttırıcı çalışmalar yürütme" emri çerçevesinde yerel aşiretlerle temaslar kuracaklarını tahmin
etmek için uzman olmak gerekmiyor.
Bu grupların faaliyetleri çerçevesinde, yeni Dağlıca saldırılarının olasılığı artıyor.
Yaşar Büyükanıt"ın kefil olduğu Petraeus"un; bu emrin varlığı ortaya çıktıktan sonra ilgilileri arayıp,
kendilerine içlerini rahatlatacak güvenceler verip vermediği; bu güvenceler sonrasında ilgili yetkililerin
çıkıp, "Türkiye"ye sız emrine" karşı Petraeus"a kefil olup olmayacakları ise merak konusu.
Açık İstihbarat
***********
NATO"nun Gizli Orduları / III.
(Gladio)
BAŞLARKEN
Almanya ve İtalya"nın malûbiyetinden Gale Başkan Harry Truman"ın Hiroşima ve Nagazaki"ye
attığı Iki atom bombası sonu Japonya da dağıtma oldu. ABD ekonomik olarak zarar görmek BİR Yana,
cok gelişmiş ve DÜNYANIN en Büyük Gücü olarak çıktı savaştan bir araya geldi. Böylece, Hitler Mussolini birliğine Karşı İttifak Yapan ABD - İngiltere - Sovyetler Birliği savaştan Gale dünyayı
paylaşmaya giriştiler.
Ancak, ABD gelişmekte olan komünizmi BİR Saç olarak görüyordu. Afrika"da, Asya"da PEK cok ülke
bağımsızlıklarını Ilan ediyorlardı. İran"da Musaddık ulusalcı BİR devrim yapıyordu. elinden kayıyor
DÜNYANIN Üçüncü Dünya emperyalist, Sovyetler Birliği alanlarda etkinliğini arttırıyordu bir araya
geldi.
Eski dostlar arasında BİR düşmanlık ve Buna bağlı olarak BİR Soğuk Savaş başladı.
ABD, bölünen Avrupa"da yerleşmesini CIA ile gerçekleştirmeye çalışırken, Sovyetler Birliği de bunu
önlemek, kendi alanını genişletmek tıklayın KGB"yi devreye sokuyordu. Truman komünizme Karşı
Gizli BİR orduyla savaşmak ve Avrupa"ya "demokrasinin" yerleşmesinin sağlanması gerektiğine
inanıyordu.
CIA BİR denemeyi Çin"de yaptı, CIA"nın direktörlerinden William Colby, Komünist Partisi ile iktidara
Mao"nun 1949 yılında yapılan denemeyi çökerttiğini söylüyor gelen bir araya geldi. CIA, aynı şeyi
Sovyetler Birliği"nde ve DİĞER sosyalist ülkelerde de denedi AMA tutunamadı.
Tamamı...
http://www.kuyerel.com/modules/AMS/article.php?storyid=4195
*********
Devrimci bir kurmay subayın etkinlikleri. Talat Turhan
.../...
Bu arada "Kontrgerilla" hakkında yeni ifşaatlar ortaya çıkıyor. Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN ilk
kez kamuoyuna açıkladığı belgelerle "Kontrgerilla"nın Cumhurbaşkanlarına da görevler yüklediğini
ispatlıyor...
ST 31"“15 nolu talimnameye göre Cumhurbaşkanı, "Kontrgerilla" faaliyetlerinde koordinasyon görevi
üstleniyor...
Bu bilgiyle birlikte, geçmişte Cumhurbaşkanlığı yapan Cemal GÜRSEL"in, Cevdet SUNAY"ın, Fahri
KORUTÜRK"ün, Kenan EVREN"in ve Turgut ÖZAL"ın "Kontrgerilla" faaliyetlerine dolaylı da olsa
bulaştıkları ortaya çıkıyor.
ST 31"“15 kodlu talimname "Gayri nizami kuvvetlere karşı harekat" başlığı altında düzenlenmiş. Bu
talimname, ABD savunma bakanlığının hazırladığı aynı kod ve isimli talimnamenin çevirisinden
oluşuyor.
PENTAGON kaynaklı talimname 1964 yılında Türkçeye çevrilmiş ve Kara Kuvvetleri komutanı Ali
KESKİNER tarafından imzalanarak yürürlüğe sokulmuş. Talimname özetle, herhangi bir saldırı anında
düşman kuvvetlere karşı gerçekleştirilecek bütün faaliyetleri düzenliyor. Talimnamenin en önemli
noktası Cumhurbaşkanlarına görev yüklemesi! "Bu faaliyetler tek bir ülkenin işi değildir ve müşterek
bir çalışmayı gerektirir" denilen talimnamede, müşterek bir çalışmanın şeklinde Cumhurbaşkanlarınca
düzenleneceği anlatılıyor... Böylece "Kontrgerilla" faaliyetlerinin ülkeler arasındaki
koordinasyonundan Cumhurbaşkanlarının sorumlu olduğu ortaya çıkıyor.
İşte tam da bu noktada emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN sorulması gereken soruyu soruyor:
"Bu talimname yürürlükte olduğu 1965 yılından bugüne kadarki cumhurbaşkanlarına sormak gerekir,
bu talimnamedeki görevlerinizi yerine getirdiniz mi, getirmediniz mi? Anayasa dışındaki bir
talimname sana görev veriyor"
Sorulması gereken soruları çoğaltmak mümkün:
" Acaba şimdiye kadar hiçbir Cumhurbaşkanı, kendisine bazı görevler yükleyen bu talimnamenin
kaynağını hiç merak etmedi mi? Askeri talimnamenin çıkış noktası üzerinde hiç kimse kafa yormadı
mı?
"Yoksa yıllardır süregelen Cumhurbaşkanı asker mi, yoksa sivil mi olsun? tartışmalarının bu
talimnameyle yakından ilgisi mi var?
Bu talimnameyi biraz eşeleyecek olan Cumhurbaşkanı, gerçek gücü görmekte gecikmeyecekti,
Cumhurbaşkanlarına görevler yükleyen bizzat ABD"nin kendisiydi... "Kontrgerilla"yı CIA finanse
ediyordu. "Kontrgerilla" faaliyetlerini düzenleyen talimnameler ise PENTAGON kaynaklıydı...
TÜRKİYE"de bir biri ardına asker kişilerin Cumhurbaşkanlığı makamına oturması herhalde tesadüf
değildi. ABD en rahat askerlerle anlaşılıyordu ve onlara daha kolay söz geçirebiliyordu"
1980 sonrası Kenan EVREN dönemini düşünün, ABD 50-60 yılda alamadığı mesafeyi 6-7 yılda
fazlasıyla katetti. Taviz üstüne taviz kopardı, askerlere istediği hemen her şeyi yaptırttı!
Zaten askerleri de eğiten ABD değil miydi? Bu durumda askerlerin de hayır deme şansları
bulunmuyordu.
Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN ayrıca köşkte bulunan "Kontrgerilla"cılara da dikkat çekiyor ve
"Danışman sıfatıyla orada bulunan bu kişilerin gerçek görevi Cumhurbaşkanına yüklenen görevi
yürütmek" diyor.
"Kontrgerilla" yalnızca köşkte mi? Hayır, TURHAN, Başbakanlıkta da "Kontrgerilla" bulunduğunu
söylüyor. Nokta Dergisinin 13 ARALIK 1992 tarihli sayısında TURHAN, Başbakana verilen bir görev
olup olmadığı sorusunu şöyle yanıtlıyor:
"Bugüne kadar hangi başbakan kontrgerilla faaliyetleriyle ilgili iddialar için bir şey yaptı? İddiaları
duymamazlıktan gelmek, araştırmamak ve saklamak anlamına gelir ki, herhalde bu da bir görev
olmalı"
Darbe Olur da Kontrgerilla Olmaz mı?
.../...
Tamamı...
http://www.talatturhan.com/eylul%201993.htm
Alternatif adres...
http://www.talatturhan.com/makale-89.html
*********
Türkiye'de NATO'nun bir şeyi ol, Başbakanı ol, tetikçisi ol, süpürgecisi ol
Tayyip Erdoğan Pınarhisar cezaevinde zulüm gördü. Dışarıdan getirilen garsonlar tarafından kendisine
balık partisi yapılması zulmünü hiç unutmadı. O yüzden halden anlar.
Türkiye'de NATO'nun bir şeyi ol. Ne olduğun önemli değil.
Başbakanı ol, tetikçisi ol, süpürgecisi ol. Affedersiniz boku bile olabilirsiniz. Ol bir şeyi de.
Halden anlayan Tayyip sayesinde çıktılar.
Türkiye'de NATO'nun katili olmak varmış. İtibarlı adam olursun. Elini kolunu sallaya sallaya gezersin.
Kontr-Hizbullahçı ol, NATO-Gladio'nun tetikçisi ol. İşadamı olur, önünde ceket düğmelerler.
Unuttunuz mu yoksa Kahraman Maraş Katliamı sanıklarından Ökkeş Kenger- sonradan soyadını
değiştirdi-Şendiller oldu. Bak Milletvekili de olursun!
Eli kanlı katil değil, dili şen biri olur çıkarsın.
Devrimci siyasi partinin genel başkanı olmak, yazar olmak, asker olmak, bilim adamı olmak senin
neyine? Türkiye hiç böyle ilerler mi? Türkiye hiç böyle kendini korur mu? Yatacaksın hem de 3,5
m2'lik hücrede. Elinde satırın, tetiğini indirdiğin silahın, domuz bağını yapmayı bileceksin. Türkiye ve
milletimiz böyle ilerler, böyle kurtulur!
Haydi, daha ne duruyor musun? NATO'ya-Gladio'ya koş! Görev al. Kes öldür, tertip düzenle ray ban
gözlüklerin ile elini kolunu sallaya sallaya gez işadamı olarak rangers siyah film kaplı cipler yetmez, 7
tane özel uçağın da olur!
*************************************
AKP 7 TİP’ linin katillerini serbest bıraktı
AKP'nin "3'üncü Yargı Paketi", "Bahçelievler katliamı" davasının 2 hükümlüsünü tahliye ettirdi. Ankara
3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi, Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu hakkındaki ceza infazının
durdurulmasına karar verdi.
Ankara 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi, "Bahçelievler katliamı" davasının hükümlülerinden Bünyamin
Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu hakkındaki cezanın infazının durdurulmasına karar verdi. Böylece
katliamının iki hükümlüsü tahliye edildi.
Adanalı ve Osmanağaoğlu'nun avukatları, "3'üncü Yargı Paketi"nin yürürlüğe girmesinin ardından,
cezanın infazının durdurulması için mahkemeye başvurdu.
Avukatlar, müvekkillerinin 14 yıldır cezaevinde bulunduklarını belirterek, 6352 Sayılı Yasa'dan
yararlandırılmalarını istedi.
Tahliye talebini değerlendiren savcı Halil Maçkaya da, düzenlemenin sanıkların lehine olduğunu
bildirdi. Savcı, cezanın durdurulmasına istedi. Mahkeme heyeti, 7 TİP'linin katillerinden olan
Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu'nun cezalarını durdurarak tahliyelerine karar verdi.
Türkiye İşçi Partisi'ne üye 7 öğrenci, Ankara'nın Bahçelievler semtinde 9 Ekim 1978'de evleri basılarak
öldürülmüştü. Bahçelievler katliamı'nda kurbanlarından biri yastıkla boğularak, dördü kafa hizasından
kurşuna dizilerek, diğer ikisi de Eskişehir yolunda öldürülmüştü.
Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu, 7 kişiyi tasarlayarak öldürdükleri gerekçesiyle 7 kez idam
cezasına çarptırılmıştı. İdam cezasının kaldırılmasının ardından cezaları ağırlaştırılmış müebbet hapse
çevrilmişti.(ulusalkanal.com.tr)
Kemalistler.net
http://www.kemalistler.net/gundem/908-katiller-serbest-aydnlar-askerlertutsak.html#.T_zGDcxVg4k.facebook
Download