türkiye`de çevre toplum ilişkileri ve çevre sosyolojisi

advertisement
Sosyoloji Konferansları
No: 52 (2015-2) / 291-318
DOI: 10.18368/IU/sk.07223
TÜRKİYE’DE ÇEVRE TOPLUM İLİŞKİLERİ
VE ÇEVRE SOSYOLOJİSİ*
Muammer TUNA**
Özet
Türkiye’de çevresel süreçlerin toplumsal boyutları XX. yüzyılın sonlarına doğru giderek
artan ölçüde sosyal bilimlerin ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu bağlamda 1990’larda
yaygınlaşmaya başlayan Çevre Sosyoloji ile birlikte bu alandaki araştırmalar artmıştır.
Bununla birlikte “çevre” Türkiye’de öncelikli bir konu ve gündem maddesi olamamıştır.
Çevresel süreçler ve sorunlar daima kalkınma ve gelişme süreçlerinin arka planında
kalmıştır. Çevresel konuların toplumsal düzeyde ve yönetim düzeyinde gündemin
ön sırlarına çıkamamasından dolayı, çevreci hareket de Türkiye’de gelişme olanağı
bulamamıştır.
Anahtar Sözcükler: Çevre sosyolojisi, çevre ve toplum, gelişme, çevrecilik, çevreci
hareket, Türkiye.
SOCIETY ENVIRONMENT RELATIONSHIPS IN
TURKEY, A SOCIOLOGICAL PERSPECTIVE
Abstract
Social dimensions of environmental issues has been taken close attention by social sciences
in the late XXth century in Turkey. Accordingly, research on social environmental issues has
been increased after the 1990s with the appearance of environmental sociology. However,
environmental issues have never been a priority in the agenda of Turkey. Environmental
issues and environmental problems have always been under estimated and under qualified
compared to developmental issues. Because of the fact that environmental issues have never
been a primary factor in public and government agenda, environmentalist movements also
could not have been effectively developed in Turkey.
Keywords: Environmental sociology, environment and society, develeopment,
environmentalism, environmentalist movement, Turkey.
Bu metin, Muammer Tuna’nın editörlüğünü ve yazarlığını yaptığı Çevre Sosyolojisi,
isimli Anadolu Üniversitesi yayını olan kitabın “Türkiye’de Çevre ve Toplum” başlıklı
dördüncü bölümünün oldukça geniş birbiçimde gözden geçirilmiş ve geliştirilmiş bir
biçimde yeniden kurgulanmasından oluşmuştur.
**
Prof. Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü.
İletişim: [email protected]
*
292
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
Giriş
Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından itibaren, çevresel sorunları ve süreçleri
anlamanın, artık bu sorunları ve süreçleri sadece teknik ve ekonomik boyutları
ile ele almakla yeterli olmayacağı, bu sorunların ve süreçlerin toplumsal
boyutları ile birlikte ele alınması gerekliliği kabul edilmeye başlanmıştır. Bu
bağlamda 1970’li yıllarda ortaya çıkmış olan çevre sosyolojisinin çevresel
sorunların ve süreçlerin toplumsal boyutlarının anlaşılması açısından çok
önemli bir kilometre taşı oluşturduğu söylenebilir. Bu anlamda Türkiye’de de
çevresel sorunları ve süreçleri anlamak açısından sosyolojik bir yaklaşımın
gerekli olduğu açıktır. Türkiye’de 1990’larda yaygınlaşmaya başlayan çevre
sosyolojisi yaklaşımı, çevresel sorunların ve süreçlerin daha iyi anlaşılması
açısından önemli bir katkı yapmıştır denilebilir. Bu çalışmada Türkiye’de
çevresel süreçlerin toplumsal boyutu sosyolojik bir perspektiften beş ana
başlık altında incelenmiştir. Bu bağlamda öncelikle Türkiye’de çevre toplum
ilişkilerinin genel çerçevesi ve temeli çizilmeye çalışılmış, çevre toplum
ilişkilerinin hangi temelde ele alaınması gerektiği belirlenmeye çalışılmıştır.
Daha sonra çevre sosyolojisinin ortaya çıkşı ve Türkiye’deki durumu ele
alınmıştır. Daha sonra çevresel ilişkilerin ve süreçlerin yasal ve yönetsel
çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır. İzleyen alt bölümde ekonomik sektörler
açısından çevresel süreçler incelenmiş ve en son olarak Türkiye’de çevreci
hareketin ortaya çıkışı ve gelişim süreci ele alınmıştır.
Türkiye’de çevre toplum ilişkilerine bakıldığında, toplumsal düzeyde ve
yönetsel düzeyde çok yüksek bir çevresel duyarlılıktan söz etmek mümkün
değildir. Ayrıntıları ileriki bölümlerde açıklanacağı gibi, Türkiye’de
toplumsal düzeyde çevresel duyarlılık çok yaygın değildir. Bunun başlıca
nedeni olarak, ekonomik açıdan henüz gelişmekte olan ülke kategorisinde
yer alan Türkiye’de toplum, çevresel duyarlılık ile ekonomik kalkınma ve
toplumsal refah beklentisi arasında bir tercih yapmak ile karşı karşıyadır
ve böyle bir durumda genellikle ekonomik kalkınma ve refah beklentisi
çevresel duyarlılığın önüne geçmektedir. Diğer yandan 1990’lı yıllarda
Türkiye’de çevre sosyolojisinin yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte çevre
toplum ilişkileri daha kapsamlı ve sistematik bir şekilde ele alınmaya
başlanmıştır. Bunula birlikte, yasal ve yönetsel yapı açısından bakıldığında,
ekonomik kalkınma ve refah beklentisinin çoğu kez çevresel duyarlılığın
önüne geçtiği görülmektedir. Merkezi ve yerel yönetimler ile devletin
değişik kademelerinde çevresel duyarlılık genellikle göz ardı edilebilir
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
293
bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik sektörlerin çevresel
faktörlere bakışına gelince; sürpriz olmayacak bir şekilde, ekonomik
sektörler açısından çevresel faktörler en son dikkate alınması gereken
faktörlerdir. En son olarak çevre hareketi ve çevresel örgütleme açısından
çevre toplum ilişkilerine bakıldığında, Türkiye’de çevre hareketinin
ve çevre örgütlenmesinin yaygın olmadığı, çevreye ilişkin sivil toplum
örgütlerinin herhangi bir ülkede olduğundan daha marjinal konumda
olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu makalede Türkiye’deki çevre
toplum ilişkileri yukarıda belirlenen ana başlıklar altında incelenmiştir.
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkilerinin Ana Çerçevesi
Türkiye’de çevre ve toplum ilişkileri değerlendirildiğinde, çok yüksek
düzeyde bir çevresel duyarlılık yoktur. Bununla birlikte, Türkiye’de bir
ölçüde azımsanmayacak ölçüde bir çevresel duyarlılıktan söz etmek
mümkündür (Özdemir, 1988; Tuna, 2001; 2006; Kasapoğlu ve Ecevit,
2002). Ayrıca çok güçlü ve etkili olmasa da bir çevresel hareketin
oluşmakta olduğundan söz edilebilir. Bununla yanında, çevresel duyarlılık
ve çevresel bilinçlenme Türkiye için oldukça yeni bir olgudur. Çünkü
Türkiye gibi gelişmekte olan ya da endüstrileşmekte gecikmiş olan ülkeler
için öncelikli olan daima endüstrileşme, ekonomik kalkınma ve refah
olmuştur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri çevresel olgular açısından
gelişmiş ülkelerden ayıran temel fark; gelişmiş ülkelerin endüstrileşmeleri
aşamasında, çevresel faktörlerin ve çevre olgusunun bugün olduğu kadar
önemli bir faktör olarak bilinip tanınmamış olmasıdır. Bundan dolayı
gelişmiş ülkeler sanayileşmeleri sürecinde çevresel faktörler sanayileşmeyi
engelleyici bir faktör olarak görülmemiş, deyim yerindeyse bu ülkeler doğal
kaynakları sınırsızca kullanmışlardır. Buna karşın Türkiye gibi gelişmekte
olan ülkelerin endüstrileşmeleri aşamasında çevre olgusu bilinip tanınan,
yerel ve küresel düzeyde izlenmesi ve dikkate alınması gereken temel bir
faktör ve olgu durumuna gelmiştir. Bu durumda, gelişmekte olan ülkeler
bir yandan hızla endüstrileşmek, ekonomik olarak kalkınmak ve büyümek
ve toplumsal refahlarını arttırmak durumuyla karşı karşıyayken, diğer
yandan ulusal ve küresel gerekçelerle çevresel faktörleri dikkate almak
zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ya
çevresel faktörleri ya da ekonomik büyüme ve endüstrileşmeyi öncelikli
olarak dikkate almak ikilemiyle karşı karşıyadırlar denilebilir.
294
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
Türkiye’nin toplumsal ve yönetsel düzeyde çevresel açıdan içinde
bulunduğu ikilemi iki örnek ile açıklamak mümkün olabilir. Örneklerden
birisi Yatağan Termik Santrali, diğeri de Bergama Altın Madenidir.
Yatağan Termik Santrali, Muğla iline bağlı Yatağan ilçesinde kurulu ve
düşük kaliteli kömür ile çalışan bir enerji santralidir. Santralin yarattığı
çevresel ve toplumsal sorunlar değerlendirildiğinde yukarıda söz
konusu edilen ikilemi görmek mümkündür. Yatağan Termik Santralinin
çevresel ve toplumsal etkilerini tespit etmek amacıyla bir araştırma
gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre, Yatağan Termik
Santrali’nin yarattığı çevresel ve toplumsal sorunlar farklı toplum kesimleri
tarafından farklı yorumlanmıştır. Santralin yarattığı sorunlar Yatağan’ın
köylerinde yaşayanlar açısından yaşamsal derecede önemli sorunlar
olarak tanımlanmıştır. Ayrıca santralin yörenin tarımsal üretimi üzerinde
yaptığı yıkıcı etkiler mahkeme kararlarıyla ortaya konmuştur. Buna karşın
Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde, hatta Yatağan şehir merkezinde
yaşayanlar için bile santralin etkileri dikkate değer ölçüde önemli değildir
(Özgür, 1998; Tuna, 2001: 2015). Yatağan Termik Santrali’nin çevresel ve
toplumsal etkilerinin toplumsal algılanışı değerlendirildiğinde, Yatağan’ın
köylerinde yaşayanların, Yatağan Termik Santrali çalışanlarına göre daha
fazla çevresel duyarlılığa sahip oldukları görülmüştür. Bunun nedeni santral
çalışanlarının, santralin yarattığı ekonomik katma değeri, santralin yarattığı
çevresel etkilerden daha önemli olarak değerlendirmeleridir. Başka bir
deyimle, Yatağan Termik Santrali çalışanları, santralin yarattığı ekonomik
katma değer ile yarattığı olumsuz çevresel etkileri değerlendirmek ikilemi
ile karşı karşıya kalmışlar; bu ikilem karşısında, tercihlerini santralin
yarattığı ekonomik katma değerden yana kullanmışlardır (Tuna, 2001:
2015).
Bergama Altın Madeni çevresel açıdan değerlendirildiğinde ise şöyle
bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Bergama’daki altın madeninden
kaynaklanabilecek çevre sorunları, Bergama köylüleri için yaşamsal
derecede önemli iken ve üretim sürecinden sonra arta kalan siyanürün çeşitli
şekillerde, yörede yaşayanların yaşamları üzerinde derinlemesine etkiler
yaratması söz konusu iken; yörede yaşamayan Ankara bürokrasisi için ya da
madeni işletecek şirketin yurtdışında yaşayan sahip ve yöneticileri için bu
etkiler çok önemli olmayabilir. Bununla birlikte asıl ikilem, Bergama’nın
köylerinde yaşayanlar açısından söz konusudur. Altın madeninin kuruluş
aşamasında, madenin kuruluşuna karşı güçlü bir direnç gösteren ve bu
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
295
alanda örnek bir çevresel direnç ve örgütlenme örneği sergileyen Bergama
köylüleri; maden çalışmaya başladıktan sonra, madende iş bulmalarıyla
birlikte bu dirençlerinden vazgeçmiş, en azından dirençlerini yumuşatmış
görünmektedirler (Kökalan-Çımrın, 2014). Bergama örneğinde de Yatağan
örneğinde olduğu gibi, Bergama köylüleri, altın madeninin yaratacağı
çevresel etkiler ile yaratacağı ekonomik katma değer arasında bir ikilem
ile karşı karşıya kalmışlar ve tercihlerini ekonomik katma değerden yana
kullanmışlardır. Bununla birlikte Bergama Altın Madeni olayı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine taşınmış ve mahkeme madenin kapatılması
ve yörede yaşayanlara tazminat ödenmesi kararına varmıştır. Bu da yerel
gibi görünen bir çevresel sorunun nasıl değişik boyutlarda küresel düzeye
yükseldiğinin başka bir göstergesidir.
Çevre ve toplum ilişkileri açısından yukarıda verilen örnekleri
çoğaltmak mümkündür. Türkiye’de çevre ve toplum ilişkileri açısından
değerlendirilebilecek tüm örnekleri bu çalışma kapsamı içinde ele almak
mümkün ve gerekli değildir. Ancak yukarıdaki örnekler Türkiye’de çevre
toplum ilişkilerinin genel karakterini örneklendirmesi açısından önemlidir.
Türkiye’de çevreye ilişkin literatüre bakıldığında, çevre olgusunun teknik,
teknolojik, mühendislik, biyolojik, ekonomik, yönetimsel hatta hukuksal
boyutları ile ele alındığı, ancak buna karşın sosyolojik boyutları ile yeterli
düzeyde ele alınmadığı belirtilebilir. Çevre konuları mühendislik alanında
çevre mühendisliği kapsamında değerlendirilmekte ve bu alanda tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çevre mühendisliği eğitiminin lisans
ve yüksek lisans düzeyinde mühendislik fakültelerinde oldukça yaygın
olarak okutulmakta olduğu ve bu alanda oldukça yaygın bilgi ve araştırma
birikiminin olduğu görülür. Yine çevre konusu fen edebiyat fakültelerinin
kimya ve biyoloji bölümlerinde de özellikle çevre kirliliği bağlamında
oldukça yaygın olarak ele alınmaktadır. Bunun dışında iktisadi idari bilimler
fakültelerinin kamu yönetimi bölümlerinde kentleşme ve çevre sorunları
anabilim dalları yer almakta ve bu anabilim dallarında çevre olgusu
daha çok kentleşme ve yönetim açısından ele alınmaktadır. Ayrıca çevre
konusunda, hukuk fakültelerinde çevre hukuku, şehir ve bölge planlama
bölümlerinde çevre ve felsefe bölümlerinde çevre felsefesi adıyla dersler yer
almaktadır. Ayrıca yukarıda bahsedilen ilgili bölümlerde çevre konusunda
araştırmalar yapılmakta, makaleler ve kitaplar yayınlanmaktadır. Ancak
çevresel sorunların ve süreçlerin toplumsal boyutunu ve toplum ilişkilerini
296
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
inceleyen çevre sosyolojisi Türkiye’de kısmen daha geç gelişmiş olan bir
disiplindir. İzleyen alt bölümde Türkiye’de çevre sosyolojisi disiplinine
ilişkin özet bir değerlendirme yer alacaktır.
Türkiye’de Çevre Sosyolojisi
Yukarıda değinilenlerin ötesinde, Türkiye’de çevre toplum ilişkilerine ilişkin
literatür özellikle çevresel toplumsal değerler açısından ele alındığında
şöyle bir görünüm ile karşılaşmak mümkündür. Türkiye’de çevre olgusuna
toplumsal boyuttan bakan ya da çevrenin toplumsal boyutunu inceleyen çevre
sosyolojisi fen edebiyat fakültelerinin sosyoloji bölümlerinde genellikle
seçmeli ders olarak okutulmakta ve bu alanda araştırmalar yapılmakta,
makale ve kitaplar yazılmaktadır. Çevre sosyolojisinin dünyadaki ortaya
çıkışı ve gelişimine bakıldığında 1970’li yılların bir kırılma noktası
oluşturduğunu belirtmek mümkündür. Çevresel süreçlerin modernleşme
ve endüstrileşme ile birlikte aslında toplumsal boyutlarının da olduğu ve
çevresel süreçleri anlamak ve anlamlandırmak için toplumsal boyutlarına
da bakmak gerektiği 1950’li yıllardan itibaren tartışma gündeminde yer
işgal etmeye başlamış olmasına rağmen, çevre sosyolojisinin ortaya çıkışı
büyük ölçüde 1970’li yılların başına rastlamaktadır. 1970’li yıllar çevresel
sorunlar ve çevresel süreçler açısından birçok bakımdan dönüm noktası
olarak kabul edilebilecek olan önemli olayların başlangıç noktasını
oluşturmaktadır. Bu bağlamda en önemli göstergelerden birisi 5 Haziran
1972’de Birleşmiş Milletler tarafından İsveç’in Stockholm kentinde
Stockholm Dünya Çevre Konferansının toplanması çevresel süreçlerin
ve sorunların küreselleşmesini göstermesi açısından önemli bir kırılma
noktasını oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletlere üye ülkelerin ilk kez
münhasıran çevre konusunu görüşmek üzere toplanmasından dolayı 5
Haziran Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaktadır. 1970’li yıllarda ayrıca
çevresel sorunların küresel düzeyde yaygınlaşması artmış ve buna bağlı
olarak toplumsal ve politik düzeyde bu sorunlar daha yoğun olarak dikkat
çekmeye başlamıştır. Dolayısıyla çevre sosyolojisinin 1970’li yılların
başlarında ortaya çıkması tesadüf değildir. Çevre sosyolojisinin ortaya
çıkışı konusunda en önemli öncüler olarak Riley Dunlap ve William
Cotton (1975, 1978, 1995) isimlerini zikretmek gerekmektedir.
Çevre sosyolojisinin Türkiye’de tartışma gündemine gelmesi ise 1990’lı
yıllara rastlar. 1990’lı yıllar çevre sorunlarının artarak yaygınlaşması
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
297
açısından başka bir kırılma noktasını oluşturur. Çevre ve kalkınma
arasındaki ilişkiler daha sıklıkla dile getirilmeye başlanmış ve ayrıca
küreselleşme ivmesini arttırmıştır. Bu bağlamda küresel çevresel
sorunlardan başlıcası olan küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği daha
yoğun olarak ülkelerin ve toplumların gündemine girmeye başlamıştır.
Bu bağlamda hatırlanması gereken önemli olaylardan bir diğeri de gene
Birleşmiş Milletler tarafından organize edilen, 1992’de Brezilya’nın
Rio de Jenerio kentinde toplanan ve Rio Konferansı olarak bilinen
konferanstır. Bu konferans bir yandan Stockholm Konferansının 20. yılı
olması açısından anlamlı iken diğer yandan, ağırlıklı olarak bu konferansta
kalkınma, sürdürülebilirlik ve çevre arasındaki ilişkilerin ilk kez küresel
düzeyde ele alınması açısından son derece ilginçtir. Tüm bu sayılan küresel
süreçlerin de etkisiyle çevresel sorunların ve çevresel süreçlerin toplumsal
boyutları Türkiye’de yoğun olarak tartışma gündemine girmeye başlamış
ve bu tartışmaların da etkisiyle, sosyoloji bölümlerinde çevre sosyolojisi
dersleri seçimlik dersler olarak okutulmaya ve sosyoloji bölümlerinde
çevresel konular üzerine araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. Günümüze
gelindiğinde, Türkiye’deki 100’e yakın üniversitede aktif olan sosyoloji
bölümlerinin tamamına yakınında çevre sosyolojisi seçmeli ders olarak
okutulmaktadır. Yüksek lisans ve doktora düzeyinde de seçimlik dersler
vardır ve çevre sosyolojisi alanında doktora yapmış ve bu konuda uzman
olan az sayıda araştırmacının varlığından söz edilebilir.
Türkiye’de çevre olgusunun toplumsal boyutunu ele alan yazarların ve
araştırmacıların sayısı giderek artmakla birlikte, Türkiye ölçeğinde bir
ülke için, bu sayının oldukça yetersiz olduğu söylenebilir. Bununla birlikte
çevre olgusunun toplumsal boyutuna daha çok yönetim ve kentleşme
açısından eğilen ve bu alanın öncülerinden kabul edilebilecek olan Ruşen
Keleş (1997; 2007; 2013) ve Can Hamamcı’nın çalışmalarına dikkat
çekmek gerekmektedir (1993). Ancak çevresel süreçlerin toplumsal
boyutlarını sosyolojik bir perspektifle inceleyen çevre sosyolojisine
dayalı araştırmaların sayıları giderek artmaktadır. Bu araştırmacılardan
bazıları şunlardır: Özdemir (1988), Kasapoğlu ve Ecevit ( 2002),
Kökalan-Çımrın (2014), Çoban (2010), Pala ve Demir (2007), Efe (2009),
Erbaş, (2008), Tuna (2001, 2006, 2014), Turan (2010). Şüphesiz çevre
sosyoloji perspektifinden yapılan araştırmaların ve araştırmacıların sayısı
bunlarla sınırlı değildir, ancak burada bunlardan sadece birkaçının ismi
zikredilmiştir. Ancak Türkiye’de çevre toplum ilişkilerini ulusal düzeyde
298
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
inceleyen az sayıda araştırma vardır; bunlardan birisi de Türkiye’de
Çevrecilik: Türkiye’de Çevreye İlişkin Toplumsal Eğilimler (Tuna, 2006)
başlıklı kitap ve bu kitabın dayalı olduğu araştırmadır.
Bu alanda ilk araştırmalardan birisi olarak kabul edilebilecek olan
Şevket Özdemir’in araştırması (1988) bölgesel nitelikte bir araştırma
olup sadece Ankara, İstanbul ve Zonguldak illerinde gerçekleştirilmiştir.
Aytül Kasapoğlu ve Mehmet Ecevit’in araştırması (2002) ise Burdur
ilinde gerçekleştirilmiştir. Bu bölümün yazarı tarafından gerçekleştirilen
Yatağan araştırması (Tuna, 2001) ise Muğla ilinde gerçekleştirilmiştir.
Bergama Altın Madeni Türkiye’de belki de üzerine en fazla sosyolojik
araştırma yapılan çevresel olaylardan birisidir. Füsun Kökalan Çımrın’ın
araştırması (2014), Aykut Çoban’ın araştırması (2010) ve Nahide Konak’ın
doktora tezi Bergama Altın Madeni kuruluşu sırasında ortaya çıkan çevre
hareketini inceleyen araştırmalar olarak dikkat çekmektedir. Türkiye’de
son zamanlarda çevre sosyolojisi araştırmaları açısından başka bir dikkat
çekici alan ise GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) üzerine
olan araştırmalardır. Demir ve Pala’nınn araştırması (2007), Erbaş’ın
araştırması (2008) ve Tuna ve Özdemir’in araştırması (2010) bunlardan
bazılarıdır. Türkiye genelinde çevreye ilişkin toplumsal eğilimleri araştıran
ilk araştırma olan Türkiye çevresel eğilimler araştırması gene bu bölümün
yazarı tarafından gerçekleştirilmiş ve yukarıda zikredilen kitapta araştırma
sonuçları yayınlanmıştır.
Türkiye’de çevre toplum ilişkilerini sosyolojik bir perspektiften inceleyen
çalışmalar; görgül araştırmalardan daha çok, teorik spekülasyonlara dayalı
çalışmalardır. Daha önce de değinildiği gibi bu konuda en önemli öncüler,
konuyu daha çok yönetim boyutundan ele alan Ruşen Keleş ve Can
Hamamcı’dır. Bu yazarlar belki de Türkiye’de çevre olgusunu toplum ve
yönetim perspektifinden ele alan ilk yazarlar olarak kabul edilebilir. Çevre
toplum ilişkilerini çevre sosyolojisi perspektifinden, teorik ve spekülatif
düzeyde ele alan diğer yazarlar ise şu şekilde ifade edilebilir. Asuman
Abacıoğlu (1993), Nurşen Adak (2010), Galip Akın (2009), Murat Arsel
(2012), Barış Baykan (2013), Fikret Berkes ve Mine Kışlalıoğlu (2001),
Tanıl Bora (2001), Tahir Çalgüder (2012), Necmettin Çepel (2006), Hasan
Çanakçıoğlu (2011), Ahmet Çiğdem (1997), Temel Demirer (2012), İrfan
Erdoğan ve Nazmiye Ejder (1997), Celal Ertuğ (1995), Hasan Ertürk
(1996), Birsen Gökçe (1993), Sabri Gökmen (2007), Kemal Görmez
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
299
(2007), Gülser Öztunalı Kayır (2003), Nahide Konak (2010), Ömer Laçiner
(1994), Tuncay Önder (2003), Gökhan Orhan (2004), Nuran Talu (2006),
Nükhet Turgut (1993). Kuşkusuz çevre ve toplum ilişkileri konusunda
akademik düzeyde ve salt teorik düzeyde yazan yazarlar bu sayılanlarla
sınırlı değildir; ancak burada bunların bir kısmı zikredilmiştir. Bu isimler
belirlenirken belirli öncelik ve önem sırası değil tamamen tesadüfi olarak
burada bazı isimlere yer verilmiştir. Dolayısıyla burada ismi olmayan
yazarlar ve araştırmacılar önemsiz ya da değersiz olduklarından değil,
tamamen tesadüfi örnekleme girmediklerinden burada yer almamışlardır.
Türkiye’de çevre sosyolojisine ilişkin literatür genel hatları ile
incelendiğinde farklı eğilimlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu
konuda uluslararası literatüre paralel olarak ekolojik perspektifler,
çevreci perspektifler çevresel süreçlere daha yüzeysel olarak ele alan
“gölge çevrecilik” olarak adlandırılan perspektiflerin yanı sıra, çevresel
süreçleri daha radikal bir bakış açısıyla bakan ve “derin ekoloji” ya da
“radikal çevrecilik” olarak adlandırılan perspektiflerin varlığından söz
edilebilir. Ancak Türkiye’de çevre sosyolojisine ilişkin literatür genel
hatları ile incelendiğinde ve buna bağlı olarak çevre toplum ilişkileri
genel olarak değerlendirildiğinde; toplumun çevre konusunda, çevre ile
ekonomik kalkınma arasında bir ikilem ile karşı karşıya kaldığına ilişkin
değerlendirmelerin ağırlık taşıdığını belirtmek olasıdır. Çevresel süreçler
toplumsal boyutları ile ele alındığında söz konusu ikilemin olası çözüm
yolu ise ekonomik kalkınma, büyüme ve toplumsal refah beklentileri ile
çevresel faktörler arasında bir denge kurulması gereği öne çıkmaktadır. Bu
bağlamda ekonomik kalkınma ve toplumsal refah talepleri dikkate alınarak,
çevresel süreçlerin ve çevresel sorunların mümkün olduğunca ekololojik
ilkelere uygun olarak çözülmesi olanaklarının arttırılmasının genel olarak
üzerinde uzlaşılan çözüm yollarından olduğu görülmektedir. Bunun pratik
olabilirliği de vardır. “Ekolojik modernleşme” denilen modernleşme
yaklaşımı ile; doğal kaynakların olabildiğince tutumlu ve çevreye zarar
vermeyecek şekilde kullanılması, kirletici endüstriler yerine, doğaya daha
az zarar veren ya da hiç zarar vermeyen endüstrilerin kurulması, fosil yakıt
kullanımını olabildiğince azaltarak, temiz ve geri dönüştürülebilir enerji
kaynaklarını kullanmak ve en önemlisi toplumsal düzeyde bir çevresel
duyarlılık geliştirerek, belki de tüm yaşam biçimimizi olabildiğince
doğaya saygılı ve uyumlu bir yaşama dönüştürerek, ekolojik bir yaşam
biçimi kurmak mümkündür.
300
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
Türkiye’de çevre toplum ilişkilerine ve çevre konsundaki toplumsal
eğilimlere daha yakından bakmak gerekirse şöyle bir görünüm ortaya çıkar
(Tuna, 2006). Toplumsal çevresel değerler, çevreciliğin bir bileşeni olarak
farklı boyutlarda araştırılmaktadır. Toplumsal çevresel değerler, bireylerin
kendilerine soru olarak yöneltilen çevresel konulardaki durumlara ilişkin
tutum ya da tavır alışlarını ifade eder. Çevresel durumlar, ekonomik
gelişmeye ilişkin, endüstriyel, bilimsel ya da çevre ile ilgili her hangi bir
durum olabilir. Bu bağlamda toplumsal çevresel değerler batı ülkelerinde
daha yoğun olarak araştırılırken, batı dışı ülkelerde daha az yoğunlukta
araştırılmaktadır.
Çevresel toplumsal eğilimlerin incelenmesi bağlamında, çevre toplum
ilişkilerini inceleyen iki temel yaklaşımdan söz etmek mümkündür: İnsan
merkezli dünya görüşü ve doğa merkezli dünya görüşü. İnsan merkezli
dünya görüşüne göre insanoğlu doğanın mutlak hakimi olduğuna ve doğanın
insan kullanımı için araçsal bir öneme sahip olduğuna inanılır. Diğer
yandan doğa merkezli dünya görüşüne göre, doğa sadece insan kullanımı
için araçsal bir öneme sahip değildir, doğa insan kullanımından bağımsız
olarak kendi başına bir varlık alanıdır da. Genel olarak toplumsal çevresel
değerler, farklı toplumlarda, insan merkezlilikten doğa merkezliliğe
doğru farklılıklar gösterebilmektedir. İnsan merkezli dünya görüşü daha
çok “gelişme”ye ağırlık verirken, doğa merkezli dünya görüşü daha çok
doğayı korumaya ağırlık vermektedir.
Türkiye’de çevre toplum ilişkilerini daha ayrıntılı olarak anlayabilmek
için, bu olguyu ulusal düzeyde inceleyen nadir bir araştırma olan “Türkiye
Çevresel Değerler Araştırması”nın (Tuna, 2006) verilerine daha ayrıntılı
olarak bakmak gerekmektedir. Öncelikle bu araştırmanın temel varsayımı,
Türk toplumunun çevresel değerlerinin insan merkezlilik ile çevre
merkezlilik arasında bir yerde yer aldığı yönündedir. Araştırma bulguları
bağlamında Türkiye’de çevrecilik eğilimleri ya da çevreye ilişkin
toplumsal eğilimler olabildiğince geniş kapsamlı olarak ve derinlemesine
tartışılmaya çalışılmıştır. Türkiye’de çevreye ilişkin toplumsal eğilimler
incelendiğinde; toplumsal düzeyde çevresel kaygılar ile ekonomik kaygılar
arasında bir ikilemin varlığından söz etmek mümkündür. Toplumsal
düzeyde bir yandan çevresel kaygılar, çevresel değişimlerin toplumsal
etkileri konusunda bir kaygı gözlemlenirken; diğer yandan ekonomik
büyüme, kalkınma ve refaha ilişkin bir kaygıdan söz etmek mümkündür.
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
301
Araştırma verileri genel olarak değerlendirildiğinde, katılımcılar genel
olarak çevresel konularda bir duyarlılık ifade etmektedirler. Ancak,
çevresel duyarlılığın gerektirdiği sorumluluk söz konusu olduğunda
katılımcılar, çevresel konulara ilişkin sorumluğun kendilerinde değil
başkalarında (örneğin devlet, işadamları gibi) olduğu durumlarda son
derece duyarlı ve istekli iken; sorumluluğun doğrudan kendilerinde olması
gerektiği durumlarda yeterince duyarlı ve istekli görünmemektedirler. Bu
durum özellikle Çevre Bakanlığı çalışanları için daha fazla geçerlidir. Bu
da göstermektedir ki, Türk toplumu açısından çevresel duyarlılık daha
henüz bilgilenme düzeyinde olup, henüz bilinçlenme ve eylem düzeyinde
değildir.
Ayrıca genel toplumsal eğilimler açısından veriler genel olarak
değerlendirildiğinde, toplumda oldukça dikkate değer ölçüde bir
demokratik talep ve eğilim olduğu görülmektedir. Bununla birlikte
toplumun, söz konusu taleplerin gerçekleştirilmesi boyutunda çok fazla
girişimde bulunmaya istekli olmadığı; bunun yerine, bir yandan özelikle
vergi ile ilgili düzenlemeler söz konusu olduğunda devlete güvenmezken,
diğer yandan sorumluluğu özellikle devlete bırakma eğiliminde olduğu
görülmektedir. Sorumluluğu vatandaşların ve girişimcilerin iradelerine
bırakmak yerine devletin koyduğu yasal düzenlemelere bırakmak
yönündeki devletçi eğilim genel olarak etkisini halen sürdürmekle birlikte,
söz konusu eğilim Çevre Bakanlığı çalışanları arasında çok daha güçlüdür.
Türk toplumunun çevresel eğilimlerini yapısal olarak analiz edebilmek
için bu araştırma kapsamında üç boyutlu çevresel değerler ölçeği
geliştirilmiştir. Çevresel değerler ölçeğinin üç boyutu, çevresel dünya
görüşü, çevresel kaygı ve çevresel taahhüttür (Cluck ve diğ., 1997; Tuna,
1998; Tuna, 2006). Daha önceki çevresel değerler araştırmalarından
hareketle, bu çalışmada da çevresel değerler kavramının çok boyutlu bir
kavram olduğu temel bir varsayım olarak kabul edilmiştir ve çevresel
değerler üç boyutlu olarak kavramsallaştırılmıştır: Çevresel dünya görüşü,
çevresel kaygı ve çevresel taahhüt. Bu boyutlar şu şekilde tanımlanmıştır.
Çevresel dünya görüşü, çevreciliğin genel ve temel formu olarak
tanımlanmıştır. Çevreciliğin bu boyutu yanıtlayıcıların çevre konusundaki
genel zihinsel kavramsallaştırmaları ve çevre ile endüstrileşme, kalkınma,
bilim ve teknoloji arasındaki ilişkilere ilişkin eğilimlerini ifade eder.
Çevresel kaygı boyutu, yanıtlayıcıların çevre ile toplum ve çevre ile birey
302
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
arasındaki ilişkilere ve belirli bazı çevresel sorunlara ilişkin tepkilerini
ifade eder. Çevresel taahhüt ise yanıtlayıcıların çevresel sorunların
çözümüne ilişkin olarak hangi düzeyde taahhütte bulunacaklarına ilişkin
soruları kapsamaktadır. Çevresel taahhüt boyutu, daha iyi bir doğal
çevrede yaşamak için daha fazla ödemeyi, daha fazla vergi vermeyi ve
yaşam standartlarını düşürme gibi taahhütleri içermektedir.
Yanıtlayıcılar kendilerine yöneltilen çevresel dünya görüşü ile ilgili
sorulara -çevresel kaygı ve çevresel taahhüt sorularına verilen yanıtlar ile
karşılaştırıldığında- en yüksek olumlu yanıtları vermişlerdir. Buna göre
çevresel dünya görüşü ile ilgili sorular yanıtlayıcıların çoğunluğu tarafından
en yüksek düzeyde desteklenmiştir. Bu sonuç, çevresel dünya görüşü
boyutunun çevreciliğin en temel ve yaygın formu olarak değerlendirilebilir.
Yanıtlayıcılar çevresel kaygı ile ilgili sorulara -çevresel dünya görüşü ve
çevresel taahhüt sorularına verilen yanıtlar ile karşılaştırıldığında- orta
düzeyde olumlu yanıtlar vermişlerdir. Bu sonuç, çevresel kaygı boyutunun
çevreciliğin orta düzeydeki formu olarak değerlendirilebilir. En son olarak,
yanıtlayıcıların en azı -çevresel dünya görüşü ve çevresel kaygı ile ilgili
sorulara verilen yanıtlar ile karşılaştırıldığında- çevresel taahhüt ile ilgili
sorulara yüksek düzeyde olumlu yanıt vermişlerdir. Başka bir deyimle,
çevresel taahhüt ile ilgili sorular yanıtlayıcılar tarafından en az düzeyde
desteklenmiştir. Bu sonuç, çevresel taahhüt boyutunun çevreciliğin en
özellikli ve daha yüksek düzeyde bilgilenme ve bilinçlenme gerektiren
formu olduğu ve bundan dolayı en az yaygın ve en az düzeyde desteklendiği
şeklinde değerlendirilebilir.
Çevresel dünya görüşü boyutunun regresyon analizi sonuçları
göstermektedir ki sadece oturulan yer değişkeni çevresel dünya görüşü
üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahiptir. Buna göre yaşanılan
yer büyüdükçe çevresel dünya görüşü boyunun yükselme olasılığı da
artmaktadır. Başka bir deyişle, küçük kentte yaşayanlar kırsal alanda
yaşayanlara göre ve büyük kentte yaşayanlar küçük kentte yaşayanlara
göre daha yüksek çevresel dünya görüşü değerine sahiptirler. Diğer
bağımsız değişkenlerin çevresel dünya görüşü üzerinde istatistiksel olarak
anlamlı bir etkisi görülmemiştir. Bu göstermektedir ki cinsiyet açısından,
gelir düzeyi açısından, eğitim açısından, yaş açısından, meslek açısından
ve oturulan süre açısından istatistiksel olarak anlamlı bir çevresel dünya
görüşü farklılığı yoktur.
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
303
Çevresel kaygı boyutunun belirlenen bağımsız değişkenler açısından
farklılaşmasına bakıldığında, istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
olmadığı görülür. Buna göre yaş, eğitim düzeyi, gelir düzeyi, cinsiyet
oturulan yer, oturulan süre ve meslek açısından çevresel kaygı boyutunda
bir farklılaşma yoktur.
En son olarak, çevresel taahhüt boyutunun belirlenen bağımsız değişkenler
açısından farklılaşmasına bakıldığında eğitim düzeyi ve meslek
değişkenlerinin, çevresel taahhüt boyutunda istatistiksel olarak anlamlı
bir etkiye sahip olduğu görülür. Bu göstermektedir ki eğitim düzeyi
yükseldikçe çevresel taahhüt boyutu değerleri de yükselmektedir. Aynı
şekilde mesleksel statü yükseldikçe çevresel taahhüt boyutu değerleri de
yükselmektedir. Bu bağlamda eğitim ile mesleksel statü arasında karşılıklı
etkileşim ilişkisinden söz etmek mümkündür. Başka bir deyişle yüksek
mesleksel statüye sahip olmak yüksek eğitim düzeyine sahip olmayı
getireceğinden, mesleksel statü ve eğitim birlikte çevresel taahhüt boyutu
üzerinde etkili olabilir. Bunun dışındaki diğer bağımsız değişkenlerin
çevresel taahhüt boyutu üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi
görülmemiştir.
Türkiye’de çevre toplum ilişkileri ve bu bağlamda çevre sosyolojisine
genel bir bakıştan sonra şimdi de çevresel süreçlerin diğer bir boyutu olan
çevre konusundaki yasal ve yönetsel çerçeveye bakmak gerekmektedir.
Türkiye’de Çevreye İlişkin Yasal ve Yönetsel Çerçeve
Türkiye’de çevreye ilişkin yasal ve yönetsel yapıya bakıldığında oldukça
karmaşık ve zengin bir yasal ve yönetsel çerçevenin olduğu görülür.
Anayasa’nın 56. maddesinde “Herkes sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaşama
hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre
kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” denilmektedir.
Anayasada böyle bir maddenin olması, çevre ile özel mülkiyet, ticaret
ve sanayi özgürlüğü gibi çıkarların çatışması durumunda çevresel
değerlerin ön plana çıkarılmasına olanak vermektedir. Anayasada bulunan
bu maddenin ikinci olumlu yanı ise, çevre konusunda pozitif hukukta
açıkça yer almayan somut bir olayın çözümünde, yargıçlar ve yöneticilere
rehberlik görevi yapmış olmasıdır. Anayasa çevre korumasını üç boyutta
düzenlemektedir: Devletin ödevi, yurttaşların ödevi ve herkesin çevre
304
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
hakkı (Bedük, 1997: 56). Anayasa çevre hakkını açıklıkla tanımlamış ve
sağlıklı bir çevrede yaşamak için devleti ve vatandaşları görevlendirmiştir.
Ancak buna rağmen, sağlıklı bir çevrede yaşamak konusunda çokta şanslı
olmadığımız söylenebilir. Başka bir deyimle anayasadaki açık hükmün,
sadece yazılı bir hüküm olmaktan öteye geçemediğini, gerçek anlamda
yaşama geçirilemediğini ifade etmek mümkündür.
Çevreye ilişkin yönetsel yapıya bakıldığında çevre yönetiminden sorumlu
olan kurumun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olduğu görülmektedir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşuna kadar geçen süreç de
oldukça ilginçtir. Bu bakanlık aslında Çevre ve Orman Bakanlığından,
çevre kısmının alınarak, bu kısmın Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile
birleştirilmesinden oluşmuş bir bakanlıktır. Dolayısıyla günümüzdeki
bakanlığın tarihsel arka planında Çevre ve Orman Bakanlığı yer aldığından
öncelikle bu bakanlığın tarihsel arka planına bakmak gerekmektedir. Çevre
ve Orman Bakanlığı yapısı içinde, merkez teşkilatı ve teşkilat yapısı içinde
birçok genel müdürlük bulunduran bir bakanlıktır. Ayrıca Çevre ve Orman
Bakanlığına bağlı olan ancak diğer genel müdürlüklerden ayrı bir statüde
bulunan ve bundan dolayı kısmen özerk olan Özel Çevre Koruma Kurulu
vardır. Özel Çevre Koruma Kurulu, Özel Çevre Koruma Alanı ilan edilmiş
olan alanların çevresel yönetiminden sorumluydu. Bunun dışında Çevre
ve Orman Bakanlığının tüm illerde örgütlenmiş olan taşra teşkilatı vardı.
Çevre ve Orman Bakanlığı, merkez ve taşra teşkilatı ile çevre konusunda
kendisine tanınmış olan planlama, denetim, yönetim işlevini yerine
getirmeye çalışırdı. Bu bağlamda Çevre ve Orman Bakanlığının görevleri
arasında doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir kullanımı için
gerekli tedbirleri alması, planlama ve denetimleri yapmak da vardı.
Bununla birlikte özellikle çevresel etkisi olacak her türlü ekonomik girişim
için, Çevresel Etki Değerlendirme Genel Müdürlüğü aracılığı ile çevresel
etki değerlendirme raporlarının hazırlanması ve ilgili girişimlerin çevreye
en az zararı verecek şekilde planlanmasını sağlamak da bu bakanlığın
görevleri arasındaydı. Bakanlığın tüm bu işlevleri yerine getirebilesi için
oldukça zengin ve bir yasal mevzuatı da vardı.
Çevre ve Orman Bakanlığının kuruluşundan önce de bu bakanlık iki
bakanlık şeklinde örgütlenmişti; Çevre Bakanlığı ve Orman Bakanlığı.
Daha önce ayrı iki yönetim yapısı şeklinde örgütlenmiş olan bu iki farklı
yapı tek bir çatı altında Çevre ve Orman Bakanlığı olarak örgütlenmiştir.
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
305
Bu aslında iki farklı yapının birleşmesinden oluşan yeni bir yapı değil,
Çevre Bakanlığı’nın Orman Bakanlığı içinde eritilmesi şeklinde olmuştur.
Bu o kadar böyledir ki, 81 ilde yer alan Çevre ve Orman İl Müdürlerinin
çok büyük bir kısmı Orman Bakanlığı kökenlilerden ve özellikle orman
mühendislerinden oluşmuştur. Çevre Bakanlığının Orman Bakanlığı
ile birleştirilerek “çevre”nin adeta “orman” içinde kaybolması ile süreç
bitmemiş ve daha da olumsuzu gerçekleşerek, 3 Haziran 2011 tarih ve
636 sayılı kanun hükmünde kararname ile çevre bu kez ormanda ayrılarak
şehircilikle birleştirilmiş ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kurulmuştur.
Böylelikle çevre bir kez daha bu kez “şehir”de kaybolmuştur. “Çevre”
orman içinde eritilmesinden sonra, bu kez de “şehir” içinde eritilmesi
sonucunda hemen hemen tamamen işlevsiz hale getirilmiştir. Bu o kadar
böyledir ki, Çevre Bakanlığı merkez teşkilatında yer alan genel müdürlükler
birleştirilmek ya da lağv edilmek suretiyle ortadan kaldırılmıştır. Çevrenin
ormanla birleştirilmesi sonucu il müdürlüklerinin tamamına yakını orman
mühendisi iken bu kez şehircilik (bayındırlık) ile birleştirilmesi sonucu
il müdürlüklerinin tamamına yakını inşaat mühendislerinden oluşmuştur.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, isminde “çevre” ibaresinin önce yer
almasının aksine, önceliği çevreyi korumak ve bunun için gerekli tedbirleri
almak değil, şehirleşme yani yapılaşma almıştır. Ormanlık alanların, kıyı
alanlarının ve koruma altında olan alanların yapılaşmaya açılması gibi iş
ve işlemler bu bakanlık dönemimde artmıştır.
Bu bakanlık çevreyi korumak yerine adeta çevresel değerlerin tahrip
edilmesine olanak sağlayan bir işleyiş içinde olmuştur. Ormanlık alanlara
verilen maden ruhsatları, akarsular üzerine santrallerin kurulması,
birçok endüstriyel tesisin kuruluşunda zorunlu olması gereken çevresel
etki değerlendirmesinin zorunlu olmaktan çıkarılması, çevresel etki
değerlendirme raporlarının işlevsiz hale gelmesi, görevi çevreyi korumak
olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığının çevreyi korumak dışında her şeyle
ilgilendiğini göstermektedir.
Türkiye’nin çevresel durum ve konumunu uluslar arası düzeyde
karşılaştırmalı olarak ele almak gerekirse, bu konuda yapılmış olan değişik
araştırmalara ve araştırma raporlarına değinmek gerekir. Bu raporlardan
birisi Dünya Ekonomik Forumu, Yale ve Columbia Üniversiteleri
tarafından hazırlanan Çevresel Performans İndeksidir. Bu indekste yer alan
ve altı kategoriden oluşan 25 göstergede ülkelerin çevresel performansları
306
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
değerlendirilmiştir. Türkiye çevresel performans açısından bu raporda
yer alan 149 ülke içinde 72. sırada yer almaktadır. 72. sıra aritmetiksel
olarak olduğu gibi çevresel performans açısından da orta düzeyde bir
performası göstermektedir. Diğer bir gösterge ise 235 ülkenin yer aldığı
Çevresel Kırılganlık İndeksidir. Bu sıralamada ise Türkiye çevresel
açıdan “çok kırılgan” kategorsinde yer almaktadır (Baykan, 2008).
“Çevresel kırılganlık” doğal çevresel değerlerin korunması konusunda son
derece yetersiz bir durumu ifade etmektedir. Her iki raporda da çevresel
değerlerin korunması, bu konuda alınan tedbirler ve bunların etkili olarak
uygulanması konusunda göstergeler yer almıştır. Her iki raporda yer
alan verilere göre, Türkiye’nin doğal çevrenin korunması açısından son
derece yetersiz olduğu; Türkiye’de çevrenin yönetimsel düzeyde öncelikli
bir konu olmadığı ve sonuç olarak Türkiye’nin çevresel konumunun son
derece yetersiz, olumsuz ve hatta umutsuz olduğu görülmektedir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığında egemen olan bakış açısı, çevresel
duyarlılık ve doğal değerlerin korunmasından çok, çevre ile ilgili olarak
ekonomik girişimlerin teşvik edilmesi şeklinde olmuştur. Ormanlık alanlara
verilen maden arama ve işletme ruhsatları, akarsular üzerinde kurulacak
hidroelektrik santrallerine çevresel etki değerlendirme raporlarının
verilmesi gibi konularda doğal ve çevresel kaynakların korunmasından
çok, ekonomik girişimlere öncelik verildiği görülmektedir. Bu durum
doğal kaynakların sürdürülebilirliği, ekosistemin dengesinin korunması
ve özellikle biyo-çeşitliliğin korunması açısından son derece sakıncalı
sonuçlar doğurabilir.
Ekonomik Sektörlerin Çevreye Bakışı
Türkiye’de ekonomik sektörlerin çevreye bakışını değerlendirmeden önce
ekonomik sektörlerin özellikle endüstriyel sektörlerin yapısını incelemek
gerekir. Türkiye’de endüstriyel sektörler ağırlıklı olarak, demir-çelik,
petro-kimya, tekstil, otomotiv ve çimento gibi görece düşük teknolojiye
dayalı ve çevresel açıdan da kirletici niteliği ağır basan sektörlerdir.
Dolayısıyla çevresel açıdan kirletici niteliği ağırlıklı olan bu sektörlerin
çevresel açıdan fazla duyarlı olmadıkları görülmektedir. Bunun en önemli
nedeni, toplumsal düzeyde ve yasal-yönetsel düzeyde çevresel duyarlılığın
oldukça düşük olmasıdır. Ekonomik sektörler özellikle endüstriyel ve
madencilik sektörleri üzerinde çevresel konularda duyarlı olmalarını
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
307
sağlayacak etkili bir denetleme mekanizması yoktur. Gerek kamuoyu
baskısının olmaması gerekse yasal ve yönetsel çerçevenin yetersiz
olmasından dolayı endüstriyel sektörler çevresel konularda duyarlı olma
gereği duymamaktadırlar. Söz konusu sektörlerin çevresel konulara
duyarlı olmamalarının bir başka nedeni de küresel düzeyde yıkıcı rekabet
ortamıdır. Endüstriyel üretim sürecinde çevreye daha fazla duyarlı olmak
ve bunun gerektirdiği yatırımları yapmak fazladan maliyet getirmektedir.
Buna karşın aynı ürünü üreten ve çevresel konularda daha az duyarlı olan
başka ülkeler ya da şirketler bulunmakta ve bu ülkeler ve şirketler çevresel
gerekliliklerin gerektirdiği yatırımları yapmamakta ve aynı ürünü daha
ucuza mal etmektedir. Sonuç olarak Türkiye’deki ilgili sektörler de küresel
düzeyde daha rekabetçi olabilmek ve daha ucuza üretebilmek için çevresel
açıdan gerekli yatırımları yapmaktan kaçınmaktadırlar. Bunun sonucu
olarak çevresel duyarsızlığın da büyük bir hızla yayıldığını ifade etmek
mümkündür.
Yukarıda sayılanların ötesinde özellikle madencilik sektöründeki çevreye
duyarlı olmayan, siyanürlü altın madenciliği gibi üretim süreçleri çevresel
ve toplumsal açıdan çok büyük riskler yaratmaktadır.
Endüstriyel sektörlerin çevresel konularda daha duyarlı olmaları, dolayısıyla
çevresel duyarlılığın gerektirdiği önlemleri almak ve yatırımları yapmak
büyük ölçüde, bu sektörler üzerinde oluşturulacak kamuoyu baskısına ve
yönetimsel düzeyde oluşturulacak baskı ve yaptırımlara bağlıdır. Bunun
yanında artık üretim süreçlerinde çevreye daha duyarlı ürünlere karşı
giderek artan ölçüde talebin oluşmakta olduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla
endüstriyel sektörlerin çevreye duyarlı ürünlerin üretimine yönelmesi, kısa
vadede rekabetçi gibi görünmemesine rağmen, orta ve uzun vadede daha
rekabetçi gibi bir ürün ve pazar yapısına kavuşabileceklerini belirtmek
mümkündür.
Türkiye’de Çevreci Hareket
1980’lerde Çevre Hareketinin Görünümü
1980 sonrasında Yeşil ya da çevreci hareketler toplumda seslerini
duyurmaya başlamış ve bu anlamda kamuoyu oluşturulmaya çalışılmıştır.
Bu sayede çevre konusu aynı zamanda politik bir konu olabilmiştir. Çevre
308
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
hareketinin de diğer politik hareketler gibi 1980 sonrasında yükselişe
geçmesinin tesadüf olmadığı görülür. Çünkü serbest piyasa ekonomisine
geçiş sürecinde, çevreye verilen büyük tahribatlar bu hareketlerin ortaya
çıkmalarında önemli bir faktör olmuştur. Söz konusu dönem Türkiye’de
ekonomik gelişme ve sanayileşme açısından belirli gelişme ivmesinin
yakalandığı bir dönemdir. Türkiye’de ihracata dayalı sanayileşmenin
görece hızlı bir gelişmesinin de etkisiyle, özel sektörün etkisi artmıştır.
Bununla birlikte özel sektöre dayalı sanayileşmenin, sanayiyi teşvik
etmek güdüsüyle çevresel anlamda yeterince denetlenmemesi, özel
sektörün kararlarında serbest bırakılması, bu dönemde ortaya çıkan
sanayi girişimlerinin çevreyi çok fazla dikkate almamasına yol açmıştır.
Sonuç olarak bu durum, çevre üzerinde de büyük baskı oluşturarak çok
ciddi çevresel tahribatların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Çevre üzerinde
meydana gelen bu tahribatlar çevre konusundaki duyarlılığın artmasına ve
çevresel hareketin bir ölçüde gelişimine katkı yapmıştır denilebilir.
12 Eylül 1980 darbesinin ilk yıllarında tüm demokratik girişimler olumsuz
yönde etkilenmiş olsa da, özellikle 80’li yılların ikinci yarısından itibaren
tüm demokratik mücadele alanlarında olduğu gibi, çevre hareketinde de
tekrar bir yükselişin ortaya çıktığı görülür. Bu dönemde serbest piyasa
ekonomisinin yarattığı problemler, yanlış kentleşme ile çevrenin tahrip
olmasından çok, çevre ve doğa sevgisi üzerinde durularak çeşitli eylemler
yapılmıştır. Merkezi ve yerel yönetim çevre konusunda çok fazla duyarlı
olmasa da, çevre hareketinin ortaya koyduğu duyarlılığın merkezi yönetim
üzerinde kısmen de olsa etkili olduğu ve bağlamda çevresel konularla ilgili
olarak bir yönetim yapısının oluşturulduğu, ilkin Çevre Müsteşarlığının
daha sonra da Çevre Bakanlığının kurulduğu görülmektedir. Hatta
bu dönem içerisinde, kitle iletişim araçlarının da etkisiyle, çevrecilik
eğilimlerinde kısmi bir yükselişin ortaya çıktığı belirtilebilir.
Türkiye’de 1980’lerden itibaren kısmen kımıldama aşamasında olan
çevreci hareket açısından 1990’lı yıllar ise hareketlenmenin arttığı yıllar
olmuştur. Her ne kadar güçlü bir toplumsal desteğe sahip olmasa da
Türkiye’de çevre hareketinin en önemli temsilcisi yeşiller hareketi ve
Yeşiller Partisidir. Bu bağlamda Yeşiller Partisine daha yakından bakmak
gerekmektedir.
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
309
Yeşiller Partisi
Yeşiller Partisi tüm dünyada çevreci hareketin en önemli siyasi
temsilcilerinden birisi olarak kabul edilir. Ağırlıklı olarak Avrupa’da olmak
üzere tüm dünyada Yeşiller adıyla anılan bir çevreci hareket söz konusudur.
Bu hareket bazı ülkelerde siyasi parti formunda örgütlendiği gibi, bazı
ülkelerde ise sadece bir sivil toplum örgütü şeklinde örgütlenmiştir.
Dünyanın birçok ülkesindeki Yeşiller Hareketinden esinlenerek 6 Haziran
1988 tarihinde Türkiye’de ilk kez Yeşiller Partisi kurulmuştur. Kurucuları
arasında Celal Ertuğ, İlhan İrem ve Ali Kocatepe gibi isimler vardır, ilk
genel başkan Celal Ertuğ olmuştur. 1991 yılında Celal Ertuğ çevrecilik
konusunda yeterince radikal ve etkin bulunmadığı gerekçesiyle genel
başkanlıktan ayrılmak zorunda kalmış ve yerine Bilge Contepe geçmiştir.
Ancak Yeşiller Partisi kamuoyunun ilgisini çekemediğinden marjinal bir
parti olarak kalmış ve zaman içinde fesh olmuştur.
Yeşiller Partisi’nin yeniden kurulması girişimleri 2002’de başlamıştır.
Partinin kuruluş çalışmalarında 100’den fazla akademisyen, yazar, sanatçı,
gazeteci desteklerini, gazete ilânlarıyla duyurmuşlardır. Partinin, %50 kadın
kotası uygulamasına ve ambleminin “günebakan çiçeği” olmasına karar
verilmiştir. Partinin nükleer tehdide, küresel iklim değişikliğine, savaşlara,
ayrımcılığa, demokrasi karşıtı müdahalelere, kısıtlanan özgürlüklere karşı
bir duruş sergilemesi öngörülmüştür. Bu bağlamda kuruluş çalışmalarını
tamamlayan Yeşiller Partisi, 30 Haziran 2008 tarihinde yeniden
kurulmuştur. Yeşiller Partisi kendisini, sürdürülebilir yaşam için, ekolojik,
paylaşımcı ve çoğulcu bir toplumun kurulması ile ilgili mücadele eden
şiddet karşıtı, demokratik bir siyasi parti olarak tanımlamıştır.
Yeşiller Partisi’nin 2000’li yıllardaki yeniden kuruluş süreci
incelendiğinde, çevreci hareketin örgütlenmesi açısından ne kadar zorlu
süreçlerden geçildiği görülebilir. Bir siyasi hareket ve parti girişimi olarak
2002’den bu yana Türkiye Yeşilleri adıyla çalışmalarını sürdüren bu parti,
toplumun çeşitli kesimlerinden aldıkları desteklerle de uzun tartışmalar
sonucunda siyasi programını oluşturmuştur. Örgütlenme ilkeleri ve
çalışma yöntemleri üzerinde uzun bir süreç? yaşayarak öğrenme süreci
geçiren parti, tüm bu süreçlerin ardından parti tüzüğünü hazırlamıştır.
Partinin örgütlenme yapısına bakılacak olursa yerel, ülke ve küresel
düzeyde bir örgütlenmenin ürünü olduğu söylenebilir. Önce çeşitli il
310
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
ve ilçelerde yerel gruplar oluşturulmuş, yeşil odalar açılmış ve çalışma
grupları kurulmuştur. Koordinatörler, yürütme kurulları ve sözcüler
seçilmiştir. Sürekli koordinasyon içinde olunarak, yerel bir tabana dayalı
ama bütünlüklü bir siyasi hareket yaratılmaya çalışılmıştır. Uluslararası
alanda dünya yeşilleri ile olan ilişkiler geliştirilerek, daha parti kurulmadan
Avrupa Yeşil Partisi’nin gözlemci üyeliğine kabul edilen Türkiye Yeşilleri;
Akdeniz, Karadeniz ve Balkan Yeşil partilerinin bir araya geldiği yapılarda
yer alarak en sonunda Küresel Yeşiller Hareketinin bir parçası olmayı
başarmıştır. Yeşiller Hareketi partileşme yolunda kendini anlatabilmek
için çok farklı siyasi eylem yollarını denemiştir. Uzun bir süreç gerektiren
bu örgütlenme aşaması, kurulacak olan partinin sağlam bir zemine
oturması açısından büyük bir önem taşımıştır. Yeşiller Partisinin yaptığı
tespitin basit ve yaşamsal olduğu partinin belgelerinde şu şekilde ifade
edilmiştir: “Endüstriyel tüketim toplumu, doğayı ve toplumu yıkıma
sürüklüyor. Sadece yediğimiz yiyecekler, içtiğimiz su, soluduğumuz hava
değil toplumsal yaşam da kirleniyor, tahrip oluyor. Yoksulluk, eşitsizlikler
ve ayrımcılık artıyor. Şiddet toplumun her alanında yaygınlaşıyor, kadınlar
daha fazla eziliyor, dünyamız yeni bir savaş sarmalına sokuluyor. Yoksulları,
çiftçileri, kendine yeten toplulukları yok sayan küreselleşme politikaları
tüm ülkelere dayatılıyor. Ekonomik ilişkiler toplumsal yaşamın tek ölçütü
haline geliyor, kar uğruna ekosistem, insan ilişkileri ve geleceğimiz ağır
bir tehdit altına sokuluyor.”(Dipnot verelim)
Yeşiller Partisi sürüdürülebilir ve doğaya uyumlu, sömürüsüz ve savaşsız
bir dünya hedefi için çalışmakta ve mücadelesini sürdürmektedir. Dünya
yeşilleri ile yakın işbirliği içinde olan ve evrensel yeşil ilkeler olarak
belirlenmiş olan Yeşiller Partisinin ilkeleri şunlardır:
Yeşiller’in Temel İlkeleri
1. Doğaya Uyum: Yeşiller, insanın doğanın ayrılmaz bir parçası ve
tüm canlıların içsel değerleri olduğuna inanırlar. Ekolojik dengenin
korunmasına önem verdikleri için bu dengenin bozulmasında rol oynayan
ekonomik ve sosyal sistemlere, üretim, tüketim ve yaşam biçimlerine ve
doğayı yok oluşa götüren insan merkezli politikalara karşı çıkarlar. Tüm
bunları da önleyebilmek için ekolojik dengenin korunmasının önemini
vurgularlar. Biyolojik çeşitliliğin var olması gerektiğini düşünüp, buna
paralel ekoloji eksenli politikaların geliştirilmesi gerektiğini savunurlar.
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
311
2. Küresel Mücadele: Yeşiller, kapitalizmin doğayı ve insanı sömürdüğünü,
geniş kitleleri yoksullaştırdığını, ekonomik ilişkileri öne çıkararak
toplumsal yaşamı ekonomik çıkar temelli bir yapıya dönüştürdüğünü
savunmaktadır. Ayrıca kar etme hırsıyla donatılmış olan kapitalist sistemin,
ekosistem ve insan ilişkilerini tahrip eden politikalarına, toplumsal
dayanışmayı ve sosyal hakları yok ederek, sermayenin sınırsız biçimde
küreselleşmesini amaçlayan neoliberalizme karşı, küresel anlamda bir
mücadele vermektedirler.
3. Sürdürülebilirlik: Yeşillere göre endüstriyalizm, insanlık tarihinde
doğanın insan tarafından sömürülmesi yoluyla ulaşılan en son ve en
yıkıcı sistemdir. Yeşiller, bu sistemin, ölçüsüz kalkınmacılığın ve küresel
ekonomik sistem tarafından dayatılan tüketim toplumunun savurgan, tek
tipleştirici, bireyci ve yıkıcı toplum modeline karşı çıkarlar. Onlara göre
ideal olanı ise gelecek kuşakların haklarını gözeten, doğayı koruyan,
yaşamı sürdürebilir kılan ve insani ölçülerde işleyen bir ekonomik
sistemin geliştirilmesidir. Bu sistem geliştirildiği takdirde daha doğru bir
yaşam biçiminin yakalanacağını düşünen yeşiller, düşündükleri bu modele
ulaşabilmek için çaba göstermektedirler.
4. Erkek Egemenliğinin Reddi: Yeşillere göre, kadınlar toplumda ikinci
sınıf vatandaş yerine konmaktadır. Ayrıca kadınların gerek ekonomik,
gerekse sosyal anlamda sömürüldüğünü düşünmektedirler. Yeşiller, bu
olumsuz durumların olmaması için kadınların da yanında yer alırlar.
Böylece kadınların ürettikleri özgürleştirici politikalara destek verirler.
Bunların sadece soyut ilkeler olarak ortaya konmasının yeterli olmadığı,
aynı zamanda günlük yaşam pratiklerinde de hayata geçirilmesi gerektiğini
savunurlar.
5. Şiddetin Reddi: Yeşiller, hangi nedenle olursa olsun, uygulanmış her
türlü şiddeti reddeder. Yaşamın içinde ve politikanın her alanında şiddetsiz
yöntemleri hayata geçirmeyi savunur; insan özgürlüğünün ve demokrasinin
önündeki en büyük engel olarak gördüğü militarizme karşı sivilleşmeyi,
yaşamın ve doğanın baş düşmanı olan ve tümüyle reddedilmedikçe asla
yok edilemeyecek olan savaşa karşı koşulsuz barışı ve silahsızlanmayı
savunur.
6. Doğrudan Demokrasi: Yeşiller, toplumun doğrudan demokrasi
temelinde örgütlenmesi, insanların karar mekanizmalarına doğrudan
312
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
etki edebilecekleri çeşitli yapıların kurulmasını savunurlar. Yetki ve
sorumlulukların ise yerel ve bölgesel düzeyde yoğunlaştırılması fikrini
desteklerler. Bunun yanı sıra temsili ve katılımcı demokrasinin de siyasetin
tabana yayılmasını sağlayacak, doğrudan demokrasi uygulamalarıyla
paralel olarak ve birbirlerini destekleyerek işlemesi gerektiğini savunurlar.
7. Yerellik: Yeşiller, geleneksel siyasal hareketleri ve partilerin
merkeziyetçi, hiyerarşik, erkek egemen, kişileri putlaştıran, liderlik
mekanizmalarına dayalı ve katılıma kapalı örgütlenme tarzını reddeder.
Yerel yapıları öne çıkaran yatay, merkezsiz, ağ tipi örgütlenme tarzını,
yeşil ilkelere sahip çıkan tüm yurttaşların eşit ve özgür katılımına açık
yapılarda, kolektif çalışmaya dayalı bir örgütlenme anlayışını hayata
geçirmeyi amaçlar.
8. Adil Paylaşım: Yeşiller, toplumun hem ekonomik hem de cinsiyete,
yaşa, kişilerin sahip olduğu diğer kimliklere dayalı eşitlik temelinin
kurulması ve yaşatılması idealine sahip çıkar. Sosyal adaleti savunurlar.
Uygulanacak ekonomik ve sosyal politikaların, üretim, yönetim ve yaşam
biçimlerinin birey özgürlüğüne ve farklılıklarına zarar vermeyecek
şekilde tasarlanması, özgürlükleri geliştirmenin temel amaç olmaktan
çıkarılmaması gerektiğini savunur. Gündelik hayatın politik olduğuna
inanır ve politikalarını geliştirirken bunu göz önünde tutar.
9. Özgür Yaşam: Yeşiller, insanların kontrol altında tutulmasını, bireysel
farklılıkların ve özgürlüklerin bastırılmasını ya da ekonomik sömürünün
sürdürülmesini sağlamak için kurulan tüm otoriter ve dayatmacı yapılara
karşı çıkar. İnsanın, insan ve doğa üzerindeki baskısına karşı özgürleştirici
politikalar geliştirir, insanlığın tarihsel mücadelesinin vazgeçilmez bir ürünü
olan insan haklarının tüm unsurlarıyla savunulmasını ve geliştirilmesini
amaçlar; insanın diğer türler üzerindeki baskısını reddederek hayvanların
özgürleştirilmesi için verilen mücadeleyi destekler ve hayvan haklarını
savunur.
10. Çeşitliliğin Korunması: Yeşiller; ırkçılık, milliyetçilik, köktendincilik
ve cinsiyetçiliği reddeder; insanların ve halkların kültürel, dinsel,
etnik, dilsel, cinsel ve düşünsel farklılıklarını ve çeşitliliğini tanır; bu
çeşitliliğin bütünlük içinde korunması ve geliştirilmesi gerektiğini
savunur; farklılıkların kendi içinde baskı oluşturucu ve ayrıştırıcı yönelim
kazanmasına karşı çıkar.
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
313
Sonuç
Bu makalede Türkiye’de çevresel sorunlar ve çevresel süreçler sosyolojik
bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Bu bağlamda Türkiye’de çevre toplum
ilişkilerinin genel çerçevesi çizilmiş, çevreye ilişkin toplumsal eğilimler bir
başka deyimle çevrecilik eğilimleri tartışmaya açılmıştır. Bunun yanında
çevresel sosyolojisinin ortaya çıkışı ve durumu, çevreye ilişkin yasal ve
yönetsel çerçeve, ekonomik sektölerin çevreye bakışı ve Türkiye’deki
çevre hareketi ele alınmıştır.
Türkiye çevresel sorunların ve çevresel süreçlerin önemli ve öncelikli
sorunlar olarak ele alındığı bir ülke olmaktan oldukça uzak bir konumdadır.
Çevresel sorunlar ve çevresel süreçler ne toplumsal düzeyde yaygın bir
şekilde kamuoyunun ilgisini çekmektedir ne de yönetim düzeyinde böyle
bir ilgi söz konusudur. Çevresel süreçler ve bu süreçlerin toplumsal etkileri
konusundaki araştırmalar giderek artmakla birlikte bu araştırmaların
toplumsal düzeydeki yansımaları oldukça yetersiz düzeyde kalmaktadır.
Yönetim düzeyinde ve ekonomik sektörler düzeyinde çevre öncelikli
bir konu olmaktan oldukça uzak bir konumdadır. Çevresel duyarlılık ile
ekonomik kaygılar karşı karşıya geldiğinde, hemen hemen her zaman
ekonomik kaygılar öne çıkmakta ve çevre bir olgu olarak göz ardı edilebilir
olmaktan kurtulamamaktadır.
Sürdürülebilir bir yaşam ve sürdürülebilir bir toplum için doğal çevrenin
öncelikli bir faktör olarak değerlendirildiği ortamsal koşulların yaratılması
ve toplumsal düzeyde çevresel duyarlılığın bir an önce yaratılması ve buna
bağlı olarak yasal ve yönetsel yapının çevreye duyarlı bir forma bir an önce
dönüştürülmesi vazgeçilmez bir gereklilik olarak önümüzde durmaktadır.
314
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
KAYNAKÇA
Abacıoğlu, Asuman (1993), “Yeşil Hareket’te Siyasal Kirlenme Yaşanıyor”, Cumhuriyet
Dergi, S. 396 ss. 6-7.
Adak, Nurşen (2010), “Geçmişten Bugüne Çevreye Sosyolojik Yaklaşım”, Ege Akademik
Bakış / Ege Academic Review, S.10, ss. 371-382.
Akdeniz, Nalan (1993), “Çevre ve Enerji Politikaları,” Günümüzün Çevre Sorunları,
Ankara, Birleşmiş Milletler Türk Derneği Yayını.
Arsel, Murat (2012), “Environmental Studies in Turkey: Critical Perspectives in a Time
of Neo-liberal Developmentalism”, The Arab World Geographer, V.15, N.1
Arsel, Murat ve Adaman, Fikret (2005), Environmentalism in Turkey Between
Democracy and Development? Ashgate Publishing.
Balta, Ecehan (2000), Ekoloji ile Uyumlu Bir Toplumsal Yaşam Projesinin Temel
Taşları, İstanbul, Özgür Üniversite Kitaplığı.
Barlas, Nükhet (2013), Küresel Krizlerden Sürdürülebilir Topluma Çağımızın Çevre
Sorunları, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Baykan, Barış (2012), “Türkiye’de GDO’lar ve Toplumsal Muhalefet”, Betam Araştırma
Notu, http://www.betam.bahcesehir.edu.tr
Berkes, Fikret ve Kışlalıoğlu, Mine (2001), Ekoloji ve Çevre Bilimleri, İstanbul, Remzi
Kitabevi.
Bora, Tanıl (1989), “80’lerde Yeşil Hareket: Salonlardan Sokaklara”, Sokak Dergisi, 19:
20-21.
Bora, Tanıl (1993), “Avrupa’da Yeşil Hareketin Bunalımı ve Türkiye’de ‘Yeşillik’”,
Ağaçkakan Dergisi, 5: 6.
Catton, William R. and Riley Dunlap (1978), “Environmental Sociology: A New
Paradigm.” The American Sociologist. S. 13, ss 41-49.
Catton, William R. and Riley Dunlap (1980), “A New Ecological Paradigm for PostExuberant Sociology.” American Behavioral Scientist. C. 24 S. 1, ss 15-47.
Catton, William R. (1982), Overshoot: The Ecological Basis of Revolutionary Change.
Urbana, University of Illinois Press.
Cluck, Rodney, Duane A. Gill, Ralph Brown, and Xiaohe Xu (1997), Attitudes Towards
and Commitment to Environmentalism: A Multidimensional Conceptualization.
(Paper presented at the 60th meeting of the Rural Sociological Society, Toronto, Ontario,
Canada, August, 1997)
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
315
Çalgüner, Tahir (2012), Ekolojizm çağında “KEMALİSTEKOLOJİ”, İstanbul, Sokak
Kitapları Yayıncılık.
Çepel, Necmettin (2006), Ekoloji, Doğal Yaşam Dünyaları ve İnsan, İstanbul, Palme
Yayıncılık.
Çımrın Kökalan, Füsun (2014), “Sosyoloji ve Çevre” Turkish Studies - International
Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, C. 9,
S. 2, ss. 1007-1020.
Çiğdem, Ahmet (1997), “Toplum, Doğa ve Eko-Politik Hareketler”, Birikim Dergisi S.
98, ss. 31-38.
Çoban, Aykut (2010), “‘Sürdürülebilir Kalkınma’ Tartışması Ekseninde Bergama Köylü
Direnişi”, Değişen İzmir’i Anlamak, (der. D. Yıldırım ve E. Haspolat), Ankara, Phoenix
Yayınevi, ss. 561-599.
Demir, Ahmet ve Pala, Akın (2007), “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Toplumun
Bakış Açısı”, Hayvansal Üretim, S.48, ss. 33-43.
Demirer, Temel (2012), Kapitalizmin Ekolojik Sorunları, İstanbul, Kaldıraç Yayınevi.
Demirer, Göksel vd. (2000), Marksizm ve Ekoloji, Ankara, Öteki Yayınevi.
Dunlap, Riley E. (1975), “The Impact of Political Orientation on Environmental Attitudes
and Actions”, Environment and Behavior, C. 7, S. 4, ss. 428-453.
Dunlap, Riley E. and William R. Catton, Jr. (1994), “Struggling with Human
Exemptionalism: The Rise, Decline and Revitalization of Environmental Sociology.”
The American Sociologist. Spring, 1994: ss 5-30.
Dunlap, Riley E. and Kent D. Van Liere (1978), “The ‘New Environmental Paradigm.’”
The Journal of Environmental Education. C. 9 (yaz), ss. 10-19.
Dunlap, Riley E. and Kent Van Liere. (1984), “Commitment to the Dominant Social
Paradigm and Concern for Environmental Quality.” Social Science Quarterly. C. 65, S.
4, ss.1013-28.
Efe, Adem (2009), “Türkiye’de Dini Grupların Çevre Ve Çevre Sorunlarına İlişkin
Görüşleri İskenderpaşa Cemaati Örneği” VI. Ulusal Sosyoloji Kongresi, www.
sosyolojiderneği.org
Egeli, Gülün (1996), Avrupa Birliği ve Türkiye’de Çevre Politikaları, Ankara, Türkiye
Çevre Vakfı Yayını.
Erbaş, Hayriye (2008), Türkiye’de Biyoteknoloji ve Toplumsal Kesimler:
Profesyoneller, Kentsel Tüketiciler ve Köylüler, A. Ü. Biyoteknoloji Enstitüsü
Yayınları N.4.
Erdoğan, İrfan ve Ejder, Nazmiye (1997), Çevre Sorunları, İstanbul, Doruk Yayıncılık.
316
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
Ertuğ, Celal (1988), “Çevre”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, S. 98 s. 4.
Ertuğ, Celal (1995), “Talihi Olmayan Yeşiller Partisinin Tarihi”, Ağaçkakan Dergisi S.
23-24, ss. 16-18.
Ertürk, Hasan (1996), Çevre Bilimlerine Giriş, Bursa, Uludağ ÜniversitesiYayınları.
Freudenburg, William R., Scott Frickel and Robert Gramling (1995), “Beyond the Nature/
Society Divide: Learning to Think About a Mountain”, Sociological Forum, C. 10, s. 3,
ss. 361-392.
Freudenburg, William R., Scott Frickel, and Robert Gramling (1996), “Crossing the Next
Divide: A Response to Andy Pickering.” Sociological Forum, c.11, s. 1, ss. 161-174.
Gare, Arran E. (1995), Postmodernism and the Environmental Crisis. London,
Routledge.
Gökçe, Birsen (1993), Toplum ve Çevre, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayını.
Gökmen, Sabri (2007), Genel Ekoloji, Ankara, Nobel Kitabevi.
Görmez, Kemal (2003), Çevre Sorunları ve Türkiye, Ankara, Gazi Kitabevi.
Güzel, Çetin (2006), Emperyalizm ve Çevre Krizi, İstanbul, Ceylan Yayınları.
Kaplan, Ayşegül (1997), Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları, Ankara, Mülkiyeliler
Birliği Vakfı Yayınları.
Kasapoğlu, M. Aytül, Mehmet Ecevit (2002), “Attitudes and Behavior Toward the
Environment: The Case of Lake Burdur in Turkey”, Environment and Behavior, C. 34,
s. 3, ss. 363-377.
Kaya Çabuk, Nilay ve Turan Feryal (2000), “Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Alt
Yapı Koşullarının İnsan ve Çevre Üzerine Etkileri” Türkiye’nin Sorunlarına Çözüm
Konferansı, 21. yy’da Türkiye, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi.
Kayır Öztunalı, Gülser (2003), Doğaya Dönüş: Topluma Ekolojik Bakış, İstanbul,
Bağlam Yayıncılık.
Keleş, Ruşen (2013), 100 Soruda Çevre: Çevre Sorunları ve Çevre Politikası, İzmir,
Yakın Kitabevi.
Keleş, Ruşen ve Hamamcı, Can (1993), Çevrebilim, İstanbul, İmge Kitabevi.
Keleş, Ruşen. (2007), Çevre ve Politika Başka Bir Dünya Özlemi, İstanbul, İmge
Kitabevi.
Keleş, Ruşen (1997), İnsan, Çevre ve Toplum, İstanbul, İmge Kitabevi.
Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318
317
Kırlı, Serkan ve Sarı, Ümit (2012), Medya ve Gündelik Yaşamda Çevre Gerçeği,
İstanbul, Aya Kitap.
Konak, Nahide (2010), “Çevre Sosyolojisi: Kavramsal ve Teorik Gelişmeler”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 24, ss. 271-283.
Kurtoğlu, Ramazan (2013), Küresel Hegemonya Savaşları: İklim, Su ve Gıda, İstanbul,
Karma Kitaplar.
Laçiner, Ömer (1994), “Ekoloji, İnsan ve Toplum”, Birikim Dergisi S. 57/58, ss. 12-16.
Olgun, Hakan (2012), Yeşil ve Siyaset, İstanbul, Lotus Yayıncılık.
Orhan, Gökhan (2004),“Sürdürülebilir Kalkınma, Ekolojik Modernizasyon ve Türkiye
Çevre Politikası”, Çevre, Bilim, Teknoloji Dergisi, S. 5, ss. 13-28.
Önder, Tuncay (2003), Ekoloji, Toplum ve Siyaset, İstanbul, Odak Yayınları.
Öz, Esat (1989), “Dünya’da ve Türkiye’de Çevre Koruma Hareketinin Gelişimi: Çevre
Koruma Derneklerinden Siyasal Partilere”, Türkiye Günlüğü Dergisi, S. 3, ss. 27-34.
Özdemir, Şevket (1998), Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Çevre Sorunlarına
Duyarlılık, Ankara, Palme Yayınları.
Özgür, Özcan (1998), Bitmeyen Kavga: Gökova, Muğla, Yeni Gün Matbaası.
Öktem, Mustafa (2003), Kent Çevre ve Globalleşme, Bursa, Alfa Aktüel Yayıncılık.
Paker, Hande (2012), “Çevre Rejimleri ve Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü:
Akdeniz’de Sürdürülebilirlik”, Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, C. 20, S. 1,
ss. 171-175.
Ratip, Mehmet (2010), “Kapitalizmin Yüce Krizi”, Birikim Dergisi, S. 260, ss. 89-96.
Spaargaren, Gert, Arthur Mol, Frederick Buttel (2000), “Introduction: Globalization,
Modernity and the Environment,” Environment and Global Modernity, Ed: Gert
Spaargaren, Arthur Mol, Frederick Buttel, London, International Sociological Association.
(Sage Pub.)
Sümertürk, Gülizar (2009), Türkiye’de Bilimsel Etkinlikler Üzerinden Çevrenin Tarihsel
Yolculuğu:1960 – 2008 Dönem, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, C.10, S. 2, ss 239-260.
Şen, Ömer Lütfi (2013), Media Coverage of Climate, The World versus Turkey, IPCMercator Policy Brief.
Şentürk, Ünal (2006), “Küresel Yeni Sosyal Hareketler ve Savaş Karşıtlığı”, Cumhuriyet
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 30, S.1, ss. 31-46.
318
Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA
Şimşek, Melda (1993), Yeşiller, İstanbul, Der Yayınları.
Talu, Nuran (2006), Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Türkiye’de Çevre Politikaları,
Ankara, ÇMO Yayınları.
Talu, Nuran (2004), TBMM’de Çevre Siyaseti, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım.
Tokuçoğlu, Bülent (1993), “Çevre Sorunları ve Kentleşme”, Çevre Dergisi, S. 6, ss. 1921.
Tuna, Muammer (2010), Globalization Environmentalism: Multi-Effects on
Environmental Attitudes in more and Less Developed Countries, Staarbrüken,
Lambert Academic Publishing.
Tuna, Muammer (2002), “Globalization of Environmentalism: World Environmentalism
System,” Paper presented at the XV. World Congress of Sociology, Brisbane, Australia
and published: http://203.94.129.73/docs/p1702.rtf Tuna, Muammer (2006), Türkiye’de Çevrecilik: Türkiye’de Çevreye İlişkin Toplumsal
Eğilimler, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım.
Tuna, Muammer (2001), Yatağan Termik Santralinin Çevresel ve Toplumsal Etkileri,
Muğla, Muğla Üniversitesi Yayınları.
Tuna, Muammer ve Oğuz Özdemir (2009) “Türk Toplumunun Genetiği Değiştilmiş
Organizmalar (GDO) Kullanımına İlişkin Eğilimleri,” VI. Ulusal Sosyoloji Kongresi,
Ekim 2009, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi.
Turan, Feryal (2007), “Çevre Dostu Şirketler: Yeşil Göz Boyama mı Çevresel Üretim
mi?”, İnsancıl Dergisi, S.17, ss. 1-26.
Turan, Feryal (2011), “Enviromental Citizenship and struggle for Nature” in Societal
Peace and İdeal Citizenship for Turkey, Lexington Books, ss 281-299.
Turan Feryal ve Sevil Turan (2008), “Sabiha Gökçen Havaalanı Örneğinde Havaalanlarının
Sosyal Etkileri” V. Ulusal Coğrafya Sempozyumu.
Turgut, Nükhet (1993), Çevre ve Yurttaşlar, Ankara, Savaş Yayınları.
Turgut, Nükhet (2001), Çevre Hukuku: Karşılaştırmalı İnceleme, Ankara, Savaş
Yayınevi.
Uslu, Ibrahim (1995), Çevre Sorunları, İstanbul, İnsan Yayınları.
Uslu, T. (1986), Türkiye’de Kömüre Dayalı Termik Santrallerin Çevreyi Olumsuz
Etkileyen Faktörleri ve Yarattığı Çevre Sorunları, Ankara.
Ürker, Okan vd. (2014), “Anadolu Sığla Ormanlarının Çevre Sosyolojisi Kapsamında
İncelenmesi”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, C. 17, S. 2, ss. 61-72.
Download