KARDİYAK ANESTEZİ

advertisement
BÖLÜM 4
PREOPERATİF DEĞERLENDİRME
PREOPERATİF DEĞERLENDİRME
Kardiyovasküler
sistemin
değerlendirilmesi, kapsamlı bir öykü
alınması, fizik muayene ve laboratuar
tetkikleri ile mümkün olur. Bazı durumlarda
bunlardan biri ile doğru tanı mümkün
olurken
olguların
çoğunda
tüm
değerlendirme aşamaları gerekli olur.
Sık görülen kardiyovasküler hastalıkların
preoperatif değerlendirilmesi ve anestezik
yaklaşımın prensipleri hem kardiyak hem
de nonkardiyak cerrahi uygulanan hastalar
için geçerlidir. Önemli bir farklılık kardiyak
cerrahi uygulacak hastalarda hastalığın
daha ilerlemiş olmasıdır. Bu olgularda
perioperatif değerlendirmenin ve tedavinin
başarılı olması, hasta, kendi doktoru,
anestezist ve cerrahı arasındaki yakın
işbirliği ile mümkün olabilir.
Kardiyak hastaların kardiyak cerrahi
öncesinde değerlendirilmelerinin başlıca
amaçları arasında; kardiyovasküler riskin
saptanması,
kardiyak
fizyolojik
ve
preoperatif
farmakolojik
durumun
saptanması ile diğer majör organ
sistemlerinin
durumunun
belirlenmesi
bulunur.
Kardiyak
rezervin
değerlendirilmesi
preoperatif değerlendirmenin önemli bir
parçasıdır. Bu değerlendirme; eksersiz
(aktivite)
toleransı,
miyokardiyal
kontraktilite ölçümleri (EF gibi), koroner
stenozların ciddiyeti ve yeri, ventrikül
duvar hareketi anormallikleri, kardiyak
diyastol sonu basınçları, CO ve valvüler
gradyentleri içermelidir.
Önemli
olan
sol/sağ
ventrikül
fonksiyonunun
durumunun
değerlendirilmesidir.
Disfonksiyonu
gösteren bulgular tablo 4-1’de verilmiştir.
Anjinal
atakların
ciddiyetinin
veya
sıklığının artması ya da iskemiden
kaynaklanan ventrikül fonksiyon bozukluğu
büyük bir miyokard alanının risk altında
olduğunu gösterir. Aritmi öyküsü alınırken
tipi, ciddiyeti, eşlik eden semptomlar,
müdaheleler
ve
tedavi
biçimi
de
soruşturulmalıdır. Bu sorgulama ile elde
edilecek bilgiler, monitörizasyon ve
anestezi seçimini etkileyebilir.
Preoperatif değerlendirmede önemli bir
diğer nokta da hastaya cerrahi gününde
olacak olaylar hakkında
ayrıntılı bilgi
verilmesidir. Hastaya operasyon odasına
transportu, preoperatif oksijen maskesi,
damar kanülasyonu, anestezi indüksiyonu
ve postoperatif dönem anlatılmalıdır.
TABLE 4-1. Ventrikül fonksiyon
bozukluğunun preoperatif bulguları
Öykü
 MI, aralıklı veya kronik KKY öyküsü
 KKY semptomları, yorgunluk, eksersizde dispne,
ortöpne, paroksismal gece dipnesi
Fizik muayene
 Hipotansiyon/taşikardi (ciddi KKY)
 Belirgin boyun venleri, kalp apeks vuruşunun daha
lateralde hissedilmesi, S3, S4, raller, ödem,
pulsatil karaciğer, asit (triküspit regürjitasyonu)
Elektrokardiyogram
 İskemi/infarktüs, ritm veya ileti anormallikleri
Göğüs filmi
 Kardiyomegali, pulmoner vasküler konjesyon /
pulmoner ödem, plevral efüzyon, Kerley B
çizgileri
Kardiyak testler

Kateterizasyon verileri: LVDSB > 18, EF < 0.4, CI<
2.0 lt/dk/m2
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 2
 Ekokardiyografi: düşük EF, çoğul bölgesel duvar
hareketi anormallikleri
 Ventrikülografi: düşük EF, hipokinetik, akinetik
veya diskinetik alanlar
olmayan öksürük de ilave olur. Bu olgular
birkaç saat sonra uykularından hava açlığı
ile uyanıp oturmak zorunda kalabilirler
(ortöpne).
KLİNİK ÖYKÜ
Dispne, mitral stenoz ve regürjitasyon, aort
stenozu ve regürjitasyonu gibi valvüler
kalp hastalıklarında; ASD, VSD ve
pulmoner stenoz gibi konjenital kalp
hastalıklarında,
hipertrofik
kardiyomiyopatide,
pulmoner
hipertansiyonu olan olgularda ve pulmoner
embolide majör bir bulgudur.
Kardiyak cerrahi girişim uygulanacak
hastalarda dikkatli bir klinik öykü alınması,
preoperatif değerlendirmenin önemli bir
bölümünü oluşturur. Pek çok komplike test
ve
laboratuar
sonuçlarının
doğru
yorumlanabilmesi için de iyi bir klinik öykü
alınması gerekli olur.
İleri tetkik ve tedavi yöntemlerine
başvurmadan önce, öykünün dinlenmesi
ile elde edilen bilgiler, bazı spesifik
kardiyovasküler hastalıkların tanısında
yönlendirici olur. Bazı olgularda ise fizik
muayene yöntemleri ve laboratuar testleri
ile elde edilmesi güç olan bilgiler yalnızca
hastanın
değerlendirilmesi
ile
elde
edilebilir. Örneğin pek çok anjinalı olguda
muayene ve EKG ile herhangi bir
anormallik
saptanamazken
öykü
spesifiktir. Hastanın öyküsünün alınması
ile
bazı
olgularda
fonksiyonel
kapasitelerini, aktiviteleri ve yaşam
biçimlerindeki sınırlandırılmanın ciddiyetini
değerlendirmek mümkün olabilir. Bu
değerlendirme bazı olgularda başlanacak
medikal
tedavinin
yoğunluğunu
da
belirlemeye yardımcı olabilir.
Kardiyovasküler hastalıklara en sık eşlik
eden bulgular dispne, yorgunluk, göğüs
ağrısı, çarpıntı ve senkoptur. Bu
yakınmalar,
yalnızca
kardiyovasküler
hastalık belirtisi olmadığından hekim,
ekstrakardiyak nedenleri de gözardı
etmemelidir.
D
Diissppnnee
Sol ventrikül yetersizliği veya mitral
stenoza bağlı pulmoner konjesyon tipik
olarak eksersiz ile şiddetlenen dispneye
neden olur. Dispne aynı zamanda
pozisyona bağlı olarak bacaklardaki venöz
kanın pulmoner alana kayması nedeniyle
de artabilir. Bu durumda tabloya prodüktif
Eforla dispne oluşumu, kronik pulmoner
hastalıklar, kötü fiziksel durum (obezite)
gibi pek çok nedenden kaynaklanabilir.
Kronik akciğer hastalıkları da ortöpneye
neden olabileceğinden kardiyak dispnenin
pulmoner dispneden ayırt edilmesi her
olguda kolay olmayabilir. Anksiyeteye
bağlı dispnenin de hatırda tutulması uygun
olur.
Progressif bir kalp yetersizliğinin bulgusu
olarak ortaya çıkan akut pulmoner ödem,
kalp hastalarında görülebilecek en ciddi ve
dramatik dispne tablosudur. Ciddi solunum
yetersizliği tipik olarak akut başlangıçlıdır
ve öksürük sıklıkla tabloya eşlik eder. Bu
olgularda akut ve ciddi dispnenin diğer
nedenleri arasında yer alan emboli,
pnömoni ve pnömotoraks da dışlanmalıdır.
YYoorruullm
maa
Kardiyovasküler hastalıktan kaynaklanan
aşırı yorgunluk, kardiyak outputun önemli
oranda
azaldığını
gösterir.
Mitral
regürjitasyon ve mitral valv prolapsusu,
aort regürjitasyonu, ASD, VSD ve
pulmoner
stenoz,
kardiyomiyopatinin
çeşitli tipleri ve pulmoner hipertansiyonu
olan olgular çabuk yorulduklarından
yakınırlar.
Bu tür bir yakınmanın altında yatabilecek
diğer
ekstrakardiyak
nedenlerin
(anksiyete, depresyon) da araştırılması
unutulmamalıdır. Aşırı diüretik kullanımı,
antihipertansif veya anjinal ilaçların
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 3
uygunsuz kullanımına bağlı olarak kalp
hızı ve kan basıncındaki değişikliklerin de
bu tür bir yakınmaya yol açabileceği
unutulmamalıdır.
G
Gööğğüüss aağğrrııssıı
Göğüs ağrısı KAH için majör bir bulgudur.
Anjina pektoris sıklıkla fiziksel eksersiz ya
da emosyonel stres ile başlar. Pek çok
olgu, anjinanın başlayacağını tahmin
edebilir. Tipik olarak anjinal ağrı, efor
(soğuk havada ya da eksersiz sonrası),
emosyon ve yemek yeme ile ilişki gösterir.
Ateş, hipoglisemi ve soğuğa maruz kalma
gibi MVO’’yi arttıran nedenler de anjinayı
tetikleyebilir.
Koroner dolaşımda oklüzyon %50-75’e
kadar ulaşana dek genellikle semptom
görülmez. Stenotik segmentin oklüzyonu
%70’e ulaştığında
distalde maksimal
dilatasyon oluşmuştur. Dinlenmede kan
akımı yeterli iken metabolik gereksinimin
artması ile yetersiz hale gelmektedir. Aşırı
bir
kolateral
dolaşım,
oklüzyonun
ciddiyetine karşın hastanın asemptomatik
olmasını sağlayabilir. Bu olgularda koroner
vazospam, geçici transmüral iskemi
oluşturabilir. Bu vazospastik atakların
%90’ı epikardiyal damarlardaki stenotik
lezyonlara bağlıdır. Sıklıkla emosyonel yük
ya da hiperventilasyon ile tetiklenir
Preoperatif
değerlendirmede
göğüs
ağrısının karakterinin belirlenmesi yanında
anjinanın çeşitli tiplerinin de ayırt edilmesi
gerekir. Kararlı (stabil) anjina, kararsız
(stabil olmayan) anjina ve varyant anjina
perioperatif kardiyak morbidite yönünden
farklılık gösterdiğinden birbirinden ayırt
edilmelidir.
Klasik olarak anjinal ağrı 5-15 dk sürer.
Daha kısa süreli ağrılar ise sıklıkla kasiskelet sistemi veya gastrointestinal sistem
rahatsızlıklarına bağlıdır. Ağrı olguların
önemli
bir
kısmında
göğsün
ön
tarafındadır.
Sol kol ve boyunda
görülmesi de sıktır.
Stabil anjina substernal lokalizasyon
gösterir, nitrogliserin ve dinlenme ile
geçer, 15 dakikadan daha az sürer, omuza
ve kolun iç yarısına yayılan bir ağrıdır.
Zamanla kararlı anjina yalnızca omuza,
çeneye, kol veya üst abdomene lokalize
olabilir. Anjina varlığı KAH için özgün ve
duyarlı bir bulgu olduğundan kardiyak
komplikasyon gelişme açısından normal
popülasyona kıyasla risk faktörüdür.
Son iki ay içinde yeni anjina başlaması, ya
da var olan anjinanın karakter değiştirerek
kötüleşmesi, sıklaşması, daha uzun sürer
hale gelmesi, tedaviye ve dinlenmeye
yanıt vermez oluşu durumunda kararsız
anjinadan bahsedilir. Kararsız anjina
sıklıkla EKG’de ST segment veya T
dalgası değişiklikleri ile birliktedir. Ancak
EKG’de Q dalgası gelişmez, kardiyak
enzim düzeylerinde ise bir değişme olmaz.
Üçücü anjina tipi olan Varyant anjina
pektoris, ilk kez 1959’da Prinzmetal ve
arkadaşları tarafından tanımlanmıştır.
Genellikle dinlenmede oluşur, eksersiz
veya emosyonel stresle birlikte değildir.
Sabahın erken saatlerinde de ortaya
çıkabilir ve bazı olgularda Raynaud
fenomeni ya da migren tipi baş ağrıları gibi
vazomotor semptomlar ile birlikte olabilir.
EKG’de ST segment yüksekliği tabloya
eşlik eder.
Sessiz miyokard iskemisi de tanınması
gereken
sendromlardan
birisidir.
Perioperatif
dönemdeki
insidensi
bilinmemektedir. Postoperatif infarktüslerin
%20-87’sinin
sessiz
olduğu
bildirilmektedir. Bu nedenle önemli bir risk
faktörü olarak kabul edilebilir.
Akut miyokard infarktüsünün ağrısı, anjina
pektoristen karakteristik olarak çok daha
yoğundur, uzun sürer (> 30 dk), daha
geniş alana yayılır ve sublingual
nitrogliserine yanıt vermez. Bulantı ve
kusma sıklıkla rahatsızlık hissine eşlik
eder.
Ancak
olguların %20’sinde
semptomların çok daha hafif olabileceği
veya semptom görülmeyebileceği de
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 4
hatırda tutulmalıdır. Özellikle yaşlılar ve
diyabetiklerde sessiz veya atipik enfarktüs
oldukça sıktır.
Anjina pektoris her ne kadar obstrüktif
koroner arter hastalığının sonucu olsa da
benzer rahatsızlık hissi aort stenozu,
hipertrofik kardiyomiyopati veya pulmoner
arteryel hipertansiyonda da görülebilir.
Burada ağrının mekanizması aşırı yük
binen hipertrofik ventrikülde gelişen
iskemidir.
Pulmoner
arteryel
hipertansiyonu olan olgularda pulmoner
arterin distansiyonu da rahatsızlık nedeni
olabilir. Torasik aortanın akut diseksiyonu
da aniden başlayan ve pik düzeyine
hemen ulaşan şiddetli bir göğüs ağrısı
oluşturur. Yayılımı miyokard ağrısına
benzerlik gösterirse de sıklıkla sırta yayılır.
Sıklıkla bir hipertansiyon öyküsü bulunur.
Solunum ile artar. Oturmakla ve öne
doğru eğilmekle azalır.
Gastroözofageal reflü, özofageal motor
anormallikler, peptik ülser ve safra yolları
hastalıkları gibi gastrointestinal hastalıklar
da substernal ve epigastrik ağrının sık
görülen nedenleri arasındadır. Bu ağrının
önemli bir özelliği, yiyecek alımı, sırtüstü
pozisyon ve antiasit alımı ile ilişki
göstermesidir. Göğüs duvarı yaralanması
ve enflamasyonuna bağlı göğüs ağrıları
tipik olarak daha lokal, sıklıkla yüzeyel,
hareket ile artan ağrılardır.
Servikal hastalıklar, kas-iskelet sistemi
hastalıkları, hiperventilasyon ve pulmoner
hastalıklar da
göğüs ağrısının ayırıcı
tanısında yer alan klinik durumlardır.
Anjinanın karakteri saptandıktan sonra bir
sonraki adımı ventrikül fonksiyonunun
değerlendirilmesi
oluşturur.
Ventrikül
fonksiyon bozukluğunun değerlendirilmesi
için NYHA veya CCVS sınıflamasından ve
hastanın
eksersiz
kapasitesinden
yararlanılabilir (Tablo 4-2 ve 4-3).
KAH’larında klinik ya da radyolojik olarak
sol ventrikül yetersizliği bulgularının
saptanması kötü prognozu gösterir. Bu
olgularda hem kısa hem de uzun dönem
morbidite ve mortalite oranları yüksektir.
Tablo 4-2. New York
Fonksiyonel Sınıflaması
Klas
I
II
III
IV
Kalp
Birliği
Hasta karakteri
Fiziksel aktivitesi kısıtlanmayan kardiyak
hasta. Alışılagelmiş fizik aktivite ile
yorgunluk, çarpıntı, dispne veya anjinal ağrı
oluşmamakta.
Fiziksel aktivitesi hafif ölçüde kısıtlanmış
kardiyak hasta. Dinlenirken rahatsızlık yok.
Alışılagelmiş fizik aktivite ile yorgunluk,
çarpıntı, dispne veya anjinal ağrı oluşmakta.
Fiziksel aktivitesi önemli ölçüde kısıtlanmış
kardiyak hasta. Dinlenirken rahatsızlık yok.
Hafif bir fizik aktivite ile yorgunluk, çarpıntı,
dispne veya anjinal ağrı oluşmakta.
Herhangi bir fiziksel hareketi rahatsızlık
duymadan yapamayacak kadar ağır kardiyak
hastalığı olan hasta. Kalp yetersizliği veya
anjinal semptom bulguları dinlenirken bile
görülebilir. Fiziksel aktivite ile birlikte
rahatsızlık hissi artar.
Tablo 4-3. Kanada Kardiyovasküler
Derneği Fonksiyonel Sınıflaması
Klas
I
II
III
IV
Hasta karakteri
Yürüme, merdiven çıkma gibi sıradan fiziksel
aktivite ile anjina oluşmamakta. Ağır, hızlı
veya uzun süreli eksersiz anjina
oluşturmakta.
Sıradan aktivitede hafif sınırlanma.
Merdivenleri hızlı çıkarken veya yürürken,
yokuş yukarı çıkarken, yemek sonrası
yürürken, soğukta veya rüzgara karşı
yürürken, emosyonel stres ile veya
uyandıktan hemen sonraki birkaç dakika
içinde rahatsızlık yok.
Sıradan fizik aktivitede önemli oranda
kısıtlanma. Yalnızca bir iki apartman
boyunca yürüyebiliyor ya da normalde
çıktığından bir kat daha fazla merdiven
çıkabiliyor.
Rahatsızlık duymadan herhangi bir fiziksel
aktivite yapamıyor. Dinlenirken bile anjina
oluşabilmekte.
İskemik kalp hastalarında klinik öykü daha
önce kullanılmış ve şu an kullanılmakta
olan ilaçları da
sorgulamalıdır. Bu
tedavinin sürdürülmesi preoperatif hazırlık
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 5
ve tedavi ile intraoperatif ve postoperatif
periyodlardaki tedavinin yönlendirilmesi
açısından da önemlidir.
Preoperatif
değerlendirmede
öykü,
KAH’na sıklıkla eşlik eden hipertansiyonun
ciddiyetini ve süresini, kullanılan ilaç
tedavisini, hipertansif komplikasyonların
varlığını da sorgulamalıdır. Miyokard
iskemisi, ventrikül yetersizliği, serebral
perfüzyon bozukluğu, periferik damar
hastalığı
bulguları
dışlanmalı,
antihipertansif
ilaç
tedavisinin
komplikasyonları soruşturulmalıdır. Göğüs
ağrısı, eksersiz toleransı, solunum güçlüğü
(özellikle gece), ödem, postüral
baş
ağrısı, senkop, görme bozukluğu ve
kladikasyon varlığına ilişkin sorular
sorulmalıdır. Öykü, geçirilmiş MI ve inme
varlığını da araştırmalıdır.
Ç
Çaarrppıınnttıı vvee sseennkkoopp
Çarpıntı, kalp vurularının hasta tarafından
hissedilmesidir ve kalp hızı, ritmi veya
kontraksiyon gücündeki değişikliklerden
kaynaklanır. Hastalar sıklıkla kalbin bir an
atmadığından yakınırlar ki bu durum bir
erken
vurunun
ardından
gelen
duraklamaya (pause) bağlıdır.
Mitral valv prolapsusu, aort regürjitasyonu,
hipertrofik kardiyomiyopatide ve pulmoner
hipertansiyonda da hasta çarpıntıdan
yakınabilir.
Bazı disritmilerin yeterince hızlı ya da
yavaş olması durumunda kardiyak output
ve serebral perfüzyonu bozması ile zayıflık
veya senkop oluşturmaları mümkün
olabilir.
Aort
stenozu,
hipertrofik
kardiyomiyopati ve pulmoner hipertansiyon
da özellikle eksersiz sırasında ya da
sonrasında senkop oluşturabilir. Koroner
arter hastalarında hızlı disritmiler, anjina
pektorisi tetikleyebilir.
FİZİK MUAYENE
Bütün hastalarda olduğu gibi preoperatif
değerlendirmede yapılacak fizik muayene
tüm sistemlere yönelik olmalıdır (Tablo 44). Ancak kardiyak muayene, sıklıkla
sistemik fizik muayenenin önemli bir
parçasını oluşturur.
Vasküler girişim için uygun venler
aranmalı, periferik arterlerin durumu
değerlendirilmelidir. Anestezi alacak tüm
olgularda olduğu gibi maske ventilasyonu
ve endotrakeal intübasyon yönünden
havayolu anatomisi dikkatle gözden
geçirilmelidir.
K
Kaann bbaassıınnccıı vvee nnaabbıızz
Vital bulgulardan özellikle kan basıncı ve
nabızdan elde edilen bilgiler, hastanın
hemodinamik durumu hakkında önemli
bilgi edinilmesini sağlar.
Kan basıncı hem yatarken hem de oturur
pozisyonda
ölçülerek
ortostatik
bir
hipotansiyon
dışlanmalıdır.
Ortostatik
değişiklikler
volüm
eksikliğini,
aşırı
vazodilatör veya sempatolitik tedaviyi
gösterebilir. Bu olgularda preoperatif sıvı
infüzyonu ile anestezi indüksiyonundan
sonra kan basıncında oluşacak azalmanın
ciddiyeti azaltılabilir. Sağ ve sol koldan kan
basıncının ayrı ayrı ölçülmesi, bazı
vasküler
anormalliklerin
tanınmasını
kolaylaştırabilir. Kan basıncı yüksek ise
bacaktan da ölçülmesi uygun olur.
Solunumun kan basıncı üzerindeki etkisine
dikkat edilmelidir. Normal inspiryumda
sistolik kan basıncında 10 mmHg’dan
daha fazla azalma olması (pulsus
paradoksus) kardiyak tamponatın önemli
bir bulgusu olmakla beraber pulmoner
yetersizliklerde de görülebilir.
Sistolik ve diyastolik basınçlarla beraber
ikisi arasındaki ilişki (nabız basıncı) de
dikkate alınmalıdır. Nabız basıncının
azalması
ileri
dönemdeki
kalp
yetersizliğinde ve ciddi aort stenozunda
sık görülen bir bulgudur. Bu olgularda atım
hacminin
önemli
oranda
azalması
nedeniyle sistolik basınç düşmüş iken
sistemik
vasküler
rezistansın
kompansatuar
olarak
yükselmesi
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 6
nedeniyle diyastolik basınç yükselmiştir.
Bunun aksi, aort regürjitasyonu veya
büyük arteriyovenöz fistüllerde görülebilir.
Ateş yükselmesi ve bradikardi de aynı
şekilde nabız basıncının artmasına yol
açabilir.
Tabo 4-4..Preoperatif fizik muayene
Vital bulgular
 Hastanedeki değerleri ve sınırları
 Boy ve kilo (İlaç dozlarının, pompa akımının ve
kardiyak indeksin hesaplanması için)
Havayolu
 Maske ile ventilasyonu ve endotrakeal
intübasyonu güçleştirebilecek anatomik özellikler
Boyun
 Juguler venöz distansiyon (KKY)
 Karotidte üfürüm (serebrovasküler hastalık)
 Juguler venöz kanülasyon için kılavuz noktaların
değerlendirilmesi
Kalp
 Kapak lezyonlarının özgün dinleme bulguları
 S3 (artmış LVEDP)
 S4 (azalmış komplians)
 Kalp apeksi vurusunun laterale kayması
(kardiyomegali)
Akciğerler
 Raller (KKY)
 Ronküs, vizing (KOAH)
 Vasküler yapı
Venöz ve arteryel kanülasyon yerlerinin
değerlendirilmesi
 Periferik nabazanların kontrolü
Abdomen
 Pulsatil karaciğer (KKY, triküspit regürjitasyonu)
Ekstremiteler
 Periferik ödem (KKY)
Santral sinir sistemi
 Motor ve duyusal defisit
Nabız muayenesi, kalp hızını ve ritmini
değerlendirmek amacıyla radyal arterin
palpasyonu ile başlar. Kalp hızındaki artış
bir kardiyak hastalığın (kalp yetersizliği,
perikardit)
erken
bulgusu
ya
da
ekstrakardiyak
faktörlere
(anksiyete,
hipovolemi, hipertiroidi vb.) fizyolojik yanıt
olabilir. Açıklanamayan veya ısrarlı bir
taşikardi, sinüs orijinli olsa bile altta yatan
patolojinin araştırılmasını gerektirir.
Disritmiler her ne kadar bir EKG
gerektirirse de nabız ritmi bazı olgularda
tanı hakkında fikir verebilir. Örneğin
düzensiz bir nabız ve oskültasyon ile kalp
hızının nabız hızından fazla olduğunun
saptanması atriyal fibrilasyon lehinedir.
Juguler venöz nabızda aralıklı dev
dalgaların eşlik ettiği düzenli ve hızlı bir
nabız ventrikül taşikardisi ve bazan kavşak
taşikardisini düşündürür. İleri derecede sol
ventrikül disfonksiyonu olan bazı olgularda
nabız hızı düzenli olmasına karşın
amplitüdü
giderek
azalır
(pulsus
alternans).
Nabız
muayenesi,
sol
ventrikül
ejeksiyonunu değerlendirmek için karotid
arter nabzının, lokal vasküler hastalıkların
veya bazı konjenital anormalliklerin
(koarktasyon) ayrımı için diğer majör
palpabl arterlerin
palpasyonu ile
sürmelidir. Torasik ve abdominal aorta da
olası bir anevrizma yönünden muayene
edilmelidir. Periferik nabızların muayenesi,
arteryel kateterizasyon yerine karar
vermek için de yararlı olur.
Juguler venöz sistemin muayenesi, sağ
kalbin doluş basınçları, triküspit kapak
fonksiyonu ve atriyum ile ventrikül sistolü
arasındaki ilişki hakkında fikir verir. Bu
değerlendirme için hasta venöz kan
seviyesinin en iyi görülebildiği pozisyona
alınmalıdır. Venöz basıncın yüksek olduğu
olgularda hasta oturtulabilir. Yarı oturur
pozisyonda
iken distandü ve pulsatil
juguler venlerin görülmesi, sık olarak KKY
lehinedir.
Bu
bulgular
ventrikül
fonksiyonunun oldukça azaldığını gösterir.
Mitral, aort ve pulmoner kapak stenozu ile
pulmoner hipertansiyonda da artmış JVP a
dalgası saptanabilir.
PPaallppaassyyoonn
Palpasyon ile kalp apeksinin
yer
değiştirdiğinin
saptanması,
kardiyomegalisi olan kalp hastalarında
EF’nun
genellikle
%50’nin
altında
olduğunu gösterir. Daha önce MI geçirmiş
olgularda anormal bir sistolik hareketin
görülür hale gelmesi, sol ventrikül’de
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 7
segmental duvar hareketi anormalliğini
gösterebilir. Aynı şekilde MR’da kalp
apeksi hiperdinamiktir. Pulmoner stenozda
da sternum kenarı boyunca sağ ventrikül
sistolü görülür hale gelebilir.
O
Osskküüllttaassyyoonn
Kalbin oskültasyonu ile primer kardiyak
hastalığa ait üfürüm ve kalp sesi
değişikliklerinin duyulması mümkün olur.
Mitral stenozda ikinci kalp sesinde
çiftleşme, diyastolik üfürüm, mitral açılma
sesi; MR’da, apekste aksillaya yayılan
sistolik üfürüm, mitral valv prolapsusunda
sistolik klik; aort stenozunda karotid artere
yayılan midsistolik ejeksiyon üfürümü; aort
regürjitasyonunda sol sternum kenarı
boyunca
holodiyastolik
üfürüm
oskültasyon ile saptanabilecek bulgulardır.
ASD’de midsistolik pulmoner ejeksiyon
üfürümü, ikinci kalp sesinde çiftleşme;
VSD’de sol sternum kenarında 5.
interkostal aralıkta tüm prekordiyuma
yayılan holosistolik üfürüm, pulmoner
stenozda sternumun sol kenarında sistolik
ejeksiyon üfürümü duyulur.
Göğüs oskültasyonunda S3 gallop ritminin
(artmış LVEDP) saptanması, dispne,
raller, pulsatil ve büyümüş bir karaciğer ile
birlikte olduğunda KKY lehinedir ve MI
öncesinde de sıklıkla duyulur.
Ventrikül kompliansındaki değişiklikler, S4
ile birlikte olabilir ki bu durum özellikle
geçirilmiş MI ya da akut anjinası olan
KAH’larında
oldukça
sık
görülür.
Oskültasyon akciğerlerin dinlenmesini de
içermelidir. Raller ve pulmoner ödem de
perioperatif kardiyak morbidite yönünden
birer risk faktörü olduğundan dikkatle
aranmalıdır.
Ö
Öddeem
m
Tipik olarak alt ekstremitelerdeki ödem
konjestif kalp yetersizliği olan olguların sık
bir yakınmasıdır. Ödem, gündüz giderek
artan, gece boyunca bacaklardan venöz
dönüşün artması ile azalan bir özellik
gösterir. Yatan hastalarda ödem presakral
alanda toplanarak tanıyı güçleştirebilir.
Venöz basınçtaki yükselme ciddi ölçüde
ve uzun süreli ise karaciğer ve abdominal
kavitede sıvı birikimi (asit) de söz konusu
olabilir. Ödemin kalbe venöz dönüşün
sınırlandığı konstriktif perikardit gibi
durumlarda da oluşması mümkündür
Lokal venöz yetersizlikler, lenfatik blokaj,
kronik karaciğer ve böbrek hastalıkları da
ödem
oluşturabilen
ekstrakardiyak
nedenlerdir. Ödemin lokalizasyonu altta
yatan hastalık hakkında fikir verebilir.
Örneğin yüz ve gözlerde lokalize olan bir
ödem nefrotik sendrom lehine iken yüz,
boyun ve üst ekstremitelerde sınırlı bir
ödem
superior
vena
kavanın
obstrüksiyonunu (akciğer kanseri vb.)
düşündürür. Tek bir bacaktaki ödem
olasılıkla lokal bir sorundan (venöz
obstrüksiyon
veya
inflamasyon)
kaynaklanmaktadır.
SSiiyyaannoozz
Cilt, müköz membranlar ve tırnaklar
özellikle gözden geçirilmelidir. Siyanoz en
çok tırnak yataklarında ve müköz
membranlarda
belirgin olup dağılımı
nedeni
hakkında
fikir
verebilir.
İntrakardiyak veya intrapulmoner şana
bağlı santral siyanoz ekstremite ve oral
mukozaları etkiler. Periferik vazospazma
bağlı kapiller kan akışının yavaşlaması ile
oluşan oksijen desatürasyonunda siyanoz
parmaklar ve kulaklar gibi vücudun distal
alanlarındandır.
Kardiyak cerrahi uygulanacak olgularda
preoperatif değerlendirme, kardiyovasküler
sistem üzerine yoğunlaşmakla birlikte
pulmoner, renal, hepatik, nörolojik ve
hematolojik
fonksiyonlar
da
araştırılmalıdır.
SSoolluunnuum
m ssiisstteem
mii
Kronik bronşit veya amfizeme bağlı
pulmoner fonksiyon bozukluğu düşünülen
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 8
olgularda sıklıkla preoperatif pulmoner
hazırlık gerekli olur. Bu yaklaşım; aralıklı
pozitif
basınçlı
ventilasyon,
bronkodilatatörle aerosol tedavi, göğüs
fizyoterapisi
ve
öksürtmeyi
içerir.
Enfeksiyon
ve
bronkospastik
komponentler de varsa tedavi edilmelidir.
Sigaranın kardiyak cerrahiden 1-2 gün
önce kesilmesi pulmoner komplikasyonları
azaltmamaktadır.
Nikotin
düzeyinin
düşmesi ile elde edilecek yarar, sigara
bırakmanın getireceği anksiyete ile
gölgelenebilir. Ciddi ölçüde reaktif veya
obstrüktif pulmoner hastalığı olanlarda
arteryel
kan
gazları,
dinlenme
koşullarındaki hipoksi düzeyinin ve CO2
retansiyonu
olup
olmadığının
saptanmasını sağlar.
Ciddi ölçüde
pulmoner hastalığı bulunan olgular sıklıkla
kardiyak cerrahiye alınmamaktadırlar.
R
Reennaall ssiisstteem
m
Postoperatif renal yetersizliğin en sık
görülen nedeni preoperatif renal fonksiyon
bozukluğu
olduğundan
operasyon
öncesinde
mutlaka
aranmalı
ve
dışlanmalıdır. Preoperatif renal fonksiyon
bozukluğu,
ekstrakorporeal
dolaşım
gerektiren
operasyonlar
sırasında
genellikle daha da kötüleşir. Bu durum,
sıklıkla düşük kardiyak outputa bağlıdır.
Majör vasküler cerrahi, sıklıkla primer
postoperatif renal yetersizlik nedeni ise de
düşük
kardiyak
output
sendromu
görülmedikçe kardiyak cerrahi genellikle
renal yetersizliğe neden olmamaktadır.
Modern
kardiyak
cerrahi
teknikleri
genellikle
spesifik renal medikasyon
gerektiremekle beraber renal rezervin
azaldığı olgularda diüretik ya da düşük doz
dopamin kullanımı gibi intraoperatif
önlemler kullanılabilir. Bu olgularda yeterli
kardiyak outputun korunması renal
korumanın da en iyi yoludur.
KARDİYOVASKÜLER RİSKİ
ARTTIRAN FAKTÖRLER
Perioperatif kardiyovasküler riskin başlıca
klinik belirleyicileri arasında bulunan stabil
olmayan koroner sendromlar (yakın tarihli
MI gibi), kararsız veya ciddi anjina,
dekompanse KKY, ciddi aritmiler (yüksek
dereceli atriyoventriküler blok, kalp
hastalığına eşlik eden semptomatik
aritmiler, yüksek hızlı ventrikül yanıtlı
supraventriküler aritmiler) ve ciddi kapak
hastalıkları gibi klinik tablolar özellikle
aranmalıdır.
Hafif
anjina
pektoris,
geçirilmiş MI, kompanse veya geçirilmiş
KKY ve diyabet gibi klinik durumlar ise
daha
az
kardiyovasküler
risk
belirleyicidirler. İleri yaş, anormal EKG,
sinüs dışı ritmler, düşük fonksiyonel
kapasite, inme öyküsü ve kontrol altında
olmayan sistemik hipertansiyon hastaya
düşük risk yüklemektedirler.
İskemik kalp hastalığı, özellikle MI öyküsü
olduğunda perioperatif morbidite ve
mortalite
için
bir
risk
faktörü
oluşturduğundan önemlidir. Hastalığın
ciddiyeti ve ventrikül fonksiyonu bu riskin
önemli belirleyicileridir. Ciddi KAH (üç
damar veya sol ana koroner arter), MI
öyküsü, ventrikül fonksiyon bozukluğu,
kardiyak komplikasyon gelişimi yönünden
en önemli risk faktörleridir. Hafif-orta
dereceli kronik stabil anjinanın risk
oluşturmadığı kabul edilmektedir.
Koroner arter cerrahisi uygulanacak
koroner arter hastalarında mortalite %2.3
kadardır.
Tüm
yaşlarda
kadınlarda
mortalite erkeklerden daha yüksektir. 3039 yaşlarındaki kadınlarda %2.8 olan
mortalite aynı yaş grubundaki erkeklerde
%0.8 iken 70 yaş ve üzerindeki kadınlarda
bu oran %12.3 (erkeklerde %5.8) kadardır.
Kadınlardaki damarların daha küçük
olması ve diyabet insidensinin yüksek
olması bu farkı bir miktar açıklamaktadır.
Acil revaskülarizasyon, yeni geçirilmiş bir
MI’dan
sonraki
7
hafta
içinde
uygulanıyorsa mortalite % 16’ya kadar
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 9
yükselebilirken 1 hafta içinde yapılan
operasyonlarda mortalite % 46 kadar
yüksek olabilmektedir. 6-7. haftalardan
sonra
ise
mortalite
azalmaya
başlamaktadır. Acil revaskülarizasyon
girişimlerinde EF önemli bir belirleyici
olmaktadır. EF, 0.50 ve üzerinde
olduğunda
mortalite
0’a
kadar
düşebilmektedir. Bu nedenle mümkün olan
durumlarda EF’nun 0.50’nin altında olduğu
olgularda
girişimin MI’dan sonra en
azından
4
hafta
ertelenmesi
önerilmektedir.
Sol ventrikül fonksiyonu, koroner arter
hastalarında operatif mortalite ve uzun
süreli yaşam şansını etkileyen önemli bir
parametredir.
Genelde
ejeksiyon
fraksiyonu 0.50 olan olgularda koroner
arter cerrahisinin mortalitesi % 1.9
kadardır. EF’nun 0.19’dan düşük olduğu
olgularda
ise
bu
rakam
%6.7’ye
yükselmektedir.
Sol ana koroner arter stenozu. Orta
derece sol ana koroner arter stenozu ve
sağ ana koroner dominansı olan
hastalarda mortalite % 1.6 iken ciddi sol
ana koroner lezyonu ve dominansı (sol
sirkumfleks arter; posterior desendan
arter, sol atriyal dal, atriyoventriküler
düğüm dalı ve posterior sol ventrikül
dallarından bir kaçını verdiği olgular) olan
olgularda mortalite %25 kadardır.
olmaktadır. Ayrıca yaşlı hastalarda daha
çok cerrahi komplikasyon gelişmekte, bu
olgular daha yoğun ve pahalı hastane
bakımı gerektirmektedirler. Ancak bu yaş
grubunda majör elektif cerrahi hala kabul
edilebilir ölçülerde risk taşımaktadır. Bu
nedenle
yaşın,
hastanın
genel
durumundan daha önemli bir faktör
olmadığı söylenebilir.
G
Geeççiirriillm
miişş M
MII
Geçirilmiş MI, bir risk faktörüdür.
Enfarktüsün
transmüral
veya
subendokardiyal
olması
riski
değiştirmemektedir.
Genel
toplumda
anestezi ve cerrahiden sonra MI gelişme
riski %0.2’den daha düşüktür. Ancak daha
önce MI geçirmiş olgularda yeniden
enfarktüs gelişme olasılığı %5-8 gibi
oldukça yüksek değerlerle ulaşmaktadır.
Bu enfarktüsün mortalitesi ise çok
yüksektir (%40-70). Bu nedenle en önemli
risk faktörünün geçirilmiş MI olduğu kabul
edilebilir. Son 6 ay içinde MI geçirmiş
olgularda ise yeniden MI geçirme olasılığı
daha
da
yükselmektedir:%30-100.
Operasyondan önceki son 3-6 ay içinde MI
geçirmiş olgularda bu rakam % 15 kadar
iken 6 aydan daha önce MI geçirmiş
olgularda % 5’e kadar azalmaktadır.
Stabil olmayan anjina varlığı, operatif
mortaliteyi % 3.9 kadar arttırmaktadır.
Bu olgularda agresif monitörizasyon ve
tedavi ile yeniden MI görülme olasılığının
oldukça
azaltılabileceğini
bildiren
çalışmalar bulunmaktadır (Rao7, WellsKaplan41).
YYaaşş
K
Koonnjjeessttiiff kkaallpp yyeetteerrssiizzlliiğğii
Günümüzde beklenen yaşam süresinin
uzaması ile daha çok sayıda yaşlı hasta
anestezi almak durumunda kalmaktadır.
Bu olgularda perioperatif MI, postoperatif
ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer
almaktadır. EF, EDV ve bölgesel duvar
hareketleri
yaşın
ilerlemesinden
etkilenmemekle beraber
bu yaş
grubundaki
olguların
stresin
farklı
formlarına, eksersize ve katekolamin
stimülasyonuna
yanıtları
deprese
Taze MI yanısıra, konjestif kalp yetersizliği
de perioperatif kardiyak morbiditenin
habercisidir.
Bu nedenle perioperatif
miyokard
iskemisi
riskinin
değerlendirilmesi
sırasında
kardiyovasküler
fonksiyonun
durumu
hakkında da değerlendirme yapılmalı,
iskeminin sol ventrikül fonksiyonuna etkisi
yönünden hastanın öyküsü araştırılmalıdır.
Özellikle eksersiz ile dispne ortaya çıkışı
veya anjina varlığı iskemik sol ventrikül
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 10
disfonksiyonu lehine olabilir.
Bu bilgi,
koroner arter hastalarında perioperatif
dönemde kan basıncındaki düşüş ya
önyükteki azalmaya ya da
miyokard
iskemisine eşlik eden sol ventrikül
disfonksiyonuna bağlı olabileceğinden
önemlidir. Bu iki tablonun tedavilerinin
farklı oluşu nedeniyle bir yandan
preoperatif testlerle elde edilen bilgiler
ayırıcı tanıda kullanılacak diğer yandan
pulmoner arter kateterizasyonu için karar
verilmesini sağlayabilecektir.
KAH olanlarda sol ventrikül yetersizliğine
ilişkin klinik ve radyolojik bulguların varlığı
kötü prognoz anlamına gelir. EF’u %40’ın
altında olan KAH’larında 1 yıllık ölüm oranı
%30 kadardır. sol ventrikül fonksiyonu
kompanse olan olgularda (PCWP<15
mmHg, normal SWI) ise 2 yıllık mortalite
%2’ye kadar düşmektedir. Aksine doluş
basınçları yükselmiş (>15 mmHg), atım işi
deprese olmuş (<20 gr/m/m2) olgularda
bu rakam %78’e kadar yükselmektedir.
Konjestif kalp yetersizliği olan olgularda iki
klinik bulgu çok önemlidir. Üçüncü kalp
sesi (S3) ve jugüler venöz distansiyon.
Konjestif
kalp
yetersizliğinin
diğer
bulgularının perioperatif kardiyak morbidite
yönünden belirleyiciliği yoktur.
A
Arriittm
miilleerr
Ciddi KAH olanlarda aritmiler genellikle
ventrikül fonksiyon bozukluğu ve KAH’nın
ciddiyeti ile birliktedir. Akut MI geçiren
olgularda ventriküler aritmiler ve ileti
bozukluklarının kötü prognoza işaret ettiği
bilinmektedir. Kronik iskemik kalp hastalığı
olanlarda da sık prematüre ventriküler
kontraksiyonlar riski arttırmaktadır.
Prematüre atriyal vuruların, sinüs dışı
ritmlerin ve atriyal fibrilasyonun da risk
faktörü olabileceği kabul edilmektedir.
H
Hiippeerrttaannssiiyyoonn
Koroner arter hastalığı gelişiminde en
önemli
risk
faktörlerinden
birisi
hipertansiyondur.
Ancak
preoperatif
hipertansiyonun postoperatif morbidite
yönünden
belirleyici
olup
olmadığı
tartışmalıdır.
Bununla
birlikte
hipertansiyon; kardiyak, serebral,renal ve
vasküler hastalık gelişimi için de majör risk
faktörüdür. Neden olduğu komplikasyonlar
arasında MI, KKY, inme, renal yetersizlik,
periferik oklüziv damar hastalıkları ve aort
diseksiyonu bulunur.
Hipertansif hastalarda normal kişilere
kıyasla sessiz MI insidensi daha yüksektir.
Diyastolik
hipertansiyon;
özellikle
hiperkolesterolemi, sigara içimi ve EKG
anormallikleri eşlik ediyorsa perioperatif MI
riskini arttırmaktadır.
Hipertansif hastaların değerlendirilmesinde
önemli olan bir diğer nokta, end-organ
hasarlarının belirlenmesidir. Bu olgularda
kardiyovasküler,
renal
ve
nörolojik
hastalıkların
gelişme
riski
normal
hastalardan yüksektir. Uzun süreli bir
hipertansiyon sol ventrikül hipertrofisi ve
diyastolik fonksiyon bozukluğuna yol
açmaktadır. Sol ventrikül hipertrofisi de,
miyokardın oksijen gereksinimi ve sunumu
arasındaki dengeyi bozarak miyokard
iskemisi ve KKY riskini arttırabilir.
Ciddi hipertansiyon (Tablo 4-5), operasyon
öncesinde
mutlaka
kontrol
altına
alınmalıdır.
Bu
hastada
cerrahinin
ertelenmesine ilişkin karar verilirken
cerrahi girişimin aciliyeti ve medikal
tedavinin
getireceği
yarar
dikkate
alınmalıdır.
Ancak tedavi edilmeyen hipertansif
olgularda anestezide intraoperatif kan
basıncı
labilitesinin
daha
sık
ve
miyokardiyal iskemi insidensinin daha
yüksek olduğu
yönündeki görüş daha
ağır basmaktadır.
Hipertansiyon ya idiyopatik (esansiyel) ya
da daha az sıklıkla diğer medikal sorunlara
(renal hastalık, primer hiperaldosteronizm,
Cushing
sendromu,
akromegali,
feokromositoma, gebelik, östrojen tedavisi)
bağlı olarak ortaya çıkar. Olguların %80-
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 11
90’ında esansiyel tiptedir ve CO, SVR
veya ikisinde birden artış ile birliktedir.
Başlangıçta CO yüksek, SVR düşük iken
hastalık ilerledikçe CO normale döner,
SVR yükselir.
Tablo 4-5. Hipertansiyonun ciddiyetinin
sınıflandırılması
Sistolik
Diyastolik
Sınıf
kan
kan basıncı
basıncı
(mm Hg)
(mm Hg)
Normal
<130
<85
Yüksek
130–139
85–89
Hafif
140–159
90–99
Orta
160–179
100–109
Ciddi
180–209
110–119
> 210
> 120
Hipertansion
Çok ciddi
Adapted from Anonymous: The fifth report of
the Joint National Committee on Detection,
Evaluation, and Treatment of High Blood
Pressure (JNC V). Arch Intern Med 153:154,
1993.
Daha önceleri bir diüretik ile başlayan ve
yanıt alınamadıkça bir başka sınıf ilacın
(sempatolitik, vazodilatör ve anjiotensin
dönüştürücü enzim –ACE- inhibitörü)
eklenmesi ile oluşturulan tedavi modelleri
artık yerini tek ilaçlı tedavi yaklaşımlarına
bırakmak üzeredir. Bir adrenerjik reseptör
blokeri, Ca kanal blokeri veya ACE
inhibitörü ile alınan yanıtlar da eski
yaklaşımlar
kadar
etkili
ve
komplikasyonları da az olmaktadır. Bu
tedavilerde
kullanılan
ilaçların,
etki
mekanizmalarının ve yan etkilerinin
anestezistler tarafından iyi bilinmesi
gerekmektedir (Tablo 4-6 ve 4-7).
Tablo 4-6. Oral antihipertansifler
DİÜRETİKLER
Tiyazid tipi
Hidroklorotiyazid
Klortalidon
Potasyum tutan
Spironolakton
diüretikler
Triamteren
Amilorid
SEMPATOLİTİKLER
Adrenerjik reseptör
blokerleri
Beta reseptör Propranolol, Metoprolol,
blokerleri
Nadolol, Aterolol, Timolol,
Asebutalol, Pindolol,
Karteolol, Penbutalol,
Betaksolol
Alfa-1 reseptör Prazosin, Doksazosin,
blokerleri
Terazosin
Alfa-1 ve 2
Fenoksibenzamin
reseptör blokerleri
Alfa ve beta
Labetolol
reseptör blokerleri
Santral etkili ajanlar
Alfa-2
Metildopa, Klonidin,
agonistler
Guanabenz, Guanfasin,
Guanetidil
Postganglionik
Guanadrel, Reserpin
blokerler
KALSİYUM KANAL
Verapamil, Nifedipin,
BLOKERLERİ
Diltiazem, Nikardipin
ACE İNHİBİTÖRLERİ Kaptopril, Enalapril,
Lizinopril
VAZODİLATÖRLER
Hidralazin, Minoksidil
D
Diiyyaabbeetteess m
meellliittuuss
Diyabet de koroner arter hastalığı gelişimi
için bir risk faktörüdür. Buna karşılık KAH
da diyabetik olgularda başta gelen ölüm
nedenidir ve sessiz miyokard iskemisi ve
enfarktüsü
sıklığı
oldukça
yüksek
olduğundan bu hasta grubunda KAH’nın
saptanması
kolay
olmayabilir.
Semptomların
olmayışı,
otonomik
disfonksiyona bağlanmaktadır.
Genel topluma kıyasla
diyabetiklerde
enfarktüs alanı büyük, MI’dan sonra
yaşam şansı ise daha düşüktür. Diyabetik
olgular, aterosklerotik hastalık yöününden
de iki üç kat daha yüksek risk
taşımaktadırlar.
Diyabet
serebral
ateroskleroz, mikroanjiopati, cerrahi ve
cerrahi dışı enfeksiyonlar ve renal
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 12
transplant rejeksiyonu yönünden daha
fazla risk taşırlar. Ancak diyabetin
perioperatif risk açısından belirleyici olup
olmadığı tartışmalıdır.
Tablo 4-7. Kronik antihipertansif kullanımının yan
etkileri
DİÜRETİKLER
Tiyazid tipi
Hipokalemi, hiponatremi,
hiperglisemi, hiperlipidemi,
hiperürisemi
Potasyum tutan
Hiperkalemi
diüretikler
SEMPATOLİTİKLER
Adrenerjik reseptör
blokerleri
Beta reseptör
Bradikardi, ileti bozuklukları,
blokerleri
miyokard depresyonu,
bronşiyal tonus artışı,
sedasyon
Alfa adrenerjik Postüral hipotansiyon
reseptör blokerleri
Santral etkili ajanlar
Alfa-2
Postüral hipotansiyon,
agonistler
sedasyon, anestezik
gereksiniminde azalma,
bradikardi, rebound
hipertansiyon, pozitif
Coombs testi, hemolitik
anemi, hepatit
Postganglionik
Postüral hipotansiyon,
blokerler
diyare, tuz ve su
retansiyonu, depresyon
KALSİYUM KANAL
Postüral hipotansiyon,
BLOKERLERİ
refleks taşikardi, su
retansiyonu, sistemik lupus
benzeri sendrom,
plevral/perikardiyal efüzyon
ACE İNHİBİTÖRLERİ Postüral hipotansiyon, renal
fonksiyon bozukluğu,
hiperkalemi, kemik iliği
depresyonu
PPeerriiffeerriikk //sseerreebbrraall vvaasskküülleerr hhaassttaallııkkllaarr
Karotid arter, aorta ve diğer periferik
damarlar
da
dahil
olmak
üzere
KAH’larında vasküler hastalıklar sıktır.
Vasküler hastalığı olanlarda perioperatif
MI olasılığı oldukça yüksektir (<%20).
VVaallvvüülleerr kkaallpp hhaassttaallııkkllaarrıı
Ventrikül fonksiyon bozukluğu, aritmiler,
pulmoner hipertansiyon ve KAH varlığı,
valvüler kalp hastalıklarının morbidite
yönünden tek başına ne kadar belirleyici
olduğunun
saptanmasını
güçleştirmektedir. Buna karşılık AS’nun
perioperatif mortaliteyi arttırdığı, AY, MS
ve MY’nin ise eşlik eden S3 gallop, juguler
venöz distansiyon, taze MI bulunmadığı
sürece böyle bir belirleyiciliğinin olmadığı
kabul edilmektedir. Ancak bu kapak
hastalıklarının dördü de postoperatif
konjestif
kalp
yetersizliği
riskini
arttırmaktadırlar.
SSiiggaarraa iiççiim
mii
Sigara içimi, ileri yaş, erkek cinsiyet ve
hiperkolesterolemi hem diyabet hem de
hipertansiyon ile etkileşerek koroner
ateroskleroz
gelişimini
hızlandırırlar.
Normal popülasyonda sigara içiminin MI
riskini arttırdığı bilinmektedir. Bu olgularda
KAH’nın MI ve ölüm ile sonuçlanma
olasılığı da yüksektir.
Akut
ve
kronik
sigara
içiminin
kardiyovasküler sistem üzerindeki etkileri
önemli patofizyolojik gelişmelere neden
olur. Sigara içiminin akut etkileri arasında
hız-basınç ürününün ve miyokard oksijen
tüketiminin
artışı bulunur.
Nikotinin
doğrudan vazokonstriktör etkisi ile özellikle
sol ön inen koroner arterde proksimal
lezyon bulunan olgularda koroner vasküler
rezistans artabilir. Bu durum, miyokardın
oksijen sunum ve gereksinimi arasındaki
dengeyi
olumsuz
yönde
etkiler.
KarboksiHb düzeyinin artması ile sistemik
oksijen taşınmasındaki azalma, plazma
volümünün azalması ve kan viskozitesinin
artması ile ikiye katlanarak bu dengeyi
daha da bozar.
Kronik
sigara
kullanımı
ise
vazokonstriksiyon,
platelet
agregasyonunda
artış,
endotel
bütünlüğünde bozulma ile ateroskleroz
gelişiminin hızlanmasına yol açabilir.
Tüm bu
pulmoner
doğrudan
kardiyovasküler etkiler ile
sistemdeki değişiklikler ya
etkileri
(koroner
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 13
vazokonstriksiyon,artmış
hız-basınç
ürünü) ile ya da dolaylı olarak (pulmoner
komplikasyonlardan kaynaklanan hipoksi,
karboksiHb) kardiyak morbidite riskini
arttırır.
İLAÇ TEDAVİSİ
İstisnasız tüm kardiyovasküler ilaçlar;
kardiyak antiaritmikler, beta veya kalsiyum
kanal blokerleri ve nitratlar operasyon
anına kadar kullanılmalıdır. Bu ilaçlar ile
anestezikler araasındaki etkileşim nadiren
ciddi boyut kazanır, aksine cerrahi stres
dönemlerinde
hemodinaminin
korunmasına olan yardımları daha ön
plana çıkar.
Pek çok koroner arter hastası ve
hipertansif hasta beta blokerler ve/veya
kalsiyum kanal blokörleri ile tedavi
edilmektedir. Bu tedavilerin perioperatif MI
insidensi üzerine etkileri kesin olmamakla
birlikte genellikle anestezi ve cerrahi
öncesine
kadar
sürdürülmeleri
önerilmektedir.
Kardiyak
antiaritmik
ilaçların
farmakolojilerinin iyi bilinmesi, anestezi
uygulamasında çok az sorun çıkarmalarını
sağlar. Yarılanma ömrünün 30 gün olması
nedeniyle miyokardiyal depresan etkisi
uzun sürebilecek amiodaron ise bu grupta
özellikli bir ilaç olarak atropine dirençli
bradikardi,
ciddi
hipotansiyon
ve
atriyoventriküler blok oluşturabilir. Bu ilacın
operasyon öncesindeki gün kesilmesi bir
yarar
sağlamayacağından
kalbin
uyarılması ve dolaşımın desteklenmesine
yönelik
yöntemlerin
el
altında
bulundurulması daha uygun olacaktır.
B
Beettaa aaddrreenneerrjjiikk bbllookkeerrlleerr
Kalp hızını, kontraktilitesini ve bazı
olgularda ardyükü (antihipertansif etkileri
ile)
azaltarak
miyokard
oksijen
gereksinimini düşürürler. Optimal blokaj,
dinlenirken 50-60 vuru/dk kadar olan kalp
hızının eksersiz ile en fazla dakikada 20
vuru artması ile elde edilir.
Mevcut ilaçlar reseptör selektiviteleri,
intrensek sempatomimetik aktiviteleri ve
membran stabilize edici etkileri (antiaritmik
aktivite) ile birbirinden farklılık gösterirler.
İntrensek sempatomimetik özelliği olan
beta blokerler, ventrikül fonksiyonu hafif ya
da orta derecede bozuk olan hastalarda
daha iyi tolere edilir. Ciddi ventrikül
fonksiyon bozukluğu olan hastalar ile ileti
anormallikleri ve bronkospastik hastalığı
olanlarda nonselektif beta reseptör blokajı
kontrendikedir.
Beta-2
adrenerjik
reseptörlerin blokajı, diyabetik olgularda
hiperglisemi bulgularını maskeleyebilir ve
kan potasyum düzeyinin korunmasını
bozabilir.
Nonselektif beta blokerler teorik olarak
koroner vazospazmı
arttıracağından
vazospastik anjinası olan olgularda
kontrendikedir. Kardiyoselektif (beta-1
reseptör spesifik) ajanlar, selektiviteleri
doza bağımlı olduğundan reaktif havayolu
olan hastalarda dikaktli kullanılmalıdır.
Bronkospastik
havayolu
hastalığı
olanlarda beta-1 selektivitesi ve intrensek
sempatomimetik
etkileri
nedeniyle
asebutalol yararlı olabilir.
Beta bloker ajanların ekstrakorporeal
dolaşım sırasında kan seviyelerinin
düşmesine karşın nadolol gibi uzun etkili
beta blokerlerin etkileri ekstrakorporeal
dolaşım sonrası döneme sarkabilir. Etki
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 14
Tablo 4-8. Sık kullanılan beta adrenerjik blokerlerin özellikleri
Beta-1
Yarı ömrü
SempatoAlfa reseptör
Membran
mimetik
bloğu
stabilizasyonu
Asebutolol
+
2-4
+
+
Atenolol
++
5-9
Betaksolol
++
14-22
Esmolol
++
9 dk
Metoprolol
++
3-4
+
Oksprenolol
1-2
+
+
Alprenolol
2-3
+
+
Pindolol
3-4
++
+
Penbutolol
5
+
+
Karteolol
6
+
Labetolol
4-8
+
+
Propranolol
3-6
++
Timolol
3-5
Sotalol
5-13
Nadolol
10-24
Ajan
süreleri ise daha kısa olan kalsiyum kanal
blokerlerinin beta blokerlerle birlikte
kullanılmaması
durumunda
cerrahi
stimülasyon ile kalp hızı ve kontraktilitede
artış görülmesi mümkündür.
D
Diiggookkssiinn
Digoksin, kardiyak disritmilerin ve atriyal
fibrilasyonda
ventrikül
yanıtının
kontrolünde
kullanılan,
KKY’nde
kontraktiliteyi düzelten bir kardiyotoniktir.
Dijitalin kullanılma nedeni hızlı atriyal
fibrilasyon ise (sıklıkla eşlik eden akut
ventrikül yetersizliği) ilaç dikkatle titre
edilmeli ve elektif cerrahi öncesinde kalp
hızı optimalize edilmelidir. KKY olan
olgularda digoksine bağlı aritmilerden
kaçınmak amacıyla kesilmesi uygun
olabilirse de ritm kontrolü için kullanıldığı
olgularda
operasyon anına kadar
kullanılmalıdır. Ventrikül ektopisi, atriyal
taşidisritmiler
ve
değişen
dereceli
atriyoventriküler
bloklar,
digoksin
entoksikasyonu belirtisi olabileceğinden
dikkat
edilmelidir.
Nonkardiyak
semptomlar arasında ise gastrointestinal
rahatsızlık ve görme yakınmaları yer alır.
Toksisite, ilacın kan düzeyini arttıran
nifedipin, verapamil ve amiodaron ya da
potasyum düzeyini düşüren diüretiklerin
kullanımı ile daha sık görülür.
Dijital alan olgularda diüretik kullanımı
sıklıkla
potasyum
kaybına
neden
olduğundan anestezi sırasında mekanik
ventilasyona bağlı hipokarbi potasyum
düzeyini daha da düşürebilir. Hipokalemik
olgularda
dijital
toksisitesi
olasılığı
yüksektir.
K
Kaallssiiyyuum
m kkaannaall bbllookkeerrlleerrii
Doğrudan etkili ilaçlar olup vasküler düz
kastaki dilatasyon ile periferik vasküler
rezistansı düşürürler. Bu etki koroner
arterleri
de
kapsar
ve
koroner
vazospazmın tedavisinde özellikle yarar
sağlar. Bu gruptaki ilaçlar kalbin
ardyükünü azaltarak miyokardın oksijen
gereksinimini
düşürür,
koroner
vazodilatasyon ile kan akımını ve oksijen
sunumunu
arttırırlar.
Verapamil
ve
diltiazem kalbin hızını azaltarak da oksijen
gereksinimini düşürürler. Özellikle yüksek
dozlarda kalp kası üzerine doğrudan
negatif inotropik etkileri bulunmaktadır.
Verapamil, AV iletiyi de deprese eder.
Sık
kullanılan
blokerlerlerinin
karşılaştırılmıştır.
kalsiyum
etkileri
kanal
tabloda
Tablo 4-9. Sık kullanılan kalsiyum kanal blokerlerin özellikleri
mg
Yarı ömrü
Anjina
HiperSerebral
(saat)
tansiyon
vazokonstr.
Verapamil
PO 40-240
5
+
+
İV
5-15
5
+
Nifedipin
PO 30-180
2
+
+
SL
10
2
+
+
Diltiazem
PO 30-60
4
+
+
Nikardipin
PO 60-120
2-4
+
+
Nimodipin
PO 240
2
+
Nifedipin ile oluşan periferik arterlerdeki
dilatasyona refleks taşikardi eşlik edebilir.
Verapamil ise AV düğüm üzerindeki etkisi
nedeniyle bradikardi oluşturabilir. Kalsiyum
kanal blokerleri preoperatif dönemde
sonlandırılmamalıdır.
Nifedipinin sistemik kan basıncı üzerindeki
potent etkileri, hipotansiyon, refleks
taşikardi veya ikisine birden neden olabilir.
Ardyükü azaltması, negatif inotropik
etkisini dengeler ve ventrikül fonksiyon
bozukluğu olan hastalarda diğerlerinden
daha uygun bir seçimdir. Verapamil ve
diltiazem kardiyak kontraktilite ve AV ileti
üzerindeki etkilerinin daha fazla olması
nedeniyle ventrikül fonksiyon bozukluğu,
ileti anormallikleri ve bradiaritmileri olan
hastalarda kontrendikedir. Nikardipin ve
nimodipinin etkileri de nifedipine benzer.
Kalsiyum kanal blokerleri, anestezik
ajanlar ile önemli etkileşimlere neden
olabilir. Volatil ajanların dolaşım üzerine
olan etkileri ile kas gevşetici ilaçların
etkilerini arttırırlar. Hem verapamil hem de
diltiazem voaltil anesteziklerin kardiyak
kontraktilite ve ileti üzerine olan depresif
etkilerini potansiyalize eder. Nifedipin ve
diğerleri volatil anesteziklerin sistemik
vazodilatör etkilerini arttırır.
İskemik kalp hastalarının tedavisinde en
sık kullanılan farmakolojik ajanların
(nitratlar, kalsiyum kanal blokerleri ve beta
blokerler) dolaşım üzerine olan potent
etkileri tabloda karşılaştırılmıştır. Kalsiyum
kanal blokerleri vazospastik anjinalarda
seçkin ilaç iken ventrikül fonksiyonu iyi
olan eksersiz anjinalı olgularda beta
SVT
+
+
blokerler genellikle tercih edilen ilaçtır.
Nitratlar her iki anjina tipi için de uygundur.
N
Niittrraattllaarr
Tüm vasküler düz kaslarda gevşeme
oluşturur,
venöz
yataktaki
etkileri,
arterlerdeki etkilerinden daha fazladır.
Venöz tonus ve venöz dönüşü azaltarak
kalbin duvar gerilimini ve ardyükünü
düşürürler. Tüm bu etkileri miyokardın
oksijen gereksinimini azaltır. KY’nin
tabloya eşlik ettiği iskemik olgularda
nitratlar seçkin ilaçlardır.
Nitratlar koroner arterleri de dilate ederler.
Bu dilatasyon özellikle iskemik alanlarda
subendokardiyal kan akımını arttırır.
Nitratlar hem akut iskemide hem de sık
anjinal atakları olan olgularda profilaksi
amacıyla kullanılabilir. Beta blokerler ve
kalsiyum kanal blokerlerinin aksine negatif
inotropik etkileri yoktur.
A
Annjjiiootteennssiinn ddöönnüüşşttüürrüüccüü eennzziim
m
iinnhhiibbiittöörrlleerrii:: SSeeee cchhaapptteerr 99
A
Annttiippllaatteelleett tteeddaavvii
KAH olanlarda salisilik asit ve/veya
dipridamol sıklıkla tedavinin bir parçasıdır.
Salisilik asit hastalar tarafından sıklıkla
önerilenden daha fazla alınmaktadır. Bu
ajanlar platelet fonksiyonlarını bozarlar ve
dışarıdan verilen plateletler üzerine de
aynı etkiyi gösterebilirler. İntraoperatif
kanama üzerine etkilerini önlemek için bu
ilaçların operasyondan 2 hafta önce
kesilmeleri uygun olur. Ancak cerrahi
bekleyen hastalarda enfarktüs gelişimini
önleyici etkileri de göz ardı edilmemelidir.
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 16
Tablo 4-10. İskemik kalp hastalığının tedavisinde kullanılan bazı ilaçların dolaşım üzerindeki etkileri
KALSİYUM KANAL BLOKERLERİ
ETKİ
NİTRATLAR
VERAPAMİL
NİFEDİPİN
DİLTİAZEM
BETA BLOKER
NİKARDİPİN
NİMODİPİN
Önyük

-
-
-
-,
Ardyük




-
Kontraktilite
-

-


SA düğüm
,-

,-


-

-


Koroner




-,
Sistemik




-,
AV ileti
Vazodilatasyon
A
Annttiikkooaaggüüllaann tteeddaavvii
intoleransı gibi bulgular ile düşük dansiteli
lipoproteinlerin (tip 2 ve 4) artışı KAH için
bir risk faktörüdür.
Protez kalp kapağı taşıyan olgular
genellikle
kumadin kullanmaktadır ve
kardiyak
operasyon
adayı
olabilmektedirler. Kumadinin protrombin
zamanını normalin %20 sınırları içine
girmesine yetecek bir süre önce kesilmesi
tromboz ve emboli riskini arttırmamaktadır.
Klinik kanama bulgusu olmadıkça.
Miyokard iskemisi ve enfarktüsüne eşlik
eden
en
karakteristik
laboratuar
değişiklikleri
kardiyak
enzimlerde
yükselmedir. Geri dönüşümsüz miyokard
hasarı gelişmesi ile kreatin kinaz (CK),
glutamik oksaloasetik transferaz (GOT) ve
laktik dehidrogenaz (LD) enzimlerinin kan
düzeyi yükselir.
Tedaviye operasyondan 2-3 gün sonra
yeniden başlanır. Kumadine ara verilen bu
dönemde düşük doz heparin sıklıkla
kullanılmaktadır. Bu yaklaşımın cerrahi
sırasında
ve
sonrasında
hemorajik
komplikasyonları
arttırması
mümkün
olabilir
LABORATUAR YÖNTEMLERİ
İskemik kalp hastalığı olanlarda genellikle
pek çok preoperatif laboratuar testi
normaldir. Bazı durumlarda hematokrit ve
tiroid fonksiyonlarının bilinmesi hastanın
preoperatif genel durumunun ve miyokard
oksijen gereksinimi ile sunumu arasındaki
dengenin iyileştirilmesi yönünden yararlı
olur. Hiperlipidemi veya karbonhidrat
GOT düzeyi, göğüs ağrısını izleyen 8-12
saat içinde normalin üzerine çıkar.
Enfarktüsten 18-36 saat sonra pik yapar
ve 3-4 gün içinde normal değerlerine geri
döner.
CK düzeyi de enfarktüs sonrasındaki 6-8
saat içinde normalin üzerine çıkar, 24
saatte pik yapar ve yine 3-4 günde
normale döner. CK’ın elektroforez ile
birbirinden ayırt edilen üç izoenzimi
bulunmaktadır: BB, MM be MB. Bunlardan
birincisi beyin ve böbrekten, ikincisi iskelet
kasından ve sonuncusu da kalp kasından
izole edilmektedir. CK-MB akut MI için
yüksek oranda spesifik ve önemli ölçüde
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 17
(>%65) duyarlı bir enzimdir. Seri CK-MB
ölçümleri ile enfarktüs alanının büyüklüğü
hakkında doğru bir fikir elde edilmesi
mümkün olabilir.
Akut MI’ı izleyen 24-48 saat içinde LD
yükselir. 3-6 günler arasında pik yapar ve
8-14 günde normale iner. GOT ve LD MI
için duyarlı olmalarına karşın spesifik
enzimler olmadıklarından hatalı pozitif
sonuç verebilirler. LD’nın birinci izoenzimi
olan LD1, başlıca kalpte oluşur ve MI
sonrasında 8-24 saat içinde normal
düzeyinin üstüne çıkar. LD1 ‘in LD’ye oranı
akut MI geçirmiş olguların %95’inde
anormaldir.
Valvüler kalp hastalarında eşlik eden
hastalıklar (tromboembolizm, koagülasyon
anormallikleri)
olmadıkça
spesifik
laboratuar bulgusu yoktur.
Pulmoner hipertansiyonlu olgularda geç
dönemde
hiperkoagülobilite,
anormal
platelet fonksiyonu, karaciğer testlerinde
anormallik saptanabilir.
Renal fonksiyon değerlendirilmesi, serum
kreatinin ve kan üre düzeylerinin ölçülmesi
ile mümkün olur.
Diüretik veya digoksin alan hastalarda kan
elektrolitlerinin
de
değerlendirilmesi
zorunludur. Diüretik alan olgularda hafiforta dereceli bir hipokalemi (3-3.5 mEq/L)
sıklıkla görülür. Potasyum replasmanı
yalnızca semptomatik olgular ile digoksin
alan hastalarda gerekli olur. Renal
fonksiyonu bozulmuş ve potasyum tutan
diüretik kullanan olgularda ise hiperkalemi
görülebilir.
İyonize kalsiyum ölçümleri rutin olarak her
merkezde yapılamadığı gibi iyonize Ca
anormalliklerinin ciddi olumsuz etkilerine
ilişkin veriler de bulunmamaktadır.
Dijital düzeyinin ölçümü ile elde edilen
veriler
hastanın
kliniği
ile
birlikte
değerlendirilmelidir. Dijital toksisitesi veya
yetersiz dijital düzeyi tanınmalı ve
düzeltilmelidir.
GÖĞÜS GRAFİSİ
Yarar-maliyet oranının tartışılıyor olmasına
karşın hastalığın preoperatif tanısı,
izlenmesi
ve
tedavisinin
değerlendirilmesinde çok sık kullanılan bir
tetkiktir. Bazı olgularda ön-arka (posterioranterior PA) ve lateral radyogramlar
oldukça önemli bilgiler verebilir. Örneğin
KAH’larında kardiyomegali saptanması
pek çok olguda EF’nun düşük olduğu
anlamına gelir. Aksine kapak hastalığı
olan hastalarda göğüs grafisinin normal
olması ventrikül fonksiyonunun da normal
olduğu anlamına gelir.
PPoosstteerriioorr--A
Anntteerriioorr rraaddyyooggrraaffii
Kalp odacıkları, duvarları, kapaklar ve
vasküler yapılar kan ile aynı dansiteye
sahip olduğundan akciğer dokusunun
yakınında olmadıkça ya da kalsifikasyon
gelişmedikçe
intrakardiyak
yapıların
birbirinden ayırt edilmesi mümkün olmaz.
Şekil 4-1’de kalbin PA projeksiyonu
gösterilmektedir. Bu projeksiyonda kalbin
iki kenarı ve vasküler yapısı iki akciğerin
arasındadır. Sağ kenarı akciğerin sağ üst
ve orta lobları ile komşu iken sol kenarı,
akciğerin sol üst lobu ve ingular
segmentleri ile komşudur.
Şekil 4-1
Fig 1-2. Kalbin PA projeksiyonu
PA göğüs grafisinde kalbin sağ kenarı ve
vasküler yapısını superior vena kava ile
sağ atriyum oluşturur. Sol kenarı ise aorta,
ana pulmoner arter, sol atriyum apendiksi
ve sol ventrikülün ön-yan sınırından
oluşur. Sağ atriyumun büyümesi kalbin
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 18
sağ kenarının düzleşmesi ile tanınabilir.
Sağ ventrikül büyümesi
ise bu
projeksiyonda
görülemez
ancak
ventriküller arası septumun sola doğru ve
sol ventrikül kenarınının da laterale doğru
itilmesine neden olabilir. Ancak PA
grafilerde sağ ve sol ventrikül büyümesini
birbirinden ayırt etmek genellikle mümkün
olmaz. Fallot tetralojisi gibi bazı özel
durumlarda sol ventrikül posteriore
döndüğünden kalbin grafideki sol kenarını
tamamen sağ ventrikül
oluşturur. LA
büyüdüğünde sol atriyum apendiksi
laterale doğru yer değiştirerek sol bronşu
yukarı itebilir. Sol ventrikül genişlemesi ya
uzun ya da hem uzun hem kısa eksendeki
artış ile birliktedir. Örneğin KAH’larında sol
ventrikül’ün hem uzun hem de kısa ekseni
uzamıştır. Aort ve mitral yetersizliğinde ise
genellikle yalnızca uzun eksen uzar ve
apeks aşağıya ve sola doğru yer değiştirir.
Normalde kalp kapakları anlamlı ölçüde
kalsifik olmadıkça grafide görülmez. Aort
kapağı genellikle vertebral kolonun sol
kenarı üzerindedir. Mitral kapak ise
aşağıda, aort kapağının solunda ve kalp
gölgesinin en yoğun olduğu bölüm içinde
yer alır. Kardiyak döngüde mitral kapak
laterale ve aşağı doğru bir eksen üzerinde
hareket eder fakat yine yoğun kalp gölgesi
içinde kalır. Mitral kapağın ancak ileri
derecede kalsifiye olması durumunda
grafide görülmesi mümkün olabilir.
LLaatteerraall rraaddyyooggrraaffii
Sağ ventrikülün ayrımsanması, sol atriyum
büyümesinin değerlendirilmesi, LA ve sol
ventrikül büyümesinin ayırt edilmesi,
kalsifik mitral ve aort kapaklarının
tanınmasında yararlı bir grafidir (Şekil 4-2).
Bu grafide kalbin hem ön hem de arka
kenarı görülebilir. Kalbin ön kenarını
oluşturan yapılar superior vena kava,
asendan aorta, pulmoner arter ve sağ
ventriküldür. Sağ ventrikül genellikle
diyaframın üstünde sternumun alt üçte
birlik kısmı ile bitişiktir.
Sağ ventrikül
büyüdüğünde sternumun 2/3 üst kısmı
boyunca olan retrosternal mesafe kapanır.
Şekil 4-2
Fig 1-3. Kalbin lateral projeksiyonu
Kalbin arka kenarı ise LA ile sol ventrikül
tarafından oluşturulur ve özofagusa
bitişiktir. LA’un özofagusa komşuluğu
karina düzeyinde başlar, özofagusun orta
kısmında sona erer. Sol ventrikülün
komşuluğu ise özofagusun orta kısmından
diyaframa kadardır. LA yalnızca özofagusa
baryum verilmesinden sonra bir gölge
şeklinde görülebilir. LA büyüdüğünde
özofagusun supradiyafragmatik bölümünü
posteriora doğru iter. Aort ve mitral
kapakların kalsifikasyonu bu grafide daha
rahat görülür. Aort kapağı mitral kapaktan
daha yukarıda yer alır ve sol ana bronştan
ön kosto-frenik sinüse çizilen bir çizgi
yardımı ile ayırt edilebilir. Aort kapağı bu
çizginin üzerinde, mitral kapak ise altında
kalır.
SSppeessiiffiikk dduurruum
mllaarrddaa rraaddyyooggrraaffiikk
ddeeğğiişşiikklliikklleerr
KAH’larında
göğüs grafisi
ventrikül
fonksiyonu hakkında yararlı bilgiler
verebilir. Dört radyografik işaret ventrikül
fonksiyon
bozukluğu
lehinedir:
kardiyotorasik oran, total kalp volümü, sol
ventrikül volümü ve konjestif kalp
yetersizliği bulguları. Bu parametrelerdeki
bozukluklar; EF, ESV, CI, SWI, EDV ve
EDP
anormallikleri
lehinedir.
Bu
parametrelerin yüksek oranda spesifik
olması nedeniyle KAH’larında göğüs
grafisinde anormallik olması durumunda
ventrikül fonksiyonunun iyi olmadığı kabul
edilebilir. Kardiyomegali bulunmaması ise
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 19
ventrikül
fonksiyonunun
anlamına gelmez.
iyi
olduğu
MI, büyük anevrizmaya ya da ciddi
kalsifikasyona neden olmadıkça göğüs
grafisinden tanınamaz. Koroner arter
hastalarında sık görülmesine karşın
koroner arterlerdeki kalsiyum birikiminin
göğüs grafisinde görülebilmesi genellikle
mümkün olmaz.
Yalnızca ilerlemiş AS’unda dilatasyon
veya kardiyomegali oluşur. Aort ve mitral
kapakların
kalsifikasyonu
grafide
görülebilir. Mitral kapak kalsifikasyonu
sıklıkla mitral stenozu işaret eder ve kapak
yaprakçıklarında
veya komisürlerde
lokalize olur. Kalsifikasyonun anulusta
lokalize olması genellikle ileri yaşlarda
görülür, MS bulgusu değildir. Mitral
stenozu olan olguların akciğer filminde
atriyum apendiksinde genişleme (lateral
filmde),
pulmoner
hipertansiyon,
intersitisyel ödem (Kerley B çizgileri), sağ
ventrikül büyümesi saptanabilir. Mitral
regürjitasyon ise kardiyomegali, sol
atriyum büyümesi, intersitisyel ödem,
mitral anülüste kalsifikasyon ile birliktedir.
Aort kapağındaki kalsifikasyon ise sıklıkla
AS lehinedir. Aort stenozunda hafif bir
kardiyomegali,
asendan
aortada
poststenotik dilatasyon, aort valvinde
kalsifikasyon görülebilir.
ASD’si olan olgularda periferik pulmoner
vasküler yatakta belirginleşme, geç
dönemde pulmoner hipertansiyon, periferik
yatakta
azalma,
pulmoner
arterde
kalsifikasyon; pulmoner stenozu olan
hastalarda pulmoner arterde poststenotik
dilatasyon, RA ve sağ ventrikülde
belirginleşme; pulmoner hipertansiyonda,
ana pulmoner arter ve dallarında
genişleme, periferik damarlarda azalma,
RA ve sağ ventrikülde
genişleme
saptanabilir.
Kardiyomiyopatisi olan olgularda göğüs
grafisi
bulguları
kardiyomiyopatinin
dilatasyon, restriksiyon ya da hipertrofiye
bağlı olmasına göre değişir. Dilate bir
kardiyomiyopatide sol ventrikül büyümesi
ve
pulmoner
venöz
hipertansiyon
görülürken restriktif kardiyomiyopatide kalp
büyümesi daha azdır ve yine pulmoner
venöz
hipertansiyon
ile
birliktedir.
Hipertrofik kardiyomiyopatide ise kalp
büyümesi hafif-orta derecededir ve LA
büyümesi ile beraberdir.
Pulmoner tromboembolide göğüs grafisi
genellikle normaldir. Akciğer volümünde
azalma (diyafragmada yükselme), periferik
oligemi,
sağ
ventrikül
dilatasyonu,
parenkimal konsolidasyon (enfarktüs)
görülebilir.
G
Gööğğüüss ggrraaffiissiinniinn ssıınnıırrllaarrıı
Kardiyak
fonksiyonun
radyolojik
değerlendirilmesi pek çok faktörden
etkilenir. İlk sınır kardiyotorasik oran ile
total kalp volümündedir. Bu parametreler
birden fazla kalp boşluğunun fonksiyonunu
yansıtırken
EF
veya
EDV
gibi
ventrikülografik veriler tek bir kalp
boşluğunun fonksiyonunu yansıttığından
aralarındaki ilişki her zaman sağlıklı
olmayabilir.
İkinci bir sınır, bu radyolojik parametrelerin
kardiyak döngünün herhangi bir anında
alınan görüntüde hesaplanması nedeniyle
sistolik ve diyastolik değerlerin bir
kombinasyonu olarak kalmasıdır.
Üçüncü olarak radyolojik parametreler kan
volümü ile akımına bağımlıdır ve
bunlardan her biri vücut pozisyonu ile ya
da ölçümler arasındaki süre ile önemli
ölçüde değişkenlik gösterebilir.
Ayrıca radyografik parametreler yalnızca
sol ventrikülün eksternal ölçülerini yansıtır.
Oysa sol ventrikülün iç ölçülerinde önemli
orandaki
değişmeler,
ventriküller
arasındaki septumu itmesi halinde bile
eksternal
ölçüleri
değiştirmediğinden
radyolojik olarak bir bulgu vermeyebilir.
Son olarak primer pulmoner hastalığı
olanlarda
sol
ventrikül
fonksiyonu
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 20
etkilenmeden pulmoner vasküler yatakta,
kardiyotorasik oranda veya total kalp
volümünde değişiklikler oluşabilir.
Bu nedenlerden ötürü KAH ve kapak
hastalıklarında
ventrikül
fonksiyonu
yönünden yararlı bilgiler verebilmesine
karşın sınırları hatırda tutulmalıdır.
EKG
Preoperatif EKG’de anormallik saptanma
olasılığı yüksek olup nonkardiyak cerrahi
planlanan KAH’lı olgularda %40-70
kadardır. Ancak preoperatif
EKG’nin
perioperatif morbiditeye ilişkin öngörme
doğruluğu/değeri tartışmalıdır. Bu nedenle
başka kuşkulu bulguları bulunan bir
hastada EKG’nin normal olması KAH’nı
dışlamak için yeterli değildir.
KAH’larının
%25-50’sinde
dinlenirken
çekilen EKG normaldir. % 25’lik bir
kısmında da sol dal bloğu ya da WolffParkinson-White sendromunun varlığı
nedeniyle EKG’nin tanıya yardımcı olması
mümkün olmaz. Bu sınırlarına karşın EKG,
koroner arter hastalarında en önemli
preoperatif testlerden birisidir.
İskemi, injüri ve infarktüsün karakteristik
paterni şekilde gösterilmiştir.
Şekil 4-3
İskemi, injüri ve infarktüsün karakteristik
paterni
MI, klasik olarak transmural olması
durumunda Q dalgasının oluşumu ile,
subendokardiyal olduğunda ise günler
süren ST segment elevasyonu veya
depresyonu ile tanınır. MI’ı izleyen EKG
değişikliklerinin sıralaması hayvan
ve
insan çalışmalarında benzer şekildedir. İlk
değişiklik T dalgasında olur. T dalgası ya
genişler ve büyür ya da yukarı veya aşağı
döner. Hasar görmüş alanı gören
derivasyonlarda ST segment elevasyonu
oluşurken resiprokal
olarak hasarlı
alandan
uzaklaştıkça
ST
segment
depresyonu gözlenir. Q dalgası (> 0.04 sn
veya R dalgasının yüksekliğinin 1/3’ü
kadar) oluşumu ya hemen olur ya günler
sonra oluşur ya da hiç olmaz. Enfarktüs
sırasında R dalgası amplitüdü azalabilir.
Son olarak ST segmenti izoelektrik hatta
iner ve T dalgası simetrik olarak ters
döner. Bu klasik patern olguların %5070’inde görülür. Kalanlarda ST ve T
dalgası değişiklikleri tek bulgu olabilir. T
dalgası, ST segmenti ve Q dalgasındaki
bu klasik değişiklikler akut MI tanısı için
oldukça
spesifiktir.
Ancak
sorun
EKG’lerinde nonspesifik ST segment ve T
dalgası değişiklikleri gözlenen hastalardır.
2 mm’nin üzerindeki erken ST segment
elevasyonları, miyokard injürisi için
oldukça spesifiktir ancak infarktüs tanısı
için bu tür değişikliklerin birkaç gün süre ile
sürmesi gereklidir.
İskemik kalp hastalığı olan olguların
EKG’sinde geçirilmiş MI bulgusu olan Q
dalgaları (yeri ve anlamlılığı), ısrarlı ST
depresyonu (yeri, büyüklüğü) ve yeni sol
dal bloğu bulguları aranmalıdır. Son
zamanlarda
EKG’de
Q
dalgası
bulunmayan MI’lı hastaların Q dalgası
bulunan hastalara kıyasla daha yüksek
risk taşıdıkları düşünülmektedir. Teorik
olarak tek koroner arter lezyonu ve
transmural enfarktüsü bulunan hastalarda,
iskemi riski taşıyan bu alanın zaten
nekrotik olması nedeniyle daha düşük reinfarktüs riski taşıdıkları kabul edilebilir.
Ancak nekrotik alan varlığı nedeniyle bu
olgularda aritmi oranı diğerlerinden daha
yüksek olabilmektedir.
EKG, miyokard iskemisi yönünden eski
EKG kayıtları ile karşılaştırılmalı, ST
segment ve T dalgası (karakteri, yeri,
resiprokal değişiklikler) ile ST elevasyonu
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 21
(Prinzmetal anjina, anevrizma, perikardiyal
hastalık) dikkatle değerlendirilmelidir.
İleti anormallikleri (sol dal bloğu, Mobitz tip
2 AV blok, 30 kalp bloğu ve multifasiküler
bloklar), aritmiler (önceki EKG kayıtları ve
stres testinde kaydedilen EKG kayıtları ile
karşılaştırılmalı),
ventrikül
hipertrofisi
bulguları (voltaj, yüklenme belirtileri) ve
ilaç (dijital, propranolol, nitratlar, Ca kanal
blokörleri) etkileri yönünden EKG kaydı
değerlendirilmelidir.
Sürekli EKG kaydı, aritmilerin ve iskeminin
tipi, insidensi, semptomları ve tedaviye
yanıtının değerlendirilmesi açısından bu
olgularda gerekli olabilir.
Valvüler
kalp
hastalarında
EKG
değerlendirilmesinde spesifik bulgular
saptanabilir.
Mitral
stenozda
ve
regürjitasyonda sol atriyum büyümesi
(DII’de P>0.12 sn), atriyal fibrilasyon ve
sağ ventrikül hipertrofisine ait EKG
bulguları
görülür.
Mitral
valv
prolapsusunda EKG genellikle normaldir.
Ancak bazı olgularda II ve III.
derivasyonlarda
ST-T anormallikleri,
paroksismal supraventriküler taşikardi,
diğer aritmiler görülebilir.
Aort stenozu ve regürjitasyonunda, I, aVL,
V3-6’da
psödoenfarktüs
paterni
(Q
dalgaları); aort stenozunda ayrıca sol
ventrikül hipertrofisine ait EKG bulguları,
sol aks deviasyonu, intraventriküler ileti
anormallikleri, 10 AV blok saptanabilir.
ASD’li olgularda atriyal fibrilasyon-flutter,
paroksismal atriyal taşikardi, 10 AV blok,
sağ ventrikül hipertrofisi (+pulmoner
hipertansiyon) saptanabilirken VSD’de
EKG genellikle normaldir. Geniş VSD’si
olan olgularda ise sol ventrikül hipertrofisi
bulguları gözlenir. Pulmoner stenozda sağ
aks deviasyonu, sağ ventrikül hipertrofisi
EKG bulguları arasındandır.
Dilate kardiyomiyopatide sinüs taşikardisi,
aritmiler,
ileti
defektleri,
ST-T
anormallikleri; restriktif kardiyomiyopatide
düşük voltaj, ileti anormallikleri; hipertrofik
kardiyomiyopatide
sol
ventrikül
anormallikleri, psödoenfarktüs (Q dalgası),
ST-T değişiklikleri, aritmiler saptanabilir.
Pulmoner tromboembolide EKG bulguları
spesifik değildir: ileti bozuklukları, ST-T
değişiklikleri, T dalgasında inversiyon.
EEkksseerrssiizz eelleekkttrrookkaarrddiiyyooggrraaffiissii
Eksersiz elektrokardiyografisi, perioperatif
kardiyak morbiditenin belirlenmesinde en
sık kullanılan testlerden birisidir. İskemiye
neden olan hemodinami eşiği hakkında
fikir verir. Testin pozitif sonuçlanması,
yüksek riski ifade eder. Eksersiz ile kalp
hızı ve kan basıncındaki yükselme
miyokardın oksijen gereksinimini arttırarak
iskeminin tetiklenmesi için uygun bir zemin
yaratır. Testin negatif olması bu koşullarda
bile miyokard oksijenlenmesinin yeterli
olduğunu göstereceğinden riskin düşük
olduğu anlamına gelir. Ancak eksersiz
testlerinin kan basıncından çok kalp hızını
arttırdığı, anestezi uygulamasında ise kan
basıncı değişiklikleri daha önemli olduğu,
ayrıca anestezi altında gelişen iskemik
atakların
çoğuna
hemodinamik
değişikliklerin
eşlik
etmediği
de
hatırlanmalıdır.
Eksersiz testi ile kalp hızı hakkında
edinilen bilgi, anestezi altında iskeminin
gelişeceği kalp hızı hakkında her zaman
doğru bilgi vermemektedir. Ancak önemli
olan testin pozitif çıkmasının hastanın
iskemi riski taşıması yönünden anestezisti
uyarıcı özellik taşımasıdır.
KARDİYAK KATETERİZASYON
Kardiyak kateterizasyon ile koroner
arterlerdeki
aterosklerotik
lezyonların
büyüklüğü, yeri, kolateral dolaşımın
durumu ve hangi koroner dolaşımın
dominant olduğu hakkında bilgi edinilebilir.
Ayrıca EF, ESV, EDV, SW, CO, bölgesel
duvar
hareketi
anormallikleri
(yeri,
büyüklüğü, tedaviye yanıtı), eşlik eden
hastalıklar (valvüler kalp hastalıkları,
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 22
kardiyomiyopati) hakkında da bilgi sahibi
olmak mümkün olur.
KORONER ARTERİYOGRAFİ
Koroner anjiogram, tüm koroner yatağı, sol
ve sağ koronerlerin tüm dallarını
gösterebilecek kalitede olmalıdır.
Bazı hastalarda kardiyak kateterizasyon ile
ortaya çıkabilecek komplikasyonlar acil
kalp cerrahisini gerektirdiğinden bu girişim,
yalnızca kalp cerrahisi olanakları olan
merkezlerde uygulanmalıdır. Çok küçük
olgular ile yaşı 75’in üzerindeki hastalar,
akut ya da kararsız iskemik sendromları
(kararsız anjina, akut MI) olan ve
noninvaziv testler ile ciddi koroner arter
hastalığı saptanmış olgular bu gruba
girerler. Bilinen ya da kuşku duyulan ciddi
koroner hastalığı (sol ana koroner ya da
üç damar) bulunan olgular ile sol ventrikül
sistolik fonksiyonu azalmış olgular da
büyük risk taşırlar. Ciddi aort stenozu ve
mitral regürjitasyon da ek risk getirir.(101)
Kararsız anjina, akut MI, renal yetersizlik,
ventriküler aritmiler, arteryel desatürasyon
ve pulmoner hipertansiyonun eşlik ettiği
siyanotik konjenital kalp hastalıkları da
riski
arttırdığı
kabul
edilebilecek
faktörlerdir. Ciddi sistolik hipertansiyon,
kanama diyatezi, ciddi obezite, renal
yetersizlik,
sık
ventriküler
aritmiler,
kontrast allerijisi öyküsü, ciddi KOAH,
kontrol
altında
olmayan
diyabet,
kortikosteroid kullanımı da komplikasyon
sıklığını arttıran durumlardır.
SSooll vveennttrriikküüll ddiiyyaassttooll ssoonnuu bbaassıınnccıı
((LLVVEED
DPP))
Normal sınırları 5-15 mmHg’dır. Yükselmiş
bir LVEDP, ya ventrikül volümündeki artışı
ya da diyastolik basınç-volüm ilişkisindeki
değişikliği gösterir. LVEDP artışı genellikle
dilatasyon gelişmiş yetersiz sol ventrikül
varlığında görülür. Ancak kalın duvarlı,
ufak hacimli bir ventrikülde ya da iskemik
atak sırasında normal hacimli bir
ventrikülde
de
görülür.
Kardiyak
kateterizasyon hasta için stresli bir işlem
olduğundan elde edilen hemodinamik
veriler genellikle operasyon odasındaki
sedatize hastada elde edilen verilerden
daha yüksektir.
Bazı laboratuarlarda ventrikülografi için
LV’e kontrast madde enjekte edildikten
sonra LVEDP yeniden değerlendirilir. İritan
bir solüsyon olan kontrastın depresan
olması
da
mümkündür.
Kontrast
enjeksiyonundan sonra LVEDP’da görülen
büyük artışlar görülmesi durumunda, ilk
LVEDP değeri normal olsa bile, ventrikül
kontraktilitesinin kötü olduğu düşünülür.
Ancak
kateter
ucundan
kontrast
ejeksiyonunun
yeri, yönü kontrol
edilemediğinden ve bu sırada çok sayıda
disritmi oluşabildiğinden bu yorum her
zaman doğru olmayabilir.
Tablo 4-11. Kardiyak kateterizasyonun
mortalitesi
Hastanın özellikleri
Mortalite (%)
Kardiyak kateterizasyonun tüm 0.14
mortalitesi
Yaşa bağlı mortalite
0-1 yaş
1.75
60 yaş üzeri
0.25
Koroner arter hastalığı
Bir damar
0.03
Üç damar
0.16
Sol ana koroner
0.86
Konjestif kalp yetersizliği
NYHA klas I
0.02
NYHA klas II
0.12
NYHA klas III
0.67
Valvüler kalp hastalığı
Tüm kapak hastaları
0.28
Mitral kapak
0.34
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 23
SSooll vveennttrriikküüll eejjeekkssiiyyoonn ffrraakkssiiyyoonnuu
((LLVVEEFF))
Sol ventrikülografi sırasında iki planlı
sineanjiogramlar
alınır.
Elektronik
planimetri ile anteroposterior (AP) ve
lateral LV alanları, hem diyastol sonunda
hem de sistol sonunda ölçülür. Bu
alanların çarpımı ile her kardiyak döngüde
LV volümü hakkında fikir sahibi olunabilir.
Bu sırada düz bir filme LV alanının dik açı
ile alınan bir başka alan ile çarpılmasından
kaynaklanan yanlış sonuçlar olabilir. LVEF
ayrıca tek planlı sineanjiogramlardan
hesaplanabilir.
LVEF
kolayca
ulaşılabilen
ancak
kontraktilite
hakkında
yeterli
bilgi
vermeyen bir parametredir. Normal
olguların çoğunda LVEF %75 civarında
olmasına karşın %50’nin altına düşene
kadar bozulmuş kontraktilite hakkında fikir
vermemektedir. %50’nin altındaki değerler
de kontraktilitedeki bozukluğun miktarı
hakkında fikir vermekte yetersiz kalır.
Örneğin EF, %25 olan bir kalbin
kontraktilitesinin, EF %50 olan bir diğer
kalbin kontraktilitesinin yarısı kadar
olduğunu söylemek mümkün olmaz.
EF’nun yorumlanmasında da bazı hatalar
olabilir. LVEF, kontraktilitenin ejeksiyon
fazının göstergesidir ve kalbin yükündeki
değişikliklere duyarlıdır. Bu nedenle MY
gibi ejeksiyon fazı lezyonlarında yanlış
yorumlanabilir (LV’e iki kere ejeksiyon
olduğundan). Bu olgularda LV’ün kendisini
daha fazla boşaltma şansı olduğundan
LVEF daha yüksek ölçülebilecektir. Bu
nedenle MY olan olgularda kontraktilite
bozulmuş olsa bile EF, bu bozulmayı
yansıtamayacaktır.
sırasında sineanjiografik kayıtlar alınması
ile yapılır.
Şekil 4-4
(Fig 11-1 ve 11-2)
Fig 11-1. Ventrikülogramda spesifik
segmentlerin tanımlanması (A) Sağ ön
oblik projeksiyon, (B) Sol ön oblik
projeksiyon
Diyastol
sonu
ve
sistol
sonu
sineanjiogramların karşılaştırılması ile
bölgesel duvar hareketlerinin görsel olarak
değerlendirilmesi de mümkün olabilir.
Normal miyokard alanları sistol sırasında
içe doğru hareket ederken diskinetik
alanlar paradoksal olarak dışa doğru
hareketlenir. Anevrizmatik alanlarda ise
anevrizma formasyonu kolayca görülebilir.
K
Koorroonneerr aannaattoom
mii
Sol ana koronerde %50’nin üzerinde
genellikle %70’in üzerinde stenoz bulunan
olgular anestezi indüksiyonu sırasında
taşikardi ve/veya hipotansiyona duyarlı
olabilirler.
Ayrıca
iskemi
gelişmesi
durumunda global bir yetersizlik gelişmesi
durumunda
global
bir
yetersizlik
tetiklenebilir
ve
dekompansasyon
oluşabilir. Bu koşullarda resüsitasyon
girişimleri de yetersiz kalabilir.
SSooll vveennttrriikküüllooggrraaffii
Sistolik fonksiyonun bir diğer göstergesi
sol ventrikülografi ile bölgesel duvar
hareketlerinin
niceliksel
değerlendirilmesidir. Bu işlem, sağ ön oblik
ve sol ön oblik pozisyonlarda, kontrast
maddenin LV’ün ortasına enjeksiyon
Şekil 4-5
(Fig 11-3-11.5)
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 24
Üç damar hastalığı. Yüksek dereceli
(>%70) LAD, Cx ve sağ koroner arter
stenozu, sol ana koroner oklüzyonu kadar
olmamakla
beraber
kötü
bir
kombinasyondur.
Diğer damarlar. Yukarıdaki üç damarın
dışında kalan koronerlerdeki oklüzyonlar
genellikle anestezik yaklaşımı etkilemez.
Koroner dominans. Olguların yaklaşık
%50’sinde sağ koroner dolaşım baskındır
ve LV’ün posterior duvarın büyük bir
kısmını sağ koroner arterin arka inen dalı
besler. AV düğüm bu olgularda genellikle
sağ koroner arterden kan alır. İnsanların
%25’i sol dominanttır ve LV’ün posterior
duvarı büyük ölçüde sirkumfleks koroner
arterin arka inen dalından beslenir. Bu
olgularda AV düğüm de genellikle sol
koroner arterden kan alır. Geri kalan
olgular
ise
anjiografik
olarak
“indeterminant” olarak tanımlanır. Sol
dominant sirkülasyon ve sol ana koroner
stenoz en kötü kombinasyon olarak kabul
edilebilir.
Sağ
dominant
koroner
sirkülasyonu olan olgularda ise koroner
ağzının pozisyonunun daha önde ve
yukarıda olması nedeniyle hava embolisi
ve yeniden ısınma sırasında AV blok
gelişme olasılığı daha yüksektir. Sağ
dominansı olan olgularda sol ana koroner
arter lezyonu, LV’ün büyük bir kısmı hala
bu arterden beslendiği için tehlikelidir.
K
Kaarrddiiyyaakk kkaatteetteerriizzaassyyoonn vveerriilleerrii
Aort stenozu. Sol ventrikül sistolik basıncı
ile aortik sistolik basınç arasındaki fark
(Aortik kapak gradyenti), aort stenozunun
ciddiyetinin bir göstergesidir. Bu gradyent,
kapak alanı ile kapaktan geçen kan
akımının miktarı tarafından belirlenir.
Kardiyak output düşük olduğunda bu fark
da düşük görülebilir.
Aort yetersizliği. Burada en çok önem
taşıyan kateterizasyon verileri, LVEF ve
LVEDP’dır. Sıklıkla stenoz ve yetersizlik
birlikte bulunur. Bu sırada aort diyastolik
basıncının
kaydedilmesi,
anestezi
sırasında kabul edilebilir bir hedef basınç
verecektir.
Mitral stenoz. Kapak alanı, pulmoner
hipertansiyon, sağ ventrikül fonksiyonu
değerlendirilebilir. Kanın mitral kapaktan
geçişinin zorlaşması nedeniyle kardiyak
output azalmıştır. Romatizmal hastalık
kapak
ile
birlikte
miyokardı
da
etkilediğinden
bazı
olgularda
LV
kontraktilitesi de azaltmıştır. MS ağır, sol
ventrikül sağlam ise LVEDP yüksek, LVEF
düşük olabilir. Bu durum iskemik kalp
hastalığı ya da kardiyomiyopati sonucunda
da görülebilir. PCWP, bu hastalarda
genellikle LAP’ı yansıtır ve yüksektir.
Pulmoner
hipertansiyon
ve
RV
disfonksiyonu gelişimini yansıtan RAP
basıncındaki yükseklik önemlidir. Pek çok
MS olguda RAP, yüksek (10-20 mmHg)
olabilir. RAP, 20 mmHg’yı aştığında ise
tabloya sıklıkla sağ kalp yetersizliği ve
triküspit yetersizliği de eşlik etmektedir.
Mitral regürjitasyon. ESV, regürjitasyon
fraksiyonu, LA kompliansı, pulmoner
hipertansiyon, sağ ventrikül tutulumu
hakkında bilgi edinilebilir. Bu olgularda
kontraktilitenin kötü olmasına karşın LVEF,
yanlış olarak yüksek ölçülebilir. LVEDP
daha önemli olabilir. Altta yatan neden
romatizmal hastalık ise bir miktar MS da
beklenebilir.
Sağ
kalp
kateterizasyonu.
Açıklanamayan pulmoner hipertansiyon
nadiren saptanır. Nedeni ne olursa olsun
bu durum anestezi sırasında ciddi
oksijenasyon ve sağ ventrikül fonksiyon
sorunlarına neden olabilir. Sağ kalp
kateterizasyonu ile infarktüs sonrası VSD
(akut veya kronik) gelişmesi hakkında da
bilgi verebilir.
Kardiyomiyopati. DCM: sol ventrikülde
artış, disfonksiyon, mitral regürjitasyon,
triküspit regürjitasyonu, sol ventrikül
yetersizliği (LVEDP artışı, CVP artışı,
kardiyak outputta düşüş). RCM: Normal
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 25
sistolik fonksiyon, mitral regürjitasyon, sol
ventrikül kompliansında azalma, sol
ventrikül çıkışında gradyent.
Pulmoner
tromboemboli.
Pulmoner
anjiografi en spesifik tanı yöntemidir.
Pulmoner arteryel cutoff, büyük arterlerde
dolma
defektleri,
hipovaskülarite,
pulmoner kan akımında azalma gözlenir.
İLERİ PREOPERATİF KARDİYAK
TESTLER
Eksersiz stres testleri
Eksersiz testleri nispeten ucuz, noninvaziv
testler olup atipik göğüs ağrısı (iskemik
kalp hastalığı tanısının doğrulanması),
iskemik kalp hastalığının progresyonu
(daha önceki testler ile karşılaştırma) ve
medikal
tedavinin
etkinliğinin
değerlendirilmesi için endike olabilir. Bu
testlerin pozitifliği değerlendirilirken süresi,
ST yanıtı, eşlik eden semptomlar,
hipotansiyon, derlenme karakterleri ve
testin sonlandırılma kriterleri de dikkate
alınmalıdır.
Pek çok eksersiz testinin sonucu özellikle
KAH tanısı yönünden anestezist için
önemlidir. Anestezist, test sırasında tolere
edilebilen maksimum kalp hızı ve kan
basıncı
değerlerini,
ST
segment
değişikliklerinin süresini ve eşlik eden
hemodinamik değişiklikleri bilmelidir. Test
sırasında ortaya çıkan iskemiyi tedavi için
kullanılan ilaçların bilinmesi, intraoperatif
kullanım yönünden yarar sağlar. Aynı
şekilde aritmiler ve tedavileri hakkında da
bilgi sahibi olunmalıdır. Son olarak
eksersiz ile ortaya çıkan iskemiye ne tür
kan basıncı ve kalp hızı değişikliklerinin
eşlik ettiğinin bilinmesi, hemodinamik
parametrelerin
intraoperatif
dönemde
kontrolü açısından yarar sağlar.
FFiizzyyoolloojjii
Eksersiz ile sistemik vasküler rezistanstaki
anlamlı azalmaya rağmen kardiyak
outputtaki artışa bağlı olarak ortalama
arter
basıncı
artar.
KO’taki
artış
maksimum eksersiz ile dört katına
çıkabilir. Bu artış, atım hacminden çok
KAH’ndaki artışa bağlıdır. SV’deki artış
genellikle %20’den daha fazla değildir.
KAH ise %300 kadar artabilir. LV’deki
normal sistol sonu volüm ve basıncın
korunması, miyokard fibrillerindeki basınç
gelişim hızının artışı ve bu fibrillerin
kontraktilitesindeki artış ile sağlanır.
MVO2’nin majör belirleyicilerinden çoğu,
eksersizden etkilenir: kalp hızı artar, duvar
gerilimi
ve
kontraktilite
artar.
O2
gereksinimindeki bu artış başlıca koroner
kan akımındaki artış ile sağlanırken
koroner kan akımındaki artış ikincil olarak
katkı sağlar. Oksijen alımıgenellikle
eksersiz ile önemli oranda artmaz, en çok
% 25-30 artış gösterir (normal değeri %1112 ml/100 ml/dk). Bununla birlikte koroner
kan akımı, dinlenirken 60 ml/100 gr
değerinden aerobik eksersiz ile 240
ml/100 gr’a yükselebilir. Koroner kan
akımındaki bu dört katlık artış, koroner
arteryel yataktaki vazodilatasyona bağlıdır.
Vasküler dilatasyon yeteneği ya da
koroner vasküler rezerv, iskemik kalp
hastalarının eksersiz yanıtında önemli bir
rol oynar. Vasküler rezervdeki bir bozulma
miyokard iskemisi, ardından aritmi ve
pompa
fonksiyonunda
bozulma
ile
sonuçlanabilir.
Eksersiz ile oluşan iskemi genellikle orta
derecede veya ciddi obstrüksiyonu (>%75)
olan koronerlerde ya da eksersiz ile
vazospazm gelişen koroner arterlerde
gelişir. Ancak eksersiz sırasında koroner
kan akımını azaltarak iskemi oluşturmaya
yeterli koroner arter lezyonunun derecesi
bilninmemektedir.
%40-60
oklüzyon
bulunan koroner arterlerde eksersiz ile
kan akımında azalma oluşmasına karşın
daha ciddi azalma (>%50) ancak daha
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 26
ciddi oklüzyonu olan (>%70) koronerlerde
oluşur. Hem eksersiz süresi hem de
iskemik atakların sayısı önemli olabilir. 10
dk’dan daha fazla süren eksersiz testi ile
koroner kan akımındaki daha küçük
azalmalar iskemik yanıt oluşturabilir.
Eksersiz stres testinin fizyoloji ve
patofizyolojisi ile hemodinami, MVO2 ve
koroner kan akımı ilişkisi oldukça
kompleks olmasına karşın anestezistin bu
testlere tanıdık olması zorunludur.
TTeesstt ttiipplleerrii
Tüm eksersiz testleri, miyokardın işini
progressif olarak arttırıp iskemi, disritmi ve
pompa fonksiyonundaki bozulmanın belirti
ve
bulgularını
saptamayı
hedefler.
Eksersiz genellikle yürüme bandı, bisiklet
veya noninvaziv kardiyak kateterizasyon
ya da nükleer laboratuardaki izometrik
teknikler ile uygulanır. Elde edilen sonuçlar
klinik olarak ya da EKG takibi ile
değerlendirilir. Bazı durumlarda ventrikül
fonksiyonuna
ilişkin
verilerin
değerlendirilmesi, ventrikülografi veya
radyonükleer görüntüleme ile yapılır.
En iyi bilinen yürüme bandı protokollerinde
eksersiz dönemler halinde 1-10 dk süre ile
uygulanır. Bu testler kan basıncı, kalp hızı
ve oksijen alımı yönünden birbirine
üstünlük
taşımamaktadırlar.
Ancak
kardiyak
fonksiyon
bozukluğu
olan
hastalarda tümü de uygulaması sorunlu
testlerdir.
Eksersiz sırasında ve sonrasındaki erken
dönemde miyokard iskemisinin başlıca
göstergesi ST segment deviasyonudur.
Eksersizin erken dönemlerinde kalp hızı
artar ve ST segmentinin J noktası deprese
olur. Ancak, ST segmentinin eğimi yükselir
ve T dalgası ile birleşir. Bu yanıt, hem
koroner arter hastalarında hem de normal
kişilerde oluşur. Endokardiyal iskemi ile
diyastolik injüri potansiyel vektörü QRS’in
aksi yönüne döner, ST segment
depresyonu daha negatif olur, eğimi
düzdür ya da sıfırdan aşağıdadır (down
slope). ST segmenti izoelektrik hattın
altında olduğunda eğimi düz veya aşağı
doğru ise iskemi ile uyumlu olduğu kabul
edilmektedir. Depresyonun büyüklüğü de
öenmli bir parametredir. 1 mm’lik (0.1 mV)
bir depresyonun iskemi için eşik değer
olduğu kabul edilmekle beraber ST
segment depresyonunun büyüklüğünün
yorumlanmasını etkileyen pek çok faktör
daha bulunmaktadır.
Eksersiz ve sonrasında gelişen üç ST
segment tipi tanımlanmaktadır. Birincisi,
düz ya da aşağı eğimli ST depresyonu
olup eksersiz sırasında ortaya çıkar,
eksersizden sonraki erken dönemde
normale döner. Bu yanıt, (1) depresyon 2
mm’den daha fazla olduğunda, (2)
depresyon testin erken döneminde
oluştuğunda, (3) eksersiz sırasında
hipotansiyon oluştuğunda ciddi olarak
kabul edilir.
İkinci tipte ST segment depresyonu
derlenme döneminde artar
ve kötü
prognoza işaret eder. Üçüncü tip ST yanıtı
ise ST segment elevasyonu şeklindedir ve
olguların %5’inde görülür. Eğim olmaksızın
1.5 mm veya daha fazla elevasyon ile
karakterizedir. Bu tip yanıt, sabit koroner
lezyonları, geçirilmiş enfarktüse bağlı
diskinezi, skar dokusu veya koroner
spazm (Prinzmetal varyant anjina) ile
oluşabilir. Varyant
anjina genellikle
dinlenirken oluşmakla birlikte eksersiz
stres testi bu yanıtı tetikleyebilir.
ST segment yanıtının yorumlanması pek
çok faktörden etkilenir. Bunlar arasında
öncelikle cildin direnci ve kullanılan filtre
sistemi
yer
alır.
Örneğin
bipolar
derivasyonlar
(CC5,
CM5)
voltajları
negatiften pozitife kaydederken unipolar
sistemler (V5) nötrden pozitife kayıt
yaparlar. QRS amplitüdü bipolar sistemler
ile unipolar sistemlere göre daha geniştir.
Diagnostik olarak ST segment depresyonu
sık olarak oksijen gereksinimi ve sunumu
arasındaki dengenin bozulduğunu gösterir.
Obstrüksiyon ya da spazm nedeniyle
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 27
koroner kan akımındaki bir azalmadan
kaynaklanması gerekli değildir. Sunumu
azaltan (anemi, hipoksemi, hiperviskozite)
veya gereksinimi arttıran (taşikardi,
hipertermi, ventrikül kitlesinde artış) gibi
diğer nedenler oksijen gereksinimi/sunumu
arasındaki dengeyi bozarak ST segment
depresyonuna neden olabilirler.
Prognostik olarak ST segment yanıtı, risk
altında olan ve stres testi sırasında erken
ve anlamlı değişiklikler gösteren hasta
grubunda daha prediktiftir. Koroner risk
faktörleri olan hastalarda eksersiz stres
testinin duyarlılığı %70, spesifikliği ise %
90 kadardır. Eksersiz sırasında veya
sonrasında
anlamlı
ST
segment
depresyonu görülen hastalarda 1-5 yıl
içinde koroner sorunu yaşama olasılığı 3-7
kat yüksek olmaktadır.
ST depresyonunun ciddiyeti ve başlangıcı
anatomik hastalık ile ilişkilidir. Eksersizin
geç dönemlerinde ortaya çıkan 1-3 mm’lik
bir depresyon, % 67 olasılıkla; eksersizin
daha erken dönemlerinde gözlenen 2 mm
veya daha fazla ST depresyonu ise % 90
olasılıkla 1-3 damar hastalığını gösterir. 3
mm veya daha fazla ST depresyonu ise %
69 olasılıkla 3 damar hastalığı, % 92
olasılıkla LAD hastalığı anlamına gelir.
Negatif test ise hastalık olmadığını
garantilemez. Koroner arter cerrahisi
uygulanan olguların yaklaşık 1/3’ünde
preoperatif eksersiz testleri negatif sonuç
vermektedir.
İİllaavvee ssttrreess tteessttii yyaannııttllaarrıı
ST segment değişikliklerine ek olarak
dikkate değer bazı ek değişiklikler de
vardır: T dalgası, R dalga değişiklikleri,
göğüs ağrısı, kalp hızı değişiklikleri,
hipotansiyon ve aritmiler gibi. Simetrik T
dalgası inversiyonu genellikle kalp hızına
eşlik eder. Ancak hipertansiyon elektrolit
dengesizliği,
kardiyomiyopati
gibi
durumlara da eşlik ettiğinden stres testi
sırasında görülmesi spesifik bir anlam
taşımaz.
QRS büyüklüğü, LV kavitesinin volümü ile
ilişkili olabilir. Bu volüm arttıkça R dalgası
amplitüdü de artar. KAH olanlarda sistolik
boşalmanın tamamlanamaması (sistol
sonu volümün artması) sıklıkla R dalgası
amplitüdü artışı ve miyokard iskemisi ile
birlikte olabilir.
Eksersiz stres testi sırasında anjina
oluşması, ST değişikliğinin
prognostik
değerini arttırır. Anjina ne kadar erken
ortaya çıkarsa prognostik değeri de o
kadar artmaktadır.
Kalp hızı ve arter basıncındaki değişiklikler
de prognostik önemi olan değişikliklerdir.
ST değişikliği olmadan kalp hızı artışının
beklenen
düzeye
ulaşamaması
da
prognostik bir anlam taşır. Kan basıncı
artışının da beklenenin altında olması, ST
segment değişikliğinin prognostik değerini
arttırır.
Eksersiz stres testi, prematüre ventriküler
kontraksiyon oluşumunu normal koşullara
kıyasla üç kat arttırmaktadır. Koroner arter
hastalarının %50’sinde eksersiz testi
sırasında
prematüre
ventriküler
kontraksiyon
gözlenir.
Bu
aritmiler
yalnızca maksimal eksersizde değil
eksersiz sonrasında dinlenmenin ilk
dakikalarında ortaya çıkar. Ventriküler
fibrilasyon da en sık dinlenme döneminde
görülmektedir.
Stres EKG’de basınç yüklenmesi, anormal
elektriksel aktivite ve farmakolojik etkiler
oluşturur. Genç hipertansif olgularda
eksersiz ile sol ventrikülde oluşan basınç
yükselmesi, hatalı pozitif ST segment
yanıtı alınmasına neden olabilir. Mitral
kapak prolapsusu olan hastalarda da KAH
olmaksızın
eksersiz ile ST segment
depresyonu gelişebilmektedir.
Sol dal bloğu, WPW sendromu ya da kısa
PR aralığı olan hastalarda da ST segment
yorumlanması güçleşmektedir.
Farmakolojik ajanlar da ST segment
yanıtının yorumlanmasını etkilemektedir:
dijital,
antidepresanlar,
diüretikler,
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 28
antihipertansifler
blokerler
ve
beta
adrenerjik
EEkksseerrssiizz yyaappaam
maayyaann K
KA
AH
H’’llaarrıınnddaa K
KA
AH
H
ddeeğğeerrlleennddiirriillm
e
s
i
mesi
KAH’nın
değerlendirilmesi
gereken
hastaların yaklaşık %30’unda eksersiz
testleri uygulanamaz. Bu olguların ya
farmakolojik ajanlarla ya da transözofageal
atriyal
pace
yöntemleri
ile
değerlendirilmesi mümkün olmaktadır.
Farmakolojik stres testleri
Farmakolojik stres testleri; dipridamol,
adenozin
veya
dobutamin
ile
uygulanabilmektedir. Dipridamol (dolaylı
vazodilatör) ve adenozin (doğrudan
koroner vazodilatör) eksersizde olduğu
gibi MVO2’yi arttırarak değil, koroner kan
akımını arttırarak koroner kan akımı
rezervini test eder.
Test sırasında normal damarlar dilate olur
ve akımlarını arttırırken stenotik damarlar
ilaçlara yanıt vermez. Bu ilaçların kendisi
de çok seyrek olarak ciddi iskemisi
oluşturabilir. Dipridamolün etkisi aminofilin
ile geri döndürülebilir. Adenozin çok kısa
olan yarılanma ömrü (< 10 sn) ile oldukça
güvenlidir.
Dipridamol-talyum görüntüleme tekniği: Bu
teknik,
miyokard
perfüzyonunun
değerlendirilmesi için talyum kullanımını
gerektirir. Talyumdan önce dipridamol
kullanımı ile normal koroner arterlerde
maksimal dilatasyon elde edilir. Ciddi
ölçüde stenotik olan koronerlerde daha
fazla dilatasyon elde edilemeyeceğinden
bu damarların kanlandırdığı miyokard
alanları iyi görüntülenemeyecektir. Daha
sonra miyokard kan akımı daha homojen
hale geldiğinde talyum, daha az perfüze
olan
alanlara
yeniden
dağılacaktır.
Talyumun yeniden dağıldığı bu alanlar
canlı, ısrar eden dolüş defektleri ise
geçirilmiş MI nedeniyle canlılığını yitirmiş
miyokard dokusunu göstermektedir.
EKOKARDİYOGRAFİ
Preoperatif bir test olarak prekordiyal
ekokardiyografi,
noninvaziv,
nispeten
ucuz, pek çok klinik durumda spesifik
avantajlar sağlayan bir tetkik yöntemidir.
Öncelikle diğer sık kullanılan yöntemlerin
(EKG gibi) tanı koymada yetersiz kaldığı
durumlarda akut MI tanısına olanak verir.
Ayrıca global ventrikül fonksiyonunun
değerlendirilmesinde EF, ESV, EDV,
dairesel duvar hareketleri ve ventrikül
kitlesine (duvar kalınlığı) ilişkin doğru
bilgiler veirir. Üçüncü olarak kuşkulu bir
anjina paterni olan hastalarda duvar
hareketi
ve
kalınlaşmasındaki
değişikliklerin hem dinlenirken hem de
eksersiz
sırasında
değerlendirilmesi
olanağını sağlar. Majör cerrahi geçirecek
olgularda perioperatif monitörizasyon ve
bakımın optimale getirilmesinde yararlı
olabilir. Son olarak LV anevrizmaları,
septal rüptür, papiller kas anormallikleri ve
müral trombüz formasyonu tanınmasında
da yararlıdır. Ekokardiyografi, koroner
anatominin noninvaziv değerlendirilmesine
de olanak sağlayabilir.
Ekokardiyografinin
prensibi,
ses
dalgalarının internal organların yüzeyinden
yansımasından sonra bir alıcı prob
tarafından saptanmasıdır. İnsan kulağının
duyabildiği sınırların (20-20000 Hz)
dışında ses frekansı (1-7 Mhz) kullanılır.
Yüksek frekansta (5-7 MHz) 1 mm.lik
yüksek rezonans elde edilmesi mümkün
olur ancak yüzeyel yapıların penetrasyonu
güçleşir. Daha düşük frekanslarda (1-3
MHz) ise rezolüsyon daha azdır (2-3 MHz)
ancak penetrasyon artmıştır. Tipik olarak
prekordiyal ekokardiyografide 2-3 MHz
frekans kullanılarak 2 mm.lik rezolüsyon
ve göğüs duvarının penetrasyonu olanağı
sağlanır. TEE ile penetrasyon bir sorun
olmaktan çıktığı için daha yüksek frekans
(3.5-5 MHZ) kullanılabilir.
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 29
M
M--m
moodd eekkookkaarrddiiyyooggrraaffii
Tipik bir M-mod (tek boyutlu hareket
modu)
ekokardiyografi,
Fig
1-6’da
gösterilmiştir. Göğüs duvarına konulan bir
transdüser ile kalbin “ice-pik” görüntüsü
elde edilir. Sistolik ve diyastolik olaylar tek
boyutlu olarak tek bir açıdan ya da
transdüser kalp boyunca çeşitli hatlar
üzerinde yer değiştirilerek çeşitli açılardan
görüntülenebilir. Sol lateral dekübitüs
pozisyonunda yatan hastada transdüser,
sternumun
sol
kenarı
boyunca
kaydırıldığında aort kapağı düzeyinde LV
kavitesi
görülebilir.
Kapakların
ve
duvarların hareketi, intrakardiyal ve
perikardiyal yapıların lineer boyutları
görülebilir. Bu açıdan ED ve ES volümler,
LV boyutları, EF hesaplanabilir. Duvar
hareketleri ve kalınlığındaki anormallikler
değerlendirilebilir.
KAH’larında ise segmental duvar hareketi
anormallikleri nedeniyle değeri sınırlıdır.
Lokalize değişiklikleri saptayabilmesine
karşın
global
fonksiyonun
değerlendirilmesi mümkün olmaz.
Şekil 4-6
M-mod ekokardiyografi ile MS’da anüler
kalsifikasyon, MVP’de posterior liflet
hareketi, AS’da liflerde kalınlaşma, kapak
açıklığında azalma, kalsifikasyon miktarı;
AR’de diyastol ve sistol sonu kısalmada
artış saptanabilir.
İİkkii bbooyyuuttlluu eekkookkaarrddiiyyooggrraaffii
M-mod ekokardiyografiden geliştirilen iki
boyutlu ekokardiyografi ile gerçek zamanlı,
enine kesit görüntüleri alınabilir. Tipik bir
iki boyutlu parasternal uzun aks görüntüsü
şekil 4-7’de (fig 1-7) gösterilmiştir. Bu
teknik ile lateral duvarın aksiyel hareket
ve çok planlı kaydı mümkün olur. En sık
kullanılan planlar; parasternal uzun aks,
mitral kapak düzeyinde kısa aks
görünümü, papiller kaslar, apikal ve dört
kavite görünümüdür. Bu görünümlerin her
hangi biri ile duvar haereketi ve kalınlığı
hem
sistolde
hem
diyastolde
değerlendirilebilir. End-diyastolik ve endsistolik alanlar ölçülebilir.
Şekil 4-7
Fig 1-7
İki boyutlu ekokardiyografi ile MS’da kapak
açıklığı, sol atriyum genişlemesi, sol
ventrikül kavitesi (normal veya azalmış),
sol atriyumda trombüs, MVP’de liflet
pozisyonu ve hareketi ile, sol atriyum
değişikliklerinin
saptanması,
AS’da
stenozun
ciddiyetinin
(duvar
kalınlığı/ventrikül boşluğu çapı), AR’de
septal ve posterior duvar hareketlerinde
artışın değerlendirilmesi mümkün olur.
Kardiyomiyopatilerde
iki
boyutlu
ekokardiyografi ile DCM’de sol ventrikül
dilatasyonu,
disfonksiyonu,
mitral
regürjitasyon, RCM’de sol ventrikül duvar
kalınlığında artış, periferik efüzyon,
HCM’de sol ventrikül çıkışında azalma,
asimetrik septal hipertrofi, anormal mitral
liflet hareketi gözlenir.
Pulmoner
hipertansiyonda
ise
ekokardiyografide RA ve sağ ventrikülde
büyüme, sol ventrikülde
küçülme,
intraventriküler septumda kalınlaşma,
anormal septal hareket saptanabilir.
TTrraannssöözzooffaaggeeaall eekkookkaarrddiiyyooggrraaffii ((TTEEEE))
Avrupa’da geliştirilmiş bu teknik ile distal
ucuna bir transdüser yerleştirilmiş 9 mm.lik
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 30
bir gastroskop özofagustan sokularak aort
kapağı, kalbin dört odası, mitral akapak
(papiller kas) ve apikal düzeyde görüntüler
alınabilir. Transdüser (ekoprob) kalp ile
neredeyse temas halinde olacağı, ses
dalgaları göğüs duvarı ve akciğerleri
penetre etmek zorunda kalmayacağından
daha yüksek frekansların (3.5-5 MHZ)
kullanılması ile yüksek rezolüsyonlu (1
mm) yüksek kaliteli görüntü alınması
mümkün olmaktadır.
D
Doopppplleerr eekkookkaarrddiiyyooggrraaffii
Hareket eden bir cisme gönderilen ses
dalgası ile cisimden geri yansıyan ses
dalgasının frekansları arasındaki fark,
hareket eden cismin hızı ve ses dalgasına
yaptığı açı ile doğru orantılıdır. Bu açı
bilindiğinde frekans farklılığından cismin
hızının saptanması mümkün olur. Bu
teknik ile kalp kapaklarının, ventrikül
duvarlarının
ve
daha
sık
olarak
alyuvarların hızı saptanabilir. İletilen
sinyal, sürekli dalga şeklinde olduğunda
sürekli dalga Doppleri’nden bahsedilir. Bu
teknik ile yüzeyel arter ve venlerdeki kan
akımının doğru hesaplanması mümkün
olur. Santral kan akımı için kesin ölçümler
yapılması ise güç olmaktadır.
kullanılmıştır: salin, boya, karbon dioksit,
hidrojen peroksit.
İntraoperatif dönemde oturur pozisyonda
yapılan kraniyotomilerde kullanılmıştır.
Transözofageal
yaklaşımla
septal
defektlerin ve valvüler regürjitasyonun
görüntülenmesi için de kullanılmaktadır.
Pek çok klinikte iki boyutlu renkli Doppler
yöntemi, kontrast enjeksiyonunun yerini
almıştır.
Ekokardiyografi
koroner
arterlerin
görüntülenmesi için de kullanılmıştır.
(J.Am Coll Cardiol 15:373,1990)
D
Duuvvaarr hhaarreekkeettlleerriinniinn vvee kkaallıınnllıığğıınnıınn
ddeeğğeerrlleennddiirriillm
meessii
Hayvan
çalışmalarında
koroner
oklüzyondan hemen sonra, iskemik
miyokardta duvar hareketlerinde ve
kalınlığında
anormallikler
geliştiği
gösterilmiştir.
Miyokard
fibrillerinin
kısalması ve kalınlaşması bozulmaktadır.
Kontraktilitenin bölgesel etkisi ile dissinerji
ve anormal kontraksiyon oluşmaktadır. Bu
lokal segmental etkiler sıklıkla lokal ATP
azalmasından önce oluşmaktadır. ATP’nin
tükenmesi ile kontraksiyondaki bozulma
tamamlanmaktadır.
K
Koonnttrraasstt eekkookkaarrddiiyyooggrraaffii
Akut MI gelişen
bir alanda etkilenen
dokunun segmental uzunluğu artar,
paradoksal kasılma gözlenir ve sistolde
duvarda incelme oluşur. Normal doku ile
enfarktüs gelişen alan arasındaki geçiş
bölgesinden de benzer değişiklikler daha
az miktarda olmak üzere gelişir. Bu
değişiklikler
normal
dokuda
fibril
uzunluğunda
kısalma
ve
sistolik
kontraksiyon
sırasında
duvar
kalınlaşmasındaki artış ile kompanse
edilir.
Dolaşıma bir likit enjeksiyonu ile oluşan
mikrokabarcıkların
ekokardiyografi
ile
görüntülenmesi mümkündür. Kontrast
ekokardiyografi ile intraatriyal ve VSD
yoluyla oluşan şantlar bu yöntemle
görüntülenebilir. Çeşitli kontrast ajanları
2-D ekokardiyografi ile duvar hareketindeki
anormalliklerin nitelik ve niceliksel olarak
saptanması
mümkündür.
Duvar
hareketlerinin niteliksel değerlendirilmesi
ile hiperkinetik (normalden daha fazla),
normal, hipokinetik (normal yönde, ancak
Doppler teknolojisinin gelişmesi ile pulsed
ultrasound
kullanımı
kardiyak
görüntülemeyi mümkün kılmaktadır. İki
tekniğin
kombinasyonu
ile
kalbin
yapılarının, yapılardaki akımın ve kapak
açıklığının
görüntülenmesi
mümkün
olmaktadır.
Dopplerin kullandığı sesin
frekansı kulağın duyabildiği frekansların
içinde olduğundan Doppler ekokardiyografi
klinik tanıyı kolaylaştırır.
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 31
azalmış), akinetik (hareket yok) veya
diskinetik (paradoksal hareket) alanlar
birbirinden ayırt edilebilir.
Duvar hareketlerindeki anormallikler çeşitli
yöntemlerle ölçülebilir. Sıkça kullanılan bir
yöntemde ventrikül birbirine
yaklaşık
olarak eşit ve birbirinden anatomik işaret
noktaları ile ayırılmış dokuz segmente
bölünür. Fig 1-9. Her bir segment için
duvar hareketininde radyal kısalmanın
derecesi ve sistol sırasında oluşan duvar
incelmesinin miktarı ile hesaplanabilir.
Şekil 4-8
Sık kullanılan bir sisteme göre, sistol
sırasında duvarda kalınlaşma oluşur ve
yarıçap, %30’dan daha fazla kısalırsa
segment normal kabul edilir. Yarıçaptaki
kısalma %10’dan daha az ise ve sistolde
duvarda kalınlaşma olmuyorsa akinezi
tanısı konur. Yarıçapta uzama ve duvarda
incelme olması ise diskinezi lehinedir.
Segmental duvar hareketi anormallikleri,
miyokard
iskemisi
tanısında
“altın
standart” olarak kabul edilmiştir. Ancak
duvar hareketi ve endokardın durumu ve
bazı başka faktörlerden de etkilendiğinden
yorum yapmak güçleşebilir. Temperatür,
intrakardiyak volüm, ileti anormallikleri ve
endokardiyal
hasarının derecesindeki
varyasyonlar bu faktörler arsındadır.
Ventrikül
hareketi
ve
hacmindeki
değişikliklerden daha az etkilenen duvar
kalınlaşması, miyokard iskemisi tanısında
daha iyi bir gösterge olabilir. Sistol
sırasındaki ventrikül duvarı kalınlaşması
yaklaşık %14-57 (ortalama %36) kadardır.
Akut iskemi ile geçirilmiş MI sonrası skar
dokusu gelişimi ile duvar kalınlaşmasında
azalma oluşur. Sistol sırasında duvar
incelmesi ise yalnızca akut miyokard
iskemisi
veya
infarktüsü
sırasında
gözlenir.
Nükleer görüntüleme
Radyonükleer
görüntüleme
teknikleri,
MI’nün tanınması, miyokard perfüzyon
anormalliklerinin saptanması, ventrikül
performansının ve duvar hareketlerinin
hesaplanması olanağını veren güvenli ve
doğruluğu yüksek yöntemlerdir.
Bu tekniklerin bilinmesi ve yorumlanması,
MI’ün preoperatif değerlendirilmesi ve
ventrikül fonksiyonu yönünden anestezist
için önemlidir. Bu çalışmaların sonuçları
preoperatif hazırlık, intraoperatif ve
postoperatif monitörizasyon ve tedavi
yaklaşımına ilişkin karararı etkileyebilir.
EEkkiippm
maann
Bir gama kamera (sinsilasyon kamerası,
Anger)
enjekte
edilen
bir
radyofarmasötikten
yansıyan
gama
ışınlarını saptar. Işınlardaki enerjiyi
elektriksel enerjiye dönüştürür ve bu
radyoaktivitenin görüntülenmesini sağlar.
Cihaz, gama ışınlarını absorbe eden ve
daha sonra çeşitli kanal veya odacıklardan
geçmesini sağlayan bir ayar cihazı içerir.
Gama ışınları, bu cihaz tarafından bir
gama alıcı kristale odaklanarak taşıdıkları
enerji ışığa çevrilir. Bu kristal, sodyum
iyodürden yapılmış pozisyona duyarlı bir
dedektördür. Işığın enerjsi arttırılır ve ışın
çoğaltan
tüpler
tarafından
elektrik
enerjisine dönüştürülür. Elektrik sinyalleri
ise daha sonra detektörde elektronik
olarak işlenir ve gama ışınlarındaki enerji
hesap edilir.
Bir başka kamera tipi, multi-kristal
sinsilasyon kamerası olup 294 sodyum
iyodür kristalleri ve ışın çoğaltan tüp içerir.
Gama ve multikristal kameralarına ek
olarak üçüncü bir detektör tipi daha vardır.
Tek problu sinsilasyon detektörü, EF, KO,
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 32
pulmoner geçiş zamanı ve global LV
fonksiyonuna ait ölçümler yapabilir. Küçük
ve taşınabilir olması önemli avantajlarıdır.
En sık kullanılan kristal, sodyum iyodürdür.
Teknesyum99
gibi bir radyofarmasötik
enjeksiyonundan sonra sistol ve diyastol
süresince ışıma hızlarının ölçümü ile sağ
kalp, pulmoner dolaşım ve kalpten geçişi
kaydedilebilir (ilk geçiş anjiografisi).
Radyofarmasötik ayrıca albumin veya
alyuvarların
işaretlenmesi
için
de
kullanılabilir. Daha sonra EKG ile paralellik
oluşturularak zaman-aktivite eğrilerinden
sistol ve diyastol sonu sayımların
yapılması, EF, CO ve pulmoner geçiş
zamanının hesaplanması mümkün olur.
Dördüncü tip sistem ise tomografi kullanır.
Tomografi, tek foton veya pozitron
emisyon kullanarak bitişik yapıların ve
zemindeki
istenmeyen
görüntünün
rezolüsyonu ile önemli avantajlar sağlar.
M
MII ggöörrüünnttüülleennm
meessii
MI tanısı için iki tip görüntüleme tekniği
bulunmaktadır. Bunlardan ilki olan infarkta
duyarlı miyokardiyal sintigrafi (“hot-spot”
görüntüleme)
tekniğinde
radyonüklid
olarak teknesyum99 pirofosfat kullanılır.
Miyokard infarktüsü gelişmiş alanda
teknesyuma seçici bir afinite artışı bulunur.
Bu alandaki tutulma gama kamera ile
saptanabilir. Normal doku veya eski skar
alanları
teknesyum
için
afinite
göstermezler
ve
görüntülenemezler.
Teknesyumun akut MI dokusu tarafından
tutulumu, bölgesel kan akımı, miyokardtaki
kalsiyum
konsantrasyonu,
miyokard
hasarının geri dönebilirliği ve enfarktüs
zamanına göre değişkenlik gösterebilir.
Enfarktüsü izleyen ilk 12-16 saatte görüntü
alınabilmesi mümkün olursa da maksimum
anormallik 48-72 saatte oluşur. 5-7 gün
sonra görüntü yoğunluğu normale döner
(Fig 1-10 Sken yap).
Şekil 4-10
Teknesyum pirofosfat, kabul edilebilir
düzeydeki foton enerjisi ve kısa yarılanma
ömrü (6 saat) ile tercih edilen bir
radyonüklidtir.
Periferik
bir
vene
enjeksiyonundan sonra % 50’si kemik
tarafından tutulur, kalanı ise hızla
böbrekler tarafından atılır. Enjeksiyondan
90 dk sonra dolaşan kanda enjekte edilen
dozun %5’i kalır. Akut koroner oklüzyon
geliştirilen
hayvanlarda
infarktüs
sahasındaki
konsantrasyonu,
normal
dokudan 20 kat daha fazladır. Yeterli
tutulum için enfarktüs sahasına %20-40
gibi minimal bir koroner kan akımı gerekli
olduğundan hatalı negatif sonuç alınabilir.
Ayrıca subendokardiyal konsantrasyonu
endokardiyal konsantrasyonuna oranla
daha az olduğundan subendokardiyal MI
bu yöntem ile gösterilemeyebilir. Yeterli
tanı için en az 5 gr miyokard dokusunda
enfarktüs gelişmiş olmalıdır.
İzotopun enfarktüs gelişmiş dokuya
bağlanmasının ardından radyonüklid foton
yaymaya başlar ve gama kamera
tarafından
enfarktüs
alanının
saptanmasına olanak verir. Radyoizotopun
enfarktüs
dokusuna
bağlanmasının
mekanizması
iyi
bilinmemekte
ve
miyokardiyal kalsiyum ile ilişkili olduğu
düşünülmektedir.
Tc pirofosfat görüntüleme tekniğinin akut
MI’ı saptama duyarlılığı % 90 kadardır.
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 33
Tablo 4-12. Hot spot ile soğuk spot radyonükleer görüntüleme
tekniklerinin karşılaştırılması
Sıcak-spot
Soğuk-spot
Radyonüklid
Tc 99 pirofosfat
Talyum-201
Tutulduğu alan
Enfark alanı
Normal doku
Pozitif olduğu durum
Akut MI (> 5 gr)
Akut MI (> 5 gr)
Eski MI
Miyokard iskemisi
Zamanlama
En erken
12-16 saat (MI sonrası)
Hemen
En duyarlı
48-72 saat
24 saat
Diğer kullanımı
Sağ ventrikül MI
Subendokardiyal MI
Sessiz MI
MI için bir diğer nükleer görüntüleme
tekniği perfüzyon sintigrafisi (cold imaging)
yöntemidir. Radyoaktif potasyum ve
rubidyum kullanarak normal perfüzyon ve
fonksiyonu
olan kalp dokusunun bu
izotopları
tutması
ile
miyokard
görüntülenebilir.
Normal
paterndeki
defektler
(cold-spots)
akımı
veya
fonksiyonu azalmış, olasılıkla iskemi ya da
enfarktüs (taze veya eski) uyumlu
miyokard alanlarını gösterecektir. MI
tanısında duyarlı (%90) bir yöntem
olmasına karşın Tc pirofosfat hot-spot
tekniği kadar spesifik değildir.
Radyoaktif potasyum ve rubidyumun foton
enerjisinin yüksek olması nedeniyle
talyum201 geliştirilmiştir ve miyokard
perfüzyon sintigrafisinde
kullanılan
radyofarmasötik olmuştur. Bu potasyum
analoğu periferik bir venden enjekte
edildiğinde
%85’i
normal
miyokard
tarafından tutulur ve dakikalar içinde
görüntü alınması mümkün olur. Talyumun
miyokard içindeki dağılımı miyokardın kan
M
Miiyyookkaarrddiiyyaall ppeerrffüüzzyyoonn ggöörrüünnttüülleem
mee
Talyum-201 ile miyokard perfüzyon
görüntüleme tekniği; koroner dolaşımın
strese yanıtı, büyüklüğü, lokalizasyonu ve
geridönebilirliği ile KAH’nın fonksiyonel
anlamı hakkında bilgi verir.
Talyum
tutulumunda görülebilecek bir defekt
akımına bağlıdır. Talyumun tutulumu
ayrıca miyokard fonksiyonu ve ATP ile de
ilişkilidir. Akım ve fonksiyonu normal olan
miyokard dokusunun talyum imajı, ortası
delik bir çörek şeklindedir. Görüntünün
santralindeki azalmış tutulum, ventrikül
kavitesidir. Normalde tüm duvarlarda
aktivite görülür, ancak normal olguların
yaklaşık %20’sinde apekste perfüzyon
defekti görülmektedir (bu alanda akım ve
fonksiyon normal olduğu hade). İskemi ve
infarktüs sırasında koroner kan akımı veya
fonksiyonundaki
değişiklikler
ile
perfüzyonun azaldığı
alanlar (soğuk
spotlar) görülür hale gelir. (Fig 1-11) Akut
MI’ı izleyen ilk 6 saat içinde yüksek oranda
spesifiktir. 24 saatten sonra özellikle
enfarkt alanı küçük (<5 gr) olduğunda
spesifikliği önemli oranda azalır.
Şekil 4-11
oluşumu için koroner kan akımında önemli
oranda azalma olması gerekir. %75’e
kadar olan stenozlarda tüm ventrikülde
tutulum nispeten homojendir. Dinlenirken
yalnızca ciddi koroner stenozlarda (>%90)
perfüzyon defekti saptanabilir. Bu nedenle
dinlenme koşullarındaki
perfüzyon
taramalarının değeri sınırlıdır. Ancak
stenotik damarların metabolik strese yanıtı
için rezervi sınırlı olduğundan normal
KARDİYAK HASTANIN PREOPERATİF DEĞERLENDİRİLMESİ / 34
dinlenme koşullarındaki homojen koroner
perfüzyon görünümü, metabolik stres ile
heterojen hale gelebilir. Maksimal stres
sırasında radyoizotopun enjeksiyonu ile
iskemik alanlarda perfüzyon heterojenitesi
görüntülenebilecektir.
Talyum201’in
miyokardiyal
klirens
hızı
yüksek
olduğundan talyumun yeniden dağılımı
hızlı olur ve reperfüzyon sürecinin de
görüntülenmesine olanak verir.
Maksimal
eksersiz
sırasında
veya
dipridamol gibi bir koroner vazodilatörün
infarktüs
sırasında
talyum201
enjeksiyonundan sonra 5-10 dk içinde
görüntü elde edilebilir. Perfüzyon defektleri
(soğuk
spot)
30-60
dk
sürerken
redistribüsyon genellikle izleyen 2-3 saat
boyunca sürer. Enjeksiyondan sonraki 3-4
saat içinde yineleyen görüntüler alınır.
Başlangıçtaki perfüzyon defektleri ya ısrar
eder ya da kaybolur. Israr eden perfüzyon
defekti MI ya da nadiren, uzun süren
iskeminin
göstergesidir.
Kaybolan
defektler ya geri dönebilen perfüzyon
defekti ya da geçici miyokard iskemisi
lehinedir (Fig 1-12). Perfüzyon defektinin
artması da söz konusu olabilir, bu da yeni
bir miyokard iskemisi ile süperpoze olan
eski bir MI ile uyumludur.
Şekil 4-12
TToom
mooggrraaffii
Yukarıda bahsedilen sintigrafik tekniklerle
kıyaslandığında tomografinin avantajları
arasında miyokardın farklı bölgelerinin
ayırt edilmesi ve artalandaki parazit
görüntünün
izolasyonu
sayılabilir.
Transaksiyel kompüterize tomografi ile
gama kameraya 180-3600 rotasyon
uygulanarak 20-40 sn aralıklaar ile 32-64
stops yaptırılabilir. Alınan veriler işlenir,
ortalanır ve birleştirilerek çok planlı
görüntüler oluşturulur. Normal bir hastada
LV atnalı şeklinde görünür. Görüntünün
açık ucu, aort kapağına denk gelir.
Talyum201’in dağılımı septum, ön ve yan
duvarlarda
homojendir.
Talyum
sintigrafisinde
olduğu
gibi
santral
perfüzyon defekti ventrikül kavitesini
gösterir.
Talyum perfüzyon sintigrafisinde olduğu
gibi normal perfüzyonu olan dokunun
üstüne binmesi söz konusu olmadığından
tomografi ile perfüzyon defektleri daha
kolay saptanabilir. Miyokard dokusunun,
akciğer gibi diğer dokulardan ayırt edilmesi
tomografi ile çok daha kolaydır.
M
Maaggnneettiikk rreezzoonnaannss ggöörrüünnttüülleem
mee
Moleküler yapıların görüntülenmesi için
kullanılan MRI, kalbin üç boyutlu, yüksek
rezolüsyonlu tomografik görüntüsünün
alınmasını mümkün kılmaktadır. Pahalı
olmakla
beraber
radyasyon
kullanmadığından güvenli bir yöntemdir.
Download