sanal hap*shanelerden kend*m*ze b*r kaçı

advertisement
SANAL HAPİSHANELERDEN KENDİMİZE BİR KAÇIŞ
Tik tak, tik tak, tik tak...Saniyeler geçmek bilmiyor kimse için, herkeste bir çöküntü, bir yas
havası...Sanarsınız biri ölmüş.Annelerimizin dediği gibi herkesin “gözünün feri sönmüş”,
daha on sekizine varmamış genç kızlar kurumuş kalmış sanki, genç erkekler çaresizce elleri
kolları bağlanmış oturuyor.Tüm iletişim uyduları işlevlerini kaybedeli iki gün oluyor.Ne
televizyon var ne telefon ne de internet.”Kıyamet kopacak.” diyor herkes.”Tanrı bundan daha
büyük ne ceza verebilir biz insanlara?”
Yasaklar koyduğumuz uyuşturucudan, sigaradan; kınadığımız alkolden çok daha büyük bir
tehlike, yediden yetmişe neredeyse herkesi içine alan dünya çapında bir insanlık krizi: dijital
iletişim bağımlılığı.Facebook’a, Twitter’a bakmadan akreple yelkovan ilerlemiyor, hele bir
yerde bağlantımız gidiversin...Nefesimiz bize dar geliyor, hayatla kurduğumuz “connection”
kesiliveriyor sanki.Ellerimizde “teknoloji harikası” bir akıllı telefon, üstündeki ışık yanıp
sönmediğinde içimizi alevler sarıyor.Hele bir bipleyiversin, işte o zaman gönül bahçelerimiz
çiçekler açıyor.
“Boş zamanlarınızda ne yaparsınız?” diye klasik bir soru vardı bir zamanlar, insanlar
“Gezerim, kitap okurum, arkadaşlarımla buluşurum.” gibi cevaplar sıralardı.Şimdi bu satırlar
çokça değişti: “Televizyon izlerim, sosyal medya hesaplarımda gezinirim, arkadaşlarla
internetten chat yaparım...”.
Şimdi böyle eleştiriyorsun ama sen az mısın diyeceksiniz bana.Haklısınız, daha geçen hafta
kaç aydır görmediğim akrabalarımla akşam oturmuşuz, her birimiz el kadar ekranlara
hapsolmuş yanıbaşımızdakiyle sohbet etmektense bilmem ne ülkedeki adamla bilardo
oynuyor, kim nerede ne fotoğraf çektirmiş onlara bakıyoruz.Öyle bir duvar çekmiş ki o el
kadar aygıtlar aramıza, şimdi hepsi kara birer ekrana dönünce oturup konuşacak iki çift laf
bulamıyoruz.
Son iki gün sanki gezegende hiç yaşanmamış, zaman boyutundan bağımsız bir parçaymış
gibi.Bir yerlerde ambulans çağıramadığı için yakınını kaybetmiş birilerine, polis çağıramadığı
için evlerini yağmalayan hırsızları yakalatamayan zavallı insancıklara söylesem bunu
herhalde oracıkta boğuverirler beni.Ama ne yapayım, şükür ki benim başıma böyle bir şey
gelmedi.Aslına bakarsanız böylesine çaresiz, eli kolu bağlı, sus pus oturanlara anlam
veremiyorum.İş yerlerinin çoğu tatil bile oldu, böyle fırsat kaçar mı?İnsanlar sanki hayatın
tadı tuzu kaçmış, günler birer diyet yemeğe dönmüş gibi iştahsızca nefes alıp veriyor.Oysa
ben şu iki günde hayattan aldığım tadı hiçbir zaman unutamayacağım.
Sanki iki gündür her şey askıya alınmış, insanlık tatile çıkmış gibi.Ekranda dönüp duran
siyasi kavgaları izlemeyince “ortalık süt liman, bir kahve yapayım o zaman” deyiveresi
geliyor insanın.Sanki o amcalar el sıkışmış, yorgan gitmiş de kavga bitmiş gibi.Biliyor
musunuz, bana böyle bir “felaket” yaşanacağı önceden söylenseydi o iki günde sıkıntıdan
patlar, aklımı kaçırırım diye korkardım.Oysa şimdi hayatımda hiç hissetmediğim kadar özgür
hissediyorum.Kimle, nerede, ne zaman ne yaptığımı saniyesinde soran yok; kimin, nerede, ne
zaman ne yaptığını ise bilmeden ne kadar güzel vakit geçirdiğimi şimdi öğrenmiş
oldum.Dünyanın bir yerinde çocuklar hayatlarında ilk kez bilmem ne ülkedeki çocuğun
savaşçısını bilgisayarda öldürmekten vazgeçip hemen karşı komşusunun oğluyla bahçeye
çıkıp top oynadı belki de, vücudu bayram etti, kasları gün yüzü gördü, temiz hava tazecik
beynini cilaladı.İlk kez elim bilgisayara gitmiyor, istemsizce arka arkaya sıraladığım
sayfaların arasında saatlerce kaybolmuş bulmuyorum kendimi.Gördüğüm güzelliğin
fotoğrafını çekip paylaşma zorunluluğu hissetmeden kaybolurcasına gezinmek, tembel tembel
uzanıp düş kurmak, kaç kalori olduğuna anında bakıp dudak bükmeden saatlerce börekler,
tatlılar yapmak ne güzelmiş!Sanki ilk kez bir başkası tarafından yönetilen değil de kendi
kafama göre şekillenen bir hayat yaşıyorum.
Şu duruma bir bakıp düşünüyorum da acaba eski çağlarda yaşasak nasıl olurdu?Birçok şey
geliyor aklıma...Hayat şimdikinden daha zor olur diye düşünüyor olmalısınız ama tüm bu
teknolojik gelişmeler kolaylık kadar sorumluluk ve beklenti de yüklemiyor mu
hayatımıza?Eğitim, alışveriş, ulaşım...Her şey öylesine bir tık uzakta ki rekabet had safhaya
ulaştı, bize sunulan mükemmel hayat bir yerlere ilerleyebilmek için bizden de sisteme yaraşır
bir mükemmeliyet bekliyor.Önümüze sunulan bu “fırsatları” değerlendirmek zorundayız,
çünkü oyundaki sandalyelerin hepsi değerlendirenler tarafından kapılıyor.
Günümüzün göz kamaştırıcı dünyasını yerin dibine batırıp karanlık eski çağları allayıp
pullayacak değilim.Basit bir hastalıktan ölmek, doktor dahi bulamamak...Öte yandansa tek
tıkla bilet alıp tek aloyla ayağına yemek getirtebilmek...Kabul etmek gerekir ki tarihin en
görkemli imparatorluğu insanoğlunun kendi elleriyle inşa ettiği bu teknolojik iletişim
dünyası.Ancak insanoğlu yaramaz bir çocuk, yapılmaması gerekeni yapmaya bayılıyor.Kendi
eşsiz beynimizle kendi hayatımızı kolaylaştırması, bizlere hizmet etmesi için kurduğumuz
sistemlerin kölesi oluyoruz.Kontrolün kimin elinde olduğunu unutuveriyoruz.Şu son iki güne
bir bakın hele!Kendi eserimizi tutup tepemize çıkarmışız; televizyon olmadan, telefon
olmadan sanki bir hiçiz.Filmlerde, haberlerde görüp de ayıpladığımız uyuşturucu
bağımlılarından, uyuşturucu bulamadığında hayata küsen acıdığımız bu insanlardan farkımız
var mıymış?
Şu iki günde aşklar bile kıymetlendi inanın.Eskiden babalarımız komşusunun kızıyla zor
mektuplaşırken gençler millerce öteden sevgili edinip her gün yanıbaşında gibi görüntülü,
sesli konuşuyor.Ama insanoğlu nankör, bir şey ne kadar kolaysa kıymeti de o kadar az
oluyor.Sevgilinin sesini, gül yüzünü özlemek eşsizmiş...”Miş” diyorum çünkü artık özlenecek
bir şey kalmadı.Bilmem izlediniz mi, Cem Yılmaz’ın gösterisinde şahane bir parça var.Saniye
geçmeden birbirine “Nerdesin aşkım?” “Burdayım aşkım.” diye mesaj atan çiftleri
eleştiriyor.Bu ilişkiler destanlara, filmlere, kitaplara konu olan insanlık büyüsü aşkın ne yazık
ki içine etmiş durumda.Elinizdeki aygıtla her saniye iletişim kurabiliyor olmak, sizi en çok
tüketen şey aslında.Kimileri için ilişkiyi günlük hayatta boş zamanınızı değerlendirmek için
bir aktiviteye dönüştürüyor.Eskiler hiç “bu ilişki monotonlaştı.” bilir miymiş, sorun
bakalım.Belki bu çiftler için şu iki günde konuşacaklar birikir, belki gerçekten özlemin tadını
alırlar ve eşsiz bir vuslat yaşarlar.Kimileri içinse sevgiliyle konuşmak, tıpkı yamuk duran
tabloyu düzeltmek gibi bir tür takıntıya dönüşüyor.Öyleki şu iki gün içinde yedi-yirmi dört
iletişim kurma hastalığı yüzünden “elindekini kaybetmişlik sendromu” yaşayan çiftler
tarafından pek çok fevri evlilik kararı alınabilir.
Aslında en çok korktuğum, bizzat bu bağlantı kesintisinin can alabilme riskinin dahi
olmasıdır.Geçenlerde okudum, Tallulah Wilson adında 16 yaşında gencecik bir kız; bilmem
ne sitede kendine ait ikinci bir kişilik yaratmış, zamanla buna bağımlı hale gelmiş, zavallı kız
annesi duruma müdahele etmeye karar verdiğinde intihar edivermiş.Gerçek kimliğini değil,
“internette on sekiz bin kişinin takip ettiği kimliğini sevdiğini” söylemesi, yalnızca bu
kızcağız için değil insanlık için bir kıyamet alameti bana sorarsanız.Artık havadan, topraktan
oluşan gezegenimiz değil dünyamız.Hepimiz o ekranların içinde, o sinyallerle yolculuk eden
sanal bireyler olduk.Gerçek bir dost kucaklamasındansa bilmem kaç tane tanımadığımız
insanın “like” ı daha kıymetli oldu artık.Hepimiz pazar malı gibi sergiler olduk kendimizi,
yetmedi kıran kırana rekabette “diğerinden daha çok takipçi” için yanar tutuşur olduk.Sokakta
görse seni tanımayacak, ne yemeyi içmeyi seversin, neye ağlar neye gülersin bilmeyecek
insanlar beğensin diye yırtar olduk kendimizi.
Bir yandan da yanıbaşımızdakinden koptuk.Ne yaptım bu iki günde bir de biliyor
musunuz?Gidip büyükannelerimi ziyaret ettim.Bu defa gözlerinden gözlerimi kaçırmadan;
ekrana gömülü, formaliteden bedenimi taşıyarak değil.Onların dünyası biricik torunlarıyken
onlardan kaçarak, yanlarında durup bambaşka sanal bir dünyada yaşayarak değil.Belki bir
daha hiç göremeyeceğim bu insanların uzansanız tutacakmışsınız gibi yayılan sevgisine
sığındım.
En çok da fırsattan istifade oturup düşündüm, kendimi dinledim.Bu dünya bizim
eserimizken yarattıklarımıza esir olmak kendimize, daha çok da bizden sonrakilere yazık
etmek aslında.Elimizdeki harikaları yaratanları pişman etmemek lazım.Siz de ara sıra dış
saldırılara maruz kalmadan kendinizi keşfetmenin tadını çıkarın; en kıymetli hediyelerimiz
aklımız, fikrimiz, düşünebilmemiz...Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olan benliğinizi dinlendirin,
bırakın başkalarını dinlemektense bu defa kendinizi anlatmaya koyulsun size.Bunun tadına bir
kere vardığınızda sonrasında her şey bambaşka olur, kim bilir?
Sıkılıyor muyum peki?İnanın hayır.Telefon tekrar bipleyene kadar özgürlüğün tadını
çıkaracağım.Belki yine günlük alışkanlıklarım su yüzüne çıkacak ama bu defa eskisi gibi
boğulmayacağım o gereksiz kirlilikte.Diyorum ya, bir kere tadına vardığınızda...Bu yazıyı
okuduğunuzda bir sonrakine hızlıca geçmeyin sakın; bombardımanı takip edercesine, sele
kapılıp gidercesine bu dijital çılgınlığa kapılıp gitmeyin.Arada bir kendinizi dinleyin,
benliğinizi başkalarının değil kendi temellerinizin üzerine inşa edin.Hafife de almayın sakın,
ilk zamanlar oruç tutar gibi sakınırsınız kendinizi belki.Ama diyorum ya, bir kere tadına
vardığınızda...
Download