Halil İNALCIK

advertisement
“Şeyh-ül
Müverrihin”
TÜBA Şeref Üyesi
Prof. Dr. Halil İnalcık
Anısına...
TÜBA BAŞKANLIK
Piyade Sokak No: 27
06690 Çankaya / Ankara
T: 0 312 442 29 03 (pbx)
TÜBA İSTANBUL / Maçka
İstanbul Teknik Üniversitesi
Maçka Kampüsü
Yabancı Diller Yüksek Okulu
Maçka / İstanbul
T: 0 212 219 16 60
TÜBA İSTANBUL / Rabi Medrese
Süleymaniye Mah.
Mimar Sinan Cad. No: 24
34116 Fatih / İstanbul
T: 0 212 513 48 24
www.tuba.gov.tr • [email protected]
www.facebook.com/turkiyebilimlerakademisi • twitter.com/TUBA_TurkBlmAkd
TÜBA-GÜNCE Dergisi 52. sayısının armağanıdır.
İçindekiler
Önsöz ..................................................................................................................................................................................................................................................3
TÜBA Başkanı Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar
TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Halil İnalcık'ın Özgeçmişi ..............................................................................................................................................5
Halil İnalcık ve Disiplinlerarası Tarih Metodolojisi ....................................................................................................................................................11
Prof. Dr. Bülent Arı
Kavramsal Çerçeve ve Tarihsel Bağlam Üstadı Halil İnalcık Hocamız ..........................................................................................................29
TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. İsenbike Togan
“Tarihçilerin Kutbu” (Kutbu’l-Müverrihîn) Halil İnalcık’ın Ardından .............................................................................................................43
TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak
Türk İktisat Tarihi Geleneğinde Bir Öncü: Halil İnalcık .........................................................................................................................................53
TÜBA Asosye Üyesi Prof. Dr. Mehmet Bulut
“Hey, bu fânûs-i safâ bir gün söner cânlar geçer” ..................................................................................................................................................75
Tayfun Ulaş
3
Önsöz
25 Temmuz 2016’da vefat eden dünyaca ünlü tarihçimiz, TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Halil İnalcık Hoca’yı 27 Temmuz’da
Ankara’da, 28 Temmuz’da İstanbul’da kılınan cenaze namazlarını takiben ebediyete uğurladık. “Şeyh-ül Müverrihîn”,
nam-ı diğer “Tarihçilerin Kutbu” Halil İnalcık, Türkiye ve yurt dışında gerçekleştirdiği çığır açıcı ve öncü çalışmaları,
yetiştirdiği öğrencileri ve çok sayıda kıymetli yayını içeren devasa külliyatı ile Osmanlı-Türk tarihçiliğinde silinmez
izler bırakmıştır.
Halil Hoca’nın Türk bilim insanları arasında da hayli taraftarı bulunan Osmanlı-Türk tarihine ilişkin basmakalıp yargılara ve teorilere dayalı tarih anlayışına karşı benimsediği/geliştirdiği toplumu, toplumsal ve ekonomik faktörleri ve süreçleri esas alan ve belgelere dayalı tarih anlayışı, hem Osmanlı coğrafyasında, hem de dünyada Osmanlı-Türk tarihine
ilişkin daha gerçekçi değerlendirme ve yaklaşımların önünü açmıştır.
100 yıllık oldukça verimli geçen hayatı boyunca sürdürdüğü öncü ve çığır açıcı çalışmalarıyla birçok eser üreten Halil
Hoca’nın çalışma ve eserleri, çok sayıda ve kapsamlı bilimsel çalışma ve yayına konu ve kaynak olacak zengin bir miras
oluşturmaktadır. Bununla birlikte, öğrencisi ve meslektaşlarının yazılarıyla vefatının ardından Halil Hoca’mızı, mütevazı olarak da olsa yâd etmeyi bir görev olarak addettik.
Halil İnalcık Hoca’mızla ilgili bu kitapçığın hazırlanmasındaki değerli katkıları için Prof. Dr. Bülent Arı'ya ve diğer bilim insanlarımıza teşekkür ediyor, merhum Hoca’mıza Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve Türk bilim camiasına
başsağlığı diliyoruz.
Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar
TÜBA Başkanı
5
TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Halil İnalcık'ın Özgeçmişi*
Kırım göçmeni Seyit Osman Nuri Bey ve Ayşe Bahriye Hanım’ın oğlu Halil İnalcık, 7 Eylül 1916’da İstanbul’da doğdu. İlk
tahsilini 1923-1930 arasında Ankara Gazi Mektebi’nde tamamladı. Orta öğretimini bir yıl Sivas Muallim Mektebi’nde
sürdürdü, 1931’de Ankara’da Gazi Muallim Mektebi’nde tamamladı. Lise eğitimini dönemin en iyi okullarından biri olan
Balıkesir Necati Bey Muallim Mektebi’nde 15 Eylül 1935’te tamamladı.
Yüksek tahsiline 1935’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde (AÜDTCF) başladı. Yeni Çağ Tarihi Kürsüsü’nde M. Göker, B. S. Baykal ve Fuad Köprülü’nün derslerini takip etti. 1940’ta mezun olan İnalcık, Timur üzerine hazırladığı bir seminerle Fuad Köprülü’nün dikkatini çekti, onun takdir ve tavsiyesiyle 30 Nisan 1940’ta AÜDTCF Yeni Çağ
Kürsüsü’ne ilmî yardımcı tayin edildi. 1942’de Türkiye’de sosyo-ekonomik tarih yazıcılığının ilk örneklerinden biri olan
Tanzimat ve Bulgar Meselesi adlı teziyle doktor oldu.
28 Nisan 1942’de AÜDTCF Yeni Çağ Kürsüsü’ne asistan olarak atanan İnalcık, 15 Aralık 1943’te Viyana’dan ‘Büyük Ricat’e Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı unvanlı teziyle doçentliğe atandı. 1945’te AÜDTCF Arap Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nden Şevkiye Işıl Hanım ile evlendi. Araştırma sahasını doktora tezinden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun
sosyal ve ekonomik meselelerine yoğunlaştıran İnalcık, İstanbul’da Osmanlı arşivlerinde ve Bursa şer’iyye sicilleri üzerinde araştırmalar yaptı. 1947’de Türk Tarih Kurumu (TTK) üyeliğine seçildi.
AÜDTCF tarafından bilgi, görgü ve çalışma alanındaki ihtisasını artırmak üzere 1949’da gönderildiği İngiltere, British
Museum’da Türkçe yazmalar üzerinde çalıştı ve Calendar of State Papers serisinde Osmanlı tarihine ait kayıtları topladı. Londra Üniversitesi, School of Oriental and African Studies’de (SOAS) Prof. Paul Wittek’in seminerlerine katıldı. Bu
seminerlere katılan B. Lewis, V. Ménage, V. Parry, E. Zachariadou gibi tarihçilerle tanıştı. Dünyanın en önemli arşivlerinden İngiltere, Public Record Office’te Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili kaynak taraması yaptı. 1950’de Paris’te toplanan
Milletlerarası Tarihi İlimler Kongresi’ne katıldı. Annales okulunun (École des Annales) kurucularından Fernand Braudel
ile tanıştı. Onun 1949’da yayımlanan La Méditerranée et le monde méditerranéen à l’époque de Philippe II (II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası) adlı çığır açan eseri İnalcık üzerinde derin etki bıraktı ve 1950 yılında Türkiye’de
* Bu özgeçmiş, Prof. Dr. Bülent Arı ve Doç. Dr. Mehmet Kalpaklı'nın katkılarıyla hazırlanmıştır.
bu eseri tanıtan bir yazı yazdı. 1 Şubat 1951’de İngiltere’den Türkiye’ye döndü.
1951’in yaz aylarında Bursa Şer’iyye Sicilleri üzerinde çalışmaya başlayarak bu sicillerin önemini belirten bir makale
yazdı (“15. Asır Türkiye İktisadî ve İçtimaî Tarihi Kaynakları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 15 (195354), 51-67). Osmanlı hukuku ve sosyal hayatı açısından son derece değerli bilgiler içeren 280 defterlik bu koleksiyonunun tasnif edilip ciltlenmesi için girişimde bulundu. Nihayetinde Topkapı Sarayı’ndaki atölyede ciltlenip temizlenerek
tekrar Bursa’ya gönderilen siciller, Bursa Arkeoloji Müzesi’nde araştırıcıların kullanımına açıldı.
2 Haziran 1952’de “Viyana Bozgun Yıllarında Osmanlı-Kırım Hanlığı İş Birliği” teziyle profesörlük unvanını aldı. 1953–54
ders yılında Columbia Üniversitesi School of International Affairs’a ziyaretçi profesör olarak davet edildi. Prof. Tibor Halasi-Kun ile birlikte Amerika’da Osmanlı-Türk araştırmalarının gelişmesinde rol oynadı.1956-57’de Rockefeller Vakfı’nın bursuyla Harvard Üniversitesi’nde “research fellow” olarak bulundu. Amerikan tarihi derslerini izledi. Harvard
Üniversitesi’nde ayrıca Prof. H. A. R. Gibb’in İslam tarihi derslerini izledi. Harvard profesörlerinden W. Langer’in teklifi
üzerine An Encyclopaedia of World History’nin Osmanlı kısmını gözden geçirmeyi üstlendi. 1957’de Türkiye’ye döndü.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (AÜSBF) Osmanlı, Avrupa ve Amerika tarihi okuttuğu gibi “İdari Teşkilât Tarihi” ve “Devrim Tarihi” derslerini de üstlendi.
Yurt içinde ve Batı ülkelerinde birçok kongreye bildiri vererek katıldı. 1958’de Münih’te düzenlenen XI. Uluslararası Bizantinistler Kongresi’nde “The Problem of the Relationship between Byzantine and Ottoman Taxation” başlıklı bildirisini okudu. 1960’ta ders vermek üzere İsrail İbranî Üniversitesi’ne davet edildi. Yaz aylarında Millî Birlik Komitesi’nin
isteği üzerine Güneydoğu bölgesine üniversiteden bir heyetle inceleme gezisi düzenledi. Nisan 1961’de bir heyetle Kıbrıs
tarihi hakkında araştırma yapmak maksadıyla Kıbrıs’a giden İnalcık, Kıbrıs Vakıflar İdaresi’nde Kıbrıs kadılıklarına ait
56 sicil defterini tespit etti ve bunlar üzerinde çalıştı. 1961-1962’de yedi ay Beyrut’ta bulundu, Arapçasını ilerletti. Yurt
dönüşü Hollanda’ya davet edildi, Amsterdam Üniversitesi Doğu Tetkikleri Enstitüsü’nde “Turkey and Europe” başlıklı
bir konferans verdi. 1962 sonbaharında New York’ta The Social Science Research Council’in düzenlediği Conference on
the Political Modernization of Japan and Turkey’de bir bildiri sundu.
1966’da Uluslararası Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Kurumu’na (Association Internationale des Etudes du Sud-Est
Européen-AIESEE) üye seçildi. İnalcık, burada Türk tarih ve kültürünün tanıtılması yolunda büyük gayret sarf etti. 197174 yılları arasında bu kurumun başkanlığını yaptı. 1967’de Münih’te Uluslararası Müsteşrikler Kongresi’ne iştirak etti.
Aynı yıl Princeton ve Pennsylvania üniversitelerinde misafir profesör olarak dersler verdi. 1968’de Londra ve Paris’te üç
7
ay Bibliothèque Nationale ve arşivlerde araştırmalar yaptı. G. Veinstein ve M. Berendi ile birlikte II. Bayezid devrine ait
bir Mukataa Defteri üzerinde çalışmalar yaptı. 1969’da AIESEE’nin Sofya toplantısında kendisinden istenen “Osmanlı
Devrinde Balkanlar” raporunu takdim etti. Yine 1969’da Türkolog Tibor Halasi-Kun ile birlikte Osmanlı araştırmaları için
büyük önem taşıyan “Archivum Ottomanicum” dergisini çıkarmaya başladı. 1971’de İngiltere Royal Historical Society
tarafından “corresponding member” seçildi. Aynı yıl Harvard Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nin (Center
for Middle Eastern Studies) davetlisi olarak iki konferans verdi. 1972’de otuz yıl çalıştığı AÜDTCF’den emekli oldu.
1950’lerden beri yayınları ve öğretim faaliyetleriyle adı dünya tarih çevreleri tarafından yakından izlenen İnalcık, 1972’de
Chicago Üniversitesi tarafından imtiyazlı profesör önerisiyle bir davet aldı. Daveti kabul eden İnalcık, Tarih Bölümü’nde profesör olarak çalışmaya başladı. 1973’te İngiltere’de The Ottoman Empire: the Classical Age, 1300–1600 (London:
Weidenfeld and Nicolson) adlı eserini yayınladı. Bu sentez eseri, yedi Balkan diline ve Arapçaya tercüme edildi. Bugün
seçkin dünya üniversitelerinde okutulan temel eserler arasındadır. Aynı yıl Cumhuriyet’in kuruluşunun 50. yıl dönümü
münasebetiyle Chicago Üniversitesi’nde Prof. Fahir İz ile birlikte Continuity and Change in Turkish Society and History
ve AIESEE’nin desteği ile İstanbul’da, İstanbul: Crossroads of Civilisations and Cultures konferanslarını düzenledi. Türkiye ile bağını hiçbir zaman koparmayan İnalcık, 1977’de International Association for Social and Economic History of
Turkey’i kurdu. Bu uluslararası ilim cemiyeti ilk kongresini 11–13 Temmuz 1977’de Hacettepe Üniversitesi’nde topladı. Bu
cemiyet sonuncusu 2005’te Venedik’te olmak üzere Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde on uluslararası kongre düzenledi.
1978’de Royal Asiatic Society tarafından şeref üyesi seçildi. Aynı yıl Prof. G. Veinstein’ın daveti üzerine Paris’e giderek F.
Braudel için tesis edilen Maison de L’Homme’da Osmanlı toprak meseleleri üzerine iki konferans verdi. 12–14 Haziran
1978’de Princeton Üniversitesi’nde düzenlenen Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi üzerindeki kongrede “Ottoman Archival Materials on the Millets” bildirisini sundu. 17–21 Haziran tarihleri arasında İran Babolasar’da katıldığı 19.
yüzyılda İran ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Toplum ve Ekonomi konferansında “Aga and Reaya in the Social and Political Transformation of the Ottoman Empire” başlıklı konuşmayı yaptı. 1980’de New York’ta Amerikan Tarih Derneği’nin
yıllık toplantısında “The Emergence of Large Farms” üzerine bir konferans verdi. Utah’ta bulunan Salt Lake City Üniversitesi’ne bir konferans vermek üzere davet edildi. Aynı yıl Nejat Göyünç ve Heath Lowry ile birlikte Osmanlı Araştırmaları Dergisi’ni (Journal of Ottoman Studies) çıkarmaya başladı.
1983 yılının Haziran ayında Paris’te L’école Des Hautes Études En Sciences Sociales’da “Geleneksel Tarım ve Timar Sistemi” üzerine bir konuşma yaptı. Aynı yıl Cambridge Üniversitesi profesörlerinden Peter Burke ile beraber UNESCO’nun
The History of Scientific and Cultural Development of Mankind serisinin 5. cildinin (History of Humanity-Scientific and
Cultural Development: From the Sixteenth to the Eighteenth Century, London: Kegal Paul) editörlüğünü üstlendi. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi (American Academy of Arts and Sciences) üyeliğine ve Türk Araştırmaları Enstitüsü’nün
(Institute of Turkish Studies-Washington) yönetim kurulu üyeliğine seçildi. Mayıs 1985’te Türk-Arap İlişkileri Vakfı’nın
desteğiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde düzenlenen Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları sempozyumunda “Osmanlı Arşivlerinin Türk ve Dünya Tarihi Bakımından Önemi”ni içeren açılış konuşmasını yaptı.
1986’da yaklaşık 15 yıldan beri çalışmakta olduğu Chicago Üniversitesi’nden emekli oldu. Aynı yıl Boğaziçi Üniversitesi
Prof. İnalcık’a fahri doktora verdi. 1989’da eşi Şevkiye Işıl Hanım’ı kaybetti. 1990–92 arasında Harvard ve Princeton üniversitelerinde misafir profesör olarak dersler veren İnalcık, 1991’de Türk tarih ve kültürüne yaptığı katkılardan dolayı
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından Yüksek Hizmet Madalya ve Diploması’na layık görüldü.
1992’de Bilkent Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı ve Rektörü Prof. Ali Doğramacı tarafından lisansüstü tarih okutacak Tarih Bölümü’nü kurmak üzere davet edildi. Aynı yıl Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na üye, TÜBA’ya
şeref üyesi seçildi. Harvard Üniversitesi’nde bir sömestr ziyaretçi profesör olarak Osmanlı Tarihi dersleri verdi. 1994’te
An Economic and Social History of the Ottoman Empire’i yayımlandı. 1996’da iki cilt halinde basılan eserin ilk cildi
(1300–1600) Prof. İnalcık tarafından yazıldı (1600-1900 dönemi ve para tarihi için S. Faroqhi, B. McGowan, D. Quataert
ve Ş. Pamuk iş birliği). Türkçeye çevrilen bu eser (Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300–1600,
çev. H. Berktay, Cilt:1, İstanbul: Eren, 2001) Yunanca ve Arapçaya tercüme edilen bu yayın Osmanlı sosyal ve ekonomik
tarihinin temel referans kitabı olarak dünya üniversitelerinde okutuluyor. 1998’de 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in elinden İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Ödülü’nü aldı. Kültür Bakanlığı’nın Osmanlı uygarlığı üzerinde bir
eser hazırlamak üzere tertip ettiği 700. Yıl Dönümü Yayın Komisyonu’nun başına getirildi. İnalcık’ın editörlüğünü yaptığı,
Türkçe ve İngilizce ikişer cilt şeklinde hazırlanan eser, Dünya Kitap Fuarı’nda birincilik ödülü aldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü Araştırma Kurulu ve Kültür Bakanlığı Osmanlı Bilim ve Kültür Mirası’nın 700. Yılı Anma Komitesi üyeliklerine seçildi.
Prof. S. Faroqhi ile birlikte E. J. Brill’in (Leiden) The Ottoman Empire and Its Heritage serisinin editörlüğünü üstlendi. 2005
yılına kadar bu seriden yayınlanan 38 cilt Osmanlı tarihini Batı dünyasına tanıtan belli başlı eserler arasında yer aldı.
1999’da Balıkesir Üniversitesi’nden, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’ndan şükran plaketleri aldı. Aynı üniversitede bir
“Halil İnalcık Salonu” açıldı. 2000’de İstanbul’un sosyal ve ekonomik tarihi için büyük önemi haiz Halil İnalcık Araştırma
Projesi’ni hayata geçirdi. Sabancı Üniversitesi ve Packard Humanities Institute (PHI) desteği ile sürdürülen bu projenin
“Şer’iyye Sicilleri’ne Göre İstanbul Tarihi” kapsamında ilk kitabı olan İstanbul Mahkemesi 121 Numaralı Şer’iyye Sicili
2006’da yayınlandı.
9
2001’de Sofya Üniversitesi Prof. İnalcık’a fahri doktora verdi. 2002’de İslam Konferansı Teşkilatı tarafından teşekkür
plaketi verildi. Kültür Bakanlığı 2002 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü kazandı. Macaristan Cumhurbaşkanı Ferenc
Madl’ın elinden Macaristan Liyakat Nişanı’nı aldı. 2003’te Türkiye Yazarlar Birliği ve Ankara Üniversitesi Prof. İnalcık’a
şükran plaketleri verdiler. Öte taraftan 2003’te Milli Savunma Bakanlığı Ödülü’nü, 2004’te de Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat ve Turizm Vakfı tarafından Bursa Ulusal Kültür Yaşamına Katkı Ödülü’nü aldı. 2005 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, 2008 yılında ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Onur Ödülü’nün sahibi oldu.
2005 senesinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, 2006’te Koç Üniversitesi, 2007’de Trakya Üniversitesi, 2008’de Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, 2008’de Pamukale Üniversitesi, 2009’da Yalova Üniversitesi, 2009’da Akdeniz Üniversitesi, 2010’da Cumhuriyet Üniversitesi, 2011’de Erciyes Üniversitesi ve Uşak Üniversitesi, 2012’de ise Azerbaycan Bilimler
Akademisi tarafından Fahri Doktora tevcih edildi.
2008’de Türk İdareciler Derneği Ödülü, TBMM Onur Ödülü, Rotary International Meslek Ödülü, 2009’da Kırım Gelişim
Vakfı Onur Ödülü, 2010’da Bursa Fahri Hemşehrilik Ödülü, 2011’de Suudi Arabistan Kral Faysal Ödülü, 2015’te Khazar
Üniversitesi Avrasya Efsanesi Ödülü aldı ve 2016’da Uluslararası Türk Akademisi tarafından Astana Madalya Takdimi
gerçekleştirildi.
Prof. Halil İnalcık Osmanlı tarihinin neredeyse bütün alanlarında ve bütün dönemleri hakkında eserler verdi. Osmanlı
sosyal ve ekonomik tarihi başta olmak üzere, Osmanlı devlet yapısı, hukuk, ticaret, toplumsal hayat, kurumlar, üretim
ve tüketim, bürokrasi, demografi, şehir tarihi, siyasi tarih, vakıflar, şahsiyetler ve özellikle son yıllarda Osmanlı kültür ve edebiyat tarihi... Bu konu çeşitliliği yanında, Prof. İnalcık'ın derinlikli araştırmaları ve daha önce ele alınmamış
konuları ele alarak onlarla ilgili kapsamlı inceleme ve değerlendirmeler sunması, getirdiği yeni bakış açıları ve eşsiz
yorumları, klişeleşmiş tarih hükümlerini silbaştan yorumlaması ve bir anlamda bilinen tarihi değiştirmesi eserlerinin
çokluğu yanında son derece değerli olması sebebiyle kendisine "Tarihçilerin Kutbu" unvanı verildi.
"Şeyh-ül Müverrihin" Prof. İnalcık Ankara’da tedavi gördüğü hastanede 25 Temmuz akşamı vefat etti. 100 yaşında yaşamını yitiren Prof. Dr. Halil İnalcık için 27 Temmuz Çarşamba günü Ankara ve Bilkent Üniversiteleri'nde tören düzenlendi ve cenazesi 27 Temmuz'da Doğramacızade Ali Sami Paşa Camii'nde ve 28 Temmuz Perşembe günü de İstanbul
Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Fatih Camii haziresine defnedildi.
• Kırım göçmeni Seyit Osman Nuri Bey ve
Ayşe Bahriye Hanım’ın oğlu Halil İnalcık,
7 Eylül 1916’da İstanbul’da doğdu.
11
Halil İnalcık ve Disiplinlerarası Tarih Metodolojisi
Prof. Dr. Bülent ARI
Halil İnalcık’ı diğer tarihçilerden ayıran en önemli husus, tarih disiplininde araştırma yaparken ve kalem oynatırken
diğer beşeri bilimlerden bihakkın faydalanmasıdır. Edebiyat, hukuk, sosyoloji, sosyal antropoloji, iktisat, İslâmiyat ve
siyaset bilimi, onun araştırmalarındaki temel alanlardandı. İnalcık, hukuk ve sosyolojiyle çok genç yaşlarda tanıştı. Tarihçi olarak akademik hayata başlamadan çok önce hukuk terimleri ve kavramlarıyla içli dışlıydı. Daha Balıkesir Necati
Bey Muallim Mektebi’ndeyken Hukuk Fakültesi profesörlerinden Sadri Maksûdi Arsal sayesinde ilk ciddi kavramlarla
tanıştı. Paris’te okumuş, Fransız sosyoloji ve hukukuna derin vukûfu olan ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
Hukuk felsefesi ve sosyolojisi üzerinde dersler veren Sadri Bey “Hukukun “Umumi Esasları” adlı kitabını eski harflerle
yazmıştı. Kitabının yeni harflerle basılmasını istemesi üzerine, Balıkesir Muallim Mektebi1 son sınıfta okuyan genç Halil
bu eseri o yaz yeni harflere çevirdi. Bu vesileyle hukuk ve sosyolojiyle tanıştı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi2 yatılı imtihanını kazanarak fakülteye girdiğinde aynı yıl Hukuk Fakültesi’ne de devam etti.
Fakülte sıralarından itibaren sosyal hayat ve müessese tarihini araştırmanın önemini kavramıştı. Doktora tezinde ise
Bulgaristan’daki isyanların kaynağının, arazileri ele geçirmek isteyen Bulgar köylüsü ile boş kalan miri toprakları kendi
mülkleri haline getiren ağalar arasındaki sosyal çatışma olduğunu tahlil etmişti. Bütün bu tarihi gelişmeleri, isyan mahalline giden Osmanlı müfettişlerinin raporlarına dayanarak tezinde işledi.
O sıralarda Strazburg’dan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne gelen Prof. Ömer Lütfi Barkan’ın Osmanlı hukuku,
toprak meseleleri üzerinde ilkin Ülkü3 dergisinde çıkardığı yayınlarla tanıştı. Barkan’ın yayınladığı Tahrir Defterleri4
1
2
3
4
Şu anda aynı binada Balıkesir Üniversitesi Eğitim Fakültesi bulunmaktadır.
Ankara Üniversitesi bünyesinde Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kurulduğu ilk yıl (1935) İnalcık kabul edilen 40 talebe arasındaydı. Faik Reşid Unat’ın sonradan kendisine ifadesine nazaran DTCF
imtihanını birinci olarak kazanmıştı.
19 Şubat 1932 tarihinde Halkevleri’nin kurulmasından sonra Türk Ocakları’nın merkezî yayın organı olan Türk Yurdu’nun yerini tutmak üzere bir dergi çıkarılmaya karar verilmiş ve Halkevleri’nin
merkezî yayın organı olan Ülkü, 1933 Şubat’ında yayın hayatına başlamıştır. 1950 yılına kadar üç seri halinde 264 sayı yayınlanmıştır. 41. sayıdan itibaren direktörlüğüne Fuad Köprülü’nün getirilmesiyle akademik yayınların arttığı görülür. Dergi hakkında kapsamlı çalışma için bkz. Ertan Aydın, Peculiarities of Turkish Revolutionary Ideology in the 1930s: The Ülkü version of Kemalism, 1933-1936,
Bilkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2003.
Osmanlı Klasik Dönemi’nde (1300-1600) vergi kayıtlarını oluşturan maliye defterleri. Bu defterlerde, her sancaktaki köylerde yerleşik bütün erkekler tek tek, ödediği vergilerle birlikte (evli, bekâr,
işlediği toprak miktarına göre) yazılır ve sipahilere timar tahsis edilirken bu defterler esas alınırdı. Bunlara Mufassal Defter de denilir. Sancaklardaki sadece sipahilerin isimlerini ve topladığı vergileri
esas alan özet defterlere ise İcmal Defteri denilir. Günümüzde bu defterlerden pek çoğu yeni harflerle yayınlanmış bulunmaktadır.
• İlk tahsilini 1923-1930 arasında Ankara Gazi Mektebi’nde tamamladı.
Orta öğretimini bir yıl Sivas Muallim Mektebi’nde sürdürdü,
1931’de Ankara’da Gazi Muallim Mektebi’nde tamamladı.
13
üzerindeki çalışmalarını yakından takip etti. Barkan’ın bu titiz araştırmaları, Sadri Maksûdî ve Uzunçarşılı’dan sonra
İnalcık’ta en çok tesir bırakan yazılardır.
Tarih Konularının Değişimi
II. Dünya Harbi’nden sonra, İmparatorların ve hanedanların çoktan ortadan kalkması üzerine, tarihin devletlerin faaliyetleri (savaş, diplomasi, barış) değil, toplum, hayat şartları, toplumda zaman içindeki değişiklik ve gelişim olması revaç
bulmuştu. Bundan sonra tarih bilimi devletlerin değil, halkların tarihi olarak ele alınmaya başlamıştır. II. Dünya harbinde Nazizm’e karşı sol hareketlerin galibiyeti bu akımı kuvvetlendirdi. Bütün batı tarihçiliğinde sosyal sınıflar arasında
çatışma, işçi-işveren ilişkileri, işçinin hayat şartları, enflasyon ve işçi sınıfları gibi sosyal meseleler tarihin ana konuları
olarak ele alınmaya başladı. Böylece tarih yazımında kökten bir araştırma ve yorumlama alanı açıldı. Bu cereyanı
Fransa’da Annales dergisi etrafında toplananlar tarihin esas konusu olarak ele aldılar.
Türkiye’de de aynı minval üzere, Osmanlı devleti tarihi ele alınırken, saltanat-savaşlar-fetihler tarihi değil, halkın tarihi-sosyal tarihinin incelenmesi görüşü ağır basıyordu. Bu sahadaki gelişmeler, Halkevlerinde kadı sicillerine dayanan
lise hocalarının toplum tarihi araştırmaları ile başladı. Bu akım 1940’larda Barkan ve daha sonra İnalcık tarafından yeni
tarihçiliğimizin esas araştırma alanı olarak yerleşmiştir. Bu sebeple İnalcık, sosyoloji ile yakından ilgilenmiş, günümüz
sosyologlarının eserlerini okumuş ve o kavramlar çerçevesinde yeni bir Osmanlı tarihi ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
Onun izlediği belli başlı sosyolog Max Weber’den sonra Levi Strauss’tur.
Levi Strauss’un yüzyılın hastalığı dediği kimlik identité sorunu ben ve öteki arasında yabancılaşma ve husumettir. Canlılar kendi aralarında mensup oldukları kültüre göre birbirinden ayrılırlar. Birbirinden farklı hayvan türlerinin
birbirine saldırma nedeni, kendini ve hayat sahasını korumaktır. Buna karşı insanlar farklı kültürleri ile birbirinden
ayrılır. İnsanı hayvandan ayıran şey kültürdür; başka tabirle, insan kültür yaratan hayvandır. Bu sebepten, insanlar
arasında çatışma, rekabet ve savaş, farklı kültürler arasında kendini gösterir. Levi Strauss’a göre “ben ve öteki” bilinci,
kültürden kaynaklanan farklı sosyal davranışın sonucudur. İnsanlar arasında öteki, ayrı bir kültüre mensup olan
insan veya gruptur. Ayrı bir kültür ve hayat tarzı ne derece gelişmişse farklılık, “ben ve öteki” bilinci o kadar derin
ve güçlü olur. Gelişmiş insan grupları arasında, kavimler, milletler, din ve medeniyetler arasında ben ve öteki bilinci
en keskin biçimde kendini gösterir ve en çetin çatışmalar o gruplar arasında ortaya çıkar. Batı medeniyeti ile İslam
arasında yüzyıllar süren Haçlı savaşları, öteki bütün etkenler yanında din ve kültür ayrılığı olgusu ile açıklanabilir.5
5
Halil İnalcık, Doğu Batı Makaleler I, Ankara, 2005, s 231.
• Lise eğitimini dönemin en iyi okullarından biri olan
Balıkesir Necati Bey Muallim Mektebi’nde 15 Eylül
1935’te tamamladı.
15
Prof. İnalcık’ın sosyolojik, ekonomik ve hukuk tarihi, yani sosyal tarih üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırması 1950’de
Paris’te Uluslararası Tarihi Bilimler Kongresi’nde çok tartışılan ve büyük ilgi çeken Fernand Braudel’in6 Akdeniz7 kitabıyla tanışmasının ardından gerçekleşti. Kongre, Braudel’in kitabının yayınlanmasının ertesi yılı toplanmıştı. Kongredeki en hararetli tartışmalar Braudel’in eseri üzerinde cereyan etmişti.8 Bu suretle Fransız Annales9 ekolüyle yakın ilgi
kurdu. Braudel’in kitabını alıp Türkiye’ye döndüğü zaman onu “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve İnkişaf Devrinde
Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti Üzerine Bir Tetkik Münasebetiyle” başlıklı makalesinde uzun uzun kullandı. Bu yazısında
Braudel’in Akdeniz tarihi çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik ve sosyal tarihine getirdiği devrimci bakış
açısını belirtmeye çalıştı. Mustafa Akdağ’ın Belleten’de çıkan, Osmanlı sosyal tarihine ait oldukça iddialı makalesini,10
Osmanlı tarihine bu yeni bakışın bir neticesi olarak uzun bir yazıyla tenkid etti.11 Arkasından Barkan bu kitap hakkında
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dergisinde tanıtım yaptı. Böylece Fransa’daki Annales ekolü ülkemizde sosyal
tarihçiliğin yayılmasında bir başlangıç oldu.
Böylece tarihçiliğimizde sosyal ve ekonomi konuları esas alarak araştırma konusu yapan yeni bir ekol kurulmuş oldu.
Bu ekolü (ATÜT)12 kabul edenlerin ötesinde sosyal ekonomik gelişmeleri Marxist teoriye değil, arşiv, belge araştırma
6
9
7
8
12
10
11
Fernand Braudel, (1902 - 1985), Fransız tarihçi. Almanya’nın 1940’ta Fransa’yı işgali sırasında teğmen olan Braudel, Lübeck’te esir kampına gönderildi ve 1945’e kadar orada kaldı. Savaş esiri olarak
Almanya’da geçirdiği beş yıl içinde, 1949’da yayımlanacak olan doktora tezini hiçbir kaynağa başvurmadan yazdı: La Mediterranée et le monde mediterranéen à l’époque de Philippe II (İkinci Felipe
Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası). Bu tezle 1947’de Sorbonne Üniversitesi’nce doktora derecesine layık görüldü. Eser, XVII. yüzyılda İspanya ve Osmanlı imparatorlukları arasında 1571 İnebahtı
Deniz Savaşı’yla noktalanan mücadeleyi ele alır. 1946’da Marc Bloch ile Lucien Fèbvre’in kurdukları Annales dergisinin yayın kuruluna seçildi; Collège de France’da hocalık yaptı. Lucien Fébvre’in
ölümüyle, tarih ve diğer sosyal bilim çalışmaları arasındaki ilişkileri teşvik amacıyla kurulan VI ème section de I‘École des Hautes Études’ün başkanlığına getirildi. 1962’den itibaren Maison Sciences
de I’Homme’un baş yöneticisi oldu. İkinci büyük eseri olan Civilisation Matérielle et Capitalisme 1400-1800 (Maddi Medeniyet ve Kapitalizm, 1400-1800) 1979’da, tamamlanmamış eseri Fransa’nın
Kimliği ise ölümünden sonra yayımlandı. Bir coğrafyacı olmasına rağmen, tarih biliminde neredeyse devrim yaratmış bir ekolün en ünlü temsilcilerinden biridir. Braudel, coğrafî yapıları, iklimi, gündelik
hayatta kullanılan her türlü araç gereci de tarihin öznesi haline getirerek zaman ve mekân algısını kökünden sarsmıştır.
Fernand Braudel, La Méditerranée et le monde méditerranéen a l’époque de Philippe II, Paris, 1949, Türkçe Baskısı: 2. Felipe Dönemi’nde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Ankara: İmge Yayınevi,
Fernand Braudel, tarihçiliğe yaklaşımı ve eserlerinin genel bir tahlili için bakz. William McNeill, “Fernand Braudel, Historian”, The Journal of Modern History, 73 (March 2001), 133-146.
Fransa’da yayınlanan Annales d’histoire économique et sociale adlı dergide dile getirilen tarih yazıcılığı ekolüdür. Annales Okulu, ismini tarih bilimine toplum bilimleri yöntemlerini uygulaması ile
duyurmuştur. Marc Bloch ve Lucien Febvre tarafından sosyoloji, ekonomi, sosyal psikoloji ve antropoloji gibi çeşitli toplum bilimleri ile işbirliğini sağlayacak bir tarih bilimi yaklaşımı geliştirmek üzere
1929 yılında Strasbourg Üniversitesi’nde ders verdikleri bir dönemde kuruldu. Önceki tarihçilerin benimsediği etkili siyaset, diplomasi ve savaşlar tarihi üzerine yoğunlaşan anlayıştan farklı olarak,
olayların gerisinde uzun vadeli tarihî sürecin (la longue durée) araştırılmasını esas aldı. Coğrafya, maddi kültür ve daha sonra Annales çevresinin mentalités veya dönemin ruhu olarak adlandıracakları
konular, çalışmalarının merkezinde yer aldı. Ekolün önde gelen üyelerinden Georges Duby, Le dimanche de Bouvines adlı kitabının önsözünde, sahip olduğu tarih anlayışının, duygusal olanı bir kenara
ittiğini ve olayların basit bir muhasebesinin çıkarılmasının yerine, problemi ortaya koyup çözmeye, yüzeysel olanı görmezden gelip iktisat, toplum ve medeniyetin uzun ve orta vadeli gelişimini tespite
çalıştığını yazdı. Derginin ismi önce Annales, Economies, Sociétés, Civilisations ve 1994 yılında Annales, Histoire, Sciences Sociales olmak üzere iki kez değiştirilmiştir. Günümüzdeki takipçileri Annales ekolünün dördüncü neslini temsil etmektedirler.
Mustafa Akdağ, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişaf Devrinde Türkiye’nin İktisadi Tarihi”, Belleten, XIII/51 (1949) ve XIV/55 (1950).
Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve İnkişaf Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti Üzerine Bir Tetkik Münasebetiyle”, Belleten, XV/60, (1951), 629-690.
Tüm Balkan tarihçileri Osmanlı hâkimiyetini Marx ve Engels’in Asyatic mode of production (Asya Tipi Üretim Tarzı, ATÜT) adlı teorisine göre şekillendirmekte idiler. Engels’in ATÜT teorisi kısaca şudur:
Asya toplumları batı toplumları gibi feodal burjuvazi ve komünizm aşamaları şeklinde gelişmemiştir. Doğudan, İngiliz konsoloslarının gönderdikleri raporlara göre, özellikle Hindistan’daki sosyal hayat
şartlarını dikkate alarak Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) teorisini geliştirmişti Marx. Hindistan’daki kast Sistemi ve çoğu Türk hanedanların baskısı bu teoride esas alınmaktaydı. Osmanlı rejimini de aynı
teori içinde Türklerin temsil ettiği askeri rejimin üretici sınıfları (başlıca köylüyü) silah korkusu altında sömürmesi şeklinde özetlemekteydi. Çoğu Balkan tarihçisi Osmanlı rejiminin geri bir feodalizm
olduğu, Osmanlı’nın timar sistemi ve sipahiler yoluyla köylüyü baskı altında tuttuğu, üretimini gasp ettiği iddiası ile Osmanlı devrini tasvir etmekteydiler. ATÜT nazariyesi 1950’lerde ortaya çıkmıştı.
Bulgaristan’da bunun en önemli temsilcisi Mutafçiyeva idi. Osmanlıca bilen bu araştırmacının ATÜT teorisine göre yazıları Fransa’da da basıldı. Oradan Türk iktisatçıları (İdris Küçükömer, Sencer
Divitçioğlu) bu yeni Marksist tarih teorisinin en hararetli temsilcileri oldular. Daha sonra Huricihan İslamoğlu ve Çağlar Keyder bu akımı devam ettiren iktisatçılardır.
• Yüksek tahsiline 1935’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde (AÜDTCF) başladı. Yeni Çağ
Tarihi Kürsüsü’nde M. Göker, B. S. Baykal ve Fuad Köprülü’nün derslerini takip etti. 1940’ta mezun olan İnalcık,
Timur üzerine hazırladığı bir seminerle Fuad Köprülü’nün dikkatini çekti, onun takdir ve tavsiyesiyle 30 Nisan 1940’ta
AÜDTCF Yeni Çağ Kürsüsü’ne ilmî yardımcı tayin edildi. 1942’de Türkiye’de sosyo-ekonomik tarih yazıcılığının ilk
örneklerinden biri olan Tanzimat ve Bulgar Meselesi adlı teziyle doktor oldu.
17
larına dayandıran tamamıyla farklı bir sosyal tarih mektebi, Barkan-İnalcık araştırmaları yoluyla Türkiye’de yerleşti.13
İnalcık sosyolojik ve ekonomik teorilere ve yorumlara yakın ilgi duymakla beraber, Osmanlı tarihi araştırmalarında
bu alana belgelerin ışığı altında objektif bir şekilde yaklaşmak gerektiğini belirtmekteydi. Bu tenkid yazısından sonra,
İnalcık’ın bütün çalışmalarına yön veren bu yaklaşım, yani sosyo-ekonomik tarih üzerinde, Barkan’ın yaptığı gibi, Osmanlı arşiv belgelerini kullanarak sağlam ve objektif sonuçlara varma prensibi hâkim olmuştur.
Bir taraftan teorik hazırlık yapmak, öte yandan Barkan ve Uzunçarşılı’nın etkisiyle belgeler üzerinde çalışmalar, onun
en çok ilgisini çeken konulardır. İleride çalışmalarına kılavuzluk eden bu eserler, o zamanlar genç bir tarihçi olan Halil
İnalcık’ın formasyonu üzerinde derin izler bırakmıştır.14
İnalcık Bursa’da kadı sicilleri üzerinde çalışmaya başladığında (1940-50) sicillerin sosyal ve hukuk tarihinin en zengin
kaynakları olduğunu keşfetti. Barkan’ın davetiyle İ. Ü. İktisat Fakültesi Mecmuasında Bursa’daki sosyal sınıflar üzerindeki makalesini neşretti.15 Bu makale onun sosyal meselelere temel yaklaşımını yansıtır. Bursa’da üç tabakanın bıraktığı miras listeleri üzerinden dönemin ekonomik ve sosyal durumunu tespit etti. Bu araştırması, Tanzimat ve Bulgar
Meselesi başlıklı tezinden sonraki en önemli sosyolojik çalışmasıdır.
Bu makale, arşivden ayrılmayan Barkan’ın dikkatini çekti ve sicillerin kopyalarını kendi enstitüsüne16 getirdi. Bursa
sicilleri17 en eski Osmanlı kadılık kayıtları arasındadır. Bu sicil defterleri arasında Fatih devrine kadar giden vesikalar
bulunmaktadır. Bursa sicilleri üzerindeki araştırmaları bir dizi makale olarak aralıklarla yayınlanmıştır.18 İnalcık’ın ifadesine göre, siciller üzerinde çalışırken, defterler müzede toz toprak içindeydi. Maarif Vekâleti’ne bir yazı yazarak bu defterlerin kurtarılmasını istedi. Bunun üzerine Bursa sicilleri Topkapı Sarayı belge bakım müdürlüğünde temizlenip ciltlendi ve tekrar Bursa Arkeoloji müzesine getirildi.19 Bugün kadı sicilleri üzerinde pekçok araştırma yapılmakta ve eserler
yayınlanmaktadır. Bu alandaki çalışmaların önemi artık anlaşılmış durumdadır. Üniversitelerde siciller üzerinde tezler
13
14
17
18
15
16
19
İnalcık’ın Osmanlı tarihini tahlilde kullanılan hatalı Marxist yaklaşımları değerlendirmesi için bkz. “On the Social Structure of the Ottoman Empire: Paradigms and Research”, From Empire to Republic,
Essays on Ottoman and Turkish Social History, Istanbul: ISIS Press, 1995, p 27-72.
Ömer Lütfi Barkan’ın Osmanlı sosyo-ekonomik tarihindeki metodolojisi ve çalışmalarının önemi hakkında bkz. Halil İnalcık, “Türkiye’de Osmanlı Araştırmaları, I, Türkiye’de Modern Tarihçiliğin Kurucuları”, XIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1999, Bildiriler Kitabı, Ankara: TTK, 2002, 87-166.
Halil İnalcık, “15. Asır Türkiye İktisâdî ve İctimâî Kaynakları”, İÜ İktisat Fakültesi Mecmuası, XV/1-4 (1953-54) 51-73.
Ömer Lütfi Barkan’ın 1955’de kurduğu ve emekli oluncaya kadar müdürlüğünü yürüttüğü Türk İktisat Tarihi Enstitüsü.
Kadıların her türlü mahkeme kayıtlarını tuttukları bu defterlere Şer’iye Sicilleri adı verilir. Her kadı, görevden ayrılırken bu defterleri halefine teslim ettiğinden günümüze kadar ulaşabilmiştir.
Halil İnalcık, “Bursa Şer’iye Sicillerinde Fatih Sultan Mehmed’in Fermanları”, Belleten, XI (1947), 693-708; “Bursa and the Commerce of the Levant”, Journal of the Economic History of Orient, 3 (1960)
131-147; “Bursa XV. Asır Sanayi ve Ticaret Tarihine Dair Vesikalar”, Belleten, XXIV (1960), 45-102; “Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Tarihi İle İlgili Belgeler”: Bursa Kadı sicillerinden Seçmeler”, Belgeler, X/14 (1980-81) 1-91.
O dönemde şehir müzelerinde saklanan siciller, çok sonraları alınan bir kararla Ankara’da bulunan Millî Kütüphane’de toplanmıştır. Sadece İstanbul sicilleri (yaklaşık onbin cilt) İstanbul Müftülük
Arşivi’ndedir. Diğer kazalara ait olan sicillerden elde kalanların tamamı Ankara’da muhafaza edilmektedir.
• 28 Nisan 1942’de AÜDTCF Yeni
Çağ Kürsüsü’ne asistan olarak atanan
İnalcık, 15 Aralık 1943’te Viyana’dan
‘Büyük Ricat’e Osmanlı İmparatorluğu
ve Kırım Hanlığı unvanlı teziyle
doçentliğe atandı. 1945’te AÜDTCF
Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden
Şevkiye Işıl Hanım ile evlendi.
Araştırma sahasını doktora tezinden
itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun
sosyal ve ekonomik meselelerine
yoğunlaştıran İnalcık, İstanbul’da
Osmanlı arşivlerinde ve Bursa
şer’iyye sicilleri üzerinde araştırmalar
yaptı. 1947’de Türk Tarih Kurumu
(TTK) üyeliğine seçildi.
19
yapılmakta ve bir kısmı da yeni harflere transkribe edilmektedir.20 İnalcık’tan önce bu siciller üzerinde bölgesel araştırmalar başlamış bulunuyordu. Halkevleri dergilerinde siciller üzerinde Kamil Su, Çağatay Uluçay bazı yayınlar yapmıştır.
İnalcık’ın sosyal tarih üzerindeki araştırmaları, Balkanlar üzerinde yayınladığı kapsamlı bir belge ile yeni bir çığır açtı.
Arşivdeki araştırmaları esnasında, II. Murad’ın ilk devirlerine ait bir tımar defterini keşfederek yayınladı. 1432 tarihli
Arvanid Defteri adıyla yayınlandığı bu defter, Balkanlar’da Osmanlı fetih ve yerleşmesinin temel özelliklerini belgelendiren çok önemli bir eser oldu.21 Arşivde bulunan II. Murad ve Fatih dönemine ait belgeler üzerindeki çalışmalarına
devam eden İnalcık, “Stefan Duşan’dan Osmanlı İmparatorluğuna” adlı makalesini neşretti.22 Bu makale Osmanlı’nın
Balkanlardaki idare ve yerleşmesinin hukuki ve sosyolojik yönlerini belgelendiren bir makale olarak yerli Balkan tarihçilerinin dikkatini çekti. Bosna’da Nedim Filipoviç bunu hemen Sırpça’ya tercüme etti.23 Daha sonra Bulgarca’ya da
tercüme edildi. Yunanistan’da Vakalopoulos Yunan Milletinin Doğuşu adlı eserinde bu sonuçları kullandı.24
Bu alandaki diğer tamamlayıcı çalışmalarını da neşrettikten sonra Bulgar tarihçi Prof. Evgeni Radushev başta olmak
üzere Balkan tarihçileri 1990’da İnalcık’a, “Bu çalışmalarınız Balkanoloji’nin temellerini attı” tespit ve iltifatında bulunmuşlardır. İnalcık’ın Arvanid Defteri ve aynı vadideki araştırmaları şunu ortaya koymuştu: Osmanlı Balkanları fethettiği zaman tüm Balkan tarihçilerinin hep bir ağızdan dillendirdiği gibi yerli aristokrasiyi bertaraf etmemişti. Aksine onları
Osmanlı sipahi ve tımar sistemi içine yerleştirerek askeri zümre içine dâhil etmişti.
Bir sosyolog olan Immanuel Wallerstein, dünya tarihi üzerindeki çığır açan eserinde Braudel’i izlemekteydi. Bighamptan Volombia Üniversitesinde bir Fernand Braudel Center açmaya karar vermiş ve Braudel ve Annales ekolünü izleyen
tüm tarihçileri bu toplantıya çağırmıştı. İnalcık’ı da davet etti.25 Braudel de toplantıda hazır bulundu. İnalcık hocanın
Annales ekolü ve Osmanlı araştırmaları hakkındaki tebliği, Review dergisinde basıldı.26
20
21
22
25
23
24
26
Sadece birkaç örnek vermek bakımından, Konya Sicilleri, İzzet Sak’ın başlattığı münferit yayınlardan sonra Konya B. Şehir Belediyesi tarafından ikmallerle 20 cilde ulaşmıştır. İstanbul’da ise İSAM
külliyatı arasından 40 cilt olarak yayınlanan İstanbul Kadı Sicilleri, bunlar arasında sayılabilir. Diğer siciller üzerinde de çok sayıda doktora çalışması yapılmıştır.
Halil İnalcık, Hicri 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, Ankara: TTK, 1954.
Halil İnalcık, “Stefan Duşan’dan Osmanlı İmparatorluğu’na: XV. Asırda Rumeli’de Hristiyan Sipahiler ve Menşeleri”, 60. doğum yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, Ankara: DTCF, 1953, s 207248; makale, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, Ankara: TTK, 1954 içinde tekrar yayınlandı.
“od Stefana Duşana do Osmanskog Carstva”, Prilozi za Orientalni Filologiu i Istorija Jugosovenski Naroda Pod Turkskom Vladaninom, 3-4 (1952-53), 23-54.
Apostolos E. Vakalopoulos, Origins of the Greek Nation: The Byzantine Period, 1204-1461,1970.
Annales ekolünün esas kavramlarından olan tarihi olaylara uzun dönemli perspektiften bakma perspektifi, long durée, Braudel tarafından 1958’de ortaya atılmıştı. “Histoire et Sciences sociales. La
longue durée”, Annales, Histoire et Sciences sociales, 13 (1958). Yaklaşık bir nesil ortadan kaybolan long durée yakın zamanlarda tekrar ortaya çıkmıştır. Mamafih, geri dönen long durée özgün halinden
farklıdır. Daha önceki versiyonlarında olmayan bir dinamizm ve esnekliğe sahiptir. Günümüzdeki geniş veri tabanıyla -dijital analizlerle ekonomik, idari, ekolojik ve kültürel verilerle- yeni bir ilişkisi
vardır. Bu geniş rezervin sonucu olarak yeni long durée tarihçiler, diğer sosyal bilimciler ve siyasetçiler nezdinde daha büyük bir potansiyele sahiptir. Kökenleri itibariyle geçmişe uzanmakla birlikte
artık daha fazla geleceğe odaklıdır. Jo Guldi – David Armitage, Tarih Manifestosu, tercüme Serpil Çağlayan, İstanbul: İş Bankası yay., 2016, s 11.
Halil İnalcık, “The Impact of Annales School of Ottoman Studies and New Findings”, Review, Journal of Fernand Braudel Center, I (1978), 69-96.
• AÜDTCF tarafından bilgi, görgü ve
çalışma alanındaki ihtisasını artırmak
üzere 1949’da gönderildiği İngiltere,
British Museum’da Türkçe yazmalar
üzerinde çalıştı ve Calendar of State
Papers serisinde Osmanlı tarihine ait
kayıtları topladı. Londra Üniversitesi,
School of Oriental and African
Studies’de (SOAS) Prof. Paul Wittek’in
seminerlerine katıldı. Bu seminerlere
katılan B. Lewis, V. Ménage, V. Parry,
E. Zachariadou gibi tarihçilerle tanıştı.
Dünyanın en önemli arşivlerinden
İngiltere, Public Record Office’te
Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili kaynak
taraması yaptı.
21
Halil İnalcık’ın Sosyoloji Araştırmaları
Sosyal tarihe olan ilgisi dolayısıyla İnalcık doğrudan doğruya sosyoloji okumalarına önem veriyordu. Özellikle Ziya Gökalp sosyolojisi üzerinde ilk zamanlardan beri büyük ilgiyle araştırmalar yapmıştır. Bunun bir sebebi de kendisinden
Encyclopedia of Social Science için Ziya Gökalp maddesinin yazılmasının istenmesidir. Ziya Gökalp üzerindeki araştırmalarını daha sonra Doğu Batı dergisinde özetledi.27 Bu araştırma, Gökalp üzerinde derli toplu bir çalışma olup sonuna
etraflı bir bibliyografya eklenmiştir.
İnalcık Gökalp sosyolojisini öteki sosyoloji ekolleriyle karşılaştırdıktan sonra Avrupa ve Amerika dâhil tüm
sosyologlar üzerinde derin tesir bırakan büyük Alman sosyolog Max Weber’in sosyolojisiyle ilgilendi. Chicago Üniversitesinde iken Weber’in Ekonomi ve Toplum kitabı İngilizce olarak yayımlandı.28 Kitabı dikkatle inceleyen Halil
İnalcık, Weber’in Osmanlı imparatorluğu yapısı üzerindeki görüşlerini özetleyerek eleştirmiştir.29 Tabiatıyla bir tarihçi olmayan Weber, noksan ve sosyolojik analizden yoksun eserlere dayandığından, çok hatalara düşmüştü. İnalcık
bu makalesinde Max Weber’in haklı olduğu ve yanlışlara düştüğü hususları belirterek onun Osmanlı Türk toplumu ve
devleti hakkındaki görüşlerini etraflı bir tenkide tabi tuttu. Makale Weber sosyolojisini ele almakla beraber Osmanlı
devlet ve toplumun sosyolojisi bakımından bir analizi içerir. Weber’in Osmanlı devletini de ordu gücüyle keyfi idareye
dayanan sultanlık kategorisine koyması ve bütün doğu toplumları gibi despotism sınıfında değerlendirmesini kabul
etmez. Hükümdarın da uymak zorunda olduğu kanunnameler, hukuk sistemi ve İslami şartlarla Weber’in tasnifini
delillerle çürütür.30
Bugün Balkanlarda Barkan ve İnalcık’ın açtığı tarihçilik ekolü, Marxist tarihçiliği tamamen bertaraf etmiştir. Onun
Classical Age31 adlı kitabı altı Balkan diline çevrilmiş olup Üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmaktadır. Arapça’ya
da çevrilen bu eser, Arap tarihçileri arasındaki çarpıtılmış tarih görüşünü de değiştirmiştir. Arap tarihçileri daha önceleri şuna inanıyorlardı: “Osmanlılar işgal ettikleri yerlerde halkı silah kuvvetiyle esir ettiler; Osmanlı rejimi bir baskı ve
sömürü rejimidir”. Bütün Arap tarihçileri aslında, kısmen Markxist görüşü tekrar ediyorlardı. Hem Classical Age, hem
Ekonomik ve Sosyal Tarih32 kitabı Arapça’ya tercüme edilmiştir.
29
30
31
32
27
28
Halil İnalcık, “Ziya Gökalp: Yüzyıla Damgasını Vuran Düşünür”, Doğu-Batı, 12 (2000), 9-33.
Max Weber, Economy and Society: an Outline of Interpretive Sociology, ed. Guenther Roth and Claus Wittich, Berkeley: Univ. of California Press, 1978.
“Comments on “Sultanism”: Max Weber’s Typification of the Ottoman Polity”, Princeton Papers in Near Eastern Studies, eds. Charles Issavi - Bernard Lewis, 1992 içinde, s 49-72.
“Makalenin Türkçe tercümesi için bkz. Sultanizm Üzerine Yorumlar: Max Weber’in Osmanlı Siyasal Sistemi Tiplemesi”, Dünü ve Bugünüyle Toplum ve Ekonomi, 7 (Ekim 1994), 5-26.
Halil İnalcık, The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600.
An Economic and Social History of the Ottoman Empire, Cambridge: CUP, 1994.
• 1950’de Paris’te toplanan
Milletlerarası Tarihi İlimler
Kongresi’ne katıldı. Annales
okulunun (École des Annales)
kurucularından Fernand Braudel
ile tanıştı. Onun 1949’da
yayımlanan La Méditerranée
et le monde méditerranéen à
l’époque de Philippe II (II. Felipe
Döneminde Akdeniz ve Akdeniz
Dünyası) adlı çığır açan eseri
İnalcık üzerinde derin etki bıraktı
ve 1950 yılında Türkiye’de bu
eseri tanıtan bir yazı yazdı. 1
Şubat 1951’de İngiltere’den
Türkiye’ye döndü.
23
İnalcık kitap ve makalelerin yanında, kimsenin eline almaya cesaret edemeyeceği kaynakları gıpta ve hayretle okunacak derecede vukfiyetle çalışarak esaslı tahlillerle yayına hazırlamıştır. Bunlar arasında, Adaletnameler, Kanunnâme-i
Sultani Ber-Mûceb-i Örf-i Osmâni, Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, The Customs Register of Caffa, (1487-1490) ve
The Survey of Istanbul (1455) sayılabilir.
Arada yazdığı uzun makaleler ve her biri makale cesametindeki ansiklopedi maddeleri, kafasında stratejisini ve ana
çerçevesini planladığı büyük eserlerin parçalarını oluşturmaktaydı. Son yıllarda yayınlanan kült eserleri, akademideki
75 yılın stratejisinin mahsulüdür. An Economic and Social History of the Ottoman Empire, Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar, Has Bahçe’de Ayş u Tarab ve Devlet-i Aliyye (5 cilt) daha önceki makaleleriyle seneler boyunca ilmek ilmek
örülmüştür.
Leiden’da Brill yayınevi tarafından neşredilen, Suraiya Faroqhi ile baş editörlüğünü yürüttükleri Ottoman Empire and
Its Heritage serisinden, 1998’den beri 40 ciltten fazla kitap basılmıştır. Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan ve yine
hocanın baş editörü olduğu Osmanlı Uygarlığı (2001), (İngilizce olarak neşri Ottoman Civilization), adlı 2 ciltlik devasa
kitap, onun Osmanlı kültür ve medeniyeti adına kıymeti hiçbir zaman azalmayacak hizmetleri arasındadır.
Osmanlı toprak rejimi, Osmanlı hukuku, Osmanlı şehir tarihi, Osmanlı ticaret tarihi, tekstil tarihi, Osmanlı’da dönemler
üzerine yayınları, eski tekrarları neredeyse baştanbaşa değiştirmiştir. Beyliğin ilk dönemine ait 50 senelik araştırmaları, Osmanlı tarihi kronolojisini esaslı olarak tashih eder. Bu yoğun mesai, Bizans tarihine de yeni bir bakış açısı getirir.
Osman Gazi’yi ise efsaneler arasında, bulutlar arkasındaki bir aşiret reisi sıfatından çekip alarak, büyük stratejileri olan,
beyliğin kurucusu bir devlet adamı ve kumandan olarak tarih sahnesine çıkarmıştır. Karmakarışık bilgi ve efsane yumağı halindeki Aşıkpaşazade Tarihi’ni esas alarak Fatih’e kadar olan beyliğin 150 senesini adeta yeniden inşa etmiştir.
Mamafih, bütün bu keşiflerin ve kronolojik tashihlerin bilhassa bizdeki ders kitaplarında hakkıyla değerlendirildiğini
henüz söyleyemeyiz.33 Eserleri bütün Balkan dillerine, Lehçe ve Arapça’ya tercüme edilmiş ve Çince tercümesi için çalışmalar sürdürülmektedir.
Devletin değil, toplumun tarihini öne alan bir tarihçiler olarak Barkan ve İnalcık’ın Osmanlı tarihi hakkındaki yanlış teorileri tamamıyla bertaraf ettikleri söylenebilir. Bu tarz tarihçiliğin zafere ulaştığının bir sembolü olarak Batı tarihçileri
de bugün Halil İnalcık’ı okumaktadırlar. 1972’de Chicago üniversitesi tarih bölümüne davet edilen İnalcık, orada 15 yıl
içinde bu yeni görüşle Amerikan tarihçileri yetiştirdi. Bu talebeleri şimdi Amerikan Üniversitesinde ders okutuyorlar.
33
Bkz. Bülent Arı, “Tarih Ders kitapları Akademik Tarihçilikten Haberdar mı?”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yayıncılığı Sempozyumu: Bildiriler, Ankara 18-20 Mart 2010, ed.
Mehmet Öz, TTK Basımevi, Ankara 2011 içinde.
• 1951’in yaz aylarında Bursa Şer’iyye Sicilleri üzerinde çalışmaya başlayarak bu sicillerin önemini belirten bir makale
yazdı (“15. Asır Türkiye İktisadî ve İçtimaî Tarihi Kaynakları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 15
(1953-54), 51-67). Osmanlı hukuku ve sosyal hayatı açısından son derece değerli bilgiler içeren 280 defterlik bu
koleksiyonunun tasnif edilip ciltlenmesi için girişimde bulundu. Nihayetinde Topkapı Sarayı’ndaki atölyede ciltlenip
temizlenerek tekrar Bursa’ya gönderilen siciller, Bursa Arkeoloji Müzesi’nde araştırıcıların kullanımına açıldı.
25
American Academy ve British Academy ona üyelik tevcih ettiler.34 Bunun yanında Balkanlarda Sırp, Rumen akademilerinde üyelik ve dahası bir Yunan üniversitesinde bir Türk tarihçi olarak fahri doktora tevcih edildi.35
Uluslararası camia, Halil İnalcık’ın titiz, dikkatli ve diğer ilim dallarında çalışanlara da örnek olan araştırmalarına kayıtsız
kalmamıştır. Atina, Kudüs İbrani, Bükreş, Sofya, Kırgızistan Üniversiteleri başta olmak üzere yirmiden fazla üniversite
senatosu fahri doktora payesi tevcih etmiştir. The Royal Historical Society, (Londra) Muhabir Üyelik, The Royal Asiatic
Society, (Londra) Şeref Üyeliği, L’école des hautes études en sciences sociales, (Paris) Ziyaretçi Direktörlüğü, American Academy of Arts and Sciences Üyeliği, Srpska Akademija Nauka i Umetnost (Sırbistan Bilim ve Sanat Akademisi/
Belgrad) Üyeliği, Middle East Studies Association Şeref Üyeliği, American Historical Association Şeref Üyeliği, Institutul de Istorie Nicolae Iorga (Nicolae Iorga Tarih Enstitüsü/Bükreş) Şeref Üyeliği, The British Academy, Muhabir Üyeliği,
onun uluslararası alanlardaki akademik akreditasyonunun şahitleridir. Bunlara ilaveten kendisine tevcih edilen İslam
Tarihi Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Ödülü, İslam Konferansı Teşkilatı (1986), T.C. Dışişleri Bakanlığı Yüksek Hizmet Madalyası ve Diploması (1991), Titulesco Yüksek Hizmet Madalyası, Romanya Büyükelçiliği, Ankara (1995),
Macaristan Cumhurbaşkanlığı Liyakat Nişanı (2002), T. C. Kültür Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü (2002), T. C.
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü (2004) ile Kral Faysal Vakfı Ödülü (2011) onun akademik liyakatini
tescilleyen mükâfatlardır.
Barkan ekolü, Halil Sahillioğlu, Mehmet Genç ve diğer kıymetli öğrencileri yoluyla devam etmiştir.36 Halil İnalcık ekolü
ise özellikle Chicago ve Bilkent Üniversitesinde derslerinde yetişen genç tarihçiler tarafından temsil edilmektedir. 2004
yılında Harvard Üniversitesinde İnalcık’ın yetiştirdiği Türk ve Amerikan tarihçileri bir araya gelerek bir kollokyum tertip ettiler.37 İnalcık’ın sağlık sebebiyle katılamadığı bu kollokyumda onun tarihçiliği, bugün dünyanın her tarafında ders
veren talebeleri tarafından müzakere edildi ve ekolü bir bakıma tescillendi.
34
35
36
37
American Academy of Arts and Sciences (üyelik 1983); British Academy (muhabir üyelik 1995).
Prof. İnalcık’a Balkan ülkeleri tarafından tevcih edilen fahrî doktoralar: Atina Üniversitesi: 1987, Bükreş Üniversitesi 1993, Sofya Üniversitesi 2001. Srpska Akademija Nauka i Umetnost (Sırbistan Bilim
ve Sanat Akademisi), Belgrad, (Üyelik 1991), Institutul de Istorie Nicolae Iorga (Nicolae Iorga Tarih Enstitüsü), Bükreş, (Şeref Üyesi 1995).
Halil Sahillioğlu’nun katkıları için bkz. Halil İnalcık, “Türkiye’de Osmanlı Araştırmaları”, XIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1999, Bildiriler Kitabı, Ankara: TTK, 2002, 153-154; Halil Sahillioğlu’nun eserlerinin listesi için bkz. Mélanges Halil Sahillioğlu, II, Etudes Reunies et prefacés par Abduljelil Temimi, Zaghousan, 1997, 11-19; Halil Sahillioğlu ve Mehmet Genç’in metodolojileri hakkında bkz. Tarih’te 4
Sima, İstanbul: Kültür AŞ. 2007.
International Congress in Honor of Halil İnalcık: Methods and Sources in Ottoman Studies, Harvard University, Chicago, 30 April-2 May 2004.
• 2 Haziran 1952’de “Viyana Bozgun Yıllarında Osmanlı-Kırım Hanlığı İş Birliği” teziyle profesörlük unvanını aldı.
1953–54 ders yılında Columbia Üniversitesi School of International Affairs’a ziyaretçi profesör olarak davet edildi.
Prof. Tibor Halasi-Kun ile birlikte Amerika’da Osmanlı-Türk araştırmalarının gelişmesinde rol oynadı.
27
Çoğu tercüme edilmeyen diğer İngilizce makaleleri apayrı bir külliyat oluşturmaktadır. Bunlardan birkaçını sıralamak
gerekirse:
•
•
•
•
•
•
•
•
•
The Appointment Procedure of a Guild Warden (Ketkhuda)38
Autonomous Enclaves in Islamic States: Temliks, Soyurghals, Yurdluk- Ocakliks, Mukataas and Awqaf39
Capital Formation in the Ottoman Empire40
Centralization and Decentralization in the Ottoman Administration41
The Emergence of Big Farms, Çiftliks: State, Landlords and Tenants42
Servile Labor in the Ottoman Empire43
Military and Fiscal Transformation in the Ottoman Empire, 1600-170044
Decision Making in the Ottoman State45
State, Sovereignty and Law During the Reign of Suleyman.46
Sadece bu makaleler bile Osmanlı devletinin ekonomik, sosyal, askeri ve idari mekanizmasının anlaşılmasına yetecek yoğunlukta araştırmalardır. Onun eserlerini hakkıyla anlayabilmek için çoğu zaman dönüp bu makalelerini tekrar
okumak icap ediyor. Biz talebelerine ve kitaplarını takip eden her meslekten okuyucularına çok sayıda ev ödevi bırakıp
25 Temmuz 2016’da aramızdan ayrıldı. Okuya okuya bir türlü tamamlayamadığımız muazzam külliyatını kendisinin nasıl olup da yazabildiğini aklımız almıyor. Bunun ancak hayatını ilme ve araştırmaya adamakla mümkün olacağını bizzat
gösterdi. Aziz hatırasını bu vesileyle hürmetle yadediyoruz.
40
41
42
43
44
45
46
38
39
Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, 76 (1986), 135-142.
History and Historiography of Post-Mongol Central Asia and the Middle East, Eds. Judith Pfeiffer & Sholeh A. Quinn, Harrassowits Verlag, 2006 içinde, s 112-134.
Journal of Economic History, XXIX, (1967) içinde, s 97-140.
Studies in Eighteenth Century Islamic History, eds. T. Naff, R. Owen, London içinde 1977, s 27-52.
Contributions a histoire economique et Sociale de l’Empire Ottoman, Louvain: Peters Press, 1983 içinde, s 105-126.
Mutual Effects of the Islamic and the Judeo-Christian World: The East European Pattern, ed. A Archer, T. H. Kun, B. K. Kiraly, Studies on Society in Change, 1979 içinde s 25-52. Archivum Ottomanicum, VI, (1980), s 283-337.
Decision Making and Change in the Ottoman Empire, eds. C. F. Farah-Kirksville-The Thomas Jefferson University Press, 1993 içinde, s 9-18.
Suleyman the Second and His Time, İstanbul: ISIS Press, 1983 içinde s 59-92.
• 1956-57’de Rockefeller Vakfı’nın bursuyla Harvard Üniversitesi’nde “research fellow” olarak bulundu. Amerikan
tarihi derslerini izledi. Harvard Üniversitesi’nde ayrıca Prof. H. A. R. Gibb’in İslam tarihi derslerini izledi. Harvard
profesörlerinden W. Langer’in teklifi üzerine An Encyclopaedia of World History’nin Osmanlı kısmını gözden geçirmeyi
üstlendi.
29
Kavramsal Çerçeve ve Tarihsel Bağlam Üstadı
Halil İnalcık Hocamız
TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. İsenbike Togan
Halil Beyi kaybettik. Hepimizin başı sağ olsun. Yüzyıllık bir ömür içinde o sonsuz bir titizlikle belgeleri inceleyerek Osmanlı tarihini sistematikleştirmiş ve dünya tarihi içindeki konumuna oturtmuştur. Burada bu çok yönlü tarihçiye bir
Orta Asya tarihçisi penceresinden bakarken onun Osmanlıların kuruluş devrinde gördüğü yapısal özellikler üzerinde
durmak istiyorum
Genellikle Orta Asya ve Osmanlı tarihi, imparatorluğun yapısı ve idaresi, siyasi olaylar ve coğrafya açısından bakılınca birbirinden çok farklı olarak algılanır. Uzmanların çalışmaları ile bu farklar daha da perçinlenir. Oysaki Halil İnalcık
hocamız olaylar değil de yapısal unsurlar üzerinde durduğu için böyle bir ayırım yapmamıştır. Türkiye’deki çoğu Orta
Asya tarihçisi daha doğrusu Genel Türk tarihçisi Türklerin tarihine kendi sosyalizasyonları penceresinden Osmanlı paradigması ile bakarlarken,1 Halil Bey kaynaklardaki Türk-Moğol tarihi terimlerini Osmanlı devleti için ustalıkla kullanmış ve Yazıcızâde’nin eseri gibi 15. yy. kaynaklarında görülen benzer söyleme dikkat çekmiştir. O, Fatih Sultan Mehmet
öncesi dönemde bu bağlantıların ne kadar canlı olduğunu şiirlerle, belgelerle, kaynaklarla göstererek bizlerde Osmanlı
idareci zümresinde İstanbul’un fethinden sonra oluşan mantalite ve aidiyet değişikliği konusunda bir farkındalık oluşmasını sağlamıştır.
Halil İnalcık’ın Osmanlı Devletinin kuruluş dönemini kurgularken kullandığı terminoloji özellikle Orta Asya tarihi üzerinde uzmanlaşmış araştırmacıların dikkatini çekmektedir. Halil İnalcık tarih anlatımını oluşan siyasi birliklerin ana
hatları ve kuruluş yöntemleri, farklı coğrafyalarda gelişen siyasi yapılar, hanedanlar, ticaret yolları ve ticaret ile ilişkiler üzerine odaklanarak geliştirdiği sistem üzerine kurgulamış, analizini evrensel boyutlara taşımış ve karşılaştırmalı
tarih yapanların önünü açmıştır. İnalcık geliştirdiği bu sistemde gerek Osmanlılarda gerekse Orta Asya’da toprak ve
1
İ. Togan 2015.
• 1957’de Türkiye’ye döndü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (AÜSBF) Osmanlı, Avrupa ve Amerika
tarihi okuttuğu gibi “İdari Teşkilât Tarihi” ve “Devrim Tarihi” derslerini de üstlendi.
31
halkın hükümdarların aile mülkü gibi algılanması hususunda Max Weber’in “patrimoniyel devlet” kavramına işaret
etmiştir (Ortaylı 1999:25).2
Osmanlı ve Orta Asya siyasi yapılarına böyle bir kavramsal çerçeveden baktığı için de, yazdıkları geniş bir okuyucu ve
araştırmacı kitlesine hitap edebilmiştir. Hocamızın özellikle 15. yüzyılın ilk yarısına kadarki kuruluş dönemini kurgulayışı Orta Asya üzerinde çalışan Çinli tarihçilerin de dikkatini çekmiştir. Pekin Üniversitesinden Prof. Luo Xin Halil Bey’in
eserlerini okuduktan sonra Orta Asya tarihini daha iyi anlamak mümkün oluyor demişti. Öte yandan Osmanlı’nın 15.
yüzyılın ikinci yarısı dönemi hakkındaki analizleri Ming ve Qing dönemi Çin merkezi devlet yapısı ve politikaları ile
karşılaştırılabilmektedir.
Oysaki genelde siyasi olayların ve coğrafyanın farklılıkları veya oradaki göçebe yaşam tarzının vurgulanması yanında
Orta Asya Türkiye ilişkisinde birleştiriciliği salt aidiyet ile açıklamak yoluna gidilmesi, karşımıza eşi benzeri olamayan
(unique) ve bu sebepten başka bir oluşumla karşılaştırılamaz bir Orta Asya tarihi çıkarmıştır.
Öte yandan Halil İnalcık hocamız bizi Osmanlı tarihinin kuruluş safhası ile ilgili zihnimize yerleşmiş bazı mitlerden veya
fantastik görüşlerden de kurtarmıştır. Aşağıda bunlardan bir kaçı üzerinde durmak istiyorum.
Bir zamanlar ODTÜ’de Osmanlı devletinin kuruluş dönemi hakkında bir ders verirken, öğrencilerin bakış açılarını şekillendirmiş olan “Osmanlıların Bizans’ın zafiyetinden faydalanarak başarılı oldukları” görüşüne karşı Halil Bey’in tarihi kendi bağlamı içinde anlama şeklindeki yaklaşımını kullanıyordum.3 Bu bağlamda Halil Bey önce Osmanlıların kendilerini içinde buldukları konumu iyi anlamak gerektiğini ayrıntılarla göstermiştir (1999:27):4
Selçuk Devleti kadrosunda, sınır bölgelerinde sultanın menşuru ile atanmış “emîrulümerâ” (beylerbeyi), “sipâhbed” veya “sipeh-sâlâr” unvanı ile valiler vardı. Onların emrinde sınırın en ileri kesimlerinde yerel Türkmen uç beyleri, gazâ faaliyeti gösterirlerdi. Osman Gazi işte bu uç-beylerinden biri olarak, Kastamonu bölgesi sipâh-sâlârı olan
Çobanoğullarına bağlı idi. Bu bilgi bize, Osman’la çağdaş olan Yunan tarihçisi Pachymeres tarafından verilmektedir.
Demek ki, Osman için o zaman şöyle bir hiyerarşi mevcuttu. Osman, Kastamonu beylerbeyine, o da Selçuklu sultanına, Sultan da İran’daki İlhan’a bağımlı idi. Siyasî otorite, bu bağımlılık zinciri içinde meşruluk kazanırdı.
2
3
4
Bu konu “Comments on ‘Sultanism’: Max Weber’s Typification of Ottoman Polity” makalesinde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır (İnalcık 1992:49-72).
Şimdiki 10. sınıf MEB ders kitaplarında (V.Turan v.d. 2015:5) daha geniş bir çerçeveden bakma eğilimi görülmektedir. Ancak burada Osmanlı’nın komşuları ayrı ayrı siyasi oluşumları ile ele alınmıştır,
Osmanlı beyliği henüz sistemik bir şekilde bu oluşumların içinde yer almamaktadır. .
Bu görüşleri İnalcık’ın “Osman Bey” (2007) makalesinde de görmek mümkündür.
• 1950’lerden beri yayınları ve
öğretim faaliyetleriyle adı dünya tarih
çevreleri tarafından yakından izlenen
İnalcık, 1972’de Chicago Üniversitesi
tarafından imtiyazlı profesör önerisiyle
bir davet aldı. Daveti kabul eden
İnalcık, Tarih Bölümü’nde profesör
olarak çalışmaya başladı. 1973’te
İngiltere’de The Ottoman Empire: the
Classical Age, 1300–1600 (London:
Weidenfeld and Nicolson) adlı eserini
yayınladı. Bu sentez eseri, yedi Balkan
diline ve Arapçaya tercüme edildi.
Bugün seçkin dünya üniversitelerinde
okutulan temel eserler arasındadır.
Aynı yıl Cumhuriyet’in kuruluşunun 50.
yıl dönümü münasebetiyle Chicago
Üniversitesi’nde Prof. Fahir İz ile birlikte
Continuity and Change in Turkish
Society
andiçinde
History
AIESEE’nin
• Yurt
veve
Batı
ülkelerinde birçok kongreye bildiri vererek katıldı. 1958’de Münih’te düzenlenen XI. Uluslararası
desteği
ile İstanbul’da,
İstanbul: “The Problem of the Relationship between Byzantine and Ottoman Taxation” başlıklı
Bizantinistler
Kongresi’nde
Crossroads
Civilisations
and
bildirisiniofokudu.
1960’ta
ders vermek üzere İsrail İbranî Üniversitesi’ne davet edildi. Yaz aylarında Millî Birlik
Cultures
konferanslarını
düzenledi.
Komitesi’nin
isteği üzerine
Güneydoğu bölgesine üniversiteden bir heyetle inceleme gezisi düzenledi.
33
Osmanlıların nasıl hiyerarşik bir düzen içinde yer aldıklarını böylece belirttikten sonra, “Herhalde, 1288-1299 döneminde Anadolu’da ortaya çıkan olaylar göz önünde tutulmadan Batı Anadolu’daki gelişmeler anlaşılamaz” diyen H.İnalcık bu düzeni kendi tarihsel bağlamı içinde anlamak için yüzümüzü doğuya da dönemiz gerektiğine işaret etmiştir
(1999:31). 5
Osmanlının kuruluşu ile ilgili olan diğer yaygın görüş de “aşiretten devlete” görüşü idi. Şimdiki MEB ders kitaplarında aşiret sözcüğü kullanılmıyorsa da, “beylikten devlete” ifadesi ile Kayı boyundan söz edilmektedir.6 Burada ‘boydan
devlete’ kavramı üzerinde durmak istiyorum. Halil İnalcık Osmanlı öncesinde Batı Anadolu’da dolaşan göçebelerin arasında her ne kadar Kayı boyu mensupları varsa da, bunların boy teşkilatı içinde olmadıklarını, bölükler şeklinde olduklarını belirtmiştir.7 Nitekim Osmanlı şairi Ahmedî’nin İskendername adlı eserindeki 8
az zamanın arasında ol bölük
yoksul iken oldılar cümle mülük
sözleri, bölük’lerin siyasette rol almalarına değinmektedir. Halil Bey İlber Ortaylı’nın kendisiyle yaptığı söyleşide de bu
konuya daha ayrıntılı bir şekilde değinmiştir (1999:27) :9
Beylikler kurucusunun adını almıştır: Aydın-ili, Menteşe-ili, Saruhan-ili gibi. Bu olay, onların patrimonyal devlet karakterini kuvvetle yansıtır. Osmanlı devleti de kurucusunun adıyla anılmıştır. Gerçekten ilk savaşçı grup; gazâ liderinin, kutsal savaş ve ganimet için etrafına nöker/yoldaşlar toplamasıyla ortaya çıkar. Nöker/yoldaşların mutlaka
kan akrabalığına dayanan bir klan-boydan gelmesi şart değildir. Daha ziyade dışardan gelen “garîbler”, ganimet
için savaşmaya hazır yabancılar, kullar olabilir. Orhan’ın imamı İshak Fakı’ya (Fakîh) kadar inen en eski rivayette
Osman Gazi’nin nöker/yoldaşları, “gâziyân” bu biçimde onun bayrağı altında toplanan çeşitli kökenden insanlardır.
Oruç Tarihi’nde yazıldığı gibi “bu Osmânîler garîbleri sevicilerdir” ve bu gelenek Osmanlı tarihinde sonuna kadar devam etmiştir. Yabancılar, daima liderin yakınları olmuştur. Bu savaşçı grubu birleştiren faktör, bir taraftan “doyum”,
ganimet olmuşsa öbür yandan kutsal savaş, gazâ olmuştur. Nökerlik/yoldaşlık, gazâ önderine “anda” ile bağlanma
yoluyla kurulur ve “gâziyân” grubu bu suretle ortaya çıkar.
7
8
9
5
6
Ayrıca bkz. 2007: 497-499.
Aynı MEB ders kitabında (V.Turan v.d. 2015:10) bu konuya Halil İnalcık’ın “Osmanlı Devletinin Kuruluşu” makalesinden bir alıntıyla değinilmesi Halil Bey’in tesir sahasını göstermek açısından önemlidir.
H. İnalcık 1981-82:77; Türkçesi 2000:225-240.
İ. Togan 2009 :141.
Bu konu ayrıca “Osman Bey” makalesinde (2007:492, 495-96) ele alınmaktadır.
• Nisan 1961’de bir heyetle Kıbrıs tarihi hakkında araştırma yapmak maksadıyla Kıbrıs’a giden İnalcık, Kıbrıs
Vakıflar İdaresi’nde Kıbrıs kadılıklarına ait 56 sicil defterini tespit etti ve bunlar üzerinde çalıştı. 1961-1962’de yedi ay
Beyrut’ta bulundu, Arapçasını ilerletti. Yurt dönüşü Hollanda’ya davet edildi, Amsterdam Üniversitesi Doğu Tetkikleri
Enstitüsü’nde “Turkey and Europe” başlıklı bir konferans verdi.
35
Bu söyleşide dikkati çeken hususlardan biri hocamızın daha önce bahsettiği bölük ile değil de kullandığı kaynağın dilini
ve terimini yansıtan nöker kavramı ile karşılaşmamızdır. Bu bilginin kaynağını verirken hocamız, Yazıcızâde Ali’den
(Târîh-i Âl-i Selçuk, 30a, yazılışı II. Murad dönemi) naklen:
Pâdişâhların devleti ve hörmeti nöker ve il ve memleketledir. Eğer nöker ve il ve raiyyet olmayacak olursa padişahlık mümkün değildir.
demektedir. Söyleşinin devamında burada terimleri aşağıdaki sözlerle açıklamaktadır (1999:26-27, 29):
“nöker, lidere ‘anda’ ile bağlanmış, ona ölüme kadar sadık yoldaş demektir. İl ve memleket, vergi veren tâbi halkın
oturduğu bir ülke anlamındadır” [...] Türk-Moğol geleneğine göre “anda”, veya ritüel yeminle gerçekleşen savaşçı
nökerlik/yoldaşlık kurumu öylece îslâmî gazâ ideolojisiyle kaynaşıyor, Osman Gazi’yi uçların en ileri kutsal savaş
lideri durumuna yükseltiyordu kuşkusuz.
Osmanlı devletinin kuruluşunda boylara değil de bölük, nöker, alp eren, gaziyan gibi akrabalık ilişkilerine dayanmayan
grupların rol oynadığını gösteren Halil İnalcık, boy ilişkilerinin nasıl işlediğini ise Kırım Hanlığı üzerine yaptığı çalışmalarda ayrıntılı olarak ele almaktadır (1979-80 ve 1983).
Yukarıda sözü edildiği gibi “aşiretten devlete” söylemine yol açan diğer bir husus da kurucuların Kayı boyundan geldiği kanısı ve bu bilginin Oğuz Destanına bağlandığı görüşüdür. H. İnalcık bu konuyu ele alırken eski Türk geleneklerini
Osmanlı sistemi içinde mecz eden Yazıcızâde’nin (15. yy.) özellikle vurguladığı hususlara dikkat çeker. Oğuz geleneğine
göre Osman Gazi, Oğuz Han’ın büyük oğlu Gün Han’ın oğlu Kayı Han’dan inmektedir. Osman’ın kabilesi Kayı kabilesidir
ve o bu kabilenin ırsi reisidir. Sonradan geliştirilen ve Oğuz Han’a bağlanan bu şecere ile Osmanlıların kendilerini diğer
hükümdarlar, özellikle Orta Asya’daki Temürlüler karşısında daha belirgin bir düzeye getirmek istediklerini öğreniyoruz (1959:78). Şecere Oğuz Han’a dayandıktan sonra sıra “beğ” olan Osman ve evladının da han olmasına gelmiştir.
Burada Orta Asya geleneklerinden ayrılma söz konusudur. Orta Asya’da beğler (beg) han olamazdı. Hatta Temür de bu
sebepten hiç bir zaman han unvanını almamış, yanında bir Çinggisli “kukla han (kogurçak)” bulundurmuştu. 1450’lerde Batı Moğollarından Esen, bey iken hanlık davasında olmuş ve o sebepten öldürülmüştü. Bu durumun 18. yüzyılın
ortasına kadar devam ettiğini görüyoruz. Osmanlılar ise yukarıda bahsedilen şecereler ve aşağıda sözü edilecek şeyh
ve rüya motifleri ile 15. yüzyıl başında kısmen de olsa problemi kendi lehlerine çözümlemiş görünüyorlar. H. İnalcık’ın
makalesinden başlangıçta Osmanlı beylerinin hanlığının ancak Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi Oğuz zümreleri ve Türk-
• 1962 sonbaharında New York’ta The Social Science Research Council’in düzenlediği Conference on the Political
Modernization of Japan and Turkey’de bir bildiri sundu.
37
men kökenli yörükler tarafından benimsendiğini, ancak zamanla daha geniş bir kabul görmüş olduğunu anlıyoruz. Orta
Asya’dan 350-400 yıl önce elde edilen bu başarıyı Halil Bey Neşri ve Yazıcızâde gibi kaynakların ağzından anlatmaktadır. Neşrî Osman Gazi’nin beğ seçilmesini vurgular (1959:80-81), Yazıcızâde ise Osman Beğin “Han dikilmesini” öne
çıkarır. Ayrıca Yazıcızâde beğden han olma hakkının ancak Kayı soyuna mahsus olduğunu
Oğuz türesi mucebince hanlık ve padişahlık Kayı soyu var iken
özge boy hanlarının soyuna hanlık ve padişahlık değmez.
ifadesiyle belirtir. Böylece Osmanlı hanedanı Çinggisliler gibi hâkim sülale olarak yerini alır (1959:78). 10
Şecerenin Oğuz Han’a bağlanması yanında diğer bir “meşruiyet rivayeti” Osman’ın rüyasını Şeyh Edebali’nin, ona dünya hâkimiyeti nasip olacağı şeklinde yorumlamasıdır. H. İnalcık bu bağlamda bir Orta Asya geleneğine işaret etmektedir ( 2000:131- 132):
Böyle bir rüya, hanedanların kökeni ve meşrulaştırılması hususunda ortaçağ edebiyatının ‘topos’udur. Fakat tarihi
açıdan gerçek ve önemli olan şudur ki Âşıkpaşazade, bu rolü kendisinin de mensubu bulunduğu Vefaî tarikatının
meşhur bir halifesine, Osman zamanında hakikaten yaşamış birisine vermektedir. [...] Gerçekten Tanrı’nın bir insana hükümdarlık lütfetmesi ve bunu mübarek bir zat, bir şaman veya aziz aracılığıyla bildirmesi inancı, Orta Asya
Türk-Moğol geleneğine kadar geri gider.
Daha önceki dönemlerde yazılmış bir yazısında H. İnalcık aynı rüyaya bu kez içindeki motif açısında değinmektedir
(1959: 80):
“Osman rüyasında göbeğinden bir ağaç çıkarak bütün dünyayı kapladığını görmüş, sabah yanında misafir kaldığı
şeyh bu rüyayı tabir ederek onun soyuna dünya hâkimiyetinin Tanrı tarafından bağışlandığını söylemiştir. Bu ilâhi
atıfetin sebebi, Osman’ın uykuya varmadan önce Kur’an-ı Kerime gösterdiği hörmettir.”
Bu gaziler muhiti içerisinde söz konusu İslami motifin bulunmasının doğal olduğunu belirten H. İnalcık “rüyayı bir din
ulusunun tefsiri, rüya, ağaç gibi motifler tamamen Orta Asya menşe efsanelerine irca olunabilinir” demektedir.
Yukarıda alıntılarda bulunduğum “Osmanlılarda Saltanat veraseti Usulü ve Türk Hâkimiyet Telakkisi ile İlgisi” makalesinde ele alınan veraset konusundan burada bahsetmeyeceğim. Konuyu anlamak için makalenin tamamını okumak
10
Bu konuda ayrıca bkz. İnalcık 2007:484-486.
• 1966’da Uluslararası Güneydoğu
Avrupa Araştırmaları Kurumu’na
(Association Internationale des Etudes
du Sud-Est Européen-AIESEE) üye
seçildi. İnalcık, burada Türk tarih ve
kültürünün tanıtılması yolunda büyük
gayret sarf etti. 1971-74 yılları arasında
bu kurumun başkanlığını yaptı.
39
gerekmektedir. Ancak konuya H. İnalcık’ın “hanedanın hakimiyete müştereken sahip olduğu ve hükümdarı Tanrının
seçtiği geleneği yaşadığı için veliahdlık kurumu yerleşmemiştir” sözleriyle kısaca değiniyorum (1959: 82-85,87). Ancak
tamamı okunduğu zaman layıkıyla anlaşılacak olan diğer bir makalede de hocamız “devletin menfaat ve ihtiyaçlarını
göz önünde tutan bir örfi hukuktan söz etmekte ve onu Orta Asya devlet anlayışına bağlamaktadır (1943).
Halil İnalcık hocamızın bu bağlantıları kurmaktaki başarısı onun ayrıntılar içinde gömülmeyip konuları bir problematik
halinde ortaya koyması ve sonra kavramsallaştırmasıdır. Bu bağlamda Kırım’dan bir örnek vermek istiyorum. H.İnalcık “Han ve Kabile Aristokrasisi: I. Sahib Giray Döneminde Kırım Hanlığı” makalesinin başında bu dönemdeki karmaşık
olayların merkezi mutlakiyetçi ile “feodal” kabile devlet yapıları arasında ölümüne yürütülen mücadeleden kaynaklandığını belirtir (1983:52).11 Bilgiler ve ayrıntılar böyle bir kavramsal çerçeve içinde sunulunca meselenin ne olduğu
kolaylıkla anlaşılır. Bu örnek bir başka açıdan da önemlidir. 16. yüzyıl olaylarının anlatıldığı bu makalede artık kuruluş
devrindeki Orta Asya motifleri görülmez. Hatta Orta Asya gelenekleri üzerine kurulmuş olan Kırım Hanlığı’nda artık
Osmanlı devlet geleneğinin galebe çalmaya başladığını anlarız. Halil İnalcık Hocamızın özel bir vurguyla ele aldığı gibi
II.Mehmet (Fatih) döneminden itibaren artık İran ve Bizans merkeziyetçi imparatorluk geleneklerinin ve bu çerçevede
öne çıkan bir bürokrasinin varlığı dikkati çekmektedir.
Kısacası Halil İnalcık Orta Asya bağlantılarını belgelerin izin verdiği çerçevede kullanmış ve ancak belgelenebilen olay,
ayrıntı ve bilgilere kendi tarihsel bağlamları içerisinde yorum getirmiştir. Kuruluş döneminde Orta Asya tarihsel bağlamın bir parçası iken 15. yüzyıl ortasından itibaren tarihsel bağlam İran, Bizans ve Avrupa’yı içermektedir. Bir büyük
resme bağlanmak yerine, değişen büyük resimleri ayrı ayrı değerlendirebilmesi ve gördüklerini bize kavramlar çerçevesinde aktarması ile de Halil İnalcık Osmanlı devlet ve İmparatorluğunu dünya tarihindeki yerine oturtabilmiştir. Bize
yol göstermeye devam eden ruhu şad olsun!
11
Bu makalenin İngilizcesi 1979-80’de Türkçeye çevirisi (1983’te yayınlanmıştır. Ayrıca bkz. İ. Togan #Tarih 28 (Eylül 2016).20-21.
• 1967’de Münih’te Uluslararası Müsteşrikler Kongresi’ne iştirak etti. Aynı yıl Princeton ve Pennsylvania
üniversitelerinde misafir profesör olarak dersler verdi. 1968’de Londra ve Paris’te üç ay Bibliothèque Nationale ve
arşivlerde araştırmalar yaptı. G. Veinstein ve M. Berendi ile birlikte II. Bayezid devrine ait bir Mukataa Defteri üzerinde
çalışmalar yaptı.
41
Kaynakça
İnalcik, H. “Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü”. A.Ü. SBF Dergisi 14(1959).69-94. İngilizcesi “The Ottoman Succession and Its Relation to the Turkish Concept of Sovereighty”. The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire. Essays on Economy and
Society. Indiana U. Press, 1993 (s.37-69).
İnalcik, H. “Khan and Tribal Aristocracy: The Crimean Khanate under Sahib Giray I” Harvard Ukranian Studies’in 4.(1979-80).445-466.
Türkçesi “ Han ve Kabile Aristokrasisi: I. Sahib Giray Döneminde Kırım Hanlığı Emel 135. Özel sayısı 135 (1983). 51-93.
İnalcık, H . “The Question of the Emergence of the Ottoman State” International Journal of Turkish Studies 1(1981-82).71-79. Türkçesi
“Osmanlı Devleti’nin Doğuşu Meselesi” Söğütten İstanbul’a, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar. Oktay ÖzelMehmet Öz (derl.). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2000 (s.225-240).
İnalcik, H. “Comments on ‘Sultanism’: Max Weber’s Typification of the Ottoman Polity”. Princeton Papers in Near Eastern Studies
1(1992).49-72.
İnalcik, H. “Aşıkpaşazade Tarihi Nasıl Okunmalı?” (çev. ) Fahri Unan. Söğüt’ten İstanbul’a Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar. Söğüt’ten İstanbul’a Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar. Oktay Özel- Mehmet Öz (derl.). Ankara:
İmge Kitabevi Yayınları, 2000 (s.119-145). İngilizce aslı: “How to Read Aşık Paşazade”. Studies in Ottoman History in Honour of Professor V. L. Menage. Istanbul: The Isis Press, 1994. (s.139-156).
İnalcik, H. “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Bey”. Belleten 71 (2007). 479-537).
Ortaylı, İ.. “Osmanlı Tarihi en Çok Saptırılmış, Tek Tanlı Yorumlanmış Tarihtir. Halil İnalcık ile Söyleşi”. Cogito. Osmanlılar Özel Sayısı 19
(1999). 25-40.
Togan, İ. “Boy Devlet İlişkileri ve “buluo” (bölük) Meselesi.” Doğu-Batı. Halil İnalcık Armağanı. 2009, s. 43-86.
Togan, İ. “İç Asya Tarihine Yaklaşımlar”. Uygur Kocabaşoğlu’na Armağan Özel Sayısı. Kebikeç Sayı 39 (2015). 201-209.
Togan, İ. “Halil İnalcık Hoca’dan Tarihte Metot dersleri”. #Tarih 28 (Eylül 2016). 20-21.
Turan, Vicdan ve İlhan Genç, Mehmet Çelik, Celal Genç Şenol Türedi. Orta Öğretim. Tarih 10. 2015 http://www.eba.gov.tr/ekitapdetay/2443.
• 1969’da AIESEE’nin Sofya toplantısında kendisinden istenen “Osmanlı Devrinde Balkanlar” raporunu takdim
etti. Yine 1969’da Türkolog Tibor Halasi-Kun ile birlikte Osmanlı araştırmaları için büyük önem taşıyan “Archivum
Ottomanicum” dergisini çıkarmaya başladı. 1971’de İngiltere Royal Historical Society tarafından “corresponding
member” seçildi. Aynı yıl Harvard Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nin (Center for Middle Eastern Studies)
davetlisi olarak iki konferans verdi. 1972’de otuz yıl çalıştığı AÜDTCF’den emekli oldu.
43
“Tarihçilerin Kutbu” (Kutbu’l-Müverrihîn)
Halil İnalcık’ın Ardından
TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak
2016 yılının sıcak mı sıcak bir yaz günü, yalnız Türk tarihçiliğinin değil, dünya tarihçiliğinin de bir asrı devirmiş büyük
bir âliminin ebedi âleme irtihalinin, ufûlünün, Hakk’a yürümesinin, kısacası vefatının vuku bulduğu bir tarih olarak
şüphesiz ki kayıtlara geçmiş bulunuyor. Halil İnalcık Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih bölümünün önce öğrencisi, sonra ünlü bir akademisyeni oldu. Orada -son yıllarda haklı haksız, yerli yersiz eleştirilerin hedefi olan- Fuat Köprülü gibi modern Türk tarihçiliğinin kurucusu büyük bir âlimin öğrencisi olma mazhariyetine erişti.
Değerini hala koruyan Tanzimat ve Bulgar Meselesi (1940) isimli doktora teziyle modernleşme dönemi Osmanlı tarihçiliğine yönelerek akademik kariyerine adım attı. Ama orada fazla kalmadı, adeta âşığı oluğu kuruluş devri ve bütün
bir klasik dönem Osmanlı tarihine yelken açtı, bu alanda çok semereli yayınlarla çok önemli katkılar yaptı. Pek çok
değerli makale ve kitapla Batı bilim dünyasındaki peşin hükümlerle dolu yayınları tashih ve görüşlerini kabul ettirerek
Osmanlı İmparatorluğu’nu “bilimsel olarak âdeta yeniden kurdu”. O böylece dünya Osmanlı tarihçiliği içinde müstesna
mevkiini aldı, 2006 yılında onun 90. doğum yıldönümü vesilesiyle Ankara Millî Kütüphane’de yapılan toplantıda bu satırların yazarı (râkımu’l-hurûf) tarafından yapılan konuşmada ilk defa kendisine hitaben (ve vicahen) “Kutbu’l-müverrihîn” “Tarihçilerin Kutbu” ünvanı bizzat telaffuz edilmiştir1.
Biz burada merhum hocanın Türk tarihçiliğine yaptığı katkıları, Batı tarihçiliğinde Osmanlı Devleti hakkında mevcut
önyargıları bizzat ilk defa ortaya koyduğu arşiv belgeleri üzerinden hareket ederek düzelten ve Batı bilim dünyasına
kabul ettiren kitap ve makalelerinden bahsetmeyeceğiz. Yalnızca hocanın herkesçe malum, birçok doğu dillerine de
tercüme dilen The Ottoman Empire: The Classical Age:1300-1600 (London 1973) isimli meşhur eserinin bu alanda attığı
1
Halil Hoca için bizim kullandığımız bu unvan ilk defa ilk baskısı 2005 yılında İş Bankası Yayınları arasında çıkan Halil İnalcık Kitabı isimli, Emine Çaykara tarafından gerçekleştirilen nehir söyleşi
kitabının kapağında kullanılmış ve sür’atle yayılmıştır. Bizden önce Ekmeleddin İhsanoğlu Halil Hoca için Şeyhü’l-müverrihîn (Tarihçilerin Şeyhi) ünvanını kullanmışsa da, bu hiç yayılmamıştır. Bizim
söz konusu toplantıdaki konuşmamızda Şerif Mardin’le yan yana oturan Hocaya bizzat hitaben “Siz Şeyhü’l-müverrihîn değilsiniz, çünkü şeyh çok olur, her tarikatın bir şeyhi vardır, ama o şeyhler içinde hepsinden daha üst mertebede sadece bir tek kutup vardır. Bu yüzden siz Tarihçilerin Şeyhi değil Tarihçilerin Kutbu, Kutbu’l-müverrihînsiniz” demiştik. Halil İnalcık Kitabı’nın başlığının
kaynağı budur.
• 1950’lerden beri yayınları ve öğretim faaliyetleriyle adı dünya tarih çevreleri tarafından yakından izlenen İnalcık,
1972’de Chicago Üniversitesi tarafından imtiyazlı profesör önerisiyle bir davet aldı. Daveti kabul eden İnalcık, Tarih
Bölümü’nde profesör olarak çalışmaya başladı.
45
ilk önemli adım olduğunu söylemekle yetineceğiz. Bu kitap Batı tarihçiliğini Osmanlı İmpratorluğu üzerinde yeniden
düşünmeye sevk etmiştir. Onun Osmanlı, dolayısıyla dünya tarihçiliğine katkıları zaten bir müddetten beri hem Türkiye’de hem Türkiye dışında yazılmakta ve söylenmektedir, daha da yazılacak ve söylenecektir. Biz bu yazıda ancak zaman zaman onun yakınında bulunanlardan biri olarak vakıf olduğumuz bazı yanlarını dile getirmek, böylece rahmetine
vesile olmak istiyoruz.
Bugün değerli bir Osmanlı tarihçisi olan öğrencisi Özer Ergenç’in Bilkent’teki cenaze merasimi sırasında yaptığı konuşmada söylediği gibi, Halil İnalcık “bir Osmanlı olarak doğdu, ama bir Cumhuriyet aydını olarak yetişti”. O modernleşmeci, laik Cumhuriyet ideolojisinin son derece canlı ve baskın olduğu bir dönemde, Atatürk’ün henüz sağlığında, onun
başlattığı idealist eğitim ve inkılap ortamında yetişti. Kısacası Halil İnalcık Cumhuriyet ideolojisinin bütün kuvvetiyle
hâkim olduğu o yıllarda eğitim kurumlarında öğrenci oldu ve o havayı soludu. Bunun etkilerini Atatürk, inkılaplar ve
Cumhuriyet Türkiye’sine dair son yıllarda kaleme aldığı makale ve kitaplarında kuvvetli bir biçimde yansıttı.
Bu sebepledir ki Halil İnalcık günümüz siyasal iktidarını bu bakış açısıyla zaman zaman eleştirmekten çekinmemiş,
sözlü ve yazılı olarak çeşitli vesilelerle bunu son zamanlarına kadar sürdürmüştür; zira o, bugünkü siyasal iktidarın
Atatürk’ün yolundan ayrıldığını düşünüyordu. Sözleri, kitapları ve yazıları onun Atatürk’e ve onun yoluna ne kadar bağlı olduğunu, bağlı olmaktan öte büyük bir hayranlık duyduğunu çok açık olarak gösterir. Ama bu tavrı, önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından kendisine Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür ve Şeref Ödülü’nün verilmesine mani
olmadı. Vefatında bizzat şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla cenazesinin devlet töreni refakatinde Fatih Camii’nden kaldırılmasına ve cami haziresinde Gazi Osman Paşa türbesinin yanına ve Osmanlı âlimi Ali
Emiri Efendi’nin mezarının yakınına defnedilmesine engel teşkil etmedi. Bu, siyasal iktidarın Halil İnalcık’tan önce hiçbir bilim adamına göstermediği bir kadirşinaslıktır ve tebrike layık bir davranıştır. Kanaatimizce bunda Halil İnalcık’ın
Osmanlı tarihçiliğine yaptığı büyük katkılara karşı duyulan takdir hissinin önemli payı rol oynamış bulunmalıdır.
Bu satırların yazarı ne yazık ki onun doğrudan öğrencisi olma şansına sahip olmamıştır. Ama gerek kitap ve makaleleri
aracılığıyla, gerek zaman zaman Türkiye’de ve Türkiye dışındaki kongre, konferans, sempozyum vb. bilimsel toplantılarda –başka meslektaşlar gibi- sık sık beraber bulunmuş ve bildirilerini, tartışmalarını, bazen de birebir sohbetlerini
dinlemek suretiyle bir bakıma dolaylı öğrencisi olmuş sayılabilir. Bazen aramızda şahsi konuşmalarımız da olmuştur. Bu konuşmalarımızda hocanın sık sık vurguladığı konulardan biri, kendisinin tabiriyle “frenklerin hiçbir zaman
bizi (Osmanlıyı, Türkleri) tam olarak anlamadıkları, anlayamayacakları” idi (söz aynen merhum hocanındır). Nitekim
• 1973’te İngiltere’de The Ottoman Empire: the Classical Age, 1300–1600 (London: Weidenfeld and Nicolson) adlı
eserini yayınladı. Bu sentez eseri, yedi Balkan diline ve Arapçaya tercüme edildi. Bugün seçkin dünya üniversitelerinde
okutulan temel eserler arasındadır. Aynı yıl Cumhuriyet’in kuruluşunun 50. yıl dönümü münasebetiyle Chicago
Üniversitesi’nde Prof. Fahir İz ile birlikte Continuity and Change in Turkish Society and History ve AIESEE’nin desteği
ile İstanbul’da, İstanbul: Crossroads of Civilisations and Cultures konferanslarını düzenledi.
47
1987’de Berkeley’deki California Üniversitesi kampüsünda düzenlenen bir sempozyumda, sabah oturumuna katılmak
için salona giderken koluma girmiş ve yine aynen “Gel Ahmet gel, biz Rum Abdalıyız, bu frenkler bizi hiçbir zaman
anlamadılar, anlayamazlar!” demişti (bu söz de aynıyla Hocanındır). Rum Abdalları bilindiği gibi Osmanlı kuruluşunda
önemli rol oynayan Türkmen dervişlerinin o zamanki genel adıydı.
Halil Hoca zaman zaman bazı konularda serzenişlerde bulunmuştur. Bunlardan biri, çalışmalarının Türkiye’de yeteri
kadar okunmadığı, ortaya koyduğu gerçeklerin dikkate alınmadığı idi. Hatta Türkiye dışındaki bazı uluslararası kongre ve sempozyumlarda da bilhassa yerli yabancı genç bilim adamlarına bu yüzden kızdığına şahit olmuşuzdur. Mesela 2001 yılında Dubrovnik’teki bir sempozyumda Osmanlı hukuk sistemi üzerine tebliğ sunan genç bir meslektaşa,
çalışmalarından söz etmediği için fevkalade kızmış ve yüksek sesle epeyce hırpalamıştı. Ama şunu bugün rahatlıkla
söyleyebiliriz ki hocanın bu yakınmaları gerçeği yansıtmıyor, kanaatimizce alınganlığından ileri geliyordu.
Bizi bir gün Bilkent’te yemeğe davet etmiş, imzaladığı bir kitabını vermişti. Yemekteki sohbetimiz esnasında bir ara
birden “Ahmet Bey, neden benim makalelerimi hiç kullanmıyorsun?” diye bir itabta bulunuverdi. Bu ani itaba çok şaşırdığımızı itiraf etmeliyiz. O zaman anladık ki Hoca bizi bu itaba muhatap kılmak için yemeğe davet etmişti. Ama öte
yandan da “demek ki Halil Hoca benim yazdıklarıma önem veriyor herhalde ki böyle bir çıkışta bulundu” diye kendimize bir teselli kapısı da aralamıştık. Gerçi bizim çalıştığımız sosyokültürel tarih, din, tasavvuf ve kültür tarihi Hocanın
alanından çok farklıydı, ama yine de yeri geldiğinde Hocaya atıflar yaptığımızı biliyorduk. Üstüne üstlük 1998’de Tarih
Vakfı’nda yayınladığımız Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler Yahut Dairenin Dışına Çıkanlar başlıklı kitabı da
merhum Abdülbaki Gölpınarlı ile ona ithaf etmiştik.
Bugün herkes biliyor ki Türkiye ve Batı Osmanlı tarihçiliğinde Osmanlı tarihine dair yayınlanan her kitap ve makalede
mutlaka kendisine pek çok atıfa rastlanır. Bu yüzden Halil Hoca’nın uluslararası şöhretinin büyük olmasına rağmen zaman zaman böyle alınganlıklar sergilemekten kendini alamadığını görmek bizi hep şaşırtmıştır. Oysa Türk ve yabancı
meslektaşların ona saygıda asla kusur etmediklerini, çalışmalarında onun yayınlarını sürekli kullandıklarını yakından
bildiğimiz gibi, Türkiye dışında beraber bulunduğumuz bazı resepsiyon ve yemeklerde de yabancı hocaların kendisine
büyük bir saygı ile “siz tarihçilerin sultanısınız, şöyle buyurun” diye iltifat ederek onu sofranın başına oturttuklarını
“ayne’l-yakîn” görmüşüzdür.
Halil İnalcık’ın 1972 yılında Chicago Üniversitesi’nden aldığı davet üzerine Amerika’ya yerleşerek tam on beş yıl orada
Osmanlı tarihi okuttuğu, pek çok öğrenci yetiştirdiği, hatta bugün Amerikalı çoğu Osmanlı tarihçisinin onun öğrencisi
• Türkiye ile bağını hiçbir zaman koparmayan İnalcık, 1977’de International Association for Social and Economic
History of Turkey’i kurdu. Bu uluslararası ilim cemiyeti ilk kongresini 11–13 Temmuz 1977’de Hacettepe
Üniversitesi’nde topladı. Bu cemiyet sonuncusu 2005’te Venedik’te olmak üzere Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde on
uluslararası kongre düzenledi.
49
olduğu malumdur. O yılların Amerikan üniversitelerinde Osmanlı tarihçisinin bugünkü gibi mevcut olmadığı, buna yoğun ihtiyaç duyulduğu biliniyor. 1990 yılında Paris’te Musée du Louvre’un sponsorluğunda gerçekleştirilen Soliman le
Magnifique et son Temps (Muhteşem Süleyman ve Zamanı) isimli görkemli sempozyum sırasında akşam yemeği sonrası bir kafede sohbet sırasında kendisini Chicago’ya o vakitler Princeton Üniversitesi’nde bulunan ünlü Pakistanlı âlim
Fazlur Rahman’ın davet ettirdiğini bizzat hocanın kendisinden dinlemiştik.
Halil Hoca Amerika’da bulunduğu yılların kendisine çok şey kattığını defalarca dile getirmiştir. Şansının yaver gittiğini,
çünkü Chicago Üniversitesi’nde 70’li ve 80’li yıllarda büyük tarihçilerin bulunduğunu, müthiş bir bilimsel ortamın mevcut olduğunu, onlarla kurduğu dostluklardan, yaptığı sohbet ve tartışmalardan çok yararlandığını, ufkunun açıldığını
hep söylemiştir. Hatta aynen “eğer ben Amerika’ya gitmeseydim bugünkü Halil İnalcık olamazdım” dediğini, çünkü
bilimin orada yapıldığını söylediğini, “Türkiye’de bilim yapılmaz. Türkiye çorak topraktır” ifadesini bizzat ağzından
işittiğimizi burada özellikle vurgulamak isteriz. Bu düşüncesinin ne ölçüde gerçeği yansıttığı belki tartışılabilir, lakin
önemli ölçüde doğru olduğu kanaatini şahsen bizim de taşıdığımızı, dolayısıyla Halil Hoca’nın bu teşhisine sonuna kadar katıldığımızı bu vesileyle burada ifade edelim. Buna benzer sözleri Amerikan üniversitelerinde çalışan bazı meslektaşlardan da zaman zaman duymuşuzdur. Amerikan üniversitelerinin çalışkan üretken ve kabiliyetli bilim insanlarına
sağladığı rahat, tatminkâr maddi ve bilimsel ortama Türk ünivesitelerinin sahip olmadığı bilinmeyen bir şey değildir.
Türkiye Üniversitelerinde bu ortamın yokluğu dışında tarihçiler için çok önemli bir dezavantaj daha vardır ki o da şudur:
Bu ülkenin Tanzimat’tan itibaren yaşamaya başladığı, Cumhuriyet döneminde de katmerleşerek devam eden kültürel
ve ideolojik bir ayrışma söz konusudur ve bu ayrışma Türk aydınında kültürel ve ideolojik bir travma yaratmıştır. Bu
kültürel ve ideolojik travma ister istemez üniversitelerimize yansımıştır. Dolayısıyla böyle bir travmatik ortamda özellikle de sosyal ve beşeri bilimlerle, hele tarih gibi ideolojik deformasyonlara çok elverişli bir bilimle uğraşmak gerçekten
çok zor ve netameli bir iştir. Sanıyoruz Halil Hoca’nın kastettiği de bu idi. Çünkü bu travmadan kurtulmaya yahut kendini ideolojik bölünme ve kamplaşmalardan azade kılmaya çalışan bilim insanları Türkiye’de mutlaka belli damgaları
yemişler veya dışlanmaya, yok sayılmaya, değersizleştirilmeye, ya da hakaret ve aşağılanmaya maruz kalmışlardır.
Bunun örnekleri çoktur ve iyi bilinir.
Şu gerçeğin altını çizerek yazımızı bitirelim: Halil Hoca yukarıda da söylediğimiz gibi Osmanlı tarihçilerinin fazla
olmadığı bir dönemde, bilimsel liyakati, zekâsı, kabiliyeti, çalışkanlığı ve üretkenliği sayesinde Amerika’da hak ettiği
takdir ve şöhrete kavuşmuş, pek çok yabancı akademiden, bilhassa Balkan ülkeleri akademilerinden o ülkelerin ta-
• 1978’de Royal Asiatic Society
tarafından şeref üyesi seçildi.
Aynı yıl Prof. G. Veinstein’ın
daveti üzerine Paris’e giderek
F. Braudel için tesis edilen
Maison de L’Homme’da
Osmanlı toprak meseleleri
üzerine iki konferans verdi.
12–14 Haziran 1978’de Princeton
Üniversitesi’nde düzenlenen
Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet
Sistemi üzerindeki kongrede
“Ottoman Archival Materials on
the Millets” bildirisini sundu. 17–21
Haziran tarihleri arasında İran
Babolasar’da katıldığı 19. yüzyılda
İran ve Osmanlı İmparatorluğu’nda
Toplum ve Ekonomi konferansında
“Aga and Reaya in the Social
and Political Transformation of
the Ottoman Empire” başlıklı
konuşmayı yaptı.
51
rihlerine yaptığı katkılar sebebiyle şeref üyeliği ve üniversitelerinden fahrî doktora ünvanları almış, kısacası yaşarken
bütün takdir ve övgüleri görmüştür. Allah’ın kendisine bahşettiği asırlık uzun ömrünü neredeyse vefat ettiği güne kadar sadece bilimsel mesaiye harcamış, çalıştığı üniversitelerde hemen hiçbir idari işe heveslenmemiş, bu sayede de
kendini bütünüyle bilimsel araştırmalarına vermiştir. Öte yandan şu gerçeğin de altını çizmekte yarar vardır: O bütün
bu yoğun ve verimli mesaisini gerçekleştirebilme imkânını muazzam üretkenliğini biraz da yalnız yaşadığı hayatına
borçludur. Eşi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Arap Dili ve Edebiyatı doçenti olan Şevkiye Hanım’la özellikle Amerika’ya gittikten sonra çok fazla bir arada olamamıştır. Ama Halil Hoca kullandığı Arapça metinlerde daima merhume
eşinin çok yardımını ve emeğini görmüştür ve bu bilinmeyen bir husus değildir.
Sonuç olarak şunu ekleyelim: Halil İnalcık şahsi kanaatimizce tarih alanında nesli artık tükenmiş bulunan büyük âlim
tipinin son iki temsilcisinden biridir. İkincisi –Allah uzun ve sağlıklı ömürler nasip etsin- Kemal Karpat Hoca’dır. Bu kısa
listeye bir de çok değerli sanat tarihçisi Semavi Eyice’yi eklemek belki yerinde olacaktır. Çünkü Semavi Eyice kültür
tarihini sanat tarihiyle çok başarılı bir biçimde birleştirerek çalışan nadir sanat tarihçilerinden biridir. Onların temsil
ettiği âlim tipi ne yazık ki bugün Avrupa ve Amerika’da da artık yetişmiyor. Eski büyük şarkıyat âlimlerinin benzerleri
oralarda da artık çıkmıyor. En içten temennimiz yanıldığımızı, büyük âlimlerin dünyada ve memleketimizde yetiştiğini
görmektir.
• 1980’de New York’ta
Amerikan Tarih Derneği’nin yıllık
toplantısında “The Emergence
of Large Farms” üzerine bir
konferans verdi. Utah’ta bulunan
Salt Lake City Üniversitesi’ne bir
konferans vermek üzere davet
edildi. Aynı yıl Nejat Göyünç ve
Heath Lowry ile birlikte Osmanlı
Araştırmaları Dergisi’ni (Journal
of Ottoman Studies) çıkarmaya
başladı.
53
Türk İktisat Tarihi Geleneğinde Bir Öncü: Halil İNALCIK
TÜBA Asosye Üyesi Prof. Dr. Mehmet Bulut
I. Giriş
Türkiye’de masa başı ve belli tasarım ve ön kabullere dayanan romantik ve ideolojik tarih anlayışlarının terkedilmesinde en
önemli rolü oynayan kişilerin başında Halil İnalcık’ı zikretmek gerekir. Fuat Köprülü ve Ömer Lütfi Barkan’ın başlattığı belgeye
ve birincil kaynağa dayalı tarih yazımı geleneğinin Türkiye’de günümüzdeki en önemli temsilcisi hiç şüphesiz Halil İnalcık’tır.
Anılan iki yerli tarihçiden her zaman gıpta ile söz eden ve talebeleri olmaktan onur duyduğunu belirten Halil İnalcık’ın, her iki
büyük değerden önemli bir farkı da tüm eğitimini Türkiye’de alan ancak dünyaya malolan bir Osmanlı tarihçisi olarak bu alanda
çalışan bir çok yerli öğrencisi yanında bir o kadar da yabancı talebe yetiştirmiş olması ve yazdığı eserlerin bir çok dünya diline
çevrilmiş olması1 yanında dünya bilim camiasındaki etkisiyle O’nu hocalarından farklılaştırmaktadır.
Belgeyle doğrulanmış bilgiden yoksun sosyolojik ve ideolojik değerlendirmelerin Osmanlı gerçekliğinin anlaşılmasını kolaylaştırmak yerine gittikçe güçleştireceğine inanan İnalcık, zaman (tarih) ve mekan (coğrafya) bütünlüğünün önemine güçlü bir
önem atfetmektedir2. O’na göre belgesiz tarihçilik olmaz ancak belgeyi de doğru okumak ve zaman ve mekanın gerçekliğinde
anakronizme düşmeden yorumlamak tarihçinin en önemli görevidir.
1941 yılında başladığı yazı hayatının başlarında Tanzimatla ilgili meselelere yoğunlaşan İnalcık belli bir dönem sonra ilgili dönemin en önemli tartışma konularından biri olan Osmanlı Devletinin kuruluş dönemindeki iktisadi durumuyla ilgili olmak üzere
Belleten dergisinde “ Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti Üzerine Bir Tetkik
Münasebetiyle” başlıklı makalesiyle iktisat tarihindeki esaslı tartışmaların birine deyim yerindeyse tam merkezden dahil olmuştur. “ekonomik unite” yaklaşımının yerine “gaza” paradigmasını inşaa ederek Osmanlılar’ın başta iktisadi alan olmak üzere
her alanda önceliklerinin çağdaşları Batı’daki devlet ve toplumlarınkinden farklı olduğunu ve ekonomik alandaki önceliklerinde
de her zaman belli “değerler bütünlüğü” nü gözettiklerini ortaya koyarak Osmanlı iktisadı ile ilgilenen araştırmacılara gerçekten
yep yeni bir ufuk açmış oldu.
II. Osmanlı İktisadi Sisteminin Temeli: Adalet
Yıllarca arşiv belegeleri arasında Osmanlı sisteminin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik v.b. yönlerini inceledikten sonra Os
1
2
İngilizce, Arapça, İtalyanca, İspanyolca, Yunanca, Japonca, Bulgarca ve Sırpça bu dillerin başlıcaları olarak zikredilebilir.
Halil İnalcık, toplumların tarihsel gerçekliklerin “uzun dönem” (long term-longue durée) yaklaşımıyla bir arada değerlendirilmesi gerektiğini benimseyen Fransız Annales ekolünün ilk uygulayıcıları
olarak kabul edilen bu kuşağın en önemli halkalarından biri olarak değerlendirilmesi hakkın teslimi anlamında zorunluluktur.
• 1983 yılının Haziran ayında
Paris’te L’école Des Hautes
Études En Sciences Sociales’da
“Geleneksel Tarım ve Timar
Sistemi” üzerine bir konuşma
yaptı. Aynı yıl Cambridge
Üniversitesi profesörlerinden
Peter Burke ile beraber
UNESCO’nun The History
of Scientific and Cultural
Development of Mankind
serisinin 5. cildinin (History of
Humanity-Scientific and Cultural
Development: From the Sixteenth
to the Eighteenth Century,
London: Kegal Paul) editörlüğünü
üstlendi. Amerikan Bilim ve Sanat
Akademisi (American Academy of
Arts and Sciences) üyeliğine ve
Türk Araştırmaları Enstitüsü’nün
(Institute of Turkish StudiesWashington) yönetim kurulu
üyeliğine seçildi.
55
manlılar’ın “adalet” anlayışının sadece siyasal alanla sınırlı olmayıp başta ekonomi olmak üzere hayatın diğer alanlarıyla da olan
ilgisini keşfeden Halil İnalcık, geniş Osmanlı ülkesindeki her vatandaşın kendini o toplum ve devlete gönülden ait hissetmesinde
en önemli nedenlerden biri olduğunu ve toplumdaki farklılıkların güze dönüşmesi suretiyle birlik ve beraberlik içinde “Pax Ottomana” barışına ve dirliğe dönüşmesindeki hayati etkisini ortaya koymuştur.
Bu tasavvur, Osmanlı Sultanı’nın makamından çıkan fermanlar aracılığla Devlet-i Aliye’nin ahalisinden şehrin en kenar mahallesindeki sakinine, kırsal alandaki en ücra köşelerindeki köylü üreticiye kadar tüm ahalinin kendini güven içinde hissetmesi ve
eğer bir yanlışlık söz konusu ise “adalet”in mutlaka bir gün tecelli edeceğine olan inancıyla hayat mücadelesine devam ettiği bir
atmosferin hakimiyetine neden olmuştur. Osmanlı Sultanları yayınladıkları “Adaletname”leriyle günümüzdeki altmışa yakın
devletin yaşadığı geniş Osmanlı coğrafyasındaki çok kültürlü, çok dinli ve çok dilli bu toplumdaki esnaf, tüccar ve köylülerin
yüzyıllarca kendilerini güven içinde hissetmeleri ve hayata değer katarak bir hayat sürmelerinde ne derece hayati rol oynadığını
bu gün Halil İnalcık sayesinde daha iyi anlaşılabilmektedir.
İnalcık’a göre adaletname, “devlet otoritesini temsil edenlerin, reaya’ya karşı bu otoriteyi kötüye kullanmalarını, kanun, hak ve
adalete aykırı tutumlarını, olağanüstü tedbirlerle yasaklayan beyanname şeklinde bir padişah hükmü” dür. Burada, hükümdarın, bütün otoriteler, kanun ve nizamlar üstünde olan mutlak otoritesi, bir haksızlığı berteraf etmek için en son tedbir olarak
ortaya çıkmaktadır. İnalcık’ın üstünde durduğu bu tasavvura göre, ortaya çıkan haksız durumlar ve hoşnutsuzluklar ancak Padişah’ın “adil” olması ile, yani halkın üzerinden zulmü gidermek, kuvvetlinin zayıfı ezmesine mani olmak, teb’anın can ve mal
emniyetini sağlamakla mümkündür.
III. Osmanlı İktisadi Zihniyeti: Bolluk Ekonomisi ve Refah Devleti
İnalcık imparatorluk ekonomisi ve ticaretin örgütlenmesinde devletin, temel amaç olarak pazarda olabildiğince bol mal ve hazinede mümkün olduğu ölçüde kıymetli maden ve para biriktirmeyi belirlediği sonucuna ulaşmıştır. Klasik dönemde güçlü bir
sistemin oluşumu ve devam ettirilmesinde askeri gücün varlığına bağlı olduğuna inanan Osmanlılar, bunun zengin hazine kaynaklarıyla beslenmesi ve desteklenmesinin önemine inanan İnalcık, devletin bu konuda gerekli tedbirleri yıllarca gerektiğinde
sistemi yenileyerek aldığına işaret eder. Zengin devlet kadar reayanın her türlü ihtiyacının kaşılanması konusunda da devletin
alması gereken tedbirler bulunduğuna işaret eden İnalcık, bunun da kurulu düzenin istikrarlı bir şekilde devam ettirilmesinde
yattığını ve köylü, esnaf ve tüccar olarak her kesimin ve deyim yerindeyse sınıfın kendi işinde kalması, yerini ve konumunu terk
etmeden kendi işini en iyi şekilde gerçekleştirilmesinin sistem içindeki önemine dikkat çekmektedir.
İnalcık’a göre Batı ile Osmanlı arasındaki temel farklardan birisi de devletin gelir öncelikli politikalarıdır. Osmanlılar iç talebi karşılamak için, özellikle başkentin gıda ve hammadde ihtiyacını teminat altına almak için çaba sarf etmek zorunda kalmışlardır. Devlet
gelirlerini arttırma anlayışı merkantilist Batılı ülkelerde de mevcuttu. Fakat Osmanlı dünyasında ekonomiyi bir bütün olarak görme
ve rakip uluslara karşı fiziksel ve ekonomik korumayı sağlama 18. yüzyıldan önce uygulamaya konu olmamıştır. Batılı ulus devletlerin merkantilist dönemde uyguladıkları korumacılık anlayışı Osmanlılarda ancak 19. yüzyılın ortalarından sonra hayat bulabilmiştir.
• Mayıs 1985’te Türk-Arap
İlişkileri Vakfı’nın desteğiyle
İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nde düzenlenen Osmanlı
Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları
sempozyumunda “Osmanlı Arşivlerinin
Türk ve Dünya Tarihi Bakımından
Önemi”ni içeren açılış konuşmasını
yaptı.
57
İnalcık’a göre, çoğu tüccar tarafından ithal edilen lüks mallar denetime girmezken, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayan mallar devletin atadığı muhtesib tarafından sıkı denetim altında tutulmaktaydı. Bu temel ihtiyaç maddelerine narh uygulamaları ile
fiyat kontrolü, malların kalitesinin kontrolü Sultan’ın ve onun temsilcilerinin en önemli amacıydı. İnalcık’ın ortaya koyduğu arşiv
belgeleri, temel ihtiyaç maddelerinin darlığını önlemek ve bir bolluk ekonomisini teminat altına almak ve reayanın ihtiyaçlarının
mutlaka ama mutlaka belli bir düzeyde temininin Sultan’ın en önemli sorumluluk alanlarından biri olduğunu göstermektedir.
IV. Merkantilist Dönemin Tarım İmparatorluğu
Osmanlılar, Bizans İmparatorluğu’nun sınır komşusu olarak bir devlet inşaa etmeye çalıştıkları dönemlerde Marc Bloch’un çok
açık bir şekilde anlattığı Ortaçağ feodalizmi Avrupa tarımsal ekonomisinde tüm hakimiyetini muhafaza etmekteydi. Aynı dönemlerde Avrupa’yla sınırlı olmayan, tarım sektörünün ekonomideki ağırlığı bütün dünya ülkelerinde benzer önemi bulunuyordu. Osmanlı ekonomisi klasik, erken modern ve modern dönemlerde tarım sektörünün hakim olduğu bir ekonomiydi.
Halil İnalcık Osmanlı klasik dönemini 1300-1600 dönemi olarak kabul eder. 20. yüzyılın ortalarında Türkiye’deki iktisat tarihi
araştırmaları ve yazımında hakim paradigma ile ciddi bir biçimde hesaplaşmaya giren İnalcık, tarımsal alanda uygulanan Osmanlı tımar sisteminin Avrupa’daki feodaliteden bir çok yönüyle farklı olduğunu belgelere dayalı olarak ispat etmiştir. Sultanlarla krallar arasındaki en önemli farkın Osmanlı “adalet” anlayışı ve “adaletnameler” olduğuna işaret eden İnalcık, sipahi ile yerel feodal beyler arasında esasta farklılar olduğunu ve Osmanlı köylüsü ile Avrupa’daki feodal sistemde yaşayan köylü arasında
sahip oldukları haklar ve güvenceler bakımından çok temel farklar bulunduğunu ortaya koymuştur.
Tarımsal Üretimin Organizasyonu
İnalcık’a göre, geleneksel tarım ekonomisinin esas üretim aracı bir çift öküz ile çekilen sabandır. Bu, traktör uygulamasından
önce, hayvan gücünün en etkin şekilde kullanım teknolojisidir. Yani, bir çift öküz geleneksel tarımın traktörü durumundadır.
İnalcık’a göre geleneksel tarımın temeli olan emek gücü, evlenmiş ve çoluk çocuk sahibi olan erkek köylünün simgelediği köylü
ailesidir. Bu aile çoğu zaman koca, kadın, çocuklar ve zaman zaman evlenmiş oğul ve torunlardan meydana gelirdi. Bu “patriarchal” aile tipini temsil eder. Bu yapıda, koca, aile ekonomisinde son söz sahibi ve örgütleyici görevi üstlenir. Devlet de vergi
mükellefi olarak Onu tanır. Tarlaların devamlı işletimi devlet tarafından kanunla garanti altına alınmıştır. Aile emek ünitesini
devlet daima kontrol altında tutar ve bir çift öküzü olan aile işletme ünitesini oluştururdu. İnalcık, hayvan gücünün bir çift öküz
olduğu aileler ve toprakları en verimli toprak ünitesi olarak tanımlamıştır. Bu yapıda devlet tarım ekonomisinin temelini oluşturmaktadır.
Günümüzde toprak, köylünün mülkü olarak tarımın en önemli parçası iken, İnalcık, Osmanlı rejiminde bu toprakların miri olarak
başka bir statü taşıdığına işaret etmiştir. İnalcık’a göre, miri toprak rejimi, devlete bütün köylü sınıfını ve ekonomisini kontrol
etme ve düzenleme yetkisi veriyordu. Burada miri arazi, devletin rakabesini ( mutlak mülkiyet hakkı ) elinde tuttuğu arazi, bütün tarım topraklarını kapsamaz. Miri arazi, sadece hububat ziraati yapılan tarla tipi arazilerdir. Bağlar ve bahçeler bu arazilerin
dışında kalır. Büyük kitlelerin geçimi ve geçimlik ekonomisi ile ordunun ve şehirlerin iaşesi buğday ve arpa ekimine dayanırdı.
• 1986’da yaklaşık 15 yıldan beri çalışmakta olduğu Chicago Üniversitesi’nden emekli oldu. Aynı yıl Boğaziçi Üniversitesi
Prof. İnalcık’a fahri doktora verdi. 1989’da eşi Şevkiye Işıl Hanım’ı kaybetti. 1990–92 arasında Harvard ve Princeton
üniversitelerinde misafir profesör olarak dersler veren İnalcık, 1991’de Türk tarih ve kültürüne yaptığı katkılardan dolayı
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından Yüksek Hizmet Madalya ve Diploması’na layık görüldü.
59
Darlık ve açlıklar hububat ekiminin noksanlığından gelir. İnalcık bu durumun mahiyetini bir kanunnnameden çıkararak “tarla,
bağ ve bahçe haline getirilemez” sonucunu önümüze sermektedir. Miri arazi rejiminde, İnalcık, devlet topraklarını ikiye ayırmış
ve bu şekilde incelemelerde bulunmuştur. Bu topraklar tapulu arazi ve mukata’alı arazi şeklinde sınıflandırılmıştır.
Tapulu Arazi
Bu topraklar, köylü ailelere tapu rejimi içinde verilen arazilerdir. Inalcık bu rejime göre arazileri, tasarruf edilen, elde tutulan arazi,
satılamayan, hibe ve vakf edilemeyen, fakat babadan oğula bir işletme olarak geçen raiyyet çiftliği olarak tanımlamıştır. Köylü
bu sistemde çiftliği kendi işlemek zorundadır. Üretim işini de kendisi düzenler. Üretim vasıtaları olan öküz, saban ve tohumu
kendisi sağlar. İnalcık bu sistemde köylünün sahip olduğu hakları, güvenliği, devlete ve sipahiye kanunların emrettiği bedeni
hizmetler dışında karşılıksız hiçbir hizmet yapmaya mecbur olmadığını tespit etmiş ve Feodal sistemden farkını vurgulamıştır.
Bu sistemde köylü emeğinin sömürüye konu olmadığını belirtmiştir. Fermanlar ve kanunnamelerle köylünün emek ve hürriyetinin garanti altında olduğunu belgelere dayalı olarak ispat etmiştir.
Mukata’alı Arazi
İnalcık bu arazileri, devletin gelir kaynağını bir özel şahsa belli bir bedel karşılığında kiralaması şeklinde tarif etmiştir. Bu durum
genel anlamda bir iltizamdır. Tapu’ya verilmeyen araziyi devlet, belirli bir kira karşılığında kişilere ihale eder. İnalcık’ın tespitine
göre buradaki kişiler köylü olmayabilir; şehirli, esnaf, hatta asker bile olabilirdi. Burada ortaya çıkan bedel toplu bir miktar para
olarak devlet ile kişi arasında bir mukavele ile belli olurdu. İnalcık burada, karşılıklı anlaşma ile rantın belli olduğunu tespit etmiş
ve kiralayan kimsenin üzerinde anlaşmanın yapıldığı meblağı ödediğini belirtmiştir.
Çift-Hane Sistemi
Osmanlılar, bir taraftan şehirde esnaf loncalarını imparatorluktaki en önemli kentsel kurum olarak görürken, diğer taraftan
aile emeğine dayalı köylü çiftliğini de tarımsal üretim ve kırsal toplumun gerçek temeli olarak görüyorlardı. İnalcık Osmanlı’nın
olağanüstü zengin ve sistemli tahrirleri sayesinde, çift- hane sistemine dayalı Osmanlı kırsal toplumunu tahlil etmiştir. Deyim
yerindeyse bu konuda belgelerden teori geliştirmeye çalışan İnalcık, standart birimi, bir çift öküzle sürülebilecek büyüklükte bir
çiftlik ve onu tasarruf eden evli bir köylü (hane) ile tanımlıyordu.
İnalcık’ın literatüre kazandırdığı çift-hane birimi üç unsurdan oluşmaktaydı: emek gücü olan hane halkı, koşum gücü olan bir
çift öküz ve bu iki unsurun işleyip tasarruf edebileceği toprak alanı. İnalcık’a göre bir çiftlik, hem bir aileyi besleyecek, hem de
yeniden üretim masrafları çıktıktan sonra vergiyi karşılayacak bir ürün fazlası bırakabilmeliydi. Bu üç unsur, Osmanlı dünyasında bölünmez bir tarım ve mali gelir birimiydi.
Toprağın devlete ait olması, çift-hane sisteminin devamlılığını sağlıyordu. Köylü ise bu durumda daimi bir kiracı pozisyonundaydı. İnalcık’ın tespitine göre çiftlik biriminin bölünmezliği, kanun hükmündeydi. Devlet, bu sistemde temsilcilerinin köylü hanelerine ayrılmış arazileri işgal etmeleri ve ekmelerini kesinlikle yasaklamıştı.
• 1992’de Bilkent Üniversitesi
Mütevelli Heyeti Başkanı ve Rektörü
Prof. Ali Doğramacı tarafından
lisansüstü tarih okutacak Tarih
Bölümü’nü kurmak üzere davet edildi.
Aynı yıl Atatürk Kültür Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu’na üye, TÜBA’ya şeref
üyesi seçildi. Harvard Üniversitesi’nde
bir sömestr ziyaretçi profesör olarak
Osmanlı Tarihi dersleri verdi.
61
Mirasa konu olmayan ve mirasçılar arasında bölünmeye konu edilemeyen çifthane sistemindeki bu topraklar yüzyıllar boyunca “optimum iktisadi üretim birimi” olarak Osmanlı dünyasında bir anlamda sistemin istikrarında en önemli unsurlardan biri
olarak yer almaktadır. Aynı dönemlerde Avrupa coğrafyasında tarımsal üretimdeki dengesizlikler ve kıtlıkların etkisiyle ortaya
çıkan iktisadi ve sosyal dengesizliklerin maliyeti dikkate alındığında bu sistemin önemi daha iyi anlaşılabilecektir.
Çiftlik Biriminin Bölünmezliği
Tarımsal üretim birimleri için “optimalite” konusu verimlilik açısından önemli tartışma konularından biridir. Günümüz iktisatçıları arasında da tarımsal verimlilik alanındaki tartışmalarda tarımsal üretim yapılan arazilerde ürün çeşidine ve teknolojiye bağlı
olarak “optimal” büyüklük ve genişliğin belirlenmesi ve sürdürülmesi hala merkezi konumdaki tartışmalardan biridir.
İnalcık’a göre, devlet, değişen dünya şartlarına rağmen çiftliklerin bölünmezliğini ve köylü ailelerin geçinmesine yetecek boyutlarda kalmasını teminat altına almak için büyük çaba sarf ediyordu. İnalcık’ın çalışmaları sonucu ortaya çıkardığı bir kanunda
yer alan “çiftlik ve baştina’ların (slav diyarına özgü çiftlik birimleri) bölünüp parçalanmasına asla cevaz yoktur” ilkesi ile Osmanlılar’ın bu alandaki mukayeseli üstünlüklerine işaret edilmektedir.
Tarımsal alandaki istikrar sadece padişah ve vezirlerin değil bürokrasinin de önemle üzerinde durduğu bir konuydu. İnalcık,
şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin bir fetvasında “çiftin bütünlüğü ve bölünmezliği” ilkesini vurguladığını ortaya çıkarmıştır. Bu
fetvaya göre, mali açıdan hükümetin ya da tımar sahibinin bölünmüş bir çiftten çift resmi almasına imkan yoktur.
Çift-Hane Sisteminin Mali Temeli: Çift Resmi
İnalcık’a göre, Osmanlı tarımsal üretimi vergi sisteminde çift resmi olarak bilinen köylü aile vergisine tabi tutuluyordu. Osmanlı
köylü hukukunda “şahsi” vergiler, bireyin temsil ettiği emek kapasitesine dayandırılmaktaydı. İktisat bilimindeki iki temel üretim faktörü olan emek ve toprak faktörlerini “optimal bileşenler” olarak Osmanlılar “çifthane” adı altında sistemleştirmişlerdir
denilebilir. İnalcık’a göre, çift resmi etrafında örülen mali sistem, aslında Osmanlı kırsal toplumundaki katmanlaşmanın anahtarıydı. Köylüleri, çift resmi’ni ödeyebilecek olanlar ve yarısını ödeyebilecek olanlar, evli köylü resmini ödeyebilecek olanlar ve
yoksul veya bekar köylü resmini ödeyebilecek olanlar şeklinde tasnif ediyorlardı. Kanunlara göre, tam çift veya nim (yarım) çift
olarak tasnif edilen vergi birimlerinde, çiftlik sahibi köylü ailesinin bir altın ya da eşdeğeri 22 gümüş akçe, yarım çift sahiplerinin
ise 12 akçe vermesini emrediliyordu.
İnalcık, bu sistem ile feodal sistem arasındaki temel bir farkı da ortaya koymaktadır. O’na göre, Osmanlı Devleti yerel feodal
emek hizmetleri ve angaryalar imparatorluk bünyesinde kullanım alanı bulamamıştır; Aynı zamanda devlet, yerel güç veya sipahi’nin kolayca suistimal edebileceği kişisel hizmetlerin çoğunu da kaldırmıştı. Dolayısıyla bütün bunları devlet hazineye bir
gelir kaynağı yaratmak için nakdi ve maktu bir vergiye dönüştürme yoluna gitmiştir. İnalcık bu konuda başka bir tespitle, çift
resmi’nin daima nakit olarak tımar sahibine ödenmesinin, tımarların uzak diyarlara yapılacak olan seferler sırasındaki masraflarının karşılandığını ve devlet hazinesindeki yükünü de ayrıca hafiflettiğini ortaya koymuştur.
• 1994’te An Economic and Social History of the Ottoman Empire’i yayımlandı. 1996’da iki cilt halinde basılan eserin
ilk cildi (1300–1600) Prof. İnalcık tarafından yazıldı (1600-1900 dönemi ve para tarihi için S. Faroqhi, B. McGowan,
D. Quataert ve Ş. Pamuk iş birliği). Türkçeye çevrilen bu eser (Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi
1300–1600, çev. H. Berktay, Cilt:1, İstanbul: Eren, 2001) Yunanca ve Arapçaya tercüme edilen bu yayın Osmanlı
sosyal ve ekonomik tarihinin temel referans kitabı olarak dünya üniversitelerinde okutuluyor.
63
V. Osmanlı Dünyasında Sinai Üretim
Batı dünyası ile karşılaştırıldığında en özgün alanlardan bir olarak ahilik kurumunun Osmanlı sınai üretimi alanındaki rolüne
işaret etmek gerekir. Klasik dönemden başlamak üzere ahiliğin Osmanlı sınai üretimindeki önemine vurgu yapan İnalcık'ın tanımına göre ahi “kendi sanatında çalışanları, evlenmemiş gençleri ve bekar yaşamı seçmiş olanları bir araya toplayıp onların
önderi olmayı kabul eden kimse”dir. Buna fütüvvet de denir. İnalcık’a göre ahi, bir zaviye bina eder, onu halı, kandiller ve başka
gerekli eşya ile döşer. Zaviyede onunla beraber olanlar gündüz çalışırlar ve ikindi namazından sonra ortaklaşa kazançlarını getirirler, bu para ile zaviyede yenecek meyve ve başka yiyecekler satın alınır. Şayet o gün şehre bir yolcu gelmişse, kendisini zaviyede konuk ederler, satın aldıkları şeyleri ikram ederler ve ayrılış gününe kadar konuk onların yanında kalır. Zaviye üyelerine
fityan, başlarına ise belirtildiği üzere ahi adı verilir.
İnalcık, fütüvvet, ahilik “adabı”, yani belli ahlak ve davranış kurallarının, yüzyıllar boyunca Anadolu Türk halkının milli karakterini belirlediğini vurgulamıştır. Bugün bile sosyal antropologlar Türk köy ve kasabalarında Türk insanı ile ilgili tespitlerinde
özellikle olağanüstü bir konukseverlik, güç durumda olanların yardımlarına koşma, özveri ve dayanışma içinde çalışma, büyüğe
saygı, hırsızlıktan, cinsel tacizden ve başkası alehine kötü söz söylemekten dikkatle kaçınma, yiğitlik ve civanmertlik tespit
etmişlerdir. Bunlar fütüvvetnamelerde telkin edilen ideal insan sıfatlarıdır.
İnalcık, fütüvvet ve ahilik olgusunun kasaba ve şehirlerde yaşayan esnafın davranışlarını belirlediğini ortaya çıkarmıştır. Ahi
zaviyelerinde genç işçilere, alçakgönüllülük, sosyal dayanışma, özveri, ustaya itaat gibi esnaf lonca örgütünün gerekliliği olan
ahlak dersi verilirdi. Osmanlı zanaatları çırak-kalfa-usta eğitimiyle öğrenildiğinden, fütüvvet adabı, sosyo-ekonomik yapının
temel ahlaki işlevini yerine getirmekte idi.
İnalcık’a göre işçilerin sosyal-ahlak ve iş disiplini, fütüvvetnameler ve ahi zaviyelerince sağlanırken, şehir üretim koşulları,
esnaf teşkilatı ile devletin işbirliği sayesinde ayarlanırdı. Bu koşullar, siyasi iradenin her an esnafa müdahalesini gerektirirdi.
Özellikle küçük şehirlerde yerel mal üretiminin şehir ihtiyacına göre ayarlanması gerekliydi. Burada talep sınırlıdır, bu nedenle
fazla üretim fiyatların düşmesine ve esnafın zarara uğramasına yol açmaktaydı. Eksik üretim ise, fiyatın fazla artışına neden olur
ve halka zarar verebilirdi. Bu sebeplerden ötürü, şehrin nüfusuna göre üretimin ayarlanması gerekliydi. İnalcık bu sebeplerden
ötürü kasaba esnaf teşkilatının temel ekonomik sistemi olduğunu vurgulamıştır. İnalcık’ın ortaya koyduğu bu teşkilat yapısına
göre, her sınıf mal üreticisinin sayısı, yani üretimi şehrin nüfusuna göre ayarlanmıştı.
İnalcık bu konuda, devlet-esnaf iş birliğine de vurgu yapmıştır. Bazı durumlarda talep arttığı zaman, kenar mahallelerde koltuk3
denilen kaçak ustalar ortaya çıkardı. Bu kaçak ustalardan kurtulmak için esnaf devlete başvurur ve devlet de esnafın yanında
yer alırdı. Böylece devlet-esnaf arasında güçlü bir işbirliği ortaya çıkardı.
3
Günümüzde destek çıkma anlamında kullanılan“koltuk çıkma” deyiminin o dönemlerden geldiğini hatırlamakta yarar var.
• 1998’de 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in elinden İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Ödülü’nü aldı.
Kültür Bakanlığı’nın Osmanlı uygarlığı üzerinde bir eser hazırlamak üzere tertip ettiği 700. Yıl Dönümü Yayın
Komisyonu’nun başına getirildi. İnalcık’ın editörlüğünü yaptığı, Türkçe ve İngilizce ikişer cilt şeklinde hazırlanan eser,
Dünya Kitap Fuarı’nda birincilik ödülü aldı.
65
Osmanlı sınai üretiminde en önemli sektör hiç şüphesiz tekstil sektörüdür. Halil İnalcık son çalışmalarından birini Osmanlı tekstil sanayi üzerine hasretmiştir. İnalcık Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar başlıklı çalışmasında eski Türk devlet ve toplum
geleneğinde ve Osmanlı coğrafyasında pamuk, ipek, yün ve sof başta olmak üzere tekstilin temel ham maddelerinden elde edilen ve
“kutni” olarak adlandırılan mamul maddelerin tarihsel süreçteki üretim ve tüketimine ilişkin bir iktisat tarihçisi titizliği içinde enine
boyuna analiz etmiştir.
İnalcık’ın bir diğer tespitine göre, üretilen mal kalitesini korumak amacı ile, esnafın çırak-kalfa-usta nizamı sınavlar ile sağlanırdı. Osmanlı’da devlet ihtisab kanunları ile mal kalitesini belirlemiş ve pazarda muhtesip teftişi ile kontrolü artırmıştır. Teftiş
sonucu üretimde hile tespit edilmesi durumunda ağır cezalar söz konusu olabiliyordu4.
VI. Ticaret Kapitalizmi ve Osmanlı Dünyası
İktisat tarihçileri Batı Avrupa için 1500-1800 yılları arasındaki dönemi merkantilizmin diğer bir deyişle ticaret kapitalizminin hakim
olduğu bir dönem olarak kabul ederler. Aynı dönemde Osmanlılar farklı bir ekonomik yaklaşım benimsemiş ve uygulamış olsalar da Avrupa’da ortaya çıkan bu anlayıştan etkilenmişlerdir. Erken modern dönem olarak adlandırılan bu dönem aynı zamanda
Avrupa’da milli devletlerin ortaya çıktığı dönemdir. Milli devletin ortaya çıkmasında iktisadi alandaki zihniyet ve ekonomi politik
alanındaki değişim yanında askeri teknoloji ve ateşli silahlar alanında ortaya çıkan gelişmelerin de önemli etkileri olmuştur. İnalcık
Avrupa ve dünyadaki bu değişimin Osmanlı dünyasındaki siyasi, ekonomik, mali ve askeri alandaki değişim ve uygulamalara yansımalarını da analize konu etmiştir. Bu dönemlerdeki Osmanlı sosyo-ekonomik ve siyasal yapısını derinden etkileyen değişimler
üzerinde duran İnalcık, bu değişimlerin sebepleri hakkında hem çağdaş Osmanlı bürokratlarının teşhislerini hem de konu ile ilgilenen tarihçilerin değerlendirmelerini incelemiştir. Avrupa’nın savaş meydanlarına gönderilmek üzere ateşli silahlarla donatılmış asker ihtiyacının ve toprağı işleyen köylülerin asker yazılmak için topraklarını terk etmeleriyle ortaya çıkan üretim düşüşü ve sosyal
düzensizliklerin Osmanlı İmparatorluğu’nu yeni bir döneme götüren faktörler olduğunu belirtmiştir.
İnalcık, Osmanlı ekonomik anlayış ve uygulamaların, Batı'daki gibi sistematik bir teoriden ziyade diğer alanlarda olduğu gibi geleneksel anlayışın ışığında yapıldığına inanmaktadır. İnalcık'ın tespitine göre, Osmanlı Devleti altın ve gümüş ithalatını gümrük
vergilerinden muaf tutmasına karşılık ihracatını yasaklamıştır. Dolayısıyla Merkantilist Avrupalı uluslar kadar Osmanlıların da
kıymetli maden ihracını önleme ve ithalatını serbest bırakma düşüncesinden yana oldukları anlaşılmaktadır. Ayrıca Osmanlılar
sık sık tahıl, pamuk, ham yün ve deri gibi hammaddelerin ihracını yasaklıyordu ki bu da merkantilistlerin savunduğu bir politikaydı. Fakat İnalcık’a göre bu benzerliğe rağmen Osmanlı ile Batı arasında zihniyet farklılığı mevcuttur. Osmanlı için amaç toplumdaki bireylerin refahını sağlamak ve temel ihtiyaçlarına ulaşmalarını sağlamak iken, Batı’daki zihniyet daha çok üretmek ve
daha çok gelir elde etmektir. İnalcık’a göre aradaki en önemli farklardan biri de modern dönemde Batılı ulus devletlerin anonim
şirket gibi davranmaya başlamasıydı.
4
“Pabucu dama atılmak” deyimi de Osmanlı hisbe teşkilatı mensuplarından kalan ve günümüze kadar kullanılagelen bir armağan olarak değerlendirilebilir. Kalite denetimi sırasında üretimde ciddi
bir hile tespit edilmesi durumunda o işi yapan kişinin pabucu çarşı pazarda herkesin gözü önünde kurumun yetkilisi tarafından dama atılmak suretiyle bir daha o işi yapamaması gibi ağır bir cezayı
ifade anlamında olan bir deyim olarak hala kullanılmaktadır.
• Vakıflar Genel Müdürlüğü Araştırma Kurulu ve Kültür Bakanlığı Osmanlı Bilim ve Kültür Mirası’nın 700. Yılı Anma
Komitesi üyeliklerine seçildi. Prof. S. Faroqhi ile birlikte E. J. Brill’in (Leiden) The Ottoman Empire and Its Heritage
serisinin editörlüğünü üstlendi. 2005 yılına kadar bu seriden yayınlanan 38 cilt Osmanlı tarihini Batı dünyasına tanıtan
belli başlı eserler arasında yer aldı.
67
Merkantilizm, bazı yönleriyle Osmanlıların ekonomi anlayışı ile tam bir tezat teşkil ediyordu. İnalcık’a göre bu tezadın en belirgin
olduğu alan ise Osmanlı gümrük rejimleri ve kapitülasyon politikasıdır. Osmanlı-Avrupa ekonomik ilişkilerinde kapitülasyonlar
önemli bir rol oynamıştır. İnalcık’a göre Avrupa bu sayede Osmanlı ipekli ve pamuklu sanayi ürünlerine rahatlıkla ulaşırken
daha sonra bunları taklit etmeye ve zamanla Osmanlı ürünlerinden daha iyisini üretmeye başlamıştır. Bunun sonucunda da
artık Osmanlılar bu malları kendileri üretmek yerine ithal etmeye başlamışlardır. İnalcık bu noktada, Osmanlıların kapitülasyonları yararlı gördüğü ve çıkarlarına uyduğu gerekçesi ile Avrupalılara gönüllü bir şekilde verdiklerini belirtmektedir.
Osmanlıların Avrupa ile olan ticari ve ekonomik ilişkilerinde bu ulusların Doğu Akdenizdeki (Levant) faaliyetleriyle birlikte belirli
bir değişime uğraması ve kapitülasyon rejiminin de devreye girmesi ile yeni bir boyuta taşınması kaçınılmazdı. İnalcık’a göre
Avrupalılar Osmanlıların ekonomi anlayışından en yüksek seviyede faydalanarak kendi çıkarlarına uygun olarak merkantilist
politikalarını hayata geçirmişlerdir. Bunun sonucu olarak İnalcık, Avrupalı ulusların ekonomik yükselişinde Osmanlıların sağladıkları imkanlarla belirgin etkileri olduğuna dikkat çekmektedir.
İnalcık, erken modern dönemlerde Batı Avrupa merkezli gelişen kapitalizmin Osmanlı ekonomisine olan en önemli etkisinin tekstil
üretimi ve ticaretinde ortaya çıktığını ortaya koymuştur. 17. yüzyıldan itibaren Hindistan’dan, 19. yüzyılda da İngiltere’den yapılan
pamuklu ithalatının Osmanlı ekonomisi ve tekstil üretimini derinden etkilediğini göstermeye çalışmıştır. 18. Yüzyıldan itibaren Batı
Avrupa’da ortaya çıkan sanayileşme sürecinin en önemli sektörü konumundaki tekstil sektörünün en önemli hammadesi olan pamuk ve pamuklularla ilgili gelişmeleri ilk farkeden kişi olarak İnalcık’ın tespitleri sonraki tüm çalışmalarda temel referans kaynağı
olmuştur. Tarihsel olarak doğu-batı ticaretinde merkezde konumlanmış olan ve uzun süre ipek ve baharat yolunu kontrol etmiş
olan Osmanlılar’ın Batı-Avrupa ile Hindistan arasındaki tekstil ticaretinin artmasıyla yerli üretime etkilerini adeta bir iktisatçı gibi
analiz etmiştir.
Dış Ticaret ve Ahidnameler (Kapitülasyonlar)
İnalcık’a göre Türkiye arşivleri, dünya ticareti ve ekonomisinin önemli değişikliklere uğradığı 15. yüzyılda Levant ticaretinin
genel koşulları ve gelişimi üzerine yeni ufuklar getirmektedir. Gerçekten de, Levant dünden bugüne dünya ticaretinde her zaman önemli bir yere sahip olmuş ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu çağlarında dünyanın gözünün üstünde olduğu bir bölge
olmuştur. Venedik, Ceneviz ve diğer Latinler Ege, Karadeniz ve Balkanlar’da Bizans İmparatorluğu’na ait topraklarda kurdukları
kolonileri üzerinde Osmanlılar, Bizans gibi kendi egemenliği ve kontrolü altına almak ve burada ticareti yeniden canlandırmak
için etkin ve kararlı bir politika uyguladılar. Uygulanan bu politikalara örnek olarak İnalcık, İstanbul ve Galata, Kuzey Ege adaları
ve Midilli, Karadeniz’de Kefe ve diğer Ceneviz kolonileri, Venedik’e ait Agriboz adası ve son olarak Venedik tarafından kuvvetle
tutulmuş Mora Yarımadası kaleleri Osmanlı tarafından ele geçirildiğine vurgu yapmaktadır. Ayrıca pek çok İtalyan kolonisi de
vergi vermek zorunda kalmıştır.
İnalcık, Fatih Sultan Mehmet’in Floransa tüccarlarını Venedik’e karşı nasıl teşvik ettiğini ortaya çıkarmıştır. Buna göre, ilk olarak İstanbul limanında Venedik’in gümrük ödemeden sağladığı dış ticaret ayrıcalığına son vermiş ve burada Osmanlı teb’ası
• 1999’da Balıkesir Üniversitesi’nden, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’ndan şükran plaketleri aldı. Aynı üniversitede
bir “Halil İnalcık Salonu” açıldı. 2000’de İstanbul’un sosyal ve ekonomik tarihi için büyük önemi haiz Halil İnalcık
Araştırma Projesi’ni hayata geçirdi. Sabancı Üniversitesi ve Packard Humanities Institute (PHI) desteği ile sürdürülen
bu projenin “Şer’iyye Sicilleri’ne Göre İstanbul Tarihi” kapsamında ilk kitabı olan İstanbul Mahkemesi 121 Numaralı
Şer’iyye Sicili 2006’da yayınlandı.
69
Yahudiler Venediklerin yerini almıştır. Galata’daki yerli Cenevizler ise ancak Osmanlı teb’ası olarak bir noter kontrolünde ticari
faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Cenevizliler yabancı sıfatıyla gümrüğe tabi tutulmuştu. İnalcık’ın buradaki bir diğer tespitine göre
ise, Osmanlı Devleti aslında İtalyanların Levant’taki ticaretini bitirmek istemiyor, sadece onların koloni politikalarına ve ayrıcalıklarına son vermek istiyordu. Osmanlılar bu noktada, ahidname garantileri bağışlayarak Onların serbestçe ticaret yapmalarını
teşvik ediyordu. Osmanlılar özellikle Batı mallarına, yünlü kumaş, madeni eşya ve bazı lüks mallara ihtiyaç duyuyordu. Diğer
taraftan ise hazinenin ihtiyacı olan nakit altın ve gümüşü ticaretten elde edeceği gümrük gelirleri ile sağlamayı hedefliyordu.
İnalcık, ahidnameleri tek taraflı olarak verilen ancak bu yolla tanınan ayrıcalığın Tanrı önünde yeminle bağlandığı bir ayrıcalık
olarak tarif ediyor. Bu ahidnamelerden çıkardığı bir diğer sonuç ise, Osmanlılar belgede açıkça belirtmese bile verdikleri ayrıcalıkların kendi teb’ası içinde geçerli olmasını beklerdi. İnalcık'a göre Osmanlılar verdikleri bu kapitülasyonlar ile, başvuran
devletlerden daha çok siyasi avantajlar koparmayı ve Hıristiyan dünyası içinden müttefik elde etmeyi amaçlamışlardır. Bunun
yanı sıra, Avrupa ile ticari ilişkileri sayesinde kalay, kurşun, çelik, barut, kimyasal maddeler, özellikle altın ve gümüş sikkeler
gibi nadir veya stratejik mallar ile seçkinler grubunun tükettiği kaliteli yünlüler, mücevherat, kristal eşya, ayna ve saat gibi lüks
malları elde edebiliyordu.
İnalcık kapitülasyonların tarihi seyirini incelerken, 1419 tarihli Venedik ile I. Murad arasındaki bir antlaşmadan söz etmektedir. Bu antlaşma sonrasında Yıldırım Bayezid’in Venedik’e hububat ihracını yasaklamak veya müsaade etmek sureti ile ticari
imtiyazını kullandığından bahseder. Fatih Sultan Mehmed’in de Yıldırım Bayezid gibi İtalyan kolonilerini haraçgüzar statüsüne
indirme siyasetini takip ettiğini belirtir. Osmanlılar bu dönem içinde Venedikliler ile savaş halindeyken Napoli kralına kapitülasyon vermişlerdir. İnalcık’ın tespitine göre de 24 Mart 1503’te yapılan Osmanlı-Venedik barış antlaşması ile bu imtiyazlar daha da
genişletilmiştir. Daha sonra bu kapitülasyonlar 17 Ekim 1513’te Yavuz Sultan Selim ve 17 Aralık 1521’de Kanuni Sultan Süleyman
tarafından genişletilmiştir. İnalcık’a göre bu dönemlerden sonra 1570-1572 Osmanlı-Venedik savaşı Fransa’nın kapitülasyonlara
dahil olmasına sebep olmuştur. Bu zamana kadar Venedik Levant’taki ticari üstünlüğünü korumayı başarmıştır.
İnalcık’a göre Osmanlıların Suriye ve Mısır’ı alması ile kapitülasyonların değeri iyice artmış oldu. Kıbrıs savaşından önce ise
Fransızlara kapitülasyonlar bağışlanmıştır. 1569 yılında Fransa’ya verilen kapitülasyon ilk gerçek Osmanlı kapitülasyonudur.
İşte tam da bu noktada artık Levant belki de dünyanın en önemli ticaret merkezi olmaya başlıyordu. Batı’nın merkantil devletleri gözünü buraya çevirerek Levant’ta tek söz sahibi olan dominant devlet olma yarışına giriyordu. Osmanlılar ise bu durumu
bir fırsat olarak görmüştür. Fransa’nın bir dönem zayıflaması ise Osmanlının Fransa’ya şüphe ile bakmasına sebep olmuştur.
İnalcık’ın tespitine göre bunu fırsat olarak gören İngiltere kraliçesi I. Elizabeth 25 Ekim 1579 yılında yazdığı mektupla İngiltere’ye
verilen kapitülasyonların tüm tebaasına verilmesini istemiştir. Bu kapitülasyon rekabeti ya da savaşı içine dahil olan Hollanda
ise ancak 1612 yılında bu imtiyazı elde edebilmiştir.
İnalcık’ın açıkladığı bu durumu, Avrupa devletleri arasındaki şiddetli mücadeleler sonucunda “en imtiyazlı devlet” payesinin Osmanlılar tarafından kime verileceği konusunun büyük rekabetin temelini oluşturduğu anlaşılmaktadır. İnalcık’a göre, Osman-
• 2001’de Sofya Üniversitesi Prof. İnalcık’a fahri doktora verdi. 2002’de İslam Konferansı Teşkilatı tarafından teşekkür
plaketi verildi. Kültür Bakanlığı 2002 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü kazandı. Macaristan Cumhurbaşkanı Ferenc
Madl’ın elinden Macaristan Liyakat Nişanı’nı aldı. 2003’te Türkiye Yazarlar Birliği ve Ankara Üniversitesi Prof. İnalcık’a
şükran plaketleri verdiler. Öte taraftan 2003’te Milli Savunma Bakanlığı Ödülü’nü, 2004’te de Bursa Büyükşehir
Belediyesi Kültür Sanat ve Turizm Vakfı tarafından Bursa Ulusal Kültür Yaşamına Katkı Ödülü’nü aldı.
71
lılar’ın geleneksel kapitülasyon yaklaşımı 18 yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. O’na göre kapitülasyonlar sayesinde hızlı
büyüyen merkantilist devletler Osmanlı’nın iyi niyetli politikalarını kendi çıkarları için kullanıyorlardı.
VII. Sonuç
Asırlarca hakim olduğu topraklardan geri çekilme sürecinin en hızlı yaşandığı Osmanlı coğrafyasındaki önemli merkezlerden
biri olan Kırım’dan 20. yüzyılın başlarında göç etmek zorunda kalıp once payitaht İstanbul’a sonra da Cumhuriyet’in başkenti
Ankara’ya göç etmiş bir ailenin evladı olarak 1916 yılında doğan ve bir asrı aşan bereketli ömrünü 2016 yılında tamamlayarak
ebediyete göç eden Halil İnalcık, nesli tükenen “alim” sıfatını hak eden gerçek bir ilim adamı olarak sadece ülkemizde değil dünya bilim camiasında hak ettiği yeri almıştır. İlgi alanı olan Osmanlı dönemindeki örneklerinde görüldüğü gibi bir çok konuda
kalem oynatan İnalcık tarihin diğer alanlarında olduğu gibi Türk İktisat Tarihinde de çığır ve ufuk açıcı çalışmalara imza atmıştır.
Türk İktisat Tarihindeki katkılarını ekonominin geleneksel üç temel sektörü olan tarım, sanayi ve ticaret başta olmak üzere
ekonomi politik, finans, sermaye birikimi ve ekonomik zihniyet gibi alanlarını da kuşatarak hemen hemen Osmanlı ekonomisinin tüm alanlarıyla ilgili çalışmalar gerçekleştirerek önemli katkılar yapmıştır. İnalcık’ın çalışmaları sayesinde Osmanlı iktisadi
ve sosyal hayatı konusunda bir çok mesele açıklığa kavuştu. Osmanlı gibi çok dilli, çok kültürlü, çok milletli geniş bir gövde söz
konusu olunca tabiatıyla hala çözülememiş bir çok meseleden bahsedilebilir. Ancak şurası açıktır ki İnalcık’ın izinden giderek,
Osmanlı iktisadi sistemi, kurumları ve yapısı hakkında tutarlı, sağlıklı ve kuşatıcı sonuçlara ulaşılabilir.
Sosyal bilimler alanında Amerika Birleşik Devletleri’nde California, İngiltere’de Cambridge, Fransa’da Annales, Almanya’da
Frankfurt ve Avusturya’da Viyana ekollerinin varlığı ve dünya bilim çevrelerindeki etkisi bilinmektedir. Türkiye’nin anılan Batılı
ekollerin izinde giden etkili bilim insanları olmakla birlikte kendi ülkesine ait bir sosyal bilim ekolüne dayanarak alanında dünya
bilim camiasında yer almış bir bilim insanı veya geleneğinden maalesef hala söz edemiyoruz. Ancak Türk sosyal bilimlerinde
Halil İnalcık’ın açtığı çığır bu anlamda gelecekten ümitvar olmamıza neden olmaktadır.
Yukarıdaki belli başlı ülkelerin ekollerinden söz ediliyorsa Türkiye’de de -uzak olmayan bir gelecekte- Ankara ve/veya İstanbul
ekolünden bir gün söz edilecektir. Bu ekolün oluşmasında anılmaya değer en öncelikli bilim insanlarımızın başında Halil İnalcık’ın geleceğinden hiç bir şüphe yoktur. Esasen başta Türkiye olmak üzere dünyanın bir çok ülkesindeki değişik üniversitelerde O’nun çalışmalarından yola çıkıp metodolojisini izleyen araştırmacı ve akadamisyenlerin niteliği ve niceliği dikkate alındığında belki de “ekol” olmuş bir bilgenin tescili için bu noktada sadece kum saatine dikkatimizi yoğunlaştımaya ihtiyacımız
olduğunu ifade etmekle iktifa edelim.
Kaynakça
İnalcık, H. (1951) “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve İnkişâfı Devrinde Türkiye’nin İktisadî Vaziyeti Üzerine Bir Tetkik Münasebetiyle”, Belleten, XV, s. 629-690.
(1953) “Stefan Duşan’dan Osmanlı İmparatorluğu’na: XV. Asırda Rumeli’de Hıristiyan Sipahiler ve Menşeleri” 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul, s. 207-248.
(1955) “Land Problems in Turkish History”, The Muslim World, 45, s. 221-228.
(1956) Kanûnnâme-i Sultânî ber Mûceb-i Örf-i Osmanî: II. Mehmed ve II. Bayezid Devirlerine Ait Yasaknâme ve Kanûnnâmeler, Robert Anhegger ile birlikte, Ankara: TTK.
(1958) “Osmanlı Hukukuna Giriş, Örfî- Sultanî Hukuk ve Fatih’in Kanûnları” Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 13, s. 102-126.
• 2005 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, 2008 yılında ise Türkiye
Büyük Millet Meclisi Onur Ödülü’nün sahibi oldu.
(1959) “İslâm Arazi ve Vergi Sisteminin Teşekkülü ve Osmanlı Devirlerindeki Şekillerile Mukayesesi”, İslâmî İlimler Dergisi, I/1, s. 29-56.
(1959) “Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu” Belleten, 23, s. 575-610.
(1960) “Bursa”, EI², I, s. 1333-1336.
(1960) “Bursa and the Commerce of Levant”, Journal of Economic History of Orient, 3, s. 131-147.
(1963) “Djizya”, EI², II, s. 563-566.
(1964) “Örf”, İA, IX, s. 671-683.
(1965) “Osmanlı Timar Rejimi ve Sipahi Ordusu”, Türk Kültürü, III/34, s. 758-765.
(1965) “Adâletnâmeler” Türk Tarih Belgeleri Dergisi, 11, s. 49-145.
(1967) “The Re-building of Istanbul by Sultan Mehmed the Conqueror”, Cultura Turcica IV, 8.
(1969) “Suleiman the Lawgiver and Ottoman Law” Archivum Ottomanicum I, s. 105-138.
(1969) “Capital Formation in the Ottoman Empire” Journal of Economic History, XXIX/1, s. 97-100.
(1969) “Harir” EI², III, s. 211-218.
(1970) “The Ottoman Economic Mind and Aspects of the Ottoman Economy” Studies in the Economic History of the Middle East, ed. M. A. Cook, London, s. 207-218.
(1970) “The Policy of Mehmed II toward the Greek Population of Istanbul and Byzantine Buildings of the City”, Dumbarton Oaks Papers, 23-25, s. 231-249.
(1970) “The Foundations of the Ottoman Economic-Social System in Cities”, La Ville Balkanique, Sofia, s. 17-24.
(1971) “İmtiyazat” EI², III, s. 1179-1189.
(1972) “The Ottoman Decline and Its Effects upon the Reaya” Aspects of the Balkans, Continuity and Change, ed. H. Birnbaum ve S. Vryonis Jr., The Hauge, s. 338-354.
(1973) The Ottoman Empire: the Classical Age, 1300-1600, London: Wiedenfield & Nicholson.
(1973) “İstanbul”, EI², IV, s. 224-248.
(1975) “Kānūn”, EI², IV, s. 556-562.
(1975) “Kānūnnāme”, EI², IV, s. 562-566.
(1978) The Ottoman Empire: Conquest, Organization and Economy, London: Variorum Reprints.
(1979-1980) “Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve İngiltere: Pazar Rekabetinde Emek Maliyetinin Rolü” ODTÜ Gelişme Dergisi, Özel Sayı II, s. 1-65.
(1980) “Military and Fiscal Transformation in the Ottoman Empire, 1600-1700” Archivum Ottomanicum, VI, s. 283-337.
(1982) “Rice Cultivation and Çeltükci Re'âyâ System in the Ottoman Empire”, Turcica, XIV, s. 69-141.
(1983) “Introduction to Ottoman Metrology” Turcica, XV, s. 311-334.
(1984) “Yük (Himl) in Ottoman Silk Trade, Mining and Agriculture” Turcica, XVI, 131-156.
(1984) “The Emergence of Big Farms, Çiftliks: State, Landlords and Tenants”, Contributions à I’histoire économique et sociale de I’Empire otaman, Collection Turcica, III, Leuven: Peeters, s. 105-126.
(1985) Studies in Ottoman Social and Economic History, London: Variorum Reprints.
(1986) “Mahkama”, EI², VI, s. 3-5.
(1987), Hicri 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, TTK Yayınları.
(1988) “The Rûznamče Registers of the Kadıasker of Rumeli as Preserved in the Istanbul Müftülük Archives” Turcica, XX, s. 252-275.
(1988) “Adâletnâme”, TDV İA, I, s. 346-347.
(1989) H.1015/1016 (M.1606/1607) Tarihli İstanbul Gümrük Defteri.
(1990) “Istanbul: An Islamic City”, Journal of Islamic Studies, I, s. 1-23.
(1990) “Köy Köylü ve İmparatorluk” V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, Ankara: TTK, s. 1-11.
(1991)“Ottoman Galata 1453-1553”, Premiere Rencontre Internationale sur l’empire Ottoman et la Turquie Moderne, ed. E. Eldem, İstanbul: l’Institut Français d’Etudes Anatoliennes, s. 17-105.
(1992) “Islamization of Ottoman Laws on Land and Land Taxation”, Festgabe an Joef Matuz: Osmanistik-Tukologie-Diplomatie, ed. C. Fragner-K. Schwarz, Berlin: K. Schwarz Verlag, s. 100-116;
(1993) The History of the Black Sea Trade: the Register of Customs of Caffa, Cambridge: Cambridge University Press.
(1993) Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi Üzerine Arşiv Çalışmaları, İstanbul: Eren Yayınları.
(1994) An Economic and Social History of the Ottoman Empire, (Donald Quataert ile birlikte editörlük), 2 cilt., Cambridge: Cambridge University Press.
(1995), “The Çift-Hâne System and Peasant Taxation”, From Empire to Republic, İstanbul: ISIS, s. 61-72
(2005) Doğu Batı Makaleler I, Doğu Batı Yayınları.
(2006) Turkey and Europe in History, İstanbul: Eren Yayınları.
(2008) Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları.
(2008) Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar, İstanbul: İşbankası Yayınları.
(2008-2016) Devlet-i Aliye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-1,2,3,4, İstanbul: İşbankası Yayınları.
(2016) Osmanlı İmparatorluğunda Klasik Çağ (1300-1600), Yapı Kredi Yayınları.
73
• 2005 senesinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, 2006’te Koç Üniversitesi, 2007’de Trakya Üniversitesi, 2008’de
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, 2008’de Pamukale Üniversitesi, 2009’da Yalova Üniversitesi, 2009’da Akdeniz
Üniversitesi, 2010’da Cumhuriyet Üniversitesi, 2011’de Erciyes Üniversitesi ve Uşak Üniversitesi, 2012’de ise
Azerbaycan Bilimler Akademisi tarafından Fahri Doktora tevcih edildi.
75
“Hey, bu fânûs-i safâ bir gün söner cânlar geçer”
Tayfun Ulaş1*
Aralık 2014’tü. Prof. Dr. Talât S. Halman’ın vefat haberinin geldiği ertesi günü Halil İnalcık Hoca’nın yanına -daha
önceden planladığımız üzere- gidecektim. Bilkent’teki evinde, salonda beklerken Hoca içeri geldi, hüzünlüydü. Baş
sağlığı diledim; “yakın ve eski dostlarımdan biriydi Talât Bey, benim edebî yönümü yakından bilen ender kişilerdendi”
dedi. “O yüzden Talât S. Halman üzerine bir yazı kaleme almak istiyorum” dedi.2 Yazıya başladığında ise mevzu elbette
“ölüm” idi. Ben, Hoca ile ölümü yan yana koyma fikrinden hep kaçmıştım ve bu yüzden de ona bu konularla ilgili hiçbir
şey sormaya cesaret edememiştim; ama o gün, Hoca kendisi konuyu açıp sanki aklımdaki sorulara kendisi tek tek
cevap verme niyeti ile başladı: “Eh, ben de çok genç sayılmam (hafif gülerek), ölüm elbet bir gün bize de uğrayacak,
Tayfun” dedi. “Ben hayatımın birçok safhalarında hayatı dolu dolu yaşamaya çalıştım. Verimli bir hayat sürmeye gayret
ettim ama artık ömrümün son safhasındayım, sağlık meseleleri çalışma düzenimi aksatıyor. Elimde, şu an üzerinde
çalıştığım ve bir an önce yayınevlerine göndermek istediğim beş kitap var. Bunlardan sonra biraz dinlenirim galiba,
ama hastalıklar peşimi bırakırsa... Artık hayatımın son aşamasında, son arzum olarak, şu an yayınevinde bekleyen
ve üzerinde çalıştığım kitapların çıktığını dünya gözü ile görmek istiyorum. Eğer olur da bir gün bu kitapları görmeden
terk-i diyar eylersem, o zaman üzülürsün benim için. Ama eğer o malûm gün gelip çattığında bu kitapları dünya gözü
ile görmüşsem, üzülme. Çünkü o zaman esas hedeflerimi, hayatımın bu son safhasında tamamlamış sayılırım. Bahtiyar
olurum. Bu yeter bana...”
Muhterem hocamızı kaybettiğimiz gün aklıma bu sözleri gelmişti. Yukarıda bahsettiği bu kitaplardan -yanlışım yoksasadece iki tanesinin çıktığını dünya gözü ile görebilmişti. Hocanın dediği gibi üzülmek, öyle sanıyorum ki, en büyük
hakkım ve çok üzüleceğim de... Tabii üzüntüden sonra da büyük bir özlem olacak, bu kaçınılmaz.
****
Yüksek Lisans Öğrencisi, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Bölümü. [email protected]
Hocanın kaleme aldığı bu yazı Bilkent Üniversitesi’nin internet sayfasında “Büyük Kaybımız Talât Sait Halman” başlığıyla yayınlandı, http://www.bilkent.edu.tr/bilkent-tr/information/halilinalcik_talathalman.html
Bu yazının verdiği ilham ile Halil hoca, Talât S. Halman adına bir hatırat kitabı da hazırlamış ve sağlığında yayınevine teslim etmişti. Umarım yakın zamanda çıkacaktır.
1
2
*
• 2008’de Türk İdareciler Derneği Ödülü,
TBMM Onur Ödülü, Rotary International
Meslek Ödülü, 2009’da Kırım Gelişim
Vakfı Onur Ödülü, 2010’da Bursa Fahri
Hemşehrilik Ödülü, 2011’de Suudi
Arabistan Kral Faysal Ödülü, 2015’te
Khazar Üniversitesi Avrasya Efsanesi
Ödülü aldı ve 2016’da Uluslararası Türk
Akademisi tarafından Astana Madalya
Takdimi gerçekleştirildi.
77
Halil Hoca, hayatının son safhasında vaktinin çoğunu son çıkacak kitaplarına ve bunlarla ilgili çalışmalara hasretmişti.
Tüm bunların canlı bir şâhidi olarak çok rahat söyleyebilirim ki, hasta yatağında dahi çalışmayı, üretmeyi bir an
olsun ikinci plana atmadı. Her daim çalışmak ve üretmek ona güç verirdi ve her defasında daha güçlü olarak çalışma
masasına otururdu. Fakat o masadan kalktığında çeşitli sağlık sorunları onun için hep engel teşkil ediyordu. Bu
sorunlardan kimi zaman şikayetle bahseder, kimi zaman da bunları yaşının bir tezahürü olarak yorumlardı. Vefatından
yaklaşık üç ay önce -Başkent Hastanesi’nde kaldığı günlerden birinde- sabah hemşireler sağ kolundan kan alırken sol
koluyla, -yakında yayınlanacak olan- Devlet-i Aliyye serisinin dördüncü cildinin düzeltmelerini yapıyordu; ve o gün
düzeltmeleri tamamlayıp yayınevine göndermişti. Ardından -yakında çıkacak olan- Kırım Tarihi Üzerine Araştırmalar
adlı kitabının son ilavesini de hasta yatağında yapmıştı. Hatta doktorlar odaya girdiğinde, hocanın yanı başında duran
kitap yığınını görünce, “hocam bunları ne zaman getirdiniz buraya” diyerek şaşkınlıklarını ifade etmişlerdi.
Hoca iki hafta sonra yoğun bakıma kaldırılmıştı. Yoğun bakımdan çıktığı gün yanına gittiğimde “Telaş etme, bir şeyim
yok. Yukarıda (yoğun bakımda) Osmanlı’nın ilk dönem kaynakları hakkında bir kitap tasarladım. Bir-iki güne çıkarım
buradan, eve gidip onu hazırlayacağım. Bu kitap çok mühim” demişti...
Bir-iki hafta sonraki ziyaretimde ise, beni gördüğünde kurduğu ikinci cümle, “son hazırladığım kitap için değişiklikler
yaptım. Şöyle şöyle olması daha mantıklı olur” demişti. Hasta yatağında bile üretmek istiyor, bir an olsun çalışmayı
bırakmıyordu. Halil İnalcık’ı anlatmak çok zor ama böylesine bir çalışma azmi, tarih ilmine olan itinası ve sevgisi, eşsiz
bilgisi... ve daha nice Tanrı vergisi yetenekleri ile, yeri doldurulamaz bir şahsiyetti.
Hoca ölümü hep bir kenarda tutuyordu, unutmuyordu. Ama çalışmak, üretmek, bilim dünyasına bir katkıda daha
bulunmak gayretinde oldu hep, her şeye rağmen... Kireçlenmiş bacaklarına rağmen saatlerce acı çekerek çalışırdı;
yorulduğuna pek şahit olmazdım doğrusu.
Beni, Dil-Tarih’te ikinci sınıfa henüz başlamışken (2011 yılında) yanına aldı. Bu benim hayatımdaki en büyük fırsat, şans
idi. Hoca bana her zaman destek oldu. Benimle ilgilenirdi, önemserdi, sevdiğini hissettirirdi. Dinlerdi, anlatırdı. Bana çok
ciddi sorumluklar yükleyerek güvendiğini gösterirdi. Eşsiz anılarını, tecrübelerini, hemen hemen her konudaki bilgisini
benle paylaşırken hep içtendi, hiçbir şeyi esirgemezdi. “Gerçek bir âlim nasıl olur?” sorusuna çeşitli cevaplar verebilir;
ama benim için bu sorunun cevabı karşımda duruyordu, farkındaydım. Ve belki de çok daha önemlisi, kıymetli hocamız,
büyük bir “özgüven kaynağıydı” öğrencileri için. Hem sadece kendi öğrencileri için değil, başka öğrenciler ve hatta
hocalar için de büyük bir özgüven kaynağıydı. Örneğin, çalıştığınız bir konu üzerinde takıldığınız bir yer olduğunda veya
• Prof. Halil İnalcık Osmanlı tarihinin
neredeyse bütün alanlarında ve bütün
dönemleri hakkında eserler verdi. Osmanlı
sosyal ve ekonomik tarihi başta olmak
üzere, Osmanlı devlet yapısı, hukuk,
ticaret, toplumsal hayat, kurumlar, üretim
ve tüketim, bürokrasi, demografi, şehir
tarihi, siyasi tarih, vakıflar, şahsiyetler ve
özellikle son yıllarda Osmanlı kültür ve
edebiyat tarihi... Bu konu çeşitliliği yanında,
Prof. İnalcık’ın derinlikli araştırmaları ve
daha önce ele alınmamış konuları ele
alarak onlarla ilgili kapsamlı inceleme ve
değerlendirmeler sunması, getirdiği yeni
bakış açıları ve eşsiz yorumları, klişeleşmiş
tarih hükümlerini silbaştan yorumlaması
ve bir anlamda bilinen tarihi değiştirmesi
eserlerinin çokluğu yanında son derece
değerli olması sebebiyle kendisine
“Tarihçilerin Kutbu” unvanı verildi.
79
birisine danışma ihtiyacı duyduğunuzda, fırsatını bulduğunuzda bunu Hoca’ya sorabilirdiniz. Bu, şu zamanda, büyük bir
imkan ve şans idi. Hoca, sizin sorduğunuz konu üzerinde daha önce çalışma yapmamış olsa bile, sizi belirli kaynaklara
ve başvuru yapabileceğiniz önemli noktalara yönlendirirdi; kısacası onun kapısından, sohbetinden eliniz boş dönmeniz
pek mümkün değildi. Hocanın ölümü ile işte bu “özgüvenimizi” de kaybettik... Muhterem hocamızı, hocaların hocasını,
büyük bir âlimi kaybettik...
Halil İnalcık gibi bir şahsiyetin, bir bilim adamının, âlimin bu millete mensup olarak dünyaya gelmiş olması ve tarihin
yollarını kıymetli eserleriyle aydınlatmış olması ise en büyük tesellimiz olacak. Yeri doldurulamaz, kuşkusuz. Onun
gibisi daha önce gelmemişti; bundan sonra da gelmesi pek mümkün gözükmüyor. Eserlerini ve geride bıraktığı eşsiz
çalışmaları iyi değerlendirmeli ve onu iyi okumalıyız. Onun çizdiği yolu takip etmek zorundayız.
Allah gani gani rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
3
Dehr-i fâniden nice cân nice cânânlar geçer
Bezm-i işretten aceb mestâne yârânlar geçer
Bir nefesdir cânımız yâr leblerinde ber-karâr
Hey, bu fânûs-i safâ bir gün söner cânlar geçer
Bilkent, 19993
“Edebiyattan Tarihe, Tarihten Şiire: Prof. Dr. Halil İnalcık”, Kanat: Türk Edebiyatı Merkezi Haber Bülteni, Sayı, 4: Güz, 2000.
“Şeyh-ül
Müverrihin”
TÜBA Şeref Üyesi
Prof. Dr. Halil İnalcık
Anısına...
TÜBA BAŞKANLIK
Piyade Sokak No: 27
06690 Çankaya / Ankara
T: 0 312 442 29 03 (pbx)
TÜBA İSTANBUL / Maçka
İstanbul Teknik Üniversitesi
Maçka Kampüsü
Yabancı Diller Yüksek Okulu
Maçka / İstanbul
T: 0 212 219 16 60
TÜBA İSTANBUL / Rabi Medrese
Süleymaniye Mah.
Mimar Sinan Cad. No: 24
34116 Fatih / İstanbul
T: 0 212 513 48 24
www.tuba.gov.tr • [email protected]
www.facebook.com/turkiyebilimlerakademisi • twitter.com/TUBA_TurkBlmAkd
TÜBA-GÜNCE Dergisi 52. sayısının armağanıdır.
Download