sığınma evinde kalan kadınlarda şiddet öyküsü açısından travma

advertisement
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
ADLİ TIP ENSTİTÜSÜ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Şahika YÜKSEL
SIĞINMA EVİNDE KALAN KADINLARDA ŞİDDET
ÖYKÜSÜ AÇISINDAN TRAVMA SONRASI STRES
BOZUKLUĞU, BENLİK SAYGISI VE BEDEN
ALGISININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Sosyal Bilimler Anabilim Dalı
Master Tezi
Psikolog
Banu TORTAMIŞ
İstanbul
2009
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
ADLİ TIP ENSTİTÜSÜ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Şahika YÜKSEL
SIĞINMA EVİNDE KALAN KADINLARDA ŞİDDET
ÖYKÜSÜ AÇISINDAN TRAVMA SONRASI STRES
BOZUKLUĞU, BENLİK SAYGISI VE BEDEN
ALGISININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Sosyal Bilimler Anabilim Dalı
Master Tezi
Psikolog
Banu TORTAMIŞ
İstanbul
2009
Şiddetten uzak bir hayatın mücadelesini veren tüm kadınlara…
i
Teşekkür
Tez çalışmamın her aşamasında, bilgisi, araştırma anlayışı ve bakış açısıyla bana yol gösteren
tez danışmanım Prof. Dr. Şahika Yüksel’e,
Değerli görüş ve önerileriyle tezimin oluşmasına katkıda bulunan Prof. Dr. Nuray Karancı,
Dr. Zeynep Belma Gölge ve Pınar İlkkaracan’a,
Sığınma evinde kalan kadınlarla görüşmeler sırasında, gösterdikleri ilgi sayesinde işimi
kolaylaştıran Mor Çatı Kadın Sığınağı’ndan Fatma M. Budak’a, Küçükçekmece Belediyesi
Kadın Sığınma Evi’nden İlmiye Gezer ve Çiğdem Morgil’e, Eyüp Belediyesi Kadın Sığınma
Evi’nden Saibe Kara’ya, Kadıköy Belediyesi Kadın Sığınma Evi’nden Zelal Eser ve Elif
Zümrüt Bulamur’a ve SHÇEK Kadın Konuk Evi’nden Ayşegül Arslan’a,
Verilerin kodlanması, istatistiksel analizin yapılması, tablo ve şekillerin hazırlanması
konularındaki yardımları nedeniyle Noyan, Yeter, Gökçe ve Deniz’e, tez yazımının kontrol
edilmesindeki emeği nedeniyle Eray’a, en bunaldığım anlarda yaşama gücüyle beni
cesaretlendiren Nadide’ye,
Her zaman olduğu gibi, tezimi hazırlarken de hep yanımda olan kardeşim Melisa’ya ve
babama,
Son olarak, şiddet yaşantılarını benimle içtenlikle paylaşmayı kabul ettikleri için sığınma
evinde kalan kadınlara sonsuz teşekkür ederim.
Banu Tortamış
İstanbul-2009
ii
İÇİNDEKİLER
Teşekkür ...................................................................................................................................... i İçindekiler................................................................................................................................... ii Kısaltmalar ................................................................................................................................ iv Tablolar Dizini ........................................................................................................................... v Şekiller Dizini ........................................................................................................................... vi
1. GİRİŞ VE AMAÇ .................................................................................................................. 1 2. GENEL BİLGİLER................................................................................................................ 4 2.1. KADINA YÖNELİK ŞİDDET ....................................................................................... 4 2.1.1. Kadına Yönelik Şiddetin Farklı Görünümleri .......................................................... 5 2.1.1.1. Çocuk İstismarı ve İhmali ................................................................................. 5 2.1.1.2. Ensest ................................................................................................................ 9 2.1.1.3. Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet ....................................................................... 11 2.1.1.4. Cinsel Şiddet ................................................................................................... 13 2.1.2. Kadına Yönelik Şiddetin Dünyadaki ve Türkiye’deki Boyutu .............................. 16 2.1.2.1. Çocuk İstismarı ve İhmali ............................................................................... 16 2.1.2.2. Ensest .............................................................................................................. 17 2.1.2.3. Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet ....................................................................... 19 2.1.2.4. Cinsel Şiddet ................................................................................................... 20 2.2. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN KURAMSAL ARKAPLANI ................................. 22 2.2.1. Psikolojik Yaklaşımlar ........................................................................................... 22 2.2.1.1. Psikanalitik Teori ............................................................................................ 22 2.2.1.2. Sosyal Öğrenme Modeli .................................................................................. 23 2.2.1.3. Saldırgana Ait Psikolojik Özellikler ............................................................... 25 2.2.2. Psikiyatrik Yaklaşımlar .......................................................................................... 27 2.2.2.1. Psikopatoloji .................................................................................................... 27 2.2.2.2. Alkol ve Madde Kötüye Kullanımı ................................................................. 29 2.2.3. Sosyolojik/Ekolojik Yaklaşımlar ........................................................................... 31 2.2.3.1. Kaynaklar Teorisi ............................................................................................ 31 2.2.3.2. Sosyal Dezorganizasyon Teorisi ..................................................................... 33 2.2.3.3. Biyopsikososyal Model ................................................................................... 34 2.2.3.4. Aile İçi Şiddet Paradigması ............................................................................. 35 2.2.4. Feminist Yaklaşımlar ............................................................................................. 37 2.3. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ ................. 42 2.3.1. Kadına Yönelik Şiddet ile Travma Sonrası Stres Bozukluğu İlişkisi .................... 42 2.3.1.1. Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun Tanımı ................................................ 42 2.3.1.2. TSSB’nun Tanı Ölçütleri ................................................................................ 42 2.3.1.3. TSSB’nun Epidemiyolojisi ............................................................................. 44 2.3.1.4. TSSB’nun Etiyolojisi ...................................................................................... 44 2.3.1.5. Risk Faktörleri ................................................................................................. 46 2.3.1.6. Kadına Yönelik Şiddet ile TSSB İlişkisini Ortaya Koyan Araştırmalar ......... 47 2.3.2. Kadına Yönelik Şiddetin Benlik Saygısı Üzerine Etkileri ..................................... 51 2.3.3. Kadına Yönelik Şiddetin Beden Algısı Üzerine Etkileri ....................................... 54 2.3.4. TSSB-Benlik Saygısı-Beden Algısı İlişkisini Ortaya Koyan Çalışmalar .............. 55 2.4. KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE ......................................................... 57 2.4.1. Feminist Hareketin Kazanımları ............................................................................ 57 2.4.2. Kadına Yönelik Ayrımcılık ve Şiddetle İlgili Uluslararası Belgeler ..................... 61 2.4.2.1. Uluslararası İnsan Hakları Belgelerinde Kadın-Erkek Eşitliği ....................... 61 iii
2.4.2.1.1. BM Belgeleri ............................................................................................ 61 2.4.2.1.2. Avrupa Konseyi ve AB Belgeleri............................................................. 62 2.4.2.2. Kadın Hakları ile İlgili Uluslararası Sözleşmeler ve Belgeler ........................ 63 2.4.3. Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Türkiye’deki Yasal Düzenlemeler ........................ 67 2.4.3.1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası...................................................................... 67 2.4.3.2. Türk Ceza Kanunu .......................................................................................... 67 2.4.3.3. Ailenin Korunmasına Dair Kanun................................................................... 69 2.4.3.4. Sığınma Evleri ile İlgili Yasal Düzenlemeler ................................................. 70 2.4.4. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınma Evleri ................................ 71 2.4.4.1. Kadın Sığınma Evlerinin Tarihçesine Kısa Bir Bakış ..................................... 71 2.4.4.2. Kadın Sığınma Evlerinin Kuruluş Amaçları ................................................... 71 2.4.4.3. Kadın Sığınma Evlerinde Sunulan Hizmetler ................................................. 72 2.4.4.4. Türkiye’deki Kadın Sığınma Evlerinin Durumu ............................................. 74 3. GEREÇ VE YÖNTEM ........................................................................................................ 76 3.1. Araştırmanın Tipi .......................................................................................................... 76 3.2. Araştırmanın Yeri ve Zamanı ........................................................................................ 76 3.3. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi ............................................................................... 76 3.4. Veri Toplama Araçları .................................................................................................. 76 3.5. Araştırmanın Yöntemi ................................................................................................... 78 3.6. Veri Analizi ................................................................................................................... 78 4. BULGULAR ........................................................................................................................ 79 4.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulgular .................................... 80 4.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulgular ........................................................... 85 4.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulgular ..................................................... 99 4.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulgular .............................................................................. 100 4.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörlerin İncelenmesi ................................ 101 4.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulgular ......................................................................... 108 4.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulgular ..................................................... 115 5. TARTIŞMA ....................................................................................................................... 121 5.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulguların Tartışılması........... 121 5.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulguların Tartışılması .................................. 125 5.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulguların Tartışılması ............................ 128 5.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulguların Tartışılması ....................................................... 129 5.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörlerin Tartışılması ................................ 129 5.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulguların Tartışılması .................................................. 132 5.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulguların Tartışılması ............................. 135 6. SONUÇLAR VE ÖNERİLER ........................................................................................... 139 6.1. SONUÇLAR ............................................................................................................... 139 6.2. ÖNERİLER ................................................................................................................. 142 ÖZET ...................................................................................................................................... 146 ABSTRACT ........................................................................................................................... 147 KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 148 EKLER
ÖZGEÇMİŞ
iv
Kısaltmalar
TSSB: Travma Sonrası Stres Bozukluğu
BM: Birleşmiş Milletler
CEDAW: Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi
WHO: Dünya Sağlık Örgütü
DSM-IV: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Dördüncü Baskı
KAMER: Kadın Merkezi
KSGM: Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
AB: Avrupa Birliği
v
Tablolar Dizini
Tablo 4.1.1. Kadınların Sosyo-demografik Özelliklere Göre Dağılımı ................................... 80 Tablo 4.1.2. Kadınların Evlilik Özelliklerine Göre Dağılımı .................................................. 81 Tablo 4.1.3. Birden Fazla Evlilik Yapmış Kadınların Önceki Evliliklerinin Sonlanma
Nedenleri .................................................................................................................................. 82 Tablo 4.1.4. Kadınların Eşlerinin Sosyo-demografik Özelliklere Göre Dağılımı ................... 83 Tablo 4.1.5. Kadınların Hane Özelliklerine Göre Dağılımı ..................................................... 84 Tablo 4.1.6. Kadınların Anne-Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Dağılımı ..................... 84 Tablo 4.2.1. Kadınların 18 Yaşından Önce Aile Üyelerinden En Az Birinin Duygusal
Şiddetine Maruz Kalma Durumu ............................................................................................. 85 Tablo 4.2.2. 18 Yaşından Önce Yaşanan Duygusal Şiddete İlişkin Özellikler ........................ 86 Tablo 4.2.3. Kadınların Çocukluk Döneminde Babalarının Annelerine Duygusal Şiddet
Uygulama Durumu ................................................................................................................... 87
Tablo 4.2.4. Kadınların Eşlerinin veya Erkek Arkadaşlarının Duygusal Şiddetine Maruz
Kalma Durumu ......................................................................................................................... 87 Tablo 4.2.5. Kadınlara Eşleri veya Erkek Arkadaşları Tarafından Uygulanan Duygusal
Şiddete İlişkin Özellikler .......................................................................................................... 88 Tablo 4.2.6. Kadınların Duygusal Şiddete En Son Maruz Kalma Zamanına Göre Dağılımı .. 89 Tablo 4.2.7. Kadınların 18 Yaşından Önce Fiziksel Şiddete Maruz Kalma Durumu .............. 89 Tablo 4.2.8. 18 Yaşından Önce Yaşanan Fiziksel Şiddete İlişkin Özellikler .......................... 90 Tablo 4.2.9. İlk Evlilik Yaşı 18 Yaş Altı Olan Kadınların 18 Yaşından Önce Eşlerinin Fiziksel
Şiddetine Maruz Kalma Durumu ............................................................................................. 91 Tablo 4.2.10. Kadınların Çocukluk Döneminde Babalarının Annelerine Fiziksel Şiddet
Uygulama Durumu ................................................................................................................... 91 Tablo 4.2.11. Kadınların 18 Yaşından Sonra Fiziksel Şiddete Maruz Kalma Durumu ........... 92 Tablo 4.2.12. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Fiziksel Şiddete İlişkin Özellikler ....................... 92 Tablo 4.2.13. 18 Yaşından Önce ve Sonra Yaşanan Fiziksel Şiddetin Özellikleri .................. 93 Tablo 4.2.14. Kadınların 18 Yaşından Önce Cinsel Şiddete Maruz Kalma Durumu .............. 94 Tablo 4.2.15. 18 Yaşından Önce Yaşanan Cinsel Şiddete İlişkin Özellikler ........................... 95 Tablo 4.2.16. İlk Evlilik Yaşı 18 Yaş Altı Olan Kadınların 18 Yaşından Önce Eşlerinin Cinsel
Şiddetine Maruz Kalma Durumu ............................................................................................. 96 Tablo 4.2.17. Kadınların 18 Yaşından Sonra Cinsel Şiddete Maruz Kalma Durumu ............. 96 Tablo 4.2.18. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Cinsel Şiddete İlişkin Özellikler .......................... 97 Tablo 4.2.19. 18 Yaşından Önce ve Sonra Yaşanan Cinsel Şiddetin Özellikleri .................... 98 Tablo 4.3.1. Kadınların Sığınma Evinde Kalma Durumuna Göre Dağılımı ............................ 99 Tablo 4.4.1. Kadınların İntihar Girişimlerine Göre Dağılımı ................................................ 100 Tablo 4.5.1. Eğitim Durumlarına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ..................... 101 Tablo 4.5.2. Medeni Durumlarına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri .................... 102 Tablo 4.5.3. İlk Evlenme Yaşına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ...................... 103 Tablo 4.5.4. Babalarının Annelerine Duygusal Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların
Yaşadıkları Şiddet Türleri ...................................................................................................... 104 Tablo 4.5.5. Babalarının Annelerine Fiziksel Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların
Yaşadıkları Şiddet Türleri ...................................................................................................... 105 Tablo 4.5.6. Babalarının Annelerine Duygusal ve Fiziksel Şiddet Uygulama Durumuna Göre
Kadınların 18 Yaş Öncesinde Annelerinin Duygusal ve Fiziksel Şiddetine Maruz Kalma
Durumu................................................................................................................................... 106 Tablo 4.5.7. Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türlerine Göre İntihar Girişimleri ..................... 107 Tablo 4.6.1. Kadınların Olası TSSB Tanısı Açısından Değerlendirilmesi ............................ 108 Tablo 4.6.2. Olası TSSB Tanısına İlişkin Özellikler.............................................................. 108 vi
Tablo 4.6.3. Yaş Gruplarına Göre Olası TSSB Tanısı ........................................................... 109
Tablo 4.6.4. Yaşanan Şiddet Türlerine Göre Olası TSSB Tanısı ........................................... 110 Tablo 4.6.5. Yaşam Boyu Şiddet Öyküsüne Göre Olası TSSB Tanısı .................................. 111 Tablo 4.6.6. 18 Yaşından Önce Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Olası TSSB Tanısı
................................................................................................................................................ 112 Tablo 4.6.7. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Olası TSSB Tanısı
................................................................................................................................................ 113
Tablo 4.6.8. Şiddete En Son Maruz Kalma Zamanına Göre Olası TSSB Tanısı ................... 114 Tablo 4.6.9. Kadınların İntihar Girişimlerine Göre Olası TSSB Tanısı ................................ 114 Tablo 4.7.1. Kadınların Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puanları .......................... 115 Tablo 4.7.2. Yaşanan Şiddet Türlerine Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan
Ortalamaları ............................................................................................................................ 116 Tablo 4.7.3. Yaşam Boyu Şiddet Öyküsüne Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam
Puan Ortalamaları ................................................................................................................... 117 Tablo 4.7.4. 18 Yaşından Önce Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Benlik Saygısı ve
Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları ............................................................................... 118 Tablo 4.7.5. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Benlik Saygısı ve
Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları ............................................................................... 119 Tablo 4.7.6. İntihar Girişimine Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan
Ortalamaları ............................................................................................................................ 120 Tablo 4.7.7. Olası TSSB Tanısına Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan
Ortalamaları ............................................................................................................................ 120
Şekiller Dizini
Şekil 1: Güç ve Kontrol Çemberi ............................................................................................. 12 Şekil 2: Bütünleyici bağlamsal gelişimsel kadına yönelik şiddet modeli ................................ 40 1
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Kadına yönelik şiddet, siyasal, ekonomik, yasal ve psikososyal kaynakları ve sonuçları
nedeniyle disiplinlerarası bir yaklaşımla ele alınması gereken temel bir insan hakları ihlali ve
toplumsal bir sağlık sorunudur (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006). BM
(1993) tarafından “ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin kadınlara fiziksel, cinsel
veya psikolojik acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem
veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde
tanımlanmaktadır. Kadına yönelik şiddetin, farklı kültürel ve sosyoekonomik özelliklere sahip
kadınlar arasında yaşanan ortak bir deneyim olduğu ortaya konmuştur (Watts ve Zimmerman,
2002).
Genel nüfus tabanlı araştırmalar ve farklı örneklem grupları ile gerçekleştirilmiş
epidemiyolojik çalışmalar, kız çocukların ve kadınların çocuk istismarı ve ihmali, ensest, aile
içi kadına yönelik şiddet ve cinsel şiddet gibi farklı şiddet türlerine yaygın bir biçimde maruz
kaldığını göstermektedir (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Heise ve ark.,
1999; Jewkes, 2002; Rozee ve Koss, 2001; UN, 2006).
Şiddete maruz kalmak, bedensel sağlık sorunlarının yanı sıra ruh sağlığı sorunları açısından
da ciddi bir risk faktörü olmaktadır. Şiddet öyküsü olan kadınlarda olmayanlara göre daha
yüksek oranda psikopatolojiye rastlanmaktadır. Şiddet gören kadınlarda yaygınlığı yüksek
olan ruh sağlığı sorunlarının başında Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gelmektedir
(Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999; Hanson, Borntrager, Self-Brown,
Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008; Martin ve Mohr, 2000; Resnick, Kilpatrick,
Dansky, Saunders, Best, 1993; Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997). Şiddete maruz
kalmak düşük benlik saygısı ve beden algısı düzeyleriyle de ilişkilidir (Ackard ve Neumark,
2002; Aguilar ve Nightingale, 1994; Cascardi ve O’Leary, 1992; Ritter, Stewart, Bernet, Coe,
Brown, 2002; Treuer, Koperdak, Rozsa ve Füredi, 2005; Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel,
2007; Wenninger ve Helman, 1998).
Ağır psikososyal sonuçlarına karşın konunun akademik ilgi alanına girmesi uzun bir geçmişe
sahip değildir. Kadınların hem kamusal alanda hem de özel alanda maruz kaldıkları şiddete
dair farkındalığın gelişmesi ve konu ile ilgili bilimsel çalışmaların başlaması 1970’lerin
2
ortalarına denk gelmektedir. Sorunun görünür hale gelmesinde, feminist hareketin
bilinçlendirme çabaları ile psikolojik travma konusunda çalışmaya uygun zemin hazırlayan
siyasal bağlam etkili olmuştur (Herman, 2007). Böylece, çoğunluğu Avrupa ve Amerika’da
yürütülmüş çalışmalardan elde edilmiş olan veriler konu ile ilgili geniş bir bilgi birikiminin
oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Kadına yönelik şiddetle mücadelenin önemli ayaklarından biri, şiddete maruz kalmış
kadınlara ve varsa çocuklarına barınma, güvenlik, tıbbi, psikolojik ve hukuki destek gibi
imkânlar sunarak, onları şiddet ortamından uzaklaştırmayı ve kendilerine şiddetten arınmış bir
hayat kurma mücadelesinde onların yanında olmayı amaçlayan kadın sığınma evleridir
(WAVE, 2007).
Türkiye’de konu ile ilgili yazına bakıldığında, araştırmaların genellikle belirli bir dönemi ya
da şiddet türlerinden sadece birini kapsayan şiddet olgularına odaklandığı görülmektedir.
Buna karşın, yaşam boyu maruz kalınan şiddetin veya farklı şiddet türlerinin bir arada
incelendiği çalışmalar sınırlı sayıdadır. Aile içi şiddetin, bu bağlamda özellikle fiziksel
şiddetin ele alındığı çalışmaların ağırlıkta olduğu dikkat çekmektedir. Alan araştırmalarının
dışında örneklemin daha çok klinik populasyon arasından seçildiği (Akyüz, Kuğu, Doğan ve
Özdemir, 2002; Dişçigil, 2003; Vahip ve Doğanavşargil, 2006; Hasanhanoğlu, 1996); bunun
yanı sıra çeşitli kurumlarda çalışan, sağlık hizmeti almak için sağlık merkezlerine başvuran
veya çeşitli yollarla adli sistem içine dahil olan kadınlarla da çalışmalar yürütüldüğü
görülmektedir (Aykut, 2006; Büyükgök, 2007; Hıdıroğlu ve ark., 2006).
Türkiye’de sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş çalışmalara bakıldığında, sığınma
evlerindeki halkla ilişkiler uygulamalarını ve sorunlarını (Uçar, 2006), evli kadınların sığınma
evleri hakkındaki düşüncelerini (Demiröz, 1996), sığınma evinde kalan kadınların maruz
kaldığı şiddetin boyutlarını ve buna bağlı olarak çeşitli psikolojik özelliklerini (Arslan, 1998;
Çiftçi, 2007; Yıldırım, 1996) ele alan ya da sığınma evlerini antropolojik açıdan (Usta, 2007)
inceleyen yüksek lisans ve doktora düzeyinde araştırmalar bulunduğu görülmektedir. Sığınma
evinde kalan kadınlar arasında Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nu, benlik saygısını ve beden
algısını bir arada veya tek tek değerlendiren bir çalışmaya ulaşılamamıştır.
Bu çalışma kapsamında, sığınma evinde kalan kadınlarda yaşam boyu şiddete maruz kalma
durumunu ve yaşanan şiddete ilişkin özellikleri saptamak ve şiddet öyküsü açısından Travma
3
Sonrası Stres Bozukluğu tanısını, benlik saygısı ve beden algısı düzeylerini incelemek
amaçlanmaktadır. Araştırmanın amaç ve varsayımları şu şekilde sıralanabilir:
Amaçlar
1. Sığınma evinde kalan kadınlar arasında yaşam boyu duygusal, fiziksel, cinsel şiddete
maruz kalma sıklığını ve yaşanan şiddete ilişkin özellikleri saptamak
2. Şiddet yaşama durumu ile ilişkili olabilecek faktörleri ortaya koymak
3. Sığınma evinde kalan kadınlarda olası TSSB tanısının varlığını, benlik saygısı ve beden
algısı düzeylerini belirlemek
4. Olası TSSB tanısının varlığını, benlik saygısı ve beden algısı düzeylerini demografik
özellikler ve yaşanan şiddete ilişkin özellikler açısından değerlendirmek
Varsayımlar
1. Birden çok şiddet türüne maruz kalan kadınların oranı, sadece tek bir şiddet türüne maruz
kalan kadınlara göre daha yüksek olacaktır.
2. Şiddet öyküsü bulunan kadınlar sıklıkla olası TSSB tanısını karşılayacaktır.
3. Şiddet öyküsü bulunan kadınlarda benlik saygısı ve beden algısı düzeyleri düşük olacaktır.
4. Uzamış, tekrarlayan biçimde şiddete maruz kalan veya çoğul şiddet türlerini yaşayan
kadınlarda düşük benlik saygısı ve beden algısına, ayrıca olası TSSB tanısına daha çok
rastlanacaktır.
5. Şiddet öyküsü bulunan kadınlarda olası TSSB tanısının varlığı ile benlik saygısı ve beden
algısı düzeyleri arasında ilişki bulunacaktır.
4
2. GENEL BİLGİLER
2.1. KADINA YÖNELİK ŞİDDET
Farklı kültürel ve sosyoekonomik özelliklere sahip kadınlar arasında yaşanan ortak bir
deneyim olan kadına yönelik şiddet, siyasal, ekonomik, yasal ve psikososyal kaynakları ve
sonuçları itibariyle disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınması gereken temel bir insan hakları
ihlali ve toplumsal bir sağlık sorunudur (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts,
2006). BM (1993) tarafından “ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara
fiziksel, cinsel veya psikolojik acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her
türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun
bırakma” şeklinde tanımlanmaktadır. Kadına yönelik şiddet başlığı altında toplanan ve geniş
bir yelpaze oluşturan eylem veya eylemsizlikler arasında aile içi şiddet, evlilik içi tecavüz,
ensest, namus cinayetleri, pornografi, toplumsal yaşamda cinsel taciz, kadın ticareti,
fahişeliğe zorlanma, kadın genital mütilasyonu, cinsiyete bağlı kürtaj, kız çocuklarının
öldürülmesi, iş gücünün sömürülmesi, yadsınma ve ayrımcılığa maruz kalma sayılabilir (BM,
1993; Koss, Heise ve Filipe Russo, 1994; Watts ve Zimmerman, 2002).
Kadına yönelik şiddet olgusu, cinsiyet ayrımcılığı temelinde gerçekleştirilmesi nedeniyle,
diğer şiddet türlerinden farklı bir biçimde kavramsallaştırılmaktadır. Kadınlara karşı
ayrımcılık, “medenî durumlarına bakılmaksızın ve cinsiyet eşitliğine dayalı olarak, kadınların
politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medenî haklarının ve diğer alanlardaki insan haklarının ve
temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve kadınların bunlardan yararlanmasını
engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete dayalı olarak yapılan her
türlü ayrım, dışlama ve sınırlama” olarak tanımlanmaktadır (CEDAW, 1979). Geniş bir
yorumlamaya olanak veren bu tanıma dayanarak, çocuğa verilen değerin cinsiyetler açısından
farklılaşmasından, kız çocukların okullaşma oranının düşüklüğüne, çalışma hayatında
kadınların cinsiyetleri nedeniyle karşılaştıkları güçlüklerden, kadınlara cinsiyet eşitsizliği
temelinde uygulanan şiddetin farklı biçimlerine kadar pek çok durum cinsiyet ayrımcılığının
değişik görünümleri olarak değerlendirilmektedir.
5
2.1.1. Kadına Yönelik Şiddetin Farklı Görünümleri
2.1.1.1. Çocuk İstismarı ve İhmali
Postman (1995), çocukluğun biyolojik bir kategori değil, toplumsal bir kurgu olduğunu ileri
sürdüğü incelemesinde, çocukların gittikçe artan oranlarda fail ya da kurban olarak suç
eylemlerinin içinde yer almasını çocukluğun yok olmakta olduğunun işaretlerinden biri olarak
yorumlamaktadır. Çocukluk tasarımının yok olmakta olduğunu ileri süren bu teze karşın, 20.
yüzyılın egemen çocukluk paradigması, çocukluğun, erişkinlikten farklı ve kendine özgü
dinamikleri nedeniyle yetişkinlerin bakım ve gözetim sorumluluğunda bulunan bir evre
olduğu varsayımına dayanmaktadır (Tan, 1993). Çocuklara özel ilgi ve yardım gösterme
gerekliliği Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi (1924), BM Çocuk Hakları Bildirisi (1959), İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi (1948) gibi tüm temel insan hakları belgelerinde tanınan ve
vurgulanan bir nokta olmuştur. Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989) ile taraf devletlere, başta
temel yaşama hakkı olmak üzere çocukların hayatta kalmak ve gelişmek için gereksinim
duydukları tüm hakların tanınması ve karşılanması yükümlülüğü getirilmektedir. Sözleşmenin
19. maddesi, çocuğun aile içinde istismar ve ihmale karşı korunması için gerekli önlemlerin
alınmasını güvence altına almaktadır.
Çocuğun yüksek yararının her koşulda gözetilmesi hususundaki ortak kabule karşın, çocuklar
hem özel hem de kamusal alanda yetişkinler dünyasına ait şiddetin hedefi olmaya ve
örseleyici yaşam olaylarının etkisi altında kalmaya devam etmektedirler. 20. yüzyıl,
çocukların doğal afetler, hastalıklar, kazalar, göç ve yoksulluk gibi travmatik yaşam
olaylarının yanı sıra doğrudan insan eli ile oluşturulan istismar ve ihmal yaşantılarının da
mağduru olduğunu ortaya koyan çalışmaların başladığı ve bu konuda geniş bilgi birikiminin
sağlandığı bir çağ olmuştur (Zoroğlu ve ark., 2001). Çocuklar, karşılaştıkları güçlüklere karşı
koyma kapasitelerinin sınırlılığı ve yaşamlarını sürdürebilmek için yetişkinlere olan
bağımlılıkları nedeniyle mağduriyete açıktırlar ve tam da bu nedenlerle sıklıkla aile fertlerinin
ya da yakınlarının kötü muamelelerine maruz kalmaktadırlar (Finkelhor ve DziubaLeatherman, 1994). Yakın ilişkiler içerisinde çocuğa yönelik kötü muamele içeren tutum ve
davranışların sınıflandırılmasında kullanılan temel kavramlar çocuğun fiziksel, cinsel,
duygusal istismarı ve çocuk ihmali olmaktadır (Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004 (a),
2004 (b); Tyler, Allison ve Winsler, 2006; Wolfe, 1999).
6
Çocuğun fiziksel istismarı, “18 yaşından küçük bir çocuğun bir aile üyesi veya bakımından
sorumlu herhangi bir yetişkin tarafından kaza dışı yollarla fiziksel zarara uğratılması ya da
buna göz yumulması olarak” tanımlanmaktadır (Garbarino ve Ebata, 1976; akt. RodriguezSrednicki ve Twaite, 2004(a); 320). Böylece yetişkinin çocuğa doğrudan şiddet uygulamadığı
fakat uygulanan şiddeti bilmesine rağmen engellemek için adım atmadığı durumlar da fiziksel
istismar kapsamına girmektedir. İstismar, genellikle fiziksel zarar verme kastından ziyade
çocuğu kontrol etme amacı taşımaktadır, bununla birlikte, fiziksel ceza ve sert disiplin
yöntemlerinin kullanımı, şiddeti ve niteliği farklı derecelerde olan çeşitli yaralanmalarla
sonuçlanabilmektedir (Wolfe, 1999). Fiziksel istismar vurma, çarpma, sarsma, yumruklama,
tekmeleme, ısırma, tokat atma, saç çekme vb. saldırılar biçiminde ortaya çıkmakta ve çocuk
üzerinde açıklanamayan yara, çürük, kırık, yanık, kesik gibi gözle görünebilen izler
bırakmaktadır (Wolfe, 1999).
Çocuğun cinsel istismarı, “18 yaşından küçük bir çocuğun yetişkinin cinsel ihtiyaç ve
arzularının karşılanması amacıyla cinsel haz kaynağı olarak kullanılması” şeklinde
tanımlanmaktadır (Green, 1996, akt. Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004(a); 326). Çocuğun
güç ve baskı kullanımı ile cinsel davranışa zorlanmasının yanı sıra, bir çocuk ile kendisinden
en az 5 yaş büyük biri arasında gerçekleşen ve görünüşte belirgin bir zorlama içermeyen
cinsel etkinlikler de cinsel istismar başlığı altında değerlendirilmektedir (Browne ve
Finkelhor, 1986). Bu tanımlarda, fiziksel temas olsun ya da olmasın, teşhircilikten tecavüze
kadar cinsel haz temelli tüm eylemlerin gerçekleştirilmesinde çocuğun bir araç olarak
kullanılması istismar olarak yorumlanmaktadır.
Ebeveynlerin ya da bakım verenlerin duygusal istismar olarak kabul edilen yaklaşımları
arasında reddetme, yalıtma, ahlaki açıdan yozlaştırma, küçümseme, kötüleme, günah keçisi
ilan etme, lakap takma, tehdit etme, bağlama, küçük bir mekanda kilitli tutma gibi düşmanca
tutum ve davranışlar yer almaktadır (Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004(b); Wolfe, 1999).
Diğer istismar türleri ile karşılaştırıldığında, çocuğun duygusal istismarı ile ilgili hem daha
düşük bir toplumsal farkındalığın bulunduğu hem de konuya gösterilen akademik ilginin
sınırlı olduğu dikkat çekmektedir. Bu görünmezliğin olası nedenleri arasında duygusal
istismarın fark edilmesinde ve adlandırılmasında karşılaşılan güçlükler ile duygusal istismarın
fiziksel ve cinsel istismara göre daha az olumsuz etkide bulunacağına dair yanlış kanılar yer
almaktadır (Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004(b)).
7
Çocuk ihmali, “çocuğun bakım, gözetim ve kontrolünden sorumlu yetişkinlerin, eğitim,
sağlık, beslenme ya da çocuğun sağlıklı gelişimi için gerekli diğer alanlarda yeterli desteği
sağlamakta ve çocuğun gıda, giyim ve barınma gibi yaşamsal gereksinimlerini karşılamakta
devamlı olarak kayıtsızlığa ve dikkatsizliğe bağlı başarısızlık göstermesi” olarak
tanımlanmaktadır (Monteleone, 1998; akt. Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004 (a); 343).
Ayrıca çocuğun temel duygusal gereksinimlerinin sağlığını ve gelişimini ciddi zarara
uğratacak ölçüde sürekli biçimde göz ardı edilmesi de ihmal olarak değerlendirilmektedir
(Department of Health, 1999). Bu tanımlarda işaret edilen süreğenlik, kronik ve uzun süreli
ihmal ile birçok ebeveynin çocuklarının ihtiyaçlarına ara sıra duyarsız kalması ya da
kişisel/ailesel kriz zamanlarında çocuklarına uygun bakım vermekte zorlanması arasında
ayrım yapılmasına yardımcı olmaktadır (Taner ve Turney, 2003). Çocuk ihmalinin çeşitli
örnekleri arasında çocuğun beslenme, giyim, barınma ihtiyaçlarını karşılamamak, küçük bir
çocuğu yalnız başına ya da güvenli olmayan bir mekanda bırakmak, terk etmek, evden
kovmak, okul çağındaki bir çocuğu formel eğitimden alıkoymak, çocuğun süreğen okul
devamsızlığına izin vermek, çocuğun sağlığına gerekli ilgiyi göstermemek ya da geciktirmek,
çocuğun duygusal ihtiyaçlarına belirgin biçimde duyarsız kalmak, çocuğun alkol ya da madde
kullanımına göz yummak yer almaktadır (Tyler, Allison ve Winsler, 2006; Wolfe, 1999).
Çocuğun doğrudan şiddete maruz kalmadığı ancak aile üyeleri arasındaki şiddete tanık olduğu
durumlar da, ikincil istismar adı altında çocuğa yönelik kötü muamele türlerinden biri olarak
değerlendirilmektedir (Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004(b)). Çocuklar, aile üyeleri
arasındaki şiddeti sözel veya fiziksel yollarla durdurmaya çalışma, şiddet eylemine uygulayıcı
olarak katılmaya zorlanma, görerek veya duyarak olaylara tanıklık etme gibi doğrudan ya da
şiddetin mağdur üzerindeki birincil etkilerini fark etme, şiddet sonucunda hayatlarında oluşan
değişikliklerden etkilenme, şiddet hakkındaki konuşmalara kulak misafiri olma gibi dolaylı
biçimlerde şiddet yaşantılarına dâhil olmaktadırlar (Holden, 2003).
Ayrı kategoriler altında yer alan davranış kalıpları genellikle bir arada ve iç içe geçmiş şekilde
yaşanmaktadır; bu nedenle istismar bir dizi olaydan ziyade bir ilişki biçimine işaret
etmektedir. İstismar ve ihmale maruz kalan çocuk ve gençlerin büyük bir bölümü birden fazla
istismar biçiminden etkilenmektedir (Finkelhor ve Dziuba-Leatherman, 1994; Finkelhor,
Ormrod, Turner ve Hamby, 2005). Çocuk istismarı hangi biçimde uygulanırsa uygulansın
içinde duygusal açıdan zarar verici öğeler barındırmaktadır (Department of Health, 1999).
Fiziksel istismara doğası gereği duygusal istismar ve ihmal eşlik etmektedir (UNICEF, 2006;
8
Wolfe, 1999). Aile içi şiddete tanıklık etmek, çocukların hem duygusal açıdan istismar edici
bir çevrede yaşamaları dolayısıyla kötü muamelelerden psikolojik olarak etkilenmelerine yol
açmakta hem de fiziksel ve cinsel istismara maruz kalmaları açısından önemli bir risk faktörü
olmaktadır (Holden, 2003; Mitchell ve Finkelhor, 2001).
İstismar ve ihmali uygulayan kişiler çocuğun yaşına ve olgunluğuna göre değişmekte ve
genellikle ebeveynler, üvey anne-babalar, kardeşler, diğer aile üyeleri ya da bakım verenler
arasından çıkmaktadır (UNICEF, 2006). İstismar ve ihmali uygulayan kişilerin çarpıcı bir
çoğunluğunu (%82.4) çocuğun ebeveynlerinden biri ya da her ikisi birden oluştururken,
ebeveynler dışındaki bakım veren kişiler küçük bir azınlıkta (%10) yer almaktadır (U.S.
Department of Health and Human Services, 2008). Cinsiyetler arasında anlamlı farklılığın
görüldüğü en önemli alan cinsel istismar olmaktadır. Buna göre, kız çocuklar ve ergenler
erkek akranlarına ve yetişkin kadınlara oranla daha fazla cinsel saldırıya maruz kalmaktadır
(Finkelhor, Ormrod, Turner ve Hamby, 2005; Hashima ve Finkelhor, 1999; UN, 2006).
Çocuk istismarı ve ihmalinin toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile kesiştiği noktalarda alabileceği
biçimlerin, kısa ve uzun vadeli etkileri bakımından, kadına yönelik yaşam boyu şiddet konusu
ile birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Erkek çocuğa verilen ekonomik ve psikolojik değer
nedeniyle kız fetusların kürtajı ya da doğan kız bebeklerin öldürülmesi, kız çocukların eğitim
olanaklarının kısıtlanması, bekaret kontrolü, genital mütilasyon, zorla evlendirilme, erken
yaşta gebelikler, fuhuşa zorlanma gibi uygulamalar çocuklara yönelik kötü muamelenin kız
çocuklarına özgü formlarını oluşturmaktadır (UN, 2006). Özellikle cinsel istismara maruz
kalma açısından kız çocukları daha fazla risk altındadır (Finkelhor ve Dziuba-Leatherman,
1994; Finkelhor, Ormrod, Turner ve Hamby, 2005). Son olarak, çocukluk çağı istismar
yaşantılarına sahip olma ile yetişkinlik döneminde maruz kalınan şiddet arasındaki
reviktimizasyon mekanizmaları açık bir biçimde ortaya konmuştur (Lemieux ve Byers, 2008;
Herman, 2007; Pico-Alponso, Garcia-Linares, Celda-Navarro, Blasco-Ros, Echeburua,
Martinez, 2006).
9
2.1.1.2. Ensest
Aralarında kan bağı ya da akrabalığa dayalı bir ilişki bulunan kişiler arasında gerçekleşen
cinsel etkinlikler ensest olarak adlandırılmaktadır (Bixler, 1983). Bir cinsel eylemin ensest
olarak değerlendirilmesinde, cinsel eyleme katılan kişilerin yaşlarına ve aralarındaki
akrabalığın derecesine bağlı bir takım kültürel farklılıklar görülebilmesine rağmen, hemen her
kültürde akrabalar arası cinsel ilişkiyi yasaklayan kurallar bulunmakta ve bu kurallar kişilerin
cinsel yaşamını belirli bir kalıba sokma amacı taşımaktadır (Levi-Strauus, 1969; akt. Sezgin,
1997; 78). Ensest, antik çağlardan günümüze pek çok toplumda en güçlü tabulardan biri
olagelmiştir; buna rağmen varlığını bir o kadar zamandır gizli bir şekilde devam ettirmektedir
(Crosson-Tower, 1999; Demause, 1991).
İlgili yazın gözden geçirildiğinde ensestin ortak bir tanımının bulunmadığı görülmektedir
(Sezgin, 1997). Enseste net bir tanım getirme konusunda karşılaşılan güçlükler, kimler
arasında ve hangi tür cinsel davranışların ensest kapsamında değerlendirilebileceğine ilişkin
farklı yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır ve bu yaklaşım farklılıkları klinik ya da yasal
tanımlardaki çeşitliliğe yansımaktadır (Crosson-Tower, 1999). Bir cinsel saldırıyı ensest
olarak adlandırırken önemli olanın, saldırgan ile mağdur arasındaki kan bağı değil, güç
eşitsizliklerinden kaynaklanan hakimiyet ve bağımlılık ilişkisi olduğu söylenebilir (Sezgin ve
Öktem, 1996).
Ensest, oral-genital-anal temas ya da penetrasyon, genital bölgelere ya da diğer mahrem
beden bölgelerine dokunma, okşama, öpme, teşhir etme, gözetleme, cinsel eylemde
bulunmaya ilişkin sözlü sataşmalar, pornografik fotoğraflar çekme ya da gösterme, cinsel
içerikli yazıları okuma ve uygunsuz cinsel etkinliklere maruz bırakma gibi cinsel amaçlı
temas ve etkileşimlerin tümünü içermektedir (Atwood, 2007).
Yapılan farklı araştırmalar, ensestin en yaygın formunun baba-kız çocuk arasında
gerçekleştiğini (Atwood, 2007; Browne ve Finkelhor, 1986; Herman ve Hirschman, 1981)
ortaya koymaktadır. Bunu üvey baba-kız çocuk, amca/dayı-kız çocuk, baba-erkek çocuk,
erkek kardeş-kız kardeş arasında yaşanan cinsel ilişkiler takip etmektedir (Bass ve ark., 2006;
Russell, 1986). Yaygınlığına ilişkin belirsizlik bulunmakla birlikte, aynı cinsiyetten iki kardeş
ya da anne ile erkek-kız çocuk arasındaki ensestin nadir görüldüğü bildirilmektedir (CrossonTower, 1999, Russell, 1986). Belirtilen akrabalık ilişkilerinin yanı sıra büyük baba, kuzen,
10
üvey anne ve üvey kardeşler de enseste dahil olan akrabalar arasında yer almaktadır (Atwood,
2007). Mağdurların %90’a yakınını kadınların, saldırganların %90’a yakınını ise erkeklerin
oluşturduğu bilinmektedir (Russell, 1986). Bu bulgu, genel olarak cinsel şiddetin erkekler
tarafından kadınlara karşı uygulandığı yönündeki bilgiyle tutarlıdır (Browne ve Finkelhor,
1986).
Ensest yaşamın erken dönemlerinde, çoğunlukla da ergenlik dönemi öncesinde ya da erken
ergenlikte başlamaktadır (Atwood, 2007; Darves-Bornoz, Berger, Degiovanni, Gaillard ve
Lepine, 1999; Finkelhor ve Korbin, 1988). Cinsel istismar, neredeyse hiçbir zaman tek bir
olayla sınırlı kalmamakta ve uzun yıllar boyunca -ortalama 4-5 yıl- devam etmektedir
(Atwood, 2007). Tipik olarak ensest, küçük kız çocuğunun kendisinden yaşça daha büyük ve
aile içindeki konumu bakımından kendisinden daha güçlü ve baskın olan erkek yakınları
tarafından tehdit etme, şiddet kullanma, suçluluk duygusu yaratma, istismarı normalleştirme
ya da ödüllendirme gibi kontrol mekanizmaları kullanılarak cinsel eyleme zorlanması
biçiminde gerçekleşmektedir (Donolek, 2001).
Ensestin temel motiflerinden biri çocuğun güven duygusunun ihlal edilmesidir (Blume, 1990;
akt. Atwood; 2007; Sezgin ve Öktem, 1996). Çocuğun yalnızca bedenine değil, güven, sevgi
ve yakınlık duygularına yönelik bir tecavüz de söz konusudur (Atwood, 2007). Çocuk ile
saldırgan arasındaki fiziksel ve/veya sembolik güç eşitsizliklerine dayandığı için ensestin
adlandırılması, dile getirilmesi ve sonlandırılmasına yönelik girişimlerde bulunulması çok
daha zor olmakta ve ensestten gerçek anlamda bir kaçış mümkün olmamaktadır (Blume,
1990; akt. Atwood, 2007). Tüm bu süreçler çocuğu korku, utanç, suçluluk, kafa karışıklığı ve
izolasyon duygularıyla baş başa bırakmakta ve iyileşmek için gerekli yardımı istemesinin ilk
adımı olan istismarı açıklamayı engellemektedir (Donolek, 2001). Ensestin açıklanmasına
toplumun, sağlık çalışanlarının ve ailenin verdiği inkar ya da görmezden gelme biçimindeki
sessiz tepkiler, bu yaşantının süreklilik kazanmasına ve çocuk tarafından bir sır olarak
saklanmasına yol açmaktadır (Haller ve Alter-Reid, 1986). Sonuçta ensest, çocuğun cinsel
istismarının hem en az fark edilen ve bildirilen hem de en yıkıcı biçimlerinden biri olmaktadır
(Haller ve Alter-Reid, 1986).
11
2.1.1.3. Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet
Aile içi şiddet, bir ya da daha fazla aile üyesinin diğer aile üyeleri üzerindeki duygusal,
fiziksel, cinsel ve/veya ekonomik istismarına karşılık kullanılan bir kavramdır (Nicolson ve
Wilson, 2004). Bununla birlikte, yakın ilişki şiddeti (intimate partner violence) ya da eş
istismarı (spouse abuse) şeklinde de adlandırılan aile içi şiddet genellikle, duygusal bir
ilişkinin tarafı olan partnerler arasındaki şiddeti ifade etmek için kullanılmaktadır (Heise ve
Garcia-Moreno, 2002). Bu tanımlar şiddet ilişkisi içinde cinsiyetlerin konumuna ve şiddetin
yönüne dair bilgi vermese de, şiddetin mağdurunun çoğunlukla kadınlar, çocuklar ve yaşlılar
gibi hiyerarşinin alt basamaklarına yerleştirilmiş gruplar (Levesque, 2002), uygulayıcısının
ise hemen her zaman aile içinde kontrol ve güç olanaklarını elinde tutan erkekler olduğu
bilinmektedir (Nicolson ve Wilson, 2004).
Kadınlara duygusal partnerleri tarafından uygulanan şiddet, hem genel anlamda kadına
yönelik şiddetin hem de aile içi şiddetin en yaygın, bu nedenle de üzerinde en fazla araştırma
yapılan formunu oluşturmaktadır (Heise, Pitanguy ve Germain 1994; Watts ve Zimmerman,
2002). Kadınlar, bir yabancının saldırısına uğramaktan ziyade duygusal partnerlerinin
şiddetine maruz kalma riski altındadırlar (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts,
2006). Duygusal partner terimi ile, eski/şimdiki yasal eşler ya da uzun/kısa süreli ilişki içinde
bulunan sevgililer kastedilmektedir (Heise ve Garcia-Moreno, 2002). Şiddet, fiziksel saldırı,
cinsel istismar, tecavüz, tehdit etme, gözdağı verme, aşağılama, küçük düşürme, psikolojik ve
sözel istismar, temel gereksinimlerden mahrum bırakma, sürekli biçimde eleştirme ve
azarlama gibi çok çeşitli görünümler alabilmektedir (Home Office, 2003; akt. Nicolson ve
Wilson, 2004). Fiziksel saldırı içeren davranışlar arasında tokatlamak, yumruklamak,
tekmelemek, bir silah kullanarak yaralamak ve cinayet yer alırken, cinsel şiddet kişiyi rıza
dışı cinsel ilişkiye ya da istenmeyen cinsel etkinliklere katılmaya zorlamak biçiminde
gerçekleşmektedir (Watts ve Zimmerman, 2002). Duygusal istismar, kadını ailesini ve
arkadaşlarını görmekten alıkoymak, sürekli hakaretlerle küçük düşürmek ve sindirmek,
kadının çalışmasını engelleyerek ya da kazandığı paraya el koyarak ekonomik kısıtlamalarda
bulunmak gibi kontrol edici davranışları içermektedir (Watts ve Zimmerman, 2002).
Kadına yönelik şiddet türlerinin tümü, erkeklerin kendilerinden daha az güce (fiziksel kuvvet,
ekonomik kaynaklar, iş konumu vb.) sahip kadınlar üzerinde var olan güçlerini kötüye
kullanmaları ekseninde gerçekleşen bir davranış dizisinin farklı noktalarında yer almaktadır
12
(Goodman, Koss, Fitzgerald, Russo, Keita, 1993). Bu noktada, Güç ve Kontrol Çemberi
Modeli (Şekil 1) birbirinden ayrı görünen durumlar arasındaki bağlantıları ve etkileşimleri
görebilmek için kapsayıcı bir çerçeve sunmaktadır (Yllö, 2005). Kadınlar şiddetin farklı
türlerine eş zamanlı olarak maruz kalmaktadırlar (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise,
Watts, 2006; Mor Çatı, 1997). Üstelik, bu olayların büyük bir bölümü ağır biçimlerde ve
sıklıkla vuku bulmaktadır (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006). Şiddet
yaşantısı zamanla artan sıklık ve sürelerde devam ederek sistematik bir hale gelmektedir (Mor
Çatı, 1997).
Şekil 1: Güç ve Kontrol Çemberi Modeli (Yllö, 2005’den alınmıştır.)
Aile içi kadına yönelik şiddet varlığını yaş, eğitim düzeyi, gelir, din, cinsel yönelim, kültür ve
etnik köken gibi değişkenlerden bağımsız olarak tüm dünyada sürdürmektedir (GarciaMoreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Goodman, Koss, Fitzgerald, Russo, Keita,
13
1993). Kentte yaşayan, eğitimli ve gelir sahibi kadınlar arasında şiddet yaşantılarının
azımsanamayacak oranlarda görülmesi, varsayılanın aksine görece yüksek sosyo-ekonomik
koşullara sahip olmanın koruyucu etkisinin sınırlı olduğunu ve kadınları aile içi şiddetten
muaf tutmadığını göstermektedir. Buna karşın, etnik köken, sınıf ve toplumsal cinsiyet
parametrelerinin kesişimi farklı sosyoekonomik özelliklere sahip kadınlar için farklı koşullar
yaratmaktadır (Yllö, 2005). Azınlık grubuna mensup, göçmen ve/veya yoksul kadınlar, aile
içi şiddete maruz kalma açısından olduğu kadar, şiddete karşı koyma açısından da
dezavantajlı konumdadır (Bent-Goodley, 2004; Lee, 2007; Levesque, 2002; Raj ve Silverman,
2003; Yllö, 2005). Ayrıca özellikle hamile (Burch, Gallup ve Gordon, 2004; Jahanfar ve
Malekzadegan, 2007), engelli (Brodwin ve Siu, 2007; Mays, 2006), psikiyatrik hastalık
öyküsü bulunan (Friedman ve Loue, 2007) ve yaşlı (Levesque, 2002; Zink ve ark., 2004)
kadınlar aile içi şiddete maruz kalma ve sonuçlarından etkilenme bakımından daha incinebilir
ve savunmasız oldukları için marjinal risk gruplarını oluşturmaktadır.
2.1.1.4. Cinsel Şiddet
Cinsel şiddet; zorlama, fiziksel güç kullanımı ya da zarar verme tehdidi ile ya da ruhsal
hastalık, zihinsel gerilik ve alkol-madde etkisi nedeniyle yargılama yetisinin olmadığı
durumlarda bir çocuğa, ergene veya yetişkine karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel eylem ya
da cinsel eylem girişimi olarak tanımlanmaktadır (Yüksel, 2008; 114). Kişinin rızası ya da
seçimi dışında cinsel eyleme doğrudan dahil olmaya ya da izleyici olarak katılmaya
zorlanması cinsel şiddetin temel özelliğini oluşturmaktadır (Idisis, Ben-Davis ve BenNachum, 2007; Rozee, 1993). Erkeklerin de cinsel şiddet mağduru olduğunu bildiren
yayınların sayısında gittikçe artan bir yükselme bulunmakla birlikte (Harvey, Garcia-Moreno,
Butchart, 2007), cinsel şiddet, erkekler tarafından kadınlara uygulanan bir şiddet türü olarak
kavramsallaştırılmaktadır (Koss, Heise ve Russo, 1994; Watts ve Zimmerman, 2002).
İstem
dışı
cinsel
eylemler,
mağdura
yakınlığına
bakılmaksızın,
kim
tarafından
gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin cinsel şiddet olarak değerlendirilmektedir (Jewkes, Levin,
Mbananga, Bradshaw, 2002). Saldırgan mağdurun tanıdığı herhangi bir kişi olabileceği gibi
mağdura yabancı biri de olabilmektedir (Harvey, Garcia-Moreno, Butchart, 2007). Cinsel
şiddeti uygulayan tanıdıklar, mağduru tanıyan fakat saldırı öncesinde mağdurla aralarında
cinsel-duygusal ilişki bulunmayan kişiler, aile üyeleri, çoğu zaman da sevgililer (date rape) ve
eşler (marital rape) olmaktadır (Koss, Dinero, Seibel, Cox, 1988; Weingourt, 1985). Cinsel
14
şiddet, kişinin yaşamı boyunca çocukluk çağı cinsel istismarından tecavüze kadar çok çeşitli
biçimler alabilmektedir (Harvey, Garcia-Moreno, Butchart, 2007). Tecavüz, penis, diğer
vücut organları ya da nesnelerle gerçekleştirilen oral, vajinal ya da anal penetrasyon ve
penetrasyon girişimlerini kapsamaktadır (Jewkes, 2002).
Tecavüz, kadının bedensel bütünlüğüne ve temel insan haklarına yönelik ihlallerin en ağır
biçimlerinden biri olarak varlığını tüm dünyada sürdürmektedir (Koss, Heise ve Russo, 1994).
Evrenselliğine ve kökeninde yatan cinsiyetçi ideolojinin ortak olmasına karşın, farklı
kültürlerde ve toplumlarda farklı görünümler altında gerçekleştirilmektedir (Koss, Heise ve
Russo, 1994). Dünyanın farklı bölgelerindeki tecavüz vakalarını, içinde gerçekleştikleri
sosyokültürel bağlamı dikkate alarak tanımlamaya ve sınıflandırmaya yönelik çabalar sonucu
iki temel kategori ortaya atılmıştır: normatif ve norm dışı tecavüzler (Rozee, 1993).
Norm dışı tecavüz terimi, “yasalar ve toplum tarafından yasaklanan ve bağışlanmayan, hem
kadının isteğini hiçe sayarak hem de sosyal normları ihlal ederek gerçekleştirilen cinsel
saldırılar” için kullanılmaktadır (Rozee, 1993; 504). Bu tanım, kadının tanımadığı yabancı
kişi/kişilerin cinsel saldırısına maruz kaldığı durumları tasvir etmektedir. Normatif tecavüz
ise, “kadının seçimi dışında gerçekleşen, ancak sosyal normlar tarafından çeşitli biçimlerde
desteklenen cinsel saldırılar” olarak tanımlanmaktadır (Rozee, 1993; 503). Evlilik içi tecavüz
(Weingourt, 1985), kadınlar üzerinde sosyal kontrol ve disiplin sağlama amacıyla uygulanan
cezalandırıcı tecavüzler-örneğin çete tecavüzleri ya da devlet eliyle bir işkence yöntemi olarak
uygulanan cinsel şiddet- (Porter ve Alison, 2004) ve tecavüzün bir savaş silahı ve “etnik
temizlik” yöntemi olarak kullanılması (Gottschall, 2004) bu bağlamda değerlendirilmektedir
(Rozee, 1993).
Kişilerin, tecavüz olgusunu algılamaları ya da tecavüz mağduruna ve saldırgana yönelik
tutumları, dünyanın hemen her yerinde benzer özellikler taşıyan tecavüze ilişkin mitlerle (rape
myths) yakından ilişkilidir (Koss, Heise ve Russo, 1994). Tecavüze ilişkin mitler, erkeklerin
kadınlara yönelik saldırganlığını yadsımayı ya da haklı çıkarmayı amaçlayan önyargılı,
stereotipik ve yanlış inançlardan oluşmaktadır (Lonsway ve Fitzgerald, 1994). Bu inançlar,
kadınlar ve erkekler arasında hüküm süren güç eşitsizlikleri ve kadınlara yönelik cinsiyetçi
önyargılar tarafından teşvik edilmekte ve aynı zamanda onları beslemektedir (Costin ve
Kaptanoğlu, 1992).
15
Tecavüze ilişkin mitlerin en yaygın olanları şu şekilde sıralanabilir: Tecavüz nadir
gerçekleşen bir olaydır. Saldırganlar, ya dengesi bozuk ya da kadınların baştan çıkarıcılığı
karşısında kontrolünü kaybetmiş, ama her koşulda mağdura yabancı kişilerdir. Tecavüzcüler
seks düşkünü sapkın kişilerdir. Eğer bir kadın gerçekten karşı koyarsa tecavüzü durdurmayı
başarabilir. Kadınlar derinlerinde bir yerlerde tecavüze uğramayı arzularlar. Sadece “kötü”
kadınlar tecavüze uğrarlar. Evlilik içi tecavüz yoktur. Tanıdık birinin özellikle de eşin
tecavüzüne maruz kalmak travmatik bir yaşantı değildir (Costin ve Kaptanoğlu, 1992; Koss,
Heise ve Russo, 1994; Lonsway ve Fitzgerald, 1994; Weingourt, 1985).
Böyle bir çerçeve, tipik bir tecavüzün ruh sağlığı yerinde olmayan bir yabancı tarafından
gerçekleştirilen ve saldırganlık içeren bir cinsel eylem olduğu kanaatine yol açmaktadır
(Idisis, Ben-Davis ve Ben-Nachum, 2007). Bu düşüncenin aksine, cinsel şiddet konusunda
yapılan çalışmalar, tanıdık tecavüzünün (acquiantance rape) yabancı birinin saldırısına
(stranger rape) göre daha yaygın olduğunu ve her zaman fiziksel şiddetle birlikte ortaya
konmadığını göstermektedir. (Koss, 1985; Koss, Heise ve Russo, 1994; Lonsway ve
Fitzgerald, 1994; Weingourt, 1985).
Tecavüze ilişkin mitler, bir yandan tecavüze gösterilen toplumsal tepkilere zemin
hazırlamakta, bir yandan da kadınların kendi deneyimlerini nasıl adlandırdıkları üzerinde
belirleyici rol oynamaktadır. Belirtilen inançlara aşırı bağlılık, tecavüz mağdurlarına karşı
düşmanca yaklaşımların benimsenmesine ve kadınların mağduriyetlerinden sorumlu
görülerek suçlanmalarına (saldırganı baştan çıkartma, ayartma, olup bitenlere zemin
hazırlama vb. bahanelerle) neden olmakta ve saldırganı mazur görme eğilimine yol
açmaktadır (Idisis, Ben-Davis ve Ben-Nachum, 2007; Lonsway ve Fitzgerald, 1994). Öyle ki,
evlilik içi tecavüz yasal açıdan suç kapsamında ele alınmasına rağmen, pek çok kişi tarafından
tecavüz olarak değerlendirilmemekte ya da ciddi bir suç olarak görülmemektedir (Auster ve
Leone, 2001; Koss, Heise ve Russo, 1994). Tanıdıkları kişilerin tecavüzüne uğrayan
kadınların büyük bir bölümü de, yasal tecavüz tanımını karşılamasına rağmen yaşadıkları
deneyimi tecavüz olarak adlandırmakta zorlanmaktadırlar (Kahn, 2004; Koss, 1985; Koss
Dinero, Seibel, Cox, 1988). Tipik bir tecavüzün, karanlık ve tehlikeli bir ortamda yabancı
birinin ani saldırısı şeklinde gerçekleşeceği varsayımına sahip olan kadınlar, saldırı tanıdıkları
ve güvendikleri birinden geldiğinde “tecavüz” etiketini kullanmaktan kaçınmaktadırlar (Kahn,
2004; Koss, 1985).
16
2.1.2. Kadına Yönelik Şiddetin Dünyadaki ve Türkiye’deki Boyutu
2.1.2.1. Çocuk İstismarı ve İhmali
Kültürlerarası çalışmalardan elde edilen veriler, yaşadıkları evlerde fiziksel biçimde
cezalandırılan çocukların oranının %80’den %98’e kadar çıkabildiğini ve bu çocukların üçte
birinin de herhangi bir alet kullanımı yoluyla daha ağır biçimlerde cezalandırıldığını
göstermektedir (UN, 2006). Her yıl dünya çapında, 133 ile 275 milyon arasında değişen
sayıda çocuk aile içi şiddete tanıklık etmektedir (UNICEF, 2006). WHO tarafından yürütülen
bir çalışmada, 15 yaşından küçük kız çocukların %1 ile %21 arasında değişen bir bölümünün
cinsel istismara maruz kaldığı bulunmuştur (Garcia-Moreno, Heise, Jansen, Ellsberg ve
Watts,2005)
ABD’de her yıl yaklaşık olarak 3 milyon çocuk istismar ve ihmal nedeniyle zarar görmekte ya
da zarar görme tehlikesi altında yaşamaktadır (Sedlak ve Broadhurst, 1996; akt. Wolfe, 1999).
2006 yılında istismar ya da ihmalden kaynaklanan çocuk ölümlerinin sayısı 1530’dur (U.S.
Department of Health and Human Services, 2008). 2002-2006 yılları arasında ABD’de 52
eyalette yer alan çocuk koruma servisleri tarafından incelenen 905.000 çocuğun (bu rakam
tüm vakaların %25.2’sini oluşturmaktadır) çeşitli istismar ve ihmal yaşantılarına sahip olduğu
görülmektedir (U.S. Department of Health and Human Services, 2008). ABD’de temsil edici
bir örneklem grubunda 2-17 yaş arası çocuk ve ergenlerin yaşadıkları şiddet deneyimlerini
geniş bir spektrum üzerinde değerlendiren bir başka çalışmada çocuk kötüye kullanımının
herhangi bir biçimine maruz kalma oranı 1/8 olarak bulunmuştur (Finkelhor, Ormrod, Turner
ve Hamby, 2005). 14-19 yaş arası Afro-Amerikalı ergenlerle yapılan bir çalışmada, tecavüze
maruz kalma yaygınlığı %32.1, cinsel zorlama yaşama yaygınlığı %33.7, tecavüz girişimine
maruz kalma yaygınlığı %10.8 olarak bulunmuştur (Cecil ve Matson, 2005).
Farklı araştırmalardan elde edilen bulgular, çocuğun kötüye kullanımının en fazla bildirilen
türünün ihmal (%64.1-%70) olduğunu; fiziksel istismar (%16-%30), cinsel istismar (%8.8%15) ve duygusal istismar (%6.6-%18) mağduru çocukların tüm vakaların yaklaşık yarısını
oluşturduğunu ortaya koymaktadır (Sedlak ve Broadhurst, 1996; akt. Wolfe, 1999; U.S.
Department of Health and Human Services, 2008).
Türkiye’de konu ile ilgili ülke çapında gerçekleştirilmiş bir araştırma bulunmamaktadır.
Klinik dışı ergen populasyonunda gerçekleştirilen bir çalışmada (Zoroğlu Tüzün, Şar, Öztürk,
17
Kara, Alyanak, 2001), ergenlerin %16.5’i ihmal, %15.8’i duygusal istismar, %13.5’i fiziksel
istismar ve %10.7’si cinsel istismar (ensest dahil) öyküsüne sahip olduklarını belirtmişlerdir.
İlköğretim çağındaki çocuklar arasında yapılan bir başka çalışmada, yaşamları boyunca en az
bir kez fiziksel şiddete uğradığını belirten çocukların oranı %74, son bir yıl içinde fiziksel
şiddete uğradığını belirtenlerin oranı %43.4 olmuştur (Deveci, Açık ve Ayar, 2007). Sağlık
ocağı tabanlı bir çalışmada (Hıdıroğlu, Topuzoğlu, Ay, Karavuş, 2006), kadınların %76.7’si
çocuklarına fiziksel şiddet uyguladığını ifade etmiştir. Üç kuşağın geriye dönük incelenmesi
yoluyla aile içi şiddetin değerlendirildiği bir başka çalışmada (Vahip ve Doğanavşargil,
2006), psikiyatri polikliniğine başvuran kadınlarda çocukluk döneminde aile içi fiziksel
şiddete maruz kalma yaygınlığı %63, çocukluk döneminde anne-baba arasında fiziksel şiddete
tanık olma yaygınlığı %38, çocuğuna fiziksel şiddet uygulama yaygınlığı %51 olarak
saptanmıştır.
2.1.2.2. Ensest
WHO (2006) tahminlerine göre, her yıl yaklaşık 150 milyon kız ve 73 milyon erkek çocuk,
cinsel ilişkiye zorlanma ya da fiziksel temas içeren başka bir biçimde cinsel şiddete maruz
kalmaktadır (UN, 2006). Şiddetin kaynağı çoğunlukla çocuğun aile üyelerinden biri ya da
çocuğun birlikte yaşadığı ve ona bakım sağlamakla yükümlü bir başka yakını olmaktadır
(UN, 2006). 21 ülkede yapılmış epidemiyolojik araştırmaların gözden geçirildiği bir
çalışmada kadınların %7-%36’sı, erkeklerin %3-%29’u çocukluk çağı cinsel istismar öyküsü
tanımlamıştır (Finkelhor, 1994). Aynı çalışmada, kız çocukların %14-%56 oranında ve erkek
çocukların %25’e kadar çıkan oranlarda ebeveynleri ve akrabaları tarafından istismar edildiği
ortaya konmuştur.
Farklı kültürlerde yürütülmüş çalışmalardan elde edilen veriler ensestin evrenselliğine işaret
etmektedir. Güney Afrika’da tüm nüfusu temsil edici bir örneklemde, 15-49 yaş aralığındaki
kadınların %1.6’sı 15 yaşından önce cinsel şiddete maruz kaldığını belirtirken, bu vakaların
%33’ünde saldırgan çocuğun öğretmeni, %21’inde akrabalarından biridir (Jewkes, Levin,
Mbananga, Bradshaw, 2002). Koreli ergenlerle gerçekleştirilen kesitsel bir araştırmada ensest
yaygınlığı %3.7 olarak bulunmuştur (Kim ve Kim, 2005).
Türkiye’de ensestin yaygınlığına ilişkin bilgi birikimimiz, genellikle yasal olgular nedeniyle
açığa çıkan ensest ilişkilerinin yer aldığı dava dosyalarının ve adli raporların geriye dönük
18
olarak incelendiği tarama çalışmalarına ya da psikiyatri kliniğine başvuran ensest mağdurları
ile yapılan görüşmelere dayanmaktadır. Bu araştırmalarda saldırganlara ve mağdurlara ait
demografik özellikler tanımlanmakta, olayın gerçekleşme biçimine ve sürece ilişkin ayrıntılar
açığa çıkarılmaktadır. Bunun yanı sıra, ensestle ilgili sınırlı sayıda vaka incelemesi
bulunmaktadır (Aycan, Cansunar, Balcıoğlu, 1997; Ersoy, Donat, Çelikkol, 2003).
Adli sistem içine dahil olan ya da klinik ortama yansıyan ensest vakalarının tam bir kaydına
ulaşmak mümkün olmadığından elimizdeki veriler, Türkiye’de ensestin sıklığı konusunda
tahminlerde bulunmamız için yeterli değildir, ancak “görünmez” olanı görebilmemiz için bazı
ipuçları sunmaktadır. Sezgin (1993), 46 yasal, 23 klinik ensest olgusunu psikososyal ve adli
yönden incelemiştir. İpek (1996) tarafından, 1990-1995 yılları arasında İstanbul Adliyeleri
Ağır Ceza Mahkemelerine yansıyan ve karara bağlanmış dosyaların incelenmesi sonucunda
ensestle ilgili 82 dosya saptanmış, bu dosyalardan 47’sine ulaşılmış ve bilgi toplama çalışması
yapılmıştır. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na 1990-1996 yılları arasında başvuran ve şiddet
deneyimleri hakkında yeterli bilgiye sahip olunan 538 kadının 48’i ensest yaşantısı
tanımlamışlardır (Sezgin, 1997). İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Psikososyal
Travma Programı’na başvuran 70 ensest mağduru ile genel psikiyatrik görüşme yapılmıştır
(Sezgin, 1998). Bir başka tarama çalışmasında, Adli Tıp Kurumu Gözlem İhtisas Dairesi’nde
1994–1998 tarihleri arasında yazılmış 2517 gözlem raporunu gözden geçirilmiş ve ensest
öyküsünün yer aldığı 31 dosyayı incelenmiştir (Öztürk, Güzelhan ve Ortaköylü, 2000).
Bu çalışmalardan elde edilen bulgular genel olarak literatürle uyumludur. Mağdurların ezici
bir çoğunluğu kadın (%91-100), saldırganların neredeyse tamamı (%99-100) erkektir. Öz
baba ensesti en fazla rastlanan (%21-58) ensest ilişki türüdür. Ensest ilişkinin başladığı sırada
mağdurların yaşı 3-45 gibi geniş bir aralıkta değişmekle birlikte, çoğu 15 yaşın altındadır.
Ensest, nadiren tek bir izole olay şeklinde yaşanmakta, genellikle tekrarlayıcı nitelik
taşımaktadır. Toplam süresi 1 ay-17 yıl arasında değişmektedir. Cinsel istismara sıklıkla
fiziksel şiddet ve tehdit kullanımı da eşlik etmektedir. Saldırganların profilini çıkarmaya
yönelik bilgilere bakıldığında, bu kişilerde alkol-madde kullanımının yaygın olduğu, ancak
patolojik düzeyde ruhsal bozukluk öyküsünün sınırlı düzeyde kaldığı göze çarpmaktadır
(İpek, 1996; Öztürk, Güzelhan, Ortaköylü, 2000; Sezgin, 1993; Sezgin 1997; Sezgin, 1998).
19
2.1.2.3. Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet
Genel nüfus tabanlı kültürlerarası araştırmalar kadınların aile içinde farklı şiddet türlerine
yaşam boyu maruz kalma riskinin oldukça yüksek olduğunu (%10 ile %71 aralığında değişen
oranlarda) ortaya koymaktadır (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Heise,
Ellsberg, Gottemoeller, 1999). Varolan yazın büyük oranda batı toplumlarında yaşayan
kadınlarla yapılan görüşmelerden elde edilen bulgulara dayansa da, farklı kültürlerde sorunun
ciddiyetine işaret eden yeteri kadar çalışma bulunmaktadır. Amerika’da yaşayan Koreli
göçmen kadınların yaklaşık %30’u son bir yıl içinde eşlerinin fiziksel saldırısına, %72.8’i
psikolojik saldırısına maruz kaldığını belirtmiştir (Lee, 2007). Nikaragua’da en az bir defa
evlenmiş kadınların %52’si yaşamlarının herhangi bir anında eşlerinin fiziksel şiddetine
uğradığını ifade etmiştir (Ellsberg, Caldera, Herrera, Winkvist, Kullgren, 1999). Uganda’nın
kırsal kesimlerinde kadınların %30’u şimdiki duygusal partnerlerinin fiziksel saldırısı ya da
fiziksel zarar verme tehdidi ile karşılaşmıştır (Koenig ve ark., 2003). İran’da sağlık hizmeti
almak için hastanelere başvuran hamile kadınlar arasında fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete
maruz kalma yaygınlığı %60.6 olarak bulunmuştur (Jahanfar ve Malekzadegan, 2007).
Filistin’de kadına yönelik şiddetle ilgili ulusal çapta yürütülen bir araştırmanın sonuçları, son
bir yıl içinde kadınların %16-%74 arasında değişen bir bölümünün eşlerinin duygusal
şiddetine, %7-%37’nin eşlerinin fiziksel şiddetine, %30-%33’ünün eşlerinin cinsel şiddetine
çeşitli biçimlerde maruz kaldığını göstermektedir (Haj-Yahia, 2000).
Altınay ve Arat’ın (2007) “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet” araştırması,
Türkiye
genelinde yaşayan evli kadınların şiddet ve kadın-erkek eşitliğine dair görüşleri, şiddet
deneyimleri ve şiddetle mücadele pratiklerine ilişkin çarpıcı bilgiler sunmaktadır. Bu
araştırmaya katılan her üç kadından biri eşinden dayak yediğini belirtirken, bu kadınların
yaklaşık yarısı bu durumdan daha önce kimseye söz etmediğini ifade etmiştir.
Doğu Anadolu Bölgesi’nde kadının aile içindeki konumunun farklı boyutlarıyla incelendiği
bir alan araştırmasının sonuçlarına göre kadınların dörtte üçü eşlerinin sözel şiddetine,
yarısından fazlası ise eşlerinin fiziksel, duygusal ve cinsel şiddetine maruz kalmaktadır
(İlkkaracan, 1998). Araştırmaya göre, şiddete maruz kalma açısından kırda-kentte yaşama
anlamlı bir değişken değildir. Kadının ve eşinin eğitim düzeyinin şiddet deneyimleri üzerinde
etkili olduğu, buna rağmen yüksek eğitim gruplarında da önemli oranda şiddet yaşandığı
görülmüştür. Aynı araştırmada evli kadınların daha düşük oranlarda da olsa, eşinin erkek
20
akrabalarından en az birinin, eşinin kadın akrabalarından en az birinin ya da kumasının
fiziksel şiddetine maruz kaldığı da ortaya çıkan sonuçlardan biri olmuştur (sırasıyla %5.5,
%2.3, %0.8). Eşinin ailesindeki akrabalardan ya da kumalarından duygusal şiddet gördüğünü
söyleyen kadınların oranı ise daha yüksektir (sırasıyla %56.7, %11.9, %3.7).
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na 1990-1996 yılları arasında yapılan başvurulara ait temel
özelliklerin değerlendirildiği çalışma, sorunun boyutlarını anlamamıza katkıda bulunmaktadır
(Mor Çatı, 1997). Şiddet alanı içinde bulunma oranı %88.2 olan kadınların %55.3’ü fiziksel
şiddete, %44.5’i de diğer şiddet türlerine maruz kalmıştır. Kadınların eşlerinden şiddet görme
oranı %68.1, birlikte oldukları kişilerden şiddet görme oranı %6’dır.
2.1.2.4. Cinsel Şiddet
WHO tarafından dünyanın farklı ülkelerinde yürütülmüş genel nüfus tabanlı bir çalışma,
kadınların %6 ile %59 arasında değişen bir bölümünün yaşamları boyunca en az bir defa
duygusal partnerleri tarafından cinsel ilişkiye zorlandığını ya da cinsel ilişkiye zorlanma
teşebbüsü ile karşılaştığını göstermektedir (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts,
2006). 15 yaşından büyük kadınlar arasında, yakın ilişkiler dışında cinsel şiddete maruz kalma
sıklığı %1-%12 arasında değişmektedir (Garcia-Moreno, Heise, Jansen, Ellsberg ve
Watts,2005).
Farklı kaynaklardan elde edilen verilere göre, kadınların %14-%25’i yaşamları boyunca en az
bir defa tecavüze ya da cinsel şiddetin başka bir formuna maruz kalmaktadır; dahası
saldırganın mağdurun tanıdığı biri olma ihtimali ve saldırının çocukluk ya da ergenlik
döneminde gerçekleşme ihtimali oldukça yüksektir (Koss, 1985; Koss, Heise, Russo, 1994).
ABD’de yüksek öğrenim grubunu temsil edici bir örneklem üzerinde gerçekleştirilen bir
araştırmada, üniversite öğrencisi kadınların %27.5’i 14 yaşından sonra yasal tecavüz tanımını
karşılayan bir olaya mağdur, üniversite öğrencisi erkeklerin %7.7’si böyle bir olaya
uygulayıcı olarak dahil olduklarını belirtmişlerdir (Koss, Gidycz, Wisniewski, 1987).
Sistematik verilerin yetersizliğine rağmen, endüstrileşmemiş toplumlarda kadınların tecavüze
uğrama yaygınlığının %43’den %90’a kadar değiştiği görülmektedir (Rozee ve Koss, 2001).
Watts ve Zimmerman (2002), Tanzanya, Güney Afrika ve Yeni Zelanda’yı kapsayan
21
kültürlerarası çalışmalara dayanarak, bu ülkelerde ilk cinsel deneyimlerinin baskı ve zorlama
içerdiğini bildiren kadınların oranını sırasıyla %28, %40, %7 olarak aktarmaktadır.
Kaba tahminlere göre, her yıl yaklaşık 700.000 ile 2 milyon arasında değişen sayıda kadın ve
kız çocuğu uluslararası kadın ticaretinin mağduru olmakta ve fahişeliğe ya da cinsel köleliğe
zorlanmaktadır (Jewkes, 2002). Güney Afrika’da kliniklere başvuran tecavüz mağdurlarının
%27’si toplu tecavüz olarak adlandırılan ve birden fazla saldırgan tarafından cezalandırma
amacıyla gerçekleştirilen olaylara maruz kaldığını bildirmektedir (Swart, 2000). Yaygınlığı
hakkında kesin veriler bulunmamakla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’ndan Liberya, Uganda,
Ruanda, Yugoslavya gibi ülkelerdeki silahlı çatışmalara ve yerel savaşlara kadar çeşitli savaş
zamanlarında ya da dünyanın farklı ülkelerinde yer alan mülteci kamplarında, kadınlara karşı
işlenen tecavüz suçlarının azımsanamayacak boyutlarda olduğu tahmin edilmektedir
(Gottschall, 2004; Jewkes ve ark., 2002; Watts ve Zimmerman, 2002).
Türkiye’de cinsel şiddetin yaygınlığını belirlemeye yönelik çalışmalar kısıtlıdır. 1990-1996
yılları arasında Mor Çatı’ya başvuran kadınların evlilik içi cinsel şiddete maruz kalma oranı
%31.7’dir (Mor Çatı, 1997). İlkkaracan (1998) tarafından Doğu Anadolu Bölgesi’nde
gerçekleştirilen alan araştırmasının sonuçlarına göre, evli kadınların %16.3’ü sık sık, %35.6’sı
nadiren eşlerinin cinsel şiddetine maruz kalmaktadır. Aile içi şiddetin bazı ruh sağlığı
sorunları üzerindeki etkisinin araştırıldığı bir çalışmada, araştırmaya katılan kadınların
%9.7’sinin eşlerinden cinsel şiddet gördüğü belirlenmiştir (Bilgili Aykut, 2006). Psikiyatri
polikliniğine başvuran evli kadın hastalarda, sosyodemografik ve klinik bazı özelliklerle aile
içi şiddet ilişkisinin araştırıldığı bir çalışmada, olguların % 30.7’sinde cinsel şiddet
saptanmıştır (Akyüz, Kuğu, Doğan ve Özdemir, 2002). Psikiyatri örnekleminde yürütülen bir
başka çalışmada, aile içi fiziksel şiddet yaşadığını belirten kadınların %22’si aynı zamanda
cinsel şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir (Dişcigil, 2003). Sığınma evi örnekleminde
gerçekleştirilmiş bir çalışmada, kadınların %60’ının cinsel şiddet yaşadığı belirlenmiştir
(Çiftçi, 2007) .
22
2.2. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN KURAMSAL ARKAPLANI
2.2.1. Psikolojik Yaklaşımlar
Kadına yönelik şiddete kuramsal bir bakış açısı geliştirmeye çalışan psikolojik yaklaşımlar,
şiddet uygulayan ve uygulamayan erkekler ya da şiddete maruz kalan ve kalmayan kadınlar
arasındaki bireysel farklılıklara odaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle psikolojik yaklaşımların
analiz birimi bireydir. Bu bölümde, kadına yönelik şiddet konusu ile ilgili psikolojik
yaklaşımlar psikanalitik teori, sosyal öğrenme modeli ve saldırgana ait psikolojik özellikler
başlıkları altında değerlendirilecektir.
2.2.1.1. Psikanalitik Teori
Psikanalitik yazın, saldırganlık konusunu ayrıntılı bir biçimde tartıştığı halde, şiddet, özellikle
de aile içi şiddet konusu ile sınırlı ve dolaylı bir biçimde ilgilenmiştir (Vahip, 2007). Vahip
(2007), konuyla ilgili kısıtlı sayıda bulunan psikanalitik görüşlerden yararlanarak aile içi
şiddeti değerlendirdiği çalışmasında, birey olma sürecinde cinsiyetin rolü, kimlik gelişimi,
şiddetin kuşaklararası aktarımı ve özdeşim süreçleri ekseninde şiddeti doğurduğu düşünülen
psikolojik mekanizmaları tartışmaktadır. Aile içi şiddete maruz kalan ya da tanık olan
çocuklarda içselleştirilen korku, öfke, çökkünlük duyguları ve bu duygularla şekillenen ruhsal
yapı, şiddetin farklı biçimlerini ortaya çıkaran bir saldırganlık kaynağı yaratmaktadır, böylece
şiddet kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır (Vahip, 2007). Anne ve baba ile özdeşim, aile içinde
istismar ve ihmale maruz kalan ya da aile içi şiddete –çoğu zaman da babaları tarafından
annelerine yöneltilen şiddete- tanık olan çocuklar açısından karmaşık bir doğaya sahiptir.
“Özdeşim nesneleri arasındaki ilişki biçimi kurban-saldırgan ilişkisi olduğunda”, hem kız
hem de erkek çocuklar içselleştirilen saldırganlıktan, öfkeden, çaresizlikten ve boyun
eğmeden farklı görünümler altında da olsa payını almaktadır (Vahip, 2007; 93).
Freud, histeri vakalarıyla gerçekleştirdiği erken dönem çalışmalarında, kadın hastaları
tarafından dile getirilen ensest öykülerinin gerçekliğinden şüphe duymamış ve hastalarda
görülen nevrotik belirtileri geçmiş travmanın bastırılması olarak ele almıştır (Rollins, 1996).
Ancak ilerleyen dönemlerde, babaları ya da diğer erkek akrabaları tarafından cinsel istismara
maruz kaldığını ifade eden kadınların anlatımlarının gerçek yaşantılara değil, kendi cinsel
fantezilerine dayalı olduğunu ileri sürmüştür (Wolf ve Alpert, 1991). Ensest öyküsünün
gerçekdışı fantezilerin bir ürünü olduğu yönündeki bu görüş, psikanalitik kuramın çocukluk
23
çağı cinsel istismarına bakış açısını belirleyen temel kabullerden biri olmuştur (Rollins,
1996).
Wolf ve Alpert (1991), Freud sonrası psikanalitik literatürü tarayarak çocukluk çağı cinsel
istismarının doğası ve etkileri, ensestin görüldüğü ailelerdeki aile dinamikleri, tedavi sorunları
ve sonuçları vb. konuların psikanalitik yaklaşımla nasıl ele alındığını incelemişlerdir. Buna
göre, psikanalitik yaklaşım ensestin ortaya çıkmasında ve sürmesinde annenin sorumluluğuna
merkezi bir rol atfetmektedir. Ensestin yaşandığı ailelerde yer alan anneler çocuklarına
yetersiz bakım sağlayan, pasif, uzak ve depresif kişiler olarak tanımlanmakta, ayrıca annebaba arasındaki evlilik ilişkisinin annenin cinsel isteksizliği nedeniyle gergin ve mesafeli
olduğu vurgulanmaktadır. Bu dinamikler baba-kız çocuk arasındaki ensest ilişkinin öncülü
olarak yorumlanmaktadır. Bu ailelerde yer alan babaların ise genellikle öfkeli, tehdit edici,
saldırgan ve alkol kötüye kullanımı bulunan kişiler olduğu ve duygularını cinsel eylemler
dışında ifade etmekte yetersizlikler yaşadığı bildirilmektedir (Wolf ve Alpert, 1991).
Young ve Gerson (1991), eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalan kadınların şiddet
içeren ilişkilerini neden sonlandıramadıkları ya da ayrıldıkları eşlerine neden geri döndükleri
sorusunu, mazoşizm kavramından yararlanarak psikanalitik bir bakış açısı ile yanıtlamaya
çalışmaktadır. Young ve Gerson (1991), mazoşizmi, kavrama geleneksel psikanalitik teori
tarafından yüklenen anlamından ve dolayısıyla olumsuz çağrışımlardan sıyırarak, erken
dönem istismar yaşantıları ile ilişkilendirerek tartışmaktadır. Buna göre, çocukluk çağında
ebeveynleri tarafından istismar edilmiş kadınlar acı çekmekten zevk aldıkları için değil,
bağlanma figürleri ile kurdukları travmatik bağlanmalar ve şiddet döngüsü nedeniyle
ilişkilerini bırakmakta zorlanmaktadırlar.
2.2.1.2. Sosyal Öğrenme Modeli
1970’li yıllarda aile içi şiddet konusunun sosyal bilimlerin araştırma alanına girmesiyle
birlikte, sosyal öğrenme modeli de yakın ilişkilerde görülen şiddet davranışlarına
uyarlanmıştır (Dutton, 1999). Bandura (1969, 1977, 1986) tarafından geliştirilen sosyal
öğrenme modeline göre, önemli rol atfedilen diğerlerinin doğrudan gözlenen davranışları ve
bu davranışlar üzerine geliştirilen yorumlar, bireylerin gelecekteki davranışlarına yön
vermekte
ve
model
alınan
davranışlar
etkili
sonuçların
varsayıldığı
durumlarda
kullanılmaktadır (Corvo, 2006). Klasik sosyal öğrenme modelinde, kişilerarası saldırganlık,
24
ailelerin çocuklarına ilettiği istismar edici davranışlar yoluyla bir kuşaktan diğerine aktarılan
bir davranış paterni olarak kavramsallaştırılmaktadır (Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980).
Birbirlerine ve çocuklarına karşı şiddet uygulayan ebeveynler, çocuklarına, saldırganlığın
stres yaratan durumlarla ve engellenmelerle başa çıkmak için kullanılabilir uygun bir araç
olduğu konusunda model olmaktadır (Wareham, Boots, Chavez, 2009).
Çocuklarını fiziksel olarak istismar eden ebeveynlerin kendi çocukluk dönemlerinde fiziksel
istismarın da dahil olduğu çeşitli kötü muamelelere maruz kaldığı görülmektedir (Milner,
1998). Bu ebeveynlerin, kendi çocukluk yaşantıları nedeniyle, çocuk yetiştirme tutumları
açısından sınırlı bir repertuara sahip olduğu ve çocukları ile ilgili gerçeğe uygun olmayan
beklentiler geliştirdiği, bu nedenle etkili ve zararsız disiplin yöntemlerini kullanmakta ve
çocuklarının gelişimlerini sağlıklı biçimde yönlendirmekte başarısız olduğu düşünülmektedir
(Crosson-Tower, 2000). Çocukluk çağı fiziksel ve cinsel istismar öyküsü, ensest ilişkilerde
saldırgan konumunda yer alan erkeklerde de yaygın olarak bildirilmektedir (Milner, 1998).
Akers (1998), normlara uyan ve normlardan sapan davranışları ortaya çıkaran öğrenme
süreçlerinin dört temel kavramla açıklandığı bir sosyal öğrenme teorisi geliştirmiştir: taklit,
tanımlamalar, ayrımsal ilişkiler ve ayrımsal pekiştirme. Taklit, kişi için önemli rol
modellerinin, özellikle de çocukluk döneminde ebeveynlerin davranışlarının doğrudan
gözlenmesi biçiminde gerçekleşmektedir. Tanımlamalar, kişilerin uygun olan ve olmayan
davranışlar hakkında sahip olduğu tutum ve inançlara tekabül etmektedir. Ayrımsal ilişkiler,
kişinin düşünce ve davranışları üzerinde etkide bulunan diğerleri ile kurduğu birincil, ikincil
ve üçüncül derecede önemli ilişkilerdir. Ayrımsal pekiştirme, davranışın muhtemel olumsuz
sonuçları ve beklenen kazançları arasındaki dengedir. Buna göre, somut ya da soyut ödülle
sonuçlanması beklenen eylemlerin gerçekleştirilme olasılığı daha yüksektir (Wareham, Boots,
Chavez, 2009).
Sellers, Cochran ve Branch (2005), Akers’in sosyal öğrenme modelinden hareket ederek,
yakın ilişkiler içinde görülen şiddeti açıklayan faktörleri belirlemeye çalışmışlardır. Buna
göre, rol modellerinin partnerlerine uyguladığı saldırganca davranışlara tanık olan, yakın
ilişkilerde görülen şiddeti onaylayıcı ya da zayıf bir biçimde reddedici tanımlamalara sahip
olan, partnerlerine şiddet uygulayan ya da bu şiddeti destekleyen kişilerle sosyal ilişkilerde
bulunan ve son olarak da şiddet sonucu elde edecekleri somut ve sosyal kazançların şiddetin
25
maliyetinden daha fazla olduğunu düşünen bireylerin eşlerine/sevgililerine karşı şiddet
uygulama olasılığı daha yüksektir (Sellers, Cochran, Branch, 2005; 383).
Çocukluk çağında aile içi şiddete maruz kalmak ve şiddete tanıklık etmek, kadınların
yetişkinliklerinde eşleri tarafından şiddete maruz kalmalarını, erkeklerin de yetişkinliklerinde
eşlerine şiddet uygulamalarını arttıran faktörlerin başında gelmektedir (Coker, Smith,
McKeown, King, 2000; Hotaling ve Sugarman, 1986; Lee, 2007). Çocukluk döneminde
yaşanan kötü muameleler, özellikle de baba figürünün fiziksel cezalandırmasına maruz
kalmak erkeklerin eşlerine karşı şiddet kullanımı ile ilişkilidir (Wareham, Boots, Chavez,
2009). Benzer biçimde, çocukluk çağı istismarının, erken dönem kayıp ve ayrılık yaşantıları
ile birlikte görüldüğünde erkeklerin uyguladığı şiddeti öngörmeye yarayan en güçlü
değişkenlerden biri olduğunu ortaya koyan ve bu etkiyi sosyal öğrenme modelinden ziyade
bağlanma kuramı çerçevesinde ele alan araştırmalar da bulunmaktadır (Corvo, 2006). Ayrıca,
aile üyeleri, arkadaşları, komşuları ve iş arkadaşları arasında aile içi şiddete tanık olan ya da
kendisinin uyguladığı şiddet bu kişilerce teşvik edilen erkeklerin, yakın ilişkilerinde şiddetin
hafif ve ağır formlarını daha fazla uyguladıkları bildirilmektedir (Wareham, Boots, Chavez,
2009).
Dutton (1999), eşlerine fiziksel ve cinsel şiddet uygulayan erkeklerin davranışlarını, sosyal
öğrenme kuramından yararlanan ancak bu kuramla sınırlı kalmayan bir bakış açısıyla
açıklayan bir travma modeli geliştirmiştir. Bu modele göre, çocukluk döneminde ebeveynlerin
istismarına maruz kalmak ya da ebeveynler arasındaki şiddete tanıklık etmek, ebeveynler
tarafından reddedilmek ve bağlanma figürleri ile güvensiz bağlanmalar geliştirmek önemli
birer travma kaynağı olmaktadır. Bu deneyimler tek başına ya da bir arada yaşandığında,
erkeklerin yetişkinlik döneminde karşılaştıkları sosyal problemleri çözmek için saldırganca
davranmalarına yol açmaktadır (Dutton, 1999).
2.2.1.3. Saldırgana Ait Psikolojik Özellikler
Çocuklarını ihmal ve istismar eden ebeveynlerde düşük benlik saygısına ve kişisel değersizlik
duygusuna daha sık rastlanmaktadır (Milner, 1998). İstismar edici olmayan ebeveynlerle
karşılaştırıldığında, bu ebeveynlerin dış denetim odağına sahip olma, çocukları ile ilgili
gerçeğe
uygun
olmayan
beklentiler
taşıma,
çocuklarının
davranışları
ile
ilgili
yargılamalarında suçlayıcı ve düşmanca atıflarda bulunma, çocuklarına daha az empatiyle
26
yaklaşma eğiliminde olduğu görülmektedir (Milner, 1998). Wolfe (1999), çocuk istismarı ile
ilgili erken dönem klinik çalışmalara ve daha sonraki dönemlerde gerçekleştirilmiş deneysel
araştırmalara dayanan tarama çalışmasında, istismar edici ebeveynleri istismar edici olmayan
ebeveynlerden ayırdığı belirlenen psikolojik özelliklere yer vermektedir. Davranışsal boyutta,
istismar edici ebeveynleri diğerlerinden farklılaştıran psikolojik özellikler sosyal izolasyon,
kronik agresyon, dürtüsellik, kısıtlı ana-babalık becerilerine sahip olmaktır. Bilişsel-duygusal
boyutta yer alan psikolojik özellikler arasında duygusal açıdan olgunlaşmamışlık, engellenme
toleransının düşük olması, yetersizlik ve değersizlik duyguları, düşük benlik saygısı, ebeveynçocuk rollerinin yer değiştirmesi ve çocuklara dair gerçekdışı beklentiler bulunmaktadır
(Wolfe, 1999).
Çocuk ihmaline ve fiziksel istismarına doğrudan ya da dolaylı biçimlerde etki eden diğer risk
faktörleri arasında erken doğum ve düşük doğum ağırlığı, çocuk ile ebeveyn arasında kurulan
güvensiz bağlanma ilişkisi, çocuğun sahip olduğu çeşitli fiziksel hastalıklar ve engellilik
durumunun yanı sıra öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu vb.
psikososyal sorunlar yer almaktadır* (Knutson, 1995). Buna karşın, çocuğun cinsel istismarı
ile ilişkili olduğu bulunan kısıtlı sayıda değişken arasında çocuğun ya da istismar eden kişinin
psikolojik özelliklerinden ziyade ebeveyn yoksunluğu, sosyal izolasyon gibi çevresel faktörler
ağırlıktadır (Knutson, 1995).
Yakın ilişkilerinde şiddet uygulayan erkekler homojen bir grup oluşturmamaktadır
(Mcmurran ve Gilchrist, 2008). Eşlerine şiddet uygulayan ve uygulamayan erkekleri
birbirinden ayıran belirgin kişilik özelliklerine dair bilgiler açık ve kesin olmamakla birlikte,
şiddet uygulayan erkeklerin kontrol gruplarına göre genel öfke, düşmanlık, kıskançlık ve
terkedilme korkusu gibi duyguları daha yoğun hissettiği ve günlük yaşamlarında şiddet
kullanımını onaylayıcı tutumlara daha fazla sahip olduğu ortaya konmuştur (Riggs, Caulfield,
Street, 2000). Tilley ve Brickley (2005), eşlerine fiziksel şiddet uygulayan erkeklerle
yaptıkları derinlemesine görüşmelere dayanarak şiddeti ortaya çıkaran öncelikli, aracı ve
bağlamsal etmenleri kapsayan bir model geliştirmişlerdir. Bu modele göre şiddeti haklı gören
ve şiddetin etkilerini azımsayan tutumlara sahip olmak, çocukluk döneminde şiddete maruz
kalmak ve işlevsel olmayan öfke kontrolü ve çatışma çözümü yöntemlerini kullanmak
erkeklerin eşlerine karşı şiddet kullanımına birinci derecede etki etmektedir.
27
2.2.2. Psikiyatrik Yaklaşımlar
2.2.2.1. Psikopatoloji
Kadına yönelik şiddeti, şiddet davranışı sergileyen bireylerin sahip olduğu çeşitli psikolojik
sorunlara bağlayarak psikopatoloji düzleminde açıklama eğilimi, sorunu kavramsallaştırmaya
çalışan psikiyatrik yaklaşımlara hakim olan ana görüşlerden biridir. Dutton ve Bodnarchuk
(2005), feminist yaklaşımların toplumsal cinsiyet bakış açısına dayalı temel argümanlarını
dogmatik bulmakta ve sorunun tüm erkeklerin değil sadece şiddet uygulayan belirli bir
azınlığın neden böyle davrandığı sorusuna verilecek cevapla anlaşılabileceğini ileri
sürmektedir. Ancak, bu yaklaşım sorunun medikalleştirilmesine yol açmakta, dolayısıyla
erkeklerin sadece kendi davranışları üzerindeki kontrolü yitirmelerine neden olan ruhsal
bozukluklar nedeniyle kadınlara şiddet uyguladığı gibi hatalı bir varsayımı beraberinde
getirmektedir (Glaser, 1998).
Çocuklarını istismar eden ebeveynlerin bazılarında, DSM-IV sınıflandırmasında yer alan
psikiyatrik bozukluk tanılarından birine rastlanmaktadır, ancak bu grubun küçük bir
bölümünde istismar psikiyatrik bozuklukla doğrudan ilişkilidir (Crosson-Tower, 1999). Bu
nedenle psikopatolojinin çocuk istismarını açıklayan ana etmen olmadığı düşünülmektedir
(Crosson-Tower, 1999). Çocuklarını istismar eden ebeveynlerin %10’undan azı, olumsuz
davranışlarından sorumlu tutulabilecek, birinci eksen bir bozukluk tanısını (örneğin paranoid
şizofreni) karşılamaktadır (Wolfe, 1999). Buna karşın, bu ebeveynlerde günlük yaşam
becerilerini sekteye uğratan öğrenme güçlüklerine, bilişsel yetersizliklere ve kişilik
bozukluklarına daha sık rastlanmaktadır (Wolfe, 1999).
Pedofiller, genellikle, kendi saldırgan eylemlerini planlama ve varlığını inkar etme
yeterliliğine sahip ve psikiyatrik açıdan “normal” olarak değerlendirilen erkeklerdir (Glaser,
1998). Benzer biçimde, ensest uygulayan erkeklerde görülen psikolojik örüntülerin bileşenleri
arasında düşük benlik saygısı, sosyal izolasyon, antisosyal eğilimler gibi ruhsal sorunlar yer
alsa da, karşılaştırmalı çalışmalar bu kişileri kontrol grubunda yer alan erkeklerden ayıran
belirgin patolojiler olmadığını ortaya koymaktadır (Milner, 1998). Ensest saldırganlarında
diğer parafililerin varlığı konusundaki bulgular da çelişkilidir (Milner, 1998).
Kişilik bozuklukları, hem genel olarak saldırganlıkla hem de erkekler tarafından kadınlara
uygulanan şiddetle ilişkilendirilen temel psikopatolojilerin başında gelmektedir (Dutton,
28
1995, 2003; Holtzworth-Munroe ve Stuart, 1994). Antisosyal kişilik bozukluğu, çocukluk
çağı ihmal ve istismar öyküsü ile yetişkinlik döneminde eşe yönelik şiddet arasındaki
bağlantıyı açıklayan temel değişkenlerden biri olarak kullanılmaktadır (White ve Widom,
2003). Eşlerine fiziksel şiddet uygulayan erkeklerin saldırganlığını, dürtüsel ve önceden
tasarlanmış olmak üzere iki kategori açısından karşılaştıran bir çalışmada, uyguladıkları
şiddeti önceden tasarlayan erkeklerin daha fazla psikopatik kişilik özelliğine, buna karşın
dürtüsel olarak sınıflandırılan erkeklerin daha çeşitli ve şiddetli psikopatolojilere sahip olduğu
bulunmuştur (Stanford, Houston, Baldridge, 2008). Psikopatolojinin cinsel taciz ve tecavüz
gibi cinsel suçlarla da ilişkili olduğunu ortaya koyan çalışmalar bulunmaktadır (Herkov,
Gynther, Thomas, Myers, 1996).
Holtzworth-Munroe ve Stuart (1994), partnerlerine karşı fiziksel şiddet uygulayan erkekleri
üç
ayırt
edici
değişken
–şiddetin
derecesi,
boyutu
ve
psikopatoloji-
açısından
değerlendirdikleri çalışmalarında üç tip tanımlamışlardır: sadece aile içinde şiddet
uygulayanlar, disforik/borderline olanlar ve genel olarak saldırgan/antisosyal olanlar. Yakın
ilişkiler dışında da şiddet kullanma ve şiddeti daha ağır formlarda uygulama eğilimi
disforik/borderline ve genel olarak saldırgan/antisosyal olan grupta belirginleşmektedir.
Sadece aile içinde şiddet uygulayan grup ile kontrol grubu (ilişki problemleri yaşayan fakat
şiddet uygulamayan grup) arasında sahip olunan psikolojik özellikler ve psikopatoloji
açısından anlamlı bir farklılık yoktur. Buna karşın, disforik/borderline grubunda yer alan
erkekler arasında, borderline kişilik özelliklerine, alkol ve madde kötüye kullanımına ve öfke
kontrolü sorunlarına rastlanmaktadır. Bu grupta yer alan erkekler, çocukluk çağı istismarı ve
ihmalinin de dahil olduğu çeşitli travmatik yaşantılara sahiptirler. Geçmiş travmaların bir
sonucu olarak, partnerleri ile ilişkilerinde güvenli bağlanmalar geliştirmekte güçlük
yaşamaktadırlar. Borderline kişilik örüntüleri ile tutarlı bir biçimde yoğun bağımlılık,
kıskançlık, kaygı duyguları taşımakta ve sağlıklı kişilerarası ilişkiler kurmak için gerekli
sosyal becerilerden yoksun yaşamaktadırlar. Genel olarak saldırgan/antisosyal grubuna dahil
olan erkeklerin, diğer tiplerle karşılaştırıldığında, daha fazla genetik/prenatal risk faktörüne
sahip olduğu, daha yüksek oranlarda çocukluk çağı istismar ve ihmaline maruz kaldığı ve
ergenlik döneminde suça eğilimli arkadaş grupları ile ilişkide olduğu görülmektedir. Bu
grupta yer alan erkekler, antisosyal kişilik örüntülerinin bir parçası olarak, hem partnerleri ile
hem de diğer kişilerle olan ilişkilerinde empatiden yoksun ve aşırı dürtüsel biçimde hareket
etmekte ve sıklıkla şiddete başvurmaktadırlar. (Holtzworth-Munroe, Meehan, Herron, Stuart,
1999)
29
2.2.2.2. Alkol ve Madde Kötüye Kullanımı
Alkol ve madde kötüye kullanımı ile şiddet arasındaki nedensellik ilişkisi, kadına yönelik
şiddetin nedenleri üzerine yapılan tartışmaların odağında yer alan konulardan biridir. Alkol ve
madde bağımlılığı ya da kötüye kullanımının aile içi şiddetin ortaya çıkmasını kolaylaştıran
bir faktör olmanın ötesinde rol oynadığı, hatta aile içi şiddetin birincil nedenlerinden biri
olduğunu ortaya koyan çalışmalar bulunmaktadır (Coker, Smith, McKeown, King, 2000;
Flanzer, 2005; Lee, 2007). Alkol kullanımı şiddeti tetikleme, inhibisyonu azaltarak şiddetin
ortaya çıkmasını kolaylaştırma, bireyin ve aile sisteminin normal gelişim sürecini bozma,
kişiyi eylemlerinin sorumluluğunu almaktan uzaklaştıran bir rasyonalizasyon mekanizması
sunma ve beyin işlevselliğini tahrip etme biçiminde beş farklı yolla etkisini göstermektedir
(Flanzer, 2005).
Diğer taraftan, alkol ve madde kötüye kullanımı ile şiddet arasındaki ilişkinin basit bir nedensonuç bağlantısı şeklinde yorumlanmaması gerektiğini öne süren görüşler de bulunmaktadır.
Feminist bakış açısına göre, alkol, saldırgan davranışları mazur gösteren bir savunma
mekanizması olarak kullanılmaktadır (Mcmurran ve Gilchrist, 2008). Gelles ve Cavanaugh
(2005), madde kötüye kullanımının şiddet üzerindeki etkisinin sosyal, kültürel ve kişisel
faktörler tarafından belirlendiğini ve tek başına şiddeti yordayıcı bir faktör olarak
değerlendirilemeyeceğini belirtmektedir. Örneğin, alkol ve madde kullanımının sonuçları
hakkındaki kişisel tutumlar ve kültürel beklentiler, şiddet davranışının ortaya çıkmasında bu
maddelerin kimyasal etkilerinden daha fazla rol oynayabilmektedir (Gelles ve Cavanaugh,
2005). “Şiddet kullanımına karşı çıkan normların güçsüz ya da muğlak olduğu koşullarda,
alkol, yakın ilişkilerde saldırganca davranışların kullanımı ile ilgili sınırlamaları zayıflatıcı bir
rol oynamaktadır” (Parker, 1995; akt. Johnson, 2000; 726)
Ebeveynleri alkol ve madde kötüye kullanımı sorunu yaşayan çocukların aile içinde maruz
kaldığı ihmal ve istismar ile ilgili yapılmış araştırmalardan elde edilen bulgular tutarsızdır
(Widom ve Hiller-Sturmhöfel, 2001). Alkol-madde kötüye kullanımının çocuk ihmali ve
istismarına yol açan temel faktörlerden biri olduğunu destekleyen çalışmaların yanı sıra,
aralarında anlamlı bir ilişki bulamayan ya da zayıf bir ilişkiden söz eden çalışmalar da vardır
(Kim ve Kim, 2005; Widom ve Hiller-Sturmhöfel, 2001). Örneğin, alkol ve madde kötüye
kullanımı, ensestin yaşandığı ailelerde kontrol gruplarına göre daha sık bildirilen
problemlerden ve özellikle tekrarlayıcı nitelik taşıyan ensestin belirleyicilerinden biri olarak
30
bulunmuştur (Kim ve Kim, 2005; Kingston, Firestone, Wexler, Bradford, 2008). Muhtemel
bir ilişkiyi ortaya çıkaran mekanizmalar konusunda da çeşitli varsayımlar bulunmaktadır.
Buna göre, alkol ve madde kötüye kullanımı bilişsel beceriler üzerinde yol açtığı tahribat
nedeniyle aile üyeleri arasındaki iletişimi sekteye uğratmakta ve sosyal ipuçlarının
çarpıtılması/hatalı biçimde yorumlanması sonucu çocuk istismarına neden olabilmektedir.
İkincisi, normdan sapan davranışların alkol ve madde kötüye kullanımına atfedilmesi,
ebeveynleri kendi eylemlerinin sorumluluğunu almaktan uzaklaştıran bir mekanizma olarak
kullanılmaktadır. Sonuncu açıklama, alkol ve kimyasal maddelerin beyin fonksiyonları
üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle, ebeveynlerin sosyal açıdan kabul edilebilir davranışlar
konusundaki yargılamalarının bozulduğunu ve kendi davranışları üzerindeki kontrolü
yitirdiğini ileri sürmektedir (Widom ve Hiller-Sturmhöfel, 2001).
Aile içi kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında alkol ve madde kullanımının oynadığı rol,
kişilik özellikleri, evlilik uyumu, şiddete ilişkin zihniyet kalıpları, sosyoekonomik statü,
çevresel koşullar vb. şiddete yol açtığı bilinen diğer pek çok kişisel ve durumsal faktörle
etkileşim içindedir (Fals-Stewart, Leonard, Birchler, 2005). Bir başka ifadeyle, alkol ve
madde kötüye kullanımı aile içi şiddete doğrudan neden olmasa da, saldırganlığa yatkınlığı
olan kişilerde şiddeti tetikleyici rol oynamaktadır. Örneğin, günlük yaşamlarında da
saldırganlık eşiği düşük olan antisosyal kişilik bozukluğuna sahip erkeklerde, alkol kullanımı,
şiddetin basit formlarının ortaya çıkmasına herhangi bir etkide bulunmazken (bu erkekler
sarhoş olmadıkları zamanlarda da saldırganca davranma eğiliminde olduğu için), şiddetin ağır
formlarının uygulanması ile ilişkili görünmektedir (Fals-Stewart, Leonard, Birchler, 2005).
Aşırı alkol tüketimi, özellikle, kadınlara yönelik olumsuz tutumların baskın olduğu ve
kadınları kontrol altına almaya yönelik belirgin bir motivasyonun bulunduğu durumlarda,
erkeklerin eşlerine şiddet uygulama ihtimalini arttıran bir risk faktörü olmaktadır (Johnson,
2000). Sözü edilen etkileşimi destekleyen bir başka bulgu, madde kötüye kullanımı ile aile içi
şiddet arasındaki ilişkinin, sosyoekonomik farklılıklar ve etnik köken açısından farklılaşıp
farklılaşmadığını inceleyen bir araştırmadan gelmektedir (Stalans ve Ritchie, 2008).
Marihuana kullanımı, azınlık grubuna mensup ve düşük sosyoekonomik statüye sahip
kişilerde aile içi psikolojik ve fiziksel şiddetin güçlü yordayıcılarından biri olurken, benzer bir
ilişki azınlık grubuna mensup olmayan ve yüksek sosyoekonomik statüye sahip kişiler için
anlamlı değildir (Stalans ve Ritchie, 2008).
31
Alkol ve madde kullanımının, cinsel saldırganlık açısından da önemli risk faktörlerinden biri
olduğu düşünülmektedir. Kadınların ve erkeklerin cinsiyet rolleri, cinsellik, mahrem ilişkiler,
alkolün cinsellik ve saldırganlık üzerine etkileri, alkol kullanımı açısından cinsiyetler arası
farklılıklar hakkında sahip oldukları inanç sistemleri cinsel saldırganlığın ortaya çıkma
ihtimalini çeşitli yollarla arttırmaktadır (Abbey, Ross, McDuffie, McAuslan, 1996). Tecavüz
mitleri ile de yakından bağlantılı bu inanç sistemleri nedeniyle, alkol kullanımı, erkeklerin
karşı cinsin cinsel davranışla ilgili duygu ve düşüncelerini hatalı biçimde yorumlamasına
zemin hazırlayabilmekte, kadınların cinsel saldırıya karşı koyma kapasitelerini azaltabilmekte
ya da cinsel saldırı ile ilgili erkeklerin kendilerini daha az, kadınların daha fazla sorumlu
hissetmelerine yol açabilmektedir (Abbey, Ross, McDuffie, McAuslan, 1996). Aşırı alkol
alımı, alkolün cinsel uyarılmayı ve saldırganlığı arttırıcı etkileri olduğu yönündeki
beklentilere sahip erkeklerde, cinsel şiddeti kolaylaştıran bir faktör olmaktadır (Aromäki ve
Lindman, 2001).
2.2.3. Sosyolojik/Ekolojik Yaklaşımlar
Psikiyatrik modellerin şiddet içeren davranışları açıklamakta yetersiz kaldığı yönündeki
eleştiriler ve bağlamsal faktörleri dikkate almaya yönelik artan ilgi sonucu, aile içi şiddet
araştırmalarında
sosyolojik/ekolojik
yaklaşımlar
ağırlık
kazanmıştır
(Wolfe,
1999).
Sosyolojik/ekolojik yaklaşımlar, şiddet açısından risk yaratan sosyal çevre özelliklerine
odaklanmaktadır (Loseke, 2005). Bu bölümde, sosyolojik/ekolojik yaklaşımlar arasından
kaynaklar teorisi, sosyal dezorganizasyon teorisi, aile içi şiddet paradigması ve
biyopsikososyal model sunulacaktır.
2.2.3.1. Kaynaklar Teorisi
Bu teori, şiddetin ortaya çıkmasında maddi kaynaklara ulaşma bakımından dezavantajlı bir
konumda bulunmanın etkili olduğunu ileri sürmektedir. Buna göre, düşük gelire sahip
ailelerde, alternatif yöntemlerin geliştirilememesi nedeniyle, bir kontrol aracı ve çatışma
çözüm yöntemi olarak şiddete daha fazla başvurulmaktadır (Loseke, 2005).
Çocuğun aile üyeleri tarafından ihmal edilmesine neden olan faktörlerin başında ekonomik,
ekolojik ve sosyal faktörler gelmektedir (Crosson-Tower, 1999). Ailelerin çocuklarına uygun
bakımı sağlamak için gereksinim duydukları maddi ve sosyal kaynaklara sahip olmadığı
koşullarda, bu faktörler birbirleri ile etkileşim içine girerek ihmalin ortaya çıkmasına yol
32
açmaktadır (Crosson-Tower, 1999). Düşük sosyo-ekonomik statü ile çocuğun fiziksel
istismarı arasında da korelasyon olduğu görülmektedir (Milner, 1998). Ebeveynlerin sahip
olduğu sosyal koşullar kontrol edilemez hale geldikçe, günlük yaşam olayları ile başa
çıkabilmek için istismar edici davranışlara daha sık başvurulmaktadır (Wolfe, 1999). Düşük
sosyo-ekonomik statünün, şiddetin ortaya çıkmasında tek başına belirleyici olmadığı, bu
duruma eşlik eden zayıf iletişim ve olumsuz ebeveyn-çocuk etkileşimleri gibi faktörler
nedeniyle şiddete yatkınlık yarattığı düşünülmektedir (Milner, 1998). Yoksulluğun bizatihi
kendisi değil, gelir düzeyi ile yakından ilişkili olan ekonomik istikrar, yerleşim yeri, yaşam
kalitesi, sosyal destek gibi çevresel faktörler çocuklara yönelik ihmali ve şiddeti yordayıcı
görünmektedir (Crosson-Tower, 1999; Tolan ve Guerra, 1998).
Aile içi kadına yönelik şiddetin eğitim durumu, gelir, etnik köken gibi sosyoekonomik
değişkenlerden bağımsız biçimde varlığını sürdürdüğünü ortaya koyan geniş bir yazın
bulunmakla birlikte, sosyal bağlamın bazı kadınları şiddete maruz kalma ve şiddetin
sonuçlarına karşı koyma açısından diğerlerinden daha dezavantajlı kıldığı kabul edilmektedir
(Cattaneo ve DeLoveh, 2008; Straus, Gelles, Steinmetz, 1980). Buna karşın, yüksek
sosyoekonomik statüye sahip olmak kadınların cinsel şiddete maruz kalmaları açısından güçlü
bir koruyucu bir faktör değildir (Koenig, Ahmed, Stephenson, Jejeebhoy, Campbell, 2006).
Düşük sosyoekonomik statüye sahip olmak kadınların şiddete karşı savunmasızlığını
arttırmakta, şiddete maruz kalmak da kadınları yoksulluğun olumsuz etkilerine daha açık hale
getirmektedir (Hotaling ve Sugarman, 1986; Koenig, Ahmed, Stephenson, Jejeebhoy,
Campbell, 2006). Düşük sosyoekonomik statü, erkeklerin hem eşlerine şiddet uygulama
durumları ile hem de zaman içinde uyguladıkları şiddeti devam ettirmeleri ile ilişkili
görünmektedir (Aldarondo ve Sugarman, 1996; Sugarman ve Hotaling, 1989). Yoksulluk ve
aile içi şiddet arasındaki etkileşimi açıklayan mekanizmalardan birisi farklı sosyoekonomik
koşullara sahip kadınlar arasında yardım arama davranışı konusunda görülen farklılıklardır
(Cattaneo ve DeLoveh, 2008). Daha fazla maddî olanağa sahip olan kadınların şiddete tepki
gösterme aşamasında daha fazla seçeneğe sahip olduğu ve bu nedenle, şiddeti sonlandırmak
için kullandıkları stratejilerde daha başarılı olduğu düşünülmektedir (Cattaneo ve DeLoveh,
2008).
Ekonomik güçlüklere yol açan işsizlik, düşük gelir vb. faktörlerin aile içi kadına yönelik
şiddeti hangi yollarla tetiklediğine dair çeşitli varsayımlar bulunmaktadır. Ekonomik
33
sorunların yol açtığı stres ve engellenme duyguları eşler arasındaki çatışmaları arttırmakta ve
saldırganca davranışlar biçiminde kendini dışavurabilmektedir (Benson, Fox, DeMaris, van
Wyk, 2003). Ekonomik istikrarsızlık içinde bulunmak erkeksi kimliğe yönelik bir tehdit
biçiminde algılanabilmektedir (Benson, Fox, DeMaris, van Wyk, 2003). Alt sosyoekonomik
gruptan erkekler, toplumsal açıdan sarsılmış otoritelerini yeniden kurmak için yakın ilişkileri
içinde kadınları baskı altına almanın bir yolu olarak şiddet uygulayabilmektedirler (Sugarman
and Hotaling, 1989). Bu açıdan, işsizliğin ve ekonomik yoksunluğun finansal boyutları değil
sembolik anlamları kadına yönelik şiddet ile ilişkili görünmektedir (Benson, Fox, DeMaris,
van Wyk, 2003).
2.2.3.2. Sosyal Dezorganizasyon Teorisi
Sosyal dezorganizasyon teorisine göre, göç, boşanma, yoksulluk, etnik farklılıklar vb.
faktörlerin yüksek oranlarda görüldüğü toplumlarda, sosyal kontrolün ve kolektif etkinin
azalması nedeniyle daha yüksek oranlarda şiddet suçu işlenmektedir (Rollins, 1996). Bir
başka görüş ise, belirtilen yapısal değişkenlerle suç istatistiklerinde gözlenen artış arasındaki
ilişkiyi bireysel düzlemde aile yapısında meydana gelen çözülmelerle açıklamaktadır
(Weatherburn ve Lind, 2006).
Çocuklarını fiziksel olarak istismar eden ebeveynlerin daha fazla stresli yaşam olayına ve
daha yalıtılmış bir yaşam biçimine sahip olduğu, ayrıca kişisel ve toplumsal kaynakları
harekete geçirme aşamasında yetersizlikler yaşadığı ortaya konmuştur (Milner, 1998).
Nüfusun yoğun ve hane başına düşen çocuk sayısının fazla olduğu yoksul çevrelerde ve tek
ebeveynli ailelerde yetişen çocuklar, aile içinde ya da dışında kötüye kullanılma açısından
daha fazla risk taşımaktadırlar (Coulton ve Korbin, 1995). Farklı araştırmalarda, düşük aile
geliri, coğrafi hareketlilik, etnik azınlık grubuna mensup olma ve sosyal yalıtılma ile
çocukların ve ergenlerin ebeveynleri tarafından ihmal edilmeleri arasında anlamlı ilişki
bulunmuştur (Weatherburn ve Lind, 2006; Williamson, Borduin, Howe, 1991). Bu bulgular
ışığında, çocuk ihmali ve istismarının toplumsal düzende görülen aksaklıkların sonuçlarından
biri olduğu ve diğer kentleşme problemlerinin de artışına neden olan sosyal koşullarla
bağlantılı biçimde ortaya çıktığı söylenebilir (Coulton ve Korbin, 1995).
Ekonomik sorunlar, göç ve olumsuz çevre koşullarının da dahil olduğu yapısal değişkenler
aile içi kadına yönelik şiddete doğrudan neden olmasa da, şiddetin ortaya çıkmasına yol açan
34
birincil faktörlerin etkisini arttıran bir bağlam yaratmaktadır (Tilley ve Brackley, 2005).
Dezavantajlı bir çevrede yaşayan bireyler arasındaki toplumsal bağların zayıflaması nedeniyle
dağılan sosyal kontrol ve artan sosyal izolasyon, şiddet kullanımına ilişkin kültürel kabullerle
birlikte, aile içi kadına yönelik şiddetin yüksek oranlarda görülmesine zemin hazırlamaktadır
(Benson, Fox, DeMaris, van Wyk, 2003). Sosyal izolasyon, aile içi şiddete maruz kalan
kadınların resmi ya da gayri resmi kaynaklardan elde edebileceği sosyal destek olanaklarını
kısıtlayarak ve yardım arama davranışlarına ket vurarak şiddetin varlığı, süresi ve boyutları
üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktadır (Farris ve Fenaughty, 2002; Raj ve Silverman,
2003).
2.2.3.3. Biyopsikososyal Model
Tolan ve Guerra (1998), çocukların aile içinde çeşitli biçimlerde maruz kaldığı istismar ve
ihmal yaşantılarına yol açan faktörleri ele alan biyopsikososyal bir model geliştirmiştir. Bu
modelde, risk faktörleri, çocuklara yönelik şiddete etkileri açısından dört düzeyde –bireysel,
kişilerarası yakın ilişkiler, yakın sosyal bağlamlar, sosyal makrosistemler- incelenmektedir.
Modele göre, sosyal düzeyde yer alan makrosistemler, diğer sistemlerin etkilerini de
belirleyici ve kapsayıcı rol oynamaktadır, bu nedenle şiddeti açıklamak için temel bir
başlangıç noktası olmaktadır. Kolektif yaşama yön veren sosyal normların pek çoğu, şiddetin
sosyal ve kişisel sorunları çözmek için etkili, gerekli ve kabul edilebilir olduğu varsayımına
dayanmaktadır. Medya organlarında şiddetin temsili konusunda yapılan sayısız çalışma, bu
temsillerin çocuklara yönelik şiddet de dahil olmak üzere kişilerarası ilişkilerde ortaya çıkan
saldırganca davranışlar üzerindeki dolaylı ve doğrudan etkilerini ortaya koymaktadır. Bu
sosyal normlar ve temsiller, bireylerin şiddet içeren eylemlere katılmalarını kolaylaştıran ve
meşrulaştıran bir atmosfer yaratmakta, böyle bir atmosfer de çocuklara ve kadınlara yönelik
şiddete zemin hazırlamaktadır. Ebeveynlerin, bakım verenlerin ya da çocukların eğitiminden
sorumlu kişilerin çocukları disipline etmek amacıyla fiziksel cezalara başvurması bazı
toplumlarda yasalar tarafından da desteklenmekte, böylece çocuklara yönelik şiddetin
onaylanabilir olduğu yönündeki sosyal normlar pekişmektedir. Belirli sınırlar çerçevesinde de
olsa, yetişkinlere çocukları fiziksel biçimde cezalandırma yetkisi tanınması, çocukların
yetişkinler dünyasında ikincil statüye sahip görülmesi ile yakından ilişkilidir. Üstelik
çocuklar, diğer gruplarla karşılaştırıldığında, şiddetin ortaya çıkmasında etkili olduğu
belirlenmiş sosyal etkenlere (yoksulluk, ekonomik eşitsizlikler, işsizlik, sosyal izolasyon,
35
etnik köken, toplumsal cinsiyet ve sınıf ayrımcılığı vb.) karşı daha duyarlıdırlar ve stresli
yaşam olaylarından daha fazla zarar görmektedirler (Tolan ve Guerra, 1998; 195-209).
2.2.3.4. Aile İçi Şiddet Paradigması
1970’lerde kadın hareketinin kadına yönelik şiddet olgusunu gündeme getirmek için kararlı
bir biçimde sergilediği eylemler, konu ile ilgili gözle görülür bir toplumsal farkındalık
yaratmanın yanı sıra, konuya gösterilen akademik ilgiyi de hareketlendirmiş, bu tarihten
itibaren kadına yönelik şiddet, üzerinde gittikçe artan sayıda araştırmanın yapıldığı önemli bir
çalışma alanı haline gelmiştir (Kurz, 1993; Straus, 1992). Bu dönemde kadınlara eşleri
tarafından uygulanan fiziksel şiddet ağırlıklı olarak, sosyoloji kökenli araştırmacılar olan
Straus, Gelles ve Steinmetz tarafından ortaya atılan aile içi şiddet paradigması ekseninde ele
alınmıştır (Straus ve Gelles, 1986; Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980). Aile içi şiddet
paradigması çerçevesinde şiddet, herhangi bir aile üyesinin bir başka aile üyesine-eşlerin
birbirlerine, ebeveynlerin çocuklarına, çocukların ebeveynlerine, kardeşlerin birbirlerinekarşı yönelttiği bir olgu olarak kavramsallaştırılmaktadır (Straus ve Gelles, 1986; Straus,
Gelles ve Steinmetz, 1980). Aile içi şiddet paradigmasının analiz birimi kadın ve erkekler
arasındaki ilişki biçimleri değil, aile biriminin kendisidir; bu nedenle “battering” ya da “wife
abuse” terimleri yerine “family violence” teriminin kullanılması bilinçli bir seçimi
yansıtmaktadır (Kurz, 1993).
Bu dönemde aile içi şiddetin yaygınlığını belirlemek amacıyla yapılan alan araştırmalarında
kullanılan temel veri toplama aracı, aynı araştırmacılar tarafından geliştirilen Anlaşmazlık
Taktikleri Ölçeği (Conflict Tactics Scale) olmuştur (Straus, 1979). Ölçek, araştırmanın
yapıldığı tarihten itibaren son bir yıl içinde eşler arasındaki anlaşmazlıkları, bu
anlaşmazlıkları çözmek için kullanılan taktikleri, şiddet içeren davranışları ve hangi
sıklıklarla ortaya çıktıklarını sorgulamaktadır (Straus, 1979). CTS temelli birinci kuşak
araştırmaların sonuçları, sözel ve fiziksel şiddet içeren davranışların aile içinde beliren
çatışmaları çözmek için hem erkekler hem de kadınlar tarafından sıklıkla kullanıldığını ve
şiddet kullanımı açısından cinsiyetler arasında göreceli bir eşitlikten bahsetmenin mümkün
olduğunu göstermektedir (Straus ve Gelles, 1986; Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980). Bu
sonuçlara feminist araştırmacılar tarafından getirilen yöntemsel eleştirilerde şiddet içeren
davranışları kimin başlattığı, kimin daha fazla zarar gördüğü, hangi davranışların savunma
amacı taşıdığı gibi önemli soruların atlandığı vurgulanmıştır (Kurz, 1993). Bu konudaki bir
36
başka eleştiri de, deneyimlerini aktarma konusunda kadınlar ve erkekler arasındaki
farklılıkların, erkekler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemlerinin daha düşük oranlarda
bildirilmesine yol açtığına, dolayısıyla bulguların gerçek oranları yansıtmaktan uzak olduğuna
dikkat çekmektedir (Kurz, 1993). Bu eleştiriler doğrultusunda, 1990’larda gerçekleştirilen
ikinci kuşak araştırmalarda CTS’ye cinsel şiddet ve şiddetin fiziksel sonuçları ile ilgili yeni
maddeler eklenmiş, soruların sorulma biçimi ve sıralamasında değişikliklere gidilmiştir
(Altınay ve Arat, 2007).
Straus, Gelles ve Steinmetz (1980, 1986), aile yaşamının her alanına yayılmış bir olgu olarak
gördükleri şiddeti modern aile ideolojisi ile ilişkilendirerek tartışmakta ve şiddeti ortaya
çıkaran üç ana neden üzerinde durmaktadırlar. Öncelikle modern yaşam, bireyleri ve aileleri
baş edilmesi gereken sayısız stres faktörü ile karşı karşıya getirmektedir. Zor çalışma
koşulları, işsizlik, ekonomik güvencesizlik, sağlık sorunları gibi stres yaratan durumlar aile içi
çatışmalara, dolayısıyla aile üyelerinin birbirlerine karşı şiddet kullanımına neden olmaktadır
(Sugarman ve Hotaling, 1989). Aynı zamanda sosyal bir kurum olarak ailenin sahip olduğu
çeşitli nitelikler, aile birliğinin sürekliliğini sağlamakla birlikte, şiddetin ortaya çıkmasına ve
devam etmesine yol açmaktadır. Ailenin mahrem bir alan olarak görülmesi sosyal izolasyona,
sosyal izolasyon da aile içi şiddetin tüm türlerine zemin hazırlamaktadır (Loseke, 2005).
İkinci olarak, sosyal ve kültürel değerler, çatışmaların çözümünde şiddetin kullanılmasını
etkili bir araç olarak kabul etmekte, dahası kimi durumlarda desteklemektedir. Üçüncüsü,
ailelerin disiplin sağlama ve cezalandırma amacıyla çocuklarına karşı fiziksel güç kullanması
ve bu davranışın belirli bir ölçüde toplumsal kabulle karşılanması, şiddetin normalleştirildiği
bir sosyalleşme ortamı yaratmaktadır (Straus, 1992). “Her kuşak, şiddetin mağduru ya da
tanığı olduğu bir aileye mensup olma yoluyla şiddeti öğrenmektedir. Böylece şiddet şiddeti
doğurmaktadır” (Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980; 121).
Straus, Gelles ve Steinmetz (1980, 1986), analizlerinde toplumsal yapının ve aile sisteminin
cinsiyetçi unsurlarına da yer vermektedirler. Kadınlar tarafından eşlerine uygulanan şiddetle,
erkekler tarafından eşlerine uygulanan şiddet arasında şiddetin nedenleri, sonuçları ve
boyutları bakımından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar ile cinsiyetçi
organizasyonlar ve cinsiyetler arası güç eşitsizlikleri arasında bağlantı kurulsa da, toplumsal
cinsiyet kavramı aile içi şiddet paradigmasının temel değişkenlerinden biri değildir. Eşler
arası güç dağılımının yönü doğrultusunda, aileler kadın egemen, erkek egemen ve demokratik
olmak üzere üç kategoriye ayrılmakta (Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980), gücü elinde
37
bulundurma ve şiddet uygulama açısından kadınlar ve erkekler eşdeğer görülmektedir (Straus,
1992; Straus ve Ramirez, 2007).
2.2.4. Feminist Yaklaşımlar
Kadına yönelik şiddeti açıklamaya çalışan feminist yaklaşımlar, psikolojik modellerin tersine
bireysel farklılıklar üzerine odaklanmamakta, şiddeti içinde gerçekleştiği sosyokültürel
bağlam içinde anlamaya çalışmaktadır. Ağırlık verdikleri konuların çeşitliliği açısından bir
dizi feminist bakış açısından bahsetmek mümkündür; bununla birlikte feminist yaklaşımların
tümünde temel analiz birimi toplumsal cinsiyet ve güç ilişkisidir (Yllö, 2005).
Kadına yönelik şiddet, hiçbir koşulda toplumsal cinsiyetten bağımsız değildir ve hangi formda
gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, kadınlar üzerindeki erkek kontrolünün önemli bir bileşeni
olmaktadır (Yllö, 2005). Feminist yaklaşımların aile içi kadına yönelik şiddet konusundaki
temel argümanı, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin fiziksel ve psikolojik açıdan istismar edici
tutum ve davranışları ortaya çıkardığı ve aynı zamanda bu davranışlar tarafından beslendiğidir
(Kurz, 1993). Modern aile ve evlilik yapısının kökeninde, eşler arasında eşitliğin sağlanması
yönünde geçirdiği tüm evrimlere rağmen, kadının ikincil statüye sahip olması yer almaktadır.
Kadınların ev işleri, çocuk bakımı, duygusal destek vb. ev alanına ait görevlerin yerine
getirilmesinden, erkeklerin ise ailenin geçimini sağlama, dış dünya ile bağlantı kurma vb.
daha değerli olduğu düşünülen rolleri üstlenmekten sorumlu tutulduğu bir aile sistemi önemli
kararları alma aşamasında kadınları erkeklerden daha düşük bir statüye yerleştirmektedir. Bu
statü farklılıkları temelinde, erkeklerin kontrol amacıyla eşlerine karşı fiziksel ve psikolojik
şiddet kullanması toplumsal normlar tarafından onaylanmaktadır. Kadınların eşlerine olan
ekonomik bağımlılıkları, onları aile içi şiddet için uygun bir hedef haline getirmekte, aynı
zamanda şiddet içeren bir evlilik ilişkisini sonlandırmayı engelleyen faktörlerin başında
gelmektedir (Kurz, 1993).
Feminist bakış açısı, ailenin erkek üyelerinin diğer aile üyeleri üzerinde kontrol kurma
çabasının aile içi şiddetin farklı türleri altında yatan ortak neden olduğunu savunmaktadır
(Kurz, 1993). Kadınların eş şiddetine maruz kaldığı ailelerde, çocukların babaları ya da
anneleri tarafından ihmal ve istismar edilmesine sıklıkla rastlanmaktadır (Lewis, 2003). Aile
içi şiddet paradigması savunucuları tarafından dile getirilen şiddetin kuşaklararası aktarıldığı
görüşü, feminist araştırmacılar arasında da destek bulmaktadır. Bununla birlikte, bu görüş,
38
şiddetin sosyokültürel arkaplanını görmezden gelerek bireye ve aile sistemine ait patolojilere
odaklandığı için eleştirilmektedir (Kurz, 1993).
Çocuk ihmali konusunda geliştirilen teorik yaklaşımların ve gerçekleştirilen sosyal hizmet
çalışmalarının pek çoğu, anneyi çocuk bakımından sorumlu aslî ebeveyn olarak gördüğü için
feministler tarafından eleştirilmektedir (Turney, 2000). Kadınlarla ve kadınsılıkla eşleştirilen
bakım verme işlevi, söz konusu çocuklara sağlanması gereken bakım olduğunda, tartışılmaz
biçimde annenin üstlenmesi gereken bir görev olarak değerlendirilmektedir. Çocuğun
bakımının ihmal edildiği ailelerde kaçınılmaz biçimde annenin varlığı ya da yetersizliği
sorgulanmakta, babanın rolü üzerinde nadiren durulmaktadır (Turney, 2000).
Feminist yaklaşım, kadınlara eşleri tarafından yöneltilen şiddet ile tecavüz, cinsel taciz, ensest
gibi diğer kadına yönelik şiddet türleri arasındaki bağlantılara dikkat çekmektedir (Kurz,
1993). Örneğin, tecavüz, cinsel motiflerle ortaya çıkan sapkın bir davranış olarak değil,
iktidar amaçlı saldırganlığın cinsel yollarla ifade edilmesi biçiminde değerlendirilmektedir
(Yüksel, 1996(b); 117). Benzer biçimde, ensest de, erkeklere her nasıl olursa olsun cinsel
dürtülerini tatmin etme hakkını teslim eden, kadınları ise erkeklerin cinsel isteklerini
karşılamaktan yükümlü gören ataerkil bir sosyal sistemde yer alan toplumsal cinsiyet
eşitsizliklerinin örneklerinden biri olarak kavramsallaştırılmaktadır (Haugaard, 1988). Aynı
toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin bir sonucu olarak, anne ve çocuklar babanın ekonomik
hakimiyeti altında yaşamlarını devam ettirmekte, böylece babanın istediği biçimde
davranabildiği fakat diğerlerinin buna karşı koyamadığı bir aile yapısı ortaya çıkmaktadır
(Haugaard, 1988).
Cinsel şiddet üzerine gerçekleştirilmiş feminist araştırmaların önemli bir bölümü, toplumda
yer alan tecavüz mitlerini ve tecavüzü destekleyen yaklaşımları irdelemektedir (Rollins 1996).
Koss ve Harvey (1991), tecavüze yol açan faktörlerin, etki derecelerine göre sıralandığı
hiyerarşik bir model geliştirmişler ve hiyerarşinin en üst basamağına tecavüzü destekleyen
sosyal yapıları yerleştirmişlerdir. Toplumsal düzeyde, tecavüz, toplumsal cinsiyet
eşitsizliklerinden kaynaklanan ve kadınları baskı altına almak için kullanılan bir mekanizma
olarak görülmektedir (Koss ve Harvey, 1991). Tecavüz, kültürel değerler içine sinmiş
cinsiyetçi unsurlar ve kadın-erkek ilişkilerinin nasıl olması gerektiğine dair toplumsal
beklentiler tarafından desteklenmektedir. Bu noktada, tecavüz mitleri kadınlık, erkeklik ve
39
cinsellik kavramları üzerinden erkek egemen ideolojinin yeniden üretilmesine yol açan sosyal
temsiller oluşturmaktadır (Koss, Heise ve Russo, 1994; Lonsway ve Fitzgerald).
Sanday (1981), kültürlerarası bir bakış açısına dayalı antropolojik incelemesinde, toplumları
“rape-prone” ve “rape free” olarak sınıflandırmaktadır (Rollins, 1996). Buna göre, tecavüz
sıklığının yüksek olduğu, tecavüzün bir merasim biçiminde gerçekleştirildiği ya da kadınları
cezalandırma aracı olarak kullanıldığı toplumlar “rape-prone” kategorisine girmektedir. Bu
toplumların ortak özellikleri arasında kadınların karar alma mekanizmalarında daha az role,
dolayısıyla daha az güce ve daha düşük statüye sahip olması, cinsiyetler arasındaki ayrımın
belirgin olması ve baba-kız ilişkisinin soğuk, mesafeli ve katı nitelik taşıması yer almaktadır.
Tecavüz, erkekleri sert ve saldırgan olmaya teşvik eden bir şiddet kültürü ya da altkültürünün
ürünü olarak değerlendirilmektedir (Rollins, 1996).
Benzer biçimde, erkek egemenliğinin yaygın olduğu kültürlerde ve buna paralel olarak
babanın otoritesine dayalı ailelerde baba-kız ensestinin ortaya çıkma ihtimali artmaktadır
(Rollins, 1996). Baba-kız ensestinin yaşandığı ailelerde gözlenen ortak özellikler bu görüşü
destekler niteliktedir. Dışarıdan bakıldığında geleneksel değerlere bağlı bir yaşam tarzını
benimsemiş izlenimi veren bu ailelerde babanın diğer aile üyeleri üzerinde mutlak hakimiyeti
bulunmaktadır. Anne ve çocuklar maddi kaynakları elinde bulunduran babaya ekonomik
açıdan bağımlıdır. Kadınlara yönelik ayrımcılık çok çeşitli yollarla dışavurulmaktadır.
Babanın diğer aile üyelerini denetim altına alma isteğine sıklıkla fiziksel güç kullanma eğilimi
eşlik etmektedir (Herman ve Hirschman, 1993).
White ve Kowalski (1996), kadına yönelik şiddetin altında yatan çok sayıda faktörü birleştiren
ve bireysel davranışı belirli bir bağlam içine yerleştirmeye olanak tanıyan bir model
geliştirmişlerdir (White, Bondurant ve Donat, 2004). Model birbiriyle etkileşim halinde
bulunan çeşitli faktörleri beş düzeyde ele almaktadır: sosyokültürel, sosyal, ikili, durumsal,
içsel (Şekil 2). Sosyokültürel düzey tarihsel ve kültürel değerleri içermektedir. Bu değerler,
erkeklere kadınlardan daha fazla değer biçmesi ve siyaset, ekonomi gibi sosyal alanlarda
erkeklerin egemenliğini varsayması nedeniyle ataerkil niteliktedir. Modele göre bu düzeyde
işleyen ataerkillik tüm ilişkilerdeki güç dinamiklerini etkilemektedir. Kuşaktan kuşağa
aktarılan paylaşılmış düşünce ve inanç paternleri sosyal ağları tanımlamaktadır. Tarihsel ve
sosyokültürel faktörler, çocukların kuralları ve beklentileri, önce aile ortamında, daha sonra
akran gruplarında, yakın ilişkiler içerisinde ve çalışma hayatında öğrendiği bir çevre
40
yaratmaktadır. Bireysel şiddet cinsiyetleştirilmiş bu bağlamlar içine gömülmüştür. Güç
dinamikleri kişilerarası ilişkiler düzeyinde sahnelendikçe, cinsiyetleştirilmiş değerler,
beklentiler ve davranışlar içselleştirilmektedir. Böylece, güçlü olanın zayıf olanı baskı altında
tutmak için saldırganlığı bir araç olarak kullanmasını destekleyen kültürel normlar, cinsiyet
eşitsizlikleri ile iç içe geçtiğinde kadına yönelik şiddeti ortaya çıkaran bir iklime yol
açmaktadır. (White, Bondurant ve Donat, 2004; 472-473).
Şekil 2: Bütünleyici bağlamsal gelişimsel kadına yönelik şiddet modeli (White ve Kowalski,
1996’dan alınmıştır.)
White, Donat ve Bondurant (2001), kadınların çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemleri
boyunca çeşitli görünümler altında maruz kaldıkları şiddet türlerini gelişimsel boyutlarıyla
tartışmaktadırlar. Gelişimsel bakış açısına göre, şiddet insan yaşamının hiçbir döneminde
cinsiyetten arınmış bir biçimde ortaya çıkmamaktadır. Kadınların mağdur, erkeklerin
saldırgan konumunda yer aldığı şiddet biyolojik etmenler tarafından değil, kadınların ve
41
erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği konusunda farklı sosyalleşme aşamalarında öğrenilen
ve cinsiyetler arası güç eşitsizliklerini destekleyen streotipler tarafından belirlenmektedir.
Çocuklar, yaşamlarının ilk yıllarından itibaren güçlü olanın zayıf olan üzerinde kontrol
sağladığını ve bu kontrol ilişkisinin kadınların aleyhine işlediğini öğrenmektedirler. Erkeklik
güç ve üstünlükle özdeşleşen bir kavram olarak algılanırken, mağduriyet cinsiyetler açısından
dengesizlikler barındıran bir olgu olarak yaşanmaktadır. Saldırganlık erkekler tarafından
kullanıldığında diğerleri üzerinde kontrol sağlamak için başvurulan işlevsel bir araç, kadınlar
tarafından kullanıldığında ise kendi davranışları üzerindeki kontrolü kaybetmenin bir işareti
olarak kodlanmaktadır. Fiziksel saldırganlık erkek çocukların oyunlarının “doğal” bir parçası
sayılmakta, bu nedenle aileler tarafından doğrudan teşvik edilmese de hoş görülebilen
maskülen bir davranış olarak değerlendirilmektedir. Kız çocuklara iletilen mesaj ise
kendilerini erkeklerin saldırganlığından korumaları, ancak bunu yaparken saldırganca
davranışlardan kaçınmaları yönündedir (White, Donat ve Bondurant, 2001; 343-357).
Toplumsal cinsiyet kimliklerinin inşası açısından önemli bir süreç olan ergenlik dönemi
boyunca, çocukluk döneminde içselleştirilmiş roller, normlar ve beklentiler etkileri gittikçe
belirginleşen biçimlerde genç kız ve erkekler arasındaki ilişkileri yönlendirmeye devam
etmektedir. Bu dönemde genç kızlar ve erkekler, geleneksel cinsiyet rollerine uyma
konusunda çevreleri tarafından kendilerine yöneltilen yoğun bir baskı altındadırlar. Erkeksi
kimliğin inşası, büyük ölçüde erkeklerin kendilerini kadınlara ait olduğu düşünülen tutum ve
davranışlardan uzaklaştırması ve kadınsı olanın dışlanması üzerine kurulmaktadır. Kadın
bedenini erkek bakışına ve takdirine sunulan bir nesne olarak kurgulayan bakış açısı
kadınların kendileri tarafından da içselleştirilmekte ve kadınlar kendi değerlerini diğerlerinin,
özellikle de erkeklerin yargılamaları doğrultusunda belirlemektedirler. Bu süreçlere paralel
olarak karşı cinsle kurulan yakın ilişkiler kız ve erkekler açısından farklı anlamlar
taşımaktadır. Genellikle kadınlar için bağımlılık, erkekler için ise kontrolü elinde
bulundurmak mahrem bir ilişkiyi sürdürmenin temel motiflerinden biri olmaktadır. Bu
noktada psikolojik, fiziksel, cinsel ya da ekonomik yollarla ortaya konan şiddet, kontrol
kazanma amacıyla kullanılan taktiklerden biridir. Yakın ilişkiler içerisinde kadınların ve
erkeklerin benzer oranlarda şiddet kullandığını bildiren yayınlara rağmen, gözden
kaçırılmaması gereken nokta kadınları şiddet kullanmaya iten motivasyonun kendini
savunma, erkekleri şiddete iten motivasyonun ise gözdağı verme ya da korku yaratma isteği
olmasıdır (White, Donat ve Bondurant, 2001; 343-357).
42
2.3. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ
2.3.1. Kadına Yönelik Şiddet ile Travma Sonrası Stres Bozukluğu İlişkisi
2.3.1.1. Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun Tanımı
“Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) herkes için ağır sayılabilecek, olağandışı fiziksel
ya da ruhsal travmayla karşılaştıktan sonra, olayın tekrar tekrar yaşanması, tepkilerde
yavaşlama, dış dünyaya ilginin azalması, otonomik, disforik ve kognitif semptomların değişik
derecelerde bulunması ile belirli ruhsal bir bozukluktur” (Battal ve Özmenler, 1997; 505).
TSSB tanısı için travmatik bir yaşantının varlığı zorunludur; bu açıdan TSSB’nun DSM
ölçütlerine göre etiyolojik öncülü kesin bir biçimde belirlenmiş yegâne bozukluk olduğu
söylenebilir (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999). TSSB’na yol açabilecek travmatik
olaylar arasında savaşlar, fiziksel ya da cinsel saldırılar, kaçırılma, rehin alınma, terörist
saldırılar, işkence, doğal ya da insan eli ile oluşturulmuş felaketler, kazalar ve yaşamı tehdit
eden hastalıklar yer almaktadır (DSM-IV, 1994). Sayılanlarla sınırlı olmamakla birlikte, bu
tür travmatik olaylara maruz kalmak, tanık olmak ya da bu olayların yakın bir tanıdığının
başına geldiğini öğrenmek, kişilerde TSSB belirtilerinin ortaya çıkmasını tetikleyebilmektedir
(DSM-IV, 1994).
2.3.1.2. TSSB’nun Tanı Ölçütleri
Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun DSM-IV’e göre tanı ölçütleri
A. Aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu bir biçimde kişi travmatik bir olayla
karşılaşmıştır:
(1) Kişi gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da
başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş
ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir.
(2) Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır
(Çocuklar bunların yerine dezorganize ya da ajite davranışla tepkilerini dışa
vurabilirler).
43
B. Travmatik olay aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası) yoluyla sürekli olarak yeniden
yaşanır.
(1) Olayın, elde olmadan tekrar tekrar anımsanan sıkıntı veren anıları; bunların
arasında düşlemler, düşünceler ya da algılar vardır (Küçük çocuklar travmanın
kendisini ya da değişik yönlerini konu alan oyunları tekrar tekrar oynayabilirler).
(2) Olayı, sık sık, sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme (Çocuklar içeriğini tam
anlamaksızın korkunç rüyalar görebilirler).
(3) Travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme (uyanmak
üzereyken ya da sarhoşken ortaya çıkıyor olsa bile, o yaşantıyı yeniden yaşıyor gibi
olma duygusunu, illizyonları, hallüsinasyonları ve dissosiyatif “flashback” epizodlarını
kapsar).
(4) Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla
karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma
(5) Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla
karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme
C. Aşağıdakilerden üçünün (ya da daha fazlasının) bulunması ile belirli, travmaya eşlik etmiş
olan uyaranlardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma (travmadan
önce olmayan):
(1) travmaya eşlik etmiş olan düşünce, duygu ya da konuşmalardan kaçınma çabaları
(2) travma ile ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler ya da kişilerden uzak durma
çabaları
(3) travmanın önemli bir yönünü anımsayamama
(4) önemli etkinliklere karşı ilginin ya da bunlara katılımın belirgin olarak azalması
(5) insanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları
(6) duygulanımda kısıtlılık (örneğin sevme duygusunu yaşayamama)
(7) bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma (örn. Bir mesleği, evliliği, çocukları ya da
olağan bir yaşam süresi olacağı beklentisi içinde olmama)
D. Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması ile belirli, artmış uyarılmışlık
semptomlarının sürekli olması:
(1) uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük
(2) irrabilite ya da öfke patlamaları
(3) düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada zorluk çekme
(4) hipervijilans
(5) aşırı irkilme tepkisi gösterme
44
E. Bu bozukluk (B, C ve D tanı ölçütlerindeki semptomlar) 1 aydan daha uzun sürer.
F. Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da
işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur.
DSM-IV’e göre bu belirtiler 3 aydan daha kısa sürerse akut, daha uzun sürerse kronik, stres
etkeninden en az 6 ay sonra başlamışsa gecikmeli başlangıçlı olarak tanımlanmaktadır.
2.3.1.3. TSSB’nun Epidemiyolojisi
Çeşitli epidemiyolojik çalışmalar, bozukluğun yaşam boyu prevalansının erkeklerde %1 ile
%6, kadınlarda %2 ile %14 arasında olduğunu ortaya koymaktadır (Breslau, 2002; Kessler,
Sonnega, Bromet, Hughes, Nelson, 1995; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000).
TSSB’nun görülme sıklığı, cinsel saldırıya maruz kalan kişilerde cinsel saldırının biçimine
bağlı olarak %30’dan %80’e; fiziksel saldırıya maruz kalan kişilerde %23’den %39’a kadar
değişmektedir (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999).
2.3.1.4. TSSB’nun Etiyolojisi
TSSB ile ilgili nörobiyolojik çalışmalar, travmatik olaylara maruz kalmış kişilerdeki sempatik
aktivasyon, nöroendokrin fonksiyonlar, opiyat sistem değişiklikleri, seratonin ve ERP (olaya
ilişkin potansiyel) anormallikleri gibi biyolojik faktörler ve REM (hızlı göz hareketleri)
değişiklikleri üzerinde yoğunlaşmakta ve TSSB belirtilerini bu nörolojik faktörler
çerçevesinde açıklamaktadır (Battal ve Özmenler, 1997).
Bilişsel-davranışçı yaklaşıma göre, TSSB belirtileri, travmatik yaşantı ile ilişkili uyaranlara
verilen klasik ve edimsel koşullanma yanıtı biçiminde ortaya çıkmaktadır (Scott, 2000).
Kilpatrick, Veronen ve Resick (1979) ve Keane, Zimering ve Caddell (1985), Mowrer (1960)
tarafından geliştirilen iki fazlı fobik kaçınma modelini travma sonrası görülen psikopatolojiyi
açıklamak için uyarlamışlardır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999). Bu modele göre,
travmatik olay, TSSB belirtilerinin koşulsuz tepki biçiminde ortaya çıkmasına yol açan
koşulsuz uyaranlar sunmaktadır. Kaçınma, aşırı uyarılmışlık ve uyuşma biçimindeki koşulsuz
tepkiler, travmatik olay esnasında varolan dikkat çekici uyaranlarla ilişkilendirilmekte; bu da
öğrenilmiş korku tepkilerinin gelecekte ortaya çıkma olasılığını güçlendirmektedir. Böylece,
travmatik yaşantıyı hatırlatan herhangi bir uyaran, travmaya verilen koşulsuz tepkilere eş ya
da benzer koşullu tepkilerin meydana gelmesine yol açmaktadır. Kişi, anksiyete yaratan bu
45
tepkileri azaltmak ya da ortadan kaldırmak için koşullu uyaranlarla karşılaşmaktan
kaçınmakta; bu kaçınma korku tepkilerini azaltarak gelecekteki kaçınma davranışının
pekiştiği bir kısır döngü yaratmakta; böylece korku tepkilerinin sonlanması mümkün
olmamaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999; 57).
Horowitz’in (1975, 1976, 1979, 1982, 1986) teorisine göre, travmatik olaylar kişilerin
kendileri, diğerleri ve dünya ile ilgili sahip olduğu şemalarla bağdaşmayan bilgiler
sunmaktadır (Joseph, Williams ve Yule, 1997; 73). Bu uyumsuzluk varolan şemaların gözden
geçirilmesi, yeniden değerlendirilmesi ve değiştirilmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu süreçte,
bellekte duygusal strese neden olan olayların sürekli olarak yeniden yaşanması yönünde bir
eğilim belirgin olmaktadır. Duygusal tükenmişliği engellemek için devreye giren ketleme
mekanizmaları yeterince güçlü değilse, kâbuslar ve flashback epizodları gibi zorlayıcı
yaşantılar, bu mekanizmalar çok yoğun bir biçimde kullanılıyorsa kaçınma belirtileri ortaya
çıkmaktadır. Kişi, yaşadığı travmatik deneyim sonrası görece bir dengeye ulaşıncaya kadar
kaçınma ve sürekli olarak yeniden yaşama fazları arasında gidip gelmektedir. Bu dönemde
ortaya çıkan duygusal uyuşma hali zorlayıcı yaşantılara karşı bir savunma mekanizması işlevi
görmektedir (Joseph, Williams ve Yule, 1997; 73-74).
Rahman (1980), travma mağdurlarında görülen travma sonrası tepkileri kavramsallaştırmak
amacıyla “duygusal işleme” kavramından yararlanmaktadır (Joseph, Williams ve Yule, 1997).
Travmatik olaylar ani, şiddetli, tehlikeli, kontrol edilemez ve öngörülemez nitelikte olduğu
için, kişinin normal duygusal işleme sürecini sekteye uğratmakta, travma sonrası tepkiler de
tamamlanmamış ve yetersiz duygusal işleme sürecinin belirtileri olarak ortaya çıkmaktadır
(Joseph, Williams ve Yule, 1997).
Foa ve ark. (1998) tarafından geliştirilen duygu işleme modeline göre, TSSB belirtileri uzun
süreli bellekte yer alan ve uyaran hakkındaki bilgiler, uyarana yüklenen anlamlar ve uyarana
verilen tepkilerin bileşiminden oluşan bir korku yapılanmasından kaynaklanmaktadır (Scott,
2000; 28). Bu korku yapılanmasının, travmatik anıların tekrarlayıcı ve zorlayıcı biçimde
canlanmasına yol açan ipuçları tarafından harekete geçirildiği, kaçınma ve uyuşma
belirtilerinin de korku tepkisini etkisiz hale getirmek için devreye giren psikolojik süreçler
olduğu düşünülmektedir (Foa ve ark., 1992; akt. Scott, 2000; 28).
46
TSSB belirtilerinin gelişiminde aşırı uyarılmışlık hali anahtar rol oynamaktadır (Scott, 2000).
Aşırı uyarılmışlık halinin devamına yol açan zorlayıcı travmatik imgeler, bu imgelerden
kaçınma yönünde güçlü bir eğilimi beraberinde getirmektedir; ancak kaçınma davranışı
travmatik imgelerin belirli bir bağlam içine oturtulmasını zorlaştırmakta, aşırı uyarılmışlık
hali de kişinin o zamana kadar edinmiş olduğu değerleri, rolleri ve yaşam amaçlarını
sürdürmesini engelleyerek kişisel ilişkileri bozmaktadır (Scott, 2000; 38).
Seligman’ın (1967, 1975) hayvanlarla yaptığı deneyler sonucu geliştirdiği “öğrenilmiş
çaresizlik” kavramından yola çıkan van der Kolk ve ark. (1984), TSSB’nun açıklanmasında
öğrenilmişlik çaresizlik modelini kullanmaktadırlar (Joseph, Williams ve Yule, 1997). Bu
modele göre, kontrol edilemez ve öngörülemez olaylara maruz kalan hayvanların verdiği
tepkiler ve travma mağduru kişilerde görülen stres tepkileri ortak bir biyokimyasal
etiyolojiden kaynaklanmaktadır. Travmatik olaylar ve olayla ilişkili uyaranlar kişilerde,
öğrenilmişlik çaresizlik yaşayan hayvanlardaki noradrenalin azalmasına benzer biçimde,
katekolamin azalmasına neden olmakta; bu da motivasyon kaybı, uykusuzluk, duygulanımda
kısıtlılık, öfke patlamaları gibi travma sonrası stres belirtilerini açıklamaktadır (Joseph,
Williams ve Yule, 1997; 72).
Sosyal-bilişsel bakış açısına göre, travma sonrası stres tepkileri kişilerin kendileri ve dünya ile
ilgili sahip olduğu temel varsayımların parçalanması ile ilişkilidir (Joseph, Williams ve Yule,
1997). Yaşanan travmatik olay, dünyanın iyilik dolu, anlamlı ve önemli; yaşamın adil ve
hakkaniyetli olduğu yönündeki varsayımları alt üst etmektedir. Travmaya maruz kalmak, adil
dünya inancı ile bağlantılı biçimde, kişisel değersizlik algısına yol açabilmektedir (Joseph,
Williams ve Yule, 1997; 79).
2.3.1.5. Risk Faktörleri
Travmatik olaylara maruz kalmak ya da tanık olmak, kişilerde genellikle bilişsel, duygusal ve
davranışsal boyutta değişikliklere ve travma öncesi ruhsal dengenin bozulmasına yol açsa da,
her zaman TSSB ile sonuçlanmamaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999). Çok sayıda
bireysel, durumsal ve sosyal değişkenin TSSB açısından risk yarattığı bilinmektedir (Briere,
1998). TSSB’na yatkınlık yaratan risk faktörleri arasında; travmatik olaya ilişkin niteliksel ve
niceliksel özellikler (travmanın tipi, yaralanmanın derecesi, algılanan yaşamsal tehdit düzeyi,
travmanın tahmin ve kontrol edilemezliği vb.), genç olma, kadın olma, düşük sosyoekonomik
47
düzey, geçmiş travma öyküsüne sahip olma, travma öncesi psikiyatrik sorunlar, ailede
psikiyatrik hastalık öyküsü bulunması, işlevsel olmayan stresle başa çıkma yollarını kullanma,
travma sırasında aşırı stres ve anksiyete hissetme ya da yoğun biçimde dissosiyasyon yaşama
yer almaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999; Breslau, 2002; Briere, 1998;
Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000). Buna karşılık, özellikle kişinin yakın çevresi
tarafından sağlanan sosyal destek TSSB’nun da dahil olduğu travma ile ilişkili ruh sağlığı
sorunlarına karşı koruyucu rol oynamaktadır (Briere, 1998).
Epidemiyolojik çalışmalar, erkeklerin yaşamları boyunca travmatik olaylarla karşılaşma
olasılığının kadınlara oranla daha yüksek olmasına karşın, TSSB’nun yaşam boyu görülme
sıklığının kadınlarda erkeklere oranla yaklaşık iki kat daha yüksek olduğunu göstermektedir
(Breslau, 2002; Kessler, Sonnega, Bromet, Hughes, Nelson, 1995; Perkonigg, Kessler, Storz,
Wittchen, 2000). İstatistiklerde görülen bu fark üzerinde, travmatik olayın türü, kadınlar ve
erkekler arasında deneyimlerini aktarma konusunda gözlenen farklılıklar ve araştırmacıların
toplumsal cinsiyetle ilgili sahip olduğu önyargılar etkili olmaktadır (Saxe ve Wolfe, 1999).
TSSB tanısı alan erkeklerin genellikle kazalar, savaşlar, saldırılar ve doğal afetler gibi
travmatik olaylar sonrasında stres belirtileri sergilemeye başladığı görülmektedir (Kessler,
Sonnega, Bromet, Hughes, Nelson, 1995). Buna karşın, kadınların, özellikle tecavüz, çocuk
istismarı, aile içi şiddet gibi kişilerarası şiddet içeren travmatik olaylara maruz kalma ve
travmanın olumsuz sonuçlarından etkilenme bakımından, erkeklere göre daha fazla risk
altında olduğu bilinmektedir (Briere, 1998; Cortina ve Pimlott-Kubiak, 2006; Hanson,
Borntrager, Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008; Perkonigg, Kessler,
Storz, Wittchen, 2000). Bu olgu biyolojik, feminist, psikodinamik ve sosyal psikolojik bakış
açıları tarafından kadınlar ve erkekler arasında çeşitli boyutlar üzerinde yer alan farklılıklar
temelinde açıklanmaktadır (Saxe ve Wolfe, 1999).
2.3.1.6. Kadına Yönelik Şiddet ile TSSB İlişkisini Ortaya Koyan Araştırmalar
Çocuk ihmali ve istismarı, ensest, aile içi kadına yönelik şiddet, tecavüz gibi şiddet türlerine
maruz kalma sıklığını belirleme noktasında karşılaşılan güçlükler, bu şiddet türleri ile ilişkili
ruh sağlığı sorunlarının yaygınlığını saptamaya yönelik çalışmalarda da karşımıza
çıkmaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999; Cohen, Mannarino, Murray ve Igelman,
2006). Kesin oranları belirlemenin zorluğuna karşın kadına yönelik şiddetin farklı türleri ile
48
Travma Sonrası Stres Bozukluğu arasındaki ilişkiyi ortaya koyan geniş bir yazın
bulunmaktadır.
Çocuğa yönelik kötü muameleler (ihmal, duygusal istismar, fiziksel istismar, cinsel istismar
vb.), bu muamelelere maruz kalan çocuklar üzerinde hem çocukluk ve ergenlik dönemini
kapsayan süre boyunca ortaya çıkan hem de yetişkinlik dönemine aktarılan kısa ve uzun
vadeli psikolojik sorunlar açısından önemli bir risk faktörüdür (Cohen, Mannarino, Murray ve
Igelman, 2006). TSSB, çocukluk çağı ihmal ve istismarına maruz kalmış çocuklarda,
ergenlerde ve yetişkinlerde en sık karşılaşılan psikolojik sorunlardan biridir; bu ilişki farklı
örneklem gruplarıyla gerçekleştirilmiş çalışmalarda tutarlı bir biçimde ortaya konmuştur
(Dubner ve Motta, 1999; Hanson, Borntrager, Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick,
Amstadter, 2008; Jarvis, Gordon ve Novaco, 2005; Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy,
1997; Schumm, Briggs-Philips ve Hobfoll, 2006).
Kurum bakımı altında yaşayan çocuklarla yapılmış bir çalışmada, fiziksel ve cinsel istismara
maruz kalmış çocuklarda yüksek düzeyde (sırasıyla %42-%64) TSSB tanısı saptanmış; ayrıca
ergenlik öncesi dönemde bulunan çocukların TSSB belirti şiddeti ergenlere göre daha yüksek
bulunmuştur (Dubner ve Motta, 1999). Anneleriyle birlikte sığınma evinde kalan çocuklarla
yapılmış bir başka çalışmada, çocukların evlerinde maruz kaldıkları fiziksel şiddetin boyutu
ve anne-babaları arasındaki şiddete dahil olma durumları ile TSSB belirtilerine sahip olma
arasında ilişki bulunmuştur (Jarvis, Gordon ve Novaco, 2005). Çocukluk çağı istismar
öyküsüne sahip yetişkin kadınlarda olası bir TSSB tanısını karşılama oranı istismar öyküsü
bulunmayan kadınlara göre yaklaşık beş kat daha yüksektir (Rodriguez, Ryan, Vande Kemp,
Foy, 1997; Schumm, Briggs-Philips ve Hobfoll, 2006). Çocukluk çağı istismar yaşantıları
yetişkinlik döneminde görülen TSSB şiddetindeki artış ile de korelasyon göstermektedir
(Schumm, Briggs-Philips ve Hobfoll, 2006). Duygusal ve cinsel istismarın, TSSB’nun üç ayrı
semptom kümesi içinde yer alan belirtilerin şiddetini yordamada diğer istismar ve ihmal
türlerine göre daha anlamlı bir değişken olduğu görülmektedir (Astin, Ogland-Hand,
Coleman, Foy, 1995; Sullivan, Fehon, Andres-Hyman, Lipschitz ve Grilo, 2006). Bir başka
çalışmada ise çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kalmanın doğrudan olmasa bile,
sosyoekonomik kaynaklara ulaşma kapasitesini azaltarak dolaylı bir biçimde TSSB’nun
gelişimi üzerinde etkide bulunduğu saptanmıştır (Schumm, Stines, Hobfoll ve Jackson, 2005).
49
Adli yardım sistemi içine dahil olmuş tecavüz mağdurlarıyla yapılan uzun süreli bir takip
çalışmasında, ensest ilişkinin diğer cinsel saldırılara göre daha yüksek düzeyde TSSB tanısı
ile sonuçlandığı bulunmuştur (sırasıyla %84-%61) (Darves-Bornoz, Berger, Degiovanni,
Gaillard, LEpine, 1999).
TSSB aile içi şiddete maruz kalmış kadınlarda en sık görülen ruh sağlığı sorunlarından biridir;
bu grupta TSSB tanısına %30 ile %84.4 arasında değişen oranlarda rastlanmaktadır (Astin,
Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Basile, Arias, Desai, Thompson, 2004; Cascardi,
O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999). Bu oran, aile içi şiddete maruz kalmamış kadınlarda
görülen TSSB prevelansına göre 3-6 kat daha yüksektir (Golding, 1999). Aile içi kadına
yönelik şiddet ile TSSB arasındaki ilişki genel nüfusu temsil edici örneklemlerle yapılmış
çalışmaların yanı sıra sığınma evi, hastane, psikiyatri polikliniği gibi farklı örneklem grupları
ile yapılmış çalışmalardan elde edilen verilerle de desteklenmektedir. Kadınlara
eşleri/partnerleri tarafından uygulanan şiddet türlerinin (fiziksel, cinsel, psikolojik) her biri
TSSB’nun gelişiminde önemli rol oynamaktadır (Basile, Arias, Desai, Thompson, 2004).
Sadece psikolojik şiddete maruz kalmak bile TSSB’nun ortaya çıkması açısından güçlü bir
belirleyicidir (Pico-Alponso, Garcia-Linares, Celda-Navarro, Blasco-Ros, Echeburua,
Martinez, 2006). Maruz kalınan şiddetin süresi ve boyutu arttıkça TSSB’nun yaygınlığı ve
şiddeti de artış göstermektedir (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Cascardi, O’Leary,
Schlee, 1999; Golding, 1999; Martin ve Mohr, 2000).
Herhangi bir sağlık sorunu nedeniyle hastaneye başvurmuş olan Afro-Amerikalı ve düşük
gelirli kadınlarla gerçekleştirilmiş bir çalışmada, yakın ilişki şiddetine maruz kalmanın hem
tek başına hem de çocukluk çağı istismar öyküsü ile birlikte TSSB belirtilerini yordamada
anlamlı bir değişken olduğu bulunmuştur (Bradley, Schwartz ve Kaslow, 2005). Benzer bir
ilişki doğum öncesi hastane kontrolüne gelen Latin Amerikalı hamile kadınlarla yapılan bir
çalışmada da tespit edilmiştir (Rodriguez, Heilemann, Fielder, Ang, Nevarez, Mangione,
2008). Bu çalışmada yakın ilişki şiddetine maruz kalan kadınlarda görülen TSSB tanısı ile
ilişkili bulunan değişkenler stresli yaşam olayları, geçmiş travma öyküsü ve düşük gelir
olmuştur. Ayrıca eş/partner tarafından kullanılan hakimiyet/izolasyon taktikleri de TSSB
belirtilerini şiddetlendirmektedir (Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999).
Sığınma evinde kalan kadınlar sıklıkla TSSB tanısını karşılamakta (%45-83) ya da yüksek
düzeyde travma sonrası stres belirtisi sergilemektedirler (Johnson ve Zlotnick, 2006; Martin
50
ve Mohr, 2000; Phillips, Rosen, Zoeliner, Feeny, 2006; Weaver, Allen, Hopper, Maglione,
McLaughin, McCullough, Jackson, Brewer, 2007). Sığınma evinde kalan kadınlar arasında,
TSSB tanı ölçütlerini karşılayanların daha şiddetli travmatik yaşantılar tanımladığı
görülmüştür (Martin ve Mohr, 2000). Sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş bir başka
çalışmada, cinsel şiddete maruz kalmanın TSSB’nun en güçlü belirleyicisi olduğu; bunun yanı
sıra çocukluk çağı istismar öyküsünün de TSSB ile anlamlı ilişki içinde olduğu ortaya
konmuştur (Bargai, Ben-Shakhar, Shalev, 2007). Aynı çalışmadan elde edilen bulgular,
şiddete maruz kalma ile TSSB arasındaki ilişkinin öğrenilmiş çaresizlik düzeyleri tarafından
belirlendiğini ve hem çocukluk çağı istismar öyküsünün hem de erkek egemen bir arka plana
sahip olmanın öğrenilmiş çaresizlik üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Sığınma evinde
kalan kadınların TSSB puan ortalamalarının, intihar düşünceleri ile ilişkili olduğu
bulunmuştur (Weaver, Allen, Hopper, Maglione, McLaughin, McCullough, Jackson, Brewer,
2007).
Şiddet içeren ilişkilerini sonlandırmış 14 kadınla yapılan derinlemesine görüşmelere dayalı
niteliksel bir çalışmada, kadınların 12’sinin TSSB belirtilerini taşıdığı bulunmuş; bunun yanı
sıra kadınların bazılarında kompleks TSSB (Herman, 1992) ve başka türlü adlandırılamayan
stres bozukluğu (DESNOS, van der Kolk ve ark., 2005) tanılarını düşündüren tablolara
rastlanmıştır (Scheffer Lindgren ve Renck, 2008).
TSSB’nun kadınları yakın ilişkileri içinde şiddete karşı daha açık ve savunmasız hale
getirmesi konusunda çelişkili bulgular mevcuttur. TSSB belirtilerinin, alkol ve madde
kullanımı gibi riskli davranışları arttırarak ya da stresli yaşam olaylarıyla başa çıkma ve
tehlikeli durumlara karşı kendini koruma becerilerini azaltarak, kadınların şiddete maruz
kalma oranlarını yükselttiği görülmektedir (Cougle, Resnick, Kilpatrick, 2009; Kessler,
Sonnega, Bromet, Hughes, Nelson, 1995). Buna karşın TSSB tanısına sahip olma ile mevcut
ilişkilerde şiddete maruz kalma durumu arasında ilişki saptayamayan ya da sınırlı düzeyde
ilişki kuran çalışmalar da vardır (Krause, Kaltman, Goodman, Dutton, 2006; Sonis, 2007).
Cinsel şiddete maruz kalmak travma sonrası stres tepkilerinin ortaya çıkması açısından
önemli etiyolojik öncüllerden biridir (Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997). Cinsel
şiddet ile travmatik stres arasında saptanan bu ilişki, cinsel şiddete maruz kalma sıklığı,
kadınlarda erkeklere göre belirgin biçimde daha yüksek olduğu için, kadınlarda görülen
yüksek TSSB prevalansını açıklayıcı görünmektedir (Cortina ve Pimlott-Kubiak, 2006;
51
Hanson, Borntrager, Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008). Cinsel
şiddete maruz kalmış kadınlarda yaşam boyu TSSB prevelansı %32 ile %80 arasında
değişmektedir (Resnick, Kilpatrick, Dansky, Saunders, Best, 1993). Çocukluk çağı cinsel
istismar öyküsüne sahip tecavüz mağdurlarında TSSB belirti şiddeti daha yüksektir (Nihith,
Mechanic, Resick, 2000). Yetişkinlik döneminde tecavüze maruz kalmış kadınlarda olası bir
TSSB tanısına ve artmış TSSB belirti şiddetine daha fazla rastlanmaktadır (Schumm, BriggsPhilips ve Hobfoll, 2006).
Yaşam boyu birden fazla şiddet türüne (çocukluk çağı cinsel istismarı, aile içi şiddet, tecavüz,
cinsel taciz vb.) maruz kalmak kadınların genel sağlık durumları üzerinde daha fazla olumsuz
etkide bulunmakta; bu etkinin bir göstergesi ve aynı zamanda nedenlerinden biri olarak
yorumlanabilecek biçimde birden fazla şiddet türüne maruz kalmış kadınlarda TSSB’na
sıklıkla rastlanmaktadır (Campbell, Greeson, Bybee, Raja, 2008; Krause, Kaltman, Goodman,
Dutton, 2008). Çocukluk çağı ihmal ve istismar yaşantıları daha sonraki dönemlerde görülen
reviktimizasyona zemin hazırlamakta, böylece TSSB’na karşı risk yaratmaktadır (Schumm,
Stines, Hobfoll ve Jackson, 2005). Çocukluk ve yetişkinlik dönemlerinde karşılaşılan farklı
şiddet yaşantıları kümülatif bir etki yaratarak TSSB belirtilerini arttırmaktadır (Nihith,
Mechanic, Resick, 2000). Partnerleri tarafından birden fazla şiddet türü (fiziksel, cinsel,
psikolojik) uygulanan kadınlarda daha fazla sayıda TSSB belirtisi görülmektedir (Basile,
Arias, Desai, Thompson, 2004).
2.3.2. Kadına Yönelik Şiddetin Benlik Saygısı Üzerine Etkileri
Çocukların ebeveynleri tarafından ihmal edilmesini de kapsayan sağlıksız ebeveyn-çocuk
ilişkisinin, çocukların benlik saygısını olumsuz etkilediği ve ihmal edilmiş çocukların kontrol
gruplarına göre daha düşük benlik saygısına sahip olduğu görülmektedir (Tyler, Allison,
Winsler, 2006). Benzer bir ilişki çocukluk döneminde istismar edilmiş ergenler açısından de
geçerlidir (Ritter, Stewart, Bernet, Coe, Brown, 2002). Çocukluk çağında kötüye
kullanılmanın uzun vadeli psikolojik sonuçlarının ele alındığı bir çalışmada, psikolojik
istismarın benlik saygısı düzeylerini düşürdüğü ve depresyona karşı yatkınlık yarattığı
bulunmuştur (Gross ve Keller, 1992). Farklı ihmal ve istismar türlerine maruz kalmış
çocukların incelendiği boylamsal bir araştırmada, cinsel istismara ve sık bir biçimde fiziksel
istismara maruz kalmanın çocukların kendileri ile ilgili algılamalarını olumsuz yönde
etkilediği saptanmıştır (Bolger, Patterson, Kupersmidt, 1998). Aynı araştırmanın sonuçlarına
52
göre erken çocukluk döneminde istismara uğramak da düşük benlik saygısı ile ilişkilidir
(Bolger, Patterson, Kupersmidt, 1998). Çocukluk döneminde maruz kalınan fiziksel
istismarın, yetişkinlik dönemindeki yaşam uyumunu ve düşük benlik saygısını yordamada
anlamlı bir değişken olduğunu gösterilmiştir (Higgins ve McCabe, 1994).
Çocuk istismarı ve aile sorunları nedeniyle sığınaklarda kalan ergenlerle yapılan bir başka
çalışmada da, istismar yaşantıları ile ilişkili olarak düşük benlik saygısı, dış denetim odağına
sahip olma ve uyum güçlükleri gibi problemler tanımlanmıştır (Simmons ve Weinman, 1991).
Doğrudan istismara maruz kalmasa da ebeveynleri arasındaki şiddet yaşantılarına (genellikle
de babaları tarafından annelerine uygulanan) tanık olan çocuklar da yoğun korku ve anksiyete
duyguları, ilişki sorunları, akademik güçlükler ile birlikte “farklı olmaya” ilişkin kaygılar ve
düşük benlik saygısı bildirmişlerdir (Buckley, Holt, Whelan, 2007).
Çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kalmış kadınlarda olası bir TSSB tanısına karşı
koruyucu rol oynayan faktörlerin başında sosyal çevre tarafından sağlanan benlik saygısı
desteği gelmektedir (Hyman, Gold, Cott, 2003). Ancak çocukluk döneminde cinsel istismara
maruz kalmanın düşük benlik saygısına ve benlik/ideal benlik arasındaki farkın açılmasına ve
bu değişkenlerle bağlantılı biçimde kişilerarası ilişkilerde sorunlara yol açtığı bilinmektedir
(Freshwater, Leach, Aldridge, 2001; Hazen, Connelly, Soriano, Landsverk, 2008; Owens,
1984). Ensest bir ilişki içinde tecavüze maruz kalmak, diğer cinsel saldırılara göre daha
düşük benlik saygısı düzeyi ile sonuçlanmaktadır (Darves-Bornoz, Berger, Degiovanni,
Gaillard, Lepine, 1999). Ensestin uzun vadeli sonuçları arasından en yaygın olanı, uzun yıllar
hissedilen yoğun suçluluk (enseste dahil olma nedeniyle kendini suçlama) ve öfke (istismar
eden ve onu istismardan korumayan ebeveynlere duyulan öfke) duygularının etkisiyle benlik
kavramında meydana gelen bozulmadır (Scott ve Stone, 1986). Ensest mağduru kadınların
düşük benlik saygısına ve yaşam uyumuna sahip olmalarında aracı rol oynayan
değişkenlerden biri mizaç özellikleridir; ancak psikolojik işlevselliği bozan belirli mizaç
özelliklerinin de ensest ilişkinin sonucu ortaya çıktığı ileri sürülebilir (Carson, Council, Volk,
1989).
Çocukluk döneminde istismara maruz kalma ile yetişkinlik döneminde şiddet içeren ilişkilere
dahil olma arasında saptanan reviktimizasyon ilişkisini açıklayan mekanizmalardan birinin
düşük benlik saygısı olduğu düşünülmektedir (Sappington, Pharr, Tunstall, Rickert, 1997).
Gelişimin kritik basamaklarında maruz kalınan şiddet, kişinin kendi değeri, dünya ve diğer
53
insanların güvenilirliği ile ilgili algılarında değişimlere yol açmaktadır (Bassuk, Dawson,
Hungtington, 2006; 396). Çocukluk çağı istismar öyküsüne sahip kadınların benlik saygısı
düzeyleri düşük olmakta; düşük benlik saygısı da kadınları yakın ilişkiler içinde şiddete karşı
daha savunmasız kılmaktadır (Sappington, Pharr, Tunstall, Rickert, 1997). Düşük benlik
saygısı, TSSB, yaygın anksiyete bozukluğu, sahip olunan çocuk sayısı, sosyal destek algısı
gibi değişkenlerle birlikte kadınların istismar içeren ilişkilerini sonlandırmalarını engelleyen
faktörlerden biri olmaktadır (Bliss, Ogley-Oliver, Jackson, Harp, Kaslow, 2008; Hendy,
Eggen, Gustitus, McLeod, Ng, 2003). Ayrıca, düşük benlik saygısı ve öz-yeterlilik algısı,
yakın ilişkilerinde şiddet yaşamakta olan kadınların ihtiyaç duyduğu sağlık hizmetlerine
ulaşmasını da engellemektedir (Wilson, Silberberg, Brown, Yaggy, 2007). Buna karşın, şiddet
içeren ilişkilerini sonlandırmış kadınların güçlü bir benlik saygısına sahip oldukları; kişisel
kaynakları ve sorunlarla başa çıkma kapasitesini değerlendiren standart ölçeklerden aldıkları
puanların da bu doğrultuda olduğu görülmüştür (Scheffer Lindgren ve Renck, 2008).
Eş/partner şiddeti ve bu şiddetin sıklığı/boyutu ile benlik saygısı arasında negatif yönde bir
ilişki olduğuna dair genel bir kabul bulunmaktadır (Aguilar ve Nightingale, 1994; Cascardi ve
O’Leary, 1992). Sığınma evinde kalan kadınlarda maruz kalınan şiddetten etkilenme düzeyi
ile düşük benlik saygısı arasında anlamlı ilişki bulunmuştur; maruz kalınan şiddetin
işlevsellikte bozulmaya yol açtığı yaşam alanlarının sayısı arttıkça kadınların benlik saygısı
düzeylerinde de düşme görülmektedir (McNamara ve Fields, 2001). Psikiyatrik yardım
almakta olan kadın hastalarda yetişkinlik döneminde maruz kalınan şiddet ve benlik saygısı
negatif korelasyon içindedir; şiddetin herhangi bir türüne maruz kaldığını belirten kadınlar
düşük benlik saygısının yanı sıra korku, anksiyete ve yakın ilişkiler kurma konusunda
sorunlar yaşadıklarını ifade etmişlerdir (Bengtsson-Tops ve Tops, 2007).
İsrail örnekleminde gerçekleştirilmiş bir çalışmada, nişanlılık döneminde bulunan kadınların
bir bölümünün çeşitli sıklıklarda nişanlılarının duygusal (%73), fiziksel (%19) ve cinsel
(%13) şiddetine maruz kaldığı; bu grupta yer alan kadınların şiddet yaşantısı
tanımlamayanlara göre daha düşük benlik saygısı ve daha yüksek depresyon, anksiyete ve
stres düzeyine sahip olduğu ortaya konmuştur (Haj-Yahia, 2000). Çalışan kadınlarla yapılmış
bir araştırmada, eş/partner şiddetine maruz kalmanın kadınların işyerindeki benlik algıları
üzerinde etkide bulunmamakla birlikte, evdeki benlik algıları ve genel benlik saygıları ile
negatif korelasyon içinde olduğu görülmüştür (Lynch ve Graham-Bermann, 2004). Düşük
benlik saygısı, şiddet yaşantılarının bir sonucu olduğu gibi, yakın ilişkiler içinde şiddete
54
maruz kalma açısından da önemli bir risk faktörü olmaktadır (Bassuk, Dawson, Hungtington,
2006). Buna karşın, eş/partner şiddetinin farklı türleri ile benlik saygısı arasında ilişki
kuramayan çalışmalara da rastlanmaktadır (Hazen, Connelly, Soriano, Landsverk, 2008;
Hotaling ve Sugarman, 1986).
Farklı cinsel şiddet türlerine maruz kalmanın 14-19 yaş arasındaki genç kızların psikolojik
iyilik hali üzerine etkilerinin incelendiği bir çalışmada, tecavüze maruz kalmış kızların benlik
saygısı ve depresyon düzeylerinin, cinsel şiddet yaşamamış ya da tecavüz girişimi/cinsel
zorlama yaşamış olanlara göre daha kötü olduğu bulunmuştur (Cecil ve Matson, 2005).
Geçmiş cinsel şiddet öyküsü ve maruz kalınan son cinsel saldırının şiddeti, tecavüz
mağdurlarının kaçınmaya dayalı başa çıkma yöntemlerini kullanmalarına ve mağduriyetleri
için kendilerini suçlamalarına yol açarak benlik saygısı düzeylerini düşürmektedir (Neville,
Heppner, Oh, Spanierman, Clark, 2004). Bu sonuçlar, cinsel şiddet mağduru ergenler ve
yetişkinlerle yapılmış başka araştırmalardan elde edilen bulgularla da desteklenmektedir
(Ackard ve Neumark, 2002).
2.3.3. Kadına Yönelik Şiddetin Beden Algısı Üzerine Etkileri
Beden sınırlarını ihlâl eden fiziksel ve cinsel saldırılar, kişinin kendi bedenine karşı olumlu
bir bakış açısı geliştirmesini engellemekte; kimlik gelişimi açısından önemli rol oynayan bu
durum da uzun vadede düşük benlik algısı yoluyla psikolojik işlevselliği bozabilmektedir
(Young, 1992). “Çocukluk çağı fiziksel ve ruhsal travmaları, kişinin bedeninden defansif
olarak uzaklaşmasına yol açabilmekte; bu reaktif uzaklaşma da bedeni reddetme, bedenden
nefret etme, bedensel ayrılma (detachment), hislere duyarsızlık ve aldırmazlık, kontrolü
kaybetme ve bedensel sınırların kaybolması gibi bedene yönelik çeşitli olumsuz duygular,
tutumlar ve davranışlar haline dönüşebilmektedir” (Orbach, Stein, Sh-ani-Sela, Har-even,
2001; akt. Semiz, Başoğlu, Ebrinç, Ergün, Noyan, Çetin; 2005; 69).
Çocukluk çağı cinsel istismarı ile yeme bozuklukları arasındaki ilişkiyi araştıran ve bu iki
değişken arasında anlamlı fakat sınırlı bir ilişki saptayan meta-analizler bulunmakla birlikte
(Rind, Tromovitch ve Bauserman, 1998; Smolak ve Murnen, 2001), yeme bozukluğu ile ilgili
önemli dinamiklerden biri olarak kabul edilen beden algısı ve çocukluk çağı istismarı
arasındaki ilişki, üzerinde yeteri kadar çalışma yapılmamış bir alan olarak durmaktadır.
55
Cinsel istismara maruz kalmış kişiler, bedenlerini savunmasızlık ve utanç kaynağı olarak
görmekte, yaşadıklarını anlamlandırma ve yaşadıkları olayla başa çıkma çabaları içinde maruz
kaldıkları istismarın nedenini fiziksel görünümlerine atfederek yoğun suçluluk duyguları
hissetmektedirler (Kearney-Cooke ve Striegel-Moore, 1994; 306). Üstelik, istismar yaşantısı
ile kişinin bedenine yönelik olumsuz algısı arasındaki bu bağlantı, her zaman bilinç düzeyinde
gerçekleşmemektedir (Kearney-Cooke ve Striegel-Moore, 1994).
Çocukluk çağı cinsel istismar öyküsü bulunan kadınların, kontrol gruplarına göre sağlık
durumlarını daha olumsuz değerlendirme eğiliminde olduğu ve beden algısının çeşitli
boyutları açısından daha düşük hoşnutluk düzeyine sahip olduğu ortaya konmuştur
(Wenninger ve Helman, 1998). Ayrıca, çocukluk çağı cinsel istismar yaşantılarına sahip
kadınların, bedenlerine yönelik zarar verici, cezalandırıcı ve ihmal edici tutum ve davranışlar
sergileme oranı kontrol gruplarına göre daha yüksektir (Wenninger ve Helman, 1998; 557).
Yeme bozukluğu tanılarından birine sahip kişilerle yürütülmüş bir çalışmada, çocukluk çağı
fiziksel istismar öyküsünün beden algısındaki bozulmayla yakından ilişkili olduğu
bulunmuştur (Treuer, Koperdak, Rozsa ve Füredi, 2005).
Cinsel taciz, cinsel istismar/saldırı ve fiziksel istismar yaşantılarının hepsi de, kadınların
beden algılarını olumsuz yönde etkileyen değişkenler arasındadır (Harned, 2000). Fiziksel ve
psikolojik şiddet yaşantıları ile beden algısından rahatsız olma düzeyi arasında pozitif yönde
bir korelasyon bulunmaktadır (Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel, 2007). Yaşanan şiddetin
boyutu arttıkça, kadınların bedenlerinden hoşnut olma düzeyleri de belirgin biçimde
düşmektedir (Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel, 2007). Açık bir biçimde tanımlanabilen
somut davranışlar yoluyla gerçekleştirilen cinsel istismarın yanı sıra, daha örtülü biçimlerde
uygulanan cinsel istismar da düşük beden algısıyla ilişkilidir (Weiner ve Thompson, 1997).
2.3.4. TSSB-Benlik Saygısı-Beden Algısı İlişkisini Ortaya Koyan Çalışmalar
Özellikle çocukluk çağı istismarı gibi yaşamın erken dönemlerinde karşılaşılan travmatik
yaşantılar, kişilerde TSSB tanı ölçütleri içinde yer almayan, fakat işlevsellikte önemli ölçüde
bozulmaya yol açan çeşitli sorunlara neden olmaktadır (van der Kolk, Roth, Pelcovitz,
Sunday, Spinazzola, 2005). Kompleks TSSB olarak da adlandırılan bu tablonun altında yer
alan semptom kümeleri duygulanım düzenlemede, bilinç düzeyinde, kendilik algılamasında,
faili algılamada, başkalarıyla ilişkilerde ve anlam sisteminde meydana gelen değişiklikler
56
olarak sıralanmaktadır (Herman, 2007). Kendilik algılamasında meydana gelen değişiklikler
çaresizlik duygusu ya da insiyatif felcini; utanç, suçluluk, kendini sorumlu hissetme
duygularını; kirlenmişlik duygusunu ya da kendini yaftalamayı ve başkalarından tamamıyla
farklılık duygusunu kapsamaktadır (Herman, 2007; 159). Uzun süreli istismar yaşantıları,
kişilerin kendileri hakkındaki değerlilik ve yeterlilik algıları üzerinde tahribata yol açarak
benlik kavramının gelişiminde anahtar rol oynamaktadır (van der Kolk, Roth, Pelcovitz,
Sunday, Spinazzola, 2005). Benlik kavramının bileşenleri arasında yer alan benlik saygısı ve
beden algısının da travmatik yaşantıların etkisiyle bozulmuş olması travmanın olası
sonuçlarından biridir.
Çocukluk çağı istismarına ya da yakın ilişki şiddetine maruz kalmış kişilerde, benlik saygısı
ve TSSB arasında anlamlı bir ilişki olduğu ortaya konmuştur (Bradley, Schwartz ve Kaslow,
2005). Bu ilişki, karşılıklı etkileşim yoluyla her iki değişkenin birbiri üzerinde etkide
bulunması sonucu ortaya çıkmaktadır. Örneğin, düşük benlik saygısı, stresle etkili bir biçimde
başa çıkma yollarını kullanmayı engellemekte, böylece artmış TSSB belirtilerine yol açmakta;
TSSB belirtileri de kişinin kendilik imgesi üzerinde tahribat oluşturmaktadır (Bradley,
Schwartz, Kaslow, 2005). TSSB tanısını karşılayan kişiler kendileri ile ilgili olumsuz
değerlendirmelerde bulunma ve diğerlerinin kendileri ile ilgili değerlendirmelerinin de
olumsuz olduğuna inanma eğilimindedirler (Christensen, Cohan, Stein, 2004).
Vücut şekli ve ağırlığı ile ilgili endişeleri olan ergenlerin, beden algısı ile ilgili sorun
bildirmeyen ergenlerle karşılaştırıldığında daha fazla sayıda TSSB belirtisi taşıdığı
görülmektedir (Dyl, Kittler, Phillips, Hunt, 2006). Çocukluk çağı cinsel istismar öyküsü
bulunan kadınlarla yapılmış bir başka çalışmada, beden algısına bağlı değişkenlerin TSSB
belirtilerindeki varyansı açıkladığı bulunmuştur (Wenninger ve Helman, 1998). Beden
algısındaki bozulmayla doğrudan ilişkili olan yeme bozuklukları, kimi yazarlarca çocukluk
çağı istismarı, tecavüz, fiziksel şiddet gibi travmatik yaşantılarla başa çıkmak için kullanılan
stratejik tepkilerden biri biçiminde kavramsallaştırılmaktadır (Larkin ve ark., 1996; Rice,
1996; Root, 1991; B.W. Thompson, 1992; akt. Harned, 2000; 337). Maruz kaldıkları
eş/partner şiddeti nedeniyle fiziksel görünümlerinde kalıcı bir iz taşıyan kadınlarda beden
algısı düzeyleri ile TSSB belirtileri arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (Weaver, Resnick,
Kokoska ve Etzel, 2007).
57
2.4. KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE
2.4.1. Feminist Hareketin Kazanımları
Türkiye’de feminist hareketin gelişimi, gecikmeli olarak Batı hareketleriyle paralel bir süreç
izlemiştir (Tekeli, 1998). 1980’ler Türkiye’sinde kadın hareketi içinde sistemli ve organize
olmuş bir örgütlenmeden bahsetmek mümkün değilse de, 1980’ler, “kadın olma” hali üzerine
söz söyleme ihtiyacı hisseden bir grup kadının ideolojik ve politik bir birikim oluşturmaya
başladığı bir dönemdir (Bora ve Günal, 2007). Neredeyse sadece İstanbul ve Ankara’da,
evlerde, dergi ve kitap kulübü çevrelerinde toplanan bilinç yükseltme gruplarında, kendini
feminist olarak adlandıran ya da adlandırmayan, fakat “kadın sorunlarına duyarlı” olma ortak
paydasında buluşan kadınlar bir yandan bireysel deneyimlerini paylaşmakta, bir yandan da
feminist yazını tartışmaktadırlar (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2007). Kadınların hem aile içinde
hem de kamusal alanda yaşadığı şiddet, bu tartışmalarda sorgulanan konular arasında önemli
bir yer tutmaktadır (Işık, 2007). 1980’li yılların başlarından itibaren bu süreç İstanbul ve
Ankara’da eşzamanlı olarak devam etmiş, bir süre sonra ise bilinç yükseltme gruplarına
katılan kadın sayısının artışıyla birlikte toplantılar kamuya açık mekanlara taşınmıştır (Timisi
ve Ağduk Gevrek, 2007).
Kamusal açılmanın bir parçası da, kadın sorunlarına, özellikle de kadına yönelik şiddete
farkındalık kazandırmak amacıyla düzenlenen kampanyalar ve sokak gösterileridir. 1986 yılı
Mart ayında başlatılan “Kadınlar Dilekçesi” kampanyası ile Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin uygulanması için hazırlanan dilekçeye 7000 imza
toplanmış ve dilekçe 8 Mart 1987 tarihinde Meclis’e sunulmuştur (Timisi ve Ağduk Gevrek,
2007). Aynı yıl başlatılan “Dayağa Hayır” kampanyası, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere
pek çok ilde yapılan sokak eylemlerinde, kadınların, ilk kez feminist kimlikle sokaklara
çıkmaya, feminist taleplerini bağırarak duyurmaya başlamaları açısından bir milat olmuştur
(Ülker, 2008). Kampanya sonunda hazırlanan “Bağır Herkes Duysun” adlı kitapçıkla
Türkiye’de ilk kez kadınlar şiddete ilişkin tanıklıklarını dile getirmişlerdir (Mor Çatı, 2000).
1989 yılında düzenlenen “Bedenimiz Bizimdir-Cinsel Tacize Hayır” kampanyası ile tabu
sayılan bir konuya, kadınların gündelik hayatlarında sıklıkla karşı karşıya kaldığı cinsel
şiddete dikkat çekilmiştir (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2007).
58
1980’li yıllarda gelişen feminist hareket, düzenlediği kampanya ve eylemlerle, toplumsal
yapıda “büyük bir zihniyet değişikliği” gerçekleştirememiş olmasına rağmen (Tekeli, 1998),
“toplumun gündemine aile içi şiddet ve taciz gibi o güne dek tabu sayılan çok önemli konuları
sokmuştur” (Berktay, 1998; 6). Şiddete karşı mücadele eden kadın hareketi “Dayağa Hayır”,
“Bedenimiz Bizimdir” gibi sloganlarla şiddete dar bir tanım getirmiş; fakat net bir mesaj
ortaya koyarak muhalif bir söylem yaratmayı başarmıştır (Işık, 2007). Kadına yönelik şiddetle
mücadeleyi sürdürmek amacıyla kadın danışma merkezleri ve sığınaklar gibi kurumların
kurulması için ilk adımların atılması, düzenlenen kampanyaların ürünüdür (Ovadia, 1996).
1980’lerin coşkulu, fakat dağınık feminizmi 1990’larda yerini, yerleşik örgütlenme
modellerinin kurulmaya çalışıldığı ve daha kalıcı ve planlı girişimlerin ortaya çıktığı bir
“kurumsallaşma dönemine” bırakmıştır (Işık, 2007). Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Kadın
Dayanışma Vakfı, Ege Kadın Dayanışma Vakfı, Mersin Kadın Derneği ve KAMER kadına
yönelik şiddetle mücadelede sözü edilen “kurumsallaşma döneminin” ilk örneklerindendir
(Işık, 2007). İstanbul’da 1990 yılında kurulan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve Ankara’da
1993 yılında kurulan Kadın Dayanışma Vakfı, bağımsız danışma merkezleri ve kadın
sığınakları kurmak ve bunları ayakta tutmak amacı ile yola çıkmıştır. Mor Çatı Kadın Sığınağı
Vakfı, 1995 yılında açtığı bağımsız kadın sığınağını 1998 yılına kadar açık tutabilmiştir.
Ekonomik yetersizlikler nedeniyle uzun süre kapalı kalan sığınak, 2005 yılında Beyoğlu
Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın finansal desteği ile yeniden
faaliyete geçmiştir. Kaymakamlığın Ocak 2009 itibariyle Mor Çatı’ya verdiği finans desteğini
kesmesi nedeniyle sığınak çalışmaları bir kez daha sekteye uğramıştır. Kadın Dayanışma
Vakfı, 1993 ve 2003 yıllarında sırasıyla Altındağ ve Yenimahalle Belediyelerinin finans
desteği ile sığınak açmayı başarmış, fakat yerel seçimlerde belediye yönetimlerinin değişmesi
nedeniyle işbirliğinin sona ermesi sonucu sığınakları kapatmak zorunda kalmıştır (Ülker,
2008). Vakfın Kadın Danışma Merkezi ise aile içi şiddet gören kadınlara hukuki danışmanlık,
iş bulma, sığınak için yönlendirme, psikolojik, ekonomik ve tıbbi destek konularında hizmet
vermeye devam etmektedir. KAMER, kadınları hakları konusunda bilinçlendirmek, aile içi
şiddet yaşayan kadınlara destek olmak, kadınlar için istihdam çalışmaları yürütmek, kadınlar
için sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlemek, kadınlar arası paylaşım, dayanışma ve desteği
sağlamak üzere onları buluşturmak, cinsiyetçi eğitim ve şiddeti reddeden çocuk projeleri
geliştirmek gibi amaçlarla 1997 yılında Diyarbakır’da kurulmuştur (Akkoç, 2007; 207-208).
KAMER, çalışmalarını halen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 23 ilde devam
ettirmektedir.
59
Bu kurumların yanı sıra, sadece kadına yönelik şiddetle mücadeleyi amaçlamasa da,
1990’lardan günümüze varlığını sürdüren ve farklı boyutlarda gerçekleştirdikleri çalışmalarla
bu mücadelenin önemli bir parçası olabilmiş başka örgütlenmeler de bulunmaktadır. Bunların
başında, kadınlara sunulan hukuk danışmanlığı desteği açısından yaygın bir imkanın
oluşmasını sağlayan, Türkiye Barolar Birliği bünyesinde kurulan kadın hukuku komisyonları
ile Ankara ve İstanbul’da oluşturulan kadın hakları uygulama merkezleri gelmektedir (Işık,
2007). 24-25 Kasım 2001 tarihlerinde Antalya’da düzenlenen Kadın Sığınakları IV.
Kurultayı’na resmi kadın kuruluşlarının temsilcileri dışında, Türkiye’nin çeşitli illerinden ve
KKTC’den 44 bağımsız kadın grubunun katılmış olması, kadına yönelik şiddetle mücadelede
1990’larda başlayan kurumsallaşmanın ülke genelinde varmış olduğu noktayı göstermesi
açısından kayda değerdir (Mor Çatı, 2003).
1990’lı yıllarda kadın hareketinin baskın unsuru olan kurumsallaşma, resmi politikalara da
yansımıştır. 1987 yılında Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde kurulan Kadına Yönelik
Politikalar Danışma Kurulu ile başlayan devlet çatısı altında kurumsallaşma süreci, 1990
yılında Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün (KSGM) kurulmasıyla hız
kazanmıştır. KSGM, bilinçli bir kadın politikası izlenmesinin sonucu olarak değil, tepeden
inme bir biçimde kurulmasına, bir kamu kuruluşu olarak tüm siyasi istikrarsızlıklardan
etkilenmesine ve kuruluşundan 2004 yılına kadar geçen sürede teşkilat kanunu olmadan
faaliyet göstermesine rağmen, kadın-erkek eşitliği konusunda çalışacak insan kaynağının
yetiştirilmesi ve teknik temellerin oluşturulması açısından önemli rol oynamış; kadın-erkek
eşitliği konusunun devletin politik gündemine girmesine katkıda bulunmuştur (Acuner, 2007,
157). KSGM tarafından, Avrupa Komisyonu’nun mali katkısı ve Birleşmiş Milletler Nüfus
Fonu’nun teknik desteği ile yürütülen “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi”
kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar, devletin konu ile ilgili somut çabalarını göstermesi
açısından değerlidir (Hazal, 2008). Ancak, KSGM bütçesine genel bütçeden oldukça yetersiz
bir pay ayrılması ve KSGM’nin diğer kamu kurum ve kuruluşları üzerinde yönlendirici ve
eşgüdüm sağlayıcı bir güce sahip olmaması, devletin kadın-erkek eşitliğine yaklaşımı
konusunda tesadüfi ve kısa dönemli politikalar benimsediğini gösteren bir örnek olarak
değerlendirilmektedir (Işık, 2008; 52).
1990’larda Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde kadın konukevlerinin
hizmet vermeye başlaması, SHÇEK’e bağlı toplum merkezlerinde ve aile danışma
merkezlerinde kadınlara yönelik güçlendirme programlarının yürütülmesi devletin kadına
60
yönelik şiddete karşı mücadelede etkin bir taraf olmaya çalıştığını göstermektedir (Geven,
2008). Aynı yıllarda yerel yönetimler bünyesinde kurulan kadın komisyonlarının kadına
yönelik şiddet alanında çalışmalar yapmaya başlaması; bazı yerel yönetimlerin, kadın
kuruluşlarının danışma merkezi ve sığınak açma çalışmalarına destek vermesi ya da doğrudan
kendilerinin bu kurumları açması; valilikler bünyesinde kadının statüsü birimlerinin
oluşturulması kadına yönelik şiddetle mücadelenin devlet ayağındaki diğer önemli
gelişmelerdir (Işık, 2007).
Resmi düzeydeki gelişmelerle ve özel amaçlı kadın kuruluşlarının çalışmalarıyla ortaya konan
kadın hareketi, toplumsal, siyasal ve kültürel yapının ataerkil zihniyetinde köklü değişiklikler
yaratamamış olmasına rağmen ideolojik anlamda azımsanamayacak bir etki yaratmıştır
(Acuner, 2007; 155). Bu olumlu etki, mevcut yasal düzenlemelerde kadınlar lehine
değişikliklerin yapılmasına katkıda bulunmuştur. Örneğin, tecavüz suçunda tecavüz edenin
kadının medeni haline ve nasıl bir hayat sürdüğüne (fahişe olup olmadığına) göre farklı hapis
cezasına çarptırılmasını öngören 438. madde Türk Ceza Kanunu’ndan, kadının çalışmasını
koca iznine bağlayan 159. madde Türk Medeni Kanunu’ndan çıkarılmış; “bakire”, “dul”,
“boşanmış” gibi tanımların nüfus cüzdanlarında yer alması uygulaması sonlandırılmış;
bekaret kontrollerine yönelik Adalet Bakanlığı Genelgesi yayınlanmış; Anayasa Mahkemesi
kararıyla zina suç olmaktan çıkarılmıştır (Işık, 2007). Kadın hareketinin lobi ve kampanya
faaliyetleri sayesinde, 1998 yılında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun çıkarılmış;
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanması
sırasında önceki kanunlarda kadın ayrımcılığına yer veren maddelerin kaldırılması, taşıdığı
yetersizliklere rağmen kanunların kadın-erkek eşitliğini gözeten bir bakış açısıyla yazılması
mümkün olmuştur (Anıl, Arın, Hacımirzaoğlu Berktay, Bingöllü, İlkkaracan, Erçevik Amado,
2005).
Ayrıca, 2005 yılında “Töre ve Namus Cinayetleri ve Kadına ve Çocuğa Yönelik Şiddet
Hakkında Meclis Araştırma Komisyonu” kurulmuş, bu komisyon konuya ilişkin alınabilecek
önlemlerin belirlendiği bir rapor hazırlamıştır (Hazal, 2008). Bu raporu takiben 2006/17 sayılı
Başbakanlık Genelgesi ile bu genelgeye bağlı olarak 2007/8 sayılı İçişleri Bakanlığı
Koordinasyon Genelgesi çıkarılmıştır. Başbakanlık Genelgesi kapsamında İçişleri Bakanlığı
ve Sağlık Bakanlığı ile gerçekleştirilen protokoller sonucunda, Emniyet Teşkilatı ve sağlık
kuruluşlarında çalışan personele kadına yönelik aile içi şiddet konusunda duyarlılığı arttırıcı,
mesleki bilgi ve becerileri geliştirici hizmet içi eğitimler verilmiştir (Hazal, 2008). Yine
61
Başbakanlık Genelgesi’nde yer alan önlemler çerçevesinde “Kadına Yönelik Şiddetin
Önlenmesi Ulusal Eylem Planı” KSGM’nin koordinasyonunda hazırlanmış ve kitap olarak
basılmıştır (Hazal, 2008).
1990’larda ivme kazanan feminist hareketin kazanımlarından biri de, üniversiteler bünyesinde
yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim veren “kadın çalışmaları” programlarının ve kadın
sorunları ile ilgili kuramsal bilginin üretildiği, yayıldığı ve uygulamaya dönük çalışmaların
yapıldığı “kadın sorunları araştırma merkezlerinin” açılması olmuştur. Akademi içinde
“toplumsal cinsiyet bakış açısının” geliştirilmesine önemli katkı sağlayan kadın çalışmaları
birimleri ve kadın merkezleri, diğer kadın sorunları konusunda olduğu gibi, kadına yönelik
şiddetle ilgili de bilimsel araştırmalar yapmakta; kurs, seminer, konferans, kongre ve
sempozyum gibi eğitime yönelik etkinlikler düzenlemekte; amaçları doğrultusunda yayın
yapmakta; danışmanlık hizmeti vermekte ve savuculuk faaliyetlerinde bulunmaktadır (Akın,
2008).
2.4.2. Kadına Yönelik Ayrımcılık ve Şiddetle İlgili Uluslararası Belgeler
Türkiye açısından uluslararası belgelerin bağlayıcılığı, TC Anayasası’nın 90. maddesi
tarafından belirlenmektedir. Buna göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamamaktadır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler
içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas
alınmaktadır.
2.4.2.1. Uluslararası İnsan Hakları Belgelerinde Kadın-Erkek Eşitliği
2.4.2.1.1. BM Belgeleri
BM’nin insan hakları ile ilgili temel belgeleri içinde kadın-erkek eşitliği, tüm insanların eşit
olduğu ve diğer tüm koşullarla birlikte cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin herkesin insan hak ve
özgürlüklerine sahip olduğu şeklindeki temel prensipler ile vurgulanmıştır. 26 Haziran 1945
tarihinde imzalanan “Birleşmiş Milletler Antlaşması”, kadın-erkek eşitliğini uluslararası
hukukta tanıyan ilk belgedir (Moroğlu, 2005; 15). Bu anlaşmanın hem “Başlangıç” hem de
“Amaçlar ve İlkeler” (m.1/f.3; m.13/f.1b; m.55/c) bölümünde insan hakları ve temel
62
özgürlüklerin hayata geçirilmesinde cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılamayacağına yer
verilmiştir. 10 Aralık 1948 tarihinde imzalanan “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel
Bildirisi”nde de insanların onur ve haklar bakımından eşit olduğu ilan edilmiş ve insan
haklarının temel bir değer olarak benimsenmesi kabul edilmiştir. Bildirinin “Başlangıç”
bölümünde kadın-erkek eşitliğine yapılan vurgu ve cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmamasına
ilişkin maddeler (m.2; m.7; m.16/f.1-2; m.23/f.2), uluslararası alanda cinsiyete dayalı
eşitsizliğe karşı farkındalığın artmasını sağlamış ve kadın haklarına yönelik çalışmalarda itici
güç olmuştur (Moroğlu, 2005; 17). 16 Aralık 1966 tarihinde imzalanan “Uluslararası Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesi”nde “kadın-erkek eşitliği” daha kapsamlı olarak ele alınmış
(m.2/f.1; m.23/f.2-3; m.26), taraf devletlere sözleşmede yer alan bütün kişisel ve siyasal
hakların kullanılmasında cinsiyet eşitliğini sağlama ve eşitliğin uygulanabilmesi için gerekli
tüm yasal tedbirleri ve önlemleri alma yükümlülüğü getirilmiştir. Sözleşmede yer alan bir
hakkın ihlali halinde BM İnsan Hakları komitesine başvuru hakkı tanınmıştır.
2.4.2.1.2. Avrupa Konseyi ve AB Belgeleri
BM belgelerinde ayrımcılık yasağı temelinde yer alan kadın-erkek eşitliği hususu, AB
belgelerinde de önemle üzerinde durulan konulardan biri olmuştur. 4 Kasım 1950 tarihinde
kabul edilen “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Sözleşmesi”,
sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma açısından cinsiyet ayrımcılığının
yapılamayacağına dair bir madde içermektedir (m.14). Ayrıca sözleşmenin “özel hayatın ve
ailenin korunmasına” (m.8/f.1-2) ve “evlenme hakkına” (m.12) ilişkin maddeleri de dolaylı
olarak cinsiyet temelli sorunları ele almaktadır. Sözleşme, devletlere ve kişilere, sözleşmede
tanınan hakların ihlal edildiği iddiası ile, iç hukuk yollarının tüketilmesi koşuluyla, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma hakkı tanımaktadır (m.33; m.34; m.35/f.1).
Mahkemeye, kadının insan hakları ihlalleri konusunda, özellikle 14. maddeye dayanarak
başvuruda bulunulmaktadır (Moroğlu, 2005; 57). 22 Kasım 1984 tarihinde Sözleşmeye
eklenen Ek Protokol’de diğer haklarla birlikte “eşler arasında eşitlik” hakkı düzenlenmiş
(m.5), bu madde ile evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda eşlerin tüm medeni
haklar ve sorumluluklardan eşit şekilde yararlanacağı hükmü getirilmiştir.
3 Nisan 1996 tarihinde değiştirilmiş şekli imzaya açılan Avrupa Sosyal Şartı ve Ek
Protokol’de, Avrupa Konsey üyesi devletler ve AB’ye üye ve aday ülkelerin uyması gereken
çalışma yaşamına ilişkin koşullar tanımlanmış ve uygulama yöntemleri belirlenmiştir.
63
Çalışma yaşamında kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve çalışan kadınların haklarının
güvence altına alınması ile ilgili ilkeler ortaya konmuş (b.1/8-27; m.4/f.3; m.8/f.1-2-3-4-5;
m.10/f.2; m.20/a-b-c-d; m.26/f.1; m.27/f.1-2-3; m.E), bu ilkelerin yaşama geçirilmesi
konusunda taraf devletlere “olumlu ayrımcılık” uygulamasının da dahil olduğu yükümlülükler
getirilmiştir.
Ayrıca, AB’nin 25 Temmuz 1957 tarihli “Roma Antlaşması”nda (m.119), 7 Şubat 1992 tarihli
“Maastricht Antlaşması’na ek Sosyal Şart”ta (m.2/f.1; m.6/III) ve 2 Ekim 1997 tarihli
“Amsterdam Antlaşması”nda (m.2; m.3/f.2; m.13; m.141/f.1-2-3-4) çalışma yaşamında kadınerkek eşitliğine yönelik politikaların geliştirilmesi ve taraf devletler tarafından benimsenmesi
doğrultusunda maddeler yer almıştır. AB vatandaşlarının temel haklarını ve AB’nin
vatandaşlarına karşı sorumluluklarını düzenleyen “AB Temel Haklar Şartı’nda da (2000),
“yasa önünde eşitlik” (m.20), “ayrımcılık yasağı” (m.2) ve “erkekler ve kadınlar arasında
eşitlik” (m.23) çerçevesinde kadınlara yönelik ayrımcılıkla mücadelenin yasal dayanakları
oluşturulmuştur.
2.4.2.2. Kadın Hakları ile İlgili Uluslararası Sözleşmeler ve Belgeler
İnsan hak ve özgürlükleri temelinde doğrudan kadın haklarını konu edinen uluslararası
belgeler içinde “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”, hem kadının insan hakları ile ilgili ilk
belge olması hem de ortaya çıktığı sosyal ve siyasal koşullar nedeniyle dikkate değerdir
(Moroğlu, 2005; 107). 1789 Fransız Devrimi’nin ardından 1791 tarihinde yazılan bildirge,
“tüm insanların doğuştan eşit ve özgür olduğu” yönündeki dönemin egemen söyleminden
kaynağını almıştır. Bildiride eşitlik ve özgürlüğün kadınlar için de geçerli olduğu savunulmuş
ve kadınların kamusal ve siyasal yaşamda erkeklerle eşit düzeyde yer alması için gerekli
talepler ilan edilmiştir. Bildirinin yazarı Olympe de Gouges, siyasal bir bildiri yayınladığı ve
kadının insan haklarını savunduğu için 1793’te giyotine gönderilmiştir.
18 Aralık 1979 tarihinde kabul edilen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi” (CEDAW) uluslararası platformda cinsiyete dayalı ayrımcılığın önlenmesi
amacıyla yapılan ve ayrımcılıkla mücadele konusundaki ortak kararlılığın ürünü olan en
önemli ve ayrıntılı çalışmalardan biridir. En geniş katılımlı belgelerden biri olan sözleşme,
aynı zamanda en çok çekince konulan belgelerden biri olma özelliğini taşımaktadır (Moroğlu,
2005; 111). Sözleşmede, “kadınlara karşı ayrımcılık” kavramı açık biçimde tanımlanmış
64
(m.1) ve taraf devletlere, kadınlara karşı her türlü ayrımı kınama, tüm uygun yollardan
yararlanarak ve gecikmeksizin kadınlara karşı ayrımı ortadan kaldırıcı politikalar izleme
(m.2); özellikle politik, siyasal, ekonomik ve kültürel sahalarda olmak üzere bütün alanlarda
kadınların tam gelişmesini ve ilerlemesini sağlama, kadınların erkeklerle eşit olarak insan
hakları ve temel özgürlüklerinden yararlanmasını ve bu hakları kullanmasını garanti etmek
amacıyla, yasal düzenleme dahil bütün önlemleri almayı (m.3) taahhüt etme yükümlülüğü
getirilmiştir. 1992 yılında sözleşmeye ek olarak hazırlanan CEDAW 19 sayılı Genel Tavsiye
Kararı’nda, cinsiyet temelli şiddetin kadına yönelik ayrımcılık biçimlerinden biri olduğu
vurgulanmakta ve kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için alınması gereken
önlemlere yer verilmektedir.
Sözleşme, bildiri ve önergelerden farklı olarak taraf devletleri bağlayıcı niteliktedir ve
uygulanmak zorundadır (WAVE, 2007). Sözleşmenin uygulanmasındaki gelişmeleri gözden
geçirmek amacıyla (m.17) kurulan Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi,
devletlerin somut adımlarını izleme görevi görmektedir. Taraf devletler sözleşme hükümleri
doğrultusunda aldıkları yasal, adli, idari ve diğer önlemlerle ilgili bir raporu sözleşmeyi
onayladıktan sonraki bir yıl içinde ve daha sonra da her dört yılda bir komiteye sunmaktadır
(m.18/f.1a-b). 6 Ekim 1999 tarihinde Ek İhtiyari Protokol’ün kabulüyle birlikte, komitenin
izleme işlevine denetleme görevi de eklenmiştir. Komite, taraf devletlerin yargılama yetkisi
altında bulunan ve sözleşmede yer alan haklarının ihlal edildiğini iddia eden bireyler veya
bireylerden oluşan gruplar tarafından ya da bunlar adına yapılan şikayet başvurularını kabul
ve inceleme yetkisine (m.1; m.2) ve başvurularla ilgili araştırma, soruşturma ve öneride
bulunma yetkisine (m.7; m.8; m.9) sahiptir. Bu yolla, kadınların sözleşme çerçevesinde
haklarını aramak üzere başvurabilecekleri etkin bir denetim mekanizması oluşturulmuştur
(Moroğlu, 2005; 124).
BM Genel Kurulu tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde doğrudan kadına karşı şiddeti konu
edinen ilk insan hakları belgesi olan “Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair
Bildiri” ilan edilmiştir. Bildiride kadınlara karşı şiddete net bir tanım getirilmiş (m.1),
kadınlara uygulanan şiddetin çeşitli biçimlerine örnekler verilmiş (m.2), kadınların sahip
olduğu insan hakları ve temel özgürlüklerin altı bir kez daha çizilmiş (m.3), kadınlara karşı
şiddetin engellenmesi için devletlerin sorumlulukları (m.4) ve Birleşmiş Milletler’in rolü
belirtilmiştir (m.5). 1994 tarihli “Kadın Haklarının İnsan Hakları Mekanizmalarıyla
Bütünleştirilmesi ve Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Meselesi” başlıklı kararda da
65
konu ile ilgili bilgi toplamak, şiddetin önlenmesi için çözümler önermekle görevlendirilecek
bir raportör atanması ve kadın haklarının BM insan hakları mekanizmaları içine dahil
edilmesi kararlaştırılmıştır.
Kadın haklarına yönelik uluslararası çalışmalar arasında yer alan BM Dünya Kadın
Konferansları, hem dünya kadınlarının ortak sorunlarının, özellikle de kadına yönelik şiddet
konusunun, uluslararası kamuoyunda geniş biçimde tartışılmasına zemin hazırladığı, hem de
konferanslar sonucunda yayınlanan belgeler kadın hareketi üzerinde belirleyici rol oynadığı
için ayrı önem taşımaktadır (Moroğlu, 2005). BM Teşkilatı, 1972 yılı Genel Kurulu’nda
alınan bir kararla 1975 yılını “Uluslararası Kadınlar Yılı” ilan etmiştir. Bu kapsamda
düzenlenen etkinlikler arasında yer alan ve 1975 yılında Mexico City’de düzenlenen “BM
Birinci Dünya Kadın Konferansı”, kadın sorunlarını görüşmek amacıyla dünya devletleri
düzeyinde yapılan ilk uluslararası toplantıdır (Moroğlu, 2005; 139). Konferans sonunda
hazırlanan “Kadının Eşitlik, Kalkınma ve Barışa Katkıları 1975 Meksika Deklarasyonu”
bildirgesinde, kadınların sorunlarının toplumun tamamını ilgilendirdiği ilk kez kabul edilmiş
ve bu sorunları çözebilmek için bir yandan mevcut ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşamda
yapısal değişiklikler yapılması, bir yandan da cinsiyet anlayışlarının dönüştürülmesi gerektiği
vurgulanmıştır. Ayrıca, 1976-1985 yılları arası “Eşit Haklar, Kalkınma ve Barış için Kadın
Onyılı” olarak deklare edilmiştir (Akın, 2008; 30). BM’ye üye devletlere, ilk kez, kadın
sorunlarına yönelik çözümler üretecek ulusal ve uluslararası mekanizmalar oluşturma çağrısı
yapılmış, kadın sorunlarının boyutlarını saptamak amacıyla cinsiyet ayrımlı istatistikler
yapılmasına ve veri bankaları oluşturulmasına karar verilmiştir. Son olarak, bir kadın hakları
bildirgesinin hazırlanması konusunda acil çağrı yapılmıştır.
1980 yılında Kopenhag’da toplanan “BM İkinci Dünya Kadın Konferansı”nın gündemi “Hak,
Sorumluluk ve Fırsat Eşitliği” olarak belirlenmiştir. Konferansta, “BM Birinci Dünya Kadın
Konferansı” sonrasındaki gelişmeler gözden geçirilmiş ve kadının statüsünün ilerlemesi
konusunda oldukça yavaş ilerleme kaydedildiği saptanmıştır. Karşılaşılan engelleri aşmak için
bir eylem programı hazırlanmış ve bu programda ilk kez aile içi şiddet konusu öncelikli sorun
alanlarından biri olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, konferansta tüm dünya devletleri 1979 yılında
kabul edilen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni imzalayıp
onaylamaya davet edilmiştir.
66
1985 yılında Nairobi’de toplanan “BM Üçüncü Dünya Kadın Konferansı”nda son on yılın
kazanımları değerlendirilerek “Kadının İlerlemesi için Nairobi İleriye Yönelik Stratejiler
Belgesi” kabul edilmiştir. Bu belgede, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kadınların
yaşadığı çeşitli sorunlar tanımlandıktan sonra bu sorunların aşılabilmesi için alınacak
önlemler ve gerekli stratejiler belirlenmiştir. Özellikle, kadınların her düzeydeki karar alma
mekanizmalarında yer almaları gerekliliği üzerinde durulmuştur.
1993 yılında Viyana’da toplanan “BM İkinci Dünya İnsan Hakları Konferansı”, kadınlara
yönelik şiddetin ilk kez “özel” ya da “ulusal” bir sorun olarak görülmeksizin tanınması
nedeniyle, uluslararası kadın hareketi açısından bir dönüm noktası olmuştur (WAVE, 2007;
16). Bu konferansta, İnsan Hakları Bildirgesi’nin kadınların karşılaştığı insan hakları ihlalleri
karşısında yeterince koruyucu ve kapsayıcı olmadığı fark edilerek, “kadınların ve kız
çocuklarının insan haklarının evrensel insan haklarının ayrılmaz, bölünmez ve vazgeçilmez
bir parçası” olduğu savunulmuş ve “Kadın Hakları, İnsan Haklarıdır” ibaresi kabul edilmiştir.
1995’te Pekin’de önceki üç konferansa göre oldukça geniş katılımlı biçimde düzenlenen “BM
Dördüncü Dünya Kadın Konferansı” sonunda “Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu” 189
ülke tarafından çekincesiz kabul edilmiştir. Yapılan durum değerlendirmesinde kadınların
sorun yaşadığı öncelikli 12 alan belirlenmiş ve belirlenen acil önlem alanları konusunda
hükümetlere, sivil toplum örgütlerine ve özel sektöre düşen görevler ayrıntılı biçimde ortaya
konularak, ülkelere somut adımlar atma konusunda çağrıda bulunulmuştur.
“BM Dördüncü Dünya Kadın Konferansı”ndan sonra kaydedilen ilerlemeyi saptamak ve yeni
politikalar belirlemek amacıyla 2000 yılında New York’ta “Pekin +5 BM Genel Kurulu Özel
Oturumu” düzenlenmiştir. “Kadın 2000: 21. Yüzyıl için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği,
Kalkınma ve Barış” konulu oturumun sonunda “Pekin +5 Siyasi Bildirgesi ve Sonuç Belgesi”
kabul edilmiştir. Siyasi deklarasyonla hükümetler, toplumsal cinsiyet eşitliği, kalkınma ve
barış için belirlenen hedeflere bağlılıklarını ve verdikleri taahhütleri teyit etmişlerdir. Sonuç
belgesi ise temel kavramları, 1995’ten bu yanan belirlenen 12 kritik alanda elde edilen
kazanımları ve karşılaşılan engelleri, yine 1995’ten bu yana dünyada meydana gelen
değişimlerin kadın yaşamına etkilerini ve geleceğe yönelik eylem ve girişimleri
kapsamaktadır.
67
2005 yılında gerçekleştirilen “Pekin +10 Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’nu
Değerlendirme Toplantısı”nda “Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu”nu takip eden 10 yıl
içinde kaydedilen gelişmeler gözden geçirilmiştir. Toplantıda ağırlıklı olarak ele alınan
konular arasında kadınların konumlarının güçlendirilmesi, kadın trafiği ve ticaretinin
önlenmesi, kadın girişimciliğinin desteklenmesi yer almaktadır.
2.4.3. Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Türkiye’deki Yasal Düzenlemeler
2.4.3.1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
07.11.1982 tarihinde kabul edilen 2709 sayılı TC Anayasası’na göre herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir (m. 10). 2004 yılında bu maddeye yapılan bir eklemeyle
kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu ve devletin, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlü olduğu vurgulanmıştır. Anayasa’nın 17. maddesine göre, herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Kimseye işkence
ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi
tutulamaz. Anayasa’nın 41. maddesinde, 2001 yılında yapılan bir değişlikle birlikte, aile, eşler
arası eşitliğe dayalı temel bir toplumsal yapı olarak tanımlanmaktadır. Aynı maddenin
devamında, devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile
planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak ve teşkilâtı
kurmakla yükümlü kılınmaktadır.
2.4.3.2. Türk Ceza Kanunu
26.09.2004 tarihinde kabul edilen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddet ve
aile içi şiddet konuları ayrı suç başlıkları altında tanımlanmamaktadır. Bununla birlikte,
“Kişilere Karşı Suçlar” kısmında “Hayata Karşı Suçlar”, “Vücut Dokunulmazlığına Karşı
Suçlar”, “İşkence ve Eziyet”, “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” ve “Hürriyete Karşı
Suçlar” bölümlerinde düzenlenen bazı suçlar, gebe bir kadına ya da aile üyelerinden birine
karşı işlendiğinde suçun nitelikli halleri kapsamında değerlendirilmekte ve verilen ceza çeşitli
oranlarda arttırılmaktadır.
Kasten öldürme suçu (m.82), diğer nitelikli hallerle birlikte, üstsoy veya altsoydan birine ya
da eş veya kardeşe karşı, çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak
68
durumda bulunan kişiye karşı, gebe olduğu bilinen kadına karşı ya da töre saikiyle
işlendiğinde kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Kasten
yaralama (m.86) suçunun üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı işlenmesi halinde iki yıldan
beş yıla kadar hapis cezası hükmolunmaktadır. Kasten yaralama (m.86) ve taksirle yaralama
(m.89) suçları, gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına ya da gebe bir kadının
çocuğunun düşmesine neden olmuşsa verilecek ceza yarı ile iki kat oranında arttırılmaktadır.
Benzer biçimde, 96. maddede tanımlanan eziyet suçu, çocuğa, beden veya ruh bakımından
kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı ya da üstsoy veya
altsoya, babalık veya analığa ya da eşe karşı işlendiğinde, verilecek ceza arttırılarak kişi
hakkında üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır.
102. maddede düzenlenen cinsel saldırı suçunun, cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut
dokunulmazlığının ihlâl edilmesi yoluyla işlenmesi durumunda, iki yıldan yedi yıla kadar
hapis cezası ile, vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda,
yedi yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi
hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır. Çocukların
cinsel istismarı suçu, ayrı bir madde altında düzenlenmektedir (m.103). Buna göre, cinsel
istismar; onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam
ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü
cinsel davranış, diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir
nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar biçiminde tanımlanmaktadır. Çocuğu
cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi
durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır. Cinsel istismarın
üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici,
bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler
tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle
gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında
artırılmaktadır. Ayrıca, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen bu suçlara verilecek cezalar,
suçun nitelikli halleri göz önüne alındığında, çeşitli oranlarda arttırılmaktadır. Reşit
olmayanla ilişki suçu (m. 104), mağdur ve fail arasındaki yaş farkına bağlı olarak altı aydan
dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Mağdurun şikayetine bağlı bir suç olan
cinsel taciz suçu (m. 105) da, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası veya adlî para cezası ile
cezalandırılmaktadır. Bu suç, hiyerarşi veya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye
69
kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak
işlendiği takdirde, verilecek ceza yarı oranında artırılmaktadır.
Tehdit suçu ile ilgili düzenlemeye göre (m. 106), bir başkasını, kendisinin veya yakınının
hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle
tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bir şeyi
yapması veya yapmaması ya da kendisinin yapmasına müsaade etmesi için bir kişiye karşı
cebir kullanılması hâlinde, kasten yaralama suçundan verilecek ceza üçte birinden yarısına
kadar arttırılmaktadır (m. 108). Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçuna (m. 109), bir
yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmekte, bu suçun; üstsoy, altsoy veya eşe karşı ya da
çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye
karşı işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat arttırılmaktadır. Cebir veya tehdit kullanarak ya
da hukuka aykırı başka bir davranışla, iş ve çalışma hürriyetini ihlâl eden kişiye, mağdurun
şikâyeti hâlinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilmektedir (m. 117).
Kişiler arasındaki haberleşmenin hukuka aykırı olarak engellenmesi hâlinde, altı aydan iki
yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunmaktadır (m. 124).
“Topluma Karşı Suçlar” kısmında “Aile Düzenine Karşı Suçlar” bölümünde yer alan, birden
çok evlilik, hileli evlenme, dinsel tören (m. 230), kötü muamele (m. 232), aile hukukundan
kaynaklanan yükümlülüğün ihlali (m. 233), çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (m. 234)
suçları da, aile yaşamında özellikle kadınların ve çocukların sıklıkla karşılaştığı çeşitli
istismar ve ihmal türleri ile ilgili cezai yaptırımları düzenlemektedir.
2.4.3.3. Ailenin Korunmasına Dair Kanun
14.01.1998 tarihinde kabul edilen 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, aile içi
şiddet uygulayan kişilere karşı uygulanacak tedbirleri düzenlemektedir. Yasa, 5986 sayılı
kanunla birlikte, sadece kusurlu eşleri değil, aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireyleri ile
aynı çatı altında yaşamayan, mahkemece ayrılık kararı verilen aile bireylerini, yasal olarak
ayrı yaşama hakkı olan veya ayrılık nedeni ile ayrı konutlarda bulunan bireyleri ve evli
olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerini ve çocukları kapsamaktadır.Bu kanun
kapsamındaki tedbirler arasında, aile içi şiddet uygulayan kişinin;
a) Diğer eşe veya çocuklara veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete
veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması,
70
b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer eşe ve varsa çocuklara tahsisi ile diğer eş ve
çocukların oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması,
c) Diğer eşin, çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyasına zarar
vermemesi,
d) Diğer eşi, çocukları veya aynı çatı altında yaşayan aile bireylerini iletişim vasıtasıyla
rahatsız etmemesi,
e) Varsa silah ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesi,
f) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi
veya ortak konutta bu maddeleri kullanmaması yer almaktadır (m.1).
Ayrıca, belirtilen hükümlerin tatbiki maksadıyla öngörülen süre altı ayı geçmemekte ve
kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti
bağlayıcı cezaya hükmedileceği hususu kusurlu eşe ihtar olunmaktadır.Hakim bu konuda
mağdurların
yaşam
düzeylerini
göz
önünde
bulundurarak
tedbir
nafakasına
hükmedebilmektedir. Bu kanun çerçevesinde yapılan başvurular harca tâbi değildir.
Kanunun 2. maddesi uyarınca, koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet
Başsavcılığına tevdi olunmakta, Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararının uygulanmasını
zabıta marifetiyle izlemekle görevlendirilmektedir. Koruma kararına uyulmaması halinde
zabıta, mağdurların şikayet dilekçesi vermesine gerek kalmadan re'sen soruşturma yaparak
evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirmekle yükümlüdür.
Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde
kamu davası açabilmektedir. Bu davanın duruşması yer ve zaman kaydına bakılmaksızın 3005
sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılmaktadır. Fiili başka
bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eşe ayrıca üç aydan altı aya kadar
hapis cezası hükmolunmaktadır.
2.4.3.4. Sığınma Evleri ile İlgili Yasal Düzenlemeler
Sığınma evine ihtiyaç duyan çocuklara ve kadınlara verilecek hizmetlerle ilgili düzenlemeler,
Çocuk Koruma Kanunu’nda (m.5), Çocuk Koruma Kanunu’na Göre Verilen Koruyucu ve
Destekleyici Tedbir Kararların Uygulanması Hakkında Yönetmelik’te (m.15), Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’nda (m.1, m.3, m.4), SHÇEK’e Bağlı Kadın
Konukevleri Yönetmeliği’nde ve SHÇEK’in Özel Hukuk Kişileri ile Kamu Kurum ve
Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konukevleri Yönetmeliği’nde yer almaktadır.
71
03.07.2005 tarihinde kabul edilen 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesine göre,
büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyelerin görev ve sorumlulukları
arasında, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açmak bulunmaktadır.
2.4.4. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınma Evleri
2.4.4.1. Kadın Sığınma Evlerinin Tarihçesine Kısa Bir Bakış
Sığınma evleri, fiziksel, psikolojik, cinsel, sözel ve ekonomik şiddete uğrayan kadınların
çocuklarıyla birlikte kendilerini güvende hissedebilecekleri, özgüvenlerini geliştirebilecekleri,
iş bulup şiddet ortamından uzaklaşabilecekleri, adresi gizli tutulan sosyal hizmet
kuruluşlarıdır (Akay, Kaşker, Gökberk, Özavar, Güvenç, 1996; 180). Kadın sığınma evleri,
aynı zamanda kadınlarla erkekler arasındaki hak ve fırsat eşitliğini ve kadınların insan
haklarını savunarak kadına yönelik şiddetle mücadelede anahtar rol oynamaktadır (WAVE,
2007; 11). Sığınma evleri, evlerini terk ederek kendilerine dayatılan yaşama “hayır”
diyebilmeyi başarmış kadınların özgürleşmelerinde ilk adımı oluşturmaktadır (Şahinoğlu,
2000; 32). “Özel olan politiktir” sloganı ile aile içi şiddeti görünür kılan ve sorunu ev
ortamından kamusal alana taşıyan sığınma evleri, egemen cinsiyetçi düzeni sorgulayabildiği
sürece, kadınların şiddete karşı direnme odakları olabilmektedir (Ovadia, 1996; 177).
Kadına yönelik aile içi şiddet ilk olarak 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında sosyal bir
sorun olarak kabul edilmiş ve aynı dönemde bu sorunla mücadele etmek için kadın danışma
merkezleri ve sığınaklar açmanın vazgeçilmez ve acil bir gereklilik olduğu fark edilmiştir
(Şahinoğlu, 2000). İlk kadın sığınma evi 1972 yılında Londra’da, yerel otoritelerin, şiddete
maruz kalan kadınların sorunlarına duyarsız kalmaları nedeniyle kurulmuş, bunu Amerika’da
kurulan ikinci sığınma evi ve sonrasında Kuzey Amerika’ya yayılan sığınma evi açma
faaliyetleri izlemiştir (Şahinoğlu, 2000). Avrupa’daki çalışmalar Britanya Adaları’nda hız
kazanmış, daha sonra Batı, Orta ve Kuzey Avrupa’da, ardından da Güney Avrupa’da ve
Demir Perde’nin yıkılmasından sonra Doğu ve Güneydoğu Avrupa’da yaygınlık kazanmıştır
(WAVE, 2007).
2.4.4.2. Kadın Sığınma Evlerinin Kuruluş Amaçları
Temel işlevi istismar mağduru kadınlara ve çocuklara güvenli bir barınma hizmeti sağlamak
olmakla birlikte, bir sığınma evinin birincil amaçları bununla sınırlı değildir. Kadınları
72
şiddetten korumak ve onların güvenliğini sağlamak öncelikli hedeflerden biridir, ancak bu
hizmet, şiddetin sonlandırılması ve tekrarının önlenmesi konusunda verilecek destek
hizmetleri ile birlikte sağlandığında sığınma evinin kuruluş amaçlarına uygun hareket edilmiş
olmaktadır (WAVE, 2007). Sığınma evinde yaşayan kadınların ve çocukların güçlenmesi
şiddetsiz bir hayat sürmenin temel adımlarından biridir. Güçlenme; kadınların ve çocukların
yaşadıkları travmatik deneyimlerle başa çıkmaları, zedelenmiş özgüvenlerini yeniden
kazanmaları, rotasını kendilerinin çizeceği bir hayatın temellerini atmaları ve kendilerine
uygulanan şiddet mekanizmalarını anlayıp şiddete karşı etkin direnme stratejileri
geliştirmeleri yönünde verilecek destek ile sağlanabilir (WAVE, 2007; 30). Kadın sığınma
evlerinin bir başka ve en az koruma ve güçlenmenin sağlanması kadar önemli amacı da,
kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, şiddetin etkileri, sorunun kaynakları, sorunla başa
çıkma yolları gibi konularda toplumsal farkındalığı arttırarak, şiddeti doğuran tutum ve
davranış örüntülerini ortadan kaldırmaktır (WAVE, 2007; 31)
Sığınma evine kabul edilecek kadınların belirlenmesinde aranan özellikler, farklı sığınma
evlerinin işleyiş politikalarına bağlı olarak çeşitlilik gösterse de, hedef gruplar için saptanmış
bazı önkoşullar bulunmaktadır. Ortak görüş, sığınma evlerinin aile içi şiddetin herhangi bir
türü ile karşı karşıya kalmış tüm kadınlara açık olması yönündedir (WAVE, 2007). Bu gruba
dahil olan fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik istismar mağduru kadınlar dışında, ailesel ya
da diğer çevresel koşullar nedeniyle ekonomik ve sosyal yoksunluk çeken kadınlara da hizmet
veren sığınma evleri de bulunmaktadır (SHÇEK, 1998). Alkol ve madde bağımlılığı olan,
fuhuşu meslek edinmiş, herhangi bir suç nedeniyle hükümlü ya da aranmakta olan, ruh sağlığı
bozuk, zihinsel özürlü, ağır hasta, sürekli bakıma ve yardıma muhtaç yaşlı kadınların kabulü
devlete bağlı faaliyet gösteren sığınma evlerinde iç yönetmelik hükümleri ile sınırlanmakta
(SHÇEK, 1998), bazı sığınma evlerinde ise söz konusu sorun ve sahip olunan kaynaklar göz
önünde tutularak her vaka için bireysel kararlar alınmaktadır (WAVE, 2007).
2.4.4.3. Kadın Sığınma Evlerinde Sunulan Hizmetler
Bir kadın sığınma evi, daha önce de belirtildiği gibi kadınların ve çocukların güvenliğinin
sağlanması ve korunması, psikolojik açıdan güçlenmesi ve şiddete karşı toplumsal bilincin
arttırılması
amaçlarına
yönelik
faaliyetlerde
bulunmaktadır.
Bu
amaçların
gerçekleştirilebilmesi için kadınlara sunulan geniş kapsamlı hizmetler arasında acil yardım
hatları, danışmanlık, barınma, bireysel danışmanlık ve güçlendirme, grup çalışmaları,
73
güvenlik, kendini savunma, hukuki yardım, maddi kaynak ve konut bulma, sağlık, istihdam
ve eğitim gibi konularda verilen destek ile sığınaktan ayrılma sonrasındaki izleme çalışmaları
yer almaktadır (WAVE, 2007).
24 saat hizmet veren acil yardım hatları, şiddet mağduru kadınlara telefonda kriz desteği
sağlamakta ve gerekli durumlarda onları sığınma evine yönlendirmektedir. Danışmanlık
hizmeti ile başvuran kadınların durumları incelenerek ihtiyaçları belirlenmekte, sığınma evine
yerleşme ihtiyacı olan kadınlara hakları ve imkanları ile ilgili bilgilendirme yapılmaktadır. Bu
aşamada sığınma evinde sunulan hizmetler de anlatılmaktadır. Farklı örgütlenme modellerine
bağlı olarak, profesyonel danışmanlık hizmeti, sığınma evinin kendisi ya da sığınma evi ile
işbirliği içinde çalışan ayrı bir danışmanlık merkezi tarafından verilebilmektedir. Bireysel
danışmanlık seanslarında, şiddet deneyimleri üzerine konuşma ve düşünme fırsatları
yaratılmakta; kadınların benlik saygıları onarılarak kendi hayatlarını ilgilendiren konularda
bağımsız karar alma potansiyelleri açığa çıkarılmakta; şiddeti ortaya çıkaran iktidar ve
denetim mekanizmaları ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi konularda bilgi verilerek
kadınların yaşadıklarını anlamlandırmalarına ve cinsiyet rollerini dönüştürmelerine yardımcı
olunmaktadır. Bireysel danışmanlık seanslarında verilen psikososyal destek, kadınların
duygu, düşünce ve deneyimlerini paylaşarak diğer kadınlarla etkileşime girdiği grup
çalışmaları ile pekiştirilmektedir (WAVE, 2007; 51-55; KSGM, 2008; 52-54).
Hukuki yardım, kadınların sahip olduğu yasal haklar ve bu hakları elde edebilmek için gerekli
yasal işlemlerle ilgili bilgi verilmesini; polis, mahkeme ve duruşmalara giderken kadınlara
refakat edilmesini, kadınların duruşmalara hazırlanmasını ve avukat temin edilmesini
içermektedir. Mali konularda ise kendine ait geliri olmayan kadınların kaynak bulmalarına ve
sosyal yardım kurumlarından mali destek almalarına, ayrıca kamu kuruluşları ile işbirliği
sayesinde düşük kiralı konut edinmelerine yardımcı olunmaktadır. Sığınma evleri, devlet ya
da özel sağlık kuruluşları ile işbirliği yaparak kadınların tıbbi ihtiyaçlarını ücretsiz biçimde
karşılayabilmeleri için gerekli olanakları sağlamaktadır. İş ve eğitim konularında sunulan
destek ile çalışan kadınların işe devam edebilmesi sağlanmakta, çalışmayan kadınlara iş
bulma ve çeşitli meslek edindirme ya da eğitim programlarına kaydolma konusunda yol
gösterilmektedir.
Ayrıca,
kadınların
ve
çocukların
toplumsal
yaşama
katılımını
yüreklendirecek sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlenerek, izolasyonun ve yabancılaşmanın
önüne geçilmektedir (WAVE, 2007; 56-59; KSGM, 2008; 55-57).
74
Sığınma evinde kalan çocuklar da genellikle ya doğrudan şiddet görmüş ya da aile içi şiddete
tanıklık ederek ikincil istismara maruz kalmış bir grubu oluşturmaktadır. Sığınma evinde
kalan çocuklara yönelik hizmetler, onların fiziksel güvenliğini sağlamayı; zihinsel ve
duygusal sağlığını ve mutluluğunu geliştirmeyi; anne-çocuk ilişkisini desteklemeyi
amaçlamaktadır (WAVE, 2007; 61-62).
Bu hizmetler kapsamında, çocuğun örselenme
yaşantılarının üstesinden gelmesi, sığınma evindeki yeni yaşama uyum sağlaması ve sığınma
evi koşullarından kaynaklanan olumsuz duygularla ve uyum sorunları ile etkin biçimde başa
çıkması için kesintisiz psikososyal destek verilmektedir. Duygusal çalışmanın yanı sıra
çocuklara tıbbi bakım ve akademik destek sağlanmakta ve annelere çocuk yetiştirme
konularında bilgi verilmektedir. Ayrıca, mahkemede ifade vermesi gereken bir çocuğun
duruşmaya zihinsel olarak hazırlanmasına yardım edilmekte ve hukuki süreç sırasında çocuğa
eşlik edilmektedir. Çocuklara yönelik hizmetler bireysel danışmanlık, grup çalışması, oyun
terapisi, sanat terapisi, eğlendirici ve eğitici faaliyetler gibi yöntemler kullanılarak
sunulmaktadır (WAVE, 2007; 62-66; KSGM, 2008; 59-63).
2.4.4.4. Türkiye’deki Kadın Sığınma Evlerinin Durumu
Türkiye’de kamu kurumlarına bağlı ilk sığınma evi “kadın konukevi” adı altında SHÇEK’e
bağlı olarak 1990 yılında açılmış, 2003 yılına kadar 8 olan SHÇEK’e bağlı kadın sığınma evi
sayısı, 2008 yılında 23’e ulaşmıştır. Toplam kapasitesi 477 olan sığınma evlerinden,
açılışlarından bu yana 7590 kadın ve 5586 çocuk yararlanmıştır (KSGM, 2008). SHÇEK’e
bağlı kuruluşların dışında; valilik, belediye ve sivil toplum kuruluşları tarafından işletilen
toplam 21 kadın sığınma evi bulunmaktadır (KSGM, 2008). Sığınma evlerinin illere göre
dağılımına bakıldığında İstanbul ve Ankara’da birden fazla, Sakarya, Amasya, Rize, İzmir,
Kocaeli, Yozgat, Düzce, Mersin, Van, Eskişehir, Bursa ve Balıkesir’de birer sığınma evinin
faaliyet gösterdiği görülmektedir (KSGM, 2008).
Türkiye’deki sığınma evi deneyimlerine bakıldığında, ilk açılan sığınma evlerinin maddi
sıkıntılar ya da yönetim değişikliği gibi nedenlerle uzun süre faaliyet gösteremediği
görülmektedir. Sığınma evi çalışmalarına maddi destek veren belediyelerin, “kadın sorununa”
programları arasında öncelikli bir yer vermemesi, dahası böyle bir sorunu kurumsal
politikalarına hiç dâhil etmemesi nedeniyle, seçimler sonucunda yeni gelen partiler siyasal
eğilimlerine uygun olarak sığınma evlerine verdiği desteği geri çekmiş ya da kendilerine bağlı
sığınma evlerini kapatmıştır (Arın, 1996; 149).
75
1990 yılında Bakırköy Belediyesi tarafından açılan sığınma evi 1992 yılında, Şişli Belediyesi
tarafından 1990 yılında açılan sığınma evi 1994 yılında belediye yönetiminin değişmesi
sonucu kapatılmıştır (KSGM, 2008; 32). Bağımsız bir kadın kuruluşunun işlettiği ilk sığınma
evi 1993 yılında Ankara’da Kadın Dayanışma Vakfı ve Altındağ Belediyesi işbirliği ile
kurulmuştur. 1995 yılında belediyedeki yönetim değişikliği sonucunda belediyenin sığınma
evine verdiği maddi destek sonlandırılmış; bir süre kendi olanakları ile hizmet vermeye
devam eden sığınma evi ekonomik sıkıntılar nedeniyle 1999 yılında kapatılmıştır. 2003
yılında Yenimahalle Belediyesi ile işbirliği kurularak tekrar açılan sığınma evi, benzer
nedenlerle aynı yıl içinde kapatılmıştır. Vakıf, 2005 yılından bu yana İnsan Ticaretiyle
Mücadele Sığınağı’nı işletmektedir (Ülker, 2008; 129). Kadın Dayanışma Vakfı’nın sığınma
evi çalışmalarına paralel biçimde, İstanbul’da da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990 yılında
kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi yaygınlaştırmak ve şiddet mağduru kadınlarla
dayanışmayı sürdürmek amacıyla kurulmuştur (Arın, 1996). Vakıf, 1995 yılında kadın
sığınağını hizmete açmış; fakat ekonomik sorunlar nedeniyle bu hizmet uzun soluklu
olamamış ve ancak 1998 yılına kadar sürdürülebilmiştir. Açık kaldığı 3 yıl boyunca, 350
kadın ve 250 çocuk sığınma evinden yararlanmıştır. 2004 yılında Beyoğlu Kaymakamlığı
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın finansal desteği ile sığınma evi yeniden
faaliyete geçmiştir. Böylece, ilk kez bir sığınma evi, bir devlet kurumu ile bir kadın örgütü
arasında ortaklaşa gerçekleştirilen çalışma sonucu açılmıştır. Kaymakamlığın, Ocak 2009
itibariyle Mor Çatı’ya verdiği finansal desteği kesmesi nedeniyle sığınma evi çalışmaları bir
kez daha sekteye uğramıştır.
Haziran 2008 itibariyle İstanbul’da, biri Mor Çatı Kadın Sığınağı olmak üzere SHÇEK ve
yerel yönetimlere bağlı faaliyet gösteren toplam 7 sığınma evi bulunmaktadır. SHÇEK
bünyesinde hizmet gösteren iki kadın konukevinin dışındaki sığınma evleri Kadıköy,
Küçükçekmece, Pendik ve Eyüp Belediyeleri’ne bağlı hizmet vermektedir (KSGM, 2008).
76
3. GEREÇ VE YÖNTEM
3.1. Araştırmanın Tipi
Araştırma, tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir araştırmadır.
3.2. Araştırmanın Yeri ve Zamanı
Araştırma Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, SHÇEK Kadın Konukevi, Eyüp, Küçükçekmece
ve Kadıköy Belediyeleri’ne bağlı kadın sığınma evlerinde yürütülmüştür. Sığınma evlerinde
kalan kadınlarla görüşmeler, ilgili kurumlardan sözel ve yazılı onay alındıktan sonra Nisan
2008-Ocak 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir.
3.3. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi
Araştırmanın evrenini, çalışmanın yapıldığı tarihlerde kadın sığınma evlerinde kalmakta olan
kadınların tümü oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini, çalışmanın yapıldığı süre içerisinde
belirlenen beş farklı sığınma evinde kalmakta olan, çalışmanın içleme ve dışlama ölçütlerine
uygun ve çalışmaya katılmaya gönüllü toplam 75 kadın oluşturmuştur. Araştırmanın
planlanma aşamasında örneklem sayısı 100 olarak belirlenmiştir. Ancak, sığınma evlerine
yeni kabullerin sınırlı düzeyde kalması, görüşmelerin sadece mesai saatleri içinde
yapılabilmesi nedeniyle çalışmakta olan kadınların çalışmaya dahil edilememesi, görüşme
yapmayı kabul etmeyen kadınların bulunması gibi nedenlerle görüşülen kişi sayısı 75
olduğunda çalışma sonlandırılmıştır.
Çalışmanın içleme ölçütü, 18-60 yaşları arasında olmak; çalışmanın dışlama ölçütleri ise
çalışmaya katılmayı engelleyen bedensel bir sağlık problemine sahip olmak ve psikotik
bozukluk-mental retardasyon-demans tanılarından birini almak olarak belirlenmiştir.
3.4. Veri Toplama Araçları
Bilgi Toplama Formu: Bu formda yaş, eğitim durumu, gelir durumu, medeni durum gibi
sosyo-demografik özellikleri ve maruz kalınan şiddet ile ilgili özellikleri değerlendirmeyi
amaçlayan sorular bulunmaktadır. Şiddete ilişkin özellikler arasında duygusal, fiziksel ve
cinsel şiddet türlerini yaşama durumu, maruz kalınan şiddetin zamanı, sıklığı, boyutu,
77
kim/kimler tarafından uygulandığı yer almaktadır. Açık ve kapalı uçlu sorulardan oluşan yarı
yapılandırılmış özellikteki form kaynak taraması sonucu geliştirilmiştir.
Travma Sonrası Tanı Ölçeği (TSTÖ): TSTÖ, Foa (1995) tarafından geliştirilmiştir. Hastalarda
veya deneklerde TSSB tanısının araştırılması amacıyla kullanılmaktadır. 49 maddeden oluşan
ölçeği hasta/denek grupları kendileri doldurmaktadır. TSTÖ'nün yapısı ve içeriği, TSSB'ye
ilişkin DSM-IV tanı kriterlerini yansıtmaktadır. Ölçekteki maddeler, DSM-IV'teki TSSB'ye
ilişkin A, B, C, D, E, F kriterlerine karşılık gelmektedir.
Coopersmith Benlik Saygısı Envanteri: Coopersmith (1959) tarafından geliştirilen envanterin
Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Turan ve ark. (1987) tarafından yapılmıştır.
Kişinin çeşitli alanlarda kendisi hakkındaki tutumunu değerlendirmede kullanılan bir ölçme
aracıdır. Envanter, "benim gibi" ya da "benim gibi değil" biçiminde işaretlenebilen ve kişinin
hayata bakışı, sosyal ilişkileri, kendisi hakkındaki değerlendirmeleri ile ilgili ifadeleri içeren
25 cümleden oluşmaktadır.
Envanterden alınan toplam puan hesaplanırken, bireyin cümlelere verdiği cevaplar arasından
uygun olanlara 4 puan verilmektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek toplam puan 100’dür.
Ölçeğin kesme noktası yoktur. Alınan yüksek puanlarla benlik saygısı arasında pozitf
korelasyon vardır. Araştırmada, benlik saygısı ile ilgili bulgular incelenirken grubun benlik
saygısı puanının düşük ve yüksek olmasına göre değerlendirme yapılacaktır.
Vücut Algısı Ölçeği (VÖA): Secord ve Jourard (1953) tarafından geliştirilmiş olan ölçeğin
Türkçe geçerlilik ve güvenirlilik çalışması Hovardaoğlu (1993) tarafından gerçekleştirilmiştir.
Ölçek, kişilerin bedenlerindeki çeşitli kısımlardan ve çeşitli beden işlevlerinden hoşnutluk
düzeylerini ölçmeyi amaçlayan 40 maddeden oluşmaktadır.
Ölçekte her bir madde için 1‘den 5’e kadar değişen puanlar alan ve “Hiç beğenmiyorum”,
“Beğenmiyorum”, “Kararsızım”, “Beğeniyorum”, “Çok beğeniyorum” şeklinde 5 farklı yanıt
seçeneği bulunmaktadır. Ölçekten alınan toplam puan, bireyin verdiği yanıtlara karşılık gelen
puanların toplamı ile hesaplanmaktadır. Ölçeğin kesme noktası yoktur. Toplam puan 40 ile
200 arasında değişmekte olup, alınan puanın yüksekliği bireyin bedeninden hoşnut olma
düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Araştırmada beden algısı ile ilgili bulgular
78
incelenirken ortalama beden algısı puanının düşük ve yüksek olmasına göre değerlendirme
yapılacaktır.
3.5. Araştırmanın Yöntemi
Belirtilen veri toplama araçları altı kişide uygulanarak uygulanabilirliği ve anlaşılabilirliği
sınanmıştır. Araştırmada kullanılan bilgi toplama formu araştırmacı tarafından yüz yüze
görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. Kullanılan ölçeklerin kadınların kendileri tarafından
doldurulması planlanmış olmasına karşın, okur-yazar olmayan ve okuduğunu anlamakta ya da
ölçeğin kullanımını anlamakta yetersiz kalan kadınlara ölçekte yer alan sorular nötr bir
ifadeyle okunmuş ve verilen yanıtlar araştırmacı tarafından işaretlenmiştir.
Görüşme öncesinde kadınlara çalışmanın amacı ve kapsamı hakkında açıklama yapılmış ve
çalışma süresince uyulacak olan etik ilkeler anlatılmıştır. Kadınlardan sözlü ve yazılı onay
alındıktan sonra görüşmeler sessiz, rahat ve görüşülen kişi ile baş başa kalınabilecek bir
ortamda gerçekleştirilmiştir. Görüşme esnasında, soruların mümkün olduğunca kadınları
travmatize etmeyecek biçimde sorulmasına özen gösterilmiş; aşırı kaygı veya tedirginlik
yaşayan kadınlarla görüşmeler sonlandırılmış ve kadınların uygun olduğu zaman kalınan
yerden devam edilmiştir.
3.6. Veri Analizi
Çalışmadan elde edilen veriler değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS for
Windows 15.0 programı kullanılmıştır. Kategorik verilerin diğer kategorik başlıklarla kıyası
ki-kare veya fisher testi ile yapılmıştır. Var/yok biçimindeki bir başlığın aynı dilimdeki diğer
bir başlıkla uyumu McNemar testi ile araştırılmıştır. İki grubun ort ± standart sapma
biçiminde sunulan skorlarının kıyasında bağımsız gruplar için t-testi analizi yapılmıştır. Aynı
özellikteki 2’den fazla grubun kıyası da tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ile yapılmıştır.
İki grup kıyasında başlık ordinal ise Mann Whitney U testi ile kıyaslama yapılırken,
başlıkların ikisi de ordinal veya skoral türde ise nonparametric spearman korelasyon
katsayısına bakılmıştır. Özet veriler ortalama, standart sapma ve yüzde cinsinden
sunulmuştur. Tüm testlerde anlamlılık sınırı p<0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
79
4. BULGULAR
Araştırma sonucunda elde edilen veriler;
4.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulgular,
4.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulgular,
4.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulgular,
4.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulgular
4.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörler,
4.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulgular,
4.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulgular
olmak üzere yedi kategoride sunulmuştur.
Çalışma kapsamında değerlendirilen şiddet türleri duygusal, fiziksel ve cinsel olmak üzere üç
ana başlık altında toplanmaktadır. Duygusal şiddet ifadesi ile kişiyi psikolojik açıdan
sindirme, aşağılama ve denetim altına alma amacı taşıyan tüm tutum ve davranışlar; fiziksel
şiddet ifadesi ile kişiye fiziksel zarar verme amacı taşıyan tüm eylemler; cinsel şiddet ifadesi
ile kişiyi rıza dışı cinsel ilişkiye ya da cinsel etkinliklere zorlama biçiminde gerçekleştirilen
tüm eylem ve eylem girişimleri kastedilmektedir.
80
4.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulgular
Tablo 4.1.1. Kadınların Sosyo-demografik Özelliklere Göre Dağılımı
SOSYO-DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER
YAŞ
25 yaş altı
25-34 yaş arası
35 yaş ve üstü
Yaş Ortalaması
DOĞUM YERİ
Şehir merkezi
İlçe
Köy
ÖĞRENİM DURUMU
Okuryazar değil
Okuryazar
İlköğretim-Ortaöğretim
Lise
MESLEK
Hiç çalışmamış
İşçi
Geçici işçi
İşveren
SIĞINMA EVİNE GELMEDEN ÖNCEKİ
ÇALIŞMA DURUMU
Çalışan
Çalışmayan
ŞU ANKİ ÇALIŞMA DURUMU
Halen çalışıyor
Çalışmıyor
SOSYAL GÜVENCE
Var
Yok
TOPLAM
N=75
n
%
21
28
35
46.7
19
25.3
Ort: 30.24±7.64
32
26
17
42.7
34.7
22.6
8
9
45
13
10.7
12
60
17.3
47
13
14
1
62.7
17.3
18.7
1.3
24
51
32
68
2
73
2.7
97.3
40
35
75
53.3
46.7
100
Çalışma kapsamına alınan kadınların bazı sosyo-demografik özellikleri incelendiğinde, yaş
ortalamasının 30.2 (±7.64) olduğu; %42.7’sinin doğum yerinin şehir merkezi olduğu;
%60’ının ilköğretim-ortaöğretim mezunu olduğu saptanmıştır (Tablo 4.1.1). Kadınların
%62.7’sinin yaşamları boyunca gelir getiren bir işte hiç çalışmadığı; %68’inin sığınma evine
gelmeden önce gelir getiren bir işe sahip olmadığı; %53.3’ünün herhangi bir sosyal
güvencesinin bulunmadığı görülmektedir (Tablo 4.1.1). Kadınların %97.3’ü çalışmanın
yapıldığı dönemde herhangi bir işte çalışmamaktadır.
81
Tablo 4.1.2. Kadınların Evlilik Özelliklerine Göre Dağılımı
EVLİLİK ÖZELLİKLERİ
MEDENİ DURUM
Bekar
Evli
Boşanmış
Eşi ölmüş
Toplam
EVLİLİK SAYISI
1
2
3 ve üstü
Toplam
EVLİLİK SÜRESİ
0-4 yıl
5-9 yıl
10-14 yıl
15 yıl ve üstü
Toplam
Evlilik Süresi Ortalaması
İLK EVLİLİK YAŞI
18 yaş altı
18 yaş ve üstü
Toplam
Evlilik Yaşı Ortalaması
RESMİ NİKAH
Var
Yok
Toplam
EVLENME BİÇİMİ
Anlaşarak
Görücü usulü-Ailenin zorlaması
Kaçarak
Kaçırılarak
Toplam
ÇOCUK SAHİBİ OLMA DURUMU
Var
Yok
Toplam
ÇOCUK SAYISI
1
2
3 ve üstü
Toplam
Çocuk Sayısı Ortalaması
N
%
5
45
21
4
75
6.7
60
28
5.3
100
52
15
3
70
74.3
21.4
4.3
100
17
24.3
24
34.3
21
30
8
11.4
70
100
Ort:8.49±4.99
31
44.3
39
55.7
70
100
Ort: 19.13±3.96
51
19
70
72.9
27.1
100
18
31
18
3
70
25.7
44.3
25.7
4.3
100
62
13
75
82.7
17.3
100
22
21
19
62
35.5
33.9
30.6
100
Ort: 2.16±1.22
82
Çalışmaya katılan kadınların %60’ı evlidir. Bunu boşanmış (%28), bekar (%6.7) ve eşi ölmüş
(%5.3) kadınlar takip etmektedir. Kadınların evlilik yaşı ortalaması 19.13 (±3.96) olarak
bulunmuştur. Evli kadınların %74.3’ünün tek bir defa evlendiği; evlilik süresi ortalamasının
8.5 (±4.99) yıl olduğu; %72.9’unun resmi nikaha sahip olduğu; %44.3’ünün görücü usulüailenin zorlaması ile evlendiği görülmektedir. Çocuk sahibi olan kadınların oranı %82.7,
ortalama çocuk sayısı 2.16 (±1.22) olarak bulunmuştur (Tablo 4.1.2).
Tablo 4.1.3. Birden Fazla Evlilik Yapmış Kadınların Önceki Evliliklerinin Sonlanma
Nedenleri
KADINLARIN ÖNCEKİ EVLİLİKLERİNİN
SONLANMA NEDENLERİ*
Geçimsizlik
Şiddet
Aldatılma
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
Birden
fazla
evlilik
yapmış
kadınların
önceki
N=18
n
5
13
7
evliliklerinin
%
27.8
72.2
38.9
sonlanma
nedenleri
incelendiğinde, evliliklerin %72.2’sinin şiddet, %38.9’unun aldatılma, %27.8’inin geçimsizlik
nedeniyle bittiği görülmektedir (Tablo 4.1.3).
83
Tablo 4.1.4. Kadınların Eşlerinin Sosyo-demografik Özelliklere Göre Dağılımı
KADINLARIN EŞLERİNE İLİŞKİN SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER
YAŞ
25 yaş altı
25-34 yaş arası
35 yaş ve üstü
Toplam
Yaş Ortalaması
ÖĞRENİM DURUMU
Okuryazar değil
Okuryazar
İlköğretim-Ortaöğretim
Lise
Üniversite
Toplam
MESLEK
Hiç çalışmamış
İşçi
Memur
Emekli
Geçici işçi
İşveren
Toplam
ÇALIŞMA DURUMU
Var
Yok
Toplam
SOSYAL GÜVENCE
Var
Yok
Toplam
* Hayatta olmayan 4 eş kapsam dışı bırakılmıştır.
N
%
2
3
32
48.5
32
48.5
66*
100
Ort: 36.77±10.15
1
7
48
11
3
70
1.4
10
68.6
15.7
4.3
100
2
33
3
1
17
14
70
2.9
47.1
4.3
1.4
24.3
20
100
54
16
70
77.1
22.9
100
35
35
70
50
50
100
En az bir evlilik geçirmiş kadınlardan en son evliliklerini göz önünde bulundurarak eşlerine
ilişkin sosyo-demografik özellikleri değerlendirmeleri istenmiştir. Buna göre eşlerin yaş
ortalaması 36.77 (±10.15) olarak bulunmuştur. Eşlerin %68.6’sının ilköğretim-ortaöğretim
mezunu olduğu; %47.1’inin işçi olduğu; %77.1’inin evlilik sürecinde gelir getiren bir işte
çalıştığı ve %50’sinin herhangi bir sosyal güvenceden yararlandığı belirlenmiştir (Tablo
4.1.4.).
84
Tablo 4.1.5. Kadınların Hane Özelliklerine Göre Dağılımı
N=75
HANE YAPISINA İLİŞKİN ÖZELLİKLER
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN AYLIK ORTALAMA
GELİR
249 TL ve altı
250-499 TL
500 TL ve üstü
Eline hiç para geçmiyor
Yok
EKONOMİK DURUM
Düşük
Orta
Yüksek
AİLE TİPİ
Çekirdek
Geniş
TOPLAM
n
%
20
16
5
27
7
28.6
17.1
7.1
37.1
10
36
30
9
48.6
38.6
12.9
55
20
75
74.3
25.7
100
Hane özelliklerine bakıldığında, sığınma evine gelmeden önce kadınların % 74.3’ünün
çekirdek aile içinde yaşadığı, %37.1’nin eline hiç para geçmediği ve %48.6’sının ekonomik
durum algısının düşük olduğu görülmektedir (Tablo 4.1.5).
Tablo 4.1.6. Kadınların Anne-Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Dağılımı
KADINLARIN ANNE-BABALARININ
ÖĞRENİM DURUMU
ANNE ÖĞRENİM DURUMU
Okuryazar değil
Okuryazar
İlköğretim-Ortaöğretim
Lise
BABA ÖĞRENİM DURUMU
Okuryazar değil
Okuryazar
İlköğretim-Ortaöğretim
Lise
Üniversite
TOPLAM
N=75
n
%
42
11
20
2
56
14.7
26.7
2.7
21
10
38
4
2
75
28
13.3
50.7
5.3
2.7
100
Kadınların annelerinin %56’sı okuryazar değildir; babalarının %50.7’si ilköğretimortaöğretim mezunudur (Tablo 4.1.6).
85
4.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulgular
Tablo 4.2.1. Kadınların 18 Yaşından Önce Aile Üyelerinden En Az Birinin Duygusal
Şiddetine Maruz Kalma Durumu
DUYGUSAL ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
TOPLAM
N=75
n
58
17
75
%
77.3
22.7
100
Kadınlara duygusal şiddet tanımı yapıldıktan sonra 18 yaşından önce aile üyelerinden
herhangi birinin duygusal şiddetine maruz kalıp kalmadıkları sorulmuştur. 18 yaşından önce
aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten kadınların oranı
%77.3’tür (Tablo 4.2.1).
86
Tablo 4.2.2. 18 Yaşından Önce Yaşanan Duygusal Şiddete İlişkin Özellikler
DUYGUSAL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER
DUYGUSAL ŞİDDET TÜRLERİ*
Sevilen-ihtiyaç duyulan faaliyetlerden sürekli biçimde
mahrum bırakılma
Alay edilme-Hakaret-Aşağılanma
Sürekli biçimde azarlanma-eleştirilme
Tehdit-Korkutulma-Aşırı kontrol
Diğer **
DUYGUSAL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER*
Baba
Anne
Kardeş-kardeşler
Bir başka aile üyesi
DUYGUSAL ŞİDDETE MARUZ KALINAN YAŞ
ARALIĞI
15 yaş altı
15-18 yaş arası
Her ikisi de
DUYGUSAL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Nadiren
Bazen
Sık
Çok sık
DUYGUSAL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1-5 yıl arası
5 yıl +
TOPLAM
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
**Ayrımcılık, zorla evlendirilme
N=58
n
%
49
84.5
40
37
42
15
69
63.8
72.4
25.9
26
38
21
12
44.8
65.5
36.2
20.7
7
11
40
12.1
19
69
4
10
4
38
7.1
17.9
7.1
67.9
3
15
40
58
5.2
25.9
69
100
18 yaşından önce yaşanan duygusal şiddet türleri arasından en sık bildirilen seçenek “sevilenihtiyaç duyulan faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma” (%84.5) olmuştur. Bu oran,
çocukluk dönemi ihmal yaşantılarının yaygınlığını göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Duygusal şiddeti uygulayanların sırasıyla anne (%65.5), baba (%44.8), kardeş-kardeşler
(%36.2) ve bir başka aile üyesi (%20.7) olduğu görülmektedir. Kadınların duygusal şiddete
ağırlıklı olarak 15 yaş öncesini ve 15 yaş sonrasını kapsayan bir aralık boyunca (%69), çok
sık (%67.9) ve 5 yıl ve üstü olmak üzere uzun süre (%69) maruz kaldığı belirlenmiştir (Tablo
4.2.2).
87
Tablo 4.2.3. Kadınların Çocukluk Döneminde Babalarının Annelerine Duygusal Şiddet
Uygulama Durumu
N=75
BABANIN ANNEYE DUYGUSAL ŞİDDET
UYGULAMA DURUMU
n
Uygulayan
35
Uygulamayan
30
Yeterli bilgi yok*
10
TOPLAM
75
*Kadınların çocukluk döneminde anne ya da baba sağ değil, hatırlamıyor.
%
46.7
40
13.3
100
Çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal şiddet uygulama durumu açısından
değerlendirildiğinde, kadınların %46.7’sinin babasının annesine duygusal şiddet uyguladığı
görülmektedir (Tablo 4.2.3).
Tablo 4.2.4. Kadınların Eşlerinin veya Erkek Arkadaşlarının Duygusal Şiddetine Maruz
Kalma Durumu
DUYGUSAL ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
TOPLAM
N=75
n
68
7
75
%
90.7
9.3
100
18 yaşından sonra eşlerinin ya da erkek arkadaşlarının duygusal şiddetine maruz kalıp
kalmadıkları sorulduğunda, kadınların %90.7’si duygusal şiddet yaşadığını ifade etmiştir
(Tablo 4.2.4).
88
Tablo 4.2.5. Kadınlara Eşleri veya Erkek Arkadaşları Tarafından Uygulanan Duygusal
Şiddete İlişkin Özellikler
DUYGUSAL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER
N=68
n
%
50
73.5
59
56
58
10
86.8
82.3
85.3
14.7
2
8
6
52
2.9
11.8
8.8
76.5
9
13.2
1-5 yıl arası
20
29.4
5 yıl ve üstü
TOPLAM
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
**Aldatılma, eve kuma getirilmesi
39
68
57.4
100
DUYGUSAL ŞİDDET TÜRLERİ*
Sevilen-ihtiyaç duyulan faaliyetlerden sürekli biçimde
mahrum bırakılma
Alay edilme-Hakaret-Aşağılanma
Sürekli biçimde azarlanma-eleştirilme
Tehdit-Korkutulma-Aşırı kontrol
Diğer **
DUYGUSAL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Nadiren
Bazen
Sık
Çok sık
DUYGUSAL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
Eşler veya erkek arkadaşlar tarafından en sık uygulanan duygusal şiddet türleri “alay edilmehakaret-aşağılanma” (%86.8), “tehdit-korkutulma-aşırı kontrol” (%85.3), “sürekli biçimde
azarlanma-eleştirilme” (%82.3) ve “sevilen-ihtiyaç duyulan faaliyetlerden sürekli biçimde
mahrum bırakılma” (%73.5) olmuştur. 18 yaş öncesinde olduğu gibi eş-erkek arkadaş
şiddetine de ağırlıklı olarak çok sık (%76.5) ve uzun süreli (%57.4) maruz kalındığı dikkat
çekmektedir (Tablo 4.2.5).
89
Tablo 4.2.6. Kadınların Duygusal Şiddete En Son Maruz Kalma Zamanına Göre
Dağılımı
DUYGUSAL ŞİDDETE EN SON MARUZ
KALMA ZAMANI
1 aydan az
1-3 ay
3-6 ay
6 ay-1 yıl
1 yıl ve daha fazla
TOPLAM
N
%
16
21
12
13
10
72
22.2
29.2
16.7
18.1
13.9
100
18 yaşından önce aile üyelerinden en az biri ve 18 yaşından sonra eş-erkek arkadaş tarafından
uygulanan duygusal şiddet dâhil olmak üzere kadınlara en son ne zaman duygusal şiddet
yaşadıkları sorulmuştur. Kadınların %29.2’sinin 1-3 ay önce, %22.2’sinin bir aydan kısa bir
zaman önce duygusal şiddete maruz kaldığı saptanmıştır (Tablo 4.2.6).
Tablo 4.2.7. Kadınların 18 Yaşından Önce Fiziksel Şiddete Maruz Kalma Durumu
FİZİKSEL ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
TOPLAM
N=75
n
48
27
75
%
64
36
100
Kadınlara fiziksel şiddet tanımı yapıldıktan sonra 18 yaşından önce fiziksel şiddete maruz
kalıp kalmadıkları sorulmuştur. 18 yaşından önce fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten
kadınların oranı %64’tür (Tablo 4.2.7).
90
Tablo 4.2.8. 18 Yaşından Önce Yaşanan Fiziksel Şiddete İlişkin Özellikler
FİZİKSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER
FİZİKSEL ŞİDDET TÜRLERİ*
Dayak-tokat atılması
Bir alet kullanımı yoluyla fiziksel zarar görme
Bağlanma-cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda
kilitlenme
Yumruklanma-tekmelenme
Silahla ya da başka bir araçla tehdit edilme
Diğer**
FİZİKSEL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER*
Baba
Anne
Kardeş-kardeşler
Bir başka aile üyesi
Eş
Diğer***
FİZİKSEL ŞİDDETE MARUZ KALINAN YAŞ
ARALIĞI
15 yaş altı
15-18 yaş arası
Her ikisi de
FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Tekil
Nadiren
Bazen
Sık
Çok sık
FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1-5 yıl arası
5 yıl ve üstü
TOPLAM
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
**Boğulma, yanık
***Eşin akrabaları, öğretmen, yabancı kişi/kişiler
N=48
n
%
48
27
100
56.2
32
66.7
18
17
3
37.5
35.4
6.2
21
24
17
10
12
10
43.8
50
35.4
20.8
25
20.8
5
16
27
10.4
33.3
56.3
5
1
6
18
18
10.4
2.1
12.5
37.5
37.5
5
13
30
48
10.4
27.1
62.5
100
“Dayak-tokat atılması”, 18 yaşından önce fiziksel şiddet yaşadığını belirten kadınların tamamı
tarafından bildirilen bir şiddet türü olmuştur. Bunu “bağlanma-cezalandırılmak amacıyla
küçük bir mekanda kilitlenme” (%66.7) ve “bir alet kullanımı yoluyla fiziksel zarar görme”
(%56.2) takip etmektedir. Kadınların %50’si annelerinin, %43.8’i babalarının fiziksel
şiddetine maruz kalmıştır. 18 yaşından önce yaşanan duygusal şiddetin özelliklerine benzer
biçimde, fiziksel şiddet de çoğunlukla 15 yaş öncesini ve 15 yaş sonrasını kapsayan bir aralık
91
boyunca (%56.3), sık (%37.5) ya da çok sık (%37.5) ve uzun süreli (%62.5) yaşanmıştır
(Tablo 4.2.8).
Tablo 4.2.9. İlk Evlilik Yaşı 18 Yaş Altı Olan Kadınların 18 Yaşından Önce Eşlerinin
Fiziksel Şiddetine Maruz Kalma Durumu
18 YAŞ ÖNCESİNDE EŞİN FİZİKSEL
ŞİDDETİNE MARUZ KALMA DURUMU
Yaşayan
Yaşamayan
TOPLAM
N=31
n
12
19
31
%
38.7
61.3
100
İlk evlilik yaşı 18 yaş altı olan kadınların %38.7’si 18 yaşından önce eşlerinin fiziksel
şiddetine maruz kaldığını belirtmiştir (Tablo 4.2.9).
Tablo 4.2.10. Kadınların Çocukluk Döneminde Babalarının Annelerine Fiziksel Şiddet
Uygulama Durumu
BABANIN ANNEYE ŞİDDET UYGULAMA
DURUMU
N=75
n
Uygulayan
33
Uygulamayan
34
Yeterli bilgi yok*
8
TOPLAM
75
*Kadınların çocukluk döneminde anne ya da baba sağ değil, hatırlamıyor
%
44
45.3
10.7
100
Çocukluk döneminde babalarının annelerine fiziksel şiddet uygulama durumu açısından
değerlendirildiğinde, kadınların %44’ünün babasının annesine fiziksel şiddet uyguladığı
görülmektedir (Tablo 4.2.10).
92
Tablo 4.2.11. Kadınların 18 Yaşından Sonra Fiziksel Şiddete Maruz Kalma Durumu
FİZİKSEL ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
TOPLAM
N=75
n
71
4
75
%
94.7
5.3
100
18 yaşından sonra fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %94.7’dir (Tablo
4.2.11).
Tablo 4.2.12. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Fiziksel Şiddete İlişkin Özellikler
FİZİKSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER
FİZİKSEL ŞİDDET TÜRLERİ*
Dayak-tokat atılması
Bir alet kullanımı yoluyla fiziksel zarar görme
Bağlanma-cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda
kilitlenme
Yumruklanma-tekmelenme
Silahla/bir araçla tehdit edilme
Diğer**
FİZİKSEL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER*
Eş
Kendi ailesi
Eşin ailesi
Diğer***
FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Tekil
Nadiren
Bazen
Sık
Çok sık
FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1-5 yıl arası
5 yıl ve üstü
TOPLAM
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
**Boğulma, yanık, zehirlenme
***Aile dışı tanıdıklar, yabancı kişi/kişiler
N=71
n
%
70
42
98.6
59.2
63
88.7
21
42
12
29.6
59.2
16.9
62
16
25
3
87.3
22.5
35.2
4.2
4
5
5
8
49
5.6
7
7
11.4
69
10
23
38
71
14.1
32.4
53.5
100
93
Fiziksel şiddet türleri incelendiğinde “dayak-tokat atılması” (%98.6) ve “bağlanmacezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenme” (%88.7) oranlarının yüksek olduğu
göze çarpmaktadır. 18 yaş sonrası dönemde fiziksel şiddeti uygulayan kişiler arasında birinci
sırada kadınların eşleri yer almaktadır (%87.3). Kadınların %69’u fiziksel şiddete çok sık ve
%53.5’i de 5 yıl ve üstü olmak üzere uzun süreli maruz kalmıştır (Tablo 4.2.12).
Tablo 4.2.13. 18 Yaşından Önce ve Sonra Yaşanan Fiziksel Şiddetin Özellikleri
FİZİKSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER
FİZİKSEL ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI
1 aydan az
1-3 ay
3-6 ay
6 ay-1 yıl
1 yıl ve daha fazla
Toplam
ACİL TIBBİ MÜDAHALE GEREKTİREN FİZİKSEL
ŞİDDET YAŞAMA DURUMU
Gerekmedi
Gerekti, hastane başvurusu var
Gerekti, hastane başvurusu yok
Toplam
HASTANEYE BAŞVURMAYA NEDEN OLAN SAĞLIK
SORUNLARI* (N=62)
Kırık
Kanama
Sakatlayıcı-yaralayıcı darbe
Düşük
Diğer**
FİZİKSEL ŞİDDET NEDENİYLE PSİKOLOJİK YARDIM
ALMA DURUMU***
Alan
Almayan
Toplam
N
%
14
20
8
12
20
74
19
27
10.8
16.2
27
100
12
34
28
74
16.2
46
37.8
100
28
42
30
11
7
45.2
67.7
48.4
17.7
11.3
17
57
74
23
77
100
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
**Zehirlenme, duyu kaybı, şiddetli ağrı
***Sığınma evine gelmeden önce/geldikten sonra
18 yaşından önce ve sonra yaşanan fiziksel şiddetin özelliklerine bakıldığında, şiddete en son
maruz kalma zamanının geniş bir aralıkta değiştiği; acil tıbbi müdahale gerektiren fiziksel
şiddet yaşama oranının %83.8 olduğu; buna karşın kadınların %37.8’inin ihtiyaç duyduğu
halde hastaneye başvurmadığı; hastaneye başvurmaya neden olan sağlık sorunları arasında
94
kanama (%67.7), sakatlayıcı-yaralayıcı darbe (%48.4) ve kırığın (%45.2) yüksek oranlarda
yer aldığı görülmektedir. Sığınakta alınan psikolojik destek dâhil olmak üzere fiziksel şiddet
nedeniyle psikolojik yardım alma oranı %23 olarak saptanmıştır (Tablo 4.2.13).
Tablo 4.2.14. Kadınların 18 Yaşından Önce Cinsel Şiddete Maruz Kalma Durumu
CİNSEL ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
TOPLAM
N=75
n
20
55
75
%
26.7
73.3
100
Kadınlara cinsel şiddet tanımı yapıldıktan sonra 18 yaşından önce cinsel şiddet yaşama
durumları sorulmuştur. Cinsel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %26.7
olmuştur (Tablo 4.2.14).
95
Tablo 4.2.15. 18 Yaşından Önce Yaşanan Cinsel Şiddete İlişkin Özellikler
CİNSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER
CİNSEL ŞİDDET TÜRLERİ*
Dokunma içermeyen rıza dışı cinsel etkinliklere zorlanma
Rıza dışı cinsel amaçlı dokunma-okşanma
Cinsel ilişkiye girmeye zorlanma
Zorla cinsel ilişkiye girme
İstenmeyen biçimlerde cinsel ilişkiye zorlanma**
Diğer***
CİNSEL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER*
Baba
Kardeş-kardeşler
Bir başka aile üyesi
Eş
Diğer****
CİNSEL ŞİDDETE MARUZ KALINAN YAŞ ARALIĞI
15 yaş altı
15-18 yaş arası
Her ikisi de
CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Tekil
Nadiren/Bazen
Sık/Çok sık
CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1-5 yıl arası
TOPLAM
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
**Anal penatrasyon
***Zorla bekaret testine götürülme
****Babanın arkadaşı, yabancı kişi/kişiler
N=20
n
%
6
5
4
14
2
2
30
25
20
70
10
10
1
3
2
10
6
5
15
10
50
30
5
13
2
25
65
10
8
4
8
40
20
40
15
5
20
75
25
100
18 yaşından önce yaşanan cinsel şiddet türleri arasından kadınlar tarafından en fazla bildirilen
cinsel şiddet türü “zorla cinsel ilişkiye girme” (%70) olmuştur. Cinsel şiddeti uygulayanların
%50’si eşlerdir. Baba, kardeş ya da bir başka aile üyesi tarafından gerçekleştirilen ensest
vakaları cinsel şiddet gören tüm kadınların %30’unu oluşturmaktadır. Cinsel şiddete maruz
kalınan yaş aralığı ağırlıklı olarak 15-18 yaş arasıdır (%65). Cinsel şiddet, %40 oranında tek
bir defa ve %75 oranında 1 yıldan az bir zaman dilimi boyunca gerçekleşmiştir (Tablo
4.2.15).
96
Tablo 4.2.16. İlk Evlilik Yaşı 18 Yaş Altı Olan Kadınların 18 Yaşından Önce Eşlerinin
Cinsel Şiddetine Maruz Kalma Durumu
18 YAŞ ÖNCESİNDE EŞİN CİNSEL
ŞİDDETİNE MARUZ KALMA DURUMU
Yaşayan
Yaşamayan
TOPLAM
N=31
n
10
21
31
%
32.3
67.7
100
İlk evlilik yaşı 18 yaş altı olan kadınların %32.3’ü 18 yaşından önce eşlerinin cinsel şiddetine
maruz kaldığını ifade etmiştir (Tablo 4.2.16).
Tablo 4.2.17. Kadınların 18 Yaşından Sonra Cinsel Şiddete Maruz Kalma Durumu
CİNSEL ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
TOPLAM
N=75
n
55
20
75
%
73.3
26.7
100
18 yaşından sonra cinsel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %73.3’tür (Tablo
4.2.17).
97
Tablo 4.2.18. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Cinsel Şiddete İlişkin Özellikler
CİNSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER
CİNSEL ŞİDDET TÜRLERİ*
Dokunma içermeyen rıza dışı cinsel etkinliklere zorlanma
Rıza dışı cinsel amaçlı dokunma-okşanma
Cinsel ilişkiye girmeye zorlanma
Zorla cinsel ilişkiye girme
İstenmeyen biçimlerde cinsel ilişkiye zorlanma**
CİNSEL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER*
Eş
Kendi ailesinden biri
Eşin ailesinden biri
Diğer***
CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Tekil
Nadiren/Bazen
Sık/Çok sık
CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1-5 yıl arası
5 yıl ve üstü
TOPLAM
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
**Anal penetrasyon, başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlanma
***Babanın arkadaşı, işveren, tanımadığı kişi/kişiler
N=55
n
%
7
13
19
48
28
12.7
23.6
34.5
87.3
50.9
49
4
5
8
89
7.3
9
14.5
9
11
35
16.4
20
63.6
17
13
25
55
30.9
23.6
45.5
100
18 yaşından sonra yaşanan cinsel şiddetin özellikleri incelendiğinde, en sık yaşanan cinsel
şiddet türünün “zorla cinsel ilişkiye girme” (%87.3) olduğu; eş şiddetine maruz kalma
oranının %89 olduğu; cinsel şiddetin %54.5 oranında çok sık ve %45.5 oranında uzun süreli
gerçekleştiği görülmüştür (Tablo 4.2.18).
98
Tablo 4.2.19. 18 Yaşından Önce ve Sonra Yaşanan Cinsel Şiddetin Özellikleri
CİNSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER
CİNSEL ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI
1 aydan az
1-3 ay
3-6 ay
6 ay-1 yıl
1 yıl ve daha fazla
Toplam
ACİL TIBBİ MÜDAHALE GEREKTİREN CİNSEL
ŞİDDET YAŞAMA DURUMU
Gerekmedi
Gerekti, hastane başvurusu var
Gerekti, hastane başvurusu yok
Toplam
HASTANEYE BAŞVURMAYA NEDEN OLAN SAĞLIK
SORUNLARI
(N=20)
Kanama
Sakatlayıcı-yaralayıcı darbe
Diğer**
CİNSEL ŞİDDET NEDENİYLE PSİKOLOJİK YARDIM
ALMA DURUMU***
Alan
Almayan
Toplam
*Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir.
**Jinekolojik sorunlar, şiddetli ağrı
*** Sığınma evine gelmeden önce/geldikten sonra
N
%
4
10
10
10
25
59
6.8
16.9
16.9
16.9
42.4
100
39
4
16
59
66.1
6.8
27.1
100
15
4
5
75
20
25
11
48
59
18.6
81.4
100
18 yaşından önce ve sonra yaşanan cinsel şiddet birlikte değerlendirildiğinde, kadınların
%42.4’ünün 1 yıl ve daha uzun bir zaman önce cinsel şiddete maruz kaldığı saptanmıştır.
Kadınların %33.9’u acil tıbbi müdahale gerektiren boyutta bir cinsel şiddet yaşantısı
tanımlamasına rağmen, bu kadınların %20’si hastane başvurusunda bulunmamıştır. Hastaneye
başvurmaya neden olan sağlık sorunları arasında “kanama” (%75) birinci sıradadır. Sığınma
evine geldikten sonra verilen psikolojik destek dâhil olmak üzere yaşadığı cinsel şiddet
nedeniyle psikolojik yardım aldığını belirten kadınlar %18.6 oranındadır (Tablo 4.2.19).
99
4.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulgular
Tablo 4.3.1. Kadınların Sığınma Evinde Kalma Durumuna Göre Dağılımı
KADINLARIN SIĞINMA EVİNDE KALMA
DURUMU
KALDIKLARI SIĞINMA EVLERİ
Eyüp
Kadıköy
Küçükçekmece
Mor Çatı
SHÇEK
SIĞINMA EVİNDE KALIŞ SÜRESİ
1 aydan az
1-3 ay
3 ay ve üzeri
GEÇMİŞ SIĞINMA EVİ DENEYİMİ
Var
Yok
SIĞINMA EVİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCE
Olumlu
Olumsuz
TOPLAM
N=75
n
%
15
20
21
8
11
20
26.7
28
10.7
14.7
31
29
15
41.3
38.7
20
26
49
34.7
65.3
65
10
75
86.7
13.3
100
Sığınma evinde kalma durumları incelendiğinde, kadınların %41.3’ünün bir aydan kısa bir
süredir sığınma evinde bulunduğu; %65.3’ünün daha önce aynı veya başka bir sığınma evinde
bir süre kalmış olduğu; %86.7’sinin sığınma evi ile ilgili düşüncelerinin olumlu yönde olduğu
görülmüştür (Tablo 4.3.1).
100
4.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulgular
Tablo 4.4.1. Kadınların İntihar Girişimlerine Göre Dağılımı
İNTİHAR GİRİŞİMİNE İLİŞKİN
ÖZELLİKLER
İNTİHAR GİRİŞİMİ
Var
Yok
Toplam
İNTİHAR GİRİŞİMİ SAYISI
1
2
3 veya üstü
Toplam
N
%
40
35
75
53.3
46.7
100
20
7
13
40
50
17.5
32.5
100
Kadınların %53.3’ünün yaşamları boyunca en az bir defa intihar girişiminde bulunduğu; bu
kadınların %50’sinde intihar girişimi sayısının bir defa ile sınırlı kaldığı belirlenmiştir (Tablo
4.4.1).
101
4.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörlerin İncelenmesi
Tablo 4.5.1. Eğitim Durumlarına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri
ŞİDDET TÜRLERİ
18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
EĞİTİM DURUMU
Okuryazar
İlköğretimdeğilLise
Ortaöğretim
Okuryazar
N
%
N
%
N
%
χ2
p
13
4
76,5
23,5
37
8
82,2
17,8
8
5
38,5
38,5
χ2=2.471
p=0.291
12
5
70,6
29,4
33
12
73,3
26,7
3
10
23,1
76,9
χ2=11.471
p=0.003
3
14
17,6
82,4
16
29
35,6
64,4
1
12
7,7
92,3
χ2=4.919
p=0.055
15
2
88,2
11,8
42
3
93,3
6,7
11
2
84,6
15,4
χ2=1.059
p=0.589
15
2
88,2
11,8
43
2
95,6
4,4
13
0
100
0
χ2=2.196
p=0.334
10
58,8
35
77,8
10
76,9
χ2=2.370
7
41,2
10
22,2
3
23,1
p=0.306
Kadınların yaşadıkları şiddet türleri eğitim durumları açısından incelendiğinde, lise mezunu
olan grupta 18 yaş öncesi fiziksel şiddete maruz kalma oranının istatistiksel olarak anlamlı
biçimde (p<0.05), 18 yaş öncesi cinsel şiddet yaşama oranının ise anlamlılığa yakın biçimde
(p<0.1) daha düşük olduğu bulunmuştur. Eğitim durumu ile diğer şiddet türleri arasında
anlamlı ilişki bulunamamıştır (Tablo 4.5.2).
102
Kadınların yaş grupları, doğum yerleri, anne-babalarının eğitim durumu, eşlerine ait sosyodemografik özellikler ve hane yapısına ait özellikler ile yaşanan şiddet türü arasında anlamlı
ilişki saptanamamıştır (p>0.05).
Tablo 4.5.2. Medeni Durumlarına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri
ŞİDDET TÜRLERİ
18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
MEDENİ DURUM
Boşanmış-Eşi
Bekar
Evli
Ölmüş
N
%
N
%
N
%
χ2
p
2
3
40
60
45
0
100
0
21
4
84
16
χ2=21.11
p=0.000
4
1
80
20
44
1
97,8
2,2
23
2
92
8
χ2=3.345
p=0.188
3
2
60
40
35
10
77,8
22,2
17
8
68
32
χ2=1.273
p=0.529
Kadınların medeni durumlarına göre yaşadıkları şiddet türleri incelendiğinde evli olan grubun
tamamının eş/erkek arkadaş duygusal şiddetine maruz kaldığı görülmektedir. Bu sonuç
istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (p<0.05). 18 yaşından sonra maruz kalınan fiziksel
ve cinsel şiddet ile medeni durum arasında ise anlamlı ilişki yoktur (p>0.05) (Tablo 4.5.3).
103
Tablo 4.5.3. İlk Evlenme Yaşına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri
ŞİDDET TÜRLERİ
18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
İLK EVLİLİK YAŞI
18 Yaş Altı
18 Yaş ve Üstü
N
%
N
%
χ2
p
25
6
80,6
19,4
28
11
71,8
28,2
χ2=0.736
p=0.391
27
4
87,1
12,9
16
23
41
59
χ2=15.472
p=0.000
15
16
48,4
51,6
2
37
5,1
94,9
χ2=17.577
p=0.000
31
0
100
0
35
4
89,7
10,3
χ2=3.372
p=0.124
31
0
100
0
36
3
92,3
7,7
χ2=2.491
p=0.249
23
8
74,2
25,8
29
10
74,4
25,6
χ2=0.000
p=0.987
Kadınların ilk evlenme yaşları ile yaşadıkları şiddet türleri arasında ilişkiye bakıldığında, 18
yaşından önce evlenen kadınların 18 yaşından önce fiziksel ve cinsel şiddete daha fazla maruz
kaldığı saptanmış; aradaki ilişki istatistiksel açıdan çok ileri derecede anlamlı (p<0.001)
bulunmuştur (Tablo 4.5.4). İlk evlenme yaşı, 18 yaşından sonra maruz kalınan şiddet türleri
açısından ise anlamlı bir farklılık yaratmamaktadır (p>0.05). Yapılan istatistiksel analizde
evlenme biçimi, resmi nikâhın varlığı ve çocuk sahibi olma durumu ile kadınların yaşadıkları
şiddet türleri arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır (p>0.05).
104
Tablo 4.5.4. Babalarının Annelerine Duygusal Şiddet Uygulama Durumuna Göre
Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri
ŞİDDET TÜRLERİ
18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
BABANIN ANNEYE DUYGUSAL
ŞİDDET UYGULAMA DURUMU
Var
Yok
N
%
N
%
χ2
p
34
1
97,1
2,9
15
15
50
50
χ2=19.347
p=0.000
29
6
82,9
17,1
12
18
40
60
χ2=12.740
p=0.000
12
23
34,3
65,7
4
26
13,3
86,7
χ2=3.822
p=0.051
33
2
94,3
5,7
25
5
83,3
16,7
χ2=2.016
p=0.234
33
2
94,3
5,7
29
1
96,7
3,3
χ2=0.208
p=1.000
30
5
85,7
14,3
18
12
60
40
χ2=5.530
p=0.025
Çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal şiddet uygulama durumuna göre
yaşadıkları şiddet türleri incelendiğinde, babaları annelerine duygusal şiddet uygulayan
kadınların 18 yaşından önce daha fazla duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşadığı
saptanmıştır (Tablo 4.5.5). Bu ilişki duygusal ve fiziksel şiddet için çok ileri derecede anlamlı
(p<0.001), cinsel şiddet için ise anlamlılığa yakın düzeydedir (p<0.1). Çocukluk döneminde
babaları annelerine duygusal şiddet uygulayan kadınlar 18 yaşından sonra da daha yüksek
oranda cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir (p<0.05).
105
Tablo 4.5.5. Babalarının Annelerine Fiziksel Şiddet Uygulama Durumuna Göre
Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri
ŞİDDET TÜRLERİ
18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
BABANIN ANNEYE FİZİKSEL
ŞİDDET UYGULAMA DURUMU
Var
Yok
N
%
N
%
χ2
p
32
1
97
3
19
15
55,9
44,1
χ2=15.552
p=0.000
29
4
87,9
12,1
14
20
41,2
58,8
χ2=15.888
p=0.000
14
19
42,4
57,6
4
30
11,8
88,2
χ2=8.012
p=0.005
31
2
93,9
6,1
29
5
85,3
14,7
χ2=1.338
p=0.427
31
2
93,9
6,1
33
1
97,1
2,9
χ2=0.381
p=0.614
28
5
84,8
15,2
22
12
64,7
35,3
χ2=3.588
p=0.091
Çocukluk döneminde babaları tarafından annelerine fiziksel şiddet uygulanan kadınların 18
yaş öncesinde daha fazla duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşadığı belirlenmiştir (Tablo
4.5.6). Aradaki ilişki duygusal ve fiziksel şiddet için çok ileri derecede anlamlı (p<0.001),
cinsel şiddet için ise ileri derecede anlamlıdır (p<0.01).
106
Tablo 4.5.6. Babalarının Annelerine Duygusal ve Fiziksel Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların 18 Yaş Öncesinde Annelerinin
Duygusal ve Fiziksel Şiddetine Maruz Kalma Durumu
18 YAŞ ÖNCESİNDE ANNENİN
DUYGUSAL ve FİZİKSEL
ŞİDDETİNE MARUZ KALMA
DURUMU
ANNENİN DUYGUSAL ŞİDDET
UYGULAMA DURUMU
Uygulayan
Uygulamayan
ANNENİN FİZİKSEL ŞİDDET
UYGULAMA DURUMU
Uygulayan
Uygulamayan
BABANIN ANNEYE DUYGUSAL
ŞİDDET UYGULAMA DURUMU
Uygulayan Uygulamayan
N
%
N
%
χ2
p
BABANIN ANNEYE FİZİKSEL
ŞİDDET UYGULAMA DURUMU
Uygulayan Uygulamayan
N
%
N
%
χ2
p
24
11
68.6
36.7
11
19
31.4 χ2=6.616
63.3 p=0.001
24
9
72.7
27.3
11
23
32.4 χ2=10.941
67.6 p=0.001
17
5
48.6
16.7
18
25
51.4 χ2=7.344
83.3 p=0.007
16
17
48.5
52.5
6
28
17.6
82.4
χ2=7.221
p=0.007
Çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal ve fiziksel şiddet uygulama durumuna göre kadınların 18 yaşından önce annelerinin
duygusal ve fiziksel şiddetine maruz kalma durumu incelenmiştir (Tablo 4.5.7). Buna göre babaları tarafından annelerine duygusal ve fiziksel
şiddet uygulanan kadınlar, çocukluk döneminde annelerinin duygusal ve fiziksel şiddetine istatistiksel açıdan ileri derecede anlamlı biçimde daha
fazla maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir (p<0.01).
107
Tablo 4.5.7. Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türlerine Göre İntihar Girişimleri
ŞİDDET TÜRLERİ
18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
İNTİHAR GİRİŞİMİ
Var
Yok
N
%
N
%
χ2
p
33
7
82.5
17.5
25
10
71.4
28.6
χ2=1.305
P=0.253
27
13
67.5
32.5
21
14
60
40
χ2=0.456
p=0.500
16
24
40
60
4
31
11.4
88.6
χ2=7.792
p=0.005
38
2
95
5
30
5
85.7
4.3
χ2=1.902
p=0.241
39
1
97.5
2.5
32
3
91.4
8.6
χ2=1.363
p=0.334
31
9
77.5
22.5
24
11
68.6
31.4
χ2=0.761
p=0.383
Kadınların yaşadıkları şiddet türleri ile intihar girişimleri arasındaki ilişkiye bakıldığında,
sadece 18 yaş öncesi cinsel şiddete maruz kalma durumunun ileri derecede anlamlı olduğu
bulunmuş (p<0.01); 18 yaşından önce cinsel şiddete maruz kalan kadınların intihar
girişiminde bulunma oranının daha yüksek olduğu saptanmıştır (Tablo 4.5.8).
108
4.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulgular
Tablo 4.6.1. Kadınların Olası TSSB Tanısı Açısından Değerlendirilmesi
OLASI TSSB TANISI
N=75
N
%
Var
51
68
Yok
TOPLAM
24
75
32
100
Araştırmaya katılan kadınların %68’i olası TSSB tanısını karşılamaktadır (Tablo 4.6.1).
Tablo 4.6.2. Olası TSSB Tanısına İlişkin Özellikler
OLASI TSSB TANISINA İLİŞKİN
ÖZELLİKLER
BELİRTİ BAŞLANGICI
Akut
Kronik
BAŞLANGIÇ ZAMANI
Erken başlangıç
Geç başlangıç
İŞLEV KAYBI
Hafif
Orta
Ağır
BELİRTİ ŞİDDETİ
Düşük
Orta
Orta-Yüksek
Yüksek
TOPLAM
N=51
N
%
11
40
21.6
78.4
37
14
72.5
27.5
2
40
9
4
78.4
17.6
0
7
33
11
51
0
13.7
64.7
21.6
100
Olası TSSB tanısını karşılayan kadınların %78.4’ünde belirtilerin başlangıcı kronik,
%72.5’inde belirtiler erken başlangıçlı, %78.4’ünde işlev kaybı orta düzeyde ve %64.7’sinde
belirti şiddeti orta-yüksek düzeydedir (Tablo 4.6.2).
109
Tablo 4.6.3. Yaş Gruplarına Göre Olası TSSB Tanısı
YAŞ GRUPLARI
25 yaş altı
25-34 yaş arası
35 yaş ve üstü
N
17
26
8
OLASI TSSB TANISI
Var
Yok
%
N
%
33.3
4
16.7
51
9
37.5
15.7
11
45.8
χ2
p
χ2=8.109
p=0.017
Kadınların yaş gruplarına göre olası TSSB tanılarına bakıldığında, 35 yaş ve üstü kadınların
daha düşük oranda olası TSSB tanısını karşıladığı, bu farklılığın istatistiksel olarak ileri
derecede anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.01) (Tablo 4.6.3). Yapılan istatistiksel analizde
doğum yeri, eğitim durumu, medeni durum gibi sosyo-demografik değişkenler ve evliliğe
ilişkin özellikler ile olası TSSB tanısı arasında anlamlı ilişki saptanamamıştır (p>0.05).
110
Tablo 4.6.4. Yaşanan Şiddet Türlerine Göre Olası TSSB Tanısı
ŞİDDET TÜRLERİ
N
18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
18 YAŞ SONRASI CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
Yaşamayan
OLASI TSSB TANISI
Var
Yok
%
N
%
χ2
p
42
9
72,4
52,9
16
8
27,6
47,1
χ2=2.291
p=0.130
35
16
72,9
59,3
13
11
27,1
40,7
χ2=1.481
p=0.224
17
34
85
61,8
3
21
15
38,2
χ2=3.622
p=0.057
49
2
72,1
28,6
19
5
27,9
71,4
χ2=5.516
p=0.031
48
3
67,6
75
23
1
32,4
25
χ2=0.095
p=1.000
40
11
72,7
55
15
9
27,3
45
χ2=2.118
p=0.146
Kadınların yaşadıkları şiddet türleri ile olası TSSB tanıları arasındaki ilişkiye bakıldığında, 18
yaşından önce cinsel şiddete maruz kalmanın anlamlılığa yakın (p<0.1), 18 yaşından sonra
eşin-erkek arkadaşın duygusal şiddetine maruz kalmanın anlamlı düzeyde ilişkili değişkenler
olduğu belirlenmiştir (p<0.05) (Tablo 4.6.4).
111
Tablo 4.6.5. Yaşam Boyu Şiddet Öyküsüne Göre Olası TSSB Tanısı
YAŞAM BOYU ŞİDDET
N
Duygusal + fiziksel şiddet yaşayan
Duygusal + fiziksel + cinsel şiddet
yaşayan
Yaşam
boyu
şiddet
öyküsü
OLASI TSSB TANISI
Var
Yok
%
N
%
7
43.8
9
χ2
p
56.3
χ2=4.17
p=0.04
44
74.6
15
açısından
olası
TSSB
25.4
tanısı
değerlendirildiğinde,
duygusal+fiziksel+cinsel şiddet yaşayanların olası TSSB tanısını karşılama oranı, sadece
duygusal+fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0.05)
(Tablo 4.6.5).
112
Tablo 4.6.6. 18 Yaşından Önce Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Olası TSSB
Tanısı
18 YAŞ ÖNCESİ MARUZ
KALINAN ŞİDDETE İLİŞKİN
ÖZELLİKLER
DUYGUSAL ŞİDDETİN
SIKLIĞI
Nadiren+Bazen
Sık+Çok Sık
DUYGUSAL ŞİDDETİN
SÜRESİ
1 yıldan altı
1yıl ve üstü
FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Tekil+Nadiren+Bazen
Sık+Çok Sık
FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1yıl ve üstü
CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Tekil+Nadiren+Bazen
Sık+Çok Sık
CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1yıl ve üstü
N
OLASI TSSB TANISI
Var
Yok
%
N
%
χ2
p
10
31
71.4
73.8
4
11
28.6
26.2
χ2=0.030
p=0.862
1
41
33.3
74.5
2
14
66.7
25.5
χ2=2.419
p=0.181
22
13
73.3
72.2
8
5
26.7
27.8
χ2=0.007
p=0.933
1
34
20
79.1
4
9
80
20.9
χ2=7.914
p=0.005
10
7
76.9
100
3
0
23.1
0
χ2=1.900
p=0.521
12
5
80
100
3
0
20
0
χ2=1.176
p=0.539
Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre olası TSSB tanıları
incelendiğinde, anlamlı bulunan tek değişken fiziksel şiddetin süresi olmuş (p<0.01); bir yıl
ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca fiziksel şiddet gören kadınların daha yüksek oranda
olası TSSB tanısını karşıladığı görülmüştür (Tablo 4.6.6).
113
Tablo 4.6.7. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Olası TSSB
Tanısı
18 YAŞ SONRASI MARUZ
KALINAN ŞİDDETE İLİŞKİN
ÖZELLİKLER
DUYGUSAL ŞİDDETİN
SIKLIĞI
Nadiren+Bazen
Sık+Çok Sık
DUYGUSAL ŞİDDETİN
SÜRESİ
1 yıldan altı
1 yıl ve üstü
FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Tekil+Nadiren+Bazen
Sık+Çok Sık
FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1 yıl ve üstü
CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI
Tekil+Nadiren+Bazen
Sık+Çok Sık
CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ
1 yıl altı
1 yıl ve üstü
N
OLASI TSSB TANISI
Var
Yok
%
N
%
χ2
p
5
44
50
75.9
5
14
50
24.1
χ2=2.833
p=0.092
9
40
100
67.8
0
19
0
32.2
χ2=4.022
p=0.045
10
38
50
77.6
10
11
50
22.4
χ2=5.092
p=0.024
6
42
60
68.9
4
19
40
31.1
χ2=0.307
p=0.579
15
25
60
83.3
10
5
40
16.7
χ2=3.743
p=0.053
11
29
64.7
76.3
6
9
35.3
23.7
χ2=0.798
p=0.372
Kadınların 18 yaşından sonra yaşadıkları şiddete ait özellikler arasından olası TSSB tanısı ile
anlamlı ilişki içinde bulunan değişkenler duygusal şiddetin süresi ve fiziksel şiddetin sıklığı
olmuştur (Tablo 4.6.7). Bir yıl ve daha az bir zaman dilimi boyunca eşinin-erkek arkadaşının
duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten az sayıda kadının tamamı olası TSSB tanısını
karşılarken, bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca duygusal şiddete maruz kaldığını
belirten kadınlarda da olası TSSB tanısını karşılama oranı yüksek bulunmuştur (p<0.05).
Benzer bir ilişki, fiziksel şiddete sık ve çok sık biçimde maruz kalma durumu açısından da
geçerlidir (p<0.05). Sık ve çok sık biçimde cinsel şiddet yaşayan kadınlarda olası TSSB tanısı
anlamlılığa yakın düzeyde yüksektir (p<0.1).
114
Tablo 4.6.8. Şiddete En Son Maruz Kalma Zamanına Göre Olası TSSB Tanısı
ŞİDDETE EN SON MARUZ
KALMA ZAMANI
DUYGUSAL ŞİDDETE EN SON
MARUZ KALMA ZAMANI
3 aydan az
3 ay ve daha fazla
FİZİKSEL ŞİDDETE EN SON
MARUZ KALMA ZAMANI
3 aydan az
3 ay ve daha fazla
CİNSEL ŞİDDETE EN SON
MARUZ KALMA ZAMANI
3 aydan az
3 ay ve daha fazla
N
OLASI TSSB TANISI
Var
Yok
%
N
%
χ2
p
28
23
75.7
65.7
9
12
24.3
34.3
χ2=0.864
p=0.353
25
26
73.5
65
9
14
26.5
35
χ2=0.748
p=0.387
14
30
100
66.7
0
15
0
33.3
χ2=6.258
p=0.012
Şiddete en son maruz kalma zamanına göre değerlendirildiğinde; cinsel şiddete üç aydan daha
kısa bir zaman önce maruz kalan kadınlarda olası TSSB tanısının ileri derecede anlamlı
biçimde yüksek olduğu bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 4.6.8).
Tablo 4.6.9. Kadınların İntihar Girişimlerine Göre Olası TSSB Tanısı
İNTİHAR GİRİŞİMİNE İLİŞKİN
ÖZELLİKLERİ
İNTİHAR GİRİŞİMİ
Var
Yok
N
33
18
OLASI TSSB TANISI
Var
Yok
%
N
%
84,6
50
6
18
15,4
50
χ2
p
χ2=10.308
p=0.001
Olası TSSB tanısı ile intihar girişiminde bulunma arasında ileri derecede anlamlı ilişki
saptanmıştır; buna göre intihar girişiminde bulunmuş kadınlarda olası TSSB tanısına daha sık
rastlanmaktadır (p<0.01) (Tablo 4.6.9).
115
4.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulgular
Tablo 4.7.1. Kadınların Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puanları
BENLİK SAYGISI ve BEDEN
ALGISI TOPLAM
N
Minimum Maksimum Ortalama
ss
PUANLARI
BENLİK SAYGISI PUANI
75
8
92
48.16
18.927
BEDEN ALGISI PUANI
75
60
174
132.25
19.261
Araştırmaya katılan kadınların benlik saygısı puan ortalaması 48.16 (±18.927), ölçekten
aldıkları puanların maksimum değeri 92, minimum değeri 8 olarak belirlenirken; beden algısı
puan ortalaması 132.25 (±19.261), alınan puanların maksimum değeri 174, minimum değeri
60 olarak tespit edilmiştir (Tablo 4.7.1).
116
Tablo 4.7.2. Yaşanan Şiddet Türlerine Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam
Puan Ortalamaları
BENLİK SAYGISI
ŞİDDET TÜRLERİ
N
Ort-ss
BEDEN ALGISI
t ve p
N
t=-4.546
58
p=0.000
17
t=-2.588
48
p=0.013
27
t=-1.780
20
p=0.079
55
t=-0.060
68
p=0.952
7
t=0.995
71
p=0.323
4
t=-2.280
55
p=0.026
20
Ort-ss
t ve p
18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
58
Yaşamayan
17
43.38±
16.834
64.47±
16.786
129.26±
20.341
142.47±
9.925
t=-3.674
p=0.001
18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
48
Yaşamayan
27
43.67±
15.211
56.15±
22.312
132.06±
20.134
132.59±
17.971
t=-0.114
p=0.910
18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
20
Yaşamayan
55
41.8±
12.547
50.47±
20.374
131.15±
20.350
132.65±
19.028
t=-0.297
p=0.767
18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL
ŞİDDET
Yaşayan
68
Yaşamayan
7
48.12±
19.288
48.57±
16.236
131.47±
19.549
139.86±
15.291
t=-1.098
p=0.276
18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL
ŞİDDET
Yaşayan
71
Yaşamayan
4
48.68±
19.302
39±
5.033
131.58±
19.351
144.25±
14.523
t=-1.286
p=0.203
18 YAŞ SONRASI CİNSEL
ŞİDDET
Yaşayan
5
Yaşamayan
20
45.24±
19.088
56.2±
16.337
129.49±
20.376
139.85±
13.496
t=-2.107
p=0.039
Kadınların yaşadıkları şiddet türlerine göre benlik saygısı ve beden algısı toplam puan
ortalamaları değerlendirildiğinde istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar ortaya konmuştur
(Tablo 4.7.2). 18 yaşından önce aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine maruz
kaldığını belirten kadınların benlik saygısı puan ortalamaları çok ileri derecede anlamlı
117
düzeyde (p<0.001), beden imajı puan ortalamaları ise ileri derecede anlamlı düzeyde (p<0.01)
düşük bulunmuştur. 18 yaşından önce fiziksel şiddet gören kadınların benlik saygısı puan
ortalamaları da anlamlı düzeyde düşüktür (p<0.05). 18 yaşından önce cinsel şiddet yaşayan
kadınlarda benlik saygısı puan ortalamaları istatistiksel açıdan anlamlı sayılmasa da cinsel
şiddet yaşamayan gruba göre daha düşük bulunmuştur (p<0.1). 18 yaş sonrası maruz kalınan
cinsel şiddet ile benlik saygısı ve beden algısı puan ortalamaları arasında da beklenen yönde
anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.05).
Tablo 4.7.3. Yaşam Boyu Şiddet Öyküsüne Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam
Puan Ortalamaları
BENLİK SAYGISI
ŞİDDET TÜRLERİ
N
Ort-ss
Duygusal+fiziksel şiddet yaşayan
16
58.25±
17.34
Duygusal+fiziksel+cinsel şiddet
yaşayan
59
45.42±
18.53
t ve p
t=2.585
BEDEN ALGISI
N
Ort-ss
t ve p
16
140.62±
10.74
t=2.813
59
129.98±
20.46
p=0.016
p=0.007
Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından benlik saygısı ve beden algısı toplam puan ortalamaları
değerlendirildiğinde, duygusal+fiziksel+cinsel şiddet yaşayan kadınların benlik saygısı puanı,
sadece duygusal+fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı biçimde daha düşük bulunmuştur
(p<0.05) (Tablo 4.7.3). Benzer biçimde, duygusal+fiziksel+cinsel şiddet yaşayan kadınların
beden algısı puanının, sadece duygusal+fiziksel şiddet yaşayanlara göre ileri derecede anlamlı
biçimde daha düşük olduğu görülmüştür (p<0.05).
118
Tablo 4.7.4. 18 Yaşından Önce Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Benlik Saygısı
ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları
18 YAŞ ÖNCESİ MARUZ
KALINAN ŞİDDETE
İLİŞKİN ÖZELLİKLER
DUYGUSAL ŞİDDETİN
SIKLIĞI
Nadiren+Bazen
BENLİK SAYGISI
N
Ort-ss
t ve p
BEDEN ALGISI
N
Ort-ss
t ve p
14
129.5±17.836
t=0.034
14
50.29±16.283 t=1.876
Sık+Çok Sık
DUYGUSAL ŞİDDETİN
SÜRESİ
1 yıldan altı
42
40.67±16.714 P=0.066 42 129.29±21.320 p=0.973
3
53.3±29.484 t= 1.053
1 yıl ve üstü
FİZİKSEL ŞİDDETİN
SIKLIĞI
Tekil+Nadiren+Bazen
55
42.84±16.160 p=0.297 55 129.85±20.382 p=0.344
30
45.2±15.762 t=0.900
Sık+Çok Sık
FİZİKSEL ŞİDDETİN
SÜRESİ
1 yıl altı
18
41.11±14.311 p=0.373 18 128.94±23.827 p=0.412
1 yıl ve üstü
CİNSEL ŞİDDETİN
SIKLIĞI
Tekil+Nadiren+Bazen
43
42.14±15.052 p=0.04
43 131.30±21.126 p=0.449
13
45.54±13.812 t=2.449
13 131.38±21.352 t=0.070
5
56.8±9.96
t=2.114
3
118.33±19.655 t=-0.955
30 133.93±17.735 t=0.828
5
138.60±4.159
t= 0.764
Sık+Çok Sık
CİNSEL ŞİDDETİN
SÜRESİ
1 yıl altı
7
34.86±5.521 p=0.025
7
130.71±19.981 p=0.946
15
44.53±12.637 t=1.781
15
135.87±19.25
t=1.918
1 yıl ve üstü
5
5
117±18.344
p=0.071
33.6±8.764
p=0.092
Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre benlik saygısı ve beden
algısı puan ortalamalarına bakıldığında, bir yıl ve daha uzun süre fiziksel şiddete maruz kalan
kadınların ve sık/çok sık cinsel şiddete maruz kalan kadınların benlik saygısı puan
ortalamalarının anlamlı biçimde düşük olduğu görülmektedir (p<0.05) (Tablo 4.7.4).
119
Tablo 4.7.5. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Benlik Saygısı
ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları
18 YAŞ SONRASI MARUZ BENLİK SAYGISI
KALINAN ŞİDDETE
N
Ort-ss
t ve p
İLİŞKİN ÖZELLİKLER
DUYGUSAL ŞİDDETİN
SIKLIĞI
Nadiren+Bazen
10
60.4±18.518 t=0.753
N
Ort-ss
t ve p
10
142.7±12.446
t=2.011
p=0.028
58
129.53±19.970 p=0.048
Sık+Çok Sık
DUYGUSAL ŞİDDETİN
SÜRESİ
1 yıldan altı
58
9
37.33±14.560 t=-1.832
9
130.67±25.293 t=-0.131
1yıl ve üstü
FİZİKSEL ŞİDDETİN
SIKLIĞI
Tekil+Nadiren+Bazen
59
49.76±19.487 p=0.071
59
131.59±18.791 p=0.896
20
58.6±17.473
t=3.094
20
136.1±14.257
Sık+Çok Sık
FİZİKSEL ŞİDDETİN
SÜRESİ
1 yıldan altı
49
43.92±18.046 p=0.003
49
129.04±20.762 p=0.169
10
50.8±24.948
t=0.373
10
61
48.33±18.451 p=0.710
61
132.49±18.509 p=0.329
25
51.52±19.709 t=2.317
25
133.76±22.163 t=1.432
p=0.024
30
125.93±18.379 p=0.158
1yıl ve üstü
CİNSEL ŞİDDETİN
SIKLIĞI
Tekil+Nadiren+Bazen
30
46±18.765
BEDEN ALGISI
40±17.165
126±24.258
t=1.390
t=-0.983
Sık+Çok Sık
CİNSEL ŞİDDETİN
SÜRESİ
1 yıldan altı
17
48.94±17.293 t=0.962
17
139.29±12.593 t=2.500
1 yıl ve üstü
38
43.58±19.833 p=0.340
38
125.11±21.759 p=0.016
18 yaşından sonra yaşanan şiddetin özellikleri açısından değerlendirildiğinde, her üç türdeki
şiddete maruz kalma sıklığı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında beklenen yönde
anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir (Tablo 4.7.5). Benlik saygısı puan ortalamaları, sık/çok sık
biçimde eşlerinin/erkek arkadaşlarının duygusal şiddetine maruz kalan kadınlarda anlamlı
biçimde (p<0.05), fiziksel şiddete maruz kalan kadınlarda ileri derecede anlamlı biçimde
(p<0.001), cinsel şiddete maruz kalan kadınlarda anlamlı biçimde (p<0.05) düşüktür. Beden
algısı puan ortalamaları açısından benzer bir ilişki, bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi
boyunca cinsel şiddete maruz kalan grupta yer alan kadınlarda görülmüştür (p<0.05)
120
Tablo 4.7.6. İntihar Girişimine Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan
Ortalamaları
BENLİK SAYGISI
İNTİHAR GİRİŞİMİ
N
Ort-ss
t ve p
BEDEN ALGISI
N
Ort-ss
t ve p
Var
39
44.82±17.869 t=-1.607
39
127.97±22.359 t=-2.081
Yok
36
51.78±19.618 p=0.112
36
136.89±14.111 p=0.041
İntihar girişiminde bulunmuş olma ile beden algısı puan ortalamaları anlamlı ilişki içindedir;
yaşamları boyunca en az bir defa intihar girişiminde bulunduğunu ifade eden kadınların beden
algısı puan ortalamaları diğer gruba göre daha düşüktür (p<0.05) (Tablo 4.7.6). Buna karşın
benzer bir ilişki benlik saygısı puan ortalamaları açısından geçerli değildir (p>0.05).
Tablo 4.7.7. Olası TSSB Tanısına Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan
Ortalamaları
BENLİK SAYGISI
OLASI TSSB TANISI
BEDEN İMAJI
N
Ort-ss
t ve p
N
Ort-ss
t ve p
Var
51
43.06±16.328
t=-3.679
51
130.76±21.337
t=-0.975
Yok
24
59±19.817
p=0.000
24
135.42±13.733
p=0.333
Olası TSSB tanısı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında çok ileri derecede anlamlı
ilişki bulunmuştur; olası TSSB tanısını karşılayan grupta yer alan kadınların benlik saygısı
puan ortalamaları diğer gruba göre daha düşüktür (p<0.001) (Tablo 4.7.7). Buna karşın benzer
bir ilişki beden algısı puan ortalamaları açısından geçerli değildir (p>0.05).
121
5. TARTIŞMA
Bu çalışma, sığınma evinde kalan kadınlarda yaşam boyu şiddete maruz kalma durumunu ve
yaşanan şiddete ilişkin özellikleri saptamak ve şiddet öyküsü açısından TSSB tanısını, benlik
saygısı ve beden algısı düzeylerini değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanıp
uygulanmıştır. Bu bölümde, araştırmadan elde edilen bulgular ilgili yazın ışığında
tartışılmıştır.
5.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulguların Tartışılması
Çalışma kapsamına alınan kadınların yaş ortalaması 30.2 (±7.64) olarak bulunmuştur. Bu
sonuç, Türkiye’de aile içi şiddet mağduru kadınlarla yapılmış farklı çalışmalarda tespit edilen
yaş ortalamaları ile paralellik göstermektedir (Çiftçi, 2007; Hacıoğlu, 2006). Kadınların
%46.7’si 25-34 yaş grubunda, %28’i 25 yaş altı olan grupta ve %25.3’ü 35 yaş ve üstü olan
grupta yer almaktadır. 25-34 yaş grubunda yer alan kadınların oranı, Türkiye geneline göre
daha yüksektir (ADNKS, 2008; Altınay ve Arat, 2007). Sığınma evine gelmenin, daha genç
veya yaşlı kadınlar açısından yaşanan şiddeti sonlandırmak için daha seyrek başvurulan
çözüm yollarından biri olabileceği düşünülmektedir. Kadınların genellikle uzun süre şiddete
maruz kaldıktan sonra kurumsal destek aramaya başlamaları, genç kadınların; yaşın
ilerlemesiyle birlikte çeşitli nedenlerle (boşanma, eşin ölmüş olması, yetişkin çocukların
desteği vb.) maruz kalınan şiddetin azalması, orta yaşın üstünde olan kadınların sığınma evine
düşük başvuru oranları üzerinde etkili olabilmektedir (Mor Çatı, 1997).
Doğum yerlerine göre kadınların dağılımına bakıldığında %42.7’sinin şehir merkezinde,
%34.7’sinin ilçede ve %22.7’sinin köyde doğduğu saptanmıştır. Çalışmanın yürütüldüğü
sığınma evlerinde, Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen kadınlar bulunmakla birlikte,
İstanbul’dan yapılan başvuruların ağırlıkta olduğu görülmüş, doğum yeri şehir merkezi olan
gruptaki yoğunlaşmanın da bu duruma bağlı olabileceği düşünülmüştür.
Öğrenim
durumları
incelendiğinde,
kadınların
%60’ının
ilköğretim-ortaöğretim
ve
%17.3’ünün lise mezunu olduğu, okuryazar olmayan ve sadece okuma yazma bilen kadınların
oranının daha düşük olduğu (sırasıyla %10.7-%12) görülmektedir. Bu dağılım, Türkiye
geneliyle ve şiddete maruz kalmış kadınlarla yapılan başka çalışmalardan elde edilen
sonuçlarla paralellik göstermektedir (Altınay ve Arat, 2007; Çiftçi, 2007; Dişcigil, 2003).
122
Görüşülen kadınların büyük bir bölümü (%62.7) şimdiye kadar gelir getiren herhangi bir işte
çalışmadığını ifade etmiştir. Sığınma evine gelmeden once çalıştığını ifade eden kadınların
oranı %32’dir. Çalışma kollarına bakıldığında, kadınların işçi ya da geçici işçi statüsünde
çalıştığı görülmektedir. Bu bulgu, Türkiye’de kadın işgücünün genellikle düşük eğitimli ve
niteliksiz
olduğunu
gösteren
araştırma
raporlarıyla
uyumludur
(TÜSİAD,
2008).
Görüşmelerin yapıldığı sırada çalışmakta olan kadınların oranı oldukça düşüktür (%2.7) . Bu
oran, çalışmanın mesai saatleri içerisinde yapılmış olması nedeniyle çalışmakta olan
kadınların sadece küçük bir bölümünün araştırmaya dâhil edilebilmesine bağlıdır.
Kadınların yaklaşık yarısının (%53.3) sosyal güvenceye sahip olduğu görülmektedir. Bu oran,
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na 1990-1996 yılları arasında yapılan başvuruların
değerlendirildiği çalışmada karşılaşılan orana yakın, ancak Çiftçi (2007) tarafından sığınma
evinde gerçekleştirilmiş çalışmadan elde edilen orana gore daha yüksektir. Ancak,
çalışmamızda yer alan kadınlara yararlandıkları sosyal güvence türleri sorulduğunda büyük
bölümünün yeşil karta, dolayısıyla yoksulluk nedeniyle kendilerine sağlanmış olan sınırlı
düzeyde sosyal güvence olanağına sahip olduğu görülmüştür.
Sığınma evinden önce kadınların önemli bir bölümü (%74.3) çekirdek aile içinde
yaşamaktadır. Kadınların büyük bir bölümü, o devrede, ya eline hiç para geçmediğini ya da
aylık 250 TL altında gelire sahip olduğunu bildirmiştir. Bu bulgulara paralel olarak,
kadınların yaklaşık yarısının (%48.6) ekonomik durum algısı düşüktür. Çalışmamızda sayısal
bir veri halinde yer almamakla birlikte, eline hiç para geçmediğini ya da az miktarda para
geçtiğini söyleyen kadınların bir bölümü, eşlerinin maddi olanaklarının iyi olmasına rağmen
kendilerinin ve çocuklarının bu olanaklardan yararlanamadığını ve eşlerinin kazandığı parayı
tek başına harcadığını ifade etmiştir. Bu durum, kadınların diğer şiddet türlerinin yanı sıra
ekonomik şiddet de yaşadığının bir göstergesidir.
Türkiye’de eğitim durumuna gore yoksulluk oranlarına bakıldığında, en fazla yoksulluk
yaşayan kadınların okuryazar olmayan, okuryazar olup bir okul bitirmeyen ve ilköğretim
mezunu olanlar arasından çıktığı görülmektedir (TÜİK, 2007). Örneklem grubunda, eğitim
durumu dağılımı ile ilişkili olarak yoksulluk yaşayan kadınların sayıca fazla olması şaşırtıcı
görünmemektedir. Diyarbakır’da, yaşadıkları aile içi şiddet nedeniyle kadın kuruluşlarına
başvuran kadınlarla gerçekleştirilen bir çalışmada, kadınların büyük bir bölümünün açlık
sınırının altında yaşayan ailelerden geldiği, gelir getiren bir işte çalışmadığı ve sosyal güvence
123
imkânının olmadığı bulunmuştur (Akçer, 2006). Adli tıp birimlerine yansıyan vakaların
incelendiği bir başka çalışmada da, fiziksel şiddet yaşayan kadınların çoğunlukla aylık gelir,
eğitim, iş ve sosyal destek gibi sosyal ve ekonomik kaynaklardan yoksun olduğu
belirlenmiştir (Hacıoğlu, 2006).
Sosyo-demografik özelliklere bir bütün olarak bakıldığında, kadınların alt sosyoekonomik
gruptan olduğu dikkat çekmektedir. Bu tablo, şiddeti sonlandırmak amacıyla sığınma evine
başvurmanın, alt sosyoekonomik gruptan olan kadınlar için daha sık başvurulan bir seçenek
olduğu şeklinde yorumlanabilir. Sosyal bağlamın, bazı kadınları şiddete maruz kalma ve
şiddetin sonuçlarına karşı koyma açısından diğerlerinden daha dezavantajlı kıldığı kabul
edilmektedir (Cattaneo ve DeLoveh, 2008; Straus, Gelles, Steinmetz, 1980; Yllö, 2005). Buna
karşın, eğitimli, meslek sahibi ve daha fazla maddî olanağa sahip olan kadınların yaşadıkları
şiddeti sonlandırmak için kullandıkları stratejilerde daha başarılı olduğu öne sürülmektedir
(Cattaneo ve DeLoveh, 2008; Mor Çatı, 1997; Usta, 2006). Yaşamlarını değiştirme
noktasında yeterli ekonomik kaynağa ve sosyal donanıma sahip olmayan kadınlar açısından
ise, sığınma evinde kalmak, güvenli bir hayata adım atmanın ilk adımı olmaktadır. Ayrıca,
sosyo-ekonomik koşulları daha iyi olan kadınların maruz kaldıkları şiddeti adlandırma,
paylaşma ve açığa çıkarma aşamalarında özgün bir takım sorunlar yaşaması, onları yardım
aramaktan alıkoyan, dolayısıyla sığınma evlerinden uzak tutan nedenlerden biri olabilir.
Kadınların medeni durumları incelendiğinde, boşanmış olan kadınların oranının (%28),
Türkiye genelinin (%2.6) üzerinde olduğu görülmüştür (Altınay ve Arat, 2007). Sığınma evi
örnekleminde, yaşadıkları şiddet nedeniyle evliliklerini sonlandırmış kadınlara daha sık
rastlanması beklenebilecek bir durumdur. Çalışmamızda sayısal bir veri halinde yer
almamakla birlikte, görüşmeler sırasında, halen evli olan kadınların bir bölümünün boşanma
davalarının devam ettiği ya da yakın bir zamanda boşanma davası açacakları öğrenilmiştir.
Kadınların ilk evlenme yaşı ortalaması 19.13 (±3.96), evlilik süresi ortalaması 8.49 (±4.99)
olarak bulunmuştur. Kadınların yaklaşık dörtte üçü (%74.3) bir kez evlenmiş olmakla birlikte,
bu oran Türkiye geneline (%97) gore daha düşük bulunmuştur (Altınay ve Arat, 2007).
Çalışmamızda, birden fazla evlilik yapmış kadınların önceki evliliklerinin sonlanma nedenleri
incelendiğinde, grubun çoğunluğunda temel nedenin şiddete maruz kalma olduğu dikkat
çekmektedir. Bu bulgu, birden fazla evlilik yapmış kadınların sonraki evliliklerinde de
kendilerini şiddetten koruyamadığını göstermesi açısından dikkat çekicidir.
124
Evliliklerin %72.9’u resmi nikahla gerçekleştirilmiştir. En sık karşılaşılan evlenme biçiminin
görücü usulü-ailenin zorlaması (%44.3) olduğu, anlaşarak yapılan evliliklerin %25.7 oranında
kaldığı görülmektedir. Bu bulgu, Türkiye’de evlilik ilişkisinin çoğunlukla geleneksel
yaklaşımlara dayalı biçimde kurulduğuna işaret eden diğer çalışmalarla paralellik
göstermektedir (Akçer, 2006; Altınay ve Arat, 2007; Bilgili Aykut, 2006).
Görüşülen kadınların %82.7’si çocuk sahibidir. Ortalama çocuk sayısı 2.16 (±1.22)’dır.
Sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş başka bir çalışmada, sürekli bakım gerektiren
küçük yaşta çocuk sahibi olmanın, kadınların evlerini terk ederek sığınma evine gelmelerini
engelleyen faktörlerden biri olduğu; sığınma evinde kalan kadınların genellikle ya çocuksuz
ya da çocukları kendilerine bakabilecek kadınlar olduğu görülmüştür (Usta, 2006).
Kadınların eşlerine ilişkin sosyo-demografik özelliklere bakıldığında, yaş ortalamasının
36.77(±10.15)
olduğu,
eşlerin
%68.6’sının
ilköğretim-ortaöğretim
mezunu
olduğu,
%47.1’inin işçi olarak çalıştığı, %77.’inin gelir getiren bir işte çalışmakta olduğu ve yarısının
sosyal güvence (%50) sahibi olduğu görülmektedir. Bu bulgular, genel olarak, eşlerine şiddet
uygulayan erkeklerin sosyo-demografik özelliklerini ele alan başka çalışmaların sonuçlarına
paraleldir (Çiftçi, 2007; Dişcigil, 2003).
Çalışma kapsamına alınan kadınların eğitim durumunun, eşlerinin eğitim durumundan daha
düşük olduğu görülmektedir. Bu bulgu, Türkiye genelinde formel eğitimin tüm kademelerinde
kız çocukları aleyhine bir eşitsizlik olduğu yönündeki bilgiyle uyumludur (TÜSİAD, 2008).
Sığınma evine gelmeden önce çalışan kadınların oranının çalışan erkeklerin oranına göre daha
düşük olması da, Türkiye genelinde işgücü içinde kadın ve erkeklerin payı (%26.2-%73.8)
arasında var olan derin uçurumun bir göstergesidir (TÜSİAD, 2008). Gelir getiren bir işte
çalışan erkeklerin oranı, toplum tabanlı çalışmalarda karşılaşılan oranlardan daha düşük
bulunmuştur (Büyükgök, 2007). Bu bulgu, toplumsal normlar tarafından kendisine yüklenen
erkeksi rolleri karşılamakta yetersiz kaldığını düşünen erkeklerin, aile içinde daha fazla şiddet
kullanma eğiliminde olduğu, böylece zedelenen “erkek” kimliğini şiddet yoluyla
güçlendirmeye çalıştığı yönündeki görüş çerçevesinde değerlendirilebilir (BAAK, 2000).
Kadınların annelerinin yaklaşık yarısı (%56) ve babalarının yaklaşık dörtte biri (%28)
okuryazar değildir. Kadınların babalarının ağırlıklı olarak ilköğretim-ortaöğretim mezunu
125
olduğu (%50.7) saptanmıştır. Kadınların anne-babalarının okuryazarlık düzeyi Türkiye
genelinin oldukça altında kalmaktadır (TÜSİAD, 2008).
Kadınların eşlerine ve anne-babalarına ilişkin sosyo-demografik veriler de, çalışma
kapsamına alınan grubun sığınma evine gelmeden once düşük sosyo-ekonomik koşulların
ağırlıkta olduğu yaşam biçimlerine sahip olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte,
kadınlara şiddet uygulayan erkekler arasında lise ve üniversite mezunu olanlara ya da memur
ve işveren olarak çalışanlara rastlanması, kadına yönelik şiddetin görece yüksek sosyoekonomik
seviyeye
sahip
erkekler
tarafından
da
uygulanabildiğini
ve
şiddetin
engellenmesinde eğitim düzeyinin tek başına belirleyici olmadığını ortaya koyan yazınla
tutarlıdır (Altınay ve Arat, 2007; Hasanhanoğlu, 1996; İlkkaracan, 1998; Mor Çatı, 1997).
5.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulguların Tartışılması
Çalışma kapsamına alınan kadınların 18 yaşından önce şiddet yaşama durumu incelendiğinde,
%77.3’ünün aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine, %64’ünün fiziksel şiddete,
%26.7’sinin cinsel şiddete maruz kaldığı saptanmıştır. Ayrı kategoriler altında yer alan şiddet
türlerinin bir arada ve iç içe geçmiş şekilde uygulanmış olması, istismarın çocuğun yaşamının
her alanına yayılmış bir olgu olduğunu göstermektedir. Bu bulgu, istismar ve ihmale maruz
kalan çocuk ve gençlerin büyük bir bölümünün birden fazla istismar biçiminden etkilendiğini
ortaya koyan yazınla uyumludur (Finkelhor ve Dziuba-Leatherman, 1994; Finkelhor, Ormrod,
Turner ve Hamby, 2005).
18 yaşından önce duygusal ve fiziksel şiddet uygulayan kişilerin çoğunlukla ebeveynler
olduğu görülmektedir. Bu bulgu, çocuk ihmali ve istismarı konusunda yapılmış araştırmaların
sonuçları ile paralellik göstermektedir (UNİCEF, 2006; U.S. Department of Health and
Human Services, 2008). Görüşülen kadınların 18 yaşından önce %50 oranında eşlerinin, %30
oranında aile üyelerinden birinin ve %30 oranında aile dışından birinin cinsel şiddetine maruz
kaldığı belirlenmiştir. Bu tablo, ilk evlilik yaşı 18 yaş altı olan kadınların evliliklerinin ilk
yıllarından
itibaren
cinsel
şiddete
maruz
kaldığı
yönündeki
bulguyla
birlikte
değerlendirildiğinde oldukça anlamlıdır. Görüştüğümüz kadınların azımsanamayacak bir
bölümüne (%8) aile üyeleri tarafından cinsel şiddet uygulanmış olması, ensest sıklığını
gösteren çarpıcı bir bulgu olmuştur.
126
Duygusal ve fiziksel şiddet, genellikle 15 yaş öncesini ve 15 yaş sonrasını kapsayan
dönemlerde, sık ve uzun süreli (5 yıl +) olarak uygulanmıştır. Cinsel şiddete ise %65 oranında
15-18 yaş aralığında maruz kalınmıştır. Olayların %40’ı tek bir defa, %35’i ise çok sık
gerçekleşmiştir. Vakaların %75’inde cinsel şiddet bir yıldan az sürmüştür.
18 yaşından once evlenen kadınların %38.7’sinin 18 yaşından önce eşlerinin fiziksel
şiddetine, %32.3’ünün eşlerinin cinsel şiddetine maruz kaldığı dikkat çekmektedir. Bu oranlar
da, ilk evlilik yaşının, maruz kalınan şiddet açısından önemli bir farklılık yaratmadığını
göstermektedir.
Kadınların yarısına yaklaşan bir bölümü çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal
ve fiziksel şiddet (sırasıyla %46.7-%44) uyguladığını belirtmiştir. Aile içi şiddet mağduru
kadınların kök ailelerinde şiddetin varlığına ilişkin Türkiye’de yapılmış çalışmaların
sınırlılığı, karşılaştırma yapmayı güçleştirmektedir. Vahip ve Doğanavşargil (2006) tarafından
gerçekleştirilen bir çalışmada, psikiyatri polikliniğine başvuran kadın hastaların %38’inin
çocukluğunda anne-babaları arasındaki şiddete tanık olduğu bulunmuştur.
Kadınların neredeyse tümü 18 yaşından sonra eşlerinin veya erkek arkadaşlarının duygusal ve
fiziksel şiddetine (sırasıyla %90.7-%94.7) maruz kaldığını ifade etmiştir. Cinsel şiddet
yaşama oranı ise %73.3 olarak belirlenmiştir. Bu oranlar,
yaşanan farklı şiddet türleri
arasında bir geçişlilik olduğuna işaret etmekte ve kadına yönelik şiddetin nadiren tek bir türde
uygulandığını ortaya koyan yazını desteklemektedir (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise,
Watts, 2006; Mor Çatı, 1997). Sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş bir başka
çalışmada da, tüm şiddet türlerine maruz kalma oranı yüksek (sırasıyla %80, %83.1, %60)
bulunmasına rağmen (Çiftçi, 2007), çalışmamızda karşılaşılan oranlar daha çarpıcıdır. Bu
durumun,
çalışmamızda
sorgulanan
şiddet yaşantılarının sadece aile içi
şiddetle
sınırlanmaması, şiddet öyküsünü almadan once kadınlara şiddet tanımının yapılması ve
yaşadıkları şiddet biçimlerine dair geniş bir yelpaze içinde yer alan çok sayıda seçeneğin
sunulması ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir.
Kadınlara fiziksel ve cinsel şiddet uygulayan saldırganların başında eşlerin (sırasıyla %87.3%89) geldiği görülmektedir. Bu beklenen sonuç, aile içi şiddet olgularında saldırgan tarafın
erkek, mağdurun ise kadın olduğu yönündeki saptamalarla uyumludur. Mor Çatı Kadın
Sığınağı Vakfı’na 1990-1996 yılları arasında yapılan başvuruların değerlendirildiği çalışmada,
127
şiddet alanı içinde bulunan kadınların eşlerinden şiddet görme oranı %68.1, birlikte oldukları
kişilerden şiddet görme oranı %6 olarak bulunmuştur (Mor Çatı, 1997). Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu tarafından yürütülen aile içi şiddetin sebep ve sonuçlarını belirlemeye
yönelik araştırmaya göre, şiddete maruz kalan kadınların %99’una eşleri tarafından şiddet
uygulanmaktadır (BAAK, 2000). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Araştırması’nda, Türkiye
genelinde yaşamları boyunca eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı
%35 olarak bulunmuştur (Altınay ve Arat, 2007). Yunus Emre Sağlık Ocağı Bölgesi’nde
yapılan bir çalışmada kadınların %34’ünün eşlerinden psikolojik şiddet, %17.5’inin fiziksel
şiddet ve %9.7’sinin cinsel şiddet gördüğü saptanmıştır (Bilgili Aykut, 2006). Aydın ilinde
yapılmış toplum temelli bir çalışmada, kadınların duygusal şiddete maruz kalma yaygınlığı
%71.9, fiziksel şiddete maruz kalma yaygınlığı %36.7, cinsel şiddete maruz kalma yaygınlığı
%37.3 olarak belirlenmiştir (Büyükgök, 2007).
Kadınlara, kendi ailelerine ya da eşlerinin ailesine mensup biri tarafından fiziksel şiddet
uygulanması da nadir görülen bir durum değildir (sırasıyla %22.5-%35.2). Bizim
çalışmamızda sorulmamış olmakla birlikte, sağlık ocağı tabanlı bir araştırmada, eş şiddetine
maruz kalan kadınların aynı zamanda %6.2 oranında hane içinde kayınvalide, kayınpeder ve
kayınbirader gibi aile üyelerinin psikolojik şiddetine maruz kaldığı belirlenmiştir (Bilgili
Aykut, 2006). Doğu Anadolu’da Kadın ve Aile Araştırması, evli kadınların %5.5’inin eşinin
ailesindeki erkeklerden en az birinin, %2.3’ünün eşinin kadın akrabalarından en az birinin,
%0.8’inin ise kumasının fiziksel şiddetine maruz kaldığını ortaya koymuştur (İlkkaracan,
1998). Diyarbakır örnekleminde, yaşadıkları aile içi şiddet nedeniyle kadın kuruluşlarına
başvuran kadınlarla gerçekleştirilen bir çalışmada, kadınlara eşleri dışında fiziksel şiddet
uygulayan kişiler arasında baba, anne, abi, kayınvalide, oğul gibi aile üyelerinin (sırasıyla
%18.6, %8, %2.6, %2.6, %2.6) bulunduğu görülmüştür (Akçer, 2006). Hane halkından şiddet
görme oranının bizim çalışmamızda görece yüksek bulunması, sığınma evine başvuran
kadınların aile içinde karşılaştığı şiddet yaşantılarının çok boyutlu olduğunu göstermektedir.
Eşlerinin yanı sıra, hane üyelerinden de şiddet gören kadınların sosyal destek sistemlerinin
zayıf olduğu, bu nedenle şiddete karşı koyma aşamasında ailelerinden yeterli desteği
alamadıkları için sığınma evine başvurma yolunu seçtikleri düşünülebilir.
18 yaşından sonra maruz kalınan şiddetin özellikleri incelendiğinde, tüm şiddet türlerine
genellikle çok sık ve uzun süreli biçimde maruz kalındığı görülmektedir. Bu bulgu, kadına
yönelik şiddetin izole ya da tekil olaylar biçiminde değil, sürekli ve sistematik bir biçimde
128
uygulandığını ortaya koyan yazınla uyumludur (Akçer, 2006; BAAK, 2000; Çiftçi, 2007;
Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Mor Çatı, 1997). Arslan (1998)
tarafından yapılan çalışmada da, sığınma evine gelen kadınların uzun yıllardır şiddet
yaşamasına rağmen, çoğunlukla önemli ölçüde şiddet yaşadıktan ve can güvenliklerinin
tehlike altında olduğunu fark ettikten sonra sığınma evine başvurduğu görülmüştür.
Yaşadıkları fiziksel ve cinsel şiddet nedeniyle acil tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyan kadınların
oranı yüksek olmasına karşın (sırasıyla %83.8-%33.9), bu grupta yer alan kadınların bir
bölümü (%37.8-%27.1) ihtiyaç duyduğu halde hastaneye başvurmamıştır. Görüşmelerde
kadınların çoğu hastaneye başvurmama nedeni olarak eşin izin vermemesini/engellemesini
göstermiştir. Kadınlar kendi bedenleri üzerindeki en temel haklarını kullanırken bile eşlerinin
denetimine bağlı hareket etmek zorunda kalmışlardır. Bu durum da, kadınlara eşleri tarafından
uygulanan izolasyonun boyutlarını ve sağlıkla ilgili olumsuz sonuçlarını göstermesi açısından
dikkat çekicidir. Sığınma evinde verilen psikolojik destek dâhil olmak üzere yaşadıkları
fiziksel ve cinsel şiddet nedeniyle psikolojik yardım almış kadınların oranı düşüktür (%23%18.6).
5.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulguların Tartışılması
Çalışma kapsamına alınan kadınların %28’i Küçükçekmece, %26.72’si Kadıköy, %20’si
Eyüp Belediyesi’ne bağlı sığınma evlerinde, %4.7’si SHÇEK’e bağlı kadın konukevinde ve
%10.7’si Mor Çatı Kadın Sığınağı’nda kalmaktadır. Kadınların %41.3’ü 1 aydan kısa süredir,
%38.7’si 1-3 aydır ve %20’si 3 aydan uzun süredir sığınma evinde kalmaktadır. Mor Çatı
Kadın Sığınağı dışındaki sığınma evlerinde kalma süresinin 3 ayla sınırlandırılmış olması,
ancak bu süre zarfında sığınma evine alternatif bir yaşam biçimi oluşturamamış kadınların
kalış süresinin uzatılabilmesi nedeniyle, 3 aydan daha uzun süredir sığınma evinde kalmakta
olan kadınların oranı düşüktür. Kadınların %34.7’sinin daha önce bir sığınma evi deneyimi
olmuştur. Bu bulgu, kadınların yaşadıkları şiddeti azaltmak ya da ortadan kaldırmak amacıyla
daha önce de evlerini terk etme girişiminde bulunduğunu, fakat şiddet ortamına geri
döndüğünü göstermektedir. Bu kadınların tekrar sığınma evine gelmeleri, evi terk etme
davranışının uzun vadede şiddeti engelleyici bir etkiye sahip olmadığını düşündürmektedir.
Bunun yanı sıra, sığınma evinde kalma süresi konusundaki sınırlamalar nedeniyle farklı
sığınma evleri arasında geçiş yapan kadınlar da bulunmaktadır. Sığınma evi hakkındaki
düşünceler çoğunlukla (%86.7) olumlu yöndedir. Sığınma evinde kalmaya yönelik olumsuz
129
değerlendirmeler çok sayıda insanla birarada yaşamanın getirdiği uyum güçlükleri, hareket
alanının dar olması, yaşamlarının kısıtlanması ve diğer kadınların şiddet öykülerinden
etkilenme hakkındadır. Görüşmeler esnasında, Kadıköy Belediyesi’ne bağlı sığınma evinde
kalan kadınların, sığınma evinde kalan kadınlar arasında hiyerarşik bir yapılanmanın
varlığından ve bu hiyerarşi ilişkisinden kaynaklanan çatışmalardan şikâyet etmesi dikkat
çekmiştir. Bu durumun, kurumun kapasitesinin fazla olması nedeniyle kadınlar arasındaki
iletişimin uygun yollarla yönlendirilememesinden ve kurumsal işleyişle ilgili sıkıntılardan
kaynaklandığı gözlenmiştir.
5.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulguların Tartışılması
Görüşülen kadınların yarısının (%53.3) intihar girişiminde bulunduğu; bu kadınların yarısında
da (%50) intihar girişiminin çoğul nitelik taşıdığı belirlenmiştir. Psikiyatri polikliniğinde
yürütülen bir çalışmada, aile içi şiddet mağduru kadınların %18’inde intihar öyküsü
bulunmuştur (Dişcigil, 2003). Diyarbakır örnekleminde, aile içi şiddet mağduru kadınların
%23.8’inin en az bir defa intihar girişiminde bulunduğu saptanmıştır (Akçer, 2006). Bu
çalışmaya göre daha düşük olan bu oran, örneklem grubunun sosyal ve kültürel özellikleri ile
ilişkili
değer
yargılarından
kaynaklanıyor
olabilir.
Şiddet
mağduru
kadınlarca
gerçekleştirilmiş intihar girişimleri, kendine zarar verme yollarından biri olduğu kadar,
yaşanan şiddeti durdurmaya yönelik çabalardan biri ya da çevreye yöneltilmiş bir yardım
sinyali olarak da değerlendirilmektedir (Yüksel, 1996(a)). Yaşanan şiddete ilişkin özelliklerin
tartışıldığı bölümde de belirtildiği üzere, çalışma kapsamına alınan kadınların uzun yıllardır
ve sık bir biçimde ağır şiddet yaşantılarına maruz kaldığı görülmektedir. İntihar girişimi
oranının yüksekliği, yaşanan şiddetin kadınlar üzerinde yol açtığı ruh sağlığı sorunlarının
ciddiyetini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Sistematik ve sürekli bir biçimde maruz
kalınan şiddetin, kadınların bilişsel şemalarında bozulmaya yol açması ve kendilerinin
değerli, dünyanın da yaşamaya değer olduğu yönündeki temel inançlarını sarsmış olması
muhtemeldir. Bu durum, çalışmamız kapsamında sorgulanmamış olmakla birlikte, örneklem
grubunda olası depresyon tanısının varlığını akla getirmektedir.
5.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörlerin Tartışılması
Kadınların yaşadıkları şiddet türleri eğitim durumları açısından incelendiğinde, lise mezunu
olan grupta 18 yaş öncesi fiziksel şiddete maruz kalma oranının istatistiksel olarak anlamlı
biçimde, 18 yaş öncesi cinsel şiddet yaşama oranının anlamlılığa yakın biçimde daha düşük
130
olduğu bulunmuştur. Formel eğitimde geçirilen sürenin artması, ev ortamı dışında sosyal bir
ağ içinde yer alma imkânı sunması ve erken yaşta evliliklerin önüne geçmesi gibi nedenlerle,
kız çocukları fiziksel ve cinsel şiddete karşı koruyucu bir rol oynamış olabilir. Ancak bu
ilişki, ev ortamında aile üyeleri tarafından çocuğa yöneltilen duygusal şiddet açısından geçerli
görünmemektedir.
Kadınların eğitim düzeyi ve çalışma durumu ile yaşanan diğer şiddet türleri arasında anlamlı
ilişki bulunamamış olması, sosyo-ekonomik değişkenlerin şiddete karşı yeterince güçlü bir
koruyucu faktör olmadığını düşündürmektedir. Bu durumla çelişkili biçimde, kadınların
öğrenim düzeyleri ve gelirleri arttıkça daha az şiddet gördüklerini saptayan çalışmalar da
bulunmakta (Akyüz ve ark., 2002; BBAK, 2000; Bilgili Aykut, 2006; Büyükgök, 2007);
ancak bu ilişkinin gerçeği yansıtmaktan ziyade, daha eğitimli kadınların maruz kaldıkları
şiddeti gizleme eğiliminden kaynaklandığı düşünülmektedir (Altınay ve Arat, 2007). Ayrıca,
ataerkil değerlerin baskın olduğu toplumlarda, kadının eğitim düzeyinin yükselmesinin,
geleneksel rollerle çatışmasını da beraberinde getirdiği için, şiddete maruz kalma riskini
arttırabileceği yönünde görüşler de bulunmaktadır (Jewkes, 2002; akt. Dişcigil, 2003; 106).
Örneğin, Akyüz ve ark. (2002) tarafından yapılan araştırmada, Sivas ilinde psikiyatri
polikliniğine başvuran evli kadın hastalar arasında yüksek okul mezunu olanların eşlerinin
sözel şiddetine maruz kalma oranının diğer eğitim gruplarına göre daha yüksek olduğu
bulunmuştur.
Kadınların medeni durumlarına göre yaşadıkları şiddet türleri incelendiğinde evli olan grubun
tamamının eş-erkek arkadaş duygusal şiddetine maruz kaldığı görülmektedir. Bu sonuç
istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur. Bu bulgu, kadınlara eşleri tarafından yöneltilen
fiziksel ve cinsel şiddetin neredeyse hiç bir zaman tek başına uygulanmadığını ve bu şiddet
türlerine daima psikolojik şiddetin eşlik ettiğini gösteren çalışma sonuçları ile uyumludur
(Pico-Alponso, Garcia-Linares, Celda-Navarro, Blasco-Ros, Echeburua, Martinez, 2006).
Medeni durum ile 18 yaş sonrasında maruz kalınan fiziksel ve cinsel şiddet arasında ise
anlamlı ilişki yoktur; tüm gruplarda şiddet yaşayan kadınların oranı yaşamayanlara göre daha
yüksektir.
Kadınların eşlerine ait sosyo-demografik özellikler ve hane yapısına ait özellikler ile yaşanan
şiddet türü arasında anlamlı ilişki saptanamamıştır. Çalışmamızın aksine bazı araştırmalarda
aile gelirinin yetersiz olduğunu düşünen kadınların aile içinde daha fazla şiddet psikolojik ve
131
fiziksel şiddet gördüğü saptanmıştır (Bilgili Aykut, 2006, Büyükgök, 2007). Alanyazında,
orta-yüksek eğitim ve gelir grubunda yer alan erkeklerin eşlerine daha az şiddet uyguladığını
ortaya koyan araştırmalar bulunmakla birlikte (Akyüz ve ark., 2002; BAAK, 2000), bu
farklılığın üst sosyo-ekonomik seviyede şiddetin daha az yaşanmasına değil, daha az
bildirilmesine bağlı olduğu düşünülmektedir (Altınay ve Arat, 2007).
Kadınların çocukluk döneminde babalarının annelerine şiddet uygulama durumuna göre
yaşadıkları şiddet türleri incelendiğinde, babaları annelerine duygusal ve fiziksel şiddet
uygulayan kadınların 18 yaşından önce istatistiksel olarak anlamlı biçimde daha fazla
duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşadığı saptanmıştır. Bu bulgu, aile içi şiddete tanık
olmanın, çocukları fiziksel ve cinsel istismara karşı savunmasız kılan önemli bir risk faktörü
olduğunu ortaya koyan yazınla uyumludur (Holden, 2003; Mitchell ve Finkelhor, 2001).
Çocukluk döneminde babaları annelerine duygusal şiddet uygulayan kadınlar 18 yaşından
sonra daha yüksek oranda cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmiştir. Çalışmamızda
belirlenen bu ilişki, başka araştırmalarda da ortaya konmuştur. Aile İçi Şiddetin Sebep ve
Sonuçları Araştırması’nda desteklenen hipotezlerden biri, çocukluk döneminde şiddete maruz
kalan kadınların evlilik ilişkisi içinde daha fazla şiddet gördüğü, çocukluk döneminde şiddete
maruz kalan erkeklerin ise daha fazla şiddet uyguladığı olmuştur (BAAK, 2000).
Büyükgök’ün (2007) çalışmasında, hem erkeğin hem kadının kök ailesinde anne-baba
arasında şiddetin varlığı ile kadınların evlilik ilişkisinde duygusal ve cinsel şiddete maruz
kalmaları arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Hıdıroğlu ve ark. (2006) tarafından
gerçekleştirilen çalışmada da, çocukluk döneminde babalarının annelerine şiddet uyguladığını
gören kadınların evliliklerinde daha fazla fiziksel şiddete maruz kaldığı bulunmuştur. Bu
sonuçlar, şiddetin kuşaklar arası aktarılan bir olgu olduğu görüşünü desteklemektedir (Vahip,
2007). Aynı zamanda, çocukluk döneminde tanık olunan şiddetin, kadınları yetişkinlikte
şiddete karşı savunmasız kılan mekanizmalar yarattığını ortaya koyan sosyal öğrenme modeli
ile de uyumludur (Coker, Smith, McKeown, King, 2000; Hotaling ve Sugarman, 1986; Lee,
2007).
Çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal ve fiziksel şiddet uygulama durumuna
göre kadınların 18 yaşından önce annelerinin duygusal ve fiziksel şiddetine maruz kalma
durumu incelenmiştir. Buna göre, babaları tarafından annelerine duygusal ve fiziksel şiddet
uygulanan kadınlar, çocukluk döneminde annelerinin duygusal ve fiziksel şiddetine ileri
132
derecede anlamlı biçimde daha fazla maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bu bulgu, aile içi
şiddete maruz kalan kadınların kendilerinin de şiddetin uygulayıcısı olabildiğini ortaya koyan
çalışmalara paraleldir (Akçer, 2006; Arslan, 1998; BAAK, 2000; Vahip ve Doğanavşargil,
2006). Maruz kaldıkları eş şiddeti nedeniyle travmatize olan kadınların ebeveynlik
becerilerinin zayıfladığı bulunmuştur (Buckley, Holt, Whelan, 2007; Taylor, Guterman, Lee
ve Rathouz, 2009). Ortaya çıkan bu sonuç, evliliklerinde şiddete maruz kalan kadınların
yaşadıkları yoğun stres, öfke ve gerilimin çocukları ile ilişkilerine yansıması olarak
yorumlanabilir. Erkeğin karısına, kadının çocuklarına şiddet uyguladığı bu döngünün
temelinde ise toplumsal güç eşitsizlikleri yer almaktadır. Kişilerarası hiyerarşik ilişkiler
şiddetin kim tarafından kime uygulanabileceğini belirleyen temel faktörlerden biri olmaktadır.
Kadınların yaşadıkları şiddet türü ve intihar girişimleri arasındaki ilişkiye bakıldığında,
sadece 18 yaş öncesi cinsel şiddete maruz kalma durumunun ileri derecede anlamlı olduğu
bulunmuş; 18 yaşından önce cinsel şiddete maruz kalan kadınların intihar girişiminde
bulunma oranının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Bu bulgu, şiddete maruz kalan kadınlarda
intihar riskinin yüksek olduğunu ortaya koyan araştırma sonuçlarını kısmî biçimde
desteklemektedir. Arslan’ın (1998) niteliksel araştırma yöntemlerine dayalı araştırmasında,
sığınma evinde kalan şiddete maruz kalmış kadınların çoğu intihar düşüncelerini sıklıkla dile
getirmiştir. Büyükgök’ün (2007) çalışmasında da, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddete maruz
kalma durumu ile intihar girişimi arasında anlamlı ilişki bulunmuştur.
5.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulguların Tartışılması
Araştırmaya katılan üç kadından ikisi (%68) olası TSSB tanısını karşılamaktadır. Bu oran,
çocukluk çağı istismarına ve aile içi şiddete maruz kalan kadınlarda en sık karşılaşılan ruh
sağlığı bozukluklarının başında TSSB’nun geldiğini ortaya koyan yazınla uyumludur (Astin,
Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Basile, Arias, Desai, Thompson, 2004; Cascardi,
O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999; Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997; Schumm,
Briggs-Philips ve Hobfoll, 2006). Travmatik yaşantıların niteliği ve boyutu, travma sonrası
stres tepkilerinin gelişimi açısından önemli bir risk faktörü olmaktadır (Acierno, Kilpatrick ve
Resnick, 1999; Breslau, 2002; Briere, 1998; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000).
Yaşanan şiddete ilişkin özelliklerin tartışıldığı bölümde vurgulandığı üzere, sığınma evinde
kalan kadınlar yaşamları boyunca çok boyutlu, sürekli ve sistematik bir biçimde şiddete
133
maruz kalmışlardır. Ağır travmatik yaşantıların varlığı nedeniyle, bu grupta sıklıkla
TSSB’nun görülmesi beklenebilecek bir durumdur.
Çalışmamızda belirlenen olası TSSB yaygınlığı, sığınma evinde kalan kadınların sıklıkla
TSSB tanısını karşıladığını (%45-83) ya da yüksek düzeyde travma sonrası stres belirtisi
sergilediğini saptayan araştırma sonuçlarını desteklemektedir (Johnson ve Zlotnick, 2006;
Martin ve Mohr, 2000; Phillips, Rosen, Zoeliner, Feeny, 2006; Weaver, Allen, Hopper,
Maglione, McLaughin, McCullough, Jackson, Brewer, 2007). TSSB belirtilerine sahip
olmanın, kadınların yardım arama davranışları üzerinde etkili olduğu ve sığınma evine
başvurmalarında itici rol oynadığı ileri sürülebilir. Dişcigil (2003) tarafından psikiyatri
polikliğinde gerçekleştirilmiş bir çalışmada, TSSB tanısı alan aile içi şiddet mağduru
kadınların, TSSB tanısı almayanlara göre, yaşadığı şiddete karşı koymak için aktif başa çıkma
yöntemlerini daha fazla kullandığı bildirilmiştir.
Olası TSSB tanısını karşılayan kadınların %78.4’ünde belirtilerin süresi kronik; %72.5’inde
belirtiler erken başlangıçlı; %78.4’ünde işlev kaybı orta düzeyde ve %64.7’sinde belirti
şiddeti orta-yüksek düzeydedir. Örneklem grubunda işlev kaybı ve belirti şiddetinin ortayüksek düzeyde bulunması, aile içi şiddete maruz kalmış kadınlarla yapılan diğer çalışmalarla
tutarlıdır; buna karşın belirtilerin çoğunlukla erken başlangıçlı olması konu ile ilgili yapılmış
başka çalışmalardan elde edilen sonuçlarla farklılık göstermektedir (Dişcigil, 2003). Yaşanan
şiddete ilişkin özellikler, görüşme yapılan kadınların çocukluk ve yetişkinlik dönemini
kapsayan uzun zaman boyunca ve sık bir biçimde şiddete maruz kaldığını göstermektedir.
Yaşanan şiddetin süreğen ve tekrarlayıcı nitelik taşıması, TSSB belirtilerinin kronikleşmesini
açıklayıcı görünmektedir.
Kadınların yaş gruplarına göre olası TSSB tanısına bakıldığında, 35 yaş ve üstü kadınların
daha düşük oranda TSSB tanısını karşıladığı ve bu farklılığın istatistiksel olarak ileri derecede
anlamlı olduğu bulunmuştur. Bu bulgu, genç yaşta olmanın, TSSB riskini arttıran faktörlerden
biri olduğunu ortaya koyan yazınla uyumludur (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999;
Breslau, 2002; Briere, 1998; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000).
İstatistiksel analizde doğum yeri, eğitim durumu, medeni durum gibi sosyo-demografik
değişkenler ve evliliğe ilişkin özellikler ile olası TSSB tanısı arasında anlamlı ilişki
saptanamamıştır.
134
Kadınların yaşadıkları şiddet türleri ile olası TSSB tanısı arasındaki ilişkiye bakıldığında, 18
yaş öncesi cinsel şiddete maruz kalmanın anlamlılığa yakın, 18 yaşından sonra eşin-erkek
arkadaşın duygusal şiddetine maruz kalmanın ise anlamlı düzeyde etkili değişkenler olduğu
bulunmuştur. Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından olası TSSB tanısı değerlendirildiğinde,
duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayanların olası TSSB tanısını karşılama oranı, sadece
duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Bu bulgu,
cinsel istismarın, TSSB belirtilerini yordamada diğer istismar türlerine göre daha anlamlı
değişkenler olduğunu ortaya koyan araştırma sonuçları ile uyumludur (Astin, Ogland-Hand,
Coleman, Foy, 1995; Bargai, Ben-Shakhar, Shalev, 2007; Sullivan, Fehon, Andres-Hyman,
Lipschitz ve Grilo, 2006). Cinsel şiddete maruz kalmanın, TSSB’nu ortaya çıkaran en önemli
etiyolojik öncüllerden biri olduğu net bir biçimde ortaya konmuştur (Hanson, Borntrager,
Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008; Rodriguez, Ryan, Vande Kemp,
Foy, 1997; Resnick, Kilpatrick, Dansky, Saunders, Best, 1993).
Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre olası TSSB tanısı
incelendiğinde, fiziksel şiddetin süresinin anlamlı bulunan tek değişken olduğu; bir yıl ve
daha uzun bir zaman dilimi boyunca fiziksel şiddet gören kadınların daha yüksek oranda olası
TSSB tanısını karşıladığı görülmektedir. Bu bulgular, maruz kalınan şiddetin süresi ve boyutu
ile TSSB’nun yaygınlığı arasında pozitif yönde ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmaları kısmi
biçimde desteklemektedir (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Cascardi, O’Leary,
Schlee, 1999; Golding, 1999; Martin ve Mohr, 2000).
Kadınların 18 yaşından sonra yaşadıkları şiddete ait özellikler arasından olası TSSB tanısı ile
anlamlı ilişki içinde bulunan değişkenler duygusal şiddetin süresi ve fiziksel şiddetin sıklığı
olmuştur. Bir yıl ve daha az bir zaman dilimi boyunca eşinin-erkek arkadaşının duygusal
şiddetine maruz kaldığını belirten az sayıda kadının tamamı olası TSSB tanısını karşılarken,
bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca duygusal şiddete maruz kaldığını belirten
kadınlarda da olası bir TSSB tanısını karşılama oranı yüksek bulunmuştur. Benzer bir ilişki,
fiziksel şiddete sık ve çok sık biçimde maruz kalma durumu açısından da geçerlidir. Sık ve
çok sık biçimde cinsel şiddet yaşayan kadınlarda olası TSSB tanısı anlamlılığa yakın düzeyde
yüksektir. Bu bulgular, maruz kalınan şiddetin süresi ve boyutu ile TSSB’nun yaygınlığı
arasında pozitif yönde ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmaları kısmi biçimde
desteklemektedir (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Cascardi, O’Leary, Schlee,
1999; Golding, 1999; Martin ve Mohr, 2000).
135
Şiddete en son maruz kalma zamanına göre olası TSSB tanısı değerlendirildiğinde, cinsel
şiddete üç aydan daha kısa bir zaman önce maruz kalan kadınlarda olası TSSB tanısının ileri
derecede anlamlı biçimde yüksek olduğu bulunmuştur. Bu bulgu, şiddete son maruz kalma
zamanı ile TSSB tanısı arasında pozitif yönde ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmalar ile
uyumludur (Dişcigil, 2003).
Olası TSSB tanısı ile intihar girişiminde bulunma arasında ileri derecede anlamlı ilişki
saptanmıştır; buna göre intihar girişiminde bulunmuş kadınlarda olası TSSB tanısına daha sık
rastlanmaktadır. TSSB tanısı ile intihar düşünceleri arasındaki ilişki, sığınma evi
örnekleminde gerçekleştirilmiş bir başka çalışmada da saptanmıştır (Weaver, Allen, Hopper,
Maglione, McLaughin, McCullough, Jackson, Brewer, 2007).
5.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulguların Tartışılması
Araştırmaya katılan kadınların benlik saygısı puan ortalaması 48.16 (±18.927) olarak
belirlenmiştir. Çalışmada kullanılan benlik saygısı ölçeğinin kesme noktası bulunmamakta,
ölçekten alınan toplam puanın yüksekliği bireyin benlik saygısı düzeyinin yüksekliğini
göstermektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puanın 100 olduğu göz önüne alındığında,
çalışma kapsamına alınan kadınların benlik saygısı puan ortalamasının çok düşük olmamasına
rağmen ortalamanın altında kaldığı görülmektedir. Çalışmamızda saptanan benlik saygısı
puan ortalaması, kadın mahkûmlar, hemodiyaliz ve siroz hastaları gibi farklı örneklem
gruplarında benlik saygısı düzeylerinin aynı ölçekle değerlendirildiği diğer çalışmalarda elde
edilen toplam puan ortalamalarına (sırasıyla 59.24, 62.22, 59.22) göre daha düşüktür
(Gündoğan, 2006; Harputlu, 2005; Polat, 2007). Bu bulgu, farklı türde şiddet yaşantılarına
sahip olan kadınların benlik saygısı düzeylerinin kontrol gruplarına gore anlamlı ölçüde daha
düşük olduğunu ortaya koyan çalışmalarla uyumludur (Dişcigil, 2003, Büyükgök, 2007).
Araştırmaya katılan kadınların beden algısı puan ortalaması 132.25 (±19.261), alınan
puanların maksimum değeri 174, minimum değeri 60 olarak tespit edilmiştir. Çalışmada
kullanılan beden algısı ölçeğinin kesme noktası bulunmamakta, ölçekten alınan toplam puanın
yüksekliği bireyin bedeninden hoşnut olma düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Ölçekten
alınabilecek en yüksek puanın 200 olduğu göz önüne alındığında, çalışma kapsamına alınan
kadınların beden algısı puan ortalamasının, ortalamanın üstünde yer aldığı görülmektedir.
Çalışmamızda belirlenen beden algısı puan ortalaması, hemodiyaliz, siroz ve estetik cerrahi
136
hastalarında beden algısı düzeylerinin aynı ölçekle değerlendirildiği diğer çalışmalarda
bulunan toplam puan ortalamalarına (sırasıyla 115.50, 106.00, 73.46) göre daha yüksektir
(Başterzi ve ark., 2003; Gündoğan, 2006; Polat, 2007). Bu bulgu, varsayımlarımızın tersine,
sığınma evinde kalan kadınların beden algısı düzeylerinin düşük olmadığını göstermektedir.
Çalışma kapsamına alınan kadınların beden algısı puan ortalamasının, varsayımların aksine,
ortalama sınırlar içinde yer alması düşündürücüdür. Örneklem grubunun kendine özgü
özellikleri dikkate alınarak, bu sonuç üzerinde çeşitli spekülasyonlar geliştirilebilir. Sığınma
evinde kalan kadınlar, yaşadıkları şiddetin boyutu ve derecesinden bağımsız olarak, şiddet
içeren ilişkilerini sonlandırmayı ve kendilerine dayatılan yaşama “hayır” diyebilmeyi
başarmış kadınlardır. Kadınların evlerini terk ederek sığınma evine gelmeleri, sosyal,
ekonomik ve politik koşullarla ilişkili bir durum olduğu kadar, şiddetle mücadele etmeye
yönelik bireysel bir kararlılığın ve çabanın da göstergesidir. Şiddete direnç gösterebilen
kadınların kendileri ile ilgili daha olumlu bir benlik kavramına sahip olduğu, beden algısı
düzeyinin de olumlu benlik kavramı ile ilişkili kişisel kaynaklardan biri olduğu düşünülebilir.
Ancak, benlik saygısı düzeylerinin görece düşük olması, bu varsayımın şüphe ile
karşılanmasına yol açmaktadır.
Bu sonuç üzerine geliştirilebilecek bir başka yorum da, araştırmada kullanılan beden algısı
ölçeğinde yer alan soruların içeriği ve sorulma biçiminin elde edilen puanları etkilemiş
olabileceğidir. Ölçekte, kişilere, belirtilen beden bölgeleri hakkındaki algılarını ölçmek
amacıyla, beğenme-beğenmeme ekseninde yer alan beş farklı seçenek sunulmaktadır. Ölçekte
yer alan maddelerin ve cevapların sunulma biçimi, araştırılan kavramın ne olduğu ve nasıl
değerlendirildiği hakkında çok açık ipuçları vermektedir. Benzer bir durumun, kullanılan
benlik saygısı ölçeği açısından geçerli olmadığı düşünülmektedir. Ölçekler, kadınlara,
yaşamları boyunca karşılaştıkları ağır şiddet yaşantılarının derinlemesine konuşulduğu
yüzyüze görüşmelerden sonra verilmiştir. Kendini değerlendirmeye dayalı beden algısı
ölçeğinde yer alan sorular, yoğun duygu paylaşımının ardından, kadınların kendilerini olumlu
sunma yönünde bir ihtiyaç hissetmeleri nedeniyle gerçek düşüncelerinden farklı biçimde
cevaplanmış olabilir.
Kadınların yaşadıkları şiddet türlerine göre benlik saygısı ve beden algısı toplam puan
ortalamaları değerlendirildiğinde, istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar ortaya konmuştur. 18
yaşından önce aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten
137
kadınların benlik saygısı puan ortalamaları çok ileri derecede anlamlı düzeyde, beden imajı
puan ortalamaları ise ileri derecede anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur. Bu bulgu, aile
üyeleri (çoğunlukla da ebeveynler) tarafından uygulanan duygusal şiddetin, çocukluk dönemi
yaşantıları ile doğrudan ilişkili kavramlar olan benlik saygısı ve beden algısı üzerindeki
olumsuz etkisini göstermektedir. Çalışmaya katılan ve çocukluk döneminde aile üyelerinden
duygusal şiddet gördüğünü belirten kadınların büyük bir bölümü (%84.5) sevdikleri-ihtiyaç
duydukları faaliyelerden sürekli biçimde mahrum bırakıldıklarını ifade etmiştir. Çocukluk
çağı ihmal yaşantılarının yaygınlığına işaret eden bu durumun, kadınların kendileri ile ilgili
değerlendirmelerini ve yetişkinlik dönemindeki psikolojik iyilik halini bozan önemli bir
faktör olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak, çocukluk çağında karşılaşılan psikolojik
istismarın kadınların yetişkinlik dönemi yaşam uyumlarını yordamada anlamlı bir değişken
olduğunu ortaya koyan araştırma sonuçları desteklenmiştir (Gross ve Keller, 1992;
Sappington, Pharr, Tunstall, Rickert, 1997).
18 yaşından önce fiziksel şiddet gören kadınların benlik saygısı puanı ortalaması anlamlı
düzeyde düşük, cinsel şiddet gören kadınların benlik saygısı puanı ortalaması ise istatistiksel
açıdan anlamlı sayılmasa da cinsel şiddet yaşamayan gruba göre daha düşük bulunmuştur. Bu
bulgu, fiziksel ve cinsel istismarın benlik saygısını düşürdüğünü ortaya koyan yazınla
uyumludur (Freshwater, Leach, Aldridge, 2001; Hazen, Connelly, Soriano, Landsverk, 2008;
Higgins ve McCabe, 1994; Wenninger ve Helman, 1998 Treuer, Koperdak, Rozsa ve Füredi,
2005).
18 yaşından sonra maruz kalınan cinsel şiddet ile benlik saygısı ve beden algısı puan
ortalamaları arasında beklenen yönde anlamlı ilişki saptanmıştır. Bu bulgu, cinsel şiddet ile
kadınların benlik saygısı ve beden algı düzeyleri arasında negatif yönde ilişki bulunduğunu
gösteren yazınla uyumludur (Ackard ve Neumark, 2002; Cecil ve Matson, 2005; Neville,
Heppner, Oh, Spanierman, Clark, 2004).
Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından benlik saygısı ve beden algısı toplam puan ortalamaları
değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların benlik saygısı ve
beden algısı puanı, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı biçimde daha
düşük bulunmuştur.
138
Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre benlik saygısı ve beden
algısı puan ortalamalarına bakıldığında, bir yıl ve daha uzun süre fiziksel şiddete maruz kalan
kadınlarla, sık ve çok sık cinsel şiddete maruz kalan kadınların benlik saygısı puan
ortalamalarının anlamlı biçimde düşük olduğu görülmektedir. Bu bulgu, çocukluk çağında
maruz kalınan şiddetin sıklığı/boyutu ile benlik saygısı ve beden algısı arasında negatif yönde
bir ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmaları kısmi biçimde desteklemektedir (Bolger,
Patterson, Kupersmidt, 1998; Neville, Heppner, Oh, Spanierman, Clark, 2004).
18 yaşından sonra yaşanan şiddetin özellikleri açısından değerlendirildiğinde, her üç türdeki
şiddete maruz kalma sıklığı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında beklenen yönde
anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir. Beden algısı puan ortalamaları açısından benzer bir ilişki,
bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca cinsel şiddete maruz kalan grupta yer alan
kadınlarda görülmüştür. Bu bulgu, maruz kalınan şiddetin sıklığı/boyutu ile benlik saygısı ve
beden algısı arasında negatif yönde bir ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmaları kısmi biçimde
desteklemektedir (Aguilar ve Nightingale, 1994; Cascardi ve O’Leary, 1992; Neville,
Heppner, Oh, Spanierman, Clark, 2004).
İntihar girişiminde bulunmuş olma ile beden algısı puan ortalamaları arasında anlamlı ilişki
bulunmuştur; en az bir defa intihar girişiminde bulunduğunu ifade eden kadınların beden
algısı puan ortalamaları diğer gruba göre daha düşüktür. Buna karşın benzer bir ilişki benlik
saygısı puan ortalamaları açısından geçerli değildir.
Olası TSSB tanısı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında ileri derecede anlamlı ilişki
bulunmuştur; olası TSSB tanısını karşılayan grupta yer alan kadınların benlik saygısı puan
ortalaması diğer gruba göre daha düşüktür. Bu bulgu, çocukluk çağı istismarına ya da yakın
ilişki şiddetine maruz kalmış kişilerde, TSSB tanısı ile benlik saygısı arasında anlamlı ilişki
saptayan başka bir araştırmanın sonuçları ile uyumludur (Bradley, Schwartz ve Kaslow,
2005). Buna karşın benzer bir ilişki beden algısı puan ortalamaları açısından geçerli değildir.
İlgili yazına bakıldığında, TSSB ile beden algısı arasında anlamlı ilişki saptayan çalışmalara
rastlanmaktadır (Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel, 2007; Wenninger ve Helman, 1998).
139
6. SONUÇLAR VE ÖNERİLER
6.1. SONUÇLAR
Bu çalışmada, sığınma evinde kalan kadınlarda yaşam boyu şiddete maruz kalma durumu ve
yaşanan şiddete ilişkin özellikler incelenmiş ve şiddet öyküsü açısından Travma Sonrası Stres
Bozukluğu tanısı, benlik saygısı ve beden algısı düzeyleri değerlendirilmiştir. Bu bölümde,
araştırmanın planlanma aşamasında belirlenen varsayımlar doğrultusunda araştırmadan elde
edilen sonuçlara yer verilmiştir.
Varsayım-1: Birden çok şiddet türüne maruz kalan kadınların oranı, sadece tek bir şiddet
türüne maruz kalan kadınlara göre daha yüksek olacaktır.
Çalışma kapsamına alınan kadınların 18 yaşından önce şiddet yaşama durumu incelendiğinde,
%77.3’ünün aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine, %64’ünün fiziksel şiddete ve
%26.7’sinin cinsel şiddete maruz kaldığı saptanmıştır. Kadınların 18 yaşından sonra şiddet
yaşama durumu incelendiğinde, %90.7’sinin eşlerinin ya da erkek arkadaşlarının duygusal
şiddetine, %94.7’sinin fiziksel şiddete ve %73.3’ünün cinsel şiddete maruz kaldığı
belirlenmiştir. Bu sonuçlar, sığınma evinde kalan kadınların yaşam boyu farklı şiddet türlerine
eşzamanlı olarak maruz kaldığını göstermektedir. Araştırma bulguları, ilk varsayımımızı
doğrulamaktadır.
Varsayım-2: Şiddet öyküsü bulunan kadınlar sıklıkla olası TSSB tanısını karşılayacaktır.
Çalışma kapsamına alınan kadınların üçte ikisi (%68) olası TSSB tanısını karşılamaktadır.
Araştırma kapsamında değerlendirilen şiddet türlerinin hepsinde, şiddete maruz kaldığını
belirten kadınlar arasında olası TSSB tanısını karşılayanların oranı, olası TSSB tanısını
karşılamayanlara gore daha yüksektir. Kadınların yaşadıkları şiddet türleri ile olası TSSB
tanısı arasındaki ilişkiye bakıldığında, 18 yaşından önce cinsel şiddete maruz kalmanın
anlamlılığa yakın, 18 yaşından sonra eşin/erkek arkadaşın duygusal şiddetine maruz kalmanın
ise anlamlı düzeyde etkili değişkenler olduğu bulunmuştur. Araştırma bulguları, üçüncü
varsayımımızı doğrulamaktadır.
140
Varsayım-3: Şiddet öyküsü bulunan kadınlarda benlik saygısı ve beden algısı düzeyleri
düşük olacaktır.
Araştırmaya katılan kadınların benlik saygısı puan ortalaması 48.16 (±18.927) olarak
belirlenmiştir. Çalışmada kullanılan benlik saygısı ölçeğinin kesme noktası bulunmamakta,
ölçekten alınan toplam puanın yüksekliği bireyin benlik saygısı düzeyinin yüksekliğini
göstermektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puanın 100 olduğu göz önüne alındığında,
çalışma kapsamına alınan kadınların benlik saygısı puan ortalamasının düşük olduğu
görülmektedir.
Araştırmaya katılan kadınların beden algısı puan ortalaması 132.25 (±19.261), alınan
puanların maksimum değeri 174, minimum değeri 60 olarak tespit edilmiştir. Çalışmada
kullanılan beden algısı ölçeğinin kesme noktası bulunmamakta, ölçekten alınan toplam puanın
yüksekliği bireyin bedeninden hoşnut olma düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Ölçekten
alınabilecek en yüksek puanın 200 olduğu göz önüne alındığında, çalışma kapsamına alınan
kadınların benlik saygısı puan ortalamasının, ortalamanın üstünde yer aldığı görülmektedir.
Araştırma bulguları, dördüncü varsayımımızı kısmî biçimde desteklemektedir.
Varsayım-4: Uzamış, tekrarlayan biçimde şiddete maruz kalan veya çoğul şiddet türlerini
yaşayan kadınlarda düşük benlik saygısı ve beden algısına, ayrıca olası bir TSSB tanısına
daha çok rastlanacaktır.
Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre olası TSSB tanısı
incelendiğinde, anlamlı bulunan tek değişkenin fiziksel şiddetin süresi olduğu; bir yıl ve daha
uzun bir zaman dilimi boyunca fiziksel şiddet gören kadınların daha yüksek oranda olası
TSSB tanısını karşıladığı görülmektedir.
Kadınların 18 yaşından sonra yaşadıkları şiddete ait özellikler arasından olası TSSB tanısı ile
anlamlı ilişki içinde bulunan değişkenler, duygusal şiddetin süresi ve fiziksel şiddetin sıklığı
olmuştur. Buna gore, bir yıldan daha kısa bir süre eşinin/erkek arkadaşının duygusal şiddetine
maruz kaldığını belirten az sayıda kadının tamamı olası bir TSSB tanısını karşılarken, bir yıl
ve daha uzun bir süre duygusal şiddete maruz kaldığını belirten kadınlarda da olası TSSB
tanısını karşılama oranı yüksek bulunmuştur. Benzer bir ilişki, fiziksel şiddete sık ve çok sık
141
biçimde maruz kalma durumu açısından da geçerlidir. Sık ve çok sık biçimde cinsel şiddet
yaşayan kadınlarda olası TSSB tanısı anlamlılığa yakın düzeyde yüksektir.
Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre benlik saygısı ve beden
algısı puan ortalamalarına bakıldığında, bir yıl ve daha uzun süre fiziksel şiddete maruz kalan
kadınlarla, sık ve çok sık cinsel şiddete maruz kalan kadınların benlik saygısı puan
ortalamalarının anlamlı biçimde düşük olduğu görülmektedir.
18 yaşından sonra yaşanan şiddetin özellikleri açısından değerlendirildiğinde, her üç türdeki
şiddete maruz kalma sıklığı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında beklenen yönde
anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir. Beden algısı puan ortalamaları açısından benzer bir ilişki,
bir yıl ve daha uzun bir süre cinsel şiddete maruz kalan grupta yer alan kadınlarda
görülmüştür.
Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından TSSB tanısı değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve
cinsel şiddet yaşayanların olası TSSB tanısını karşılama oranı, sadece duygusal ve fiziksel
şiddet yaşayanlara göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur.
Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından benlik saygısı ve beden algısı toplam puan ortalamaları
değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların benlik saygısı ve
beden algısı puanı, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı biçimde daha
düşük bulunmuştur.
Araştırma bulguları, beşinci varsayımımızı desteklemektedir.
Varsayım-5: Şiddet öyküsü bulunan kadınlarda olası bir TSSB tanısının varlığı ile benlik
saygısı ve beden algısı düzeyleri arasında ilişki bulunacaktır.
Olası TSSB tanısı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında çok ileri derecede anlamlı
ilişki bulunmuştur; olası TSSB tanısını karşılayan grupta yer alan kadınların benlik saygısı
puan ortalaması diğer gruba göre daha düşüktür. TSSB tanısını karşılayan grupta yer alan
kadınların beden algısı puan ortalaması diğer gruba gore daha düşük olmasına rağmen,
aradaki ilişki anlamlı bulunmamıştır. Araştırma bulguları, altıncı varsayımımızı kısmî biçimde
desteklemektedir.
142
6.2. ÖNERİLER
Kadına yönelik şiddet olgusu, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de farklı sosyodemografik özelliklere sahip kadınlar arasında yaygın bir biçimde yaşanmaktadır. Önemli bir
toplumsal sağlık sorunu olan kadına yönelik şiddetle mücadelede, sığınma evlerinin
gerekliliği tartışılmaz bir biçimde kabul edilmektedir. Özellikle düşük sosyoekonomik
seviyeye sahip kadınlar açısından şiddetten arınmış bir hayatın kurulabilmesi için sığınma
evlerine duyulan ihtiyaç ortadadır. Kadın sığınma evlerinin kurulma şartlarına ilişkin gerekli
yasal düzenlemeler ilgili kanunlarda açık bir şekilde tanımlanmış olmasına rağmen,
Türkiye’de sığınma evlerinin sayıca yetersiz olduğu görülmektedir. Öncelikli olarak, Belediye
Kanunu’nda yer aldığı gibi, Türkiye’nin her bölgesinde büyükşehir belediyelerine ve nüfusu
50.000’i geçen belediyelere bağlı sığınma evlerinin açılması, hali hazırda sığınma evi olan
yerleşim bölgelerinde de sığınma evi sayısının arttırılması gerekmektedir.
Sığınma evlerinde kalan kadınlara ve çocuklarına sunulan hizmetlerin sadece güvenlik ve
barınmayla sınırlı kalması, sığınma evlerinin kuruluş amaçlarının yerine getirilmesinde yeterli
değildir. Sığınma evinde kalan kadınlara verilecek hizmetler arasında, yaşanan şiddetin neden
ve sonuçlarına dair bilinç yükseltici çalışmaların yapılması ve toplumsal cinsiyet
eşitsizliklerine dair farkındalığın geliştirilmesi yer almalıdır. Sığınma evlerinin kadına yönelik
şiddetle mücadelede etkin rol oynayabilmesi, kadınların yaşamlarında bıraktığı dönüştürücü
ve güçlendirici etkiye bağlıdır. Ancak, var olan sığınma evlerinde bu konuya yeteri kadar
önem verildiğini söylemek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, kadına yönelik şiddetle
mücadele edebilmek için sığınma evlerinde kadın bakış açısına duyarlı politikalar izlenmesi
gerekmektedir.
Bu öneriyle yakından ilişkili bir başka konu da, sığınma evlerinin bağımsızlığının
sağlanamamış olmasıdır. Sığınma evlerinde verilen hizmetlerin yerel yönetimde bulunan
partilerin siyasi eğilimleri doğrultusunda şekillenmesi, belediyelere bağlı ya da belediyelerden
finansal destek almakta olan sığınma evlerinde karşılaşılan sorunların başında gelmektedir.
Bu çalışmanın uygulanması sırasında, görüşmelerin yapılmakta olduğu yerlerden biri olan
Mor Çatı Kadın Sığınağı’na Beyoğlu Belediyesi tarafından verilen maddi desteğin kesilmesi
nedeniyle sığınak çalışmalarının sekteye uğraması, bu duruma verilecek somut örneklerden
biridir. Bunun dışında, yerel yönetimde bulunan siyasi partilerin zihniyet yapıları, sığınma
evlerinde kadın bakış açısına dayalı çalışmaların yapılması önünde engel oluşturabilmektedir.
143
Bu nedenle, sığınma evlerinin devlet eliyle ya da yerel yönetimlerce finansal açıdan
desteklenmesi, ancak işleyiş politikalarında tam bağımsızlığını kazanması büyük önem arz
etmektedir.
Aile içinde şiddete maruz kalmış kadınların sığınma evlerine ulaşmasını güçleştiren engellerin
ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu amaçla, medyada sığınma evlerinin varlığına ilişkin
haberdarlığı arttırıcı çalışmaların yapılması; polisin aile içi şiddet vakalarında ilgili
kanunlarda yer alan prosedürlere uygun biçimde hareket etmesi için bakış açısı değişikliğini
hedef alan hizmet içi eğitimlerden geçmesi; sağlık çalışanlarının aile içi şiddet mağduru
kadınları tanıması, bu kadınları ihtiyaçlarına uygun biçimde tedavi edebilmesi ve şiddet
ortamından uzaklaştıracak gerekli yönlendirmeleri yapabilmesi için sağlık sistemi içinde
kadına yönelik şiddet konusuna öncelikli yer verilmesi; halk sağlığı yaklaşımı çerçevesinde
aile içi şiddet mağduru kadınları belirlemeye yönelik tarama çalışmalarının yapılması ve risk
gruplarına yönelik bilgilendirici etkinliklerin düzenlenmesi ve ülke genelinde ücretsiz hizmet
veren acil telefon hatlarının kurulması önerilmektedir.
Sığınma evinde kalan kadınlarda, TSSB başta olmak üzere çeşitli ruh sağlığı sorunlarına
sıklıkla rastlanmaktadır. Düşük benlik saygısı da, sığınma evinde kalan kadınların büyük bir
bölümünün yaşam uyumunu ve psikolojik iyilik halini bozan bilişsel süreçlerin başında
gelmektedir. Bu sonuçlarla yakından ilişkili biçimde sığınma evinde kalan kadınların intihar
girişiminde bulunma oranının yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Çalışmamızda ortaya konan
çarpıcı sonuçlardan biri, ağır şiddet yaşantıları ile doğrudan ilişkili psikopatolojik sorunların
yaygınlığına karşın, kadınların küçük bir bölümünün yaşadıkları şiddetle başa çıkabilmek için
psikolojik destek alması olmuştur. Sığınma evinde kalan kadınlara psikolojik desteğin
sağlanması, kadınların yeniden güçlenebilmesi ve yaşamlarını yeniden kurabilmesi için
verilmesi gereken hizmetlerden biri olmalıdır. Bu nedenle, her sığınma evinde, kurum bünyesi
altında ya da dışarıdan destek verebilecek bir psikologun görev alması olumlu bir gelişme
olacaktır. Bu uzmanlar gerektiğinde daha farklı tıbbî ve psikolojik destek için yönlendirme
yapabileceklerdir.
Çalışmamızda, yaşadıkları cinsel şiddet nedeniyle psikolojik destek aldığını belirten
kadınların oranı, yaşadıkları fiziksel şiddet nedeniyle psikolojik destek aldığını belirten
kadınlara göre daha düşük bulunmuştur. Bu bulgu da, kadınların cinsel şiddet yaşantılarını her
zaman kendiliğinden paylaşmadığını göstermektedir. Psikolojik sorunların kaynağını doğru
144
bir biçimde yakalayabilmek ve etkili başa çıkma yollarını geliştirebilmek için şiddet mağduru
kadınlarla yapılan terapötik çalışmalarda cinsel şiddetin varlığı mutlaka değerlendirilmelidir.
Kadınların işlevselliğini ve yaşam uyumunu önemli ölçüde bozan TSSB’nun, sığınma evinde
kalan kadınlarla yapılan bireysel ve grup terapilerinde mutlaka ele alınması gerekmektedir.
Psikolojik danışmanlık ya da psikoterapi çalışmalarının, kadınlar sığınma evinden
ayrıldığında yarıda kalmaması için uygun koşulların oluşturulması ve gerekli izleme
çalışmalarının yapılması önerilmektedir.
Sığınma evi deneyimi, kadınların kendilerine şiddetten arınmış yeni bir yaşam kurabilmek
amacıyla giriştikleri zorlu mücadelenin ilk adımı olmaktadır. Sığınma evine başvuran
kadınların sosyo-ekonomik koşulları göz önüne alındığında, bu kadınların sosyal ve ekonomik
kaynaklarının zenginleştirilmesi gerektiği açıkça görülmektedir. Kontrolü kendi ellerinde olan
bir yaşam kurabilmeleri için ekonomik bağımsızlıklarını garanti altına alacak koşulların
üretilmesi gerekmektedir. Kadınların sığınma evinde kaldıkları surede, orta ve uzun vadede iş
bulmalarını kolaylaştıracak eğitim programlarından ve mesleki kurslardan yararlanmalarını
sağlayacak projeler geliştirilmeli; bu konuda siyasi iktidar, yerel yönetimler ve sivil toplum
kuruluşları sığınma evi çalışmalarına fon ayırmalıdır. Türkiye şartlarında gerçeklikten uzak
bir öneri olarak karşılanacağı kabul edilse de, sığınma evinde kalan kadınlar iş ve ev bulana
kadar, bu kadınların ve çocuklarının aylık gelirleri devlet tarafından karşılanmalıdır. Ayrıca,
kamu kurumlarında ve özel kuruluşlarda işe alım sürecinde aile içi şiddet mağduru kadınları
kapsayan bir kota uygulamasının, şiddet mağduru kadınların istihdam sorununa getirilebilecek
çözüm önerilerinden biri olduğu düşünülmektedir.
Türkiye’de, kadına yönelik şiddetin farklı türlerini bir arada inceleyen ve maruz kalınan
şiddetin sadece belirli bir dönemde (çocukluk, evlilik, hamilelik vb.) değil, yaşam boyu nasıl
ve ne sıklıkta yaşandığını değerlendiren çalışmaların sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Bu
bağlamda, çalışmadan elde edilen sonuçların, durumun kapsamlı ve bütüncül bir
değerlendirmesini yapmaya ve Türkiye’de konu ile ilgili gelişmekte olan yazına katkı
sağlayacağı düşünülmektedir. Şiddetin yol açtığı ağır psikososyal sorunlara vurgu yapılması,
risk grubunda bulunan kadınlara yönelik koruyucu önlemlerin geliştirilmesine yardımcı
olabilir. Sığınma evinde kalan kadınlara verilecek psikolojik desteğin etkili olabilmesi için
öncelikle şiddet yaşayan kadınların hangi özelliklere sahip olduğunu bilmek yararlı olacaktır.
Şiddet yaşayan kadınlarda TSSB, benlik saygısı ve beden algısı arasındaki karmaşık ilişkilerin
varlığını ortaya koymak, klinik ortamda bu alanlardaki bozulmanın değerlendirilmesinde ve
145
uygulanacak tedavi stratejilerinin belirlenmesinde önemli olabilir. Ayrıca, gerçekleştirilen
akademik çalışmaların konuya ilişkin toplumsal farkındalığı arttırdığı dikkate alınırsa,
çalışmanın bilinç arttırıcı bir işlevi olduğu söylenebilir. Tüm bu nedenlerle, hem genel nüfusu
temsil edici örneklemlerle hem de sığınma evi örneklemi ile geniş kapsamlı ve sorunun farklı
boyutlarını ele alan bilimsel çalışmaların yapılması önem arz etmektedir.
146
ÖZET
Bu çalışma, sığınma evinde kalan kadınlarda yaşam boyu şiddete maruz kalma durumunu ve
yaşanan şiddete ilişkin özellikleri saptamak ve şiddet öyküsü açısından Travma Sonrası Stres
Bozukluğu tanısını, benlik saygısı ve beden algısı düzeylerini değerlendirmek amacıyla
tanımlayıcı olarak planlanıp uygulanmıştır.
Araştırmanın örneklemini, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, SHÇEK Kadın Konukevi, Eyüp,
Küçükçekmece ve Kadıköy Belediyeleri’ne bağlı kadın sığınma evlerinde kalan ve
araştırmanın içleme-dışlama ölçütlerini karşılayan 75 kadın oluşturmuştur.
Verilerin toplanmasında, araştırmacı tarafından geliştirilen bilgi toplama formu, Travma
Sonrası Tanı Ölçeği (TSTÖ), Coopersmith Benlik Saygısı Envanteri ve Vücut Algısı Ölçeği
(VÖA) kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen verilerin istatistiksel analizinde, ki-kare, fisher
testi, McNemar testi, t-testi, tek yönlü varyans analizi ve Mann Whitney U testi kullanılmıştır.
Çalışma kapsamına alınan kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddet türleri
değerlendirildiğinde, %77.3’ünün aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine,
%64’ünün fiziksel şiddete ve %26.7’sinin cinsel şiddete maruz kaldığı bulunmuştur. 18
yaşından sonra yaşanan şiddet türleri incelendiğinde, kadınların %90.7’sinin eşlerinin/erkek
arkadaşlarının duygusal şiddetine, %64’ünün fiziksel şiddete ve %73.3’ünün cinsel şiddete
maruz kaldığı belirlenmiştir.
Çalışma kapsamına alınan kadınların %68’i olası TSSB tanısını karşılamaktadır. Araştırmaya
katılan kadınların benlik saygısı puan ortalaması 48.16 (±18.927), beden imajı puan
ortalaması 132.25 (±19.261) olarak tespit edilmiştir. Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından
olası TSSB tanısı değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların
olası TSSB tanısını karşılama oranı, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre
anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların
benlik saygısı ve beden algısı düzeylerinin de, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara
göre anlamlı düzeyde düşük olduğu görülmüştür.
Anahtar Sözcükler: Kadına yönelik şiddet, TSSB, benlik saygısı, beden algısı
147
ABSTRACT
This study has been planned and applied descriptively with the aim of determining the
lifetime exposure of violence among women in women’s shelters and characteristics of
violence experienced as well as assessing the Post-Traumatic Stress Disorder (PTSD)
diagnosis and the levels of self-esteem and body image.
The sample of the study consists of 75 women meeting the qualification criteria of the
research and who stay in Mor Çatı Women Shelter Foundation, SHÇEK Women Shelter and
women shelters of Eyüp, Küçükçekmece and Kadıköy Municipalities.
The data collection was undertaken through the questionnaire prepared by the researcher,
Post-Traumatic Diagnosis Scale, Coopersmith Self-Esteem Inventory and Body Image Scale.
The data obtained throughout the research have been analyzed by using qui-square, fisher test,
McNemar test, t-test, single-sided variance analysis and Mann Whitney U test.
As a result of the analysis on the violence experienced by the sample before the age 18, it was
reported that 77,3% percent of the women has been exposed to emotional violence by at least
one of the family members, 64% of them to physical violence and 26,7% of them to sexual
violence. For the violence experienced after the age 18, it was revealed that 90,7% of the
women was exposed to emotional violence by their husbands/boy friends, 64% of them to
physical violence and 73,3% of them to sexual violence.
The incidence of PTSD among women is 68%. The average score for self-esteem was 48,16
(±18.927) and for body image was 132.25 (±19.261). With regard to the relationship between
lifetime exposure to violence and the PTSD, the ratio of women who have experienced
emotional, physcial, sexual violence was revealed to be significantly higher than the ratio of
women who have only experienced emotional, physical violence. In addition, self-esteem and
body image of women who have experienced emotional, physical and sexual violence were
found to be significantly lower than women who have only experienced emotional, physical
violence.
Key words: Violence against women, PTSD, self-esteem, body image.
148
KAYNAKÇA
Abbey, A., Ross, L. T., McDuffie, D., McAuslan, P. (1996). Alcohol, misperception, and sexual assault: How
and why are they linked? D. Buss, N. M. Malamuth (Eds.) içinde, Sex, Power,Conflict (138-161). New York:
Oxford University Press.
Acierno, R., Kilpatrick, D. G., Resnick, H. S. (1999). Post-traumatic stress disorder in adults relative to criminal
victimization: Prevalence, risk factors, and comorbidity. P. A. Saigh, J. D. Bremner (Eds.) içinde, Posttraumatic
Stress Disorder-A Comprehensive Text (44-68). Boston: Allyn & Bacon.
Ackard, D. M., Neumark-Sztainer, D. (2002). Date violence and date rape among adolescents: Associations with
disordered eating and psychological health. Child Abuse & Neglect, 26, 455–473.
Acuner, S. (2007). 90’lı yıllar ve resmi düzeyde kurumsallaşmanın doğuş aşamaları. A. Bora, A. Günal (Ed.)
içinde, 90’larda Türkiye’de Feminizm (125-158). İstanbul: İletişim Yayınları.
ADNKS (2008). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nüfus Sayımı Sonuçları. www.tuik.gov.tr
Aguilar, R., Nightingale, N. (1994). The impact of specific battering experiences on the self-esteem of abused
women. Journal of Family Violence, 9, 35–45.
Akay, B., Kaşker, B., Gökberk, F., Özavar, S., Güvenç, S. (1996). Ve sığınak açıldı. Mor Çatı Kolektifi (Yayıma
Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (179-181). İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Akın, A. (2008). Türkiye’de kadın çalışmalarında sağlık nerede? 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (2935). Ankara: HÜKSAM, TTB & UNFPA.
Akkoç, N. (2007). Diyarbakır Ka-Mer’in kuruluş hikayesi ve yürüttüğü çalışmalar. A. Bora, A. Günal (Ed.)
içinde, 90’larda Türkiye’de Feminizm (205-216). İstanbul: İletişim Yayınları.
Akyüz, G., Kuğu, N., Doğan, O., Özdemir, L. (2002). Bir psikiyatri polikliniğine başvuran evli kadın hastalarda
aile içi şiddet, evlilik sorunları, başvuru yakınması ve psikiyatrik tanı. Yeni Symposium, 40(2), 41-48.
Aldarondo, E., Sugarman, D. B. (1996). Risk marker analysis of the cessation and persistence of wife assault.
Journal of Consulting and Clinical Psychology, 64(5), 1010-1019.
Altınay, A., Arat, Y. (2007). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul.
Amerikan Psikiyatri Birliği (1994). Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Dördüncü Baskı (DSMIV), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 1994’ten çeviren E. Köroğlu, Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Anıl, E., Arın, C., Hacımirzaoğlu Berktay, A. Bingöllü, M., İlkkaracan, P., Erçevik Amado, L. (2005). Turkish
Civil and Penal Code Reforms from a Gender Perspective: The Success of Two Nationwide Campaigns.
İstanbul: Women for Women’s Human Rights.
Arın, C. (1996). Mor Çatı’nın kuruluş öyküsü. Mor Çatı Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör
(145-151). İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Aromäki, A. S., Lindman, R. E. (2001). Alcohol expectancies in convicted rapists and child molesters. Criminal
Behaviour & Mental Health, 11(2), 91-98.
Arslan, D. (1998). Aile İçinde Kadına Yönelen Şiddet ve İstanbul Kadın Misafirhanesi, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Astin, M. C., Ogland-Hand, S. M., Coleman, E. M., Foy, D. W. (1995). Posttraumatic stress disorder and
childhood abuse in battered women: Comparisons with maritally distressed women. Journal of Consulting and
Clinical Psychology, 63(2), 308-312.
Atwood, J. D. (2007). When love hurts: Preadolescent girls’ reports of incest. The American Journal of Family
Therapy, 35, 287-313.
Auster, C. J., Leone, J. M. (2001). Late adolescents’ perspectives on marital rape: The impact of gender and
fraternity/sorority membership. Adolescence, 36(141), 141-152.
Aycan, N., Cansunar, F. N., Balcıoğlu, İ. (1997). Toplumsal tabu: Bir ensest olgusu. Yeni Symposium, 35(1), 1921.
Aykut, N. B. (2006). Yunus Emre Sağlık Ocağı Bölgesinde Kadınlarda Bazı Ruh Sağlığı Sorunlarının Prevalansı
ve Aile İçi Şiddetin Buna Etkisinin Saptanması, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Ankara.
149
Bargai, N., Ben-Shakhar, G., Shalev, A. (2007). Posttraumatic stress disorder and depression in battered women:
The mediating role of learned helplessness. Journal of Family Violence, 22(5), 267-275.
Basile, K. C., Arias, I., Desai, S., Thompson, M P. (2004). The differential association of intimate partner
physical, sexual, psychological, and stalking violence and posttraumatic stress symptoms in a nationally
representative sample of women. Journal of Traumatic Stress, 17(5), 413–421.
Bass, L., Taylor, B., Knudson-Martin, C., Huenergardt, D. (2006). Making sense of abuse: Case studies in
sibling incest. Contemporary Family Therapy: An International Journal, 28(1), 87-109.
Bassuk, E., Dawson, R., Hungtington, N. (2006). Intimate partner violence in extremely poor women:
Longitudinal patterns and risk markers. Journal of Family Violence, 21, 387-399.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (2000). Aile içi şiddetin sebep ve sonuçları (Aralık 1993-Aralık 1994).
Ankara: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı.
Başterzi, A. D., Tüzer, V., Alagöz, M. Ş., Uysal, A. Ç., Göka, E. (2003). Estetik cerrahi hastalarında yeme
tutumu ve beden algısı. Yeni Symposium, 41(1), 3-6.
Battal, S., Özmenler, N. (1997). Posttravmatik Stres Bozukluğu ve Akut Stres Bozukluğu. C. Güleç, E. Köroğlu
(Ed.) içinde, Psikiyatri Temel Kitabı (505-516). Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Bengtson-Tops, A., Tops, D. (2007). Self-reported consequences and needs for support associated with abuse in
female users of psychiatric care. International Journal of Mental Health Nursing, 16, 35–43.
Benson, M. L., Fox, G. L., DeMaris, A., van Wyk, J. (2003). Neighborhood disadvantage, individual economic
distress and violence against women in intimate relationships. Journal of Quantitative Criminology, 19(3), 207235.
Bent-Goodley, T. B. (2004). Perceptions of domestic violence: A dialogue with African American Women.
Health & Social Work, 29(4), 307-316.
Berktay, F. (1998). Cumhuriyet’in 75 yıllık serüvenine kadınlar açısından bakmak. A. G. Hacımirzaoğlu (Ed.)
içinde, 75 Yılda Kadınlar-Erkekler (1-11). İstanbul: Tarih Vakfı.
Bilgili Aykut, N. (2006). Yunus Emre Sağlık Ocağı Bölgesinde Kadınlarda Bazı Ruh Sağlığı Sorunlarının
Prevalansı ve Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Buna Etkisinin Saptanması, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi
Halk Sağlığı Enstitüsü, Ankara.
Bixler, R. H. (1983). The multiple meanings of “incest”. Journal of Sex Research, 19(2), 197-201.
Bliss, M. J., Ogley-Oliver, E., Jackson, E., Harp, S., Kaslow, N. J. (2008). African American women’s readiness
to change abusive relationships. Journal of Family Violence, 23, 161-171.
Bolger, K. E., Patterson, C. J., Kupersmidt, J. B. (1998). Peer relationships and self-esteem among children who
have been maltreated. Child Development, 69(4), 1171-1197.
Bora, A., Günal, A. (2007). 90’larda Türkiye’de Feminizm (İkinci Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları.
Bradley, R., Schwartz, A. C., Kaslow, N. J. (2005). Posttraumatic stress disorder symptoms among low-income,
African American women with a history of intimate partner violence and suicidal behaviors: Self-Esteem, social
support, and religious coping. Journal of Traumatic Stress, 18(6), 685-696.
Breslau, N. (2002). Epidemiologic studies of trauma, posttraumatic stress disorder, and other psychiatric
disorders. The Canadian Journal of Psychiatry, 47(10), 923-929.
Briere, J. (1998). Psychological Assessment of Adult Posttraumatic Stress. Washington: American Psychological
Association.
Brodwin, M. G., Siu, F. W. (2007). Domestic violence against women who have disabilities: What educators
need to know? Education, 127(4), 548-551.
Browne, A., Finkelhor, D. (1986). The impact of child sexual abuse: A review of the research. Psychological
Bulletin, 99(1), 66-77.
Buckley, H., Holt, S., Whelan, S. (2007). Listen to me! Children’s experiences of domestic violence. Child
Abuse Review, 16, 296-310.
Burch, R. L., Gallup, Jr., Gordon, G. (2004). Pregnancy as a stimulus for domestic violence. Journal of Family
Violence, 19(4), 243-247.
150
Büyükgök, D. (2007). Eşler Arası Şiddet: Belirleyicileri ve Ruh Sağlığına Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Adnan
Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Psikiyatri Ana Bilim Dalı, Aydın.
Campbell, R., Greeson, M. R., Bybee, D., Raja, S. (2008). Occurrence of childhood sexual abuse, adult sexual
assault, intimate partner violence, and sexual harassment: A mediational model of posttraumatic stress disorder
and physical health outcomes. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 76(2), 194–207.
Carson, D. K., Council, J. R., Volk, M. A. (1989). Temperament as a predictor of psychological adjustment in
female adult incest victims. Journal of Clinical Psychology, 45(2), 330-335.
Cascardi, M., O’Leary, K. (1992). Depressive symptomatology, self-esteem, and self-blame in battered women.
Journal of Family Violence, 7, 249–259.
Cascardi, M., O’Leary, K. D., Schlee, K. A. (1999). Co-occurrence and correlates of posttraumatic stress
disorder and major depression in physically abused women. Journal of Family Violence, 14(3), 227-249.
Cattaneo, L. B., DeLoveh, H. L. M. (2008). The role of socioeconomic status in helpseeking from hotlines,
shelters, and police among a national sample of women experiencing intimate partner violence. American
Journal of Orthopsychiatry, 78(4), 413-422.
Cecil, H., Matson, S. C. (2005). Differences in psychological health and family dysfunction by sexual
victimization type in a clinical sample of African American adolescent women. The Journal of Sex Research
Volume, 42(3), 203-214.
Christensen, P. N., Cohan, S. L., Stein, M. B. (2004). The relationship between interpersonal perception and
post-traumatic stress disorder-related functional impairment: A social relations model analysis. Cognitive
Behaviour Therapy, 33(3), 151-160.
Cohen, J. A., Mannarino, A. P., Murray, L.K., Igelman, R. (2006). Psychosocial interventions for maltreated and
violence-exposed children. Journal of Social Issues, 62(4), 737-766.
Coker, A. L., Smith, P. H., McKeown, R. E., King, M. J. (2000). Frequency and correlates of intimate partner
violence by type: Physical, sexual, and psychological battering. American Journal of Public Health, 90(4), 553559.
Cortina, L. M., Pimlott-Kubiak, S. (2006). Gender and posttraumatic stres: Sexual violence as an explanation for
women’s increased risk. Journal of Abnormal Psychology, 115(4), 753–759.
Corvo, K. (2006). Violence, separation, and loss in the families of origin of domestically violent men. Journal of
Family Violence, 21(2), 117-125.
Costin, F., Kaptanoğlu, C. (1992). Beliefs about rape and women’s social roles: A Turkish replication. European
Journal of Social Psychology, 23(3), 327-330.
Cougle, J. R., Resnick, H., Kilpatrick, D. G. (2009). A prospective examination of PTSD symptoms as risk
factors for subsequent exposure to potentially traumatic events among women. Journal of Abnormal Psychology,
118(2), 405–411.
Coulton, C. J., Korbin, J. E. (1995). Community level factors and child maltreatment rates. Child Development,
66(5), 1262-1276.
Crosson-Tower, C. (1999). Understanding Child Abuse and Neglect (Fourth Edition). Needham Heights: Allyn
& Bacon.
Çiftçi, Ö. (2007). Yaşadıkları Şiddet Nedeniyle Sığınma Evlerine Başvuran Kadınların Umutsuzluk, Depresyon
ve Üreme Sağlığı Durumlarının Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü Doğu ve kadın Hastalıkları Hemşireliği Ana Bilim Dalı, İstanbul.
Darves-Bornoz, J. M., Berger, C., Degiovanni, A., Gaillard, P., Lepine, J. P. (1999). Similarities and differences
between incestuous and nonincestuous rape in a French follow-up study. Journal of Traumatic Stress, 12(4),
613-623.
Demause, L. (1991). The universality of incest. The Journal of Psychohistory, 19(2), 105-117.
Demiröz, F. (1996). Evli Kadınlara Yönelik İstismar ve Kadınların Sığınma Evleri Hakkındaki Düşünceleri,
Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Department of Health (1999). Working Together to Safeguard Children: A Guide to Interagency Working to
Safeguard and Promote the Welfare of Children. London: The Stationery Office.
151
Deveci, S. E., Açık, Y., Ayar, A. (2007). A survey of rate of victimization and attitudes towards physical
violence among school-aged children in Turkey. Child: care, health and development, 34(1), 25-31.
Dişcigil Genç, A. (2003). Aile İçi Şiddet Gören Kadınlarda Psikiyatrik Bozukluklar-Bir Psikiyatri Polikliniği
Örneklemi, Uzmanlık Tezi, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı, İstanbul.
Donalek, J. G. (2001). First incest disclosure. Issues in Mental Health Nursing, 22(6), 573-591.
Dubner, A. E., Motta, R. W. (1999). Sexually and physically abused foster care children and posttraumatic stres
disorder. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 67(3), 367-373.
Dutton, D. G., Bodnarchuk, M. (2005). Through a psychological lens: Personality disorder and spouse assault.
D. R. Loseke, R. J. Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (5-18).
Thousand Oaks: Sage Publications.
Dutton, D.G. (1999). Limitations of social learning models in explaining intimate aggression. X. B. Arriaga, S.
Oskamp (Eds.) içinde, Violence in İntimate Relationships (73-90). Thousand Oaks: Sage Publications.
Dyl, J., Kittler, J., Phillips, K. A., Hunt, J. I. (2006). Body dysmorphic disorder and other clinically significant
body image concerns in adolescent psychiatric inpatients: Prevalence and clinical characteristics. Child
Psychiatry Human Development, 36, 369-382.
Ellsberg, M., Caldera, T., Herrera, A., Winkvist, A., Kullgren, G. (1999). Domestic violence and emotional
distress among Nicaraguan women: Results from a population-based study. American Psychologist, 54(1), 3036.
Ersoy, M. A., Donat, Ö., Çelikkol, A. (2003). Disosiyatif varsanılar: Bir ensest olgusu dolayısıyla gözden
geçirme. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji (3P) Dergisi, 11(1), 53-58.
Fals-Stewart, W., Leonard, K. E., Birchler, G. R. (2005). The occurrence of male-to-female intimate partner
violence on days of men's drinking: The moderating effects of antisocial personality disorder. Journal of
Consulting and Clinical Psychology, 73(2), 239-248.
Farris, C. A., Fenaughty, A. M. (2002). Social isolation and domestic violence among female drug users.
American Journal of Drug & Alcohol Abuse, 28(2), 339-351.
Finkelhor, D. (1994). The international epidemiology of child sexual abuse. Child Abuse & Neglect, 18(5), 409–
417.
Finkelhor, D., Dziuba-Leatherman, J. (1994). Victimization of children. American Psychologist, 49(3), 173-183.
Finkelhor, D., Korbin, J. (1988). Child abuse as an international issue. Child Abuse and Neglect, 12, 3-23.
Finkelhor, D., Ormrod, R., Turner, H., Hamby, S.L. (2005). The victimization of children and youth: A
comprehensive, national survey. Child Maltreatment, 10(1), 5-25.
Flanzer, J. P. (2005). Alcohol and other drugs are key causal agents of violence. D. R. Loseke, R. J. Gelles, M.
M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (163-174). Thousand Oaks: Sage
Publications.
Freshwater, K., Leach, C., Aldridge, J. (2001). Personal constructs, childhood sexual abuse and revictimization.
British Journal of Medical Psychology, 74, 379-397.
Friedman, S. H., Loue, S. (2007). Incidence and prevalence of intimate partner violence by and against women
with severe mental illness. Journal of Women’s Health, 16(4), 471-480.
Garcia-Moreno, C., Heise, L., Jansen, H. A.F.M., Ellsberg, M., Watts, C. (2005) Violence Against Women.
Science, 310 (5752), 1282-1283.
Garcia-Moreno, C., Jansen, H. AFM, Ellsberg, M., Heise, L., Watts, C. H. (2006). Prevelance of intimate partner
violence: Findings from the WHO multi-country study on women’s health and domestic violence. The Lancet,
368(9543), 1260-1269.
Gelles, R. J., Cavanaugh, M. M. (2005). Association is not causation: Alcohol and other drugs do not cause
violence. D. R. Loseke, R. J. Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence
(175-190). Thousand Oaks: Sage Publications.
Geven, N. (2008). Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun şiddete uğrayan ya da bu riski taşıyan
kadınlara yönelik hizmetleri. 1. Kadın Sağlığı KongresiKongre Kitabı (93-100). Ankara: HÜKSAM, TTB &
UNFPA.
152
Glaser, B. (1998). Psychiatry and paedophilia: a major public health issue. Australian & New Zealand Journal of
Psychiatry, 32(2), 162-167.
Golding, J. M. (1999). Intimate partner violence as a risk factor for mental disorders: A meta-analysis. Journal of
Family Violence, 14(2), 99-132.
Goodman, L. A., Koss, M. P., Fitzgerald, L. F., Russo, N. F., Keita, G. P. (1993). Male violence against women:
Current research and future directions. American Psychologist, 48(10), 1054-1058.
Gottschall, J. (2004). Explaining wartime rape. Journal of Sex Research, 41(2), 129-136.
Gross, A. B., Keller, H. R. (1992). Long-term consequences of childhood physical and psychological
maltreatment. Aggressive Behavior, 18, 171-185.
Gündoğan, F. (2006). Sirozlu hastaların beden imajı ve benlik saygılarının değerlendirilmesi, Yüksek Lisans
Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Bolu.
Hacıoğlu, N. (2006). Sosyal ve Ekonomik Kaynaklar ve Eşleri Tarafından Kadınlara Uygulanan Şiddet, Yüksek
Lisans Tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Haj-Yahia, M. M. (2000). Implications of wife abuse and battering for self-esteem, depression, and anxiety as
revealed by the Second Palestinian National Survey Against Women. Journal of Family Issues, 21, 435–463.
Haj-Yahia, M. M. (2000). Patterns of violence against engaged Arab women from Israel and some psychological
impications. Psychology of Women Quarterly, 24, 209-219.
Haller, O. L., Alter-Reid, K. (1986). Secretiveness and guardedness: A comparison of two incest-survivor
samples. American Journal of Psychotherapy, 40(4), 554-563.
Hanson, R. F., Borntrager, C., Self-Brown, S., Kilpatrick, D. G., Saunders, B. E., Resnick, H. S., Amstadter, A.
(2008). Relations among gender, violence exposure, and mental health: The National Survey of Adolescents.
American Journal of Orthopsychiatry, 78(3), 313–321.
Harned, M. S. (2000). Harassed bodies: An examination of the relationships among women’s experiences of
sexual harrassment, body image, and eating disturbances. Psychology of Women Quarterly, 24, 336-348.
Harputlu, D. (2005). Kadın mahkumlarda benlik saygısı ve kendi kendine meme muayenesi ilişkisi, Yüksek
Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
Harvey, A., Garcia-Moreno, C., Butcharti, A. (2007). Primary prevention of intimate-partner violence and
sexual
violence:
Background
paper
for
WHO
expert
meeting
May
2–3,
2007,
www.who.int/entity/violence_injury_prevention/publications/violence/IPV-SV.pdf
Hasanhanoğlu, N. D. (1996). Psikonevroz Tanılı Kadın Hastalarda Aile İçi Şiddet Öyküsünün
Sorgulanması ve Adli Tıp Açısından Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp
Enstitüsü, İstanbul.
Hashima, P. Y., Finkelhor, D. (1999). Violent victimization of youth versus adults in the National Crime
Victimization Survey. Journal of Interpersonal Violence, 14(8), 799-820.
Haugaard, J. J. (1988). The use of theories about the etiology of incest as guidelines for legal and therapeutic
interventions. Behavioral Sciences & the Law, 6(2), 221-238.
Hazal, O. (2008). Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (86-90). Ankara:
HÜKSAM, TTB & UNFPA.
Hazen, A. L., Connelly, C. D., Soriano, F. I., Landsverk, J. A. (2008). Intimate partner violence and
psychological functioning in Latina women. Health Care for Women International, 29, 282-299.
Heise L, Ellsberg M, Gottemoeller M. (1999). Ending violence against women: population reports. The John
Hopkins University School of Public Health, 27(4), 1-44.
Heise, L., Garcia-Moreno, C. (2002). Intimate partner violence. E. G. Krug ve ark. (Eds.) içinde, World Report
on Violence and Health. Geneva: World Health Organization.
Heise, L., Pitanguy, J., Germain, A. (1994). Violence Against Women: The Hidden Health Burden. Washington,
DC: World Bank.
Hendy, H. M., Eggen, D., Gustitus, C., McLeod, K. C., Ng, P. (2003). Decision to leave scale: Perceived reasons
tos tay in or leave violent relationships. Psychology of Women Quarterly, 27, 162-173.
153
Herkov, M. J., Gynther, M. D., Thomas, S., Myers, W. C. (1996). MMPI differences among adolescent
inpatients, rapists, sodomists, and sexual abusers. Journal of Personality Assessment, 66(1), 81-90.
Herman, J. (2007). Travma ve İyileşme. İstanbul: Literatür Yayınevi.
Herman, J., Hirschman, L. (1981). Families at risk for father-daughter incest. American Journal of Psychiatry,
138, 967-970.
Herman, J., Hirschman, L. (1993). Father-daughter incest. P. B. Bart ve E. G. Moran (Eds.) içinde, Violence
Against Women: The Bloody Footprints (47-56). California: Sage Publications.
Herman, J. L. (1992). Complex PTSD: A syndrome in survivors of prolonged and repeated trauma. Journal of
Traumatic Stress, 5(3), 377–391.
Hıdıroğlu, S., Topuzoğlu, A., Ay, P., Karavuş, M. (2006). Kadın ve çocuklara karşı fiziksel şiddeti etkileyen
faktörlerin değerlendirilmesi: İstanbul’da sağlık ocağı tabanlı bir çalışma. Yeni Symposium, 44(4), 196-202.
Higgins, D. J., McCabe, M. P. (1994). The relationship of childhood sexual abuse and family violence to adult
adjustment: Toward an integrated risk-sequelae model. The Journal of Sex Research, 31(4), 255-266.
Holden, G. W. (2003). Children exposed to domestic violence and child abuse: Terminology and taxonomy.
Clinical Child and Family Psychology Review, 6(3), 151-160.
Holtzworth-Munroe, A., Stuart, G. L. (1994). Typologies of male batterers: Three subtypes and the differences
among them. Psychological Bulletin, 116(3), 476-497.
Holtzworth-Munroe, A., Meehan, J. C., Herron, K., Stuart, G. L. (1999). A typology of male batterers: An initial
examination. X. B. Arriaga ve S. Oskamp (Eds.) içinde, Violence in İntimate Relationships (45-72). Thousand
Oaks: Sage Publications.
Hotaling, G. T., Sugarman, D. B. (1986). An analysis of risk markers in husband to wife violence: The current
state of knowledge. Violence and Victims, 1(2), 101-124.
Hovardaoğlu, S. (1993). Vücut Algısı Ölçeği, Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji 3P, 1(Ek 2), 26-27.
Hyman, S. M., Gold, S. N., Cott, M. A. (2003). Forms of social support that moderate PTSD in childhood sexual
abuse survivors. Journal of Family Violence, 18(5), 295-300.
Idisis, Y., Ben-David, S., Ben-Nachum, E. (2007). Attribution of blame to rape victims among therapists and
non-therapists. Behavioral Sciences & the Law, 25(1), 103-120.
Işık, S. N. (2007) 1990’larda kadına yönelik aile içi şiddetle mücadele hareketi içinde oluşmuş bazı gözlem ve
düşünceler. A. Bora, A. Günal (Ed.) içinde, 90’larda Türkiye’de Feminizm (4-72). İstanbul: İletişim Yayınları.
Işık, S. N. (2008) Kadına Yönelik Şiddet Konusunda İdeolojik Yaklaşımlar. 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre
Kitabı (128-134). Ankara: HÜKSAM, TTB & UNFPA.
İlkkaracan, P. (1998). Doğu Anadolu’da kadın ve aile. Bilanço 98: 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler (Ayrı Basım).
İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
İpek, S. (1996). 1990-1995 Yılları Arasında İstanbul Adliyelerine Yansıyan Ensest Olgularının Psiko-sosyal
Açıdan İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim
Dalı, İstanbul.
Jahanfar, S., Malekzadegan, Z. (2007). The prevalence of domestic violence among pregnant women who were
attended in Iran University of Medical Science Hospitals. Journal of Family Violence, 22(8), 643-648.
Jarvis, K. L., Gordon, E. E., Novaco, R. W (2005). Psychological distress of children and mothers in domestic
violence emergency shelters. Journal of Family Violence, 20(6), 389-402.
Jewkes, R. ve ark. (2002). Sexual violence. E. G. Krug ve ark. (Eds.) içinde, World Report on Violence and
Health. Geneva: World Health Organization.
Jewkes, R., Levin, J., Mbananga, N., Bradshaw, D. (2002). Rape of Girls in South Africa. Lancet, 359, 319-320.
Johnson, D. M., Zlotnick, C. (2006). A cognitive–behavioral treatment for battered women with PTSD in
shelters: Findings from a pilot study. Journal of Traumatic Stress, 19(4), 559–564.
Johnson, H. (2000). The role of alcohol in male partners’ assaults on wives. Journal of Drug Issues, 30(4), 725740.
154
Joseph, S., Williams, R., Yule, W. (1997). Understanding Post-traumatic Stress. West Sussex: John Wiley &
Sons.
Kahn, A. S. (2004). 2003 Carolyn Sherif Adres: What college women do and do not experience as rape?
Psychology of Women Quarterly, 28(1), 9-15.
Kearney-Cooke, A., Striegel-Moore, R. H. (1994). Treatment of childhood sexual abuse in anorexia nervosa and
bulimia nervosa: A feminist psychodynamic approach. International Journal of Eating Disorders, 15(4), 305-319.
Kessler, R. C., Sonnega A., Bromet, E., Hughes, M., Nelson, C. B. (1995). Postraumatic stress disorder in
National Comorbidity Survey. Archieves of General Psychiatry, 52, 1048-1060.
Kim, H. S., Kim, H. S. (2005). Incestuous experience among Korean adolescents: Prevalence, family problems,
perceived family dynamics, and psychological characteristics. Public Health Nursing, 22(6), 472-482.
Knutson, J. F. (1995). Psychological characteristics of maltreated children: Putative risk factors and
consequences. Annual Review of Psychology, 46(1), 401-431.
Koenig, M. A ve ark. (2003). Domestic violence in rural Uganda: evidence from a community-based study.
Bulletin of the World Health Organization, 81, 53-60.
Koenig, M. A., Ahmed, S., Stephenson, R., Jejeebhoy, S. J., Campbell, J. (2006). Individual and contextual
determinants of domestic violence in North India. American Journal of Public Health, 96(1), 132-138.
Koss, M. P. (1985). The hidden rape victim: Personality, attitudinal and situational characteristics. Psychology of
Women Quarterly, 9, 193-212.
Koss, M. P., Dinero, T. E., Seibel, C. A., Cox, S. L. (1988). Stranger and aquaintance rape: Are there differences
in the victim’s experience? Psychology of Women Quarterly, 12, 1-24.
Koss, M. P., Harvey, M. R. (1991). The Rape Victim: Clinical and Community Interventions (Second Edition).
California: Sage Publications.
Koss, M. P., Heise, L., Russo, N. F. (1994). The global health burden of rape. Psychology of Women Quarterly,
18(4), 509-537.
Koss, M. P., Gidycz, C. A., Wisniewski, N. (1987). The scope of rape: Incidence and prevalence of sexual
aggression and victimization in a national sample of higher education students. Journal of Consulting and
Clinical Psychology, 55(2), 162-170.
Krause, E. D., Kaltman, S., Goodman, L. A., Dutton M. A. (2006). Role of distinct PTSD symptoms in intimate
partner reabuse: A prospective study. Journal of Traumatic Stress, 19(4), 507-516.
Krause, E. D., Kaltman, S., Goodman, L. A., Dutton M. A. (2008). Avoidant coping and PTSD symptoms
related to domestic violence exposure: A longitudinal study. Journal of Traumatic Stress, 21(1), 83–90.
KSGM (2008). Kadın Sığınmaevi Kılavuzu. Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
Yayını.
Kurz, D. (1993). Social science pespectives on wife abuse: Current debates and future directions. P. B. Bart ve E.
G. Moran (Eds.) içinde, Violence Against Women: The Bloody Footprints (252-269). California: Sage
Publications.
Lee, E. (2007). Domestic violence and risk factors among Korean immigrant women in the United States.
Journal of Family Violence, 22(3), 141-149.
Lemieux, S. R., Byers, E. S. (2008). The sexual well-being of women who have experienced child sexual abuse.
Psychology of Women Quarterly, 32, 126–144.
Levesque, R. J. R. (2002). Culture and Family Violence: Fostering Change through Human Rights Law.
Washington, DC: American Psychological Association.
Lewis, N. K. (2003). Balancing the dictates of law and ethical practice: Empowerment of female survivors of
domestic violence in the presence of overlapping child abuse. Ethics & Behavior, 13(4), 353-366.
Lonsway, K. A., Fitzgerald, L. F. (1994). Rape myths in review. Psychology of Women Quarterly, 18, 133-140.
Loseke, D. R. (2005). Through a sociological lens: The complexities of family violence. D. R. Loseke, R. J.
Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (35-47). Thousand Oaks:
Sage Publications.
155
Lynch, S. M., Graham-Bermann, S. A. (2004). Exploring the relationship between positive work experiences and
women’s sense of self in the context of partner abuse. Psychology of Women Quarterly, 28, 59-167.
Martin, P., Mohr, P. (2000). Incidence and correlates of posttraumatic stress disorder in Australian victims of
domestic violence. Journal of Family Violence, 15(4), 411-422.
Mays, J. M. (2006). Feminist disability theory: Domestic violence against women with a disability. Disability &
Society, 21(2), 147-158.
Mcmurran, M., Gilchrist, E. (2008). Anger control and alcohol use: Appropriate interventions for perpetrators of
domestic violence? Psychology, Crime & Law, 14(2), 107-116.
McNamara, J. R., Fields, S. A. (2001). The Abuse Disability Questionnaire: Internal consistency and validity
considerations in two samples. Journal of Family Violence, 16(1), 37-45.
Milner, J. S. (1998). Individual and family characteristics associated with intrafamilial child physical and sexual
abuse. P. K. Trickett ve C. J. Schellenbach (Eds.) içinde, Violence Against Children in the Family and the
Community (141-170). Washington: American Psychological Association.
Mitchell, K. J., Finkelhor, D. (2001). Risk of crime victimization among youth exposed to domestic violence.
Journal of Interpersonal Violence, 16(9), 944-964.
Mor Çatı Kolektifi (1997). Geleceğim Elimde. İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Mor Çatı Kolektifi (2000). Kadın Sığınakları I. ve II. Kurultayları. İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Mor Çatı Kolektifi (2003). Kadın Sığınakları III. ve IV. Kurultayları. İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Moroğlu, N. (2005). Uluslararası Belgelerde Kadın Erkek Eşitliği. İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları.
Neville, H. A., Heppner, M. J., Oh, E., Spanierman, L. B., Clark, M. (2004). General and culturally specific
factors influencing black and white rape survivors’ self-esteem. Psychology of Women Quarterly, 28, 83-94.
Nicolson, P., Wilson, R. (2004). Is domestic violence a gender issue? Views from a British city. Journal of
Community & Applied Social Psychology, 14(4), 266-283.
Nishith, P., Mechanic, M. B., Resick, P. A. (2000). Prior interpersonal trauma: The contribution to current PTSD
symptoms in female rape victims. Journal of Abnormal Psychology, 109(1), 20-25.
Ovadia, S. (1996). Egemen kültüre somut karşı çıkışlar: Mor Çatı. Mor Çatı Kolektifi (Yayıma Hazırlayan)
içinde, Evdeki Terör (175-178). İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Owens, T. H. (1984). Personality traits of female psychotherapy patients with a history of incest: A research
note. Journal of Personality Assessment, 48(6), 606-608.
Öztürk, M., Güzelhan, Y., Ortaköylü, L. (2000). Ensest öyküsü olan adli olguların incelenmesi. Yeni
Symposium, 38(1), 15-18.
Perkonigg, A., Kessler, R. C., Storz, S., Wittchen, H. U. (2000). Traumatic events and post-traumatic stress
disorder in the community: prevalence, risk factors and comorbidity. Acta Psychiatr Scand, 101, 46-59.
Phillips, K., Rosen, G. M., Zoeliner, L. A., Feeny, N. C. (2006). A cross-cultural assessment of posttrauma
reactions among Malaysian and US women reporting partner abuse. Journal of Family Violence, 21, 259–262.
Pico-Alponso, M. A., Garcia-Linares, M. I., Celda-Navarro, N., Blasco-Ros, C., Echeburua, E., Martinez, M.
(2006). The impact of physical, psychological, and sexual intimate male partner violence on women’s mental
health: Depressive symptoms, Posttraumatic Stres Disorder, state anxiety, and suicide. Journal of Women’s
Health, 15(5), 599-611.
Polat, A. (2007). Düzce ilindeki hemodiyaliz hastalarının beden imajı ve benlik saygısı düzeylerinin
belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Bolu.
Porter, L. E., Alison, L. J. (2004). Behavioural coherence in violent group activity: An interpersonal model of
sexually violent gang behaviour. Aggressive Behavior, 30(6), 449-468.
Raj, A., Silverman, J.G. (2003) Immigrant South Asian women at greater risk for injury from intimate partner
violence. American Journal of Public Health, 93(3), 435-437.
Resnick, H. S., Kilpatrick, D. G., Dansky, B. S., Saunders, B. E., Best, C. L. (1993). Civilian trauma and
posttraumatic stress disorder in a representative national sample of women. Journal of Consulting and Clinical
Psychology, 61(6), 984-991.
156
Riggs, D. S., Caulfield, M. B., Street, A. E. (2000). Risk for domestic violence: Factors associated with
perpetration and victimization. Journal of Clinical Psychology, 56(10), 1289-1316.
Rind, B., Tromovitch, P., Bauserman, R. (1998). A meta-analytic examination of assumed proporties of child
sexual abuse using college samples. Psychological Bulletin, 124, 22-53.
Ritter, J., Stewart, M., Bernet, C., Coe, M., Brown, S. A. (2002). Effects of childhood exposure to familial
alcoholism and family violence on adolescent substance use, conduct problems, and Self-Esteem. Journal of
Traumatic Stress, 15(2), 113–122.
Rodriguez, M. A., Heilemann, M. V., Fielder, E., Ang, A., Nevarez, F., Mangione, C. M. (2008). Intimate
partner violence, depression, and PTSD among pregnant Latina women. Annual of Family Medicine, 6(1), 4452.
Rodriguez, N., Ryan, S. W., Vande Kemp, H., Foy, D. W. (1997). Posttraumatic stres disorder in adult female
survivors of childhood sexual abuse: A comparison study. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 65(1),
53-59.
Rodriguez-Srednicki, O., Twaite, J.A. (2004). Understanding and reporting child abuse: legal and psychological
perspectives. Part one: physical abuse, sexual abuse, and neglect. Journal of Psychiatry & Law, 32(3), 315-359.
Rodriguez-Srednicki, O., Twaite, J.A. (2004). Understanding and reporting child abuse: legal and psychological
perspectives. Part two: emotional abuse and secondary abuse. Journal of Psychiatry & Law, 32(4), 443-481.
Rollins, J. H. (1996). Women’s Minds/Women’s Bodies: The Psychology of Women in a Biosocial Context.
New Jersey: Prentice-Hall.
Rozee, P. D. (1993). Forbidden or forgiven? Psychology of Women Quarterly, 17(4), 499-514.
Rozee, P. D., Koss, M. P. (2001). Rape: A century of resistance. Psychology of Women Quarterly, 25(4) 295311.
Russell, D. (1986). Secret Trauma: Incest in the Lives of Girls and Women. New York: Basic Books.
Sappington, A. A., Pharr, R., Tunstall, A., Rickert, E. (1997). Relationships among child abuse, date abuse, and
psychological problems. Journal of Clinical Psychology, 53(4), 319-329.
Saxe, G., Wolfe, J. (1999). Gender and posttraumatic stres disorder. P. A. Saigh ve J. D. Bremner (Eds.) içinde,
Posttraumatic Stres Disorder-A Comprehensive Text (160-179). Boston: Allyn & Bacon.
Scheffer Lindgren, M., Renck, B. (2008). ‘It is still so deep-seated, the fear’: psychological stress reactions as
consequences of intimate partner violence. Journal of Psychiatric and Mental Health Nursing, 15, 219–228.
Schumm, J. A., Briggs-Phillips, M., Hobfoll, S. E. (2006). Cumulative interpersonal traumas and social support
as risk and resiliency factors in predicting PTSD and depression among inner-city women. Journal of Traumatic
Stress, 19(6), 825–836.
Schumm, J. A., Stines, L. R., Hobfoll, S. E., Jackson, A. P. (2005). The double-barreled burden of child abuse
and current stressful circumstances on adult women: The kindling effect of early traumatic experience. Journal
of Traumatic Stress, 18(5), 467–476.
Scott, M. J. (2000). Assessment and conceptualization. M. J. Scott, S. Palmer (Eds.) içinde, Trauma and PostTraumatic Stres Disorder (15-32). New York: Cassell.
Scott, M. J. (2000). Post-traumatic stress disorder: A cognitive-contextual approach, M. J. Scott, S. Palmer (Eds.)
içinde, Trauma and Post-Traumatic Stres Disorder (36-48). New York: Cassell.
Scott, R. L., Stone, D. A. (1986). MMPI measures of psychological disturbance in adolescent and adult victims
of father-daughter incest. Journal of Clinical Psychology, 42(2), 251-259.
Sellers, C. S., Cochran, J. K., Branch, K. A. (2005). Social learning theory and partner violence: A research note.
Deviant Behavior, 26(4), 379-395.
Semiz, Ü. B., Başoğlu, C., Ebrinç, S., Ergün, B. M., Noyan, C. O., Çetin, M. (2005). Sınır kişilik bozukluğu
hastalarında vücut dismorfik bozukluğu, travma ve disosiyasyon: Bir Önçalışma. Klinik Psikofarmakoloji
Bülteni, 15, 65-70.
Sezgin, A. U. (1993). Ensestin Psikososyal ve Adli Yönden İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Ana Bilim Dalı, İstanbul.
157
Sezgin, A. U. (1997). Aile içinde çocuğun cinsel tacizi: Ensest. Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma Hazırlayan)
içinde, Geleceğim Elimde (78-83). İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Sezgin, A. U. (1998). Ensestin Ruhsal Değerlendirilmesi: Uzman Tanıklık, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi
Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalı, İstanbul.
Sezgin, U., Öktem, Ö. (1996). Çocukluk Çağı Cinsel İstismarı: “Ensest”. Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma
Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (122-129). İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Simmons, J. T., Weinman, M. L. (1991). Self-esteem, adjustment, and locus of control among youth in an
emergency shelter. Journal of Community Psychology, 19, 277-280.
Smolak, L., Murnen, S. K. (2002). A meta-analytic examination of the relationship between child sexual abuse
and eating disorders. International Journal of Eating Disorders, 31, 136-150.
Sonis, J. (2007). Posttraumatic stress disorder does not increase recurrent intimate partner violence. Journal of
Psychological Trauma, 6(4), 27-48.
SHÇEK (1998). Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na Bağlı Kadın Konukevleri Yönetmeliği,
12.07.1998.
Stalans, L., Ritchie, J. (2008). Relationship of substance use/abuse with psychological and physical intimate
partner violence: Variations across living situations. Journal of Family Violence, 23(1), 9-24.
Stanford, M. S., Houston, R. J., Baldridge, R. M. (2008). Comparison of impulsive and premeditated perpetrators
of intimate partner violence. Behavioral Sciences & the Law 26(6), 709-722.
Straus, M. A. (1979). Measuring intrafamily conflict and violence: The Conflict Tactics (CT) Scales. Journal of
Marriage and the Family, 41, 75-88.
Straus, M. A. (1992). Sociological research and social policy: The case of family violence. Sociological Forum,
7(2), 211-237.
Straus, M. A., Gelles, R. J. (1986). Societal change and change in family violence from 1975 to 1985 as revealed
by two national surveys. Journal of Marriage and the Family, 48, 465-479.
Straus, M. A., Gelles, R. J., Steinmetz, S. (1980). Behind Closed Doors: Violence in the American Family.
Garden City, NY: Doubleday.
Straus, M. A., Ramirez, I. L. (2007). Gender symmetry in prevalence, severity, and chronicity of physical
aggression against dating partners by university students in Mexico and USA. Aggressive Behavior, 33(4), 281290.
Sugarman, D. B., Hotaling, G. T. (1989). Violent men in intimate relationships: An analysis of risk markers.
Journal of Applied Social Psychology, 19(12, Pt 1), 1034-1048.
Sullivan, T. P., Fehon, D. C., Andres-Hyman, R. C., Lipschitz, D. S., Grilo, C. M. (2006). Differential
relationships of childhood abuse and neglect subtypes to PTSD symptom clusters among adolescent inpatients.
Journal of Traumatic Stress, 19(2), 229–239.
Swart, L. A., Gilchrist, A., Butchart, A., Seedat, M., Martin, L. (2000). Rape surveillance through district
surgeon offices in Johannesburg, 1996-1998: findings, evaluation and prevention implications. South African
Journal of Psychology, 30(2), 10p.
Şahinoğlu, A. (2000). Sığınak nedir? Neden sığınaklara ihtiyacımız var? Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma
Hazırlayan) içinde, Kadın Sığınakları I. ve II. Kurultayları (29-33). İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Tan, M. (1993). Çocukluk: Dün ve bugün. B. Onur (Ed.) içinde, Toplumsal Tarihte Çocuk. İstanbul: Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayını.
Tanner, K., Turney, D. (2003). What do we know about child neglect? A critical review of the literature and its
application to social work practice. Child and Family Social Work, 8, 25-34.
Taylor, C. A., Guterman, N. B., Lee, S. J., Rathouz, P. J. (2009). Intimate partner violence, maternal stress,
nativity, and risk for maternal maltreatment of young children. American Journal of Public Health, 99(1), 175183.
Tekeli, Ş. (1998). Birinci ve ikinci dalga feminist hareketlerin karşılaştırmalı incelenmesi üzerine bir deneme. A.
G. Hacımirzaoğlu (Ed.) içinde, 75 Yılda Kadınlar-Erkekler (337-346). İstanbul: Tarih Vakfı.
158
Tilley, D. S., Brackley, M. (2005). Men who batter intimate partners: A grounded theory study of the
development of male violence in intimate partner relationships. Issues in Mental Health Nursing, 26(3), 281-297.
Timisi, N., Ağduk Gevrek, M. (2007). 1980’ler Türkiyesi’nde feminist hareket: Ankara çevresi. A. Bora, A.
Günal (Ed.) içinde, 90’larda Türkiye’de Feminizm (13-39). İstanbul: İletişim Yayınları.
Tolan, P. H., Guerra, N. (1998). Societal causes of violence against children. P. K. Trickett, C. Schellenbach
(Ed.) içinde, Violence against children in the family and the community (195-209). Washington, DC, US:
American Psychological Association.
Treuer, T., Koperdak, M., Rozsa, S., Füredi, J. (2005). The impact of physical and sexual abuse on body image
in eating disorders. European Eating Disorders, 13, 106–111.
TÜİK (2007). 2007 Yoksulluk Çalışması Sonuçları. www.tuik.gov.tr
Turan, N., Tufan, B. (1987). Coopersmith benlik saygısı envanteri üzerinde geçerlik ve güvenirlik çalışması.
XXIII. Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi, İstanbul.
Turney, D. (2000). The feminizing of neglect. Child & Family Social Work, 5(1), 47-56.
TÜSİAD (2008). Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği: Sorunlar, öncelikler ve çözüm Önerileri. İstanbul:
TÜSİAD & KAGİDER.
Tyler, S., Allison, K., Winsler, A. (2006). Child neglect: Developmental consequences, intervention, and policy
implications. Child & Youth Care Forum, 35(1), 1-20.
U.S. Department of Health and Human Services, Children’s Bureau (2008). Child Maltreatment 2006.
Washington, DC: U.S. Government Printing Office.
Uçar, S. (2006). Kadın Sığınma Evlerinde Halkla İlişkiler Uygulamaları ve Sorunları, Yüksek Lisans Tezi, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
UNICEF (2006). Behind Closed Doors: The Impact of Domestic Violence on Children. London: UNICEF and
The Body Shop International Plc.
United Nations (2006). World Report on Violence Against Children. www.violencestudy.org/r229
Usta, B. (2007). Küçükçekmece Kadın Sığınma Evinin Antropolojik Yönden İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul.
Ülker, G. (2008). Kadın hareketinin Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili mücadele deneyimi “Anadolu’nun
orta yerinde şiddete karşı kadınlar elele”. 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (128-134). Ankara:
HÜKSAM, TTB &UNFPA.
Vahip, I. (2007). Psikanalitik bakış açısıyla aile içi şiddet. Z. Direk (Derleyen) içinde, Cinsiyetli olmak: Sosyal
bilimlere feminist bakışlar. İstanbul: YKY.
Vahip, I., Doğanavşargil, Ö. (2006). Aile içi fiziksel şiddet ve kadın hastalarımız. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(2),
107-114.
van der Kolk, B., Roth, S., Pelcovitz, D., Sunday, S., Spinazzola, J. (2005). Disorders of extreme stress: The
empirical foundation of a complex adaptation to trauma. Journal of Traumatic Stress, 18(5), 389–399.
Wareham, J., Boots, D. P., Chavez, J. M. (2009) A test of social learning and intergenerational transmission
among batterers. Journal of Criminal Justice, 37(2), 163-173.
Watts, C., Zimmerman, C. (2002) Violence against women: Global scope and magnitude. The Lancet,
359(9313), 1232-1238.
WAVE (2007). Şiddetten Uzakta. İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Weatherburn, D., Lind, B. (2006). What mediates the macro-level effects of economic and social stress on
crime? Australian & New Zealand Journal of Criminology, 39(3), 384-397.
Weaver, T. L., Allen, J. A., Hopper, E., Maglione, M. L., McLaughin, D., McCullough, M. A. Jackson, M. K.,
Brewer, T. (2007). Mediators of suicidal ideation within a sheltered sample of raped and battered women. Health
Care for Women International, 28, 478–489.
Weaver, T. L., Resnick, H. S., Kokoska, M. S., Etzel, J. C. (2007). Appearance-related residual injury,
posttraumatic stress, and body image: Associations within a sample of female victims of intimate partner
violence. Journal of Traumatic Stress, 20(6), 999–1008.
159
Weiner, K. E., Thompson, J. K. (1997). Overt end covert sexual abuse: Relationships to body image and eating
disturbance. International Journal of Eating Disorders, 22, 273-284.
Weingourt, R. (1985). Wife rape: Barriers to identification and treatment. American Journal of Psychotherapy,
39(2), 187-192.
Wenninger, K., Helman, J. R. (1998). Relating body image to psychological and sexual functioning in child
sexual abuse survivors. Journal of Traumatic Stress, 11(3), 543-562.
White, H. R., Widom, C. S. (2003). Intimate partner violence among abused and neglected children in young
adulthood: The mediating effects of early aggression, antisocial personality, hostility and alcohol problems.
Aggressive Behavior, 29(4), 332-345.
White, J. W., Bondurant, B., Donat, P. L. N. (2004). Violence Against Women. M. Crawford, R. Unger (Eds.)
içinde, Women and Gender: A Feminist Psychology, (439-475). New York: McGraw-Hill.
White, J. W., Donat, P. L. N., Bondurant, B. (2001). A developmental examination of violence against girls and
women. R. K. Unger (Eds.) içinde, Handbook of the Psychology of Women and Gender (343-357). New York:
John Wiley & Sons.
Widom, C. S., Hiller-Sturmhöfel, S. (2001) Alcohol abuse as a risk factor for and consequence of child abuse,
Alcohol Research & Health, 25(1), 52-57.
Williamson, J. M., Borduin, C. M., Howe, B. A. (1991). The ecology of adolescent maltreatment: A multilevel
examination of adolescent physical abuse, sexual abuse, and neglect. Journal of Consulting and Clinical
Psychology, 59(3), 449-457.
Wilson, K. S., Silberberg, M., Brown, A. J., Yaggy, S. D. (2007). Health needs and barriers to healthcare of
women who have experienced intimate partner violence. Journal of Women’s Health, 16 (10), 1485-1498.
Wolf, E. K., Alpert, J. L. (1991). Psychoanalysis and child sexual abuse: A review of the post-Freudian
literature. Psychoanalytic Psychology, 8(3), 305-327.
Wolfe, D.A. (1999). Child Abuse: Implications for Child Development and Psychopathology. Thousand Oaks,
California: Sage Publications.
Yıldırım, A. (1996). Sığınaklarda Kalan Kadınların Uğradığı Şiddetin Boyutları, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Yllö, K. A. (2005). Through a feminist lens: Gender, diversity, and violence: Extending the feminist framework.
D. R. Loseke, R. J. Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (19-34).
Thousand Oaks: Sage Publications.
Young, G. H., Gerson, S. (1991). New psychoanalytic perspectives on masochism and spouse abuse.
Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 28(1), 30-38.
Young, L. (1992). Sexual abuse and the problem of embodiment. Child Abuse and Neglect, 16, 89-100.
Yüksel, Ş. (1996a). Kadınların Kendilerini Şiddetten Koruması Neden Zor? Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma
Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (96-12). İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Yüksel, Ş. (1996a). Özyuvadaki tecavüz. Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör
(117-121). İstanbul: Mor Çatı Yayınları.
Yüksel, Ş. (2008). Cinsel Travmalar. 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (112-120). Ankara: HÜKSAM,
TTB & UNFPA.
Zink, T., Jacobson Jr, C.J., Regan, S., Pabst, S. (2004). Hidden victims: The healthcare needs and experiences of
older women in abusive relationships. Journal of Women’s Health, 13(8), 898-908.
Zoroğlu, S. S., Tüzün, Ü., Şar, V., Öztürk, M., Kara, M. E., Alyanak, B. (2001). Çocukluk döneminde ihmal ve
istismarın
olası
sonuçlarının
incelenmesi.
Anadolu
Psikiyatri
Dergisi,
2(2),
69-78.
EKLER
EK-1: BİLGİ TOPLAMA FORMU
Sayın Katılımcı,
Bu çalışma kadınlaarda yaşam boyu şiddet görme durumunu, yaşanan şiddete ilişkin
özellikleri ve çeşitli duygu ve düşüncelerin şiddetle bağlantılı olarak nasıl değiştiğini
araştırmayı amaçlamaktadır. Araştırmanın hedefine ulaşabilmesi için vereceğiniz
cevaplardaki içtenliğiniz büyük önem taşımaktadır. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. İlk
bölümde kişisel bilgilerinize yönelik bir form, ikinci bölümde travma sonrası stres
bozukluğunu değerlendiren bir ölçek, üçüncü bölümde benlik saygısını değerlendiren bir
ölçek, dördüncü bölümde vücut algısını değerlendiren bir ölçek bulunmaktadır. Hiçbir şekilde
isim vermeniz gerekmemektedir. Katkılarınız için teşekkür ederim.
Psikolog Banu Tortamış
Tarih:
Yer:
No:
1. Kaç yaşındasınız? __________
2. Doğum yeriniz neresi? …………..
a) Büyük kent b)Küçük kent
c)İlçe
d)Köy
3. 15 yaşına kadar yaşadığınız yer neresi? __________
a) Büyük kent b)Küçük kent
c)İlçe d)Köy
4. Eğitim durumunuz nedir?
a) Okur-yazar değil b) Okur-yazar c)İlkokul mezunu /ortaokul mezunu d)Lise mezunu
e) Yüksek okul/üniversite mezunu
5. Mesleğiniz nedir?
a) Ev hanımı b) İşçi/Çiftçi c) Memur d) Emekli e) Diğer __________
6. Aylık gelir getiren bir işte çalışıyor musunuz?
a) Evet, çalışıyorum b) Hayır, çalışmıyorum
7. Aylık ortalama kazancınız ne kadardır? __________
8. Sığınma evine gelmeden önce aylık gelir getiren bir işte çalışıyor muydunuz?
a) Evet, çalışıyordum b) Hayır, çalışmıyordum
9. Aylık ortalama kazancınız ne kadardı? __________
10. Sosyal güvenceniz var mı?
a) Evet, var
b)Hayır, yok
11. Sosyal güvenceniz kim tarafından sağlanıyor
a) Kendimden dolayı var b) Eşimden dolayı var c) Ailemden dolayı var d) Diğer ______
12. Hangi sosyal güvenceden yararlanıyorsunuz?
a) Yeşil kart b) Bağkur c) Emekli sandığı d) Özel sigorta e) Diğer _________
13. Medeni durumunuz nedir?
a) Bekar b) Evli c) Boşanmış
d) Dul
e) Birlikte yaşama f) Ayrı
14. Ne süredir evlisiniz?/Ne süre evli kaldınız? __________
15. İlk evlendiğinizde kaç yaşındaydınız? __________
16. Resmi nikahınız var mı/var mıydı?
a) Evet, var b) Hayır, yok
17. Evlenme biçiminiz nedir?
a) Anlaşarak b) Görücü usulü ile c) Ailenin zorlaması d) Kaçarak e) Kaçırılarak
18. Nasıl evlendiğinizi kısaca anlatabilir misiniz?
___________________________________________________________________________
19. Bu kaçıncı evliliğiniz/Kaç evlilik geçirdiniz? __________
20. Bir önceki evliliğinizin bitme nedeni nedir?
a) Geçimsizlik/anlaşmazlık b) Şiddet c) Aldatma/aldatılma d) İlgisizlik/sorumsuzluk
e) Sevmeme f) Diğer __________
21. Eşiniz kaç yaşında/Eski eşiniz kaç yaşında? __________
22. Eşinizin/eski eşinizin eğitim durumu nedir?
a) Okur-yazar değil b) Okur-yazar c)İlkokul mezunu /ortaokul mezunu d)Lise mezunu
e) Yüksek okul/üniversite mezunu
23. Eşinizin/eski eşinizin mesleği nedir?
a) İşçi/Çiftçi b) Memur
c) Emekli
d) Diğer __________
24. Bu eşinizin/eski eşinizin kaçıncı evliliği? __________
25. Eşinizin/eski eşinizin bir önceki evliliğinin bitme nedeni nedir?
a) Geçimsizlik/anlaşmazlık b) Şiddet c) Aldatma/aldatılma d) İlgisizlik/sorumsuzluk
e) Sevmeme f) Diğer __________
26. Eşiniz/eski eşiniz aylık gelir getiren bir işte çalışıyor mu?
a) Evet, çalışıyor b) Hayır, çalışmıyor
27. Eşinizin/eski eşinizin aylık ortalama kazancı ne kadardır? __________
28. Eşinizin/eski eşinizin sosyal güvencesi var mı?
a) Evet, var
b) Hayır, yok
29. Eşinizin/eski eşinizin sosyal güvencesi kim tarafından sağlanıyor?
a) Kendinden dolayı var b) Benden dolayı var c) Diğer __________
30. Eşiniz/eski eşiniz hangi sosyal güvenceden yaralanıyor?
a) Yeşil kart b) Bağkur c) Emekli sandığı d) Özel sigorta e) Diğer _________
31. Evinizin kişi başına düşen aylık ortalama geliri ne kadardı? __________
32. Evinizin ekonomik durumunu nasıl değerlendirirsiniz?
a) Düşük b) Orta c) Yüksek d) Çok yüksek
33. Çocuğunuz var mı?
a) Evet, var (sayısı__________) b) Hayır, yok
34. Evinizde sizinle birlikte kimler yaşıyordu? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) Tek başıma yaşıyorum b) Eşim c) Çocuğum/çocuklarım d) Annem e) Babam
f) Eşimin annesi g) Eşimin babası h) Kardeşim/kardeşlerim ı)Eşimin kardeşi/kardeşleri
i) Akrabam/akrabalarım k) Eşimin akrabası/akrabaları l) Diğer ___________________
35. Annenizin eğitim durumu nedir?
a) Okur-yazar değil b) Okur-yazar c)İlkokul mezunu /ortaokul mezunu d)Lise mezunu
e) Yüksek okul/üniversite mezunu
36. Babanızın eğitim durumu nedir?
a) Okur-yazar değil b) Okur-yazar c)İlkokul mezunu /ortaokul mezunu d)Lise mezunu
e) Yüksek okul/üniversite mezunu
37. Duygusal şiddeti nasıl tanımlarsınız? ________________________________________
_________________________________________________________________________
38. 18 yaşından önce anne-babanız ya da bir başka aile üyesi tarafından size duygusal şiddet
uygulandı mı?
a) Evet, uygulandı b) Hayır, uygulanmadı
39.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) Sevdiği/ihtiyaç duyduğu faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma
c) Tehdit/Korkutulma/Aşırı kontrol
b) Alay edilme/Hakaret/Aşağılanma
d) Sürekli biçimde azarlanma/eleştirilme e) Diğer_____________________
40. Hangi yaş aralığında duygusal şiddet yaşadınız?
a) 15 yaş altı
b) 15-18 yaş arası c) Her ikisi de
41. Duygusal şiddet kim/ kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) Babam b) Annem c) Bir başka aile üyesi __________
42. Ne sıklıkta duygusal şiddet yaşadınız?
a) Çok seyrek b) Seyrek c) Bazen d) Sık sık
43. Yaşadığınız duygusal şiddet ne kadar sürdü?
a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla
44. Çocukken babanız annenize duygusal şiddet uygular mıydı?
a) Evet, uygulardı b) Hayır, uygulamazdı
45. Şimdiki/geçmişteki eşiniz/sevgiliniz tarafından size duygusal şiddet uygulandı mı?
a) Evet, uygulandı b) Hayır, uygulanmadı
46. Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) Sevdiği/ihtiyaç duyduğu faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma
b) Alay edilme/Hakaret/Aşağılanma c) Tehdit/Korkutulma/Aşırı kontrol
c) Sürekli biçimde azarlanma/Eleştirilme e) Diğer ______
47. Ne sıklıkta duygusal şiddet yaşadınız?
a) Çok seyrek b) Seyrek c) Bazen d) Sık sık
48. Yaşadığınız duygusal şiddet ne kadar sürdü?
a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla
49. En son ne zaman duygusal şiddet yaşadınız? ____________________
50. Fiziksel şiddeti nasıl tanımlarsınız? ___________________________________________
___________________________________________________________________________
51. 18 yaşından önce aşağıdaki fiziksel şiddet yaşadınız mı?
a) Evet, yaşadım b) Hayır, yaşamadım
52. Hangi yaş aralığında fiziksel şiddet yaşadınız?
a) 15 yaş altı
b) 15-18 yaş arası c) Her ikisi de
53.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) dayak/tokat yemek
b) bir alet kullanılarak fiziksel zarar görmek
c) ısırılmak/yumruklanmak/tekmelenmek
d) bağlanmak/cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenmek
e) silahla ya da başka bir araçla tehdit edilmek
f) diğer ______________________________
54. Fiziksel şiddet kim/ kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) Babam b) Annem c) Kardeşim/kardeşlerim d) Akrabam/akrabalarım
e) Öğretmenim f) Diğer __________
55.Ne sıklıkta fiziksel şiddet yaşadınız?
a) Tek bir defa b) Çok seyrek-Yılda 1-2 b) Seyrek-Yılda 5-10 c) Bazen- Ayda 1-4
d) Sık sık-Haftada 1’den fazla
56. Yaşadığınız fiziksel şiddet ne kadar sürdü?
a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla
57. Çocukken babanız annenize fiziksel şiddet uygular mıydı? Buna tanık oldunuz mu?
a) Evet, uygulardı.Tanık oldum. b) Evet, uygulardı.Tanık olmadım.
c) Hayır, uygulamazdı.
58. 18 yaşından sonra fiziksel şiddet yaşadınız mı?
a) Evet, yaşadım b)Hayır, yaşamadım
59.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) dayak/tokat yemek
b) bir alet kullanılarak fiziksel zarar görmek
c) ısırılmak/yumruklanmak/tekmelenmek
d) bağlanmak/cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenmek
e) silahla ya da başka bir araçla tehdit edilmek
f) diğer ______________________________
60. Fiziksel şiddet kim/ kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) Eşim b)Erkek arkadaşım c)Babam d) Annem e) Kardeşim/kardeşlerim
f) Akrabam/akrabalarım g) Eşimin akrabası/akrabalarından h) Diğer __________
61. Ne sıklıkta fiziksel şiddet yaşadınız?
a) Tek bir defa b) Çok seyrek-Yılda 1-2 b) Seyrek-Yılda 5-10 c) Bazen- Ayda 1-4
d) Sık sık-Haftada 1’den fazla
62. Yaşadığınız fiziksel şiddet ne kadar sürdü?
a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla
63. En son ne zaman fiziksel şiddet yaşadınız? _______________
64. Sizin için etkileyici olan bir fiziksel şiddet yaşantısını paylaşmak ister misiniz?
___________________________________________________________________________
___________________________________________________________________________
__________________________________________________________________________
65. Uğradığınız fiziksel şiddet nedeniyle acil tıbbi müdahale amacıyla hastaneye başvurmanız
gerekti mi?
a) Hayır, gerekmedi b) Evet, gerekti. Başvurdum. c) Evet, gerekti. Başvurmadım.
66. Hastaneye başvurmayı gerektiren neden neydi? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) kırık b) kanama c) diğer __________
67. Fiziksel şiddet yaşadıktan ne kadar süre sonra hastaneye başvurdunuz? __________
68. Uğradığınız fiziksel şiddet nedeniyle psikiyatrik/psikolojik yardım aldınız mı?
a) Evet, aldım.
b) Hayır, almadım.
69. Fiziksel şiddet yaşadıktan ne kadar süre sonra psikiyatrik/psikolojik yardım aldınız? ____
70. Cinsel istismarı nasıl tanımlarsınız? ___________________________________________
___________________________________________________________________________
___________________________________________________________________________
71. 18 yaşından önce cinsel istismar yaşadınız mı?
a) Evet, yaşadım b)Hayır, yaşamadım
72.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) rıza dışı cinsel organların gösterilmesi
b) soyunmaya/belirli beden bölgelerini göstermeye zorlanma
c) rıza dışı cinsel amaçlı dokunma/okşanma
d) cinsel ilişkiye girmeye zorlanma
e) zorla cinsel ilişkiye girme
f) istenmeyen biçimde cinsel ilişkiye zorlanma/başkaları ile birlikte olmaya zorlanma
g) diğer _______________________________
73. Hangi yaş aralığında cinsel istismar yaşadınız?
a) 15 yaş altı
b) 15-18 yaş arası c) Her ikisi de
74. Cinsel istismar kim/kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) Babam b) Annem c) Kardeşim/kardeşlerim d) Akrabam/akrabalarım
e) Öğretmenim f) Diğer __________
75. Ne sıklıkta cinsel istismar yaşadınız?
a) Tek bir defa b) Çok seyrek-Yılda 1-2 b) Seyrek-Yılda 5-10 c) Bazen- Ayda 1-4
d) Sık sık-Haftada 1’den fazla
76. Yaşadığınız cinsel istismar ne kadar sürdü?
a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla
77. 18 yaşından sonra cinsel istismar yaşadınız mı?
a) Evet, yaşadım b)Hayır, yaşamadım
78.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) rıza dışı cinsel organların gösterilmesi
b) soyunmaya/belirli beden bölgelerini göstermeye zorlanma
c) rıza dışı cinsel amaçlı dokunma/okşanma
d) cinsel ilişkiye girmeye zorlanma
e) zorla cinsel ilişkiye girme
f) istenmeyen biçimde cinsel ilişkiye zorlanma/başkaları ile birlikte olmaya zorlanma
g) diğer ______________________
79. Cinsel istismar kim/kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
a) Eşim/erkek arkadaşım b) Babam c) Annem d) Kardeşim/kardeşlerim
e) Akrabam/akrabalarım f) Eşimin akraba/akrabaları g) Diğer __________________
80. 18 yaşından sonra cinsel istismar gördüyseniz ne sıklıkta gördünüz?
a) Tek bir defa b) Çok seyrek-Yılda 1-2 b) Seyrek-Yılda 5-10 c) Bazen- Ayda 1-4
d) Sık sık-Haftada 1’den fazla
81. Yaşadığınız cinsel istismar ne kadar sürdü?
a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla
82. En son ne zaman cinsel istismara uğradınız? ________________________
83. Sizin için etkileyici olan bir cinsel istismar yaşantınızı paylaşmak ister misiniz?
___________________________________________________________________________
___________________________________________________________________________
___________________________________________________________________________
84. Uğradığınız cinsel istismar nedeniyle acil tıbbi müdahale amacıyla hastaneye
başvurmanız gerekti mi?
a) Hayır, gerekmedi b) Evet, gerekti. Başvurdum. c) Evet, gerekti. Başvurmadım.
85. Hastaneye başvurma nedeniniz nedir?
a) kırık b) kanama c) diğer __________
86. Cinsel istismar yaşadıktan ne kadar süre sonra hastaneye başvurdunuz?
________________
87. Uğradığınız cinsel istismar nedeniyle psikiyatrik/psikolojik yardım aldınız mı?
a) Evet, aldım. b) Hayır, almadım.
88. Cinsel istismar yaşadıktan ne kadar süre sonra psikiyatrik/psikolojik yardım aldınız?_____
89. Şimdiye kadar hiç intihar girişiminde bulundunuz mu?
a) Evet (sayısı……..)
b) Hayır
90. Sığınma evinde ne süredir kalıyorsunuz? ______________________________________
91. Daha önce burada ya da başka bir sığınma evinde kaldınız mı/Ne zaman ve ne süre
kaldınız? ___________________________________________________________________
92. Sığınma evinden nasıl haberdar oldunuz ve başvurdunuz?
___________________________________________________________________________
93. Sığınma evinde kalmaya başladıktan sonra hayatınızda neler değişti?________________
___________________________________________________________________________
94. Sığınma evinde karşılaştığınız uygulamalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
a) Memnunum b) Memnun değilim c) Diğer_______________
95. Eklemek istediğiniz bir şey var mı? __________________________________________
EK-2: TRAVMA SONRASI DEĞERLENDİRME FORMU
I. BÖLÜM
Bir çok kişi yaşamının bir noktasında çok zorlayıcı bir olaya veya travmaya tanık olur.
Aşağıda travmatik yaşam olaylarının bir listesi var. Tanık olduğunuz / yaşadığınız travmatik
yaşantılara bir işaret(X) koyunuz.
1. Ciddi bir kaza, yangın, patlama (Örneğin: İş, araba, uçak, deniz kazaları)
2. Doğal bir afet (Örneğin: Sel, büyük bir deprem, hortum, tayfun, yangın)
3. Aileden veya tanıdık birisi tarafından cinsel olmayan bir saldırıya maruz
kalmak (Örneğin: Fiziksel saldırı, dayak, silahla tehdit, saldırılıp soyulma)
4. Bir yabancı tarafından cinsel olmayan saldırıya maruz kalma (Örneğin:
Fiziksel saldırı, dayak, silahla tehdit, saldırılıp soyulma)
5. Aileden veya tanıdık birisi tarafından cinsel bir saldırıya maruz kalmak
(Örneğin: Tecavüz, tecavüz girişimi veya cinsel amaçlı dokunma)
6. Bir yabancının cinsel saldırısına maruz kalmak (Örneğin:Tecavüz,
tecavüz girişimi veya cinsel amaçlı dokunma)
7. Askeri bir çatışma veya savaş alanında bulunma
8. 18 yaşından önce kendinden en az 5 yaş veya daha büyük olan birisi ile
cinsel yakınlıkta bulunmak (Örneğin: Cinsel organlara, göğüse cinsel amaçlı
dokunulması, cinsel birleşme)
9. Hapishanede bulunma (Örneğin: Savaş esiri olarak, mahkumiyet)
10. İşkence
11. Yaşamı tehdit eden bir hastalık
12. Başka bir travmatik deneyim
13. Eğer 12.Maddeyi işaretlediyseniz ne olduğunu aşağıya yazınız.
Yukarıdaki maddelerden herhangi birini işaretlediyseniz devam edin. İşaretlemediyseniz burada
bırakınız.
II. BÖLÜM
14. İlk bölümde eğer birden çok travmatik olayı işaretlediyseniz, aralarından yanlızca sizi en çok
rahatsız edeni seçin. İlk bölümde salt bir madde işaretlediyseniz, aynı maddeyi işaretleyin.
- Kaza
- Felaket
- Tanıdığı birinin cinsel olmayan saldırısı
- Bir yabancının cinsel olmayan saldırısı
- Tanıdık birinin cinsel saldırısı
- Bir yabancının cinsel saldırısı
- Çatışma
- 18 yaşından önce kendisinden en az 5 yaş büyük bir kişi ile cinsel yakınlık
- Hapishanede bulunma
- İşkence
- Yaşamı tehdit eden bir hastalık
- Diğer
İşaretlediğiniz olayı aşağıdaki kutuya kısaca yazınız
________________________________________________________________________________
________________________________________________________________________________
Aşağıda, yukarıda belirttiğiniz travmatik olayı tanımlayan bazı sorular var:
15.
Travmatik olay ne kadar zaman önce oldu?
∗ Bir aydan kısa
∗ 1-3 ay arası
∗ 3-6 ay arası
∗ 6 ay 3 yıl arası
∗ 3-5 yıl arası
∗ 5 yıldan fazla
Aşağıdaki sorularda evet için E yi hayır için H yi işaretleyiniz.
Bu travmatik olay sırasında:
16. E ∗ H ∗
Fiziksel olarak yaralandınız mı?
17. E ∗ H ∗
Sizden başka yaralanan oldu mu?
18. E ∗ H ∗
Yaşamınızı tehdit eden bir durum oldu mu?
19. E ∗ H ∗
Bir başkasının yaşamını tehdit eden bir durum oldu mu?
20. E ∗ H ∗
Çaresizlik hissettiniz mi?
21. E ∗ H ∗
Dehşete düştünüz mü?
___________________________________________________________________________
___________________________________________________________________________
III. BÖLÜM
Aşağıda travmatik deneyimleri olan kişilerde ortaya çıkan sorunların bir listesi var. Her birini
dikkatle okuyun ve SON BİR AY İÇİNDE problemlerinizin sıklığını en iyi yansıtan sayıyı (0-3)
işaret edin. Her bir problemi, 14 üncü maddede tanımladığınız travmatik olayla bağlantılı olarak
işaretleyin.
Hiç veya sadece bir kez ise 0 ı
Haftada bir veya biraz az (bazen) ise 1 i
Haftada 2-4 kez / haftanın yarısında (sık) ise 2 yi
Haftada 5 kez veya daha sık (nerede ise daima)ise 3 ü işaretleyin.
22. 0 1 2 3
İstemediğiniz halde travmatik olayla ilgili sizi rahatsız eden düşünce veya
görüntülerin aklınıza gelmesi.
23. 0 1 2 3 Travmatik yaşantı ile ilgili rüyalar veya kabuslar görmek.
24. 0 1 2 3 Sanki travmatik olay yeniden oluyor gibi hissetmek veya davranmak.
25. 0 1 2 3 Travmatik olayı hatırlatan durumlarda bir çok duyguyu birden yaşamak(Örneğin
korkmak, öfkelenmek, hüzünlenmek, suçluluk).
26. 0 1 2 3
27. 0 1 2 3
28. 0 1 2 3
29.
30.
31.
32.
33.
0
0
0
0
0
1
1
1
1
1
2
2
2
2
2
3
3
3
3
3
34. 0 1 2 3
35. 0 1 2 3
36. 0 1 2 3
37.
0 1 2 3
38.
0 1 2 3
Travmatik olayı hatırlatan durumlarda bedensel bazı tepkilerin olması
(Örneğin: çarpıntı, terleme, titreme ).
Travmatik olay hakkında düşünmemeye, konuşmamaya, hissetmemeye
çabalama.
Travmatik olayı hatırlatan aktivitelerden, insanlardan veya yerlerden kaçınmaya
çalışma.
Travmatik olayın önemli bir bölümünü hatırlayamama
Önemli aktivitelerle ilgilenmeme veya daha seyrek katılma
Çevresindeki kişilerden mesafeli olmak veya uzaklaşmak.
Duygusal bir donukluk yaşama (Örneğin: Ağlayamama veya sevgi hissedememe).
Geleceğe ilişkin planlar hiç olmayacak hissi veya umutsuzluk (Örneğin: Mesleki
gelişme, evlilik, çocuk veya uzun vadeli bir hedef).
Uykuya dalma veya sürdürme güçlüğü.
Aşırı gerginlik veya öfke nöbetleri
Dikkatini toplamakta güçlük (Örneğin: Konuşmaları tam izleyememe, televizyon
izleyememe, kitap- gazete okurken dikkatini verememe)
Sürekli tetikte olma (Örneğin: Etrafında kim olduğunu izleme, arkanız kapıya
dönük olarak durduğunuzda rahatsızlık hissetme).
Yerinden fırlama ve irkilme (Örneğin: Arkanızda birisi yürüdüğünde, kapı
çarptığında).
39. Yukarıda bildirdiğiniz problemleri ne kadar zamandır yaşıyorsunuz?
(Sadece BİRİNİ işaretleyiniz)
Bir aydan kısa süredir
∗ 1-3 ay arasında
∗ 3 aydan daha uzun süredir
40. Travmatik olaydan ne kadar sonra sorunlarınız başladı?
(Sadece BİRİNİ işaretleyiniz)
∗ 6 aydan kısa bir süre sonra
∗ 6 ay veya daha uzun bir süre sonra
___________________________________________________________________________
___________________________________________________________________________
IV. BÖLÜM
Eğer III. Kısımda işaret etmiş olduğunuz problemlerin yaşamınızın sayılan her hangi bir
alanını GEÇTİĞİMİZ AY İÇİNDE etkilediğini düşünüyorsanız belirtiniz. Evet ise E yi,
hayır ise H yi işaretleyiniz
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
E
E
E
E
E
E
E
E
E
∗
∗
∗
∗
∗
∗
∗
∗
∗
H
H
H
H
H
H
H
H
H
∗
∗
∗
∗
∗
∗
∗
∗
∗
İş
Evle ilgili sorumluluklar
Arkadaş, dostlarla ilişkiler
Hoş vakit ve eğlence yaşamı
Okul, eğitim
Aile ilişkisi
Cinsel yaşam
Yaşamdan genel doyum
Bunların tümü
EK-3: COOPERSMİTH BENLİK SAYGISI ÖLÇEĞİ
Aşağıda insanlann kendileri ile ilgili bazı duygularını açıklayan ifadeler yer almaktadır. Bu
cümlelerden size uygun olanlarını ''Benim Gibi"', uygun olmayanlarını ise .'Benim Gibi
Değil'' sütununa (x) işareti koyarak belirtiniz.
Benim
Gibi
Benim
Gibi Değil
1. Çevremde olup bitenlerden genellikle rahatsız olmam
( )
( )
2. Başkalarının önünde konuşmak bana zor gelir
( )
( )
3. Eğer elimde olsaydı kendimdeki pekçok şeyi değiştirmek isterdim
( )
( )
4. Karar vermede fazla zorluk çekmem
( )
( )
5. İnsanlar benimle olmaktan hoşlanırlar
( )
( )
6. Evde kolayca moralim bozulur
( )
( )
7. Yeni şeylere kolay alışmam
( )
( )
8. Yaşıtlarım arasında sevilen bir kişiyim
( )
( )
9. Ailem genellikle duygularıma önem verir
( )
( )
10. Başkalarının söylediğini kolaylıkla kabul ederim
( )
( )
11. Ailem benden çok şey bekler
( )
( )
12. Benim yerimde olmak oldukça zordur
( )
( )
13. Hayatımın karmakarışık olduguna inanıyorum
( )
( )
14. Genellikle başkaları düşüncelerimi kabul eder
( )
( )
15. Kendimi yetersiz buluyorum
( )
( )
16. Sık sık evden kaçmayı düşünüyorum
( )
( )
17. Yaptığım işten çogunlukla memnun olmam
( )
( )
18. Başkaları kadar güzel/yakışıklı değilim
( )
( )
19. Söylenecek sözüm varsa onu söylemekten kaçınmam
( )
( )
20. Ailem benim duygularımı anlar
( )
( )
21. Çok sevilen bir kimse değilim
( )
( )
22. Genellikle ailemin beni dışladığını hissediyorum
( )
( )
23. Yaptığım şeyler genellikle cesaretimi kırar
( )
( )
24. Sık sık keşke başka biri olsam diye düşünürüm
( )
( )
25. Güvenilir bir kişi olmadığımı düşünüyorum
( )
( )
EK-4: BEDEN İMAJI ÖLÇEĞİ
Aşağıdaki sorularda belirtilen vücut özelliğiniz hakkındaki duygularınızı en iyi anlatan
ifadenin yanına X işareti koyunuz. Herhangi bir vücut özelliğinizi genel olarak beğenip
beğenmediğinize göre duygularınızı değerlendiriniz.
Çok
beğeniyorum
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
Saçlarım
_________
Yüzümün rengi
_________
İştahım
_________
Ellerim
_________
Vücudumdaki kıl dağılımı _________
Burnum
_________
Fiziksel görünüm
_________
İdrar dışkı düzenim
_________
Kas kuvvetim
_________
Belim
_________
Enerji düzeyim
_________
Sırtım
_________
Kulaklarım
_________
Başım
_________
Çenem
_________
Vücut yapım
_________
Profilim
_________
Boyum
_________
Duyularımın keskinliği _________
Ağrıya dayanıklılığım
_________
Omuzlarımın genişliği
_________
Kollarım
_________
Göğüslerim
_________
Gözlerim
_________
Sindirim sistemim
_________
Kalçalarım
_________
Hastalığa direncim
_________
Bacaklarım
_________
Dişlerimin şekli
_________
Cinsel gücüm
_________
Ayaklarım
_________
Uyku düzenim
_________
Sesim
_________
Sağlığım
_________
Cinsel faaliyetlerim
_________
Dizlerim
_________
Vücudumun duruş şekli _________
Yüzümün şekli
_________
Kilom
_________
Cinsel organlarım
_________
Oldukça
Pek
beğeniyorum Kararsızım beğenmiyorum
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
_________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
Hiç
beğenmiyorum
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
__________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
___________
ÖZGEÇMİŞ
Banu Tortamış
2003 yılında Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. 2005-2006 yılları arasında
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Birimi’nde görev
aldığı bir yıl dışında ağırlıklı olarak özel eğitim alanında, özellikle de yaygın gelişimsel
bozukluğa sahip çocuklarla çalıştı. Özel öğrenme güçlüğü, uygulamalı davranış analizi, sınav
kaygısı ve başa çıkma yolları, çocuk değerlendirme testleri, çocuk istismarı ve ihmali, ruhsal
travma ve kadına yönelik şiddet konularında eğitim ve kongre çalışmalarına katıldı. 2007
Mart tarihinden bu yana Rüzgar Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde psikolog olarak
çalışmaktadır.
Download