324-570-1

advertisement
PUVATYA SAVAŞI
Öz
711 yılında Müslümanlar İspanya’yı fethettiler. 719’da aktüel Languedoc’u işgal ettiler. Rhône ile
Pireneler arasında kalan bu bölge o dönemde Septimania diye adlandırılıyordu. 721 yılında
Akitanya Dükü Eudes tarafından Toulouse’da durduruldular. Bunun üzerine bakışlarını doğu
istikametine çevirdiler. 725 yılında Nimes ve Arles’ı aldılar. Aynı yıl Bourgogne bölgesindeki Autun
manastırına başarılı bir sefer düzenlediler. 732 yılında, Endülüs valisi Abdurrahman, Tours üzerine
yürüdü. Ordusu Araplardan ve yeni Müslüman olmuş Berberilerden müteşekkildi, O, Fransa’yı
fethedip İstanbul’a yürümek niyetindeydi. Ancak, Eudes’ün çağrısına cevap veren Charles Martel,
özellikle Frank piyadelerinden oluşan ordusuyla aynı şehre yürüdü. İki ordu Poitiers ve Tours
arasında, Moussais la Bataille denen yerde savaş düzeni aldı. Yaklaşık on gün boyunca, askerler
birbirlerini gözlemlediler ve küçük çaplı çatışmalar yaşandı. 25 Ekim 732 günü, Ramazan ayında
Müslümanlar savaşa tutuştu. Hafif süvari birliklerinden oluşan İslam ordusu hücuma geçti; fakat
birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş Frank birliklerinin saflarını dağıtıp piyade birlikleri için bir
gedik açamadı ve bir duvara çarpmış gibi geri çekilmek zorunda kaldı. Maalesef Abdurrahman elGafikî şiddetli savaşta şehit oldu ve ordusu geceleyin Narbonne’a geri çekildi. Bu askeri savaş
hemen eğitimli çevrelerde çok büyük bir yankı uyandırdı. Hatta daha sonraları bir İspanyol
vakayinamesi bu savaşı Avrupalıların kâfirlere (Müslümanları kastediyor) karşı bir zaferi olarak
yansıttı. Bu durum kültür ve medeniyet bağlamında Avrupa’nın ilk deneyimi olarak görüldü.
Böylece Hıristiyan tarihçiler, Charles Martel’i Hıristiyanlığın şampiyonu sıfatıyla övdüler ve
Hıristiyanlığın Avrupa’nın dini olarak kalmasını sağlayan bu savaşı da, İslam’a karşı verilen
mücadelede kesin bir dönüm noktası olarak nitelendirdiler.
Anahtar Kelimeler: Abdurrahman el-Gafikî, Puvatya, Franklar, Charles Martel
THE BATTLE OF POITIERS
Abstract
In 711, Muslims conquered Spain. They occupy in the current 719 Languedoc. This province,
between the Pyrenees and the Rhone, then called Septimania. They are stopped at Toulouse in 721
by Duke Duke Eudes of Aquitaine. They then turn their eyes towards the east and take Nimes and
Arles in 725. The same year, they launched a successful raid on the rich abbey of Autun in
Burgundy. In 732, the governor of Spain, Abd er-Rahman he walks towards Tours at the head of his
troops, composed mainly of Arabs and Berbers of freshly converted to İslam. He intends to conquer
France and head for Constantinople. However, Charles Martel, answering the call of Eudes, also
march to that city after gathering an army infantry mainly francs. The two armies face Moussais
Battle, between Poitiers and Tours. Roughly, for ten days, the troops observe and engage in
skirmishes. On October 25, 732, which is also the day of the month of Ramadan, Muslims decide to
engage in battle. But their light cavalry clashes with the "impenetrable wall" formed by the
Frankish warriors, walk but disciplined and ironclad. Unfortunately not, Abd er-Rahman was killed
in the infernal battle and his men pack up and return to Narbonne in the night. This military battle
will almost immediately get a very high profile in educated circles. Thus a Spanish chronicle hardly
posterior describes the event as a victory for Europeans on the infidel. This is the first known
mention of Europe as civilization and culture. Later Christian chroniclers praised Charles Martel as
the champion of Christianity, characterizing the battle as the decisive turning point in the struggle
against Islam, a struggle which preserved Christianity as the religion of Europe.
Keywords: Abd-al-Raḥmân Al Ghafiqi, Poitiers, The Frankish, Charles Martel
PUVATYA SAVAŞI
THE BATTLE OF POITIERS
Giriş
Batı Avrupa ülkelerinden Fransa, Galya-Roma hâkimiyetinde kalmış,
milâttan sonra II. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığın Avrupa kıtasındaki en önemli
yayılma alanlarından birini teşkil etmiştir. V. yüzyılın ortalarında Attila
kumandasındaki Hun ordusunun akınlarına uğradıktan sonra yüzyılın sonlarına
doğru Franklar’ın hâkimiyetine girmiş ve ülkede sırasıyla Merovenj, Karolenj,
Capet ve Valois hânedanları yönetiminde kalmıştır.1
Bilindiği gibi Roma İmparatorluğu Akdeniz havzasında büyük etkiler
bırakmıştır. Dolayısıyla o devirde birçok Hıristiyan için Roma İmparatorluğunun
sonu, Hz.İsa'nın İkinci Gelişiyle, yani bizzat kıyamet günüyle eşanlamlı hale
gelmiştir. Bu bakımdan İmparatorluğun zayıflığından yaralanmak isteyen barbar
kavimler imparatorluğun yıkılışını hızlandıran akınlar düzenlemişlerdir. Öte
yandan Avrupa medeniyetinin temeli olan ve "Hıristiyan âlemi" denilen şeye hayat
veren karşılıklı etkileşim bu süreçte atılmıştır.
İmparator Constantinus'un ölümünde, “bilinen dünya”nın Romalı ve Barbar
olmak üzere iki basit parçaya ayrılması geçerliğini korumuştur. Sınırın bir yanında
yeniden birleştirilmiş Roma İmparatorluğu sağlam bir şekilde ayaktaydı, öte
1Théophile Lavallée, “Histoire des Français - Depuis le Temps des Gaulois Jusqu'en 1830”, Tome
I,Paris 1865, 130-160; Ernest Lavisse, Histoire de France, Cours Moyen, Librairie Armand Colin,
Paris 1912, 5-28; Azmi Özcan, “Fransa- Tarih”, DİA, 1996, c.13, s.178
Franklar; İslam dünyasında Katolik ve Protestan mezheplerine mensup Hıristiyan
Avrupalılar'a verilen addır. Frank kelimesi Türkçe'ye Frenk / Firenk / Firek, Arapça'ya Efrenc
(İfrence), Farsça'ya Fereng / Freng / Firek şekillerinde geçmiştir. Avrupa'nın batı ve kuzey kısmına
Arapça'da Efrenciye, Farsça'da ve Türkçe'de Frengistan adı verilmiştir. Müslümanlar Frank (Efrene,
ifrence) adını doğru olarak önce Frank Devleti'nin (Merovenjiyen - Karolenjiyen) halkı için
kullanmışlarsa da sonraları özellikle Haçlı seferlerinin başlamasının ardından, Suriye ve Filistin'de
kurulan Hıristiyan devletlerinin kurucuları büyük çoğunlukla Frank olduğu için bu ismi bütün Batı
ve Kuzey Avrupa milletlerine (Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Norman) teşmil etmişlerdir. Fakat
Katolik İspanyollar ile Ortodoks kilisesine mensup milletler (Rus, Rum, Bulgar, Sırp vb.) Frank
tabiri kapsamının dışında tutulmuştur. (Işın Demirkent, “Franklar”, DİA, İstanbul 1996, c.13, s.173176)
Aslında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılırken Franklar’ın tamamı Batı Roma topraklarında
kalmış, yıllar sonra en büyük hükümdarları olan Şarlman (Charlemagne) Papa tarafından taç
giydirilerek resmen “Batı imparatoru” ilân edilmiştir. Buna karşılık Macarlar gibi Katolik olan bazı
kavimler Doğu Roma topraklarında kalmış ve yine yıllar sonra Osmanlılar tarafından Katolik
oldukları halde Ortodoks Rum ve Bulgarlar gibi (aynı şekilde Katolik Osmanlı tebaası da) Frenk
kavramının dışında tutulmuştur. (Mahmut H. Şakiroğlu, “Frenk”, DİA, İstanbul 1996, c.13, s. 197199)
taraftaysa, toplumsal gelişmede hala kabile düzeyini aşamamış hareketli insan
kitleleri, orman temizleyip tarım yapmakta veya ovalarda dolaşmaktaydılar. Çoğu
Romalının bu bölünmeyi siyah ve beyaz olarak görmesi yeterince anlaşılabilir bir
durumdur. Onlara göre İmparatorluk "uygar"dır; yani düzenli bir yönetimi vardır;
Barbarlar ise, adı üstünde uygarlaşmamıştır.2
Roma dünyasıyla Romalı olmayan dünya arasındaki fark son derece katıydı.
Roma orduları, Romalı olmayan yedek kuvvetleri, Romalı olmayan düşmanları
püskürtmekte kullanan Barbar generallerin komutasında düzenli olarak
savaşmıştır. Sınıra yakın ülkeler yüzyıllarca Roma etkisine maruz kalmıştır. Romalı
tacir ve zanaatkârlar imparatorluk sınırlarının çok ötelerine geçmiştir.
Almanya'dan Doğu Avrupa'ya kadar her yerde, yapılan kazılarda Roma paraları
bulunmuştur. Hatta Afganistan'da hazine ve mezarlardan olağanüstü güzellikte
altın, bronz, gümüş Roma eşyası çıkmıştır. Büyük Roma ticaret istasyonları, Güney
Hindistan'a kadar uzanan geniş bir bölgede iş yapmışlardır.
Bütün bunlara rağmen Roma İmparatorluğu'nun gerilemesi ve yıkılmasını
etkileyen süreçleri kısaca şöyle sıralayabiliriz; Birincisi, Barbar halkların Asya'dan
batıya, Avrupa içlerine doğru sürekli ilerleyişleri, İkincisi, Roma dünyasının Batı ve
Doğu yarıları arasında büyüyen ayrım, Üçüncüsü, Pagan topluluklara yönelen
Hıristiyanlık. Bu üç süreç, daha sonra “Karanlık Çağlar” olarak anılacak dönemlere
hâkim olmuştur. Ancak günümüz okuyucusu için, “Karanlık Çağlar”a yaklaşımları
hem klasik eğitimlerini hem de dinsel inançlarını kuvvetle yansıtan Avrupalı
tarihçilerin Roma-merkezli ve Hıristiyan yanlısı anlayışlarıyla ilgili bir temel
sorundur. Dördüncü süreç olan İslamiyet’in doğuşu ise, VII. yılda Arabistan'dan
çıkmış, güney ve doğu sınırlarını hızla oluşturmuş ve diğer üçüyle etkileşime
girmiştir.3
Avrupa’da Hunların neden olduğu Kavimler göçü "domino etkisi" yapmıştır.
Hun akıncı birlikleri bir ay içinde birkaç bin km. kat edebilmekteydi. Tek bir yaz
mevsimi içinde çevik Moğol midillilerine binmiş, ok ve yaylarla silahlanmış olarak
Avrupa'nın derinlerine veya Uzak Doğu’ya gidip geri dönebilmekteydiler. II.
yüzyılda, Hazar denizinin kuzeyine yerleşmişler, IV. yüzyılda ise bugünkü
Ukrayna'ya doğru kaymışlardır. 375 yılında Germen halklardan Ostrogotları ve
Vizigotları Roma İmparatorluğunun içine itmişlerdir. Hunlarla birlikte olan
boylardan Alanlar ise bugünkü Portekiz'in güneyinde görülmüşlerdir (420).
Hunlar, 441 yılına kadar İmparatorluğa kendileri saldırmamıştır.4
Barbar Germen kabileleri Roma İmparatorluğunun batı eyaletlerini istila
ederken, bu felaketin sebebi Hunlar, nihayet Panonya'da görünmüşler, çadır
Norman Davies, Avrupa Tarihi (Çeviri Editörü Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi Yayınları,
(2.Baskı), İstanbul 2011, s. 241
3 Lavisse, 12-13; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 242-243
4 Lavallée, c.I, s. 85; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 244
2
başkentlerini 420 yılında Tisza'da (Theiss) kurmuşlar; 443 yılında da Attila'nın
(ö.453) hükmü altına girmişlerdir.5
Fransa’da Attila'nın adı, nedensiz yıkıcılığı anlatan bir deyim haline
gelmiştir: “Atının bastığı yerde asla ot bitmez ...” Bu “Tanrı Kırbacı”, mevsimler
boyunca İmparatorluğun Tuna eyaletlerini dehşete boğmuştur. 451'de kuzeye ve
batıya yönelmiş, Gepidler ve Burgondlar dahil kendine uygun barbar müttefikler
bulmuştur. St. Genevieve'in dualarıyla korunan Paris'e dokunmamıştır. Ama
Chalons yakınındaki, atlılarına çok uygun otlakların uzandığı Champs
Catauliniques'te, Aetius'un komutasında Teodoric'in Ostrogotlarından ve
“Denizden doğmuş” Merovig'in Salique Franklarından oluşturduğu koalisyon
karşısında çok kanlı bir yenilgiye uğramıştır. Attila'nın Ren Nehrinin gerisine
çekilmesi, Batı Roma İmparatorluğu adına kazanılan son zafer olmuştur.
Attila, daha sonra ltalya'ya yönelmiştir. Milano'da, kraliyet sarayında İskit
prenslerini İmparatorluk tahtı önünde yere kapanmış gösteren bir duvar resmi,
Attila'yı kızdırmıştır. Bir ressamı çağırtmış ve resimdeki rolleri değiştirmesini
emretmiştir. Ancak 452 yılında, nasıl olduysa, Garda gölü kıyılarında Roma Patriği
I. Leon tarafından geri çekilmeye ikna edilmiştir. İldico adlı uygun bir dişi ganimet
ile Tisza'ya çekilir; düğün gecesi bir atardamar patlamasıyla, “midesini ve
ciğerlerini dolduran bir kan seli tarafından boğularak ...” ölür. Göçebe Hun atlıları
ortaya çıktıkları kadar da çabuk dağılırlar. Eski müttefiklerinin arkadan vuran hain
saldırılarıyla parçalanarak, Panonya'daki tutunma noktalarını Gepidlere ve
Ostrogotlara terk etmek zorunda kalırlar.
Attila'nın ölümü, Ostrogotlara bağımsızlıklarını tam olarak kazanma şansını
vermiştir. Revenna kuşatmasından sonra muhalif Odöker, Theodoric tarafından
öldürülür (493) ve İtalya'da bir Ostrogot krallığı kurmanın yolu açılmış olur.6
Fransa’da ise Franklar, Pireneler’den Bavyera'ya kadar uzanan büyük bir
"Merovenj" krallığını kurdular. Aslında Frank adı bir kabile ismi olmayıp başlangıçta Roma İmparatorluğu'nun doğu ve kuzey sınırlarında oturdukları halde
Roma hâkimiyeti altına girmemiş olan Germen kabilelerini ifade ediyordu. Bu
göçebe toplulukların diğer Germen kabilelerinde de olduğu gibi halk tarafından
seçilen "halk kralları" vardı. Ancak zamanla bu krallık şekli arazi kazanma
sebebiyle karakterini değiştirdi ve Roma İmparatorluğu'nun zayıflaması ve
çökmesi sonucunda oldukça güçlendi. Roma İmparatorluğu'nun çökmesi, bu
çöküşün kendilerine şan şeref, servet ve arazi kazanma imkanları sağladığını gören
diğer küçük kabileleri de birleşmeye sevketti. Bütün kabileleri en iyi şekilde zafere
ulaştıracağına inanılarak başa geçirilen "üst kral" kendisine "Franklar'ın kralı"
unvanını verdi ve böylece birleşen kabileler de Frank adını benimsemiş oldular.
5Lavisse,
6
14-15; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 260
Lavalleé, c. I, s. 41-52; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 262
Tarihte Frank adına ilk defa İmparator Gallienus (218-268) devrinde
rastlanmaktadır. Franklar 258-259 yıllarında Ren (Rhin- Rhein) nehrini7 aşıp
imparatorluk topraklarına girmişler ve bütün Galya (Fransa) bölgesini geçerek
İspanya'ya kadar uzanan büyük bir saldırıda bulunmuşlardı. Her ne kadar bu
saldırı geri püskürtülmüşse de bu tarihten sonra Franklar Ren sınır savunmasında
ortaya çıkan her zaaftan yeni akınlar yapmak için faydalanmışlardır.
IV. yüzyıl boyunca Roma imparatorları bir taraftan Franklar'ı sınırların
ötesinde tutmaya çalışırken bir taraftan da bunların büyük bir kısmını kendi
ordularında asker olarak kullanıp Franklar'ın devlet arazisi içinde yerleşmelerini
engellediler. Fakat gittikçe askerî güçlerini kaybettikleri V. yüzyılda Franklar'la
ittifak yapmak ve kendilerine Cambrai ve Tournai bölgesinde arazi vermek
durumunda kaldılar. Bundan sonra Franklar topraklarını güneye doğru
genişleterek Galya'nın büyük kısmına sahip oldular.
Mérovée (Merowig veya Mérovech) (412-457) adını taşıyan efsanevî
atalarına atfen "Merovenj" (Merovenjiyen) Krallığı denilen bu Frank Devleti'nin ilk
hükümdarı I. Clovis (Chlodvig) (481-511), kendisinden önce Hıristiyan olan bütün
diğer Germen kabilelerinin Arius mezhebine girmesine karşılık Katolikliği kabul
etmiştir.8 Bu sayede Franklar için Roma ve ona bağlı batı halklarıyla kolayca uyuşup kaynaşma imkânı doğmuş ve böylece Frank Devleti daha başlangıcından
itibaren güçlü bir temele oturmuştur.9
VI. yüzyılda, Justinianus döneminde, İmparatorluğun kısa bir süre yeniden
güç kazanmasına rağmen barbar fetihleri de yoğunlaşmıştır. Güney Galya'daki
selefinin tersine, İspanya'daki Vizigot Krallığı gelişmiş, Toledo'yu başkent yapan
Leovigild yönetiminde, Süev ülkesini yutmuştur. Birçok Tuna eyaletiyle birlikte
İtalya eyaletlerinin de dahil olduğu Ostrogot Krallığı, göç eden Germen
kavimlerinin sonuncusu olan Lombardlar tarafından ele geçirilmiştir.
Ren (Rhin- Rhein) nehri, İsviçre Alplerinde doğup, Lihtenştayn ve Fransa sınırlarından Almanya
ve Hollanda topraklarından geçtikten sonra Rotterdam'da Kuzey Denizi’ne dökülen 1230 km
uzunluğuyla Batı Avrupa’nın en önemli nehirlerinden biridir.
8 Avrupa topraklarında yayılan Germen boyları içinde Franklar, Aryanizm'e değil de, Katolikliğe
giren ilk topluluklardı. Bu nedenle Fransa'ya “Kilisenin en büyük kızı” (La fille ainée de l’Église)
sıfatı verilmiş, Franklar da buna dayanarak kendilerini “Fransa'nın en iyi Hıristiyanları” olarak
adlandırmışlardır.
9 Roger Price, Fransa'nın Kısa Tarihi (Çev., Özkan Akpınar), İstanbul 2008, s. 53; Işın Demirkent,
“Franklar”, DİA, İstanbul 1996, c.13, s.173-176
I.Clovis, Galya eyaletindeki hakimiyetini artırmak üzere daha küçük Frank prenslerini
öldürüp, bir de Hıristiyan eş (Clothilda) aldıktan sonra Reims'de, 496 yılının Paskalya Yortusu'nda
vaftiz edilerek Hıristiyan olmuştur. Farkında olmadan, hem Fransa hem de Alman
İmparatorluğunun kuruluşuna katkıda bulunan Clovis, otuz yıllık bir saltanattan sonra yeni
başkenti Paris'te 551 yılında ölmüştür. (Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 263)
7
Lombardlar (Langobardlar) 568 yılında güneye yönelerek merkezi Pavia
olan yeni bir egemenlik kurmuşlardır. Bundan sonra İtalya yarımadası güneyde
Lombardlar ve Bizanslılar ile sürekli büyüyen bir güç olan Franklar arasında
mücadele konusu olmuştur.
Franklar, aslında mümkün olan her yöne doğru gelişmekteydiler. Galya'nın
kuzey kıyılarına yerleşmiş bir Sakson grubunu yerlerinden atarlar. Doğuya
ilerleyişlerindeyse asıl Sakson nüfusunu ve Thuringleri sıkıştırırlar. Avarları
Bavyera geçidinde tutan ve Germen yerleşimcileri Orta Tuna'daki Ostland'a yani
Avusturya'ya gönderen Franklardır. Bu da Avarların, Tuna havzasında Slav
ilerleyişini hazırlayan nihai çöküşü olmuştur.10
Göç eden kabilelerin dinamizminin, bütün komşuları için ciddi etkileri,
olmuştur. Gidilen yerde daha önce bulunan topluluk ezilmemiş veya
özümsenmemişse genellikle sürülmüşlerdir. Batıdaki Keltler, Galya'da toplanmış
ya da Britanya'da kuşatılmışlardır. Sadece İrlandalılar istiladan kurtulmuşlardır.11
Göçlerin, (Avrupa) Yarımada'nın etnik ve dil yapısı üzerindeki etkisi çok
derindir. Birçok ülkede, nüfusun etnik karışımını köklü bir biçimde değiştirmişler
ve bazı bölgelerde ise tamamen yeni unsurlar getirmişlerdir. Avrupa
Yarımadasının nüfusu nasıl 400'de açık bir biçimde "Romalılar" ve "Barbarlar"
olarak ikiye ayrılmışsa, 600 veya 700'den itibaren de, çok daha girift bir yarı
barbarlaşmış eski Romalılarla yarı Romalılaşmış eski barbarlar karışımına ev
sahipliği yapmıştır. Örneğin lspanya'da, Romalılaşmış Kelt İberler, önemli
miktarda bir Germen katkısı, sonra da önemli miktarda Faslı ve Yahudi nüfusu
almışlardır.
Galya'da, Galya-Romalılar, kuzey doğuda yoğun, güney batıda hafif olmak
üzere kuvvetli, fakat düzensiz bir şekilde Germenlerle karışmışlardır.
İtalya'da da Latinleşmiş Kelt-İtalikler ve Yunanlılar, özellikle kuzeyde hâkim
olan güçlü bir Germen unsuru özümsemişlerdir… Germanya'da batı ve doğu
Germen kabileleri arasındaki denge, doğudakilerin çoğu göç ettiği için kesin olarak
batıdakiler lehine değişmiştir. Slav halklar, sadece kuzey ovalarının büyük kesimini
değil Balkanların kesin kontrolünü de ele geçirmişlerdir.
Dilde gelişme çok yavaş olmuştur. Fransızca özelinde, Galya'nın halk
Latincesi, kabul edilebilir bir modern Fransızca’ya ulaşıncaya kadar VIII. yüzyılda
Roma dili, XI. yüzyılda Eski Fransızca, XIV. yüzyılda Orta Fransızca olmak üzere üç
farklı aşamadan geçmiştir.12
Lavallée, c.I, s. 65-105; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 263
Lavisse, 14-15; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 264
12 Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 266
10
11
Böylece, Avrupa Yarımadasının etnik yapısı VIII. yüzyıldan itibaren kalıcı bir
modele ulaşmaya başlamıştır. Nitekim VIII. yüzyıl, önemli toplumsal
kristalleşmelerin meydana geldiği bir dönemdir. Yine de, Avrupa'nın gelecekteki
temel nüfus yapısının hepsinin tamamlanması için beş büyük göçün daha
yaşanması gerekmiştir. Bu beş göçmen guruptan bir tanesi olan Vikingler
korsandır. İkisi, Macarlar ve Moğollar, göçebedir. Öteki ikisi, Kuzey Afrika
Müslümanları ve Türkler ise yeni bir dinin savaşçılarıdırlar. Avrupa, çok farklı
unsurlardan gebe kalmış ve doğumu acılı bir şekilde gecikmiştir.13
VIII. yüzyılın başında İspanya'ya geçen Müslüman Araplar (711) Vizigot
Krallığı'nı yıkıp bu ülkenin büyük bir kısmını fethettikleri sırada Franklar
Avrupa'nın en kuvvetli devletine sahiptiler ve Fransa'dan başka bugünkü Almanya
ve İtalya'nın da bir bölümüne hâkim bulunmaktaydılar. Fakat hızla ilerleyen ve
daha 715-716 yıllarında Berşelûne (Barselona) civarını ele geçirip sınırlarına dayanan müslüman ordularına karşı bir şey yapamadılar. Mâsâ b. Nusayr kumandasındaki ordu Arbûne (Narbonne) bölgesine kadar ilerledi.14
1.Fransa’nın İslâmiyet’le tanışması
Fransa’nın İslâmiyet’le tanışması VIII. yüzyılın başlarına rastlar.
Ortaçağ’da Müslümanlar ile Frankları çok sayıda savaş karşı karşıya getirdi.
Bununla birlikte iki taraf arasında barıştan yana, diplomatik ilişkiler ya da askeri
ittifaklar da görüldü. Dolayısıyla dinî farklılık her zaman bir çatışma unsuru ya da
aşılması güç bir engel olarak algılanmadı. Özellikle Fransa’nın kendi içinde
bütünlüğünü sağlayarak varlık mücadelesi verdiği Karolenjiyen hanedanı (….)
döneminde bu ilişkiler İspanya’da, İtalya’da ve Akdeniz havzasında gelişmeler
gösterdi. Öncelikle kurulan ilişkiler hükümdarlar arasında gerçekleşmekteydi.15
Bununla birlikte Fransa ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerden
bahsederken o dönemin Fransa’sının hem devlet hem de millet olarak bugünkü
yapıda olmadığını unutmamak gerekecektir.
Üstelik ilk karşılaşmalar evresinde Fransa’nın sahip olduğu topraklarda ne
coğrafi ne siyasi ne de etnik bir birliktelik söz konusu değildi. Ayrıca Fransa’nın
güney kısımlarında gerçekleşen ilk Müslüman dalgası bir tarafa, tüccarlar ya da
diplomatlar gibi küçük bir azınlıktan bahsedilmekteydi.
Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 267
Lavallée, c.I, s.146-151; Işın Demirkent, “Franklar”, DİA, c.XIII, s.173
15 P.Sénac, Des premiers contacts diplomatiques aux premières défiances; in “Mohammed Arkoun,
Histoire de l’İslam et des musulmans en France du Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin Michel,
2006, s. 58
13
14
Nitekim bu bölgede yaşayan halkın çoğunluğu Roma İmparatorluğu
döneminden beri Hıristiyanlaşmıştı; bu bakımdan Fransa ile Müslümanlar
arasındaki temaslar, fert fert ya da cemaat cemaat, sosyal nitelikler taşımaktan
ziyade siyasi bir hüviyet arzediyordu. Ancak bu siyasi ilişkileri devletlerarası bir
yapıda görmemek gerekir.
Zaten bu evrede İslam dünyası da kendi bünyesinde bir mücadele içindeydi.
Her ne kadar İslam’ın birleştirici unsur olma vasfı temel alınsa da hanedanların
hâkimiyet mücadelelerinin ardı arkası kesilmiyordu.
VIII. yüzyılın başlarında bugünkü Fransa toprakları, birleşik Avrupa’nın ilk
taslağı görünümünde olan Karolenjiyen İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Bu
hanedan aktüel Fransa ile Hollanda, İsveç, İtalya’nın kuzeyi ve Almanya’nın batı
kısımlarını kapsıyordu. Dolayısıyla o günün Fransa’sında siyasi yapı farklılık
arzediyordu. Daha sonra bu imparatorluk doğudan Macarların, kuzeyden
Normanların ve güneyden Sarazenlerin (Müslümanların) saldırısına uğrayacaktır.
Bu dış saldırılar İmparatorluğun dağılmasına neden olurken siyasi ve
coğrafi yapısı daha sınırlı krallıklar, prensliklerin oluşturduğu feodal Avrupa’nın
yapılanması sonucunu doğuracaktır. Öte yandan Hıristiyan din damlarının zihin
dünyasında “Birleşik Hıristiyan Roma İmparatorluğu” anısı bir nostalji olarak
sürüp gidecektir.
Öte yandan bu dış saldırıların Fransız halkının din algısı üzerinde önemli bir
etkisi görülecektir. Onlar Hıristiyandı, halbuki saldırganlar Hıristiyan değildi.
Normanlar ve Macarlar pagan ya da müşrik, Sarazenler ise Müslüman idi.
Sarrazenlere karşı düşmanlığı belirtmek için “Avrupalılar” (Européens)
kavramının ilk defa 754 ve daha sonra 769’da ortaya çıkışı tesadüfî değildir.
Coğrafi ve dinî boyutların karışımı Ortaçağda esas olan Hıristiyanlık kavramının
yeni bir anlam kazanmasına sebep olmuştur.16
Musa b. Nusayr kumandasındaki İslâm ordusu Arbûne (Narbonne)
bölgesine kadar ilerlemişti. Ancak Halife Velid’in çağrısı üzerine Şam’a dönmek
zorunda kalan Musa b. Nusayr, Güney Avrupa'nın fethini hedef alan planını
gerçekleştirememiş, Ömer b. Abdülaziz'in Halifeliği (717-720) dönemine kadar
Müslüman Arapların fetihleri Pirene sıradağlarını aşamamıştı.17
2. El-Hur b. Abdurrahman es-Sakafi'nin Valiliği Dönemi
P.Sénac, Des premiers contacts diplomatique, s. 59-61
Ahmed b. Yahyâ el-Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân (trc., Mustafa Fayda), Siyer Yayınları, İstanbul 2013,
284; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 66-67
16
17
716 yılında, Endülüs valisi olarak tayin edilen el-Hur b. Abdurrahman esSakafi kumandasındaki İslâm ordusu Sarakusta’nın (Saragosse, Zaragoza)
fethinden sonra, 717-718 yıllarında Pireneler’i aşarak Fransa topraklarına girdi. Bu
geçici bir akındı.18 Bununla birlikte el-Hur, Merovenjiyen hanedanına mensup
kumandanlarla Aquitania (Akitanya, Aquitqnie) asilzadeleri arasındaki
çekişmelerden faydalanarak Fransa içlerine başarılı seferler gerçekleştirmekteydi.
Ancak el-Hur üç yıl süren bu görevi sırasında sadece kuzey istikametinde seferler
düzenleyebildi.19
3. Semh b. Malik el-Havlanî'nin Valiliği Dönemi
El-Hur b. Abdurrahman es-Sakafi’den sonra Pirene sıradağlarını aşıp Fransa
üzerine ilk planlı seferler düzenleyen vali, Emevî Halifesi Ömer b. Abdülaziz
döneminde tayin edilen Semh b. Malik el-Havlanî’dir (719-721). Bu vali ile güney
Fransa'da fetih hareketleri yeniden başladı. Semh b. Malik el-Havlanî, Preneler'i
aşarak Septimania (Sebtimâniye, Septimanie) bölgesinin merkezi olan Arbûne’yi
(Erbûne, Narbonne) fethetti. Bu şehir uzun süre Müslümanların harekât üssü ve
gerektiğinde sığındıkları yer olarak kaldı. 20 Narbonne, Nimes, Carcassonne,
Béziers, Agde, Maguelonne ve Lodève şehirleri Septimania (Septimanie) bölgesine
(vilayet) bağlıydı.21
Halife Ömer b. Abdülazîz, Semh'den insanları doğru yola çağırmasını, onlara
adalet ve şefkatle muamele etmesini, Endülüs'te idare ettiği araziyi ve gelirini beşe
ayırmasını ve kendisine Endülüs'ün coğrafi yapısı, nehirleri ve denizleri, ayrıca
oradaki Müslümanların durumu hakkında bilgi göndermesini istemişti.
Semh ülke arazisini beşe ayırarak yeni bir vergilendirme sistemi uyguladı
ve yeni idari düzenlemeler yaptı. Üstelik kısa zamanda halkın sevgisini kazandı.
Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, Paris 1908, s. 5
Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s, 235; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 24; Faruk Bilici, "Fransa
(Ülkede İslâmiyet)", DİA, İstanbul, 1996, c. XIII, s.187; Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée
Depuis les Origines jusqu'à la Révolution, Hachette, Paris 1911, c.II, s. 259; J. Wellhausen, Arap Devleti
ve Sükûtu (Çev., Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 16
El-Hur b. Abdurrahman es-Sakafi, Fransa'daki manastır ve kiliselerde saklı zengin
hazinelerin cazibesine kapılmış ve Merovenj Sarayına bağlı baş kumandanların ve Akiten
(Aquitania) asilzadeleri arasında mevcut çekişme ve ihtilaflardan cesaret almış olarak Fransa
üzerine askeri seferlerini başlatmıştır. (Hitti, İslam Tarihi, s. 678)
20 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 345
21 Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s, 235; L. A. Sédillot, Histoire des Arabes, s. 153-154; E.Gibbon, Histoire
de la décadence et de la chute de l'Empire romain, c. II, s. 363
18
19
Öte yandan Ömer b. Abdülaziz, Endülüs'ü İfrikiyye valiliğinden ayırıp
merkeze bağlı müstakil eyalet haline getirdi. Bu idari tasarruf Semh'in şöhretinin
artmasını sağladı. Çünkü Endülüs'ün fiilî ve resmi ilk valisiydi.22
Semh b. Malik el-Havlani de üç yıla yaklaşan valiliği sırasında, idari
meselelere, inşaat ve imar işlerine büyük ihtimam gösterdiği gibi cihat ve gaza
işlerini de ihmal etmemiştir.
Kısa ömürlü Emir'ler listesinde dördüncü sırayı işgal eden es-Semh b.Malik
el-Havlani, hükümet merkezini, Endülüs Emevileri’nin kurulmasını müteakip akıp
giden asırlar boyunca da şaşaalı ve debdebeli bir başşehir olması kaderine sahip
Kurtuba şehrine taşıdı.23
Kurtuba şehrinden geçen Guadalkivir (Vadiy'-ul-Kebir) ırmağı üzerinde,
eski bir Roma köprüsünün temel kalıntıları üzerine yeniden mükemmel bir köprü
inşa etti. Halife Ömer b. Abdülaziz, köprünün inşasında şehrin surlarının taşlarının
kullanılmasını ve surların da tuğla ile yeniden onarılmasını istedi.24
Semh’in gerçekleştirdiği bu idari düzenleme ve uygulamalar Müslümanların
Endülüs'de tutunmalarına ve güçlü bir devlet kurmalarına yardımcı olan en önemli
faktörler arasındadır.
3.1. Semh'in Kuzeye Yaptığı Askeri Seferleri ve Şehid Olması
Arap kaynakları, Endülüs'teki ilk Müslüman valiler zamanında Fransa’ya
yapılan seferler hakkında çok kısa bilgilere yer verirler. Dolayısıyla Semh'in
gazalarını çok kısa olarak zikredip h.102 (721) yılında Fransa'da şehit olduğunu
bildirmekle yetinirler.25
İbn İzârî ise, “Semh’in, h.102 (721) yılı Arafe günü Rum ilinde (Fransa) gaza
ederken Tarasûne’de (Tarrasone)26 şehid olduğunu söylemektedir.27
İbn Haldun ise bu konuda; “Şüphesiz Semh, h.102 (721) senesinde
Fransa'ya yaptığı gaza esnasında şehit düştü ve yerine vali olarak tayin edilen
Anbese b.Suheym el-Kelbî gelinceye kadar Endülüs’ü Abdurrahman b. Abdullah elGafikî kısa bir süre idare etti”28 demektedir.
İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 26; İbn Kûtiyye, Târîhu İftitâhi'l-Endelüs, s. 39; Doğuştan
Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 67
23 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c.IV, s. 68
24 İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 26
25 el-Makkarî, Nefhu't-Tîb, c.I, s. 235
26 “Tarasone” şehri Saragossa bölgesinde Tudela'nın 22 mil güney doğusundadır.
27 İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 26
28 İbn Haldun, el-İber, c, IV, s. 118
22
Bununla birlikte bu konuyla ilgili yabancı kaynaklar bize daha geniş bilgiler
vermektedirler. Bu kaynakların bize bildirdiklerine göre, Hur b. Abdurrahman’ın
yerine geçen Semh b. Mâlik Fransa topraklarında ileri harekâta devam etti.
Semh, büyük bir ordunun başında Kurtuba'dan kuzeye doğru ilerledi. 717
ve 719 yıllarında, Pirene dağlarını aşarak Araplar'ın Arzu'l-Kebir dedikleri
Fransa'ya girdi. Önce Septimania (Sebtimâniye) ve daha sonra müslümanlar için
önemli bir askerî üs olan Arbûne (Narbonne) şehrini zaptetti ve burasını sonraki
fetihleri için bir üs haline getirdi (720).29
Narbonne’da ordusunu yeniden düzenleyip lojistik ihtiyaçları karşıladıktan
sonra, Galya (Frank) topraklarında ilerleyerek Akitanya (Aguitania) düklüğünün
başşehri Toulouse'u kuşattı (721).30
Akitanya Dükü Eudes, Frank ve Almanlar'dan meydana gelen büyük bir
orduyla başkentini müdafaa ediyordu. Toulouse (Tuluz) şehri çevresinde meydana
gelen şiddetli savaş, Müslümanların lehine bir gelişme gösteriyorken, Semh b.
Malik ve ileri gelen komutanlarından birçoğu şehit edildi.31 Böylece bir Cermen
prensi, Müslümanlar karşısında ilk defa büyük bir zafer elde edebildi. Bu sırada
ordunun sevk ve idaresini daha sonra Puvatya savaşının komutanı olacak
Abdurrahman el-Gafıki ele aldı ve orduyu salimen Narbonne’a (Arbûne) geri
getirdi (Haziran 721).32
Her ne kadar Akitanya Dükü Eudes 721 yılında İslam ordularını
püskürtmeyi başarmışsa da, Narbonne hâlâ Müslümanların elindeydi. Nitekim 725
senesinde düzenlenen o muhteşem sefer de bu kentten başlatılmıştı. Bu sayede
Carcassonne'u (Karkason) ele geçiren Hilal'in süvarileri, Autun'a kadar ilerleyerek
Ağustos 725 tarihinde bu şehrin kontrolünü sağlamışlardı.33 Nimes'e (Nim) kadar
olan bölgeyi anlaşma yoluyla idareleri altına alınışlardı. 721-726 yılları arasında
gerçekleştirilen seferler sonunda Müslümanlar hâkimiyetlerini Rhône vadisi ve
Lyon’a kadar genişletmişlerdi. Bu sırada Müslümanların eline çok büyük miktarda
ganimet geçmişti. Ayrıca Akitanya'da tehdit altında bulunduğunun şuurunda olan
Dük Eudes, kendi güvenliğini sağlama alabilmek için kızını sınır boylarının Arap
reisi Osman b.Ebî Nis’a ile evlendirmişti. Fakat bu tarihlerde Araplar da en az
Hıristiyanlar kadar dâhilî ayaklanmalarıyla uğraşmak zorundaydılar.34
L. A. Sédillot, Histoire des Arabes, s. 156; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s.7
. H.İ. I, 405); Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, Paris 1908, s. 5-7
31 Hitti, İslam Tarihi, s. 679
32 ed-Dabbî, Buğyetü’l-Mültemis, s. 303; lbn Haldun, Tarih, c. IV, s. 118; Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi,
c. I, s. 405; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 69; Hitti, İslam Tarihi, s. 679; Atçeken, Puvatya
Savaşı, s. 345
33 Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée, c. II, s. 259
34 H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 209, 272; E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la
chute de l'Empire romain, c.II, s. 363
29
30
4. Anbese b. Süheym el-Kelbî'nin Valiliği Dönemi
721’de Semh b. Malik'in
ölümünden sonra Emevi Halifesi Yezid
b..Abdülmelik döneminde, Endülüs valiliğine İfrikiye valisi Yezîd b.Ebî Müslim
tarafından Anbese b. Süheym (Suhaym) atandı. Anbese, Endülüs'e giderek, orada
kısa ve geçici bir süre, vali olarak görev yapan Abdurrahman b. Abdullah elGafıki'den valilik görevini devraldı.35
Fransa topraklarına yeniden akınlar başlatan vali (âmil) Anbese, büyük bir
orduyla Semh'in daha önce takip ettiği güzergâhı izleyerek Carcasonne (Karkason)
üzerine yürüdü. Şehri muhasara ettikten sonra gelirlerinin yarısı, orada bulunan
Müslüman esirlerin çocuklarıyla birlikte iadesi, cizye ödemeleri ve Müslümanların
savaş ilan ettikleriyle savaş, barış yaptıklarıyla barış gibi zimmet hükümlerine
bağlı olmaları şartıyla onlarla sulh yaptı.36
Zor geçen uzun bir muhasaran sonra Carcasonne şehrini ele geçiren Anbese,
buraya bir birlik bırakıp kuzeye doğru yöneldi ve Nimes (Nîm) şehrine girdi.
Anbese, Nimes'dan sonra Rhône vadisine ulaştı ve nehir boyunca herhangi
bir direnişle karşılaşmadan yoluna devam edip Vienne ve Lyon şehirlerini işgal
etti. Franklarla anlaşma yaptı. Fakat dönüş sırasında pusuya düşürülerek şehit
edildi (Aralık 726).37
Anbese, askerî kuvvetinden ziyade aklı, basireti ve iyi idaresi sayesinde
başarılı olmuştu. Ele geçirdiği esirlere gayet iyi davranmış ve onları kazanmaya
çalışmıştır.38
Şevki Ebu Halil'e göre bu seferler sonucunda Müslümanlar Avrupa'nın genel
durumunu tanıma fırsatını yakalamışlardır.39
5. Anbese b. Süheym el-Kelbî’den Sonraki Valiler
İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 27; Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s. 235
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. V, s. 115
37 Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s. 235; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. V, s. 116; Doğuştan Günümüze İslam
Tarihi, c. IV, s.72; Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, c. I, s.405; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 245; Ömer
Ferruh, el-Arab ve'l-İslam fi'l-Havzi'l-Garbi mine'l-Bahri'l-Ebyazi'l-Mütevessit, Beyrut, 1981 s. 120;
L. A. Sédillot, Histoire des Arabes, s. 156-157; Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les
Sarrasins, s. 6-7
38 Nuri Ünlü, İslam Tarihi, s. 211
39 Şevkî Ebû Halîl, Balâtü’ş-şühedâ bi kıyâdeti Abdür’r-Rahmani’l-Gâfikî, Darü’l-fikr, Dımeşk 1993,
s.14
35
36
Anbese b. Suheym 'in ölümü akabinde Endülüs’te sırasıyla; Uzra b. Abdullah
el-Fihri, Yahya b. Seleme el-Kelbi (726-728), Huzeyfe b. el-Ahvas el-Kaysi (728),
Osman b. Ebi Nis'a el-Has’amî (728-729), Heysem b. Ubeyd el-Kinânî (el-Kilabi)
(729-730), Muhammed b. Abdullah el-Eşcaî (730) vali olarak görev yaptılar.
Bu valiler döneminde fetih hareketleri duraklamış ve bazı iç problemler
ortaya çıkmıştır. Özellikle Berberilerin hoşnutsuzlukları, Araplar arasındaki
Yemeni-Kaysi hizipçiliği, Suriyeli ve diğer Araplar arasındaki rekabet gibi faktörler
söz konusu olmuştu.
731 yılında İfrikiyye valisi Ubeydullah b. Habbab, Endülüs valiliğine
Abdurrahman b.Abdullah el-Gafiki’yi (ikinci defa) atamıştır.40
Ancak Endülüs'te iç karışıklıkların çıkması sebebiyle, Anbese’den sonra
Abdurrahman el-Gafiki'nin buraya ikinci defa vali tayin edilmesine kadar 4 yıl
müddetle fetih akınları durmuştur.41
Endülüs'te çok geçmeden halk arasında çıkan kabilecilik hareketi
anlaşmazlıklara neden olmuştur. Suriyelilerle Hicaz Arapları, Araplarla Berberiler;
hatta Yemeni ve Mudarî Arapları arasında rekabet ve düşmanlık baş göstermiştir.
Bu kabilecilik yüzünden ortaya çıkan çatışmalarda müslümanlardan bir kısmı, din
kardeşlerine karşı çarpışmak için Fransızlardan yardım istemeğe bile başlamıştır.
Halbuki Müslümanların Endülüs'ü ele geçirdiğini gören Fransızlar, korkuya
kapılmışlardı. Dolayısıyla müslümanları birbirine düşman etmek ve onları
fethettikleri bu ülkelerden çıkarmak Hıristiyanların yegâne isteğiydi.
Nitekim ülkelerinin Müslümanların akınlarına maruz kalmasından
endişelenen Franklar, Charles Martel'in etrafında toplanmış ve ona şöyle
demişlerdi: “Nedir bu nesiller boyu devam edecek rezalet! Biz Arapların Doğu’da
olduğunu işitip güneşin doğduğu taraftan gelmelerinden korkuyorken, Batı’dan
geldiler, Endülüs'ü istila ederek Endülüs'ü ve oradaki her şeyi ele geçirdiler.
Zırhları olmadığı, sayıları ve malzemeleri az olduğu halde buraları aldılar.” Şarl
Martel, onlara şu manada bir cevap verdi:
“Benim görüşüm, bu taarruzlarında şimdilik karşılarına çıkılmaması
üzerinedir. Zira onlar, karşısına çıkanı alıp götüren sele benzerler. Onlar işlerinin
henüz başlangıcındadır; çok kalabalık olmaktan müstağni niyetleri, zırhların
korumasına muhtaç olmayan kalpleri vardır. Lakin onlara mühlet veriniz ki, elleri
ganimetlerle dolsun, köşkleri, evleri alsınlar ve yönetimde rekabete girip bazısı
Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 74; İbn İzari, el-Beyanu'I-Muğrib, II, 38; el-Makkarî,
Nefhu't-Tîb, c.I, s. 235; Şevki Ebû Halîl, Balâtü’ş-şühedâ, s.76; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s.
37
41 Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, c.. I, 405) Ömer Ferruh, el-Arab ve'l-İslam, s. 120-126
40
bazısından yardım dilesin. İşte bu hale geldiklerinde kolay şekilde onlara güç
yetirirsiniz.”42
6. Abdurrahman b. Abdullah el-Gafikî
Abdurrahman b. Abdullah el-Gafıkî, İslam tarihinde mümtaz şahsiyetlerden
birisidir Yemen’de meskûn Ak kabilesin Gafik koluna mensuptur.43
İlim tahsili için Medine’ye giden Abdurrahman el-Gafıkî orada Abdullah
b.Ömer’den Hadis ilmi okudu ve hadis rivayet etti. Abdülaziz b. Ömer b. Abdülaziz
ve Abdullah b. ‘İyâd’da ondan hadis rivayet ettiler.44 O, ilme tutkun, zühd ve vera
sahibiydi. Tarihle ilgili eserleri okumayı severdi. İhlâs, azim, tevazu, secaat, cesaret,
cüret, kahramanlık, askeri faaliyetleri ve planları, Hz.Peygamberin ve sahabenin
savaşlarını iyi bilmek, ilk saflarda cihada katılmak, şehid olmayı arzu etmek onun
belirgin özelliklerindendi.
Dımaşk’a giden Abdurrahman el-Gafikî, Süleyman b.Abdülmelik döneminde
orada seçkin şahsiyetler arasında yer edindi.
Cihada tutkun birisi olduğundan fetihlere katılmak için Kuzey Afrika’ya gitti
ve bölgedeki birçok savaşa katıldı. Daha sonra Mûsâ b. Nusayr ile birlikte Endülüs’e
geçti. Orada dikkatleri üzerine celbetti ve Mûsâ ile oğlu Abdülazîz’in maiyetinde
askerî görevler üstlendi. Endülüs’ün doğu sahillerini fethetmek üzere
görevlendirildi.
721 yılında Semh b. Mâlik el-Havlânî’nin Toulouse kuşatmasında45 şehid
düşmesi üzerine komutan seçildi ve orduyu yok olmaktan kurtardı ve salimen
üssüne (Narbonne) geri getirmeyi başardı. Burada gösterdiği başarı onun askerî
alandaki dehasının bir işaretidir. Daha sonra iki ay kadar Endülüs valiliği yaptı. O
sırada valilik, sivil ve askeri yönetimin bir arada yürütüldüğü bir makamdı.
Abdurrahman el-Gafıki de İslam ordusunu Toulouse yenilgisinden sonra salimen
Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, c. I, s. 408; Hitti, İslam Tarihi, s. 684 M.Cardonne, Histoire de
l’Afrique et de l’Espagne : sous la Domination des Arabes, s. 130; M. Reinaud, İnvasions des
Sarrazins en France, s. 33-34
43 Muhammed b. Fütûh el-Humeydî (ö. 488/1095), Cezvetü’l-muktebis fî Târîhi ulemâi’l-Endelüs,
Tunis 2008, s. 395
44 Ed-Dabbî, Ahmed b. Yahya (ö. 599/1202), Buğyetü'l-Multemis fî târîhi ricâli ehli’l-Endelüs,
(Dârü’l-Kâtibü’l-Arabî), Kahire 1967, s. 365; İbnü'l-Faradî, Abdullah b. Muhammed (ö.403/1013),
Tarihu Ulemâi'l-Endelüs, Kahire 1966, c.ll, s.256
45 720’de İspanya Arapları Pireneler’i aşarak Narbonne’u ele geçirmişler ve Toulouse’u
kuşatmışlardı. 721 yılının sonbaharında Eudes Müslümanların üzerine yürümüş ve onları Toulouse
surlarının hemen yanıbaşında yenilgiye uğratarak Akitanya’nın dışına sürmeyi başarmıştı. Ama tüm
bu çabaları Narbonne’u geri alabilmesi için yeterli olmamıştı. (H.Pirenne, Hz. Muhammed ve
Şarlman, s. 272)
42
Endülüs’e geri getirdiğinden halk onun valiliğini kabul etmişti. Zaten Şam’daki
halifenin, aradaki mesafenin uzaklığı sebebiyle Kurtuba’ya hemen yeni bir vali
tayin etmesi kolay değildi.
Hikmet sahibi, faziletli, iyi huylu ve sağlam karakterli bir zat olan
Abdurrahman el-Gafıki Endülüs’teki tefrika ve siyasi olaylara karışmaktan uzak
durmayı başarmıştı. Nitekim bu tutumunu doğru değerlendiren Endülüslüler,
siyasi kabiliyete sahip birine gerek duydukları bir zamanda onu vali seçmişlerdi.
Ancak Abdurrahman el-Gafıkî’nin bu valiliği iki ay sürebilmiş ve bu süre zarfında
kayda değer hiç bir hadise olmamıştır. Onun yerine vali tayin edilen Anbese b.
Sühaym döneminde kalabalık bir ordunun kumandanı olarak Arbûne (Narbonne)
taraflarında fetihlere devam etmiştir. Onun asıl icraatı ‘ikinci valiliği döneminde
görülecektir. 46
6.1. Abdurrahman el-Gafıki’nin İkinci Valiliği
Abdurrahman el-Gafikî Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik tarafından 730
yılında ikinci defa, iki yıl yedi ay sürecek Endülüs valiliği görevine tayin edildi.47
İslam’ı yüceltmekten başka gaye gütmeyen bir kimse olan Abdurrahman elGafıkî üzerinde Semh b.Malik el-Havlânî’nin şehit edildiği Toulouse (Tuluz) Savaşı
ve bu savaşta Müslümanların hezimeti derin izler bırakmıştı. Fransa topraklarında
şehit olan Müslümanların ve komutanların intikamını almayı hedefliyordu. Ayrıca
onun yegâne emeli, Musa b. Nusayr’ın da düşüncesi olan Batı Avrupa’nın tamamını
fethetmekti.48
Abdurrahman el-Gafıkî, kuzeye doğru fetih hareketlerine girişmeden önce
ülkede istikrarı sağlamak için iç problemlerle uğraşmak zorunda kaldı. Çünkü
Anbese b. Sühaym’ın ölümünden sonra iş başına gelen valiler döneminde askeri
seferler duraklamış, kabile asabiyetçiliği, Berberi-Arap çekişmesi ortaya çıkmıştı.
Hakkı Dursun Yıldız, “Abdurrahman el-Gafikî”, DİA, İstanbul , c.I, s. 147-150; Ziriklî, el-Alâm, c. IV,
s. 84; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. V, s. 172, 174-175, 490; E. Lévi-Provençal, Histoire de l’Espagne
musulmane, Paris 1950-53, II, 40, 41, 59-62; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 70
47 İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 38; M.Cardonne, Histoire de l’Afrique et de l’Espagne: sous la
Domination des Arabes, Paris 1767, s. 123
48 E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, c.II, s. 503; Hakkı Dursun
Yıldız, "Abdurrahman el-Gafıki, DlA, Istanbul, 1988, I, 162; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 246
Abdurrahman el-Gafıkî, Musa b. Nusayr'ın düşünüp te tahakkuk ettiremediği hilalin iki
ucunu birleştirmek arzusundaydı. Bütün Avrupa'yı geçip kuzeyden Bizans'a inmek ve Akdeniz'i bir
İslam gölü haline getirmek istiyordu. Bu sebeple askerlerini bu büyük ideal için hazırlamaya özen
göstermişti. (Nuri Ünlü, İslam Tarihi, s. 212)
46
Abdurrahman, makamı Kurtuba’da olmasına rağmen öncelikle, muhtelif
bölgeleri ziyaret ederek halkın şikayetlerini yerinde dinledi ve halkla iyi ilişkiler
kurdu. Yönetimi sırasında haksızlık yapan görevlileri azledip, âdil ve liyakatli
kimselerden istifade etti. Müslüman ve Hıristiyanlara eşit muamelede bulundu.
Hıristiyanlara kiliselerini ve ellerinden alınan emlâklerini geri verdi. Herkese eşit
miktarda vergi koydu, orduyu yeniledi, sınırları tahkim etti. Muhtemel bir isyan
için de her zaman hazır olarak bekledi. Kaysî ve Yemenî guruplar arasındaki
çekişmeyi durdurdu. Bir grubu ötekisine üstün tutmadı, birisini diğerine tercih
etmedi. Bu sebeple onun valiliği Endülüs halkının gönüllerine ferahlık verdi. İyi
tedbir sahibi, adaleti gözeten; Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin hukukunu
koruyan birisi olarak ülkesinde fitne ve tefrikayı giderdiğinden Arap, Berberî ve
yerli halkın sevgisini kazandı.49
Döneminde inşa ve imar faaliyetlerine de önem veren Abdurrahman elGafıkî, Kurtuba şehrinde yeniden inşa edilen yıkık köprünün yapımında katkı
sağladı. Ayrıca camiler, yollar inşa etti ve su kanalları açtırarak halkın ihtiyacını
gidermeye çalıştı.
Başarılı bir asker, imanı yüce bir mücahit olan Abdurrahman el-Gafıkî, her
bölgede İslamiyet’i yaymak istiyordu. Bu arada halkın sıkıntılarını gidermek ve
birliği sağlamak için önem arzeden vergi problemini düzene soktu. İyi bir idarecilik
örneği sergiledi ve ele geçen ganimetlerin taksimi konusunda adil davrandı. Hattâ
bir sefer esnasında elde edilen pek çok ganimetin içinde inci, yakut ve zümrütle
süslü olan altından yapılmış bir ayak vardı. Abdurrahman, bu ayağı parçalattı ve
askerlerine dağıttı. Bunu öğrenen Kuzey Afrika Genel Valisi Ubeyde b.
Abdurrahman bu olaya çok kızdı ve Abdurrahman el-Gafıki’ye bir tenkit mektubu
gönderdi. Bu olay Abdurrahman el-Gafıkî’nin ganimet dağıtımı konusunda ne
kadar adil ve hassas davrandığının açık bir göstergesidir.50
Ülkede iç problemleri halledip istikrarı sağlayan Abdurrahman el-Gafıkî,
çeşitli sebeplerden dolayı yıllardır duraklamış olan seferleri yeniden canlandırmak
ve asıl hedef olarak gördüğü kuzeye yani Fransa üzerine yürümek için gerekli
hazırlıkları yapmaya koyuldu. Bu arada Kurtuba’ya gelmek üzere İslâm
topraklarının her yerinden asker çağrısında bulundu.51
6.2. Abdurrahman el-Gafıki’nin Fransa’ya Girişi
Hüseyin Mu'nis, Fecru'l Endelüs, s. 262; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 247; Doğuştan Günümüze
İslam Tarihi, c. IV, s. 74; Şekib Arslan, Tarihu Ğazavâti'l-Arab, s. 97; Conde, Histoire de la
Domination des Arabes, c. I, s. 141-142
50 ed-Dabbî,
Buğyetü'l-Multemis, s. 476; Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 395; İbnü’l-Kûtıyye,
Târîħu İftitâhi’l-Endelüs, s. 13; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 247
51 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 248
49
Endülüs’te istikrarı sağlayan Abdurrahman el-Gafıki Fransa’ya girmek ve
İslam’ı yaymak amacıyla önceden hazırlamış olduğu fetih planları doğrultusunda
harekete geçti.
Öncelikle Franklara karşı cihad ilan etti. Kendi doğduğu yer Yemen başta
olmak üzere Şam, Mısır ve İfrikiyye’den yardım çağrısında bulundu. İslam
topraklarının her yanından çağrısına olumlu cevaplar geldi. Gelenler Kurtuba’da
toplandılar.
Fransa’ya geçmeden yaklaşık iki yıl gerekli hazırlıklar yapıldı.
Fransa’ya sefer düzenleyecek gönüllü Araplar ve Berberilerden oluşan en
büyük orduyu kurdu. Ordusunda Yemenli askerler önemli bir yer tutmaktaydı.
Abdurrahman el-Gafikî’nin kendisi de Yemenliydi. Ayrıca Sarakusta (Saragossa)
bölgesinde Yemenli Araplar iskan edilmişti. Arbûne (Narbonne, Bertat) bölgesinde
savaşan Araplar da bunlardı.
Asker sayısının 70.000 ile 100.000 arasında olduğu bildirilmektedir. Bazı
Hıristiyan kaynaklarında İslam ordusunda 400.000 savaşçının bulunduğu ifade
edilmektedir.52
Bir taraftan askerî hazırlıklarını sürdüren Abdurrahman el-Gafıki,
731yılında Osman b. Ebî Nis’a komutasındaki bir orduyu Fransa sınırlarını
korumak üzere gönderdi. Osman b. Ebi Nis’a Berberi liderlerinin önde
gelenlerinden birisiydi ve Abdurrahman el-Gafıkî onu kuzey bölgesine vali olarak
görevlendirmişti.53
Osman b. Ebi Nis’a’nın Abdurrahman el-Gafıki’nin Endülüs valiliğine muhalif
birisi olduğu ve onun idaresi altında çalışmasının nefsine ağır geldiği şeklinde
özellikle batılı tarihçiler bilgi vermektedirler. Ayrıca bu kişiyi; “Za" veya “sa" olarak
isimlendirmektedirler.54
Osman b. Ebi Nis’a, Akitanya dükü Eudes’in güzel kızı (Lamdezya) ile
evlenmiş ve böylece Dük Eudes ile akrabalık kurmuştu. Daha sonra bağımsızlığını
ilan etmiş ve Dük Eudes ile ittifak yapmıştı.55
Hüseyn Mu’nis, Fecrü’l-Endelüs, s. 263; Abdü’l-fettah Mukalled el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’şşühedâ: fi’t-târîhi’l-islâmiyyi ve’l-Avrubî, Kahire 1996, s. 62; S. Abdülaziz Salim, Tarihu’l-Müslimîn
ve Asâruhum fi’l Endelüs, s. 141
53 Butrus el-Büstani, Me’ariku’l-Arab fi’ş-Şark ve’l-Ğarb, Beyrut, 1987, s. 69; Atçeken, Puvatya
Savaşı, s. 248
54 Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 127; De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement
des Califes, Paris 1750, c. II, s. 458; E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire
romain, c.II, s. 503
55 Ebu Diyak, el-Veciz fi Tarihi’l-Magrib ve’l-Endelüs, s. 189; Butrus el-Büstani, Me’ariku’l Arab fi’şŞark ve’l-Ğarb, s. 269
52
Halbuki Abdurrahman, Dük Eudes’e karşı düzenleyeceği askerî harekâtta
kendisini desteklemesini ve Eudes’ün ordularının ilerleyişine engel olmasını
istemişti. Osman b. Ebi Nis’a ise ihmalkâr davranmıştı.
Bu talebine menfi cevap alan Abdurrahman, onun üzerine bir ordu gönderdi
ve yapılan çarpışmada Osman b. Ebi Nis’a öldürüldü.56
Muhtemelen Osman b. Ebi Nis’a, batılı tarihçilerin Munuza adını verdikleri
kişidir. Cerdagne valiliği görevini üstlenmişti. Ancak Abdurrahman el-Gafikî’nin
başarılarına katlanamadı ve ona karşı Franklarla ittifak yaptı. Bu durumu öğrenen
Abdurrahman isyancı Munuza üzerine yürüdü. Munuza kaçtı ve civardaki
kayalıklara sığındı. Fakat takip edildiğini görünce düşmanının eline düşmek yerine
uçurumdan aşağı atlayarak öldü. Dük Eudes’ün kızı olan Munuza’nın eşi,
Abdurrahman el-Gafikî’nin eline geçti ve Emevî Halifesinin sarayına gönderildi.57
Çağdaş İslam tarihçilerinden bazıları, Munuza isminin Fransız
kaynaklarınca verildiğini ve bunun yanlış olduğunu öne sürerler. Munuza ile
Osman b. Ebi Nis’a’nın birbirine karıştırıldığı, Munuza veya Munusa’nın aslında bir
yer ismi olduğunu öne sürerler.58
Hüseyn Mu’nis’e göre; Munusa ile Abdurrahman arasındaki savaş aslında
Berberiler ile Araplar arasında bir harpti. Çünkü iki grup arasında birbirlerine
karşı kızgınlık ve haset söz konusuydu. Fransa seferi esnasında bu iki grubun gönlü
bir değildi. Munusa kuzeyde görevli iken Kurtuba’daki merkezî idareye isyan
etmişti. Zaten bu sırada Araplar ile Berberiler arasında durum gergindi. Üstelik
Kurtuba ile istişare etmeden Fransızlar ile ittifak kurma teşebbüsünde
bulunmuştu.59
Her ne kadar Abdurrahman’ın adil ve ılımlı yaklaşımları sonucu iç
problemlerde azalma görüldüyse de Berberi-Arap çekişmesi yıllar önce başlamıştı
ve Abdurrahman’ın bu konuda sorumluluğu yoktu.60
Osman b. Ebi Nis’a ayaklanması bastırıldıktan sonra artık kuzeye Fransa’ya
yapılacak sefer için bir engel kalmamıştı. Yemen, Şam, Mısır, Ifrikiyye, Mağrib ve
Endülüs bölgelerinden toplanan kuvvetlerle Abdurrahman el-Gafıkî, Kuzey
İspanya’da Navarre (Neberre) bölgesinde bulunan Pamplone (Pampelune,
Benblûne) şehrine, oradan da daha önceki güzergâhtan farklı olarak Pireneler’in
batısındaki Roncevaux Boğazı’ndan (Roncesvalles geçidi) geçerek İslâm
E.Lavisse, Histoire de France İllustrée, c.II, s. 259; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 249
M.Cardonne, Histoire de l’Afrique et de l’Espagne, s. 124-125; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins
en France, s. 34-37;
58 Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 127; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 249
59Hüseyn Mu’nis, Fecru’l-Endelüs, s. 265
60 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 249
56
57
kaynaklarında “el-Arzu’l-kebîre”de denen Frank toprakları Galya (Galia, Gaule)
bölgesine girdi ve Berdeaux üzerine yürüdü (732). 61
Akitanya Dükü Eudes’in ordusuyla Dordogne ve Garonne nehirlerinin
birleştiği bir yerde karşılaştı. Bu savaşta Eudes’in ordusu korkunç bir yenilgiye
uğratıldı. Eudes’in ordusunu Bordeaux’ya kadar kovalayan Abdurrahman el-Gafıki,
kısa bir kuşatmadan sonra şehri ele geçirdi. Bordeaux şehrinin ele geçirilip
yağmalanmasını engelleyemeyen Dük Eudes bir miktar askeriyle birlikte kuzeye
doğru kaçarak canını zor kurtardı. Fransa topraklarında harekatına devam eden
İslam ordusu, önüne gelen kale, şato ve şehirleri teslim aldı, büyük bir servet ve
ganimet ele geçirdi.62 Ayrıca ele geçirdikleri şehirlerdeki kilise ve manastırları
tahrip ettiler.63
Bu savaşı kazanan Abdurrahman, böylece Dük Eudes’ten Toulouse (Tuluz)
savaşının ve savaşta şehit düşmüş Semh.b. Malik el-Havlanî’nin intikamını almış
oldu.64
Bu savaşta Hıristiyanlar çok sayıda kayıp verdiler.
Emir Şekib Arslan’ın naklettiğine göre bir tarihçi şöyle demiştir: "Ölenleri
sadece Allah saymaya muktedirdir. "Yine aynı yazar, tarihçi Reinaud’un şu sözünü
nakletmiştir: "Bu savaşta Arapların hamaseti, cesareti öyle bir noktaya ulaştı ki,
Ferdinand Lot, Études sur la bataille de Poitiers de 732, s. 35; H.Pirenne, Hz. Muhammed ve
Şarlman, s. 273; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 75; el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’şşühedâ, s. 65; Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s, 225; Kalelizade K.Şükrü, Puvatye Muharebesi, Kanaat
Kütüphanesi, İstanbul 1932, s. 23
62 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 75; Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 8; Henri
Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, Paris 1908, s. 7
Tuluz da, Bordo’da Emevîler’în beyaz bayrağı dalgalanıyordu. Çapul, yağma gayesiyle
Abdurrahman’ın etrafına toplanan ve ona ilk zaferleri temin eden kuvvet hemen işe girişti. Kiliseler,
evler, şatolar bir an içinde yanıp kül oldu. Her taraftan yükselen yangın alevleri kesilen insanların
feryatları arasında bütün Akitanya harabezara döndü. Abdurrahman askerinin yaptığı bu vahşi
taşkınlıktan çok müteessirdi. Fakat elinden bir şey gelemezdi. Çünkü büyük istila proğramını ancak
bu vahşi kuvvetle temin edecekti. Ve bu kuvvet ancak böyle soygunculuğa müsaade etmekle idare
olunurdu.
Mamur (Gol) arazisi şimdi bir çöle dönmüştü. Elde edilen ganimet malları ordunun harp
ağırlığını kat kat geçmişti. Her askerin, her neferin artık taşıyamıyacağı derecede çapul, yağma
hissesi olmuştu. (Kalelizade, Puvatye Muharebesi, s. 24-26)
63 E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, c.II, s. 503; Muhammed
Abdullah İnân, Devletü’l-İslam fi’l-Endelüs, s. 99; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France s.
21
Hitti’ye göre Abdurrahman, Bordeaux şehrinin müstahkem hisarları önünde fırtına gibi esti ve
bütün kiliselerini ateşe verdi.( Hitti, İslam Tarihi, s. 679)
64Atçekenden, Puvatya, 249; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 34-36; Hitti, İslam
Tarihi, s. 671; Carl Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi (Çev., Neşet Çağatay) Ankara,
1992, s. 79.
61
bazı Arap tarihçileri onları önüne çıkan her şeyi yerinden koparıp atan şiddetli bir
rüzgâra veya kendisine çarpan her şeyi kesen bir kılıca benzettiler". 65
Abdurrahman ve ordusu daha sonra o dönemde Aqutaine eyaletine bağlı
bulunan Rhône vadisine yöneldi. Arles şehrini ele geçirdi. Daupiné bölgesi, Lyon,
Mâcon, Beaune, Dijon, Bèze, Autun, Besançon, ve Paris’e 30 km mesafedeki Sens
şehrini ele geçirdi. Kiliseler, manastırlar talan edildi.66 İspanyol Tarihçi Rodrigue
de Tolède (ö.1247) Arles’da halâ o günden kalan Müslümanlara ait mezarların
bulunduğunu bildirmektedir.67
Birkaç ay gibi kısa bir süre içinde Fransa’nın güneyini ele geçiren
Abdurrahman daha sonra kuzeye doğru devam ederek Puvatya (Poitiers) şehrini
ele geçirdi, burada bulunan Saint-Hilaire kilisesini ateşe verdi. 68 ve Galya
bölgesinin dini merkezi durumunda bulunan Tours (Tur) şehrine yöneldi.69
Théophile Lavallée, Arapların Saône ve Loire nehirlerine kadar Akitanya’yı
ele geçirdiklerini, kiliseleri yaktıklarını, hatta ülke sakinlerini katlettiklerini ve
kendilerine cazip gelen zenginliklerini yağmalamak üzere Tours şehrindeki SaintMartin bazilikasına yöneldiklerini bildirir.70
Tours şehri Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen Saint Martin katedralinin
bulunması sebebiyle büyük önem arzediyordu.71 Ayrıca Franklar üzerinde oldukça
etkili ve nüfuz sahibi din adamı Saint Martin’in mezarı buradaydı. Bundan dolayı
burası Franklar için bir çeşit yöneldikleri dinî merkez konumundaydı.
Tarihçi Hitti’ye göre bu Hıristiyan azizinin mezarını ziyaret eden halkın
getirip sunmuş bulunduğu adaklar yığını, hiç şüphesiz Müslüman Fatihleri buraya
çekip getiren etmenler arasında idi.72
Müslümanların Fransa topraklarında ilerleyişi Neustrasie bölgesine hâkim
olan Şarl Martel’i (Charles Martel) endişelendirmekteydi; fakat, O, beklemeyi tercih
etti. Çünkü Dük Eudes, Şarl Martel’in rakibi idi ve her ikisi de ayrı eyaletlerin
E. Şekib Arslan, Tarihu Gazavati’l-Arab, s. 100 tamam Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 249
M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 29-30
39 Emîr Şekîb Arslan, Târihu ğazavâti'l-Arab, s. 99; M.Abdullah İnan, Devletü’l-İslâm fi’l-Endelüs, c.I,
s. 97
67 Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, s. 9
68 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9
69Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 128 ; Condé, Histoire de la domination des Arabes, c. I, s. 141;
M.Tardieu-Saint-Marcel, Charles-Martel ou La France délivrée, s. VI; Ernest Lavisse, Histoire de
France, c.II, s. 259-260; M.Cardonne, Histoire de l’Afrique et de l’Espagne, s. XII; M.Cardonne,
Histoire de l’Afrique et de l’Espagne, s. 126; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 250
70 Théophile Lavallée, “Histoire des Français, c. I, s. 151
71Ferdinand Lot, Études sur la bataille de Poitiers de 732, s. 57; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins
en France, s. 43-46
72 Hitti, İslam Tarihi, s. 679
65
66
hükümdarıydı. Ayrıca liderlik için birbirleriyle yarış içindeydiler. Bu bakımdan Şarl
Martel rakibi Eudes’ü yardımsız bırakarak onun gücünü yitirmesini bekledi.
Neticede müslümanlar Eudes’in topraklarını ele geçirdiler ve böylece Şarl, Eudes’in
rekabetinden kurtuldu.
Bu sırada Abdurrahman, Aqutaine ve güney Fransa’nın tamamını ele
geçirmişti.
Dük Eudes, Müslüman Araplara karşı tek başına duramayacağını anlayınca
eski rakibi Şarl Martel’den yardım istemek zorunda kaldı. Üstelik Şarl Martel’e
kendisine yardım etmediği ve Müslümanları durdurmadığı takdirde, bütün
memleketin uğrayacağı felaketi anlatmaya çalıştı.
Şarl Martel, Arapların Aqutaine'i ele geçirmeleri sonucu bu tehlikenin kendi
ülkesi Neustrasie bölgesini de tehdit ettiğini anlamakta güçlük çekmedi. Bu sebeple
Dük Eudes'in davetine katılmak için ordu hazırlamaya başladı.73
Daha sonra Şarl ordusuyla Orléans’da Loire nehrini geçti, Amboise’a ulaştı
ve ülkesini işgale gelmiş Müslümanların önünü kesmek için Vienne ile Clain
arasına karargâhını kurdu.74
Müslümanlar bu hızla ilerlemeye devam ederlerse tüm Fransa’yı
fethedeceklerdi. İslam orduları durmadan ilerliyor, önlerine çıkan kale ve şehirler
birer birer düşüyordu. Güneyden kuzeye doğru dağları, nehirleri geçiyorlar ve yol
güzergâhındaki köprüleri ele geçiriyorlardı.75
7. Puvatya (Poitiers) - Belâtüşşühedâ (Şehitler Yolu) Savaşı (732)
Poitiers (Puvatye), Fransa’nın Loire (Luar) nehri civarında olan bu noktayı
bugün bile ziyaret edenlerin kalpleri bir an için bir zamanlar Avrupa’yı tehdit eden
büyük İslâm kuvvetinin düşüncesi ile titremektedir.76
Poitiers (Puvatye) İslam ile Hıristiyanlık, Doğu ile Batı arasındaki çetin
karşılaşmanın mekânıdır. Müslümanlar, Hz. Peygamber’in vefatından sonra, kısa
sürede Pers imparatorluğuna son vermiş, Bizans İmparatorluğunun topraklarının
büyük bir kısmana hâkim olmuşlardı.77 Şam’dan Fas’a, oradan İspanya’ya geçen
İslam orduları Fransa’nın kalbine ulaşmışlardı. İşte bu aşamada dünya tarihinin en
73Doğuştan
Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 75; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s.
30-33; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 251
74 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9
75 Butrus el-Büstani, Me’ariku’l Arab fi’ş-Şark ve’l-Ğarb, s. 70; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 251
76 Kalelizade, Puvatye Muharebesi, s. 27
77 Muhammed Abdullah İnân, Devletü’l-İslam fi’l-Endelüs, s. 92
önemli hadiselerinden bir olarak kabul gören büyük karşılaşma Poitiers’de
gerçekleşti.
Puvatya Savaşı,78 Fransa tarihinin şüphesiz en meşhur olaylarından biri
olarak kabul edilmektedir. Öyle ki, ders kitaplarında mutlaka bir bölüm ve bir
tasvir (illustration) bu savaşı anlatmak için ayrılmıştır. 1837’de Fransa kralı LouisPhilippe, Versailles sarayında oluşturulacak büyük savaşları anlatan galeride yer
almak üzere Poitiers Savaşını da tasvir eden bir tablonun çizilmesini Charles
Steuben’e sipariş vermiştir. Günümüzde hâlâ bu savaşın anıları canlılığını
korumaktadır. 2000 yılından beri savaşın meydana geldiği Vienne’de Moussais-laBataille kasabasında sit alanında savaşı anlatan sürekli bir sergi açılmıştır. Bu
kadar meşhur olmasına rağmen savaş hakkındaki tarihi bilgilerin yeterli olduğunu
söylemek güçtür. Ortaçağ tarihinde bu savaşın gerçek yeri neresidir? Zafer olarak
kabul edilen bu savaş, nasıl ve niçin bu denli, Fransız milli tarihinin temel
unsurlarından biri olarak kolektif hafızalarda kendini empoze ettirebilmiştir.79
Bütün bu ve benzer soruların açıkığa kavuşturulması elzemdir.
İslam tarihçilerinin üzerinde pek durmadıkları Puvatya Savaşı,
Müslümanların kuzeye doğru yaptıkları seferleri yavaşlatmış ve Batı’dan İstanbul’a
ulaşma idealinden vazgeçirmiştir.80
Bu savaş hakkında İbn Abdülhakem (ö. 871) Abdurrahman el-Gafikî’nin
hicri 115 yılında (Şubat 734) Franklar ülkesine bir sefer düzenlediğini ve
adamlarıyla birlikte bu seferde öldüğünü bildirmektedir. İbnü’l-Esîr veya İbn İzârî
öncekilerin naklettiği bilgileri aktarmaktadır.
Bununla birlikte Müslüman tarihçiler için kâfirlerin ülkesinde girişilen
büyük bir seferde komutanlarının ölümü bir başarısızlık değil aksine bu kişiler
şehit mertebesine ulaşmışlar arasında addedilir.
Üç Endülüs valisi ya da kumandanı savaş meydanında şehid olmuştur. 721
yılında Toulouse’da Akitanya dükü Eudes karşısında Semh b.Malik el-Havlânî,
732’de Poitiers’de Abdurrahman el-Gafikî ve 737’de Sigean yakınlarında, Franklar
tarafından kuşatılmış Narbonne’a yardım koşan Ukbe, her üçü de şehit olmuştur.81
Saîd Abdülfettah Âşûr, Târîhi Avrûba fî’l-usûri’l-vustâ, Beyrut 1976, s. 148-149; Hüseyin Mu’nis,
Atlas tarîhü’l-İslâm, s. 137; M.Tardieu-Saint-Marcel, Charles-Martel ou La France délivrée, s. I-IV; De
Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, c. II, s. 458-461; J.-L. Chalmel,
Histoire de Touraine, Paris 1828, c. I, s. 228-229; Charles-André Julien, Histoire de l'Afrique du
Nord Des origines à 1830, Paris 1994, p.359; Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée, c.II, s. 259260; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 45-51
79 Philippe Sénac, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers, de la réalité au mythe, in “Mohammed
Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans En France du Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin
Michel, 2006, s.7; C.A.Julien, Histoire de l’Afrique du Nord, Paris 1994, s. 358
80 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 74
81 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s.7
78
732 (114) yılında Fransa’da Tours (Tur) ve Poitiers (Puvatya) şehirleri
arasında Abdurrahman el-Gafıkî komutasındaki İslam ordusu ile Şarl Martel
(Charles Martel) komutasındaki Frank ordusu arasında meydana gelen Puvatya
savaşı, gerek İslam tarihi gerekse Avrupa tarihi açısından önemli savaşlardan
biridir.82
XI. yüzyıl Endülüs tarihçileri çok sayıda Müslümanın şehit düştüğü bu yere
ve bu savaşa Belâtüşşühedâ (Şehitler yolu veya düzlüğü) adını vermişlerdir. Daha
sonraki İslam tarihçileri ise bu savaşı Gazvetü’l-Belât veya Vak’atü’l-Belât ismiyle
anmışlardır. Philip Hitti belât (balât) kelimesinin Latince veya Grekçe bir kelime
olan platea veya palatiumun Süryanice’den Arapça’ya geçmiş bir şekli olduğunu,
savaşın meydana geldiği yerde Romalılar'dan kalma taştan bir yol bulunduğu için
de bu savaşa Belât adının verildiğini söylemektedir. 83
Philippe Sénac ise, “balât” kelimesinin Grekçe plateaia sözünden ziyade
Latince palatium sözünden gelebileceğini; çünkü bu sözün saray ya da görkemli bir
yapı anlamına geldiğini; zaten zenginliğiyle bilinen Saint-Martin manastırının
Tours’da bulunması ve Müslümanları oraya çekmesi bunu göstermektedir diye
bildirmektedir.84
Müslümanların mağlup oldukları böylesine önemli bir savaşın oluşumunun
sebepleri, savaşın şekli, tarafların yapıları, savaşın sonucu ve doğurduğu etkinin
her iki taraf açısından yansımalarının titizlikle incelenip değerlendirilmesi
kaçınılmazdır.
Müslüman ordusunun başkumandan Abdurrahman el-Gafıkî’nin şehit
edilmesi akabinde geri çekilmesi ile sonuçlanan bu savaş hakkında ilk dönem İslam
kaynaklarında detaylı bilgi bulmak oldukça zordur. Hatta mevcut bilgilerden hiç
birisi, savaşın cereyanı hakkında bir fikir vermemektedir. Diğer taraftan sadece
savaşın 114 veya 115 yılında olduğu ve Abdurrahman el-Gafıkî’nin bu savaşta bir
kısım askeriyle birlikte şehit düştüğünden bahsedilmektedir.
Bu savaşla ilgili çok kısa ve yetersiz bilgi veren İslam kaynaklarına karşılık,
VIII.ve IX.yy. batılı yazarlar tarafından çok sayıda bilgi verilmektedir. Bu
ed-Dabbi, Buğyetu'l-Multemis, s. 355; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 74; Le Vicomte de
Chateaubriand, Analyse raisonnée de l’histoire de France et Fragments depuis Philippe VI jusqu’à la
Bataille de Poitiers; Paris 1861, s. 16
Puvatya Savaşı’nın tarihi, kaynaklarda değişik olarak verilmektedir. İbn İzari, el-Humeydi
ve İbnü'l-Esir Ramazan 114·(Kasım 732)yılını; el-Makkari ve ed-Dabbî ise 115 (733) yılını
vermektedirler.
83 Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 274-275; Dabbî, Buğyetü'l-mültemis, s. 365-366; İbnü'l-Esir, elKâmil, c. V, s. 172, 174-175, 490; İbn İzârî, el-Beyânü'l-muğrib, c.II. s. 28; Makkarî, Nefhu’t-tîb, c.I, s.
234, 262; III, 15-16; Abdülkerim Özaydın, “Belatüşşühedâ”, DİA, c.V, s. 391-392; el-Ğanîmî,
Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 74
84 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9
82
bilgilerden değerli olanlar olduğu gibi bazı tarihçiler farklı ve oldukça abartılı
ifadeler kullanmışlardır. Kroniklerin çoğu birbirleriyle benzer bir şekilde savaşın
tarihini 732 yılı Ekim ayının bir Cumartesi olarak gösterirken, “Annales de Lorsh”
bu karşılaşma için 726 tarihini vermektedir. Bazı kaynaklar Karolenjiyen
hanedanının davasını haklı gösterirken, “Annales de Metz ya da Annales de Fulda”
gibi bazı kaynaklar da Akitanya Dükü Eudes’ü Müslümanlardan bir grupla (Osman
Ebi Nis’a ile) ittifak yaptığı için suçlamaktadır. Bununla birlikte her iki şahsiyet;
Şarl Martel ve Dük Eudes, Sarrazenlere (Müslümanlara) karşı aynı kararlılıkla
birlikte savaştıkları için övgüyle anılmaktadırlar.85
Bu savaşı Avrupa’nın İslam tehlikesinden kurtulduğu gün olarak
nitelendirenler olduğu gibi, Doğu-Batı, başka bir ifadeyle İslamiyet ve Hıristiyanlık
mücadelesi, Müslümanların kuzeye doğru yayılmalarının sonu ve bütünüyle
Avrupa kıtasından çekilmelerinin başlangıcı olarak kabul edenler, hatta İslam
ordusunun büyük, bir bölümünün çekildiği gerekçesiyle, bu savaşın sıradan bir
savaş olduğunu, diğer savaşlardan farklı olmadığını; ancak kazanan tarafın bu defa
Franklar olduğunu söyleyenler vardır. Bazı tarihçiler de, savaş sonunda
Müslümanların Güney Fransa’yı terk etmek zorunda kaldıklarını belirtmektedir.
Dahası Frank komutan Şarl Martel’i (Charles Martel) kahramanlaştırarak onu
Avrupa’yı ya da Hıristiyanlığı İslam istilasından kurtaran kahraman olarak
göstermektedirler.86
7.1. Şarl Martel (686-741)
Şarl Martel (Charles Martel), bugünkü Belçika sınırlarında bulunan
Herstal’da doğmuştur. Pépin d’Heristal ile onun nikahsız karısı Alpaide’ın oğludur.
İyi bir eğitimden sonra babasının izinde Frank Krallığı yüksek politikacı ve
idarecileri arasında kendini gösteren, tutkulu, dindar ve iyi bir komutandır.
III.Dagobert, II.Chilpéric, IV.Clotaire dönemlerinde ( Merovenjiyen hanedanı)
Saray Nazırı unvanıyla ülkeyi yönetmiştir.87
Şarl, sonradan kazandığı Martel (Çekiç), unvanının da işaret ettiği gibi, yiğit
ve cesur bir kimseydi. Kendisi birçok düşmanını itaat altına almış ve Akitanya’da
müstakil bir hükümdarlık kurmuş bulunan Dük Eudes’i de kuzey Franklarının
itibarî hakimiyetlerini tanımaya mecbur etmişti. Her ne kadar Şarl, unvan olarak
Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 8
Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 75; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 243
87 Nouveau Larousse İllustré, c. II, s.706-707
85
86
kral adını taşımamakta idiyse de onun gayrı meşru ilişkilerinden dünyaya gelen
oğlu Heristal’li Pepin, daha sonra gerçekte kral olmuştur.88
Dindar bir şahsiyet olmasına karşın Charles Martel, düşmanlarıyla
savaşırken Kilise büyüklerine itibar etmedi, pek çok piskoposu görevden aldı,
sürdü ya da hapsetti: ordularını besleyebilmek için Kilise’nin mallarına el
koymaktan ve bunları vasallarına aktarmaktan çekinmedi.
Charles Martel’e göre kilise sadece taraftar toplamak için kullanılan bir
araçtı. Bu sayede her zaman emrine amade bir sermaye kabul ettiği kilisenin
desteğini yanında hissetmekteydi. Kilisenin varlığı sadık vassalları ödüllendirmek
için kullanılan bir hazineydi. Charles Martel’in geleceğinin kiliselerin desteğine
bağlı olduğu aşikârdı. Buna rağmen O, dinî kurullardan hiç çekinmeden din
adamlarını öldürtebilmekteydi. Örneğin; 739’da Arras’daki Saint-Vaast manastırı
başrahibi Wido’yu, bir ayaklanmanın elebaşı olmakla itham etmiş ve öldürtmüştü.
89
Şarl Martel, 717’de Austrasia ve 719’da Neustria’ya egemen oldu. 721’de
küçük bir çocuk olan IV.Thierry’i Merovenjiyen tahtına geçirdi, fakat kendisi “Saray
Nazırı” unvanıyla ülkesinin yönetimini elinde tuttu. IV.Thierry ölünce yerine birini
seçmedi ve bundan sonra büyük fetihlere girişti. Germanya’da Saksonlar (720, 722,
724, 738) ve Kuzey Frisonları (733, 734) ile savaştı. Bavyera’yı (725, 728) ve
Alamanya’yı Fransız topraklarına "Francia" kattı (728-730) ve bölgeyi bir
Hıristiyan ülkesi haline getirdi. Bir taraftan da, İslam’a karşı harekete geçip çetin
mücadele verdi.
Ekim 732’de Poitiers Savaşı’nda Abdurrahman’ın ordularını yenerek
Aquitania’nın Müslümanların eline geçmesini önledi. Böylece Hıristiyanlığı
kurtaran Charles, kendisini yardıma çağırmış olan Aquitania dükü Eudes’e de
boyun eğdirdi. 90
Bütün bunların ötesinde Charles Martel "Avrupa feodalitesinin kurucusu"
olarak anılmaktadır. Aslında “Feodalite, teknik anlamıyla ... birtakım hür insanlara
(lordlar) karşı öteki hür insanların (vassaller) ... itaat ve hizmet düzenlenmeleri ve
zorunluluklarını ... ve lordun vassaline karşı koruma ve himaye zorunluluklarını
yaratan kurumlar toplamı olarak görülebilir.” Burada anahtar öğeler; ağır süvari,
vassallik, tımar, bağışıklık, özel kaleler ve şövalyeliktir. Büyük at zırhları ve zırhlı
şövalyeleri taşıyacak büyüklükte atlar gerektiren ağır süvarilik Batı'ya İran ve
Bizans'tan gelmiştir. Charles Martel yalnız bu tür süvari kullanımını başlatmakla
Hitti, İslam Tarihi, s. 679; Philippe Sénac, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers, de la réalité
au mythe, s. 12; Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée, c.II, s. 259
89 H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 271
90 H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 272
88
değil, onları beslemek için geniş Kilise topraklarına el koymakla da tanınır. Bu
nedenle ona "Avrupa feodalitesinin kurucusu" denilmiştir.
Üzengi aynı dönemlerde icat edilmiştir. Atın sırtında daha sıkı durulmasına
ve at ile sürücüsünün hızından yararlanarak mızrağın daha etkili kullanılmasına
yardım ederek, üzengi hafif, hareketli süvari baskınlarını ağır saldırı yöntemi
haline getirmiştir. Dolayısıyla ana sorun yeterli büyüklükte bir şövalye sınıfını hem
hizmetin ve eğitimin gerektirdiği psikolojik talepleri hem de atlarının,
donanımlarının ve maiyetlerinin oldukça fazla olan masraflarını sürekli olarak
karşılayacak toplumsal yapılanmayı sağlamaktır. Şövalye sınıfının (chevaliers)
beslenmesini, toprak mülkiyetiyle süvari geleneğinin el ele gittiği bir yapılanmada
sağlamak, feodal toplumun merkezi mantığını oluşturmaktadır.91
7.2. Puvatya Savaşı’na Hazırlık; Orduların Yapısı
İki ordunun genel durumuna bakacak olursak şunları söyleyebiliriz:
Kurtuba'dan hareket eden İslam ordusu uzunca bir süredir seferde olması
ve birçok savaş yapması sebebiyle bir hayli yorgundu. Üstellik, askerî birlikler
uzunca bir yol katederek buraya kadar gelmişti. Bu sırada meydana gelen
savaşlarda birçok şehit vermişti. Aynı zamanda ele geçirilen şehirlerin muhafaza
edilmesi önem arz ettiğinden askerlerin bir kısmını bu yerlerde muhafız olarak
bırakmıştı. Ayrıca fethedilen bölgelerden elde edilen çok miktardaki servet ve
ganimet ordunun süratli hareket etmesini güçleştiriyordu. Hatta ordunun hilafet
merkezinden çok uzakta bulunması yardımcı kuvvetler gelme ihtimalinin
olamayacağının göstergesiydi. Bir de ordu içinde Berberi-Arap çekişmesinden
kaynaklanan iç problemlerin var olduğu kuşkusu mevcuttu.92
Frank ordusuna gelince; Şarl Martel, öncelikle Galya bölgesinin her
yanından asker topladı, civardaki Hıristiyan liderlere elçiler göndererek yardım
istedi. Franklar ve çeşitli Germen kabilelerinden oluşan büyük bir ordu ile güneye
doğru yola çıktı.
Şarl Martel, askerî yönden tecrübeli, dinî yönü ağır basan, dönemin en güçlü
ve nitelikli hükümdarlarından biriydi. Ordusunda Vikingler, Normanlar, Saxonlar,
Galyalılar, Kuzey Afrika’dan getirilen paralı askerler olmak üzere muhtelif unsurlar
yer almaktaydı.93
Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. , 340, 377
Hüseyn Mu’nis, Rıhletü’l-Endelüs, s. 250; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 251
93 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 252
91
92
Şarl Martel’in ordusu tecrübeliydi ve ciddi bir şekilde savaşa hazırlanmıştı.
Üstelik bu ordu Katolik Hıristiyanları temsil ediyor görünümündeydi. 94
Şarl Martel’in askerleri silah olarak mızrak, kalkan, uzun kılıç ve ağır balta
taşıyorlardı, üzerlerinde zırh vardı.
Philip K. Hitti, Frank ordusunun kurt derilerinden yapılmış elbiseler
giydiğini, keçeleşmiş uzun saçlarını omuzlarından aşağı koyuvermiş yaya
askerlerden oluştuğunu ifade etmektedir.95
İslam ordusundaki askerler ise hafif silah olan kılıç ve ok kullanıyordu. Ok
atmak, kılıç kullanmak, ata binmek Müslümanların vazgeçilmez geleneklerindendi.
Hatta İslam uğruna ok imal eden, oku okçuya sunan ve oku atan kişinin cennete
gideceğine inanılırdı. Ayrıca yazmayı, yüzmeyi ve ok atmayı öğrenmek çocukların
en tabii hakkı idi. Dolayısıyla İslam ordusunun oluşumunda manevî unsurlar ağır
basmaktaydı. 96
Gerekli askerî hazırlıklarını yapmış olan Şarl Martel’in ordusu
Abdurrahman el-Gafıki ve Müslümanların bulunduğu Tours şehrine doğru süratli
bir şekilde hareket etti. Bu esnada İslam ordusu Loire nehrini geçmeye
hazırlanıyordu. İki tarafın öncü kuvvetleri Clain ve Vienne nehirlerinin birbirlerine
kavuştuğu noktada karşı karşıya geldiler. Bu ilk çatışmadan sonra Abdurrahman
el-Gafikî, ordusunu güneye, Poitiers ile Tours arasındaki ovaya çekti ve gerekli
hazırlıklar yapılıp savaş düzeni alındı.97
7.3. Savaş günü
.
Her iki taraf gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra, Poitiers ile Tours şehirleri
arasında; Poitiers’nin 20 km. kuzeydoğusunda bugün “Moussais la Bataille” denilen
yerde savaş düzeni aldılar. (Bu yer Chatellerault’ya giden eski Roma yolu
üzerindedir.)98
Şavaşın şekli hususunda; ilk günler iki ordu arasında küçük çaplı çatışmalar
ve karşılıklı ok atma dışında ciddi bir çatışma meydana gelmediğini bildirenler
olduğu gibi ilk günden itibaren son güne kadar çok ciddi mücadelenin ve kıyasıya
Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, s. 40; Jacques Pirenne, Büyük Dünya Tarihi (Çev., N.
Önal-B. Cankat-R. Özdek, İstanbul, trz, c.I, s.265.
95 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 252
96 M. Reinaud, De l’Art militaire chez les arabes au moyen âge, Paris 1848, s. 16-23
97 Hitti, İslam Tarihi, s. 679; L. A. Sédillot, Histoire des Arabes, s. 158
98Ferdinand Lot, Études sur la bataille de Poitiers de 732, s. 44; el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’şşühedâ, s. 66; Hüseyn Mu’nis, Fecru’l-Endelüs, s. 270; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 252
94
çatışmaların yaşandığını bildirenlerde vardır. Savaşın ciddiyeti göz önünde
bulundurulduğunda ikinci bakış daha makul gibi görünmektedir.
Bilindiği gibi Araplar seri ve hızlı savaşlara alışkın idiler; savaşları genelde
kısa sürer; ya yener ya da yenilirlerdi. Fakat bu defa savaşın yaklaşık on gün kadar
sürdüğünü görmekteyiz.
Her iki tarafta savaşı ciddi bir şekilde algılamış ve kazanmak için büyük
çaba ve enerji sarfediyordu. Taraflar birbirleriyle sabahtan akşama kadar kıyasıya
mücadele etmekte ve karşılıklı direnmekteydi.
Frank orduları eğitimli, daha tecrübeli ve savaşmaya alışkındı. Fakat
Müslüman birlikler içinde özellikle gönüllülerin savaş tecrübesi azdı; ancak onlar
şehid olmayı arzuluyorlardı.
Hafif süvari birliklerinden oluşan İslam ordusu bütün cesaretiyle Hıristiyan
ordusu üzerine hücuma geçiyor, fakat birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş zırhlı
Frank birliklerinin saflarını yaramıyor, bir duvara çarpmış gibi geri çekilmek
zorunda kalıyor ve piyade birlikleri için bir gedik açamıyordu.
Hitti bu karşılaşmayı şöyle anlatmaktadır: Frank ordusunda yer alan ve
savaşın kızgınlaştığı bir sırada dört köşe ve ortası boş bir biçimde vaziyet almış
olan savaşçılar, omuz omuza ve bir duvar sağlamlığında, ve hatta bir buz duvarı
gibi gevşeme ve esneme nedir bilmez bir biçimde ayakta duruyorlardı.
Karşılarında hücuma kalkan Müslümanların hafif süvarileri başarı gösteremiyordu.
Franklar, saflarını dörtgen biçiminde sıralamışlardı. Her bir saf aşıldığında
arkasından diğeri geliyordu. Üzerlerine gelen süvarilerin aralarına sızmasına
imkân vermeden ellerindeki kılıçlarla onları etkisiz hale getiriyorlardı.99.
Fransız askerleri silah avantajına da sahipti. Ağır süvari birlikleri zırhlıydı,
askerler ok, kalkan, uzun mızrak, uzun kılıç ve ağır balta taşıyorlardı. Özellikle
kuzey bölgelerinin askerleri Vikingler ve Normanlar çok güçlü ve acımasızdılar.
Müslüman askerler ise hafif silah olan kılıç ve ok kullanıyordu. Bu durum
askerî yönden Frankların avantajlı olduğunun bir göstergesidir.
Savaşın ilk günleri her ne kadar Müslümanlar buz dağına çarpmış gibi
etkilenmişlerse de bu savaşı kazanacakları görünümü vardı.
Müslüman ordusunun savaş düzeni klasik beşli yapı şeklindeydi.
1.Mukaddime, öncü birlikler. 2.Meymene, sağ kanat. 3.Meysere, sol kanat. 4.Kalp,
merkezî birlikler. 5.Saka, artçı birlikler.
İlginç ve diğer savaşlardan farklı olarak bu defa Saka (artçı) bölümünde
özellikle Berberî askerlerin taşınabilir eşyaları ile aileleri; eşleri ve çocukları da
bulunmaktaydı. Bu Müslüman askerler buralara yağmalama düşüncesinden ziyade
99
Hitti, İslam Tarihi, s. 680; Lavallée, Histoire des Français, c.I, s.151
yerleşmek amacıyla gelmişlerdi. Bununla birlikte ordunun ihtiyacı olan erzak ve
mühimmat, ihtiyat birlikleri ve Fransa topraklarına girildiğinden beri ele geçirilmiş
olan ganimetler de bu bölümdeydi.100
Şarl Martel, bir taraftan İslam ordusuna karşı şiddetle mukavemet
gösterirken diğer taraftan Abdurrahman el-Gafikî’nin ordusunun yapısını
derinlemesine analiz etti. Bu istihbarat faaliyeti meyvesini verdi. İslam ordusunda
ganimetlerin ve ailelerin bulunduğu yeri tespit ettiler.
Savaşın sonuncu günü Müslümanların zafere ulaşmaları beklenirken Şarl
Martel’in birlikleri İslam ordusunda bir gedik açtı ve artçı birliklerin ya da
ganimetlerin bulunduğu yere hücum etti. Ganimetlere hücum edenin Dük Eudes
olduğu da rivayet edilmektedir. Frankların mükemmel planı savaşın kaderini
belirleyen en önemli etmenlerden bir oldu. Dük Eudes’ün yeni birliklerle gelip
Charles Martel’e destek verdiği, onun katılımıyla Frankların cesaret kazandığı ve
canla başla savaşa devam ettikleri söylenmektedir.101
Ganimetlerin bulunduğu yerin düşmanların eline geçmek üzere olduğu
haberi İslam ordusunun merkezinde duyulunca ordunun insicamı bozuldu.
Ganimetlerin Frankların eline geçmesinden endişe eden sağ ve sol kanattaki süvari
birlikleri Abdurrahman el-Gafikî’nin bütün uyarılarına rağmen saflarını terkedip
ganimetleri onlara kaptırmamak için süratle ordugâha geri döndüler. Aslında bu
geri dönenlerin ailelerini; eş ve çocuklarını kurtarmak için dönen Berberîlerin
olduğunu söylemek savaşın mantığı ve hedefine daha uygun düşmektedir.
İster ganimet, ister ailelerin kurtarılması için olsun bu durum büyük bir
kargaşa ve karışıklığa neden oldu ve İslam ordusunun saflarında bozulma
meydana geldi. Abdurrahman el-Gafikî var gücüyle safları düzeltmek için çok
uğraştı ve ordunun en önüne geçti. Ancak düşman tarafından atılan bir okun
yanağına isabet etmesi sonucu şehit düştü. Zaten O’nun en büyük emeli savaş
alanında şehit olmaktı; bunun için dua ediyordu ve O, bu emeline kahramanca
ulaşmış oldu.
Komutanlarının akıbetini gören Müslümanların morali bozulmuştu.
Franklar her taraftan onları kuşatmıştı. Müslüman askerler akşam oluncaya kadar
kayıplar vererek savaşa devam ettiler. Daha sonra taraflar ordugâhlarına
çekildiler.
İslam ordusu yorulmuş pek çok asker şehit olmuştu. Bu arada Franklar
müslümanların ilerlemesini önledikleri için adeta bayram havası estiriyorlardı.
Gece durumu değerlendiren İslam ordusundaki kumandanlar, kalan
askerlerle savaşa devam etme fikrini öne sürenlere rağmen, daha fazla kayıp
100
101
Philippe Sénac, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers, de la réalité au mythe, s. 12
J.-L. Chalmel, Histoire de Touraine, c. I, s. 228-229
vermemek için gece karanlığından istifade ederek götürebilecekleri kadar
ağırlıklarını yanlarına alıp savaş meydanından uzaklaşmaya karar verdiler. Tedbir
olarak çadırlarında ateşleri yanık bıraktılar. Taşıyamayacakları çadır ve
ganimetleri orada bırakıp, hafif eşyalarını yanlarına aldılar ve güney doğudaki
Septimania’ya, Erbûne (Narbonne) şehrine çekildiler (Ramazan 114 / 25 Ekim
732).102
Théophile Lavallée, Arapların ağır bir şekilde geri çekilirken geçtikleri
yerlerdeki her şeyi tahrip ettiklerini söylemektedir.103
Sabah olunca Franklar o günkü savaş için son hazırlıklarını yapıp
müslümanların çadırlarından çıkmalarını beklemeye koyuldular. Ancak uzun süre
beklemelerine rağmen karşı çadırlardan ne bir ses duyuluyor, ne de bir hareket
görülüyordu. Bunun bir hile olduğunu sanarak dikkatle çadırlara doğru ilerlemeye
başladılar.
Karşılarında çadırların boş olduğunu gören endişeli Fransızlar önce
şaşırdılar daha sonra İslam ordusunun çekildiğini anlayınca büyük bir ferahlık
duydular. Hiç olmazsa o an için bir tehlike kalmamıştı.104
Savaştan muzaffer çıkan Frank ordusu komutanı Charles Martel ise
muhtemelen Müslümanlarla savaşın zorluğunu gördüğü için ya da başka
sebeplerden dolayı onları takip etmedi. Kısmî başarı ile yetindi ve Müslümanların
terk ettikleri ganimetleri gasp ederek kuzeye döndü.105 Araplar bu savaşta yok
edilemedi.
Bu savaş sonrası Dük Eudes, Şarl Martel’e bağlılık yemini etti ve Akitanya’ya
gönderildi. Şarl ise büyük bir ganimetle Austarasie’ye döndü ve “Sarrazenlerin
Çekici” (Marteau des Sarrasins) unvanıyla anıldı.106
Yapıldığı bölgeye nispetle batılı kaynaklarda “Poitiers”, “Battle of Poitiers",
Tours isimleriyle anılan bu savaş bu şekilde İslam ordusunun geri çekilmesiyle
sona ermiş oldu. Bu savaş İslami kaynaklarda ise "Puvatya", (Puvatye) ve
“Belâtüşşühedâ” (Şehitler Yolu) olarak isimlendirilmiştir.107
H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 209; Abdülkerim Özaydın, “Belâtüşşühedâ”, DİA, c.V, s.
391-392; Hüseyin Mu’nis, Atlas Târîhü’l-İslâm, s. 137; Emîr Şekîb Arslan, Târihu ğazavâti'l-Arab,
s.101,106; Muhammed Abdullah İnân, Devletü’l-İslam fi’l-Endelüs, s. 99-101; el-Ğanîmî, Ma’reketü
Balâtü’ş-şühedâ, s. 66-75; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 77; Condé, Histoire de la
domination des Arabes, c. I, s. 142; Ferdinand Lot, Études sur la bataille de Poitiers de 732, s. 35, 44;
Henri Guillaume Moke, La Bataille De Poitiers, s. 3-6
103 Lavallée, Histoire des Français, c. I, s. 151
104 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 77
105 Hitti, İslam Tarihi, s. 680; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 254; Robert Mantran, İslâm’ın Yayılış
Tarihi, s. 112
106 Lavallée, Histoire des Français, c. I, s. 151
107 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9
102
Sonuç
Puvatya Savaşı sonucu itibariyle Müslümanlar açısından olumsuz ve son
derece elem vericidir. Bu savaşta onlar geri çekildiler, hem komutanlarını hem de
başta tâbiînden olmak üzere çok sayıda savaşçının şehid olmasına tanık oldular.
Bununla birlikte daha önce belirtildiği gibi, Müslüman tarihçiler Puvatya
savaşı ile ilgili ya suskun kaldılar ya da çok kısa bilgiler vermekle yetindiler.
Vakıdi, Belazüri,
bahsetmemektedir.
Taberi
gibi
ilk
dönem
tarihçileri
bu
savaştan
İbn Abdülhakem, Abdurrahman el-Gafıkî’nin 733 yılında yapılan bir seferde
tüm askerleriyle beraber şehit olduğunu bildirmekte ve başka herhangi bir detaya
girmemektedir.108
İbn Haldûn ise bu savaşı Abdurrahman el-Gafıki yerine Ubeydullah İbnu’lHabhab’a nispet etmektedir.109
Mehmet Özdemir ise, bu mağlubiyetin Endülüs Müslümanlarını derin bir
kedere boğduğunu ve gelecek nesillerin böyle elim bir hadiseden haberdar
olmalarına engel olmak için İslam tarihçilerinin kaynaklarında bu savaştan pek
bahsetmediklerini ifade etmektedir.110 Bu söylenenlere ilave olarak Müslüman
tarihçilerin, mağlubiyet nedeniyle de bu savaşı fazla önemsemedikleri söylenebilir.
Puvatya Savaşı Avrupalılar açısından büyük bir gündür; bu büyük günde
Avrupa halkları kendilerinde yeniden bir cesaret buldular, artık bu günden sonra
Müslümanlardan (Sarrazenler) korkmamaya ve endişe etmemeye başladılar.111
Hıristiyan kaynakları ve batılı tarihçiler Puvatya savaşıyla ilgili tafsilatlı
bilgiler vermekte, Müslüman tarihçilerin zıddına bu savaşta elde ettikleri zaferi
mübalağalı bir şekilde ortaya koymaktadırlar. Genel olarak baktığımızda batılı
tarihçiler bu savaşı Hıristiyanlığın bir zaferi ve Avrupa’nın İslamiyet tehlikesinden
kurtulduğu gün olarak tavsif etmektedirler.
Şarl Martel’in Puvatye’de elde ettiği zaferin hiçbir şeref hissesi yoktur. Çünkü bu zafer
Hıristiyan müverrihleri dinî taassuba kapılarak ne kadar iddia ederlerse etsinler, hiç de şerefli bir
zafer değildir. Puvatye’deki mağlubiyet Arapların, Abdurrahman2ın mağlubiyeti değil, fakat Arap
ahlakının infisahından mütevellit bir mağlubiyettir. Eğer bu hal olmasaydı Suriye’den, Afrika’dan,
Endülüs’ten taşıp gelen beyaz bayraklı dört yüz bin kişilik kuvvet Puvatye harp meydanında
muzaffer olur ve bu zafer bütün Avrupa topraklarının Suriye emaretine ilhakı ile neticelenirdi.
(Kalelizade, Puvatye Muharebesi, s. 27-28)
108 İbn Abdülhakem, Fütûhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 217
109 İbn Haldun, Tarih, c.IV, s.119; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 255
110 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, s. 40.
111 De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, c. II, s. 461
Tarihçi İra M. Lapidus, Müslümanların İspanya üzerinden Fransa içlerine
doğru birçok sefer düzenleyerek ilerlediğini ancak Charles Martel tarafından
732’de Poitiers muharebesiyle durdurulduğunu ifade etmektedir.112
Claude Cahen’e göre genel kanaat bu savaşın yapıldığı gün, Müslümanların
Avrupa da ilerleyişlerinin durdurulduğu gündür.113
Çağdaş bazı tarihçi ve yazarlar Puvatya savaşını takip eden yıllarda
fetihlerin hızının kesilmediğini, halife Hişâm b. Abdülmelik (724-743) tarafından
yeni orduların bölgeye gönderildiğini ifade etmektedirler. Buna göre Puvatya’da
Müslümanların durdurulması her şeyin sonu anlamına gelmemektedir. Bu
savaştan iki yıl sonra Müslümanlar Rhône Vadisinde gözüktüler (734), Arles ve
Avignon şehirlerini ele geçirdiler ve egemenliklerini Lyon ve aynı zamanda da
Akitanya’ya kadar genişlettiler.114
Ayrıca Hitti’ye göre; Müslümanlar Narbonnne (Arbûne) limanında
kurdukları köprü başlarını ve teşebbüs ettikleri bütün askerî harekatta merkez ve
stratejik üs vazifesi görmüş olan bu şehri 759 yılına kadar ellerinden
bırakmamışlardır. Fakat Tours (Tur) yakınlarındaki bu başarısızlık Müslümanların
kuzey yönünde ilerleyişlerindeki duraklamalarını gerçek sebebi olmayıp sadece
İspanya'daki muzaffer Müslüman Ordularının kuzeyde ulaşabildiği en uzak noktayı
bize işaret edip göstermektedir.115
Poitiers savaşının sonucu üzerinde yorum yapan. Fransız tarihçisi Gustave
Le Bon bu hususta şöyle demektedir: “Müslümanlar, Charles Martel'den yedikleri
darbeden uyandıktan kısa bir zaman sonra eskiden elerinde olan yerleri geri
aldılar ve iki asır kadar Fransa'dan çıkmadılar. 737 yılında Marsilya dükü Provence
bölgesini Müslümanlara teslim etti. Daha sonra Müslümanlar: Arles ve çevresini
zaptederek X. yüzyılın sonuna kadar Provence bölgesinden çıkmayarak orada
kaldılar.
Bazı tarihçilerin iddia ettikleri gibi Charles Martel’in Poitiers'de kazandığı
zafer netice itibariyle pek önemli olmamış, Müslümanlar bu savaştan sonra
Fransa'da iki asırdan fazla kalmışlardır. Bu tarihçilerin Charles Martel'in Avrupa'yı
ve hıristiyanlığı Müslümanların elinden kurtardığı tarzındaki iddiaları önemli bir
delile dayanmamaktadır.
Ira M. Lapidus, İslâm Toplumları Tarihi, Hazreti Muhammed’den 19. Yüzyıla, İletişim yayınları,
İstanbul 2010, c.I, s. 512
113 Claude Cahen, Doğuşundan Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar İslamiyet (Çev., Esat Nermi
Erendor), Ankara 2000, s. 38
114 De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, c. II, s. 460-461; Emîr Şekîb
Arslan, Târihu ğazavâti'l-Arab, s. 106; Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée, c.II, s. 261; Henri
Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, s. 10; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 258;
H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 209
115 Hitti, İslam Tarihi, s. 681
112
Nitekim Charles Martel, müslümanları feth ettikleri hiç bir şehirden geri
çıkaramamış, aksine onlar tarafından feth edilen şehirleri bırakarak geri çekilmek
zorunda kalmıştır. Charles Martel'in elde, ettiği tek müspet sonuç, müslümanların
Fransa'ya sefer' yapma hususundaki cesaretlerini sarsmış olmasıdır. Bu da Fransız
komutanının önemli bir zafer elde ettiği anlamına gelmemektedir.”116
Üstelik Müslümanlar, Fransa'nın güneyinde fethettikleri yerleri bir müddet
daha koruyabildikleri gibi Endülüs, sekiz asra yakın bir zaman ellerinde kaldı.
Şayet Politiers savaşı, bazı tarihçilerin iddia ettikleri ölçüde önemli olsaydı
müslümanlar bu savaştan sonra bu topraklarda o kadar uzun bir süre
kalamazlardı.117
Bu durumda Müslüman Araplar Endülüs ve Galya bölgesindeki
topraklarının tümünü bırakmamışlardır. Ancak Abdurrahman’ın bu savaşı
Araplar’ın Fransa topraklarındaki son ciddi çabasıdır. Bundan sonraki yıllarda
Emevi devletinin yıkılmasına doğru işleyen süreç bu bölgeyi de etkiledi. İç
anlaşmazlıklar, Arapların kendi aralarındaki problemleri, Arap-Berberi çekişmeleri
Endülüs’te bazı dahili sıkıntıları doğurdu. 741 yılında kuzey Afrika’da başlayan
Berberî isyanları Endülüs’e de sıçradı. Böylece Müslüman fatihler, enerjilerini
savaş meydanlarında düşmanlara karşı değil, birbirlerine karşı kullanmaya
başladılar.118
Robert Mantran ise, “Müslüman fetihleri, Berberilerin itişi altında, kuzeye
doğru yoluna devam etti: Biliniyor ki Müslüman birlikleri Fransa'da Gaulle
bölgesine girdiler, güneyi işgal ettiler ve 732'de Poitiers'de durduruldular. Bu
güneye doğru varan müslüman yayılışının en uç noktası oldu” demektedir.119.
G. Ostrogorsky, o zamanki dünyanın öteki ucunda Poitiers yakınında
Araplara karşı Charles Martel’in kazandığı zaferi dünya çapında bir dönüm noktası
kabul etmekte ve diğer bazı zaferlerle birlikte bunun da Avrupa’yı Müslüman
dalgasının kaplamasından kurtardığını ifade etmektedir.120
Puvatya savaşının Avrupa medeniyetini kurtardığı şeklinde öne sürülen
iddialara karşı bazı tarihçiler, O dönemde Endülüs ile Avrupa’yı kıyaslayarak cevap
vermektedirler. Miladi VIII. asırda Endülüs’ün ticaret, ziraat, eğitim, hukuk vb.
konularda Avrupa’dan önde olduğu ve tüm dinler için ibadet özgürlüğünün
bulunduğu ifade edilmektedir. 121
Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 78
W. Montgomery Watt, İslam Avrupa’da (Çev., Hulusi Yavuz), s. 23.
118 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 258
119 Robert Mantran, İslâm’ın Yayılış Tarihi, s. 112
120 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 116-117; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 256
121 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 258
116
117
Théophile Lavallée’ye göre Avrupa ve Asya’da doğan medeniyetler 732
yılında Poitiers savaş meydanında birbirleriyle buluştular.122
Gustave Le Bon, Müslümanlar Fransa’yı fethetmiş olsalardı, Paris şehrinin
de Kurtuba gibi ilim ve medeniyet merkezi haline geleceğini, Kurtuba’da yolda
yürüyen sıradan insanların bile okur-yazar olduğu halde Avrupa’da kralların
isimlerini yazmayı bilmedikleri ve parmak damgası kullandıklarını ifade
etmektedir.
Yine aynı tarihçi Gustave Le Bon: "Ortaçağda Araplar medeni Avrupalılar ise
geri kalmıştı" diyerek bu gerçeği ortaya koymaktadır.123
İngiliz tarihçi Gibbon’un Puvatya Savaşı ile ilgili söyledikleri oldukça dikkat
çekmektedir: "… Sarrazenler (Müslümanlar), Cebelitarık’tan hareketle Loire nehri
kıyılarına ulaştılar, Polonya sınırlarına, Ecosse dağlarına da ulaşabileceklerdi;
onlar için Ren (Rhin) nehrini geçmek Nil ya da Fırat’ı geçmekten hiçte zor değildir,
öte yandan Arap donanması hiçbir deniz savaşı yapmadan Tamise’e girebilecekti.
Şayet bu savaşta Müslümanlar galip gelseydi belki şimdi Oxford Üniversitesinde
Kur’an tefsir edilecek ve sünnet edilmiş halkın önünde Muhammed’in dininin
kutsallığı ve doğruluğu ispat edilecekti. Tek bir adamın (Charles Martel) talihi ve
dehası Hıristiyanlığı kurtardı …"124
Bir başka batılı tarihçinin şu sözü nakledilir. "Şarl Martel’in 732 yılındaki
Araplara karşı elde ettiği zafer, Arapların Avrupa’nın batısındaki fetihlerine kesin
bir çizgi koydu ve Hıristiyanları İslamiyet’ten kurtardı. Diğer eski medeniyetleri
korudu…" Aynı eserde Ranke’nin şu sözü verilir: "VIII. asır tarihteki en önemli
asırlardan birisidir. Bu asırda Muhammed’in dini İtalya ve Galya bölgelerini ele
geçirdi. Bu tehlikeyi bir Germen genci olan Şarl Martel engelledi.125
XVI. XVII, XVIII. yy’larda tarihçiler bu savaşı diğer savaşlardan farklı
görürlerdi. XIV.Louis’nin sarayında Fransa tarihini kaleme alan Rahip Vellydans bu
savaşı değerlendirirken “Arapların büyüklüğünün mukadder sonu, Fransa’nın
muhafazası, Avrupa’nın ve tüm Hıristiyanlığın kurtuluşu” ifadelerini
kullanmaktadır.126
Bununla birlikte Hitti, “…şimdi içinde muazzam katedrallerin dikili durduğu
Londra ve Paris'teki camilere Oxford ve diğer öğrenim merkez ve muhitlerinde
Lavallée, Histoire des Français, c. I, s. 151
Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 259;
124 Edward Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, nouvelle édition par
François Guizot, t. X, p. 385-386, 390
125Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 257
126 Philippe Sénac, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers, s.12
122
123
İncil yerine Kur'ân-ı Kerîm'in okunmasının bolluğuna bakarak savaşı nihayet
Müslümanların kazandığını ifade etmektedirler.”127
Yine savaşla ilgili şu abartılı bilgiler dikkat çekicidir; “Müslümanların bu
yenilgi haberinin müjdesi Katolik âleminde çabucak yayıldı. İtalya’daki papazlar ve
rahipler, Şarl Martel tarafından 350.000 veya 375.000 Müslüman’ın başının ezildiği
haberini yayıyorlar ve bunu kutluyorlardı. Bu savaşta sadece 1.500 kadar
Hıristiyan ölmüştür”. 128 Halbuki bu savaşa katılan Müslümanların sayısının
70.000-100.000 arasında olduğunda şüphe yoktur.
Hıristiyan yazarlarından bazıları ve kilise kaynakları buna benzer görüşler
ortaya atmışlardır. Bu görüşlerde Hıristiyanlık dinini koruma ve taraftarlığını
yapma kendini hissettirmektedir. Bunu da bir bakıma doğal karşılamak gerekir.
Ancak bazı yazarlar işin dozunu kaçırmışlar ve mübalağalı, gerçekten uzak bilgiler
vermişlerdir.129
Bununla birlikte Abdurrahman el-Gafıki komutasındaki İslam ordusunun
Puvatya’da durdurulması Avrupa Hıristiyan dünyası için büyük bir önem taşıdığı
gibi, İslâmiyet’in Batı’daki ilerlemesinin de bir dönüm noktası olmuştur. Charles
Martel’in bu başarısı efsane ve destanlara konu olmuş, halk muhayyilesini asırlarca
meşgul etmiştir.130
Öte yandan bu savaştan sonra Şarl’a “Martel” (çekiç) lakabı verilmiş ve
Şarl’ın nüfuzu ve şöhreti artmıştır.131
Bir başka açıdan Puvatya savaşının gerçek mağlubu Dük Eudes ve onunla
birlikte Akitanya oldu. Eudes’ün yardım çağrısıyla gelen Şarl Martel Akitanya’ya
girdi. Bu bir anlamda Kuzeyin Güney üzerinde bir zaferiydi. Austrasie bölgesi
Frankları artık Akitanya’daydılar.
Aslında Dük Eudes’ü yenen Müslümanlar Franklara farkında olmadan
büyük bir hizmette bulundular; 735’de Dük Eudes’ün ölümünden kısa bir süre
sonra Charles, Bordeaux ve Blaye’ı ele geçirdi.132
Hitti, İslam Tarihi, s. 681
Bir kısım hıristiyan müellifler hırıstiyanlık gayreti ile şöyle yazmışlardır. "Eğer Şarl Martel
onları bozmamış olsaydı Almanya'yı feth ederek İstanbul'u muhasara etmekte olan hemcinslerine
kavuşup bütün dünya İslam hükümetine dahil, bütün âlem Muhammedî olacak bu suretle hırıstiyan
dini ortadan kalkmakla dünya dalaletten kurtulmaz olacaktı." (Nuri Ünlü, İslâm Tarihi, s. 212
128Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 132-133; Muhammed Abdullah İnân, Devletü’l-İslam fi’lEndelüs, s. 108; M.Cardonne, Histoire de l’Afrique, s. 127-128; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 256
129 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 257
130 Hakkı Dursun Yıldız, "Abdurrahman el-Gafıkî, DİA, c.I, s. 162
Abdurrahman’ın o zamanlarda bir masal kahramanı etkisi bıraktığı ve Frenk kadınlarının
uzun zaman yaramaz çocuklarını "Abderame geliyor” diye korkuttukları söylenmiştir. (Atçeken,
Puvatya Savaşı, s. 258)
131 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 12
127
Montgomery Watt’ın değerlendirmesi ise şöyledir; Vizigotlar İspanyası'nın
fethi tamamlanmadan önce bazı Müslüman kumandanlar, Rhône Vadisi'ne,
Narbonne ve Pamplona üslerinden de Fransa'ya doğru akınlar yapmaya başladılar.
Bu akınlardan biri 732 yılında Puvatye (Poiters) ile [Paris'in 200 km
güneybatısındaki] Tours şehirleri arasına doğru yapıldı. Ancak Şarl Martel (Charles
Martel) tarafından burada geri püskürtüldüler. Bu hadise, dünyada neticesi en
kesin olan harplerden biri sayılmaktadır. Bir bakıma da öyledir. Zira o tarihten
sonra bu yöndeki İslami ilerleme, en son noktasında düğümlenip kalmıştır. Diğer
taraftan, İslam'ın hızla ilerlediğini gösteren olaylara bakılırsa, İspanyalı
Müslümanların hezimete uğradıklarına dair hiç bir alamet yoktur. Bilakis
Müslüman İspanya, yüzyıllar boyunca dimdik ayakta durabilmiş, hatta bir müddet
kudreti de artmıştır.
Puvatya savaşı, Müslümanların düzenledikleri kârlı akınların artık sonunun
gelmiş olduğunu ortaya koymuştur. Fransa'nın ortalarına kadar gönderdikleri
insan gücü, oralarda rastlayacakları düşman birliklerini mağlup edecek kadar
sağlam değildi. Müslümanların askeri güçleri artsaydı, kuzeye doğru bir sefer daha
yapabilirlerdi. Fakat Puvatya savaşından yaklaşık on sene sonra Emevî hilafeti,
Orta Doğu'da, vâkî ayaklanmalarla can çekişmeye başladı. Bu yüzden Müslüman
Arapların uzak ülkelere akınlar yapacak halleri yoktu. İspanya, bir Emevî Emîri'nin
idaresinde daha sonra müstakil bir devlet haline gelince, Emîr'in bütün gayreti,
ülkeyi birleştirip istikrara kavuşturmaktan ibaret oldu. Onun için bu akınlar,
Müslümanların Puvatya ve Tours istikametindeki yayılma dalgasının en uç,
gerilemelerin de en başını teşkil etti.133
Atçeken’in değerlendirmeleri ise şöyledir; Hz. Peygamber’in (s.a.s.)
vefatından bir asır sonra (114/732) meydana gelen Puvatya savaşı Müslümanlar
açısından ibret alınması gereken bir olaydır. Öncelikle hilafet merkezinden 10. 000
km. uzaktaki güney Fransa’ya kadar giden Müslümanların bulunduğu nokta İslam
tarihi boyunca Batı Avrupa’da ulaşılabilen en son noktadır. Müslümanlar
İslamiyet’i yaymak için binlerce kilometre uzaklara gidebilmişlerdir. Ancak gerek
ordu içindeki bazı iç anlaşmazlıklar ve çekişmeler, gerekse maddi temayüller
(ganimet) ilk günler başarılı götürdükleri savaşın son anında geri çekilmeleriyle
sonuçlanmıştır. Gerçi bu savaşta Müslümanların, Avrupalı tarihçilerin iddialarının
aksine tam bir hezimete uğramaları söz konusu değildir. Savaştan geri çekilme ve
İslam topraklarına salimen geri dönebilme isteği vardır. Ancak Müslümanlar biraz
daha sebat etseler ve dünyalık peşine düşmeselerdi Allah (c.c.) zafer nasip
edecekti. Manevî yüce hedeflerden sapılmadığı müddetçe zafer Müslümanlardan
yana olmuş, maddi hedefler ön plana çıktığı veya iç anlaşmazlığa düşüldüğü zaman
doğal olarak mağlubiyet kendisini göstermiştir. Bu da tarihî olayların oluşumunda
132
133
Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 10-11
W.Montgomery Watt, İslâm Avrupa’da (trc., Hulûsi Yavuz), s. 27
dinî ve siyasî faktörlerin yanında ictimaî ve iktisadî faktörlerin de rol oynadığı
gerçeğini gözler önüne sermektedir. Puvatya Savaşı sonucu itibariyle Hıristiyan
Avrupa milletlerini sevindirmiş, buna karşılık Müslümanları üzmüştür. Ancak
Puvatya savaşı Endülüs Müslümanları için her şeyin sonu olmamıştır. Bu savaştan
sonra da eskisi kadar hızlı olmasa da askerî akınlar devam etmiş ve Müslümanlar
sekiz asır Endülüs’te egemenliklerini sürdürmüşlerdir.134
İbnü'l-Emin Mahmud Esad Seydişehrî, "Tarih-i Din-i İslâm” adlı eserinde
Puvatya Savaşını değerlendirirken şu ifadeleri kullanmaktadır; “Frenkler, Şarl
Martel'in bu başarısına pek büyük önem vermektedirler. Onların gözünde
Arapların Avrupa'yı zapt edememelerinin sebebi Şarl Martel'in başarısıdır. Hatta
Avrupa tarihçilerinden biri diyor ki: “Eğer bu savaşta Fransızlar yenilseydi,
Avrupa, Müslümanların eline geçer ve geleceği yok olurdu; çünkü Arapların zekâsı,
terakki fikrine müsait değildir.” Fransız yazarlarından Gustave Le Bon,
Avrupalıların bu yanlış düşüncelerini düzeltmek için şöyle diyor: “Araplar
Fransa'yı kendilerine mesken kabul etmek ve Avrupa'da kesin yerleşmek için
gelmemişlerdi. Fransa'nın havası onların vücuduna müsait değildi. Maksatları
birkaç senede bir kere gelip birtakım ganimet malları alarak dönmekten ibaretti.
Hatta Şarl'ın, o kadar büyütülen başarısı nedir? Arapların aldığı ganimetleri geri
almaktan ibaret değil mi? Şarl, Arapları hiçbir müstahkem yerden çıkaramayıp
savunmada bulunmuştur. Şarl'dan sonra Arapların iki asır daha Fransa'da kalmaya
devam etmeleri buna delildir. Farz edelim ki, Araplar Fransa'nın iklimi ile uyuşup
burada yerleşmiş olsunlar? Bunun ne güzel sonuç meydana getireceği malûmdur.
Avrupa'nın diğer tarafları en müthiş bir vahşet içinde bulunduğu zaman Arapların
idaresi altında yaşayan Hıristiyanların nasıl mesud bir vakit geçirdikleri
düşünülürse, görülür ki, İslam sancağı Avrupa'da dalgalanmış olaydı Avrupa
Hıristiyanları da Müslümanlarca asla bilinmeyen din savaşlarından, Sen
Bartelemilerden (Saint-Barthélémy), engizisyonlardan, kısacası Avrupa'yı asırlarca
kan deryasına çeviren bu afetlerden uzak kalırlardı. İslam ülkelerindeki şaşaalı
parlak medeniyet, İslam düşüncesinin ilerlemeye mani olduğu fikrinin yanlışlığına
delildir.”135
Puvatya Savaşı’nda Müslümanların kazanabilecek durumda iken maruz
kaldıkları hezimet, oldukça acı, aklın kabulde zorlandığı bir yenilgi. Aslında bu
durumu bir yenilgi olarak nitelemek yerine daha fazla kayıp vermemek için bir geri
çekiliş hamlesi olarak değerlendirmek daha uygundur.
Savaşın seyrini etkileyen birçok etmen mevcuttur. Bu etmenler arasında
savaş alanının hilafet merkezi Şam’a ve vilayet merkezi ana üs Kurtuba’ya olan
Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 259
İbnü'l-Emin Mahmud Esad Seydişehrî, Tarih-i Din-i İslâm (İslam Tarihi)-Medine, Dört Halife
Devri ve Sonrası, Divan Yayınları, İstanbul 1983, c.II, s. 1057-1058
134
135
uzaklığı önemli bir yer tutmaktadır.136 Bu uzaklık gerekli zamanda ve hızlı bir
şekilde askerî yardımın gelmesini imkânsız kılmıştır. Üstelik merkezden uzak ordu,
uzun bir müddettir devam eden savaşlardan yorgun düşmüştür.
Fethedilen Fransa topraklarının coğrafi ve topografik yapısı, özellikle de
savaş alanının Arapların savaşmaya alışkın oldukları arazi yapısından oldukça
farklı, dağlık, ormanlık, nehirler ve yeşil ovalardan teşekkül etmesi de önemli bir
etmendir.
Çöl ortamından farklı; mevsim, hava şartları, soğuk, şiddetli yağmurlar,
çamurlu ve sulak araziler ordunun manevra gücünü olumsuz etkilemiştir.
Dolayısıyla daha ziyade kurak mıntıkalarda savaşan Araplar bu defa tanımadıkları
ve alışkın olmadıkları bir bölgede savaşmışlardır.
Ordunun yapısı ise mütecanis değildi. Ordu içindeki Arap kabileler
arasındaki rekabet mevcuttu; Yemenî-Kaysî çekişmesi vardı. Yeni Müslüman olmuş
Berberîler ile Araplar arasında yaşanan anlaşmazlıklar, tüm gayretlere rağmen
zaman zaman olumsuz etkiler doğurmaktaydı. Bu arada Berberîler içinde
Haricîlerin propagandaları da etkili olmaktaydı.137
Her ne kadar Berberîler içinde bazı grupların manevî yapıları farklılık
arzediyorsa da, Berberî unsurlar Müslüman olduktan sonra, inançlı ve samimi bir
şekilde İslam için büyük fedakârlıklar gösterip, bu dinin Endülüs ve Fransa’da
yayılmasına büyük katkı sağlamışlardır.
Bununla birlikte Berberîler bu defa Fransa’ya düzenlenen sefere aileleriyle;
eş ve çocuklarıyla katılmışlardı. Aileleri ordu gerisinde ise de bu durum önceki
fetihlerden farklı ve savaşın seyrini etkilemiştir. Ayrıca orduda esirlerin ve
çocukların varlığı da göz ardı edilmemelidir.
Savaşın seyrini etkileyen en önemli etmen olarak ganimet konusu138 en çok
istismar edilen bir husustur. Yenilginin ana sebebini ganimet hırsına bağlamak
kolaycı bir yaklaşımdır. Hâlbuki Müslümanların hedefi Allah’ın ismini yüceltmek ve
onun dinini yaymaktır. Ganimet ise hedef değil ancak bir vesile idi. Ordunun
seyrüseferinde ihtiyat, erzak, mühimmat vb. ihtiyaçlarını temininde bir araçtı.
Ordu uzak bölgelerde mücadele etmekteydi. Zaten o günün Fransa’sı ve İslam
ordusunun güzergâhı yağma edilecek zenginliğiyle ön plana çıkmış değildi. Halkın
çoğunluğu fakirdi; hatta hayvan derisinden giysileri olan yoksun insanlardı. Bu
insanlar İslam ordularının yağmalayacağı ne mücevherata ve de hazinelere sahip
değildi. Ancak burada zikredilmesi gereken husus ise, İslam ordusunun yanlarında
Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 254
C.-A. Julien, Histoire de l'Afrique du Nord Des origines à 1830, s. 359; el-Ğanîmî, Ma’reketü
Balâtü’ş-şühedâ, s. 73-76; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 255; S. Muhammed Ebû Diyak, el-Vecîz fî
Târîhi’l-Mağrib ve’l-Endelüs, s. 193.
138el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 88-89; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 255
136
137
taşıdıkları ağır ganimetler nedeniyle hızının kesmesi gerçeğidir. Bu durum zaten
İslam ordusunun handikaplarından biridir.139
Bununla birlikte Bahriye Üçok, Abdurrahman el-Gafıki’nin tüm tedbirlerine
rağmen Müslüman askerlerin yağmaya daldıklarını bu sebeple ordudaki düzenin
bozulduğunu öne sürmektedir. O’na göre bu durum büyük başarılara alışmış olan
Abdurrahman’ın bozguna uğramasına sebep olmuştur. Eğer Abdurrahman Poitiers
Savaşı’nı kazansaydı, İslamların önce Almanya'ya, sonra Bizans İmparatorluğu
üzerine yürüyecekleri muhakkaktı. Bu olaydan 280 yıl önce Attilâ'nın askerleri de
Abdurrahman el-Gâfiki'nin askerleri gibi yağmaya daldıkları için Orleans'da
Aetus'la karşılaştıkları zaman yenilgiye uğramışlardı. Sırf bu yağma yüzündendir
ki, Attila ve Abdurrahman, Avrupa'yı tam olarak ele geçirmemişlerdir.140
Savaşın seyrinde etkili bir diğer hadise de daha önce anlatılan Munuza
(Osman b. Ebî Nes’a) olayıdır. Aquitanie Dükü Eudes kuzeyde Şarl Martel’in
tehdidi, güneyde ise Müslümanların akınlarına maruz kalmıştı. Öte yandan Berberi
lider Munuza ise, Kurtuba Emirine isyan etmişti. Bu durumda Eudes ile ittifak
kurması normaldi. Ancak Abdurrahman el-Gafikî, ona mektup gönderdi.
Müslümanlar üzerine gelen Eudes komutasındaki birliklerin önünü kesmesini
istedi. Osman ise Eudes ile daha önce ittifak yaptığını ve yaptığı ittifaka sadık
kalacağını bildirdi. Bu cevaba kızan Abdurrahman, Osman’ın bertaraf edilmesini
istedi ve Osman öldürüldü.
Müslümanların fetihler sırasında güney Fransa’da bazı kiliseleri yakıpyıkmalarına dair bilgiler veren batılı tarihçilere karşı Ömer Ferrûh şu
değerlendirmeyi yapmaktadır:
a) Kilise ve mabetlerin çoğu (mesela Tours şehrinde olduğu gibi) aslında
birer kale ve burç vazifesi görüyordu. Fransızlar bunların arkasında
Müslümanlarla savaşıyorlardı. O halde bunların yıkılmasında bir beis yoktur.
b) Barbar Germen halkaları ile Fransızlar arasındaki mücadelede yıkılan
bazı kiliseler olmuştur.
c) Şarl Martel Hıristiyan olmasına rağmen düşmanı olan bir yere hücum
ettiğinde kiliseleri yıkmayı mübah görüyordu.
d) İlk dönem Avrupalı tarihçilerinin çoğunun din adamı ve rahip olması
sonucu bunlar Müslüman Araplara iftirada bulundular, onları kilise ve mabetleri
yıkmakla itham ettiler.
S. Abdülaziz Salim, Târîħu’l-müslimîn ve âŝâruhüm fi’l-Endelüs, s. 143. Atçeken, Puvatya Savaşı,
s. 254
140 Bahriye Üçok, Emevîler-Abbasîler, Ankara, 1968, s. 59-60
139
e) Fransız tarihçileri, Arapların içinde 500 tane rahip olan bir kiliseye
hücum edip onların hepsini boğazladıkları iddiasını ortaya attılar. Bu iddia
tamamen geçersizdir.141
Müslüman ordusunun yenilgisinin asıl etmeni ise Başkumandan
Abdurrahman el-Gafikî’nin savaş meydanında kahramanca çarpışarak şehid
olmasıydı. O, bir rumuzdu; kalplere güven veren, kaynaştıran, cesaret verip
yüreklendiren karizmatik bir şahsiyetti. Onun şehid düşmesi ordunun azmini kırdı,
yerini alan kumandanlar, Muhannek, Ukbe b.Haccac vb. onun gösterdiği başarıyı
gösteremediler. Yine de geri kalan askerlerin büyük kayıplara uğramaması için geri
çekilerek yapılması gereken en makul davranışı sergilediler. Tıpkı Toulouse
yenilgisinde Başkumandan Semh b. Malik el-Havlanî’nin şehid düşmesi akabinde
onun yerini alan Abdurrahman el-Gafikî’nin orduyu salimen geri getirmesi gibi.
Bununla birlikte bu çetin savaşta başkumandanlarının ölümüyle ordunun
maneviyatı bozulmuştu. Ordunun durumu perişandı. Bu kaçınılmazdı. Genelde
bütün güven bir kişinin şahsiyeti üzerine inşa edilmesinin bunda etkisi büyüktü.
Bir önemli etmen ise istihbarat konusudur. Bilindiği gibi savaşlarda
istihbarat esastır. Muhtemelen burada bölgeyi iyi tanımayan Müslümanlar kısa
sürede gerekli tedbirleri alamadılar. Bölgenin insanı Şarl Martel ise İslam
ordusunun yapısını tespit ekmekte büyük bir başarı gösterdi ve ordunun arka
kısmına saldırarak Müslüman askerlerin çözülmesini sağladı. Daha sonra İslam
ordusunu kalabalık askeri birlikleriyle her yandan kuşatma altına aldı. Zaten
Fransız ordusu sayı bakımından büyük üstünlüğe sahip olduğu gibi savaşta
kullanılan uzun kılıç, uzun mızrak, kalkan, zırhlı ağır süvari vb. avantajlarına
sahipti. Aslında Frankların bu askerî üstünlüğü İslam ordusunu etkilememişti ve
bu ordu başkumandanlarının şehid olduğu son günün akşamına kadar
mücadeleden vazgeçmemişti.
Puvatya Savaşı sonrası Roma ya da Papa III.Gregorius ile Şarl Martel
arasında yakınlaşma başlamıştır. Papa, Lombard tehlikesine karşı Şarl ile ittifak
kurmak için girişimlerde bulunulur ve yardımını istemek üzere Ona iki elçi
gönderir. 732 tarihi daha sonra 751’de Şarl Martel’in oğlu Pépin le Bref’in
kutsanmasına giden yolda önemli bir etaptır; artık Şarl Martel’in mensup olduğu
Karolenjiyen hanedanı Frankları yönetecektir.142
Papa III.Gregorius bu savaştaki başarısından sonra Şarl Martel’e gönderdiği
mektuplarında ondan övgüyle bahseder ve Şarl’a “Aziz oğlum (Mon cher Fils), çok
değerli oğlum!” gibi ifadelerle hitap eder.
141
142
Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 257; Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 133-134
Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 11; el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 78
Nitekim bu savaş hem Frankların hem de Hıristiyanlığın bir zaferidir. Şarl
Martel artık meşhur olmuştur. Aslında bu zaferi Hıristiyanlığın İslam’a karşı zaferi
yerine Şarl Martel komutasındaki Hıristiyanların etnik bir Müslüman grup
karşısında askeri zaferi olarak görmek daha makuldür.
Puvatya Savaşı’yla ilgili; bu savaşın İslam’ın Fransa’ya 500 sene geç
girmesine sebep olduğu, Avrupa’nın İslam’ı geç tanıdığı gibi çok şey
söylenmektedir. Hattâ savaş alanında uzun yıllardan beri ezan okuyan birisinin
sesinin halâ duyulduğu bile rivayet edilmektedir.
Zamanla bu savaş; Şark-Garb, kuzeyli-güneyli gibi iki tarafın
karşılaşmasında sembol oldu. Her iki tarafın muhayyilesinde derin izler ve önemli
etkiler bıraktı. Ancak her iki dünya da fırsatı kaçırdı. Batı İslam medeniyetini
almakta gecikti. Müslümanlar da Fransa’daki fetihlerini ağırdan aldı.
Bugüne gelindiğinde bir bakıma bu savaşlarla ilgili zihinlerin ya da
hafızaların harekete geçip tazelenmesine gerek vardır. Yeni nesillere Puvatya
Savaşı ve Abdurrahman el-Gafikî gibi tarihî şahsiyetler ve şehitler tanıtılmalı ve
onların verdikleri mücadele anlatılmalıdır. Müslümanların üstünlükleri ve
ulaştıkları ileri noktalar, sahip oldukları ve özellikle İslam dinini yaymak uğruna
yaptıkları fedakarlıkları ve verdikleri yarış gözler önüne serilmelidir.
Böylece yeni nesiller kendilerine güven duyacaklar ve itibarlı durumlarının
farkına varacaklar, kendilerinden emin olacaklardır. Ayrıca, o insanların verdikleri
mücadeleleri analiz ederek iyi değerlendirmeli, bu mücadelenin ve çekilen
sıkıntıların, güçlüklerin sadece basit bir deve, mal-mülk, ganimet ya da cennet
kaygısıyla değil de, daha derin duyguların etkisiyle olabileceğini de var saymalıdır.
Poitiers’de çarpışan iki farklı güç aynı zamanda kültürel ve dinî sınırların
varlığı şuuruna götürdü. Hatta düşman olarak gördükleri yeni inanç sistemi İslâm’a
karşı Hıristiyan dayanışma ihtiyacını ortaya koydu. Dahası bu savaş Hıristiyan
Batı’nın kuruluşu sürecini canlandırdı. Öyle ki Avrupa’yı kuracak olan Karolenjiyen
hanedanı doğdu.143
1274 yılında tamamlanan “Grandes Chroniques de France” adlı eserde, Şarl
Martel’in meziyetleri övgüyle anılır. Şarl bir yandan Müslümanları yenerken diğer
yandan Akitanya dükü Eudes’ü kendisine itaat ettirerek Galya’yı birleştirmeyi
sağladı. Bu başarıları onu saygın Fransız krallar safına katmaktadır. Şarl aynı
zamanda Martel unvanı ile anılmaya başlandı, çünkü düşmanlarını bir çekiç gibi
ezdiği düşünülmektedir.
Endülüs valisi Abdurrahman el-Gafikî’nin birlikleri fatihler ordusuna
dönüşür; bu ordu aileleri, çocukları ve taşınabilir eşyalarıyla Fransa’ya kalıcı
143
Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 11
olarak yerleşmeye gelmektedir. İşte Şarl bu istila hareketine şiddetle direnerek
karşı koymayı bilmiştir.
Şarl Martel, Haçlı seferlerinde Hıristiyanlığın müdafaası gibi Puvatya’da
hem vatanın hem de dinin savunucusu konumundadır. Artık O, Arapların
büyüklüğüne son veren, Fransa’yı koruyan ve Avrupa ile Hıristiyanlığın
kurtarıcısıdır.144
XIX. yüzyılda kolonizasyon dönemi başlayacak ve vatanseverlik duyguları
Şarl Martel’in kazandığı savaşı farklı bir tarzda yeniden gündeme taşıyacaktır.
Charles Steuben, Şarl Martel’i Puvatya Savaşı’nı tasvir eden tablosunu
1837’de çizdiğinde Fransa Cezayir’i işgal etmiştir. Eserin asıl anlatmak istediği
Batının, Frankların ve Fransa’nın üstünlüğünü kanıtlama isteğidir.
1833’de Louis-Philippe döneminde Endüstri ve Ticaret Bakanlığı,
heykeltraş Jean François Théodore Gechter’e bronjdan Abdurrahman’a karşı
savaşan Caharles Martel’i tasvir eden bir heykel yapması için 3.000 Frank
ödemiştir.145
Koloniyal propaganda elemanı olarak algılanan Puvatya Savaşı 1871 yılında
Fransa’nın ülkesine saldıran tüm saldırganları sınırları dışına püskürtmek
kapasitesine sahip olduğunu göstermesi için kutlandı. Bu sırada Alsace-Lorraine
Almanlar tarafından işgal edilmiş ve bu durum kin duygularını canlandırmıştı.
Fakat bu defa düşman Arap değil Hıristiyan olan bir Alman’dı. Öyleyse 732 ruhu
bundan böyle millî (ulusal) bir karakter almıştır.
Dolayısıyla III.Cumhuriyet ekolü önceki söylemlerden farklı olarak bu
sürecin Hıristiyan ve Avrupalılık yanını ihmal edip, 732 ruhunu ulusal bir bakışla
yüceltecektir.
1937 yılında Henri Pirenne farklı bir bakış açısıyla, “Entre Mahomet et
Charlemagne” Muhammed ve Charlemagne Arasında) tez konusu ile daha müsbet
bir yaklaşımla Akdeniz tarihini anlatmaya çalışmıştır.
Michel Rouche ise Akitanya ve Dük Eudes hakkında var olan olumsuz
bakışları gidermeye teşebbüs etmiştir. Bu yaklaşımlar muhtemelen Puvatya
Savaşı’nın tarihteki haklı yerini almasını sağlamak içindir.
Ancak Puvatya Savaşı ve savaşın kahramanı Charles Martel bir sembol olma
özelliğini korumaktadır.
144
145
Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 12
Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 14
Ötekini dışlama, medeniyetler çatışması, Avrupalı kimliği, Hıristiyan
medeniyeti, Fransız ulusu gibi ortak ideolojik temeller inşa edilirken en önemli rol
Puvatya Savaşı’na aittir.146
Poitiers Savaşından bahseden “Chronique mozarabe”ın Hıristiyan İspanyol
yazarı, ilk defa “Avrupalı” (Européen) ifadesini “müstevlî” Sarrazenlere karşı
Kuzeyin savaşçılarını tanımlamak için kullanır. Şavaşı anlatırken şu sözlere yer
verir: Abdurrahman el-Gafikî, Basklıların dağlarını (Pireneleri) kalabalık ordusuyla
aşarak Frank ülkesinin içlerine girer. Eudes karşısında direnemez ve kaçar.
Ölenlerin ve yaralıların sayısını ancak Tanrı sayabilir. Eudes’ü takip eden
Abdurrahman yol boyunca sarayları ve kiliseleri ateşe vererek Tours’da bulunan
kiliseyi talan etmeye karar verir. Bu sırada Fransa’da genç yaşından beri askerlik
sanatına tutkun, Eudes’ün yardımına koştuğu Austrasie saray nazırı Charles,
Abdurrahman’ın karşısına dikilir. O zaman iki rakip savaş meydanının
netleştirmek için yedi gün birbirlerini hırpalar ve sonra nihai karşılaşmaya
hazırlanırlar. Fakat savaş bütün şiddetiyle devam ederken Kuzeyin askerleri
hareketsiz bir duvar ya da bir buzdağı kütlesi gibi birbirlerine kenetlenmiş bir
şekilde Arapları kılıçtan geçirirler. Austrasie’nin askerleri daha üstün, daha atik,
ellerinde demir, yürekleri çarparken, kralı (Abdurrahman’ı) bulurlar ve öldürürler.
Havada kılıçlar dalgalanır. Gece olunca savaşa son verilir. Ertesi gün Arapların
karargahına yaklaşırlar. Savaşa hazırlanırlar. Gün doğarken Kılıçları kınından
çekilmiş, “Avrupalılar” (Européens – Europenses), Arapların düzenli çadırlarına
yaklaşırlar. Çadırların boş olduğundan habersizdirler. Sarrazenlerin savaşa hazır
beklediklerini zannederler. Gözcüler gönderirler ve Hz.İsmail’in torunlarının
kaçmış olduğunu anlarlar. Müslümanlar geceleyin sessizce, düzenli bir şekilde
yurtlarına dönerler. Bununla birlikte Avrupalılar yol güzergâhında Sarrazenlerin
tuzak kurmuş olabileceklerinden endişe ederler. Karargahı dolaştıklarında bu
düşüncelerinin boş bir kuruntu olduğunu anladılar. Avrupalılar Sarrazenleri takip
etmek yerine onlardan geriye kalan her şeyi, ganimetleri bile kendi aralarında
paylaştırıp neşeli bir şekilde vatanlarına geri döndüler.”147
Netice itibariyle Puvatya Savaşı özellikle Batılılar açısından önemini
korumaya devam etmektedir. XX.yy’ın sonu ve XXI.yy.’ın başında Kuzey Afrika
ülkeleri başta olmak üzere İslam dünyasında güncellik kazanan Selefî akımlar
Avrupalılar tarafından tehdit unsuru olarak algılanmaya başlandı.
Puvatya’da olduğu gibi İslam’ı Avrupa’ya yaymak için Müslüman
kalabalıkların Avrupa surlarının arkasında hazır beklediği varsayıldı. Dolayısıyla
Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 15
Chronique Mozarabe de 754, s. 98-100, trad. Charles-Marie de la Roncière, Robert Delort et
Michel Rouche, dans L'Europe au Moyen Âge, Documents expliqués, c.I, s.395-888, Armand Colin,
1979, p. 139, in, Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans en France du Moyen Âge
à nos jours, s.72-73
146
147
dün Müslümanların Avrupa’da ilerleyişini Şarl Martel’in durdurduğu hususu
gündeme geldi.
Nitekim 1994 yılında Puvatya ruhunu yeniden canlandırmaya ve Puvatya
kahramanı Şarl Martel’in rolünü üstlenmiş olan Almanya Şansölyesi Helmuth Kol
etrafında, Avrupa nesilleri kenetlenmeye davet edildi. Dahası Cezayir’de yönetimi
ele geçirme ihtimali olan Selefîlerin sahip olacakları orta menzilli füzelerle Güney
Avrupa’yı tahrip edeceği korkusu yaşandı. Dün İslam tehdidinden Avrupa’yı
kurtaran adam Şarl Martel idi; söz konusu yıllarda ise bu görev Helmuth Kol’a
yüklendi. Dolayısıyla Puvatye günümüzde de canlılığını halâ korumaktadır.148
Kaynakça
Arslan, Emîr Şekîb, Târihu ğazavâti'l-Arab fî Fransa ve Sivisra ve İtalya ve Cezâiri'l-Bahri'lmütevessit, Darü’l-kütübi’l-ilmî, Beyrut, trz.
Âşûr, Saîd Abdülfettah, Târîhi Avrûba fî’l-usûri’l-vustâ, Beyrut 1976
Atçeken, İsmail Hakkı, Puvatya (Balatu’ş-Şüheda) Savaşı ve Etkileri Üzerine Bir Araştırma,
S.Ü.İ.F.D., ’98, sy. VIII, Konya 1999
Belâzurî Ahmed b. Yahyâ el-, (ö.279/892), Fütûhu’l-büldân (trc., Mustafa Fayda), Siyer
Yayınları, İstanbul 2013
Bigot, Henri, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, Paris 1908
Bilici, Faruk, “Fransa (V. Ülkede İslâmiyet)”, DİA, İstanbul 1996, c. XIII, s. 187-190
Brockelman, Carl, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi (Çev., Neşet Çağatay) Ankara 1992
Büstani, Butrus el-, Me’ariku’l Arab fi’ş-Şark ve’l-Ğarb, Beyrut 1987
Cahen, Claude, Doğuşundan Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar İslamiyet (Çev., Esat
Nermi Erendor), Ankara 2000
Cardonne, M., Histoire de l’Afrique et de l’Espagne : sous la Domination des Arabes, Paris
1767
Chalmel, J.-L., Histoire de Touraine, c. I, Paris 1828
Chateaubriand, Le Vicomte de, Analyse raisonnée de l’histoire de France et Fragments
depuis Philippe VI jusqu’à la Bataille de Poitiers, Paris 1861
148
el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 74
Chronique mozarabe de 754, s. 98-100, trad. Charles-Marie de la Roncière, Robert Delort
et Michel Rouche, dans L'Europe au Moyen Âge, Documents expliqués, c.I, s.395888, Armand Colin, 1979, p. 139, in,Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des
musulmans en France du Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin Michel, 2006
Condé, Joseph M., Histoire de la domination des Arabes et des Maures en Espagne et en
Portugal, depuis l'invasion de ces peuples jusqu'à leur expulsion définitive,
Rédigée sur l'Histoire traduite de l'arabe en espagnol de M.Joseph Conde par M.
de Marlès, c.I, Paris 1825,
Dabbî, Ahmed b. Yahya ed-, (ö. 599/1203), Buğyetü'l-Multemis fî târîhi ricâli ehli’lEndelüs, Dârü’l-Kâtibi’l-Mısrî, Kahire 1990
Davies, Norman, Avrupa Tarihi (Çeviri Editörü Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi
Yayınları, (2.Baskı), İstanbul 2011
De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, c. II, Paris 1750
Demirkent, Işın, “Franklar”, DİA, İstanbul 1996, c.XIII, s.173-176
Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, İstanbul 1986, II, IV
Ebû Diyak, S. Muhammed Feyyâz, el-Vecîz fî Târîhi’l-Mağrib ve’l-Endelüs, Irbid, 1988
Ebû Halil, Şevkî, ‘Avâmilu’n-Nasr ve’l-Hezime ‘Abra Târihine’l-İslâmî, Dımeşk 1991
Ferrûh, Ömer, el-Arab ve'l-İslâm fî'l-Havzi'l-Garbî mine'l-Bahri'l-Ebyazi'l-Mütevessit, (2.
Baskı), Beyrut, 1981
Gibbon, Édouard, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, par J.A.C.
Buchon, c. II, Paris 1838
Ğanîmî, Abdü’l-fettah Mukalled el-, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ: fi’t-târîhi’l-İslâmiyyi ve’lAvrubî, Kahire 1996
Hasan, İbrâhim Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc., İsmail Yiğit, Sadrettin
Gümüş), c. I-III, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1985
Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi (trc., Salih Tuğ), İstanbul 2011
Humeydî, Muhammed b. Fütûh el- (ö. 488/1095), Cezvetü’l-muktebis fî Târîhi ulemâi’lEndelüs, Tunis 2008
İbn Haldûn, Abdurrahman (ö. 808/1405), Kitâbu'l-İber ve Divânu'l-Mubtedei ve'l-Haber,
I-VII, Bulak 1284
İbn İzârî, Ebû Muhammed Ali b. Muhammed el-Merrâkuşî (ö.695/1295), el-Beyanü'lMuğrib, fi Ahbâri’l-Endelüs ve'l-Mağrib (nşr, E. Levi-Provençal-G. S. Colin), c. I-II,
(2.baskı), Beyrut 1400/1980
İbnü’l-Esîr, İzzuddîn (ö.630/1232), el-Kâmil fî’t-târîh, , c.II, IV, V, Beyrut 1966
İbnü’l-Kûtıyye, Ebû Bekir Muhammed b. Ömer (ö. 367/977), Târîħu İftitâĥi’l-Endelüs (nşr.
İbrâhim el-Ebyârî), Kahire 1402/1982,
İbnü'l-Emin, Mahmud Esad Seydişehrî, Tarih-i Din-i İslâm (İslam Tarihi)-Medine, Dört
Halife Devri ve Sonrası, Divan Yayınları, c.II, İstanbul 1983
İbnü'l-Faradî, Abdullah b. Muhammed (ö.403/1013), Tarihu Ulemâi'l-Endelüs (nşr.
İbrâhim el-Ebyârî), c.I-ll, Beyrut 1404/1984
İnân, Muhammed Abdullah, Devletü’l-İslam fi’l-Endelüs, Kahire 1417/1997
Julien, Charles-André, Histoire de l’Afrique du Nord Des origines à 1830, Paris 1994
Kalelizade, K.Şükrü, Puvatye Muharebesi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1932
Lapidus, Ira M., İslâm Toplumları Tarihi, Hazreti Muhammed’den 19. Yüzyıla, İletişim
Yayınları, c. I, İstanbul 2010
Lavallée, Théophile, “Histoire des Français - Depuis le Temps des Gaulois Jusqu'en 1830”,
Tome I, Paris 1865
Lavisse, Ernest, Histoire de France, Cours Moyen, Librairie Armand Colin, Paris 1912
Lavisse, Ernest, Histoire de France İllustrée Depuis les Origines jusqu'à la Révolution,
Hachette, c.II, Paris 1911
Levi-Provençal, Evariste, Histoire de l'Espagne musulmane, I-III, Paris-Leiden 1950
Lot, Ferdinand, Études sur la bataille de Poitiers de 732; In: Revue belge de philologie et
d'histoire. Tome 26 fasc. 1-2, 1948. s. 35-59
Makkari, Şihabuddin Ahmed b. Muhammed et-Tilimsânî el- (ö.1041/1631), Nefhu't-Tîb
min Ğusni'i-Endelusi'r-Ratîb, (nşr.İhsan Abbas), I-VIII, Beyrut Dâr Sâdır,
1408/1988
Mantran, Robert, İslâm’ın Yayılış Tarihi (VII-XI.Yüzyıllar), (Çev: İsmet Kayaoğlu), Ankara,
1981
Moke, Henri Guillaume, La Bataille De Poitiers, notice sur le tableau de M. L. de Taeye,
Gand, trz.
Mu’nis, Hüseyin, Atlas tarîhü’l-İslâm, Kahire (le Caire) 1986
Mu'nls, Huseyn, Fecru'l-Endelüs, Cidde 1985
Nouveau Larousse İllustré, Dictionnaire Universel Encyclopédique, Tome Deuxième,
Librairie Larousse, Paris
Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi (Çev., Fikret Işıltan), T.T.K.Yayını, Ankara 2015
Özaydın, Abdülkerim, "Belatü'ş-Şüheda", DİA, İstanbul, 1992, c.V, s.391-392
Özcan, Azmi, “Fransa-Tarih”, DİA, İstanbul 1996, c.XIII, s.178
Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları-I (Siyasî Tarih), Ankara, 2010
Pirenne Jacques, Büyük Dünya Tarihi, Çev: N. Önal-B. Cankat-R. Özdek, c.I, Istanbul, trz,
Pirenne, Henri, Hz. Muhammed ve Şarlman İslâm Fetihleri ve Ortaçağ Uygarlığı, (trc.,
Muhsin Önal MENGÜŞOGLU), İstanbul 2012
Price, Roger, Fransa'nın Kısa Tarihi (Çev. Özkan Akpınar), İstanbul 2008
Reinaud, M., De l’Art militaire chez les arabes au moye âge, Paris 1848
Reinaud, M., İnvasions des Sarrazins en France : et de France en Savoie, en Piémont et dans
la Suisse, Paris 1836
Sâlim, Seyyid Abdülazîz, Târîħu’l-müslimîn ve âŝâruhüm fi’l-Endelüs, Beyrut 1988
Sédillot L. A., Histoire des Arabes, Hachette, Paris 1854
Sénac, Philippe, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers,de la réalité au mythe; in
“Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans en France du Moyen
Âge à nos jours, Éditions Albin Michel, 2006, p.18- 26
Sénac, Philippe, Jean Flori, Des premiers contacts diplomatiques aux premières défiances;
in “Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans en France du
Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin Michel, 2006
Şakiroğlu. Mahmut H., “Frenk”, DİA, İstanbul 1996, c.XIII, s. 197-199
Tardieu, M. -Saint-Marcel, Charles-Martel ou La France délivrée, Paris 1806
Üçok, Bahriye, Emevîler-Abbasîler, Ankara, 1968
Ünlü, Nuri, İslâm Tarihi I, (Başlangıçtan Osmanlılara Kadar), İstanbul 2012
Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükûtu, (Terc., Fikret Işıltan), Ankara 1963
Yıldız, Hakkı Dursun, "Abdurrahman el-Gafıki, DİA, Istanbul, 1988, c.I, s.162.
Zirikli, Hayreddin ez-, El-A'lâm : Kâmûsü terâcim (nşr.Züheyr Fethullah), I-VIII,Beyrut 1984
Download