Genişleyen Evren Büyük Patlama, tartışılsa da, günümüzde içinde bulunduğumuz evrenin ortaya çıkışını en iyi açıklayan kuram. Büyük Patlama kuramının temelleri, 1917 yılında, Einstein'in Genel Görelilik Kuramı'nın bir sonucu olarak ortaya çıktı. 1929'da, Edwin Hubble'ın, tüm gökadaların bizden uzaklaşmakta olduğunu keşfetmesi, evrenin genişlemekte olduğunu gösterdi. Evren, genel görelilik kuramının öne sürdüğü gibi genişliyordu. Hubble'ın gözlemleri, Samanyolu dışındaki gökadaların, bize uzaklığıyla doğru orantılı olarak bizden uzaklaştıklarını gösterdi. Bu, mayalanmış bir ekmeğin kabarırken, tüm moleküllerinin birbirinden uzaklaşmasına benzer bir durum. Ekmeğin her yeri, birim zaman içinde aynı miktarda genişlerken, iki molekül, birbirine ne kadar uzaksa birbirlerinden uzaklaşma hızları da o kadar yüksektir. Evrenin genişliyor oluşu, onun geçmişte sonsuz küçüklükte bir noktadan ortaya çıktığını düşündürüyor. İşte bu kuram Büyük Patlama kuramı olarak biliniyor. Evrende Uzaklık Ölçümü Yöntemleri Doppler Kayması Evrenin genişlediği, uzak gökadalardan bize ulaşan ışığın Doppler kaymasına uğradığının gözlenmesi sayesinde keşfedildi. Eğer bir ışık kaynağı gözlemciye göre uzaklaşıyorsa yada yaklaşıyorsa, ondan kaynaklanan ışığın dalgaboyu farklı görünür. Bunun nedeni ışığın gözlemciye göre hep aynı hız ile hareket etmesidir. 1 Paralaks Yöntemi Yakın çevremizdeki yıldızların uzaklıkları paralaks adı verilen bir yöntemle bulunabiliyor. Bu yöntem keşfedilmeden önce kimse yıldızların gerçekte ne kadar uzakta olduğunu bilmiyordu. Dünyanın yörüngesi üzerinde birbirine en uzak iki noktada (6 ayda bir) yapılan gözlemlerde, yakındaki yıldızlar uzak yıldızlardan oluşan bir fonun önünde yer değiştiriyor görünürler. Bu yer değiştirme, yıldızın bize uzaklığı ile ters orantılıdır. Paralaks yöntemi ile sadece 3000 ışık yılı uzaklığa kadar olan yakın yıldızların uzaklıkları bulunabiliyor. Sefeid Değişen Yıldızları 2 Kırmızıya kayma yönteminin düşük duyarlılığı, paralaks yönteminin de çok sınırlı bir uzaklığa kadar sonuç vermesi, bu yöntemleri kullanarak evrenin genişleme hızını, dolayısıyla da yaşını duyarlı biçimde bulmamıza yetmiyor. Bu konuda gökbilimcilerin önemli bir silahı daha var: Sefeid değişen yıldızları. Sefeid'lerin çok önemli bir özelliği, ışıma güçlerinin "zonklama" periyotlarıyla ilişkili olmasıdır. Işıma güçleri arttıkça, periyotları da uzar. Periyodu ölçülebilen bir Sefeid yıldızının parlaklığı hesaplanabilir. Parlaklığı bilinen bir yıldızdan bize ulaşan ışıma miktarına bakılarak ne kadar uzakta olduğu bulunabilir. Gökbilimci Edwin Hubble, bu ilişkiyi gökcisimlerinin uzaklıklarını hesaplamada kullanmaya başladı. Hubble, öncelikle Andromeda gökadasının içindeki Sefeidleri gözledi ve gökadanın uzaklığını yaklaşık olarak 1 milyon ışık yılı olarak hesapladı. O sırada Sefeidlerin özellikleri çok iyi bilinmediğinden bu hesap hatalıydı. Ancak yine de o zamanlar sanıldığı gibi, Andromeda'nın Samanyolu'nun içinde bir gökcismi olmadığı anlaşıldı. Süpernovalar Süpernovalar, büyük kütleli yıldızların ölümü sırasında olurlar. Bir süpernovanın parlaklığı, içinde bulunduğu gökadanın parlaklığından bile fazla olabilir. Tip I süpernova olarak adlandırılan ve görece küçük yıldızların patlamasıyla oluşan süpernovalar ise farklıdır. Parlaklığı bilinen süpernovadan bize ulaşan ışık, onun uzaklığının karesiyle ters orantılı olduğundan, süpernovanın yer aldığı gökadanın uzaklığı hesaplanabilir. Hubble Sabiti Edwin Hubble, evrenin sadece Samanyolu'ndan oluşmadığını keşfetmekle kalmadı, yaptığı gözlemlerle başka gökadaların bizden uzaklaşmakta olduğunu keşfetti. Bunun da ötesinde, bir gökadaların uzaklaşma hızları, uzaklıklarıyla doğru orantılıydı. Yani, gökada ne kadar uzaktaysa bizden o kadar hızlı uzaklaşıyordu. Buna göre, bir gökadanın bizden uzaklaşma hızı, uzaklığının sabit bir sayıyla çarpımına eşittir. Bu sabit değer, Hubble Sabiti olarak biliniyor ve evrenbilimde yapılan çalışmaların önemli bir bölümü, bu sabiti olabildiğince duyarlı bir biçimde hesaplamak için yapılıyor. 3 v = Ho d --- v: gökadanın bizden uzaklaşma hızı (km/s) Ho: Hubble sabiti (km/s/Mpc) d: gökadanın uzaklığı (Mpc*) Mpc: Megaparsek (1 parsek = 3,26 ışık yılı) Hubble sabiti için doğru değeri bulmak kolay değil. Çünkü, uzak gökcisimlerinin uzaklıklarını ve hızlarını duyarlı bir biçimde ölçmek zor. Bunun için, çeşitli yöntemlerden yararlanılıyor. Yararlanılan yönteme göre sonuçlar da farklı. "Hubble Anahtar Projesi" adı verilen ve Hubble sabitini belirlemek için yapılan araştırmalara göre Ho değeri 70 km/s/Mpc. Evrenin Evrimi Yaklaşık 14 milyar yıl önce, madde ve enerji çok küçük (atom çekirdeğinin 10 üzeri 20'de biri kadar) bir hacim kaplıyordu. Bu hacmin içindeki yoğunluk ve sıcaklık sonsuz olarak kabul edilebilir. "Planck Zamanı" olarak bilinen ilk 10-42 saniyeye kadar süren dönem, fizik yasalarıyla açıklanamıyor. Bu sırada, dört temel kuvvet (kütleçekimi, elektromanyetizma, zayıf ve güçlü kuvvet) büyük olasılıkta tek bir kuvvet olarak birleşmiş haldeydi. Planck zamanının ardından kütleçekimi, öteki kuvvetlerden ayrıldı. Bu sırada, "Şişme Dönemi" olarak adlandırılan hızlı genişleme başladı. Şişme dönemi sadece 10 -12 saniye sürmesine karşın, evren bu sırada başlangıçtakinin 1050 katı hacme ulaştı. Sıcaklık 1032 Kelvin'den 1016 Kelvin'e düştü. Sıcaklığın 1028 Kelvin'e düşmesiyle ilk madde oluşmaya başladı. Bu madde, kuark ve lepton adı verilen parçacıklardan ve onların antimadde eşlerinden oluşuyordu. Evrenin sıcaklığı düştükçe, güçlü kuvvet, geriye elektrozayıf kuvveti bırakarak ayrıldı. Madde ve antimadde bu sırada birbirini yok etti. Ancak, madde miktarı, antimaddeye göre biraz daha fazla olduğundan, fazla madde evrende varlığını sürdürdü. 1 10-6 saniyeden sonra, evrenin sıcaklığı 1013 (10 Trilyon) Kelvin'e düştü ve kuarklar öteki parçacıkları oluşturmak üzere birleşmeye başladı. Bu sırada, zayıf ve 4 elektromanyetik kuvvetler birbirlerinden ayrıldı. 1. saniyede, sıcaklık 1010 (10 milyar) Kelvin'e düştü. Elektronlar ve nötrinolar oluştu; kuarklar üçlü gruplar oluşturarak proton ve nötronları oluşturdu. 3. dakikada, sıcaklık 109 (1 milyar) Kelvin'e düştü. Bunun ardından nötronlar ve protonlar, helyum ve döteryum gibi atomların çekirdeklerini oluşturmak üzere bir araya geldi. Bu sıcaklık artık büyük yıldızların çekirdeğindeki sıcaklıkla karşılaştırılabilir düzeye indi. (Yıldızların içinde de bu sıcaklıkta çekirdek birleşmeleri olur.) 10.000 yıl sonra, sıcaklık 1 milyon Kelvin'e kadar düştü ve atomlar oluşmaya başladı. İlk 100.000 yıl içinde, madde ve ışınım bakımından zengin olan evren, yoğun bir "sis" görüntüsüne sahipti. Serbest elektronlar ışınımı saçıyordu. 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000 Kelvin'e düştüğünde, elektronlar hidrojen ve helyum çekirdeklerine bağlandı ve sis kalktı. İlerleyen süreçte, madde gökadaları oluşturmak üzere belli bölgelerde topaklanmaya başladı. 4 milyar yıl sonra, gökadalar ve yıldızlar oluşmaya başladı. 5 6 Şişme Kuramı Bu kuram, evrenin ilk saniyesinin akıl aymaz küçüklükteki bi kesri sürenin içinde, muazzam bir genişleme gösterdiğini söyler. Kurama göre, evdenin içeriğini homojenleştiren şişme, ışığınkinden daha büyük bir hızla gerçekleşmiş. Daha sonra, ışık hızıyla başlayıp önce kütleçekim nedeniyle yavaşlayan, ama günümüzden yaklaşık 10 milyar yıl önce hızlanmaya başlayan Büyük Patlama genişlemesi başladı. Şişme Kuramı, evrenbilim ve parçacık fiziğindeki gelişmelerin bir ürünü olarak ortaya atıldı. Bu kuram, evrenin neden tekdüze ve kritik yoğunlukta olduğunu açıklayabilen tek kuram. Kuantum Kuramı ve Belirsizlik İlkesi birlikte, mükemmel bir boşluğun bile gerçek anlamda boş olamayacağını söyler. Maddeantimadde çiftleri, düzenli olarak oluşur ve yok olurlar. Antimadde, maddeyle aynı özelliğe sahip; ancak, elektrik yükü zıt olan maddedir. Örneğin, elektron (e-) 7 eksi yüke sahipken, pozitron yani antielektron (e+) artı yüke sahiptir. Madde ve antimadde çarpıştığında birbirlerini yok ederler ve kütleleri yüksek enerjili fotonlara (ışığa) dönüşür. Madde ve antimadde, evrende sürekli olarak çiftler halinde oluşur ve yok olur. Bu nedenle, evrenin elektrik yükü aynı kalır. Şişme kuramını açıklamaya yardımcı olan kavramlardan biri "Ters Vakum" varsayımıdır. Ters vakumu, çeken değil, iten kütleçekimi olarak düşünebiliriz. Bu kuvvet, evrenin bir dönem hızlı genişlemesini açıklıyor. Şişme süresince evrendeki madde önemli ölçüde seyrelmesine karşın, enerji yoğunluğunda azalma olmadı. Yani, genişleme süresince evrendeki toplam enerji, muazzam derecede arttı. Ters vakum, kararsız bir durum olduğundan, hemen bozunur ve sahip olduğu muazzam enerji de temel parçacıklardan oluşan sıcak gaza dönüşür. Ancak, bu gaz o kadar sıcaktır ki bu temel parçacıklar birleşme olanağı bulamazlar. Bu, daha önceki Büyük Patlama kuramının varsayımındaki kuark çorbasını oluşturur. Son Saçılma Büyük Patlamadan sonraki 300.000yıl süresince, evren ve madde ışınımın oluşturduğu çorba kıvamındaydı. Bu sırada evrendeki yoğun ışınım, bu çorbanın içindeki elektronlar tarafından saçılıyordu. Evren, 300.000 yaşına geldiğinde, protonlar ve elektronlar birleşerek hidrojen atomunu oluşturmaya başladılar. Hidrojen atomuyla etkileşime girme olasılığı çok zayıf olan gama ışınımı bir anda serbest kaldı. İşte bu ana “Son Saçılma Anı” deniyor. Çünkü, bu andan sonra ışık, elektronlar tarafından bir daha bu derecede saçılmadı. Kozmik Mikrodalga Işınımı Evrenin her yerini dolduran kozmik mikrodalga ışınımı, 300.000 yıl önceki son saçılma anının yani evren yaklaşık 300.000 yaşındayken ve 3000 K sıcaklıktayken yayılan ışınımın fosili. Evren genişleyip soğuyunca, bu ışınımda, elektromanyetik tayfın mikrodalga bölgesine karşılık gelen bir düzeye kaymış. Mikrodalga fon ışınımıyla ilgili ilk duyarlı ölçümler, 1989 yılında fırlatılan COBE ( Cosmic Background Explorer) uydusu sayesinde yapılabildi. Buna göre, tüm uzayı dolduran bu ışınımın sıcaklığı 2,73 Kelvin’di. Başlangıçta bu ışınımın en 8 önemli özelliği, tüm yönlerde aynı sıcaklıkta olması olarak görülüyordu. Ancak, COBE ve ardında fırlatılan WMAP uydularının duyarlı ölçümleri sonucunda, fon ışınımında küçük dalgalanmalar keşfedildi. Bunlar, aslında bir derecenin 0,0002’si kadar farklılık gösteriyor. Bu fark çok küçük olsa da evrenbilimciler için çok büyük önem taşıyor. Karanlık Dönemden Çıkış İlk yıldızların oluşumunu sağlayan süreç, bugünkü yıldız oluşumundan farklıydı. Ancak, bu yıldızlardan bazılarının şiddetli ölümü, bugün gördüğümüz evrenin oluşumuna yol açtı. İlk yıldız oluşturan sistemler, genel olarak karanlık madde olarak bilinen temel parçacıklardan (kırmızı) oluşmaktaydı. Büyük ölçüde hidrojenden oluşan sıradan madde (mavi), başlangıçta karanlık maddeyle karışmış durumdaydı. Hidrojenin soğuması, sıradan maddeye büzüşme olanağı sağladı. Karanlık maddeyse, dağınıklığını sürdürdü. Hidrojen, merkezde bir disk halinde çökeldi. Gazın daha yoğun bölgeleri büzüşerek, yıldız oluşturan topaklar haline geldiler. Bazı gaz topakları çökerek çok büyük kütleli parlak yıldızlar oluşturdular. Yıldızlardan kaynaklanan morötesi ışınım, çevredeki yüksüz hidrojen gazını iyonlaştırdı. Yıldız oluşumu hızlandıkça, iyonlaşmış gazın oluşturduğu balonlar birleştiler ve gökadalar arasındaki gaz tümüyle iyonlaştı. Birkaç milyon yıl sonra ilk yıldızlardan bazıları kısa yaşamlarının sonunda süpernova patlamalarıyla yok oldular. En büyük yıldızlar çökerek Karadelik haline geldiler. Kütleçekimi, gökada öncülerini birbirine yaklaştırdı. Çarpışmaların o zaman da, şimdi olduğu gibi yeni yıldız oluşumunu tetikledi sanılıyor. Karadelikler, bir olasılıkla birleşerek, gökada öncülerinin merkezindeki dev kütleli karadelikleri oluşturdular. Bu deliğe yakalanan gaz, kuasarlardaki gibi, radyo ışınımına yol açmaya başladı. 9 Geniş Ölçekli Yapı Mikrodalga zemin ışımasındaki iniş-çıkışlar, ilkel evrenin madde yoğunluğundaki küçük farklılıklardan ortaya çıkıyor. Yoğunluktaki bu küçük farklılıklar evrenbilimcilere, gökada kümeleri ve gökadalar gibi evrendeki büyük yapıların kökeniyle ilgili yol gösteriyor. Gökadalar, evrende rastgele dağılmamıştır. Kümeler ve duvar benzeri yapılar oluştururlar. Evrenin bu geniş ölçekli yapısının, Büyük Patlama'nın hemen ardından ortaya çıkan etkileşimlerin ürünü olduğu sanılıyor. Büyük patlamadan kısa süre sonra, madde henüz atomaltı parçacıkların oluşturduğu bir çorba görünümündeyken, meydana gelen kuantum dalgalanmaları nedeniyle, madde bazı bölgelerde çok az da olsa daha yoğun hale geldi. Bu, maddenin belli yapılar oluşturacak biçimde yoğunlaşarak gökadaları oluşturmasını tetikledi. Mikrodalga fon ışımasındaki dalgalanmaların Büyük Patlama kuramıyla ilişkisi henüz tam olarak kurulamadı. Gökadaların oluşumuna yol açan bu dalgalanmaların şişme döneminde ortaya çıkmış olabileceği üzerinde durulan bir olasılık. Evrenin Yaşı Evrenin yaşının belirlenebilmesi, evrenbilimcilerin en önemli amçlarından biri. Evrenin yaşı hesaplanırken, başlıca iki yöntemden faydalanılıyor. Birincisi, küresel kümeler. İkincisi, evrenin genişleme hızı. Evren, içindeki en yaşlı yıldızdan daha genç olamayacağına göre, onun yaşı hakkında bize ipucu verir. Küresel kümeler ideal kozmik saatlerdir. Bir küresel küme, aynı anda oluşmuş yıldızlardan oluşur. Gözlemler, en yaşlı küresel kümelerin 11 ila 18 milyar yıl yaşında olduğunu gösteriyor. Buradaki hata payının çok yüksek olmasının sebebi, uzaklık ölçümlerindeki büyük hata payıdır. 10 Madde ve Evren Einstein'ın ünlü E = mc2 formülü, kütle ve enerjinin birbirine dönüşebileceğini söyler. Laboratuar gözlemlerinde de gözlendiği gibi, iki yüksek enerjili foton çarpıştığında, her ikisi de yok olur ve yerlerine madde oluşur. Buna "çift oluşumu" denir. Çünkü ortaya, bir parçacık ve bir antiparçacık çıkar. Evrendeki maddenin de bu şekilde, büyük patlamadaki enerjinin madde ve antimaddeye dönüşmesiyle ortaya çıktığı düşünülüyor. Parçacık ve antiparcaçıklar, birbirleriyle zıt elektrik yüküne sahiptir. Madde ve antimadde bir araya geldiklerinde enerjiye dönüşürler. Örneğin, bir elektronla bir pozitron (antielektron) çarpıştığında, kütleleri yok olur ve gama ışınımı olarak enerji ortaya çıkar. Büyük patlamanın ardından, evrendeki enerji, çok miktarda madde ve antimaddeyi oluşturacak kadar yüksekti. Bu ortamda, parçacıklar ve antiparçacıklar toplam elektrik yükü sıfır olacak şekilde eşit miktarda oluşur ve yok olurlar. Buna "simetri" deniyor. Bu simetri, laboratuar deneylerinde de gözleniyor. Buna göre, Büyük Patlamadan yaklaşık 1 saniye sonra evrendeki madde ve antimaddenin birbirini yok etmesi gerekirdi. Ancak, bir şekilde simetri bozularak madde miktarı antimaddeye üstün geldi. Her bir milyar antiparçacık için, bir fazla parçacık vardı. Böylece evrende başlangıçtakinin çok azı da olsa madde kaldı. Çevremizde gördüğümüz, doğrudan ya da dolaylı olarak gözleyebildiğimiz maddeye baryonik madde denir. Ancak, evrendeki maddenin büyük çoğunu sadece kütlesi hesaplanabilen baryonik olmayan karanlık madde oluşturuyor. Baryonik Madde Baryonik madde, temel olarak proton, nötron ve elektronlardan oluşan “sıradan madde” ‘dir. Baryonik madde, görebildiğimiz gökcisimlerini oluşturmasının yanında, karanlık maddenin de bir bölümünü oluşturur. Bulutsular, kahverengi cüceler, nötron yıldızları baryonik maddeye gösterebileceğimiz örnekler. 11 Karanlık Madde Yıldızların ve gaz bulutlarının hareketlerini inceleyen bilim adamları, gökadaların kütlelerini hesaplayabiliyorlar. Bunun sonucunda ortaya çıkan madde miktarı, yıldızlar ve toz bulutları ve gözlenebilen öteki cisimlerin toplam kütlesinin yaklaşık 10 katı kadar. “ Karanlık Madde” olarak adlandırılan, ışığı yaymayan ve ışığı soğurmayan bu madde, sadece kütleçekimi sayesinde saptanabiliyor. Evrendeki Temel Kuvvetler Evrende dört temel kuvvet var. Bu kuvvetler, evrendeki her şeyin birbiriyle etkileşim halinde olmasını sağlar. Temel kuvvetlerin her birinin işlevi, etki mesafesi ve etki gücü farklıdır. Dört temel kuvvet kütleçekimi, elektromanyetizma, zayıf ve güçlü çekirdek kuvvetleridir. Kuvvetlerin nasıl oluştuğu, kuantum fiziği alanına giriyor. Bu konudaki en geçerli kuram, kuvvetlerin parçacıkları oluşturan daha temel başka parçacıkların taşunması yolu ile taşınabildiğini öne sürer. Buna göre, kütleçekimi henüz gözlenmemiş olan graviton adlı parçacık tarafından iletilir. Öteki temel kuvvetleri ileten parçacıklarsa, parçacık hızlandırıcılarıyla yapılan deneylerde gözlenebilir. Zayıf çekirdek kuvveti W+ , W- ve Z0 adlı bozonlarla iletiliyor. Elektromanyetik kuvvet foton adı verilen parçacıklar aracılığıyla iletilir. Proton ve nötronları oluşturan temel parçacıklar oaln kuarkları da birbirine gluon adı verilen parçacıklar bağlar. 12 Kuvvetlerin Karşılaştırılması Evrenin Kaderi Evrenin kaderini belirleyen en önemli etken, içerdiği madde yoğunluğudur. Evrenin geometrisini, daha doğrusu gelecekte neler olacağını yoğunluğu belirler. Çünkü, genişlemeyi durduracak baslıca etken kütleçekimidir. Bu da birim hacimde ne kadar madde bulunduğuyla ilgilidir. 20 yüzyılın başlarında oluşturulan evrenbilim yaklaşımına ve genel görelilik kuramına göre, evrendeki madde homojen (esit dağılmış) ve izotropiktir (her yönde ayni görünen). Bu düşünce, "Evrenbilimsel Prensip" olarak adlandırılır. Einstein'in genel görelilik kuramı, uzayın kütleçekimi tarafından büküldüğünü öne sürer. (Bunun tersi de geçerlidir. Yani, eğri uzay, kütleçekimine neden olur.) Einstein'a göre, maddenin kütleçekimi etkisi altında hareket etmesine uzayın eğriliği neden olur. Kütleçekimi, uzayı eğdiğinden, ışık doğrusal olarak yayılamaz. Eğer bir ortamda kütle varsa, burada "düz çizgilerden" bahsetmek yanliş olur. Iki nokta arasında en kısa uzaklık bir doğru değil, eğridir. Böyle bir uzayda, paralel çizgiler kesişebilir. Eğri uzay kavramı, evrenin kaderini belirleyen uzayın yapısını açıklamada kolaylık sağlar. Buna göre, evrenin geometrisi, üç farklı biçimde olabilir. 13 Kapalı Evren Eğer evren madde bakımından yeterince yoğunsa, genişleme bir gün yavaşlayacak, durulacak ve evren çökmeye başlayacak. Bu çökme evren yeniden bir tekilliğe ulaşana değin sürecek. Kapalı evren modeline göre, büyük patlama periyodik olarak gerçekleşir. Kapalı evrenin hacmi her zaman sonlu olmak durumundadır. Açık Evren Yoğunluk, kritik değerin altındaysa, kütleçekimi genişlemeyi hiçbir zaman durduramayacak ve genişleme sonsuza kadar sürecek. Açık evreni, eğri uzay kavramına göre açıklayacak olursak, evren günümüzde sonsuz olduğu gibi, geçmişte de sonsuzdu. Sonsuz için bir sınır olmadığından, bu evren daima genişleyebilir. Açık bir evrende, gökadalar yeni yıldızlar üretmek için gereken gaz stoklarını tüketecek, yıldızlar da ömürlerini tamamladıklarında sönecekler. Birkaç on milyar yıl içinde böyle bir evren soğuk bir yer haline gelecektir. Düz Evren Evrendeki madde yoğunluğu, kritik değere eşitse evren yine sonsuza kadar genişler. Kritik kütle değeri, evrendeki madde miktarının yaklaşık %90 oranında karanlık maddeden oluşması anlamına geliyor. Kritik yoğunluk, evrenin geometrisinin “düz” olduğu anlamına gelir. Düzden anlaşılması gereken, neredeyse sonsuz büyüklükte olan ve dolayısıyla yüzeyinde paralel doğruların kesişmediği bir geometridir. Bu evrende, kütleçekimin potansiyel enerjisi, genişleyen evrendeki maddenin kinetik enerjisine denktir. Büyük patlama kuramının “genişletilmiş sürümü” olan şişme kuramı, evrendeki maddenin kritik değere çok yakın olduğunu söylüyor. Bu, yapılan son gözlemleri ile de doğrulanıyor. Kritik yoğunluğun değeri, santimetreküp başına sadece 6 hidrojen atomu. Bu, dünya koşullarında çok iyi bir vakum değeri. 14 Standart Model Standart Model'e göre evrende, temel parçacık olarak sadece; * 6 çeşit kuark, * 6 çeşit lepton, * bunların 'karşıt' parçacıkları ile, * foton, 8 çeşit gluon ve 3 çeşit 'vektör bozon'dan oluşan 'kuvvet taşıyıcı' parçacıklar var. Kuarklarla leptonlar, kuvvet taşıyıcı parçacıklar aracılığıyla etkileşime girerek, evrendeki görünür maddenin tümüne vücut veriyor. Kuark ve lepton çeşitlerine 'çeşni' (flavor) de deniyor. Dolayısıyla, kuarklarla leptonların 6'şar farklı 'çeşni'si var. Hepsinin de, iç yapıları olmayan temel parçacıklar oldukları düşünülüyor. Standart Model'in, kütleçekimini de kapsayacak şekilde geliştirilmiş halinde bir de, parçacıklarla etkileşime girerek onlara kütle kazandıran Higgs bozonu var. Kuarklar Kuarklar, kütle açısından hafiften ağıra doğru; yukarı ve aşağı, tılsım ve garip, üst ve alt kuark ikililerinden oluşuyorlar. Bunların birer de karşıt (anti) kuarkları var. Parçacıklar İngilizce adlarının küçük başharfleriyle; yukarı ve aşağı; u ve d ('up' ve 'down'), tılsım ve garip; c ve s ('charm' ve 'strange'), üst ve alt; t ve b, ('top' ve 'bottom') 15 olarak gösteriliyor. Karşıt parçacıkları ise; 'yukarı karşıt' ve 'aşağı karşıt' kuark, 'garip karşıt' ve 'tılsım karşıt' kuark, 'üst karşıt' ve 'alt karşıt' kuark olarak isimlendiriliyor ve karşıtı oldukları kuarkların simgelerinin üzerine birer çizgi konularak gösteriliyor. Örneğin 'yukarı karşıt kuark'ın simgesi ū oluyor. Parçacıklarda tabii; aşağı veya yukarı, alt ya da üst veya garip olan bir şey yok. İsimler kolay hatırlanabilmeleri için böyle kurgulanmış. Leptonlar Leptonlar; elektron, muon ve tau parçacıklarıyla, bunlardan her birinin ayrı nötrinolarından oluşuyor. Bunların birer de karşıt leptonları var. Parçacıklardan; elektron, muon ve tau parçacıkları; Grekçe yazılışlarının küçük başharfleri olan e, μ ve τ ile, bunların nötrinoları, keza Grekçe yazılışın küçük başharfi olan ν ile başlayıp; elektron nötrinosu için e, muon nötrinosu için μ, tau nötrinosu için τ alt indisi eklenerek; νe, νμ, ντ şeklinde gösteriliyor. Leptonlardan ilk üçünün karşıt parçacıkları; 'karşıt elektron', 'karşıt muon' ve 'karşıt tau.' Fakat 'karşıt elektron'a 'pozitron' da deniyor. Nötrinoların karşıtları ise; 'elektron karşıt nötrinosu', 'muon karşıt nötrinosu', 'tau karşıt nötrinosu' olarak isimlendiriliyor. Pozitron hariç olmak üzere, bu karşıt leptonlar; karşıtı oldukları leptonların simgelerinin üzerine birer çizgi konularak gösteriliyor. Örneğin 'muon karşıt nötrinosu'nun simgesi oluyor. Karşıt elektron veya pozitronun ise, özel bir simgesi var: e+. İsimlendirmeler ve simgelere dalıp gitmiş gibiyiz. Nelerden söz ettiğimiz konusunda anlaşabilmek açısından bunlar da önemli tabii. Ama asıl önemli olan, bu parçacıkların taşıdıkları özellikler ve bu özellikler sayesinde yerine getirdikleri işlevler. Standart Model ve Gelecek Standart Model en basit haliyle bile, maddenin yapısını ve kararlılığıyla ilgili sorunların pek çoğunu; dört kuvvetin etkisi altındaki altışar çeşit kuark ve leptonla, oldukça inandırıcı biçimde yanıtlayabiliyor. Hatta, evreni oluşturan görünür maddenin yapısını, sadece iki kuark (u,d) ve bir leptonla (elektron), yani en hafif olan birinci neslin parçacıklarıyla, çok daha basit olarak açıklıyor. Şöyle ki: Eğer komşumuz bilmem kimin veya kendimizin ne menem bir şey olduğunu merak ediyorsak; iki kuark bir lepton, yani elektron: başka hiçbir numaramız yok. 16 Ancak, Standart Model'in yanıtlayamadığı sorular da var. En önemlileri şöyle sıralanabilir: Kuarklarla leptonlar gerçekten temel parçacık mı, yoksa daha temel başka parçacıklardan mı oluşuyor? Madem görünür evren sadece birinci neslin iki kuark ve bir leptonundan oluşuyor, diğer iki nesil niye var? Parçacık kütleleri niye öngörülemiyor ve kütleçekimi bu modele, en uyumlu şekilde nasıl girmeli? Maddeyle karşıtmadde arasında bir simetri varsa eğer, evrene baktığımızda neden hep madde görüyoruz da, hemen hiç karşıtmadde göremiyoruz? Evren üzerindeki kütleçekimi etkisi açıkça görülen 'karanlık madde'nin yapısı nedir ve neden gözlenemiyor? Dört ayrı etkileşimin çalışma biçimlerini anlamaya çalışmak yerine, bu dördü tek bir etkileşimin çatısı altında toplanamaz mı? Parçacık fiziğinin bugünkü ana amaçlarından birisi, dört temel kuvvetin; evrendeki düzeni daha basit ve şık bir şekilde açıklayabilecek, tek bir 'Büyük Birleşik Alanlar Kuramı'nda birleştirilmesi. Çünkü yukarıdaki sorunların çoğunun yanıtının, bu basitleştirme sırasında yanıtlanmış olacağı düşünülüyor. Farklı görünen olayları birleştirmenin örnekleri geçmişte yaşanmış. Örneğin, 186164 yılları arasında James Maxwell, daha önce farklı oldukları düşünülen elektrik ve manyetik olayları, kendi adıyla anılan tek bir denklem sisteminde birleştirdi. Hertz daha sonra, frekanslardaki 1881-84 yılları elektromanyetik arasında, dalgalar radyo dalgalarının olduğunu ve göstererek, ışığın, farklı Maxwell'in öngörülerini haklı çıkardı. Einstein son zamanlarında, kütleçekimi ile elektromanyetik kuvvetleri birleştirmeye çalıştıysa da, bunu başaramadı. Glashow, Salam ve Weinberg 1967-70 yılları arasında, elektromanyetik ve zayıf etkileşimleri birleştiren 'Elektrozayıf' kuramı geliştirdi. Bu kuram, beta bozunmasında rol oynayan W bozonlarının kütlesini öngördüğü gibi, ayrıca, yeni bir zayıf etkileşim tipinin ve bu etkileşimin aracısı olarak Z bozonunun varlığını öneriyordu. Önerileri arasında Higgs parçacığının varlığı da vardı. 1979 yılında bu çalışmalarından dolayı Nobel Ödülü'nü aldılar. W ve Z bozonlarının varlığı, bundan ancak dört yıl sonra, 1983 yılında, CERN'de yapılan UA-1 ve UA-2 deneyleri sonucu keşfedilebildi. Standart Model, dramatik bir şekilde kanıtlanmıştı. Bugün ise, hızlandırıcıların dedektörlerinde 100,000'den fazla W ve milyonlarca Z parçacığı gözlenmiş bulunuyor. Kuvvet taşıyıcı bir parçacık olmayan, hatta kütlesinin olması dahi gerekmeyen Higgs bozonu ise hala gözlenemedi. Kütlesi varsa ve ağırsa, bu parçacığın 17 gözlenebilmesi için, parçacık çarpıştırmalarında çok daha yüksek enerjilere çıkılması gerekiyor. CERN'deki dairesel 'büyük elektron pozitron' hızlandırıcısının sökülüp, yerine 'büyük hadron çarpıştırıcısı'nın inşasına, biraz da bu amaçla başlandı. Eldeki veriler ve kuram, dört tür etkileşimin; etkilenen parçacıkların enerjisi yeterince yüksek düzeylere ulaştığında, tek ve aynı bir etkileşime doğru benzeştiği izlenimini veriyor. Dolayısıyla, güçlü etkileşimi de, elektromanyetik ve zayıf etkileşimlerle birleştirmeye yönelik çalışmalar, yoğun bir şekilde sürdürülüyor. Şimdiden önerilmiş bazı Birleşik Kuram'lar bulunmakla beraber, hepsinin de kanıtlanmak gereksinimi var. Bu kuramlardan bazıları, Standart Model'in, lepton ve baryon sayılarının korunmasına yönelik ilkesinin zedelenebileceği doğrultusunda öngörülerde bulunuyor. Bu kapsamda yapılan çalışmalar örneğin, protonun bozunmasına yol açan bir tür kuvvet taşıyıcı parçacığın varlığını öneriyor ve dolayısıyla, protonun da bozunabileceğini öne sürüyor. Buna göre proton; yukarı kuarklarından birinin aşağı kuarka dönüşmesi sonucu, (p pozitron e+ + ışınlayarak, nötür bir pi mezonuna dönüşebiliyor. ) Nötür pi mezonu daha sonra, iki gama ışınına bozunarak yok 0 oluyor. Halbuki Standart Model'e göre böyle bir bozunma, 'baryon sayısı' korunmadığından mümkün değil. Fakat o zaman da, madde ile karşıt madde birbirlerine eşit konumda iken ve evrende bu kadar çok madde varken, niye hemen hemen hiç karşıt madde bulunmadığı sorusunu yanıtlamak güçleşiyor. Sözkonusu birleşik alan kuramlarına göre, evrendeki madde karşıt madde dengesizliği; evrenin ilk oluşma aşamasındaki parçacık üretim süreçlerinin, termodinamik denge durumu civarındaki salınımlar nedeniyle bir süre için, baryonların lehine küçük bir (10,000'de 1) sapmaya uğramış olmasından kaynaklanıyor. Bu sırada üretilmiş olan madde parçacığı fazlalığı, daha sonra madde ve karşıt madde parçacıklarının birbirlerini yoketmesinden sonra geriye kalmış olup, evrende bugün görünen baryon maddeyi oluşturuyor. Protonun bozunma süreci ise şimdi bir bakıma, bir zamanlar yer almış olan o sapmayı düzeltici yönde veya 'baryon sayısı'nı denge konumunun gerektirdiği düzeye geri döndürme doğrultusunda çalışıyor. Proton bozunması bu açıdan çok önemli ve üzerinde yoğun olara çalışılan bir konu. Bozunmanın deneysel olarak gözlemlenebilmesi için; Japonya'da ve ABD'nin Argon Ulusal Laboratuvarları'nda, kozmik ışınların uzak tutulabilmesi amacıyla 18 yeraltı deneyleri yapılıyor. Japonya'daki Süper-Kamiokande düzeneği, yerin 1000 m altındaki bir maden galerisinde inşa edilmiş olup; 40x40m boyutlarındaki silindir bir tankın içinde bulunan 50,000 ton saf su ve silindir yüzeyinin etrafındaki 11,000 dedektörden oluşuyor. Düzenek aslında; güneşten veya galaksimizin herhangi bir yerindeki süpernova patlamalarından, ya da atmosferden kaynaklanan nötrinoları gözlemlemeye yönelik bir 'nötrino gözlem evi.' Ancak, içindeki suda bulunan yaklaşık 3.35x1033 hidrojen çekirdeğini oluşturan protonlardan birinin bozunması halinde, bunu da belirlemeye yetkin. Bu deneylerde şimdiye kadar hiçbir proton bozunması gözlenememiş durumda. Ki bu, protonun yarı ömrünün en az 1033 yıl olduğu anlamına geliyor. Fakat protonun hiç bozunmuyor olması olasılığı hala var. Kütleçekimini diğer etkileşimlerle birleştirmeye çalışan bazı fizikçiler; her temel parçacığın, çok ağır kütleli bir kuvvet taşıyıcı 'gölge' parçacığının ve her kuvvet taşıyıcı parçacığın da, yine çok ağır bir 'gölge' madde parçacığının olması gerektiği şeklinde, çarpıcı bir öneride bulunuyor. Kuvvet taşıyıcı parçacıklarla madde parçacıkları arasındaki bu ilişiye 'süpersimetri' deniyor ve örneğin her kuark çeşiti için, 'skuark' süpersimetrik denilen bir parçacığa gölge parçacığın rastlanmamış varlığı olmakla öneriliyor. beraber, Henüz CERN ve hiçbir Fermi laboratuvarlarında yapılan deneylerde aranmalarına devam edilecek. Öte yandan, modern fiziğin kuantum mekaniği, relativite ve kütleçekim kuramlarından her birisi, ilgileri kapsamındaki olayları oldukça yetkin bir şekilde açıklayabilmekle beraber, aralarında bir uyum sergilemiyorlar. Bu durumun, dört boyutlu 'uzay-zaman'ın, üç boyutlu alt uzayında yaşadığımız yanılgısından kaynaklandığı ve bu alt uzayın boyutlarının artması halinde, sorunun ortadan kalkabileceği düşünülüyor. Bu nedenle bazı araştırmacılar, içinde yaşadığımız uzayın, aslında üçten fazla boyuta sahip olduğunu, fakat çok küçük olduklarından, bizim bu diğer boyutların farkında olmadığımızı düşünüyorlar. Tıpkı, ip üzerinde yürüyen bir cambazın tek boyutta hareket edebilmesi, halbuki aynı ip 19 üzerindeki minik bir böceğin, ipin o kıvrılmış olan ikinci minik dairesel boyutunun da farkında olabilmesi ve o boyut doğrultusunda ilerlediğinde, çabucak aynı noktaya geri dönmesi gibi. Dolayısıyla, modern fiziğin yeni önerilerinden birisi, parçacıkların, bu farkına varılamayan ek boyutlara kıvrılıp sıkışmış bulunan ve titreşip duran sicim veya membranlardan oluştuğu şeklinde. Üzerindeki kütleçekimi etkileri, evrenin gözlemleyebildiğimizden çok daha fazla kütleye sahip olmasını gerektiriyor ve bu durum, göremediğimiz bir çeşit maddenin daha varlığını gerektiriyor. Yapısı henüz bilinmeyen bu maddenin, bildiğimiz proton, nötron ve elektronlardan oluşmadığına dair güçlü kanıtlar var. Nötrinolardan ve hatta belki de, süpersimetri kuramının önerdiği parçacıklardan birisi olan 'nötralino' gibi, maddenin daha garip biçimlerinden oluşuyor. Zaman gösterecek... Nereden nereye... 20 21