kadimden-moderne osmanlı iktisat düşüncesi

advertisement
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3221
Number: 42 , p. 205-223, Winter III 2016
Yayın Süreci
Yayın Geliş Tarihi
Yayınlanma Tarihi
16.12.2015
29.02.2016
KADİMDEN-MODERNE OSMANLI İKTİSAT DÜŞÜNCESİ
OTTOMAN ECONOMIC THOUGHT FROM ANCIENT TO MODERN
TIMES
Yrd. Doç. Dr. Kenan DEMİR
İstanbul Medipol Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi
Öz
Osmanlı kadim iktisat düşüncesi siyasi, dini, askeri ve idari düşüncelerle iç içe
birbirinden ayrı düşünülmeyen bir yapıda görülmüş ve devlet tüm ekonomik faaliyetleri
yürütmüştür. Kadim iktisat düşüncesi sosyal ve devletçi politikalarla uyum içerisinde
uygulanmış ve devletin uyguladığı politikalar provizyonizt, gelenekçilik ve fiskalizm
doğrultusunda şekillenmiştir. Osmanlı ekonomisi 16. yüzyıldan itibaren krizlerle karşı
karşıya kalmış, devlet yöneticileri krizleri ortadan kaldırmak için birçok görüş dile
getirmişlerdir. Padişahlara sunulan layihalarda kadim iktisat politikaları olan tımar sisteminin ıslah edilmesi, devlet harcamalarının azaltılması ve devlet gelirlerinin artırılması
gibi politikalar çözüm önerileri olarak sunulmuştur. 18. yüzyıldan itibaren devletin
yaşadığı krizleri atlatmak amacıyla ilk defa dışarıdan yani Batı’dan çözüm önerileri
aranmaya başlanmış ama halen devlet yöneticilerin uyguladıkları ekonomik politikalar
kadim iktisat düşüncesi doğrultusundadır. 19. yüzyılın ilk yıllarından itibaren devletin
ekonomik olarak gelişmesi için çözüm olarak öne sürülen kadim politikaların uygulanmasının imkânsız olduğunun anlaşıldığı ve ekonominin kalkınması için Batı’daki
iktisat politikalarının çözüm olarak görülmeye başlandığı dönemdir. Osmanlı’da
bulunan Batılı uzmanlar ve Batı ülkelerine elçi olarak gönderilen devlet yöneticileri
modern iktisat düşüncesine yönelik görüşleri ülkede ilk defa dillendirmişlerdir. 1830’lu
yıllardan itibaren Osmanlı kalkınması için modern iktisat düşüncesi reçete olarak
sunulmuştur. Dönemin önemli devlet adamları olan Mustafa Reşit Paşa, Sadık Rıfat
Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Ahmet Cevdet Paşalar liberal ve kameralist düşüncelere
tamamen hakim olmuşlar, devletin ekonomik politikalarını bu düşünceler doğrultusunda şekillendirmişlerdir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, İktisat Düşüncesi, Nizam-ı Kadim ve
Değişim
Abstract
Ottoman ancient economic thinking had a complex structure in which political,
religional, martial and administrational thoughts played their respective parts and the
state ran all the economic activity. Ancient economic thinking had been implemented in
206
Kenan DEMİR
accordance with social and statist policies, and the policies implemented by the state had
been in the provisionist, traditionalist and fiscalist lines. Ottoman economy experienced
several crises starting from the 16. Century and administrators in the state put forward
numerous explanations in order to eradicate these crises. In the layihas (written petitions) which were presented to the padishahs (sovereigns), different solutions such as
rehabilitation of the tımar system, reduction in the state expenditures and boosting state
incomes had been suggested. Since 18. Century, solutions to the crises the state experienced had been sought abroad and in the West for the first time, though economic policies that state officials implemented stayed in the course of ancient economic thought.
19. Century is the period in which it was understood that ancient policies were not solutions to the existing economic problems of the state and it was thought that Western
economic policies is the right path to pursue for the economic advancement. Western
experts in the Ottoman Empire and state officials sent to Western countries as ambassadors gave voice to modern economic thought in the country for the first time. Since 1830s
modern economic thought had been prescribed for the Ottoman development. State officials -Mustafa Reşit Pasha, Sadık Rıfat Pasha, Ali Pasha, Fuat Pasha and Ahmet Cevdet
Pasha- had liberal and cameralist thoughts and shaped economic policies of the state in
line with these thoughts.
Keywords: Ottoman Empire, Economic Thought, Ancient Order and Change
1. GİRİŞ
Osmanlı kadim iktisadi yapısı 16.
yüzyıla kadar herhangi bir sorunla karşılaşmazken 16. yüzyılın sonlarından itibaren
Osmanlı Devleti’nin ekonomi kurumunun
temeli sayılan tımar sisteminde aksaklıklar
görülmeye başlamıştır. Tımar sisteminde
görülen aksaklıklar, ekonominin diğer alanlarına da yansımış ve Osmanlı ekonomisi
bir çözülme sürecine girmiştir. Osmanlı
iktisadi yapısının karşılaştığı bu çözülme
sürecine karşı devlet adamları tarafından
çeşitli çözümler önerilmiştir. Osmanlı Devleti, bir şeylerin iyi gitmediğinin anlaşıldığı
16. yy. sonlarından 19 yy. başlarına kadar
bu çözülüşe karşı kendi klasik ekonomi
yapısının dinamikleriyle çözümler bulmuştur. Devlet, karşılaştığı her krize rağmen
mali ve iktisadi yapısını sürdürebilmiştir.
19. yüzyıl başlarında ticari faaliyetlerin
artması sonucu Avrupa ülkeleri ile daha
çok ticari ilişkiler içine girilmiş ve bu dönemin başlarından itibaren İngiltere ile
siyasi ve ekonomi alanında daha yoğun
ilişkiler kurulmuştur. Osmanlı Devleti, 19.
yüzyılın başlarında içine düştüğü siyasi
krizden kurtulmak amacıyla 1838 yılında
İngilizlerle serbest ticaret antlaşması imza-
lamış ve bu antlaşma sonucu ülkede eski
geleneksel iktisadi yapının tam tersi olan
serbest ticaret ortamı oluşmaya başlamıştır.
Osmanlı Devleti’ne modern iktisadi
düşüncenin her ne kadar 1838 ticaret antlaşmasıyla yayılımının hızlandığı gerçek ise
de modern iktisadi düşünce Osmanlı bürokratları tarafından da benimsenmişti. 19.
yüzyıllarda modern iktisadi düşüncenin
Osmanlı’ya yayılımı artık devletin ekonomisinin gelişmesi için kadim geleneğe ihtiyacın kalmadığını, kalkınmanın, Batılı kurumların tesisi ve düşüncesinin benimsenmesiyle olacağına tam olarak kanaat getirdiğinin göstergesidir. III. Selim döneminden itibaren gerçekleştirilen politikalarda
bu durum görülmeye başlanmıştır. Bu politikaları II. Mahmud selefinden daha köklü
bir şekilde uygulamış ve Tanzimat Fermanı’yla Osmanlı Devleti’nin siyasi, idari ve
iktisadi yapısının Batı düşüncesi doğrultusunda olacağı benimsenmiştir.
Çalışmada ilk önce Osmanlı kadim
iktisadi düşüncesinin temel taşları anlatılmaya çalışılmış, sonra Osmanlı kadim düşüncesinde yaşanan aksaklıklara yönelik ilk
uyarılar ve ilk çözümler olarak diyebileceğimiz layihalar ve risaleler üzerinde du-
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
rulmuştur. Osmanlı iktisadi düşüncenin
çözülüşüne yönelik ilk tedbirler geleneksel
düzlemde ele alınmıştır. Alınan geleneksel
tedbirlerin artık çözüm getiremeyeceği
anlaşılınca devlet, kendi kurtuluşunu sağlamak için ilk defa kendi kurumları haricinde çözüm yolları aramaya çalışmıştır.
Sonraki kısımda Osmanlı Devleti’nin ilk
batılılaşma hareketleri ifade edilmiştir. III.
Selim döneminde gerçekleştirilen yenilik
teşebbüsleri anlatılmış ve bu dönemde yurt
dışında elçi olarak giden ilk kişilerin modern iktisadi düşünceye ait görüşlerine
değinilmiştir. 1830’lu yıllarda modern iktisadi düşüncesinin yayılım kanalları olan
yabancı diplomat ve kişilerin iktisadi görüşleri verilmiş, bu dönemde yeni yeni
çıkmaya başlayan gazetelerdeki iktisadi
tartışmalar anlatılmış ve devletin bürokratlarının iktisadi görüşleri açıklanmıştır. Çalışmada tasvir yöntemi uygulanmış, Osmanlı iktisadi düşüncesinin tarihsel sürecinde yaşadığı dönüşüm anlatılmıştır.
2. KADİM İKTİSAT DÜŞÜNCESİNİN TEMEL DİNAMİKLERİ
Klasik dönem Osmanlı iktisat düşüncesinde devlet yapısı ve hedeflerinde
iktisadi işleri gören kurumların yapısı ve
işleyişinden dolayı bugünkü anlamda bir
iktisat politikasından söz etmek mümkün
değildir. Devlet genellikle çok yönlü iktisadi faaliyetler yürütmüş ve bu faaliyetlere
göre politikalar oluşturmuştur. Osmanlı
iktisat politikaları siyasi, dini, askeri ve
idari düşüncelerle iç içe, birbirinden ayrı
düşünülmeyen karmaşık bir yapı arz etmiştir (Genç, 1989: 175). Klasik ekonomik düzeninde devlet bütün ekonomik faaliyetleri
yönetmekteydi. Osmanlı Devleti’nin geleneksel ekonomik görevleri yerine getirmesi
günümüzün bakış açısıyla sosyal devletçi
bir yapı göstermekteydi. Devletin bekasını
sürdürebilmesi yanında toplumun ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması da bu yapı-
207
nın sınırlarını oluşturmaktaydı. Osmanlı
Devleti’nin genişliği, askerin ihtiyaçları,
büyük şehirlerin iaşe zorlukları ve dönemin
ulaştırma imkânlarının elverişsizliği gibi
koşullar devletin ekonomiyi yönetmesini
gerektiriyordu (Nişancı, 2002: 69).
Osmanlı ekonomisi kendine has bir
piyasa sistemi oluşturmuştu. Bu sistemde
bir yandan tam rekabet koşulları gerçekleştirilmeye çalışılırken diğer yandan rekabetin rekabetsizlik yaratması engellenmek
istenmişti. Osmanlılar piyasayı sıkı denetim
altına almış ve ihtikâr gibi tekelci kurumlarla mücadele etmişti. Fiyat istikrarının sağlanması sosyal refah için gerekli görülmekteydi. Üretim, dağıtım ve tüketim ülkenin
geneli düşünerek planlanmıştı. Piyasada
mal bolluğunun sağlanılması için dış ticaret
teşvik edilmiş, ithalat kısıtlanmamıştır (Tabakoğlu, 2000: 308). Osmanlı ekonomik
zihniyeti bolluk felsefesi doğrultusundaydı.
İç piyasada mal ve hizmet bolluğunun ekonomide ucuzluk sağlayacağı ilkesi bir görüş
olarak benimsenmiş ve bu doğrultuda iktisadi politikalar uygulanmıştır. İç piyasada
oluşturulması planlanan bolluk felsefesinin
ana amacı ülkenin kaynakları yetersiz kaldığı takdirde dış ülkelerden ithal edilen
ürünler ile tüketim sıkıntısının yaşanmamasıdır (Eriş, 2000: 113).
Osmanlı Devleti’nin iktisadi hayatla ilgili kararlarında 1500–1800 yılları arasında etkili olduğu görünen ve Osmanlı
iktisadi dünya görüşünün temel unsurları
olan ilkeleri Mehmet Genç üç başlık altında
açıklamıştır. Bunlar; İaşecilik, fiskalizm ve
gelenekçiliktir.
İktisadi faaliyetler sonucu oluşan
mal ve hizmetlere üretici ve tüketici açısından bakıldığı zaman üreticiler bu faaliyetten kar etmek istedikleri için bir ürünü
mümkün olduğu kadar ucuz ve mümkün
olduğu kadar ise pahalı satmak isterler.
Buna karşılık tüketiciler ise iktisadi faaliyet
açısından bir malı olduğu kadar ucuz ve
208
Kenan DEMİR
kaliteli elde etmek isterler. Üretici açısından
bir malın bolluğu ve kalitesi ilk etapta
önemsenmez, üretici için önemli olan pahalı satmak ve çok kar etmektir. Çok kar etmek için çok mal satmak bazen yararlı olabilmesine karşılık üretici için çoğunlukla
zarar getirir. Malın bolluğu fiyatı düşürdüğünden karı azaltabilmektedir. Tüketici için
ise bolluk ve ucuzluk daima arzulanan
hedeftir. İaşe ilkesi, iktisadi faaliyette üretici-tüketici açısından tüketiciyi koruyan bir
ilkedir. Bu ilkeye göre amaç insanların ihtiyaçlarını gidermektir. Üretilen mal ve hizmetlerin mümkün olduğu kadar bol, ucuz
ve kaliteli olması, piyasada mal arzının
yüksek tutulması hedeflenir. (Genç,
1989:177-178). Osmanlı Devleti iaşe ilkesini
geçerli kılabilmek için, ekonomide mal
arzını çoğaltmak, kalitesini yükseltmek,
fiyatını düşük tutmak maksadıyla üretim
ve ticaret üzerinde sıkı bir kontrol mekanizması oluşturmuştur (Genç, 2005: 60).
Osmanlı Devleti’nde ülke içi ihtiyaçlar karşılandıktan sonra artan malın ihraç edilmesine izin verilirdi. Üretim faaliyetlerinin
amacı ihracat değil; iç piyasadaki talebin
giderilmesiydi. İhracat, ülkede ihtiyaçlar
giderildikten sonra artan mal var ise malın
ihracatı özel bir izinle sağlanırdı. Ayrıca
ihracatın gümrük oranı yüksek tutulurdu.
Buna karşılık ithalat teşvik edilir, hiçbir
engelle karşılaşmaz, serbest yapılması sağlanırdı. İthalat yurt içinde mal arzı düşük
olan malın arzını artırdığı için istenen bir
faaliyetti (Genç, 2005: 47). İaşecilik ilkesi,
dış ticarette ihracatı zorlaştırıcı ve ithalatı
kolaylaştırıcı bir nitelik göstermesi açısından günümüzün himayeci iktisat politikalarına benzememektedir (Genç, 1999: 2).
Gelenekçilik, sosyal ve iktisadi ilişkilerde mevcut dengeleri, eğilimleri mümkün olduğu kadar korumak, gerçekleşen
değişme eğilimlerini engellemek ve herhangi bir değişiklik halinde tekrar eski değerlere dönmek için değişmeyi ortadan
kaldırma idaresidir. Ziraat, sanat ve ticarette iaşe ilkesinden kaynaklanan faaliyetlerin
hedefi üretim ve tüketimin dengede tutulmasıdır. Dengenin bozulması halinde bunalıma düşme tehlikesi yani kıtlıkla karşılaşma ihtimali yüksektir. Sanayi öncesi toplumlarda olduğu gibi Osmanlı’da da üretim
imkânları kısıtlı olduğundan üretimtüketim dengesinde küçük bir değişlik büyük sıkıntılara sebebiyet vermekteydi. Bu
nedenle üretimi azaltacak ve tüketimi artıracak her türlü değişme eğilimleri kontrol
altına alınmıştı. Esnaf loncalarının işçi ve
dükkân sayısının sabit tutulması, ziraatte
işletme büyüklüğünün belli oranda tutulması ve zirai işletmeyi terk ederek şehirlere
göç edilmesinin yasaklanması gibi kurallara
özen gösterilmesi bu dengenin muhafaza
edilmek istenmesinden kaynaklanmaktaydı. Osmanlı Devleti, gelenekçiliği bir iktisat
politikası olarak benimsemesinin sebebi
oluşturduğu mevcut düzenin değişmeden
kalmasıdır (Genç, 2005: 48-49).
Devletin iktisadi hayata yön veren
üçüncü ilkesi fiskalizmdir. Fiskalizm hazine
gelirlerini mümkün olduğu kadar yüksek
seviyeye çıkarmak ve ulaştığı seviyenin
gerilemesini önlemektir. Osmanlı Devleti
iktisadi faaliyetleri yürütürken bir yandan
hazine gelirlerini yükseltmesi; öte yandan
yaptığı harcamaları kısması olarak özetlenen fiskalizm Osmanlı iktisadi görüşünü
yönlendirdiği diğer iki özellikle bir arada
bulunarak Osmanlı klasik iktisadi yapısını
etkilemiştir (Genç, 1989: 182-183).
3. KADİM İKTİSAT DÜZENİNİN
BOZULMASI SONRASI LAYİHA GELENEĞİ
16. yüzyıl sonu ve 17. yüzyıl başlarında devlet ileri gelenlerini telaşlandıran
en önemli hususlar Osmanlı ordularının o
zamana kadar pek alışkın olmadıkları bir
şekilde savaş meydanlarında eskisi gibi
hızlı başarı sağlayamaması, askeri disiplinsizliklerin artması hatta savaşlarda yenilgilerin görülmesiydi (İpşirli, 2002: 840).
Olumsuzlukların belirgin bir şekilde görülmesiyle ya devrin devlet adamlarıyla
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
ulema bozulmanın sebeplerini anlatan layiha ve risaleler kaleme almışlar ya da devrin
hükümdarları ileri devlet adamlarından
risale ve layihalar yazılmasını talep etmişlerdir. Bu doğrultuda padişaha takdim
edilmek için, Osmanlı toplum yapısının
bozuluşunun sebeplerini açıklayarak çözümler sunan layiha geleneği oluşmuştur.
16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Lütfi
Paşa (Uğur, 1982: 3-6), Koçi Bey, (Danışman, 1985), Kâtip Çelebi (Gökyay, 1956:
135-150) ve Defterdar Sarı Mehmed Efendi
(Pakalın, 1977: 86-110) gibi çoğu bürokrasiden yetişen devlet adamları dönemin toplumsal yapı ve bozukluklarını ve bunlara
yönelik ıslahat düşüncelerini anlatan layihalar kaleme almışlardır.
16. yüzyılın önemli devlet adamlarından olan Lütfi Paşa Asafname’sinde
(Uğur, 1982: 7-28) Osmanlı ekonomik yapısının işleyişini engelleyen noktalara değinmiş; tıkanıklığı aşmak için çözüm önerileri
dile getirmiştir. Fiyatların tespit ve denetleme işlerinin önemli olduğunu dile getiren
Lütfi Paşa’ya göre; narh sistemine eskisi
gibi özen gösterilmeli, makam sahipleri
kendi işlerini yapmalı, tüccarlık ve esnaflık
işlerine girişmemelidir. Ailesi sipahizade
olmayanlar sipahi mesleğine alınmamalıdır. Sipahiye girişler serbest bırakılırsa bu
mesleğe olan talep de artacağından toplum
düzeninin bozulacağını söyleyen Lütfi Paşa
toplum düzenin muhafaza edilmesini ve
meslekler arasında geçişliliğin olmamasını
ister. Devletin hazinesinin öneminden bahseden Lütfi Paşa, devletin giderlerinin fazlalaşacağından yönetici sınıfının artırılmaması gerektiğini söyler. Hazineden sorumlu
olacak kişinin ekonomi alanında bilgisinin
yüksek olmasına özen gösterilmesi gerekliliğini belirten Lütfi Paşa, mukataa arazilerin
iltizam sistemi yerine emanet usulüne göre
verilmesini önerir ve halktan alınacak vergilerin düzenli bir şekilde alınmasını, tahrir
usulünün düzenli aralıklarla uygulanması-
209
nı dile getirir. Lütfi Paşa’ya göre, devlet
halkın bulunduğu mekândan ayrılmamasına çalışmalı ve göç etmesini engellemeli ve
halka kaldırılamayacağı kadar yük yüklettirmemelidir. Genel olarak Lütfi Paşa, devletin nizamının değişmemesi için devletin
kadim mirası sürdürmesi gerekliliğini belirtir.
Devletin bulunduğu zor durumdan
kurtarılması için devrin hükümdarlarına
verilen önemli risalelerden biri de 17. yüzyılda Koçi Bey tarafından 4. Murat’a ve
Sultan İbrahim’e verilen risalelerdir (Şener,
2000: 273). Devletin geleceğini ve bekasını
tehdit eden bozulma ve çözülme olgusunu
idari ve sosyal müesseseler zemininde ele
alan (Akün, 2002: 144) Koçi Bey, risalelerinde toplumun bozulma sebeplerini ve
yapılması gerekenleri şöyle ifade eder. Koçi
Bey, risalesinde daha çok tımar ve zeamet
sisteminin değişmesinin sebepleri üzerinde
durur. Tımar ve zeamet sisteminin eski
usullerinden uzaklaşarak daha çok kapıkulu mensubu olmayanlara verilmesini eleştirerek bu durumun düzeltilmesi gerektiğini
belirtir (Özvar, 1999/2:142-143). Tımarlı
sipahilere verilmesi gereken dirliklerin
şehir oğlanı ya da reayaya verilmesiyle
geçinme problemleri yaşayan tımarlı sipahilerin başka işlerle meşgul olmaya başladığını söyler. Ulufeli askerlerin sayısının
arttığını ve bu artışın devletin askeri ve
mali düzenine ciddi meseleler doğurduğunu belirtir. Ayrıca, Havas-ı Hümayun arazilerinin tımarların aleyhine genişlediğini,
tımarlı arazilerin paşmaklık, arpalık ve
temlik olarak vakfedilmesinin tımar sistemine büyük bir darbe vurduğunu ifade
eder (Özvar, 1999: 144-145). Koçi Bey, bu
olumsuzlukları dile getirdikten sonra şu
çözümleri önerir. Tımar ve zeametlerin eski
usulüne göre düzenlenmesi, ulufeli asker
sayısının azaltılması gerektiğini vurgular.
Sonradan temlik ve vakıf olan arazilerin
ortaya çıkartılarak ulufeli askerlere dağı-
210
Kenan DEMİR
tılması halinde devletin 40–50 bin ulufeli
askerin tımardan besleneceğini ve hazinenin büyük yükten kurtulacağını söyler (Öz,
2005: 86). Divan-ı Hümayun kâtipleri ve
maliye memurlarının alanlarında bilgili ve
dürüst olmaları gerekliliğini belirtir (Gökbilgin, 1985: 211). Genel olarak Koçi Bey de
kadim geleneğe aykırı olan hareketlerin
düzeltilmesi halinde yaşanan toplumsal
gerilemenin önüne geçirileceğini söyler.
(Öz, 2005: 86-87). 4. Murat’ın 1632’den itibaren devletin çözülme ve bozukluklarının
sebeplerini ortadan kaldırmak için yürüttüğü icraatlarının çoğuna Koçi Bey’in yazdığı
risaleler büyük tesir etmiştir (Akün, 2005:
145)
Devrin tanınmış Osmanlı âlimi
Kâtip Çelebi 1653 senesinde bütçe açığına
çare bulmak maksadıyla devrin hükümdarına bir risale sunmuştur (Gökyay, 2002:
39). Risalede Kâtip Çelebi, Celali isyanlarından sonra halkın fakirleştiğini ve devletin köylüden daha fazla vergi almasının
tarımı çökerttiğini söyler. Tarım arazilerinin emanet usulü yerine iltizam sistemi ile
satılmasını eleştiren Kâtip Çelebi, tarım
arazilerini satın alanlar verdikleri paranın
daha fazlasını toplamak için halka zulüm
edip baskı uyguladıklarını ve bu durumun
değişmesi gerektiğini belirtir (Öz, 2005:
100). Hazineyi vücuttaki mideye benzeterek
durumu anlatan Kâtip Çelebi, hazine gelirlerinin bölüşüm ve dağıtımında dengeli
davranılmasının gerekliliğini vurgular
(Berkes, 1975: 153-154). Toplumun ileri
gelenlerinin nüfuz ve unvanlarını genişletmeye başlattıklarını dile getiren Katip Çelebi, toplumun orta kesimin de bunlara
özenmesiyle tüketim eğiliminin arttığını ve
lüzumsuz harcamaların vuku bulmasının
ekonomiyi kötü etkilediğini söyler. (Berkes,
1975: 154). Devletin gelir-gider dengesinin
açık verdiğini ve bu durumun düzeltilmesinin zor olduğunu söyleyen Kâtip Çelebi,
ancak zorla yapılacak tedbirlerle bir rahatlamanın yaşanacağını belirtir. Ayrıca devlet
yöneticilerin israfı azaltması gerektiğini
ifade eder. Son olarak Kâtip Çelebi, halkın
vergi verecek gücünün kalmadığını, vergilerin düşürülmesi gerektiğini belirtir (Öz,
2005: 101) Lütfi Paşa ve Koçi Bey gibi Kâtip
Çelebi de mansıpların emanet usulü ile
doğru kişilere verilmesi gerektiğini belirtir,
mansıp sahiplerinin görevlerinde uzun
süreli bırakılmalarını önerir (Berkes, 1979:
155-156).
18. asrın başlarından itibaren sürekli savaşlar sonucu oluşan bunalımdan çıkmak isteyen Osmanlılarda ıslahat fikri bu
dönemde de canlanmıştır. Dönemin önemli
defterdarlarından olan Defterdar Sarı
Mehmet Efendi Nesayihü’l Vüzera ve’l
Umera’ (Pakalın, 1977: 109) adlı eserinde
dönemin iktisadi yapısını dile getirdikten
sonra çözümler ileri sürmüştür. Defterdar
Mehmet Efendi, dönemin bozukluklarını
eleştirirken devletin en parlak dönemi olan
Kanuni döneminin devlet yapısıyla karşılaştırarak verir. (Özcan, 1994: 99) Bütün
idarecilerin özellikle padişahın adaletle
hareket etmesi gerektiğini çünkü adalet
sayesinde hazinenin bollaşacağını, reayanın
refahının artacağını ve ülkenin kalkınacağını söyler. Mehmet Efendi’ye göre, devlet
ileri gelenleri ülkenin durumunu yakından
takip etmeli, sikke işine gerekli özeni göstermeli ve fiyatların denetimine özen göstermelidir (Öz, 2005: 105). Mehmet Efendi,
devlet idarecilerin en başta zekâ olmak
üzere bilgi, dürüstlük ve tecrübe gibi vasıfların bulunmasını ve devlet memuriyetlerine atanacak kişilerin mutlaka bu özelliklere
göre atanması gerektiğini belirtir (Özcan,
1994: 99-100). Diğer önceki düşünürler gibi
mansıpların ehil kişilere emanet edilmesini
ve mansıp işlerinde vuku bulan rüşvetin
önlenmesinin gerekliliğini vurgulayan
Mehmet Efendi, mansıpların rüşvetsiz verilmesi durumunda reaya üzerindeki zulmün kalkacağını ve toprağı terk etme olayların azalacağını ifade eder. Maliyenin düzeltilmesi için gelirin artırılması ve harcamaların kısılması gerektiğini vurgulayan
Mehmet Efendi, Asafname’ye atıf yaparak
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
kul taifesinin az olması gerektiğini ve rüşvet, zulüm ve müsadere gibi yollarla toplanan paranın hazineye zarar getirdiğini belirtir (Öz, 2005: 106). Mehmet Efendi, diğer
düşünürler gibi halktan fazla vergi alındığını söyler. Halktan fazla vergi almayı evin
temelinde toprak almaya benzeten Mehmet
Efendi, bununla devletin kendi temellerini
yıkmakta olduğunu söyler (Türköne, 1995:
32-33). Halkın asker taifesine katılarak devlet gelirin azaldığını dile getiren Mehmet
Efendi, reayanın askeri taifeye alınmaması
gerektiğini vurgular. Tımar sistemi konusunda Mehmet Efendi, kadim geleneğe
uyulması gerektiğini dile getirir. Yaşanan
bu durumun zeamet ve tımarlara eskisi gibi
riayet edilmemesinden kaynaklandığını
belirtir. Yazdığı eserinde her türlü yeni
uygulamaların kaldırılması, rüşvetin önlenmesi, mansıpların ehline verilmesini,
halka adil davranılmasını genel olarak kadim geleneğe geri dönülmesi gerekliliğini
belirtir (Öz, 2005: 107-108).
Osmanlı layihacıları düzenin bozulmasının en önemli sebebi olarak kadim
Osmanlı geleneğinden uzaklaşılmasını
gösterirler. Bu düşünürlere göre, kadim
düzenden uzaklaşmayla Osmanlı toplum
düzeni bozulmuştur. Durumun düzeltilmesi için gereken ıslahat, kadim uygulamalara
geri dönmektir. Padişah devlet işleri ile
bizzat ilgilenmeli, devlet ileri gelenlerini
yeteneklerine göre seçilmeliydi. Tımar ve
zeametler eski sahiplerine geri verilmeliydi.
Gayri meşru olarak vakıf ve mülk olan
araziler miri araziye dönüştürerek tımar ve
zeamet olarak tekrar dağıtılmalıydı. (Öz,
2005: 121). Osmanlı klasik döneminde, bozulmanın başlamasından çok evvel devletin
pek rahatlıkla benimsediği sikke tağşişi
fikri iktisadi buhran dönemlerinde de sık
sık uygulanan bir para politikasıydı. Buhran dönemlerinde ekonomi üretim anlayışı
ile ayakta durmuyordu. Bu dönemde daha
çok; klasik yapının muhafazası, harcamaları
211
azaltma, gelirleri artırma gibi hususlara
çözümler aranmaktaydı (Sayar, 2006: 167168).
4. BATI KAYNAKLI İLK ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ
18. yüzyılda artık iktisadi sorunların yerli düşüncelerle çözülemeyeceği ağırlık kazanmıştı. Güçlenen Avrupa devletlerinin uyguladıkları iktisadi politikalar, bozulan Osmanlı iç dengesini daha fazla
sarsmıştı. 18. yüzyılın başında farklı sosyal
ve iktisadi yapısıyla, değişik kurumlarıyla
Avrupa düzeni, bozulan Osmanlı kurumlarına alternatif oluşturmaya başladı. Osmanlı kurumlarının eski yapılarına döndürme
uğraşların defalarca başarısızlığa uğraması
ve askeri yenilgilerin artması ile birlikte bu
alternatifin denenme şansını ortaya çıkardı.
Ayrıca Batı ekonomisiyle sıklaşan ilişkiler
bu tercihi zorluyordu (Şener, 2000: 273).
Yüzyılın ilk yıllarında görülen bir olay Osmanlı iktisadi yapısında Osmanlı iç dinamiklerinden oluşmayan bir yenilik teşebbüsü girişimiydi. 1717 yılında Fransa’dan
İstanbul’a gelen Hugenot grubunun başında bulunan Rochefort, devlet ileri gelenlerine çeşitli raporlar sunmuştur. Bir raporda;
mali sıkıntının sebebini Avrupalıların Osmanlı’dan ucuza hammaddeleri alıp, kendi
ülkelerinde bunları işleterek mamul mallar
haline getirdiklerini, sonra bu malları Osmanlı pazarlarında yüksek fiyatlarla satarak hem Osmanlı’nın doğal zenginliklerini
çaldıklarını ve hem de servetin dışarıya
akmasına neden olduklarını açıklar. Buna
çözüm olarak Rochefort, Hugenot’ların
getireceği teknik bilgilerle yerli hammaddeleri kullanarak bir sanayinin kurulmasını
önerir. Ve ülkenin kalkınmasının biricik
çaresinin bu olduğunu belirtiyordu. Bu
proje Osmanlı ileri gelenlerin aklına yatmasına rağmen Fransa’nın devreye girmesiyle
gerçekleşmedi. Bu dönemde Fransa, Osmanlı üzerinde büyük nüfuza sahipti. Ya-
212
Kenan DEMİR
kındoğu’da kapitülasyonları koruma ve
ticareti geliştirme planları böyle bir projenin hayata geçirilmesine imkân vermedi
(Berkes, 2003: 46-49).
Batı düşüncelerin Osmanlı’ya aktarımın diğer bir örneği de Fransa’dan gelerek Müslüman olan Humbaracı Ahmet
Paşa adını alan Bonneval’ın görüşleridir.
Bonneval, ekonomi alanda çağdaşlaşma
sağlanmadıkça, askeri teknolojinin de geliştirilmeyeceğini belirterek ekonomik kalkınmanın zorunlu olduğunu söyler. Yapılmasının gerekli olduğu işler arasında Bosna’daki madenleri işletilmesi, Sakarya ile
Marmara arasında ve Akdeniz ile Kızıldeniz arasında kanalların açılması vardı. Bonneval’ın görüşleri Osmanlı devlet yönetiminde fazla ilgi uyandırmadı (Berkes, 2003:
64-65).
18. yüzyılın devrin ileri gelenleri
özellikle deniz ticaretinden bahsetmeye
başladılar. Avrupa’ya gönderilen elçilerin,
Avrupa devletlerinde Osmanlı halkı ve
tüccarlarının haklarını himaye ve müdafaa
etmeleri isteniyordu. Bu yıllarda İstanbul’da hububat ürünlerinde görülen sıkıntıdan dolayı devlet adamlarının ve saray
mensuplarının birer ticaret gemisi satın alıp
gemicilik işleri ile uğraşanlarla birlikte şirketler teşkil edilmesi düşünceleri de görülmekteydi (Tanpınar, 2006: 63-64). Yüzyılın
ikinci yarısında birbiri ardına yaşanan askeri felaketler sonucu Batı tarzı askeri girişimlerin kolay bir iş olmadığı anlaşılarak
askeri girişimler durmuş ve ekonomik kalkınma hareketi tamamen unutulmuştu.
1782’de Sadrazam olan Halil Hamit Paşa’nın Batı tarzı ıslahat teşebbüslerinin başarısızlıkla neticelenmesiyle tekrar eski
geleneksel ıslahat teşebbüsü canlandı. Yeniçeriliğin ıslahı yerine tımar ve zeamet
örgütlerinin ıslahı yönünde adım atılmasına rağmen bunda da bir sonuç alınamamıştır. Bu teşebbüs bize ülkede halen geleneksel yollarla reform yapılacağının düşüncesinin yaşadığını göstermektedir (Berkes,
2003: 81). Yüzyılın sonlarına doğru görülen
en belirgin olaylarından biri de ilk kez yabancılardan borç alma girişimlerinin görülmesidir. Borç alma girişimin gerçekleşmesi halinde yaratacağı sonuçları ile birlikte iktisadi hayatın değer yaratıcılarını harekete geçirmede karşılaşacağı olumlu gelişmelerin yaratılmasına imkân verebilirdi.
Ancak borçlanmanın ne kadar gerekli alanlara kullanılacağı, cevaplandırılması gereken sorulardı. Osmanlılar dış borçlanma ile
devlet maliyesini düzeltmeyi hedefliyorlardı (Sayar, 2006: 180-181).
5. MODERN İKTİSAT DÜŞÜNCESİNİN OSMANLI’YA GİRİŞİ
18. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa karşısında yaşamasını muhafaza etmek
için Avrupa sistemini oluşturan ve canlılık
veren yapıların Osmanlı toplum düzenine
aktarılması zorunlu duruma gelmişti. III.
Selim bu durumu görüp soruna bir dizi
köklü reformlarla eğilmenin gerekliliğine
inanmıştı (Sayar, 2006: 168-169). 1792 senesinde III. Selim, devlet görevlilerinden devletin vaziyeti hakkında kendisine bir rapor
yazmalarını ve reform önerileri verilmesini
istedi. Yirmi iki devlet adamı askeri, mali
ve idari organizasyonlara dair projeler sundular (Mardin, 2002/a: 164). Bütün projeler
askeri reform üzerinde durmaktaydı. Fakat
bu reformun en iyi nasıl gerçekleşeceği
konusunda farklı düşünceler öne sürülmekteydi. Bir yandan eski askeri yöntemlere
dönmek gerektiğini söyleyen gelenekçiler;
sonra mevcut askeri düzenine Frenk eğitimini yavaş yavaş sokulmasını söyleyen ara
çözümcüler, en son olarak da eski ordunun
ıslah edilemeyeceğini inanan ve Sultan’a
yepyeni Avrupa tarzında eğitilmiş ve donatılmış bir ordu kurulmasını söyleyen radikaller vardı. III. Selim’in düşüncesi de son
görüştü (Lewis, 2004: 59). Layiha takdim
edenlerden Defterdar Şerif Efendi, layihasında mali ve iktisadi meselelere değinmiştir. Şerif Efendi, mukataaların ve vakıfların
ıslah edilmesi gerektiğini belirtip ve arazilerin tekrar düzenlemesini ister. Eyaletler-
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
den hazineye gelen varidatın eksiksiz olarak toplanılması ve ulaşılması gerektiğini
belirtir. Şerif Efendi’nin en önemli tavsiyesi
devletin senelik bütçe düzenleyip padişaha
arz edilmesini istemesi ve devlet gelirlerinin lüzumsuz masraflarla heba olmasının
önlenmesidir (Akçura, 1998: 43). III. Selim’e
layiha sunanlardan Abdullah Molla da,
para tağşişi yoluyla maliyenin düzeltilemeyeceğini, bu yöntemin faydalarından çok
yıkıcı etkilerin olduğunu belirtir. Abdullah
Molla, tağşiş usulünün hem halkı hem de
hazineyi olumsuz etkilediğini, Avrupa
ticaretinin etkilerine karşı bir korunma
tedbiri olmadığını, ticaretin olumsuz etkilerini daha da arttırdığını ve servetin hızlı bir
şekilde dışarıya aktığını söylüyordu. Ancak
Osmanlı devlet adamların da merkantil
düşünce olmadığından bu uyarılar dikkate
alınmadı (Berkes, 2003: 103). III. Selim’e
verilen layihalarda Batı iktisat düşüncesine
ait bilgiler görülmemektedir. Layihalarda
önerilen düşüncelerin tümü aynı çözüm
yollarını söylemekteydi. Önerilen düşünceler daha çok kadim iktisadi fikirleri içermektedir. III. Selim dönemi devlet adamları
içerisinde iktisadi meselelerde çağın gerektirdiği gibi düşünen devlet adamlarının
fazla olmadığı görülmektedir (Sayar,
2006:180). Ayrıca III. Selim döneminde yer
yer görülen liberalleşme hareketlerinin
temeline inilirse, bu politikalar Batı’nın etki
ve zorlamasıyla değil daha çok devletin
buhranlardan ve olumsuzluklardan kurtulabilmesi için uygulanan tedbirler olduğu
görülür (Sayar, 2006: 185).
III. Selim, Avrupa’nın iktisadi olarak üstünlüğüne kesin olarak kanaat getirdikten sonra Avrupa’da daimi elçilikler
açmış ve buralara elçiler göndermiştir
(Eren, 1993:448). Bu elçiler Avrupa’nın durumunu yakından görerek III. Selim’e Avrupa’nın durumunu anlatan risaleler sunmuşlardır. Bu elçiler içerisinde Ebubekir
Ratif Efendi Avusturya’nın durumunu
213
incelemek, aynı zamanda diğer Avrupa
ülkeleri hakkında bilgi toplamak amacıyla
1791’de Viyana’ya gitti. 1792’de dönerek,
Avrupa devletlerinin ve özellikle Avusturya’nın askeri sistemi ile siyasi ve iktisadi
düşüncesi üzerine ayrıntılı bir risale yazdı
(Lewis, 2004: 58). Ratip Efendi risalesinde
Avusturya’nın tarıma önem verdiğini, tarımı geliştirmek için halkı teşvik ettiğini,
halkın gerekli alet ve edevatını sağladığını,
geçtiği yerlerdeki arazilerin hep işlenmiş
halde bulunduğunu buna karşın Osmanlı
arazilerinin ise işlenmemiş bir halde gördüğünü ve köylülerin işsiz olarak dolaştığını belirtir.(Yurdaydın, 1997:306). Ratip
Efendi, Avrupa devletlerin ticarete önem
verdiğini, kendi tüccarlarına kolaylıklar
sağlandığını ve bunu bir devlet politikası
olarak uyguladıklarını söyler. (Bilim, 1990:
285). Avusturya Devleti’nin hazinesini güçlendirmek için harcamaları kıstığını gelirlerini artırdığını belirten Ratip Efendi, devletin israfı engellediğini söyler (Türköne,
1995: 50). Devletin bütçe denkliğinin sağlanmasına, iç ticaretin ve yerli sanatların
geliştirilmesine önem verdiğini ifade eden
(Tuncer, 1979: 74). Ratip Efendi’ye göre bir
ülkenin gelişmesi için, devletin kanunları,
disiplinli bir ordusu, memurların ehliyetli
olması, hazinenin dolu ve lüzumlu harcamalarda bulunması gereklidir. (Bilim, 1990:
281). Ratif Efendi’nin Avusturya ekonomisi
üzerine yaptığı değerlendirmelerle III. Selim döneminde uygulanan ekonomik politikalar arasında büyük benzerlikler görülmektedir. III. Selim’in Ratip Efendi’nin
risalesinden yararlandığı ve Ratif Efendi’nin görüşlerini bir model olarak aldığı
anlaşılmaktadır (Türköne, 1995: 51). Bu
dönemde Fransa’ya elçi olarak gönderilen
Halet Efendi ise padişaha sunduğu raporunda Fransız ticaretinin enfiye, kâğıt, billur, çuha ve fağfur olmak üzere beş ana
maddeye dayandığını belirterek bu maddelerin Osmanlı’da da üretilmesi için fabrika-
214
Kenan DEMİR
ların kurulmasını istemekteydi. (Karal,
1983: 252).
III. Selim döneminde görülen iktisadi sorunlara liberalizme dönük özel mülkiyetçi yaklaşımlar ile II. Mahmud ilk dönemlerde gerçekleştirilen uygulamaların
meyveleri halen görülmemekteydi. Bu dönemde yapılan bir barış antlaşmasıyla liberal iktisadi fikirlerin Osmanlı’ya sızıldığı
görülmektedir. 1829’da Ruslarla imzalanan
Edirne Antlaşması’nın yedinci maddesine
göre; Ruslar, serbest ticareti Osmanlıların
bütün ticari faaliyetlerinde uygulayacaklardı. Bu maddeye göre; liberal politikaların
önündeki engeller kaldırılmış oluyordu.
Antlaşmadan sonraki 10 yıl içinde iktisadi
liberalizmi işleyen düşünce Osmanlı iktisadi düşüncesine çeşitli kanallarla yavaş yavaş aktarıldığı yıllar oldu. 1820’lerde İngiltere ekonomisinin yaşadığı pazar bulma
sıkıntılarının atlatılması için aranan pazarlardan biri de Osmanlı Devleti’ydi. 1838
ticaret antlaşmasının imzalanması hem
ucuz İngiliz mallarının ve hem de serbest
piyasa düşüncelerin ülke içine yayılmasına
yasal bir zemin hazırlamış oldu (Sayar,
2006: 188-189). Osmanlı iktisat düşüncesi
1838 ticaret antlaşması ile ülkeye giren ekonomi anlayışına pek yabancıydı. Bu antlaşma ile önce geleneksel sanayi ortadan
kalkarken bir yandan da sanayi teşvik tedbirleri ile korumacılık-liberalizm karışımı
sanayileşme hareketleri görüldü. 1838 ticaret antlaşması ile modern iktisadi fikirlerin
Osmanlı’ya girişi ve yayılışı daha da hızlandı (Sayar, 2006: 203-204).
1830 yılları Osmanlı’da Avrupa düşüncesinin kabulüne yönelik çalışmaların
doruğa ulaştığı bir dönüm noktası olarak
görülmektedir. Bu dönemden sonra gerçek
anlamda modern iktisadi fikirlerin ülkeye
girişi, yayılışı ve bu fikirlerin şekillendirdiği atılımların gerçekleşeceği hareketli bir
dönem yaşanacaktır. Yine bu dönemde
gerilemenin durmasına çareler arayan Osmanlı devlet adamları köklü değişikliklere
girişeceklerdir. Bu köklü değişiklikler ister
istemez modern iktisadi düşüncenin girmesini sağlayacaktır (Sayar, 2006: 188).
1830’lu yıllarda modern iktisat düşüncesinin Osmanlı’da yayılmasını sağlayan yabancı elçi ve kişiler serbest iktisadi
düşünce fikirlerini bu dönemde yeni çıkmaya başlayan basında dile getireceklerdir.
Courrier de Smyrne’i çıkardığı sürede
Blacque Bey adlı Fransız uyruklu bir gazeteci yazdığı yazılarda, serbest ticaretin Osmanlı’da yayılmasına çalışmıştı. Blacque
Bey, Osmanlı’daki tekellerin, devletin geri
kalmışlığın sebeplerinden başlıcası olarak
görmekteydi. Osmanlı topraklarında ilk kez
Batı türü bir borsanın kurulması girişimlerinde de aynı gazetenin öncülük yapması,
Blacque Bey’in serbest piyasa ekonomisini
tamamen benimsediğini kanıtlar. Avrupa
ülkelerinin Osmanlı topraklarında serbest
ticaret sisteminin yayma girişimlerinin
yaygınlaştığı bir zamanda Blacque Bey’in
Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya hitap eden
gazetesi olan Moniteur Ottoman’ın başına
getirilmesi Osmanlı Devleti’nin de bu düşünceleri benimsediğinin kanıtı olarak gösterilebilir (Koloğlu, 1988/a: 18). Nitekim
Moniteur’de Blacque Bey’in 1832’de yayınladığı yazılardan birisi de David Ross’un
Avrupa’da büyük etki yarattığını söylediği
‚Osmanlı Ülkelerinde Ticaret Serbestliği Hakkında” başlığını taşımaktaydı (Koloğlu,
1988/b: 31). Osmanlı Devleti’ne modern
iktisadi düşünceleri ilk kez sistemli ve sürekli bir şekilde ortaya atan kişi Blacque
Bey’dir (Koloğlu, 1988/a: 18). Blacque
Bey’in dikkatle üzerinde durduğu noktalar,
Osmanlı ekonomik düzeninin serbest ticaret sisteminin temel yapılarına sahip olduğunu belirtmesi ve serbest ticaret sistemini
engelleyen tekellerin kaldırılmasıyla Osmanlı’nın bu alanda büyük bir ilerleme
sağlayacağını
söylemesidir
(Koloğlu,
1988/a: 16-17).
Bu yıllarda serbest piyasayı savunan diğer kişi ise 1830’ların başından
1837’ye kadar İngiliz Elçiliğinde başkâtip
olarak vazife görmüş ve 1838 ticaret ant-
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
laşmasında bulunmuş olan İngiliz David
Urquhart’tır. Urquhart’ın Osmanlılara hayranlıkla bakmasının en önemli sebebi ülkede vasıtalı vergilerin olmaması şeklindeki
görüşüydü. David Urquhart, Adam
Smith’in kaldırılmasını önerdiği devlet
müdahalelerinin hiçbirisinin Osmanlı’da
bulunmadığını bunun sonucu olarak Osmanlı’nın serbest ticaret için ideal bir ülke
olduğunu dile getirmekteydi. Urquhart
bütün tezlerini “Turkey and Its Ressources’’
adlı kitabında anlatmaktaydı. Urquhart
bütün enerjisini Osmanlı’nın bir serbest
ticaret merkezi olmasına çalışmıştı (Mardin
2002/b: 60-61). Urguhart, Osmanlı’nın eski
ekonomi ve maliye politikalarını özellikle
ticaret tekellerini ve iç gümrükleri kaldırılmasını, dış ticaretin serbest bırakılmasını,
gümrüklerin eskisi gibi düşük tutulmasını
istemekte ve bu durumun Osmanlı’yı ilerleteceğini söylemekteydi (Berkes, 1975: 330).
Osmanlı’nın ilerlemesinin Avrupa tarzı
kurumların kurulmasıyla değil Osmanlıların kendi özelliklerinin Batı ilerlemesine
ayak uydurtabilecek bir gelişmeyle bu ilerlemenin
sağlanacağını
belirtmekteydi.
1839’da yazdığı kitabında da bu görüşleri
dile getirir. Urquhart, her hangi tarafsız bir
İngiliz’in Osmanlı’da hammadde bolluğunu göreceğini, yoksulluğu, husumeti ve her
şeyin üstünde siyasi çekişmeyi ve parti
ruhunu göremeyeceğini söyler (Mardin,
2002/a: 277). Rusya’nın İngiltere’ye yaptığı
hammadde ithalatı ile zenginleştiğini, İngiltere’nin hammadde ithalatını Osmanlı’ya
yönlendirmesiyle Osmanlı’nın da zenginleşeceğini belirtir. Urquhart’a göre Osmanlı
ile yapılabilecek bir ticaret antlaşması Osmanlı’nın sıkıntıları çözülebilirdi. (Koloğlu,
1988/b: 33).
1831 yılında devletin resmi gazetesi
Takvim-i Vaka-yi yayınlanmıştır. Bu gazetenin sütunlarında ‘’Ticaret ve Esar’’ başlığıyla çoğu İngiliz gazetelerinden tercüme
edilen iktisadi meselelere dair makaleler
215
görülmekteydi (Fındıkoğlu, 1946: 21).
1840’da yayın hayatına başlayan Ceride-i
Havadis’in okuyucularını bilgilendirmek
istediği meselelerden biri de ‘İlm-i Tedbiri
Menzil’ olmuştu. Bu gazetede borsa haberleri bölümü yayınlanarak okuyucularının
dikkatini piyasa işlemleri üzerine çekilmiştir (Sayar, 2006: 286). Ceride-i Havadis’de
iktisadi konular üzerine geniş tartışmalar
yaşanmıştı. 1838 ticaret antlaşmasından
sonra milli sanayi kurma girişimleri karşısında Ceride-i Havadis sütunlarında başlayan Tarım mı? Sanayi mi? tartışmaları ileride yaşanacak uzun soluklu bir tartışmanın başlangıcını oluşturmaktaydı. Aynı
şekilde bu gazetede Münif Paşa’nın ‘İdare-i
Mülkiye’ yazısı ile ilk kez ‘Ekonomi Politik’
kavramına dilimizde bir karşılık bulmaya
çalışmasıyla da bir başka tartışma geleneğini başlatmış oluyordu. Ayrıca bu gazetenin
sayfalarında borçlanma girişimleri, kaime
tecrübesine geçilmesi, vergiler, maliyede
ıslahat teşebbüsleri, denk bütçe arayışında
gelirlerin artırılmasının yolları, yabancı
sermaye fikri, bankaların kurulması vb.
konular aleyhinde ve lehinde pek yazı ve
haber yer almıştır. (Sayar, 2006: 261). Gazete sayfalarında görülen iktisadi haber ve
fikirlerin yanında dergiler de yayımlanmaya başlamıştır. Osmanlı’da iktisadi yazıların bir dergi içerisinde ilk defa yayımlanması Mecmua Fünun sayfalarında görülmüştür. Mecmua Fünun Dergisi’nde Münif
Paşa (İnceoğlu 2005/2: 235-264 ; Budak,
2004: 428-435), Mehmet Şerif Efendi (Sayar,
2000: 360-372; Fındıklıoğlu, 1946: 42-44) ve
Ohannes Paşa’nın (Çavdar, 1992: 54-83;
Fındıklıoğlu, 1946: 44-45) iktisadi yazıları
bu dönemde iktisadi düşüncenin gelişiminde önemli rol oynamışlardır. (Sayar,
2006: 287).
Ceride-i Havadis’i çıkartan Churchill gazetede, ekonomi ve ticari işlerden iyi
anlayan Ermeni yazarlar aracılığıyla himaye usulü ile serbesti düşünceyi karşılaştıra-
216
Kenan DEMİR
rak, Osmanlı Devleti için ikinci yöntemin
daha da fayda sağlayacağını söylemekteydi
(Berkes, 1975: 331). Churchill’e göre Osmanlı geniş verimli arazilere sahip bir tarım
ülkesiydi. Bu topraklar işlendiği takdirde
Osmanlı güçlü bir tarım ürünleri ihracatçısı
olabilirdi. Osmanlı’da mevcut olmayan
teknik bilgi, sermaye ve alt yapı tesislerinden dolayı sanayileşme teşebbüslerine girmemeli, sanayi ürünlerini dışarıdan almalıydı. Churchill bu düşüncelerle Osmanlı
Devleti’nde İngiliz malları ürünün satılmasını diğer taraftan İngiliz sanayisinin hammadde ihtiyacını da Osmanlı Devleti tarafından karşılanması düşüncesindeydi (Önsoy, 1988: 33-34). Churchill, tarımın ticarileşmesi ile ülke ekonomisinin kalkınacağını
söylemekte ürünlerin ihracatındaki engellemelerin kaldırılması gerektiğini vurgulamaktaydı. Avrupa devletlerinin tarımsal
ihracı engellemekten ziyade desteklediklerini ve tarımsal gelişmişliğin sağlandığını
belirtiyordu (Özçelik, 2003: 159-160).
Osmanlı devlet adamlarının ve düşünürlerinin tesirinde kaldıkları batılı kişiler Churchill, Urquhart ve Blacque Bey’den
başka 1838 ticaret antlaşmasını yürüten
İngiliz Hariciye Nazırı Palmerston’du.
Palmerston uzun yıllar İngiliz tüccarlarının
Osmanlı ile ticaretinin geliştirilmesi önerilerini desteklemişti. Palmerston’un asıl
hedefi Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı
korumaktı. Palmerston, 1838 ticaret antlaşmasının müzakerelerini başlatmış ve antlaşmanın olabilmesi için çok enerji harcamıştı. (Mardin, 2002/b: 63). Liberalmuhafazakâr düşüncelere sahip olan Palmerston’un bu muhafazakâr düşüncesi
Osmanlı politikasında da görülmektedir.
Palmerston’un Osmanlı Devleti’ne ıslahat
önerilerin en önemli iki kısmı; Osmanlı
Devleti’nin meşruti rejime geçmesinin erken olacağını söylemesi ve maliyenin ıslahı
edilmesinde devlete önemli bir rol vermesidir. Palmerston, Urquhart’ın iktisadi konularda devletin değişlik yapmamasını
istemesinin tam aksini söylemektedir. Pal-
merston, devletin iktisadi gelişmesi için
bazı idari reformlara girişilmesini ve yapılacak değişikliklerin ise belli bir düzen
içinde yapılmasını istemekteydi (Mardin,
2002/b: 64-65).
Palmerston’un serbest iktisadi faaliyeti sağlayacak tedbirleri almasını yerine
getirme vazifesine dair fikirlerin daha ötesinde olan bir görüş Osmanlı iktisadi gelişmenin devletin girişimi ile geliştirilmesi
gerektiği düşüncesiydi. Palmerston’un düşüncesinin solunda yer alan bu düşünceye
Kameralizm denilmektedir. Osmanlı’ya
Avusturya’dan gelmiştir (Mardin, 2002/b:
65). 1830’lu yılların sonlarında Batı’da görevli olan Osmanlı elçileri Avrupa devletlerinin halkın verimliliğini artırarak bir dizi
koruyucu tedbirlerini, devletin amacı olan
bir politika haline getirdiklerini gördüler.
Devlet ileri gelenleri halkın mülkiyet haklarının garanti altına alınması gerektiğini
sezmişler ve halkı eğitmenin kendilerine
getireceği faydaları sezmişlerdi. Avrupa’da
gelişen bu düşüncelere Kameralizm denilmekteydi. (Mardin, 2002/c: 11-12). 1839’da
ilan edilen Tanzimat Ferman’ı ile yapılan
yenilik hareketleri de büyük oranda bu
düşünceden etkilenmiştir. Kameralizm
uygulamalarını Avusturya Büyükelçisi
Sadık Rıfat Paşa ve Londra Elçisi Mustafa
Reşid Paşa Avrupa’da görerek Avrupa’nın
gelişmişliğini burada yattığına kanaat getirmişlerdir. Dağınık bir ülkeyi birleştirici
bir yönde göstermesi bu devlet adamlarına
Kameralizm’i çekici kılmıştır. Osmanlı devlet adamları idari, hukuksal ve iktisadi tedbirlerle Osmanlı Devleti’nin çok sayıda yer
alan kültür farklılıklarını eriterek Osmanlılık şuurunu oluşturmayı hedefliyorlardı.
(Mardin, 2002/c: 12). Osmanlı devlet adamları Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin esas
nedenini devletin toplumun dizginlerini
kaybetmiş olmasında görmekteydiler. Devletin bu dizginleri nasıl kontrolüne alabileceği yöntemini Kameralizm tam olarak
vermekteydi. Modern iktisadi düşünceyi
Osmanlı ileri gelenleri arasında sistematik
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
olarak değerlendiren ilk Osmanlı düşünürü
Avusturya Büyükelçisi Sadık Rıfat Paşa’dır.
Rıfat Paşa’nın elçilik zamanında gönderdiği
raporlar bu bakımdan önem arz etmektedir.
Mustafa Reşit Paşa’nın fikirleri ve başlattığı
Tanzimat hareketini de bu açıdan değerlendirmek gerekir (Mardin, 2002/c: 84).
Sadık Rıfat Paşa’nın, 1837 yılında
Avusturya Elçisi olarak Viyana’dan gönderdiği raporlar Kameralizm düşüncesinin
Osmanlı’ya girişini ve yayılışını sağlamıştır.
Sadık Rıfat Paşa’nın, bu yazdığı layihalar
incelenirse halkın yeni ve verimli bir hayata
yönlendirilmeleri gerekliliği görülecektir.
Rıfat Paşa, bu yeni hayat tarzının süreklilik
sağlanması için ‘gaza’ fikrinin artık toplumun yapısından çıkartılması gerektiğini
söyler (Mardin, 2002/b: 65-67). Rıfat Paşa’nın barışın refah getireceğini söylemesi,
Osmanlı düşüncesinde görülen bir yenilikti. Rıfat Paşa, keyfi idarenin hüküm sürdüğü yerde devletin çökeceğini işaret etmekteydi. Keyfi idarenin sürdüğü sürece tebaanın devlete duyduğu güvensizlik, halkın
üretim faaliyetlerini gerçekleştirmekten
alıkoyacaktı ve böyle durumlarda halk
servet biriktirmekten kaçınacaktı (Mardin,
2002/a: 203-204). Keyfi idarenin tamamen
kaldırılmasını, adli ve idari kurumların
düzenlenmesini, askerlik, vergi gibi belli
başlı görevlerin belirli esaslara göre belirlenip uygulanılmasını söylemekteydi. ‘’Adalet, halktan az vergi almak değildir, belki bütün
haklara riayettir.’’ tarzındaki cümlesi Rıfat
Paşa’nın, düşüncelerindeki hukuk sisteminin yansımasıydı. Rıfat Paşa, halkın terbiyesinin ilerletilmesi, ordunun ve donamanın düzenlenmesi ve sanayinin korunması
gerekliliğini belirtmekteydi. Avrupa’da
uygulanan himaye usulünün memleketlere
fayda getirdiğini, ihracatın ithalata göre
fazla olması gerektiğini, himaye ve milli
ürünlere rağbet gibi tedbirlerin Avrupa
memleketlerini zenginliğe ve kalkınmaya
götürdüğünü söyler. (Tanpınar, 2006: 120).
217
Ayrıca, bu ülkelerde halkın servetinin dışarıya akmaması için bu ülkelerin birçok yabancı ürünün memlekete girişini yasakladıklarını dile getirir (Karal, 1983: 253).
Rıfat Paşa, Osmanlı ekonomisi için
bir dizi köklü değişikliklerin yapılmasını
ister. Rıfat Paşa’ya göre, bunların başında
ülkenin canlı ve aktif bir nüfusa ihtiyacı
vardır. Ve nüfusun artırılması için gerekli
koşulların oluşturulması gerekir. Rıfat Paşa,
tarımın canlandırılması gerektiğini ve bir
tarım ülkesi olan Osmanlı Devleti’nin tarımda verimi artırması için dışarıdan araç
ve gereçlerle birlikte yabancı teknisyenlerin
getirilmesini öğütler. Tarımda gelişmenin
sağlanması için yolların açılması ve düzeltilmesi gerektiğini belirtir. Hatta bu fikrinde zamanına göre oldukça ileri fikirler söyler. Ziraatın ilerlemesi için yolların yapılması kadar demiryollarının da Osmanlı’da
yapılması gerekliliğini belirtir (Sayar, 2006:
217-218). Taşrada rüştiye ve sanat okulları
açarak, çocukların fen ve sanat dersleri ile
yetiştirilmelerini istemektedir (Kurdakul,
1989: 61). Rıfat Paşa’ya göre, Osmanlı Devleti hızla sanayileşen Avrupa karşısında
geri kalmış bir tarım ülkesidir. Mevcut zirai
potansiyeli bile tamamen üretilememektedir. Sürekli mali sorunlarla uğraşan Osmanlı Devleti verimlilik esasına dayanan
güçlü bir devlet olmak istiyorsa çağın ticari
kurallarını yani Kameralizm’in şartlarını
uygulamak zorundadır. Devletin ilerlemişliği ve ülkenin zenginliği halkın teşebbüs
gücünün ve zenginliğini toplamına eşittir.
Halkın, kendi özel gayretleri ile teşebbüs
girişimini harekete geçirecek ve devam
etmesini sağlayacak özgür bir ortamın hukuk güvencesi ile korunması gerekir (Türköne, 1995: 62).
Rıfat Paşa, Avrupa’nın nüfusun çok
olmasından dolayı mal ve eşyaların pahalı
olduğunu lakin insanların günlük temel
gereksinimleri için tükettikleri ekmek gibi
ürünlerin gayet ucuz olduğunu belirtir.
218
Kenan DEMİR
Avrupa ülkelerinde halkın günlük ihtiyaçlarını karşıladığını ve herkesin muhtaç olduğu eşyadan devletin gümrük ve resim
almadığını belirten Rıfat Paşa, buna karşılık
lüzumlu eşyalar ipek, tütün ve içki gibi
ürünlerden çok fazla vergi alındığını söyler.
(Karal, 1983: 252-253). 1838’de yazdığı ‘Avrupa’nın Ahvaline Dair’ yapıtında Osmanlı’nın lüks eşyalar için çok yüksek gümrük
resimleri koyarak ithalini önlemek ve bu
suretle ithalatı ihracata göre düşük tutma
gerekliliğini belirtir (Kurdakul, 1989: 60).
Osmanlıların iç ticaretin geliştirilmesi için
bir devlet programının düzenlenmesi ve
uygulanması gerektiğini belirtir (Karal,
1983: 253). Rıfat Paşa’ya göre, devlet yerli
tüccarları teşvik etmeli ve korumalı, iç piyasada yerli malların tüketimini özendirmeli, ekonomi alanda devlet keyfiyete son
vermeli, alım-satım işlemlerini serbest bir
halde tutmalı, mülkiyet hakkını koruyup
dokunulmazlığını sağlamalıdır. Sermaye
birikimini önleyen ve mülkiyet hakkını
ortadan kaldıran müsadere sistemi gibi
uygulamalarını kaldırmalıdır. Hukuk, ekonominin canlandırılması için gerekli şartları
oluşturması için bir ön şarttır (Türköne,
1995: 62).
Rıfat Paşa, mali konulara özellikle
para konusuna önem verir. Paranın ayarına
hiçbir zaman dokunulmaması gerektiğini
belirtir. Giderler konusunda gereksiz savurganlıklara karşı çıkar. Devletin mali
kuvvetinin artması ile devletin imar ve
fabrika işlerine girişeceğini ve devletin varidatının vergi olduğunu ve her türlü verginin halkın imkânlarına göre alınması
gerektiğini söyler (Kurdakul, 1989: 58).
Osmanlı ekonomisinin kalkınması için banka ve kredi kurumlarının gerekli olduğunu
da belirtir (Berkes, 2003: 203). Rıfat Paşa’ya
göre milletin nüfusun artması, ülkenin asayişinin sağlanması her devletin ilerlemesine
yardımcı olur. Avrupa’da hükümdarlar ve
yöneticiler kanuna aykırı faaliyetlerde bulunmazlar, rüşvetle iş görmezler, memurlar
yetenek ve ehliyetlerine göre atanır ve gö-
revlerinden keyfi olarak alınıp cezalandırılamazlar. (Ortaylı, 2000: 95). Avrupa devletleri vatandaşlarının faaliyetlerine ve hareketlerine fazla müdahale etmez, gereksiz
kuralları ise kaldırmışlardır. Devlet vatandaşlarının kazançlarının başarısına şüpheyle bakmaz bilakis onları teşvik eder. (Mardin, 2002/a: 210). Rıfat Paşa’nın görüşlerinin
amacı, Osmanlı Devleti’nin toplumsal olarak kalkınması ve halkın mutlu bir yaşama
sahip olmasıdır. Rıfat Paşa, devletin içe
dönük bir tarım ve sanayi politikasından
yana değildir. Bireylerin teker teker ekonomik huzur olarak gelişmişliğiyle toplumsal kalkınma gerçekleşebilir. Tarım ve sanayide Batı ekonomileri gibi teknoloji kullanılmalıdır. Bir memlekette ihracatın ithalattan az olması halinde o toplumda çöküşün ve yıkımın başlayacağını belirtir (Kurdakul, 1989: 60).
Tanzimat dönemin önemli devlet
yöneticilerinden Ali Paşa ve Fuat Paşa’da
liberal düşünce ve görüşler dile getirmişlerdir. Ali ve Fuat Paşalar mülkiyete özgürlüğün verilmesi gerekliliğini benimsemişlerdi. Ali ve Fuat Paşalar, Osmanlı halkının
mülkiyeti güvence altına alınırsa ekonomik
gelişmesinin bireylerden başlayarak hızlanacağına inanırlar. Özel mülkiyetin tanınması için gerekli teşebbüslere girişirler.
1858 Arazi Kanunnamesi ile devletin bütün
bölgelerinde devlet malı arazi sisteminden
özel mülkiyete geçiş başlatırlar. Ali ve Fuat
Paşalara göre ticaret liberalleşmelidir. Serbest ticaret ülkede hâkim olması gereken
bir hedeftir. Bankacılığı ise ticaretin gelişeceği için benimserler (Yayla-Seyitdanlıoğlu,
1998: 55). Ali ve Fuat Paşaların bu dönemde
gerçekleştirdiği ıslahat teşebbüsleri Reşit
Paşa’nın başlattığı gibi Kameralizm’in bir
uzantısı olarak sürdürülmekteydi. Halka
aşırı bir hürriyet vermekten ziyade ana
amaç devleti kötü durumdan kurtarmaktı
(Mardin, 2002/c: 87). Ali ve Fuat Paşaların
öldükleri zaman bıraktıkları vasiyetnamelerinde Ali ve Fuat Paşaların iktisadi görüşlerini daha açık görebiliriz. Vasiyetnamesin-
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
de Osmanlı’da yaşayan bütün vatandaşların can ve mal güvenliğinin sağlanmasını
isteyen Fuat Paşa, halkın maddi ve manevi
gelişimi için halkın eğitimine önem verilmesi gerektiğini belirtir. Ayrıca Fuat Paşa,
Osmanlı ülkesinin kalkınması için yol ve
demiryolların yapılmasının gerekli olduğunu söyler (Çavdar, 1992: 21-22). Fuat
Paşa’nın vasiyetnamesinde iktisadi konular
fazla yer tutmamasına karşın Ali Paşa vasiyetnamesinde iktisadi konulara fazla değinmiştir. Ali Paşa, öldüğü zaman vasiyetnamesinde şunları söyleyecektir. Devletin
şahsi teşebbüs ile giriştiği teşebbüsler özellikle yerli sermaye ile yapılmış olan teşebbüsleri teşvik etmesi kendi faydasınadır.
Devlet fabrikaları devlete çok fazla yük
getirmekle birlikte özel sanayiyi de engelleyeceği için devletin bundan kaçınması
gerekir. Devletin elinde bulunan fabrikalar
özel şirketlere devredilmelidir. Devlet, özel
kuruluşlarla ve şirketlerle aynı eşyayı fiyat
ve kalite bakımından çok daha elverişli
şartlarda elde edecektir. Devlet gerekirse
yabancı sermayeye de başvurmalıdır (Çavdar, 2003: 20). Kapitülasyonlar, ekonominin
ilerlemesini engellemekte ve zorlaştırmaktadır. Ekonomiyi sekteye vuran kapitülasyonlardan kurtulmanın yolları aranmalıdır.
Tarımın gelişmesi sağlanarak tarımı etkileyen aşar düzeni kaldırılmalı ve tarımı destekleyecek bankalar kurulmalıdır. Ayrıca
Ali Paşa, vergilerin toplanması işinin özel
şirketlere verilmesi gerektiğini söyler (Çavdar, 1992: 23-28).
Bu dönemin önemli devlet adamlarından biri olan Cevdet Paşa’da Osmanlı’da
serbest düşünceyi dile getirmiştir. Ticaretin
önemini kavrayan Cevdet Paşa, bu kesimin
gelişmesi için tek yolun serbest ticaret olduğunu söyler. Serbest ticareti savunmasına rağmen Osmanlı’nın gelişmiş ülkelerle
yapmış olduğu ticaretin Osmanlı’ya maliyetinin yüksek olduğunu da söyler. İç ve
dış borç için ise aldığı borcun yerinde kul-
219
lanıldığı zaman faydalı olacağını dile getirir. Eğer lüzumsuz işlerde kullanacaksa
faizsiz bile borç alsa devlete zararlı olacağını belirtir (Çavdar, 2003: 20-21). Sanayi ve
ticaret gibi ekonomi konularında devletin
gerekliliğini belirtmekle birlikte özel girişimciliğinin önemine de vurgu yapar. Müsaderenin bir devlet geliri olarak sağlam ve
kabul edilebilir bir araç olmayacağını söyler. Bir devletin kalkınabilmesinin sanayi,
ziraat ve ticaretin gelişmişliği ile olacağını
söyleyen Cevdet Paşa, serbest ticaret ve
himaye konularında da aşırılıktan kaçınılması gerektiğini söyler. (Bağış, 2000: 269).
Cevdet Paşa’nın düşüncelerinde Kameralizm’in de izleri mevcuttur. Cevdet Paşa,
lüzumsuz harcamaların aleyhinde bulunurken devletin ekonomi olarak bir rasyonel işletme birimi gibi davranması gerektiğini söyler. Gene Cevdet Paşa, sikke ayarının değiştirilme yöntemine karşıdır (Mardin, 2002/b: 82-83).
6. SONUÇ
Klasik dönemde Osmanlı ekonomisi halkı ve devleti önemseyen bir toplumsal
dayanışma niteliğindedir. Ekonomi geçimliktir, provizyonizttir ve fiskalisttir. Yöneticilerin temel kaygısı siyasi ve toplumsal
düzeni ekonomik dengelerle sürekli kılarak
toplumsal birliği ve düzeni sürekli kılmaktır. Osmanlı ekonomisinin temel dinamiklerinden biri olan provizyonizt sistemi ile ana
amaç başta İstanbul olmak üzere kentlerin
iaşesini temin etmektir. Fiskalizm ile devletin gelirlerini artırarak hükümeti güçlü
kılıp siyasi ve ekonomi olarak istikrarı sağlamaktır. Osmanlı ekonomisinin krizlere
girmemesi ve değişimlerden yaşanan aksaklıkları önlemek amacıyla değişim ön
planda tutulmamış, yerleşmiş ve gelenekselleşmiş ekonomik yapının devam ettirilmesine çalışılmıştır.
Osmanlı ekonomisi 16. yüzyıldan
sonra mevcut yapısını devam ettirememiş
220
Kenan DEMİR
sistemde büyük çaplı krizler yaşanmaya
başlamıştır. Devletin ana gelir kaynağı olan
tımar sistemin eskisi gibi düzenli işleyememesinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle devletin gelir kaynakları azalmıştır.
Gelir kaynaklarının azalması neticesi ekonomide krizler yaşanmaya başlamış, devlet
yöneticileri devletin gelir kaynaklarını artırmak amacıyla politikalar üretmeye çalışmışlardır. Devlet görevleri bu yıllarda
Osmanlı ekonomisinin yaşadığı aksaklıkları
gidermek amacıyla padişaha layihalar
sunmuşlardır. 16. yüzyılda başlayan layiha
geleneği 17 ve 18. yüzyıllarda devam etmiş,
Osmanlı ekonomisinin yaşadığı krizlere
karşı birçok çözüm önerileri dile getirmişlerdir. Layihacılara göre, Osmanlı ekonomisinin çözülmesinin en önemli sebebini tımar sisteminin ihmal edilmesi olarak görülmüştür. Layihacılar, daha çok klasik
ekonomi yapının muhafaza edilmesi, devlet
harcamalarının azaltılması ve gelirlerinin
artırılması gibi çözüm önerileri getirmekteydiler.
18. yüzyıldan itibaren Osmanlı
ekonomisinin yaşadığı krizlerin çözümünde ilk defa kadim gelenekten çözümler
üretmek yerine Avrupa’daki gelişmelere
dikkat kesilmiş ve yaşanan krizi atlatmak
amacıyla dış ülkelerden çözüm önerileri
alınmaya başlanmıştır. Osmanlı’da Batılılaşmanın ilk ayağını oluşturan Lale devrinde Osmanlı devletinin yaşadığı ekonomik
krize yönelik çözüm önerileri Batı ülkelerden alınmış ve Fransa’dan Osmanlı’ya iltica
eden Hugenotlar tarafından devlet yöneticilerine birçok rapor sunulmuştur. Bu yüzyılda Avrupa’daki ekonomik gelişmeler
dikkatle izlenmesine ve dışarıdaki ekonomik gelişmeler dikkate alınarak hazırlanan
birçok ekonomik raporlar padişahlara sunulmasına karşın Osmanlı ekonomisinin
krizden kurtulması için uygulanan politikalar halen geleneksel ve kadim düşünce
eksenindedirler. Bu yüzyılın sonunda Osmanlı’nın en ıslahatçı hükümdarlarından
olan III. Selim Osmanlı ekonomisinin kriz-
den kurtulması için köklü değişimler uygulamak amacıyla devlet ileri gelenlerinden
raporlar istemiştir. Sunulan raporlarda
Osmanlı ekonomisi için birçok çözüm önerileri olmasına karşın ekonominin krizden
kurtulması için sunulan çözüm önerileri
hemen hemen klasik dönem iktisat fikirleri
içermektedir.
III. Selim Avrupa’daki iktisadi gelişmeyi yakından görmek ve Avrupa’da
görülen politikaların Osmanlı’da uygulanması için Batı’ya birçok elçi göndermiştir.
III. Selim’in gönderdiği elçilerden Ebubekir
Ratip Efendi ile Halet Efendi Avrupa’daki
ekonomik gelişmeler hakkında padişaha
birçok raporlar göndermişler, bu raporlarla
Osmanlı ekonomisine Batı’dan çözüm önerileri getirmişlerdir. Elçiler, gönderdikleri
raporlarla ilk defa Osmanlı’da sistemli bir
şekilde modern iktisat düşüncesine ait çözüm önerileri dillendirilmiş ve kalkınmanın
ana çaresi olarak üretim gösterilmiştir.
Gönderilen elçilerden Ratip Efendi, devletin bütçe denkliğinin sağlanması, iç ticaretin ve yerli sanayinin geliştirilmesine önem
vermesi gerektiğini dile getirmiştir. Fransa’ya gönderilen Halet Efendi ise Osmanlı’nın kalkınması için fabrikalar kurması
gerektiğini belirtmiştir.
Osmanlı’da 1830’lu yıllar modern
iktisat düşüncesinin hakim olduğu ve krizden kurtulmak için kadim düşüncenin artık
reçete olarak önerilmediği yıllardır. Bu
tarihten itibaren Osmanlı’nın Avrupa’daki
her ekonomi görüşe önem verdiği ve Batı’dan birçok uzmanın Osmanlı’da istihdam
edildiği yıllardır. Bu dönemde modern
iktisat düşüncesi Osmanlı’ya yerleşen Batılı
uzmanlar tarafından dile getirilmiştir.
Blacque Bey, David Urguhart ve Churchill
dönemin basınında yazdıklarıyla modern
iktisadın Osmanlı’da yayılmasına çalışmışlardır. Ülkede yayımlanmaya başlayan
Takvim-i Vaka-yi, Moniteür Ottoman, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahval ve Mecmua-ı Fünun gibi gazete ve dergiler de
modern iktisadi düşüncenin yayılmasında
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
önemli kanallardan biri olmuşlardır.
Modern iktisat düşüncesi devleti
yöneten bürokratlar tarafından da benimsenmiş, dönemin önemli devlet adamları
olan Mustafa Reşit Paşa, Sadık Rıfat Paşa,
Ali Paşa, Fuat Paşa ve Ahmet Cevdet Paşa
liberal ve kameralizm düşüncelerine hâkim
olmuşlar devlet politikalarını bu düşünceler ekseninde yürütmüşlerdir. Sadık Rıfat
Paşa dönemin en önemli ekonomi görüşlerini dile getiren kişisi olarak devletin ekonomiye etkin olarak müdahale etmesi gerektiğini ve üretimin artırılması için teşebbüslerde bulunulması gerektiğini ifade
etmiştir. Osmanlı devlet adamlarının birbirine zıt olan liberal ve kameralist düşüncelerini aynı anda benimsemesinin nedeni
devletin kalkınması için çözüm olarak her
türlü görüşün uygulanmasına ihtiyaç duymalarıdır.
KAYNAKÇA
Akün, Ömer Faruk, Koçi Bey, İslam Ansiklopedisi, C:26, Ankara, Tük Diyanet
Vakfı, 2002.
Bağış, Ali İhsan, Milli İktisat Arayışları,
Ankara, Yeni Türkiye, Osmanlı
Özel Sayısı 2, Ekonomi ve Toplum,
Y:6, S:32, Mart-Nisan 2000.
Bilim, Cahit, Ebubekir Ratip Efendi’nin
Nemçe Sefaretnamesi, Ankara,
Belleten, C:54, S:209, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Nisan 1990.
Churchill, William, Ceride-i Havadis
Gazetesi, S:4, 1256, Akt. Tarık
Özçelik,
Modern
İktisadın
Osmanlı’ya Girişi Ve Ceride-İ
Havadis 1840–1856, Basılmamış
Doktora
Tezi,
Marmara
Üniversitesi,
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü, İstanbul, 2003.
Eren, A. Cevat, III. Selim, İslam
Ansiklopedisi, C:10, İstanbul, Milli
Eğitim Basımevi, 1993.
221
Eriş, Metin, Osmanlı Devleti’nde İktisadi
Anlayışın Varlığı Üzerine, Ankara,
Yeni Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı
2, Ekonomi Ve Toplum, Y:6, S:32,
Mart-Nisan 2000.
Genç, Mehmet, ‚Osmanlı İktisadi Dünya
Görüşünün
İlkeleri‛,
İstanbul
Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, C.3,
S.1, 1989.
Genç, Mehmet,‚19. Yüzyılda Osmanlı İktisadi
Dünya Görüşünün Temel İlkeleri‛,
Divan İlmi Araştırmalar, Y:4, S:6,
1999.
Gökbilgin, Prof. Dr. M. Tayyib, ‚17. Asırda
Osmanlı Devleti’nde Islahat İhtiyaç
Ve Temayülleri Ve Kâtip Çelebi‛,
Kâtip Çelebi Hayatı Ve Eserleri
Hakkında İncelemeler, Ankara,
Türk Tarih Kurumu Basımevi,
2.Baskı, 1985.
Gökyay, Orhan Şaik, Katib Çelebi, HayatıŞahsiyeti-Eserleri,
İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Dergisi, C:8, S:11–12, 8 Eylül
1955, İstanbul, Osman Yalçın
Matbaası, 1956.
Gökyay, Orhan Şaik, Katib Çelebi, İslam
Ansiklopedisi, C:25, Türk Diyanet
Vakfı, Ankara, 2002.
İnceoğlu, F. Samime, Tanzimat’ta Düşünür
Ve Bürokrat: Münif Paşa Ve İktisat
Tasavvuru, İstanbul, Divan İlmi
Araştırmalar, Y:10, S:19, 2005/2.
İpşirli, Mehmet, Osmanlı Esas Yapısının
Bozulması Ve Islah Çalışmaları
Üzerine Bazı Gözlemler, Ankara,
Türkler,
C:9,
Yeni
Türkiye
Yayınları, 2002.
Koloğlu, Orhan, Osmanlı Devleti’nde
Liberal Ekonominin Savunucusu:
Blacque Bey (1792–1836), Tarih ve
Toplum, C:10, S:57, Eylül 1988/a.
Koloğlu, Orhan, 1838 Osmanlı-İngiliz
Ticaret Antlaşması Ve Mısır
222
Kenan DEMİR
Tehdidi, Tarih ve Toplum, C:10,
S:60, Eylül 1988/b.
Kurdakul, Necdet, Mehmed Sadık Rıfat
Paşa, Tarih ve Toplum, C:12, S:70,
Kasım 1989.
Özcan, Abdülkadir, Defterdar Sarı Mehmet
Paşa, İslam Ansiklopedisi, C:9,
Türk Diyanet Vakfı, İstanbul, 1994.
Özvar,
Erol,
Osmanlı
Tarihi
Dönemlendirme
Meselesi
Ve
Osmanlı
Nasihat
Literatürü,
İstanbul, Divan İlmi Araştırmalar,
Y: 4, S:7 1999/2.
Şener,
Abdullatif,
Tanzimat
Ve
Meşruiyet’te İktisadi Ve Mali
Politikalar, Ankara, Yeni Türkiye,
Osmanlı Özel Sayısı 2 Ekonomi Ve
Toplum, Y:6, S:32, Mart-Nisan 2000.
Tuncer, Hüner, Osmanlı Elçisi Ebubekir
Ratif Efendi’nin Viyana Mektupları
(1792), Ankara, Belleten, C:43,
S:169,
Türk
Tarih
Kurumu
Basımevi, Ocak 1979.
Yayla-Seyitdanlıoğlu,
Atilla-Mehmet,
Türkiye’de Liberalizm, Liberal
Düşünce, C:3, S:10,11, Bahar-Yaz
1998.
Yurdaydın, Hüseyin G., ‚Düşünce Ve Bilim
Tarihi 1600–1839‛ Der: Sina Akşin,
Türkiye Tarihi, C:3 Osmanlı Devleti
1600–1908, İstanbul, Cem Yayınevi,
5.Basım 1997.
Akçura, Yusuf, Osmanlı Devleti’nin
Dağılma Devri (18–19. Asırlarda),
Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 3.Baskı, 1988.
Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma,
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları,
5.Baskı, Ekim 2003.
Berkes, Niyazi, 100 Soruda Türkiye İktisat
Tarihi, C:2, İstanbul, Gerçek
Yayınevi, 2.Baskı, Aralık 1975.
Budak, Ali, Batılılaşma Sürecinde Çok
Yönlü Bir Osmanlı Aydını: Münif
Paşa, İstanbul, Kitabevi, Şubat 2004.
Çavdar, Tevfik, Türk Ekonomisinin Tarihi
1900–1960, Ankara, İmge Yayınevi,
2003.
Çavdar, Tevfik, Türkiye’de Liberalizm
1860–1990, Ankara, İmge Yayınevi,
Ocak 1992.
Danışman, Sadeleştiren: Zuhuri, Koçi Bey
Risalesi, , Ankara, Kültür Ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985.
Fındıkoğlu, Z. Ziyaeddin, İktisat Tedrisatı
Tarihçesi, İstanbul, İsmail Akgün
Matbaası, 1946.
Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Devlet Ve Ekonomi, İstanbul,
Ötüken Yayınları, 2005.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi C:6,
Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 3.Baskı, 1983.
Lewis, Bernand, Modern Türkiye’nin
Doğuşu, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 9.Baskı, 2004.
Mardin, Şerif, Yeni Osmanlıların Doğuşu,
İstanbul, İletişim Yayınları, 3.Baskı,
2002/a.
Mardin, Şerif, Siyasal Ve Sosyal Bilimler
Makaleler 2, İstanbul, İletişim
Yayınları, 6.Baskı, 2002/b.
Mardin,
Şerif,
Türk
Modernleşmesi
Makaleler 4, İstanbul, İletişim
Yayınları, 11.Baskı, 2002/c.
Nişancı, Şükrü, Osmanlı İktisat Zihniyeti,
Okumuş Adam, İstanbul, Nisan
2002.
Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun
Yüzyılı, İstanbul, İletişim Yayınları,
6.Baskı, 2000.
Öz, Mehmet, Osmanlı’da Çözülme Ve
Gelenekçi Yorumcuları, İstanbul,
Dergâh Yayınları, 2.Baskı, Ağustos
2005.
Önsoy,
Rıfat,
Osmanlı
Sanayi
ve
Sanayileşme Politikası, Ankara,
Türkiye
İş
Bankası
Kültür
Yayınları, 1988.
Pakalın, Mehmet Zeki, Maliye Teşkilatı
Tarihi, C:2, Maliye Bakanlığı Tetkik
Kurulu Yayını, 1977.
Kadimden-Moderne Osmanlı İktisat Düşüncesi
Sayar,
Ahmet Güner, Osmanlı İktisat
Düşüncesinin
Çağdaşlaşması,
İstanbul, Ötüken Yayınevi, 3.Baskı,
2006.
Tabakoğlu, Ahmet, Türk İktisat Tarihi,
İstanbul, Dergâh Yayınları, 5.Baskı,
Nisan 2000.
223
Tanpınar, Ahmed Hamdi, 19. Asır Türk
Edebiyat Tarihi, İstanbul, Yapı
Kredi Yayınları, Kasım 2006.
Türköne,
Mümtaz’er,
Osmanlı
Modernleşmesinin
Kökleri,
İstanbul, Yeni Şafak Yayınları, 1995.
Uğur, Haz: Ahmet; Lütfi Paşa, Asafname,
Ankara,
Kültür
Ve
Turizm
Bakanlığı Yayınları, Mayıs 1982.
224
Kenan DEMİR
Download