Eylül-1982 HACCIN HİKMETLERİ ٍ ا َِّن ا َ َّو َل بَ ْي َاركا ً َو ُهدًى ل ِْل َعالَ ۪مين ِ َّض َع لِلن ِ ت ُو َ َاس لَلَّذ۪ ي ِببَ َّكةَ ُمب Muhterem Müslümanlar! Hutbemizin mevzuu haccın hikmetleri hakkındadır. Hac İslam'ın beş şartından biridir. Mümin kelimei şehadet getirerek dille, namaz kılıp, oruç tutarak bedenle, zekat vererek malla ibadet eder. Hac ise hem malla, hem bedenle, yapılan bir ibadettir. Buna göre hac kendisinden evvelki ibadet şekillerini içinde toplayan en şümullü bir ibadet tarzıdır. Haccın menasikini ve hikmetlerini, bilmeyen bir kimsenin Kâbe’ye gidip gelmesi, sadece bir geziden ibaret olur. Nasıl bir Mümin namazın 12 farzını bilmeden namaz kılamazsa, haccın farzlarını bilmeyen bir kimsenin sıhhatli bir hac yapması mümkün değildir. Bu bakımdan, hacca gidecek olan bir Mümin, bedence güçlü, malca yeteri kadar zengin olsa bile, zihince de güçlü olmadıkça, hakkı ile hac vazifesini ifa edemez. Ve kemali ile de bir hacı olamaz. Şartları haiz olan bir müslümanın, ömründe bir defa hacca gitmesi kendisine farzdır. Birden fazlası nafiledir. Hac menasikinin her birinin ibret alınacak büyük hikmetleri vardır. Mesela ihramı ele alalım: İhram, dikişsiz, modelsiz, sade, beyaz, iki parçalı örtüden ibarettir. İnsan ihrama girmeden önce memleketinde, çeşit çeşit kumaşları, renk renk ve değişik şekillerde giymekte idi ve iş hayatında, içtimai mevkiine, makamına, rütbesine, gelirine, nefsinin arzularına göre istediği kumaşı alır ve istediği gibi diktirirdi. Bu dış görünüş göze ve nefse hitab eder. Ne acıdır ki cemiyette bu dış görünüş de ölçü olarak alınır. Bu dış görünüşteki, renk, şekil ve kalite farktan, gösterişli pahalı kumaşları alamayan fakirlerin üzerinde kıskançlık duygularının uyanmasına sebebiyet vermektedir. Bunun sonucu da toplumda fitne ve fesadı uyandırmaktadır. İşte ihramla beraber renkler, şekiller, göze hitap eden, nefsi aldatan dış değerler tamamen ortadan kalkar. Mal, mülk, amirlik, memurluk, işçilik, patronluk gibi sıfatların hiçbiri geçerli değildir. Bu yolculuğa çıkıldığı andan itibaren tek geçerli şey takvadır. Mümin için, hac yolculuğu, kendisini dünyadan ve dünya nimetlerinin ağırlığından, baskısından kurtardığı, tek değerin ve geçerli ölçünün takva olduğunun şuuruna vardığı haldir. O kadar ki, en mühim gıdası takvasıdır. Şeklin, maddenin ve rütbenin insan üzerindeki hâkimiyetini tamamen kaybettiği, insanda özün, ruhun, mananın, esas olduğu, takvanın tek değer ölçüsü bulunduğu insanların özlediği eşitliğin ta kendisidir. Arafat'ta Vakfede bulunmanın hikmetlerine gelince Arafat'ta, aynı gün ve saatlerde dünyanın dört bir tarafından 100 binlerce hacı adayı gelir. Dünyanın Cennet gibi güzel yerlerini bırakarak, nice meşakkatle, binlerce km. kat ederek, Arafat’a gelen bu insanlar, kavurucu sıcağın altında, kum çöllerinde ne arıyorlar acaba? Bu yerler ne mis gibi kokan çam koruluktan, ne buz gibi akan pınarları, ne de nefis yemekleriyle insanları celbeden nefsani yerlerdir. Ama buna rağmen topraklarından maneviyat fışkıran, semalarından ilahi rahmet ve nur yağan bu yerlerde tarif edilmez bir ruhaniyet ve cazibe vardır. İnsan bu kum çöllerinde olduğunu, bu maneviyat deryası içinde adeta unutur. Maddesi erir ve bir ruh haline gelir. Birkaç saatlik vakfede bulunması Müminin üzerinde o ana kadar duymadığı, hissetmediği, manevi bir hayatın lezzetini tadar. Ve onun iç aleminde, bütün hayatı boyunca unutamayacağı en derin izleri bırakır. İşte böylece Arafat'ta toplanan milyonlarca hacının, bu haleti ruhaniye ile İslamın potası içinde, ırk, renk ve şekil ayrılıktan tamamen erir, yok olur. Bunun yerine bütün dünya müslümanları, aynı zeminde ve zamanda, Allah'ın huzurunda, Kuran'ın nizamında, tek vücud, tek iman, tek fikir olarak bir araya gelmeleri (Allah'ın ipine topluca, sımsıkı sarılın) emri ilahisindeki, cemaatin ta kendisidir. (1) Bu büyük cemaat haline geliş, sadece inanç ve itikatta, uhrevi bakımdan değil, dünyevi meselelerde de, dünya çapında bir araya gelişi ifade eder. Her hacı, memleketinden oraya giderken bir şeyler götürür. Gelirken de alır gelir. Bu işi ticaret maksadı ile da yapabilir. Bu alışveriş, hükümetler çapında, planlı ve programlı olduğu zaman, hac aynı zamanda, bir İslam ortak pazarı olur. Buna İslami açıdan bir mani bulunmadığı gibi, bilakis işarette vardır. 2 Her yıl hac mevsiminde, her müslüman milletin mütehassıs temsilcileri bu mukaddes yerlere gelebilirler ve her yıl bütün İslam aleminin meselelerini dünya çapında münakaşa ve müzakere ederek çok mühim kararlar alabilirler. Bu açıdan hac Birleşmiş İslam Milletleri Kongresidir. Aziz Müslümanlar! Bu şuura sahip milyonlarca hacıyı ihramları içinde Arafat'ın düzlüğünde gözlerinizin önüne getirin. Ellerini semaya kaldırmışlar, Rablarından rahmet dilemektedirler. Onların bu yalvarış ve yakarışları, mahşerde insanların, mezarlarından kefenleri ile kalkarak Allah'ın huzuruna perişan bir halde, hesaba çıkışlarını temsil eder. Bu açıdan her hacı memleketine Mahşerdeki hayatı bir bakıma yaşayarak döner. Mahşeri görüp, içinde yaşayıp ve dönen bir insan için, artık dünyanın önemi, ancak onun kendi değeri kadardır. Artık hacı, terazi tutmayacak değil, hem de daha çok tutacak. Ama ne var ki dosdoğru tutacak. Metreyi eline almayacak değil, daha çok alacak, ama tam ölçecek. O, rüşveti ne alır ne de verir. Bu da kafi değil, alıp verene de mani olur. İyi, doğru ve hayırlı olanı yapar ve yaptırır. Millete ve memlekete zararlı olanı yapmaz ve yapana da mani olur. Ve böylece, hacı, Kabe'den dönüşünde, elinde teşbih kahve köşelerinde kimseye ne zararı ne de yararı olmayan bir müslüman değildir. Belki o, hakkı ve hayırlıyı, her zamandan daha çok tasdik ve teşvik eder. Şerri önler ve hatayı tashih eder. Bu hali ile dipdiri müslümandır o. Muhterem Müminler! Haccın üçüncü farzı Kabe'yi tavaftır. Tavaf bir şeyin etrafını dolaşmak, sık sık bir yere uğramak, ziyaret etmek manalarına gelir. Istılahta, Kabeyi, Muazzamayı ibadet niyeti ile ziyaret etmek ve etrafını usulüne göre dolanmaktır. Haceri Esved'den başlayarak yapılan her tura bir şavt denilir. Yedi şavt bir tavaf eder. Yedi turun 4'ü farz 3'ü vacibtir. Kabenin olduğu yer, insanlığın ilk mabedinin yapıldığı yerdir. Bütün İslam aleminin kıblegahı ve bir nevi merkezidir. Kabenin duvarları tamamen ortadan kaldırılmış olsa bile, Orası yine mübarek ve mukaddes bir yerdir. Yedi kat yerin altından, yedi kat semaya kadar mübarek ve muhteremdir. Bütün ömrünce Kabeyi kıbleğah edinen Mümin, şimdi O'nunla yüzyüze gelmiştir ve Rabbının emrine ittibaen, tarif edilmez bir vecd ve takva ile Kabeyi tavaf eder. Zikrederek, şükrederek, kendisi, aileyi efradı ve bütün Mümin kardeşleri için, dünya ve ahiret hayatı dileyerek tavaf eder. Aynı inanç ve itikada sahip Mümin kardeşleri ile, aynı ruh ve şuurla Kabeyi tavafları, onlarda dünya çapında din kardeşliği duygusunu ve İslam cemaatı fikrini şuurlandırır. *** (1) Ali İmran, 103 (2) Hacc, 28