Sosyoloji Konferansları No: 52 (2015-2) / 291-318 DOI: 10.18368/IU/sk.07223 TÜRKİYE’DE ÇEVRE TOPLUM İLİŞKİLERİ VE ÇEVRE SOSYOLOJİSİ* Muammer TUNA** Özet Türkiye’de çevresel süreçlerin toplumsal boyutları XX. yüzyılın sonlarına doğru giderek artan ölçüde sosyal bilimlerin ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu bağlamda 1990’larda yaygınlaşmaya başlayan Çevre Sosyoloji ile birlikte bu alandaki araştırmalar artmıştır. Bununla birlikte “çevre” Türkiye’de öncelikli bir konu ve gündem maddesi olamamıştır. Çevresel süreçler ve sorunlar daima kalkınma ve gelişme süreçlerinin arka planında kalmıştır. Çevresel konuların toplumsal düzeyde ve yönetim düzeyinde gündemin ön sırlarına çıkamamasından dolayı, çevreci hareket de Türkiye’de gelişme olanağı bulamamıştır. Anahtar Sözcükler: Çevre sosyolojisi, çevre ve toplum, gelişme, çevrecilik, çevreci hareket, Türkiye. SOCIETY ENVIRONMENT RELATIONSHIPS IN TURKEY, A SOCIOLOGICAL PERSPECTIVE Abstract Social dimensions of environmental issues has been taken close attention by social sciences in the late XXth century in Turkey. Accordingly, research on social environmental issues has been increased after the 1990s with the appearance of environmental sociology. However, environmental issues have never been a priority in the agenda of Turkey. Environmental issues and environmental problems have always been under estimated and under qualified compared to developmental issues. Because of the fact that environmental issues have never been a primary factor in public and government agenda, environmentalist movements also could not have been effectively developed in Turkey. Keywords: Environmental sociology, environment and society, develeopment, environmentalism, environmentalist movement, Turkey. Bu metin, Muammer Tuna’nın editörlüğünü ve yazarlığını yaptığı Çevre Sosyolojisi, isimli Anadolu Üniversitesi yayını olan kitabın “Türkiye’de Çevre ve Toplum” başlıklı dördüncü bölümünün oldukça geniş birbiçimde gözden geçirilmiş ve geliştirilmiş bir biçimde yeniden kurgulanmasından oluşmuştur. ** Prof. Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü. İletişim: [email protected] * 292 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA Giriş Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından itibaren, çevresel sorunları ve süreçleri anlamanın, artık bu sorunları ve süreçleri sadece teknik ve ekonomik boyutları ile ele almakla yeterli olmayacağı, bu sorunların ve süreçlerin toplumsal boyutları ile birlikte ele alınması gerekliliği kabul edilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda 1970’li yıllarda ortaya çıkmış olan çevre sosyolojisinin çevresel sorunların ve süreçlerin toplumsal boyutlarının anlaşılması açısından çok önemli bir kilometre taşı oluşturduğu söylenebilir. Bu anlamda Türkiye’de de çevresel sorunları ve süreçleri anlamak açısından sosyolojik bir yaklaşımın gerekli olduğu açıktır. Türkiye’de 1990’larda yaygınlaşmaya başlayan çevre sosyolojisi yaklaşımı, çevresel sorunların ve süreçlerin daha iyi anlaşılması açısından önemli bir katkı yapmıştır denilebilir. Bu çalışmada Türkiye’de çevresel süreçlerin toplumsal boyutu sosyolojik bir perspektiften beş ana başlık altında incelenmiştir. Bu bağlamda öncelikle Türkiye’de çevre toplum ilişkilerinin genel çerçevesi ve temeli çizilmeye çalışılmış, çevre toplum ilişkilerinin hangi temelde ele alaınması gerektiği belirlenmeye çalışılmıştır. Daha sonra çevre sosyolojisinin ortaya çıkşı ve Türkiye’deki durumu ele alınmıştır. Daha sonra çevresel ilişkilerin ve süreçlerin yasal ve yönetsel çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır. İzleyen alt bölümde ekonomik sektörler açısından çevresel süreçler incelenmiş ve en son olarak Türkiye’de çevreci hareketin ortaya çıkışı ve gelişim süreci ele alınmıştır. Türkiye’de çevre toplum ilişkilerine bakıldığında, toplumsal düzeyde ve yönetsel düzeyde çok yüksek bir çevresel duyarlılıktan söz etmek mümkün değildir. Ayrıntıları ileriki bölümlerde açıklanacağı gibi, Türkiye’de toplumsal düzeyde çevresel duyarlılık çok yaygın değildir. Bunun başlıca nedeni olarak, ekonomik açıdan henüz gelişmekte olan ülke kategorisinde yer alan Türkiye’de toplum, çevresel duyarlılık ile ekonomik kalkınma ve toplumsal refah beklentisi arasında bir tercih yapmak ile karşı karşıyadır ve böyle bir durumda genellikle ekonomik kalkınma ve refah beklentisi çevresel duyarlılığın önüne geçmektedir. Diğer yandan 1990’lı yıllarda Türkiye’de çevre sosyolojisinin yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte çevre toplum ilişkileri daha kapsamlı ve sistematik bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır. Bunula birlikte, yasal ve yönetsel yapı açısından bakıldığında, ekonomik kalkınma ve refah beklentisinin çoğu kez çevresel duyarlılığın önüne geçtiği görülmektedir. Merkezi ve yerel yönetimler ile devletin değişik kademelerinde çevresel duyarlılık genellikle göz ardı edilebilir Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 293 bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik sektörlerin çevresel faktörlere bakışına gelince; sürpriz olmayacak bir şekilde, ekonomik sektörler açısından çevresel faktörler en son dikkate alınması gereken faktörlerdir. En son olarak çevre hareketi ve çevresel örgütleme açısından çevre toplum ilişkilerine bakıldığında, Türkiye’de çevre hareketinin ve çevre örgütlenmesinin yaygın olmadığı, çevreye ilişkin sivil toplum örgütlerinin herhangi bir ülkede olduğundan daha marjinal konumda olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu makalede Türkiye’deki çevre toplum ilişkileri yukarıda belirlenen ana başlıklar altında incelenmiştir. Türkiye’de Çevre Toplum İlişkilerinin Ana Çerçevesi Türkiye’de çevre ve toplum ilişkileri değerlendirildiğinde, çok yüksek düzeyde bir çevresel duyarlılık yoktur. Bununla birlikte, Türkiye’de bir ölçüde azımsanmayacak ölçüde bir çevresel duyarlılıktan söz etmek mümkündür (Özdemir, 1988; Tuna, 2001; 2006; Kasapoğlu ve Ecevit, 2002). Ayrıca çok güçlü ve etkili olmasa da bir çevresel hareketin oluşmakta olduğundan söz edilebilir. Bununla yanında, çevresel duyarlılık ve çevresel bilinçlenme Türkiye için oldukça yeni bir olgudur. Çünkü Türkiye gibi gelişmekte olan ya da endüstrileşmekte gecikmiş olan ülkeler için öncelikli olan daima endüstrileşme, ekonomik kalkınma ve refah olmuştur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri çevresel olgular açısından gelişmiş ülkelerden ayıran temel fark; gelişmiş ülkelerin endüstrileşmeleri aşamasında, çevresel faktörlerin ve çevre olgusunun bugün olduğu kadar önemli bir faktör olarak bilinip tanınmamış olmasıdır. Bundan dolayı gelişmiş ülkeler sanayileşmeleri sürecinde çevresel faktörler sanayileşmeyi engelleyici bir faktör olarak görülmemiş, deyim yerindeyse bu ülkeler doğal kaynakları sınırsızca kullanmışlardır. Buna karşın Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin endüstrileşmeleri aşamasında çevre olgusu bilinip tanınan, yerel ve küresel düzeyde izlenmesi ve dikkate alınması gereken temel bir faktör ve olgu durumuna gelmiştir. Bu durumda, gelişmekte olan ülkeler bir yandan hızla endüstrileşmek, ekonomik olarak kalkınmak ve büyümek ve toplumsal refahlarını arttırmak durumuyla karşı karşıyayken, diğer yandan ulusal ve küresel gerekçelerle çevresel faktörleri dikkate almak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ya çevresel faktörleri ya da ekonomik büyüme ve endüstrileşmeyi öncelikli olarak dikkate almak ikilemiyle karşı karşıyadırlar denilebilir. 294 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA Türkiye’nin toplumsal ve yönetsel düzeyde çevresel açıdan içinde bulunduğu ikilemi iki örnek ile açıklamak mümkün olabilir. Örneklerden birisi Yatağan Termik Santrali, diğeri de Bergama Altın Madenidir. Yatağan Termik Santrali, Muğla iline bağlı Yatağan ilçesinde kurulu ve düşük kaliteli kömür ile çalışan bir enerji santralidir. Santralin yarattığı çevresel ve toplumsal sorunlar değerlendirildiğinde yukarıda söz konusu edilen ikilemi görmek mümkündür. Yatağan Termik Santralinin çevresel ve toplumsal etkilerini tespit etmek amacıyla bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre, Yatağan Termik Santrali’nin yarattığı çevresel ve toplumsal sorunlar farklı toplum kesimleri tarafından farklı yorumlanmıştır. Santralin yarattığı sorunlar Yatağan’ın köylerinde yaşayanlar açısından yaşamsal derecede önemli sorunlar olarak tanımlanmıştır. Ayrıca santralin yörenin tarımsal üretimi üzerinde yaptığı yıkıcı etkiler mahkeme kararlarıyla ortaya konmuştur. Buna karşın Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde, hatta Yatağan şehir merkezinde yaşayanlar için bile santralin etkileri dikkate değer ölçüde önemli değildir (Özgür, 1998; Tuna, 2001: 2015). Yatağan Termik Santrali’nin çevresel ve toplumsal etkilerinin toplumsal algılanışı değerlendirildiğinde, Yatağan’ın köylerinde yaşayanların, Yatağan Termik Santrali çalışanlarına göre daha fazla çevresel duyarlılığa sahip oldukları görülmüştür. Bunun nedeni santral çalışanlarının, santralin yarattığı ekonomik katma değeri, santralin yarattığı çevresel etkilerden daha önemli olarak değerlendirmeleridir. Başka bir deyimle, Yatağan Termik Santrali çalışanları, santralin yarattığı ekonomik katma değer ile yarattığı olumsuz çevresel etkileri değerlendirmek ikilemi ile karşı karşıya kalmışlar; bu ikilem karşısında, tercihlerini santralin yarattığı ekonomik katma değerden yana kullanmışlardır (Tuna, 2001: 2015). Bergama Altın Madeni çevresel açıdan değerlendirildiğinde ise şöyle bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Bergama’daki altın madeninden kaynaklanabilecek çevre sorunları, Bergama köylüleri için yaşamsal derecede önemli iken ve üretim sürecinden sonra arta kalan siyanürün çeşitli şekillerde, yörede yaşayanların yaşamları üzerinde derinlemesine etkiler yaratması söz konusu iken; yörede yaşamayan Ankara bürokrasisi için ya da madeni işletecek şirketin yurtdışında yaşayan sahip ve yöneticileri için bu etkiler çok önemli olmayabilir. Bununla birlikte asıl ikilem, Bergama’nın köylerinde yaşayanlar açısından söz konusudur. Altın madeninin kuruluş aşamasında, madenin kuruluşuna karşı güçlü bir direnç gösteren ve bu Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 295 alanda örnek bir çevresel direnç ve örgütlenme örneği sergileyen Bergama köylüleri; maden çalışmaya başladıktan sonra, madende iş bulmalarıyla birlikte bu dirençlerinden vazgeçmiş, en azından dirençlerini yumuşatmış görünmektedirler (Kökalan-Çımrın, 2014). Bergama örneğinde de Yatağan örneğinde olduğu gibi, Bergama köylüleri, altın madeninin yaratacağı çevresel etkiler ile yaratacağı ekonomik katma değer arasında bir ikilem ile karşı karşıya kalmışlar ve tercihlerini ekonomik katma değerden yana kullanmışlardır. Bununla birlikte Bergama Altın Madeni olayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınmış ve mahkeme madenin kapatılması ve yörede yaşayanlara tazminat ödenmesi kararına varmıştır. Bu da yerel gibi görünen bir çevresel sorunun nasıl değişik boyutlarda küresel düzeye yükseldiğinin başka bir göstergesidir. Çevre ve toplum ilişkileri açısından yukarıda verilen örnekleri çoğaltmak mümkündür. Türkiye’de çevre ve toplum ilişkileri açısından değerlendirilebilecek tüm örnekleri bu çalışma kapsamı içinde ele almak mümkün ve gerekli değildir. Ancak yukarıdaki örnekler Türkiye’de çevre toplum ilişkilerinin genel karakterini örneklendirmesi açısından önemlidir. Türkiye’de çevreye ilişkin literatüre bakıldığında, çevre olgusunun teknik, teknolojik, mühendislik, biyolojik, ekonomik, yönetimsel hatta hukuksal boyutları ile ele alındığı, ancak buna karşın sosyolojik boyutları ile yeterli düzeyde ele alınmadığı belirtilebilir. Çevre konuları mühendislik alanında çevre mühendisliği kapsamında değerlendirilmekte ve bu alanda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çevre mühendisliği eğitiminin lisans ve yüksek lisans düzeyinde mühendislik fakültelerinde oldukça yaygın olarak okutulmakta olduğu ve bu alanda oldukça yaygın bilgi ve araştırma birikiminin olduğu görülür. Yine çevre konusu fen edebiyat fakültelerinin kimya ve biyoloji bölümlerinde de özellikle çevre kirliliği bağlamında oldukça yaygın olarak ele alınmaktadır. Bunun dışında iktisadi idari bilimler fakültelerinin kamu yönetimi bölümlerinde kentleşme ve çevre sorunları anabilim dalları yer almakta ve bu anabilim dallarında çevre olgusu daha çok kentleşme ve yönetim açısından ele alınmaktadır. Ayrıca çevre konusunda, hukuk fakültelerinde çevre hukuku, şehir ve bölge planlama bölümlerinde çevre ve felsefe bölümlerinde çevre felsefesi adıyla dersler yer almaktadır. Ayrıca yukarıda bahsedilen ilgili bölümlerde çevre konusunda araştırmalar yapılmakta, makaleler ve kitaplar yayınlanmaktadır. Ancak çevresel sorunların ve süreçlerin toplumsal boyutunu ve toplum ilişkilerini 296 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA inceleyen çevre sosyolojisi Türkiye’de kısmen daha geç gelişmiş olan bir disiplindir. İzleyen alt bölümde Türkiye’de çevre sosyolojisi disiplinine ilişkin özet bir değerlendirme yer alacaktır. Türkiye’de Çevre Sosyolojisi Yukarıda değinilenlerin ötesinde, Türkiye’de çevre toplum ilişkilerine ilişkin literatür özellikle çevresel toplumsal değerler açısından ele alındığında şöyle bir görünüm ile karşılaşmak mümkündür. Türkiye’de çevre olgusuna toplumsal boyuttan bakan ya da çevrenin toplumsal boyutunu inceleyen çevre sosyolojisi fen edebiyat fakültelerinin sosyoloji bölümlerinde genellikle seçmeli ders olarak okutulmakta ve bu alanda araştırmalar yapılmakta, makale ve kitaplar yazılmaktadır. Çevre sosyolojisinin dünyadaki ortaya çıkışı ve gelişimine bakıldığında 1970’li yılların bir kırılma noktası oluşturduğunu belirtmek mümkündür. Çevresel süreçlerin modernleşme ve endüstrileşme ile birlikte aslında toplumsal boyutlarının da olduğu ve çevresel süreçleri anlamak ve anlamlandırmak için toplumsal boyutlarına da bakmak gerektiği 1950’li yıllardan itibaren tartışma gündeminde yer işgal etmeye başlamış olmasına rağmen, çevre sosyolojisinin ortaya çıkışı büyük ölçüde 1970’li yılların başına rastlamaktadır. 1970’li yıllar çevresel sorunlar ve çevresel süreçler açısından birçok bakımdan dönüm noktası olarak kabul edilebilecek olan önemli olayların başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Bu bağlamda en önemli göstergelerden birisi 5 Haziran 1972’de Birleşmiş Milletler tarafından İsveç’in Stockholm kentinde Stockholm Dünya Çevre Konferansının toplanması çevresel süreçlerin ve sorunların küreselleşmesini göstermesi açısından önemli bir kırılma noktasını oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletlere üye ülkelerin ilk kez münhasıran çevre konusunu görüşmek üzere toplanmasından dolayı 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaktadır. 1970’li yıllarda ayrıca çevresel sorunların küresel düzeyde yaygınlaşması artmış ve buna bağlı olarak toplumsal ve politik düzeyde bu sorunlar daha yoğun olarak dikkat çekmeye başlamıştır. Dolayısıyla çevre sosyolojisinin 1970’li yılların başlarında ortaya çıkması tesadüf değildir. Çevre sosyolojisinin ortaya çıkışı konusunda en önemli öncüler olarak Riley Dunlap ve William Cotton (1975, 1978, 1995) isimlerini zikretmek gerekmektedir. Çevre sosyolojisinin Türkiye’de tartışma gündemine gelmesi ise 1990’lı yıllara rastlar. 1990’lı yıllar çevre sorunlarının artarak yaygınlaşması Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 297 açısından başka bir kırılma noktasını oluşturur. Çevre ve kalkınma arasındaki ilişkiler daha sıklıkla dile getirilmeye başlanmış ve ayrıca küreselleşme ivmesini arttırmıştır. Bu bağlamda küresel çevresel sorunlardan başlıcası olan küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği daha yoğun olarak ülkelerin ve toplumların gündemine girmeye başlamıştır. Bu bağlamda hatırlanması gereken önemli olaylardan bir diğeri de gene Birleşmiş Milletler tarafından organize edilen, 1992’de Brezilya’nın Rio de Jenerio kentinde toplanan ve Rio Konferansı olarak bilinen konferanstır. Bu konferans bir yandan Stockholm Konferansının 20. yılı olması açısından anlamlı iken diğer yandan, ağırlıklı olarak bu konferansta kalkınma, sürdürülebilirlik ve çevre arasındaki ilişkilerin ilk kez küresel düzeyde ele alınması açısından son derece ilginçtir. Tüm bu sayılan küresel süreçlerin de etkisiyle çevresel sorunların ve çevresel süreçlerin toplumsal boyutları Türkiye’de yoğun olarak tartışma gündemine girmeye başlamış ve bu tartışmaların da etkisiyle, sosyoloji bölümlerinde çevre sosyolojisi dersleri seçimlik dersler olarak okutulmaya ve sosyoloji bölümlerinde çevresel konular üzerine araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. Günümüze gelindiğinde, Türkiye’deki 100’e yakın üniversitede aktif olan sosyoloji bölümlerinin tamamına yakınında çevre sosyolojisi seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Yüksek lisans ve doktora düzeyinde de seçimlik dersler vardır ve çevre sosyolojisi alanında doktora yapmış ve bu konuda uzman olan az sayıda araştırmacının varlığından söz edilebilir. Türkiye’de çevre olgusunun toplumsal boyutunu ele alan yazarların ve araştırmacıların sayısı giderek artmakla birlikte, Türkiye ölçeğinde bir ülke için, bu sayının oldukça yetersiz olduğu söylenebilir. Bununla birlikte çevre olgusunun toplumsal boyutuna daha çok yönetim ve kentleşme açısından eğilen ve bu alanın öncülerinden kabul edilebilecek olan Ruşen Keleş (1997; 2007; 2013) ve Can Hamamcı’nın çalışmalarına dikkat çekmek gerekmektedir (1993). Ancak çevresel süreçlerin toplumsal boyutlarını sosyolojik bir perspektifle inceleyen çevre sosyolojisine dayalı araştırmaların sayıları giderek artmaktadır. Bu araştırmacılardan bazıları şunlardır: Özdemir (1988), Kasapoğlu ve Ecevit ( 2002), Kökalan-Çımrın (2014), Çoban (2010), Pala ve Demir (2007), Efe (2009), Erbaş, (2008), Tuna (2001, 2006, 2014), Turan (2010). Şüphesiz çevre sosyoloji perspektifinden yapılan araştırmaların ve araştırmacıların sayısı bunlarla sınırlı değildir, ancak burada bunlardan sadece birkaçının ismi zikredilmiştir. Ancak Türkiye’de çevre toplum ilişkilerini ulusal düzeyde 298 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA inceleyen az sayıda araştırma vardır; bunlardan birisi de Türkiye’de Çevrecilik: Türkiye’de Çevreye İlişkin Toplumsal Eğilimler (Tuna, 2006) başlıklı kitap ve bu kitabın dayalı olduğu araştırmadır. Bu alanda ilk araştırmalardan birisi olarak kabul edilebilecek olan Şevket Özdemir’in araştırması (1988) bölgesel nitelikte bir araştırma olup sadece Ankara, İstanbul ve Zonguldak illerinde gerçekleştirilmiştir. Aytül Kasapoğlu ve Mehmet Ecevit’in araştırması (2002) ise Burdur ilinde gerçekleştirilmiştir. Bu bölümün yazarı tarafından gerçekleştirilen Yatağan araştırması (Tuna, 2001) ise Muğla ilinde gerçekleştirilmiştir. Bergama Altın Madeni Türkiye’de belki de üzerine en fazla sosyolojik araştırma yapılan çevresel olaylardan birisidir. Füsun Kökalan Çımrın’ın araştırması (2014), Aykut Çoban’ın araştırması (2010) ve Nahide Konak’ın doktora tezi Bergama Altın Madeni kuruluşu sırasında ortaya çıkan çevre hareketini inceleyen araştırmalar olarak dikkat çekmektedir. Türkiye’de son zamanlarda çevre sosyolojisi araştırmaları açısından başka bir dikkat çekici alan ise GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) üzerine olan araştırmalardır. Demir ve Pala’nınn araştırması (2007), Erbaş’ın araştırması (2008) ve Tuna ve Özdemir’in araştırması (2010) bunlardan bazılarıdır. Türkiye genelinde çevreye ilişkin toplumsal eğilimleri araştıran ilk araştırma olan Türkiye çevresel eğilimler araştırması gene bu bölümün yazarı tarafından gerçekleştirilmiş ve yukarıda zikredilen kitapta araştırma sonuçları yayınlanmıştır. Türkiye’de çevre toplum ilişkilerini sosyolojik bir perspektiften inceleyen çalışmalar; görgül araştırmalardan daha çok, teorik spekülasyonlara dayalı çalışmalardır. Daha önce de değinildiği gibi bu konuda en önemli öncüler, konuyu daha çok yönetim boyutundan ele alan Ruşen Keleş ve Can Hamamcı’dır. Bu yazarlar belki de Türkiye’de çevre olgusunu toplum ve yönetim perspektifinden ele alan ilk yazarlar olarak kabul edilebilir. Çevre toplum ilişkilerini çevre sosyolojisi perspektifinden, teorik ve spekülatif düzeyde ele alan diğer yazarlar ise şu şekilde ifade edilebilir. Asuman Abacıoğlu (1993), Nurşen Adak (2010), Galip Akın (2009), Murat Arsel (2012), Barış Baykan (2013), Fikret Berkes ve Mine Kışlalıoğlu (2001), Tanıl Bora (2001), Tahir Çalgüder (2012), Necmettin Çepel (2006), Hasan Çanakçıoğlu (2011), Ahmet Çiğdem (1997), Temel Demirer (2012), İrfan Erdoğan ve Nazmiye Ejder (1997), Celal Ertuğ (1995), Hasan Ertürk (1996), Birsen Gökçe (1993), Sabri Gökmen (2007), Kemal Görmez Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 299 (2007), Gülser Öztunalı Kayır (2003), Nahide Konak (2010), Ömer Laçiner (1994), Tuncay Önder (2003), Gökhan Orhan (2004), Nuran Talu (2006), Nükhet Turgut (1993). Kuşkusuz çevre ve toplum ilişkileri konusunda akademik düzeyde ve salt teorik düzeyde yazan yazarlar bu sayılanlarla sınırlı değildir; ancak burada bunların bir kısmı zikredilmiştir. Bu isimler belirlenirken belirli öncelik ve önem sırası değil tamamen tesadüfi olarak burada bazı isimlere yer verilmiştir. Dolayısıyla burada ismi olmayan yazarlar ve araştırmacılar önemsiz ya da değersiz olduklarından değil, tamamen tesadüfi örnekleme girmediklerinden burada yer almamışlardır. Türkiye’de çevre sosyolojisine ilişkin literatür genel hatları ile incelendiğinde farklı eğilimlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu konuda uluslararası literatüre paralel olarak ekolojik perspektifler, çevreci perspektifler çevresel süreçlere daha yüzeysel olarak ele alan “gölge çevrecilik” olarak adlandırılan perspektiflerin yanı sıra, çevresel süreçleri daha radikal bir bakış açısıyla bakan ve “derin ekoloji” ya da “radikal çevrecilik” olarak adlandırılan perspektiflerin varlığından söz edilebilir. Ancak Türkiye’de çevre sosyolojisine ilişkin literatür genel hatları ile incelendiğinde ve buna bağlı olarak çevre toplum ilişkileri genel olarak değerlendirildiğinde; toplumun çevre konusunda, çevre ile ekonomik kalkınma arasında bir ikilem ile karşı karşıya kaldığına ilişkin değerlendirmelerin ağırlık taşıdığını belirtmek olasıdır. Çevresel süreçler toplumsal boyutları ile ele alındığında söz konusu ikilemin olası çözüm yolu ise ekonomik kalkınma, büyüme ve toplumsal refah beklentileri ile çevresel faktörler arasında bir denge kurulması gereği öne çıkmaktadır. Bu bağlamda ekonomik kalkınma ve toplumsal refah talepleri dikkate alınarak, çevresel süreçlerin ve çevresel sorunların mümkün olduğunca ekololojik ilkelere uygun olarak çözülmesi olanaklarının arttırılmasının genel olarak üzerinde uzlaşılan çözüm yollarından olduğu görülmektedir. Bunun pratik olabilirliği de vardır. “Ekolojik modernleşme” denilen modernleşme yaklaşımı ile; doğal kaynakların olabildiğince tutumlu ve çevreye zarar vermeyecek şekilde kullanılması, kirletici endüstriler yerine, doğaya daha az zarar veren ya da hiç zarar vermeyen endüstrilerin kurulması, fosil yakıt kullanımını olabildiğince azaltarak, temiz ve geri dönüştürülebilir enerji kaynaklarını kullanmak ve en önemlisi toplumsal düzeyde bir çevresel duyarlılık geliştirerek, belki de tüm yaşam biçimimizi olabildiğince doğaya saygılı ve uyumlu bir yaşama dönüştürerek, ekolojik bir yaşam biçimi kurmak mümkündür. 300 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA Türkiye’de çevre toplum ilişkilerine ve çevre konsundaki toplumsal eğilimlere daha yakından bakmak gerekirse şöyle bir görünüm ortaya çıkar (Tuna, 2006). Toplumsal çevresel değerler, çevreciliğin bir bileşeni olarak farklı boyutlarda araştırılmaktadır. Toplumsal çevresel değerler, bireylerin kendilerine soru olarak yöneltilen çevresel konulardaki durumlara ilişkin tutum ya da tavır alışlarını ifade eder. Çevresel durumlar, ekonomik gelişmeye ilişkin, endüstriyel, bilimsel ya da çevre ile ilgili her hangi bir durum olabilir. Bu bağlamda toplumsal çevresel değerler batı ülkelerinde daha yoğun olarak araştırılırken, batı dışı ülkelerde daha az yoğunlukta araştırılmaktadır. Çevresel toplumsal eğilimlerin incelenmesi bağlamında, çevre toplum ilişkilerini inceleyen iki temel yaklaşımdan söz etmek mümkündür: İnsan merkezli dünya görüşü ve doğa merkezli dünya görüşü. İnsan merkezli dünya görüşüne göre insanoğlu doğanın mutlak hakimi olduğuna ve doğanın insan kullanımı için araçsal bir öneme sahip olduğuna inanılır. Diğer yandan doğa merkezli dünya görüşüne göre, doğa sadece insan kullanımı için araçsal bir öneme sahip değildir, doğa insan kullanımından bağımsız olarak kendi başına bir varlık alanıdır da. Genel olarak toplumsal çevresel değerler, farklı toplumlarda, insan merkezlilikten doğa merkezliliğe doğru farklılıklar gösterebilmektedir. İnsan merkezli dünya görüşü daha çok “gelişme”ye ağırlık verirken, doğa merkezli dünya görüşü daha çok doğayı korumaya ağırlık vermektedir. Türkiye’de çevre toplum ilişkilerini daha ayrıntılı olarak anlayabilmek için, bu olguyu ulusal düzeyde inceleyen nadir bir araştırma olan “Türkiye Çevresel Değerler Araştırması”nın (Tuna, 2006) verilerine daha ayrıntılı olarak bakmak gerekmektedir. Öncelikle bu araştırmanın temel varsayımı, Türk toplumunun çevresel değerlerinin insan merkezlilik ile çevre merkezlilik arasında bir yerde yer aldığı yönündedir. Araştırma bulguları bağlamında Türkiye’de çevrecilik eğilimleri ya da çevreye ilişkin toplumsal eğilimler olabildiğince geniş kapsamlı olarak ve derinlemesine tartışılmaya çalışılmıştır. Türkiye’de çevreye ilişkin toplumsal eğilimler incelendiğinde; toplumsal düzeyde çevresel kaygılar ile ekonomik kaygılar arasında bir ikilemin varlığından söz etmek mümkündür. Toplumsal düzeyde bir yandan çevresel kaygılar, çevresel değişimlerin toplumsal etkileri konusunda bir kaygı gözlemlenirken; diğer yandan ekonomik büyüme, kalkınma ve refaha ilişkin bir kaygıdan söz etmek mümkündür. Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 301 Araştırma verileri genel olarak değerlendirildiğinde, katılımcılar genel olarak çevresel konularda bir duyarlılık ifade etmektedirler. Ancak, çevresel duyarlılığın gerektirdiği sorumluluk söz konusu olduğunda katılımcılar, çevresel konulara ilişkin sorumluğun kendilerinde değil başkalarında (örneğin devlet, işadamları gibi) olduğu durumlarda son derece duyarlı ve istekli iken; sorumluluğun doğrudan kendilerinde olması gerektiği durumlarda yeterince duyarlı ve istekli görünmemektedirler. Bu durum özellikle Çevre Bakanlığı çalışanları için daha fazla geçerlidir. Bu da göstermektedir ki, Türk toplumu açısından çevresel duyarlılık daha henüz bilgilenme düzeyinde olup, henüz bilinçlenme ve eylem düzeyinde değildir. Ayrıca genel toplumsal eğilimler açısından veriler genel olarak değerlendirildiğinde, toplumda oldukça dikkate değer ölçüde bir demokratik talep ve eğilim olduğu görülmektedir. Bununla birlikte toplumun, söz konusu taleplerin gerçekleştirilmesi boyutunda çok fazla girişimde bulunmaya istekli olmadığı; bunun yerine, bir yandan özelikle vergi ile ilgili düzenlemeler söz konusu olduğunda devlete güvenmezken, diğer yandan sorumluluğu özellikle devlete bırakma eğiliminde olduğu görülmektedir. Sorumluluğu vatandaşların ve girişimcilerin iradelerine bırakmak yerine devletin koyduğu yasal düzenlemelere bırakmak yönündeki devletçi eğilim genel olarak etkisini halen sürdürmekle birlikte, söz konusu eğilim Çevre Bakanlığı çalışanları arasında çok daha güçlüdür. Türk toplumunun çevresel eğilimlerini yapısal olarak analiz edebilmek için bu araştırma kapsamında üç boyutlu çevresel değerler ölçeği geliştirilmiştir. Çevresel değerler ölçeğinin üç boyutu, çevresel dünya görüşü, çevresel kaygı ve çevresel taahhüttür (Cluck ve diğ., 1997; Tuna, 1998; Tuna, 2006). Daha önceki çevresel değerler araştırmalarından hareketle, bu çalışmada da çevresel değerler kavramının çok boyutlu bir kavram olduğu temel bir varsayım olarak kabul edilmiştir ve çevresel değerler üç boyutlu olarak kavramsallaştırılmıştır: Çevresel dünya görüşü, çevresel kaygı ve çevresel taahhüt. Bu boyutlar şu şekilde tanımlanmıştır. Çevresel dünya görüşü, çevreciliğin genel ve temel formu olarak tanımlanmıştır. Çevreciliğin bu boyutu yanıtlayıcıların çevre konusundaki genel zihinsel kavramsallaştırmaları ve çevre ile endüstrileşme, kalkınma, bilim ve teknoloji arasındaki ilişkilere ilişkin eğilimlerini ifade eder. Çevresel kaygı boyutu, yanıtlayıcıların çevre ile toplum ve çevre ile birey 302 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA arasındaki ilişkilere ve belirli bazı çevresel sorunlara ilişkin tepkilerini ifade eder. Çevresel taahhüt ise yanıtlayıcıların çevresel sorunların çözümüne ilişkin olarak hangi düzeyde taahhütte bulunacaklarına ilişkin soruları kapsamaktadır. Çevresel taahhüt boyutu, daha iyi bir doğal çevrede yaşamak için daha fazla ödemeyi, daha fazla vergi vermeyi ve yaşam standartlarını düşürme gibi taahhütleri içermektedir. Yanıtlayıcılar kendilerine yöneltilen çevresel dünya görüşü ile ilgili sorulara -çevresel kaygı ve çevresel taahhüt sorularına verilen yanıtlar ile karşılaştırıldığında- en yüksek olumlu yanıtları vermişlerdir. Buna göre çevresel dünya görüşü ile ilgili sorular yanıtlayıcıların çoğunluğu tarafından en yüksek düzeyde desteklenmiştir. Bu sonuç, çevresel dünya görüşü boyutunun çevreciliğin en temel ve yaygın formu olarak değerlendirilebilir. Yanıtlayıcılar çevresel kaygı ile ilgili sorulara -çevresel dünya görüşü ve çevresel taahhüt sorularına verilen yanıtlar ile karşılaştırıldığında- orta düzeyde olumlu yanıtlar vermişlerdir. Bu sonuç, çevresel kaygı boyutunun çevreciliğin orta düzeydeki formu olarak değerlendirilebilir. En son olarak, yanıtlayıcıların en azı -çevresel dünya görüşü ve çevresel kaygı ile ilgili sorulara verilen yanıtlar ile karşılaştırıldığında- çevresel taahhüt ile ilgili sorulara yüksek düzeyde olumlu yanıt vermişlerdir. Başka bir deyimle, çevresel taahhüt ile ilgili sorular yanıtlayıcılar tarafından en az düzeyde desteklenmiştir. Bu sonuç, çevresel taahhüt boyutunun çevreciliğin en özellikli ve daha yüksek düzeyde bilgilenme ve bilinçlenme gerektiren formu olduğu ve bundan dolayı en az yaygın ve en az düzeyde desteklendiği şeklinde değerlendirilebilir. Çevresel dünya görüşü boyutunun regresyon analizi sonuçları göstermektedir ki sadece oturulan yer değişkeni çevresel dünya görüşü üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahiptir. Buna göre yaşanılan yer büyüdükçe çevresel dünya görüşü boyunun yükselme olasılığı da artmaktadır. Başka bir deyişle, küçük kentte yaşayanlar kırsal alanda yaşayanlara göre ve büyük kentte yaşayanlar küçük kentte yaşayanlara göre daha yüksek çevresel dünya görüşü değerine sahiptirler. Diğer bağımsız değişkenlerin çevresel dünya görüşü üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi görülmemiştir. Bu göstermektedir ki cinsiyet açısından, gelir düzeyi açısından, eğitim açısından, yaş açısından, meslek açısından ve oturulan süre açısından istatistiksel olarak anlamlı bir çevresel dünya görüşü farklılığı yoktur. Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 303 Çevresel kaygı boyutunun belirlenen bağımsız değişkenler açısından farklılaşmasına bakıldığında, istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olmadığı görülür. Buna göre yaş, eğitim düzeyi, gelir düzeyi, cinsiyet oturulan yer, oturulan süre ve meslek açısından çevresel kaygı boyutunda bir farklılaşma yoktur. En son olarak, çevresel taahhüt boyutunun belirlenen bağımsız değişkenler açısından farklılaşmasına bakıldığında eğitim düzeyi ve meslek değişkenlerinin, çevresel taahhüt boyutunda istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahip olduğu görülür. Bu göstermektedir ki eğitim düzeyi yükseldikçe çevresel taahhüt boyutu değerleri de yükselmektedir. Aynı şekilde mesleksel statü yükseldikçe çevresel taahhüt boyutu değerleri de yükselmektedir. Bu bağlamda eğitim ile mesleksel statü arasında karşılıklı etkileşim ilişkisinden söz etmek mümkündür. Başka bir deyişle yüksek mesleksel statüye sahip olmak yüksek eğitim düzeyine sahip olmayı getireceğinden, mesleksel statü ve eğitim birlikte çevresel taahhüt boyutu üzerinde etkili olabilir. Bunun dışındaki diğer bağımsız değişkenlerin çevresel taahhüt boyutu üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi görülmemiştir. Türkiye’de çevre toplum ilişkileri ve bu bağlamda çevre sosyolojisine genel bir bakıştan sonra şimdi de çevresel süreçlerin diğer bir boyutu olan çevre konusundaki yasal ve yönetsel çerçeveye bakmak gerekmektedir. Türkiye’de Çevreye İlişkin Yasal ve Yönetsel Çerçeve Türkiye’de çevreye ilişkin yasal ve yönetsel yapıya bakıldığında oldukça karmaşık ve zengin bir yasal ve yönetsel çerçevenin olduğu görülür. Anayasa’nın 56. maddesinde “Herkes sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” denilmektedir. Anayasada böyle bir maddenin olması, çevre ile özel mülkiyet, ticaret ve sanayi özgürlüğü gibi çıkarların çatışması durumunda çevresel değerlerin ön plana çıkarılmasına olanak vermektedir. Anayasada bulunan bu maddenin ikinci olumlu yanı ise, çevre konusunda pozitif hukukta açıkça yer almayan somut bir olayın çözümünde, yargıçlar ve yöneticilere rehberlik görevi yapmış olmasıdır. Anayasa çevre korumasını üç boyutta düzenlemektedir: Devletin ödevi, yurttaşların ödevi ve herkesin çevre 304 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA hakkı (Bedük, 1997: 56). Anayasa çevre hakkını açıklıkla tanımlamış ve sağlıklı bir çevrede yaşamak için devleti ve vatandaşları görevlendirmiştir. Ancak buna rağmen, sağlıklı bir çevrede yaşamak konusunda çokta şanslı olmadığımız söylenebilir. Başka bir deyimle anayasadaki açık hükmün, sadece yazılı bir hüküm olmaktan öteye geçemediğini, gerçek anlamda yaşama geçirilemediğini ifade etmek mümkündür. Çevreye ilişkin yönetsel yapıya bakıldığında çevre yönetiminden sorumlu olan kurumun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olduğu görülmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşuna kadar geçen süreç de oldukça ilginçtir. Bu bakanlık aslında Çevre ve Orman Bakanlığından, çevre kısmının alınarak, bu kısmın Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile birleştirilmesinden oluşmuş bir bakanlıktır. Dolayısıyla günümüzdeki bakanlığın tarihsel arka planında Çevre ve Orman Bakanlığı yer aldığından öncelikle bu bakanlığın tarihsel arka planına bakmak gerekmektedir. Çevre ve Orman Bakanlığı yapısı içinde, merkez teşkilatı ve teşkilat yapısı içinde birçok genel müdürlük bulunduran bir bakanlıktır. Ayrıca Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı olan ancak diğer genel müdürlüklerden ayrı bir statüde bulunan ve bundan dolayı kısmen özerk olan Özel Çevre Koruma Kurulu vardır. Özel Çevre Koruma Kurulu, Özel Çevre Koruma Alanı ilan edilmiş olan alanların çevresel yönetiminden sorumluydu. Bunun dışında Çevre ve Orman Bakanlığının tüm illerde örgütlenmiş olan taşra teşkilatı vardı. Çevre ve Orman Bakanlığı, merkez ve taşra teşkilatı ile çevre konusunda kendisine tanınmış olan planlama, denetim, yönetim işlevini yerine getirmeye çalışırdı. Bu bağlamda Çevre ve Orman Bakanlığının görevleri arasında doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir kullanımı için gerekli tedbirleri alması, planlama ve denetimleri yapmak da vardı. Bununla birlikte özellikle çevresel etkisi olacak her türlü ekonomik girişim için, Çevresel Etki Değerlendirme Genel Müdürlüğü aracılığı ile çevresel etki değerlendirme raporlarının hazırlanması ve ilgili girişimlerin çevreye en az zararı verecek şekilde planlanmasını sağlamak da bu bakanlığın görevleri arasındaydı. Bakanlığın tüm bu işlevleri yerine getirebilesi için oldukça zengin ve bir yasal mevzuatı da vardı. Çevre ve Orman Bakanlığının kuruluşundan önce de bu bakanlık iki bakanlık şeklinde örgütlenmişti; Çevre Bakanlığı ve Orman Bakanlığı. Daha önce ayrı iki yönetim yapısı şeklinde örgütlenmiş olan bu iki farklı yapı tek bir çatı altında Çevre ve Orman Bakanlığı olarak örgütlenmiştir. Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 305 Bu aslında iki farklı yapının birleşmesinden oluşan yeni bir yapı değil, Çevre Bakanlığı’nın Orman Bakanlığı içinde eritilmesi şeklinde olmuştur. Bu o kadar böyledir ki, 81 ilde yer alan Çevre ve Orman İl Müdürlerinin çok büyük bir kısmı Orman Bakanlığı kökenlilerden ve özellikle orman mühendislerinden oluşmuştur. Çevre Bakanlığının Orman Bakanlığı ile birleştirilerek “çevre”nin adeta “orman” içinde kaybolması ile süreç bitmemiş ve daha da olumsuzu gerçekleşerek, 3 Haziran 2011 tarih ve 636 sayılı kanun hükmünde kararname ile çevre bu kez ormanda ayrılarak şehircilikle birleştirilmiş ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kurulmuştur. Böylelikle çevre bir kez daha bu kez “şehir”de kaybolmuştur. “Çevre” orman içinde eritilmesinden sonra, bu kez de “şehir” içinde eritilmesi sonucunda hemen hemen tamamen işlevsiz hale getirilmiştir. Bu o kadar böyledir ki, Çevre Bakanlığı merkez teşkilatında yer alan genel müdürlükler birleştirilmek ya da lağv edilmek suretiyle ortadan kaldırılmıştır. Çevrenin ormanla birleştirilmesi sonucu il müdürlüklerinin tamamına yakını orman mühendisi iken bu kez şehircilik (bayındırlık) ile birleştirilmesi sonucu il müdürlüklerinin tamamına yakını inşaat mühendislerinden oluşmuştur. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, isminde “çevre” ibaresinin önce yer almasının aksine, önceliği çevreyi korumak ve bunun için gerekli tedbirleri almak değil, şehirleşme yani yapılaşma almıştır. Ormanlık alanların, kıyı alanlarının ve koruma altında olan alanların yapılaşmaya açılması gibi iş ve işlemler bu bakanlık dönemimde artmıştır. Bu bakanlık çevreyi korumak yerine adeta çevresel değerlerin tahrip edilmesine olanak sağlayan bir işleyiş içinde olmuştur. Ormanlık alanlara verilen maden ruhsatları, akarsular üzerine santrallerin kurulması, birçok endüstriyel tesisin kuruluşunda zorunlu olması gereken çevresel etki değerlendirmesinin zorunlu olmaktan çıkarılması, çevresel etki değerlendirme raporlarının işlevsiz hale gelmesi, görevi çevreyi korumak olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığının çevreyi korumak dışında her şeyle ilgilendiğini göstermektedir. Türkiye’nin çevresel durum ve konumunu uluslar arası düzeyde karşılaştırmalı olarak ele almak gerekirse, bu konuda yapılmış olan değişik araştırmalara ve araştırma raporlarına değinmek gerekir. Bu raporlardan birisi Dünya Ekonomik Forumu, Yale ve Columbia Üniversiteleri tarafından hazırlanan Çevresel Performans İndeksidir. Bu indekste yer alan ve altı kategoriden oluşan 25 göstergede ülkelerin çevresel performansları 306 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA değerlendirilmiştir. Türkiye çevresel performans açısından bu raporda yer alan 149 ülke içinde 72. sırada yer almaktadır. 72. sıra aritmetiksel olarak olduğu gibi çevresel performans açısından da orta düzeyde bir performası göstermektedir. Diğer bir gösterge ise 235 ülkenin yer aldığı Çevresel Kırılganlık İndeksidir. Bu sıralamada ise Türkiye çevresel açıdan “çok kırılgan” kategorsinde yer almaktadır (Baykan, 2008). “Çevresel kırılganlık” doğal çevresel değerlerin korunması konusunda son derece yetersiz bir durumu ifade etmektedir. Her iki raporda da çevresel değerlerin korunması, bu konuda alınan tedbirler ve bunların etkili olarak uygulanması konusunda göstergeler yer almıştır. Her iki raporda yer alan verilere göre, Türkiye’nin doğal çevrenin korunması açısından son derece yetersiz olduğu; Türkiye’de çevrenin yönetimsel düzeyde öncelikli bir konu olmadığı ve sonuç olarak Türkiye’nin çevresel konumunun son derece yetersiz, olumsuz ve hatta umutsuz olduğu görülmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığında egemen olan bakış açısı, çevresel duyarlılık ve doğal değerlerin korunmasından çok, çevre ile ilgili olarak ekonomik girişimlerin teşvik edilmesi şeklinde olmuştur. Ormanlık alanlara verilen maden arama ve işletme ruhsatları, akarsular üzerinde kurulacak hidroelektrik santrallerine çevresel etki değerlendirme raporlarının verilmesi gibi konularda doğal ve çevresel kaynakların korunmasından çok, ekonomik girişimlere öncelik verildiği görülmektedir. Bu durum doğal kaynakların sürdürülebilirliği, ekosistemin dengesinin korunması ve özellikle biyo-çeşitliliğin korunması açısından son derece sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Ekonomik Sektörlerin Çevreye Bakışı Türkiye’de ekonomik sektörlerin çevreye bakışını değerlendirmeden önce ekonomik sektörlerin özellikle endüstriyel sektörlerin yapısını incelemek gerekir. Türkiye’de endüstriyel sektörler ağırlıklı olarak, demir-çelik, petro-kimya, tekstil, otomotiv ve çimento gibi görece düşük teknolojiye dayalı ve çevresel açıdan da kirletici niteliği ağır basan sektörlerdir. Dolayısıyla çevresel açıdan kirletici niteliği ağırlıklı olan bu sektörlerin çevresel açıdan fazla duyarlı olmadıkları görülmektedir. Bunun en önemli nedeni, toplumsal düzeyde ve yasal-yönetsel düzeyde çevresel duyarlılığın oldukça düşük olmasıdır. Ekonomik sektörler özellikle endüstriyel ve madencilik sektörleri üzerinde çevresel konularda duyarlı olmalarını Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 307 sağlayacak etkili bir denetleme mekanizması yoktur. Gerek kamuoyu baskısının olmaması gerekse yasal ve yönetsel çerçevenin yetersiz olmasından dolayı endüstriyel sektörler çevresel konularda duyarlı olma gereği duymamaktadırlar. Söz konusu sektörlerin çevresel konulara duyarlı olmamalarının bir başka nedeni de küresel düzeyde yıkıcı rekabet ortamıdır. Endüstriyel üretim sürecinde çevreye daha fazla duyarlı olmak ve bunun gerektirdiği yatırımları yapmak fazladan maliyet getirmektedir. Buna karşın aynı ürünü üreten ve çevresel konularda daha az duyarlı olan başka ülkeler ya da şirketler bulunmakta ve bu ülkeler ve şirketler çevresel gerekliliklerin gerektirdiği yatırımları yapmamakta ve aynı ürünü daha ucuza mal etmektedir. Sonuç olarak Türkiye’deki ilgili sektörler de küresel düzeyde daha rekabetçi olabilmek ve daha ucuza üretebilmek için çevresel açıdan gerekli yatırımları yapmaktan kaçınmaktadırlar. Bunun sonucu olarak çevresel duyarsızlığın da büyük bir hızla yayıldığını ifade etmek mümkündür. Yukarıda sayılanların ötesinde özellikle madencilik sektöründeki çevreye duyarlı olmayan, siyanürlü altın madenciliği gibi üretim süreçleri çevresel ve toplumsal açıdan çok büyük riskler yaratmaktadır. Endüstriyel sektörlerin çevresel konularda daha duyarlı olmaları, dolayısıyla çevresel duyarlılığın gerektirdiği önlemleri almak ve yatırımları yapmak büyük ölçüde, bu sektörler üzerinde oluşturulacak kamuoyu baskısına ve yönetimsel düzeyde oluşturulacak baskı ve yaptırımlara bağlıdır. Bunun yanında artık üretim süreçlerinde çevreye daha duyarlı ürünlere karşı giderek artan ölçüde talebin oluşmakta olduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla endüstriyel sektörlerin çevreye duyarlı ürünlerin üretimine yönelmesi, kısa vadede rekabetçi gibi görünmemesine rağmen, orta ve uzun vadede daha rekabetçi gibi bir ürün ve pazar yapısına kavuşabileceklerini belirtmek mümkündür. Türkiye’de Çevreci Hareket 1980’lerde Çevre Hareketinin Görünümü 1980 sonrasında Yeşil ya da çevreci hareketler toplumda seslerini duyurmaya başlamış ve bu anlamda kamuoyu oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu sayede çevre konusu aynı zamanda politik bir konu olabilmiştir. Çevre 308 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA hareketinin de diğer politik hareketler gibi 1980 sonrasında yükselişe geçmesinin tesadüf olmadığı görülür. Çünkü serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinde, çevreye verilen büyük tahribatlar bu hareketlerin ortaya çıkmalarında önemli bir faktör olmuştur. Söz konusu dönem Türkiye’de ekonomik gelişme ve sanayileşme açısından belirli gelişme ivmesinin yakalandığı bir dönemdir. Türkiye’de ihracata dayalı sanayileşmenin görece hızlı bir gelişmesinin de etkisiyle, özel sektörün etkisi artmıştır. Bununla birlikte özel sektöre dayalı sanayileşmenin, sanayiyi teşvik etmek güdüsüyle çevresel anlamda yeterince denetlenmemesi, özel sektörün kararlarında serbest bırakılması, bu dönemde ortaya çıkan sanayi girişimlerinin çevreyi çok fazla dikkate almamasına yol açmıştır. Sonuç olarak bu durum, çevre üzerinde de büyük baskı oluşturarak çok ciddi çevresel tahribatların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Çevre üzerinde meydana gelen bu tahribatlar çevre konusundaki duyarlılığın artmasına ve çevresel hareketin bir ölçüde gelişimine katkı yapmıştır denilebilir. 12 Eylül 1980 darbesinin ilk yıllarında tüm demokratik girişimler olumsuz yönde etkilenmiş olsa da, özellikle 80’li yılların ikinci yarısından itibaren tüm demokratik mücadele alanlarında olduğu gibi, çevre hareketinde de tekrar bir yükselişin ortaya çıktığı görülür. Bu dönemde serbest piyasa ekonomisinin yarattığı problemler, yanlış kentleşme ile çevrenin tahrip olmasından çok, çevre ve doğa sevgisi üzerinde durularak çeşitli eylemler yapılmıştır. Merkezi ve yerel yönetim çevre konusunda çok fazla duyarlı olmasa da, çevre hareketinin ortaya koyduğu duyarlılığın merkezi yönetim üzerinde kısmen de olsa etkili olduğu ve bağlamda çevresel konularla ilgili olarak bir yönetim yapısının oluşturulduğu, ilkin Çevre Müsteşarlığının daha sonra da Çevre Bakanlığının kurulduğu görülmektedir. Hatta bu dönem içerisinde, kitle iletişim araçlarının da etkisiyle, çevrecilik eğilimlerinde kısmi bir yükselişin ortaya çıktığı belirtilebilir. Türkiye’de 1980’lerden itibaren kısmen kımıldama aşamasında olan çevreci hareket açısından 1990’lı yıllar ise hareketlenmenin arttığı yıllar olmuştur. Her ne kadar güçlü bir toplumsal desteğe sahip olmasa da Türkiye’de çevre hareketinin en önemli temsilcisi yeşiller hareketi ve Yeşiller Partisidir. Bu bağlamda Yeşiller Partisine daha yakından bakmak gerekmektedir. Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 309 Yeşiller Partisi Yeşiller Partisi tüm dünyada çevreci hareketin en önemli siyasi temsilcilerinden birisi olarak kabul edilir. Ağırlıklı olarak Avrupa’da olmak üzere tüm dünyada Yeşiller adıyla anılan bir çevreci hareket söz konusudur. Bu hareket bazı ülkelerde siyasi parti formunda örgütlendiği gibi, bazı ülkelerde ise sadece bir sivil toplum örgütü şeklinde örgütlenmiştir. Dünyanın birçok ülkesindeki Yeşiller Hareketinden esinlenerek 6 Haziran 1988 tarihinde Türkiye’de ilk kez Yeşiller Partisi kurulmuştur. Kurucuları arasında Celal Ertuğ, İlhan İrem ve Ali Kocatepe gibi isimler vardır, ilk genel başkan Celal Ertuğ olmuştur. 1991 yılında Celal Ertuğ çevrecilik konusunda yeterince radikal ve etkin bulunmadığı gerekçesiyle genel başkanlıktan ayrılmak zorunda kalmış ve yerine Bilge Contepe geçmiştir. Ancak Yeşiller Partisi kamuoyunun ilgisini çekemediğinden marjinal bir parti olarak kalmış ve zaman içinde fesh olmuştur. Yeşiller Partisi’nin yeniden kurulması girişimleri 2002’de başlamıştır. Partinin kuruluş çalışmalarında 100’den fazla akademisyen, yazar, sanatçı, gazeteci desteklerini, gazete ilânlarıyla duyurmuşlardır. Partinin, %50 kadın kotası uygulamasına ve ambleminin “günebakan çiçeği” olmasına karar verilmiştir. Partinin nükleer tehdide, küresel iklim değişikliğine, savaşlara, ayrımcılığa, demokrasi karşıtı müdahalelere, kısıtlanan özgürlüklere karşı bir duruş sergilemesi öngörülmüştür. Bu bağlamda kuruluş çalışmalarını tamamlayan Yeşiller Partisi, 30 Haziran 2008 tarihinde yeniden kurulmuştur. Yeşiller Partisi kendisini, sürdürülebilir yaşam için, ekolojik, paylaşımcı ve çoğulcu bir toplumun kurulması ile ilgili mücadele eden şiddet karşıtı, demokratik bir siyasi parti olarak tanımlamıştır. Yeşiller Partisi’nin 2000’li yıllardaki yeniden kuruluş süreci incelendiğinde, çevreci hareketin örgütlenmesi açısından ne kadar zorlu süreçlerden geçildiği görülebilir. Bir siyasi hareket ve parti girişimi olarak 2002’den bu yana Türkiye Yeşilleri adıyla çalışmalarını sürdüren bu parti, toplumun çeşitli kesimlerinden aldıkları desteklerle de uzun tartışmalar sonucunda siyasi programını oluşturmuştur. Örgütlenme ilkeleri ve çalışma yöntemleri üzerinde uzun bir süreç? yaşayarak öğrenme süreci geçiren parti, tüm bu süreçlerin ardından parti tüzüğünü hazırlamıştır. Partinin örgütlenme yapısına bakılacak olursa yerel, ülke ve küresel düzeyde bir örgütlenmenin ürünü olduğu söylenebilir. Önce çeşitli il 310 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA ve ilçelerde yerel gruplar oluşturulmuş, yeşil odalar açılmış ve çalışma grupları kurulmuştur. Koordinatörler, yürütme kurulları ve sözcüler seçilmiştir. Sürekli koordinasyon içinde olunarak, yerel bir tabana dayalı ama bütünlüklü bir siyasi hareket yaratılmaya çalışılmıştır. Uluslararası alanda dünya yeşilleri ile olan ilişkiler geliştirilerek, daha parti kurulmadan Avrupa Yeşil Partisi’nin gözlemci üyeliğine kabul edilen Türkiye Yeşilleri; Akdeniz, Karadeniz ve Balkan Yeşil partilerinin bir araya geldiği yapılarda yer alarak en sonunda Küresel Yeşiller Hareketinin bir parçası olmayı başarmıştır. Yeşiller Hareketi partileşme yolunda kendini anlatabilmek için çok farklı siyasi eylem yollarını denemiştir. Uzun bir süreç gerektiren bu örgütlenme aşaması, kurulacak olan partinin sağlam bir zemine oturması açısından büyük bir önem taşımıştır. Yeşiller Partisinin yaptığı tespitin basit ve yaşamsal olduğu partinin belgelerinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Endüstriyel tüketim toplumu, doğayı ve toplumu yıkıma sürüklüyor. Sadece yediğimiz yiyecekler, içtiğimiz su, soluduğumuz hava değil toplumsal yaşam da kirleniyor, tahrip oluyor. Yoksulluk, eşitsizlikler ve ayrımcılık artıyor. Şiddet toplumun her alanında yaygınlaşıyor, kadınlar daha fazla eziliyor, dünyamız yeni bir savaş sarmalına sokuluyor. Yoksulları, çiftçileri, kendine yeten toplulukları yok sayan küreselleşme politikaları tüm ülkelere dayatılıyor. Ekonomik ilişkiler toplumsal yaşamın tek ölçütü haline geliyor, kar uğruna ekosistem, insan ilişkileri ve geleceğimiz ağır bir tehdit altına sokuluyor.”(Dipnot verelim) Yeşiller Partisi sürüdürülebilir ve doğaya uyumlu, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya hedefi için çalışmakta ve mücadelesini sürdürmektedir. Dünya yeşilleri ile yakın işbirliği içinde olan ve evrensel yeşil ilkeler olarak belirlenmiş olan Yeşiller Partisinin ilkeleri şunlardır: Yeşiller’in Temel İlkeleri 1. Doğaya Uyum: Yeşiller, insanın doğanın ayrılmaz bir parçası ve tüm canlıların içsel değerleri olduğuna inanırlar. Ekolojik dengenin korunmasına önem verdikleri için bu dengenin bozulmasında rol oynayan ekonomik ve sosyal sistemlere, üretim, tüketim ve yaşam biçimlerine ve doğayı yok oluşa götüren insan merkezli politikalara karşı çıkarlar. Tüm bunları da önleyebilmek için ekolojik dengenin korunmasının önemini vurgularlar. Biyolojik çeşitliliğin var olması gerektiğini düşünüp, buna paralel ekoloji eksenli politikaların geliştirilmesi gerektiğini savunurlar. Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 311 2. Küresel Mücadele: Yeşiller, kapitalizmin doğayı ve insanı sömürdüğünü, geniş kitleleri yoksullaştırdığını, ekonomik ilişkileri öne çıkararak toplumsal yaşamı ekonomik çıkar temelli bir yapıya dönüştürdüğünü savunmaktadır. Ayrıca kar etme hırsıyla donatılmış olan kapitalist sistemin, ekosistem ve insan ilişkilerini tahrip eden politikalarına, toplumsal dayanışmayı ve sosyal hakları yok ederek, sermayenin sınırsız biçimde küreselleşmesini amaçlayan neoliberalizme karşı, küresel anlamda bir mücadele vermektedirler. 3. Sürdürülebilirlik: Yeşillere göre endüstriyalizm, insanlık tarihinde doğanın insan tarafından sömürülmesi yoluyla ulaşılan en son ve en yıkıcı sistemdir. Yeşiller, bu sistemin, ölçüsüz kalkınmacılığın ve küresel ekonomik sistem tarafından dayatılan tüketim toplumunun savurgan, tek tipleştirici, bireyci ve yıkıcı toplum modeline karşı çıkarlar. Onlara göre ideal olanı ise gelecek kuşakların haklarını gözeten, doğayı koruyan, yaşamı sürdürebilir kılan ve insani ölçülerde işleyen bir ekonomik sistemin geliştirilmesidir. Bu sistem geliştirildiği takdirde daha doğru bir yaşam biçiminin yakalanacağını düşünen yeşiller, düşündükleri bu modele ulaşabilmek için çaba göstermektedirler. 4. Erkek Egemenliğinin Reddi: Yeşillere göre, kadınlar toplumda ikinci sınıf vatandaş yerine konmaktadır. Ayrıca kadınların gerek ekonomik, gerekse sosyal anlamda sömürüldüğünü düşünmektedirler. Yeşiller, bu olumsuz durumların olmaması için kadınların da yanında yer alırlar. Böylece kadınların ürettikleri özgürleştirici politikalara destek verirler. Bunların sadece soyut ilkeler olarak ortaya konmasının yeterli olmadığı, aynı zamanda günlük yaşam pratiklerinde de hayata geçirilmesi gerektiğini savunurlar. 5. Şiddetin Reddi: Yeşiller, hangi nedenle olursa olsun, uygulanmış her türlü şiddeti reddeder. Yaşamın içinde ve politikanın her alanında şiddetsiz yöntemleri hayata geçirmeyi savunur; insan özgürlüğünün ve demokrasinin önündeki en büyük engel olarak gördüğü militarizme karşı sivilleşmeyi, yaşamın ve doğanın baş düşmanı olan ve tümüyle reddedilmedikçe asla yok edilemeyecek olan savaşa karşı koşulsuz barışı ve silahsızlanmayı savunur. 6. Doğrudan Demokrasi: Yeşiller, toplumun doğrudan demokrasi temelinde örgütlenmesi, insanların karar mekanizmalarına doğrudan 312 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA etki edebilecekleri çeşitli yapıların kurulmasını savunurlar. Yetki ve sorumlulukların ise yerel ve bölgesel düzeyde yoğunlaştırılması fikrini desteklerler. Bunun yanı sıra temsili ve katılımcı demokrasinin de siyasetin tabana yayılmasını sağlayacak, doğrudan demokrasi uygulamalarıyla paralel olarak ve birbirlerini destekleyerek işlemesi gerektiğini savunurlar. 7. Yerellik: Yeşiller, geleneksel siyasal hareketleri ve partilerin merkeziyetçi, hiyerarşik, erkek egemen, kişileri putlaştıran, liderlik mekanizmalarına dayalı ve katılıma kapalı örgütlenme tarzını reddeder. Yerel yapıları öne çıkaran yatay, merkezsiz, ağ tipi örgütlenme tarzını, yeşil ilkelere sahip çıkan tüm yurttaşların eşit ve özgür katılımına açık yapılarda, kolektif çalışmaya dayalı bir örgütlenme anlayışını hayata geçirmeyi amaçlar. 8. Adil Paylaşım: Yeşiller, toplumun hem ekonomik hem de cinsiyete, yaşa, kişilerin sahip olduğu diğer kimliklere dayalı eşitlik temelinin kurulması ve yaşatılması idealine sahip çıkar. Sosyal adaleti savunurlar. Uygulanacak ekonomik ve sosyal politikaların, üretim, yönetim ve yaşam biçimlerinin birey özgürlüğüne ve farklılıklarına zarar vermeyecek şekilde tasarlanması, özgürlükleri geliştirmenin temel amaç olmaktan çıkarılmaması gerektiğini savunur. Gündelik hayatın politik olduğuna inanır ve politikalarını geliştirirken bunu göz önünde tutar. 9. Özgür Yaşam: Yeşiller, insanların kontrol altında tutulmasını, bireysel farklılıkların ve özgürlüklerin bastırılmasını ya da ekonomik sömürünün sürdürülmesini sağlamak için kurulan tüm otoriter ve dayatmacı yapılara karşı çıkar. İnsanın, insan ve doğa üzerindeki baskısına karşı özgürleştirici politikalar geliştirir, insanlığın tarihsel mücadelesinin vazgeçilmez bir ürünü olan insan haklarının tüm unsurlarıyla savunulmasını ve geliştirilmesini amaçlar; insanın diğer türler üzerindeki baskısını reddederek hayvanların özgürleştirilmesi için verilen mücadeleyi destekler ve hayvan haklarını savunur. 10. Çeşitliliğin Korunması: Yeşiller; ırkçılık, milliyetçilik, köktendincilik ve cinsiyetçiliği reddeder; insanların ve halkların kültürel, dinsel, etnik, dilsel, cinsel ve düşünsel farklılıklarını ve çeşitliliğini tanır; bu çeşitliliğin bütünlük içinde korunması ve geliştirilmesi gerektiğini savunur; farklılıkların kendi içinde baskı oluşturucu ve ayrıştırıcı yönelim kazanmasına karşı çıkar. Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 313 Sonuç Bu makalede Türkiye’de çevresel sorunlar ve çevresel süreçler sosyolojik bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Bu bağlamda Türkiye’de çevre toplum ilişkilerinin genel çerçevesi çizilmiş, çevreye ilişkin toplumsal eğilimler bir başka deyimle çevrecilik eğilimleri tartışmaya açılmıştır. Bunun yanında çevresel sosyolojisinin ortaya çıkışı ve durumu, çevreye ilişkin yasal ve yönetsel çerçeve, ekonomik sektölerin çevreye bakışı ve Türkiye’deki çevre hareketi ele alınmıştır. Türkiye çevresel sorunların ve çevresel süreçlerin önemli ve öncelikli sorunlar olarak ele alındığı bir ülke olmaktan oldukça uzak bir konumdadır. Çevresel sorunlar ve çevresel süreçler ne toplumsal düzeyde yaygın bir şekilde kamuoyunun ilgisini çekmektedir ne de yönetim düzeyinde böyle bir ilgi söz konusudur. Çevresel süreçler ve bu süreçlerin toplumsal etkileri konusundaki araştırmalar giderek artmakla birlikte bu araştırmaların toplumsal düzeydeki yansımaları oldukça yetersiz düzeyde kalmaktadır. Yönetim düzeyinde ve ekonomik sektörler düzeyinde çevre öncelikli bir konu olmaktan oldukça uzak bir konumdadır. Çevresel duyarlılık ile ekonomik kaygılar karşı karşıya geldiğinde, hemen hemen her zaman ekonomik kaygılar öne çıkmakta ve çevre bir olgu olarak göz ardı edilebilir olmaktan kurtulamamaktadır. Sürdürülebilir bir yaşam ve sürdürülebilir bir toplum için doğal çevrenin öncelikli bir faktör olarak değerlendirildiği ortamsal koşulların yaratılması ve toplumsal düzeyde çevresel duyarlılığın bir an önce yaratılması ve buna bağlı olarak yasal ve yönetsel yapının çevreye duyarlı bir forma bir an önce dönüştürülmesi vazgeçilmez bir gereklilik olarak önümüzde durmaktadır. 314 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA KAYNAKÇA Abacıoğlu, Asuman (1993), “Yeşil Hareket’te Siyasal Kirlenme Yaşanıyor”, Cumhuriyet Dergi, S. 396 ss. 6-7. Adak, Nurşen (2010), “Geçmişten Bugüne Çevreye Sosyolojik Yaklaşım”, Ege Akademik Bakış / Ege Academic Review, S.10, ss. 371-382. Akdeniz, Nalan (1993), “Çevre ve Enerji Politikaları,” Günümüzün Çevre Sorunları, Ankara, Birleşmiş Milletler Türk Derneği Yayını. Arsel, Murat (2012), “Environmental Studies in Turkey: Critical Perspectives in a Time of Neo-liberal Developmentalism”, The Arab World Geographer, V.15, N.1 Arsel, Murat ve Adaman, Fikret (2005), Environmentalism in Turkey Between Democracy and Development? Ashgate Publishing. Balta, Ecehan (2000), Ekoloji ile Uyumlu Bir Toplumsal Yaşam Projesinin Temel Taşları, İstanbul, Özgür Üniversite Kitaplığı. Barlas, Nükhet (2013), Küresel Krizlerden Sürdürülebilir Topluma Çağımızın Çevre Sorunları, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi. Baykan, Barış (2012), “Türkiye’de GDO’lar ve Toplumsal Muhalefet”, Betam Araştırma Notu, http://www.betam.bahcesehir.edu.tr Berkes, Fikret ve Kışlalıoğlu, Mine (2001), Ekoloji ve Çevre Bilimleri, İstanbul, Remzi Kitabevi. Bora, Tanıl (1989), “80’lerde Yeşil Hareket: Salonlardan Sokaklara”, Sokak Dergisi, 19: 20-21. Bora, Tanıl (1993), “Avrupa’da Yeşil Hareketin Bunalımı ve Türkiye’de ‘Yeşillik’”, Ağaçkakan Dergisi, 5: 6. Catton, William R. and Riley Dunlap (1978), “Environmental Sociology: A New Paradigm.” The American Sociologist. S. 13, ss 41-49. Catton, William R. and Riley Dunlap (1980), “A New Ecological Paradigm for PostExuberant Sociology.” American Behavioral Scientist. C. 24 S. 1, ss 15-47. Catton, William R. (1982), Overshoot: The Ecological Basis of Revolutionary Change. Urbana, University of Illinois Press. Cluck, Rodney, Duane A. Gill, Ralph Brown, and Xiaohe Xu (1997), Attitudes Towards and Commitment to Environmentalism: A Multidimensional Conceptualization. (Paper presented at the 60th meeting of the Rural Sociological Society, Toronto, Ontario, Canada, August, 1997) Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 315 Çalgüner, Tahir (2012), Ekolojizm çağında “KEMALİSTEKOLOJİ”, İstanbul, Sokak Kitapları Yayıncılık. Çepel, Necmettin (2006), Ekoloji, Doğal Yaşam Dünyaları ve İnsan, İstanbul, Palme Yayıncılık. Çımrın Kökalan, Füsun (2014), “Sosyoloji ve Çevre” Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, C. 9, S. 2, ss. 1007-1020. Çiğdem, Ahmet (1997), “Toplum, Doğa ve Eko-Politik Hareketler”, Birikim Dergisi S. 98, ss. 31-38. Çoban, Aykut (2010), “‘Sürdürülebilir Kalkınma’ Tartışması Ekseninde Bergama Köylü Direnişi”, Değişen İzmir’i Anlamak, (der. D. Yıldırım ve E. Haspolat), Ankara, Phoenix Yayınevi, ss. 561-599. Demir, Ahmet ve Pala, Akın (2007), “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara Toplumun Bakış Açısı”, Hayvansal Üretim, S.48, ss. 33-43. Demirer, Temel (2012), Kapitalizmin Ekolojik Sorunları, İstanbul, Kaldıraç Yayınevi. Demirer, Göksel vd. (2000), Marksizm ve Ekoloji, Ankara, Öteki Yayınevi. Dunlap, Riley E. (1975), “The Impact of Political Orientation on Environmental Attitudes and Actions”, Environment and Behavior, C. 7, S. 4, ss. 428-453. Dunlap, Riley E. and William R. Catton, Jr. (1994), “Struggling with Human Exemptionalism: The Rise, Decline and Revitalization of Environmental Sociology.” The American Sociologist. Spring, 1994: ss 5-30. Dunlap, Riley E. and Kent D. Van Liere (1978), “The ‘New Environmental Paradigm.’” The Journal of Environmental Education. C. 9 (yaz), ss. 10-19. Dunlap, Riley E. and Kent Van Liere. (1984), “Commitment to the Dominant Social Paradigm and Concern for Environmental Quality.” Social Science Quarterly. C. 65, S. 4, ss.1013-28. Efe, Adem (2009), “Türkiye’de Dini Grupların Çevre Ve Çevre Sorunlarına İlişkin Görüşleri İskenderpaşa Cemaati Örneği” VI. Ulusal Sosyoloji Kongresi, www. sosyolojiderneği.org Egeli, Gülün (1996), Avrupa Birliği ve Türkiye’de Çevre Politikaları, Ankara, Türkiye Çevre Vakfı Yayını. Erbaş, Hayriye (2008), Türkiye’de Biyoteknoloji ve Toplumsal Kesimler: Profesyoneller, Kentsel Tüketiciler ve Köylüler, A. Ü. Biyoteknoloji Enstitüsü Yayınları N.4. Erdoğan, İrfan ve Ejder, Nazmiye (1997), Çevre Sorunları, İstanbul, Doruk Yayıncılık. 316 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA Ertuğ, Celal (1988), “Çevre”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, S. 98 s. 4. Ertuğ, Celal (1995), “Talihi Olmayan Yeşiller Partisinin Tarihi”, Ağaçkakan Dergisi S. 23-24, ss. 16-18. Ertürk, Hasan (1996), Çevre Bilimlerine Giriş, Bursa, Uludağ ÜniversitesiYayınları. Freudenburg, William R., Scott Frickel and Robert Gramling (1995), “Beyond the Nature/ Society Divide: Learning to Think About a Mountain”, Sociological Forum, C. 10, s. 3, ss. 361-392. Freudenburg, William R., Scott Frickel, and Robert Gramling (1996), “Crossing the Next Divide: A Response to Andy Pickering.” Sociological Forum, c.11, s. 1, ss. 161-174. Gare, Arran E. (1995), Postmodernism and the Environmental Crisis. London, Routledge. Gökçe, Birsen (1993), Toplum ve Çevre, Ankara, Sosyoloji Derneği Yayını. Gökmen, Sabri (2007), Genel Ekoloji, Ankara, Nobel Kitabevi. Görmez, Kemal (2003), Çevre Sorunları ve Türkiye, Ankara, Gazi Kitabevi. Güzel, Çetin (2006), Emperyalizm ve Çevre Krizi, İstanbul, Ceylan Yayınları. Kaplan, Ayşegül (1997), Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları, Ankara, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları. Kasapoğlu, M. Aytül, Mehmet Ecevit (2002), “Attitudes and Behavior Toward the Environment: The Case of Lake Burdur in Turkey”, Environment and Behavior, C. 34, s. 3, ss. 363-377. Kaya Çabuk, Nilay ve Turan Feryal (2000), “Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Alt Yapı Koşullarının İnsan ve Çevre Üzerine Etkileri” Türkiye’nin Sorunlarına Çözüm Konferansı, 21. yy’da Türkiye, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi. Kayır Öztunalı, Gülser (2003), Doğaya Dönüş: Topluma Ekolojik Bakış, İstanbul, Bağlam Yayıncılık. Keleş, Ruşen (2013), 100 Soruda Çevre: Çevre Sorunları ve Çevre Politikası, İzmir, Yakın Kitabevi. Keleş, Ruşen ve Hamamcı, Can (1993), Çevrebilim, İstanbul, İmge Kitabevi. Keleş, Ruşen. (2007), Çevre ve Politika Başka Bir Dünya Özlemi, İstanbul, İmge Kitabevi. Keleş, Ruşen (1997), İnsan, Çevre ve Toplum, İstanbul, İmge Kitabevi. Sosyoloji Konferansları, No: 52 (2015-2) / 291-318 317 Kırlı, Serkan ve Sarı, Ümit (2012), Medya ve Gündelik Yaşamda Çevre Gerçeği, İstanbul, Aya Kitap. Konak, Nahide (2010), “Çevre Sosyolojisi: Kavramsal ve Teorik Gelişmeler”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 24, ss. 271-283. Kurtoğlu, Ramazan (2013), Küresel Hegemonya Savaşları: İklim, Su ve Gıda, İstanbul, Karma Kitaplar. Laçiner, Ömer (1994), “Ekoloji, İnsan ve Toplum”, Birikim Dergisi S. 57/58, ss. 12-16. Olgun, Hakan (2012), Yeşil ve Siyaset, İstanbul, Lotus Yayıncılık. Orhan, Gökhan (2004),“Sürdürülebilir Kalkınma, Ekolojik Modernizasyon ve Türkiye Çevre Politikası”, Çevre, Bilim, Teknoloji Dergisi, S. 5, ss. 13-28. Önder, Tuncay (2003), Ekoloji, Toplum ve Siyaset, İstanbul, Odak Yayınları. Öz, Esat (1989), “Dünya’da ve Türkiye’de Çevre Koruma Hareketinin Gelişimi: Çevre Koruma Derneklerinden Siyasal Partilere”, Türkiye Günlüğü Dergisi, S. 3, ss. 27-34. Özdemir, Şevket (1998), Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Çevre Sorunlarına Duyarlılık, Ankara, Palme Yayınları. Özgür, Özcan (1998), Bitmeyen Kavga: Gökova, Muğla, Yeni Gün Matbaası. Öktem, Mustafa (2003), Kent Çevre ve Globalleşme, Bursa, Alfa Aktüel Yayıncılık. Paker, Hande (2012), “Çevre Rejimleri ve Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü: Akdeniz’de Sürdürülebilirlik”, Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, C. 20, S. 1, ss. 171-175. Ratip, Mehmet (2010), “Kapitalizmin Yüce Krizi”, Birikim Dergisi, S. 260, ss. 89-96. Spaargaren, Gert, Arthur Mol, Frederick Buttel (2000), “Introduction: Globalization, Modernity and the Environment,” Environment and Global Modernity, Ed: Gert Spaargaren, Arthur Mol, Frederick Buttel, London, International Sociological Association. (Sage Pub.) Sümertürk, Gülizar (2009), Türkiye’de Bilimsel Etkinlikler Üzerinden Çevrenin Tarihsel Yolculuğu:1960 – 2008 Dönem, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.10, S. 2, ss 239-260. Şen, Ömer Lütfi (2013), Media Coverage of Climate, The World versus Turkey, IPCMercator Policy Brief. Şentürk, Ünal (2006), “Küresel Yeni Sosyal Hareketler ve Savaş Karşıtlığı”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 30, S.1, ss. 31-46. 318 Türkiye’de Çevre Toplum İlişkileri ve Çevre Sosyolojisi / Muammer TUNA Şimşek, Melda (1993), Yeşiller, İstanbul, Der Yayınları. Talu, Nuran (2006), Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Türkiye’de Çevre Politikaları, Ankara, ÇMO Yayınları. Talu, Nuran (2004), TBMM’de Çevre Siyaseti, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım. Tokuçoğlu, Bülent (1993), “Çevre Sorunları ve Kentleşme”, Çevre Dergisi, S. 6, ss. 1921. Tuna, Muammer (2010), Globalization Environmentalism: Multi-Effects on Environmental Attitudes in more and Less Developed Countries, Staarbrüken, Lambert Academic Publishing. Tuna, Muammer (2002), “Globalization of Environmentalism: World Environmentalism System,” Paper presented at the XV. World Congress of Sociology, Brisbane, Australia and published: http://203.94.129.73/docs/p1702.rtf Tuna, Muammer (2006), Türkiye’de Çevrecilik: Türkiye’de Çevreye İlişkin Toplumsal Eğilimler, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım. Tuna, Muammer (2001), Yatağan Termik Santralinin Çevresel ve Toplumsal Etkileri, Muğla, Muğla Üniversitesi Yayınları. Tuna, Muammer ve Oğuz Özdemir (2009) “Türk Toplumunun Genetiği Değiştilmiş Organizmalar (GDO) Kullanımına İlişkin Eğilimleri,” VI. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ekim 2009, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi. Turan, Feryal (2007), “Çevre Dostu Şirketler: Yeşil Göz Boyama mı Çevresel Üretim mi?”, İnsancıl Dergisi, S.17, ss. 1-26. Turan, Feryal (2011), “Enviromental Citizenship and struggle for Nature” in Societal Peace and İdeal Citizenship for Turkey, Lexington Books, ss 281-299. Turan Feryal ve Sevil Turan (2008), “Sabiha Gökçen Havaalanı Örneğinde Havaalanlarının Sosyal Etkileri” V. Ulusal Coğrafya Sempozyumu. Turgut, Nükhet (1993), Çevre ve Yurttaşlar, Ankara, Savaş Yayınları. Turgut, Nükhet (2001), Çevre Hukuku: Karşılaştırmalı İnceleme, Ankara, Savaş Yayınevi. Uslu, Ibrahim (1995), Çevre Sorunları, İstanbul, İnsan Yayınları. Uslu, T. (1986), Türkiye’de Kömüre Dayalı Termik Santrallerin Çevreyi Olumsuz Etkileyen Faktörleri ve Yarattığı Çevre Sorunları, Ankara. Ürker, Okan vd. (2014), “Anadolu Sığla Ormanlarının Çevre Sosyolojisi Kapsamında İncelenmesi”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, C. 17, S. 2, ss. 61-72.