d*n sosyoloj*s

advertisement
DİN SOSYOLOJİSİ
B. DİN SOSYOLOJİSİNİN
SİSTEMATİK VE BAĞIMSIZ BİR BİLİMSEL DİSİPLİN OLARAK ORTAYA
ÇIKIŞINA HAZIRLIK
 Tefsir, hadis, kelam, tasavvuf vs. İslami
ilimler sahasında yapılmış bulunan pek
çok çalışmanın ortaya çıkışının
tarihçesi bakımından önemlidir.
 İslam dünyasında Orta Çağ
boyunca yapılan çalışmalar ve
ortaya konulan eserlerdeki
dini-sosyolojik görüşler
yalnızca kitapların içerisinde
kalmamış,
 İslam Dünyasındaki çeşitli
dini-sosyal, kültürel ve hatta
siyasal, ekonomik, vs.
alanlarında ortaya çıkan
cereyanlar bu tür görüşlerden
kaynaklanmışlar ve
 hatta onların etkileri, İbn
Haldun da görüldüğü gibi
Batıda da yankılar
 Esasen Batı Hıristiyan aleminin
Müslümanlarla teması ve orada
dini, ilmi, teknik ve sosyal
alanlarda büyük değişimler ve
hamlelerin ortaya çıkışının
kökleri de çok eskilere
uzanmaktadır. 800’de Ağlebiler
tarafından kurulan Beytül
Hikme’de hristiyan öğrenciler
okuyordu. Sicilya ve Endülüs
yoluyla Batıya geçiş…. tercümeler
 Batı, Harçlı seferlerini
kaybetmekle birlikte,
Müslümanların ilmi, kültür ve
medeniyet bakımından
kendilerinden üstün olduklarını
da bu vesileyle öğrenmiş oldu.
 Orta Çağ boyunca koyu bir cehalet, taassub ve karanlık içinde
yaşayan Avrupa, kurtuluşun bu fikir olgunluğunu
kazanmakta yattığını fark etmişti.
 13. ve 14. yüzyıllar boyunca yapılan devamlı tercümeler Batı
üniversitelerini uyandırdı ve bu uyanış gitgide büyüyerek
Rönesans ve Reform hareketlerine dönüştü.
 Buna karşılık, bu ilk dönemde büyük bir medeniyet
gelişmesine imkan veren İslam dünyası, özellikle 10. ve 11.
yüzyıllardan itibaren fikri bir durgunluk, gelenekleşme,
standartlaşma ve durağanlığa doğru eğilim gösterdi ve
giderek ivme kazandı.
 Bu çerçevede İslam dünyasının gittikçe kendi içine
kapanarak, ilk dönemlerdeki hoşgörü ve tartışmayı
bıraktığına, özellikle kendisini algılamada her türlü
eleştirel yaklaşıma giderek kapıyı kapattığına,
savunmacılık, dogmatizm, skolastik zihniyet,
ezbercilik, taklitçilik ve tekrarcılığın arttığına ve en
çok şerh ve haşiyeler düzeyinde bilim üretebildiğine
önemle işaret etmek gerekir.
 Öyle ki, bir dönemden itibaren İslam dünyasında
serbest düşünceye karşı tahammülsüzlük arttı.
 Mesela, felsefeye karşı
gereğinden fazla
hücumlar bu çerçevede
ivme kazandı. Hatta
anlaşılan, İbn Rüşd’den
sonra İslam dünyasında
pratik olarak artık
filozof yetişmedi ve
felsefi düşünce, Şiilerin
arasındaki cılız
varlığının dışında
kendine pek bir varlık
alanı bulamadı.
 Felsefeye karşı reddiye,
fikri durgunluk, mezhep
çatışmaları, genel
durgunluk…
 Halbuki Batı’da,
büyük coğrafi
keşifler, ilmi ve teknik
buluşlar, sanayileşme
ve şehirleşme
hareketleri sosyal
hayatta olduğu kadar
ilim alanında da
gittikçe artan bir
ihtisaslaşmayı birlikte
getirerek, yeni ilim
dallarının bağımsızlık
kazanarak
gelişmesine imkan
verdi.
 Kendi içine kapanan İslam dünyası ise bu gelişme ve
değişmeleri takip edemedi ve bir dönem sonra modern
Batı medeniyetinin olağan üstü nüfuzu karşısında
şaşırdı.
 Buna karşılık, Batı’da Rönesans, aydınlar, filozoflar,
yazarlar ve sanatkarların, bilime önem veren ilk
dönemlerin dinamik İslam düşüncesinin yanı sıra akla
ve düşünmeye önem veren eski Yunan ve pratik
eğilimleri son derecede güçlü olan Roma düşünürleri
ile doğrudan bir bağlantı kurmalarına da yol açtı.
 Böylece Batı’da düşünce alanında yeni bir felsefi atılım
kendini gösterdi.
 Reform tartışmaları düşünürlerin dini ve felsefi konulara
olan ilgisini arttırdığı gibi, aynı zamanda bu alanda
sistematik bir gelişme ve derinleşmeyi
de beraberinde getirdi.
 Toplumsal konularda eski pesimist telakkilerin yerini
giderek bir iyimserlik ve ilerleme düşüncesi almaya
başladı.
Bu gelişmeler daha sonraki
objektif bir Sosyolojiye giden yolu açtı.
 Büyük coğrafi keşifler,
dünyanın başka yerlerinde
yeni kıtalar, halklar, kültürler
ve inanışlarla temasa
gelinmesini sağladı.
 Ticari münasebetler,
sömürgecilik ve misyonerlik
faaliyetleri, seyyahlar ve
bilginlerin bu toplulukların
kültürleri, inançları ve dinleri
hakkında çok büyük bir
malzemeyi derlemelerine
imkan verdi.
 Özellikle etnoloji, etnografya
ve folklor alanındaki
çalışmalar bilginlerin
hizmetine sundu.
 Üstelik Orta Çağ’ın sonlarından itibaren Batı’nın sosyo-
ekonomik yapısı da hızla değişmeye başladı.
 Büyük şehirlerin ve metropollerin ortaya çıkışı,
köyden şehre olan göç hareketleri ve bunlara bağlı
olarak toplumların hayatlarında ortaya çıkan büyük
değişmeler, alimlerin düşüncelerini sosyal konular
üzerinde yoğunlaştı.
 Böylece cemiyet ilmi demek olan Sosyoloji, içinde
geliştiği yan disiplinler ve bilhassa İlahiyat ve
Felsefeden kendini ayırarak bağımsız bir ilmi disiplin
olarak teessüs etti.
 Bu arada toplumun müşterek dini hayatı,
din ve cemiyet münasebetleri ve dini
grupların yani sosyal karakterli dini
olayların incelenmesi de, içinde doğup
geliştiği, felsefe, ilahiyat, dinler tarihi,
etnoloji vs. gibi ilimlerden kendini
kurtararak,
din sosyolojisi adı altında bağımsız ve
sistematik bir vakıalar ilmi
şeklinde ilim dünyasındaki yerini aldı.
 Farabi, İbn Sina, Gazali, İbn Rüşd, İbn Haldun gibi İslam
alimlerinin eserleri Avrupa dillerine çevrilirken,
onların din anlayışları, din ve toplum münasebetleri
konularındaki çeşitli münasebetleri de ister istemez
Batı’ya geçmişti.
 Bu durumun Avrupa’daki Rönesans ve Reform
hareketlerinin oluşmasında önemli payı vardır.
 Gerçekten de, Avrupa’nın İslam kültür ve
medeniyetiyle temasının Orta Çağ’daki en önemli
sonucu, geleneksel Hıristiyan kültürüyle yoğrulmuş
bulunan Batı dünyasındaki fikri durgunluğun sona
ermesi olmuştur.
 Orta Çağ boyunca halk
tabakalarıyla elit zümre
arasında ne düşünce ve
ne de inanç bakımından
pek bir farklılık yoktur.
 Hepsi Kilisenin
geleneksel ve
klasikleşmiş
Hıristiyanlık anlayışı ve
dünya görüşünde
ifadesini bulan
değerleri ve inançları
ortaklaşa olarak
paylaşmaktaydı.
 Bu farklılık 17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere, Fransa ve
Almanya’da gittikçe güçlenen ve akılcı düşünce olarak
karakterize olan ‘Aydınlanma Hareketi’nde daha da
belirgin bir durum aldı.
 Aydınlanma’nın din anlayışı ve dini tetkikte kullandığı
metot ile modern çağın din anlayışı ve metodu arasında
büyük bir farklılıkların bulunduğuna işaret etmek
gerekir.
 Geleneğe ve peşin
hükümlere karşı savaş
açan bir akıl kültürüne
bağlanan ve böylece
düşüncelerinin yanı
sıra inançları
bakımından da halktan
ayrılan Aydınlanma
devri alim ve
filozofları, Tabii Din
denilen dini-felsefi bir
cereyan etrafında
toplanmışlardı.
 Aydınlanma Devri
filozofları, tıpkı İlk
Çağda olduğu gibi
felsefi bir dine
bağlanmış
bulunmaktaydılar.
Bu ise, din gibi
menşeinde tabiat üstü
olan bir müesseseyi
tabii ve akli hale
getirmek yani onun
mahiyetini inkar etmek
demekti.
 Nitekim, 18. yüzyılın
aşırı ferdiyetçilik ve
rasyonalizmi önceleri
Kiliseye karşı yapılan
tenkitleri daha sonra
dine çevirmiş ve dinin
artık tarihi rolünü
oynadığı ve sonunun
geldiğini öne süren
düşünceyi savunan
ateizmin doğmasına yol
açmıştır.
 Fransız Devrimi böyle bir hava içinde gelişmiş ve
hakikat denilen hayali bir Tanrı’ya tapacak kadar
ileri gitmiştir.
 19. yüzyıl ve onu temsil eden pozitivist felsefe 18.
yüzyılın aşırı akılcılığına bir tepki olarak ortaya
çıkmıştır.
 Bu yüzyıl boyunca Avrupa’da din sosyolojisi
August Comte ve haleflerinin geliştirdikleri bu
felsefi doktrinin hakimiyetinden kendini
kurtaramamıştır.
 Aynı şekilde bu dönemdeki din sosyolojisi
çalışmalarında, Darvinizm’in tekamülcü
görüşlerinin etkisiyle ilkel toplumlarının dinlerini
araştırarak dinin menşeini açıklamaya ve buradan
hareketle dini tekamülün safahatını ortaya koymaya
çalışan nazariyelerin hakimiyetine dikkat
çekmektedir.
A) Pozitivist Felsefe ve Tekamülcü Din Nazariyeleri
1- A. Comte’un Pozitivist Sosyolojisinde Din
 Pozitivist felsefenin en büyük temsilcisi ve
sosyoloji ilminin isim babası olduğu gibi, aynı
zamanda 1854’te yayınladığı sosyoloji
araştırmasının başlığına ‘Din’ kelimesini de
koymakla, dini inançları insan kaderinin en etkili
ve en fiili temel faktör sayarak meşhur Üç Hal
Kanunu’nu dinin karakteri üzerine kurmak ve
böylece adeta din sosyolojisinin de kurucusu
olarak görünmek istemiştir.
 A.Comte’un düşünce
sisteminde her şeyden önce
felsefe ile sosyoloji
alabildiğine iç içe
bulunmakta ve bu sosyoloji
tam bir sosyal sosyal felsefe
karakteri arz etmekteydi.
 Üstelik, Comte’un
sosyolojisi dini bir
karaktere sahip olup, hatta
onun eserinde adeta
sosyoloji ve din kelimeleri
bir ve aynı şeyi ifade eder.
Zira, sosyoloji
1. Sosyal Statik
2. Sosyal Dinamik
Diye ikiye ayıran Comte, bunlardan
sosyal statikte, bir toplumu yapan ve yaşatan temel
unsurları ve onların birbirleriyle olan
münasebetlerini incelemekle statik bir toplum
düzeninin araştırılmasını sosyolojinin bu kesimine
ayırırken,
sosyal dinamikte toplumu oluşturan temel unsurların
tarih boyunca gelişmesini ele almakta, öte yandan
dini, gerek sosyal statik ve gerekse sosyal dinamiğin
temel unsuru olarak görmekteydi.
 Comte’a göre, statik açıdan
topluma bakıldığında aile,
devlet ve din olmadan bir
toplum kurulamaz.
 Toplum düzeninin tam veya
eksik, iyi veya kötü olması
bunlar arasındaki dengeye
bağlıdır.
 Din, eşya ve insanın
tabiatından çıkan ve toplu
halde yaşayan insan için
gerekli bir kurumdur.
 Comte, kurmayı
tasarladığı pozitif
toplumun pozitif bir dini
olması gerektiğini öne
sürerek, adeta yeni bir din
kurucu olarak ortaya
çıkmaktadır.
 Öyle ki, Comte bu yeni
dinin, ‘Pozitivist
İlmihal’ini bile yazmış
olup, orada dinin tarifi,
din-toplum münasebetleri
ve dinin toplum
hayatındaki yeri ele
alınmaktadır.
 Dinamik sosyal bakımdan
toplumların tekamül
kanununu araştıran A.Comte,
bunu Üç Hal Kanunu’nda
sistemleştirmek ve onu da
din üzerine kurmaktadır.
 Yani Comte’a göre insan
düşüncesinin hareket
noktasında din
bulunmaktadır.
 Nitekim, insanlığın ilk
düşünce şekli, dünya görüşü
ve hayat anlayışı ‘teoloji’ yani
‘dini’ idi.
 Bundan sonra ‘metafizik’ çağı gelmekte olup, orada
tabiat üstü güçlerle yapılan açıklamalar hakim
olmakla birlikte din de nispeten önemini
korumaktadır.
 Böylece Comte ‘pozitif ’ bilim çağı gelinceye kadar
geçen zaman içinde din, insanlığın alın yazısında en
önemli rolü oynamış olup, belli dünya görüşlerine
belli din görüşleri tekabül ettiğini söyler.
 Nihayet müspet bilim çağı olarak belirlenen pozitivist
devrede insanlığın pozitif bir dine sahip olması
gerektiğini öne sürer.
 Sosyoloji ilminin kurucusu olarak ortaya çıkan
A.Comte’un sosyolojisinin dini bir karaktere
sahip olduğu ya da Onda
‘din olarak düşünülen bir sosyoloji’
ve yahut ta
‘sosyoloji olarak düşünülen bir din’in
var olduğu görülmektedir.
 Bu da din sosyolojisinin tarihçesi bakımından
önemlidir.
 Ancak Comte, dinin mahiyetinden söz
ederken de, dinin konusu ile
muhtevasını birbirine karıştırmakta,
dinin süjesi olan insanlığı, aynı
zamanda onun muhtevası olarak da
görmek suretiyle, onun insan ve
toplumu aşan tabiat üstü ve ilahi
tarafını hiçe saymakla hataya
düşmüştür. Bu nedenle pekçok
görüşü daha sonra sosyologlar
tarafından terk edilmiştir.
2- H.Spencer’in Biyolojik Tekamül Anlayışına Dayalı
Sosyolojisinde Din
 A.Comte’un etkileri sadece
Fransa’da olmadı. İngiltere’de de
pozitivizmden etkilenenler oldu.
 İngiltere’de
 H.Spencer,
 E.Tylor ve
 J.Frazer
 bir yandan pozitivizmden bir
yandan da Darvinizm’den
kaynaklanan dini tekamül
teorisinin önemli temsilcileri
olmuşlardır.
 İngiltere’de bu tür bir anlayıştan hareketle
sosyal gelişme ile dini gelişme arasında bir
paralellik ve hatta birlikte değişme olduğu
düşüncesini yerleştiren H.Spencer
olmuştur.
 Spencer’de hakim olan düşünce, sosyal
alemin biyolojik alem gibi organik sistemler
bütünü olarak tetkik edilebileceği
şeklindedir.
 Kainat basitten mürekkebe, farklılaşmamış olandan
farklılaşmış olana doğru seyreden bir tekamül ile
karakterize olur.
 Spencer, biyoloji ilminden aldığı bu düşünceleri
başka alanlara olduğu gibi dinin sosyolojik tetkikine
de uygulamak istemiştir.
 A.Comte gibi Spencer de dinin ilahi yanını bir kenara
bırakmaktadır.
 Spencer, dinin sosyal bir realite
olduğunu kabul etmektedir.
 Hatta Spencer dinin,
toplumların sosyal
bütünleşmesi, ahenk içerisinde
yaşamaları ve devamında temel
bir rol oynadığı görüşünde
olup, ‘fonksiyonalist’ bir din
teorisinin de temellerini
atmaktadır.
 Spencer dinin hazır ve nazır
olduğunu söyler ve ilimle din
arasında bir çatışma olduğu
görüşündedir.
 Spencer’e göre bir toplum ne kadar basitse dini de
o kadar basittir.
 Spencer başlangıçta dinin ailelerin atalarının
ruhlarına tapınmaları (Manizm) şeklinde
başladığını, bunu kabile ve daha sonrada kabileler
federasyonunun ibadetinin takip ettiğini öne
sürmektedir.
 Spencer’e dini duygunun
kökünde ölüm korkusunun
yattığını öne sürer.
 İnsan, önce uyku ve rüya
tecrübesi üzerine
düşünerek ruh ya da eş
fikrini idrak etmiş, ondan
sonra da ruhun ölümden
sonra da yaşamaya devam
ettiği düşüncesi ata
ruhlarına ibadet vs. gibi bir
dinin ayin ve ibadet
yönünü oluşturan kısmı
yavaş yavaş teessüs etmiştir.
 Ruh kavramı da insandan hayvan, bitki ve cansız
varlıklara doğru kaydırılmak suretiyle, onların da birer
ruhunun bulunduğundan söz edilmiş ve daha sonra da
politeizm ortaya çıkmış olup, bundan da monoteizm
doğmuştur.
 Spencer monoteist dinlerin bile azizlere, vs.ye tapınma
suretiyle çok tanrıcıktan sıyrılmadıklarını iddia
etmektedir.
 Spencer’e göre, dinin merkezinde ayin ve ibadet
yatmakta olup, ibadetlerin yönetimi ise din adamı
ya da rahipler sınıfının ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
 İlkin ailenin başkanı aynı zamanda dini
ayinlerinde yöneticisi olmuş, ancak sosyal
farklılaşma arttıkça çeşitli sosyal ve dini
fonksiyonlar da birbirinden ayrılarak
ihtisaslaşmışlardır.
 Üstelik dini fonksiyonlar dahi kendi içerisinde
ihtisaslaşmış ve böylece din adamlarının
hiyerarşisi ortaya çıkmıştır.
 Spencer’in üzerinde durduğu bir nokta da,
mistisizmin ve züht hayatının bütün dinlerde
görülmekte olan evrensel bir karaktere sahip
olduğudur.
3- Etnolojik Akımın Tekamülcü Din Nazariyeleri
 A.Comte’un pozitivizminden kaynaklanmakta olup,
H.Spencer’de daha da sistemleştirilmek istenen dini
tekamül fikri ve özellikle Onun dinlerin menşeini
ruh fikri ile uyku ve rüya tecrübelerine bağlamak
düşüncesi pek çok araştırmacıyı etkilemiş ve ilkel
toplumların kültürü, inançları ve yaşayışı
konusundaki etnolojisi çalışmalarının, özellikle 19.
yüzyılın ikinci yarısında din tarihi ve öteki din
bilimleri araştırmaları yönünde gelişmesi bu eğilimi
hızlandırmıştır.
3-a E.Tylor’ın Animizm Nazariyesi
 Tylor’a göre animizm,
insanlık tarihi içerisinde en
iptidai kavimlerin dini
olup, bütün dinlerin ortak
vasfı olan kutsal fikri
kaynağını insanlardan
tabiata ve eşyaya aktarılan
ruh veya eş anlayışından
almaktadır.
 Tylor’un animizm nazariyesi
ruhları iyi ve kötü ruhlar
olarak ikiye ayırmaktadır.
 İyilerin yardımını sağlamak, kötülerin ise şerrinden
korunmak gerekir.
 Bu ise, onları memnun etmekle yani onlara dualar yapmak,
merasimler düzenlemek, adaklar adamak, kurbanlar
kesmekle mümkündür. Böylece animizm teorisi toplumda
inançlar, merasimler ve öteki tapınma usullerinden
mürekkep bir sistem olarak gözüken dinlerin kaynağını
ruhlara tapınmada görmek istemektedir.
3.b M.Müller’in Natürizm Nazariyesi
 Max Müller, dinlerin
menşei konusunda
‘Natürizm’ veya
‘Animatizm’ denilen
nazariyeyi savunmaktadır.
 Natürizm nazariyesi
tabiatçılık veya tabiata
tapınma yani fizik çevrede
rastlanan güçlerin
tanrılaştırılması demektir.
 Buna göre insanlar, gök
gürültüsü, yanar dağ,
yıldırım, fırtına, kasırga, ay,
yıldız, karanlık, güneş ve ay
tutulması, deniz, ırmak vs gibi
büyük tabiat olayları
karşısında hayret, hayranlık,
korku ve saygı duymuşlar ve
onlara tapınmaya başlamışlar.
 İşte natüralistlere göre dinin
aslı bu şekilde başlamış olup,
insanlığın ilk dini tabiata
tapınma şeklinde ortaya
çıkmıştır.
3-c J.Frazer’in Büyü-Din Nazariyesi
 Frazer’in iddiasına göre büyü
ve din arasındaki münasebet
oldukça karmaşık olup,
tekamül etmiş şekillerinde
onların arasında amansız bir
düşmanlık ve mücadele
mevcuttur.
 Bu düşmanlık ve mücadeleye
rağmen, Frazer’a göre büyü,
tarihi olarak dine tekaddüm
etmekte olup, din kaynağını
büyüden almıştır.
 Çünkü Frazer demektedir ki, bir kere büyü her yerde
aynıdır; yani o, gerek prensipleri ve gerekse uygulamaları
bakımından evrenseldir, yeknesaktır ve devamlıdır; buna
karşılık dini sistemler memleketlere ve devirlere göre
değişmektedir.
 İkinci olarak sihri
kavramların dini
kavramlara nispetle
çok daha basit ve
iptidai buna karşılık
dini kavramların
oldukça karmaşık
oluşları da büyünün
dinden önce geldiğini
ortaya koyar.
 Üçüncü olarak Frazer,
bazı durumlarda din ve
büyünün birbirine
çakışması yani
aralarında ayniyet ya da
benzerlikler arz
etmeleri -mesela bazı
dini topluluklarda din
adamı ya da rahiplerle
büyücülerin aynı kişi
olması- büyünün dinden
önce var olduğunun bir
delili olmaktadır.
B) Tekamülcü Din Nazariyelerine Tepkiler
 Dinlerin menşei ister animizmde ister natürizmde
isterse büyüde görsünler, bütün bu ilk tekamülcü din
nazariyeleri farklı derecelerde de olsa müşterek bir
pozitivistik iskelete sahiptir.
 Bu nedenle onlar, ister istemez dinin ‘gerçek’liği ya
da ‘gerçek olmaması’ hakkında hükümler vermeye
sürüklenmişlerdi.
 Bu karşılık 19. yy’ın sonları ile 20. yy’ın başlarından
itibaren bu tür tekamülcü din nazariyelerine karşı
sosyolojik araştırmalarda bir çeşit isyan eğiliminin
ortaya çıktığı görülmektedir.
1)Monoteist Yaklaşım
 Pozitivist ve tekamülcü din
nazariyelerine tepkiyi tipik
bir biçimde temsil eden
müttefiklerden biri,
dinlerin, tabiata ya da
ruhlara tapınma şekline
başlamadığı gibi büyüden
de çıkmış olmayıp
‘monoteist’
yani
‘tek tanrıcılık’
şeklinde başladığını öne
süren
 Ve böylece İslamiyet’in
bütün ilahi dinlerin
esasının ‘Vahdet’ yani bir
tek Allah’a kullukta
toplanmaktadır.
 İlk insanın aynı zamanda
peygamber ve ilk dinin
‘Tevhid Dini’ şeklinde
başladığını kabul eden
inancına yaklaşan
W.Schmidt (1868-1954) ve
onun Avusturyalı
meslektaşları olmuştur.
 W. Schmidt modern
dünyada rastlanan
ilkel kavimlerin
prehistorik
devirlerde yaşamış
bulunan ibtidai
toplulukları temsil
edebileceğini kabul
etmektedir.
 Ona göre bu ibtidai
toplulukların inanç
sistemleri içerisinde
rastlanan sayısız ruhlar ve
ilahların yanı sıra bir de
Büyük Tanrı
ya da
Yüksek Varlık
inancı mevcuttur.
 Üstelik bu Yüce Tanrı, bu
halkların yaratılış
efsaneleri içerisinde
merkezi bir mevkie sahip
olmuş olup, tabii ve sosyal
nizamın garantörüdür.
 Schmidt’e göre bu
durum, ibtidai
toplumlarda dinin
monoteizm şeklinde
ortaya çıktığını ve onun
pozitivistlerin iddia
ettikleri gibi uzun ve
kesintili bir entelektüel
süreç sonucu ortaya
çıkmış olmayıp,
doğrudan doğruya
Tanrı’nın insanlara vahyi
ile başladığını
göstermektedir.
 Gerçekte,
‘kültür çevreleri’
veya
‘medeniyet daireleri’
nazariyesini din
incelemesine uygulayan
Schmidt’in bu görüşleri,
Avrupa’da kendisinin de
mensup bulunduğu
Katolik çevrelerinin
dışında geniş yankılar
uyandırmamıştır.
2) Mantıki-Tecrübi Yaklaşım
 Pozitivizmden
kaynaklanan rasyonalist ve
tekamülcü din anlayışına
karşı tepki gösterenlerden
biri de İtalyan sosyoloğu
V.Pareto’dur.
 Gerçekte Pareto da
pozitivistlerinkine
oldukça benzer bir
şemadan hareket
etmektedir.
 Pareto’ya göre Tanrı’nın varlığı ve sıfatlarını
ilmi gözlem ve tecrübe, teknik ve metotlar
vasıtasıyla denenmesi mümkün olmayan
inanç, doktrin ve nazariyeleriyle tecrübe
etmek mümkün değildir.
 Böylece Pareto sosyolojik bilginin izafi
tabiatı prensibini hareket noktası olarak
almakla, pozitivistlerin ilim, akıl ve
tecrübenin her şeyi kuşatacağı iddiasına
karşı çıkmıştır.
3) Fonksiyonalist Eğilim
 B.Malinowski’nin
fonksiyonalist din
antropolojisi anlayışı da
A.Comte’tan beri
gelmekte olan ve sosyal
ilimlerde mübalağalı bir
rol oynamış bulunan
rasyonalist, natüralist ve
tekamülcü din
anlayışına bir tepkiyi
temsil etmektedir.
 Fonksiyonalist din anlayışına
göre, bir kültürde her
müessese, her fikir ve itikad
muayyen bir fonksiyona, bir
göreve sahiptir.
 Tıpkı öteki sosyal müesseseler
gibi dinin de cemiyet
içerisinde belli bir fonksiyonu
vardır.
 İşte din sosyolojisine düşen,
dini itikadlarla cemiyet
arasındaki bu fonksiyonel
münasebetlerin
araştırılmasıdır.
 Malinowski, antropolojide
alan araştırması yöntemi
üzerinde önemle durmuş
ve bu çerçevede katılma
tekniği ile gözleme ayrı bir
önem atfetmiştir.
 Onun araştırmaları, dinin
toplumsal fonksiyonunun
yanı sıra bunun psikolojik
mekanizmalarını
açıklamaya çalışmış olmak
bakımından da önem
taşımaktadır.
 Hatta, bu çerçevede onun,
dinin yanı sıra büyünün
toplumsal ve psikolojik
fonksiyonları üzerinde de
durmuş olması kayda
değerdir.
 Böylece, Malinowski’nin
metodu itikadlarla cemiyet
arasında fonksiyonel bağlılık
aradığı ve gerek ilkel ve
gerekse modern toplumlarda
büyü, din ve toplum
münasebetlerinin
anlaşılmasında önemli bir
merhaleyi teşkil etmektedir.
4) Fransız Sosyoloji Ekolü
 Fransız sosyoloğu
E.Durkheim ve onun
etrafında toplanmış
bulunan
‘Fransız Sosyoloji
Ekolü’nün
din sosyolojisinin
tarihçesi içerisinde
müstesna bir yeri
vardır.
 Durkheim ve ekolüne bu müstesna yerin
verilmesinin nedeni ise, her şeyden önde onun
sosyoloji anlayışının, metafizik ve teolojik
postülatların yerine objektif prensipleri
geçirmek isteyerek, pozitivistlerin, tarih
felsefesi ile sosyolojiyi metot olarak aynı sayan
doktrininden ayrılması olmuştur.
 Bu nedenle Durkheim’i de pozitivist sosyoloji
ve felsefeye tepki gösterenler arasında saymak
gerekir.
 Bununla birlikte Durkheim ve arkadaşları da dinin
tabiatı konusunda A.Comte’la aynı fikirdeydiler.
Çünkü Durkheim ekolünün, dinin özünü ve
başlangıcını tamamen sosyal şartlardan hareketle
rasyonel olarak açıklamak iddiası, A.Comte ve onun
yolunda giden pozitivistlerin anlayışına dayanan
eğilim etrafında toplanmış bulunmaktaydı.
 Bu anlayış ise Aydınlanma devrinin tek yanlı
entelektüalist ve rasyonalist görüş ve anlayışlarının
etkisi altında vücut bulmuş bulunmaktadır.
 Durkheim sosyolojisinin esasını
‘kolektif şuur’ anlayışı teşkil
etmektedir.
 Kolektif şuur, toplumdaki
müşterek tasavvurların
mecmuundan ibarettir.
 Toplumun kolektif
tasavvurlarının temelini ise dini
inanç ve tasavvurlar teşkil
ederler.
 Bu bakımdan E.Durkheim’in
tüm sosyolojisi gerçekte bir tür
din sosyolojisi olarak karşımıza
çıkmaktadır.
 Doktora tezi: Toplumsal İş Bölümü, 1893 dinin
gelişmesini de incelemektedir.
 Sosyoloji Yıllığı: Dini Hadiselerin Tarifi
 Din, toplumsaldır.
 İntihar, 1897 dini inançlar ve hayat
 Din Hayatının İptidai Şekilleri, 1912… Klasik
 Bilgi sosyolojisi-din sosyolojisi arasındaki
ilişki…Düşüncemizin muhtevası ve sureti de
içtimaidir, dolayısıyla dinidir.
 Dinin genel bir teorisini kurmak istemekte ve bunu en
iptidai dinlerin analizinden çıkarmayı amaçlamaktadır.
 Dukheim’e göre dinler, ibtidai dinlerden ileri
dinlere doğru tekamül etmiş olup, bunun en
basit ve en ilkel olanı insanlığın en ibtidai
dininin olması gerekir.
 Durkheim’e göre en ilkel
din ‘Totemizm’ olup,
bütün dinler oradan
hareketle gelişmiştir.
 Gerçi Durkheim, öteki
tekamülcü din
nazariyecileri gibi din
olayının gelişmesini
totemizmden itibaren
teker teker almamakta,
Avusturalya’daki
totemizmle sınırlı
kalmakta ve oradan dinin
özüne erişmek
istemektedir.
 Tekamül değil, menşe
üzerinde durur.
 Durkheim’e göre dinin özü,
eşya ve eylemlerde gözettiği
‘kutsal/sacre’ ve
‘kutsal-dışı/profane’
ayrımından toplanmaktadır.
Ne ‘ilah’
ne ‘sır’ ve
ne de ‘tabiat-üstü’
kavramını dinin özünü anlatmak
için yeterli değildirler.
 Çünkü Durkheim, dini tarif
ederken bütün dinleri göz
önünde tutmak gerektiğini
belirtmektedir.
 Oysaki mesela ‘ilah’ fikrini dinin özü olarak ele
aldığımızda Buda dininin ilahsız bir din olarak
karşımıza çıktığını ifade etmektedir.
 Aynı şekilde Durkheim’e göre ‘tabiat-üstü’ ve ‘sır’
kavramları da dinin özü olarak alınamazlar.
 Çünkü tabiat üstü kavramı tabii kavramının
insanlık tarafından idrak edilmesinden sonra
ortaya çıkmıştır.
 Buna karşılık bütün dinlerin birleştikleri ortak
bir özellik, eşya ve eylemlerin kutsal ve kutsaldışı olarak ikiye bölünmesinde toplanmaktadır.
 Başka bir ifadeyle din
fikrinin esası kutsal
düşüncesinde toplanmakta
ve din,
‘kutsal şeylerle ilgili inanç ve
amellerden mürekkep bir
sistem’
olarak karşımıza çıkmaktadır.
 Her dinde mukaddes
şeylerle ilgili olup o dinin
özünü teşkil eden birtakım
‘akide’ ve ‘ameller’
mevcuttur.
 Aynı şekilde her dinde, bu
mukaddes inanç ve
amellerin birleştirdiği
müminlerin oluşturduğu
bir dini ‘cemaat’ da
bulunmaktadır ki, bu son
nokta Durkheim’e göre dini
büyüden ayıran temel
özelliktir.
 Dinde cemaat vardır ve
esastır.
 Büyü sistemi ise cemaatten
mahrumdur.
 Durkheim’e göre ne
animizm ve ne de
natürizm dinin
başlangıcını açıklamaya
yeterli değildir.
 Çünkü, dinin özünü
insandan tabiata
aktarılan ruh
anlayışında gören
animizm bunu rüya ve
ölüm hadiseleri ile
açıklamak
istemektedir.
 Natüralizm ise dinin
kişileştirilmiş tabiat
kuvvetlerine tapınma
şeklinde başladığını
öne sürmekte
 Ancak her iki nazariye
de dini kolektif bir
‘hayal’e irca etmekle
onun realitesini
ortadan
kaldırmaktadır.
TOTEM
 Totem: Klan denilen topluluğa mensup kişilerin atası sayılan
ve bu sıfatla mukaddes bilinen hayvan, bitki veya eşyanın
soyundan geldiklerini öne süren, onu mukaddes tanıyan ve
ona tapınan toplum tipinin kutsal birliğinin simgesidir.
 Klan büyük çapta bir aile gibidir. Klanın totemi, üyelerden
her birinin de totemidir ve mukaddestir. Ona dokunmak ya
da bazı dini merasimler hariç yemek vs. yasaktır.
 Totem «tabu» denilen yasaklar sistemi ile korunmaktadır.
 Totemin resminin bulunduğu her eşya ve bütün klan üyeleri
de mukaddestir. Çünkü birtakım ayinleri müteakip totem
olarak kabul edilen bitki veya hayvan yenir ve bu suretle
kutsiyeti tüm klan üyelerine dağıtılmış olur.
 Esasen Durkheim, dinin
toteme tapınma
(Totemizm)
şeklinde başladığını ancak
onun kaynağını
toplumun kolektif
vicdanından aldığını
iddia etmektedir.
 Buna göre dinin özü
olan ‘kutsal’ kavramı
insanların birlikte
yaşamalarının yani
sosyal hayatın bir
sonucudur.
 O halde Durkheim’in
anlayışına göre
insanlar dine
inanmak ve
tapınmakla, aslında
kendi kendilerine ve
kendilerinin
oluşturdukları
topluma tapınmış
olmaktadırlar.
5) Bergson’un Tipolojisi
 Bergson’a göre ne Durkheim’in
‘kolektif şuuru’
ne de L.L.Bruhl’un ‘ibtidai
düşünce’ anlayışı dini izah
edememekte olup, onun izahını
psiko-biyolojik sebeplerde
aramak gerekir.
 Bergson’a göre iki türlü toplum
bulunmaktadır.
 Bunlardan birincisi
‘kapalı toplum’
öteki de
‘açık toplum’dur
 Kapalı Toplum, kolektif bir düzen içinde
yaşayan, henüz ferdi ahlak ve geleneksel
sorumluluğun yer almadığı ve her türlü
yenilik ve gelişmeye geleneksel kurumlarıyla
karşı koyan toplum düzenidir.
 Açık Toplum, üyelerinin cemaat birliğinden
kendilerini kopardıkları, bu nedenle de
inançları ve dünya görüşleri bakımından
ferdiyetçiliğe yönelmiş olup, her türlü yenilik
ve değişmeye açık bulunan toplumdur.
 Bergson’a göre bu iki topluma iki tip din tekabül
etmektedir.
 Bunlardan kapalı toplum tipine içgüdülere
dayanan ‘Statik Din’dir.
 Açık topluma da mistik sezgiye dayanan bir
‘Dinamik Din’
tipi tekabül etmektedir.
 Bergson ibtidai dinlerin statik din türünden
olduklarını, yüksek dinlerin ise dinamik dini
oluşturduklarını belirtmekte ve böylece din
tipolojisi kurmaktadır.
 Tönnies’in ‘cemaat’ ve
‘cemiyet’ tipolojisinden
mülhem olarak insanlığın dini
ve toplumsal tarihini
kendisinin ‘yaratıcı tekamül’
dediği bir evrimle açıklamaya
çalışmaktadır.
 Bergson insanlığın bütün
üstün mefhumları, değerleri,
insan hakları, demokrasi,
eşitlik, kardeşlik, insanlık,
insana saygı, vs., nin hep
dinden geldiğini
belirtmektedir.
6) Tarihi, Etnolojik, Etnografik, Folklorik,
Antropolojik ve Fenomenolojik Eğilimler
 Charles Ellwood,
1922’de yayınladığı
‘Dinin İhyası’
adlı eserinde dinin,
insan ve toplumun en
önemli sosyal kontrol
aracı olduğunu öne
sürmektedir.
 Dinin zayıflamasının ise insan davranışlarının
medeni topluma aykırı şekillere doğru bir geriye
gidişi, medeniyetin çöküşü ve putperestliğe
sürüklendiğini, pek çok ideolojiler ve
cereyanların ortaya çıkışlarının bunun belirtisi
olduğunu söylemektedir.
 Oysaki toplum hayatının motor gücünün din
olduğunu belirten Ellwood, dini olmayan bir
sosyal olaylar karşısında bile dinin tayin edici rol
oynadığını göstermektedir.
 Mircea Eliade’ (Dinler
Tarihi) ın, dini hayatın
merkezinde yer alan
‘kutsal’ kategorisi ve
onun morfolojisi
konusundaki
fenemenolojik tahlilleri,
dinler tarihi, din
psikolojisi ve din
fenomenolojisi açısından
olduğu kadar
«fenomenolojik din
sosyolojisi» bakımından da
büyük önem
taşımaktadırlar.
 Din sosyolojisi, sosyolojik araştırma
geleneğine bağlı bulunduğu ve orada
ihtisaşlaşarak modern dönemde bağımsız
bir ilmi disiplin hüviyetine büründüğü
gibi, bu süreç içerisinde, yine onun
temelde aynı çerçevede yerini aldığı
karşılaştırmalı din bilimi, din felsefesi, din
psikolojisi, dinler tarihi, din antropolojisi,
din etnolojisi, dini folklor ve din
fenomenolojisi gibi modern din
bilimlerinin önemli bir rolü ve yardımları
bulunmaktadır.
7) Simmel’in Formel Sosyolojisi
 Tamamen ‘formel’ bir sosyoloji
kurmak için yapılmış ilk tutarlı
teşebbüs olan Simmel’in
sosyolojisi, ‘ansiklopedik
sosyoloji’den ‘analitik
sosyoloji’ye bir geçişi temsil
etmektedir.
 Formel sosyoloji Ferdinand
Tönnies tarafından başlatılmış
olup, bu tür bir sosyoloji
anlayışının en büyük temsilcisi
Simmel olmuştur.
 Simmel’e göre sosyal olayların muhtevası özel
sosyal ilimleri ilgilendirmekte olup, kişilerin
karşılıklı aksiyonları sonucu ortaya çıkan sosyal
formların incelenmesi ise, sosyolojiye aittir.
 Simmel’e göre, ekonomi politik, demografi, tarih,
hukuk vs. gibi özel toplum bilimleri, sosyal
olayların muhtevası ile uğraşırlar.
 Sosyoloji ise, toplumsal iş bölümü, rekabet,
mücadele, taklit, hakimiyet, boyun eğme, vs.
sosyal formlarla ilgilenir.
 Böylece Simmel, sosyolojiye tam bir bağımsızlık
kazandırmak istemiştir.
 Simmel’e göre din, gerçeğin kaosu karşısında
insanın sayısız ihtiyaçlarından birine cevap teşkil
eden mümkün sayısız dünyalardan birini
oluşturmaktadır. Maddi ihtiyaçlar karşısında insan,
kendisine tecrübe dünyasına hakim olmaya izin
verecek olan formları organize eder.
 Fakat insanın ‘tecrübe-dışı’ türden ihtiyaçları da
vardır. İnsan, bu ihtiyaçlarına da sanat, din, vs. gibi
başka yeni formlar yaratmak suretiyle cevap verir.
 Dini iç tepki veya ihtiyacın vücut bulduğu formlar,
sosyolojik bir inceleme konusunu teşkil eder.
 Simmel, tarih ve
etnolojinin bize
sunduğu çeşitli
toplumların
ilahlarının folkloru
üzerinde de durmakta
ve orada
‘insanların tanrılarını
kendi imajlarına göre
yaptıklarını’
iddia eder.
 Aynı zamanda tanrıların hem güç, ahlaki veya gayri
ahlaki özellikler ve ihtiyaçlar gibi ferdi kalitelerin ve
hem de sosyal hayatın fertler arası formlarının bir
ideasyon (tasavvur)unun bulunduğunu ileri
sürmektedir ki
 Simmel’in dini ve dini hayatı ferdi karakterler ve
fertler arası formlara icra etmek istediği
anlaşılmaktadır.
8) Öteki Katkılar
 F. Tönnies’in Cemaat ve Cemiyet
ayrımı din sosyolojisi
bakımından son derece önemli
olup, onun bu konudaki
etkilerini Simmel, Bergson ve
Mensching gibi düşünür ve
sosyologların yanı sıra, Türk
sosyoloğu Ziya Gökalp’in kültür
ve medeniyet ayırımında bile
bulmak mümkün olmaktadır.
 Amerikan sosyolojisinin din
sosyolojisi alanındaki etkileri
ise, 20.yyda artarak devam
etmektedir.
C. DİN SOSYOLOJİSİNİN SİSTEMATİK VE
BAĞIMSIZ BİR İLMİ DİSİPLİN OLARAK KURULUŞU
A)ETNOLOJİK DİN SOSYOLOJİSİNDEN TARİHİ,TİPOLOJİK,
FENOMENOLOJİKVE SİSTEMATİK DİN SOSYOLOJİSİNE
 XX.yüzyılın başlangıcından
bu yana , din sosyolojisi
araştırmalarında XIX.
yüzyılda görülen pozitivist ve
tekamülcü dalga büyük bir
inhitata sahne olurken,uzun
süre dini duygunun menşei ve
tabiatını açıklama
teşebbüsleriyle vakit
geçirmiştir.
Bu arada incelemeleri için ana malzemeyi tercihen
etnoloji, etnografta ve folklor gibi dalların
verilerinden almış olması sebebiyle imtiyazlı
araştırma alanı ilkel dinlerin etnolojik sosyolojisi
olarak kalmıştır.
 Öte yandan yakasını da diğer disiplinlerin inhisarından
kurtaramamış bulunan din sosyolojisi bir yandan
felsefeden sıyrılarak objektif bir karakter kazanmaya
çalışırken, öte yandan da etnolojinin yanı sıra
tarih,ekonomi, psikoloji, fenomenoloji ve istatistik gibi
sosyal bilimlerin verilerine yönelmek suretiyle deneysel
bir temele oturmak suretiyle bağımsız ve sistematik bir
ilmi disiplin olarak kuruluşunu tamamlamıştır.
 MAX WEBER’İN TARİHİVE SİSTEMATİK DİN
SOSYOLOJİSİ
 Weber, ilk sistematik ve bağımsız din sosyolojisi ilminin
kurucusudur.
 MaxWeber’in din sosyolojisiyle ilgili eserleri;
1.
2.
3.
4.
5.
6.
*Protestan ahlakı ve kapitalist zihniyet,
*Din sosyolojisi dergisi
*Ekonomi ve Toplum
* Çin dini: Konfüçyanizm ve Taoizm
*Hint Dini: Hinduizm ve Budizm’in sosyolojisi
*Eski Yahudilik
 Max weber din sosyolojisine, sosyolojinin dinin özünü
değil fakat din ve dini inançların ortaya çıkardıkları
davranışları tetkik etmesi gerektiğini belirterek
başlamaktadır. Bu duruma göre din sosyolojisinde amaç,
dinin ve dini inançlar ve değerlerin değer ve geçerliliği
konusunda spekülasyon yapmak yerine dini
davranışların ya da dinden kaynaklanan sosyal
davranışların incelenmesi olmaktadır.
 Özellikle yöntem hususunda
büyük bir hassasiyet
gösteren Weber tarihi
yaklaşım modelinin yanı sıra
fonksiyonel modeli de
kullanmış, karşılaştırmalı,
tipolojik ve sistematik
yaklaşıma büyük bir ilgi
göstermiştir.
 Weber’in incelemelerinin
ana problemi, dini olaylarla
ekonomik olayların
arasındaki münasebetin tam
olarak aydınlatılması
oluşturmaktadır.
MaxWeber’in din sosyolojisinde ele aldığı başlıca
meseleler şunlardır:
 - Ekonomik ve dini olaylar kendi aralarında birbirlerine bağlı
mıdırlar?
 - Eğer onlar karşılıklı olarak birbirlerine tabi iseler,bu hangi
ölçüde olmaktadır?
 - Öte yandan,gerek ekonomik ve gerekse dini olaylar ,başka
faktör kategorilerine de bağlı iseler bu halde sosyal vakıalar
içerisinde bunların ve özellikle bunlardan dinin tayin edici
rolü var mıdır ve ne ölçüdedir?
 -Eğer,sosyal vakıa içerisinde din tayin edici bir faktör olarak
ortaya çıkıyorsa , bu durumda onun ekonomik olaylar ve hatta
toplumun sosyo-kültürel hayatının ve sosyal
organizasyonunun bütünü üzerine olan etkileri nelerdir?
 İncelemelerinin sonunda onun vardığı genel
sonuç da şöyledir:
 Dini olaylar iktisadi olaylarla karşılıklı olarak birbirine
tabidirler. Onlardan birini ötekinin basit bir
fonksiyonu olarak görmek ve tek taraflı bir
yorumlamaya gitmek yanlıştır.
 Weber’e göre bir dinin ekonomik ahlakı,o dinin kendi
üyelerinden istediği ve kabul ettirdiği pratik davranış
biçimlerinin mecmuundan ibarettir. Çünkü her din bir
inanç ve ibadetler bütünü olmasının yanı sıra, bir
dünya görüşü ve hayat anlayışını da müminlerine
vermektedir.
 Weber araştırma alanını
sınırlandırırken dünyadaki altı
(mü’minlerin sayısı
bakımından) büyük dinin
ekonomik ahlakını ele alıyor:
Konfüçyanizm, Hinduizm,
Budizm, Yahudilik, Hristiyanlık
ve İslamiyet.
 Daha sonra bu dinlerden her
birinin ahlakının
karakterinden ekonomik
organizasyon üzerindeki ve bu
dinlerden her birine mensup
bulunan toplulukların
hayatları üzerindeki etkilerini
inceliyor ve böylece dinle
ekonomik olaylar arasındaki
korelasyonu kurmaya çalışıyor.
 Daha sonra MaxWeber, aynı tarzda Konfüçyanizm, Taoizm,
Hinduizm, Budizm, Yahudiliğin ekonomik ahlakını da
analiz etmektedir. Bu tahlillerin sonunda Weber, bu
dinlerden her birinin içinde yaşadıkları toplumların sosyal
ve ekonomik organizasyonlarına şekil verdiklerini, ancak
onların gelenekçiliği ve modern kapitalizmde var olan
rasyonalizasyona yer vermeyişleri sebebiyle oralarda
kapitalizmin ortaya çıkmadığı ve böylece bütün
toplumların ekonomik ahlakı içinde dinin önemli bir
rolünün bulunduğu neticesine varmaktadır.
 Görüldüğü gibi MaxWeber bilhassa din ve iktisat
münasebetleri konusunda din sosyolojisi ilminin tarihçesi
içerisinde önemli çalışmalara sahiptir.
 ERNST TROELTSCH’ÜN HRİSTİYANLIK SOSYOLOJİSİ
 Troeltsch Hıristiyan cemaatler ve mezhepleri
üzerine din mezhepleri üzerine din sosyolojisi
bakımından önemli çalışmaları gerçekleştirerek
özel bir din sosyolojisi yapmıştır. Bu bakımdan
Troeltsch çağdaşı olan Durkheim ve Weber ile
karşılaştırıldığında, Durkheim’in İlkel dinlerin
sosyolojisi, Weber’in ise bazı Büyük Dini
Sistemlerin Tarihi ve Karşılaştırmalı Sosyolojisini
gerçekleştirmiş olmalarına karşılık Troeltsch’un
de bir tek dinin yani HristiyanlığınTarihi,
tipolojik ve Fenomenolojik Sosyolojisi’ni yapmayı
denediği görülür
Troeltsch şu dört soruya cevap bulmaya çalışarak
Hristiyanlığın “öz”ünü yakalamak istemektedir:
 1. Hristiyanlığın modern dünyaya verebileceği şey
nedir?
 2.Menşeinden bugüne kadar tüm Hristiyan kilise ve
mezheplerinin toplumsal doktrinleri nedir?
 3. Bu çeşitli ideallerin,muhtelif çağlar arasından
modern dünyanın teşkiline olan tesirleri nelerdir?
 4. Nihayet,tipleri ve safhalarını ortaya çıkarmaya
çalıştığı doktrinler ,acaba belli bir toplumsal
durumun meyveleri midir?
 Bu sorulara cevaplar
bulmaya çalışarak
hıristiyanlığı anlamaya
çalışan Troeltsch tarihi ve
sosyolojik metottan
yararlanmakta,
Hıristiyanlık vakıasının
bugün de devam eden tüm
tarihi içerisinde
“Ortodoks” veya “i’tizali”
bütün kilise, grup ve
mezhepleri kucaklamak
istemekte ve ancak bu
yolla bu dinin manasının
anlaşılabileceğini ifade
etmektedir.
J.WACH’IN FENOMENOLOJİK FORMEL VE
SİSTEMATİK DİN SOSYOLOJİSİ
Wach bütün dinleri araştırma kapsamına almış ve tarihi,
fenomenolojik, karşılaştırmalı ve tipolojik yöntemler
yardımıyla genel ve sistematik bir din sosyolojisini
gerçekleştirmiştir. Wach’a göre din sosyolojisi din ilimleriyle
toplum ilimlerinin birleşmesinden doğmuş olup dini toplumu,
din ve toplum münasebetlerini ve dini grupları inceler.
Dini tecrübenin ifade ediliş şekilleri
 Teorik: İnançlar
 Pratik: İbadetler
 Sosyolojik: Cemaatler
 Alemşumul: Din sosyolojisi, din bilimleri ile sosyal
bilimler arasında köprü kuruyor.
 Dini grupların çeşitli tipleri, tabii gruplar münasebetleri,
dini otorite tipleri, din-toplum, ve devletle
münasebetleri
 Metodolojiye önem veriyor. 1924 din metodolojisi eseri
 Anlayıcı sosyoloji
Öte yandan Wach’a göre dinin sosyolojik etüdünde
şunları gözden uzak tutmamak gerekir:
 Dinin sosyolojik etüdü, insanlığın dini tecrübesini tüm
enginliği içinde kucaklamak zorundadır.
 Ancak din bilimlerinin temsilcileri ile sosyologlar
arasındaki sıkı işbirliği sayesindedir ki, başarı şansı ile
çevre şartları ve din arasındaki korelasyonun tarihi ve
sistematik analizine girişilebilir.
 Toplum olaylarının kavranması özel bir değerler
tablosuna katılmayı gerektirmez. Bu durum dini
karakterli sosyal olaylar için de geçerlidir. Bu bakımdan
din sosyolojisinin metodunun tarafsız ve objektif olması
gerekir.
 Gittikçe genişleyen perspektiflere erişebilmek için, çok
sınırlı konudan hareket etmelidir.
MENSCHİNG’İN TARİHİ, SİSTEMATİK VE FORMEL
DİN SOSYOLOJİSİ
 Mensching ,din sosyolojisinin konusunun dinde ortaya
çıkan sosyolojik olayların ve dinin sosyolojik
münasebetlerinin incelenmesi olduğunu ifade etmektedir.
Mensching tarihi ve etnolojik metotlardan
yararlanarak,yani dinler tarihinin ve din etnolojisinin
verilerinden hareketle ve fenomenolojik,karşılaştırmalı ve
tipolojik metotların kombinasyonu suretiyle tecrübi
,tipolojik fenomenolojik, tarihi ve sistematik bir din
sosyolojisi araştırmasını gerçekleştirmektedir.
 Milli dinler
 Evrensel dinler
B)GÜNÜMÜZ TOPLUMLARININ DİN SOSYOLOJİSİ
 Din sosyolojisi özellikle XX.yüzyılın ikinci yarısından
itibaren günümüz toplumlarında din konusunu ele
almaya yönelmiş bulunmaktadır. Özellikle
XX.yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşanan büyük
değişimler, din sosyologlarının bakışlarını daha da
çok günümüz toplumlarında din sorununa
yöneltmelerine imkan vermiş bulunmaktadır.
Şüphesiz bu durum yeni metodolojik yöntem ve
tekniklerinin geliştirilmesi problemini de
beraberinde getirmiş bulunmaktadır.
1) G.LE BRAS’IN DİNİ MORFOLOJİ ARAŞTIRMALARI
Fransız din sosyologu G.Le Bras, günümüz toplumlarında
sosyolojinin bakış açıları ve yaklaşım yöntemlerinden
hareketle dini tecrübenin çeşitli ifadeleri olan iman,
ibadet ve cemaatin sosyolojik bakımdan ele alınmaya
başlamasının en tipik bir temsilcisi olarak karşımıza
çıkmaktadır.
 Le Bras ,din sosyolojisine “ Dini Hayatın Sosyografisi”
diye adlandırabilecek olan sosyolojik tasvirle
girmektedir. Daha sonra dini pratiklerin dışında dini
inançlara ve dine bağlılık ve dinin sosyal hayat
içerisindeki yeri ve rolü konularına da el atan Le Bras ,
din sosyolojisinde üç ana alan ayırt etmektedir:
Belli bir dini tecrübe etrafında birleşmiş bulunan
“mü’minler cemaati”. Din sosyolojisi bu cemaatin
terkibi, yapısı ve dinamizmini araştıracaktır.
2. Dinin dini olmayan toplumlarla olan karşılıklı
münasebetlerinin araştırılması
3. Kutsal’ın gözlenebilir tezahürleri aracılığı ile
görülmeyen alemin anlaşılmasına çalışmak
1.
 Le Bras, Çağdaş İslamiyet’te Normlar ve Değerler adlı
eserdeki “Din Sosyolojisi Konusunda Araştırma
Perspektifleri” adlı yazısında genel din sosyolojisi
kadrolarının İslamiyet ve Müslüman topluluklarının
sosyolojik tetkikine uygulanışına da önemli bir ışık
tutmaktadır.
2.GÜNÜMÜZ TOPLUMLARININ DİNİ SOSYAL PSİKOLOJİSİ
DİNİ TUTUM VE DAVRANIŞ ÖLÇÜMLERİ
 Günümüz
toplumlarında din
konusu çok çeşitli
yöntemler ve
teknikler aracılığı
ile birçok vecheleri
altında adeta
laboratuar
incelemesine tabi
tutulmaktadır.
Toplumlarda din konusunun
incelenmesi çerçevesinde,
ileri derecede modern
toplumların yanı sıra
daha az modern yahut
geleneksel kategorisinde yer
alan ve yahut modern etkiler
altında hızlı bir değişime
uğramakta bulunan
toplumlarda din, dini
yaşayış ve davranışların
bilimsel ve sosyolojik
incelenmesi giderek daha
büyük bir önem kazanıyor.
 Bu meydanda,toplum
içerisinde dini davranışın
ölçümü sorunu, insanın
dindarlığı ve dini
aidiyeti konusuna bağlı
olarak özel bir önem
kasdetmiş görünüyor.
 Böyle olunca da din
konusuna sosyolojik
yaklaşıma bir şekilde
kantitatif tekniklere
dayalı sosyal psikolojik
perspektif egemen
olmaya başlamış
bulunuyor.
 Şüphesiz
böylesine bir
yönelimde din
sosyolojisinin
öteki bilimler ve
özellikle psikoloji
ve tabii ki sosyal
psikoloji ile olan
ilişkileri ve bu
bilim dalları
arasında artan
işbirliğinin payı
çok büyük
görünüyor.
GÜNÜMÜZDE DİN SOSYOLOJİSİ VE BU ALANDA
ORTAYA ÇIKAN BELLİ BAŞLI EĞİLİMLER
 Sosyoloji, dini olayların tetkikine yöneldiği gibi, yeni
disiplin ilerleyip, onun araştırılma metotları da
mükemmelleştikçe bu eğilim daha da artmış, öte
yandan karşılaştırmalı, sistematik ve genel dinler bilimi
ve onun alt dalları olan dinler tarihi, din psikolojisi, din
fenomenolojisi, dini etnoloji, antropoloji ve folklor
alanında yapılan çalışmalar da müstakil bir din
sosyolojisinin doğmasına imkan hazırlamıştır.
DİN SOSYOLOJİSİ ALANINDA
TEMEL YÖNELİMLER
Din sosyolojisi sahasındaki araştırmaların
büyük bir hızla artması ve giderek dünyaya
yayılması, yazarlar ve konular ve bu konulara
yaklaşım yollarının çeşitlenmesi sonucunu
ortaya çıkardığı gibi, aynı zamanda, bu
çeşitlenmelerin belli eğilimler ve akımlar
etrafında toplanmalarını da mümkün kılmıştır.


Gerek araştırmaların
konusu ve gerekse
onları ele alış ve
onlara yaklaşım
tarzlarına göre din
sosyoloji
araştırmalarında belli
başlı Dört ana
temayülü ayırt etmek
mümkündür:




1) Formel ve
Fenomenolojik Eğilimler
2) Dini Morfoloji Eğilimi
3) Dini Sosyal Psikoloji
Eğilimi
4) Etnolojik, Etnografik
ve Antropolojik Eğilim
1) Formel ve Fenomenolojik Eğilim
 Bu araştırma tarzı daha çok
tarihi, tipolojik,
karşılaştırmalı, ve
fenomenolojik bir din
sosyolojisine yönelik olup;
dinler tarihi, karşılaştırmalı
metot ve klasik etnolojinin
verileri üzerine temellenmekte
ve dini hayatla ilgili olarak
genel ve sistematik bir
açıklamaya açılmak eğilimini
göstermektedir.
2)Dini Morfoloji Eğilimi
• Tasvirci metotlar, tahlil
ve müesseselerin tarihi
aracılığıyla bu yaklaşım
tarzı bilhassa dini
hayat, dini guruplar ve
onların dış ve iç
bünyeleri ile ilgili
müşahhas durumları
anlamak, onlarla çevre
şartları arasındaki
münasebetleri ortaya
çıkarmaktır.
3) Dini Sosyal Psikoloji Eğilimi
• Din sosyolojisi ile ilgili olarak
son yıllarda yayınlanan eser ve
makalelere göz atıldığında
özellikle son zamanlarda bu
eğilimin daha güçlü bir şekilde
kendini hissettirmektedir.
• Özellikle ABD de bu eğilimin
oldukça güçlü olduğuna ve
esasen bunun öteki ülkelere
yayılmasında da oradaki
çalışmaların rolü önemlidir.
4) Etnolojik, Etnografik Ve Antropolojik Eğilim
• Dinin inançlar, mitoslar,
semboller, ritüeller, ve büyü
antropologların din konusunda
inceleme alanını oluşturmaktadır.
• İkinci Dünya Savaşı sonrası
dönemden itibaren, din
antropolojisi çalışmaları
çerçevesinde, toplumun
açıklanmasında dinin rolü ve
fonksiyonu konusuna yönelmiş
bulunmakta; kültür antropoloji
kültür sistemi olan din konusunu
incelemeyi amaç edinmiştir.
İSLAMİYET VE DİN SOSYOLOJİSİ
Tüm dini ilimlerin ve bütün Müslüman
araştırmacıların eserlerinin temeline zımmen de olsa
bir din sosyolojisi yatmaktadır.
 Bunu ortaya çıkarmakta her şeyden önce Müslüman
araştırmacılara düşmektedir.

 Ancak son birkaç asırdan
bu yana ilmi, teknik,
sınai, sosyal ve kültürel
planda Batıda ortaya
çıkan ve oradan
dünyanın başka
kesimlerine yayılan
büyük değişmeler ve
gelişmeler, bağımsız ve
tecrübi bir ilmi disiplin
olarak din sosyolojisinin
Batı’da vücut bulması ve
gelişmesini mümkün
kılmıştır.
• Buna karşılık İslamiyet
sahasında ve Müslüman
ülkelerde bu konuda köklü
ve geniş araştırmaların
henüz
gerçekleştirilmemiştir.
•
İslam dini ve ülkeleri
sosyal olaylar olarak dini
karakterli olayları
incelemek isteyenler için
geniş bir araştırma alanı
sunmaktadır.
• Çünkü tarihi ve sosyolojik olarak İslam dini, sadece
Yüce Allah’ın Peygamberi aracılığıyla insanlara
bildirilen ilahi bir mesaj olarak kalmamış, bu inanç
etrafında gruplaşan toplulukların manevi ve sosyal
hayatların en büyük rolü oynayan önemli bir faktör
olarak kendini göstermiştir.
 Bu
nedenle tarihinin başlangıcından itibaren
bugüne kadar vücut bulmuş Müslüman
topluluklar, tarihi ve sistematik din sosyolojisinin
araştırmaları için cazip bir alan oluşturdukları
gibi; aynı şekilde önemli dini, ilmi, siyasi, sosyal,
sınai, ekonomik ve kültürel olaylarla karşı
karşıya bulunan günümüz Müslüman ülkeleri de,
dini-sosyal yaşayışları ve oralarda meydana gelen
hadiselerin tetkiki bakımından din sosyolojisinin
araştırma alanında bulunmaktadır.

İslam dünyası belli bir dinamizmi ve buna bağlı
olarak kendini gösteren kültür ve medeniyet
gelişmesini müteakip, giderek kendi içine
kapanmak suretiyle gelenekleşme ve
statikleşmeye meyletmiştir.
• İslami ilimler de buna bağlı olarak
tekrarcılığa ve aktarmacılığa
meylettiklerinden, toplumsal
gerçeklikten de kopmuşlardır.
• Gerek İslam dünyası ve gerekse de
bütün dünya çapındaki yeni
bilimsel, teknolojik, toplumsal ve
kültürel gelişme ve değişmeleri
idrak edecek ve karşılaşılan
sorunlara çözüm üretmek suretiyle
bir dönüşüm ortaya koyabilecek bir
dinamizm gösterememiştir.
• Bu çerçevede temel birer
karakteristik olarak yerlerini
almışlardır.
 Nitekim,
bu temel karakteristik ve spekülasyon
merakı, Müslüman üniversitelerde modern
dönemde din sosyolojisi araştırmalarının da çoğu
zaman, ya saf din ilmi araştırmalarından ibaret
bulunan İslamiyet’le ilgili bilgilerin
derinleştirilmesi, ya İslam düşüncesi içerisindeki
belli başlı cereyanlar ve temayüllerin ideolojik bir
tasviri yahut Batıda bu konuda yapılanların
İslamiyet ve Müslüman topluluklarla arada
hiçbir bağ kurmaksızın basit bir aktarılması ve
yahut da en çok dini-sosyal hayatın belli
kesimleriyle ilgili basit monografik tasvirlerle
yetinmeleri sonucunu ortaya çıkarmış
bulunmaktadır.

İslam ülkelerinde din
sosyolojisi
araştırmalarının
henüz emekleme
devresinde olmasına
karşılık, Batıda genel
ve sistematik din
sosyolojisi
araştırmaları
içerisinde İslamiyet’le
ilgili konuların da
eksik olmadığı
görülmektedir.
 Genel ve sistematik bir ‘Dinler
Sosyoloji’ idealini gerçekleştirmek
amacında olan büyük din
sosyologları buna rağmen
çalışmalarını tabii olarak daha çok
kendi toplumlarının dinleri
üzerinde odaklaşmışlardır.
 Büyük dini sistemler arasında
karşılaştırmalar yaparken İslamiyet
konusuna ancak temas etmekle
yetinmişler ve bu konuyu hiçbir
zaman bütün genişlik ve derinliği
içerisinde ele almamışlardır.
 Bununda
birlikte din
sosyolojisinin klasikleri,
İslamiyet konusuna
tamamen ilgisiz de
davranmamışlardır;
mesela Max Weber,
yazmayı tasarladığı
büyük din sosyolojisinin
bir bölümünü İslamiyet’e
ayırmış; bu konuda
parçalar halinde notlar
bırakmış ancak
tamamlayamadan vefat
etmiştir.
• L.Massignon, yazılarıyla
oryantalistlerden din
sosyolojisi açısından
İslamiyet’le ilgili
çalışmalara ilk ve önemli
katkılarda bulunanlardan
biri olmuştur.
• Bununla birlikte daha çok
Tasavvuf konusu
etrafında dönen
Massignon, kendini hiçbir
zaman tam manasıyla din
sosyolojisine angaje
(birini söz ya da yazıyla
bağlamak) etmiş değildir.
Genel ve sistematik din sosyolojisinin
kadrosu içerisinde özel bir İslam din
sosyolojisinin gelişmesini beklemek
yerinde olacaktır.
Nitekim, bu çerçevede, anlaşılan İngiltere,
ABD ve benzeri Batı ülkelerine mensup,
sosyoloji, siyaset bilimi, antropoloji,
etnoloji, vb. sosyal bilimler yahut insan
bilimleri ya da din bilimleri
özellikle son dönemlerde İslam
dünyasında din, toplum, kültür,
medeniyet ve siyaset konularında
meydana gelen olaylardır.
• Bu değişmelere paralel
olarak, din sosyolojisi
bakımından İslamiyet ve
Müslüman toplumlar
konularını giderek artan
bir oranda ilgi
duydukları ve bu
çerçevede orada din ve
toplum ilişkileri,
toplumsal değişimler ve
din arasındaki
etkileşimler ve bu
çerçevede kendini
gösteren süreçler
konularında çalışmalar
ortaya koydukları dikkati
çekmektedir.
TÜRKİYE’DE DİN SOSYOLOJİSİ
• Eğer bağımsız ve tecrübi bir ilim olarak din sosyolojisi yakın bir
tarihe sahipse, şüphesiz o Türkiye’de daha da yakın bir tarihe
sahiptir.
• Batıda pek çok ülkede bu alanda önemli çalışmaların
gerçekleştirilmiş olmasına karşılık, Ülkemizde sistematik ve tarihi
manada bir din sosyolojisinin varlığından söz etmek mümkün
olamamaktadır.
• Türk ilim aleminin, din
sosyolojisi sahasının
tamamen yabancısı
olup, bu konuda hiçbir
çalışmanın yapılmadığını
düşünmek yanlıştır.
• Hatta, bir anlamda Türk
alimleri ve
mütefekkirleri, çok eski
tarihlerden beri bu ilim
dalının doğuşu ve
gelişmesine öncülük bile
etmişleridir.
• Türk sosyologları,
Türk sosyoloji
tarihinin ilk
devirlerinden
itibaren din
sosyolojisi
sahasına da
yabancı
kalmamışlardır.
• Yakın dönemin ilk Türk
sosyologları olarak bilinen
Ahmet Rıza,
• Ahmet Şuayb,
• Bedii Nuri,
• M.Satı Bey,
• Prens Sabahattin,
• Celal Nuri,
• Ziya Gökalp,
• Mehmet İzzet’in
• çalışmaları içerinde, çeşitli
sosyal konular arasında dini
hadiseler üzerinde önemle
durulduğu anlaşılmaktadır.
• Mesela Bedii Nuri özel sosyolojinin bir bölümü
halinde sosyal olaylar olarak dini olayları inceleyen
bir din sosyolojisi üzerinde durmaktadır.
• Prens Sabahattin ise, çeşitli toplumlarda dini
tezahürlerin arz ettikleri çeşitlilikten söz etmektedir.
• Fakat, asıl din sosyolojisini, E.Durkheim’den
etkilenen Ziya Gökalp’ te bulmaktayız. Gökalp, genel
sosyoloji çalışmalarının yanı sıra ‘Dini Sosyoloji’ adı
altında dersler ve seminerler vermiştir.
• Hilmi Ziya Ülken’ in ‘Dini Sosyoloji’ adlı eseri ise
Türkiye’de bu sahada yazılan ve basılan ilk sistematik
din sosyolojisi kitabıdır.
Din sosyolojisi,
ülkemizde sayıları
giderek artan İlahiyat
Fakültesi’nde önce bilim
dalı sonra da giderek
anabilim dalı olarak yer
almış ve buralara intisab
eden genç araştırmacılar
İslamiyet ve Türk Din
Sosyolojisi ile ilgili
çalışmalara
başlatmışlardır.

Din sosyolojisi ve
onun metodolojisi ile
ilgili tecrübeler
arttıkça bu
araştırmaların
bilimsel seviyesi de
yükseltmektedir.

• Öte yandan, üniversitelerin
başta sosyoloji bölümleri
olmak üzere çeşitli sosyal
bilimlerle ilgili birimlerin
ve özellikle son yıllarda
Türkiye’de din ve siyaset
ilişkileri ve laiklik konusu
ile toplumsal değişme ve
din özellikle de İslam dini
ve Türkiye’de dini yaşayış
konusunda giderek artan
uygulamalı araştırma
eğilimi, ülkemizde bu ilim
dalına duyulan ilgiyi
göstermektedir.
Din, Türk toplumunun
sosyal realitesi
içerisinde önemli bir yer
tutmakta olup,
toplumumuzun
realitelerinin, din
sosyolojisinin bakış
açıları ve yaklaşım
yollarından hareketle
objektif bir
perspektiften derinliğine
ve sistematik
araştırmaların önemli
katkıları bulunmaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM
SİSTEMATİK DİN SOSYOLOJİSİ
Her bilim dalının işe ilkin
birtakım genel
tanımlardan başladığı göz
önüne alınırsa, din ve
toplum münasebetleri ve
dini grupları incelemek
amacında olan din
sosyolojisinin kendine has
konularının sistematik ele
alınışına geçmeden önce,
sosyal hayatın en eski ve
en tipik tezahürlerinden
biri olan dinden ne
anlaşıldığını açıklamakta
fayda vardır.

İlk sistematik din sosyolojisi disiplininin
kurucusu olan Max Weber’in, din sosyolojisi
araştırmalarında dinin tarifini yapmanın, onun ne
olduğunu, mahiyetini kesin olarak ortaya
koymanın hatalı olacağına işaret etmiştir.

Ancak hiç değilse din hakkında bugüne kadar
söylenip yazılanlara genel ve panoramik bir göz
atış, toplumun müşterek dini hayatı, din ve
toplum münasebetleri ve dini grupların
incelenmesi faydalı olacaktır.

A.DİN KELİMESİNİN ÇEŞİTLİ ANLAMLARI
Din terimi gerçekte dini
tecrübenin insan ve toplum
hayatındaki tezahüründe
ancak analitik olarak ayırt
edilebilecek olan iki farklı
boyuta da işaret etmektedir.
 Bunlardan birisi tapan ile
tapılan arasındaki bağlılıktır.
Yani dindarlık dediğimiz şey
sübjektif bir halden ibarettir ve
bu hal ‘Sübjektif Din’ diye
adlandırılır.

• İkinci manası ile din,
objektif bir gerçeklik olarak
toplumun bağlandığı inanç
ve amellerden mürekkep
bir sistemdir.
• Din sosyolojisi daha çok
‘Objektif Din’ denilen bu
ikinci yönle ilgilenmektedir.
• Ancak sübjektif din ve
objektif din arasındaki bu
ayırım aslında analitik bir
ayrımdan öteye
geçememektedir.
• Din ve toplum arasındaki karşılıklı münasebetleri, etki ve
tepkilerin sistematik incelenmesine geçmeden dinin her
şeyden önce ferdin işi mi yoksa toplumun işi mi olduğu
meselesidir.
• Sübjektivizm, dini tamamen ferdi bir olaymış gibi anlama
eğilimini doğurmuştur.
• Ancak XIX. yüzyıldan XX. yüzyıla geçiş bu konuda bir tutum
değişikliğini de beraberinde getirmiştir.
• Objektif olarak din
‘objektif bir realite ile ilgili belli ölçüde ve aynı şekilde belli
bir tarzda şahsi olan bir realite; insanın şu veya bu
şekilde ona bağlı bulunduğunu kabul ettiği ve onunla
münasebette kalmak istediği realite ile ilgili bir inanç ve
uygulamalar bütününden ibarettir’;
• Sübjektif anlamda din ise
‘yukarıda işaret ettiğimiz inançlara ve davranışlara
tekabül eden düşünüş, duyuş ve davranış tarzı yani
kısacası zihniyet şeklinde anlaşılmak zorundadır’
demekte ve böylece dinin sübjektif ve objektif yönünün
birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan iki veçheden başka
bir şey olmadığını güzel bir şekilde göz önüne sermektedir.
B.DİN HAKKINDA YAPILAN ÇEŞİTLİ TARİFLER VE
TENKİDİ
a. Genellikle İslam Kelamcıları dini,
‘Allah tarafından vahiy yoluyla ve peygamberleri
aracılığıyla dünya ve ahirette saadete götüren,
itikad ve amellerden mürekkep bir müesssese’
olarak tarif etmektedirler.
 b.
Çeşitli din bilimlerinin mensuplarının ve
özellikle din sosyologlarının dinden ne
anladıklara bakalım.
Çeşitli din tarifleri arasında benzerlikler
olduğu gibi farklılıklar da dikkati
çekmektedir.
Esasen bugün bütün din sosyologlarının
üzerinde ittifak ettikleri bir din nazariyesi
ve buna bağlı bir din tarifi de mevcut
değildir.
 Çünkü Sosyoloji, gerçekliğin arayışı içinde olan
dinamik bir ilim dalıdır.
 Nitekim böyle olduğu için, bugün zaten
sosyologların ittifak ettikleri bir tek toplum
nazariyesi de mevcut değildir.
 Sosyologlar dini tarif ederken belli bir dini değil
de, zaman ve mekan itibariyle insanlar arasında
her yerde ve devirde görülen ilahi olsun olmasın
bütün dinleri göz önüne almaktadırlar.
 Zira, toplum hayatı içersinde dini incelemek
amacına yönelmiş bulunan sosyologlar, günün ve
dünün bütün dinlerini araştırma kapsamına
almak ve aradaki ‘genel’ ve ‘genel olmayan’
hususları göz önüne sermelidirler.
 ‘Hak’ dinlerle ‘Batıl’ dinler arasında öz, kaynak,
mahiyet, hedef ve değerler bakımından önemli
farklılıklar bulunmakla birlikte, bütün dinlerin
hepsi din olmak itibariyle aynı ad altında birleşmiş
durumdadır.
1) Etnolog ve antropologların din konusuna el atmış
bulunanlarının önemli bir bölümü, dinin tarifi
konusu üzerinde durmuşlardır.
 Tylor
dini ‘ruhi
varlıklara inanç’
şeklinde tarif
etmektedir.
 Tylor’un bu tarifi, dini
tutumun konusunu
teşkil eden hususlara
daima kişileşmiş
varlıklar gözüyle
bakmak gerektiğini
içeriyormuş gibi
görünmesi sebebiyle
tenkit edilmiştir.
2) Daha sonraki bir dönemin antropoloğu olan Radcliffe-Brown’ın
tarifinin yukarıdaki sözü edilen noksanlıkları gidermek amacına
yöneldiği anlaşılmaktadır.
 R.Brown’a göre din, ‘Bizim dışımızda
olan manevi veya ahlaki güç
diyebileceğimiz bir güce karşı bir
bağlılık duygusunun falan ya da filan
şeklindeki bir anlatımı’ ından ibarettir.
 R.Brown’ın bu tarifi dinin sosyolojik
anlatımının önemli bir yönünü
oluşturan ‘ameli’ (pratik) veçhe
üzerinde ısrar etmekle birlikte, dini
tecrübenin ‘nazari’ (teorik)
anlatımına hakkını vermemesiyle
tenkit edilmiştir.
3) Bir başka antropolog olan Geertz dini ‘İnsanlarda uzun
süreli, geniş kapsamlı ve güçlü güdüler yerleştirmeye çalışan
bir semboller sistemi’ olarak tanımlamakta ve böylece dindeki
‘sembolik’ ve ‘fonksiyonel’ yönü vurgulamaktadır.
 Geertz dini her şeyden önce
toplumda kültürel bir sistem
olarak görüyor. Bu tanım
İslamiyet araştırmalarına da
uygulanmıştır.
 Modern Türkiye’de ve hatta
Osmanlı’da din konusunu ele
alırken bu tanımdan hareket
ediyor ve Türk toplumunda dinin,
kültürel, sembolik ve fonksiyonel
yönlerini tahlile çalışıyor.
4) Bir kısım mütefekkirler ve özellikle dinler tarihi uzmanları
dini ‘Tanrıya veya Tanrılara yapılan ibadet ve ayinler’ olarak
anlatmaktadır.
• A.Reville, dini ‘İnsan hayatının, ferdin ruhunu, dünyaya
ve bizzat kendisine hakim olduğuna inandığı ve ona
kendisini bağlı hissettiği esrarengiz bir ruhla birleştiren
bir duygu tarafından, tayin ve tespit edilmesidir’ diye
tanımlamaktadır.
• E.Durkheim bu tanımı yargılamaktadır. Durkheim’e göre
‘Tanrısız Dinler’ de vardır.
5) Bir başka tanım dini ‘tabiatüstü’ ve ‘sonsuz’ kavramlarıyla
açıklamak istemektir.
• Dini bu açıdan ele alan Max
Müller ‘Her dinde zihnin
anlayamayacağı şeyi zihne
sığdırmak, anlatılamayan şeyi
birtakım isimler ve
yakıştırmalarla açıklamaya
çalışmak ve sonsuza
yönelmek eğilimi görülür’
demektedir.
6) Moris Jastovs’un ‘Dinin İncelenmesi’ adlı
eserindeki tanımına nazaran din üç unsurdan
müteşekkildir:
a)
b)
c)
Bize bağlı olmayan bir güç ya da güçler kabul
etmek
Bu güç ya da güçlere bizim bağlı olduğumuz
duygusunu taşımak
Bu güç ya da güçlere temasa geçmek.
 a.
Teşkilat
 b. Fiiller
 c. Hayatın Düzenlenmesi
‘Bizi aşan ve bizim kendilerine bağlı olduğumuzu
hissettiğimiz güç ya da güçlere inanmaya’ din
denir.
7) Görüldüğü gibi, gerçekte bu tarif de yukarıdakilere
bağlanmakta olup, aynı itirazlar onu da yapılmaktadır.
Dini büyüye bağlayan James
Frazer’in şu tarifi de benzeri
tenkitlerle karşı karşıya kalmıştır.
‘Din, tabiatın ve beşer hayatının
akışına yön verdiğine ve onu
idare ettiğine inanılan üstün
güçlerin insan için elverişli hale
getirilmesidir.’
 Böylece tanımlanan din, biri
‘nazari’ (teorik) diğeri ‘ameli’
(pratik) olmak üzere iki unsura
sahiptir.

8) Din Psikolojisinin kurucusu olarak kabul edilen William
James’a göre din, her şeyden önce ‘tabiat üstü’ bir manaya
sahiptir.
• Buna göre din, ‘Tek
başına ferdin kendisini
ilahi kabul ettiği şeyle
münasebet halinde
olarak mülahaza ettiği
durumlardaki duyguları,
hal ve hareketleri ve
tecrübeleri’ nden
ibarettir.
9) W. James’in bu tarifi, din sosyolojisinin en önemli
isimlerinden olan Wach’a göre dini tecrübeyi tam olarak
kucaklayamaması ve onu tamamen sübjektif bir vakıaya
irca etmesi sebebiyle eksik kalmaktadır.
• James, dinin özünün ferdi
duyguda yattığını öne sürmekte
olup, gerçekte ise dini
tecrübenin sübjektif yönü kadar
objektif yönü de önemlidir.
• Esasen, dini tecrübenin tam bir
tetkiki ve tarifinin her iki yöne
de hakkını vermekle mümkün
olacağı anlaşılmaktadır.
Tek yanlı din tanımları, dini ve ondan kaynağını alan
olaylar ve tecrübeleri hep redüktivist bir biçimde ele alarak,
dinle ilgili gerçeğin sadece bir yönünü esas kabul edip
ötekileri ihmal etmek yahut da dini, sosyal hayat ve
özellikle maddi hayatta rastlanan olaylara icra etmek
suretiyle hataya sürüklenmektedir.

• İşte bu şekilde, temelinde dini
‘Daha müspet düşünce şekilleri karşısında silinip ortadan
kaybolmaya mahkum bir ilkel ve büyüsel düşünce
tarzı’
olarak kabul eden August Comte ve onun yolunda
ilerleyen Pozitivistler, bu tür bir din anlayışıyla yanlış
yola sürüklenmektedirler.
Bunun gibi, dini ‘ilkel ya da geleneksel kültürlerin bir artığı
ve dini hayatı bir kültür gecikmesi’ne icra etmek veya
görmek de mümkün değildir.
• İşte bu tür redüktivizme
düşenlerden biri de,
Fransız Sosyoloji
Ekolünün en önemli
temsilcilerinden olan ve
ilkel dinlerin sosyolojisi
sahasında önemli
çalışmaların sahibi
bulunan E.Durkheim
olmuş ve böylece O, dini
hayatın ilkel şekilleri
üzerine olan
çalışmalarına da gölge
düşürmüştür.
• Durheim dini, sosyal bütünleşme ve kontrolün
tesisinde temel olarak görmekte ve onu, toplumu
meydana getiren ‘temel unsurlar’ dan biri olarak
görmektedir.
Bununla birlikte, dinin
tabiatı konusunda
pozitivistlerin yolunda giden
Durkheim, kutsal ve kutsaldışı arasında bir ayırım
gözetmekte ve kutsal
kavramını dinin özü olarak
almak suretiyle dini
‘Kutsal şeylerle ilgili inanç ve
amellerden meydana
gelen ve bu inanç ve
amellerin ona inanıp
bağlananları manevi bir
birlik meydana getiren bir
cemaatte birleştirdiği
dayanışmalı bir sistem’
şeklinde tarif etmektedir.

Esasen bilindiği gibi
‘ilkel’ diye
adlandırılan
halkların dinlerinin
gözetiminden
hareketle dini
tanımlamaya çalışan
Durkheim, daha
sonra bu ilk tarifini
büyük ölçüde
değiştirmiş olup, aynı
yolda gidenlerden
mesela Malinowski
pek çok hususlarda
Durkheim’e karşı
çıkmıştır.
• G. Mensching ise
‘Onun dini toplumun
bir fonksiyonu olarak
gören Comte’un
pozitivizminden
ilhamını alarak, dinin
özü ve başlangıcını
tamamen akıl yoluyla
açıklamaya
çalışmakla’ suçluyor.
• Açıkça görülmektedir
ki din, Durkheim ve
onun yolundan
gidenlerin öne
sürdükleri gibi sosyal
hayatın basit bir
‘salgı’sından ibaret
değildir.
• Zira, yapısı ne olursa olsun her toplumda ve insan
ruhunda bir
‘yücelme ihtiyacı ve ilahi aleme yönelme arzusu ve eğilimi’
mevcuttur ki, bunu sadece fert ya da toplum kalıpları
içerisine sıkıştırılmış bir kutsal kategoriyle anlamak ve
açıklamaya çalışan her teşebbüsün başarısızlıkla
sonuçlanacağına şüphe yoktur.
• İslamiyet’in ve Müslüman alimlerin insanda aynı
zamanda hem fıtri ve hem de kesbi olduğunu ifade
ettikleri dinin bu yüce hakikatini, din sosyologları kısaca
‘korkutucu ve büyüleyici sır’ olarak vasıflandıran
‘kutsalın tecrübesi’ veya ‘yaşanması’ şeklinde
tanımlamaktadırlar.
• Buna karşılık, yine sosyologlar arasında yaygın olan
bir ikinci din tarifi türünün daha çok ‘fonksiyonel’
bir din anlayışına yönelmektedir.
• Modern toplumlarda
sosyal değişme ve din
ilişkilerini yahut
sekülarizasyon
konusunu araştıran
bir din sosyoloğunun
bu araştırmalarının
sonucunun, onun
dinden ne anladığı ve
onu nasıl tanımladığı
konusuna sıkı sıkıya
bağımlı bulunacağını
anlaşılmaktadır.
Download