Sepsiste Kan Şekeri Kontrolü - İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi

advertisement
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Güncel Bilgiler Işığında Sepsis
Sempozyum Dizisi No: 51 ● Mayıs 2006; s. 89 - 97
Sepsiste Kan Şekeri Kontrolü
Dr. Seval Ürkmez
1952 yılındaki polyo salgını sırasında solunum yetersizliği gelişen hastalarda
mekanik ventilasyon tedavisinin uygulanması mortaliteyi %80’den %40’a
düşürmüştür1. Bu olaydan sonra hastaların tedavisi için birçok gelişmiş cihaz
tasarlanmış, güçlü ilaçlar bulunmuş ve modern tıbbın kullanımına sunulmuştur.
Böylece eskiden ölümcül olan multitravma, yanık, sepsis, akut sıkıntılı solunum
sendromu (ARDS) gibi kritik hastalıkların akut dönemi atlatılabilmeye
başlanmış ve birçok hastalığın kronik döneme ulaşması sağlanmıştır. Yoğun
bakım ünitesinde birkaç günden daha uzun süreli kalan kritik hastalarda, primer
hastalıktan bağımsız olarak mortalite tüm dünyada %20 civarındadır ve bu
hastalarda ölümler genellikle sepsis veya sepsisle birlikte gelişen çoklu organ
yetersizliğine (MOF) bağlıdır1. Organ yetersizliklerinin oluşmasında hücresel
enerji metabolizmasının bozulmasının önemli rol oynadığı birçok çalışmada
gösterilmiştir. Hücresel enerji metabolizmasındaki bozulma, yetersiz doku
perfüzyonu ve hücre hipoksisine bağlanmıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalar
oksijen sunumundan çok dokuların oksijen kullanımında bir sorun olduğunu
göstermiş ve buna “sitopatik hipoksi” denmiştir2. Son on yılda MOF’ni önlemek
için birçok tedavi denenmiş ancak birkaçı pozitif sonuç vermiştir. Bunlardan biri
de insülin ile kan şekeri seviyesinin sıkı kontrolüdür3.
NORMAL GLUKOZ REGÜLASYONU
Kullanım ve alımdaki önemli değişikliklere rağmen glukoz konsantrasyonu
sıkı şekilde kontrol altındadır. Bu glukozun dolaşıma verilmesi veya dolaşımdan
uzaklaştırılması ile sağlanır.
Birçok hücre, glukozu difüzyon yoluyla alır. Glukoz, glukoz taşıyıcı proteine
(GLUT) bağlanır, lipidte çözünür hale gelir ve konsantrasyon gradientine göre
hareket eder. Beş adet glukoz transport isomeri tespit edilmiştir. Bunlardan üç
tanesi (GLUT1, GLUT2, GLUT4) hücrelerin glukoz alımında önemli rol
oynamaktadır4. GLUT1 transport molekülü, bazal glukoz alımından sorumludur
ve birçok dokuda bulunur. Hücre içinde ve hücre membranında eşit şekilde
dağılmışlardır. GLUT2 transport molekülü, hepatositlerde çift yönlü glukoz
transportunda ve pankreastan glukoz stimülasyonu ile insülin salgılanmasında
görev alır. GLUT2 taşıyıcısı bu sayede karaciğere glukoz girişini serbest hale
getirir ve bu nedenle glukoz transportu, hepatik glukoz alımı için oran sınırlı
değildir. Hepatik glukoz alımı glukokinaz gibi enzimlerin aktivitesine, glukoz-6fosfat molekülüne ve portal ven glukoz konsantrasyonuna bağlıdır4. İskelet kası,
kalp ve yağ dokusu gibi glukoz alımının insülin aracılı olduğu dokularda GLUT4
isoformu bulunur. GLUT4 hücre içi veziküllere yerleşmiştir. Hücre
membranındaki insülin reseptörüne bağlanan insülin, reseptörün β subünitesinde
89
Dr. Seval Ürkmez
bulunan tirozin kinazı aktive ederek hücre içinde yerleşmiş olan GLUT4’ün
hücre membranına göçünü sağlar5.
Glukoz üretimi karaciğer ve böbrekte, glukoz-6-fosfataz enzimini içermeleri
nedeniyle özelliklidir. Bu enzim glukoz-6-fosfatın glukoza çevrilmesini ve
sistemik dolaşıma verilmesini sağlar. Karaciğer glukojenoliz ve glukoneojenez
ile de glukoz sağlar. Renal glukoz üretimi büyük miktarda glukoneojenez ile
olur.
Kan glukoz düzeyi hormonal, nöral ve hepatik otoregülasyon yollarıyla
normal değerlerde tutulur. Kan glukoz konsantrasyonunu düzenleyen ana
hormon pankreasın β hücrelerinden salgılanan insülindir. İnsülin kan glukoz
düzeyini düşürür, bunu hücre içine glukoz alımını ve glukojen sentezini
arttırırken, glukojenoliz ve glukoneojenezi azaltarak sağlar. Glukagon,
katekolaminler, kortizol ve büyüme hormonu periferik dokularda insülin aracılı
glukoz alımını engellerken, glukojenoliz ve glukoneojenezi uyararak kan glukoz
düzeyini arttırırlar.
Nöral mekanizmalarda glukoz regülasyonunda önemli rol oynar4. Santral ve
periferik glukoz sensörleri kan glukoz değişimlerini algılar. Hiperglisemiye
cevap olarak hipotalamusun ventromediyal çekirdeğindeki glukoregülatuvar
nöronlar aktive olur ve bu pankreastaki inbitör sempatik uyarıyı serbestleştirir ve
parasempatik aktivite ile insülin salınımı uyarılır. Hipoglisemi de ise nucleus
tractus solitaryus ve lateral hipotalamik glukosensörler aktive olur, bunun
sonucunda splanknik sinirde sempatik uyarı artar, parasempatik aktivite azalır ve
pankreastan insülin sekresyonu inhibe olur. Periferik glukoz sensörleri portal
vende ve ince barsakta glukoz konsantrasyon artışına cevap olarak aktive olur.
Bu sinyal vagus aracılığı ile hipotalamusa iletilir. Sempatik inhibisyon ve vagal
pankreatik efferentlerin aktive olmasıyla insülin sekresyonunu arttırırken
katekolamin süpresyonuna neden olur.
Hormonlar glukoz regülasyonunda önemli rol oynasalarda hepatik glukoz
alımının hormonal olmayan yollarla da kontrol edildiğine dair kanıtlar vardır4.
Bu süreç hepatik otoregülasyon olarak adlandırılır. Hepatik otoregülasyonda, kan
glukoz düzeyi arttığında karaciğer direkt olarak glukoz üretimini azaltır. Hepatik
glukoz-6-fosfat oluşumu ve glukoz-6-fosfatın glukoza defosforilize edilmesi
hepatik glukoz üretiminin otoregülasyonu için ana basamaktır. Hepatik glukoz-6fosfat kaynağı glukoneojenez, glukojenoliz ve glukozdur.
KRİTİK HASTALARDA İNSÜLİN REZİSTANSI VE STRES HİPERGLİSEMİ
Kritik hastalıkta gelişen metabolik ve hormonal değişikliklerin bir sonucu
olarak sıklıkla akut hiperglisemi gelişir ve stres yanıt adını alır. Stres
hiperglisemi, öncesinde diyabet öyküsü olmayan kişilerde akut hastalık
durumunda ortaya çıkan kan şekerinde geçici yükselme ile karakterize bozulmuş
metabolik durumu tarif eder. Yoğun bakım hastaları sıklıkla kompleks
hastalıklara sahiptirler. Bu hastalarda sitokin salınımı, protein yıkımı ve insülin
90
Sepsiste Kan Şekeri Kontrolü
direnci dahil olmak üzere inflamatuvar ve metabolik yanıtlar ortaya çıkar. Artmış
insülin düzeylerine rağmen diyabetik olmayan hastalarda bile reseptör ve
postreseptör düzeyinde gelişen insülin direnci, hiperglisemi gelişmesine katkıda
bulunur. Ayrıca özellikle katekolamin ve kortizol gibi glikojenolizi indükleyen
stres hormonları salgılandığında glukoz düzeyi artar. Stres hiperglisemi, sağlıklı
bireylere endotoksin veya stres hormonları enjekte edilerek de oluşturulabilir6.
İnme, akut miyokard infarktüsü, sepsis, yanık, travma veya cerrahi hastalarının
% 5- 30’unda hastalığın akut fazında stres hiperglisemisi oluşabilir6.
Yüzelli yıl önce Reybosa eter anestezisi sonrasında glukozüriyi göstermiş ve
1877’de Claude Bernard hemorajik şok sırasında hiperglisemi geliştiğini
göstermiştir. 1942’de ilk kez Sir David Cuthbertson, travmalı hastalarda hasara
karşı vücudun metabolik yanıtını iki safhada tarif etmiştir7. Birinci faz olan “Ebb
fazı” yaralanmayı takiben başlar ve 12-24 saat sürer. Metabolik aktivite ve
oksijen tüketimi azalır. Glikojen yıkımının direkt sempatik stimulasyonu ve
katekolamin salınımı sonucunda gelişen hepatik glikojenoliz ile hiperglisemi
açığa çıkar. “Ebb” fazını takiben saatler içinde ikinci faz olan “ Flow fazı”
başlar. “Flow”fazında hasar derecesine göre metabolik aktivitede ve protein
katabolizmasında artma, hiperglisemi görülür. Bu faz sırasında görülen
hiperglisemi, hepatik glukoz üretiminde (glukoneojenez) artma ve iskelet
kasında gelişen insülin rezistansı sonucunda oluşur. Ayrıca “flow” fazında
kaslardan serbestleşen aminoasitler hasar tamiri için protein sentezinde
kullanıldıkları gibi artmış hepatik glukoneojenez için de substrat oluştururlar. Bu
fazın diğer özellikleri artmış enerji tüketimi, artmış kalp debisi, sistemik
vazodilatasyon ve iskelet kasında protein yıkımıdır. Sistemik inflamasyonun
klinik bulguları olan ateş veya hipotermi, taşikardi, takipne ve lökositoz genelde
mevcuttur. Flow fazının süresi hasarın yaygınlığına ve komplikasyonların
gelişmesine bağlıdır ve genellikle 7-10 gün süresince zirve seviyesinde seyreder
ve takip eden bir iki hafta içinde anabolik faz başlar4.
Günümüzde hasara karşı bütün bu reaksiyonların nöroendokrin ve sitokin
yanıtının bir sonucu olduğu bilinmektedir. Strese fizyolojik yanıt olarak santral
sinir sistemi uyarılır ve hipotalamo-putuiter-adrenal aks (HPA) ve sempatik sinir
sisteminde uyarı gerçekleşir. Kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH), ön
hipofizden
adrenokortikotrop
hormon
(ACTH)
salınımını
sağlar.
Adrenokortikotrop hormon ise adrenal korteksten kortizol salgılatır.
Katekolamin salınımı, glikojenoliz ve insülin salınımının engellenmesi ile kan
glukoz düzeyinin artmasına neden olur. Stres yanıtta kortizole ek olarak
norepinefrin, epinefrin, glukagon ve büyüme hormonu salınımında da anlamlı
artışlar olur. Sitokinlerde stres yanıtta önemli rol oynamaktadır. Tümör nekroz
faktör (TNF-α), interlökin (IL)6, IL-1’in CRH salınımı ve ACTH salınımını
arttırarak HPA’yı stimüle ettiği gösterilmiştir4. TNF-α ve IL-1, periferik ve
hepatik insülin direncine, insülin salınımında doza bağımlı inhibisyona ve
glukoneojenez artışına neden olarak kan glukoz düzeyinin artmasına yol açar.
Sitokinler direkt olarak adrenal kortekse etki eder ve glikokortikoid sentezini
91
Dr. Seval Ürkmez
arttırırlar. Glukagon, glukoneojenezde primer hormonal mediyatördür ve sepsis
hastalarında serum glukagon seviyelerinde anlamlı artış mevcuttur. Bu etki,
katekolaminlerin adrenerjik stimülasyonu ve sitokinler tarafından sağlanır.
Sepsiste görülen insülin direnci, stres yanıtın şiddeti ile doğru orantılıdır.
Sepsiste, glukozun hücre içine alınmasında rol oynayan GLUT-4 reseptör
translokasyonunda defektler, glukoz alınmasında bozulma, iskelet kasında
insülin direnci ve hepatik insülin direnci oluşur. Sepsiste bu değişikliklerin
oluşma nedenleri kesin gösterilememiş olmakla beraber mediyatörlerin rolü
olduğu düşünülmektedir. Aljada ve arkadaşları endotel hücrelerinde TNF-α’nın
tirozin fosforilasyonunda ve insülin reseptör ekspresyonunda azalmaya neden
olduğunu göstermiştir8. İnsülin bir vazodilatatördür ve endotelyal nitrik oksit
(NO) sentezini uyarır. Hedef dokularda insülin iki yolu aktive eder. Bunlar
fosfotidilinozitol 3-kinaz (PI-3 kinaz ) yolu ve mitojen aktivasyonlu protein
kinaz (MAPK) yoludur. İskelet kası, kalp ve yağ dokusu gibi insülin bağımlı
dokularda, insülin aracılı glukoz alımı için kritik basamak PI-3 kinaz yoludur9.
Bu yolun insülin bağımlı nitrik oksit (NO) üretimini de düzenlediği
gösterilmiştir. İnsülin rezistansı, PI-3 kinaz yolu aktivasyonunun inhibisyonuna
ve zayıflamış MAPK fosforilasyonuna neden olur4,9.
Yapılan çalışmalarda hafif hipergliseminin bile zararlı olduğu, kalp ve
beyinde iskemi-reperfüzyon hasarını arttırdığı kanıtlanmıştır. Hiperglisemi, ATP
duyarlı potasyum kanallarının aktivasyonunu inhibe ederek kalbin iskemiye
duyarlılığını arttırır. Miyokard infarktüsünde infarkt alanını genişlemesine yol
açar. Travmatik beyin hasarı ve inme sonrası nörolojik hasarı ağırlaştırır4,6.
Hiperglisemi proinflamatuvardır. Bakteriyel savunmayı ve fagositozu bozarak
infeksiyon riskini arttırır. Yara iyileşmesini bozar. Hiperglisemi metabolik
mitokondriyal yollar aracılığıyla oksidatif stresi arttırır, artmış süperoksit
yapımına yol açar ve oksijen radikallerinin oluşumu artar6. Hiperglisemi ozmotik
diüreze sebep olur. Hipovolemi, elektrolit anormallikleri, hiperozmolar nonketotik komaya sebep olabilir4,7. İskelet kasında katabolizmayı kötüleştirir.
SEPSİSTE KAN ŞEKERİNİN SIKI KONTROLÜ
Yıllardır diyabetik hastalara invazif işlemler öncesinde glukoz-insülin
infüzyonu uygulanmaktadır. Böylece iyi bir diyabetik kontrol sağlanır, daha az
yara infeksiyonu ve daha iyi yara iyileşmesi gözlenir6. Glukoz-insülin-potasyum
(GİK) infüzyonu myokard infarktüsü olan hastalarda uzun yıllar araştırılmış ve
bu tedavinin diyabetik olmayan hastalarda bile miyokardı koruduğu, miyokard
oksijen ihtiyacını arttırmadan kalp fonksiyonunu düzelttiği ve mortaliteyi
azalttığı gösterilmiştir10. Kalp cerrahisi sonrası diyabeti olan ve olmayan
hastalarda GİK infüzyonunun kardiyak fonksiyonları düzelttiği ve iyileşmeyi
hızlandırdığı gösterilmiştir11.
Tüm bu çalışmalar 2001 yılında Van den Berghe ve arkadaşlarının sepsis
hastalarında yaptıkları Leuven çalışmasıyla desteklenmiştir. Van den Berghe ve
92
Sepsiste Kan Şekeri Kontrolü
arkadaşları 1548 hastayı kapsayan prospektif randomize ve kontrollü bir
çalışmada, yoğun insülin tedavisinin cerrahi yoğun bakım ünitesi (YBÜ)’ne
kabul edilen hastalarda mortalite ve morbiditeyi azalttığını göstermişlerdir3.
Hastaların %13’ünde diyabet öyküsü vardır ve tüm hastaların %5’i insülin
tedavisi almaktadır. Yoğun bakıma kabul sırasında hastaların %75’inde kan
glukoz seviyesi 110 mg/dL’nin üzerinde, %12’sinde 200 mg/dL’nin üzerinde
bulunmuştur. Bu çalışmada, kan glukoz düzeyi bir grupta yoğun insülin tedavisi
ile 80-110 mg/dL arasında tutulurken, geleneksel yöntemin kullanıldığı diğer
grupta insülin infüzyonuna yalnızca glukoz düzeyi 215 mg/dL’yi aşınca
başlanmış ve 180-200 mg/dL arasında tutulması hedeflenmiştir. İnsülin
infüzyonu 50 IU Actrapid HM 50 mL serum fizyolojik içerisinde, sürekli olarak
uygulanmıştır. Çalışmada kullanılan insülin uygulama protokolü Tablo 1’de
gösterilmiştir. Maksimum insülin dozu saatte 50 IU olacak şekilde
sınırlandırılmıştır. Hastalar YBÜ’sinden çıkarken insülin infüzyonu kesilerek
kan glukoz düzeyi 180-200 mg/dL düzeyinde tutulacak şekilde geleneksel
yaklaşıma geçilmiştir. Hipoglisemi gelişmesini önlemek için hastaların yoğun
bakıma kabul edildikleri gün intravenöz glukoz ile enerji gereksinimleri
karşılanmıştır (200-300 g/24 saat). İkinci gün hastaların durumuna göre
parenteral veya parenteral ve enteral beslenme uygulanmaya başlanmıştır ve
kalori alımı 20- 30 kcal/kg/gün olarak standardize edilmiştir. Total enteral
beslenmeye mümkün olan en kısa sürede geçilmesi amaçlanmıştır. Geleneksel
tedavi grubunda mortalite %8 iken, sıkı kan şekeri kontrolü ile mortalite %4.6’ya
düşmüştür. Sıkı kan şekeri kontrolünün yararı, özellikle 5 günden daha uzun süre
YBÜ’nde yatan hastalarda daha belirgin olmuştur ve bu hastalarda mortaliteyi
%20.2’den %10.6’ya düşürdüğü saptandı. Yoğun insülin tedavisi yoğun bakımda
kalış süresini kısaltırken hastanede kalış süresini etkilememiştir. Sıkı kan şekeri
kontrolü, bakteremi sıklığını % 46, akut böbrek yetersizliği sıklığını % 41, kritik
hastalık polinöropatisi sıklığını %44, eritrosit transfüzyon sıklığını %50
azaltmıştır.
Van den Berghe ve arkadaşları bu çalışmada elde ettikleri sonuçları daha
sonra multivaryant analizi kullanarak değerlendirmişler ve bu hastalarda insülin
ihtiyacını belirleyen faktörleri, morbidite ve mortalite üzerine olumlu etkinin,
kan şekerinin sıkı kontrolüyle mi yoksa uygulanan eksojen insülin miktarıyla mı
oluştuğunu araştırmışlardır12. İnsülin ihtiyacını belirleyen faktörler; vücut kitle
indeksi (BMİ), diyabet anamnezi, YBÜ yatış nedeni, APACHE II skoru, yatış
kan glukozu, günlük kalori alımı, eşlik eden glukokortikoid tedavisi, YBÜ yatış
süresi olarak bulunmuştur. Beslenme yöntemleri karşılaştırıldığında parenteral
beslenme uygulanan hastalarda, insülin gereksinimi enteral uygulanan hastalara
göre %26 daha fazla bulunmuştur. Bu, enteral beslenme ile endojen insülin
salgılanmasına ve bunun hepatik glukoneojenezi daha fazla baskılamasına
bağlanmıştır. Mortalite ve morbiditede görülen olumlu etkiler beslenme tipinden
bağımsız bulunmuştur. Günlük insülin dozu, yoğun insülin tedavisi alan grupta
ortalama 68 IU, geleneksel tedavi grubunda 12 IU olmuştur. İnsülin gereksinimi
93
Dr. Seval Ürkmez
en yüksek ve değişken, yatışın ilk 6 saatinde bulunmuştur. Yoğun bakım
mortalitesi için hem verilen insülin miktarı hem de ortalama kan şekeri düzeyi
pozitif bağımsız risk faktörü olarak belirlenmiştir. Polinöropati, bakteremi ve
transfüzyon ihtiyacı için ortalama kan şekeri düzeyi bağımsız risk faktörü olarak
saptanmıştır. Hem günlük verilen insülin miktarı hem de YBÜ’nde yattığı süre
içerisindeki ortalama kan şekeri düzeyi uzamış inflamasyon için risk faktörü,
sadece günlük verilen insülin miktarı akut böbrek yetersizliği ve böbrek
replasman tedavisi için risk faktörü olarak bulunmuştur.
Tablo 1. Kan şekerinin sıkı kontrolü protokolü3
Glukoz ölçümü
Yoğun bakıma
girişte
KŞ normal
oluncaya dek 12 saatte bir
ölçüm
Her 4 saatte bir
ölçüm
Sonuç
İşlem
KŞ > 220 mg/dL
İnsülin 2-4 IU/saat
KŞ 220-110 mg/dL
İnsülin 1-2 IU/saat
KŞ < 110 mg/dL
4 saatte bir KŞ takibi
KŞ > 140 mg/dL
İnsülin 1-2 IÜ/saat arttır
KŞ 110-140 mg/dL
İnsülin 0.5-1 IÜ/saat arttır
KŞ normal değerlerde
İnsülin 0.1-0.5 IÜ/saat ayarla
KŞ normal değerlerde
İnsülin 0.1-0.5 IÜ/saat ayarla
KŞ normal
İnsülin dozunu değiştirme
KŞ hızla düşüyor
İnsülin dozunu yarıya in ve sıkı izlem
İnsülin dozunu azalt ve 1 saat içinde
KŞ ölç
İnsülini sonlandır, yeterli miktarda
glukoz alımından emin ol ve 1 saat
içinde KŞ ölç
İnsülini sonlandır, yeterli miktarda
glukoz alımından emin ol, 10 g İV
glukoz ver ve 1 saat içinde KŞ ölç
KŞ 60-80 mg/dL
KŞ 40-60 mg/dL
KŞ < 40 mg/dL
Hipoglisemi riski kritik hastalıkta yoğun insülin tedavisi sırasında dikkat
edilmesi gereken temel unsurdur. Terleme, taşikardi, titreme gibi otonom
bulgular, baygınlık, görmede bulanıklık, mental durumda bozulma, konfüzyon
ve konvülzyon gibi santral sinir sistemi bulguları, eşlik eden hastalık ve yoğun
bakım tedavileri nedeniyle maskelenebilir. Van den Berghe’nin çalışmasında
hipoglisemi atakları yoğun insülin tedavisi alan grupta % 5.2, geleneksel tedavi
uygulanan grupta %0.8 olarak bulunmuştur. Kritik hastalıkta hipogliseminin
önlenmesi için insülin karbonhidratlarla birlikte verilmeli ve kan şekeri sık ve
94
Sepsiste Kan Şekeri Kontrolü
düzenli bir şekilde ölçülmelidir. Hipoglisemiye yol açan ana neden olarak enteral
beslenmeye ara verildiğinde insülin infüzyon dozunda yeterli azaltma
yapılmaması olarak gösterilmiştir. Van den Berghe’nin çalışması cerrahi yoğun
bakım hastalarında kan şekerinin sıkı kontrolünün mortalite ve morbiditeyi
azalttığını göstermesi bakımından değerli bir çalışmadır. Ancak medikal YBÜ
hastalarında yine Van den Berghe ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada yoğun
insülin tedavisi ile kan şekeri düzeyinin 80-110 mg/dL arasında tutulmasının
hastane mortalitesini azaltmadığı gösterilmiştir13. Geleneksel tedavi grubunda
mortalite %40, yoğun insülin tedavi grubunda %37.7 saptanmıştır. YBÜ’sinde
3günden daha uzun süre kalanlarda yoğun insülin tedavisi alan grupta hastane
mortalitesi %52’den %43’e düşmüştür. Mortalitede azalma olmamasına karşın
insülin tedavisi alan grupta morbiditede belirgin azalma (mekanik ventilasyon
süresinde, diyaliz gereksiniminde ve yeni gelişen böbrek yetersizliğinde azalma)
saptanmıştır.
Sepsiste yoğun insülin tedavisi ile kan şekerinin sıkı kontrolünün yararlı
etkilerinin insüline mi yoksa hipergliseminin önlenmesine mi bağlı olduğu kesin
olarak bilinmemektedir. Van den Berghe ve arkadaşları buldukları olumlu
sonuçlardan insülin dozundan ziyade metabolik kontrolün yani normogliseminin
sorumlu olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Travma, sepsis ve iskemi/reperfüzyon gibi kritik hastalıklarda insülin
rezistansına rağmen insülin tedavisinin yararlı etkileri multifaktöriyeldir. İnsülin
tedavisi bir yandan normoglisemi sağlayarak hipergliseminin yan etkilerini
azaltırken diğer yandan insülin rezistanslı hastalarda bile artmış iskelet kası
glukoz alımını dengeler (Tablo 2).
Tablo 2. Kritik hastalarda insülinin yararlı etkileri6
♦Stres hiperglisemiyi azaltır ve daha iyi antimikrobiyal savunma ve yara
iyileşmesi sağlar
♦Glukoz uptake’i ve glikolizi stimüle eder, piruvat dehidrogenaz ve enerji
üretimini stimüle eder
♦Oksijen radikallerini azaltır ve antiinflamatuvar etki gösterir
♦IGF-1 düzeyini arttırır ve IGF-1 bağlayıcı proteinin sentezini baskılar
♦Kas protein sentezini arttırır
♦Apopitozu inhibe eder ve hasarlı dokunun onarımına katkıda bulunur
♦İskemik ön koşulları düzeltir
♦İskemi- reperfüzyon hasarını azaltır
Sepsiste artmış enerji tüketimi, protein katabolizması, lipidlerin oksidatif yakıt
olarak kullanılması ve bozulmuş glukoz metabolizması gözlenir. İnsülin
rezistansı vardır, hepatik glukoz üretimi artar, periferik glukoz kullanımı azalır
95
Dr. Seval Ürkmez
ve lipoliz artar. Sepsis hastalarında eksojen uygulanan insülin, insülin bağımlı
dokuların glukoz alımını ve oksidasyonunu arttırır14. İnsülin hepatik glukoz
alımını uyarmaz.
YBÜ’sinde yatan kritik hastalarda E-selektin ve intraselüler adezyon
molekülü-1 (ICAM-1) düzeylerinin yüksek olduğu, MOF ve sepsisten ölen
hastalarda bunların daha yüksek düzeylerde olduğu gösterilmiştir15. Sepsis
hastalarında yoğun insülin tedavisi ile normoglisemi sağlanmasının ICAM-1 ve
E-selektin düzeylerini azalttığı, endoteli koruduğu ve nitrik oksit sentaz’ın
indüklediği NO salınımını inhibe ederek organ yetersizliği ve mortaliteyi
azalttığı gösterilmiştir16. İnsülin makrofaj, lökosit ve endotelde TNF-α, oksijen
radikalleri ve ICAM-1’in üretimini inhibe ederek antiinflamatuvar etki
gösterir4,6. Hayvan çalışmasında yanık olgularında insülin ile kan şekerinin sıkı
kontrolünün doğuştan kazanılmış immun fonksiyonları iyileştirdiği, aşırı
inflamasyon ve asidozu önlediği saptanmıştır17.
Kritik hastalarda dolaşımda insülin benzeri büyüme faktörü1 (IGF-1) seviyesi
düşer ve IGF-1 bağlayıcı protein düzeyi yükselir. İnsülin IGF-1 düzeyini arttırır
ve IGF-1 bağlayıcı proteinin hepatik sentezini baskılar. IGF-1 ve insülin,
postiskemik apopitozu ve kardiyak doku hasarını inhibe eder6. İnsülin iskemi
sırasında piruvat dehidrogenazı stimüle eder ve enerji durumunu düzeltip laktat
üretimini azaltır. İnsülinin Proteinler üzerine anabolik etkisi vardır14.
Sonuç olarak, strese bağlı hiperglisemi ve insülin direnci sepsisli hastaların
büyük çoğunluğunda görülmektedir. Bu metabolik değişikliklerin oluşmasında
birçok mekanizma sorumlu tutulmaktadır. Ancak asıl rolü, pro-inflamatuvar
sitokinlerin ve kontr-regülatör hormonların aşırı salınımının oynadığı
sanılmaktadır. Güncel kanıtlar, insülin tedavisi ile birlikte kan şekerinin sıkı
kontrolünün kritik hastaların prognozunda önemli iyileşmeler sağladığını
göstermektedir. Normoglisemiyi sağlayan insülin tedavisinden yarar gören hasta
popülasyonunu belirlemek ve optimal insülin dozunu belirlemek için ilave
çalışmalara ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR
1. Van den Berghe G. How does blood glucose control with insulin save lives in intensive
care? J. Clin. Invest.2004; 114:1187-1195.
2. Fink MP. Cytopathic hypoxia. Mitochondrial dysfunction as mechanism contributing to
organ dysfunction in sepsis. Crit. Care Clin. 2001;17:219-237.
3. Van den Berghe G.,et al. Intensive insulin therapy in critical ill patients. N. Engl. J. Med.
2001;345:1359-1367
4. Mizock B. Alterations in fuel metabolism in critical illness: hyperglycaemia. Clin.
Endocrinology and metabolism 2001;15(4):533-551.
5. Power I., Kam P.Endocrine physiology. Principles of physiology for the anaesthetist,
2001, Arnold, London P:283-309
6. Groeneveld A., Beishuizen A., Visser F. Insulin: a wonder drug in the critically ill. Crit.
Care 2002;6:102-105
7. Martinez-Riquelme A., Allison S. Insulin revisited. Clinical Nutrition 2003;22(1): 7-15
96
Sepsiste Kan Şekeri Kontrolü
8. Aljada A., Ghanim H., Assian E., Dandona P. TNF- alpha inhibits… Metabolism
2002;51:487-491
9. Hsueh W., Quinones M. Role of endothelial dysfunction in insulin resistance. Am J
Cardiol 2003;92:10-17
10. Das U. Is insulin an endogenous cardioprotector ? Crit. Care 2002 ;6(5): 389-393
11. Lazar HL., Chipkin S., Philippides G., Bao Y., Apstein C. Glucose-insulin-potassium
solutions improve outcomes in diabetics who have coronary artery operations. Ann
Thorac Surg 2000;70:145-150
12. Van den Berghe G., Wouters P., Bouillon R., Weekers F., Verwaest C., Schetz M.,
Vlasselaers D., Ferdinande P., Lauwers P. Outcome benefit of intensive insulin therapy
in the critically ill: Insulin dose versus glysemic control. Crit. Care Med. 2003;31:359-366
13. Van den Berghe G., Wilmer A., Hermans G., Meersseman W., Wouters PJ. et al.
Intensive Insulin Therapy in the Medical ICU. NEJM 2006;354:449-61
14. Rusavy Z., Sramek V., Lacigova S., Novak I., Tesinsky P., Macdonalds I. Influence of
insulin on glucose metabolism and energy expenditure in septic patients. Crit. Care
2004;8(4):213-20
15. Reinhart K, Bayer O, Brunkhorst F., Meisner M. Markers of endothelial damage in organ
dysfunction and sepsis. Crit. Care Med. 2002;30(5):302-312
16. Langouche L., Vanhorebeek I., Vlasselaers D. et al. Intensive insulin therapy protects
the endothelium of critically ill patients. The Journal of Clinical İnvestigation
2005;115:2277-86
17. Weekers F., Giulietti AN., Michalaki M., Coopmans W., Herck E., Mathieu C., Van den
Berghe G. Metabolic, Endocrine and Immune Effects of Stres Hyperglycemia in Rabbit
Model of Prolonged Critical Illness. Endocrinology 2003;144:5329-38.
97
Download