1 OSMANLILARDA MERKEZ TEŞKİLATI VE İARİ YAPI A- Yönetim anlayışı Asr-ı Saadetten gelen İslami devlet anlayışıyla Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türk töresine göre şekillenmiştir. Türk ve İslam anlayışına aykırı olmayan Bizans ve Avrupa devletlerinin etkileri söz konusudur. Türk ve İslam devletlerinden teşkilatlar alınmış, geliştirilerek ileriye taşınmıştır. Bu yüzden Teşkilatlanmanın köklerini daha gerilere aramak gerekir. Osmanlı hanedanının gelmesiyle topyekün farklı ve yepyeni bir anlayışın geldiğini söylemek yanlış olur. XIV. Yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar Türk Beyliklerinden önemli bir farkı yoktu. Osmanlı toplumunda mevcut düzen, halkı ilgilendiren ya da onun yarına olan bütün kanunlarda başarılı olmak üzere teşkilatlanmıştır. Osmanlılarda yönetenler ve yönetilenler olmak üzere iki sınıf vardı. Yönetenler Devlet işlerinde çalışan, aileleriyle beraber vergi ödemeyen kimseleri. Yönetilen kesim ise idareye hiçbir şekilde katılmayan çeşitli din ve ırklardan oluşan Reaya (halk) tabakasıydı. Bunlar vergi veren ve gerektiğinde askerlik gibi yükümlülüğü olan kimselerdi. Osmanlı Devlet anlayışında yönetim kadrosunda hiç kimseye imtiyaz verilmezdi. Devlet başkanı hariç, saltanat dışındaki idarecilik, Müslüman olmak kaydıyla herkese açıktı. B- Merkez Teşkilatı 1. Saltanat kavramı ve Padişahlık Sistemi Osmanlılarda Aşiret geleneğine bağlı bir yapılanmanın varlığı söz konusudur. Kayı Boyu’nun geleneksel itibari ile başa gelerek Türkmen Beylerinin birincisi olmuşlardır. Daha sonra devletleşme sürecine geçilerek aşiret geleneğinden uzaklaşmışlardır. Devlet başkanlığının temeli Allah’a Mutlak itaat, onun dışındakilere şartlı itaat ile açıklanmaktadır. Kişiler devleti Emanetçi, Naip sıfatıyla yönetirler. Hükümdar, iktidarı kendisine Allah’ın verdiğini; Hukukçular ise, iktidarın Allah’ın halifesine verildiğini onun da halk olduğunu, halk da iktidarı uygun gördüğü içlerinden birine tevcih ettiğini söyler (Nisa-58 “Ululemr’e İtaat…”). Saltanat sistemi İslam hukukunun reddetmediği bir yöntemdir (Culûs töreninin şeklî bir biat olduğu belirtilmektedir). Saltanat Fatih devrine kadar nüfuzlu kimseler ve beylerin elindeydi. Saltanatın esas olarak Fatih’le başladığı ifade edilmektedir. Padişah İmamu’lMüslimin’in Allah adına temsilcisi idi. İdarenin başı Ordunun kumandanı ve Teba üzerine mutlak otorite idi. Hükümdarın verdiği karar kanundu fakat kamuoyunu dikkate alması, ulemanın görüşlerinden etkilenmesi doğaldı. a) Padişahların Yetki ve Sorumlulukları Devletin servetini geliştirmek, dini düzeni korumak, iç ve dış güvenliği korumak, Devletin hukuki bir düzeni vardı. Osmanlı devletinin tabiatı gereği padişahın gücü sınırlıydı. Nitekim Ebussuud Efendi “Meşru olmayan nesneyi sultan meşru sayamaz” demiştir. 2 Örfi hukukun İslam hukukundaki yeri ölçüsünde sultanın da yetkileri vardı. İstişareler neticesinde en uygun karar alınmaktaydı. Şeyhul İslam bir konuda fetva verirdi, uygulama yetkisi ona bağlı değildi. Bu karar yetkisi devlet başkanına aitti. Sultan fetvayı bir fermanla emrederse bu yerleşik bir kanun halini alırdı. İcranın başı olan sultan, yetkilerinin çoğunu ilgili devlet adamlarına vermiştir. b) Hilafet Meselesi Bir İslam devletinde herkesi Şer’î hükümlere göre sevk ve idare etmek zaruridir. Bu hüküm şeriat ehline aittir. Bu şeriat ehli Nebiler’dir. Hz. Peygamberin niyabet ve vekâletini Halifeler üstlenmiştir. İslam’da tavsiye edilen ve icma ile kesinleşen usul saltanat sistemi olmayıp Ehl-i Hall ve’l-Akd tarafından bir devlet başkanı seçilmesi hususudur. Halifenin esas görevi İslam nizamını korumak, dinin yaşanması, yayılması ve gelişmesi için ortam hazırlamaktır. Halife devlet başkanı demektir. Halife yasama, yürütme ve yargı organlarından sorumludur. Saltanat sistemi tavsiye edilmeyen ama yasak da sayılmayan bir usuldür. Bunu Hz.Ömer’e oğluyla ilgili yapılan tekliften ve onun verdiği cevaptan çıkarabiliriz. Bir devlet başkanının kendisinden sonra veliaht tayin etmesi; Hz. Ebubekir’in Hz. Ömer’i tayin etmesi, Hz. Ömer’in de Şura’yı tayin etmesi dolayısıyla caiz görülmüştür. İbn-i Haldun’a göre İmamların (Halife) veliahd tayin etmesinin bir sakıncası yoktur. Osmanlılarda biat keyfiyetini culûs la yerine getirmişlerdir. İslam’da esas olarak tek bir halife olması tercih edilmiştir. Fakat coğrafi uzaklık v denizler sebebiyle Müslümanların işlerini yürütmede bir zorluğun olması dolayısıyla birden fazla imama tabi olmaları münasip görülmüştür. Buna bağlı olarak dünyada sadece bir İslam devleti değil bir İslam ümmetinin mevcudiyeti söz konusudur. c) Kardeş Katli konusu Fatih, Kanunnamesinde kardeş katlini uygun görmüştür. Bu uygulama ilk defa fatih tarafından uygulanmış değildir. Fatih, “bu kanunname atam ve dedem kanunudur ve benim dahi kanunumdur” demiştir. Fatih uygulamayı kanunlaştırmıştır. Kardeş katli temelde Türk geleneğinde var olan, “hükümdarlık hanedanın ortak malıdır” anlayışına dayanmaktadır. Bu geleneğe göre hanedanın her üyesi tahta geçme hakkına sahiptir. Türk geleneğinde hanedanın diğer üyeleri ülkenin çeşitli eyaletlerinde yarı bağımsız şekilde hüküm sürer, Sultan öldüğünde ise merkezi ele geçirmek için savaşırlardı. Bu durum ülkenin yıkılmasına kadar sürerdi. Osmanlılar bu tarihi birikimle devletin bekasını ön plana almışlardır. Kardeş katlinin birçok politik nedeni vardı. Bunlar: - Şehzadelerin gücünü kırmak (eyalet yerine sancağa gönderilmeleri.) - Fetret devrinde kanlı kardeş kavgalarının bilinmesi ve tazeliğini koruması - Bizans’a sığınan şehzadelerin devlete karşı koz olarak kullanılması - Bazı şehzadelerin çok geçmeden isyan etmeleri 3 Kardeş Katli Konusu İki Ana Grupta Değerlendirilmektedir. Birincisi, biat edilen hükümdar varken isyan etmek. Devlete isyan etmenin cezası ölümdür. Her hukuk sisteminde böyle hüküm vardır. İkincisi, İsyan etmeyen şehzadeyi öldürmektir. Bu da iki bölümde ele alınmaktadır. - Yaşı ve konumu gereği isyan etme ihtimali olanlar. Bu konuda Osmanlılar fitneyi adam öldürmekten daha büyük bir suç gördükleri için bu ihtimali değerlendirmiş, genel zarar için özel zarara razı olmuşlardır. Yani kamunun menfaati gereği kardeş katlini uygun görmüşlerdir. Bu hususta Fatih, ulemanın ekseriyetinin bu görüşte olduğunu ifade etmektedir. İslam hukukunda bu tür yorum farklılığında devlet başkanına tercih yetkisi vermektedir. Fatih bunu kullanmıştır. - Çocuk yaşlarda isyan etme ihtimali olmayanlar. Bu konumdaki şehzadenin isyan etme ihtimali asla söz konusu değildir. Bebek yaşta bir şehzadenin öldürülmesini muhtemel bir isyanla bağdaştırmak mümkün gözükmüyor. Bu katl olayına Osmanlılar siyaseten katl hükmünü vermişlerdir ki bunun bir hata olduğunu söylemek mümkündür denilmektedir. 2. Saltanatla İlgili Merasim ve Usuller Osmanlılarda merkezî yönetim birimleri Bursa, Edirne ve Topkapı saraylarıdır. Türkİslam devletlerinde olduğu gibi Padişah adına hutbe okunması, sikke bastırma, alem, hil’at, menşur ve ünvanlar gibi hakimiyet belirtileri mevcuttu. Bunlarda özel değer taşıyanlar; - Cülus Töreni: Şehzadenin tahta oturması ve kendisine biat edilmesi törenidir. - Tuğra: Padişaha ait imzalar Ahitname, name-i humayun, ferman, berat gibi kıymetli evrakın baş tarafına çekilirdi. - Mühr-i Humayun: Padişahların kendi ve babalarının ismini ihtiva eden biri zümrüt diğer üçü altından olan yüzük şeklinde dört tuğralı mühr vardı. Dört köşeli zümrüt olan padişaha, oval ve altından olanlar Sadrazama, Hasodabaşıya ve hazinedar kadına verilirdi. - Sancağ-ı Şerif: Peygamber efendimize ait olan Ukab isimli siyah sancaktır. - Tuğ: Mevki ve makamın göstergesi sayılan ve atın kuyruğundan yapılan, Hükümdarlık, Vezirlik, Beylerbeyilik ve Sancakbeylik alameti olarak kullanılan semboldür. - Otağ: Padişahın kullandığı otağ-ı humayun denen çadırdır. - Mehter: Önceler Nevbet var idi. Daha sonra enstrümanlar çeşitlendi ve sayıları arttı. - Kılıç Alayı: Sultanın culûs töreninden sonra üzerine kılıç kuşanarak yapılan törendir. - Bayram Alayı: Hükümdarın Ramazan ve Kurban bayramlarında katıldığı geniş kapsamlı törenlerdir. Devlet adamları Padişaha hediyeler takdim eder, dualar ve kuran okunur, hep birlikte sabah namazı kılınırdı. Mehter de alaya iştirak ederdi. - Ayak Divanı: Acil işler için padişahın huzuruyla kurulan divanlardır. - Cuma Selamlığı: Padişahın Cuma namazını kılmak üzere camiye gidiş-dönüşü dolayısıyla yapılan merasime denir. Halkın bu esnada çeşitli konulardaki şikâyetlerini padişaha iletme imkânı yakalaması bakımından önemlidir. 4 3. Osmanlılarda Saray Teşkilat Saray; Devlet başkanı olan hükümdarın resmi ve özel konutudur. Sarayda iç ve dış hizmetlilerden oluşan görevliler vardır. Bunların sayısı XVI. Yüzyılda 10-15 bin civarında idi. İstanbul’un fethinden sonra Topkapı sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve Yıldız sarayı bu amaçla kullanılmıştır. Saray Teşkilatında üç ana birim vardır. a) Harem (Daru’s-Saâde) Padişahın aile hayatını geçirdiği ancak belli şartlardaki kişilerin görev yaptığı özel bölümdür. Burada Padişahın hanımları ve çocukları, Valide Sultan ve bunlara hizmet edenler bulunmaktaydı. Hanedana hizmet edenler; Kalfalar, Ustalar, Cariyeler şeklinde olanlardı. Harem Kendine has gizliliği olan özel bir yerdi. Kendi içinde adabı teşekkül etmiş, son derece disiplinli bir yerdi. Saray, Cariyeler için bir okuldu. Küçük yaşta buraya girer, saray adabını öğrenir, saltanata sadakatle bağlanırlardı. - Valide Sultan: Haremin amiri, Padişahın annesidir. Sarayın en nüfuzlu ve dışarıyla irtibatlı olan hanımlarıydı. Dışarıdaki işlerini Babus’s-Saâde Ağası yürütürdü. - Padişah Hanımları (İkbal, Haseki, Kadın Efendi de denirdi): Daha önce Padişahlar çevre beylerin ve devletlerin kızlarıyla evlenirlerdi. Fatih’ten sonra cariyelerle evlenme âdeti başladı. Valide sultanın gözetiminde bulunurlardı. Sultanlara haslar tahsis edilip belli bir nakit para ayrılırdı. İhtiyaçları karşılanırdı. Dışarıdaki işlerini Kethüdalar yürütürdü. Emrinde cariye ve hizmetçileri vardı. - Şehzadeler: Önceleri padişah çocuklarına Çelebi denirdi. Daha sonra Şehzade dendi. Şehzadeler özenle yetiştirilir, emrine dadı, kalfa, sütnine ve cariyeler verilirdi. Kanuni’ye kadar askeri, siyasi ve idari konularda tecrübe kazanmak için sancaklara gönderilirlerdi. Şehzadeleri yetiştirmek Valide Sultanı’nı önemli göreviydi. Sancaklarda şehzadelerin yardımcıları Lalalar’dı. Hükümdara muhalefet yüzünden şehzadelerin öldürülmesi, sürgüne gönderilmesi olayları yaşanmıştır. Kanunî’den sonra Sancağa çıkma kaldırılmış, XVIII. Yüzyıl sonlarında kısmen de olsa şehzadeleri serbest yetiştirme zemini hazırlanmıştı. - Sultanlar (Padişah Kızları): Sultanlar evleninceye kadar Harem’de yaşarlardı. Çoğunlukla devlet adamı ve ulamayla evlenirlerdi. b) Enderun Görevi Osmanlı Devleti’ne idareci yetiştirmek olan Enderun, saray içinde teşekkül etmiş köklü bir eğitim kurumudur. Burada Devşirme olan, bazen da olmayan yetenekli çocuklar toplanarak önce Türk köylüsünün yanında ön eğitimden geçirilir, daha sonra Acemi Oğlanlar Ocağında bir süre eğitim alırlardı. Bu yetenekli çocuklar daha üst düzey bir eğitim için Enderun’a alınırlardı. Enderun eğitimi; Küçük ve büyük odalar, Doğancı Koğuşu, Seferli Koğuşu, Kiler Odası, Hazine Odası ve Has Oda olmak üzere 7 kademe üzerine kurulmuştu. Burada İslam 5 dini kültürü, Türkçe, Arapça, Farsça, Tarih, edebiyat, Mantık dersleri; Güreş, Koşu, Atlama, Binicilik, Ok atma sporlar ve askeri bilgiler verilirdi. Eğitim kademesi ilerledikçe İhtisaslaşma oluşurdu. Musiki, hat, nakkaşlık sanatları yanında, doktorluk, mimarlık, marangozluk, berberlik, demircilik, kuyumculuk v.s gibi mesleklere ayrılırlardı. Eğitim devam erken bazı idari görevler de üstlenirlerdi. Saray onlar için aynı zamanda mükemmel bir uygulama alanıydı. Enderun’da son kademe olan hasodabaşılığa kadar ulaşabilirlerdi. Yeterli başarıyı gösteremeyenlere Bedergah (Çıkma) uygulanırdı. Bunlar Enderun’da belli bir eğitim aldıktan sonra çeşitli kademelerden ayrılıp önemli makamlara gelebilirlerdi (Kapıkulu sipahiliği, müteferriklik gibi) Öğrencilere işledikleri suça göre çeşitli cezalar verilirdi. Medrese eğitimi ile karşılaştırıldığında hedefe ulaşma açısından burası daha başarılı olmaktaydı. Enderun çok disiplinli bir yerdi. Yeteneği ödüllendiren prensibi ile kimseye ayrıcalık tanımadan eğitimini sürdürmesi uzun süre ayakta kalmasını sağlamıştır. XVII. Yüzyıldan itibaren uygun olmayan kişilerin kuruma alınmasıyla sistem bozulmaya başlamış burası da önemini yitirmiştir. XIX. Yüzyılda batı tarzı okullarda yetiştirilen askeri ve idari görevlilerin kullanılmasıyla kurum tarihe karışmıştır. Daru’s-Saâde Ağası: Padişah ve ailesinin hizmetinde çalışanların, yani harem kısmının ağasıydı. Babu’s-Saâde Ağası: Bütün Enderun ve Harem görevlilerinin amiriydi. Harem ve Enderun’daki Babu’s-Saâde cemaatinin ağaları hadım (Tavaşt) idi. Bunlar Beyaz hadımlar (Akağalar) ve Zenci Hadımlar (Karaağalar) denirdi. Hadımağalar sarayın kadınlarına ait kısma nezaret ettiklerinden kendirline Kızlar Ağası da denirdi. Daru’s-Saâde ağaları Padişaha ve ailesine yakın olduklarından önemli roller oynamışlardır. c) Birun Sarayda ikamet etmeyen, Saraydaki işler için dışarıdan gelip üç grup işi yürüten memurlardı. Bunlar: -İlmiyeden Gelenler: Padişah hocası, hekimbaşı, cerrahbaşı, kehhalbaşı (göz doktoru), müneccimbaşı gibi görevlilerdi. - Eminler: Şehremini, matbah emini, darphane emini, arpa eminidirler - Hizmet Erbabı: Emir-i Alem, Kapıcılar Kethüdası, Kapıcıbaşılar, Divan-ı Humayun Çavuşları, Şikâr ağaları, çaşnigirbaşı, müteferrikalar, baltacılar, peykler (haberci), Şatırlar (Padişah atının yanında giden), solaklar, sakalar, emir-i alem, divan-ı humayun teşrifatçısı ve zabıtlar gibi saray dışından gelen görevlilerdi. 6 4. Divan-ı Humayun ve Üyeleri Osmanlı Devlet teşkilatında Şura (meşveret) sisteminin uygulandığını söyleyebiliriz. Divan-ı Humayun devletin en üst idari organıydı. Burada devletin çeşitli meseleleri tartışılır ve karara bağlanırdı. Divan Orhan Gazi döneminde belirginleşmiş, I. Murat döneminde vezir sayısı artmış ve Kazaskerlik teşkil edilip divan üyeliğine dâhil edilmişti. Fatih döneminde ise divan teşkilatı daha sistemli hale gelmiştir. Bu üst organda her türlü yasama, yürütme ve yargı ile ilgili kararlar hızlı bir şekilde alınır, kanunlar oluşturulur ve padişahın onayına sunulurdu. Divan toplantıları kuruluştan itibaren hemen her gün, zaman ilerledikçe azalarak devam etmiş, sonunda sembolik hale gelmiştir. Bab-ı Âli’ye intikalden sonra ise ortadan kalkmıştır. Divan-ı Humayun, Siyasi, Hukuki ve Malî olmak üzer üç tür yetki kullanırdı. - Siyasi Yetkileri: Halkın güvenliği, idari işlerin adil yönetimi, merkez ile taşra arasındaki ilişkinin sağlanması, çeşitli birimlere atama, elçi gönderme ve kabul etme, savaş ve barış ilanı, asker sağlama ve mühimmat temini, gerekli tedbirlerin alınması ve fermanların çıkarılması gibi yetkilerdir. - Hukuki Yetkileri: Şer’î hukukun belirlemediği konularda kanun çıkarma, reaya ve askeri sınıftan yargılamalar yapmak, mahkemeye itiraz davalarına bakmak, infazın gerçekleştirilmesi (Divan aynı zamanda yüksek mahkeme görevini yerine getirmekteydi). - Mali Yetkileri: Vergide adaleti sağlamak; kayıpsız vergi toplamak; mîri toprakların, vakıfların ve mülklerin statülerini korumak; para ve narh politikasının tespiti; mukataa ve iltizam işlerinin tayini; iç ve dış ticaret ilkelerinin tespiti ve caydırıcı cezaların uygulanması divanın yetkilerindendi. Alınan kararları padişaha sunmak için arz odasına şu sıraya göre girilirdi: Yeniçeri ağası, Kazasker, Vezir-i Âzam ve Vezirler, Defterdar. Divan-ı Humayun Üyeleri Erkan-ı Erbaa denilen dört asil üye. Bunlar Vezirler, Kazaskerler, Defterdarlar ve Nişancılardır. Bunların dışında bilgisine başvurulan görevliler, ihtiyacı karşılayacak sayıda Divan Kâtipleri, güvenliği sağlayan asker ve diğer ilgili görevliler bulunurdu. Yüksek mahkeme davalarında gerektiğinde divana Şeyhülislam da çağırılırdı. a) Sadrazam Vezaret, önceki Türk devletlerinde, Padişahın mutlak vekili olarak görev yapardı ve devlet işlerinin yürütülmesinde önemli bir müessese idi. Osmanlı devletinde I. Murat zamanında vezirlik ikiye çıkarılmış birine Vezir-i Âzam denmişti. Fatih devrine kadar vezirler genellikle ilmiye sınıfındandı. Sadrazamın görevi; Din ve devlet işlerini yürütmek, Saltanat düzenini tesis etmek, Şer’î ve Örfî ahkâmı takip etmek, cezaların icrası ve Zulmün bertaraf edilmesini sağlamak. Ülkenin idaresinde; Eyalet, Sancak, Tımar, İmamet, Hitabet görevlilerini tayin etmektir. 7 Sadrazam tayin edildiğinde kendisine alamet-i mühr-i humayun verilirdi. Padişah sefere katılmadığı zaman Serdar-ı Ekrem sıfatıyla orduyu komuta eder ve padişahın tüm yetkilerini kullanırdı. Sadrazamın yetkilerini Kullandığı divanlar: - İkindi Divanı (İkinci derece önemi olan toplantılar) Cuma Divanı (Kazaskerlerle yaptığı şer’i ve örfi işlerle ilgili toplantılar) Çarşamba Divanı (Kadılarla yaptığı divan toplantısı) b) Sadaret Kaymakamı Sadrazam sefere çıktığında yerine bıraktığı Vezir-i Vekil’dir. Çarşamba ve Cuma divanlarını toplar, diğer, Divan-ı Humayun’da normal divan toplantısını yapardı. c) Vezirler Sadrazam’a yardımcı olan vezirlerdir. Vezirlik ikiye ayrılırdı. Beylerbeyi olanlara “Hariç” vezirler, Divan Üyesi vezirler ise “Dahil” vezier denirdi. 1731 de kubbe veziri olmak (dâhil) durdurulmuştu. d) Kazasker Kuruluşta Bursa Kadısı ulemanın reisi, halkın ve devletin başdanışmanı idi. Fatih döneminde Rumeli ve Anadolu kazaskeri diye ikiye ayrıldı. Asıl işi adalet işlerini yürütmekti. Divana intikal eden her türlü mesele hakkında şer’i hukukun temellerine uygun olmasını sağlama görevi vardı. Kazasker kendi divanına intikal eden davalara bakardı. Padişah adına şer’i hukukla ilgili ahkâm, buyruldu yazma yetkileri vardı. e) Nişancı Selçuklularda Tuğraî’nin olması bu görevin onlardan geldiği konusunda bir fikir vermektedir (yazı işleri, evrak düzenleme v.s). Nişancılar önceleri ilmiye sınıfından tayin edilirdi. Daha sonra Reisu’l-küttab terfi edince Nişancı olurdu. Nişancılarda üç rütbe vardı; vezirlik, Sancakbeyi ve Beylerbeyi. Nişancı, merkezî bürokrasinin başı idi. Padişah adına divandan çıkan berat, ferman gibi resmi belgelere tuğra çekmek, günlük işler hakkında çıkan kanunların, Şer’i hukuka uygun olarak yazılmasını sağlamak göreviydi. Kaldırılan kanunlara göre değil yürürlükte olan kanunlara göre evrak hazırlanmasını temin ettirmekten de Nişancı sorumlu idi. Kanunları bildiği için kendisine müfti-yi kanun da denirdi. 1836 da kaldırıldı. f) Defterdar Osmanlılarda devletin bütün mali ilerinden sorumlu olan birim defterdarlıktır. Teşkilat yapısı geliştikçe bu kurumun sayıları da artmıştır. Bunlar Rumeli, Anadolu ve Mısır Defterdarlıklarıdır. Baş defterdar devletin mali vekilidir. Kendi divanında mali davaları dinler, gerekirse Padişahın tuğrası ile hükümler verirdi. Devletin gelirlerini idare etmek, fakirleri korumak, tahsildar zulümlerini önlemek, haram maldan hazineyi korumak göreviydi. Yılda bir kez gelir ve giderleri padişaha sunardı. Askerin aylıklarını ödeyerek ihtiyaçlarını karşılamak göreviydi. 8 g) Defterhane ve Divan-ı Humayun Kalemleri Nişancıya bağlı olarak çalışan Defterhane, Arazi tahrirleri, Tımar işleri, vakıf kayıtları gibi işlerin defterlerinin tutulduğu ve muhafaza edildiği yerdir. Buranın başında Defter Emini bulunurdu. Burası Sadrazam’ın mührüyle açılıp kapanırdı. Defterhanenin en önemli görevi tahrir çalışmalarını yürütmekti. Belirlediği görevliyle fethedilen yerlerde bu çalışmaları yaptırıp kayıtlarının tutulmasını sağlardı. Merkeze gelen kayıtlar kesinleştirilip bir nüshası merkezde kalır, diğeri vilayete gönderilirdi. Kayıt değişikliğini padişahın fermanıyla Nişancı yapar, yanında bir veziri şahit bulundururdu. Divan-ı Humayun Kalemleri’nin görevi, divan çalışmaları sırasında gerekli evrakın hazırlanması, çıkacak fermanların taslaklarının hazırlanması, düzenlenmesi, ilgili birimlere yazıların gönderilmesi, mektupların tercümesi kısaca devlet bürokrasisinde yürütülecek işler, başında Reisu’l-küttab’ın bulunduğu bürolar tarafından yürütülürdü. h) Devlet İşlerinin Bab-ı Aliye İntikal Etmesi Bab-ı Âli; Sadrazam Saray, Paşa kapısı veya hükümet anlamında kullanılmaktadır. Burası merkez teşkilatının icra edildiği yerdir. Başkanı ise Sadrazam’dır. Başkana bağlı üç yetkili vardır. Bunlar; Kâhya Bey, Reisul-küttab ve Çavuşbaşıdır. B u üç görevliye ait bürolar bulunmaktadır. Kâhya Bey (Sadaret Kethüdası): Sadrazam’ın başyardımcısıdır. Daha çok işleriyle ilgilenirdi. Vilayetlerden gelen evraklar burada incelenir, gidecek olanları da bu birim gönderirdi. 1835 de Mülkiye Nezaretine Daha sonra Dâhiliye Nezaretine dönüştürüldü. Reisul-küttaplık: Tüm kâtip ve kalemlerin başı idi. 1836 da Umur-i Hariciye Nezaretine dönüşmüştür. Çavuşbaşılık: Adalet ve Polis teşkilatıyla yakından ilgilidir. Suçluların yakalanması, İnfazın gerçekleşmesi, adli işlerle ilgili arzuhaller, Sadrazamın onayı ile işlerin çözümlenmesi sağlanırdı. 1836 da Çavuşbaşılık, Deavi Nezaretine, 1870 de ise Adliye Nezaretinin kurulmasıyla ortadan kalkmıştır.