Makale ile ilgili döküman

advertisement
Ekolojik ekonomi
Yazıyı Arkadaşına Gönder
Yazıyı Çıkış Al
Üstün Bilgen Reinart
22 Ekim 2009 Perşembe
Ferdan Ergut’un, sosyalist bir toplumun ahlak ilkeleri olarak öne sürdüğü güzel
listenin (bkz. Turnusol, 8 Ekim Perşembe) en başına, yaşamı destekleyen,
ekolojik bir ekonomi ilkesini eklemeye ne dersiniz? (*)
Endüstri devriminden bu yana doğayı gittikçe daha hızlı, daha fazla tüketen ve
kirleten ekonomik faaliyetlerimizin yol açtığı ekolojik kriz artık yaşamı tehdit
ederek geleceğimizi karartırken, tüm dünyada, ama hele hele ülkemizde, yaşamı
savunma derdinde olanların karşısına her adımda “Ya ekonomi? Kalkınmak
istemiyor muyuz?” sorusu çıkıyor.
TBMM tutanaklarında, 8 Ekim 2009’da bu ikilemi ve Türkiye hükümetinin tavrını
ortaya koyan bir sahnenin kaydı var. Bu sahnede, yaşam savunucusu rolünü
üstlenen, beklenmedik bir aktör: MHP’li Niğde Milletvekili Mümin İnan. Niğde’nin
Ulukışla ilçesinde, Bolkar Dağları’nda bölge halkının ısrarla karşı çıktığı, siyanürle
altın ayrıştıracak olan madenin işletilmemesi, çevrenin feda edilmemesi çağrısını
yapıyor İnan.
Ona, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın yanıtı açık: “Değerli
arkadaşım bir şeye karar vermemiz lazım. Biz madencilik işine girecek miyiz,
girmeyecek miyiz buna bir karar vermemiz lazım beraberce. Madenler
ormanlardan arındırılmış, deltalardan arındırılmış, vadilerden arındırılmış,
köylerden uzakta, mera vasfını kaybetmiş, “şurada madencilik yapalım”
diyebileceğimiz yerlerde olmuyor... Şu ana kadar üzerimizdeki faiz yükünü
atmaya çalışıyoruz. Bizim tek öz kaynaktan ödeyebileceğimiz sektör madencilik
sektörüdür…” (TBMM Tutanakları, 8 Ekim 2009).
Hükümetin önceliği net: faiz yükümüz oldukça, madencilik için ormanlar da,
vadiler de, sular da, hava da, köyler de, kültürel değerler de, yani bütün yaşam
kaynakları feda edilecektir.
Bu ekonomi anlayışı, artık son kullanım tarihi çoktan geçmiş, eksik, kör, önü
kapalı ve ahlaken iflas etmiş bir yaklaşımı temsil ediyor. 2008’de dünyayı sarsan
finansal kriz neo-liberalizmin birçok finansal varsayımını nasıl çürütmüşse,
yeryüzünü tehdit eden ekolojik kriz de bu dar ekonomi anlayışını öyle
çürütmüştür.
Öyleyse, ekolojik bir ekonomi anlayışı nasıl birşey olabilir? Gerçekci, ahlaklı
ve uygulanabilir bir ekolojik ekonomiden söz edebilir miyiz?
İnsanlar, binlerce yıldır süregiden, doğadan kaynak elde etme, kaynakları
dönüştürerek alıp satma faaliyetlerinde para birimleri kullanırken, bu faaliyetlerin
doğaya mal oluş “fiyatını” belirleme gereğini duymamışlar. İnsanlık tarihinde,
kültürel ve endüstriyel faaliyetlerin eko-sisteme etkisini göz önüne alma kaygısı
görülmüyor. Artık o kaygıyı önemsemek zorundayız.
Ekolojik ekonomi anlayışı, işte o kaygıyı önemseyerek, doğanın sınırlarını,
çevreye mal oluş fiyatını, arz, talep ve bedeller dengesine ekleyen anlayıştır.
Şimdiye kadar hep ekonomik denklemlerin dışında bırakılmış olan yaşam
kalitesi, ekolojik denge ve çeşitlilik gibi faktörlerin; doğaya ve yaşama karşı
oluşturulan riskin, mutlaka kar/zarar denklemlerinde yer almasını gerektirir.
Doğal kaynakların çıkarılmasının ve atıkların doğaya salınmasının bedeli mutlaka
göz önünde olmalıdır.
Ekolojik ekonominin ana fikri, insanların ekonomik aktivitelerinin doğayla içiçe
olduğu ve ekonomik faaliyetlerin biyolojik, fiziksel ve kimyasal süreçler
içerdiğidir. Toplum bir “sosyal metabolizma” olarak ele alındığında, bu organizma
dünyanın biosferinde daha fazla ya da daha az yer kaplayabilir. Evrenin yasalarını
bile teknolojiyle kullanabilen, değiştirebilen kültürler, sürekli büyüme ve tüketim
talepleri ile biosferde gittikçe daha fazla yer kaplamaktadırlar.
Sürekli artan tüketimin atmosfere, su kaynaklarına, toprağa ve tüm canlıların
sağlığına oluşturduğu riskler karşısında neo-liberalizmin sürekli büyüme
beklentisini sorguladığımızda, büyümenin ekonomik sağlık için gerekli olduğu
yanıtını alırız. Bu kısır döngü sürer gider.
Bu üretim ve büyüme modellerinin sürdürülemeyeceğini kabul etmemiz,
üretim/tüketim biçimlerimizi ve beklentilerimizi doğanın sınırlılığını kabul edecek,
gezegenimizin yok olmasını engelleyecek şekilde değiştirebilmeyi göze almamız
gerekmektedir.
Doğaya karşı saygılı, yakın ilişkilerinden doyum bulan, yaratıcı faaliyetlerle, ahlak
değerleri ile mutlu olabilecek, paylaşmayı bilen insan modeli, tükettikçe mutlu
olan insan mitolojisinin yerine geçmelidir.
Ekolojik ekonomi anlayışı, yoksulların tüketiminin artabilmesi için gereken
ekolojik alanın, varlıklıların tüketiminin azaltılmasıyla sağlanmasının bir ahlak
yükümlülüğü olduğunu kabul etmekle kalmaz, tüketimlerini azaltanların kendi
yaşam kalitelerini yükseltebileceklerini de öne sürer.
(*)http://www.turnusol.biz/public/makale.aspx?id=5646&pid=16&makale=Ahlak ve muhalefet
Download