Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67

advertisement
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
DEĞİŞEN REFAH ANLAYIŞI VE SENDİKACILIK
Mehmet Merve ÖZAYDIN ∗
Özet: Kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve
çalışan haklarının sosyal sınıfları temelinde savunulmasını amaçlayan sendikaların,
1970’li yıllardan itibaren güç kayıplarına şahit olunmaktadır. Genellikle endüstri
ilişkileri sisteminde yaşanan değişimlerle açıklanmaya çalışılan bu güç kaybı,
aslında refah anlayışındaki değişimi de içeren daha kapsayıcı bir analize muhtaçtır.
Keynesyen ekonomi politikalarının şekillendirdiği, kitlesel Fordist üretime dayalı ve
tam istihdam hedefli refah politikaları, küresel pazarların şekillendirdiği yeni toplum
yapısında karşılık bulamamaktadır. Sosyal sorunların ücretliler toplumunun sosyal
sigorta tipi dayanışma dinamikleri ile çözüldüğü geleneksel refah anlayışı,
“çalışma” kavramında meydana gelen değişimler sonucunda yeni arayışlara
yönelmiştir. Esneklik, güvencesizlik, kuralsızlık ve nihayet “çalışmanın sonu”
tartışmaları ekseninde süren bu değişim, refah hizmetlerinin kapsam ve boyutunu
değiştirmiştir. Sendikal haklar başta olmak üzere çalışma hayatı tabanlı birçok
hakkın yitirildiği ya da anlamını kaybettiği yeni refah anlayışı, vatandaşlık temelinde
daha sınırlı ve geçici bir takım haklar vaat etmektedir. Varlığını çalışma hayatı
dinamikleri üzerine inşa eden sendikaların yeni refah anlayışı içindeki yerleri ve
etkinlikleri akademik çalışmalara sıklıkla konu edilmiştir. Bu çalışma, sendikacılığın
uğradığı güç kayıplarını, endüstri ilişkileri sisteminin dönüşümü yanında refahın
değişen görünümüyle de analiz eden bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sendikacılık, Refah, Refah Devleti, Endüstri İlişkileri
Sistemi
CHANGING INSIGHT OF WELFARE AND UNIONISM
Abstract: Power loss of unions which had occured as a result of the
capitalist relations of production, and intend defending the rights of the workers
based upon their social classes is witnessed since 1970's. This loss of power which is
generally tried to be explained by the changes rised in industrial relations system,
requires a more inclusive analysis covering also the change in welfare insight
indeed. Welfare policies structured by full employment targeted Keynesian economy
policies which are based upon the Fordist mass production can not respond to the
new structure of society formalized by global markets. Traditional welfare
understanding of wage earner society which solves social issues by solidarity
dynamics in terms of social security, go towards a new way of searching as a result
of changes occured in “working” concept. This change persists in the axis of
∗
Yrd.Doç.Dr, Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi, ([email protected])
67
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
flexibility, precarity, irregularity and “end of work” debates, altered the extent and
the size of welfare services. The new welfare concept of "lost" or "meaning lost"
working life based rights, especially the union rights, promises a more limited and
temporal kind of rights. Built their existence on the dynamics of working life, unions'
place and activity in the new welfare concept was often being subjected in academic
study. This study aims to analyze unions' power loss, by presenting a perspective of
changing appearance of welfare as well as the transformation of industrial relations
system.
Keywords: Unionism, Welfare, Welfare State, Industrial Relations System
GİRİŞ
Liberal devlet anlayışının refaha ulaşmada sermayenin önündeki engellerin
kaldırılmasını gerekli gören tavrı, Sanayi devriminin ilk döneminde emek
sahiplerinin gerek çalışma koşulları gerekse de bölüşüm ilişkileri yönünden önemli
güçlükler yaşamalarına neden olmuştur. İlk modern işçi örgütlenmelerinin de bu
duruma tepki olarak Avrupa’da 18.yüzyılın sonunda ortaya çıktıkları görülmüştür.
Aynı zamanda üretim ilişkilerinin dönüştüğü coğrafya olan Avrupa, sendikacılığa
ilişkin katettiği gelişimlerde diğer örneklere kıyasla örnek bir model olarak öne
çıkmıştır.
Sendikaların sınıfsal dinamiklere dayanan mücadele tarihinin ekonomik,
politik ve sosyal birçok gelişmenin altyapısını oluşturduğu söylenebilir.
Sendikacılığın güç kazanması, bölüşüm politikalarında etkisi ile gelir dağılımda
eşitlikçi politikalara, sosyal demokrasinin gelişimi ile devletin sosyal boyutunun
gelişimine ve ücretliler toplumunun oluşumu ile de sosyal sorunların çözümüne
kaynaklık eden bir karaktere sahip olmuştur. Bu nedenle sendikalar, refah devleti,
endüstri ilişkileri sistemi, sosyal haklar gibi refah terminolojisine konu olan birçok
kavramın ana bileşeni olmuştur. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak II.Dünya
Savaşı’ndan sonra “altın çağ” olarak da ifade edilen dönemde refah devletlerinin
kurumsal düzenlemelere imza attıkları görülmüştür. Fordist üretim anlayışının
yüksek üretim kabiliyetine sahip yapısının, Keynesyen ulusal ekonomi politikaları ile
uyumunun 1970’li yılların sonuna kadar önemli ölçüde korunduğu görülmüştür. Bu
yıllarda petrol şoklarıyla başlayan değişim rüzgârının ulus devlet yapıları üzerinde
oluşturduğu etki, başta endüstri ilişkileri uzlaşısı olmak üzere birçok alanda hak
temelli kazanımların kaybedilmesi ile sonuçlanmıştır.
Küreselleşme sürecinin etkileri ile şekillenen yeni refah devleti uzlaşısında,
Keynesyen ekonomi politikalarının yerini neo liberal politikalar, endüstri ilişkileri
sisteminin yerini piyasa düzenlemeleri, sosyal hakların yerini de vatandaşlık temelli
sosyal yardımlar almıştır. Bu süreçte çalışma ekseninden kayan refah anlayışının
daha çok çalışma dışındaki gruplar üzerinden kendisine görevler edindiği
görülmektedir. Endüstri ilişkileri sisteminin güçlü ortağı sendikaların yeni yapıda,
işletme düzeyi ile sivil toplum örgütlerinin gönüllülük ilişkileri arasındaki bir
68
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
düzlemde sıkıştıkları görülmektedir. Bu çalışma, neo liberal değişim sürecinde refah
anlayışında ortaya çıkan gelişmelerin, sendikacılık üzerindeki etkilerini analizi
amaçlamaktadır. Sendikaların geleceğine ilişkin öngörülerin yeni refah paradigması
ile uyumu da bir diğer tartışma konusu olarak değerlendirilme konusu yapılmıştır.
1.
SENDİKACILIĞIN DOĞUŞU
Ortaçağdan itibaren Avrupa’da kölelik düzeninin katılığını kaybetmeye
başlaması, feodal toprak düzeninin muhafaza edilmesi ile birlikte çalışan ve çalıştıran
arasında yeni bir ilişkiler sisteminin tanımlanmasına neden olmuştur. Avrupa’nın
belli başlı ticaret merkezlerinde “Guildes” ve “Hanses” adı verilen ticaret birlikleri
ortaya çıkmıştır. Ticaret merkezleri olan şehirlerin canlanması 17.yüzyılda esnaf
kuruluşlarının da yaygınlaşmasına neden olmuş, 18. yüzyıldan itibaren bu zanaat ve
meslek kuruluşları Korporasyonlar olarak ifade edilmiştir. Batı dünyasında daha çok
mesleki amaçlarıyla tanımlanan bu yapılar, sanayi devriminin orta ve büyük
ölçekteki yapıları ile rekabet edememiş, toplumsal ve siyasal değişimlere ayak
uyduramamış ve emeği temsil eden kuruluşlar olma özelliklerini kaybetmişlerdir. Bu
kurumların yerine sanayi devriminin ilk döneminden itibaren İşçi Arkadaşlık
Kuruluşlarının (Compagnonnage) güç kazandığı görülmektedir. (Turan, 1979:10)
16.Yüzyıldan itibaren çırak ve kalfaların oluşturduğu İşçi Arkadaşlık
Kuruluşlarının öncelikle meslek esasında daha sonraları ise bölgesel nitelikte yapılar
olarak örgütlendiği görülmüştür. 17.Yüzyıldan itibaren üretim miktarının ve
ölçeğinin büyümesi orta ve büyük ölçekte işletmelerin ortaya çıkmasına ve işçi
örgütlenmesinin güç kazanarak emek kesiminin sermaye kesiminden ayrılmasına ve
yeni bir sınıf bilinci içinde değişikliğe uğramasına neden olmuştur. (Turan, 1979:23)
Örgütlenmenin güç kazanmasında kötü ücret ve çalışma koşullarının oluşturduğu
yeni çalışma ilişkilerini öncelikle ifade etmek doğru olacaktır.
Sanayi devriminin ve onun oluşturduğu çalışma düzeninin sendikacılığın
doğuşu ve gelişmesindeki belirleyici rolüne karşın, sanayileşen toplumlarda standart
bir sendikacılık anlayışının oluşmadığı gözlemlenmiştir. Sendikacılığı ortaya çıkaran
nedenlerin ülkeden ülkeye ve çalışılan sektörlere göre farklılaşması, ulus devletleşme
süreci ile paralel karakteristikler taşımaktadır. Devletlerin sahip olduğu gelenekler,
toplumsal uzlaşı algısı, birey-toplum ve devlet arasındaki ilişkiler bütünü, bu
farklılıkların ana kaynakları olarak dikkat çekmektedir. Bütün bu farklılıkların,
homojen bir işçi sınıfının kaynaklık ettiği bir sendika protipi ortaya çıkarmadığı,
bunun yerine Avrupa coğrafyasında dahi her ülke için farklı etkinlikte yapılar ortaya
koyduğu görülmüştür.
Sanayi devriminin başında ileri bir kapitalist gelişmeye sahne olan
İngiltere’nin sendikacılık açısından da bir merkez ve başlangıç olduğu görülmüştür.
Bu durumu her şeyden önce niceliksel bir gelişmenin sonucu olarak değerlendirmek
doğru olacaktır. 19.Yüzyılın başından itibaren feodal üretim ilişkilerinin çözülmesine
bağlı olarak ortaya çıkan nüfusun önemli ölçüde sanayi kesimine yöneldiği
69
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
görülmüştür. Bu özelliği ile İngiltere, sanayi devriminin başında kapitalist toplumlar
içinde işçi sınıfının mutlak çoğunluğa sahip olduğu tek örnektir. Sendikacılığın
İngiltere’de güç kazanmasının bir diğer nedeni de feodal monarşiden sınırlı
monarşiye ve devam eden süreçte parlamenter monarşiye varan demokratikleşme
yönündeki siyasal evrimidir. 13.Yüzyıl Magna Carta’sına dayanan bu gelişim işçi
sınıfının siyasal bakımdan örgütlü bir güç olarak ortaya çıkışında ve güç
kazanmasında etkili olmuştur. (Işıklı, 1990:62-63)
2.
ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ SİSTEMİ VE SENDİKALAR
Liberal düşüncenin temel kaynaklarından biri olan A.Simith’in ünlü eseri
“Milletlerin Zenginliği” müdahalenin sınırlı olduğu bir yapıda, sermaye birikiminin
nasıl sağlanabileceği konusunda yaklaşımlar içermekteydi. Bu yaklaşımlar kuralsız
bir yapıda zenginleşmenin yolunu ararken, ağır çalışma şartları altında işçi sınıfı için
yoksulluk ve sefalet gecikmemiştir. Sermayenin rekabet endişesi ile ucuz emeğe
ulaşma çabası, işçileri çok düşük ücretlerle ve kötü çalışma koşullarında istihdama
zorunlu kılmıştır. Piyasadaki arz ve talep kurallarının belirlediği yeni yapı, bol
durumda bulunan emek için büyük bir adaletsizliğe dönüşmüş ve bu sorun toplumun
merkezine yerleşmiştir.
Sanayi Devrimi’nin başında özgürlüklerin “mülkiyet” ile sınırlı niteliği,
devleti sadece bu özgürlüğü korumakla sorumlu bir yapıya dönüştürmüştür. Tüm
liberal aydınların devletin müdahale anlayışının yol açacağı olumsuzlukları
açıklamaya çalışan ekonomik ve sosyal teorileri, çatışmacı öğelerle beslenen gelecek
dönemin habercisi olmuştur. Dönemin klasik okullarınca sıkça ifade edilen
“görünmeye el”, “piyasa dengelemesi”, “tam istihdam merkezli denge” ve “her arzın
kendi talebini yaratması” gibi sloganların ekonomik ve sosyal sorunların çözümünde
etkili olmadığı görülmüş, her kesimin devletin müdahalesine ilişkin beklentilerde
artışlar olmuştur. Klasik endüstri kuramının, endüstri ilişkileri sistemini liberal iktisat
okulunun yaklaşımlarıyla paralel biçimde tanımladığı görülmektedir. Sendika, toplu
pazarlık ve grev hakkı ekseninde çalışma hayatı sorunlarını çözmeyi hedefleyen
yaklaşım, devletin fonksiyonuna ilişkin sınırlı bir alan belirlemiştir. Sözleşme
özgürlüğüne dayanan ve sayılan hakların taraflarca kullanılmasına imkan sağlamakla
sınırlı olan bu fonksiyon, uzlaşmazlık ve çatışma durumlarına ilişkin çözümler
üretmekten uzaktır. Devletin hakların kullanımına ilişkin her türlü engelden kaçınma
gereksinimi (Çelik;Akkaya,1999:18) sınırlı devlet uygulamalarını ortaya
çıkarmaktadır.
Dunlop’un Amerikalı sosyolog Parson’un sosyal sistem yaklaşımından yola
çıkarak oluşturduğu sistem yaklaşımı, endüstri ilişkileri literatürü içinde en çok
karşılık bulan yaklaşımdır. Hükümet, çalışan ve yönetici örgütlerinin oluşturduğu
endüstri ilişkileri sistemini sanayi toplumunun bir alt sistemi olarak değerlendiren
Dunlop (Şenkal,2009:) her aktörün ideolojisi çerçevesinde sistemi etkilediğini ve
kuralların oluşmasına katkı sağladığını ifade etmektedir. Dunlop’un üç aktörlü
70
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
endüstri ilişkileri modelinin 1960 ve 70’li yıllar boyunca sendika ve işveren örgütleri
ilişkilerini analiz etmede araştırmacılara önemli katkılar sağladığı görülmüştür.
Ancak yaklaşımın iyi çalışması aktörler ve onlara etki eden çevresel unsurların
istikrarın korunmasına bağlıdır. 1980’li yıllardan itibaren yaşanan değişim ve
dönüşüm sonucunda yeniden yapılanan endüstri ilişkileri sistemini, sistem
yaklaşımının kuralları ile çözebilmek mümkün olmamıştır. (Kurtulmuş, 1996:64)
Emek örgütlenmesinin sanayi devriminin başından itibaren geçirdiği
aşamalar, endüstri ilişkileri sisteminde diğer aktörlere oranla farklı bir seyre sahiptir.
İşçi sınıfının kapitalist üretim ilişkilerinde pazarlık gücü temelinde şekillenen etkisini
iki grupta incelemek mümkündür.
Örgütsel ve yapısal güç olarak
sınıflandırılabilecek bu etki, sendikaların endüstri ilişkileri sisteminin güçlü bir
aktörü olarak ortaya çıkışını desteklemiştir. Örgütsel güç, işçiler tarafından kurulan
sendika ve siyasi partiler gibi kolektif örgütlerden doğan güç birimlerini içerirken,
yapısal güç, işçilerin sistem içindeki konumlarından kaynaklanan güçlerini ifade
etmektedir. Buna göre işçilerin piyasa ve işyeri üzerinden sağladıkları pazarlık
güçleri, sistem içinde stratejik bir konum elde etmelerini sağlamaktadır.
(Silver,2009:27)
3.
ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ SİSTEMİNİN DÖNÜŞÜMÜ
Kitlesel üretime dayalı fordist üretim tarzının II.Dünya Savaşı’ndan itibaren
başarılı uygulamaları, devlet, işçi ve sermaye sınıfının taraf olduğu endüstri ilişkileri
sisteminin kurulmasına imkan sağlamıştır. Ancak,1970’li yıllardan itibaren yaşanan
ekonomik krizler, gelişen teknoloji ve değişen üretim sistemleri çerçevesinde güç
kazanan davranışsal ekoller, yönetim-çalışan ilişkilerinde önemli bir değişimin
yaşanmasına neden olmuştur. Yüksek nitelikli işgücü talebi ve bunu elde etmek için
önem kazanan bireysel sözleşmeler, toplu sözleşme ve sendikaların önem
kaybedeceği bir dönemin de başlangıcını oluşturmuştur. İşgücünün bilgi tabanlı
yükselişi sanayi sektörü karşısında hizmetler sektörünün güç kazanmasını
sağlamıştır. Ürün pazarlarının küresel etkilerle ulusal sınırları aştığı bu süreçte
endüstri ilişkilerinin bir tarafı olarak devletin, liberal endişeleri bir tarafa bırakarak
sisteme daha fazla müdahalede bulunduğu ve taraflar arasında işbirliğine dayalı yeni
bir sistemi teşvik ettiği görülmüştür. (Kurutulmuş,1996:64-65) Taraflar arasındaki
işbirliğine dayalı bu anlayış fayda ve maliyetleri birlikte değerlendirmek ve kendi
çıkarları noktasında hareket etmek sorumluluğunu içermektedir. Dönemin piyasa
koşulları çerçevesinde çalışma hayatının kalitesini artırmak ve maliyetleri düşürmek
gibi işlevlere de sahip olan bu anlayışın işçi ve işveren arasındaki bağı
kuvvetlendiren özelliği, sendikal mücadelenin temelini teşkil eden grev ve lokavtları
azaltarak işçilerin sendikalardan uzaklaşmasının da nedenini teşkil etmiştir.
(Şenkal,1999:35-36)
71
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
3.1. Örgütsel Yapının Dönüşümü
Endüstri ilişkilerinde yaşanan değişime öncelikle bir yönetim sorunu olarak
yaklaşma ihtiyacı vardır. 1970’li yıllara kadar fordist üretim ilişkilerinin
biçimlendirdiği, kitlesel üretim yapan dev fabrikalar ve bu fabrikalarda oluşan
hiyerarşik yapılar ve merkezileşmiş görevler, hantal bir yönetim yapısının doğmasına
neden olmuştur. Küreselleşme sürecinde başta finansal piyasalar olmak üzere
ekonomik sistemdeki değişimlere cevap verme kabiliyetinden yoksun olan bu
yapının, ulus devlet müdahalelerinin azalması ile birlikte hızla çözülmesine şahit
olunmuştur.
Mal ve hizmet talebinin küresel ölçekte karşılanabilmesi sorunu, rekabetçi
piyasa şartlarında işletmelerin yeniden yapılanmalarını zorunlu kılmıştır. Bu
dönemde işletmelerin, yeni rekabet koşullarına uyum sağlamak amacıyla, vasıfsız
işgücünün azaltılması ve maliyetlerin düşürülmesi temelinde küçülme stratejilerine
yöneldikleri görülmüştür. Başlangıçta mavi yakalı işçileri hedef alan stratejilerin
uzun dönemde beyaz yakalı işçileri de içerdiği, finansal bir zorunluluktan çok küresel
bir aktör olmaya doğru bir hedef değişikliği yaşandığına da şahit olunmuştur.
Küçülme stratejilerinin rastgele bir anlayıştan çok profesyonel bir yönetim tekniği
olarak uygulanma zorunluluğu, insan kaynakları yönetimi anlayışının önem
kazanmasını sağlamıştır. (Işık,2009:156) Çalışan ağırlığının beyaz yakalılar lehine
artışı ile geleneksel personel yönetimi işlevleri yetersiz kalmış, insan kaynağının
maliyet yönünden en uygun şekilde kullanılma zorunluluğu, yönetime katılma
uygulamaları da dahil olmak üzere birçok stratejiyi ön plana çıkarmıştır. İşletme
yapısındaki bu gelişmeler, insan kaynakları yönetimi anlayışının sendikal
örgütlenmenin yerini alacak yeni bir yönetim anlayışı olarak değer görmesine neden
olmuştur. (Şenkal,1999:38) İnsan kaynakları yönetimindeki birçok stratejik tercihin,
kolektif ilişkilerden çok bireysel ilişkilere dayanması, sendikaların rolünü kısıtlayıcı
bir etki oluşturmuştur. (Erdut,2002:31)
3.2. Ekonomik Yapıda Yaşanan Değişim
1970’li yıllarda peşi sıra yaşanan petrol şokları “altın çağ” olarak ifade
edilen ve ağırlıklı olarak Keynesyen politikalarla hayat bulan ekonomik sürecin sona
ermesi anlamını taşıyordu. Uluslararası finansal hareketliliğin etkisiyle hükümetlerin
kamu finansman dengelerini sağlamada yaşadıkları güçlükler yeni politika
arayışlarının gündeme gelmesine neden olmuştur. Yeni dönem, Keynes tarzı
müdahaleci politikalar yerine, finansal liberalizasyona açık, arz yönlü ekonomi
politikalarının başta ABD ve İngiltere olmak üzere tüm dünyada uygulandığı bir
süreç olmuştur.
Ekonomik krizin en somut sonucunu kuşkusuz işsizlik oranlarındaki sürekli
artışlar oluşturmuştur. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde 1970’li yıllarla birlikte
başlayan işsizlik oranlarındaki artışın 80 ve 90’lı yıllar boyunca devam etmesi,
işsizliğin küresel bir nitelik kazanarak evrensel bir sorun haline gelmesinin göstergesi
olarak kabul edilmektedir. (Bilgin,2000:57) İşsizliğin artışının sendikalar üzerindeki
72
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
etkisini iki boyutta ifade etmek mümkündür. Birincisi sendikaların işsizlikle birlikte
büyük üye kayıplarına uğramasıdır. Özellikle sanayi üretiminde talebin düşmesine
bağlı olarak yaşanan durgunluk, bu sektörde örgütlü emek gücünün önemli ölçüde
kaybedilmesine neden olmuştur. İşsizliğin sendikacılık üzerindeki diğer bir olumsuz
etkisi ise işsizlik baskısı ile toplu pazarlık görüşmelerinde verilen tavizler
oluşturmaktadır. (Şenkal,1999:50)
İşsizliğin nedenlerini açıklamaya çalışan yaklaşımların önemli bir başlığını
teknolojik gelişmeler oluşturmaktadır. İleri teknoloji, artan rekabet ve esnek üretim
sistemleri bu dönemde yaşanan işsizliğin başlıca nedenleridir. Özellikle
mikroelektronik ve bilgi teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin tam istihdamda
yaşanan çözülmenin ve işsizliğin en önemli neden olarak görülmesi, teknolojik
gelişme ve istihdam ilişkisini inceleyen çok sayıda araştırmanın yapılmasına neden
olmuştur. Yeni teknolojilerin uzun dönemde yeni işler ve meslekler yaratacağı
tezinin, teknoloji üreten ve ihraç eden ülkeler için geçerli olması, teknolojik
gelişmelerin bunun dışındaki ülkelerin emek piyasalarında arz fazlası oluşturmasına
neden olmuştur. (Bilgin,2000:61-62) Teknolojik değişimin işin yeniden
organizasyonu, işçi ve yönetim ilişkileri ve işgücü piyasası ile ilişkili özellikleri
sendikaların rol ve güçleri üzerinde önemli etkilere sahip olmuştur. İşletmelerin
yoğun rekabet şartlarına dayalı, piyasa gelişmelerini izleyen, alternatif piyasalara
girebilecek seviyede teknoloji ile uyumlu yapılarının sendikalarca takip edilebilmesi
mümkün olamamış, gelişmiş birçok ülkede sendika yoğunluklarında önemli düşüşler
görülmüştür. (Kurutulmuş, 1996:132-135)
Yönetim ve üretim anlayışının insan merkezli olarak yeniden inşası
çalışanların sahip oldukları özellikler açısından da yeni bir dönemi başlatmıştır.
Emek ve ürün piyasalarındaki değişmeler sonucunda işsizlerle işi olanlar arasında,
rekabetten korunan sektörlerde çalışanlarla, rekabete açık sektörlerde alışanlar
arasında, yeni ve uzmanlaşmış vasıflı olanlarla, vasıflı olmayan veya vasfı önem
kaybedenler arasında, tam gün çalışanlarla, kısmi süreli veya sözleşmeli çalışanlar
arasında çıkar farklılıkları oluşmuştur. (Yıldırım, 2008:204) Bu durum sanayi
devriminin başında daha homojen bir görünme sahip olan emek piyasalarının daha
karmaşık bir yapıya dönüşmesini ve çalışanlar arasında çıkar ve amaç birliğinin
önemli ölçüde bozulmasına neden olmuştur.
3.3. İşgücü Yapısının Değişimi
Endüstri ilişkileri sistemindeki dönüşümü açıklamada en önemli
unsurlarından birisi de işgücünün yapısında sanayi devriminin başından itibaren
gözlenen gelişmelerin farklı bir yöne evrilmesidir. Sanayi devriminin başında sanayi
sektöründe kol ve kas gücüne dayanan sınıfsal karaktere sahip işgücünün, örgütlenme
yönünden elde ettiği kazanımların sanayi ötesi dönüşüm sürecinde kaybedildiğine
şahit olunmuştur. Sanayi ötesi topluma dönüşümün önemli bir göstergesi olan hizmet
sektöründe büyüme, bilgi ve uzmanlaşma temelinde güç kazanan bir niteliğe sahiptir.
Sanayi sektörünün kitlesel üretime dayalı fordist üretim anlayışının, ürün piyasasının
esnek talepleri ile uyuşmayan katı yapısı ve ileri teknoloji kullanımı, sanayi
73
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
sektöründe istihdam kayıplarının başlıca nedenleri olarak öne çıkmaktadır.
(Şenkal,1999:76) Sanayi sektörünün geleneksel sektörlerinde örgütlenen güçlü
sendikacılık anlayışının, bireysel sözleşmelerin ağırlıklı olduğu hizmetler sektöründe
önemini kaybettiği görülmüştür.
Yeni üretim ilişkilerinin işgücü üzerinde oluşturduğu önemli etkilerden biri
de kadın işgücü sayısındaki artış olmuştur. 1990’lı yıllarla birlikte hız kazanarak
devam eden bu süreç kadınların istihdam içindeki payını artırmakla kalmamış,
meslek gruplarının feminizasyonunu da gerçekleştirmiştir. Kadın istihdamındaki bu
artışın eğitim ve kadın haklarındaki gelişmelerden çok düşük maliyetli ve esnek
işgücü ihtiyacından kaynaklandığını söylemek mümkündür. (Munck,2003:144-145)
Dolayısıyla kadın işgücünün istihdam içindeki artışının emek örgütlenmesi
bakımından olumlu sonuçlar oluşturamamasını iki grupta açıklamak mümkündür.
Bunlardan ilki, kadının geleneksel toplumsal işbölümü içindeki rolü ve
sorumluluklarından ötürü iş ve aile yaşamını uyumlu kılmada zorlanması ve
örgütlenme faaliyetleri için yeterli zaman ve zahmete katlanamamasıdır. Bir diğer
engel de Munck’ın ifadesinde karşılık bulduğu üzere kadın istihdamının kapitalist
üretim biçimlerinde ucuz ve kuralsız emeğin aracı olarak görülmesidir. Bu tür esnek
çalışma biçimlerinin örgütlenme ile uyuşmayan doğası, kadın işgücünün artışının
sendikalı işçi sayısı ile ters oranda gelişmesine neden olmuştur.
Endüstri ilişkilerin de yaşanan değişimin işgücünü şekillendirdiği bir diğer
alan da işgücünün nitelik düzeyinin değişimidir. Sanayi Devrimi’nin başından
itibaren sanayi sektöründe çalışan ve genellikle kol/kas gücüne dayalı mavi yakalı
işçileri örgütleyerek güç kazanan sendikaların, hizmetler sektöründe gelişmelere
paralel olarak üye kayıplarına uğradıkları görülmüştür. Hizmetler sektörünün nitelik
düzeyi yüksek işgücü talebi, bir yandan bireysel sözleşmeleri tercih eden çalışan
sayısını artırırken, diğer yandan bu sektördeki bireysel başarıyı ölçmeyi hedefleyen
yönetim teknikleri nedeni ile sendikalar açısından olumsuz bir durum yaratmaktadır.
(Şenkal,1999:74) Yeni dönemin rekabet anlayışının değişimler karşısında uyum
kapasitesi yüksek nitelikli çalışan talebi, firmaların bu görevler için cömert
sözleşmeler hazırlanmasına neden olmuştur. Bu süreçte daha kalabalık ve standart
yeteneklere sahip çalışan gruplarının haklarını koruma ve geliştirme konusunda
deneyime sahip sendikalar, yeni yükselen nitelikli işgücünün tercihi olmayı
başaramamıştır.
4.
REFAH DEVLETİ VE SENDİKALAR
Sanayi devriminin çalışan sınıflar için ortaya koyduğu sorunların şiddeti
sadece çalışma hayatı ile sınırlı kalmamış, işsizlik ve yoksulluk gibi görünümlerle
toplumsal hayat üzerinde de yıkıcı etkilere sahip olmuştur. Sorunların çözümünde
başlangıçta liberal devlet anlayışı ile uyumlu sınırlı kamu müdahaleleri söz konusu
iken ilerleyen süreçte örgütlenme dinamiklerinin etkisiyle şekillenen endüstri
ilişkileri sisteminin sorun çözme mekanizmalarının devreye girdiği görülmüştür.
74
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
Endüstri ilişkileri sisteminin, başta çalışma hakkı olmak üzere, sendika, örgütlenme,
toplu pazarlık ve grev gibi birçok hakkı kurumsallaştırma başarısı, sendikacılığın
siyasal, ekonomik ve sosyal alanda sahip olduğu gücün altyapısını oluşturmuştur.
Refah devletinin ortaya çıkışında kapitalist üretim biçimi gibi ekonomik;
işçi sınıfının bilinç kazanması gibi ideolojik; parlamenter demokrasilere geçiş gibi
siyasi ve ücretli çalışmanın yaygınlaşması ve bunun ortaya çıkardığı sorunlar gibi
sosyal nitelikte çok sayıda etkiden söz edebilmek mümkündür. Avrupa refah
devletlerinin, diğer dünya örneklerinden farklılaşan başarılı modellerini, sınıf
hareketi ve toplumsal mücadele temelinde açıklayabilmek mümkündür. Bu durum
refah devletini açıklamada sanayileşme, demokratikleşme ve kapitalistleşme
süreçlerinin ötesinde sınıfsal gücün etkisini ortaya koymaktadır. Bu nedenle işçi
hareketinin güçlü doğası ve siyaset ile kurduğu ilişki ve ele geçirdiği
toplumsal/siyasal güç, modern anlamdaki refah devletinin ortaya çıkmasında çok
daha
açıklayıcı
olmaktadır
(Korpi,1978:40;
Esping-Andersen,
1990:11;Koray,2007a:32). Refah devletlerinin ortaya çıkışında güçler dengesine
dayalı bu yaklaşım, hakların kurumsal bir görünüm kazanmasında ve sosyal modelin
başarısında büyük öneme sahiptir. Avrupa’nın yaşadığı tarihsel ve toplumsal
koşullarda işçi sınıfı ve örgütlerinin oynadığı rol ile siyasal platformdaki etkinliği
Amerika, Japonya ya da diğer örnekler ile karşılaştırıldığında, çok iyi organize olmuş
ve güçlü temsil yeteneğine bir sosyal modele karşılık gelmektedir.
(Sapancalı,2007:11)
Sanayi üretim biçimi fordizme dayalı olarak gelişen refah devletinin
Keynesyen iktisadi modellemesi emek rejimlerine bağlı bir devlet yapısını ortaya
çıkarmıştır. Keynesyen refah devletinin başarısı büyük ölçüde fordist büyüme
biçimine dayandırılmıştır. Keynesyen refah devletini açıklamada dört ana unsur öne
çıkmaktadır. (Topak,2012:124-125) Bunlardan ilki devletin işgücü piyasaları ve
ücretler düzeyinden sorumlu olmasıdır. Böylece talep kontrolünü gerçekleştiren
devletin, pazar dalgalanmaları ve ekonomik durgunluklara müdahale şansı söz
konusu olmuştur. Keynezyen refah devletini açıklamada diğer bir unsur da altyapı,
konut, ulaştırma harcamaları ile tekelleşmeyi kontrol etme ve yatırımların büyüme,
verimlilik döngüsünü içinde yerine getirmesidir. Üçüncü unsur, sosyal tarafların
ideolojik vaatleri ile şekillenen tam istihdam ve evrensel refah programları etrafında
emek ve sermayenin kolektif çıkarlarını birleştirme görevidir. Bu fonksiyon
sayesinde sendikalar, bu dönem refah anlayışının önemli bir aracı olmuşlardır. Son
olarak Keynesyen refah devleti, piyasalaşma temelinde giderek artan sosyal
sorunların çözümünde önemli bir işleve sahip olmuştur.
Büyük Buhran’ın ardından uygulamaya konularak yaklaşık yarım asır
Avrupa ulus devletlerinin başarılı performansını açıklamada kullanılan Keynesyen
reçetelerin, küresel ölçekte yaşanan gelişmelere cevap verememesi, neo liberal bir
dönüşüm dalgasının hakimiyet ile sonuçlanmıştır. ABD ve İngiltere merkezli bu
dönüşüm, dünyada devletin küçüldüğü, temel görevleri dışında faaliyette
bulunmadığı, sosyal harcamaların sınırlanmaya çalışıldığı ve sermayenin
75
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
uluslararasındaki dolaşımı önündeki engellerin piyasa tarafından cezalandırıldığı bir
süreç olmuştur. Kuşkusuz refah devleti krizini sadece devletin ekonomik boyutuna
ilişkin değişimlerle sınırlamak da mümkün değildir. Artan işsizlik karşısında refah
hizmetlerine ilginin ve dolayısıyla sosyal harcamaların artışı, vergilerin düşmesi,
geleneksel aile yapısının bozulması ve nüfusun yaşlanması gibi demografik, mali,
sosyal birçok değişimin de bu sürece etkisinden söz edebilmek mümkündür.
Avrupa ülkelerinde küreselleşme sürecine denk düşen dönemde işsizlik
sorununun önlenemeyen görünümü, çalışma odaklı bir refah anlayışı yerine
vatandaşlık temelli bir refah anlayışına geçişin işaretlerini vermektedir. Bu çerçevede
işsizlik sigortası ve aile yardımlarının yerini alacak bir temel gelir uygulamasına
geçilmesi yönünde tartışmalar yapılmaktadır. (Koray,2007a:38) Refah devletinin
gelişim sürecinin en önemli temellerinden birini çalışma hakkı oluşturmaktadır. Bu
çerçevede işsizlikle mücadele politikalarının refah devletinin önemli araçlarından bir
olduğu açıktır. Ancak işsizlikle mücadelede yeni liberal yaklaşımların dayatmaları,
refah devletinin güçlü olduğu dönem politikalarının uygulanmasını imkânsız
kılmaktadır. Esneklik ve güvencesizlik tartışmalarına, “temel gelir” gibi asgari gelir
güvencesini teminini amaçlayan konuların ilave olması, refah tartışmalarının yönünü
önemli ölçüde değiştirmiştir. (Koray,2007b:448) Küresel etkilerle ulusal finansman
dengeleri üzerinde büyük mücadeleler veren hükümetlerin tam istihdam politikaları
yerine anti enflasyonist nitelikteki daraltıcı para politikalarını uygulamak zorunda
kalması, bir yandan işsizlik üzerindeki baskıyı artırırken diğer yandan örgütlü emeğin
pazarlık gücü üzerinde negatif etki yaratmıştır. (Pergher,2007:6)
Refah anlayışı içinde çalışma türünden bir karşılık olmaksızın asgari gelir
güvencesine sahip olma fikrine getirilen eleştirileri üç grupta toplamak
mümkündür.(İnsel,2007:42) Bunlardan ilki toplumsal nitelikte olup, herhangi bir
karşılık verme zorunluluğu olmaksızın asgari gelir seviyesinde yaşamayı kabul
etmenin, ömür boyu yardıma muhtaç kişileri var edeceğinden, çalışan/üreten
kesimler tarafından bir alt sınıf algısı oluşacak ve toplumsal dayanışma bu süreçten
zarar görecektir. İkinci itirazın konusunu ise asgari gelirin biraz üzerinde çalışarak
yaşamını devam ettirenlerin şevkini kıracak üretim temelli gerekçeler
oluşturmaktadır. Bu toplumsal üretim çabalarını sekteye uğratacağından dolayı,
işsizlik kapanı oluşturmaktan başka bir fayda sağlamayacaktır. Mali nitelikteki
üçüncü itiraz ise geleneksel refah rejimi kurumlarının zaten baskılanmış olan
yapılarını daha da tehdit edecek mali yüklerin oluşması ve refah hizmetlerinin
sürdürülebilir özelliğinin kaybolmasıdır.
76
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
Tablo1: Bazı OECD Ülkelerinde Sendika Yoğunluk Oranları (1960-2010)
Ülkeler/Yıllar
Avusturya
1960
67.9
1965
66.2
1970
62.8
1975
59.0
1980
56.7
1985
51.6
1990
46.9
1995
41.1
2000
36.6
2005
33.3
2010
28.4
Belçika
39.3
37.8
39.9
49.1
51.3
49.7
51.1
52.8
49.5
52.9
50.6
Kanada
29.2
26.7
31.0
34.3
34.0
35.3
34.0
33.7
28.3
27.8
27.4
Danimarka
56.9
58.2
60.3
68.9
78.6
78.2
75.3
77.0
74.2
71.7
68.5
Finlandiya
31.9
38.3
51.3
65.3
69.4
69.1
72.5
80.4
75.0
72.4
70.0
Fransa
19.6
19.5
21.7
22.2
18.3
13.6
9.8
8.7
8.0
7.7
7.8
Almanya
34.7
32.9
32.0
34.6
34.9
34.7
31.2
29.2
24.6
21.7
18.6
Yunanistan
..
..
..
..
39.0
37.5
34.1
31.3
26.5
24.6
25.2
İrlanda
43.1
45.8
50.6
52.6
54.3
51.5
48.5
45.1
38.0
34.0
32.7
Italya
24.7
25.5
37.0
48.0
49.6
42.5
38.8
38.1
34.8
33.6
35.5
Japonya
32.3
35.3
35.1
34.5
31.1
28.8
25.4
24.0
21.5
18.8
18.3
Hollanda
41.7
37.4
36.5
37.8
34.8
27.7
24.6
25.9
22.9
20.6
18.6
Norveç
60.0
59.0
56.8
53.8
58.3
57.5
58.5
57.3
54.4
54.9
54.8
Portekiz
..
..
..
..
54.8
44.6
28.0
25.4
21.6
21.2
19.3
İsveç
72.1
66.3
67.7
74.5
78.0
81.3
80.0
83.1
79.1
76.5
68.2
Türkiye
..
..
..
..
..
..
19.2
13.4
9.9
8.2
5.9
İngiltere
38.8
38.7
43.0
42.0
49.7
44.2
38.1
33.1
30.2
28.4
26.4
ABD
30.9
28.2
27.4
25.3
22.1
17.4
15.5
14.3
12.9
12.0
11.4
OECD
Ülkeleri Ort.
34.1
33.1
34.0
34.7
33.3
29.2
26.1
23.3
20.2
18.8
17.6
Kaynak: OECD Statics
4.1. Refah Devletinin Krizi Mi? Başarısızlığı Mı? Dönüşümü Mü?
Refah devletinin 1970’li yıllardan itibaren yaşadığı dönüşümü açıklamada
ekonomik, siyasi, finansal ve sosyal birçok unsurun etkisinden söz edebilmek
mümkündür. Bu unsurların kendi içyapılarında bir etkileşime sahip oldukları ve
dönüşümün ölçeğini belirleyen asıl etkenin de bu olduğu söylenebilir. Ulus devlet
yapılanmasının çatısı altındaki uzlaşmanın yaşanan ekonomik ve sosyal kırılmaların
etkisiyle büyük ölçüde ortadan kalktığı görülmüştür. Bu dönemde, sınıfsal temele
dayanan ve bölüşümde eşitlikçi karaktere sahip olan emek örgütlenmesi uzlaşmasının
yerini, farklılığa ve bağımsızlığa vurgu yapan evrensel vatandaşlığa dayalı insan
hakları kavramının aldığı görülmüştür. (Topak,2012:138)
77
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
Keynesyen refah devletinin sosyal harcamalar düzeyinin konrol edilemez bir
noktaya ulaşarak refah devletinin krizine yol açtığı iddiaları, refah hizmetlerinin
görülmesinde tarihsel bir misyona sahip olan sivil toplum örgütlerinin yeniden
gündeme oturmasına neden olmuştur. Devletin üzerindeki sosyal yükümlülüklerin
azaltılmasının bir yolu olarak ortaya çıkan sivil toplumun esnek yapıları, yüksek
verimlilikleri ve merkezilikten uzak örgütlenmeleri ile neo liberal felsefenin bir aracı
olarak devletin refah hizmetleri yanında yer bulabildikleri görülmüştür.
(Özdemir,2004:276) Sivil toplum söyleminin yükselişine, sınıf kavramını göz ardı
ettiği ve sınıfsal mücadeleyi yok saydığı gerekçesiyle yöneltilen eleştiriler mevcuttur.
Buna göre sınıf siyasetinden daha çoğulcu ve kapsayıcı bir yaklaşım iddiasına sahip
olan sivil toplumun, çalışma ilişkilerini ve emek unsurunu dışlayan yapısı,
kapsayıcılık düzeyine ilişkin eleştirileri beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte
sivil toplumun devlet ve sermaye yardımlarına bağlı niteliği, işveren ve devletten
bağımız yapılar olan sendikaları sivil toplum örgütlerinden ayıran önemli bir özellik
olarak öne çıkmaktadır. (Yorgun,2007:316)
Değişen refah anlayışını ekonomik ve sosyal dönüşüm dışında refah
devletinin sahip olduğu yetersizlik ya da başarısızlıkla açıklayan yaklaşımlarda
mevcuttur. (Koray,ty:9) Bu başarısızlığın ilk nedeni
refahın topluma olan
maliyetinin karşılanamaz hale gelmesidir. Ekonomik koşulların iyi olduğu
dönemlerde yüksek vergilerle finanse edilen kamu harcamalarının kriz dönemlerinde
devamlılığı sağlayabilecek mekanizmaların kurulamamış olması, bu süreçlerde
eleştirilerin artmasına neden olmuştur. Bir diğer eleştiri ise refah devletinin ulaştığı
büyüklüğe rağmen, uygulamalarının etkisiz ve yetersiz kalmasıdır. Bu süreçte refah
kadrolarında ve bürokrasisindeki büyüme, hizmet kalitesinin olumsuz etkileyen
faktörler olmuştur. Refah devletinin başarısızlığını açıklamada bir diğer tez de refah
beklentilerinin yükselmesi ve farklılaşmasıdır. Tüm dezavantajlı gruplar için hak ve
eşitlik vaatlerinin gerçekleşmekten uzak görünümü, refah devletinin arakasındaki
moral desteğin kaybolmasına neden olmuştur. Son olarak refah devletinin gelişiminin
oluşturduğu bazı dolaylı etkilerin de refah devletinin tıkanıklığında rol üstlendiği
düşünülmektedir. Devletin büyümesi ve demokratik yoldan denetiminin, bireyin
özgürlük alanını kısıtlanması, bireyin çalışma isteği ve güdüsünün azalması ve
vergiden kaçma eğiliminin artması, çeşitli toplumsal kesimlerin siyasal beklentilerin
azalması türündeki gelişmeler refah devletine olan eleştirinin güç kazanmasına neden
olmuştur.
Refah devletine ilişkin bir başka eleştiri grubu da refah politikaları
üzerinden gerçekleşmektedir. (Özdemir,2004:252-253) Refah uygulamalarının
yoksulluk ve işsizlik gibi temel sorunlarla mücadelede başarısız olması, cömert
niteliği ile toplumsal ahlakı zedeleyen bedavacılık anlayışını pekiştirmesi, yüksek
vergiler yoluyla ekonomik kalkınmayı frenlemesi ve sosyal fonların toplumsal
faydaya ilişkin üretkenliğinin düşük olması gibi eleştiriler refah yapısındaki değişim
ihtiyacını belirleyen dinamikler olarak ortaya çıkmıştır.
78
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
4.2. Yok Olma Yolunda “Çalışma” ve Sendikal Gelecek Üzerine
Öngörüler
Tam zamanlı çalışmanın geleneksel çalışma ilişkilerinden giderek
kaybolması ve geçici çalışma ilişkilerinin 20.yüzyılın ikinci yarısında yaptığı
patlama, akademisyenler ve politika belirleyicilerin öngörülerinde çalışmanın sonuna
ilişkin yaklaşımların güç kazanmasına neden olmuştur. (Nolan,2004:379-380) Sanayi
devriminin tam zamanlı çalışma ilişkileri ve buna bağlı sınıfsal dinamikten
beslenerek büyüyen sendikaların, çalışma kavramının doğasında meydana gelen bu
değişimlerden olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Çalışmanın sonuna ilişkin
tartışmaları ilk kez kullanan Jeremy Rifkin, sorunu teknolojik değişimler temelinde
ele almıştır. Rifkin’e göre teknolojik gelişmeler insanlık tarihinde ilk kez
insanoğlunun sistematik olarak elenmesine neden olmuştur. Kitlesel üretimden bilgi
ve iletişim tabanlı üretim sistemlerine geçiş, çalışma biçimlerini de doğrudan
değiştirerek mavi ve beyaz yakalı emeğin istihdam dışına çıkmasına neden
olmaktadır. (Rifkin,1995:3)
Üretimin, talep değişimleri karşısında esnek yapılanma ihtiyacı, sendikal
gelişime kaynaklık eden ücretli çalışma üzerinde derin izler bırakmıştır. Bir takım
hizmetlerin dışarıdan alınabilmesine fırsat sağlayan yeni yönetim anlayışı, taşeron
işçilerini yeni dönemin sefaletini yansıtan grup olarak öne çıkarmıştır. Emeğin
organize gücünün dağıtılarak tasarlanan bu süreçte sermaye, ücretli ilişkilerin yerine
ticari ilişkileri ikame etmiştir. (Gorz,2001:76) Çalışmanın sonu tartışmalarına önemli
katkılar sağlayan Andre Gorz, çalışmanın geleceğini üç farklı grupta sınıflamaktadır.
Buna göre; birinci grubu, temel ihtiyaçları karşılamak için üretim yapan makro
sosyal çalışmalar, ikinci grubu birey odaklı organize ve gönüllü çalışmaya dayanan
mikro sosyal çalışma ve üçüncü grubu da birey, aile ve grup isteklerine dayanan
özerklik aktiviteleri oluşturmaktadır. (Gorz,2001:81) Gorz gibi Rifkin de gönüllü
sektörde çalışma eğilimlerinin güçleneceğini öngörmektedir. Teknolojinin yattığı boş
zaman, gönüllü sektör eliyle insan ruhunun yaratıcı potansiyelinin ortaya çıkmasını
teşvik edecektir. (Rifkin,1995)
Günümüz dünyasında tam zamanlı çalışmanın azalması, esneklik,
taşeronlaşma, teknoloji ve daha birçok gelişme işlerin doğasını değiştirmektedir. İş
yaratmada yaşanan zorluk birçok uluslararası örgüt tarafından da ifade edilmektedir.
Bu bağlamda 2013 Dünya Kalkınma Raporu “jobs” (işler) başlığıyla dünyada iş
yaratmanın önemini vurgulamaktadır. Dünyada sayıları 200 milyonu aşan işsizlerin
mevcut büyüme dinamikleri ile istihdamla buluşmasının zorluğuna işaret eden rapor,
güvencesiz ve düşük gelirli işlerle temel haklara dayalı herhangi bir korumadan
yoksun çalışanların, dünya refahı üzerinde oluşturacağı tehditler üzerinde
durmaktadır. (WB,2013) Özellikle enformel sektörde yaratılan işlerin kayıtlı işlere
oranla daha yüksek oranda artan niteliği, kalkınma ve örgütlenme alanlarında sorun
olarak belirmektedir. OECD Ülkerlinde 1960 ile 2000’li yıllar arasında enformel
sektör büyüklüğünün üç kattan fazla artması, sorunun gelişmiş ülkeleri de içren bir
yönü olduğunu ortaya koymaktadır. (Yorgun,2007:321) Küreselleşen dünyada işlerin
79
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
geleceği üzerine kurgulanan senaryoların kaygı verici boyutu, çalışma üzerinden
refah sağlama anlayışından giderek uzaklaşıldığını göstermektedir. Son yıllarda ILO
tarafından ısrarla üzerinde durulan “düzgün iş” tartışmalarını da bu perspektif içinde
bir kazanım olarak değerlendirmek gerekmektedir. Günümüz refah anlayışının,
çalışmanın sosyal, psikolojik ve ahlaki boyutunu görmezden gelerek sadece
ekonomik değeri üzerinden vaat ettiği refahın, tatmin edici ve sürdürülebilir bir
yönünün olmadığı açıktır.
Sendikacılığın güç kaybındaki süreklilik, akademik alanda sendikaların
geleceğine ilişkin tartışmaların yoğunlaşmasına neden olmuştur. Yönetim uzmanı
Peter Drucker sendikaların geri dönüşü olmayan bir süreçte olduklarını vurgulayarak
içinde yok olmalarının da yer aldığı üç gelecekten bahsetmektedir.
(Drucker,1996:118-119; Yıldırım,2008:201) Sendikaların yeni dönemin gerekleriyle
uyumlu bir hareket tarzı belirlememesi, ortadan kalkmalarına ya da anlamlarını
tamamen yitirmelerine neden olacaktır. Sendikalar için bir diğer yol, siyasi iktidarla
kurdukları ilişkiler yoluyla varlıklarını devam ettirmektir. Çalışma rejiminin
belirlenmesinde kamu otoritesinin düzenleyici rolünün destekleyici bir mekanizmaya
dönüşme imkanı vardır. Drucker’ın kendisinin de sendikalara önerdiği üçüncü yol ise
kamu tarafından oluşturulacak yönetsel zafiyetler ve keyfiyetler karşısında kamu
denetçiliği gibi bir fonksiyonu üstlenmek olacaktır. İskandinav ülkelerinde bu
fonksiyonun oluşturduğu sonuçlara ilişkin olumlu veriler mevcuttur. Özellikle refah
bürokrasisindeki karmaşa ve yoğunluğun aşılmasında sendikaların üstlenebileceği
fonksiyonlardan söz edilebilir. Toplumsal tabanlı bir denetim mekanizmasının
sorunların tespitinde ve etkin çözümünde önemli yararlar sağlayacağı açıktır.
Sendikaların gelecekteki dönüşümlerine ilişkin bir diğer sınıflandırma da
Richard Hyman’a aittir. Drucker’a göre daha geniş bir yelpaze oluşturan Hyman, beş
temel sendikal kimlikten söz etmektedir. İşgücünün nitelik düzeyindeki gelişmelerin
dikkate alınarak yapılacak örgütlenmeye esas olan birinci kimlik, yüksek nitelikli
işgücünün çıkarlarını korumaya çalışan korporatist karakterli bir yapıya sahiptir.
Üyelerine hizmeti esas alan ikinci grup sendikal kimlik ise bireyselciliğin gelişimine
denk bir örgütsel dönüşüme karşılık gelmektedir. Japon işletme sendikacılığını
anımsatan üçüncü grup sendikal kimlik, işletme düzeyinde yönetim ile yapılacak
işbirliği ekseninde üretim ve verimlilik düzeylerinin korunduğu bir modeli
öngörmektedir. Dördüncü grup sendikal kimlik, sendikaların siyasi iktidarlarla
işbirliği içinde örgütsel güçlerini sürdürebildikleri bir yapılanmayı içermektedir.
Özellikle refah devleti dinamiklerinin güçlü olduğu, sosyal demokrat siyaset
yapılarında bunu gözlemlemek mümkündür. Hyman’a göre beşinci grup sendikal
kimliği ise kitlesel desteği amaçlayan kampanya örgütleri gibi çalışan sendikal
yapılar oluşturmaktadır. (Hyman,1996; Yıldırım,2008:201) Hyman’ın sendikal
kimlik sınıflamasında çalışmanın yapısındaki değişimin izlerini görebilmek de
mümkündür. Sınıfsal dinamiklere dayanan ve geniş kesimleri örgütleyebilecek bir
yaklaşımın karşılık bulmadığı, buna karşın işletme, sosyal taraflar ve toplumsal
reflekslere dayalı bir alandan sendikacılığın dönüşebileceği iddia edilmektedir.
80
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
Sendikaların benimsedikleri yaklaşımlar içinde en çok karşılık görenlerden
biri de endüstri ilişkileri sisteminin tarafları arasında kurulacak işbirliğidir.
(Selamoğlu,1995:116) Özellikle siyasi iktidarların yapısı ve sendikalarla olan
ilişkileri bu süreçte belirleyici olmaktadır. Avrupa’nın bazı ülkelerinde sendikacılığın
güçlü siyasi yapılar inşa ettiğine de tanık olunmuştur. Avrupa’da emek
örgütlenmelerinin hassasiyetlerine duyarlı olan sosyal demokrat iktidarların
dönemlerinde sendikalara yönelik aşınmanın daha az olduğu görülmüştür. Kamu
otoritesi ve çıkar gruplarının politikaların belirlenmesi süreçlerindeki uzlaşısı,
politikaların amaçlarına ulaşması bakımından da büyük önem taşımaktadır.
Endüstri ilişkileri sisteminin değişen yapısı içinde sendikaların rolünü
belirlemeye yönelik öngörülerin biri de insan kaynakları yönetimi anlayışının
endüstri ilişkileri sisteminin yerini alacağı tezine dayalı olarak geliştirilmektedir.
Yeni yönetim anlayışı ekseninde gelişen çalışan-işveren ilişkileri, yönetime katılma
ve teşvik uygulamaları ile firma-çalışan bütünleşmesine katkı sağladığı
görülmektedir. Bazı Avrupa firmalarında bu gelişmelerin sendikayı dışlamayan bir
karaktere sahip olduğu görülürken, Japon firmalarında dışlayıcı öğeler öne
çıkmaktadır. (Büyükuslu,1998:97;Bilgin,2001) Sendikaların işletme düzeyinde
işlevlere sahip olması, üyelerinin hak ve çıkarları dışında bir takım işletme
amaçlarının da dikkate alınmasına neden olacaktır. Bu durum sendikal politikaların
belirlenmesinde daha uyumlu ve geliştirici faaliyetlerin önem kazanmasına neden
olacaktır.
Refah hizmetlerinin sunumunda devletle birlikte sorumluluk üstlenen sivil
toplum örgütleri, refahın değişen anlamı içinde yeni ve güçlü bir aktör olarak öne
çıkmaktadır. Sivil toplumun örgütlerinin sosyal sorunlara ve dezavantajlı grupların
korunmasına yönelik faaliyetlerinin artması, sendikaların ilgi alanları ile önemli
ölçüde kesişmektedir. Yoksulluk, işsizlik, çocukların korunması, çevre ve barınma
sorunları gibi birçok sosyal sorun ve bu soruna muhatap olan grupların, sivil toplum
örgütlerinin ilgi alanlarında yer alması, bugüne kadar bu sorunları gündeme taşıyan
sendikalarla rakip olmalarına neden olmuştur. Bu çerçevede sendikalar ile sivil
toplum örgütleri arasındaki ilişkisinin güvensizlik temelinde şekillendiğini söylemek
mümkündür. Sivil toplum örgütlerinin gücündeki artış sendikaları daha sınırlı bir
alana hapsederken, sınıf çatışması ve hizmet rekabeti ile mücadeleci bir ilişki setinin
oluştuğu görülmektedir. (Yorgun,2007:315)
Sendikaların yeni dönemdeki dönüşüm tartışmalarının yanında, örgütlenme
potansiyelini yeniden artırmaya yönelik uygulamalar da görülmektedir. Bu çerçevede
özellikle Avrupa sendikalarında sosyal tarafların ortaklığına olan inancı güçlendirme,
siyasal faaliyeti artırma ve sendikal harekete ulusal sınırlar ötesinde bütünlük
kazandırmaya yönelik girişimlerin, sosyal koruma ve güvenlik sistemleriyle
desteklenmek suretiyle yaygınlaştığına şahit olunmaktadır. (ÇSGB,2013:16) Avrupa
sendikalarının örgütlenme krizi karşısındaki stratejilerinin dört grupta ele alabilmek
mümkündür. (Sapancalı,2007:15) Bunlar; sendikalar birleşmeler, üyelere dönük yeni
hizmetler, yeni üye kazanmaya yönelik örgütlenme modelleri ve toplumsal hareket
81
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
sendikacılığıdır. Sendikal birleşmeler, küçük örgüt yapılarının bir araya gelerek
oluşturdukları ya da küçük örgütlerin büyük örgütlere katılımı suretiyle oluşan
yapılardır. Birleşme ile üye sayısının azalmasından kaynaklanan finansal zorlukların
aşılması ve politik baskı gücünün artırılması gibi amaçlara ulaşılmaya
çalışılmaktadır. Sendikaların değişen işgücü yapısının taleplerini dikkate alan
uygulamaları, güçlerini korumada önemli katkılar sağlamaktadır. Sendikaların toplu
pazarlık işlevlerinin yanında refah hizmetlerinin sunumunda da görev aldığı
ülkelerde, örgütlenme düzeyindeki düşüşlerin çok daha sınırlı olduğu görülmektedir.
İşsizlik sigortası uygulamalarında, sendikaları etkin kılan “ghent” sistemi uygulayan
birçok İskandinav ülkesinde sendika yoğunluğundaki gerilemenin daha az olduğu
görülmektedir. (Bkz.tablo1) Avrupa sendikalarının üye sayılarını artırmaya yönelik
faaliyetlerinin hedef gruplarını, kadınlar, gençler, göçmenler, enformel çalışanlar ve
işsizler oluşturmaktadır. Sendikacılığın tam zamanlı çalışma ilişkilerinde ve ağır
çalışma koşullarının söz konusu olduğu sektörlerde büyümesi, erkek egemen bir
yapıda gelişmelerine neden olmuştur. Günümüz işgücü piyasalarında işgücünün
değişen dokusu farklı grupları ve onların sorunlarını sendikal mücadelenin merkezine
alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle sendikaların toplumsal cinsiyet
eşitsizliklerinin giderilmesi, gençlerin işgücü piyasalarına erişimi, işsizlilerin
örgütlenmesi gibi konuları da gündemlerine aldıklarına şahit olunmuştur.
Sendikacılığın bir toplumsal muhalefet biçimi olduğundan hareketle örgütlenen
toplumsal hareket sendikacılığı, toplumsal sorunlara verilecek cevaplarla politik bir
alan oluşturma çabası içindedir. Çalışma hayatı ve toplu pazarlık çerçevesi dışında
toplumsal bir dinamizmle muhalefet oluşturma amacını taşıyan toplumsal hareket
sendikacılığının özellikle Latin Amerika’da güçlü bir tabana sahip olduğunu
söylemek mümkündür.
Sosyal sorunların çözümünün, devletin sosyal ortaklarla oluşturduğu
koalisyon içinde çözüldüğü refah devleti anlayışı, son otuz yıllık periyotta önemli bir
değişime uğramıştır. Ücretliler toplumunun yüksek vergi oranları ile başarı ile
yürüttüğü sosyal güvenlik sistemleri üzerinden refah yaratma anlayışının, ekonomik
yapıda meydana gelen değişimler neticesinde sürdürülmesi güçleşmiş, refahı
sağlayacak alternatif kurumlar önem kazanmıştır. Refahın devlet, piyasa ve aile
üçgenindeki değişen konumu, refah rejimlerinin sınıflandırılması çalışmalarına hız
kazandırmıştır. Refah rejimlerinin farklılaşması, refaha ilişkin dönüşümü de
farklılaştırmaktadır. Refah devletinin politik ve toplumsal tabanının korunduğu
İskandinav Refah rejimine üye ülkelerde sendikacılıktaki güç kaybının daha sınırlı
olduğu görülürken, refah hizmetlerinin piyasalaştırıldığı liberal refah rejimlerinde,
güç kaybı önemli boyutlara ulaşmıştır. Refah devletlerinin ekonomik, politik, sosyal
ve kültürel geçmişleri, devletin dönüşüm analizlerinin çok boyutlu yapılmasını
zorunlu kılmaktadır.
SONUÇ
Tarım toplumundan sanayi toplumuna olan geçişte üretim ilişkilerinin
dönüşümüne sınıfsal bir cevap olarak gelişen sendikacılığın çeyrek asrı aşkın bir
82
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
süredir güç kaybettiğini şahit olunmaktadır. Refah devletinin varlığının kabulü ve
toplumsal sistemde güç kazanmasında önemli aktörlerden biri olan sendikaların
uğradığı güç kayıplarının ağırlıklı olarak endüstri ilişkileri sisteminin dönüşümü
süreci ile ilişkilendirildiği görülmektedir. Sanayi ötesi dönüşümün bütün hızıyla
devam ettiği, rekabetin küresel pazarlarda bilgi temelinde gerçekleştiği günümüz
toplumlarında, çalışanların sayısal ve niteliksel görünümleri kadar işlerin doğasında
da önemli değişimlerin yaşandığı görülmektedir. Bu değişim sosyal sorunların da
şiddet ve kapsam yönünden küresel nitelik kazanmasına neden olmuştur. Uzun yıllar
sosyal sorunlara endüstri ilişkileri sistemi içinden verdiği cevaplarla kurumsallaşan
refah anlayışının, çalışma kavramının özünün değiştiği bu süreçte yeniden
yapılanması elzem hale gelmiştir.
Refah anlayışında yaşanan değişimlerin emek örgütlenmesi üzerindeki
olumsuz etkilerini hiç şüphesiz sadece sanayi üretim biçiminin dönüşümü ile
açıklamak da mümkün değildir. Yaşanan değişim, bir yandan çalışmanın ücretliler
toplumu eliyle toplumsal sorunlara çözüm sağlama fonksiyonunu zedelemiş diğer
yandan sendikaların demokratik gelişimle paralel şekillendirdiği siyaset alanını
yeniden tek başlı bir yapıya dönüştürmüştür. Bu süreçte refah devleti hizmetleri
vatandaşlık temelinde kapsam açısından genişlerken, hak temelli kazanımlar
sınırlanmış ya da ortadan kaldırılmıştır. Endüstri ilişkileri sisteminin refah
anlayışının vazgeçilmez bir parçası olan sendikal haklar (toplu pazarlık ve grev
hakları da dahil olmak üzere) yeni üretim ilişkileri içinde anlamsız bir düzeye
çekilmiştir. Bu durum, çalışma hayatında kuralsız ve güvencesiz bir yapının yeniden
hakim olmasını sağlamış, bu yapının ürettiği sorunlara muhatap olan gruplara sınırlı
ve geçici yardımlar reçete olarak sunulmuştur.
Yeni üretim ve bölüşüm ilişkilerinin içinde stratejik bir role sahip olamayan
sendikaların üstleneceği fonksiyonlara ilişkin çok sayıda öneri mevcuttur. Bunlar
arasında; baskı gruplarına dönüşerek siyaset üzerindeki etkinliklerini artırması gibi
politik, işletme düzeyinde yönetim faaliyetlerinin bir parçası olarak bireysel
hizmetler sunması gibi mikro ölçekli ve sivil toplum örgütlerine dönüşme gibi
organizasyonel öneriler öne çıkmaktadır. Bununla birlikte içinde yaşadığımız dönemi
tanımlamada sıklıkla kullandığımız “bilgi” kavramının üretilmesi ve refah ilişkilerine
konu edilmesi hususu büyük önem taşımaktadır. Sendikaların sosyal sorunlara ilişkin
özgün ve yenilikçi bilgi üretim süreçleri içinde yer alması, sosyal hakların gelişimine
ve saygınlıklarının yeniden kazanılmasına önemli katkılar sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
BİLGİN, M.H. (2000) Yeni Teknolojiler ve Üretim Sistemlerindeki
Değişimin Emek ve İstihdam Üzerindeki Etkileri, Kamu İşletmeleri İşverenleri
Sendikası Yayınları, Ankara.
BİLGİN, M.H. (2001) “Endüstri İlişkilerinde Dönüşüm ve Yeni Eğilimler”,
Kamu-İş, Cilt:6, Sayı:2, Ankara.
83
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
ÇELİK, M.;AKKAYA, Y. (1999) Türkiye’de Endüstri İlişkileri, Tarih Vakfı
Yayınları, İstanbul.
ÇSGB (2013) “Sendikal Örgütlenme” Çalışma Meclisi Hazırlık Toplantısı
Raporu, Ankara.
ERDUT, T.(2002) İnsan Kaynakları Yönetimi ve Endüstri İlişkilerinde
Değişim, Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası Yayın
No:40, İzmir.
İstanbul.
GORZ, A. (2001) Yaşadığımız Sefalet, Ayrıntı Yayınları, Çev:N.TUTAL,
IŞIK, V. (2009) “Endüstri İlişkilerinin Yeni Yüzü İnsan Kaynakları
Yönetimi: Emeği Örgütsüzleştirme Stratejisi”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 11/3, Ankara.
IŞIKLI, A.(1990) Sendikacılık ve Siyaset, İmge KİTABEVİ, Ankara-1990.
İNSEL, A. (2007) “İktisat Aklına Sokulan Siyasal Çomak: Vatandaşlık
Geliri”,
Bir
Temel
Hak
Olarak
Vatandaşlık
Gelirine
Doğru,
Der.A.BUĞRA;Ç.KEYDER, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
KORAY, M. (Tarihsiz) “Sosyal Devlet-Refah Toplumu”, Sosyal Demokrasi
Vakfı
Ders
Notları,
Erişim
Tarihi:
11.01.2014. http://www.sodev.org.tr/Okullar/SDO/ders_notlari/sosyal_devlet.html,
KORAY, M. (2007a) “Sosyal Politikanın Anlamı ve İşlevini Tartışmak”,
Çalışma ve Toplum Dergisi, 2007/4.
KORAY, M. (2007b) “Sosyal Politika: Nereye Doğru?”, Cahit Talas
Anısına: Güncel Sosyal Politika Tartışmaları, Yay.Haz: B.Ceylan-Ataman, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:595.
İstanbul.
KURTULMUŞ, N. (1996) Sanayi Ötesi Dönüşüm, İz Yayıncılık, No:137,
MUNCK, R. (2003) Emeğin Yeni Dünyası, Çev:M.TEKÇE, Kitap
Yayınları.
NOLAN P.(2004) Shapingthefuture: The Political Economy of Work and
Employment, Industrial Relations Journal, Vol:35(5), 378-388.
ÖZDEMİR, S. (2004) Küreselleşme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul
Ticaret Odası Yayınları No:2004/69, İstanbul.
PERGHER, R. (2007) “Globalization and Welfare State”, http://tiss.zdv.unituebingen.de/webroot/sp/spsba01_W98_1/denver12.htm, Erişim Tarihi:15.05.2011
RIFKIN, J. (1995) The End of Work: The Decline of the Global Labor
Force and the Dawn of the Post-Market Era, Vol:9, No:1, New York.
84
Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 2014, 49, (1) : 67-85
SAPANCALI, F. (2007) “Avrupa Birliği’ne Üye Ülkelerde Sendikal
Örgütlenme, Sorunlar ve Yeni Stratejiler”, Çimento İşveren Dergisi, Eylül/2007.
SELAMOĞLU, A. (1995) İşçi Sendikacılığının Gücündeki Değişim
(Gelişmeler-Nedenler-Eğilimler), Kamu-İş Yayınları, Ankara.
SİLVER, B. (2009) Emeğin Gücü 1870’den Günümüze İşçi Hareketleri ve
Küreselleşme, Çev:E.Önal, Yordam Kitap:86, Birinci Baskı, İstanbul.
ŞENKAL, A. (1999) Sendikasız Endüstri İlişkileri Genel Olarak Dünyada
ve Türkiye’de, Kamu-İş Yayınları, Ankara.
TOPAK, O. (2012) Refah Devleti ve Kapitalizm 2000’li Yıllarda
Türkiye’de Refah Devleti, İletişim Yayınları, 1.Baskı, İstanbul.
TURAN, K. (1979) Milletlerarası Sendikal Hareketler, Kalite Matbaası,
Ankara.
World Bank, (2013) Jobs, The World Development Report 2013, World
Bank,
Washington, DC.
YILDIRIM, E.(2008) “Sendikalar ve Kriz”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı:18,
2008/3, 10.Kongre/Özel Sayı, 199-206.
YORGUN, S. (2007) “Sivil Toplum Düzeninde Sendikaların Geleceği”,
Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı:53, 314-330.
85
Download