Yasal Düzenlemelerde Kadın Hakları Av. Ayşegül DEMİR Yasal Düzenlemelerde Kadın Hakları T ürkiye Cumhuriyeti Devletinin, Avrupa Birliği (AB) uyum yasalarını, toplumsal değişimleri, gereksinimleri ve taraf olunan uluslararası anlaşmaları dikkate alarak pek çok yasal düzenlemeye gittiği bir gerçektir. Bu düzenlemelerden bir bölümü de kadınlarımızın durumu ile ilgilidir. Bu alanda atılan ulusal ve uluslararası adımlar mevcuttur. Bu adımların en önemlilerinden biri “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” (CEDAW)’dir. Türkiye Cumhuriyeti (T.C.)’nin taraf olduğu CEDAW, 19.01.1986 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yine 1995 tarihli Pekin Deklarasyonu da kadınerkek eşitliğini gerçekleştirmeye yönelik somut politikalar ortaya koymuştur. Türkiye delegasyona; kadın okuryazarlığının arttırılması, anne-çocuk ölüm oranlarının azaltılması, CEDAW’a konulan çekincelerin kaldırılması konusunda taahhütte bulunmuştur. Bu aşamada CEDAW’da önemli gördüğümüz iki maddeyi de belirtmek isteriz. 3. Madde: Taraf devletler, özellikle politik, sosyal, ekonomik ve kültürel sahalarda olmak üzere bütün olanaklar kadınların erkeklerle eşit olarak insan haklarından, özgürlüklerinden yararlanmalarını ve bu hakları kullanmalarını garanti etmek amacıyla kadının tam olarak gelişmesini sağlamak için, yasal düzenlemeler dahil bütün önlemleri alacaklardır. 4. Madde: Kadın ve erkek eşitliğini fiilen sağlamak için taraf devletlerce alınan geçici özel önlemler, işbu sözleşmede belirtilen cinsten bir ayrım olarak değerlendirilmeyecek ve hiçbir şekilde eşitsizlik veya farklı standartların muhafazası sonucunu doğurmayacaktır. Fırsat ve uygulama eşitliği hedeflerine uygulandığı zaman bu uygulamalara son verilecektir. 32 Hukuk Gündemi Mart 2011 Anayasamız, uluslararası anlaşmaları T.C. yasalarından üstün tutmakta, devletin bu uluslararası anlaşmalara uygun olmayan konularda yasal düzenleme yapmak zorunda olduğu hükmüne yer vermektedir. 1982 Anayasası’nın 10. maddesi “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeple ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmünü amirdir. Bu maddeye, 07.05.2004 tarihli 5170 sayılı Yasanın 1. maddesi ile eklenen cümleye göre ise; “Kadın-erkek eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmü getirilmiştir. Birinci fıkrada eşitlik hükmü geçerken ikinci fıkrada kadın – erkek eşitliğine vurgu yapılmasının nedeni Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerdeki taahhütlerini yerine getirmek konusundaki hassasiyeti olarak değerlendirilebilir. 12 Eylül 2010 tarihli yeni Anayasası ile kapsamı genişletilen madde 10/3, pozitif ayrımcılık olgusunu şu şekilde ifade edilmiştir. “Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunmayı gerektiren kimseler için alınan tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.”Avrupa Birliği Temel Haklar Şartının 23 üncü maddesine göre, “Eşitlik ilkesi, eksik temsil edilen cinsiyet lehine olan tedbirlerin muhafazasını veya kabul edilmesini engellemez.” Bu sebeple, Anayasanın “Eşitlik” maddesinde yer alan bu hüküm, AB hukukuyla uyumun sağlanması bakımından önemlidir. Kadın örgütleri ise, “Devlet, kadın erkek arasında fiili eşitliğin sağlanması için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlüdür” şeklinde bir düzenleme talep etmektedir. Bu taleplerin kaynağında CEDAW’ın olduğunu hatırlatmak gerekir. Yasal Düzenlemelerde Kadın Hakları Yine Anayasamızın 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı 17. maddesi ile değişik; 41. maddesinde ailenin korunması ile ilgili düzenlemeler yer almış, madde hükmünde “Türk toplumunun temeli olan ailenin temeli eşler arası eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır” düzenlemesi yer almıştır. Bu hükümler gereği devlet, Türk Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Ailenin Korunması Hakkında Kanun, Belediye Kanunu, İş Kanunu gibi temel kanunlarda bir takım düzenlemeler yapmış, yenilikler getirmiştir. 2009 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulmuştur. Şimdi bu düzenlemelerden bazılarına değinelim. Medeni Kanun (MK) ile Getirilen Değişiklikler 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 Sayılı Yeni Türk Medeni Kanunu da çağın gereklerine göre yeniden düzenlenmiş, kadın lehine çok önemli değişiklikler getirmiştir. Öncelikle eski (MK)’da kadın için 15, erkek için 17 olan evlenme yaşı, Yeni MK ile değiştirilmiş hem kadın hem erkek için 17 olarak belirlenmiştir. Olağanüstü durumlarda ve hâkimin izniyle kız ve erkek çocukların 16 yaşında evlenmesine karar verilebileceği de düzenlenmiştir. Eski MK döneminde evlenmek için kocanın ikametgâhının bulunduğu evlilik memurluğuna başvurulurken yeni MK’ya göre kadının ikametgâhı yeri evlilik memurluğuna başvurulması imkânı getirilmiştir. Resmi nikâh yapılmadan dini nikâh yapılması suç olarak nitelendirilmiş, dini nikâhı kıyan ve kıydıranın cezai sorumlulukları olacağı düzenlenmiştir. Yine “kadının ikametgâhı kocanın ikametgâhıdır” hükmü kaldırılmış, evli kadına yasal ikamet seçme hakkı tanınmıştır. Eski MK’da yer alan “koca evlilik birliğinin reisidir” hükmü kaldırılmış aile birliğini temsil, çocukların eğitimi ve bakımı, aile konutunun seçimi konusunda eşlerin ortak karar verecekleri düzenlenmiştir. Eşlerin ortak karara varamaması durumunda Aile Mahkemesi’ne başvurularak hâkimin müdahalesi istenebilir. Yeni MK ile yasal mal rejimi de değişmiştir. Eski MK döneminde “mal ayrılığı” olarak kabul edilen mal rejimi yeni MK döneminde “edinilmiş mallara katılma rejimi” olarak değiştirilmiştir. Burada getirilen düzenlemedeki sıkıntı şudur; yeni mal rejimi 01.01.2002 tarihinden sonra gerçekleşen evliliklerde aynen uygulanmaktadır, ancak 01.01.2002’den önce yapılan evliliklerde 01.01.2002 tarihine kadar edinilen mallar için “mal ayrılığı” rejimi bu tarihten sonra edinilen mallar için ise “edinilmiş mallara katılma rejimi” uygulanmaktadır. Dolayısıyla yeni MK’dan önce yapılan evliliklerde, toplumumuzdaki uygulamada mallar genellikle erkek üzerine yapıldığı için kadının mağduriyeti giderilmemiştir. Ancak yeni MK ile çalışmayan kadının evlilik birliğine, çocukların yetiştirilmesi, evin ihtiyaçları konusunda gösterdiği emek “maddi katkı” olarak değerlendirilmiştir. Böylece kadının ev dışında çalışması olmasa dahi edinilmiş mallar üzerinde “katkı payı davası” açma hakkı doğmuştur. Kanunumuza yeni giren bir düzenleme de “aile konutu şerhi” dir. Ailenin oturmakta olduğu ev “aile konutu” sayılmış ve özel statüye konmuştur. Eşlerden biri aile konutu olarak kullanılan evin maliki ise, diğer eş muhtardan alınacak ikametgâh belgesi, evlenme cüzdanı ya da aile nüfus kayıt örneği ile birlikte Tapu Sicil Müdürlüğü’ne giderek konutun üzerine şerh koydurabilir. Hal böyle iken diğer eşin rızası olmadan aile konutu olarak kullanılan ev satılamaz ya da bu ev üzerindeki haklar sınırlandırılamaz. Kiralık bir ev söz konusu olduğunda, eşlerden biri diğer eşin rızası olmadıkça kira sözleşmesini feshedemez. Kira sözleşmesine taraf olmayan eş, kiralayana yapacağı tek taraflı bir bildirimle kira sözleşmesinin tarafı haline gelir. Kendisinden habersiz bir şekilde kira sözleşmesinin feshedildiğini öğrenirse hâkimin bu duruma müdahalesini isteyebileceği gibi kira sözleşmesine devam etmek istediğini kiralayana bildirebilir. Yeni MK’nın Miras Hukuku ile ilgili getirmiş olduğu önemli bir düzenleme vardır. Sağ kalan eş, miras hakkına mahsuben ölen eşiyle birlikte yaşadığı konutu ve ev eşyalarının mülkiyet hakkının kendisine bırakılmasını isteyebilir. Mart 2011 Hukuk Gündemi 33 Yasal Düzenlemelerde Kadın Hakları Ailenin Korunması Hakkında Kanun ile Getirilen Değişiklikler Yine CEDAW’ın iç hukukta yansıması olarak kadına karşı her türlü şiddetin önlenmesi kapsamında 14 Ocak 1998’de 4320 sayılı “Ailenin Korunması Hakkında Kanun” kabul edilmiş ve işbu kanun 26.04.2007 tarih ve 5636 sayılı yasayla bazı değişiklikler geçirerek bugünkü halini almıştır. Kanunun amacı aile içi şiddetten mağdur olanları korumak, toplum bünyesinde şiddettin yol açacağı zararlara engel olmaktır. Şiddeti uygulayan kişi olarak, kusurlu eş ya da diğer aile bireyleri sayılmıştır. Dolayısıyla yeni düzenlemeyle şiddet uygulayan koca, çocuk, kayınvalide, kayınpeder vs. gibi hısımlar da kanun kapsamında cezalandırılmaktadır. Bunun yanı sıra mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin, diğer aile bireyleri tarafından şiddete uğraması halinde de yasa uygulama alanı bulur. Kanunun uygulanması için şiddet mağdurunun; Karakol, Cumhuriyet Savcılığı ya da Aile Mahkemesi Hâkimliği’ne başvurması gerekmektedir. Aile Mahkemesi’nin olmadığı yerlerde Sulh Hukuk Mahkemeleri bu konuya bakmaya yetkilidir. Kanun kapsamında alınacak tedbirler ise şunlardır: Kusurlu eşin veya diğer aile bireyinin; a. Aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmaması, b. Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer aile bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya da ayrı oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması, c. Aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi, d. Aile bireylerini iletişim araçlarıyla rahatsız etmemesi, e. Varsa silah veya benzeri araçlarının genel kolluk kuvvetlerine teslim etmesi, f. Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak şiddet mağdurunun yaşamakta olduğu konuta veya işyerine gelmemesi veya bu yerlerde bu maddeleri kullanmaması, g. Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması, 34 Hukuk Gündemi Mart 2011 Yukarıdaki hükümlerin uygulanması amacıyla öngörülen süre altı ayı geçemez. Kararda, hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hakkında hapis cezasına hükmedileceği hususu şiddet uygulayan eş veya diğer aile bireyine ihtar olunur. Eğer şiddeti uygulayan eş veya diğer aile bireyi aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise, hâkim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde bulundurarak ve daha önce MK hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla, talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilir. Bu Kanun kapsamındaki başvurular ve verilen kararın infazı için yapılan icrai işlemler harca tabi değildir. Cumhuriyet Savcısı kararın uygulanmasını genel kolluk marifetiyle izler. Kolluk kuvveti, karara uyulmaması halinde, mağdurun şikâyeti aranmaksızın resen soruşturma yapar ve kamu davası açılması için Cumhuriyet Savcısı’na başvurur. Fiili başka suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eş veya diğer aile bireyleri hakkında, üç aydan altı aya kadar hapis cezasına hükmolunur. Kadın Sığınma Evleri Kadın sığınma ve konuk evleri ile ilgili, 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kanunu uygulanmaktadır. Kanunla ilgili yönetmelik ise; 08.05.2001 tarih, 24396 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 2396 sayılı “Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konuk Evleri Yönetmeliği” dir. Bu yönetmelik 2828 Sayılı Kanunun 9/g, 34. ve 35. maddeleri gereği çıkarılmıştır. Fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik istismara uğrayan kadınların, psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi sırasında, varsa çocukları ile birlikte ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geçici bir süre kalabilecekleri kadın konuk evi / sığınma evi / sığınak, vb. adlandırılabilecek yatılı sosyal hizmet kuruluşlarının oluşturulması yönetmelikle düzenlenmiştir. Bu tip kuruluşlarda sosyal hizmetler ya da psikoloji alanında yükseköğrenim görmüş Yasal Düzenlemelerde Kadın Hakları bir yönetici, bir sosyal çalışmacı, bir psikolog ve ihtiyaca göre çocuk gelişimcisi, doktor, hemşire gibi gerekli personel tercihen kadın olmak üzere çalıştırılır. Kullanılan binanın kent içinde, kadınlar ve çocukların toplumdan soyutlanmadan yaşayabileceği, sosyal aktivitelerini sürdürebilecekleri ve günlerini huzur içinde geçirebilecekleri sakin, dikkat çekmeyen bir konumda olması aranmaktadır. Kadın konuk evleri; gizliliğin sağlandığı il ve ilçelerde açılıp, adresi ve telefon numarası gizli tutulur. Kuruluş, tanıtıcı tabela asamaz, bina açılış töreni gizli tutulur. Başvurular kuruma doğrudan yapılmaz, kurum dışında oluşturulan bir merkeze yapılır. Kadın konuk evlerine akılruh sağlığı yerinde olmayan, bulaşıcı hastalığı olan, uyuşturucu/alkol bağımlılığı olan kadınlar kabul edilmez. Bu evlerde kalmak belli bir süre ile sınırlandırılmış olduğundan kadınların bu kurumlarda meslek ve sanat sahibi yapılması son derece önemlidir. Ülkemizin kadın lehine imzaladığı uluslararası anlaşmaların bir yansımasını Belediye Kanunu’nda görüyoruz. Belediye Kanunu 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı yasa ile değişikliğe uğramıştır. Söz konusu değişiklik ile 14. maddeye ekleme yapılarak “Büyükşehir Belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyeler kadınlar ve çocuklar için koruma evi açarlar” hükmü getirilmiştir. Mevcut yasalara rağmen Türkiye’ de açılan kadın sığınma evlerinin sayısının son derece az olduğu bilinen bir gerçektir. Bu konu ilk defa 90’lı yılların başında tartışılmaya başlanmış, ilk sığınma evi 1995 yılında bir sivil toplum kuruluşu olan “Mor Çatı Derneği” tarafından açılmıştır. 1995- 2004 yılları arasında sadece üç büyük ilde dokuz adet sığınma evi hizmete girmiştir. Belediye Kanunu’ndaki değişiklik de sığınma evi sayısını arttırmamıştır. TÜİK verilerine göre nüfusu 50.000’i geçen tüm belediyelerde ve büyükşehir belediyelerinde kadın sığınma evi açılabilseydi soruna büyük ölçüde çözüm getirilmiş olurdu. Sadece 2000 yılı nüfus verilerine göre bile, nüfusu 50.000’nin üzerinde olan 197 adet il ve ilçe bulunmasına rağmen bugün kadın sığınma evi sayısı 30 civarındadır. Hal böyle iken yasal mevzuat düzenlemelerinin tek başına yeterli olmadığı sonucu çıkmaktadır. Belediyeleri, kadın sığınma evi açmaları konusunda zorlayıcı bir takım yaptırımların da yasaya eklenmesi çözüm olabileceği gibi maddi kaynak sorunu olan belediyeler için İçişleri Bakanlığı’nın fon ayırması ya da maddi destek vermesi önerilebilir. Genel Değerlendirme Hepimiz biliyoruz ki bugün Türkiye’de ekonomide, sosyal yaşamda, siyasette erkeklerin yararlandığı fırsatlardan kadınlar yararlanamıyor. Yasalarda bazı düzenlemelerin olması, bunları fiili hayata geçirmeye yetmiyor. Eşit fırsatlardan yararlanmak için, eşit olana kadar bu hakları eksik kullananlara, ayrımcılık uygulanması gerekiyor. Yani yeni Anayasamız ile birlikte gündemimize giren “POZİTİF AYRIMCILIK” tam olarak böyle tanımlanıyor. Siyasal karar süreçlerinde kadın-erkek eşitliğini sağlamak için yapılacak en önemli değişiklik, siyasal yaşamı düzenleyen söz konusu yasalarla ilgili reform çalışmaları sırasında kotanın yasal hale getirilmesidir. Ne yazık ki Türkiye’de gerek Siyasi Partiler Yasası, gerekse Seçim Yasası ile düzenlenmiş bir kota uygulaması yoktur. Kotanın gerekliliğini anlayamayan hiçbir ülkede, kadın temsil oranı yüzde 20’leri dahi bulamamıştır. Kotanın niteliksiz kadınların siyasete girmesine yol açıp, mevcut yapıyı daha da çarpıklaştıracağını düşünen zihniyete; nitelikli kadın aday saptayacak olanın kota değil, kotayı kullanan siyasi parti veya örgüt olacağını hatırlatmak isteriz. Ayrıca CEDAW’ın 3. maddesinde belirtildiği üzere bu alanda da düzenleme yapmak devletin görevidir. Kanayan bir başka yaramız ise, kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddettir. Yapılan araştırmalar, dünyada her üç kadından birinin şiddet gördüğünü ortaya koyuyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in açıkladığı istatistikler, kadın cinayetlerinin 2002’den 2009’a kadar yüzde 1400 oranında arttığını, 2002’de 66 kadın öldürülürken 2009’un ilk yedi ayında bu sayının 953’e yükseldiğini gözler önüne seriyor. Mart 2011 Hukuk Gündemi 35 Yasal Düzenlemelerde Kadın Hakları Hâkim ve savcılara toplamda 206 insan hakları semineri verildiği, “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Yargı Mensuplarının Rolü” konulu proje kapsamında; 2009’da 164 Aile Mahkemesi’nde görevli hâkim ve Cumhuriyet Savcısı ile bu mahkemelerde çalışan 150 uzmanın, 50.000 polisin eğitimden geçirildiği, Adalet Bakanlığı’nın açıklamaları arasında. Maalesef, eğitim almakla duyarlılığın aynı anda gelişmediğini basındaki haberlerden de çok rahat görebiliyoruz. Şiddet mağduru kaç kadın, her şeyi göze alıp karakola şikâyet için gittiğinde, görevli polis memurunca kocasıyla barışmaya ikna edilmeden ya da “Olur böyle şeyler, o senin kocan” gibi üzerine vazife olmayan yorumlarla karşılaşmadan şikâyetini yapabiliyor? Ya da kaç hâkim, yasada şiddetin her türlüsü için koruma kararı verilebileceği açıkça yazarken, eli yüzü morarmamış bir kadına koruma kararı veriyor? Hangi savcılar, şiddet mağduru kadın için derhal dava açıyor ya da kadın korunmak için devletine başvurduğunda, kendine şiddet uygulayan eşini ya da eski eşini şikâyet ettiğinde korunabiliyor? Kamuoyunda ve hukuku uygulayanlarda 36 Hukuk Gündemi Mart 2011 duyarlılık yaratılması için daha kaç tane Ayşe Paşalı’nın öldürülmesi gerekiyor? Başka büyük bir problemimiz ise çocuk gelinler. Yapılan bir araştırmada, ülkemizde 16 yaş ve altındaki evliliklerin oranının neredeyse yüzde 40’a yakın olduğunu ortaya koyuyor. Bu araştırmada çarpıcı bir nokta da erken evlilik yapanların yüzde 81,2’sinin okuryazar olmaması. Ne yazık ki bu kızlar, evlenmeleri için okuldan alınıyorlar, eğitim süreçlerini tamamlayamıyorlar. Evlilik gerekçeleri ise başlık parası, berdel, gelenek vs. diye sıralanıyor. UNICEF’in 18’inden önce evlenmeyi çocuk evliliği kabul ettiği ve insan hakları ihlalleri arasında gördüğü ifade edilen araştırmada, bu tür evliliklerin yaygınlaşmasının çocuk anneler ve onların çocuklarında, ölüm, intihar ve pek çok hastalığın sıklıkla görülebildiğini de ortaya konmuş. Sözün özü, kadınlarımız için yapılacak en önemli ve etkili eylem, herhalde mevcut düşünce yapısını değiştirebilmek olacaktır. Bunun için de devletin ve hukuk uygulayıcılarının, sorunun temelini bilip çözüm üretmek konusunda kararlı davranmaları şarttır.