İletişime Giriş

advertisement
İletişime Giriş
İrfan Erdoğan
New York, Ocak 1996
İLETİŞİME GİRİŞ
irfan Erdoğan
I. İNSAN, TOPLUM VE İLETİŞİMİN ANLAMI
kaynak: Irfan erdogan iletisim egemenlik mucadeleye giris ankara:imge, 1998
A. İLETİŞİM VE İHTİYAÇ
B. ZAMAN: KİMİN, NE VE KİM İÇİN?
C. YER: İLETİŞİMİN JEOPOLİTİKASI
D. İLETİŞİMİN İLETİSİ: MESAJ VE MASAJ
E. İLETİŞİMİN ÜRETTİĞİ: MESAJ VE MASAJIN ÖTESİ
F. ARAÇ GEREKLİLİĞİ
G. İLETİŞİMİN İLETECİSİ: SADECE POSTACI MI?
H. İLETİYİ ALAN: O DA KİM OLUYOR Kİ?
I. İLETİNİN AMACI: ÖPÜLDÜN! HABERİN VAR MI?
J. AMAÇSIZ İLETİŞİM: NİYETSİZ ORUÇ?
1. Kendiliğinden olma, normallik görünümü
2. Normallettirilmit zorunluluk
3. İstemeden gönderilen iletiler
4. Planlanmış rastlantı: İşgal ve tecavüz iletişimi
5. İstem ve güç ilişkileri
6. İstemediğine direniş ve mücadele
K. GEREKLİLİK, İHTİYAÇ VE AMAÇLAR İLİŞKİSİ
1. Amaç için araç
2. Amaç, engeller ve araca neden
3. İstemler, araçlar ve mülkiyet ilişkileri
L. İLETİŞİMİN GERİ İLETİŞİMİ: TEPKİNİN SAHTE VE GERÇEK YAPISI
M. İLETİŞİM ÖĞELERİNİN ANLAM YAPISI
N. İLETİŞİM NEREDE BAŞLAR VE NEREDE BİTER?
O. İLETİŞİMDE GÜRÜLTÜ VE İLETİŞİMİN KIRILMASI\ÇÖKMESİ
P. İLETİŞİMDE SESSİZLİK: DAYANIŞMA, BASKI VE MÜCADELE
Q. İLETİŞİMDE DUYGULAR VE BİZ
R. VE ONLAR
II. İLETİŞİM İLİŞKİLERİ
A. İLETİŞİM İLİŞKİLERİNİN ANLAMI
B. İLETİŞİM VE TOPLUM İLİŞKİSİ
C. İLETİŞİM VE GÜÇ İLİŞKİLERİ
D. İLETİŞİM İLİŞKİLERİNDE ÖZGÜRLÜĞÜN ANLAMI
E. GÜÇ VE İLETİŞİM POLİTİKASI
III. İLETİŞİMİ SINIFLANDIRMA BİÇİMLERİ
A. KİŞİYİ ÖLÇÜ ALARAK YAPILAN SINIFLANDIRMA
1. KENDİYLE İLETİŞİM
2. KİŞİNİN ÇEVRESİYLE İLETİŞİMİ
B. YER VE ZAMAN ÖLÇEKLERİNE GÖRE SINIFLANDIRMA
1. YÜZYÜZE İLETİŞİM
2. YÜZ YÜZE OLMAYAN İLETİŞİM
C. İNSAN SAYISINA GÖRE SINIFLANDIRMA
1. Küçük Grup konumunda iletitim
2. Genit grup konumunda iletitim: Kitle
3. Kalabalık iletişimi
D. ARACA GÖRE SINIFLANDIRMA
E. İLETİYE\MESAJA GÖRE SINIFLANDIRMA
F. DEVLETİN ROLÜNE GÖRE SINIFLANDIRMA
G. ÖRGÜT SAHİPLİĞİNE GÖRE SINIFLANDIRMA
H. GERİ-İLETİŞİME GÖRE SINIFLANDIRMA
1. Arzuyla katılım geri-iletişimi
2. Zorunlu istemeyerek katılım geri-iletişimi
3. Sorumluluğu yüklenmeyerek katılım geri-iletişimi
4. Katılımı kabul etmeyen geri-iletişim
5. İletişimin amacına karşı mücadeleye giren geri-iletişim
IV. KİTLE İLETİŞİMİ
A. KİTLE İLETİŞİMİ NE DEMEK?
B. KİTLE İLETİŞİMİNİN İLETENİ\GÖNDERENİ
C. KİTLE İLETİŞİMİNİN İLETİSİ: NE ÜRETİR?
D. YEM-İLETİ BİÇİMLERİ VE ÜRETİLERİ
E. İLETİNİN NEDEN ÜRETİLDİĞİ
F. KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI
G. KİTLE İLETİŞİM TEKNOLOJİSİ VE İHTİYAÇ İLİŞKİSİ
H. KİTLE İLETİŞİMİNİN İZLEYİCİSİ
I. KİTLE İLETİŞİMİNİN GERİ-İLETİSİ
V. KİTLE İLETİŞİMİ VE REKLAMCILIK BAĞI
VI. ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE İLETİŞİM
A. ULUSLARARASI DÜZENİN EGEMEN KARAKTERİ
1. İletişim teknolojisi, yansızlığı ve transferi
2. İletişim örgütlenmesi ve ilişkileri
3. Ürün üretimi, dağıtımı ve fiyat politikası
4. Profesyonellik, profesyonel ideoloji ve iletişim politikaları
B. YENİ DÜNYA ENFORMASYON VE İLETİŞİM DÜZENİ?
C. MEDYA EMPERYALİZMİ, KÜLTÜREL EGEMENLİK
VII. TÜRKİYE’DE İLETİŞİM
A. ANADOLU İMPARATORLUKLARINDA
1. İLK İMPARATORLUKLAR
2. OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ
B. CUMHURİYET DÖNEMİ
VIII. BİTİRİRKEN
I.
İNSAN, TOPLUM VE İLETİŞİMİN ANLAMI
Elinde dolu sandığı boş kadehiyle, kalabalık meyhanenin yalnızlığında, kendini, kaybolanı ve
düşlediğini arayan bir sarhoş. Bulutlar arasında yalpalayarak yolunu bulmaya çalışırken, olduğu yerde
fırtınadaki ağaç gibi sallanıyor çaresiz. Sarhoşun dengesini yitirmiş dünyasının bulanık köşe başında bir
kadın... Sarhoş buğulu gözlerle kadına bakıp iştahla söylenir: İletişimin süper highway'inde kayıp
gidiyorum... Bir hoşum, Nonoşum!
Kendi dediğine inanamaz sarhoş: "iletişimin süper highway'i de ne demek?" diye sorar kadına.
Kadın sessiz.. Oralı bile değil. Şehvetli gülümsemesi bütün vücudunu yapıştırdığı yanındaki adama
asılıp kalmış.
Kuru kuru yutkunan sarhoşun gözleri, kadının yapıştığı adama kayar. Adam genç ve yakışıklı. Sağ
elinde sevgilisi gibi kavradığı bir bilgisayar; Üzerinde kocaman IBM yazılı. Öbür eliyle kadının belini
sarmış; IBM'den fışkıran ve şeritler halinde önlerinde uzanan rengarenk ışıklı bir yolda kayar gibi
gidiyorlar. Bu reklam-afişin altında "Süper highway’de iletişim" yazılı...
Sarhoş sigarasını hırsla dişlerinin arasına alıp, derin bir çekişle ciğerini nikotinle doldurur.
Mahmurlaşan bakışlarını saplayıp kadına, "ben de insanım" diye söylenir kendi kendine. Ardından,
kadının vücudunun kıvrıntılarına tutuna tutuna ayakta durmaya çalışarak hayallenmeye devam eder...
Sarhoş, kadının kırmızı boyayla doğallıktan ayırdığı ve gerçeği yapayla yeniden-biçimlendirdiği
dudaklarına yapışırken, ansızın alkollü nefesi tükürüğüne karışıp, çöl toprağı gibi yanan boğazına
takılır. Kurtulmak için öksürür sarhoş. Öksürüğü dumanlı havayı yırtarak, "viraneyim, divaneyim,
mahvolmuşum, felek vurmuş kahrolmuşum" diye ağlayan arabeskle çarpışır. Arabeski için için
inleyerek dinleyen kulakların dumanlı gözleri hoşnutsuzlukla sarhoşa çevrilir. Sarhoş, gözlere, bir kez
daha öksürerek, erkekçe karşılık verir...
Dışarıda aysız kapkaranlık geceyi aydınlatmaya çalışan sokak lambalarının ışığının dokunduğu çıplak
kaldırımda kimsesiz üç çocuk serilmiş yatıyor. Gezinen veya evine dönmek için arabalarına yürüyen
insanlar çocuklara basmamak için zikzaklar çizerek yollarına devam ediyorlar...
Daha kendisi görünmeden gelen güneşin ilk ışığı, kentin çalışanlar bölgesinin karanlığını yırtar yırtmaz,
sokaklar hücrelerinin kapısından kendilerini isteksizce dışarı atan insanlarla dolar. Gece boyu zehirli
eksoz dumanlarından dinlenmiş havanın içlerine dolmasıyla canlanan bir saldırı başlar: Otobüs ve
dolmuş duraklarına doğru bir koşuşturma... Yaşam koşulları ellerinden alınarak ücretli-köleliğe
düşürülmüş insanlığın aç ve geç kalmama koşturusu... Karın doyurma yarışının, egemenlik ve
mücadelenin günlük başlangıcı...
İletişim insanın fiziksel ve sosyal varlığının zorunlu koşuludur. İletişim olmaksızın insanın fiziksel ve
toplumsal varlığını sürdürme olasılığı ortadan kalkar. İletişim söz söyleme, mesaj alışverişi ve özellikle “%
60 vücut dili” gibi saçmalıklarla gelenlerin ilkel indirgemelerinin çok ötesindedir.
İletişim insan faaliyetini anlatır. İletişim, eşitlikte diyalogdur; egemenlikte baskı ve mücadeledir; bir
anlamın iletimi, bir alışveriş, bir ilişki ve ilişkideki faaliyettir.
İletişim bütün canlı varlıkların yaşam gereğidir.
İletişim olmaksızın ne insanın kendiyle ve dış çevresiyle ilişkisi ne de etkinlikleri olabilir.
Nerede insan faaliyeti varsa, orada iletişim vardır. İletişim insan yaşamının ve ilişkisinin temel koşuludur.
İletişim insan ilişkisinin süre giden sürecidir; İnsanla birlikte gerçek zaman ve gerçek yerde olur; Sosyal bir
fenomendir. Bu nedenlerle, iletişimi anlamak için iletişimin olduğu sosyal, ekonomik, siyasal ve tarihsel
konum içinde incelemek gerekir.
İletişim, Schiller'in anlatımıyla (1976), mesajlar ve mesajların aktığı devrelerden çok dahasını içerir.
iletişim sosyal gerçeği tanımlar, ve bu yolla işin örgütlenmesini etkiler, teknolojinin karakterini, eğitim
sisteminin mefrudatını, boş zamanın kullanılışını etkiler (Bu etkilemeyi, sakın belirleme olarak anlamayın.
Çünkü belirleme ve etkileme materyal güç ilişkilerine bağıntılıdır.)
Bir iletişim sürecinin bir anına bakarsak,
(1) Herhangi bir gereksinme nedeniyle,
(2) Belli bir zamanda,
(3) Belli güç ilişkileri içinde,
(4) Belli gelişmelerin belli özelliklerini gösteren bir yerde (iletişimin olduğu örgütlü yapısal konumda),
(5) Herhangi bir iletiyi,
(6) Gerekli iletişim araçlarını kullanarak,
(7) Belli bir amaçla başlatanı (veya sürdüreni) ve
(8) İletiyi belli iletişim araçlarıyla alanı içeren;
(9) O an veya ilerde belli sonuçları beklenen,
(10) Tepki olasılıklarını (ve bu olasılıkların özelliklerini ve bu özelliklere göre potansiyel veya o an
yapılan, geri-iletişimi) görürüz.
Gerçi bu skeç "gönderici, mesaj, araç, alıcı" süreci veya "kim, kime, hangi kanalla, neyi, ne etkiyle
söylüyor" biçiminde açıklanan egemen iletişim sürecinden çok daha anlamlı bir özetlemedir; Gene de
iletişim faaliyetinin oldukça genel, bir anlık kesitidir. İletişim belli ortam ve koşullar altında oluşur ve
sürer. İletişim güç uygulamasıdır; üretim ilişkilerinin biçimlenmiş pratiğidir; ilişkide olduğu düzenin
gerçekleşmesinin zorunlu gereğidir; Egemenliğin ve egemenlik mücadelesinin belli bir an ve yerdeki
sonucunun ve durumunun ifadesidir.
"Egemen" kavramını egemenlik ilişkisinin bir sonucu olarak niteliyorum. Egemenlik ilişkisini, egemenlik
kurma ve egemenliğe karşı direniş ilişkisi olarak ele alıyorum. Egemenlik bu anlama, egemenlik kurma ve
mücadele ilişkilerinin dinamik durumunun bir anını anlatır. Egemenlik, belli bir yerde ve zamanda, belli
koşullarla gelen, yasal ve ideolojik süreçlerle meşrulaştırılmış ve çeşitli baskı yollarıyla sürdürülen,
mücadeleyle çözülmesi gereken, bir ilişki durumudur. Dolayısıyla, egemenlik dediğimde, belli bir gücün
belli bir zamanda ve yerde kurduğu ve mücadeleler içinde sürdürülen bir ilişkiler düzeni demek istiyorum.
Egemenlikte, karşıtlık egemenliğin dışında değildir: Karşıtlık, üzerinde egemenlik kurulanların (boyun
sunanlar dahil) tepkisidir. Boyun sunuşun veya mücadelenin biçimleri egemenliğin yoğunluğu ve
kapsamını gösterir. Bunun çok önemli bir anlamı vardır: Egemenlik belli bir yer ve zamandaki ilişkiler
koşulunu anlatır ve dinamik bir yapıya sahiptir. Egemenlik sadece egemenin ekonomik, siyasal ve kültürel
güç kullanımını anlatmaz, aynı zamanda, üzerinde güç uygulaması yapılanın yaşam ve kendini içinde
bulduğu duruma çözüm mücadelesini ifade eder. Burjuva bilimindeki "ikna, davranış modifikasyonu,
çatışma yönetimi" gibi kavramlar, eşitsel ve özgürlükçü insan ilişkilerini değil, dikey-ilişkiler düzeninde
egemenliğin kurulması ve sürdürülmesi girişimlerini (ve karşı mücadeleyi) anlatır. Conor'un belirttiği gibi
(1994), nerede egemenlik varsa orada direniş veya en azından direniş potansiyeli vardır.
A.
İLETİŞİM VE İHTİYAÇ
İletişim bir ihtiyaç nedenlidir. İhtiyaç, amaçlı insan faaliyetini getirir. Dolayısıyla, iletişim, amaçlı
insan faaliyeti olur. En amaçsız göründüğü yerde bile, kesinlikle bir amaca sahiptir.
İhtiyaçlar, amaçlar, faaliyetler ve ihtiyaçları giderme insanın yaşadığı yapısallaşmış koşullardan
bağımsız olarak gelişmez ve geçiştirilmez. Koşullarla belirlenir, sınırlanır ve koşulları sürdürme
ve değiştirmeyle ilgilidir.
İhtiyaçlar ve iletişim durup dururken kendiliğinden olmadığı gibi, hem oluşumunda hem de
giderilmesinde "özgürlük" yerine "engellemeler, sınırlamalar ve engelleri aşıp sınırı genişletmeler
ve insanlar arası dayanışma veya sömürü egemendir.
Çeşitli kölelik biçimine dayanan sosyal biçimlenmelerde (örneğin ağalık, feodal ve kapitalist
yapılarda) ihtiyaçlar ve amaçlar, bir başkasının ihtiyacını ve amacını kontrol etme yoluyla kendi
ihtiyacını gerçekleştirme üzerine kurulmuştur. Bu koşullarda, iletişim ihtiyacı hem sosyal,
kültürel, ekonomik ve siyasal egemenlik sağlama ve yürütme hem de egemenliğe karşı mücadele
amaçlıdır.
Herkes kendi ihtiyacını karşılamak ister, fakat bu karşılamanın olanakları ellerinde değildir veya
örgütlü toplumsal biçimin özelliklerine göresel olarak ellerinden alınmış ve yoksun
bırakılmışlardır. Bu durum dün olduğu kadar bugün de içinde yaşadığımız dünyanın yapaygerçeğidir. Yapaydır, çünkü evrensel insan gerçeğini değil, egemenliğin gerçeğini anlatır. O
zaman, temel ihtiyaçlarından bile yoksun bırakılmış ve bu ihtiyaçlarını karşılama olanakları
minimum seviyeye hapsedilmiş insanların, en önemli ihtiyacı sokuldukları bu durumdan kurtulma
mücadelesi olur. Türkiye’de bugün bir araya gelen insanların konuştukları gündemlerin başında
sürekli durumlarından ve gidişten şikayet etmeleri değişim ihtiyacının duyulmasındandır. Grevler
ve grevlere karşı yönetici sınıfların resmi sözcülerinin ve karar vericilerinin tutumları çatışan
ihtiyaçların (sömürülmeme ve sömürme amaçlarının) yansıdığı bir alandır.
Ne ihtiyaçlar, ne de ihtiyaçlar ve amaçlarla oluşan iletişim, birbiri yanında, birbirinden kopuk ve
birbirinden bağımsızdır. Aksine, ihtiyaçlar ve iletişim egemen bir yapının ve bu yapıdaki
mücadelelerin içindedir ve böylece anlam bulur. Gereksinmelerin karşılanması iletişimi, örneğin
hastalıkta doktor ve hastahane örgütlenmesine, dolayısıyla sosyal yapının sağlık ve bakım
politikası ve yapısına bağlıdır. İnsanın eğitim ihtiyacı kendine bırakılmamıştır: Belli bir eğitim
sistemi içine uyması zorunluluğu getirilmiştir. Kişinin ev\barınak\sığınak ihtiyacı, ev sahipliği,
kiracılık ilişkisi içinde kişilerin varlığına bağlı olarak düzenlenmiştir. Varlıklılar evlerinin
dekorunu nasıl modaya uydurma iletişimi içinde kafa yorarken, geniş kitleler de nasıl kirasını
ödeyeceği, kış yakıtını nasıl karşılayacağı iletişimi içinde ter döker. (Burada kitle kavramını
sayısal çoğunluk ve niteliksel bakımdan emekleriyle yaşam kavgası veren varlıksızlar anlamına
kullanıyorum.) Yiyecek ihtiyacı kendi yiyeceğini kendisi için üreten tarım alanlarında yaşayan
küçük çiftçi için, yaz sonu kışlığını hazırlama ve gelecek seneye ne yapacağı kuşkusu iletişimidir.
Büyük tarım ve hayvan sahipleri için, ne kadar kar yapacağı ve nasıl devlet teşviki veya
yardımıyla karını daha da artıracağı iletişimini hazırlaması ve uygulamasıyla geçer. Tarım
alanlarının üretimine bağımlı olarak yaşayan kentin asalak kitleleri ise sabah kahvaltısında zeytin
sayma ve demli çay içme talimi iletişimiyle meşguldur. Kentin üst tabakası ise, hangi viski ve
şarabın hangi yemekle gideceği, modanın kültürel zevkleri düşürdüğü tartışmasını yaparlar.
Bu konuya kitle iletişim araçları üzerinde dururken tekrar döneceğiz.
ZAMAN: KİMİN, NE VE KİM İÇİN?
"Zaman uçar" der Amerikalılar. Ne amaçla uçtuğu, kimin zamanı ve uçuranın kim olduğundan, ipi tutandan ve
zamanı yapandan söz edilmez.
Biri tutar 25'inci kattan koca bir saati "zamanın nasıl uçtuğunu görmek için" atar.
Bazen "Zamanım yok" deriz. Olmayan, zaman mı? Yoksa zamanın sosyal ilişkilerde bulduğu anlam içindeki anlamı
mı?
Bazılarının kendileri için zamanı yoktur. Kendilerini zaman içinde kendilerinden kaçarak bulmaya çalışırlar. Zaman
içine hapsedilmişlikten kaçılabilinir mi?
İletişim zaman ve yer içinde olur. Ne denli hızlı olursa olsun, zamana ve yere bağımlıdır.
Zamandan kazanmak (veya kaybetmek) hangi koşullarda ne anlama gelir?
Kendi kullanması için bir kesere sap yapan kişinin bunu bir veya iki saatte yapmasının anlamı belki de kazanılan
veya kaybedilen zamanı ne yapacağını bilememekten ve zamanın ölçüsünün parasal-kar ölçüsüne dayanmamasından
öte gitmez. Fakat eğer aynı adam o keser sapını bir fabrikada işçi olarak yapıyorsa, bir saatte bir sap yapma ile iki
saatte bir tane yapma arasındaki fark, fabrikanın sahibi için kazanılan ve kaybedilen değerdir. Bu tür üretim
ilişkisinde zaman, çalışan için ücretle ve kapitalist içinse karla anlamlandırılır. Emek için ekmeğini kazanma zamanı
ücretli\maaşlı kölelik zamanıdır. Aynı zaman, kapitalist için hem masraf hem de üstüne yatacağı artık-değerin
(yaratılan fazla değerin) yaratıldığı zamandır.
Bir sözün söylenmesi, algılanması ve anlamlandırılması ve gerekiyorsa karşılık verilmesi zaman içinde olur. Bir
despotun elle yaptığı "kafasını kesin" işaretiyle olan bir iletişim bile, ne denli hızla yapılsa, saniyeler alır. Bir sınıf
ortamında bir hocanın ders süresince sosyalleşmiş ve ekonomik bakımdan değerlendirilen zaman 45-50 dakika
içinde olur. Eğer iki kişi bilgisayarla iletişim yapıyorsa ve kompütürden kompütüre bilgi aktarılıyorsa, sözle iki
insan arasında aktarılması, örneğin, 400 dakika kadar süren 200 sayfalık bir yazılım, kullanılan modemin hızına göre
birkaç dakika içinde biter. Fakat bu 200 sayfanın okunup değerlendirmesi saatler alır.
Zaman insan zamanı olur olmaz sosyalleşir. Yani yansız ve evrensel bir zaman yoktur, varsa bile soyutlamadır.
Saatin sekiz olmasının iletiştiği gerçek insan koşulları içinde çeşitli anlamlara gelir: Birisi için sevgilisine telefon
etme zamanı ve böylece süregiden bir iletişime, o günkü ve o zamandaki yeni birini ekleme zamanı olabilir. Bir
başkası için eve gidip "karı dırdırı" dinleme zamanıdır ve adamın ayakları geri geri gider eve yaklaştıkça. Geri geri
giden ayak adamın sadece "keşkesidir." "Keşke" der adam. Geçmişe dönememenin, şimdiyi değiştirememenin
"keşkeyle" iç çeken ağıdı. Bir diğeri için dilendirdiği evsiz çocuklardan para toplama zamanıdır. Saat sekizde,
örneğin, bir kapitalist çok-okumuş yöneticisiyle işçi atarak, fazla mesai vermeyerek, yeni bir teknoloji alıp daha az
işçi çalıştırarak nasıl karlarını artıracaklarını tartışıyor olabilirler. Bu sırada on, on beş kilometre ötede, bir
gecekonduda, asgari ücret politikalarının kurbanı aileler, ellerindeki azıcık kömürle kışı geçirebilmek için tiril tiril
titremektedir. Saat sekiz: okul biteli birkaç saat oldu. Bilmem ne İletişim fakültesindeki İletişime giriş dersinde, bize
belli bir şeyler anlatılalı epey olmuş. Neden okuldaki o zamanı o anlatılanla geçiriyoruz, veya o zamanda onlar
anlatılıyor? Amerikanın modern eğitim sistemine ve ideolojisine, ya entellektüel cahilleştirilmekten dolayı ya da
kendi sınıfına veya kendini eşleştirdiği sınıfa hizmet ihtiyacından olmalı... Egemen eğitim sisteminin, zamanı, devlet
ideolojilerini iletmekle yükümlü olmasından, öğrencilerin kendilerine ne anlatılması gerektiği konusunda hiçbir
seçeneğe sahip olmamasından...
"Günümün 9 saati işte, iki saati yolda, birkaç saati evde ve gerisi uykuda geçiyor. Kendime bir hafta sonum var"
sözü bence modern dünyanın çalışan insanlarının zamanının nasıl dağıldığını ve bölüşüldüğünü açıkça iletir.
Yaşamımıza kimin ve neyin egemen olduğunu anlatır.
"Bu haberi 40 saniye içine sıkıştırmam gerek."
"Kırk beş dakikamız var, 10 soruyu nasıl yetiştirebiliriz ki?"
İletişimde zaman kavramı iletişimi anlamamızda ve değerlendirmemizde önemli bir yer kaplar:
(a) İletişim sosyal bakımdan tanımlanmış bir zaman içinde olur; (Sosyal bakımdan terimini kültürel, teknolojik,
siyasal ve ekonomik örgütlülük anlamına ele alalım.)
(b) Belli bir iletişim zamanda aldığı süreye göre belli bir anlam kazanır. Örneğin yüz yüze iletişimde bir iletişim
biriminin (örneğin herhangi bir selamlaşmanın veya konuşmanın) oluş süresi anlıktır; Bir mektupla olan postayla
gidiş geliş için gerekli bir zaman alır.
(c) iletişimde zamanın kullanımı, iletişim koşullarının bir parçası olarak farklılaşır. Zamanı kullanım özgürlüğü
günlük ilişkiler düzeni içinde ortadan kalkar ve arzu edilen biçimde kullanım yerine, ilişkinin getirdiği egemenlik
biçimine göre şekillenir. Kadının erkeğini takip etmesinin egemen olduğu bir aile anlayışında, kocasıyla sokakta
yürüme zamanı iki adım geriden yürüme iletişimi biçiminde düzenlenmiştir. Okulda öğrencinin zamanı öğretmeni
dinleme ve not alma biçimindedir; İkide bir zırt diye atılıp soru soran öğrenci egemenliğe tehlikedir ve ileri gittiği
için susturulur.
(d) Zaman üzerinde egemenlik sadece zamanın gaspı değil aynı zamanda, zamanın teknolojik gelişmelerle
kontrolunu ve zamanın tekonolojinin fonksiyonu olmasını da getirir: Orta çağın imparatorluğunda İstanbul'un
fethine hazırlık ve savaşın süresi, savaşta Osmanlı ordusunun iletişim ağının hızı, yaşadığımız çağın Amerikan
imparatorluğunun savaşa hazırlık, Irak'ı uzaktan bombalaması ve kara, hava ve denizdeki güçlerle iletişiminin
yoğunluğu ve hızı arasındaki fark çok büyüktür. Bugün iletişim teknolojisinin akıl almaz hızı ve şebekelerle yoğun
bir iletişim ağının kurulması hem sıcak hem soğuk savaşta, hem firmaların kendi içlerinde ve aralarındaki iletişimde,
hem de dünya pazarındaki iletişimlerde, zaman kavramını "aynı andalığa" indirmişler ve yer farkıyla gelen zaman
kısıtlamasını ortadan kaldırmışlardır.
(e) Zamanı sosyalleştiren ve kıymetli bir mülk yapan iletişim teknolojisinin gelişmesi herkes için mi? Dağdaki
çoban, köydeki çiftçinin, fabrikadaki işçinin modern teknolojilerle ilişkisi ve modern teknolojilerden elde ettiği
fayda ne? Onlar için mi? Onlara rağmen mi? Onlar üzerindeki egemenliğin mi anlatır? Zamanı fetheden teknoloji,
zamanı kendi veya herkes için fethetmez, kendinin sahiplerinin amaçları için fetheder (fetheden teknoloji değil,
teknolojiyi kendi amaçları için geliştiren ve kullanan güçlerdir.) Çalışanlar için iletişim teknolojisinin gelişmesinin
anlamı üzerlerindeki kontrolun artması ve daha da gelişmesidir. İç savaşlarda iletişim teknolojisinin aynı andalığı ve
şebekelerle kumanda merkezlerinin birbirine bağlanmaları olayları duymaya, harekete, manevraya ve tepkiye
çabukluk sağlar. Aynı şekilde bir gösteriyi izleyen polisin birbiriyle ilişkisinde telsiz-telefonla elde edilen aynıandalık ve yer bakımından hareketlilik (telefon gibi yere bağımlı olmaması) gösteriyi kontrol ve kararda çabukluk
olanakları sağlar. Kısaca, modern iletişim zamanı fethederek, örneğin karar vermede ve uygulamada, pazar
ilişkilerinde, firmaların günlük yönetiminde çabukluk getirirler. Egemen için olan bu gerçek, mücadele edenler için
de, egemen güçlerinki kadar elbette olamaz, geçerlidir: Bilgisayar şebekelerinin, telefonun, internetin
kullanılmasıyla bir ülkede direnen güçler ve olaylar uluslararası alana çok kısa zamanda seslerini duyurmakta ve
destek olanakları elde edebilmektedir. Elbette bunu emperyalizmin bir keşif uçağının iletişim cihazlarıyla
karşılaştıramayız, çünkü savaş ve iletişim teknolojilerini elde etmek büyük paralar gerektirir.
(g) Zaman öyle, saat yedide haberler var, herkes haber dinler; Saat beşte buluşalım gibi basit görünümlerin çok
ötesindedir. Saat yedideki herkesin seyrettiği haber zamanı, egemen ideolojinin egemen pratiklerinin önemli bir
iletişimiyle izleyicilerin yüz yüze olduğu zamandır. Bu yüz yüzelik, örneğin egemenliğe karşı mücadelede egemen
ideolojik mesajları yeniden-anlamlandırma iletişim faaliyetlerini içerir. Bu yüz yüzelik biçimi, o zamanda başka
alternatif faaliyetlerin ve iletişimin oluşumunu engeller. Maç saatinde veya TV'de bedava seks, macera ve dönen
göbek havası zamanında, evde sevgi ve ilgi bekleyen çocuk, bu egemenlik ilişki-iletişimi içinde, bir kenara itilir.
Emperyalist ideal ve kültürün temsilcisi popüler çocuk filmleri ve çizgi filmleri seyretme zamanı, çocukları aile
eğitiminin elinden alan (veya aile eğitimini yeniden-biçimlendiren) evimizin en önemli köşesine yerleştirdiğimiz
Truva’nın atının dizginleri ele aldığı zamandır.
(g) Sosyal zaman çok ender olarak yansızdır. O da belki "boş zaman" denen zamandır ki, gerçekte o zaman da
gelişmiş kapitalist ülkelerde tüketim ve eğlence endüstrilerinin işgali altındadır. Sosyal zaman taraflıdır,
düzenlenmiştir, egemenlik ilişkilerinin bir parçasıdır. Çalışan sınıflar en önemli zamanlarını kapitaliste ve
kapitalistin devlet kuruluşlarına emeklerini satarak ücret\maaş köleliği iletişimi içinde harcarlar. İnsan zamanının,
uyku dışındaki hayatının çok az bir kısmını iş dışında geçirir. Sosyal zaman egemenlik ilişkilerine göre
yapılaştırılmış zamandır ve kölelerin yönetildiği ve çeşitli biçimlerde yaşam mücadelesi verdiği zamandır. Bu zaman
içindeki iletişim biçimi de bu yapının özelliklerine göre şekillendirilir.
(h) Zamanı değil, her şeyin bir zamanı var, sakla samanı gelir zamanı, zamanla unutursun gibi deyimler ve zamanla
ilgili sayısız türküler ve şarkılar zamanla insanlar arası ilişkilerin önemli bağıntısını anlatır. İletişim belli bir
zamanda olur ve o zamanın beraberinde getirdiği koşullara göre anlam kazanır. Öğle saatinin yemek tatili zamanı
olması ve bu saatteki, örneğin iş ilişkilerinin "yemek saati ilişkileri" biçimini alması kendiliğinden olmaz. Günde
sekiz saat haftada beş gün çalışma ve sekiz saatten fazla çalışınca fazla mesai alma, zamanın kendinin ortaya
çıkardığı bir oluşum değildir. Egemenlik mücadelesiyle belirlenen zamanın bölüşümüdür. Zaman üzerinde yapılan
kanlı mücadelelerin dinamik bir sonucudur. Resmi eğitimle kitlelere bunu unutturan egemen tarih de...
(i) İletişim ve iletişim ilişkileri zaman içinde değişir; Fakat bunun anlamı değiştiren gücün "zaman olduğu" asla
değildir. Zamanla insan ihtiyarlar, ama ihtiyarlayan ve ihtiyarlatan zamanın kendisi değildir; zaman içindeki oluşum,
gelişme ve değişme sürecidir. Zaman insanla anlam bulur. Sosyal zaman ve "zamanla değişim" üretim ilişkilerinin
değişiminin getirdiği sonuçlardır.
(j) Zaman ekonomik anlamda, hem üretim, hem dağıtım ve hem de tüketim süreçlerinde büyük önem taşır.
Kapitalist üretimde zaman "kıt" kaynaklardan biri olarak nitelenir ve teknolojinin amaçlarından önde geleni
"zamandan kazanmadır." Kapitalist için emeğin çalışma zamanı maliyetle ilişkilidir ve amaç uzun (çok) çalıştırıp,
çok üretip, az ücret\maaş vermektir. Ücret politikalarının ana amaçlarından biri budur: Ücret politikası iletişimi
biçimlerinin (örneğin beş yıllık planların tartışılması, grev hakkı, tartışılması ve sunulması) ardında bu neden yatar.
Kapitalist mülkiyet ilişkilerinin sonuçlarından biri de, çalışma zamanı üzerinde kurulan egemenliktir. Bu zamanın
örgütlenmesi mücadelesinde kapitalist sınıf kontrol olanaklarını ve baskı araçlarını ellerinde tutmaktadır.
(k) Dinlenme, kendine bakma, eğlenme zamanı iş dışı zaman ilişkileri olarak nitelenir. Bu zaman üzerinde insanların
kendi özgür kontrollarının olması beklenir. Çoğunlukla da öyle görünür. Kapitalizm kitle üretimine geçişiyle
birlikte, kitle tüketimini kontrol ve yönetme zorunluluğu altında, eğlence, sanat, dinlenme ve tüketim zamanını da
kolonileştirmiştir: Sanat, özellikle popüler kültür, eğlence, tatil, yiyecek ve içecek kültürel pratikleri, ev kültürü,
kişisel tüketim kültürü, kapitalist sermayenin ve üretimin ana girişimleri durumuna gelmiştir.
(l) Kitle iletişiminde zaman: İletişim kesinlikle kitle iletişimine indirgenmemeli; Kitle iletişimi kitlelerin iletişi
olarak anlaşılmamalı; Onun yerine, kitle iletişimi, kitle iletişim sermayesinin kendisinin ve kapitalist düzenin satışını
yapan ana kurumlardan önde geleni olarak nitelenmelidir. Geleneksel olarak kitle iletişiminde, zaman, (1) kendi
ürünlerini üretmede ve ürünün sunumunda paylaşma ölçüsüdür; Haberin bütün günlük program çizelgesi içinde belli
bir zaman alması ve hava durumu veya siyaset haberlerinin haberin kendisi içinde belli bir zaman ayrılması gibi. (2)
Ekonomik mübadelede zaman reklamcılara kiralanan mülk\değer olur: Zaman paradır. Çalışanların işyerinde, bırak
kaytarmayı, çay, kahve ve dedikoduyu, tuvalete bile gitmesi, yani üretim zamanını özel tüketimi için kullanması,
sermaye için kayıptır.
Zaman kitle iletişimi etki sorununda, örneğin yeniliklerin ayılması, benimsenmesinde sürecin bağımsız değişkeni
olarak ele alınır.
(m) Zaman kesinlikle yerden bağımsız değildir, zamanın anlamı, örgütlü egemenlik ilişkilerinin olduğu yerden
soyutlandığınında bu soyutlamanın amacı ve nedeni belirtilmelidir. Zaman yerden soyutlayıp evrenselleştirilince
genellikle gerçekliğini yitirir. Örneğin kapitalist kalkınma kuramlarında, kalkınmanın iletşiminde, "geri kalmışlık"
çizgisel bir gelişmede zaman bakımından geride olma anlamına kullanılır ve gelişme de modern teknolojileri
kullanarak bu "zaman farkını kapatma" olarak sunulur. Böylece, kapitalist gelişme yere bağımlılıktan soyutlanır ve
evrensel bir zaman süreci içine indirgenir: Örneğin, biz Amerikadan yüz sene geriyiz denir. Bu yüz sene farkını nasıl
kapatırız? 1960'larda biz "take off" (kalkış) dönemindeydik, kalkıştan sonra (uçağın kalkışını düşün) fırtına gibi
gidecektik. 1990'lara geldik, hala yerde gidiyoruz ve konu "sürdürülebilir kalkınma" biçimine büründürüldü: Peki
fırtınaya ne oldu? Geçti gitti; Üçüncü dünya ülkeleri, az gelişmişti, sonra gelişmekte olan ülkeler oldu, ardından
gelişen\kalkınan ülkeler yapıldı. Peki gelişmiş Batı ile gelişenler arasındaki zaman uçurumuna ne oldu? Zamanla
ortadan kalkacak (ninni bebeğim niiinni!); Birkaç gün evvel McLuhancılar "global köy" (yani dünya emperyalizmin
köyü olma) cümbüşü çalıyordu; Bugün Post-endüstrialistler, ilkel "global köyün" tarihe karıştığını ve insanların
"global kentte" yaşamaya başladığının davulunu çalmaya başladılar. Sovyet Rus imparatorluğu çözülüp ganimet
paylaşma yarışının başlamasıyla birlikte, davulun sesine "soğuk savaş bitti" nağmesi de katıldı. Dünya,
emperyalizmin global kenti olmadı henüz ve soğuk savaş bitmedi, tam aksine kapitalist ve emperyalist sömürünün
olduğu her yerde ve birimde bütün şiddetiyle devam etmektedir. Uçuruma ne oldu? Uçurumlar emperyalist, pardon,
demokratik iletişimle kapatılmaktadır. Bu da ne demek? Çağımızın egemen iletişim biçimi, zaman ve yeri
fethederek (yani teknolojilerle mülkiyetine geçirerek) emperyalist dünyayı örgütleme tarzı oldu.
Zaman, izleyici anketlerinde, medya tüketiminin ölçülerinden biri olarak da egemen güçlerce gasp edilmiştir.
Özlüce sosyal zaman egemenlik ilişkilerinin bütünleşik bir parçasıdır, gasp edilmiştir, sömürüye (ve özgürlük
arayışına) bir araçtır. Egemenlik ilişkilerini dinamik bir mücadele durumu olarak nitelediğimiz için, aynı zamanda,
mücadelelerin de temel bir parçasıdır.
Zaman için geçerli olanlar aşağıda inceleyeceğim "yer" için de geçerlidir, çünkü iletişimde zaman yerle bağıntılıdır.
Bunu yukarda verdiğim örneklerde ve yorumlarda gördük.
İletişim belli bir zamanda ve belli bir yerde olur (yer kavramı uzayı da içerir). Uzay ve uydu iletişimi
iletişimin yere bağımlılığını kesinlikle ortadan kaldırmaz; Sadece yer kavramında yerin kapsamı,
yapısı, kontrol, sahiplik ve yerin yönetimiyle ilgili politikalar (coğrafik-politikalar\geo-politics) gelişir
ve değişime uğrar. Yerle ilgili politikaların uygulanması yapılan iletişimin özelliklerine göre, ev, okul,
bağ, bahçe, dükkan, cami, meclis, fabrika, yol, yatak, savaş alanı, ülke, bölge, kıtada vb. olabilir.
Eskiden bir kaleyi bombalamak veya bir köprüyü uçurmak için önce gizli istihbaratla bilgiler toplanır,
planlar yapılır, toplar hedefe ulaşacak bir yakınlığa getirilir veya sabotajcılar gizlice uçurma işine
girişirlerdi. Hem çok riskli hem de uzun zaman alan bir işti. Bugün, örneğin Körfez savaşı Irak'ın
köprülerinin ve hava alanlarının ve ana yollarının, depolarının nasıl gökten uçaklarla havaya
uçurulduğunu aynı günde Amerikalı'lara gösterdi. Bağdat'a gökten ateş yağdırmak işini, Amerikan
savaş gemilerindeki askerler, emin bir uzaklıkta, Coca Colalarını içerek, biralarını yudumlayarak ve
Rock'n Roll’larını dinleyerek yaptılar. Gece yatağa giderken banyolarını yapıp rahatladılar. Bağdat
halkı sığınaklarda gelecek dakikanın korkusuyla yaşarken, biz de New York'un emin-uzaklığında
akşam yemeğiyle akşam haberinde en küçük bir şiddet ve kan dökmenin görüntülenmediği, ordunun
sağladığı yüksek iletişim teknolojisinin bombardıman uçaklarından çektiği görüntülerle uzaktan
savaştırıldık. Savaş iletişiminin (a) yere bağımlılığı klasik yüzyüzelik ve bir top atışı yakınlığı
çerçevesinden çıktı; (b) iletişimci profesyonellik ordu tarafından ustalıkla orkestralandı. Kıbrıs’tan ve
Türkiye’den kalkan uçaklar, yerle irtibatlı olarak, sürekli kesintisiz iletişimle, Irak'a saldırdılar. Sıcak
savaştaki bu yere bağımlılığın çapının genişlemesi, soğuk savaşa geldiğinde, yani üretim, pazar ve
ideolojik ilişkilerde, dünya çapındalığa ulaşır. Ayrıca sıcak savaş soğuk savaşın yoğunluğu ve kapsamı
yanında çok sınırlı kalır: Bugün yere bağımlılık uyduları da içeren küresel çapa genişlemiştir. Kimin
için? Uluslararası firmalar ve onların temsilcisi devletler için. Benim ve benim gibi bilim adamlarının
interneti kullanarak mesaj göndermeleri, bilgi alışverişi yapmaları gülünç denecek bir anlam ve
yoğunluk taşır. (soğuk savaşı kesinlikle ABD Rusya arasındaki soğuk savaşla sınırlamıyorum,
çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki mücadele ve bu mücadeleyle birlikte olan üretim ilişkisi anlamına
kullanıyorum)
İletişimdeki yer örgütlenmemiş görünen dağ başı bile olsa, iletişime yapısal bir anlam getirir: Çobanın
sürülerini güttüğü ve kavalını çaldığı yer Çankaya değildir. Eğer Çankaya'da çalıyorsa, ya kafayı
üşütmüştür ya da dileniyordur. Çankaya'lı, çobanın ovasında veya dağında boy gösteriyorsa, vay o
çevrenin ve çobanın haline ve geleceğine!!. İnsanlar arasındaki iletişimde yer büyük çoğunlukla
örgütlenmiştir, yani mülkiyet ilişkilerinin bir parçasıdır: Yukarda belirttiğim gibi, bir evdir, fabrikadır,
bakkaldır, camidir, grev meydanıdır, ofistir, devlet dairesidir, okuldaki sınıftır, azınlıkların yaşadığı ve
canlarına okunan bir bölgedir, bir ülkedir, bir kıtadır, belli ortak özelliklere sahip ülkeler topluluğudur,
dünyadır, uzaydır... Örgütlenmiş yer iletişimin biçimini belirleyen özelliklere sahiptir. Kapitalist İş
yerinin örgütlenişi, kapitalistin borazanını öttürüp egemenlik sürdürdüğü yerdir. Evin kükreyen ve her
kükreyişte ev sakinlerini tiril tiril titreten aslanı, egemenliğini bu dört duvar arasında perçinler. Polisin
örgütlenişinde, polisin iletişim yeri, polis binaları ve karakolların ötesinde, devlet düzeninin adalet
anlayışını ve bu anlayışla gelen yasalarına halkın uymasını silah gücüyle teminat altına aldığı her
yerdir: Evimiz dediğimiz yer dahil. Eğitim sisteminin insanları düzene yoğurma yeri okuldur. Polisin
teminat altına aldığı yerlerde kurulu kaideler ötesinde iletişime girmen yasaktır. Gerekirse polis
gereken biçimde seni düzene sokar, ki bunun da yolları çoktur. Peki polis gereken biçimden öte giderse
veya polisin kendisi suç işlerse, sen yurttaş olarak ne yaparsın? Alkış tutma yerine, ancak
alkışlamazsın. Yani, o nasıl suçluyu tutukluyorsa, sen de onu suç işlerse tutuklayamaz mısın? Öyle şey
olur mu, o zaman bir ülkede hapishaneler dolar ve düzeni koruyacak kimse kalmaz. Yani, yere
bağımlılık o yerin içinden (o yerin kendisinin yapısından) ve dışından gelen örgütlü ilişki tarzlarıyla
iletişimi biçimlendirir. Yer mülkiyettir; Mülkiyet ilişkilerinin egemen iletişim tarzlarının olduğu,
yürütüldüğü fiziksel çevredir. Yerin örgütlenmesi bir kavimden, kavimler birliğine, milli devlete ve
uluslararası pazara kadar değişen yerin uzantısını getirir.
Yer sahipsiz görünse bile sahibi vardır ve sahiplik veya kontrol yer-uzandıkça yeni biçimler alır:
Kristof Kolomb gibi "kaşifler" bir yeri nasıl keşfettiler? insanlarını öldürerek, zenginliklerini talan
ederek, ırza geçerek, esir alarak ve Avrupa pazarlarında köle olarak satarak... Avrupalılar Amerika’yı
"keşfettiklerinde" (yukarıdaki söylediğim anlamda keşfettiklerinde) Amerikanın yerlilerinin
topraklarına kondular. Bugün Amerika’da bir karışlık bile "sahipsiz yer" yoktur. Gasp çoktan bitmiş ve
yerini mülkiyet ilişkileri düzeninin yeniden biçimlenmesi (yeniden bölüşüm) mücadelesi başlamıştır.
Türk kavimleri de Anadolu’ya geldiklerinde Anadolu’da hiç kimse yoktu değil mi? Allah Anadolu’yu
Türkler için boş tutmuştu. Göçle gelip yerleştiler. Anadolu tarihi kavimler, imparatorluklar, ve
katliamlarla dolu "zengin" bir tarihtir. Bu zengin tarih devam etmektedir. "Küçük" bir fark eklenmiştir:
Modern çağın Anadolu kavimleri (din, ırk, sınıf ve ideolojik bakımlarda ayrılmış insanları) arasındaki
ilişki biçimlerinde "dış güçler" egemenlik kurmuştur. Anadolu ne zaman "dış güçler" tarafından
kontrol edilmedi ki? Türkü, Türklüğü ve Anadolu insanını hor gören ve toprağa bağımlı köle yapan
Osmanlılar, iç güç müydü? Cumhuriyetle hızlanan burjuva devrimi süreci Türkiye’ye burjuva
milliyetçiliğini ve bir zamanlar yarı-sömürgecilik olarak anlamlandırılan yeni-sömürgecilik
biçimlerinden birini getirmiştir. 1990'a ulaşıldığında, Anadolu’yu dinlediğimizde, Anadolu’nun
emperyalizm ve ortaklarının elinde inlemesini duyarız. Tabi bu dinlemeyi kapitalist iletişim
araçlarından yaparsak, demokrasi, bolluk, özgürlük ve güllük gülistanlık içinde bir Anadolu’nun sahteumutlarla beslenen ve korkulu gülüşüyle karşılaşırız.
İletişimde yer iletişimin bütünleşik bir parçasıdır. Yer, insan ilişkilerinde etkilenendir; Ve aynı
zamanda insanın yere bağımlılığı nedeniyle, insanın yaşamını, örneğin sağlığını, etkileyendir. Körfez
savaşındaki füzelerle, tanklarla, uçaklarla yapılan "ikna" iletişiminde en suçsuz olan yer büyük zarar
gördü (yeri havayla birlikte alıyorum). Savaşın iletişildiği her yerde çevre büyük tahribata uğradı. Bu
nedenle, gelecekteki savaşlarda, "çevre koruyuculuk" politikaları da jeopolitikaya ve jeopolitik satışa
katılacaktır.
Yer üzerindeki egemenlik en az iki biçimde gelir: Birincisi yeri gasp ederek mülkiyetine geçirmek ve
başkalarını kullanımdan yoksun bırakmak. İkincisi ise, sahip olduğu veya herhangi bir şekilde
kontrolla sömürdüğü yerin kullanımıyla ilgilidir: Teknolojik gelişmelerle yerden faydalanmayı
azamiye çıkarmak ve iletişimde yere bağımlılığı asgariye indirmektir. Yerin ekonomik amaçlarla
kullanım biçimi teknolojik gelişmelerle büyük yoğunluk ve kapsam değişimine uğramıştır: Örneğin
Karadeniz'de hamsinin ve balık türleri hemen hemen kökünden yok edilmiştir. Akdeniz Amerikan
filolarının egemenlik alanı olmuştur. Ağaçsız Orta Anadolu'da çok daha göze batan gelişme her yerde
elektrik, telgraf, televizyon direkler ve tellerin yeryüzünü kaplaması, yolların ve trafiğin ağ gibi
arazileri örmesi... Bunlar gözle görünenler. Bir kentte hava sadece karbon dioksit veya karbon
monoksit gibi gazlarla değil, aynı zamanda binlerce sinyallerle yüklü radyo dalgalarıyla, radyasyonla
kirletilmektedir.
Eskiden insan sesi\sözü sadece bağırma gücüne ve dağın veya ovanın özelliklerine göre, belli bir
uzaklığa kadar ulaşabilirdi. Ses ve söz yere sıkı sıkıya bağlıydı. Fakat okyanusların ve denizlerin altına
ve yer üstüne teller döşenerek, telgrafın, telefonun, ve ardından radyo frekansları yoluyla radyonun ve
televizyonun, sonra tele konferansların ve uydularla yapılan bilgisayarlı görüntülü konferansların
gerçek olmasıyla bu bağımlılık çok büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Her zamanki sorumu sorayım:
Kimin için kaldırıldı? Buna ekonomik, siyasal ve kültürel bakımlardan kontrol ve yönetimi geliştirme
ve ihtiyacı olanlar için... Herhalde Napolyon telgrafı zevk için veya düşmanla ortaklaşa "telgrafın
tellerine kuşlar mı konar" türküsünü söylemek için kullanmadı.
Modern jeopolitiği Alman F. Ratzel'in 1897'de yazdığı "Siyasal Coğrafya" ile başlatabiliriz. Ratzel
yeni telekomünikasyon şebekelerinin inşa edici rolü üzerinde de durdu. Jeopolitik'te yerin bölünüm
biçimi ve anlamlandırılması sömürgeciliğin yayılma politikasının meşrulaştırılması görevini yaptı.
Sömürü toprakları "yaşam yeri" olarak nitelendi. "Yaşam için hayati yer" bir tür hayvansal koruma
alanı oldu ve "koruma" saldırı, yayılma, istilalar için meşrulaştırılmış neden oldu. "Doğal yer" yeraltı
ve yerüstü kaynakların kontrolu ve kullanılmasını haklı çıkarmak için kullanıldı. Kuzey Avrupalıların
Amerika’yı kızılderililerin ve Meksikalıların elinden alması, her iki okyanusta da yayılması Josiah
Strong'un "Our Country" (1885) ve John Fiske'nin "Manifest Destiny" (1885), A. T. Mahan'ın "The
influence of sea power upon history" (1890) gibi yapıtlardaki ırkçı "ilerleme" anlayışıyla desteklendi.
Dünya sömürgecilik coğrafyasına alternatife öncülüğü yapanların başında Elise Reclus gelir. Reclus
1874 ile 1899 arasında 19 ciltlik Yeni Evrensel Coğrafyayı yazdı. Alternatifin anlamı? İnsanlar
arasında dayanışma ve evrensel kardeşliği temel olarak alan sömürgeciliğe karşıtlık...
Yerin (havanın, karanın, suyun) bir ülkenin sınırları içinde ve uluslararası, iletişim dahil kullanımı ulus
içi ve uluslararası dinamik güç yapısını yansıtır. Bu yapıya uygun olarak ulus içi yasalar düzenlenmiş
ve uluslararası anlaşmalar yapılmıştır. Amaç daima egemen bir yapının meşruluğunun belirlenmesidir.
D. İLETİŞİMİN İLETİSİ: MESAJ VE MASAJ
İleti egemenliğin ve mücadelenin iz yaptığı beynimizde hepimizin bildiği "mesajdır". Mesaj, önce
teknoloji sonra insan sıralamasıyla gelen Marshall McLuhan isimli bilim adamına göre, masajdır.
Mesajın masaj olması kitle iletişim araçları gibi "iyilikle, uyutarak, güldürerek, sevindirerek,
umutlandırarak, seksi bakımdan iştahlandırarak" olduğu iletişim biçiminde oldukça doğrudur. Bu
masaj, iletişim biçimi savaş iletişimine, grevcilere saldırı iletişimine, çalışanları ezme iletişimine
dönüştüğünde, aletli, edavatlı, kanlı, canlı, kurşunlu, tehditli, hapisli, işkenceli, şantajlı bir masaja
dönüştürülür. Masajlıkla ilgisi insan haklarını çiğneyen bir iletişim biçimine dönüşür.
Normal koşullarda (yani direnişin egemenliği pek rahatsız edemediği koşullarda), mesaj-Masaj
kapitalist pazarın tatlı dille satış iletisidir. Tatlı dil çalışmayınca ve direniş olunca, mesaj-ileti, örneğin
"bölücü var, öcü var, hortlak var, özgürlüğe saldırı var" iletişimleriyle baskı ve kafa kırma iletisi olur.
İletişimin iletisi, materyal ilişkilerden bağımsız kendi başına özgür bir varlığa sahip değildir.
İletişimde belli bir ileti vardır dedik. İleti iletenin amacını ve arzuladığı sonucu taşır. Örneğin, özel
teşebbüs sisteminin televizyon programlarında olduğu gibi, ileti, bazen, daha önemli iletileri iletmek
için kullanılan "yem"dir.
İleti (mesaj) amacın sadece paketlenip sunulanı değil, aynı zamanda aracın kendisidir: Kişinin kendi
kendine mırıldandığı özlemci bir türkü, özlemi ifade eden bir iletidir ve aynı zamanda özlemi gideren
bir araç; Bir şaka iletişiminde, şaka güldürmeyi amaçlayan bir iletidir. Bu iletiyi gülen kullandığında
gülme ihtiyacı için kullanılan bir araç olur; Eğer bu şakayı yapan bir televizyon kanalıysa veya parayla
girilen kapalı bir eğlence yeriyse, şaka\güldürü\mesaj, akılcı iletiden öte, örgütlü iletişim ağı içinde
alınıp satılan bir maldır. Bir bilet alıp sinemaya veya tiyatroya giden, veya bir otobüse binen kişinin
girdiği ilişki ağındaki iletiler somut alışverişleri anlatır.
İletişimde alışverişin karakterini (içeriğini, nasıl yapılacağını, yapılması için nelerin gerektiğini,
alışverişin yapısal özelliklerini) belirleyen özgürce ve arzulandığı biçimde iletilen mesaj değildir,
somut ilişkilerin somut çıkarlar düzenidir. Sinemaya biletsiz giremezsin, evde her zaman her istediğin
anda istediğin televizyonu seyredip istediğini yapamazsın, sana sarkıntılık yapan patronuna ancak "çek
elini elimden, ben sevgilin değilem" ötesinde "hey, eline koluna dikkat et" diye ultimatom veremezsin;
"ulan, nasıl oluyor da, fiyatlar iki günde bir fırlayıp gidiyor, satın almıyorum, lan, hadi satabilirsen sat"
diyemezsin (çünkü bu örgütlü mücadeleyi gerektirir). Kısaca, iletişim, ileti ve mesaj denince, lütfen,
hemen aklımıza "ben özgürüm, ben benim" diyen laflar, sözler, imajlar, kısaca ussal birimler yerine
"bende bir ben var benden içeri, o da benim somut ilişkilerdeki somut amaçlarım" gelsin. Kısaca,
yüzeydeki görünümü, "alınıp satılanın" ne olduğu sorusuyla anlamlandırmaya çalışalım. Bu özellikle,
arkadaşlık, aile, dostluk ilişkileri dışına çıkıldığında, çok daha ciddi bir "anlama, bilme ve ilişkilerini
düzenleme" gereksinmesidir. İlginç olan, içine girdiğimiz veya sokulduğumuz ilişkilerde, ilişkiler ve
iletişimlerle yaptığımız somutluğu ve somutluğun ussal soyutluğunu günlük yeniden-üretmedir; Fakat
bunu "anlama ve anlatma" girişimine girdiğimizde, genellikle, görünüler, imajlar, ussal ve hissel
yüzeydelikler ötesine pek az gidilir.
Lütfen şu örnekler üzerinde düşünelim: Sevgiyle dokunan bir el; Bir tokat; "işine son verdim" diyen bir
çift söz; fabrika bacalarından ve araba eksozlarından fışkıran zehirli gazlar; "Ben hepinizin
başbakanıyım" diyen bir başbakanın grevcileri uyutmaca-iletisi çalışmayınca, hırsından kudurup,
"isteseniz de istemeseniz de özelleştireceğiz" tehdit-deyişi; "iş yapmayarak ve zorluk çıkararak doyum
sağlamak ve böylece ezilmişliğinin acısını bir başka ezilmiş üzerinden çıkartma" hasta iletişim
biçiminin egemen olduğu devlet kurumlarına herhangi bir iş için giden halka çektirilen; her gün
televizyonlarda arkası dönük teşhir edilen "teroristler; ücret politikaları ve kalkınma planlarındaki
"kalkınma amaç ve projeleri" mesaj\iletilerin, duygular ve hislerin ötesinde, düzenlenmiş gerçekler
dünyasının belli, elle tutulur somutluklarını anlatmıyor mu?
En geniş anlamıyla iletişimin iletisi (1) ya kendisi alınıp-satılan maldır,(2) ya da alınıp-satılana yapısal
bakımdan bağımlıdır.
E. İLETİŞİMİN ÜRETTİĞİ: MESAJ VE MASAJIN ÖTESİ
Sırtımı kaşır mısın?
Tırnağım kırılır. Yeni yaptırdım.
İletişim hem maddi hem de ideolojik yapıların sürdürülmesi ve değiştirilmesi için zorunludur: İletişim,
bu zorunluluk nedeniyle, insan hayatının üretim gereğidir.
iletişimin ürettiklerini sayarak bitiremeyiz: İletişim aşk, sevgi ve nefret üretir; Dayanışma ve rekabet;
dostluk ve düşmanlık; savaş ve barış; ortak yaşam ve sömürü; saygı ve saygısızlık; adalet ve
adaletsizlik; eşitlik ve eşitsizlik; ezme ve ezilme; egemenlik ve başkaldırı; boyun sunma ve mücadele;
giyecek, yiyecek ve içecek; çevre bozulması ve talanı; zenginlik ve yoksulluk.. Kısaca, İletişimin
ürettiği hayatın, yaşamın biçimlerinin kendisidir. Burada, büyük bir anlama hatasına düşmeyelim:
Aşkı, nefreti, rekabeti, dayanışmayı, ezmeyi ve ezilmeyi üreten, "iletişim" denen ussal bir "karar verici
ve uygulayıcı" bağımsız bir varlık değildir. Aşk, ezme ve boyun sunma somut gerçekler ve ilişkiler
biçimlerini ifade eder ve her ilişki kendini üreten ve yeniden üreten iletişim biçimlerini getirir.
Dolayısıyla iletişim somut ilişkiyi anlatır ve insan faaliyetiyle bu ilişkinin yürümesidir. Aşkı, sevgiyi,
kapitalisti ve işçiyi üreten ilişkinin özelliğidir. iletişim bu ilişkileri, hem ilişkiler olurken hem de
yorumlanırken anlamlandırır. Aşkın nefrete dönüşünü veya kapitalistin iflas edip intihar etmesini
belirleyen, iletişimle yürütülen somut faaliyetler yapısı ve biçimidir. Değişimi yapan veya olanı
destekleyen "iletişim" denen büyülü bir varlık değil, düzenlenmişi faaliyetlerle iletişen insanlardır.
Kısaca, burada ikaz etmek istediğim şudur: iletişimi özgürce karar verme, kendi geleceğini kendi tayin
etme, değişimi veya biçimi arzu ettiği bir şekilde yapma gibi "bağımsız saptayıcı" bir varlık veya etken
olarak almayalım. Onun yerine, yapısal gerçekler ve ilişkiler içinde değerlendirelim. Aksi taktirde,
iletişimin akıl almaz şeyler yaptığına, örneğin modernleşmeye, kalkınmaya, gelişmeye (veya aksine)
neden olduğu vb. "havadan" iddialara inanmaya başlarız. Ama iletişimi yapısal ilişkiler gerçeği içinde
alırsak, örneğin "toprak reformuna ve bunun iletişimine" mülkiyet ilişkilerindeki güç ilişkileri içinde
yaklaşırsak, toprak reformunun gerçekleşmemesinin nedenini "iletişimin çökmesine, köylülerin inanç
ve tutumlarına, geleneksel değerlerine, cahilliklerine" değil, materyal ilişkiler düzenindeki egemenlik
uygulamalarına bağlayarak anlamlandırırız. Lütfen bu son cümleyi bir kez daha okuyalım ve şu sonucu
çıkartalım: İletişim bütün yukarda saydıklarımı üretmez; bütün yukarda saydıklarım iletişimle üretilir.
İletişim ekmek üretmez. Ekmek iletişimle üretilir. Bu üretme de materyal ilişkilerin egemenlik ve
mücadele yapısı içinde kendine özgü biçimini bulur.
Mumby'a göre (1989), iletişim sadece anlam yaratmayı içermez, fakat aynı zamanda anlamla
egemenlik ilişkileri üretilir. İdeoloji, iletişim ve güç arasında, bu ilişkileri belli biçimlerde
anlamlandıran mental kavramlama bağıdır. İletişimle üretilen sadece ussal kavramlar ve
anlamlandırmalar ve ilişkiler değil, tekrarlayım, daha önemli olarak, materyal hayatın kendisi ve
desteklenmesi, geliştirilmesi, değiştirilmesidir: Günlük somut ilişkilerle ifade edilen egemenlik ve
mücadeledir.
İletişimin ürettiği özgür iradenin bir sonucundan daha çok, örgütlü faaliyetlerin yapısına bağımlıdır.
Bugün tarihin en sömürgen döneminde yaşayan insanların çoğu, örneğin işyerinde ekonomik sömürü
yanında, her gün huzursuz ve baskıcı ve hatta büyük gaddarlıkla karşılaşmaktadır. Çoğu çalışan insan
hiç değilse, psikolojik huzur elde etmek için didinir. Fakat huzur ve barış, parazitin\sülüğün yapıştığı
vücuda sahiplik yanında ruhunu da rahatsız ettiği sömürgenlik hastalığında, asla elde edilemez.
Dolayısıyla, iletişim basit bir mesaj dahil sayısız şeyler üretir. Fakat üretilenin anlamı ancak iletişimin
materyal koşulları içinde gerçek, asıl anlamını bulur. İletişimle gerçekleşen insan ilişkilerinin insan
yaşamını, hayatını ve değişimi ürettiğine toplumsal yaşamın çeşitli bölümlerinden bazı örnekler
verelim:
Aile kurumunu ele alırsak sevmekten evlenmeye ve çocuk yetiştirip ölmeye kadar çeşitlenen aile
örgütünün iletişim ilişkilerinde, toplumun aile gelenekleri ve kültürü yeniden üretilir; Bu yeniden
üretim sürecinde aynı zamanda çelişkiler ve mücadeleler de yeniden üretilir. Dolayısıyla, iletişimle
olan ilişkilerde hem egemen ideoloji hem de karşıtı dinamik güç mücadelelerinin sonucuna uygun bir
biçimde yeniden-üretilir.
İş çevresindeki yatay ve dikey iletişim ilişkileri, o çevredeki sömürü ve mücadele biçiminin üretimini
yapar.
Adalet sistemindeki suç ve ceza ilişkisi hem genel sosyal egemenliği hem de adalet sistemini suç ve
cezayla yeniden-üretir.
Egemen anlayışa göre, İletişimin ürünü mesajdır, bir program, bir haber, bir film, reklamdır. İletişimin
ürününü mesaja indirgemek, bazen buna "etkiyi" katmak, iletişimi çok sınırlı anlam içine hapsetmektir.
Bu tür anlamlandırma elbette cehaletten değildir, fakat kapitalist ilişkiler düzeninde toplum
gerçeklerini sunma biçimlerinin tipik bir örneğidir.
Televizyonun ürününün çeşitli programlar olduğu ileri sürülür. Böyle bir niteleme toplumsal
üretimdeki iletişim sürecinin belli bir kesimini bir başlangıcı ve sonucu olan bir bütün olarak sunmaktır
ki böyle bir sunum bu kesiti bile doğru bir şekilde anlatmaktan yoksundur: Televizyonla iletişimde,
istersek sürecin kesimini daha da kısaltabiliriz ve bu kısaltma sonucu karşımıza bir başka gerçek
çıkar:Örneğin, stüdyodaki kameranın ürettiği ürün nedir? Resim veya görüntüler silsilesi. Kesimi
genişletelim: Evde televizyonu izleyenin aldığı ne? Görüntüler ve sesler silsilesi.. Stüdyoya geri
dönelim: Stüdyodaki kamera nedir? Görüntünun alınmasının gerçekleşmesini sağlayan, yani kitle
iletişimini üreten ana araçlardan biridir. iletişim üreten araç olan kamera aynı zamanda bir ürün değil
mi? Eğer iletişim sürecinin kesitini daha geniş alırsak, kamerayı üreten teknolojilerle göresellik içinde,
kamera bu teknolojilerin ürünüdür. Televizyonla iletişimde, örneğin haftanın belli günleri tekrarlanan
Çarkı Felek programının ürettiği "eğlence veya oyun mudur?" Programı yapan ve yürütenler için
yarattıkları şey bir üründür. Çarkı Feleğe stüdyoda katılan misafirler bir ürünün üretimine katılmakla
kalmaz aynı zamanda bu ürünün entegral, vazgeçilemez bir parçası olurlar. Televizyonlarının
başındaki izleyiciler programı izlediklerinde hem canlı eğlence\oyun ürününün üretilmesine ve hem de
aynı anda ürünü tüketerek bu tüketim sırasında sosyal-siyasal-ekonomik ve kültürel BEN'in
(KENDİNİN) yeniden üretilmesine katılırlar. Televizyonla olan bu iletişimde, izleyiciyi kattığımızda,
ürün, aynı zamanda, ne oluyor? İzleyici oluyor. Peki bu güdümlü ürünün (=izleyicinin) fonksiyonu ne?
Çarkı Felek örneğinde, program boyu reklamı yapılan malların tüketicisi olmak ve böylece sosyoekonomik düzenin yeniden-yaratılmasında belli ürünlerin tüketimine katılarak hem ekonomik-sosyali
hem de "sosyal-kendini" üretmek. Bu kadar mı? hayır, dahası var: Reklama dayanan televizyon gibi
iletişim örgütlenme biçiminde, gelirin sağlanması öncelikle reklam endüstrisine bağımlılık getirir;
Reklamcılar televizyon şirketlerinden belli nitelik ve nicelikteki izleyici-tüketici talep ederler.
Televizyon örgütleri sunumlarıyla çektikleri izleyicileri kendi-malı\ürünü olarak reklamcılara satar ve
kazanç sağlar, Bu anlamda izleyiciler TV'nun ürettiği ve reklam pazarında sattığı mal-üründür (Bu tür
tartışma için, bkz: Smythe.)
Gazete bayilerini dolduran gazeteler ve mecmualar kendileri iletişim teknolojisinin ürünüdür. Bu ürün
basınla iletişim biçiminde yazı ve resimlerle iletilen iletilerin taşıyıcısı araç olarak görev yaptığında,
gene karşımıza ürün olarak mesajlar çıkar. Fakat, televizyon gibi, ticari reklamcı basının da yarattığı en
önemi ürün izleyicidir\okuyucudur. Bu izleyici-ürün bir gazetenin tirajı biçiminde niceliksel önem
kazanarak, gazetenin sahibi için sermayenin üretilmiş-ürünü olur; Bu ürün kendi içinde sermayenindeğerini ve artık değerini taşıyan mal olarak kullanılır: Bu ürün-mal tiraj değeriyle anlamlandırılır ve
reklamcılara ve reklam veren firmalara satılır.
Buraya kadarki örneklerde, iletişimin ürettiği ürünü sosyo-ekonomik anlamda açıklamaya çalıştım. Bu
açıklama iletişimin yarattığı ürünün ne olduğunu açıklamada gerçeğin az bilinen ve az üzerinde
durulan materyal ilişkiler temelli boyutudur. Bu anlamda, örneğin kitle iletişimi sosyo-ekonomik altyapıdaki ilişkilerde, her safhasında, her kesiminde, pazarlanabilir ve pazarlanan bir ürün yaratır.
İletişimin en çok üzerinde durulan ürünü fikirler, tutumlar, davranışlar, görüşlerle ilgili olan ve
ekonomik yapıyla çoğu kez kopuk olarak, soyutlanmış olarak, ele alınan ideolojik (ve kültürel) yandır.
Bu yanda, iletişimin ürünü ekonomik pazar değeri olmadığı varsayılan eğlence, spor, haber, eğitim,
yorum adlarıyla anlamlandırılan çeşitli mesaj (veya metin) biçimleridir. Aslında, her mesajın, örneğin
enformasyonun, doğrudan pazar değeri vardır ve alınıp satılan oldukça pahalı bir emtiadır. Mesaj
biçimlerinin hepside ideolojik ve kültürel bir üründür. Sosyal iletişimin ideolojik üst yapısal
faaliyetleri sistem tutma ve sürdürme faaliyetleridir. Bu faaliyetler aynı zamanda sistem geliştirme ve
değiştirmeyi de içerir.
İletişimin ürünü ideoloji ve ideolojinin çıkıp geldiği ve geri-dönerek desteklediği materyal ilişkiler ve
sosyal üretim tarzıdır. İletişimin ürünü toplumsallaşmış kendimizdir; Sosyalin, siyasalın, ekonomiğin
ve kültürelin çeşitli biçimlerdeki "mesajlarla" paketlenmiş ussal-sembolsel anlatımından öte, sosyalin,
siyasalın, ekonomiğin ve kültürelin kendisidir
F. ARAÇ
GEREKLİLİĞİ
Fizik dersinde hocamız bize: "Bana bir dayanak ver, dünyayı yerinden oynatırım" demişti de
gülmüştük.
Şimdi de gülüyorum: Dayanak verdik diyelim, o kadar uzun bir sırığı nereden bulacak. Sırığı da
buldu diyelim, ayağını nereye basacak?
Dünyaya basarak dünyayı oynatamayız.
O zaman yolu yok mu yani?
Nükleer silahlar var.
İletişim belli bir zamanda, belli bir yerde, belli bir iletinin belli bir veya birden fazla araçla
iletilmesidir: Örneğin bir patron çaycısıyla konuşurken, sadece sözler değil, duruşlar, el, yüz ve göz
hareketleri belli bir biçimde düzenlenmiş bir dünyanın insanlık durumunun bir görüntüsünü iletir. Bu
iletişimde birçok doğal iletişim aracı kullanılmaktadır: Ses, el, kol, göz, kulak, vücut... Bu araçların
kullanımlarının hiç birisi de, sosyal ilişkilerin dikey veya dikeye yakın biçimlerinde, iletişiye giren
tarafların özgürce istediği bir biçimde olmaz, olamaz: Egemenlik ilişkisinin durumuna göre, hiç
kullanamamaktan arzu ettiği gibi kullanma biçimine kadar değişir.
İletişimin olabilmesi için iletişimi taşıyan bir (veya birden fazla) araç olması gerekir. Kulak olmazsa,
iletişim diğer duyularla yapılır. Göz olmazsa, görmeyle iletişim olmaz. Dil olmayınca veya ses telleri
çalışmayınca, ses dalgaları olmayınca, sözlü iletişim olanağı ortadan kalkar. Konuşma ile iletişimin
olabilmesi için insanın ağız yapısından, diline ve ses tellerinden ciğerlerini ve kulağını kullanmasına
kadar değişen fiziki araçlar ve ses farklılaşmalarını algılayıp anlamlandıran kulak ve beyin gerektirir.
Tel yapan teknoloji olmadan telgraf olanaksızdır. Elektrik olmadan hemen hemen bütün modern
iletişim biçimleri olamaz. Benzin kullanımına dayanan otomobil teknolojisinin benzinsizliğinin
anlamını düşünün. Osmanlı "menzil" sistemi Tatarlarının kullandığı "atlar" olmasaydı, "ulaklık" iki
ayağın hızına bağlı kalırdı.
İnsanın dilini kullanması ancak kendini kendine ve dışa ifade etme gereği duymasıyla çıkar. Bu hem
ilkel insan için doğrudur hem de şimdi için: Konuşma bir gereksinmenin sonucu yapılır. Bu
gereksinme, günümüzün insanının artan bir biçimde yabancılaştığı koşullarda sadece konuşmak için
bile olabilir. Dilin gelişmesi iletişim insanın ihtiyaçları ve ihtiyaçlarını karşılama biçimlerine göre
karakter alır. Bir nehir boyunda tek tür balık avlayan bir faaliyet biçiminde, bu balığı ve faaliyeti
tanımlayan tek bir kavram vardır. Fakat hem nehir hem de gölde on tür balık avlayan bir toplumsal
birimde, on tanımlamayla ve balık tutulan yerin özellikleriyle birlikte gelen daha farklılaşmış ve zengin
iletişim içeriği vardır. Bir balık içine sınırlanmış ilişkiler sistemindeki bir kişi çok balıklı bir iletişim
ortamıyla yüz yüze geldiğinde sudan çıkmış balığa döner: Gördüğü balık farklılığı için tanım üretmesi
gerekir, üretemez çünkü bu balık ne kendi tecrübelerinin, ne kendi üretiminin, ne kendi ortamının
ürünüdür. O zaman önünde en kolay seçenek on balıklı çevrede kullanılan tanımlamayı kulağına
geldiği biçimde tekrarlayarak benimsemesidir (ya da "balık çorbası da mı olurmuş!" diyerek dışa karşıdirenişle kendine-dönüşü ve kendinin-geçerliliğini savunarak kendi üretim yapısının sürekliliğini
sağlamaya çalışmadır.). Örneğin Radio, Radyo olur; television, televizyon; freekick frikik; touch taç
atışı; Police, polis olur.
Diyelim ki, tek tür balık tutan toplulukta tutulan balıkların tüketimi ve ilerisi için kurutularak
saklanması ortaklaşa yapılmaktadır. Bu tür ilişkiler dünyasında dayanışma ile ilgili kavramlar ve
iletişim biçimi vardır. On tür balık tutan grupta ise, herkes kendi tuttuğunu yiyor, tutamayan ise
herhangi bir servis veya takas karşılığı çok balık tutandan balık satın alıyorsa, bu grup içinde sahiplik,
takas, borç, mülkiyet, zenginlik ve fakirlik gibi kavramlar günlük ilişki biçimlerini iletişimde gelişir.
Bu gruptan biri tek balıklı grupla karşılaştığında, Kristof Kolomb Amerika’yı keşfeder: Zenginlikler
gasp edilir, insanlar esir alınarak Avrupa pazarlarında satılır.
Sosyal ilişkilerde karşılıklı-değiştirilebilen, takas edilebilen, el-değiştirilebilen araçların hepsi aynı
zamanda iletişim aracıdır. örneğin alışverişteki, bankaya yatırıp bankacı denen modern tefecileri
zenginleten para, ekonomik alışverişte değer birimi olmasıyla iletişim aracıdır.
İletişim araçları:
(a) İletişimi üretmek için gerekli teknolojiyi: kağıt, kalem, mürekkep, orman ürünleri, kılıç, balistik
füzeler, kimyasal silahlar, nükleer enerji, kadının makineli tüfek gibi çalışan çenesi ve çeneyi kapatan
çene-kapatma araçları ve elbette parayı...
(b) İletişimin işlenecek ham maddelerini: olaylar; oluşumlar; moda, soda, maç ve seksi saç peşindeki
tüketici bilincini...
(c) Üretimin yapıldığı fiziksel konum: Okuldaki dershane, ev, meyhane ve kerhane, televizyon ve
radyo binaları, parlamento, hapishane, işkence odasını...
Diyelim ki, bunların hepsi var, ama insanlar birden bire ortadan kayboldu; Mesela, kitle iletişiminde
çalıştırılacak ücretli-köleler yok, o zaman kitle iletişimin yapmak yönetici sınıfların kendisine düşer ki,
bu da yönetici sınıfları yönetici sınıf olma özelliğinden alır çıkarır. İnsansız iletişim olmaz. Olur da,
diğer canlılar içinde ve arasındaki iletişim olur. İnsansız iletişim, sömürülen, talan edilen ve öldürülen
dünyanın kendisi ve bütün diğer canlılar için özgürlük ve kurtuluş bayramıdır. İnsan, iletişimin hem
aracı hem amacı, hem üreticisi hem taşıyıcısı hem de tüketicisi olarak merkezde yer alır.
İletişim araçlarındaki nitelik ve nicelik gelişmeleri toplumların gelişmeleriyle paralel gider. Bu
gelişmeler (a) hem araç çeşitliliği, (b) hem araçlı iletişimin üretimi ve ürün dağılımı ve tüketiminde, (c)
hem de, sadece yönetim aracı sınırlarını aşıp mücadele aracı da olması yönünde olmuştur.
İletişimin aracı, kaynak sahipliği ve kullanımından ayrı düşünülemez.
İletişim aracı (veya araçlar) iletişimin gerçekleşmesini sağlarlar. Araçlar doğal veya yapay olabilir.
Doğal araçlar insanın (a) vücut organları (göz, kulak, el, ses telleri, akciğer gibi) ve (b) kendi dışındaki
diğer varlıklardır (güvercin, at, eşek, deve gibi). Yapay araçlar insanın (elinin ve beyninin) uzantısı
olarak insan tarafından biçimlendirilenlerdir: Keser, kürek, oklava, kağıt, kalem, bıçak, kılıç, ok ve
yay, füzeler, hava, su, ağaç, tel, kablo, televizyon, gramofon, plak, film, yapay-uydular vs. gibi.
Yakın tarihlere kadar Anadolu’da katır, eşek, öküz uzun mesafe taşımalarında kullanılıyordu. Kağnılar
kısa ve orta mesafede kullanıldı. Savaşla iletişimde hayvan, özellikle at, ve araba eski
imparatorluklarından beri kullanılmıştır. Avrupa’da M.Ö. 8. yüzyılda zırhlı süvariler buna eklenmiştir.
Arap dünyasında develer kuşamlarında yapılan ayarlamalarla savaşta etken bir biçimde kullanıldılar.
Hayvanın "arabaya" koşularak ulaşım ve iletişime nitelik katılması da oldukça eskidir. Eski
imparatorluklarda savaş ve sivil hayatta arabalar yaygın olarak kullanılmıştır. Osmanlılarda ve daha
elli yıl öncesine kadar Cumhuriyet devrinde arabalar çok önemli bir iletişim ve ulaşım aracıydı.
Kentlerdeki at pazarları yanında araba pazarları da gelişmişti.
İletişim araçlarının bazıları pasiftir ve her amaçlı kullanıma açıktırlar: Örneğin hava, su, kablo, kalem,
kağıt. Bazılarıysa onu yaratan teknolojik yapının ihtiyaçları ve amaçları ötesinde kullanılma
olasılıklarını oldukça sınırlarlar: Örneğin televizyon simetrik olmayan bir iletişimin, savaş
teknolojisinin araçları saldırganlığın ve adaletsiziliğin barışının iletişim aracıdır.
Beş tane veya on tane koyunu olan bir hayvancı için koyunlarının hesabını bir yere kaydetme gereği
yoktur. Veresiyeyle çalışan bir dükkancı, çeşitli perakendecilere satış yapan ve parasını kısım kısım
alan bir tüccar, perakendeciye güvense bile hafızasına güvenemez. Hesap tutma ve kaydetme
zorunluluğu çıkar. Dolayısıyla, belli koşullarda yükselen yeni ihtiyaçlar insanları bu ihtiyaçları
karşılamak için çareler icat etmeye iter. Bunun önemli bir diğer anlamı şudur: Eğer yazı icat edildiyse,
keşif peşindeki meraklı bir kaşifin keşfinin sonucu değildir. Bu bir.
İkincisi, icat edilen yazıyı bütün insanlığa mal etmek hoş bir his verir, fakat gerçekleri yansıtmaz.
Yazı, diğer her iletişim aracı gibi, herkesin ihtiyacını karşılamak için değil, ihtiyacı duyanlarınkini
karşılamak içindir.
Üçüncüsü: Bu ihtiyacı duyanlar da tüccarlar, köle sahipleri, sürü sahipleri olduğu için, yazı yönetimin,
yürütmenin, kontrol etmenin, egemenliğin bir parçasıdır. Güçsüz bırakılmış için yazı, güçsüzün
üzerinde kurulan egemenliğin aracıdır.
Dördüncüsü: Yazının kullanılışı sadece yönetimin ve egemenliğin gerekleri ötesine gitmiş ve üstünlükpsikolojisinin ifadecisi olarak kullanılır: Piramitler ve yöneticilerin isimlerini ve başarılarını anlatan
yazıt biçimleri insanlığın veya medeniyetin ihtişamını değil, hunhar bir insan kullanımı ve sömürüsünü
ifade ederler. Piramitlerin her taşı insan emeğinin, terinin ve canının ne denli amaçlarla ve ne denli
ucuza kullanıldığını öyküler. New York'ta yükselen gökdelenler de...
Bilgiyi veya enformasyonu mekaniksel süreçten geçirme (örneğin hesabı akıldan yapma yerine aletle
yapma) ihtiyacı ticarette ve yönetimde, niceliksel çoğunluk ve farklılaşmayla belirdi. Enformasyonun
çokluğu ve kısa zamanda süreçten geçirilmesi gereği önce sayım ve hesap makinelerini, ardından
bilgisayarların gelişmesiyle sonuçlandı. Amerikan istatistikçisi H. Hallerith ilk sayım makinesini yaptı
ve 1890 nüfus sayımında kullanıldı. Hollerith Tabulating Machines Corporation 1896'dan sonra
kullanılmaya başlandı. Bu 1924'de IBM oldu. IBM öncelikle küçük iş çevresi ve benim gibi evde
bilgisayar kullananların ihtiyaçlarıyla değil, büyük firmaların ve savaş endüstrilerinin ihtiyaçlarına
cevap vermekle uğraşır. Küçük firmaların ve ev ekonomisinin bilgisayar kullanmasının yaygınlaşması
IBM'i bu pazara da itti, fakat egemenlik kuramadı.
Araç insan kaynağının ve dolayısıyla zenginliğinin\mal varlığının ifadesidir. Toplumsal zenginlikler de
toplum yapısına göre bölüşülmüştür. Bu bölüşümde de genellikle küçük bir azınlık büyük bir payı
elinde tutarken, büyük bir çoğunluk küçük bir parça üzerinde rekabete sokulur. Bu küçük parça da
sadece yasamın temel gereksinmeleri sınırından öte çok az gider.
G. İLETİŞİMİN İLETECİSİ: SADECE POSTACI MI?
Bizim postacının yokuşu tırmanacak hali kalmazdı. Dermansız, ayakkabı tamircisinin
sandalyesine çökerdi. Mektupları çocuklara verir, onlar iletirdi.
Çocuklara güvenilir mi?
Devlete güvenmektense çocuklara güvenmeyi tercih ederim.
Ama çocuklar açar okur, oyuncak yaparlar.
Devletin açıp okumasındaki niyeti ve sonucu düşünürsen, çocuklara bahşiş verirsin.
"İletişim belli bir zamanda, belli bir yerde, belli bir iletinin, belli iletici(ler) tarafından, belli bir veya
birden fazla araçla iletilmesidir" dedik. Egemen iletişim ideolojisinde bu ileticiye gönderen\gönderici
denir. Gönderen hemen her seferinde iletiyi sunan olarak gösterilir veya öyle görünür. Bu görünüm
ideolojik egemenlikte epey görevseldir. Çünkü, örneğin televizyona baktığımızda haberi gönderen ya
giyinişiyle erkek modasının reklamını yapan tok sesli biridir ya da vücudunun her milimetresi moda,
parfüm, kozmetik endüstrilerinin mallarıyla kaplı kadın kılığındaki biridir, ya da ikisi yan yana
rekabetçi beraberlikte süzülürler. Gönderen bu kişiler midir? Evet ve hayır. Evet, bir paketi ileterek
gönderen onlardır. Hayır, paketi hazırlayan olarak, gönderen onlar değildir, onlar sadece aylıklı
"hazırlanmışı sunan\yükleyen\taşıyan aracı" araçtır. O zaman, gönderen, haberi yazan, görmediğimiz
profesyoneldir. Bunun da, birazı doğru, çoğu yanlış: Biraz doğruluğu haberin yazıldığı. Çoğu
yanlışlığı, haber bir kişi tarafından üretilmez, birden fazla emeğin bir ürünüdür (Bu özellikle kitle
iletişiminin her ürünü için apaçık bir gerçektir.); İletişim profesyoneli, kendini öyle sanır ama paketin
yapıcısı değildir, paketi paketin kabul ettiği biçimde doldurucusudur. O zaman iletişim profesyonelleri
göndericilikten çok bir çeşit "tezgahtarlık" yapmaktalar: iletişimin iletilmesinde önemli bir konuma
yerleşmiş\yerleştirilmiş "hazırlayıcı aracılar." Geriye ne kaldı? Bir iletişim örgütü, onun gerisinde, bu
örgütü biçimlendiren egemen bir yapı ve yapının ideolojisi, bunların temelinde mülkiyet ilişkileri...
Kitle iletişiminin haberini gönderen, en doğruya yakın biçimiyle, belli bir özel ve bu özelin temsil
ettiği sınıfsal-genel çıkardır. Özel çıkar gönderen örgütün sahipleri ve sınıfsal-genel çıkar da örgütün
sahiplerinin ait olduğu sınıftır.
İletişimin amaçlı iletiye girişen bir ileteni\göndereni vardır: İleten iletişimin mesajını paketleyen olarak
nitelenir. İletenin ille ki (a) mesajın dışında, (b) mesajı hazırlayan, (c) mesajdan ayrı bir karaktere sahip
olması gerekmez. (d) İleten iletici gibi görünen postacı (aracı) olabilir. (e) ileten bir gönderici insan, (f)
örgüt, (g) grup, (h) sınıf, (i) ulus olabileceği gibi, (j) iletinin (mesajın) kendisi de olabilir veya (k)
mesajın kendisi ileteni göz önüne serer veya saklayabilir. İşkence iletişiminin yapıcısı (ileticisi) ve
üzerinde işkence yapılanı (iletiyi alan) ve işkence aleti (iletişimin aracı) göz önünde, apaçık durur.
İşkencenin ileteni olarak görünen polis, devlet denen örgütlü terörizmin devlet denen örgütlü yapıda
ifadesini bulduğu belli bir egemenliğin maaşlı-kölesi durumundaki uzantısıdır (ücretli çalışan bir maşa,
terör politikalarını uygulayan ve mekaniksel\teknolojik terör aracıyla bütünleşmiş bir araçtır). Polisin
kullandığı işkence aletleri egemenliği kaba kuvvetle tutma teknolojisinin belli amaçlı kullanma
aracıdır. Üzerinde işkence yapılan (iletiyi alan) egemenlik ilişkilerine karşıtlığı anlatır. İşkence
iletişiminin amacı sadece işkence edilen değil, işkence edilenin temsil ettiği karşıtlığı kaba güçle
sinmeye, susmaya, boyun sunmaya zorlamadır.
Evimizdeki televizyon denen alete kapalıyken baktığımızda, ne görürüz? Bir teknolojik araç. O kadar
mı? Hiç de değil. Araca bu bakışla başlattığımız iletişimde, bilinç durumumuza göre, anlamlandırmalar
oluşur beynimizde: TV kapalı halinde bile bize mesajları gönderen iletici olur.
Bize ne der bu iletici?
Ben senin evine senin elinle sokulmuş, sana haber, eğlence, spor vs adları altında ekonomik ve
ideolojik satış yapan, senin özlemlerini ve bağnazlıklarını gıdıklayan ve seni tüketime teşvik eden bir
aracım. Kapitalist teknolojinin ve düşünü tarzının göz bebeğiyim.
Böyle bir şey söyler mi? Asla. Onun yerine, ben senin dünyaya açılan pencerenim der. Sen de hava
almak için açarsın, ciğerlerin Marlboro ile, Shell'le, BP'le bayram eder; Dışarı bakmak için açarsın, hep
aynı kişiler, hep aynı teraneler, hep aynı satış, ayrı kılıflarda, kaplarda, renklerde, giyside olsa bile, hep
aynı hep aynı...
Odada kapalı duran TV o duruşuyla bile anlamlar ileten bir araçtır. Bir adım daha atalım: Odanın
köşesinde kapalı duran TV ile iletişimde TV nasıl araç olur? Örneğin, "ben senin sevginim; üzüntün,
kederin, dert ortağın, beraberlikte yalnızlığa çeken, paylaşmadan nefret eden kıskanç arkadaşınım;
dünyaya açılan pencerenim; aç beni" der. Sen de, açarsın. Sesler ve görüntüler doldurur odanı birden.
Televizyon (a) bu seslerin ve görüntülerin ve (b) senin açma nedeninin amaçlı aracı olur. Evimizin
köşesinde kurulmuş oturan TV, bir egemenliğin ileticisi, mesajı, teknolojik aracı ve amacının en
önemli ilk aşamasını tamamlamış (yani evimize girmiş) ürünüdür.
İletişimin ileticisi "mesajı gönderen" tanımlamasıyla gelen basitlikten çok ötededir.
H. İLETİYİ ALAN: O DA KİM OLUYOR Kİ?
Tanımı genişletmeye devam edelim: İletişim belli bir zamanda, belli bir yerde, belli bir iletinin, belli
bir ileten(ler) tarafından, belli bir veya birden fazla araçla, belli alıcı(lara) iletilmesidir. İletiyi gönderen
bu iletiyi kendi için belli amaçlarla paketler ve sunar. İletiyi alan da, belli ihtiyaç ve amaçlarla günlük
faaliyetlerde bulunan insandır. İletiyi isteyerek almayabilir: İleti amaçsız göz atma sırasında veya
yolda yürürken gözüne ilişen bir reklam veya olay olabilir. Amaç bu göze ilişmeyle, rastlantıyla
belirlenir: Bakar, anlık bir yorum yapar ve, örneğin, geçer gider. Bu iletişimle karşılaşma ve anlık
yorum iletiyle anlık, önceden hazırlanmamış, planlanmamış amaçlı ilişkiyi anlatır. Yani, iletiyi alanın
iletiyle ilişkisi önceden kendi tarafından planlanmış bir girişim olabilir veya iletiyle rastlantıyla
karşılaştığı anda oluşabilir.
İletiyi alan sadece "vur sineme öldür beni" diye duran değil, aynı zamanda, bunu bile derken, iletişimin
herhangi bir noktasında, amaçlı bir iletişime girmektedir. iletiyi gönderenin bir amacı var, alanın da bir
amacı: O zaman iletişim amaçlar çakışması, amaçlar uyuşması, "ortak referanslarla" ilişkide bulunma
olmaz mı? "Ortak referanslar ve amaç uyuşması," bu referanslar ve amaçların olduğu (oluştuğu ve
geliştiği) egemenlik ve mücadele yapısında gerçek anlamını bulur: işverenle işçi ilişkisindeki amaç
uyumunu ve bu uyumun anlamını düşünün!!.
İletenin iletiyi alanı vardır. İleti alınmazsa, hedefini bulamayan veya patlamamış kurşun gibi bir yere
düşer, kaybolur, çürür gider. Acaba? Belki de, çocuklar bulur ve oynarlar; Oynarken ya ellerinde patlar
ya da radyasyon salarak çocukların bütün geleceğini mahveder.
İletiyi alana alıcı, izleyici, okuyucu, dinleyici, öğrenci, seyirci gibi isimler verilir. İletiyi alanı
soyutlamadan ve izleyici vb gibi ne olduğu belirsiz bir karakter vermeden çıkartmak gerekir. İletiyi
alan aile birimi veya aile birimi içinde biri olabilir; Bir öğrenci, bir öğretmen, bir kurumdaki çalışanlar,
TRT programcıları, küçük çiftçi, esnaf, memur, işçi, bir firmanın yöneticisi veya yönetici kadrosu
olabilir. Dikkat edersek izleyici ve dinleyici kavramlarında eşitcil bir iletişim ilişkisinin anlatımı yok.
Aksine dikey, yukarıdan aşağı doğru akan bir kademeleşmiş iletişimin anlatımı var. İzleyici ne yapar
ve ne yapamaz? Üretemez, üretileni izler; İzletemez, izleteni izler. Dinleyici, dinletmez, dinleteni
dinler. Öğrenci öğretmen tarafından öğretilir. Seyirci sadece seyirle katılır. Bu kavramların ilettiği,
aynı zamanda, iletişimde bir kademeleşmenin olduğunu ve bunun meşruluğunu ve evrenselliğini
anlatır. Böylece, örneğin, öğrenci öğretmeni öğrenmek için izler. Öğretmenin doğruyu söylediğini ve
öğrencinin izleyiciliğini kim garantiliyor? Eğitimin egemen yapısal üretim ve ilişkiler düzeni...
İleten, ileti, araç gibi, iletiyi alan da toplumsal yaşam gerçekleri içinde belli bir yer alır ve bu yere ve
bu yerdeki girişimlerinin biçimlerine göre bir anlam kazanır. Buna göre iletiyi alan boyun sunucu
ücretli\maaşlı kölelerin bir parçası olabilir; Ya da örgütlü karşıtlığın ifadecisidir. Yahut da hoşuna
gitmeyen ve amaçlarına ters düşen iletileri kolayca çöp tenekesine atabilecek güce sahipliği anlatabilir.
Veya kendine yapılan haksızlık karşısında elinden bir şey gelmeyip çaresizlik içinde ağlayan bir
memur olabilir. Ya da bu ağlayan memuru çaresizliğe iten, ağladığı için azarlayan ve tatminden dört
köşe olan güç kullanıcısı olabilir. Televizyonun genel izleyicisi sadece tepeden-aşağı bir iletişim
akımının alıcısı değil, aynı zamanda, bu iletişimle gelen niceliksel amaçlar çokluğunun arasından kendi
sömürüsünü seçen durumundadır: Siyasal, kültürel, ekonomik "modaları" izleyen ve kendi yaşamını bu
modalar peşinde kurma amaçlarına katılmayla düzenlemesi istenendir. Ayrıca, iletiyi alan bir amaç, bir
sonuç veya bir aracı-taşıyıcı olabilir.
I. İLETİNİN AMACI: ÖPÜLDÜN! HABERİN VAR MI?
İletişim belli bir zamanda, belli bir yerde, belli bir amaçla hazırlanmış, belli bir iletinin, belli bir
ileten(ler) tarafından, belli bir veya birden fazla araçla, belli bir alıcıya (alıcılara) iletilmesidir.
İletişim ne etkiye ne de bilginin veya enformasyonun iletilmesine indirgenmelidir. Okulda, sınıfta,
öğretmen öğrenci ilişkilerinde bile enformasyonun, bilginin, kültürün ve ideolojinin aktarılması
karakterini taşımasına rağmen, her şeyden önce insanlar arası bir ilişkidir. Kitle araçlarının
haberlerinde de benzer şekilde, insanlar arası ilişki aracılanmış bir ilişki olarak ortaya çıkar. Kitle
iletişiminin mesaj, bilgi, enformasyon, dedikodu iletmesi soyut semboller alışverişinden çok somut
ilişkilerle ilgilidir. İletişim belli amaçlı ilişkidir. Bu amaç arkadaşlık kurma ve sürdürme, dayanışma,
rekabet, çekişme, kavga, bir şey verme veya alma, sömürme, sevme, barış veya savaş gibi sayısız ilişki
biçimleriyle ilgilidir.
İletinin amacı bir sonuç elde etmektir. İletinin sonucu iletinin amacıyla, güç ilişkilerinde tarafların
durumuyla, iletişinin türüyle ve kullanılan araçla bağımlı olarak değişir. Amaç tek taraflı almayı, az
verip çok almayı veya paylaşmayı içerebilir. İletişimde, iletiyi paketleyen ve gönderenin amacı,
amacın amaçlandığı alıcının herhangi bir amacıyla herhangi bir şekilde çakışma taşımıyorsa, boşluğa
atılmış bir tüfek gibidir; Fakat bu ortaklık veya çakışma ille ki özgürlükçü ve tarafların arzuyla
katıldığı anlamına gelmez: Olurya bir kuş kazara veya istekle önüne geçip kendini vurdurabilir.
Demek istediğim: İletişimde hem iletici denenin hem de alıcı denenin amaçlı girişimleri vardır.
Televizyon sanan beni aç beni aç diye yalvarmaz, bileğini de bükmez, parmağını da ısırmaz. Ev
konumundaki TV ile olan iletişimde, televizyonun düğmesini çeviren de, sadece evde ses olsun diye
düğmeye bassa bile, belli bir amaç güder.
Elbette her iletişimde iletenin gücü sınırsızlıktan oldukça sınırlılığa kadar değişebilir. Ayrıca, gücün
sınırı iletişimi başlatıncaya kadar az olabilir, fakat ondan sonrası baskı ve egemenlik ilişkileri
getirebilir. Bazı durumlarda (iletişim koşullarında) gönderici-ileticiden iletiyi alan almaktan başka bir
seçeneğe sahip değildir: Esirdir, köledir, tutukludur, hapistedir, işkence odasında ayaklarından
sallandırılmıştır. Buradaki amaçlı iletişimde, amaç çatışması zorlamalar ve direnmeler özelliklerini
taşır. Seçeneksizlik "sırılsıklam aşık olma" ortamında, sırılsıklam aşığın sırılsıklamlığı, amaç, araç ve
hedefle ilişkisindeki sırılsıklamlığındandır.
Sendikasız bir işçiyi işinden atmak isteyen bir patron için, iletişimin amaçlı sonucu anlık ve kesindir:
"Şimdiye kadar verdiğin hizmet için teşekkür ederim. Sana artık ihtiyacım yok." İletişim böylece
arzulanan amaçla sonuçlanır. Kimin arzuladığı amaçla?
Bir işçinin ücret artışı veya izin istemesi iletişiminde, iletişinin amacının arzulanan sonuca ulaşması
işçinin kontrolunda değildir. Sonuç alınabilir de alınamazda. Hatta işten atılmasıyla bile sonuçlanabilir.
Bir grevi takip eden sözleşmeyle elde edilen ücret artışı amaçlı bir iletişimin sonucudur. Bu iletişimde
taraflar amaçlı mücadeleler vermişler ve belli bir sonuca ulaşmışlardır. Fakat bu sonuçla devam eden
ilişkilerde, ücret politikalarının ayarlanmasıyla, örneğin ücret artışının kiralara, tüketim malları
fiyatlarına yansıtılmasıyla, işçilerin elde ettiği bir sonuç, sermayenin amaçlı bir diğer girişimiyle gelen
bir sonuçla yeniden biçimlendirilir. Bu da süregelen mücadeleyi yeniden üretir: İletişimin her amacı
herhangi bir sonucun ve bu sonuç da yeni bir başlangıcın veya eskiden süregelenlerin üreticisidir.
J. AMAÇSIZ İLETİŞİM: NİYETSİZ ORUÇ?
Beni en çok eğlendiren şeylerden biri de gençlerin (ben dahil) egemenliğin simgelerini ve anlatımlarını
"tahrif ederek" yeniden yorumlamalarıdır. Bazılarının dilinden düşmeyen bir türküsü: "Bir zamanlar
bir yar vardı, bakmaz oldu yüzüme; başkasına bel bağlamış, canı çıksın bana ne!." Bazıları bunu
Merkez Bankasından yürüttükleri torbalarla dolu örtülü ödenekleri taşırken söylerler.
İletişimde amaç istemle ilgilidir. Amaçsız iletişim bir istemin\kastın olmadığı iletişimdir. Kasıtsız veya
amaçsız (kastın veya amacın olmadığı) iletişim olur mu? İletişimi bir tarafın diğerine bir amaç için, bir
etki için mesaj göndermesi (veya mesaj araması) olarak ele alırsak, amaçsız iletişim olmaz.
Peki insan amaçlamadan bir iletişimin parçası olamaz mı? İnsan istemeden mesaj göndermez mi?
İstemeden mesaj almaz mı? Kısaca, amaçlamadan, kendi istemi olmadan bir ilişkiye girmez mi? El
cevap: Girer. İstemsiz iletişim istemeden, arzu etmeden, amaçlamadan, bir iletişime araç, gönderen
veya alıcı olarak sokulmaktır.
Amaçsız iletişim, en iyi ve geçerli şeklîyle, kazayla, rastlantıyla, umulmadıkla, beklenmedikle olan bir
iletişim durumunu anlatır. Amaç belirlenmeden ya amaçlı bir iletişimle karşılaşırız, ya da amaçlı bir
iletimizde amacımız dışında, amacımıza uygun veya amacımızı karşıt, iletiler göndeririz. Bir adam
evinin eşiğinden adımını dışa atarken sağ ayağıyla başlamaya önem vermesi ve dikkat etmesi belli
nedenlerle güdümlenmiş iletişimi anlatır. Bir diğer insanın hangi ayağını attığını düşünmemesi, önem
vermemesi, bu çıkış iletişimine sağ veya solu katmaması, amaçsızlığı anlatmaz. Belki de bu kişi öyle
bir ihtiyacı duymuyordur, aklından bile geçmiyordur, veya gülünç ve anlamsız buluyordur.
Dolayısıyla, amaç bu anlamsız bulmayla anlam kazanır.
Amaçlı iletiyle rastlantı veya kaza olur olmaz amaçlı iletişim de başlar. Kazadan kaçma davranışı,
rastlantıda hoşuna gitmeyen birini görmemezlikten gelme, hoşuna giden biriyle konuşmaya gitme
davranışı, amaçsızlığı amaca döndürür.
Bu nedenle, amaçsız iletişim olmaz veya iletişimde aynı zamanda amaçsız iletişim de vardır, diye bir
değerlendirme veya tanımlama yaptığımızda, bunun anlamını açıkça nitelememiz gerekir.
1. Kendiliğinden olma, normallik görünümü
Bazı iletişim ilişkisi, amaçsız, istemsiz, daha doğrusu kendiliğinden oluyor görünür:
Birlikte yaşayan insanlar, sokakta yürüyen insanlar, çalışan, kahvede tavla atan, evde
televizyon seyreden insanlar isteseler de istemeseler de "kendiliğinden, normal" sürekli
iletişim içindedirler. Yolda yürümeyi ele alalım. İnsanlar neden kalabalıkta birbirine
çarpmadan yürürler? Neden bazen birbirine çarparlar ve bu çarpma kazadır? Yolda
yürüme iletişimi insanın zaman ve yeri (mesafeyi) kendi dışındaki bir nesneye veya
insana göre, o nesnenin veya insanın hareketiyle kendi fiziksel hareketi arasındaki zaman
ve mesafeyi dengeleyerek, kullanarak yolda yürüme, oturma, yan yana yürüme, geçme ve
çarpışmama iletişimini sağlarlar. Bu iletişim sözsüz olarak duyular ve öğrenilmiş kültürel
pratiklerle yürütülür: Ben araba sürdüğümde öndeki arabayla hızıma göre öndekinin
birden bir durması durumunda ona çarpmamak için yeterli mesafe bırakırım. Bu
Amerikan kültüründe araba sürmede öğretilen dışla iletişim biçimidir. Türkiye'de 100 km
hızla gidiyorsun, arkadan aynı hızla giden bir araba, dikiz aynasından bakıyorsun,
sürücünün yakasındaki kiri görüyorsun; o kadar yakın. Benim ödüm kopuyor. Fakat aslan
Türk insanı egemen bir araba sürme iletişim tarzının günlük pratiğini yapıyor. Bu pratik
de, akılcı felsefe ve insanın rasyonelliğini ileri süren bilimsel kuramla alay ediyor. Bu
pratik elbette sayısız iletişim kırılmaları ve hayata mal olmaktadır. İletişimin kırılması
durumlarında (örneğin bir kaza olması veya bilinç altında otomatik olarak yürütülen karar
vermede kararsızlıkta) öndeki arabaya çarparsın. Veya yolda yürüyorsun; karşından gelen
biri sola gider sen de sola gidersin, çarpışmamak için ikiniz de durursunuz. Sonra sen
sağa gidersin, o da sağa. Sonra sola, sonra sağa derken, sokağın ortasında tanımadığın
biriyle tangoya başlarsın. Normal insanlar bu iletişim kırılmasını gülümseyerek, özür
dileyerek geçiştirirler. İki insanın arzu etmedikleri, planlamadıkları, amaçlamadıkları
anlık bir dans ilişkisi böylece sonuçlandırılır.
2. Normalleştirilmiş zorunluluk
Eğer insanlık tarihine bakarsak, günümüz dahil, insanların çoğunluğunun
normalleştirilmiş zorunluluğu yaşadıklarını görürüz. Bu istemsiz iletişim egemenlik
ilişkilerinde insanların zorunlu olarak belli ilişkilere sokulmasını anlatır. Bu ilişkiler
ekmek parası adına arzu etmediği bir işi yapmaktan, devlet terörünün kullandığı işkence
iletişimine konu olmaya kadar sayısız çeşitlilikler gösterir. Sokakta geçen bin kişiye
"eğer elinde olsaydı, şimdiki çalıştığın işte çalışır mıydın yoksa başka bir şey mi
yapardın?" diye sorsak, tahminime göre, büyük çoğunluk başka bir şey yapardım diye
cevaplandırırdı. Ücretli\maaşlı kölelik ilişkilerinin egemen olduğu bir ortamda, insanların
çoğunluğu yaşam boyu istemsiz bir iletişim ağı içine sokulurlar. İnsanlar istemeden veya
gerçek istemlerinin dışında, emek sömürüsüyle kar sağlama amacına araç olurlar.
Amaçta kasıt vardır, bu kasıt açıktır veya gizlidir. Kasıt kişinin hatta bilinçli olarak
yaptığı bir şey olmayabilir. Bir iş adamının amacı kar yapmaktır ve bu amaca uygun
olarak yaptıklarından biri de ücret politikasını saptamaktır. Bu politikayı saptamada, bu iş
adamının amacı yanında çalıştırdığı amcasının oğlunu aç bırakmak değildi (olabilir de).
Tam aksine iş verdiği için her iki taraf da memnundur. Bu iş adamının uyguladığı ücret
politikasının amacı karını artırmaktır. Diğerlerine zarar verme amacı, kastı "normal"
olarak yoktur. "Aç ve yoksun bırakayım da görsün" diye yola çıkmaz. Kapitalist üretim
biçiminde
amaç,
soygun
ve
sömürü
ve
talan
kasıtı
etrafında
BİÇİMLENDİRİLMEMİŞTİR, kar azamileştirilmesi ve birikim etrafında toplanmıştır.
Yoksun bırakma, talan ve zarar, bu amaçların gerçekleştirilmesi faaliyetleri sırasında
ortaya çıkar. Yani kapitalizmde kasıt, kar ve birikim amacıyla birlikte gelen, sistemin
kaçınılmaz yapısal karakteridir. Kapitalizm yarattığı yoksunluk ve yoksulluğa çözüm
bulmak için her yıl milyarlarca dolar para harcar, araştırmalar yapar ve politikalar
uygular. Yardımlar, bağışlar ve hediyelerin ardı arkası kesilmez. Fakat yoksunluk ve
yoksulluk devam eder. Yoksulluğun nedeni insan niyetiyle ilgili değildir, kapitalist
sistemin örgütlenmesi ve iş görme biçimiyle ilgilidir. Kapitalizm bir yandan yoksulluk
yaratırken, aynı zamanda yoksulluğu ortadan kaldırma olanağı vermez. Buna ilerde
yeniden döneceğiz.
Normalleştirilmiş zorunluluk iletişimin yapısını, iletişimdeki kastı, amacı ve sonuçları
meşrulaştırır, normalleştirir, evrensel kaçınılmaz gerçekler olarak sunar.
3. İstemeden gönderilen iletiler
"İstemeden mesaj gönderme ve değerlendirilme," gönderenin farkında olmadığı veya
iletişime sokmayı istemediği, veya saklamaya çalıştığı, amacı olmadığı halde karşıdaki
tarafından iletişime sokulan verilerdir. İstemeden mesaj göndermede, mesajın kaynağı
arzusunun dışında iletişime sokulur. Bu iletişimden haberi bile olmaz veya bu iletişimin
sonunda kafasına kurşun sıkılıp öldürülmeye kadar giden sonuçlarla karşılaşabilir. Ya da,
yaptığı yolsuzlukların açığa çıkarılmasına rağmen, toplumda tuttuğu yer sarsılmadan
yaşamına devam eder.
İnsanın duruşu, giyinişi, yürüyüşü, fiziksel yapısı, kravatının rengi, giydiği ayakkabının
markası, saçının ve gözünün rengi, arabası, yaşadığı yer ve yaptığı iş vb., o kişiyle ilgili
iletişimde bulunanlar, düşünenler değerlendirme yapanlar için veriler olarak kullanılır.
Böylece, kişi istemeden, farkında olmadan, kazayla ve ya kendi gerçeği ve yaşam
tarzıyla, giyinişiyle, konuşuşuyla, yiyişi ve içişiyle, oturup kalkışıyla, ne iş yaptığıyla,
neyi nasıl söylediğiyle değerlendirilir.
Bir veriyi (konuyu, olayı, özelliği, değeri) iletişime sokmayı istemek veya istememek
iletişimde kontrolün kimin elinde, nasıl olduğu ve yoğunluğuyla anlam kazanır.
Belediyenin "çevremizde çöplük istemiyoruz" diye direnenlere karşı "vurucu veya özel
A-Timi"ni kullanması veya kullanmaması direnenlerin elinde değildir. Boynuzlu kralın
boynuzu olduğunu göre göre, bunu söylemekten kaçmak da öyle.
İnsan iletişime sokmak istemediğinin, genellikle farkındadır, bilincindedir. Milyarlarca
lirayı zimmetine geçiren veya rüşvet alan, bunu saklama veya açığa çıktığında hiçbir
zarar görmeme durumu güç ilişki yapısının özelliğine bağlıdır: Eğer bu yapı egemen
grupların hırsızlığını ve rüşvetini pratikte meşrulaştırmışsa, herkes bu yolla köşeyi dönme
yarışına girer. İletişime sokulmak istenmeyenin, fakat istemeyerek sokulanın etkisi
böylece anlam ve sonuç değişikliğine uğrar.
Toplumdaki birimler içinde ve arasındaki güç kompozisyonu ve anlayışı " istenmeyeni"
aynı biçimde anlamlandırmayabilir: Kulağına küpe takan genç oğlan bunu Maradona
veya sevdiği bir yıldız yaptığı için kendine değer katmak (veya baskıya karşı direnme
ifadesi olarak) takabilir. Annesi için güzel görünebilir. Babası için "erkeğin
kadınlaşması" olarak nitelenebilir. Kuyumcular için, satış ve kar demektir. Bizim
mahalleden bu genç geçseydi, kulağını kopararak kulağından alırlar küpeyi ve dayakla
"karı mısın lan sen" diye analara hakaret etme iletişimine girerlerdi. (Analarını beş
paralık olarak gören bir kültürün egemenliği bu tür iletişimlerle yaşatılır. Eğer "saçı uzun,
aklı kısa" bizi doğurduysa, o zaman, bizim aklımız, nasıl uzun oluyor? Erkek olduğumuz
için mi?!).
4. Planlanmış rastlantı: İşgal ve tecavüz iletişimi
Planlanmış rastlantıyla amaçlanan bir kişi veya grup (bir hedef) planlayanın arzu ettiği,
umduğu bir iletişime sokulur. "İstemeden mesaj alma ve değerlendirilme" kaza olmayan
amaçlı iletişimin bir parçasıdır. Reklamlar, düşmana veya birine saldırmak için pusu
kurma, biriyle karşılaşmayı tek taraflı olarak planlayıp uygulama bu tür iletişime birkaç
örnek olarak verilebilir.
Eğer iletişime yaşanan bir gerçekteki anlamlandırmalar ve faaliyetler ağı olarak bakarsak,
amaçsız iletişim olgusu anlamını yitirir veya iletişimde amaçsızlık yerine amaçlı
iletişimde önemli bir parça olarak ele alınır ve anlamlandırılır.
Amaçlı iletişimin yüz yüzelik dışındaki olanlarının çoğunda, gönderen bellidir. Sevdiğine
yazılan mektupta, sevgini veya öfkeni, ne arzu ediyorsan onu iletirsin. Ama mektubu,
broşürü, televizyonu, radyoyu, sokaktaki afişi amaçlı bir (ekonomik, siyasal veya
seksüel) iletişimi yapmak için kullanıyorsan ve alıcıyı genel karakterleri ötesinde
tanımıyorsan, alıcı durumundaki insanlar senin bu mesajını gördüğü, duyduğu veya
rastladığı zaman, çoğu kez senin mesajını arayış içinde değildirler. Kesinlikle arayış
içinde olmadığı gibi, istemediği, sevmediği, duymak veya görmek veya rastlamak
istemediği bir iletişim olabilir. Komşunun çocuğunun bilmem ne rock denen ve
mutfağındaki bardakları bile hoplatmaya başlayan müzik-dangırtısını sen herhalde
istemedin. Ama zorunlu olarak bu iletiyi alma ve sinirlenme durumuna düştün. Apartman
yaşamı istenmeden alınan iletişim ve bu iletişimin devamı olarak kavgalar ve
küskünlükler örnekleriyle doludur. Müzik-dangırtı iletişiminde, ileten kişinin seni
rahatsız etme kasıtı var mı? Bırak bu tür kasıtı, iletenin senin ne isteyip istemediğin,
varlığın veya yokluğun umurunda bile olmayabilir. Veya psikolojik olarak " kendi zevk
alışını" dışa ileterek zevk alma iletişimiyle dört köşedir belki de (varlığını, "ben
buradayım, ben de varım" demeyi, tanınmayı arayış biçimi.)
İstemeyerek girişilen ve kentsel yaşamın her anını ve yerini işgal eden, kırsal alana kadar
gittikçe hızla yayılan bir "işgal iletişimi" de, özellikle uluslararası şirketlerin, onların
ortakları firmaların ve özel teşebbüsün reklamlarıdır. Bu reklamlar doğal çevrenin
değiştirilmesi ve ticari amaçla kullanılması ve kirletilmesine ve peyzajın ticari amaçlı yer
biçimine dönüştürülmesini ortaya çıkarırlar. Kentlerde kafanı her döndüğün yerde üst
üste, yan yana, alt alta yerleştirilmiş mesajlar ordusunun saldırısıyla yaşarsın. Bu saldırı
egemenliğe boyun sunma yaratarak, günlük yaşamın çirkin bir parçası olur. Çoğu kez
insanlar bu çirkinliği yaşar ve görmezler veya görmemezlikten gelerek kaçış ararlar.
Kafanı her döndürdüğün yerde Marlboro, Coca Cola, Pepsi, araba, ve tüketici eşya
reklamlarıyla gözgöze gelirsin. Çevremizin ve iletişim alanımızın bu istilası toplumu ve
toplum yaşayışını biçimlendirmede kimin söz sahibi olduğunu ve kimin çıkarlarının
yaşamı ve çevreyi düzenlediğini ve iletişimi örgütlediğini anlatır.
5. İstem ve güç ilişkileri
Hem iletenin göndermek istememesine, öyle bir amacı olmamasına rağmen arzusu
dışında iletici mesajlar göndermesi hem de iletiyi alıcıların kendi arzuları dışında,
istemedikleri, talep etmedikleri halde bir sürü mesajlarla bombardıman edilmesi,
iletişimin sadece amaçlı olduğunu değil, aynı zamanda iletişimin güç ilişkileriyle sıkı
sıkıya bağımlılığını anlatır. İletenin gücü ve güçsüzlüğü alıcının iletiyi kabul ve reddinde,
arzusuna göre yorumlamasında yatar. Bu nedenle reklamlar ve siyasal propagandalar
gerçekler ve yalanlarla olumlu imaj yaratma ve alıcı, taraftar toplama işine girişirler. Bir
burjuva politikacısının seçim nutukları sırasında giyinişiyle, örneğin, kendini
dinleyenlerden biri olarak satmaya çalışması sahtekarlığı; başını örterek kılınan abdestsiz
namaz; araba satmak için arabanın yanına seksi ve çıplak kızlar yerleştirme; Coca cola ve
Pepsi ile gençliği, seksi ve canlı yaşamı anlatma; sigara içme ile gene seks, eğlence,
vaktini şahane güzel ve yakışıklı erkeklerle geçirme, çevresini kontrol etme hisleri
verilerek yapılan hem kendine hem de iletene dönük imajlar ve değerlendirmeler...
İletenin gücü ve güçsüzlüğü aynı zamanda iletişim konumunda ve koşulunda tuttuğu yere
bağlıdır: Bir işçinin giyinişiyle çalışma ortamı arasındaki uyum, o işçinin kendini ve
giyimini çalıştığı ortamın koşullarına göre ayarlamasını gerektirir. Bir patron da öyle.
Fakat patronun koşullara uyması ve ya uymamasının getirdiği sonuçlarla, bir işçinin
koşullara aykırılığının getirdiği sonuçlar arasında epey nitelik farkı vardır. İşçi iş
koşulunu değiştiremez ve uymak zorundadır. Patron işin koşullarını, işin yapısına göre
belli ölçülerde değiştirme olanaklarına ve gücüne sahiptir. İşin düzenini ve bu düzen
içinde kendi iletişimini kendi örgütler. Bu örgütlemede işçinin yeri ve fonksiyonu
örgütlenmişe belli sınırlar içinde sağlanan özgürlük çerçevesinde uymadır.
Bir TV reklamını seyreden veya yol kenarına asılı reklamları gören veya yolda
durdurulup polis tarafından aranan insan, bu iletişimi aktif olarak aramaz. Hele polis
tarafından aranmayı hiç kimse amaçlamaz. Fakat planlı bir iletişime girmek zorunda
bırakılır. Reklam iletişiminde amaç en ilkel biçimiyle ürünün varlığını ve marka veya
ismini göz ününe sermek, bilince, bilgiye işlemektir. Polis aramasında amaç siyasal bir
düzenin kendini koruması için gerekli gördüğü bir kontrol ve baskı iletişimidir ve bu
iletişimin egemen siyasal otorite tarafından sunuluşu “halkın güvenliği” biçiminde olur.
Yolda giderken veya evde televizyon seyrederken insanlar çok ender olarak “reklam”
amaçlı iletişim ararlar. Hiç kimse üzerim aransın, polis tarafından yolda durduruluyum
diye sokağa çıkmaz. Reklama veya polis aramasına rastlandığı zaman egemenlik kuran
tarafın koşullarına uygun olarak amaçlı iletişim başlatılır, sürdürülür ve sonuçlandırılır.
Polis araması durumunda iletişime maruz kalmak yanlış yerde yanlış zamanda bulunmak
gibi bir tanımı getiren rastlantıdır. Elbette bu rastlantıda da rastlantının ötesinde yatan
bazı gerçekler rol oynar: Güçlülerin yolda durdurulup aranması söz konusu olabilir mi?
Rastlantı planlanmıştır. Televizyon reklamında ise, rastlantıya bırakılmayan pazar ve
program yapısı ve ilişkisi vardır.
İletişimde amaç\istem (bir iletişimi istediği zaman, istediği şekilde başlatma, sürdürme ve
sonuçlandırma; Bir iletişime girmeme, başlatmama, sonuçlandırmama) güç ilişkilerinden
kesinlikle bağımsız değildir, aksine güç ilişkilerine bağımlı olarak biçimlenir ve
yürütülür.
6. İstemediğine direniş ve mücadele
Gelelim modern denen çağdaş kapitalist yaşamın ücret\maaşlı kölelik durumuna düşürülmüşlerin
amaçlı iletiyi almama veya iletiye girmeme seçeneğine: Şöyle söyleyim, gözümüzü kapasak,
kulağımızdan; kulağımızı kapasak, ağzımızdan; ağzımızı kapasak burnumuzdan girerler. Daha da
direnirsek, kaba güçle ikna başlar. Bağdat’a uzaktan yağdırılan bombaların ilettiği oldukça açıktı:
Petrol çıkar düzenini ve ilişki biçimini bozanı biz böyle yaparız. Dolayısıyla, örneğin, çevremizi
görüntü ve mesajlarıyla kirleten sayısız amaçlı iletişime girmeme olanağı elimizden alınmıştır,
çünkü radyo dinlemek, televizyon seyretmek, sokağa çıkmak, işe gitmek, gezmek, misafirliğe
gitmek, kısaca günlük faaliyetlerde bulunmak zorundayız. Bunları yaparken de ne gözümüzü
kapatabiliriz, ne de kulağımızı. Dolayısıyla amaçlı iletişimin iletilerinin her an saldırısındayız. Bu
iletiler basit bir reklamdan bir kenti harabeye çeviren bombalar olabilir. Reklamla yapılan
saldırıların amacı anlık iletişimdir. Bu anlık iletişim göz göze gelme veya kulağını verdiğin bir
amaçlı iletişimin arasına girerek kapama olanağını ve zamanı vermediği için amacına ulaşır. Amaç
duyurmaktır, göstermek, kendi varlığını tekrar tekrar sana yanıtlamak ve yanıtlatmaktır.
Dolayısıyla amaçsız iletişim amaçsızlığında önemli amaçları gerçekleştirir. Amaçsızlığı rüzgarın
önünde savrulan süpürge otuna benzer; Süpürge otu rüzgarın oynayışının kurbanıdır...
K. GEREKLİLİK, İHTİYAÇ VE AMAÇLAR İLİŞKİSİ
1. Amaç için araç
Bir iletişim aracının gerekliliği amaçlı insan faaliyetinin karşılanmasıyla bağıntılıdır.
İletişim belli bir amaç doğrultusunda kontrol kurmaya veya var olan kontrolu sürdürme
ve geliştirmeye yönelir. İletişimin amaçladığı kontrol ancak araç kullanımıyla elde
edilebilir. Nükleer silahlar, füze atan uçaklar, savaş filoları, tanklar olmazsa, IMF, Dünya
Bankası ve uluslararası sermaye uluslararasında biraz zor at oynatabilir: Borç, soygun ve
talan iletişiminin sürdürülebilirliği ancak "meşrulaştırılmış" güç uygulama potansiyeli ve
gerçeğine bağlıdır. Marksistlerin ideolojik egemenlik tezinde, ideolojik egemenlik,
isteyerek boyun sunmaktan çok, güç kullanımıyla adalet ve ordu denen kaba güç
yapısının desteklediği ve yarattığı, katılma seçeneğinin katılmama veya karşı gelme
seçeneğinden çok daha verimli ve cazip duruma getirilmesi seçeneksiz-seçeneğinden
dolayıdır. Araç ve aracın kullanım biçimi kendi ideolojisini getirir ve sosyal ilişkiler
içinde karşıtlığı yaratır, ve araç ortadan kalktığında veya aracın örgütlenme biçimi
karşıtına çevrildiğinde, ideolojik egemenlik de çöker.
En temel ve doğal araç olan dil denen kemiksiz eti ele alalım: Bu dil doğal insan
iletişiminin materyal zorunluluğudur. Dilin kemiği olmadığı için her yana döndüğü ata
sözünün, birçok ata sözü gibi yaşanan gerçeklerle karşılaştırıldığında en masum ve
tehlikesiz anlamıyla safsata olduğu ortaya çıkar: Dil her yere dönme fiziksel
potansiyeline sahip olabilir, fakat dili döndüren insan hem "diline sahip olan" insandır,
yani amaçlı iletişimin örgütlenmiş koşullarına bağımlı olarak "dilini tutar." Hem de
"diline sahip olmayandır," yani kendi dilini her yere istediği biçimde uzatamaz; Uzatırsa
ya kesilme ya da kısaltılma olasılıklarıyla karşılaşır. "Kemiksiz dil" Aziz Nesin'in belli
bir halkın korkak olduğu iddiasının ardında yatan çalışma dünyasının örgütlü terörünün
kemiksizleştirdiği, daha doğrusu kemikleştirdiği dildir.
Kemiksiz dil olmayınca doğal iletişim, ses çeşidini kaybederek sessizliğe gömülür.
Dünyanın sembolsel anlatımı işaretlere dayanmaya başlar.
İnsan kemiksiz dil, ağız, boğaz, ciğer ve havayı maniple ederek iletişimin
gerçekleşmesinde gerekli sözlü sembolleri yaratır. Bu sembol sistemine ana-dil (veya
kısaca dil) denir. Ana-dil sesle ve görüntülerle (iletişimin şekline göre, jestler, işaretler,
yazı, resimle, hareketle) anlamlar iletir. Dolayısıyla, ana-dil belli kural ve geleneklere
dayanan sosyalleşmiş-dildir. Dilin sosyalliği dilin evrenselliğini değil, egemenlik ve
mücadeleyle bağıntılılığını anlatır. Bu da kendini, örneğin, devlete hakaret veya diliyle
devletin temeline dinamit koyma suçu gibi yasaların getirilmesi, uygulanması ve buna
karşı mücadelelerde ifadesini bulur.
Ses çeşitli doğal ve yapma araçlar kullanılarak üretilir. Ses iletişimde, iletişimin her öğesi
gibi, hem araç, hem amaç hem de ileti olarak anlamlar taşır. "Ah!" sesi, bir iletiyi iletmesi
nedeniyle bir araçtır. Sesin tonunun kullanımı en klasik amaç gerçekleştirme (mücadele
ve egemenlik) politikalarından biridir. Atatürk’ün gençliğe hitabesindeki ses tonu,
efendinin kölesine emredişindeki ton, kibar kapitalistin kibarlık çalışmayınca başvurduğu
ses tonu, sevişen iki güvercinin ses tonu, kendisini dinletmenin tek yolunun bağırmak
olduğunu bilen annenin çocuğundan bir şeyi yapmasını istemesindeki ses tonu, ve türlü
çeşitli ses tonları iletinin amacını gerçekleştirmede kullandığı baskı aracıdır. Sevişmede
bu baskı elbette baskı değil, paylaşmanın bir parçası olur.
"Türküler seni söyler, dillerde name adın" diyen ses, tonuna göre anlamlar ve amaçlı
ilişkiye bağımlı sonuçlar taşır. Bu ses televizyondan geliyorsa, sesin ve duyguların
kültür\bilinç endüstrilerinin tüccarları tarafından kolonileştirilmesi ve ticarileştirilmesini
anlatır. Bir pezevenk'ten veya kıskanç bir sevgiliden geliyorsa, anlamları ve sonuçları
daha da başkadır. Bu türküyü "sokaktaki ben" söylüyor ve içleniyorsam, duygu
koloniciliğinin kolonisi olarak (veya erkek kadın ilişkisinde, kolonici olarak) yenidenüretim yapıyorum. Eğer bu ses bir politikacı (başbakan veya başkan) tarafından seçmene
nameler yakıyorsa, duyguların siyasal tüccarlığında kullanımına işaret eder. Örgütlü din
sömürüsünde bu sesleniş, din tüccarının ezanla karışık satış çığırtkanlığıdır.
Mekaniksel ve teknolojik iletişim araçları hem dilin uzantısı hem de kesicisidirler:
Televizyonla, sembolsel ses, görüntü ve hareketle olan doğal iletişim zaman ve yerden
alınıp, zaman ve yeri anlatan ve, en kötüsü\iyisi, yeniden-yorumlayan bir iletişim
durumu-konumuna yerleştirildi. Teknolojik araç, dilin (=amacın) uzantısı olurken, aynı
zamanda insanların günlük egemen gündemlerine etki ederek ve insanlar arasında
(özellikle ev konumunda) dilin kullanımına seyirle seyredenler arasında dilsizliği
getirerek doğal araç ve ilişkiler üzerinde egemenlik kurdu. Hele sinema salonundaki
dilsizlik, film boyu belli bir egemenliğin aktarılışını (kabulunu demiyorum) anlatır.
Aracı tanımlayan aracın kendi özellikleri ötesinde aracın amaçla olan ilişkisidir. Örneğin,
televizyonun “eğlence” ve eğlenceyle birlikte gelen kültürel ve ideolojik araç olması,
televizyonun kendine özge karakterinden değil, bu aracın örgütlenmesinde ve
kullanılmasındaki amaçtan dolayıdır. Bir aracın kendi egemen özellikleri ötesinde
kullanılması, o araca bu kullanış biçimine uygun bir karakter kazandırır: Otomobil taşım
aracıdır. Otomobil birini kasıtlı olarak çiğneyerek öldürmek için kullanıldığında, taşıma
aracı “silah” olur. Fakat her aracın kendi özelliklerine göre, egemen veya temel kullanım
özellikleri ötesinde diğer amaçlar için kullanılma olasılıkları aracın özellikleriyle amacın
özellikleri arasındaki ortak ilişkiye ve bu ilişkideki uyum derecesine bağlıdır: Örnek
olarak mutfaktaki ekmek bıçağının silah olarak, elin sevmek ve dövmek için
kullanılmasını verebiliriz. Gazete satın almak sadece “haber alma” amaçlı değildir;
Özellikle pazar ekonomisinin rekabetçi ve psikolojik-kandırıcı ve yönlendirici ortamında,
gazete satın almak klasik haberden çok tüketim haberi olarak niteleyebileceğimiz kupon
toplama için kullanılır. Gazetenin kullanımı birincil amaçla okunum tüketilme sonrasında
paketleme, sarma, yakma-tutuşturma gibi amaçlar için kullanılır. Evimizin seçkin
köşesini kaplayan televizyon, ev halkı için belki de Truva’nın atı veya modern köleleri
sirke ve arenalara bağlayan araç özelliğinden öte bir “faydaya (zarara) sahip değildir.
Üzerine perde örtüp küçük-masa olarak bile kullanamayız.
Kısaca iletişim aracı günlük insan faaliyetlerindeki amaçla gerçek anlamını bulur. Bazı
araçlar elbette belli amaçlar ötesinde kullanıma izin vermezler; Bazılarıysa egemen amaç
yanında, zıt amaçlar dahil birçok nedenlere hizmet potansiyeline sahip olabilir. Fakat
potansiyel ile gerçek yaşamdaki gerçek kullanımını birbirine karıştırmamamız gerekir.
2. Amaç, engeller ve araca neden
Dil denen aracı tatlı bir biçimde kullanıp karşımızdakini kendi anlayışımız ve amacımız
doğrultusunda ikna edemeyince, çok kafamız bozulur; (a) Sahipsek bir başka ikna aracına
başvururuz. Örneğin yumruğumuz. "Bak işte gerçek budur, al" der ve bunun böyle
olduğunu kabul ettirmek için, bu deyişi yumruklu ileti paketi içinde sunarız. Böylece, el
engellenmiş amaçlı iletişimde engeli ezerek amacı gerçekleştirme (ikna) aracı biçimine
dönüşür. Bu yumruğa tepki olarak benzer bir paketleme (geri-besleme) sonucu burun
direğimiz kırılırsa, olanaklarımız ve arzumuz varsa, ikna gücü daha fazla araçlar
kullanma yoluna başvururuz. (b) Araçlara sahip değilsek, yaratma veya sermayemiz varsa
satın alma yoluna gideriz. Yani, araç kullanma ve yaratma ihtiyacı hop diye havadan
düşmez veya durup dururken beynimize dank etmez.
Eder niye etmesin ki, mesela, teli icat eden ne demiş?
Ben tel icat edeceğim.
Niye?
Canım öyle istedi de ondan.
Öyle şey olur mu ya, bir neden versene?
Çünkü Tanrıdan sonra, yaratan ve yöneten beyindir.
Al sana neden: Ben teli icat edeyim, benden sonra telgrafı icat etsinler, telgraf telleri
gerilsin ve zavallı kargalar ayakları tozlanmadan tellerde gaklasınlar; Sevgilileri gurbete
giden kızlar "telgrafın tellerine kuşlar mı konar" diye türkü söylesinler. Bak gördün mü
beyin hem aracı hem de nedenini yarattı.
Valla, benim gördüğüm kadarıyla, eğer araç ve araca neden, materyal ilişkiler temeliyle
(yani sosyal üretim ilişkileri biçimine bakarak) açıklanmıyorsa, o zaman, diğer
açıklamalar belli ilişkiler sistemini meşrulaştıran kılıf örme faaliyetleridir. Bu kılıf
örmede beyin cambaz olarak kullanılan bir araç görevini görür. Böylece, örneğin,
yasaların yapıcısı, yüksek eğitimden geçen, kanunların ruhunu kelime kelimesine
ezberleyen, bu ruhun tuttuğu ışıkta harıl harıl düşünerek ifade özgürlüğünü "devlete karşı
suçla" hapse tıkan güç, Yasacı Mahmut olur. Ne iletişim değil mi: Ne biçim kesiyor!
Doğal araçlar (dil, ağız, boğaz, akciğer, hava) ve yapay araçlar (teknolojiler) birbirlerine
sıkı sıkıya bağımlıdırlar. Havasız veya ses-telleri eksikse, doğal-sesli iletişim (konuşma)
olanağı ortadan kalkar. Elektriksiz televizyon, benzini bitmiş araba gibidir: Çalışmaz.
Hiçbir işe de yaramaz. Bu nedenle, iletişim aracı denince, kendimizi birkaç araçla (dil,
radyo, televizyon, basın,) kısıtlamayalım. Dilin kullanımı sadece dilin varlığıyla
gerçekleşmez, diğer biyolojik ve biyolojik olmayan belirleyici elemanlara bağlıdır. Bu
elemanlarda birinin eksikliği (örneğin ses tellerinin çalışmaması, kulağın duymaması,
konuşunca konuşan dile biber sürülmesi gibi) dille iletişimi ortadan kaldırmaya kadar
giden sonuçlar ortaya çıkarır.
Teknolojinin birbirine bağlılığı ve bağımlılığı aynı zamanda teknolojiyi kontrol eden
pazar güçlerinin egemenliğini sürdürmeye yardım eder. Basını kontrolde en etken
yollardan biri de daima kâğıt politikası olmuştur. Günümüzde gelişmekte olan elektronikbasın (özellikle internetin yaygınlaşmasıyla gelişen elektronik basın) kağıdın
jeopolitiğiyle gelen egemenliği bu yeni alanda ortadan kaldırır.
3. İstemler, araçlar ve mülkiyet ilişkileri
Kimi gencin hayali bütün mahalleyi ayağa kaldıracak güçte bir stereo sistemi alarak müziğin
vuruşlarını hücrelerinde hissetmektir; fakat epey tuzluya mal olduğu için alamaz.
Her iletişim sermayesi rakibini herhangi bir yollar alt-edip rekabeti yok ederek kendi
imparatorluğunu kurmak ister. Kurarken aynı düşle dolu olan diğerlerinin hayalleri üzerine,
onlarınkini hayal yaparak oturur.
Araç var, araca ihtiyaç da var, ama araca başkaları konmuş, epey de tuzluya satıyorlar, alma
olanağım sıfıra indirilmiş, ama eğer araçların ürünlerini almak istersem, sırtım tapıklanıyor,
sıvazlanıyor ve "aslansın sen, kaplansın sen, velinimetimizsin sen" deniyor; Deniyor ve genellikle
koca bir kazık giriyor. Ben o zaman kendi aracımı kendim yaratırım düşüncesiyle "kendi aracını
kendin yarat" diye bağımsızlık teraneleri okumaya başlıyorum. Hemen "bozguncu, bölücü"
diyerek tepeme biniliyor, kafam eziliyor, cebim boşaltılıyor, ve "al sana bağımsızlık" diyerekten
bağımsızlık ve özgürlük dersi veriliyor. Akıllanmıyorum, gizliden gizliye bir araç keşfine
girişiyorum. Keşfediyorum, egemen araç sahiplerinin iletişimiyle alay konusu yapılıyorum. Ama
tutuyor: Göl ve yoğurt meselesi... O zaman, kendimi egemen güçlerin sofrasında buluyorum:
Satmak ve satın alınmak.
İhtiyaçların belirmesi ve araç yaratılması da boşlukta özgürce gelişip özgürce gerçekleşmez. Belli
bir araçlar sistemi içinde, bu araçların entegral parçası veya rakibi olarak oluşturulur, mücadele
verir, gelişir, yutar veya yutulur, engeller veya engellenir.
Araçlar armut gibi havada asılı durmamakta ve "gel beni kullan, gel beni kullan" dememekte, canı
çekse bile diyememektedir; Çünkü araçlara sahiplik ve kullanım, mülkiyet ve güç ilişkilerinin ana
öğesi olarak gelir. Bunun sonucu olarak bazıları:
(a) Hem sahiptir hem de kullanabilir;
(b) Bazıları sahip olmadıkları için kullanamazlar;
(c) Başka bazıları ise araca sahiptirler, fakat kullanamazlar, çünkü "dillerini ve ellerini tutmak"
mecburiyetindedirler. Ancak izin verilirse veya uygun bir biçimde kullanmak zorundadırlar.
Yani, araca sahiplik, onu istediğin biçimde kullanma olasılığını da vermez (örneğin senin olduğu
söylenen, başkalarının sahip olduğu ve senin ücretli-köle olarak sahiplik iddia ettiğin VATAN
denen mülk üzerinde, "bu ne lahana turşusu, zenginlikler benim; yiyen başkası" gibi teranelilerle,
yeni mülkiyet paylaşımı isteyemezsin; İstersen, vatan haini veya bölücü falan ilan edilirsin, mülk
sahiplerinin ikna araçlarını kullanan sahip olmadıklarına sahiplik düşleri kuran köleler tarafından,
hiç değilse bir kerecik öbür dünyaya erkenden gönderilirsin.) İstediğin gibi kullanabilme güç
mücadelelerinde kurulan meşrulaştırılmış düzenin tanımladığı ve göz yumduğu sınırlar içinde
olması zorunluluğuyla çerçevelenmiştir. Buna rağmen gene de kullanabilir misin? Sonuçlarına
göğüs germeye karar verirsen, elbette kullanabilirsin. Kullanılıyor mu? Kullanılmasaydı, insan
tarihi, bizim tarihsiz Tarihçinin dediği şekilde gerçek anlamıyla "tekerrürden ibaret" olurdu:
Örneğin, ta baştan beri anaları bile Türk olmayan Osmanlı imparatorlarının torunları Anadolu
insanını Suudi Arabistanın şeyh aileleri gibi yemeye devam ederdi. Şeyhler niye duruyor? Ailecek
kapitalistleştikleri, petrol gelirlerini emperyalistlerle paylaştıkları, Avrupa ve Amerika'da
trilyonlarca dolarlık yatırımlarla kapitalist pazara entegre oldukları (ve özellikle silah
teknolojisinin en baş müşterileri oldukları) için. Tabi bu arada, adalet ve ordu denen silahlı ikna
araçlarını kontrol ettiklerini de unutmayalım.
Toplumlardaki iletişim araçlarının özellikleri bu sosyal biçimin gelişme seviyesine bağlıdır.
Ayrıca toplumsal iletişim araçları diğer üretim araçları gibi mülkiyet ilişkisiyle bağıntılıdır. Daha
açıkçası, toplumlarda, sosyal üretim araçlarını kontrol edenler aynı zamanda iletişim araçlarını ve
iletişim süreçlerini kontrol ederler (Total kontrolden bahsetmiyorum, egemen kontrolden
bahsediyorum; Aksi taktirde mücadelenin varlığı anlamını yitirir.). Bu kontrol sadece sahiplikle
değil, mülkiyet ilişkileriyle gelen siyasal biçimlenmenin yasaları, kurumları ve kurallarıyla
sağlanır ve teminat altına alınır. Neden? Korunması zorunluluğu duyulduğundan. Bunun anlamı
ne? Egemenliğin kendiliğinden oluşmadığı ve karşı mücadelelerin olduğu.
Araç amaç ilişkisine bakarsak, aracın belli bir teknolojik ve ideolojik yapıyı ifade eden ve o
yapının çerçevesi, sınırı ve o yapının izin verdiği amaçlar içinde kullanılan veya kullanılabilen
amaç gerçekleştirme görevini yaptığını görürüz.
L. İLETİŞİMİN GERİ İLETİŞİMİ: TEPKİNİN SAHTE VE GERÇEK
YAPISI
İletişimin potansiyel bir geri-iletişimi vardır. Buradaki potansiyel sözcüğü aslında gereksiz, çünkü, en
geniş anlamıyla, her iletişimin bir geri iletişimi vardır. Bu geri-iletişimin ille ki iletişimi iletene karşı
olması gerekmez: Bir yıldız sporcunun küpesine bakıp küpe özleyen veya alan sporsever genç,
gerçekte geri-iletişim yapmaktadır. Geri-iletişimsiz iletişim olmaz, çünkü iletişim sözcüğünün kendisi
bir tepkiyi, karşıtlığı, geri-dönüşümü, alışverişi, değiş tokuşu anlatır.
Geri iletişim sadece karşılık verme biçimlerini değil, aynı zamanda karşılık vermeyerek, iletiyi alıp
çöpe atarak, görmemezlikten gelerek karşılık verme biçimlerini de içerir.
Geri iletişim kavramı gerçekte iletişimde bir tarafı "tepki veren, tepki gösteren" durumu içine hapseder.
Bu hapsediş, normalleştirilerek, toplumdaki belli insanları belli koşullarda değişmez ve evrensel bir
konuma yerleştirir. Bu konumda, eğer "geri iletişim" konumun egemen koşullarını ve düzenini
soruşturacak ve günlük işleyişini aksatacak biçimdeyse, "görevsel olmayan, bozucu, iletişimi kırıcı,
çökertici" olarak nitelenir ve çeşitli ikna yollarıyla düzeltme yapmaya davet edilir. Eğer geri iletişim
konumun egemen yapısını destekleyici biçimdeyse, "görevsel" olarak nitelenir ve, örneğin bu konum
"neden bana fazla mesaimi ödemedin?" diye sormayan (veya sormayı bile aklından geçirmeyen veya
sormayı ayıp olarak niteleyen) çalışan insanlarla bir "işveren" arasındaki ilişkiler yeriyse, düzen
memnun gülümser. Geri-iletişimin koşullara göre egemenliği iletmekten mücadeleci karşıtlığa kadar
değişen anlamları vardır. Bunların anlatımını kitle iletişimi bölümünde göreceğiz.
"Onunla ilişkiyi kestim" dendiğinde ifade edilen, bir iletişim biçimini terk edip bir diğerine geçiştir.
İlişkinin olmaması da 'ilişkinin olmaması" iletişimidir. "İlişki yok, iletişim yok" yaşayan insanlar
arasında geçersizdir. Ayrıca, "'ilişkim yok" bananeciliğinin veya gafletinin sonuçları da bazıları için
hayırlı ve bazıları için hayırsız olabilir: Neden? Çünkü iletişim ilişkisini başlatma, kesme, biçimini
belirleme koşulları her durumda ne insanın elindedir ne de aynıdır. Bir yazarı öldüren kişinin,
öldürdüğü insanla ilişkisi başkalarından ve başka yollardan geçerek kurulan ve yazarın haberinin bile
olmadığı bir düşmanlık duygusuyla dolu, öldürenin inançlarla kendisiyle ve kendi gibileriyle kurduğu
iletişim ötesinde "olmayan iletişimdir." Yani iletişim "yok" değildir. Örgütlü işçi hareketlerine
katılmayan, örgütlenmeden uzak duran işçi\memur\köylü kendi sömürüsünün ve ezilişinin
sürdürülebilirliğine sürdürülme yönünde, istemese bile, katkıda bulunur: Örgütlü sömürü gücü
karşısında teke tek örgütsüz mücadele, gerçek ilişkiler dünyasında, çizme yalayarak bir şey elde etme
çabasından öte gidemez (ki bu yalayarak elde edilen hem daha çok sömürünün hem de çalışanlar
arasında düşmanlık ilişkilerinin olduğu bir egemenlik sürdürme ortamı yaratır). Kişi, bu örnekte
olduğu gibi, istemese bile, hem kendine hem kendi gibilere zarar verir.
Geri-iletişim kavramı oldukça yanlış yönlendirici bir karaktere sahiptir. En önemli bir anlamı da, iletiyi
göndereni süreç içinde meşru olarak soruşturmasız kabul ederken, geri-iletişim kavramında hem
meşruluk hem de gayri meşruluğun olmasıdır. Dolayısıyla, egemenliğe arzu-edilmeyen veya görevsel
olmayan geri-iletişimi "düzenlemek" "yola getirmek" "düzeltmek" "raya oturtmak" gayri-meşruluğu
ortadan kaldıran meşru tedbirler ve çözümler olarak nitelenir. Mesajla ilgili paket hazırlama teknikleri
çalışmayınca suçlanacak sorumlu "geri-iletişimiyle" ondan bekleneni ortaya koymayan "alıcı,
izleyicidir."
M. İLETİŞİM ÖĞELERİNİN ANLAM YAPISI
Yukarıdaki sunumumdan da anlaşılacağı gibi, İletişimde, hem ileten, hem araç, hem iletiyi alan, aynı
anda hem ileti hem araç hem de amaç olabilir. Gerçekte, iletişimin her öğesi, iletişimdeki alınan "anlık
kesime" göre diğer bir öğe durumuna geçebilir. Bu, iletişimin en önemli özelliklerinden biridir.
Örneğin, iletenin araç oluşu bizim dilimizde "maşa olma" ile en güzel bir biçimde anlatılır. Fakat sakın
"maşa" kavramına takılıp kalmayın, araç olma maşalıktan çok daha derin anlama sahiptir. Araç
olmada, elbette araç olan iletenin de belli ihtiyaç ve amaçları karşılanır. Koç firmasının yüksek ücretli
bir menajeri, örgüt içi işçi-yönetici iletişiminde, uyulması için egemen iletiyi iletendir. Aynı menajer,
Koç için sermayenin amacının bir aracıdır. Bu menejer-araç aynı zamanda bir iletidir\mesajdır:
Kölenin kendisini efendi sanışı ve sınıf egemenliğinde işçi\memur sınıfının sömürü ve ezmesini
anlatan bir menejer-araç-iletidir. Bundan da açıkça anlaşılacağı gibi, ne ileten, ne ileti, ne iletilen kendi
başlarına bağımsız bir yapıya sahiptir. Her biri kendi başlarına, iletişimin bütün unsurlarını taşır: Hem
ileteni, hem aracı, hem mesajı, hem iletileni, hem amacı, hem arzulanan sonucu, hem de örgütleniş ve
iletişim biçimi... Bir işçi, (1) İleten olarak, bir işi, kendisinin sahip olmadığı araçları, kendisinin sahip
olmadığı bir yerde kullanarak, ücretli olarak yapandır; (2) Araç olarak emek, ücret politikasının
üzerinde uygulandığı emek-sömürüsünün aracıdır; (2) İleti olarak ücretli-kölelik durumunu, yoksul ve
yoksun bırakılmışlığı anlatır; (3) Amaç olarak artık-değerin yaratılmasını (sırtından zengin olunmasını)
ve (işçi için) ay başına kadar dayanma çemberini; (4) İletişimle arzulananın sonucu olarak işçinin işçi
ve yoksul kalması, sermayenin zenginliğinin sürmesi (sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması); (5)
Örgütlenmeyle ilgili olarak mülkiyetsizliği ve (6) Örgütlü ilişki olarak demokratik serbest pazar ve
fırsat eşitliği denen yoksul bırakılmayı anlatır. Bu, İşçinin iletişimin her unsurunu taşıdığıyla ilgili
sadece bir örnek. Bu unsurlar işçinin gördüğü göreve göre (örneğin fabrika işçisi, kömür işçisi, tekstil
işçisi, kamu işçisi, iletişim işçisi gibi) kendine özgü anlamlar alır. Bu örneği kapitaliste, öğretmene,
öğrenciye, anneye, babaya, kıza, erkeğe, F-16'ya, hücum helikopterlerine, televizyona, radyoya,
başbakana, vs bakarak genişletebiliriz. Örneğin Walkmen araç olarak "teyp çalıcısı" görevini görür.
Yani epey yansız ve masum bir araçtır. Hiç de değil: Walkmen (a) Türkçe olmayan adıyla dildeki
egemenlik mücadelesinde kültürel emperyalizmin, (b) kendimiz dışındaki teknolojinin bir ürünü
olmasıyla ekonomik emperyalizmin ve geri-bırakılmanın, (c) sadece teyp çalmasıyla belli teknolojik
ürünlerin kullanılması ve bu alandaki sömürünün aracıdır, iletisidir, amacıdır, sonucudur.
Evimizin en gözde köşesini kendi paramız ve katılmamızla işgal eden Televizyon ekranındaki bir anlık
mesaj (örneğin, bir cümlelik haber) televizyonla iletişimin "tek mesajı” değildir. O bir anlık mesajın
taşındığı ekrandaki bütün görüntüler mesajlara sahiptir: "Maradona, çekti şutu, attı golü, gooool,
goool" diye yırtınarak bağıran spor anlatıcısıyla yapılan iletişim, spor sunumuyla sunulan iletişimin
"balık yakalamadaki yemi"dir. Gol atan Maradona küpesiyle ve bir parçası başka renge boyanmış
saçıyla ve bilmem ne firmasının adını taşıyan formasıyla sahneyi kaplar. Geri iletişim: Sokaklarda
küpeli ve rengarenk saçlı gençler onu takip eder... Maradona sadece kendi takımın sahipleri için karşı
takıma değil, aynı zamanda altın ve saç boyası sermayeleri için Aile ekonomisine karşı gol atar. Spor
iletişimi "yeminde" izleyicilerin gözünün önüne ulus içi ve uluslararası firmaların reklamları
sergilenerek satış yapılır.
Burjuva demokrasilerinde bir başbakan kendi sınıf çıkarının (özellikle kendi çıkarını sağladığı
ekonomik girişimleri önceliğe alan kişisel ve sınıf çıkarının) hem ileteni, hem aracı, hem iletisi, hem
amacı hem de belli sonuçlara giden bir sonucudur. Başbakanın temsil ettiği sınıf egemenlik
mücadelesinde kazanan güçlerin kimliğini de gösterir.
İletişimle insan, hem egemenliğin, hem köleliğin hem de değişimin koşullarını üretir, yeniden üretir,
değiştirir ve geliştirir.
N. İLETİŞİM NEREDE BAŞLAR VE NEREDE BİTER?
Bir karikatür düşünün: Adam tabancayla vurmuş birini ve tabancasından çıkan dumanı,
başarıyı noktalamanın sevinciyle üflüyor. Altta bir yazı: "İşte bu kadar!"
Adamın iletişimi ne vuruşla başladı ve ne de vuruşla son bulur.
Fenerbahçe ve Trabzonspor bilmem ne tarihinde karşılaştı. 90 dakikalık heyecanlı anlar, sayısız
iletişimler, kuduran seyirciler, sokaklara dökülenler, kornalar ve silah sesleri... Milyonlarca iletişim.
Kuduranlar kurtlarını döktüler. Fenerbahçe ve Trabzon denen ticarî örgütlerin sahipleri cepleri dolu
memnun. İletişim maçla başladı ve belli bir süre sonra bitti.
Hiç de değil: İletişim ne bu maçla başladı, ne bu maçla sınırlı, ne de maçla ve maç sonrası
kudurmaların durmasıyla bitti. Spor denen ticari ve ideolojik sömürünün yürütülmesi, geçmişi, bugünü
ve yarını toplum yönetimiyle ilgilidir ve insanlık tarihi kadar eskidir. Sporun milliyetçi, ırkçı, yerelci
kudurmuşlukta ve ezilmişlerin ezilmişlere karşı bir başka deşarj alanı olarak kullanılması, burjuva
milliyetçiliğinin doğumuyla (18'inci yüzyılın sonunda Fransız Devrimi sırasında) başladı ve
yoğunluğunu artırarak devam etmektedir. (Ekmek ve sirk politikası olarak en eski kölelik
imparatorluklarında başladı. Romanın arenalarını düşünün.) Türk milliyetçiliği de Türk milletinin Orta
Asya'dan beri taşıdığı kaynayan kanının ifadesi değildir; Özellikle Fransız etkisindeki entelektüellerin,
Osmanlıların çöküşü ve burjuva devlet anlayışının güçlenişi sırasında (özellikle Tanzimat’ta) sınırlı
olarak başlayan ve Atatürk devrimiyle devletin ana öğesi olan bir geçmişe sahiptir. Burjuva
milliyetçiliği burjuva sınıfının yaratığıdır ve o sınıfın çıkarlarının ifadesidir. Dili bir, tarihi bir, geçmişi
bir, dini bir, vatanı bir insanlar topluluğunun bir milleti oluşturduğu nitelemesi egemen güçlerin
yazdığı tarihin ırkçı uydurmasıdır: Vatan denilen yer ya sonradan-gelmişlerin işgalindeki siyasalekonomik bir birimdir, ya o birim içinde mülkiyet ilişkilerinin biçimlendirdiği bir sömürü düzeninin
fiziksel alanıdır ya da her ikisi... Bir toplumsal birim veya oluşum veya faaliyet olduğundan öte
karakterlere büründürülüp iletişildiğinde, dünyadaki bugünkü durumu destekleme doğar.
Meşhur iletişim bilimcisi Lasswell'in meşhur formülünü açıklayalım: Kim (Gönderen), kime (alıcı),
hangi kanalla (araç), ne diyor (mesaj), ve hangi etkiyle (etki ve geri iletişim). Bir örnek verelim:
"Kadının sırtından sopayı ve karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" diyerek, neden sopa kullandığını ve
neden sıpa yaptığını meşrulaştırıp kendi hayvanlığını tasdik eden biri, gerinerek uyanıyor ve bağırıyor:
"Hey, terliklerim nerede?” Kadın terlikleri getiriyor. İşte bu kadar; İletişim tamamlandı. Bunu anlatan
hoca dersini bitirdi, aylığını alacak. Acıklı olan, iletişimi böyle sunan devlet okulunun hocası belli bir
sınıfın çıkarlarının sözcülüğünü yaparken, bu sözcülüğünün ödülünü, bu sözcülükle ezilmesine katkıda
bulunduğu kitlelerin cebinden çıkan maaş denen parayla sağlıyor. Durmadan da "enflasyon" diye
yırtınıp ağlıyor. Peki, aynı şeyi (yani kendini besleyenin çıkarına aykırı bilinç işlemeyi) özel
teşebbüsün okulunda yapsa ne olur? Ayağını kaydırırlar ve kendini kayaraktan kapı dışında bulur.
Neden? çünkü güç ve güç uygulaması... Kamu gücü kamu gücünü temsil edenler tarafından kamu için
çok ender kullanılır. Aksine çoğu kez kamu çıkarlarına karşı kullanılır. Kamu, kendini temsil ettiği
söylenen kamu güçleri tarafından güçsüz bırakıldığı için, kamu çıkarlarına karşı olan bir hocayı veya
bir başbakanı tekmeleyip atamaz. Ama sermaye kolayca atar.
"Sana ben dersine çalış demedim mi!" diye çıkışır baba çocuğuna. Çocuk oturur köşesine süklüm
püklüm. İletişim başladı ve bitti. Kusura bakma ama hocam, bitmedi: Ne baba çocuk (veya anne)
ilişkisi, ne azar (veya tokat, dövme) iletişimi, biraz evvel başladı ve biraz sonra bitti. Çocuk köşede
titriyor: Kapitalist bilimin, "geçmişi" sokağa attığı veya tüylerini yolarak esas öğelerinden sıyırıp
kurbanlık kuşa çevirdiği gibi... Baba çocuk (veya anne) iletişimi tarihsizleştirme ile (yani sadece
bugüne ve bir babanın psikolojik ve Freudian geçmişine dayandırmayla) her gün Amerika halkının gün
boyu televizyonlarda izlediği (üzülmeyin bizde de çok yakında yaygınlaşır) anne, baba, çocukları
suçlama biçimine dönüştürülür. Aile içi iletişimin tek bir aileye indirgenmesi ve sosyal geçmişten
kopartılarak yoksunlaştırılması gerçeklere yaklaşmaktan çok uzaklaşmaktır.
Alışveriş yapıyorum. Patron çalışanlardan birini azarlıyor: "O anahtarı asla açmayacaksın bir daha,
yoksa defolup gidersin." Çalışan kendini savunmak için ağzını açmaya çalışıyor, fakat patron işte bu
kadar" diyerek iletişimi bitiriyor. Otuz saniyelik bir iletişim. Acaba? Bu iletişim ücretli-kölelik
sisteminin egemenlik ilişkilerinin belirlediği baskıcı bir iletişimin örneğidir ve ne başlangıcı ne de
bitişi o dükkanla sınırlanabilir. Sınırlanırsa, bilim yapma fantazi-kurgu-kandırmaca filmi yapmaya
döner.
Okullarda bize, genellikle öğretilen biçime göre, örneğin bir sınıfta iletişim bir mesajı (bilgiyi) ileten
göndericiyle (öğretmenle) başlar ve mesajın amacı alıcıyla (öğrenciyle) biter. Bu iletişim anlayışında,
bazen bir adım daha ileri gidilerek, geri-iletişimle (öğrencinin öğretmenine soru sorması, açıklama
istemesiyle) olan tepki en son nokta olur. Böylece iletişim tamamlanır. Onlar ermiş muradına... Etkiyi
ve, daha kötüsü, geri-tepkiyi unutmayalım: Öğrenciler test edilir, mesajı doğru anlayıp anlamadıkları
ölçülür, not verilir: İyi not alanlar akıllı ve çalışkan olanlardır ve toplumun iyi yurttaşı olarak
hazırlanmış üyeler olmaya adaydır; Kötü not alanlar da tembel, aylak, ne olduğu ve ne olacağı belli
olmayan (gerçekte açıkça belli olan), toplumun "yarışta kaybetmiş" beceriksiz ve başarısız üyesi olarak
başları önde gezmeye adaydırlar.
İyi öğretmen etkili mesaj hazırlayan (yani mesajın amaçladığı sonuçlara erişen) becerikli olan biridir;
Kötü öğretmen var mı? Var tabi. Kötü öğretmenin mesajının makamı ayrı dalda çalar. Bölücü, çarpıcı,
çıkartıcı, kök alıcı, kök yayıcı ve "bütünleşik toplamayı" (örneğin vatanın bütünlüğü, bir halının
desenleri olma bütünlemesini) kurtla kuzunun toplanmayacağını ileri sürerek reddeden eden
öğretmenler “kötüdür.” Çünkü kurdun kuzuyu her seferinde yiyeceğini, bu nedenle, örneğin kurtla
kuzu arasında "özgürlüğün, yeme ve yenilme özgürlüğü; "ÇATIŞMA YÖNETİMİNİN" yeme biçimi
yönetimi; kuralların yeme kuralları; "TOPLUMSAL ALÇININ" kurdun sahiplik salyası ve kuzunun
korku dünyası; "İLETİŞİM BECERİSİNİN" kurdun kırmızı şapkalı kızı kandırışı ve kanmazsa
sırıtarak dişlerinin arasından polisleri ve modern ikna silahlarını gösterişi; kurdun "İÇSEL
İLETİŞİMİNİN" "doymak demek asla doyduğunu söylememek" ve kuzunun içsel iletişiminin de yarın
gene kurtla yaşam mücadelesi olduğunu belirtir. (Dikkat ederseniz, yukarda, iletişimin bize okullarda
sunulan belli bazı ilgi ve bilgi alanlarını ve sunum biçimlerini birer birer yere çalarak tuşa getirdim.)
İletişim ne iletenle (örneğin öğretmenle) başlar ne de alıcıyla (öğrenciyle) veya geri-iletiyle (kabulden
karşıtlığa kadar çeşitlenen tepkiyle) son bulur. Ne öğretmen, ne öğretmenlik, ne öğretmenin sunduğu
paketli bilgi (veya ideoloji), ne öğrenci ve öğrencilik, ne paketli bilginin öğrenilişi, ne de geri-iletişim,
ne öğretmenin başlattığı ne de öğrencinin öğrenerek bitirdiği bir süreçtir. Ne bilgi ve iletişim
öğretmenle başlar ne de öğrenciyle biter. Öğretmen ve öğrenci sosyal yaşam gerçeğinde belli yapısal
ilişkilerin çalışmalarının, süregelen egemenlik mücadelelerinin, ideolojilerin aktarılmasının sadece bir
parçasıdır; Belli bir zamanda, herhangibir okulda, herhangi bir Öğretmen ve öğrenciyle taşınan
iletişim, toplumsal iletişimin bir anıdır, süregidenin bir anlık kesitidir.
Kişinin kendiyle iletişiminde bile, izole edilmiş bağımsız düşünce yoktur. İletişim ve düşünme olması
için en başta bu faaliyeti yapacak özne (insan) olması gerekir. Öznenin düşünmesi de bir konu üzerinde
olur ve düşünürken de kendine öğretilen sembolleştirmeyle (dille) anlamlandırır. Böylece, kendi
beyninde insan düşünce süreciyle (örneğin bir şeye karar vererek) kendi kendiyle iletişimde bulunur.
Bu iletişim ne kişiden ne de kişinin kendi ve kendiyle birlikte bir sosyal biçimi oluşturan topluluğun
tarihi koşullarından bağımsızdır.
İletişim hangi koşullarda ve ilişki tarzında ve sosyal biçimde olursa olsun, süreklilik gösteren bir
yaşam gerçeğidir. Kapitalist kuramın gönderici, mesaj, alıcı ve geri-mesaj çizgisel modelinde bile, bir
süreklilik çemberi gizlidir. Mesajı alıcı geri-ileti amacıyla kendi-tepki mesajını hazırlayıp sunduğunda,
kendisi gönderici olur ve tepkiyi alan önceki-gönderici de alıcı... Dolayısıyla iletişim sürecinde hem
ileti (mesaj) hem de aktörler dinamik bir iletişimle karşılıklı faaliyet içindedirler. Bu dinamizmde hem
mesajlar hem de aktörler nitelik bakımından benzer kalma veya değişme ve hatta büyük ölçüde
transformasyona uğrama özellikleri ve potansiyeline sahiptirler.
Başlama, bitme ve değişimi kültürel pratiklerle ilişkilendirelim: Sabahın erken saatinde, Ankara’da işe
gitmek için yola çıkmışım. Yürüyorum. Bir adam geliyor karşıdan. Yanıma gelince "selamın aleyküm
amca" diyorum. "Aleyküm selam, evlat" diye karşılık veriyor. O kendi yolunda ben kendi yönümde
devam ediyoruz. (Amerika'da olsa, 25 kuruşun var mı diye sorar ve kafasına vurup cüzdanını elinden
alırdım. Fırsat kullanma eşitliği!!). İletişim benim mesaj göndermemle başladı ve adamın gerimesajıyla bitti. Öyle mi? İlk bakışta öyle. Fakat gerçekte, ben ve adam, sabahın seherinde çok önceden
başlamış, yerleşmiş ve süregelen bir iletişim biçimini yeniden-üreterek sürdürdük. Bu "selamın
aleyküm" yerini, benim gibi gericilerin yerine modern insanların, "günaydın" tarzının egemenliği
aldığında, "aleyküm selam" iletişim geleneğinin son bulduğu veya sonunun geldiği demektir. Bu
"sona" da karar veren "günaydın" diyen BEN değil, "günaydın" denmesi gerektiğini bana öğreten
egemen sosyo-kültürel yapının dinamiğidir. Bir adım daha atalım: "Günaydın" iletişiminin yerini
hiçbir şey söylemeden geçip gitme aldığında, insanın insanı yok gibi görmemezlikten geldiği bu tür
iletişim, kapitalist ideolojinin sadece halkı ekonomik bakımdan yoksul bırakmadığını, aynı zamanda
insanlık, dayanışma, ve insancıl kültür bakımlarından da yoksullaştırdığını anlatır. Hele sabahın
seherinde gencin ihtiyara selam verme yerine soyması, bunu görenlerin sırtlarını çevirmesi, "selamın
aleyküm" ve "günaydın" iletişiminin çoktan bittiğini ve onun yerini, selamın aleykümün ve günaydının
PARA olduğunu, soyguncu gücün "orman kanunu ahlakının" aldığını işaret eder. Hobbes ve Darwin
olaya bakıp zevkten dört köşe güler.
"Günaydın" nasıl para olur ki? Ekonomik ilişkilerde örnek vermeye gerek yok. Diğer ilişkilerden iki
örnek verelim: Bazı insanlar herhangi bir yakınlarından telefon aldığında veya yakını "merhaba,
nasılsın" diye çıkıp geldiğinde, bunun ne demek olduğunu çok iyi bilir. Hele sadece bir nedenle
babasına telefonla veya yüz yüze iletişimde bulunma lütfu gösteren gencin iletişiminin ne tür bir
geleneği sürdürdüğü açıktır: PARA. Her telefon ve her yaklaşış yeni para arayışıdır. İletişim bu
tekrarlamayla da sınırlı değildir, bu tekrarlamanın getirdiği sonuçlar ve o sonuçların sonuçlarıyla
çeşitlenir ve anlam bulur. Her sabah tezgahını açan ve güler yüzlü satış tezgahını kuran (Salı
pazarındaki gülümsemeyi bilmeyen saldırgan satıcılar dahil) tüccarın her seferinde aynıyı tekrarlaması
ve geliştirmesi gerekir. Bu tekrar ve geliştirme iletişimin sürekliliği, ve üretme ve yeniden-üretme
demektir.
Kitle iletişimine gelelim: Çağdaş egemen iletişim aracı televizyonda İzleyicilerin bir mesajı (eğlenceyi
veya oyunu) izleyerek tüketmesiyle iletişim son mu bulur? Kesinlikle son bulmaz, çünkü en başta
"eğlencenin ve oyunun" amacı izleyicinin tüketmesi ve kitle iletişiminin son bulması değildir, tam
aksine bu ürün olarak sunulan ilişki içinde sunulan amaçlı mesajları (bir madde veya ideolojik ürünün
reklamını) izleyicinin belleğine yerleştirmek ve bu yolla belli davranışlarını belli yönde kontrol etmeye
çalışmakla gelen süreklilik vardır. Bu süreklilik, aynı programın periyodik tekrarlanmasıyla bellekte
tazelenir. Şu sıralar çevre kirlenmesi konusu aklıma gelince, koruma ve temizlik düşüncesine takılı
olarak Duru sabunu gelmektedir. Ben ki böyle bir manipleye açık olmadığını sanan insanlardanım.
Sabun denince bile aklıma Duru geliyor. Peki Duru sabununu alacak yönde bir davranış biçimi
gösteriyor muyum? Karşıtlığım nedeniyle olacak, bedava verseler almam (hem de nasıl alırım!). Duru
sabunun belleğimde çeşitli çağrışımlarla yer etmesiyle, iletişim, amacıyla, süreklilik kazanır. Peki,
benim Duru reklamını çevreyi mahvedenlerin çevreye sahip çıkışı sahtekarlığı olarak nitelemem ve
Duru sabununu almamam iletişime son verir mİ? Eğer iletişimi amacın çıkarı açışından tanımlarsak,
amaç bende tersine anlamlandırma ve tepki yarattığı için, iletişim "çöker." Eğer iletişimi sadece
destekleyici görevsel özellikler yanında karşıtlığı da içeren bir anlayış içinde ele alıyorsak, o zaman,
benim eleştirici "okumam" (=iletiyi değerlendirmem) egemenlik mücadelesinde karşıtlığın iletişildiğini
ve iletişimin sürekliliğini anlatır.
Bu başlangıçtan kolayca anlaşılabileceği gibi, insan dünyası iletişim dünyasıdır. Bu dünya da
sevgilerin paylaşıldığı, umutların gerçekleştiği, dayanışmayla mutlulukların egemen olduğu bir dünya
olmaktan çok, insanların birbirini yediği örgütlü bir iletişim dünyasıdır. Bu dünya da bugün
yaratılmadı; Yaratmanın ve sürdürmenin dünü ve bugünü ne benin ne de senin davranış
psikolojilerinin bir sonucudur; davranışların değiştirilmesiyle değişecek bir karaktere de sahip değildir,
çünkü her şey (karşıtlık ve mücadele dahil) materyal ilişkiler bütünün bir yaratığıdır ve ancak bu
ilişkilerin değişmesi ve değiştirilmesiyle değişebilir.
O. İLETİŞİMDE GÜRÜLTÜ VE İLETİŞİMİN KIRILMASI\ÇÖKMESİ
İletişimde gürültü iletişimin normal akışını etkileyen, normal akışına aksaklık getiren etkenler,
oluşumlardır. Gürültü kavramı hem fiziki hem de algılama anlamında kullanılır. Televizyonda ve
radyodaki statik elektriğin yaptığı bozucu etki fiziksel gürültü örneğidir. Psikolojik gürültü farklı
anlamlandırmalara neden olan dikkatini başka yere çekme, ve tercihli dikkat, algılama ve hatırlamadır.
Her iki anlamda da gürültü iletişimde görevsizlik veya yanlış-görevdir.
"İletişim çökmesi\kırılması" kavramı "gürültü" kavramının tamamlayıcısıdır: Normal olarak nitelenen
veya egemen bir iletişim akımının herhangi bir nedenle görevini yapamaması iletişimin
kırılması\çökmesidir.
Gürültüde iletişim düzeni rahatsız edilir, görevi zorlaştırılır. Kırılmada\çökmede, iletişim düzeni
engellenir, görevini yapamaz hale getirilir. Grev veya lokavt tehdidi gürültüdür; grev veya lokavt
egemen iletişimin belli bir an ve yerdeki çöküşüdür.
Gürültü kavramı iletişim mühendisliğinden gelir, fakat mekaniksel çalışmama veya engellenmeden çok
öte bir anlam taşır. İletişimde, amaç iletisinin psikolojik veya algısal "gürültüyle" gücünü yitirmesi ve
hatta tümüyle etkisiz olması belli bir girişim, enerji ve hatta sermaye harcamasıyla oluşturulmuş, belli
beklentiler taşıyan bir iletişim için bir kayıptır, yenilgidir, başarısızlıktır. Bu nedenle düzeltme
faaliyetleri çoğu kez zorunlu görülür. Düzeltme fiziksel engelleri, parazitleri ortadan kaldırmayı,
pürüzleri düzeltmeyi içerir. Sosyo-siyasal iletişimde gürültünün tasfiyesi, pürüzün ortadan kaldırılması
fiziksel olarak insanların yok edilmesi, tutum ve davranış modifikasyonu adı altında baskı ve
işkencelere tabi tutulmasını, işten çıkarılması, bir daha iş bulma olanağının sadece geçinebilecek bir
alan içinde sıkıştırılması, sürekli taciz edilmesi gibi "'iletişim politikalarını" da içerir. Siyasal
sözlükteki "bölücülük" egemen (ekonomik ve siyasal) iletişim düzeninin "normal" akışına (birlik ve
dirlik içindeki vatanın bütünlüğüne ve barış içindeki durumuna) sokulan gürültüdür.
İletişimde klasik gürültü iletişimde araya giren fiziksel engellerdi. Bu engeller de teknolojik
gelişmelerle büyük ölçüde ortadan kaldırıldı: Bugün fiber-optik teknolojiyle yapılan telefon
bağlantısında insan sanki yüz yüze gibi net konuşma yapmaktadır. Çözülmesi bir türlü sağlanamayan
ve baş ağrısı olmaya devam eden en önemli gürültü, iletişimde araya giren diğer insanlar ve çıkarlardır.
Adam ne güzel tezgahını kurmuş soygun ilişkisini demokrasi olarak yutturuyor, benim gibi iş bozanlar
araya girip "ne zamandan beri sömürü eşitlik ve demokrasi oldu, Yunan kölelik sisteminden beri mi?
diyerek güzelim "dengeyi" bozuyor. Hemen başbakan "dengeler, dengeler" masalları anlatmaya ve
ağıtları söylemeye başlıyor. Benim gibiler gene araya girip "neyin dengesi, kimin dengesi, talan ilişkisi
ne zamandan beri denge ilişkisi oldu, kapitalistlerin aralarında çıkar dengesinin toplum dengesi olarak
yutturulduğundan beri mi?" diye pişmiş aşa su katıyor. Benim gibilerin ve aktif bağımsızlık, devrim ve
değişim mücadelesi verenlerin egemen iletişime sunduğu "gürültü" de hem teknolojik gelişmelerle
hem de siyasal ve kültürel ve ideolojik "gürültü giderme" mekanizmalarıyla çözümlenmeye çalışılır.
Teknolojik gürültü giderme araçları savaş ve işkence teknolojilerinin geliştirdiği araçlardır. Diğerleri
arasında, bu baskı ve ikna teknolojilerini kullanarak gürültüyü kesmeye çalışan ordu, egemen adalet
sistemleri, kibar-baskı teknolojisini kullanan kitle iletişimi, kültürel değerlerin ve sistemi gelecek nesle
devreden eğitim sistemi başta gelir.
Gürültüyü kesme iletişimin her safhasında olabilir. Bir safhada engelleniyorsa bir diğerinde sunulur:
Anayasada "gürültücü iletişim yasaktır" yerine, "gürültücü iletişim de toplum yaşamının bir gerçeğidir
ve engellenmemelidir" diye bir madde varsa, o zaman engelleme iletişim sürecinin anayasadan sonra
gelen safhalarının herhangi birinde gerçekleştirilebilir.
Gelelim iletişime görevsel olan başka gürültülere: Siyasal nutuklarda, Örneğin Hitler’in ve
dinleyenlerin coştuğu, ne kendinin ne de dinleyenlerin ne dediğini tek tek kelimelerle değil,
böğürmeyle ve haykırışlarla anlatılan ileti... Bu coşkun gürültü, iletişim kırılması veya yanlış-anlamaya
değil, kudurmuşluğun anlam ortaklığına işaret eder.
İletişim ortak sembollerle yapılır. Yabancı müzik dinlemede ortak sembol duyguların gıdıklanmasıdır.
Bu gıdıklamada sesin tonu, müziğin akışı, temposu gıdıklama iletişimini yapar ve gıdıklama anlamını
iletir. Kelimelerle iletilen anlam anlaşılmaz fakat bu gıdıklamada görevseldir. Ne söylendiğini
anlamadan dinlenen yabancı dildeki müziğe hayranlıkla sürdürülen iletişim, su içen eşekle ıslık
ilişkisinden çok daha ötededir: Eşeğin su içişiyle ıslık arasında eşek açışından anlamlandırma ilişkisi
olmadığı olasılığı çok fazladır. Fakat yabancı müzikle yabancı dinleyici arasındaki ilişki hem dinleyen
hem de müzik endüstrileri için oldukça görevseldir. Aynı müzik denen gürültü benim duyma alanımı
istila ettiğinde de gene görevselliğine kafa ütüleyerek devam eder. Bir zamanın şeytan icadı sonuna
kadar açılarak sabah ezanıyla kurulan ibadete davet iletişimi, ibadete gitmek istemeyenlerin duvarlarını
delerek 55 dakika süren istilada da belli bir görevselliği anlatır. Bu görevsellik sabah namazını kılanlar
için hayırlı bir çağrıdır. Sabah namazından nasiplenmek istemeyenler içinse zorunlu bir uyanıştır.
P. İLETİŞİMDE SESSİZLİK: DAYANIŞMA, BASKI VE MÜCADELE
"Konuş!" diye sertçe emretti. Sustu karşısındaki. "itiraf et!" diye tekrarladı
ve gene karşılık bulmayınca, konuşmayanın ağzını kapattılar ve burnundan
basınçlı su verdiler. Ciğerlerine dolan suyla boğulup öldü. Morga
gönderdiler, doktor "İntihar etmiş" diye rapor yazdı. Cinayet olduğu iddia edildi.
Mahkeme intihar olduğuna kara verdi. Feryatlar arasında sessizce gömdüler.
İletişimde sessizlik bir şey söylemeyerek veya katılarak veya kaçarak yapılan iletişimdir. Sessizlik
anlamsızlık değil, belli bir anlam iletimidir.
İletişimde sessizlik, iletişime girenlerin aralarındaki ilişkinin özelliğine göre, hem mücadeleyi, hem
mücadelede o anlık yenilgiyi hem de dayanışma ve sevgiyi anlatan biçimlere kadar değişen niteliksel
farklılıklar gösterir. Sevdiğin insanın saçına dokunuş, elini tutuş, koluna girişin iletiştiği anlam
egemenliğin, ezmenin, umutsuzluğun sessizliğinden çok daha farklı amaçlar ve sonuçlar taşır. Yabancı
bir dille annemin huşuyla dinlediği dua ve bu duanın çıkıp geldiği ve sürdürdüğü inanç-sömürürüsü
ticareti ve bu ticaretin ekonomik tabanına karşı sessizliği, annem için öbür dünyaya hazırlığın
iletişimidir; bu iletişimi kontrol edenler içinse ekonomik ve siyasal anlamlarda epey karlı verimli bir
biçimi ifade eder. Buradaki sessizlik mutlak boyun sunmayı anlatır. Benzer biçimde, gençlerin
kelimesini
bile
anlamadıkları,
fakat
temposu,
kulaktaki
akışı
ve
kalpteki
duygusallığına\duygusuzluğuna göre bağlandıkları (ve kalça salladıkları veya hu çeken bizim eski
mahallenin kadınları gibi huşuyla salındıkları) yabancı müziği dinleyişi gençler için tüketimle bu
dünyadan zevk almadır. Bilerek salınan ve kalça sallayan için kültürel ve ekonomik emperyalizme
severek boyun sunmadır. Türk Müzik ve ilgili endüstriler için bağımlılık, yozlaşma ve ezilme
demektir. Uluslararası sermaye ve ortakları içinse epey verimli bir pazar anlamınadır.
İnsanlar arasındaki iletişimde kelimeler ve görüntülerle yapılan iletilen anlam ile sessizlikle iletilen
kelimeler sözler ve anlamlardan hangisi nitelik ve yoğunluk bakımından daha ağır basar? Sessizliğin
ve görüntüsüzlüğün yarattığı imajlar kelimelerin ve cümlelerin yarattıklarından, genellikle çok daha
yoğundur ve niceliksel ve niteliksel çokluğa sahiptir. Ezilenin ezen ve kendinden olmayan karşısındaki
sessizliği (kadının kocası, çocuğun babası, öğrencinin öğretmeni, işçinin patronu, haksızlığa
direnenlerin devlet terörü karşısındaki sessizliği) başkaldırının sonunu değil, çok farklı gerçekleri
anlatır. Silahın namlusunun önündeki sessizlik, insana yaşam ve ölüm arasındaki bir seçenek
olanağından başka seçenek vermeyene karşı, kabulün değil, "seninle aynı fikirde değilim, sana
karşıyım" diyen direnişin sessizliğidir. İşçinin patronunun haksızlığı ve baskısına karşı sessizliği, özel
mülkiyet ilişkileri düzenin getirdiği yaşam koşulu terörizmine karşı insanın içine sokulduğu ezmeezilme ve mücadele ilişkiler durumunu anlatır.
İletişimde "ilgisizliğin sessizliği" vardır ve çeşitli anlamlara ve sonuçlara gebedir: Bunlardan en
önemlilerinden biri, "onlar benden ben onlardan değilim, beni ilgilendirmez” diyen klikleşmenin,
bananeciliğin veya dayanışma korkusunun getirdiği sessizliktir. Siyasal iletişimde bunun en çarpıcı
örneğini Nazi Almanya'da gördük: Naziler birer birer komünistleri, sosyalistleri, sosyal-demokratları,
herhangi bir nedenle rejime karşı gelenleri, azınlıkları temizlediler. Bu temizlemede karşılaştıkları
direncin güçsüzlüğünün bir nedeni de mücadele veren farklı güçlerin birbiriyle dayanışma içinde
olmamasından, ortak bir cephe kuramayacak kadar çekişme ve ayrılık içinde bulunmalarındandı.
Haksızlık, ezme, katliamlar aynı fikirde, aynı dinde, ırkta olmadıklarımıza karşı bile yapılsa, buna
karşıtlığımızı göstermemiz gerekir, çünkü bir gün sıra bize geldiğinde, sesini çıkaracak kimse
kalmamış olabilir. Yani, ilgisizliğin sessizliği öldürücüdür.
Sessizlik, ilişki tarzının getirdiği koşularda insanın ya alternatifsizlikten ya da en iyi alternatif olarak
sessizliği seçmesinden veya seçme zorunluluğunda bırakılmasından gelir. Sessizlik ille ki boyun
sunmanın sessizliği anlamına değil, egemenliğin kurduğu ezici "barışını" ve adaletsiz adaletini de
anlatır. Kapitalist çalışan insanlar hakkında her türlü kayıt tutma ve kötü referanslar verme hakkına
sahiptir. Fakat çalışanlar çalıştıkları kapitalistin iş yapısı biçimi ve uygulamaları hakkında, doğru bile
olsa, küçültücü, yerici, gerçeği ortaya koyucu iletişimlerde bulunamazlar; Bulunurlarsa işten atılırlar ve
hatta mahkemeye bile verilirler. Düzen onları suçlu bulur. Sistem egemen güçlerin çalışanlar hakkında
istedikleri değerlendirmeyi yaptıklarında sessizdir, fakat kapitalistin iş görme biçimine karşı
iletişimler, yüksek seslerle karşılaşır. Sessizlik, koşullara bağlı olarak hem gücü hem güçsüzlüğü hem
de mücadeleyi anlatır.
Q. İLETİŞİMDE DUYGULAR VE BİZ
"Sana vurgunum, sensiz yaşayamam" müziğiyle dop dolu dolar erkek ve kadın. Erkek günlük "normal"
ilişkilerde bu duygusunu, kadının saçının uzunluğu ve aklının kısalığıyla, kendine hizmet etmesiyle,
kullandığı ev kadını ve sekreteri olmasıyla, gerektiğinde işten kovmayla, ezici sözle ve tokatla
anlamlandırır. Kadınsa dopdolu duygularla boyun sunar veya dırdırcı mücadeleye girer. Duygular
(psikolojik durumlar) havadan düşmez, günlük ilişkilerin özelliklerine bağlı olarak gelir. Bu nedenle,
örneğin, radyoda romantik bir müzikle duygulanan erkeğin, bu duygularla eşine sarılması, onunla bu
duyguyu paylaşma yerine, eşine "gürültüyü kes" diye bağırması, süregelen somut ilişkilerin duygusal
iletişimidir: Yani duygular ilişkinin geliştiği biçime bağlıdır (Erdogan, 1994).
Ekonomide insan rasyonel davranan varlık ve siyasal bilimlerde ise "siyasal hayvan" olarak nitelenir.
Ekonomik, siyasal ve kültürel iletişimde insan amaç-sonuç ilişkilerini kuran ve buna göre ilişkilerde
bulunan olarak görülür. Fakat ne denli rasyonel, politikacı, hesapçı olursa olsun, insan duygusaldır.
Duygusallık hem gereğinin çok ötesinde gaddarlık getirdiği gibi, gereğinin çok ötesinde duyarlılık
(hem kendine hem de dışa dönük duyarlılık) getirebilir. Yani duyarlılık iki zıt kutup arasında değişir.
Kin, nefret, sevgi, kıskançlık, öfke, korku ve hırs iletişimde oldukça önemli rol oynar. Duygular
ekonomik rasyonelliği etkileyen önemli bir faktördür. Amaçlı iletişim hem duygularla harekete
getirilmiş iletişim olabilir, hem de duyguları ezme ve sömürme amacı taşıyabilir. Yardım, dayanışma
ve bayramlarda paylaşılan iletişimlerde duygular (ve duyguların ticari sömürüsü) ağırlıktadır. Vatan,
millet, özgürlük, insanlık, eşitlik, demokrasi kavramlarını bayrak gibi taşıyan iletişimlerde de,
insanların yaratılmış ortak duyarlılıklarına seslenme (duyguların siyasal sömürüsü) vardır.
Vatanseverlik ve milliyetçilik gibi duyguların ekonomik temeli, doldurulan duygusal yoğunluk içinde
görünmez olur: Sermaye vatan denince dolar işaretleri görür her yerde; Geniş kitleler vatan denince
çocuğunu ve kardeşini öldürecek kadar heyecanla dolarlar. Sermaye için vatan mülktür. Kitleler içinse
kendinin olmayan, kendinin elinden alınmış, kendinin sandığı BİZdir.
Bizlik, insanın benliği gibi, ancak insanın girdiği ilişki içinde oluşur, desteklenir ve gerçek anlamını
kazanır.
Duygular ve duyarlılık ne benlikten ne de benliğin geliştiği kültürel, siyasal, ekonomik dünyadan
bağımsız olarak oluşur.
R. VE ONLAR
İletişimde "onlar" kimlerdir? Onlar tanımlamamıza ve değerlendirmemize göre betimlenen bizim
dışımızdakileri anlatır: Bizden olmayan diğer bizler ve bizden olup da bizim konum bakımından yanımızda
olmayanlardır. Onlar bizim aile dostumuz, kişisel düşmanlarımız, sınıf arkadaşımız, köylümüz, vatandaşımız,
yurttaşımız, sporcumuz, politikacımız, yatırımcımız, televizyonumuz, din veya ırk düşmanımız, kan
kardeşlerimiz, kan düşmanımız, olabilir. Biz milliyetçi olabiliriz. Fakat her milliyetçi bizim dostumuz değildir.
Düşman ülkenin milliyetçisi "milliyetçi biz"in düşmanıdır. Sermaye sahiplerinin bizliği çıkar düzeninin
getirdiği bizliktir. Sermaye\özel teşebbüs düzeninin bizliğinin düşmanı ONLAR, sendikalar ve örgütlü işçi
hareketleridir. Sendikalar derken tabi bir eli işçi sınıfının diğeri de kapitalistin cebinde olanlardan
bahsetmiyorum, ama ONLAR da dahildir. (Burada bu tür sendikaları ONLAR olarak nitelemekle kendi dışımda
ve bana karşı olarak niteliyorum.)
Bizlikle onlarlık her zaman doğru temellere dayanan bir karakter göstermez. Yanlış temellere dayandırılmış
bizlik ve onlarlık özellikle 20. yüzyılın kapitalist ideolojisinin getirdiği ve kullandığı bir oluşumdur. Yanlış
temellere bağlı olarak birinin kendini kendinin olmayan bir BİZ'le özdeştirmesi çoğunlukla hem kendine hem
de ONLAR olarak yanlış nitelediklerine zarar vermesine yol açar.
Bu kitabın amaçlarından biri de birlikte kim olduğumuzu, BİZLER ve ONLARLA ilişkilerimize ve tuttuğumuz
yere bakıp anlamaya çalışmaktır. Psikolojik (veya duygusal) olanın ardında, psikolojik olmayan ve psikolojik
olanı belirleyen ve yöneten başka nedenler yatar: İlişkiler düzeninin biçimlendirilişi ve günlük iletişimdeki
çalışma şekilleri...
II. İLETİŞİM İLİŞKİLERİ
A.
İLETİŞİM İLİŞKİLERİNİN ANLAMI
Bilgi, tecrübe, ihtiyaç ve amaçlar ve araçlarla, insanlar birbiriyle ilişkiler içine girerler. Bu
ilişkiler, ne adla adlandırılırsa adlandırılsın, belli biçimindeki iletişim ilişkisini içerir. İletişim
ilişkileri, sadece iletişim için iletişim ihtiyacını karşılamak gibi dar bir çerçeve içinde olmaz.
Toplumsal materyal ve kültürel üretim ilişkilerinin tümü aynı zamanda iletişim ilişkileridir. Nasıl
ki, toplumsal üretim ilişkilerinin bütünü bir toplum biçimini belirlerse, iletişim ilişkilerinin bütünü
de o toplumdaki iletişim sistemini ve düzenini oluşturur. İletişim ilişkileri sosyal ilişkilerden farklı
değildir. Sosyal üretim faaliyetlerinde insanlar bilgi ve tecrübe kazanır ve bunu kullanırlar.
İnsanlar kendi sosyal araçlarını da yapar ve kullanırlar: Emperyalist ilişkilerde, teknolojik kontrol
üretim araçlarının yapım ve kullanımında egemenlik altındakinin hem kendi araçlarını geliştirmesi
hem de araçları genel çıkar için kullanması "geriletilmiştir".
Sosyal üretim ilişkilerinde, iletişimde kullanılan üretim araçları bir kişi veya grup vb. tarafından
sahip olunabilir veya bir kişi veya grup adına kullanılabilirler. iletişim ilişkileri, iletişim
araçlarının sahipliği ve kullanım potansiyeline ve olanaklarına göre, sadece iletişim ilişkileri değil,
aynı zamanda mülkiyet ilişkileri biçimi olarak ortaya çıkar. İletişimde, üretim araçlarına ve ürüne
sahiplikle gelen mülkiyet ilişkileri, iletişime girenlerin hem ürün hem de amaç üzerindeki payını
saptar. Ürün üzerindeki sahiplik açıktır: O mal iletişimci Hüsnü'nün malıdır. Kopyası ve
çoğaltılması yasaktır. Kim için yasaktır? Gücü olmayanlar ve yasaları bükemeyenler için. Güçlü
hem çoğaltır, hem çalar çırpar, haberin bile olmaz. Haber olunca da kitle iletişim için sansasyonel
haberle o gün tiraj artırma olasılığı ortaya çıkar. Amaç üzerindeki sahiplik oldukça kapalı ve
karmaşık bir duruma getirilmiştir. Amaçtaki sahiplik gerçek ve hayali sahiplik olarak ikiye
ayrılabilir. Gerçek sahiplik, amacın sadece paketlenmesiyle değil, daha önemli olarak, amacın
sonuçlarıyla gelen sahipliktir. Gerçek sahip her ikisine de sahip olan veya gerçek payını alandır.
Hayali sahiplik ise, başkasının suyu, kayığı ve rüzgarıyla, başkasının amacını kendi amacı diye,
kendinin sandığı başkasının amacı ve sonucu için kürek çekendir. Bu "çekme" galip gelen futbol
takımı için sokağa dökülüp benzin, nefes ve kurşun harcamaktan, bilmem ne yolunda cenk etmeye
ve bilmem neyi kurtarma için kendini ve başkalarını ezme ve yok etmeye kadar çeşitlilikler
gösterir. Böylece, ilişkilerle herkes payını alır. Hak ettiği payını mı? Evet. Ne zamandan beri
böyle? Hakkı, doğruyu ve yanlışı, Allah’ı ve Peygamberi egemen güçler ve\veya özel mülkiyet
ilişkileri tanımladığından beri.
B.
İLETİŞİM VE TOPLUM İLİŞKİSİ
İnsanların nasıl iletiştiği, nerede ne zaman ve hangi koşullarda, kiminle, neyi ve neden iletiştiği
tesadüflerden veya kişilerin kendi özgür seçimlerinden çok, kişilerin ve toplumların yaşadığı
tarihsel gelişmenin belirlediği biçimler ve görevsellikler içinde anlam bulur. Daha özlüce, insan
varlığı ve iletişimini anlama soyutlamalar ve indirgemelerle değil, sosyal gelişme süreci içinde
soysal gelişme süreci olarak ele alınarak anlaşılabilir. Hüsnü'nün karısına her öğün dayak
çekmesini, Hüsnü'nün yobazlığına, küçük burjuva Mahmut'un işyerlerinde gençleri ve çocukları
insafsızca sömürüsünü, Mahmut'un insafsız gözü dönmüşlüğüne bağlayarak, bu ilişkinin
açıklamasını böylece sonuçlandırmak, ilişkiler gerçeğinin sadece en alt-birim ve ifadesine kendini
sınırlamak demektir. Bu tabi, hem çare sunumlarında hem de politikaların saptanması ve
uygulamasında yanlışlıklar, geçersizlikler, çıkmazlar ve, en önemlisi bu belirtilerin oluşturucusu,
destekleyicisi ve sürdürücüsü egemen sistemin olduğu göz altı edilerek, sistemin sürekliliği
sağlanır.
İletişim tarihsel sosyal gelişme süreçlerinin fonksiyonudur: 1453'de Fatih Sultan Mehmet tahtında
otururken internet yoluyla elektronik-mektupla Bizans imparatoruna, "ya İstanbul’u teslim edersin,
ya da zorla elinden alacam, zındık" diye mesaj gönderip, ardından, e-posta kutusunda Bizans
imparatorunun "zındık senin babandır lan! Erkeksen al da görelim! Tanrı bizledir" cevabını
aldıktan sonra, "İstanbul’u ele geçirmek vacip oldu, Allah yoluna cenk edelim şan alalım şan"
diyerek Bizans’a saldırmadı. Bu saldırı sırasında, sallanan kılıç, atılan ok ve toplardan kahramanca
sakınarak ve "aylığım tükendi" diye Ulubatlı Hasandan borç isteyen kameramanla birlikte, elinde
mikrofon cepheden haber toplayan TRT muhabiri Mustafa, ne Bizans imparatoru ne de Fatih
Sultan Mehmet'le söyleşi yaptı. Fatih Bizansı "ikna" için füzelerle iletişmedi, kılıç ve toplarla
amacında ısrarlı olduğunu anlattı.
Tarihsel sosyal gelişmenin belli bir anında o zamana kadar geliştirilmiş teknolojik araçlar ve
ilişkiler ya ortadan kaldırılır ya da egemenlik ilişkileri içinde biçim ve pozisyon değişikliğine
uğrarlar: Orta doğu çöllerinde ve Arap kasabalarında geçen Indiana Jones filmlerinden birini
seyrediyorum. Araplar Jones'un peşinde, Jones kaçıyor. Birden Arap pazarında Jones'un karşısına
elinde büyük kılıcıyla, ne denli maharetli, usta ve profesyonel olduğunu Kung-fu'nun hareketlerine
benzer hareketlerle sergileyen bir Arap çıkıyor; bu kılıç ustalığı ve giysi-modası gösterisi
karşısında John, hayretle duraklıyor önce, ve ardından sakince tabancasını çekip kılıç teknolojisi
ve ilişki dönemini kanlar içinde yere seriyor. Bu sırada bazıları Anadolu'da "bin atlı akınlarda
çocuklar gibi şendik" şiirini okuyup coşuyor.
Bizim yaşamımızdaki her şey, geçimimizi sağlama tarzlarımız, araçlarımız ve
ustalığımız\profesyonelliğimiz, giysilerimiz, evlerimiz, örgütlerimiz, bilgimiz, fikirlerimiz,
inançlarımız, iletişim biçimlerimiz, iletişim araçlarımız ve kullanışlarımız, hepsi de sürekli bir
sosyal hareketin ve değişimin öğeleridir. İletişim ve süreçleri insan tarihinin parçalarıdır.
İletişimi ve insan tarihini yapan da iletişimin veya tarihin kendisi değil, iletişim ilişkilerinde
bulunan insanlardır. Sosyal yaşamda "bir şey yapan" "iletişim" veya "kendiliğinden tekerrür eden"
tarih değil, tarihi ve iletişimi yapan insandır. Eğer, örneğin, televizyonda "900'ü veya 800'ü çevir
ve doyum bul" ahlaksızlığı varsa, bu televizyonun ahlaksızlığı değil, egemenlik ilişkilerinde
insanlar arasında insanlar tarafından kurulup sürdürülen, örneğin, ticari ahlaksızlığın bir ifadesidir.
iletişim "tarihini yapan" insandan öte bir şey değildir. insanın örgütlü sosyal ilişkiler içinde
kendini ve amacını ifadesidir. Profesör Korkmaz Alemdar'ın deyimiyle, iletişim "tarihi yapmanın,
yemek, içmek, barınmak gibi bir ön koşuludur. Bu yüzdendir ki iletişim maddi hayatın
üretilmesine katkıda bulunduktan sonra onun tarafından belirlenir." (1996:11)
C.
İLETİŞİM VE GÜÇ İLİŞKİLERİ
Ata sözü: Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.
Ataya bir diğer atanın cevabı: Eski taslar hamam oldu.
Ataya bir başka ata bu cevabı verdikten bilmem kaç yüz yıl sonra, bir iletişim profesörü
öğrencilerine, iletişimde alıcıya mesajı doğru ve etkili bir biçimde sunmak için, mesajı çok iyi
hazırlamak gerektiğini anlatıyor. Bu profesörün emrinde çalışan bir memur, belli bir istemi için
mesajını iyice ölçerek, biçerek, provasını yaparak çok iyi hazırlayıp geliyor. Mesajı incelikle
sunuyor, fakat amacıyla birlikte çöpe atılıyor. Memurun gözleri yaşlı. Hani mesajın
paketlenmesinin çok güzel ve ince ve zarafetli olması etkiyi yaratırdı? O memur dünyanın en
profesyonel reklamcısıyla mesajını hazırlasa ve sunsa, sonuç gene çöp tenekesidir. Neden? Kişinin
kendi kendini haklı çıkardığı meşrulaştırılmış güç uygulamasından... Ya bu güç uygulaması gayrimeşruysa, tamimiyle kişinin kendi hislerine dayanıyorsa? Uygulayan için hiç fark etmez, daha da
doyurucu ve tatmin edicidir. Ezilen çaresizlik içinde kıvranır ve gözyaşı dökerken, ezen zaferin
verdiği zevk içinde dört köşe olur. Ya da ezilen mahkemelere başvurur, kararlar alınır, yeni güç
uygulamaları ve yeni mahkemeler derken, çeşitli sonuçlar ortaya çıkabilir: (1) Taraflardan biri
vazgeçer, (2) Güç ilişkisini ortadan kaldıran taraflardan birinin pozisyon değişimi olabilir, (3)
Taraflardan biri diğerinin gırtlağına çökerek kaba güçle iknaya ve/veya vazgeçirmeye başvurur.
İletişim ilişkileri amaçlı insan faaliyetlerine göre biçimlenen ve çeşitlenen güç uygulamasıdır.
İletişim ilişkileri basitçe ortak faaliyete giren tarafların arasındaki ilişki değildir. İletişim
ilişkilerinin karakterini, (a) İletişimdeki insanların iletişim araçlarıyla ilişkisi (b) ve iletişimin
ürünüyle olan ilişkisi belirler. İletişim ilişkilerinde güç uygulaması iletişimin politikasını saptama
(politikada paylaşma, büyük payla egemenlik kurma veya tümüyle dışarıda bırakarak egemenliği
perçinleme) sonuçlarıyla gelir ve sonuçlarını destekler.
İletişim ilişkileri güç ilişkilerinden bağımsız olarak gitmez. İlişkinin kapsamı, niteliği ve biçimi,
güç ilişkilerinin kapsamı, niteliği ve biçiminin fonksiyonudur. Bir ülkede eşitsizlikler ne kadar
yüksek veya derinse, iletişim ilişkileri de benzer özellikler gösterir.
Örneğin, bir taraf iletişim araçlarına sahip olabilir ve diğer taraf bundan yoksun olabilir; bu
durumda, taraflar arasındaki iletişim dengesizdir; bir taraf egemenlik kurma araçlarına sahiptir.
Yani, iletişim ilişkisinde araçlara sahiplik, araçları kontrol edebilme güç, etkenlik, ve maniple
olanaklarını verir ve olasılığını artırır. Kitle iletişimi ilişkisinde kitlelerin "tüketici" izleyici
durumuna düşürülmesinin en önde gelen nedenlerinden biri de budur. Bu simetrik olmayan bir
iletişim ilişkisini belirler.
İletişim ilişkilerinde simetrik veya demokratik veya eşitcil bir ilişki biçiminin olabilmesi
koşullarına eğilelim:
(a) İletişimi başlatma, başlatabilme özgürlüğü: Bir iletişimi bir amaca ulaşmak için
başlatabilmedir. iletişimi başlatabilme iletişimi başlatma ve yürütme araçlarına sahiplik veya hiç
değilse kullanma olanaklarının olmasını gerektirir. Bunun da yeterliliği, enformasyon toplama
olanaklarına ve araçlarına sahip olmayı gerektirir. İletişimi başlatabilme iletişimin örgütlü
koşullarına göre belirlenir. Bu koşulların egemen biçimine karşı olarak bir iletişimi başlatma
daima belli bir riske katlanmayı, göze almayı gerektirir.
(b) İlişkinin içeriğini saptama özgürlüğü: Neyin iletileşeleceği gündemini yapma iletişim
ilişkilerinin biçimini belirleyen önemli bir faktördür. İçerik başkası tarafından hazırlanıyorsa
(örneğin ücret, maaş, fiyat politikaları benim dışımda, benim üstümde saptanıyorsa), bu ilişkide
benim yerim sadece boyun sunucu veya büyük riskleri göze alıp başkaldırıcı bir yerleşimdedir.
(c) İlişkinin materyal koşullarını kullanma gücüne sahip olma özgürlüğü: Her ilişki belli araç
(veya araçların) kullanımını gerektirir. Eğer ilişkide bir taraf ilişkinin materyal koşullarını
mülkiyet, yasal veya diğer nedenlerle elinde tutuyorsa (örneğin TV stüdyolarına, radyo
istasyonlarına sahipse, ardında dayandığı polis ve ordu varsa, özel timlere sahipse, koruyucuları
varsa, silahlıysa), iletişim ilişkilerinde üstünlüğe sahiptir.
(d) İletişimi alma özgürlüğü: Bu özgürlük, ilgi duyulan enformasyonu ve bilgiyi elde etme
özgürlüğünü gerekli kılar. Bu da sadece kaynakların var olmasını değil bu kaynakları kullanabilme
ve elde edebilme olanaklarının olmasını gerektirir. Bir yazıyı okuduğu için cezalandırılan, bir
gazete veya mecmuaya abone olmak isteyen fakat başına bela alacağı nedeniyle olamayan insanın
iletişim alma özgürlüğü elinden alınmıştır. Bu özgürlüğün kısıtlanması kaynakların kurutulması,
saklanması, bastırılması, sansüre uğratılması yollarıyla da yapılır.
(e) İletişim ilişkisinden kaçınma veya ilişkiyi durdurma (iletişim göndermeme ve almama)
özgürlüğü: Bu özgürlük, ilişkiye girmeme hakkını, iletişimi almama ve iletişim göndermeme
hakkının olmasını ve uygulanabilmesini gerektirir: Bir iletişimden kaçınma, örneğin enformasyon
vermeme, soyut haklar ötesinde, bunun gerçekleşmesini olur yapan yeterli gücün olmasını
gerektirir. Aksi taktirde ne iletişimden göndermeyerek, bilgi vermeyerek kaçınabiliriz ne de
ilişkiyi durdurabiliriz. Çünkü bu güç ancak eşitcil demokratik bir sosyal yapıda olabilir. Yoksa,
örneğin, devletle 'bilgi vermeme' ve iletişimi durdurma gibi özgürlükçü bir ilişkiye girme olanağı
işkence odalarında gülünç ve acıklı bir anlam alır. Yönetici sınıflar devletle ve kamuyla olan
ilişkilerinde bütün bu olanaklara sahiptir ve bu yasalarla garantilenmiştir. Örneğin basın
"enformasyon privacy" (enformasyonun hususiliği) iddiasıyla enformasyon vermez. Özel teşebbüs
"privacy\hususilik" yasası altında enformasyon vermeme olanağına sahiptir ve kapitalist ülkelerde
özel teşebbüsün işkence edildiğini hiç duymadım. Peki güçsüz bırakılmış kitleler: Bizler
resumelerde bütün geçmişimizi çarşaf gibi bilmediğimiz insanların gözleri önüne sereriz; her
yerde anketler ve cevaplar doldururuz; polis kayıtlarımız herhangi bir nedenle vardır;
telefonlarımız dinlenir; mektuplarımız açılır ve okunur; pasaport alırız ve gene kendimizi anlatırız;
bugün Amerikanın her binasında, köprülerinde, sokaklarında, dükkanlarında video kameraları
sürekli filmimizi çekmektedir. Polisler, işverenler, kamu kurumları senin farkında olduğun ve
olmadığın, istediğin veya istemediğin halde senden enformasyonu koparır alırlar. "Hususi/bana
özel" deyip vermesek, kendi paramızla kendimizi soydurduğumuz banka hesabı bile açamayız.
Fikir-reklamları\ilanları, cadde reklâmları, sigara tütünü, araba gürültüsü ve ekzostan fışkıran
zehir, çeşitli medyadaki reklamlar, haberlerdeki sunumlardan kaçmak olanakları günlük yaşam
süreci içinde, bizim için ortadan kaldırılmıştır.
Yukarda maddeler halinde sıraladığım özgürlükler, simetrik, eşitcil, demokratik bir iletişim
ilişkisinin oluşumu ve yürütülmesi için zorunlu koşullardır. Bu koşullardan herhangi birinin
taraflardan birinin elinden alınması veya yoksun olması, ilişkiyi egemenlik ve baskı ve hatta terör
ilişkisine dönüştürebilir.
1980'lerde çatışma çözümü ve barış iletişimi üzerinde araştırmalar, tartışmalar, konferanslar,
toplantılar, workshoplar, şenlikler ve müzik şölenleri çoğalmaya başladı. Barış, kardeşlik,
beraberlik, birlik ve dirlik nutukları dinleriz durmadan. Ezilenden dişini ve kemerlerini biraz daha
sıkması istenir. Ezenden beklenemez, çünkü feragat etmesi rekabet, özgürlük ve pazar kurallarını
çiğneme ve çiğnenmeye adım atmadır. Ezenler zaten durmadan yardımlarla kendilerine düşenleri
yapmaktadır: Barış istenir. Barış istemini kitleler yaptığında, kafaları ezilir. Barış çığırtkanlığını
yönetici sınıfların sözcüleri yaptığında, gözler barışı bozduğu söylenenlere döner. "Yüksek
Fransız" kültürünün egemen güçleri Nükleer test yaparken, eşsiz Amerika dünyanın her köşesinde
silahlı güçlerini tutarken, birçok ülkede azınlıklar katledilirken, barış nasıl elde edilebilir? Güç
uygulamasıyla elde edilen barış değil egemenliktir. Ancak simetrik ilişkilerin egemen olduğu bir
iletişim düzeninde "barıştan" bahsedilebilir. Asimetrik ilişkinin barışı, egemenliğin ve ezmenin
baskısı altında inleyişlerin susturulduğu barıştır.
D.
İLETİŞİM İLİŞKİLERİNDE ÖZGÜRLÜĞÜN ANLAMI
Bir karikatür düşünün: Hapishanede gardiyanlar ve mahpuslar oturmuş TV seyrediyor. Alt
yazı: Yalanistan’da iletişim özgürlüğü var. Karikatürü çizen: Yalan Dolanır. Gazetenin adı:
Hap-ı Milli. Gazetenin okuyucusu neden Hap-ı Milli'yi seçtiğini anlatıyor: Enflasyon o
kadar arttı ki eczaneden hap alamaz olduk. En büyük Hap-ı Milli'ye!!. Hem yakacak kağıt
hem de kelepire haplar.
"Yersen Araştırma Inc." raporuna göre, herkes her zaman yutmuyormuş: Okumuşlukla
yutma arasında güçlü bir pozitif ilişki varmış (r=.90 at <0.0ı, two tail = yani çift kuyruklu
yalan); Okuma bilmeyen hiç yutmazken, çok okumuş çok yutuyormuş. Bu nedenle,
"yoksulluktan kurtulmak ve çok yutmak için okula gidin" önerisiyle geliyor Yersen Raporu.
Polisin Sesi ve Ordunun Nesi yayınları da, Yersen'e alternatif olarak, "hiç merak etmeyin,
biz yediririz" diye, McDonalds'a, Pizza Hut'a, Renault'a, Doğan'a, IBM'e, Siemens'e
güvence veriyorlar. Vermeseler, dış yardım falan alamazlar.
Güç ilişkileri her türlü özgürlük hayallerinin yerini egemenlik ilişkilerinin aldığı ve özgürlük
mücadelelerinin başladığı yerdir.
Egemenlik mücadelesinin taşıdığı dengesiz, simetrisiz, baskıcı iletişim ilişkisinde ( "konuşulduğun
zaman konuş", "dinle ve uy", "ağzını kapa, denileni yap", "yasaklar soruşturulmak için değil,
uymak için vardır", "askerlik mecburiyeti vatan hizmetidir" gibi) bir tarafın elinden kendi
yaşamını düzenleme olanakları alınır. Bu tür ilişkilere bakarsak, örneğin, konuşan konuşamayanın,
susturulanın üzerinde hakimiyete sahiptir.
Konuşma özgürlüğünün egemen siyasal ve ekonomik sistemi eleştirme nedeniyle (devlete hakaret
gibi suçlarla) insanların elinden alınması anti-demokratik bir iletişim düzenini anlatır. Egemenlik
ilişkilerinde konuşma özgürlüğüne yönetici sınıfların ve sözcülerinin sahip olmasıyla kurulan
baskıcı ilişki düzeni, tarihte bu sınıfların ana dillerinden başka dili kullanmasıyla da
perçinlenmiştir. Çarlık devrinde Rus çarlarının Fransızca konuşması, Orta çağ Avrupa yönetici
sınıflarının Lâtince konuşması, Osmanlı yönetici sınıfının Arapça, Farsça bilmeleri buna örnektir.
Bu tür egemenlik ilişkilerinde, bilgi bir dilde (örneğin divan edebiyatı dilinde) belli yönetici sınıf
içinde dolaşırken, insanların cehaleti bir başka dilde (Anadolu Türkçesinde) korunur. Bir okulun
sınıfındaki yapısallaşmış ilişki biçimi öğrenciler arasında simetrik bir tarz gösterir. Öğrencilerle
öğretmen arasında ise hem sınıfın fiziksel peyzajının düzenlenişi (sıraların, tahtanın, öğretmen
masasının yerleştirilişi) hem öğretmenin ve öğrencilerin bu düzen içinde fiziksel yerleşim yeri ve
oturuş\ayakta duruş pozisyonu, hem de öğrenci ve öğretmen ilişki geleneği otoriter, tek yönlü,
simetrik-olmayan iletişim ilişkisi biçimini yansıtır. Sınıfta öğrencilerin yüzleri birbirine değil
öğretmene dönüktür. Öğretmen herkesi görecek ve yönetecek bir yere pozisyonlandırılmıştır.
Öğretmen herkesle "anlatma, açıklama, anlattırma, susturma, değerlendirme, geri-iletişime izin
verme veya vermeme, soruşturma" gibi egemenlik iletişimi içindedir. Öğrenciler derste birbiriyle
iletişim yapamazlar, çünkü bu ders iletişiminin yapısına aykırıdır ve iletişimin akışına "gürültü"
sokarak düzeni rahatsız eder. O zaman, düzenin yeniden kurulması için öğretmen "gürültüyü"
bastırır. Bastırmada kullanılan iletişim araç ve biçimleri sözle "sus" ikazından, "bağırmaya," el
veya cetvel gibi bir aletle dövmeye, kapı ardında tek ayak üzerinde durdurmaya ve sınıftan atmaya
kadar çeşitlenir. Öğrenciler "susması ve dinlemesi, izin verilmedikçe kendi düşüncesini ifade
etmemesi, kendine anlatılanı doğru olarak öğrenmesi ve bunu da ispat etmek için sınavda geriye
anlatması" gibi biçimlerle bağımlı durumdadırlar. Öğretmen öğrencileri hayata (kapitalist firma
düzeninin baskı ve sömürüsüne) hazırlar ve öğrenciler de bu hazırlamada kendilerine verilen
cebirin, filozofinin, tarihin coğrafyanın hayatla ilişkisini bir türlü kuramazlar. Bu ilişkisizliğin ne
demek olduğunu bazıları okul bitirince anlarlar, bazıları da hayat boyu fabrikada matematiğin
kendisiyle ilişkisizliğinde ısrar eder. Böylece, bir egemenliğin ileticisi ve genç beyinlerin
gerileterek biçimlendiricisi eğitim sistemi toplumsal üretimde görevini yapar. Öğrenci daha ilk
okulun birinci sınıfında kendi dışında kendi tarafından saptanmayan iletişim ilişkisi kurallarına
uyması öğretilir, direnirse uyması için uydurucu baskı-iletişimi mekanizmaları harekete geçer.
Çocuk büyüyüp kazara üniversiteye kapağı attığında, eğitim düzeninin faşist metodu kullanan
kurallarını çok iyi benimsemiştir. Hele toplumun genel yapısında faşist baskıcılık "iletişim-sorunçözüm-iletişim" yapısının temel bir öğesiyse, genç öğrenci barut gibi patlamaya hazır boyun
sunuculuğuyla oturur sınıfta. Öğretmen de aynı süreçten geçerek kürsüsüne geldiği için, sınıfta bir
barut fıçısı diğer barut fıçılarıyla egemenlik ilişki ve toplumsal egemenliği empoze iletişimine
devam eder. Öğrenciler genellikle anlamadıklarını anlamaz geçerler, anladıklarını ya şiddetle
kabul ederler ya da dersi geçmek için kabul eder görünür fakat içlerinden şiddetle kabul etmezler.
Kişinin egemenlik ilişkileri içine gerileterek yetiştirildiğini diploma vererek tasdikleyen eğitim
sistemi, oldukça kontrollü bir mücadele alanıdır: Örneğin Jandarmalar ve tayinler...
Jandarmalar\polisler ve tayinler eğitim iletişimi içine girdiğinde, eğitimdeki ilişki düzeni
entelektüel gelişmenin ve bilim özgürlüğünün engellendiği ve kontrol edildiği bir yer oluşunu,
baskıyla, daha da teminat altına almaya çalışır.
E. GÜÇ VE İLETİŞİM POLİTİKASI
Ne iletişim ilişkileri ne de güç uygulaması gelişigüzel bir biçimde olur: İletişim basitten oldukça karmaşığa
kadar değişen amaçlı bir sonuç için güdülen politikalarla gelir. Politika bir anlık tek bir amaçla ilgili
olabilir, veya tekrarlanan belli bir süreyi içerebilir. Hatta, ev işi içine hapsedilmiş "ev kadınının" erkekkocasıyla iletişimindeki "idare etme" politikası gibi, hayat boyu tecrübelerle kazanılmış, sistemli ilişkiler ve
tepki biçimlerini içeren ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir sürekliliğe sahip olabilir.
Toplumsal iletişim politikası iletişimin ekonomik, siyasal ve kültürel politikası olarak ayrılarak
incelenebilir. Önce iletişim politikasının ne olduğunu anlamaya çalışalım: İletişim politikası belli amaçların
saptanması, araçların belirlenmesi, planların yapılması, kaynakların tahsisi, uygulamalar, denetim ve
etki\sonuç araştırmaları\gözlemleri ile gelen iletişim ilişkilerinin yürütülme biçimidir. İletişim politikasının
ille ki makro seviyede planlı olarak hazırlanmış olması gerekmez. Her iletişimde insan bilinçli veya
bilinçsiz olarak belli durumlarda belli iletişim politikaları uygular. Buradan iletişim politikasıyla ilgili ilk
önemli özellik ortaya çıkar: İletişim politikası her durumda, koşulda ve iletişimde aynı olmayabilir.
Politikalar vardır.
Politikalar (1) Belli yapılaşmış ilişkiler içinde saptanır; (2) İnsanın veya hazırlayanların ve uygulayanların
özgür arzusuna göre oluşturulmaz; (3) İlişkideki güç durumunu yansıtır; (4) Politikalarda hazırlanma,
uygulama ve sonuçlar süreci vardır ve bu süreçler her zaman birbiriyle uyum içinde değildir. Politikaların
uygulanması safhasında politikaların hazırlanışı sırasındaki güç mücadelesi devam eder. Hazırlanışta
güçlerini (ve amaçlarını) arzu ettikleri gibi gerçekleştiremeyenler, bunu uygulanışta gerçekleştirmeye
çalışırlar. Dolayısıyla, planla iletişilen politika (amaç) uygulamaya gelindiğinde egemen faaliyetler ağında
amaçlandığı gibi gerçekleşebilir veya uygulanması engellenebilir; Ya da olduğundan ve amaçlandığından
başka biçimde uygulanabilir. Bu politikalar, günlük yaşamda, önceden planlanmamış alışkanlıklar ve çeşitli
kültürel pratikler, "normal" ilişki biçimleri olarak görünürler. Çoğu kez kafa yorup plan yapma gereği
duyulmaksızın yürütülür. Bu, bireylerin "normal koşullarda" güttükleri günlük ilişki ve iletişim
politikasıdır. Normal koşullar dışında, örneğin gerginlik durumlarında, gene kişisel alışkanlıkların ve
kültürel yapının kısıtlayıcı ve yönetici olarak rol oynadığı, düşünerek ve planlayarak karar vermeyi
görürüz.
Toplumsal politikalar gerçek anlamını tasarılanmış ve politika olarak sunulan biçimlerinde değil, daha çok
faaliyetler ağı içinde uygulanışı, sonuçları ve sonuçlara tepkiler içinde anlamlandırılmalıdır. Örneğin bir
iletişim politikasının birinci maddesinde: "Bu bir demokratik ve özgürlük iletişim kurmayı ve geliştirmeyi
ve yürütmeyi amaçlayan politikadır." yazılması, uygulamada bu politikanın dendiği gibi olduğunu veya
olacağını anlatmaz. Politikalar anlamını sadece sembolsel iletişimdeki anlatımla bulmaz, sembolsel
anlatımın dayandığı, çıkıp geldiği materyal ilişkiler düzeni içindeki günlük faaliyetlerde gerçek anlamını
bulur.
Medya politikalarını kim saptar? Özel teşebbüs tarafından sahiplikteki medyanın politikasını mülk sahibi
belirler, tabi mülk sahibi medya politikası çizecek kadar eğitime veya neden sonuç ilişkileri kuracak kadar
mental kapasiteye sahipse... Çoğunlukla genel politikayı yöneticilerine ileten mülk sahibidir. Mülk
sahibinin de "politika" anlayışı, içinde yaşanan düzenin egemen ideolojisinin medya ile ilgili özel bir
biçimidir. Medya politikaları çizen ve yürütenler ise ücretli yönetim kadrosudur. Bunların kararlarını da
etkileyen ekonomik ve siyasal pazardır. Basının politikası öncelikle ideolojiktir ve gazetenin, mecmuanın
içeriği bu politikaya göre ayarlanır. Özel televizyonların program politikası özel teşebbüsün "ne yolla daha
fazla gelir sağlayabiliriz" sorusuna cevapta verdikleri pazar-cevabına göre değişir. Eğer bu cevap beli tür
filmlerin ve eğlence programlarının satın alınmasıysa, buna göre plan yapılır. Haber politikaları gene
ideolojik bir karardır ve sahipliğin anlayış tarzı egemendir. Bu politikayı da çizen ve yürütenler TV kanalı
sahipleri değil, sahibinin sesine uymaya çalışan yönetici kadrosudur.
Kamu kurumu sektöründe ise, politikalar toplumsal siyasal kültür geleneklerine göre belirlenir ve saptanır.
Bu da, kendini yasal biçimlendirmeler olarak gösterir (örneğin TRT yasası, ceza kanununun özgürlüklerle
ve iletişimle ilgili bölümleri, Anayasa, TRT Kurumunun yönetim kadrosu).
Medya politikası medya örgütlerinin kendi amaçlarına ulaşmak için tuttuğu yolu anlatır. Bu özel
politikaların bir kaynaşımını, birleşimini ve hatta bazı özel sınıf çıkarıyla uyuşmazlığı ifade eden devlet
iletişim politikası vardır. Her ülkenin devlet politikasının saptanışı ve uygulanması dünyada ülkeler
arasındaki ilişkilerde, ülkenin tuttuğu yere bağımlı olarak gelen, uluslararası belirleyicilik vardır.
Dolayısıyla, politikaların her seviyesi ve biçiminde bağımsızlık ölçüsü güç ilişkilerine göre anlam bulur,
belirlenir.
III. İLETİŞİMİ SINIFLANDIRMA BİÇİMLERİ
İletişim ilişki biçimleri birçok şekillenmeler sahiptir. Bu şekillenmeler çeşitli ölçeklere ve karakterlere göre
çeşitli biçimlerde sınıflandırılabilir. Her ölçek ve sınıflandırma kendine özgü anlam verir iletişim ilişkilerine.
Hiçbir iletişim şekillenmesi bir diğerinden bağımsız değildir. Gerçekte iletişim şekillerinde zincirleme veya
birbiri içine girmiş bağımlılık ilişkileri vardır. Çoğu kez biri diğerinin tamamlayıcısı veya etkileyicisi veya
etkilenenidir.
Bu temel gerçekleri aklımızdan çıkarmadan şekillenmelere eğilelim.
A.
KİŞİYİ ÖLÇÜ ALARAK YAPILAN SINIFLANDIRMA
Kişiyi ölçü olarak aldığımızda, önümüze kişinin kendisiyle ve kendi dış çevresiyle iletişimi
sınıflandırması ortaya çıkar.
1. KENDİYLE İLETİŞİM
İletişiminin olmasının ön koşulu iletişimde bulunacak bir canlı varlığın varoluşudur,
çünkü iletişimin başlangıcı ve bitişi canlı varlığı gerektirir. Bu kitapta insan iletişimi ele
alındığı için, insanın var oluşu iletişimin ön koşuludur. İnsan varlığın ilk iletişimi
kendisiyle olan "kendiyle iletişimdir."
Eğer iletişimde iletiyi ileten ve alan aynı kişiyse, buna insanın kendisiyle iletişimi deriz.
Yaşanan dünyada nitelik ve nicelik bakımından en sık, çok ve yoğun olan iletişim insanın
kendisiyle olan iletişimidir. Bu iletişim uyku dışında kesintisizdir.
İnsanın kendiyle iletişimi kendi varlığını anlamasıyla başlar. Bebeğin anne karnındaki
oluşum sürecindeki iletişimi kendi kendine iletişimin başlangıcı olarak niteleyebiliriz.
Benzer biçimde, anne karnı ortamı içindeki hareket ve davranış biçimleri, bu kendiyle
iletişimin kendi ortamına uzamasıdır. Anne karnı ortamı dışına ulaştığındaki ilk haykırışı
ise yeni ortamına karşı ilk iletişimsel tepkisidir. Büyüyüp ölüme doğru olgunlaşma süreci
içinde, bebek beş duyularıyla algıladığı kendisi ve çevresini ve kendisiyle çevresi
arasındaki ilişkileri kendi "bensel" çıkarları açısından anlamlandırır. Bu anlamlandırma
bu duyular yoluyla anlamaya ve yorumlamaya yönelik olduğunda kendisiyle iletişimi
süreci egemendir. Bu süreçte en baştan beri çocuğun kendi algılayıp anlamlandırdığıyla
kendi dünyası dışındaki kurulu egemen anlamlandırmalar arasında mücadele vardır. Bu
mücadele çocuklukta ve gençlikte özellikle "yasaklayıcı" sosyalleştirmeye (=belli
ideolojik kalıpların işlenmesine) karşı direnişlerle devam eder. Sonraki yaşam
safhalarında ise, ya egemen ideolojinin ve kültürel kalıpların taşıyıcısı olarak bu
mücadele büyük ölçüde son bulur ve geriye-dönük, kendisine yapılanı yeni kuşaklara
yapan bir biçime bürünür, ya da mücadele toplumsal bir karşıtlık biçimini alır.
Kendiyle iletişim dışla iletişimden bağımsız değildir. Dışla iletişimle birlikte, bazen ona
karşı bazen onla uyuşma içinde olur. Dolayısıyla, kendine bakıp "ben özgürüm" diye
düşünen birinin, "özgürlüğümüz yok" diye düşünenle iletişimi sırasında bunu dışa vuruşu
ve "özgür oluşuyla" böbürlenişi ve bu özgürlük fikrine düşünerek ve gerçeklere bakarak
vardığını iddia edişi, yani hem fiziksel hem de ussal bakımdan bağımsızlık iddiası ancak
o kişi ve benzerleri için geçerlidir. Bu geçerlilik de, o kişinin bulunduğu koşullardaki
kendi gerçeğini yansıtıyorsa, "benin" kendi bilincini kendinin ve çevresinin sübjektif
koşullarına dayandırarak tanımladığı bir geçerliliğin iletişimini getirir. Eğer bu geçerlilik,
o kişinin bulunduğu koşullardaki kendi gerçeğini kendine göre değil de kendi üzerinde
egemenlik kurmuşa göre yansıtıyorsa, "benin" kendi bilinci egemenlik ilişkilerindeki
bağımlılığın getirdiği kölelik ve kölenin zincirine vuruluşunun iletişimini getirir. Her iki
durumda da, bu "geçerlilik" bile geçerli olduğu koşullardan çıktığında ya anlamını yitirir
veya yeni bir anlam kazanır.
Kendiyle iletişimde iletişimin niteliksel ve niceliksel çerçevesi insanın kendi
koşullarından bağımsız değildir: Yoksul bir dünyada yaşayan birinin düşleri, umutları,
umutsuzlukları, beklentileri ve planlarıyla, varlıklı bir dünyadakinden hem nitelik hem de
nicelik bakımlarından farklıdır. Dağdaki bir çoban çocuğu, kendiyle iletişimde, soğanın
cücüğünü (ortasını) yeme olanağını, zengin olsaydı yapacağı iş olarak düşlerken, kentteki
bir zengin çocuğu Ferrarisiyle nasıl kız tavlayacağını tasarlar. Kendisiyle iletişimdeki
çerçevenin genişliği ve darlığı, çeşitçililiği ve çeşitsizliği, zenginliği ve yavanlığı,
olabilirliği ve düş olarak kalması insanın içinde yaşadığı koşullarla önemli ölçüde
etkilenir. Anlaşılacağı gibi, koşulların saptayıcılığı kendisiyle iletişimin biçimini de
belirleyici bir rol oynar. Bir başka örnekle açıklayalım: Köylü ve kasabalı çocuk (ve ana
baba) polislik ve yedek subaylık hayalleriyle düşler kurarken, kentin varlıklı çocuğu (ana
ve babası) Avrupa ve Amerika’da eğitim ve toplumu yönetici kadrolar arasında yer
almayı planlar. Polis olmayı düşleyenin düş ufku orda biter, çünkü o düş
düşleyebileceğinin en zirvesinde yer alır. Amerika’yı planlayan içinse ufkun daima ötesi
vardır.
Kendisiyle iletişimle davranış arasında sıkı bir ilişki vardır. Fakat bunun anlamı davranışı
saptayanın kendiyle iletişim olduğu, diğer bir deyimle bağımsız düşüncenin bir sonucu
olduğu söylenemez. Kişi "yoruldum, oturmam gerek der kendi kendine. Yorgundur, fakat
oturacak yer yoktur. Yere oturması gerek, fakat yeni aldığı kıymetli elbisesini kirletmek
istemez ya da yere oturmayı uygun görmez. Yorgunluğa rağmen oturmamayı seçer. Bu
tür engelleyici seçenekler\tercihler günlük yaşamda birçok durumda çeşitli örneklerle
vardır: Utanma, el ne der, uygun değil, olmaz, rezil olurum, ayıp olur gibi sosyo-kültürel
engelleme mekanizmalarının çalışması sonucu kişisel kendisiyle iletişim belli biçimler
alır. Kişinin kendisiyle iletişiminde var olan olasılıklar arasında seçimler yapılır. Fakat ne
olasılıklar (potansiyeller) ne de seçimler yapısız bir biçimde özgürce bir niteliğe sahiptir:
Potansiyeller, olasılıklar ve tercihler kalıplaşmış yapılara sahiptir.
Kendiyle iletişim hem mücadeleyi, hem karşı tepkiyi hem de vazgeçerek boyun sunmayı
getirir. Bu davranış biçimlerinden hangisinin seçileceği de gene kişinin kişiliğinden çok
bulunduğu durumla belirlenir: Kişi her zaman risk ve fayda-zarar hesapları yapar. Bu
hesaplar da ille ki akılcı ve faydacı bir karar vermeyle sonuçlanmaz. Fakat genellikle risk
arttıkça kişinin kendisiyle iletişim sonucu karşıt olduğuna karşıtlığını ifade etme biçimi
de değişikliklere uğrar.
Kendisiyle iletişim insanda yaşam boyu soluk alma gibi süreklidir. Uykuda bile rüyalar,
vücut fonksiyonlarını ayarlamalar yoluyla devam eder.
Kendisiyle iletişim sosyal iletişimdeki özelliklerin bir uzantısıdır. Bu "uzantılık" özelliği
ancak "sosyalleşmemiş" bebekte yoktur. Bebeğin büyüme süreci bu uzantının oluşması
sürecini de içerir. Baba ve anne diyen çocuk, bu deyimi oluşturan kendisiyle iletişimde
dıştakinin kendine ilişkisine göre ayırım yapar. Ardından çocukluk, babalık ve annelikle
gelen "geleneksel" rollerin oynanmasının işlenmesi gelir. Böylece insan kendisiyle
iletişimde kendinin dışındaki yapılaşmışın kalıplarını kullanarak karar verme durumunu
"normal olarak benimsemeye başlar; benimsemezse benimsettirilme sürecine normal
baskıların ötesinde ağır baskılar katılır.
Yetişkinlerin kendisiyle iletişiminde sosyal yapısalın egemenliği çok daha fazladır:
İçinden boğası geldiği kişiye gülümsemek zorunluluğunu duymayı gerektiren kendisiyle
iletişim, bu uzantı oluşta dış egemenliğin saptayıcılığını anlatır. Dolayısıyla, kendisiyle
iletişim, sürekli tartmalar, ölçmeler ve biçmeler ve karar vermeler, plan yapmalar ve
vazgeçmelerle doludur. Bunlarda da egemenlik kesinlikle kayıtsız şartsız olarak bireyin
elinde değildir. Bireyin kendisiyle konuşuşu çoğu kez belli ideolojik yapıların ondan
geçerek kendilerini ifade etmelerinden öteye gidemez.
2. KİŞİNİN ÇEVRESİYLE İLETİŞİMİ
Kişinin kendisiyle iletişimi çevreyle iletişiminin görevsel bir parçasıdır. Çevreyle iletişim kişinin
vazgeçilmez yaşam gereğidir. Bu da kendini kişinin en başta kendi temel ihtiyaçlarını karşılaması
zorunluluğuyla oluşur. Acıkan insan yemek, üşüyen insan barınmak ve giyinmek ihtiyacıyla
karşılaşır ve bunları karşılamak için çevresine döner. Köleleştirilir, kölelik çevresi kölelik
çevresinden kaçış, eğlence ve dinlenme gereklerini çıkartır ve kişi bu çevreye döner. Böylece
çevreyle iletişim sürer. Çevreyle iletişim, belli koşullarda, "sömürüyü" de getirir. Çevreyle
iletişimde kişi kendi ihtiyaçlarını sağlamak için girişimlerde bulunur. Bu girişimler, diğer
insanlarla iletişimi içermedikçe, insanın kendisiyle iletişiminin sonucu verdiği kararla doğal
çevreye müdahalesi biçiminde olur.
İnsan yalnız veya başkalarıyla ilkel koşullarda da modern koşullarda da doğal çevreyle iletişime
girer. Bu iletişim tek taraflı sömürü ilişkisi biçiminde olur. Fakat doğaya hakaret, doğayı talan,
doğanın ırzına geçme, doğayı öldürme ve bütün yaşayan varlıklar için yaşanmaz duruma getirme
iletişim biçimi ancak çağdaş insanın modernliği, çağdaşlığı, ileriliği sayesinde mümkün
olabilmiştir: İnsan doğayla girdiği ilişkide, doğadan kendi ihtiyaçlarını karşılamak için "alır".
Ekerek alır, dikerek alır, sökerek alır, yakarak alır, yıkarak alır, keserek alır, döşünü binlerce metre
delerek alır. Bu alma ilişkisi ve iletişimini de elle yapar, baltayla yapar, taşla yapar, tırpanla yapar,
döver biçerle yapar, greyderlerle yapar, dinamitle yapar, sülfürik asitle yapar, kurşun taramayla ve
nükleer denemelerle yapar. Yapma araçları ve sonuçları "modernleştikçe" daha da "modern" bir
biçime bürünür. Çevreyle iletişim insanlar arasındaki iletişimin ayrılmaz bir parçası olarak yürür.
Hz. Havva, Hz. Ademe küser ve bir başka dağda kendi başına yaşamaya başlar. Adem bulaşıklar
ve kirli çamaşırlar birikip Havva'ya ihtiyacı dayanılmaz duruma gelince, ve Havva da kurtların ve
kuşların saldırılarına karşı direnişten yorulunca barışırlar. Havva ALO deterjanıyla çamaşırları
yıkar ve ardından duru sabunuyla temizlenerek temiz bir dünyaya kavuşur. Havva’nın atık suyuyla
giden deterjan ve Duru sabununun kimyasal artıkları karada ve suda canlı kovalamaya başlar;
kaçabilen canlılar kaçar, kaçamayanların ruhuna el fatiha.
B.
YER VE ZAMAN ÖLÇEKLERİNE GÖRE SINIFLANDIRMA
Yer ölçeği, yani iletişimin aynı yerde olup olmamasına göre sınıflandırma, bize yüz yüze kişiler
arası iletişim şeklini ve yüzyüzelikten uzak, yer bakımından ayrılmış, soyutlamış, iletişimi uzağa
taşıma araçlarıyla gerçekleştirilebilen iletişim şekillerini verir. Bunun ötesinde, iletişim olduğu
yere göre, evdeki, okuldaki, iş yerindeki, eğlence yerindeki, dinlenme yerindeki, parlâmentodaki,
kentteki, kırsal alanlardaki, ülkedeki, dünyadaki, vb. gibi ayırımlarla sınıflandırabilir. İletişimin
olduğu yer ölçüsü, eğer sadece iletişim üzerinde saplanma (içerik) ya yönelir ve "yer" üzerinde
yerin özelliklerine ve iletişimle olan dinamik ilişkisine bakmadan bir kenara itilirse, ayırım ve
ayırımla gelen yorumlar anlamını yitirir. Yerin iletişime getirdiği kategorileşme ötesinde yerin
yapısal özelliklerine göre iletişimi biçimlendirmesidir. Daha açıkçası, yer ölçeği yeri yansız olarak
ele aldığında insanın sosyal gerçeklerinden uzaklaşır. Bu nedenle yerin yapısal konumunun
kesinlikle iletişimde göz önüne alınması zorunludur. Yer iki sevgilinin ele ele tutuşup sevgilerini
paylaştığı bir park veya doğa olsa bile kesinlikle yansız değildir: İki sevgili arasındaki el-elelik
iletişimde doyumu sağlayan pozitif bir rol oynar. Ama yer kaynana dırdırının olduğu yerde sevgi
paylaşmaya çalışmaksa, o yer hem sevgi ilişkilerini olumsuz etkiler, hem de egemenlik
ilişkilerinin ve mücadelesinin verildiği bir konumdur. Bir fabrikada, büroda veya herhangi bir iş
yerindeki iletişim konumu hiyerarşik, asimetrik ilişkilerin olduğu bir yerdir. Bir sınıf ortamında,
öğrenciler arasında rekabetçi simetriğe yakın ilişkiler ve öğrenci ile öğretmen arasında
egemenlik\boyun sunucunu ikilemi biçiminde asimetrik bir ilişki vardır. Yönetici sınıfların çeşitli
çıkarlarının temsilini anlatan yer ve zaman bakımından farklılaşmış kitle iletişi de anti-demokratik
bir dikey kademeleşmiş iletişim biçimini anlatır.
Eğer ölçümüz zaman ise, iletişimi zaman ölçüsüne göre, anlık, kısa süreli, uzun süreli ve sürekli
olarak sınıflandırabiliriz. Veya ilkel çağlardaki iletişim, orta çağlardaki iletişim, yeni çağlardaki
iletişim, çağdaş iletişim olarak gruplandırabiliriz. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde,
şimdiki zaman içinde, gelecek zaman içinde olacak iletişim olarak da ayırabiliriz. Bu ayırımın
değeri sadece zamanın tanımı ve bu tanımlamanın getirdiği anlam ile sınırlıdır. Geçmişi "evvel
zaman içindeki iletişim" olarak tanımlayıp hikayeleme ile, geçmişi "mutlak sahiplik kölelik
ilişkilerinin olduğu zamandaki iletişim" olarak tanımlayıp incelemek arasındaki fark, fukara kızın
kurbağayı öpünce yakışıklı prens olacağının olasılığı farkı gibi gerçekçilik farkıdır.
Kişiler arası iletişim yüz yüze veya "aracı medya" yoluyla olabilir. Örneğin aracı telefon olunca,
yer bakımından farklılaşmış kişiler arası iletişim biçimi vardır.
Araç mektup olunca hem zaman hem de yer bakımından farklılaşmış kişiler arası gecikmişiletişim; elektronik-mektup olduğunda zaman farkı bazen birkaç saniye gecikmeye indirilir.
Eğer iletişim bilgisayarla aynı anda karşılıklı yazışmayla oluyorsa, ileti ve iletiye cevap ve cevaba
cevap çemberinde zaman farkı mefhumu kişinin yazma hızına indirilir.(telefon, mektup,
elektronik-mektup).
Faksla olan iletişimde de zaman farkı asgariye indirilmiştir.
1. YÜZYÜZE İLETİŞİM
Yüz yüze iletişim kişiler arasında aynı anda ve yerde, birbirini görerek ve duyarak yaptığı
direk iletişim biçimidir. Yüz yüze iletişimde egemen tarz sözlü, konuşmayla olan
iletişimdir.
Yüz yüze iletişimde iletişimde bulunanlar arasında zaman ve yer bakımından beraberlik
vardır. Herkes günlük yaşamından yüz yüze iletişimde bulunurlar. Bu iletişim biçimleri
büyük çeşitlilik gösterir. Bunları kategorilere ayırmak da ele alınan ölçülere göre değişir.
Ölçü yaş ise: çocuk, genç, yetişkin ve ihtiyarları kapsayan kuşaklar arası iletişimden
bahsedebiliriz. Aynı ayırımı kültürü yaşa göre tanımladığımızda da yapabiliriz. Eğer
ölçümüz cinsiyet ise, o zaman kadın ve erkek arasındaki iletişimden bahsederiz. Ölçümüz
aile içi iletişimse, o zaman anne baba ve çocuklar arası iletişim biçimleri öne gelir. Bu
kadar mı? Kapitalist okulda bu kadar. Benim okulumda dahası var: Köle ile sahibi
arasındaysa, kölelik iletişimi; işçi ile kapitalist arasındaysa, ücretli-kölelik iletişimi;
gelinle kaynana arasındaysa, kaynanalık iletişimi; koca ile karısı arasındaysa, erkeklik
iletişimi veya kadının ezilmişliğinin iletişimi; eşler arasındaysa, eşlik iletişimi; dostlar
arasındaysa, dostluk; düşmanlar arasındaysa, düşmanlık iletişimi; köylüyle ağası
arasındaysa, ağalık iletişimi; "hocam" diyen öğrenciyle öğretmen arasındaysa,
üfürükçülük iletişimi; öğrenciyle "öğrenci-öğretmen" (yani kendini her şeyi bilir bilen
öğretmen değil de, hala öğrenen gören öğretmen) arasındaysa, egemenlikle karışık
karşılıklı öğrenim iletişimi; Bir şamarda çocuğunu duvara yapıştıran baba ile duvara
yapışan çocuk arasındaysa, duvara yapıştırma iletişimi; çocuğuna laf geçiremeyen
baba\anne ile modern kapitalist popüler müziğin davul vuruşlarıyla "tüketim tüketim,
isterim, isterim, verirsen seni severim" diye zıplayan çocuğu arasındaysa, modern
hoşgörülü aile iletişimi; McDonalds'la, Pepsiyle, Levis'la, Marlboro'yla, Chanel 5'le,
Elizabeth Taylorun Passion'ıylaysa, özgürlükçü iletişimdir. Örnekler epey çok.
Yüz yüze sözlü, konuşmayla yapılan iletişim doğal olarak eşitcil, simetrik bir yapıya
sahiptir. Konuşabilen, dili olan, konuşmasını engelleyen herhangi bir sağlık sorunu
olmayan herkes bir iletişimi başlatma, bitirme, içeriğini belirleme ve iletişimin koşullarını
saptama kabiliyetine sahiptir. Bu tabii, doğal bir durumdur. Bu durum egemenlik
ilişkilerinin olduğu bir yer ve ortamda simetriklikten çıkar ve dikey bir yapıya dönüşür.
Sözlü iletişimi eşitlikten ve doğallıktan çıkaran dıştan gelen engellemeler sınırlamalardır:
Yasalar, kurallar, gelenekler, alışkanlıklar, sömürü ve kölelik gibi...
Konuşmayla iletişime neden dış engellemeler ve sınırlamalar vardır: Neden konuşma
özgürlüğü dikey bir karakter alır? Konuşma, sözlü iletişim sosyal üretim ilişkilerinin
bütünleşik bir parçasıdır. Eğer bir sosyal yapıda üretim ilişkileri bazılarının üretilen
zenginliklerin çoğunu alması ve kontrol etmesi biçimindeyse, bu yapıdaki sözlü iletişim
ilişkileri de bu dengesiz biçimi yansıtır. Eşitliğin, adaletin olmadığı ve sömürünün çeşitli
biçimlerinin egemenliğindeki bir sosyal sistemde, konuşma özgürlükleri de mülkiyet
özgürlüklerine ve ilişkilerine bağlı olarak anlam bulur. Varlıklılar ile varlıksızlar,
güçlülerle güçsüzler, sömürenlerle sömürülenler, ezenlerle ezilenler arasındaki sözlü
iletişim o ilişkinin karakterini taşır. Toplumsal kademeleşme kademeleşmiş iletişim
ilişkileri getirir. Kimin hangi konumda nasıl konuşması gerektiği, ne zaman, nerede, nasıl
ve hangi koşullar altında konuşma iletişimini başlatma, bitirme, içeriğini ve şartlarını
belirlemeye sahip olduğu güç ilişkilerinin bir fonksiyonudur. Günümüzdeki toplumların
en "demokratik" olarak geçinenlerinde bile konuşma özgürlüğü anayasayla tanınmış ve
korunmuş olmasına rağmen, daima bir sınıra sahiptir. Bazı ülkelerde devlet denen sınıf
terörü örgütünün ücretli\maaşlı köleleri olan memuruna, polisine, bakanına veya
cumhurbaşkanına dil uzatamazsın; "devlete ve devlet memuruna hakaretten" hapsi
bulursun. Eğer dilini kesmezlerse, şanslısın. En demokratik ülkelerde ise, konuşma
özgürlüğü, açık ve o an milli çıkarlar için tehlike ortaya çıkarıyorsa, müsaade edilmez, bu
tür bir konuşma yapan da, devletin sırıtan adaletini karşısında bulur. Konuşma, devleti
siyasal, ekonomik veya moral tahripten, ciddi hasardan korumak, toplumun güvenliğini
korumak, kamu düzenini sağlamak, ve özel mülkiyeti korumak gerekçeleriyle
sınırlamalara konu olur. Türk anayasası herkese kendini ifade özgürlüğü tanımıştır.
Herkes de zevkle ceza korkusu olmadan bu özgürlüğü iş yerinde, siyaset alanında ve
ekonomik alanda bol bol kullanmaktadır(!).
Siyasal bir ilişkiyi örnek verme yerine, oldukça basit bir örnek verelim: Cuma pazarında,
satıcıya "neden domateslerin iyilerinin öne sergilenip, arkadan kötülerinin verildiğini,
neden sergilenenin satılmadığını sorduğumda, anayasal hakkımı kullandım. Satıcı ve iki
arkadaşı da egemen sahtekarlığın güçlü horozlanmasıyla karşılık verince, anayasal hakkın
ne demek olduğunu hemencecik anladım (sanki bilmiyor muydum?). Millet o denli
baskıcı sömürülmeye ve kakalanmaya alışmış ki, hiç kimseden ses çıkmıyor: İfade
özgürlüğünün egemen ilişkiler içinde öldürülüşü... Ben burada sadece bir çok küçük
burjuvaziden bahsediyorum. Kitle iletişim araçlarında her gün görüyoruz; ülkeyi
meşrulaştırılmış yolla talan yetmediğinden olmalı, gayri-meşru soygun her alanda at
oynatıyor. Millet sessiz. Ezilenin, çaresiz bırakılanın, örgütsüzün, güçsüzün, karşısında
ordusu ve polisi ve adaletsiz adaletiyle bir yozlaşmış devi görünce boyun sunarak
yaşamına devam etmesi...
Anayasa veya herhangi bir yasa hakkı verir, hakkın olmasıyla hakkı kullanma
olanaklarının olması arasında, saptayıcı bir ilişki vardır: Olanaklar ve olanakları
kullananlar, yasaya gerçek anlamını verir. Anayasa hakkı verir ve ceza hukukunda bir
diğer yasa "devletin bütünlüğünü, milletin moralini, ahlakını, cumhuriyeti (=mülkiyeti ve
mülkiyet ahlâkını) ve demokrasiyi" koruma amacıyla, konuşma özgürlüğüne para cezası
verilir, zindana tıkılır ve hatta tokatlanır. Kamu hizmetindekiler, örneğin başbakanlar,
bakanlar, cumhurbaşkanları ender olarak gerçekleri iletirler halka ve halkı kandırıyor
diye hiçbir cezaya çarptırılmazlar. Ama sen "seni gidi sahtekar seni" diye bir başbakanın
sahtekarca konuşmasına karşılık verirsen, yandın demektir. Mesela bu kitapta ben, canım
çok çektiği halde arada bir ona buna küfredemem, açık seçik laflar edip, seksle ve seks
organlarıyla ilgili sözler söyleyemem. Yasaktır. Playboy ve her gece Arap havasına
biçimli vücutlara para verip göbek attıran televizyonların yaptıkları nedense "yasak"
tanımlaması içine girmez . Erkeklerin (ben dahil) ağzının suyu akarak seyrettiği ve
hayallendiği TV'de kıvrılan vücut ahlakla, moralla ve seksle ilgili müstehcen sözler
söylemiyor mu? Sanat yapıyor. Ne sanatı? Seksle iştahlandırarak satış sanatı. Yani, onlar
söyler, sen söyleyemezsin, çünkü güç ve kese meselesi... Kısaca, konuşma özgürlüğü (a)
açık seçik müstehcenlikte, (b) devlete karşı o an tehlike arz ederse veya ilerde tehlikeli
olma potansiyeline, karakterine sahipse, (c) kamu mensuplarına yönetilmiş karalayıcı
sözler (libel), (d) ayaklanmaya, isyana teşvik eden siyasal konuşma halinde özgür
değildir. Bu tabi buzdağının sadece görünen tepesi. Bunun altında, en küçük sosyal
birimden başlayarak en büyüğüne kadar hepsinin içindeki ilişkilerde konuşma
özgürlüğünün yok edildiğini görürüz. Kamu örgütlerinde, ailede, özel teşebbüs
firmalarında konuşma özgürlüğü çeşitli ölçüde kademeleşmiş ve sınırlanmıştır.
Konuşma havada yapılmaz, bir ortamda yapılır. Egemen güçlerin en çok engellediği
konuşma toplantı, gösteri, grev ve yürüyüş özgürlükleriyle ilgili konuşma\ifade
özgürlüğüdür. Bu tür konuşma\ifade özgürlüğü sürecin ta başında engellenmeye çalışılır:
(a) İzin verilmez; (b) izin vermeyerek engelleyemezse, meşru (polis) veya gayri-meşru
(polis ajanlar, kışkırtıcılar, kiralık sabotörler) yollarla herhangi bir bahane bulup
dağıtarak, dayak atarak, tutuklayarak engeller; (c) İzin verilmemesine rağmen toplantı
veya grev yapılır veya karara rağmen greve son verilmezse, mahkeme kararıyla
sorumlular tutuklanır veya mahkemeye verilir.
Konuşma her zaman sözle\sesle yapılmaz. Sembolsel konuşma ile iletişim sessiz\sözsüz
veya sözlü iletişime ek olarak yapılır. Sembolsel-konuşmada özgürlükler aynı nedenlerle
ve daha başkalarıyla yasaklanır: Kızıl bayrak çekmek, bayrağa barış sembolü çizmek,
bayrağı yakmak, bayrağı popoya yamayıp giymek, askere çağırı kartını yakıp protesto
etmek, duvarlara barış sloganları yazmak, duvarlara devrim sloganları yazmak,
başbakanın resmine "ben dolandırıcıyım" veya cumhurbaşkanının resmine "ben
uluslararası şirketlerin ve ortaklarının beş paralık sözcüsüyüm" diye ekleme yapıp t-shirte
basıp bu t-shirtle sokakta dolaşmak gibi... Bu tür sembolsel konuşmalar sadece devletin
gazabıyla karşılaşmaz, aynı zamanda devlet ideolojisinin taşıyıcısı bazı kölelerin de
gaddar tepkileriyle karşılık bulur.
Kişiler arası iletişim toplumsal yapının temel ilişkiler düzeninin özelliklerinden kaçamaz.
Kişisel iletişimi bireyin davranışları, tutumları ile tanımlamak ve açıklamak kişiler arası
iletişimi çok dar sınırlar içine koymaktır. İki kardeş veya arkadaş arasındaki yüz yüze
iletişimle bir işçi ve patron arasındaki yüz yüze iletişim arasında iletişimin her özelliği
bakımından önemli farklar vardır.
2. YÜZ YÜZE OLMAYAN İLETİŞİM
Yüz yüze olmayan iletişim yer bakımından aynı yerde olmamayı anlatır. Yer bakımından farklılık,
kullanılan araca göre o anda olan iletişim ve zaman farkını da çıkaran gecikmiş-iletişim
biçimlerini getirir. Bu iletişim biçimleri, iki tarafın da iletişim üretim araçlarını ve koşullarını
kontrol etme olanaklarına sahip olduğunda simetrik iletişim olanağını sağlar (örneğin telefon).
Bu tür iletişimin olabilmesi için iletişimin gereği olan sembollerin bir kişiden diğerine taşınması
gerekir. Kişiler arasında yer bakımından farklılık olduğu için, yani yüz yüze olmadıkları ve yer
bakımından farklı yerlerde konumlandırıldıkları için, iletişimi taşıma aracı zorunludur. Sesli
iletişimin gerçekleşmesi telefonla, sesli ve görüntülü iletişimin gerçekleşmesi telefonlutelevizyonla (veya televizyonlu bilgisayarla) gerçekleşebilir. Yazılı sembollerle iletişim ise
geleneksel olarak telgraf ve mektupla olur. Günümüzün iletişim teknolojisinde bu elektronik-posta
(e-mail) ile yapılmaktadır. E-mail'in geleneksel mektuptan farkı, sadece ulaşım zaman farkı ve
araç farkıdır. Bu kadar mı? Değil: E-mail biçimi mektuplu iletişimdeki yapının geleneksel PTT'nin
kontrolundan çıkıp özel-teşebbüsün kontroluna kayışını, ağaç kesip doğayı soyanların çıkar
alanının daralmaya başlamasını anlatır. Kağıt, zarf, kalem, silgi, pul, postacı-amca ortadan kalkmış
onun yerini bilgisayar teknolojisi almıştır.
Yüz yüze iletişimde olduğu gibi, yüz yüze olmayan iletişim şekillenmelerinde de yapısal ortama
(yere ve zamana) bağlı olarak, bu iletişim şekilleri değişik anlamalar kazanır.
C.
İNSAN SAYISINA GÖRE SINIFLANDIRMA
İletişimi iletişimde bulunan insan sayısına göre gruplaştırırsak, karşımıza kişinin kendiyle
iletişimi, ikili yüz yüze iletişim, aracılanmış (örneğin telefonla) iletişim, grup ve gruplar arası
iletişim, kalabalık ve kitle iletişimi çıkar.
1. Küçük Grup konumunda iletişim
Grup iletişimi grup içi ve gruplar arası iletişim olarak kendini gösterir. Grup içi ve
gruplar arası iletişim genellikle ırk, seks, yaş, siyasal tercih gibi özelliklere göre ayırt
edilerek incelenir.
Eğer iletişim ilişkisi bir kişinin bir gruba konuşması biçimindeyse, iletişim yapısal
özelliğine göre, bu tür konferans, konuşma, ders, tanıtım, reklam, vaaz olabilir.
Eğer gruplar arası ilişkileri kültür ölçeğine göre yaparsak, kültürler arası iletişim konusu
önümüze gelir.
Grup iletişimi aynı zamanda belli amaçlar için örgütlenmiş grubu da içerir. Örgütlü grup
iletişimi örgütlerin yapısına göre değişir. Bunlar da siyasal, ekonomik ve kültürel amaçlı
örgütlü gruplar olabilir.
2. Geniş grup konumunda iletişim: Kitle
Sayının yanında iletişimin olduğu yerin aynılığı da ölçü olarak alınırsa, önümüze siyasal
söylevlerin verildiği kitle-söylevleri; kitle-kandırma veya kitle-kışkırtma amaçlı
propaganda kampanyaları; kitle hareketleri, kitle-gösterileri, grevler, öğrencilerin okulişgalleri, fabrika işgalleri; hacca gidenlerin kitle ibadetleri gibi kitle iletişimi türleri ortaya
çıkar. Bu iletişim türleri eğer egemen güçler içinse, meşrulaştırılmış gayrımeşruluğun
(egemenliğin) meşruluğu içine girer ve belli çevrelerce alkışlanır. Eğer egemen çıkarlara
aykırı veya karşıysa, gayrımeşru ilan edilip tokatlanır. Dikkatinizi çekeyim, buradaki
kitle iletişimini sakın kitle araçlarıyla (örneğin TV. ile) yapılan iletişim olarak almayın.
Belirttiğim ölçüler içinde, kitle medyası iletişimi kitle iletişimi değildir. Eğer iletişim
sadece (a) "gönderilen bir mesajı" alma ve (b) alana "teşekkür ederim veya al mesajını çal
kafana" diye bağırma ve (c) çevresindekilerin de katılması olanağını vermeyen bir şekilde
kişileri birbirinde koparılmış bir biçimde konumlandırıyorsa, bu iletişim hepimizin bildiği
modern medyalı kitle iletişimidir.
3. Kalabalık iletişimi
Pozitivist-ampirik iletişim yaklaşımlarında, özellikle iletişimin propaganda içinde incelendiği
1940’lar, 50'ler ve 60'larda, iletişim yüz yüze iletişim, grup iletişimi, kalabalık ve kitle davranışı
sınıflandırması yapılarak incelenirdi. Fakat "kalabalık" ve kitle kavramı ayaklanma ve
başkaldırıların incelenmesi ve kontroluna eğilmeyi getirdiği için, dayanışmayı ima eden yüz yüze
iletişim, bireyciliği ifade eden kişiler\bireyler arası iletişime çevrildi; Kontrol edilemediği ve
McDonalds'dan yeme ve Pepsi içme için McDonalds'in kapısına, ve Levis giyme için Levis
mağazasına yöneltilebileceği pek karanlıkta kaldığı için kalabalık önce sokakta bırakıldı ve sonra
popusunun üstüne oturup adam gibi tüketiciliği öğrenmesi için işten çıkar çıkmaz eve (veya
birahaneler, kuaförler gibi herhangi bir tüketim-dört duvarı içine) hapsedildi. Evden çıkınca da
alışverişe gönderildi. Kitle, siyasal kitle nutuklarıyla birlikte, yüz binlerin tehlikeli bir şekilde
toplandığı ve dayanışmaya girdiği fiziki ve duygusal yakınlık alanından alınıp, televizyona
getirildi, ve kitle iletişimi televizyon, radyo ve gazete oldu. Bu oluşturmayla, kitle evlerinde tek
tek yakalanan bireyler şekline sokuldu.
Kalabalık kavramı (a) sokaktaki, dışarıdaki, (b) sayıca çok ve (c) birbiriyle ortaklığı kalabalığı
oluşturmadan öte gitmeyen insan grubu veya seli olarak özetlenebilir. Kalabalık genellikle kitle
kavramıyla eş olarak ve “sokaktaki, grevdeki, gösterideki” çalışan sınıfları anlatmak için
kullanıldı. Kimi burjuva aydınlarının “eleştirisinde,” kitle kavramı, toplumun bayağılaşması ve
yozlaşması olarak nitelendi. Psikoz-patalojik (psikolojik bakımdan hasta) aşağı tabakadan
insanların, anarşistlerin, devrimci işçi ve sempatizanlarının “tehlikeli sınıflar" oluşturduğu ileri
sürüldü. "kitle toplumuna" karşı uygarlığın kültürel mirasının korunması gerekliliği savunuldu.
Kitlelerden korkunun ve kontrol gerekliliğinin belirtildiği klasik yapıt Gustave Le Bon'un
1895'deki Kalabalığın Psikolojisidir. Le Bon kitle toplumunun kendi arzuları tarafından
yönetilmeyen otomatonlar ürettiğini savundu; kitle toplumunun ve kentlerde toplanan "tehlikeli
sınıfların" (çalışan kitlelerin) çıkışını, elitlere, mülkiyete ve mülk sahiplerine amansız bir tehlike
olarak niteledi. İnsanlar arasındaki eşitlik düşüncesinin düşmanı elbette sadece Le Bon değildi.
Thomas R. Malthus da aynı paralelde görüşe sahipti. Malthus’un "nüfus" teorisi, hala aynen yenisömürgeciliğin ve Türkiye gibi yeni-sömürgelerdeki öğretim üyelerinin çoğunun "sürdürülebilir
kalkınma" sorunlarında ve sorun çözümünde kullanılmaktadır. Malthus ve günümüzdeki
izleyicileri aşağı ve düşük sınıfların" "sefilliğini" ve "mutsuzluğunu" kapitalist yapıya değil
evrensel "doğal yasaya" (=Hobbes'in orman kanunuyla meşrulaştırılan yaratılmış eşitsizliğin ve
sömürünün doğallaştırılmasına) bağlarlar; bu "sefiller" sürüsünün sefillikten kurtulmalarının ve
toplum kalkınması çabalarına ana engeli kaldırma çaresi olarak da "nüfus kontrolünü" öne
sürerler. Nüfus kontrolü fikri sosyal bilimlerin hemen her dalında önem kazanmıştır. İletişim
sosyolojisi ise, doğum kontrolu ve nüfus azaltma politikalarının saptanması ve yürütülmesinde
araştırmalarla ve iletişim örgütleri de günlük ileti biçimleriyle katıldılar. Bu katılma Türkiye gibi
ülkelerde hala bütün hızıyla devam etmektedir.
20’nci yüzyılın başından hemen sonra, "canice teşvik edilebilir" kalabalık ve kitlelerden korku,
hem yeni yasalarla giderilmeye çalışıldı, hem de "yumuşak ve parlemanter tartışmalarla dolu,
kabine krizleriyle çıkmazda bocalayan ve iş yapmasını bilmeyen, grevleri ve komünistleri
bastıramayan" burjuva rejimlerinin faşist ve Nazi uzantısının kitleleri milliyetçi davullarla ve
zorbalıkla susturması biçimine dönüştü. Kitlelerin bu tür kontrolü Kapitalist batıda ikinci dünya
savaşından sonra, sendikaların burjuvalaşması, sosyal sigortalar, işsizlik sigortası ve tüketici kitle
kültürünün geliştirilmesiyle yeni bir biçim aldı. Diğer ülkelerde ise, ne zaman kitlelerin örgütlü
başkaldırısı güçlendiyse, o zaman ordu örgütlü direnişin kafasını silahla kırarak işe el koydu.
Ordunun işe el atması elbette toplumu soymadaki siyasal-ekonomik faaliyetlere kendilerini
zenginleştirme ve kaba güçle idareyi kendi ellerinde tutma hevesini de getirdi. Latin Amerika
ülkelerinin hemen hepsinde, Afrika’nın, Asya’nın ve Orta Doğunun çoğu ülkelerinde askeri
cuntalar siyasal idareyi ellerinde tuttular, sivil birkaç aile ve uluslararası şirketler böylece
kendilerini emin hissederek sömürülerine ortaklaşa devam ettiler. Ordunun geliş ve gidişleri
oyunu bu ülkelerde devam etmektedir.
İletişim kuramında Le Bon'un "kitle" anlayışı Lasswell'ci görüşte de yansır. Korkuyu biraz azaltan
gelişme, Gabriel Tarde'nin öncülüğünü yaptığı "taklit eden" "halk\kamu" ve "halk\kamu oyu"
anlayışının yaygınlaşmaya başlaması oldu: Halk\kamu geleceğin sosyal grubudur. Kalabalık
"diğerlerinin gözüyle faaliyet" tarafından saptanan fenomendir. Halk\kamu "diğerlerinin
düşencesine saygı" tarafından saptanan kültürlü ve medenileşmiş fenomendir. Tarde'nin görüşü
güçlü liderlikle kitleleri kontrol peşindeki Avrupa’da pek tutmadı. Fakat Amerika'da tutumlar ve
halk oyu araştırmalarının temeli oldu. Tutumlar ve halk oyu araştırmaları neden yapılır? Anlama
ve politika saptamalarına ve uygulamalarıyla kontrol nedeniyle. Tutumun 1935'lere kadar olan
egemen tanımı Gabriel Tarde'nin kitle analizini yansıtan "bir kişinin bir değere karşı olan düşünce
durumu" olarak anlaşılıyordu. 1935'de Gordon W. Allport bunu bugünkü sosyolojik tanıma
değiştirdi: (a) tecrübeden geçerek örgütlenmiş, (b) ilgili olduğu durumlara ve objelere kişinin
tepkisi üzerinde direktif veya dinamik etki çıkaran (c) ussal ve sinirsel hazır olma durumudur.
Pozitivist okul aydınları psikoloji, sosyal-psikoloji, psikoz-pataloji, sosyoloji, siyasal bilimler ve
iletişim gibi dallarda saha ve lâboratuar araştırmalarıyla insan tutum ve davranışlarını anlama ve
egemen güçlerin çıkarı yönünde kontrol mekanizmaları getirme girişimlerine başladılar. Belki de
şimdiye kadar milyona yakın araştırma yapılmıştır. Kontrol mekanizmaları soğuk savaşta ve sıcak
savaşta temel farklılıklar gösterir. Soğuk savaşı Amerika ile Rusya arasındaki savaş olarak
almıyorum, örgütlü bir sömürüyü sürdürmede silahlara başvurmadan yapılan iç ve uluslararası
savaş olarak kullanıyorum. Çünkü Amerika ve Rusya arasındaki soğuk savaş benim kullandığım
anlamdaki savaşın bu iki güç arasında olan yansımasından başka bir şey değildi. Bunun anlamı da
çok açık: Soğuk savaş bitti iddiası belli bir örgütlü karşı-güce karşı olan soğuk savaş bu gücün
çözülmesiyle sadece bu çözülen güçle ilişkide ortadan kalktığı gerçeğinden öte bir anlam taşımaz.
Yoksa, soğuk savaş her an, her gün kapitalizmin fabrikalarında, iş yerlerinde, okullarında,
parlamentolarında, bütçe ve ücret politikalarının saptanması ve uygulamalarında,
televizyonlarında, başbakanlarının demeçlerinde, adalet sisteminin ve ordunun varlığında, kısaca
günlük burjuva materyal ve ideolojik faaliyetler ağı içinde bütün dünyada devam etmektedir. Peki
sıcak savaş? Sıcak savaşlar yaşadığımız yıllarda daha çok iç savaşlar biçiminde olmaktadır.
Bunları da kabaca iki grup içine çökertebiliriz. Birinci gruptakiler çöken eski-sovyetlerdeki
ganimet kapışma mücadeleleridir ki bu iç savaş biçiminde kendini göstermektedir. Bu ganimet
kapışma ve çoğa konmak bir ırkın egemen olduğu her Sovyetde kısa zamanda halledildi. Fakat ırk
farkları olan Yugoslavya gibi yerlerde, ırkçılık bu ganimet paylaşma anlaşmazlığına katıldı. Bu da
savaşı ikinci türe döndürdü: Diğer bir ırkın yönetici sınıflarının sömürgeleştirme çabalarına karşı
silahlı bağımsızlık direnişi. Bu bağımsızlık direnişinde, Bosna'da olduğu gibi, liderlik, gene
ganimet paylaşma yarısındaki burjuva-anlayışlı liderliğin elindedir. İkinci grup sıcak savaş, Bosna
örneğinde olduğu gibi ırksal bağımsızlık savaşını içerir. Bu tür savaş ırksal farklılıkların olduğu
ülkelerin çoğunda çeşitli ölçülerde, sıcaktan soğuğa ve soğuktan sıcağa, koşullara göre, zaman
içinde değişerek verilmektedir. Amerikan emperyalizminin petrol çıkarlarını Körfezde koruma
savaşı yanında, yeni- Rusya’nın örneğin Çeçenler üzerinde uygulamaya çalıştığı yeni-emperyalist
emelli sıcak savaş biçimini görmekteyiz. Bütün bu soğuk ve sıcak savaş biçimlerinin egemen
iletişimi daima demokrasi, özgürlük ve barış biçiminde sunulur.)
Le Bon'un kitabı yer yer Hitler tarafından Mein Kampf'da çalınarak kendine mal edildi. Faşist ve
Nazi kaba gücü meşrulaştırmada August Compte'in "düzen ve ilerleme" fikri Latin Amerika gibi
ülkelerdeki askeri, toprak ağası ve yeni-burjuva ortaklığındaki yönetici sınıfların sloganı oldu.
Pozitivizmin "düzen ve ilerleme" tutuculuğu ve baskıcılığı ikinci dünya savaşından sonra Latin
Amerika'da "vatanın bütünlüğü, aile değerleri ve dinin kutsallığı" ve diğer ülkelerde "vatanın
bütünlüğü, demokrasi, özgürlük ve düzeni koruma" adına demokrasi, eşitlik, özgürlük isteyen
insanların (özellikle gençlerin) katliamlarında slogan olarak kullanıldı. Günümüzde bu siyasal
iletişime “dengeler” kavramı katıldı.
A.
ARACA GÖRE SINIFLANDIRMA
Araca göre sınıflandırmayı yaptıktan sonra, açıklamak için birkaç yaklaşım yolu tutulabilir:
Örneğin, dilin doğasal özelliklerinden ve kıvrılarak nasıl ses çıkardığından bahsedersin ve işi
bitirirsin. Ya da bir adım ileri gider çıkan sesin karakterine eğilirsin: Kalın mıydı, ince miydi,
bariton muydu, duyulacak kadar mıydı yoksa yüksek miydi. Belki biraz daha ileri gidip, sesli
iletişimin çok yüksek olmasının "etikle\ahlakla" ilgili anlamaları üzerinde tartışma yaparsın. Belki
de çok daha ileri giderek, özel teşebbüsün, pardon özgürlüğün ve fırsat eşitliği ve demokrasinin
düşmanı diye egemen güçlerce suçlanma olasılığını göze alıp, kıvrılan dile bakar ve "bu kimin
dili, neden şöyle değil de böyle kıvrılıyor, ne için ve kimin için kıvrılıyor?" diye sorarsın. Böyle
sorarsan, eğer kazara yeni doktoranı almış ve bir üniversiteye yardımcı prof olarak kapağı
atmışsan, birçok ülkede genellikle başına iş açacağına garanti olarak bakabilirsin. Bu tür
engelleme ve bu son soruya benzeri sorulardan kaçınma veya düşmanlık iletişimi Türkiye gibi
ülkelerdeki üniversite çevresinde edepsizliğin bile yüzünü kızartacak bir biçimde yapılmıyor mu
dersiniz?
B.
İLETİYE\MESAJA GÖRE SINIFLANDIRMA
Bu ayırım mesajın içeriğine, mesajın içeriğinin kime seslendiğine, mesajın neyi sattığına göre
yapılabilir. Bu bakımdan klasik ayırım şöyledir: Haber, eğlence ve eğitim. Buna enformasyon,
spor, reklam ve müzik de eklenerek "kapsamı genişletilir."
Mesajı ölçek olarak alıp yapılan sınıflandırmada, evvel zaman içinde kalbur saman içinde
propagandası ve ideolojisi vardı, fakat 1960'lardan sonra egemen iletişim sunumlarında bu ortadan
kayboldu. Şimdi, egemen iletişime girişte, mesaja göre sınıflamada, TV'de haber, eğlence ve
eğitim ayırımı vardır. Peki reklama ne oldu? Reklam reklamcılık derslerinde etken reklam
hazırlama için ayrıldı. Gazetede ise içerik gene haberler, yorumlar, spor ve eğlence olarak
belirlendi. Radyoda ise müzik, müzik-haber, haber-müzik, haber, spor olarak... Radyolar tek mesaj
veren yapıya dönüştürüldüğü için Pop müziği radyosu, hard-rock radyosu, haber radyosu,
konuşma, küfür ve hakaret radyosu gibi sınıflandırılır. Mecmualar da siyasal, ekonomik, eğlence,
kadın ve seks satan, çocuk korku-vahşet çizgi, genç music mecmuaları gibi birçok sınıflandırma
içine ayrılabilirler.
Siyasal içeriğe göre iletişimin ve ürünlerinin ayrılması da kullanılan siyasal ölçeğe göre çeşitli
şekilde sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmada genellikle sol ve sağ ayırımı yapılır. Sol ve sağ
ayırımda egemen yaklaşım, her ikisini de arzu edilmemesi gereken, demokrasi ve özgürlüklerle
uyuşmayan olarak nitelenir. Bu ayırımı yapanlar kendilerini açıkça veya ima ile sol ile sağ
arasında "demokrasi ve özgürlüğün olduğu yere" (=özel teşebbüs sisteminin uluslararası firmalarla
egemenlik kurdukları düzene) koyarlar.
Siyasal iletişim pozitivist-ampirik okulda seçim süreçleri ve oy verme davranışları içine
sıkıştırılmıştır. Hem üniversite hem de medya çevresinde siyasal iletişim seçimler, seçme ve
seçilme hakları, seçim propagandaları, parti platformları, seçmenlerin parti tercihleri üzerinde
dururlar. 1960'ladan önceki "siyasal insan" ve bu insanın tutumları, günümüzde hangi partiyi
tercih ettiği alanına indirgenmiştir. Kısaca parlamenter sistemin süreçleri dışında "siyasal" yok
sayılır. Siyasal iletişim böylece devletin siyasal kurumları içıne hapsedilerek hem ekonomiden
ayrılır, kopartılır, hem de ekonomiyi düzenleyen (veya kötü hükümet uygulamalarıyla bozan) güç
olarak sunulur. Siyasal iletişim kesinlikle bu kadar dar ve yalnış yönlendirici çerçeve ötesindedir.
Siyasal iletişim oy ve seçim ötesinde, aile, ekonomik, kültürel ve bütün siyasal kurumların günlük
faaliyetlerinin bütünleşik bir parçasıdır. Siyasal iletişim ekmek üretiminden tut spora kadar toplum
yaşamının her alanını içine alır. Her toplumsal birimin kültürel ve ekonomik kararları aynı
zamanda siyasal kararlar ve her kültürel ve ekonomik etkenlikler siyasal boyutlar taşır.
Dolayısıyla, nesnellik taslayan medya, "siyasallığı" kabullenmeyen ve idelojiden uzaklığı ima
eden eğlence ve çocuk programları, haberler de, siyasal iletişim olarak sınıflandırılıp, ele alınıp
incelenebilir ve kesinlikle incelenmelidir. Eğlencenin eğlence olarak tanımı ve bu tanımla yapılan
eğlence faaliyetleri ve eğlencenin uygulamalı içeriği, günümüzde, bu faaliyetleri de gasp eden ve
yönlendiren egemenliğin ve buna karşı olan mücadelenin ifadelerini taşır. Bu ifadeler de sadece
eğlence diyerek bir "nütrallik" verilip ekonomiden ve siysaetten ayrılamaz. Böyle bir ayırım
yapıldığında, ki egemen sosyal, siyasal ve ekonomik bilimler bunu yapmaktadır, bu ayırım siyaset
iletişıminde belli bir siyasal ideolojinin kendine meşruluk ve evrensellik verme çabasını anlatır.
Eğlence faaliyetleri (ister piknik isterse televizyonda bir programi seyretme olsun) ne siyasaldan
ne de ekonomiden bağımsız ve onların dışındadır. Aksine, insanlar bu etkenlikleriyle bile
ekonomik ve siyasalın amacı, aracı ve konusu olurlar. Dolayısıyla, iletişimi mesajın içeriğine göre
sınıflandırırken (haber, eğlence, spor, reklam, müzik gibi), bu sınıflandırdırmaların her birinde
ideoloji, siysal, ekonomik ve kültürel boyutların olduğunu unutmamak gerekir. Daha da önemli
olarak, iletiye göre sınıflandırmayı, siyasal iletişim, ekonomik iletişim, kültürel iletişim olarak
yaptığımızda, bu ayırımı sadece analiz için yaptığımızı unutup, her birine birbirinden bağımsızlık
ve özerklik verme hatasına düşülmememli. En masum ileti bile ekonomik, kültürel, ideolojik,
siyasal boyutlar ve anlamlar taşır. Bu anlamlar da bu boyutların ortaklaşa ve birbiriyle bütünleşik
bir biçimde çalışmasıyla biçimlenir.
C.
DEVLETİN ROLÜNE GÖRE SINIFLANDIRMA
Bu tür ölçeğe göre sınıflandırmada en klasik örnek, hala Kapitalist iletişim okullarında sunulmaya
devam edilen, Siebert, Peterson & Schramm'ın (1956) 4'lü sınıflandırmasıdır: Otoriter
toplumlardaki (örneğin krallıklar, parlementolu monarşilerdeki) otoriter iletişimi; İlk kapitalist
demokrasilerin liberal iletişimi; Yirminci yüzyılın kapitalizminde toplumsal sorumluluk iletişimi;
Sovyet komünizminin totaliter iletişimi. Bu ayırım kapitalist sisteminin satışını yapan ideolojik
yanlılığı yansıtır. Sonradan D. McQuail tarafından yapılan eklemeyle de zenginleştirilen bu ayırım
kapitalist dünyanın egemen olduğu ülkelerde de, bu ve benzeri kitapların tercüme edilmesi ve bu
görüşün sorgusuz yansıtılmasıyla yaygın bir şekilde benimsenmiştir.
Pozitivist okul devletin kapitalist sistemler içindeki iletitimle ilgili faaliyetlerini dört grup içine
koyar (Siebert, 1960): (1) kısıtlayıcı kurum olarak faaliyetleri; Bu faaliyetleri devletin iletişimin
içeriğinin kontrolu ve böylece belli içerikteki iletişimin (örneğin açık seçik, müstehcen, ahlak
bozucu içeriğin) yayılmasını engelleyen faaliyetleridir. (2) Yasalarla düzenleyici kurum olarak
faaliyetleri: Bu faaliyetleri iletişimin düzenlemesini getiren faaliyetlerdir (örneğin TRT
kurumunun anayasal düzenlemesi, ifade ozgürlüğünün yasal sınırlanması, devletin "yıkıcıifadelere" karşı ceza kanunlarıyla korunması). (3) Kolaylaştırıcı, yardım edici kurum olarak
faaliyetleri: Teşvikler vererek iletişim endüstrisinin gelişmesini sağlamak. (Bu elbette kapitalist
Batıda iletişim endüstrilerinin devlet kanalıyla çıkar sağlamasını getirir; Türkiye gibi ülkelerde ise,
çok daha farklı kullanımlar ve devleti soymaları ortaya çıkartır.) ve (4) İletişime katılan kurum
olarak: Bu katılım devletin kendi medyasını kullanması veya özel medyayı kullanarak halkla
iletişimidir.
Devletin rolüne göre sınıflandırma ve devletin iletişımdeki rolü ile ilgili eleştirici ve karşıt
görüşler özellikle K. Marks ve Gramsci'den esinlenerek geliştirilen yaklaşımları içerir. Bunlar da
Frankfurt okulu, Althusser, Schiller, Smythe, Hall, Williams ve neo-marksistler tarafından
geliştirilmiştir (bk: Alemdar ve Erdoğan, 1990).
D.
ÖRGÜT SAHİPLİĞİNE GÖRE SINIFLANDIRMA
Bunun en klasik biçimi iletişim örgütüne sahipliğe göre yapılandır: Kamu teşebbüsü, karma
teşebbüs ve özel teşebbüs sınıflandırması... Tutucu okulda kamu teşebbüsü özgürlüklerin
kısıtlayıcısı ve özel teşebbüs ise teşvikçisi ve geliştiricisi olarak nitelenir. Bu sınıflandırmanın
kapitalist sistemde özel teşebbüsün ekonomik örgütlenme biçiminin farklı karakterlerine göre
genişletilmesi, gerçi daima rekabet eden güçler arasında sürekli tartışma konusu olmuştur, fakat
iletişimi okullarına 1970'lerde getirilmeye başlamıştır. Daha çok "ticaret\iş" ve ekonomi dallarının
içinde incelenmiştir. Sahiplik sınıflandırması ekonomik bilim kavramları çerçevesinde örgütlenme
biçimleri olarak sunulmuştur. Burda (bağımlı veya bağımsız) tek firmalar, zincirleme yatay olarak
birbirine bağımlı yatay bütünleşmeyi\entegrasyonu getiren şebekeler, dikey bütünleşik tekeller,
iletişim holding'leri gibi sınıflandırmalar ortaya çıkmıştır (Bak: Erdoğan, 1995a). Bu sınıflandırma
ile liberaller (ve tutucu okulun sağ kanadı) tarafından getirilen tartışma, rekabetin ortadan
kaldırıldığı, tekelleşmenin önlenmesi, yerellliğin ve "küçük güzeldirliğin" teşviki etrafında döner.
İletişimde iletişim örgütü incelemesi yanında, firmalardaki "örgütsel iletişim" geliştirildi. Örgütsel
iletişim firmalar içi iletişimi ele alır. Batının örgütsel iletişim yaklaşımı örgüt içi iletişimde klasik
"gürültü" ve "mesaj hazırlama" ve de "çatışma çözümü" ile örgütsel yapının etkenliğini ve
verimliliği artırma ekseni etrafında döner. Amerikan örgütsel iletişim ideolojisi Taylorism'den
ayrılınması gereğini ve "katılımcı örgütsel yönetim-iletişiminin" firma için faydalılığını savunur.
1970'lerde güçlenen "katılımcı iletişim" tezi örgütsel verimi artırma çabasında, gerçekte bu alanda
yeni bir endüstrinin, özellikle "communication audit" denilen firmadaki iletişimin durumunun
saptanması, duyarlılık ve çatışma-çözümü araştırması ve uygulaması yapan şirketlerin çıkmasına
ve palazlanmasına neden oldu. Çalışan sınıfların, "katılımcı iletişim" tezinden çıkarı "gerginlik
olmayan, mutlu çalışma ortamı" vaadinden öte gitmez. Futbol takımı gibi rekabetçi "Takım olma
ve dayanışma" görüşünü işçilere işlemeye çalışan bu tez, menejerlere "daha duygulu ve diplomatik
olmalarını" öğretme gerektiğini savundular. Dolayısıyla, Amerikan tipi örgütsel iletişim örgüt
yapısının meşruluğunu ve değişmesini değil, örgütün yönetim politikasının baskıcı ve otoriteryan
biçimden Makyavelci kandırma biçimine dönüşmesi gerektiği üzerinde durur.
İletişim örgütlerinin incelemesinde ise ağırlık iletişim profesyonellerinin "profesyonel
özgürlükleri" üzerinde toplanır. İletişim örgütlerinde çalışan "işçi sınıfı" ele alınmaz, yoktur.
Ancak 1970'lerin sonlarına doğru, liberal iletişimciler mülkiyet konusunu okullara getirmişlerdir.
Burada, Sponsorluk sistemi (iletişim örgütünün ürünlerinin reklam veren şirketler tarafında direk
veya reklamla desteklemesi) ve iletişim örgütlerinin örgütsel yapısı, tekelleşme eğilimleri ve
devleşmeleri sunulmuştur. Örgütsel yapı ile ilgili tartışmalar genellikle tekelcilik ve bu yönelimin
engellenmesi çareleri arasında döner. Tekelleşme yerine yerellik tezi öne sürülür. Fakat yerel
"bağımsız" medyalara bakarsak, içerik bakımdan diğerlerinden farklı değildir ve ayrıca program
üretimi pahalı olduğu için şebeke programlarına abone olurlar ve\veya eski programları kelepir
fiyata alıp tekrar tekrar sunarlar. Türk televizyonlarında benzeri yansımaları görmekteyiz.
Türkiye gibi ülkelerde, mülkiyet konusu, "kamu ve özel" tartışması ve mücadelesi içine
sıkıştırılmıştır. Kamu ve özel arasındaki niteliksel farka bakmak çok az kişinin aklına gelmektedir
veya gerçeği görüp saklamaktadır. Kamu sistemiyle özel sistemin sunumları ve amaçları arasında
ne denli niteliksel farklar var? Özel teşebbüse karşı mücadelede, Kamu iletişim organını
yitirmeyle kaybedilen ne? Kamuyla korunmak istenen ne? Kamu iyi ise, kamuyu iyi yapan ne?
Özel'in kötülüğü nerde yatıyor? Bunların kesinlikle saptanması gerekir. Saptansın veya
saptanmasın, egemenlik ilişkileriyle olacak zaten olmaktadır. Fakat hiç değilse, yeni mücadeleler
ve mücadeleyi anlamak için, bu sorularıma ve benzerlerine gerçekci olarak cevap aranması ve
bulunması gerek.
E.
GERİ-İLETİŞİME GÖRE SINIFLANDIRMA
Geri iletişime göre sınıflandırmaya rastlanmaz. Fakat iletişımi ve geri iletişimi (daha doğrusu
boyun sunma ve mücadeleyi) daha iyi anlamak yapılması gerekir. Ayrıca geri-iletişimin ne olduğu
üzerinde ayrıntılı olarak durmak, bu kavramı ortaya atanların ideolojisini ve iletitimde egemenlik
ve mücadeleyi anlamak için zorunludur.
Geri-iletişimi zaman açısından ele aldığımızda önümüze: Anlık geri iletişim (tepki) veya
gecikmiş-geri iletişim ayırımı ortaya çıkar. Anlık geri iletişim yüz yüze ve telefon iletişiminde
olandır. Gecikmiş geri iletişim ise mektupla, telgrafla olandır. Bu tür ele alışta egemen anlayış,
iletişimin işletildiği değil, en iyi şekliyle bireysel kararlara göre işlediğidir.
Geri iletişimi egemenlik ilişkileri konumu içinde ele alırsak, o zaman karşımıza farklı bir
görümüm çıkar: Geri-iletişim arzuyla boyunsunmadan şiddetle karşı gelmeye kadar çeşitlen
biçimler gösterir.
Ne anlık geri iletişim ne de gecikmiş geri iletişim, güç ilişkilerinden bağımsız olarak olur. Her
ikisi de, güç ilişkilerinin karakterine göre şekillenirler. Örneğin, iletişim yüzyüzedir. Bunun
anlamı anlık geri-iletişim olanağı vardır. Bu olanağı kullanmak iletişimin koşullarına bağlı olarak
biçimlenir ve kullanılır. Yani, geri-iletişimin karakteri sadece amaçlara göre değil, amaçların
faaliyet gösterdiği güç ortamında belirlenir. Örneğin, geri-iletişim ancak iletişimin egemen
amacını desteklediğinde geri-besleme olur. Geri-besleme paketlenmiş-iletişimin amacıyla uygun
bir geri-iletişimin varlığına bağlıdır. Eğer geri-besleme yoksa, önümüze kaçıştan aktif karşıtlığa
kadar çeşitlenen mücadele çeşitleri ortaya çıkar. Beslemenin olmaması, egemen iletişim
ideolojisinde “iletişim kırılması, iletişım çökmesi” olarak nitelenir. Çare olarak da çoğunlukla
“mesajların etkili bir şekilde, uygun bir biçimde yeniden düzenlenmesi” ve “iletişimle çatışma
çözümlemesi\conflict resolution” öngörülür.
Yani, egemen amacın soruşturulduğu ve amaca karşıtlığın olduğu ortamda, geri-besleme değil,
geri-iletişimli mücadele vardır. İletişimin dinamik yapısı belli bir andaki egemenlik ve
mücadelenin durumunu gösterir.
1. Arzuyla katılım geri-iletişimi
Güç ilişkisinde denge olsun veya olmasın, kişiler katılımcı geri-iletişimde bulunarak
iletişimin yapısal amacını desteklerler: Derenin kenarına çocukları, kadınları ve
ihtiyarları askerler dizmişler. Yüzbaşı hepsini öldürme emri veriyor, kahraman askerlerin
çoğunluğu bunu büyük zevkle yapıyor. Yapmayan? Yapmayana düşmanca bakılıyor.
Yapmayan korku terleri döküyor.
Özel koruyucu olarak zengine hizmet eden birkaç insan azmanı aralarında şakalaşıyor:
En iyi komunist nasıl komunisttir? Ölü komünist. hah hahh haaa. Efendilerini nasıl
korudukları örnekleri vererek kendilerinin ne cesur, becerikli, ve görevine sadık
olduklarını anlatıyorlar.
İşsizlikten anan ağlamış, işsizlik seviyesi yüzde bilmem kaça yükseltilmiş, "iş veren"
sana, "asgari ücretten daha aşağı veririm, fazla mesai ödemem, on saat çalışırsın" diyor;
Seni işe alıyor (Gerçek ilişkilerde bizim gibi ülkelerde ücret ve çalışma saati süresi bile
konuşulmaz. Sorulmaz bile. Anadolu'nun kasabalarında ve kentlerindeki gençler ve
aileleri ücret ve çalışma saati konusunu konuşmayı bile uygunsuz bulurlar. Amerika'da
benim işe aldığım üniversite öğrencileri bile, bana bir kez "neden asgari ücret ve neden
fazla mesai ödenmiyor "diye sormadılar.) Sömürüye seni arzuyla katılıma iten ne?
Gerçekte bu "arzuyla katılım" gerçek anlamıyla arzuyla katılım mı? Egemenlik
ilişkilerindeki iletişimde, sömürülenin kendi ve kendi gibilerin sömürülmesine arzuyla
katılımında baş rolü oynayan (a) "sahte-bilinç" denen "gerçeği tepetaklak bir biçimde"
görme durumu mu?; (b) Materyal-yapısal ilişkilerin egemen gerçeğinin (ekmek parası
kazanma veya yoksun kalmanın) çok açık seçik bir şekilde bilince çakılması mı? (c) Bu
çakılmayla tepetaklak edilen gerçek arasındaki özel ilişkiler mi?
Arzuyla katılma ilişkiler yapısını destekler: Eğer bu yapı dayanışmaya, ortaklaşılığa,
sevgiye ve anlayışa dayanan bir yapıysa, katılımcı geri iletişim sadece katılanlar için
değil, katılımla ortaya çıkan veya desteklenen sonuçlar için olumlu gelişmeler ortaya
çıkarır. Bir köy biriminde yeni evlenen bir çifte, köy gençlerinin ve ustalarının birlikte
hediye olarak ev yapmalarındaki katılmayı düşünün. Bir de, amca oğlunun evinizi
boyamak için 5 milyon lira istemesindeki katılmacılığı düşünün. Her ikisi de belli
ilişkiler yapısını ve katılım biçimini destekler. Bu destekle belli bilinç ve anlayış yapısı
teşvik edilir. Benim bir sürü kitiye bilgisayar kurup veya bilgisayarla ilgili problemlerini
çözdüğümde, para almayı bir türlü benimseyemem, belki de bilgi ( emek) ile bilgiyi
(emeği) satılan mal yapma ilişkisini hasta bir ilişki olarak görmemdendir (Aynı zamanda,
ek gelire gerek duymamamdan). Fakat gelir kaynaksız açlık korkusuyla yüzyüzelik bırak
bilgiyi satmayı, başka bir sürü değerleri satmayı bile zorunlu kılabilir (Bu nedenle birini
"satılmışlıkla" suçlayıp değerlendirmeden önce üstünde ciddi bir şekilde düşünmemiz
gerekir.).
2. Zorunlu istemeyerek katılım geri-iletişimi
Dengesiz güç ilişkişinin olduğu bir iletişim yapısında, kişi istemediği halde katılır: Polise
göstericilere saldırması veya işkence etmesi emri verilmiş; Kimi polis, kendi kendisiyle
iletişiminde bunu haksız veya insanlık dışı olarak niteliyor ve emri yerine getirip
getirmeme ikilemine düşüyor. Bu ikilemin seçeneklerinin polis için açık sonuçları var:
(1) Düşüncesini dile getirmek ve emre karşı gelmek, (2) düşüncesini dile getirmek fakat
emri yapmak, (3) düşüncesini dile getirmemek ve arzusu dışı emri yapmak. Bu polisin, ve
çocuklara ve ihtiyarlara kurşun sık emri verilen ve bu işe zorunlu olarak istemeden
katılan askerin, seçenekleri ve seçeneklerinin potansiyel sonuçları ne?
Tecavüzle karşı karşıya kalan bir kadının yaptığı katılımcı geri-iletişim (=tecavüz edene
karşı direnme durumunu kaldıran koşullara sokulup mücadeleden vazgeçmesi)
zorunluluğun iletişımidir ve o koşullardan kurtulduğunda potansiyel geri-iletişimin içerigi
ve karakteri tersine döner.
Geri-iletişim belli katılım biçimleri gösterir. Örgüt biçimi, örgütlü baskı, geleneklerin ve
çevrenin baskıları, kişileri zoraki katılmaya (zoraki besleyici geri-iletişime)
iterek\sokarak hem kendi konum, durum ve pozisyonlarını korumak hem de kendilerinin
de başını ezen egemenlik ortamını sürdürürler. Unutmayalım, başkaldırı daima vardir ve
başkaldırı biçimleri de toplumsal günlük yaşamın her alanında ve biriminde birçok
çeşitlilik gösterir.
3. Sorumluluğu yüklenmeyerek katılım geri-iletişimi
Bu tür geri iletişim, isteyerek yapmadığını (a) açıkça belirtme veya (b) zorunlu askerlikte
olduğu gibi "sorgusuz geri-iletişimle" emri veya görevini yerine getirmedir.
İsteyerek yapmadığını sözle veya yazıyla belirterek yapılan katılım koşulları iletişımin
olduğu durumun örgütlenme biçımine bağlıdır. Aile'de çocuğun surat asarak anne veya
babasının istediğini yapması gibi... Annenin şikayet ede ede birşeyi yapması gibi... Gerçi
bu örneklerdeki gibi durumlarda sorumluluk konusu ortaya çıkmaz. Fakat sorgu sırasında
işkence yapması istenen bir polisin bunu yapmaya arzu göstermemesi ve herhangibir
şekilde bunu ifade etmesi sonucu çalışmaya başlayan baskı mekanizmaları sonucu
katılmasında sorumluluk konusu ortaya çıkar. Bu poolis itkenceden ne kadar sorumludur?
Zoprunlu askerlikte olduğu gibi koşullardaki sorumluluğu yüklenmeyerek yapılan
katılmada ille ki herhengibir şekilde istemsizliği belirtme gerekmez. Nürenberg
duruşmalarında askerlerin sorumlu tutulmamasında kullanılan ölçü budur. Bu tür katılım,
katılan bazıları tarafından, sorulduğunda (veya kendi kendini sorguladığında), "görevim"
nedenselliğiyle meşrulaştırılır. Görev yapısal kuralların özelliğine göre biçimlenir. Bu
"sorumluluktan sıyrılma" çabası Nurenberg duruşmalarında ve sonraki duruşmalarda,
suçlanan subaylar tarafından ileri sürülen ana neden olmuştur. Fakat yönetici sivil sınıfın
dışında, askeri yöneticilerin, Papa'ya para vererek isim değiştirip pasaport alarak kaçan
üst zümre dışındakiler hariç, hepsi cezalandırıldı. Suçtan arınma sadece "emri yerine
getiren" askerlere uygulandı. Papalık yaptığı paralı aracılık nedeniyle hiç sorguya tabi
tutulmadı.
Sorumluluğu yüklenmeyerek yapılanlara en açık örnek, kapitalist sınıfların çevreyi
modernleşme, endüştrileşme ve kar asgarileştirme amaçlarıyla tahribi ve talanında
görürüz: Kullan, tahrip et, terk et. Doğanın bize verdiği hayata ve zenginliğe karşı,
kapitalizmin bu soygununa katılmamız, savaştaki asker gibi, bizi suçtan arındırır mı
dersiniz? Bence kesinlikle arındırmaz.
4. Katılımı kabul etmeyen geri-iletişim
Bu oldukça açıktır: iletişimin amacını gerçekleştirmeye katılmamadır. Katılma gibi
katılmamanın da belli sonuçları vardır. İş verenin verdiği ücreti "kendine başka bir köle
bul" diyerek, reddeden bir emekçi, iş bulma arayışına, yani kapitalist kölelik sisteminde
serbest-kölelerin özgürlüklerini kendi saptayamadığı koşullar altında satışına, devam
etmek zorundadır.
Katılmama iletişimin özelliğine göre, birbirine aykırı anlamlar ve sonuçlar çıkartır.
Kapitalist sınıfın ve devletinin ücret politikasına karşı Grevlerle yapılan geri-iletişim
yoluyla yapılan katılmama, işçi sınıfı için olumlu bir anlam taşır ve tarihsel tecrübelere
bakarsak sonuçta, sınıf mücadelesi açısından, işçi sınıfının yararına olmuştur. Fakat
ekonomik politikalar açısından, daima işçi sınıfınının bir alanda kazandığı (örneğin
ücretlerde kazandığı) bir diğer alanda yapılan uygulamalarla anlamsız duruma getirilir
(örneğin,
tüketim
malları
fiyatlarının
artırılması).
Kapitalist
ekonomik
politikada\işletmede başlangıcı sermayenin karını artırma olan fakat egemen porpaganda
tarafından işçilere\memurlara yüklenen bir çember vardır: Fiyatla kar artışı, ücret\maaş
artışı mücadelesi, fiyatla kar artışı...
Amerikan ve Avrupa işçi sınıflarında gördüğümüz bir diğer tür katılmama, bu ülkelerdeki
işçi sınıfı hareketlerinin görünür ilerlemeler göstermemesi, yerinde sayması ve hatta
gerilemesine yol açmaktadır: Dayanışmaya katılmama. Bunun da nedeni "bananecilik"
ideolojisinin egemenliği yanında, kapitalist sendikaların işçi sınıfı gözünde mafyanın,
sahtekarlığın, kapitalistle işbirliğinin temsil edildiği bir örgüt olması ve alternatif
sendikacılığın engellenmesidir.
Katılımı kabul etmemek insanın kendi yaşam koşullarını kendi elinde tutmasına veya bu
koşullara herhangi bir yolla sahip olmasına bağlıdır. Ev-kadını konumundaki kadının
kocasının attığı dayağa katılmaması (örneğin çekip gitmesi) olanağı büyük ölçüde
ortadan kaldırılmıştır. Orospu-pezevenk ilişki yapısının kıskacındaki orospunun
Pezevengine parasını yedirmemesi olasılığı da güç uygulamasıyla büyük ölçüde ortadan
kaldırılmıştır. Eğitim sistemlerinde, o ülkenin milli marşına, örneğin "bu marş kandan,
katliamdan bahsediyor, bu marşın insanlıkla ilişkisi insanlığın tepelenişidir" diye
düşünerek ve ayağa kalkmayarak katılmama durumu da, potansiyel sonuçlar nedeniyle,
ortadan kaldırılmıştır: Ayağa kaldıran güçler ellerini bile kıpırdatmazlar, ayağa kalkanlar
ayağa kalkmayana gerekli dersi verirler.
5. İletişimin amacına karşı mücadeleye giren geri-iletişim
Bu tür geri-iletişimde, sadece katılmama değil, aynı zamanda amacın gerçekleşmesine karşı direniş vardır.
Bu direnişleri sosyal yaşamın her anında ve parçasında görürüz. Dayağa yeter diyen kadının ve çocuğun
başkaldırısı; Ezilmeye son diye ayaklanan azınlıklar; Sömürüye karşı örgütlü ve örgütsüz direnenler; "Geriiletişim" verme durumuna düşürülmüşlerin araçları, amaçları ve sonuçları yeniden biçimlendirmek için
giriştikleri mücadeleler...
IV. KİTLE İLETİŞİMİ
A.
KİTLE İLETİŞİMİ NE DEMEK?
Kitle iletişiminde, iletişimin önünde "kitle" kavramı var. Önce kitlenin ne olduğunu açıklayalım:
Kitle, en geniş anlamıyla, ne olduğu belli olmayan, niceliksel anlamda çokluğu ve niteliksel
anlamda belirsizliği anlatır. Kitle kavramı, endüstri devriminin ortaya çıkardığı, elitist "yüksek
kültürcülerin" hor ve tehlikeli gördüğü, devrimcilerin çoğunlukla romantikleştirdiği insan
topluluğunu anlatır. Kitle bir egemenlik ilişkisinde korku, aşağılama, tehlikeli görme ve kontrol
etme mekanizmaları geliştirmeyi getirirken, bir diğerinde kitle hareketleri, kitle gösterileri, kitle
eğitimi, kitle bilinci, kitle örgütlenmesi, kitle yürüyüşü gibi kavramlar ve anlayış içinde
mücadeleci bir anlam getirir.
Kitle iletişimi, ne olduğu belli olmayan yığın iletişimini anlatır. Kitle iletişiminde "kitle" kavramı
izleyicilerin sosyal, siyasal ve ekonomik bakımlardan belirsiz, ayırdedilemeyen kişiler kümesi
olduğunu ima eder. Kitleden kapalı olarak bahsedilen insanlar geniş izleyici, okuyucu, seyircidir.
Aslında, kitle iletişim olayına bakarsak, kitle, emeği dışında üretim araçlarından yoksun çalışan
sınıfların oluşturduğu aile birimleri toplamı demektir.
Egemen tanımda olduğu gibi, kitle iletişimi kavramı belli olmayan geniş bir grupla iletişim
anlamına kullanıldığında, hem kitlelerin kimliği saklanır, hem de iletiyi ve sonucunu amaçlayanın
da kimliği belirsiz yapılır.
Gerçi kitle iletişimi medyayı kullanarak kitle ile iletişimi ima eder, fakat bu kesinlikle kitlelerin
kitlelerle iletişimi olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü kitle iletişimiyle siyasal ve ekonomik güç
sahipleri kitlelerle KARŞILIKLI iletişimde bulunmaz, Kitlelere paketlenmiş enformasyonla
yönetici amaçlarını iletirler. Egemen güçler kitle iletişimini "söylemek" için kullanırlar,
"dinlemek" için değil. Aynı özellik modern kitle medyasından çok önce başlayan örgütlü din
sömürüsünde de vardır. Modern kitle iletişimi örgütlü dinin kitle iletişimindeki inanma ve boyun
sunma gücünü henüz elde edememiştir.
Kısaca, kitle iletişimi yönetici sınıfların veya egemen güçlerin tek yönlü olarak, yukardan aşağı,
kitleye doğru yaptıkları iletişimdir. Bir başka deyimle, Kitle iletişimi belli bir siyasal ve ekonomik
sistemin pazarlaması ve satışıdır. Bu satış enformasyon, eğlence, spor, film, açık oturum, çocuk
programları gibi çeşitli anlamlandırmalar örtüsüyle birlikte veya bu örtü altında verilir.
Kitle iletişim söyler, konuşur, fakat cevap izni vermez. Cevap "depolanmış" geri-iletişimdir. Bu da
kendini siyasal ve kültürel alanlarda bağnazlıkların taze enformasyonla beslenmesi, ekonomik
alanda satın almaya ve tüketime yöneterek kitle tüketim kültürünün teşviki olarak sonradan
kendini gösterir. Böylece kitle iletişiminde geri-iletişim sınıfların egemen çıkarlarını
gerçekleştiren bir biçimde sonradan faaliyette bulunma biçimindeki "geç geri-iletişimdir." Bu geç
geri-iletişim, elbette, oldukça negatif veya mücadeleci biçimde de olabilir.
Kitle iletişiminde kullanılan araçlar (medya) ise genellikle radyo, TV ve basındır. Sinema ve plak
endüstrisi de bu tanım içine sokulur, fakat ikinci planda bırakılır. Gerçek anlamıyla kitlelerin
birbiri arasında ikili iletişim için kullandıkları telefon bu medya içine sokulmaz.
Kitle iletişim araçları tek yönlü yayma, dağıtma, iletme araçlarıdır. Bu nedenle, gerçekte, antidemokratik ve otoriter yan bir iletişim biçimidir.
Kitle iletişimi kelimenin gerçek anlamıyla kitleler arası bir iletişim değildir. Kitlelerle olan kontrol
amaçlı iletişimdir. Bu kontrol arayışı da siyasal ve ekonomik güçlerin egemenlik arayışı ve
mücadelesini yansıtır. Kitleler ise kontrolün amacında kullanılan araçtır. Kitleler aynı zamanda
hem araç hem de amaç görevini görebilirler: Fakat kitlelere ulaşma amacı gerçekte herhangi bir
birincil amaçtan sonra gelen ve bu amacın gerçekleşmesini sağlayan ikincil amaçlar arasına girer.
Dolayısıyla, kitlelere ulaşma amacı gerçekte bu ulaşmanın nedenini gizler. Amaç ulaşarak yapılan
satış veya kontroldür.
Aynı zamanda, kitle iletişimi toplumsal ideolojik-üst yapı örgütü olduğu için, toplumsal
egemenliğin bilinç yönetimi aracıdır.
B.
KİTLE İLETİŞİMİNİN İLETENİ\GÖNDERENİ
Kitle iletişim süreci "gönderenle" başlatılır. Gönderen olarak da haberci, programcı, muhabir,
gazeteci gösterilir. Aslında, kitle iletişim sürecinde bu profesyoneller üretim zincirinin önemli
fakat en son halkalarından biridir. İletişim profesyonelleri (örneğin gazeteciler, programcılar)
gönderici olarak kapitalist iletişim örgütünün beyin-el-emekçileridir. İletinin (ürünün) profesyonel
üreticisi, paketleyicisidirler, fakat sahibi değildir. Ürün iletişim örgütünün sahiplerine aittir;
iletişim örgütünün malıdır; ürünü yaratan emekçi yapıtı karşılığı ücret alır. Dolayısıyla, gönderen,
gerçekte, emek sömürüsüyle ekonomik bir mal üreten (örneğin bir program veya film yapan) emek
değil, o emeği kiralayıp bu işe koşandır. Dolayısıyla, kitle iletişim aracının göndereni iletim
araçlarının ve örgütlerinin sahipleridir. Bu sahiplik de belli bir sınıfa aittir. Sonuçta, kitle
iletişiminde gönderen egemen bir sınıftır: Kitle iletişimi egemenlik (ve mücadele) iletişimidir.
Fakat, kitle iletişimi profesyonellerinin rolünü küçümsememek gerekir.
Profesyonelliğin öğreniminde, en baş rolü örgüt içi "egemen iş yapma tarzı," "atmosfer" ve
ilişkiler oynar. Profesyonellik neyin nasıl yapılması yanında neyin yapılmamasını da anlatır. Kitle
iletişiminin profesyonel kapı tutucuları hangi konuyu, olayı, hangi gerçekleri, gerçeklerin hangi
yüzünü ve hangi dünya görüşünü paketlemeyi öğrenir, öğretir ve uygularlar. Bu öğrenim ve
uygulama sırasında kendini sansür etme olağan olarak veya kaçınılmaz olarak kendini benimsetir.
Örneğin Amerika’yı "keşfeden" Kristof Kolomb'un artık Hitler’i kıskandıracak kadar bir cani
olduğu, üç yıl içinde Carabian adalarındaki nüfusun 5 milyonunun öldürdüğü, gittiği her yere
gaddarlık, ölüm ve talan götürdüğü açıkça bilinmektedir. Ben bu satırları yazarken, Amerika
Amerikanın keşfini ve "Hindi gününü" kutluyordu. Egemen kitle iletişimi televizyonlarında ve
medyalarında gerçekler değil egemenlik oyunu oynanıyor: Hindiler kesiliyor, hindi hikayeleri, ve
filmleri, şakaları... Özel teşebbüs sen çok yaşa!!. Gerçekler ekonomik çıkarlara ters düştüğünde,
çıkarlar galip gelir. Peki, Amerikan iletişim profesyonelleri bu gerçeği bildikleri halde niye
yazmıyor ve göstermiyorlar? Neden Amerikanın meşhur TV-iletişimcisi Ted Koppel uygun bir
sunum yapmıyor? Ted Koppel'in böyle bir şey yapması, örneğin Hindi günü kutlama günü değil
de, "utanç günü" olması gerektiği yönünde bir sunum yapması, (a) hem Ted Koppel'in kendi
cebine kendi eliyle şok yaratacak bir darbe indirmesi, (b) hem çalıştığı örgüte darbe indirmesi; (c)
hem örgütün reklamcılarını küstürmesi, (d) hem gerçeklerle egemen ticareti baltalayarak özel
teşebbüsün Hindi günü kutlamasıyla yaptığı gelirlere son vermesi, (f) hindi günü tatil yapan
milleti tatilinden etmesi demektir. Bu da tabi demokrasi ve özgürlüğe ve de hayatın gerçeklerine
aykırıdır; Oldukça bozucu ve bozguncudur.
Bir iletişim örgütü içinde çalışanların ideolojik yelpazesi örgütsel merdivenin üstüne çıkıldıkça
daralır ve üst kademelere ulaşıldığında tek bir ideoloji kendini gösterir: Kamu kurumu kitle
iletişim araçlarında genel devlet ideolojisi, özel sektörün sahipliğindeki örgütlenmelerde ise,
kapitalist pazar ideolojisi egemendir. Bu pazar eğer Refah Partisinin getireceği refahtan rahatsızlık
duyuyorsa, RP'nin kirli çarşafları aranır ve sergilenir. Peki kamu sistemiyle özel sistemi arasındaki
fark? "Halka istediğini verme" kandırmacasıyla kamu hizmeti verme uyutmacası farkı. Aynı
ideolojik çerçevenin iki görünümü. Ankara'da bir derginin ofisinde muhabirlerin ve memurların
bulunduğu odalarda hırsızlığı meşrulaştıran birinin resmi bir duvara asılmış. Öteki duvarda da
Marks’ın Marksizm’in öldüğü iddiasına karşı "pışık" diyen afişi vardı. Alt kademedeki bu
ideolojik çeşitlilik çoğunlukla "açıkça ideolojik bir yan tutan fikir gazetelerinde" yoktur. Aynı
ideolojik çeşitliliğin o örgütün ürününde yansımasını ancak "ılımlaştırılmış" bir şekilde görebiliriz.
Sabah gazetesinin veya Hitler’in resmilerinin asıldığı gazetelerin ofislerinde Marks'ın resmi varsa,
muhakkak hedef\atış talimi için kullanılıyordur, ya da şeytanı anlatmak için iki kırmızı boynuz
çizilmiştir. Herhalde Aydınlık gazetesinde "insanların ve dünyada barışın dostu" Türkeş’in sevimli
yüzünü gösteren bir afişin orda çalışanlardan birinin duvarını süslemesi beklenemez. Olsa olsa
"vatanı satanların ve bölücülerin" dedesi K. Marks'ın sakallı resmi vardır. (Marks kimin malını
kime satmaya kalktı? Soruyu daha somutlaştıralım: Herhangi bir solcu gazeteci veya yazar kimin
malını neden "bölüyor" ve kime satıyor?)
Medyanın gazete, basım ve televizyon örgütlenmeleri ticari örgütlenmeler biçimindedir. Kamu
kurumu biçiminde örgütlenmişler de ticari olma durumuna itilmişlerdir. Örgüt yapılarının
incelenmesi, örgüt içi güç ilişkilerinin ve iletişim üretiminin nasıl yapıldığının araştırılması,
iletişim profesyonelinin yetişimi ve örgütlü pratiğe bütünleşmesinin incelenmesi gerekir.
Gönderenin sadece ürün üzerindeki sahipliği değil, aynı zamanda ürünün biçimlenmesindeki
çeşitli kontrol mekanizmalarının üzerinde durulması gerekir. İletişim fakültesi öğrencilerinin
yetiştiriliş biçimleri, herhangi bir iletişim örgütünde staj veya çalışma için gittiğinde "neden bütün
amacın "egemen pratiklerin nasıl yapıldığını öğrenmek" veya "egemen pratiklerin ona aktarılması,
öğretilmesi olduğunun anlamları üzerinde düşünmemiz gerekir. Neden Türkiye’deki
televizyonlarda anası-babası Türk olan profesyonellerin sundukları, anası-babasının kültürüne
hakaret ve başka kültürün ürünleri veya kopyaları olduğu üzerinde biraz kafa yormak gerekir. Bu
son sorun kitle iletişimin iletisi ve ürettiğinin ne olduğu ve karakterleri üzerinde eğilmemizi
zorunlu kılar.
C.
KİTLE İLETİŞİMİNİN İLETİSİ: NE ÜRETİR?
İleti, kitle iletişiminin ürettiğidir. Bu ürün kitle iletişimi örgütünün saldığı son, bitmiş, imal
edilmiş üründür. Fakat bunun anlamı kesinlikle ne iletişimin orda bittiği ne de iletinin\ürünün
sözler ve görüntülerden oluşan mesaj değildir.
Kitle iletişiminin iletisi tek değildir. Ayrıca, kitle iletişiminin ürettiği ileti basit mesajlar silsilesi
veya kümesi de değildir. Kitle iletişimi örgütlü bir faaliyet olarak belli ürünler ortaya çıkartır. Bu
ürün genellikle mesaj kavramı içine indirgenir. Kitle iletişimi örgüt içi ve örgüt dışı faaliyetleriyle
sadece mesaj üretmez. Örgüt içi faaliyetlerinde örgütlü amaçların gerçekleşmesinde (örneğin
gazetenin günlük basılmasında) yapısal ilişkiler düzeni ve bu düzenin ürettiği iletiler tarzı vardır.
Örgütün yapısal düzeni toplumun genel yapısal düzenin bağımlı bir parçasıdır: Sadece örgüt
içinde değil, örgütün ilişki kurduğu diğer örgütler ve örgütlü faaliyetler arasında karşılıklı
etkileşimler iletişimi vardır. Örgüt içi ve örgütler arası faaliyetler belli bir toplumsal yapının içinde
olur. Örgütün kendi yapısı, iç ve dış ilişkileri örgütün amaçlı iletisinin üretim biçimini belirler.
Kitle iletişimi hem örgüt içi hem de örgüt dışı ilişkiler düzenini iletir, üretir.
Kitle iletişiminin iletisi, ürettiği, mesaj olarak isimlendirilir. Mesaj nedir? Söylenen bir söz,
yazılan bir makale, bir program ve programda söylenenler, bir haber ve haberde sunulanlardır. Bu
görünüm ötesinde, gerçek anlamıyla mesaj, bir amacın belli bir biçimde paketlenmiş şeklidir. Dil
bilimciler ve içerik analizciler bu paketlenmiş amacı, mesaj yerine "metin" olarak tanımlarlar.
Mesaj, aracın içerdiği teknolojik özelliklerine göre çeşitli biçimler alır. Hemen her kitle iletişim
aracı bir biçimden fazla iletiye izin verir. Örneğin televizyonda ses, canlı ve resmedilmiş görüntü,
basılı yazılım aynı çerçeve içinde veya birbiri ardından verilebilir. Radyo aracı sesli iletişime izin
verir ve görüntü "alıcının" beyninde imajlar olarak yaratılmaya çalışılır. Kitle iletişim aracının
iletisi eğlence, eğitim, haber, spor, söyleşi, film, tartışma ve yarışma biçimlerinde olabilir. Hangi
biçimlerde sunulmuş olursa olsun, ileti dikkatle hazırlanmış bir amacın paketlenmesidir. Bu amaç
(a) herhangi bir ürünün tanıtımını, (b) belli tutum, görüş, davranış, alışkanlık, zevk ve tüketim
biçimin teşvikini, (c) ekonomik sömürünün ekonomik kalkınma olarak satılmasını, (d) belli
güçlerin siyasal egemenliğinin demokrasi olarak yutturulmasını, (e) Japon emperyalizminin
kalkınmamızın itici ortağı olarak tanıtılmasını, (f) kendi TV kanalına mümkün olduğu kadar çok
izleyici çekerek reklam gelirlerini artırmayı içerebilir.
Spor programı hem iletişim örgütünün, hem reklamcıların hem de spor kulübü sahiplerinin
ekonomik çıkarlarının gerçekleştirildiği ve bunun için de geniş kitlelerin "spor seyircisi" olarak
harekete geçirildiği bir ekonomik, kültürel ve ideolojik alandır. Spor kitlelerin deşarj alanıdır:
Deşarj sadece kudurmuşluğun stadyumdaki ve sokaklardaki ifadeleriyle olmaz. Sporun deşarj
sonrası valium hapı gibi rahatlatıcı etkisiyle, spor oltasına takılanlara, seyir sırasında sporla karışık
verilen ve belleğe saplanan firma isimleri tüketim ve kullanım mallarının satın alınması
kararlarında bellekten çağrışım yapar.
Haber ve diğer programların siyaseti mücadeleci karşıtlığın ifadesini asla taşımadığı gibi, onu
kötüleyen, gülünç duruma düşüren veya yokmuş sayan bir karaktere sahiptir. Programlarda, çok
ender olarak, devrimden bahsedilir, devrimle terör üst üste çakıştırılır; Devrimci de gözü dönmüş,
engellenmiş fanatik veya gerçeklerden uzak biri olarak sunulur.
Kitle iletişiminin iletisi, ürettiği, mesaj denilen "yemler" ötesindedir; Çeşitli isimlerde gelen ve bir
pazar düzeninin satışını yapan ekonomik, siyasal, ideolojik ve kültürel ürünlerdir. Kitle
iletişiminin ürettiği amaçlı iletilerdir. Bunlar haber, program, eğlence, spor, film, kuponla dağıtılan
mutfak eşyaları vb. denilen çekme\yakalama yemleri paketleriyle sunulur. Bu yemlere bir göz
atalım.
D.
YEM-İLETİ BİÇİMLERİ VE ÜRETİLERİ
Kitle iletişimi araçlarının yemleri siyasal, sansasyonel, seks, cinayet ve felaket haberleri, spor,
"güzel insan" zenginlerin yaşamının dedikoduları, "çirkin insan" kitlelerin birbirini yiyişleri,
kazalar, intiharlar, ve eğlence adı altında sunulanlardır. Egemen kitle iletişim araçlarının günlük
sunumları annemin namaz kılışı ve duası gibi standartlaşmış rutinlere sahiptir. Aktörler, yer ve
zaman ve oluşum biçimleri farklı olabilir, fakat olanlar hep aynı süreçlerin ve ideolojik
çerçevelemelerin tekrarlanmasıdır. Siyasal haberler siyasetçileri izlerler, kaynakları siyasetçilerdir.
Yakalanan teröristler yakalayanların ağzından anlatılır; Tövbe eden terörist konuşur, diğerlerinin
konuşma hakları ellerinden alınmıştır; Sansasyonel, seksle, cinayetlerle ilgili haberlerde, zengin
sınıf seksiyle, modasıyla, partisiyle, dedikodusuyla, yaptığı yolsuzluk ve vurgunlarla bile, "sükseli,
zevkli, güzel, enteresan, akıllı ve işini bilen" olarak görünür; Fukara kitleler ise kaba, gaddar, cani,
suçlu, sakat, hasta, sorunlu, çirkin insanlar olarak belirlenir.
Kitle iletişiminin yem-iletisinin üretimi araca göre değişik özellikler taşır.
Basının iletisinin üreticisi (a) dünyaya egemen birkaç uluslararası şirketler haber yemini üretirler
ve basın bunlar arasından seçimini yapar; (b) Spor ve eğlence son yıllara kadar daha çok yerel ve
ulusaldı. Toplayanlar ise, uluslararası gölgesindeki ulusal ajanslar ve gazetelerin kendi spor
muhabirleriydi. Şimdi buna uluslararası spor haber merkezleri katıldı; (c) Dedikodu ve “yönetici
sınıflar güzeldir" ve " halk ve işçi sınıfı suç işleyendir" haber ve yorumları da genellikle ajanslar,
diğer uzmanlaşmış magazinler, bu alanda çalışan muhabir-yazarlar tarafından yapılır.(d)
Sendikalaşmış komikler, hikayeler de basının kendi seçeneğiyle yürütülür.
Radyonun müzik ve diğer kültürel programlarının kaynağı yerel ve uluslararası şirketlerin
ürünleridir. Haberler de basın haberlerinin kaynağının aynısıdır.
Televizyonun yem-iletilerinin hemen hepsi hızla artan bir biçimde uluslararası şirketlerin
ürünleriyle dolmaktadır. Yerel üretim çoğu ülkede ikincil duruma düşürülmüştür. Yerel üretimin
karakteri Amerikan tarzının kopyalayıcısı biçimindedir. Bu kopyalama bazen tıpkısının aynısı
hırsızlığı biçimindedir (Bir örnek olarak Women in Red filminin Türkiye’de televizyonda hayretle
izlediğim kopyasını verebiliriz.)
Türkiye’de diğer ülkelerde ya eskiden yapılmış ve terk edilmiş ya da zaman zaman yapılan bir
yem-ileti de, kitle iletişim araçlarının klasik yem-ileti iletişim faaliyetleriyle uyuşmayan "ver
kuponu, al mutfak ve ev eşyasını," "kes kuponu, bizim makineyle kes sakalını" biçiminde
birbiriyle kıyasıya kullanım-tüketim malı verme yoluyla tirajını artırma yarışıdır. Bilgi,
enformasyon, kalite ve okuyucu çekmek için entelektüel girişim ve profesyonellik gerektirir;
TV'nin anti-entelektüel profesyonelliğini gazeteye sansasyonel seks ve cinayet haberleri yanında
ancak bu şekille adapte edebilirsin.
Yem biçiminin en gözde olanı haberlerdir. Haberlerin fonksiyonu enformasyon verme olarak
tanımlanır. Enformasyon egemen tanımla özellikle haberle izleyicilere verilen bilgidir. Kapitalist
ideoloji bütün dünyada iletişim teknolojisinin yayılmasıyla enformasyon patlaması, bolluğu
olduğunu öne sürer. Fakat gerçek pek de bunu göstermez. Enformasyon, kelimenin gerçek
anlamıyla, stratejik güç kaynağıdır. Bu nedenle kitle iletişimiyle verilen\iletilen enformasyon
siyasal ve ekonomik kontrol etme amaçlı bir karaktere sahiptir. Ne kontrol edilme ne de
ortaklaşmayı amaçlar. Siyasal, kontrol sadece haberlerle değil kitle iletişimin bütün ürünleriyle
yapılan sistem satışıdır. Ekonomik kontrol ise tüketime teşvik karakterini taşır. Enformasyon
teknolojisinin ve tecrübenin gelişmesiyle birlikte yönlendirme amaçlı yalan söyleme sanatı da
mükemmelleşti.
Enformasyon, kitle iletişimi dışındaki iletişimlerde, iletişimin ana ürünüdür. Enformasyon,
insanlar arasında, insanlar ve çevresi arasında geçendir. Belli iletişim biçimiyle belli enformasyon
tipi arasında yakın bir bağ vardır.
Kitle iletişiminin içerik tanımı ve biçimleri, medya teknolojisi ve profesyonalizminde olduğu gibi,
Türkiye gibi ülkelere dıştan gelir, yani yerel kültürün yarattığı değildir; Yerel kültürün yaratığı
görünümünde olanlar içeriğin Türkleştirilmesi, Türkçeleştirilmesi, ayarlanmasıdır.
E.
İLETİNİN NEDEN ÜRETİLDİĞİ
Üretilen ile neden üretildiği arasında vazgeçilmez nedensellik bağı vardır: Üretilen belli bir amaçlı
faaliyetin ürünüdür. İletinin biçimi (mesajın kodlaması) amaca göre biçimlenir. İletişimde, amaç
küfür etmek ve öfkesini yatıştırmaksa, ileti küfür nameler biçimleriyle süslenir. Amaç Levis veya
Marboro satmaksa, Levis giyip Marlboro tüttürerek "Amerikanın (veya yüksek sınıf yaşamının)
bir parçasına sahip olma" kerizliği, pardon anlayış tarzıyla caka satan maymunlar yaratmak ve
desteklemek biçiminde olur. Sömürü, haksızlık, gaddarlık, canilik, katillik insanın özlemlerine ters
düştüğü için, katiller ve sömürgenler bir ülke içindeki azınlıkları veya bir diğer ülkenin insanlarını
katlederken, bunu savunma, özgürlük, demokrasi, haklılık, doğruluk kılıflarıyla sunarlar. Bu
durumda üretilen iletişimle iletişimin açıkladığı faaliyet arasında yapay-uydurma, uyuşturma ve
meşrulaştırma vardır.
Kitle iletişimi ürettiği iletileri neden üretir? Para yapmak ve bunun için de kendinin ve kendisinin
yaşadığı ortamın kalıcılığını, sürücülüğünü ve gelişmesini sağlamak.
Biz medyanın sunduklarına inanmasak bile, hatta alternatif medyayı kullansak da, gene, her gün
egemen medyayı izleriz. Bu medya toplumsal gündemi kurar ve belli bir parçasını yürütür: Neyin
önemli neyin önemsiz olduğunu, neyi nasıl değerlendirmemiz gerektiğini, neyi sevip neyi
sevmememiz gerektiğini, neyin iyi, daha iyi, daha ve en gelişmiş olduğunu, neyin modasının
geldiğini ve neyin moda dışı olduğunu, dostlarımızı ve düşmanlarımızı, içecek, giyecek, yiyecek
ve eğleneceklerimizi bize gösterir. Medya bizim için belirlediği gündemle amacını
gerçekleştirmeye çalışır. Biz o gündem çerçevesinde günlük ilişkilerimizin belli bir bölümünü
düzenlediğimizde (örneğin soda alırken pepsi, spor ayakkabısı alırken adidas veya Converse, jean
alırken levis aldığımızda; Vatanı satan dendiğinde dinsiz imansız kapitalist değil de "komünist”
denen insanlar aklımıza geldiğinde; terörist denince bağımsızlık mücadelesi veren azınlıklar veya
gruplar; özgürlük denince zenginliğe giden halkalar sandığımız köleliğin zincirleri aklımıza
geldiğinde) bu amaç gerçekleşmiş olur.
F.
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI
Kitle iletişim araçları denince akla genellikle belli birkaç medya gelir: Radyo, televizyon verici ve
alıcıları, basında basın makineleri, filmde film stüdyoları gibi... Gerçekte kitle iletişimini üreten ve
üretimini ve iletişimini mümkün yapan teknolojik araçların isimlerini yazmaya kalkarsak birçok
sayfa doldururuz: Birkaç tanesini sıralayalım: Göndericiler, kayıt ediciler, yazıcılar, basıcılar,
kağıt, mürekkep, kablolar, stüdyolar, kameralar, filmler, video ve audio makineleri, binalar,
arabalar... Elektrik ve elektronik teknolojileri olmadan kitle iletişimi olamaz.
Kitle iletişim araçları anlatılırken egemen iletişim okulu çok nadiren bu araçların mülkiyet
ilişkilerindeki yeri üzerinde durur. Gerçekte kitle iletişimi olarak sunulan her teknolojik ürün belli
sermayenin malıdır. Bu mal iletişimdeki görevleriyle sermaye birikimini sağlarlar. Kitle iletişimi
öncelikle araçla saptanan bir özelliğe sahip olduğu için, bu araçlara sahip olanlar bu iletişim
ilişkilerinde üstünlüğe sahiptirler.
Kitle iletişiminin telli araçlarıyla olanına telekomünikasyon denir. Elektronik yolla gönderilen
mesaj biçimlerini içerir. Elektronikle gönderme de iki ana yoldan olmaktadır: Hava ve kablo.
Amerika'da üniversitelerde genellikle medya incelemeleri telekomünikasyonun önemli bir
bölümünü oluşturan telefon ve telgraf şebekelerini ekonomi ve mühendislik dallarına bırakırlar.
Telefon ve benzeri iletişim teknolojileri teknokratik ve politika elitlerinin anlayış ve çıkar
değerlerinin egemenliği altındadır.
G.
KİTLE İLETİŞİM TEKNOLOJİSİ VE İHTİYAÇ İLİŞKİSİ
Kitle iletişim teknolojisi belli ihtiyaçların karşılanması için geliştirilmiştir. Bu ihtiyaçlar da, daha
evvelce belirttiğim gibi, bazıları için (a) ihtiyaç, (b) teknoloji, diğerleri içinse (a) teknoloji, (b)
ihtiyaç sırasını takip eder: Birinci tür sırada, teknoloji ihtiyacın görevselliğidir. İkinci türde,
ihtiyaç teknolojinin yapısal görevselliğidir ve bu görevsellikle yaratılmıştır.
Toplumda ihtiyaç çıktığında, ona uygun teknolojinin de çıktığını söylemek doğru değildir. Bunun
nedenlerinden biri, belli bir tarihsel dönemde, bazı gerçek ihtiyaçlar bilimsel ve tekniksel bilginin
erişebileceğinin ötesindedir. Bu erişebilirliğin ötesinde olma derecesi, gerçekte, ihtiyacın
kendisinden çok, ihtiyacın üretim ilişkileri içinde nerede konumlandığına bağlıdır. Örneğin kırsal
alanda toprak reformu "ihtiyacı," çıkıp geldiği konumun yapısal özellikleri nedeniyle, egemen
mülkiyet ilişkileri düzeninin özgürlüğüyle (=baskı, sabotaj, katliamlar, siyasal oyunlarla) yeniden
reforma uğratılır. Bir diğer örnek: Güçsüzün ihtiyaçları ve haklarıyla ilgili yasal biçimlendirmeler
senelerce parlementolarda sürünüp dururken, herhangi bir güç merkezinin çıkarını gerçekleştirmek
için gerekli "teşvik kanunu" birkaç saat içinde yaratılır. İletişim teknolojilerinin yaratılması, hem
zaman hem de çok sınırlı ihtiyaç-çıkarlardan çok, genel-sınıf, yönetim ve kontrol ihtiyaçlarından
doğan gereksinmelerle ilgili araştırma ve geliştirme çabalarıyla ilgilidir. Bu çabaları da çağımızda
yürüten devlet örgütleri, eğitim kurumları ve dev firmaların araştırma ve geliştirme bölümleridir.
Geliştirilenlere konanlar da dev özel teşebbüstür. Kapitalizmin direk sömürgecilik döneminde,
telgraf, telefon ve radyo teknolojilerinin çıkışı ticari ve askeri kontrol ve yönetim sorunlarını
çözme girişimlerinin bir sonucudur. Basının gelişmesi özellikle iki ana soruna cevap olarak
meydana geldi: Merkezi sistemlerin yönetim ve burjuvaların ekonomik sorunları. Bunu daha
açarsak ekonomik pazar ve siyasal yönetimin satışı sorunlarını çözme için geliştirilmiş ve
biçimlendirilmiştir. Benim tarlada, bağda, bahçede, evde ve halı başında koşuşturan anamın türkü
ve haber ihtiyacını karşılamak için değil. Radyo yakın geçmişte kendi türkülerimizi kendimizin
yakması ve söylemesini elimizden alıp ticarileştirdi. Daha doğrusu, ticaretin ticarileşmesinin ve
yaygınlaşmasının sorununu çözdü. Haberler dedikoduyu yerellikten çıkarttı ve ideolojik ve ticari
satış ve siyasal yönetim için, profesyonel örgütlü faaliyet yaptı. Kısaca, kitle medyası
yoksullaştırılmışın ihtiyaçlarına rağmen, yoksullaştırılmışı kontrol ve yönetim teknolojileri olarak
geliştirildi. (Televizyon teknolojisinin gelişmesinin sosyal ihtiyaçlarla ilgisinin daha etraflı anlamı
için bkz: Williams,1975; Schiller, 1969; 1975; Smythe,1982).
Kapitalist ideolojide teknolojik araçlardaki gelişme (ürün anlamına) ve ilişkiler toplumun tümüne
mal edilir. Örneğin, her gelişme gelişmenin mülkiyet ilişkilerindeki (güç ve çıkar yapısındaki)
sahiplik ve görevsel yerinden soyutlanarak bütün topluma ve hatta insanlığa mal edilir: 1960'larda,
endüstriyel gelişmeye bakan McLuhan'ın "informasyon ve iletişim çağında yaşıyoruz" deyişiyle ve
D. Bell'in post-endüstrialist toplum (yani endüstrializm-ötesi toplum, mükemmel toplum)
nitelenmeleri buna bir örnektir. Post-endüstrialist toplum ideolojinin öldüğü toplumdur. D. Bell'le
birlikte (1979) Post-endüstrializm de 1970'lerin sonunda "enformasyon toplumu olarak dönüşüme
uğradı. Servis sektörünün egemenliği ele aldığı iddiası ve enformasyon toplumunun ve postendüstrileşmeyle ideolojinin sonunun geldiği tezinin geçerli olabilmesi için, bırak ekonomik
sektördeki değişikliklerin karakterlerini, iletişimle ilgili aşağıdaki sorulara cevap verilmesi gerekir:
Bilgi ve enformasyon toplumda nerelerde ve ne biçimlerde konumlandırılmış? Daha açıkçası,
Ekecrantz'in belirttiği gibi (1987), Hangi tip\biçim enformasyon ve bilgi nerelerde (hangi sınıflar
arasında) dağıtılmaktadır? Bu bilgi ve enformasyon nereden geliyor? Geldiği yerin amaç ve
örgütsel özellikleri ne? Bilgi ve enformasyon (veya bilgisizlik ve enformasyon olarak adlandırılan
cehaletin simgeleri) bu yere hangi yolla\araçla geldi ve getirildi? Bu sorular bizi bilgi ve
enformasyonun (bilgisizlik ve cehaletin) üretildiği, bölüşüldüğü, dağıtıldığı ve iletişildiği
sınıflaşmış örgütlü toplumsal ilişkilere ve iletişime götürür. Bu da bize, bilgi ve enformasyonun
akımının sermayenin akımıyla yapışık bir biçimde gittiğini gösterir. Nasıl ki materyal ilişkilerde
toplumun büyük çoğunluğu yoksun ve yoksul bırakılıyorsa, bilgi ve enformasyon ilişkilerinde de
aynı yoksullaştırma ve yoksunlaştırma vardır.
H.
KİTLE İLETİŞİMİNİN İZLEYİCİSİ
Kitle iletişimi izleyicileri kitle iletişiminin ürününü izleyendir: Gazeteyi alıp okuyan; TV kutusunu
satın alıp evinin en önemli yerine yerleştirerek seyreden; sinemaya para verip bir koltuğa oturarak
filme bakan; beline taktığı Walkmen ve kulağına taktığı kulaklıkla FM-Amerika’nın dangırtısının
ritmiyle yürüyendir. İzleyiciler kitle iletişim politikasına karar veremezler, sadece iletişimi sunan
tüketimi (izlemeyi, okumayı, dinlemeyi) gerçekleştiren araca ya sahiptirler (radyo ve TV), ya her
gün satın almak zorundadırlar (basılı ürünler), ya da seyir süresince bir yeri (koltuğu) kiralamakla
ürünü tüketebilirler. Tüketilen iletinin içeriği de izleyiciler tarafından saptanmamıştır. İzleyiciler
toplumun "sahip olmayanlar" kesimini temsil ederler. Sınıfsal anlatımla, izleyiciler egemenlik
altına alınmış sınıflardır.
I. KİTLE İLETİŞİMİNİN GERİ-İLETİSİ
Geri-ileti İngilizce’de feedback denilen, kitle iletişimi çizgisel bir süreç olarak ele alındığında, alıcının
iletiye karşı tepki potansiyelini ve olasılığını anlatır. Kapitalist iletişim okuluna göre, bu "feedback" vardır,
fakat hemen o an değildir. Gecikmiş-geri iletişim vardır. bu geç geri-iletiye örnek olarak da izleyicilerin
telefon ve mektup araçlarını kullanarak tepkilerini belirtmeleri verilir. Diğer potansiyel tepki alanları
boykot, izlememe, okumama, dinlememe gibi iletişimi almayı reddetmedir.
Kitle iletişiminin geri-iletişimi gerçekte iletinin amacına uygun tutumda, davranışta bulunma veya tutum ve
davranış özellikleri gösterme veya göstermeme ile ilgilidir. izleyicinin sabun ve çevre temizliği
düşündüğünde aklına sabun gelirse ve sabun alma gerektiğinde Duru sabununu seçerse, bu Duru sabununun
reklamlarına verilen geri-iletişimdir. Çünkü Duru reklamının amacı bu tür bir geri-iletişimin oluşmasıdır.
Her gün uluslararası firmaların veya ortaklarının Türkiye’de açtıkları fabrikaları takdis eden ve
özelleştirmeyi herkesin kalkınması olarak sunan bir Cumhurbaşkanına "kimi kandırıyorsun" diye içinden
geçirerek tiksintiyle bakan bir izleyici o anki iletiye karşı kendisiyle iletişimle geri-iletişim yapmaktadır.
Burada iletişim tamamlanmamış olarak görünür, fakat gerçekte toplumsal siyasal iletişimde bu geri-ileti
biçimi potansiyel-tepki birikimini ve karşıtlığı anlatır. İletenle doğrudan ilişki kuran görünür geri iletimin
olmaması kesinlikle iletişimin tamamlanmadığını anlatmaz. Ne de tepkinin olmadığını. Kitle iletişiminde,
TV stüdyosunun rahatlığında cevherler yumurtlayana çılgınca öfkelenen izleyicinin iletişim anında geriiletişim yapamaması kitle iletişim aracının elitist ve anti-demokratik yapısından kaynaklanır. Fakat çılgınca
öfke alıcıyı engelleyen ve güçsüzlüğünü anlatan kitle iletişimine geri-iletişimdir.
Kapitalist iletişim okulları "rating survey" denilen izleyici anketlerini en etken geri-iletişim olarak
nitelerler. Bu anketlerle programlar yaşar veya ölürler. Gerçekten de "rating survey" anketlerinin sonuçları
"geri iletişim" olarak nitelenebilir; Fakat bu anketlerin amacı izleyicilerin gerçek arzu ve ihtiyaçlarına göre
değil, iletişim ve iletişimle iş gören (örneğin reklam veren, yatırım yapan) endüstrilerin çıkar ve
ihtiyaçlarına cevap vermek için düzenlenmiştir. Anketin amacı izleyici kontrolü, program etkenliği ve
satışa yardımdır.
V. KİTLE İLETİŞİMİ VE REKLAMCILIK BAĞI
Reklam ihtiyacını kim duyar? Reklam için önce satmak istediğin bir mal olması gerekir. Bu mal kendin veya
kendinin sahip olduğu bir materyal olabilir. Bu malı satmak için reklam gereğini duyma, örneğin, (a) rekabetin
olması, (b) "hedefin" dikkatinin başka yerde olması, (c) senden ve malından haberi bile olmaması, (d) sana ve
malına karşı pek ilgi duymaması ve ilgisini çekme arzusu olabilir.
İlk ve orta çağlarda pazarlarda kölelerin açık artırma ile satılışında, köle sahibinin sattığı kölenin gençliğini,
sıhhatini, gücünü, kuvvetini ve köleliğe yatkınlığını alıcılara yüksek sesle anlatması, alıcıların kölenin dişlerine
varıncaya kadar incelemesi reklam-paza iletişiminin ne denli eski bir tarihe sahip olduğunu anlatır. Üretim
faaliyetleri öncelikle sahiplerin ihtiyaçlarını sağlamak için yapılması nedeniyle, bugünkü anlamda reklamcılığın
çıkışı pazar ekonomisinin gelişmesi sırasında pazarda ölçme ve hesaplama gereğinin belirmesiyle oluştu. Bu da
19'uncu yüzyılın yarısından sonra belirdi. İlk reklam ajansı 1840'da Philadelphia’da V. B. Palmer tarafından
kuruldu. Fakat reklamda "hedef" kavramı 1865'den sonra kullanılmaya başlandı. J. Walter Thomson Agency
reklamda kadına yönelikliği getirerek ilk önemli hedefi belirledi: Kadın aile biriminde karar verici, taşıyıcı,
yönetici olarak ele alındı. Thomson 1899'da Londra ofisini açtı. uluslararasılaşan GM'in (General Motor)
reklamlarını taşıyarak 1929’ ye ulaşıldığında Thomson uluslararası bir firma oldu. Hedefin tüketici olarak
rasyonelleşmesi Fordismle birlikte 1920'lerde ortaya çıktı. Reklamcılık alanında profesyonel çıkarları korumak
için ilk örgüt 1939'da New york'ta Uluslararası Reklam Association'i adı altında kuruldu. Assocation'ın
uluslararası amacı dünya çapında pazarlamanın genel seviyesini yükseltmek olarak sunuldu. Bu amacın yanında
gelen amaçlar ideolojik çerçeveyi tamamlamaktadır: Reklamcıların, reklam acentalarının, medyanın, her
yerdeki ilgili servislerin standartlarını, pratiklerini, ve ahlaksal\etik anlayışlarını yükseltmek, Reklam
Pratiklerinin Uluslararası Prensiplerine" uymalarını teşvik etmek. Bu prensipler, 1937'de International Chamber
of Commerce tarafından yapılmıştır: Prensipler neydi? Kendi-kendini düzenlemeyi savunma (yani özel
teşebbüsün özgürlüğünü savunma) ve kamu düzenlemesine ve kontroluna karşı gelme...
Kapitalist sistemde kamu örgütü biçimindeki kitle iletişimi araçları, diğer kamu kurumlarında olduğu gibi,
milletin zenginliklerinin bir kısmıyla geçinirler. Bu eski durum sınırlı reklam alma zorunluluğunun çıkmasıyla
değişmiştir. Özel teşebbüs biçiminde örgütlenmiş kapitalist sistemin kitle iletişimi reklamı olmadan ayakta
duramaz: Sistemin ekonomik yapısı reklam gelirleri üzerine kurulmuştur. Reklam örgütleri ticari firmalardır. Bu
firmalar reklam yapmak isteyen firmalarla kitle iletişimi örgütü arasında aracı biçimindeki asalak bir kurumdur.
Günümüzde birkaç uluslararası dev reklam şirketleri dünya üzerinde egemenlik kurmuştur (Bak: Erdoğan,
1995a; Guback, Mattelart, Hamelink, Schiller). Dolayısıyla, kitle iletişim araçları reklama, daha doğrusu,
ekonomik ve siyasal düzenin kendini satma çabasına bağımlıdır. Bu bağımlılık, tersine de döndürülerek
anlamlandırılabilir: Kapitalist sınıf kitle iletişimine kendi sisteminin ve mallarının satışı için muhtaçtır. Bu
nedenle, kitle iletişimi araçlarının sahipleri ve profesyonelleri kapitalist sistemde üstün bir konumdadırlar. Öyle
ki kapitalistlerin kendilerini bile kızdıracak ve tepki gösterecek biçimde ürünler üretecek kadar ileri
gidebilmektedirler. Bu ileri gidiş gerçekte kile iletişiminin kendi özel çıkarlarını genel sınıf çıkarları önüne
koymasındandır ki bu yönetici sınıf içindeki mücadelelerin etrafında döndüğü eksendir: Kendi özel çıkarını hem
kendi sınıfının hem de genel toplumun çıkarı olarak görüp anlamlandırmak ve öyle satmak...
Kitle üretimi öncesinde, endüstri sınırlı (çoğunlukla orta ve üst sınıf) pazar için üretti. Günümüzde kitle üretimi
kitle pazarı gerektirir. Kitle üretim mekanizması pazarı daha dinamik, canlı, yatay olarak (ulus içinde) ve dikey
olarak (daha evvelce tüketici olmayan sınıflara giderek) büyümedikçe, ideolojik olarak yaygınlaşmadıkça,
çalışamaz. Herkes üretim makinesinin talebine karşılık vermeye alıştırılmalıdır. Bu da ekonomik alanda reklam
denen faaliyetlerle olur. Reklamın siyasal alandaki paralel biçimi propagandadır. Yirminci yüzyılda, reklamcılık
endüstride sürekli olarak karşılık veren tüketici pazarı geliştirme çabasında rol oynadı. Reklamcılık kendini (a)
etken bir şekilde tüketicileri yaratan araçlar olarak ve (b) bir ürünün tüketiminin homojen bir şekilde kontrol
etme yolu olarak kendini sundu. Davranış psikolojisinin ve sayısız psikolojik araştırmaların sonuçlarından
faydalanarak ve tecrübeyle öğrenerek, reklamcılık özel teşebbüs sisteminde vazgeçilmez bir yer kaplamaya
başladı. Reklamcılık günümüzde daha çok kitleleri kandırma, sömürü aracı biçimine dönüşmüştür. Reklamcılık
kendisi asalak bir endüstri olarak kapitalist üretim ilişkilerinde yer alır.
Bugün reklamcıların kitle iletişim araçlarında sundukları iletiler (a) reklamını yaptıkları ürünlerin faydadeğerini ve (b) geleneksel mekaniksel kalite nosyonunu sunmazlar. (c) Her ürün tüketicilerin gerçek
ihtiyaçlarına göre değil, ürünün kendi içinden gelen kaliteler üzerine kurulan tartışmalara göre sunulur. Sigara
kanser yaratan ürün değil gösteriş ve prestij aracı yapılır. Kadınların sürmesi istenen kozmetik ürünleri
bağımlılık ve bazen ciddi hasarlar yaratan ürün değil, güzellik yaratan ürün olur. Araba reklamları arabanın
saatte ne kadar benzin yaktığı, ne kadar dayanıklı olduğu, çocukların beyinlerini zedeleyen kurşunlu benzin
kullanıp kullanmadığı, çevreyi kirletmeyen cihazlara sahip olup olmadığı gibi bilgileri verme yerine, arabanın
romantik aşk getireceği, süksesi ve prestiji üzerinde dururlar. Araba reklamları araba değil seks satarlar. Evlerde
kullanılan deterjanların çevreye, kadına ve çamaşıra getirdiği fayda ve zararları yerine, "beyazı daha beyaz"
yapması işlenir. Beyazın daha beyaz olması atık sularıyla yok olan su hayatı ve onunla birlikte yok olan suya
bağımlı çevre ve yaşamdan çok daha önemli olmalı. Önemli mi?
(d) İnsanlar kendi gerçek gereksinmelerini karşılama yerine, kapitalist ürünler çöplüğünü tüketerek sermayenin
ihtiyaçlarının karşılanmasına itilir.
(e) Reklamlarda, sosyal sorumluluk ve kendi varlığını sürdürme kitle halinde üretilmiş kamu-yüzüyle
ilişkilendirilir: İnsanlar nasıl insan olacağım çabasıyla değil, nasıl görüneceğim endişesiyle hazırlanıp sokağa
dökülür, işe giderler. İnsanı insanca muameleden önce o insanın ağız kokusu ve dişinin parıldayıp
parıldamaması gelir. Sevgi, cazibe ve yakınlık kişinin kişi olarak niteliğiyle değil, kullandığıyla anlamlandırılır:
Listerinle ve bilmem ne macunuyla fırçalanan diş, bilmem ne kolonyası, bilmem ne parfümü jean'i, Malboro
sigarası, spor araba gibi kullanım ve tüketim mallarıyla değerlendirilir. Kişi hem kendi hem de sosyal benliğini
kitle kültürünün tüketimiyle bulur.
(f) Satın almada saptayıcı faktör kişinin kendisi kendisini eleştirişine dayanır ve ürünün gerçek özelliği ve
çalışması değil, ürüne atfedilen özelliklerle ilişki kurularak yapılır.
(g) Reklamcılık insanlarda yaşam tarzları ve kendileri hakkındaki değerlendirmelerinde hem tatminsizlik
yaratırlar hem de bu tatminsizliği sürdürürler. Tatmin olmuş insanlar tatminsizlik içinde yüzen ve tüketerek
tatmin peşinde koşan insanlar kadar asla karlı değildir. Reklamın tatminsizlik oyununda, tatminsizlik duygusu
asla ürüne yönetilmez, kişinin kendisine yöneltilir: Kişi sosyal ve kişisel bakımlardan yetersiz ve kaybedendir.
Reklamlarla kişiler sürekli onları mutluluktan ve başarıdan uzak tutanın kendileri ve kendi vücutları olduğu
söylenir, çare olarak da ardı arkası kesilmeyen sayısız ürünleri kullanma ve tüketme tavsiye edilir. Moda ve
kozmetik endüstrilerinin başarısı kadınların kendilerinden ne kadar hoşnutsuz oldukları, hoşnutsuz yapıldıkları
ve tatminsizliklerinin kullanımla giderileceğine inandırıldıkları derecesine bağlıdır. Kozmetik endüstrilerinin
başarısına bakarsak, bunda epey başarılı olduklarını görürüz. Kadınlara ve genç kızlara seslenen magazinler (ki
bir bayideki magazinlerin çoğunluğunu içerir) gençleri ve kadınları bu bakımdan sömürerek kozmetik ve moda
endüstrisinin kölesi kitleler yaratır ve tutarlar.
(h) Reklam endüstrisi talebi yaratır ve kontrol eder: Advertising Age'e verdiği söyleşide, Revlon'ın başkanı
Mitch Epstein bu gerçeği oldukça açık bir şekilde "biz liderleriz, kadının ne isteyeceğine biz karar veririz.
Bazen kadınlara sorarız, fakat onlar bize parlak "eye shadow" istediklerini söyleyemezler, çünkü böyle bir şeyi
görmemiş ve duymamışlardır. Dolayısıyla, biz yarattık, onlara bildirdik, eye shadow için arzu\isteği\talebi
yarattık." (Open Realite, p. 84)
Talep yaratılması ve kontrolu kapitalist idoelojide halka istediğini verme olarak sunulur. Bu tür talep yönetimi,
moda peşinde koşturulanlarda özgürlük ve özgür seçenek hayali yaratır. Ayrıca, kişi satın alıp sahiplikle
kendinden başkası olduğunu sanır.
(i) Reklamcılık seks duygularının ve tatminsizliklerini sömürerek, bu duyguları yeniden yönelterek kullanır.
Seksüel davranış eğer insanlar arası ilişkilerle doyuma giden bir karaktere sahip olsaydı, Playboy, Penthouse,
Playgirl hayali-seksi satamaz, ya da şimdiki başarısına ulaşamazdı. Kadın dudak boyaları ve kadın çorapları
şimdi seksüel organ çağrışımlı biçimdeki kutularda\kaplarda satılmaktadır. Erkeklerin son model spor arabaya
düşkünlüğünün altında reklamlarla yaratılmış, "güzel kadınların" dikkatini çekme yatar.
(j) Kadın magazinleri ve diğer kitle iletişim araçlarıyla sunulan reklamlar geçici ve tekrarlanması yeniden
kullanmayla sağlanabilecek "mutluluklar" yaratırlar.
(k) Seksüel çekicilik ve seksüel davranış tüketim mallarına ve bu mallarla eşleştirilen fantezilere kişinin ilişkisi
bakımından tanımlanır.
(l) Reklamcılığın egemen faaliyetleri insanlarda sağlıklı kişilik ve insanlar arasında sağlıklı ilişkiler üretmez.
Moda endüstrisinin yarattığı ve sevdiği insan mental bakımdan hasta insandır. Moda mental hastalığı heceler:
Modayla kendisini kendine ve dışa mükemmel veya mükemmele yakın olarak sunmak, bu kandırma oyununa
inanmak, bağlanmak ve sürekli bunu tekrarlamak, sigara içmek gibi bir hastalıktır. Tedavisi? Kapitalist gerçeğe
göre, özel klinikler sigara, alkol, modaya, sodaya, yiyeceğe, giyeceğe saplantıdan kurtulmada hizmet veren en
başarılı yoldur. Bence en başarılı yol, reklamcılık denen asalak sistemi ya kökünden kazımak (ki kazıyamazsın,
çünkü bu kökten sistem değişikliği gerektirir) ya da bu sömürgenleri ürünün kalitesi ve fiyatından öte sahte
çağrışımlar yapan sunumları yapmalarını engellemekle olabilir (bu da birincisi kadar olmasa bile oldukça
zordur, çünkü kapitalist sistemin kendisi sahte umutlar ve hayaller ve bunların sömürüsü üzerine kurulmuştur.)
Kitle iletişimin içeriği (özellikle televizyonun içeriğinin bir amacı da) reklama çekme için araç olarak kullanılır.
Kitle reklamcılığı sadece kendi malını satmak için değil aynı zamanda (a) yeni ürünlerin satılma olasılığını
ortadan kaldırmak, (b) üstünlük kurarak endüstrinin gidişinde egemenliğe sahip olmak için vardır.
Kitle iletişim reklamları, özellikle TV, istatiksel ölçme sanayisine bağımlı durumdadır: Ölçme, yani
izleyici\okuyucu\dinleyici anketleri reklamcılığın ayrılmaz bir parçasıdır. Günümüzün uluslararasında
egemenlik kurmuş ve gittikçe büyüyen iki Amerikan şirketi Gallup ve Nielsen'dir. Bu şirketler kitle iletişim ve
reklam endüstrilerinin pazar iletişim biçimlerinin sürekliliğini, fiyatların oluşumunu ve programların yaşayıp
yaşamayacağını etkileyen pazar indekslerini yaratırlar. George Gallup 1930'un ortasında anketle seçimin kimin
kazanacağını doğru olarak tahmin etti ve ondan sonraki bütün seçimlerde anketler yoluyla tahmin adı altında
seçim sonuçlarını etkileme süreci başladı ki gerçekte bu Gallup'la başlatılan bir özel teşebbüs girişiminin
kendini yaşatması ve zenginleştirmesidir. A. C. Nielsen ilk kez 1939'da, Massacussetts Institute of
Technology'nin (MIT) birlikte girişimiyle, izleyicileri audimeter denen ölçme aracıyla deneye başladı. 1942'de
Nielsen Radyo index'i başladı. Buna 1950'de TV indeksi katıldı.
VI. ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE İLETİŞİM
A.
ULUSLARARASI DÜZENİN EGEMEN KARAKTERİ
"Ahlak değil, para ticari ülkelerin dayandığı kaidedir."
Thomas Jefferson
Uluslararası iletişim kavramı, siyasal iletişimle birlikte, 1950'lerin başlarında görünmeye başladı.
Yeni-sömürgeciliğin ve Amerikan emperyalizminin sömürüyü meşrulaştırma ve karşı mücadeleler
1970'lerde kızışmaya başladığında, hem Amerikan hem de diğerlerinin üniversitelerinde
yaygınlaştı. 1960'larda uluslararası iletişim emperyalist kalkınma ideolojilerinin içinde yeniliklerin
yayılmasında iletişim medyasının kullanılması olarak sınırlandı. Okullarda uluslararası iletişim
derslerinde medya sistemleri öğretildi ve temel kitap olarak da Siebert, Schramm ve diğerlerinin
bastığı "Basının dört Teorisi" adlı, pozitivist ideolojinin ve Amerikan sisteminin propagandasını
yapan kitap okutuldu. Bu kitap diğer dillere de tercüme edilerek yayıldı. 1960'in ortasında Bizim
Basın Yayın Yüksek okulunda da Amerikan politikasının soğuk-savaşçısı Wilbur Schramm,
Lasswell ve Lazarsfeld'le birlikte bize iletişimi öğreten temel yaklaşımdı.
Gerçi uluslararası iletişim kavramı ve iletişim biliminde kullanımı ikinci dünya savaşından sonra
başladı. Elbette, uluslararası iletişim, önce kavimler kurulduğunda kavimler arası iletişim,
krallıklar kurulduğunda krallıklar arasındaki, imparatorluklarda imparatorluklar arası, milli
devletler kurulduğunda bugünkü kullandığımız anlama yakın biçimde uluslararası iletişim olarak
vardı. Bu iletişim diplomatik, siyasal, ekonomik, kültürel alanlarda, resmi ve gayri-resmi olarak
yürütüldü.
Her çağın aracı o çağ için moderndir. Modern iletişim araçlarıyla uluslararası iletişim o çağın veya
zamanın egemen iletişim araçlarıyla olmuştur. Yazı el yazısı ve ferman veya haber taşıyıcılarının
yönetimde ve uluslararası iletişimde kullanıldığında, bu haberciler, elçiler, bu işi yaptılar. Savaş
iletişiminde zamanın teknolojilerinin sağladığı özelliklere göre savaş iletişimi yapıldı. Uluslar
asında haber ve enformasyon iletişimi de aynı şekilde haber ve enformasyon teknolojilerinin
özelliklerine göre yapıldı. Modern araçlarla uluslararası iletişim kolonici imparatorlukların haber
ajanslarıyla yapıldı. Alman, Fransız ve İngiliz haber ajansları ülkelerinin egemenliği altındaki
sömürgelerinde iletişim toplama ve yayma egemenliğini ellerinde tuttular. Amerikan
imparatorluğu bu işi önce Lâtin Amerika'da yaptı ve ardından özellikle ikinci dünya savaşından
sonraki yayılmacılığıyla birlikte Amerikan Ajansları dünya egemenliğini ellerine geçirdiler.
Uluslar arası iletişim konusu soğuk savaşın başlaması ve radyonun bu savaşta temel araçlardan
biri olarak kullanılmasıyla önem kazandı. Bir konunun önem kazanması, hangi konuda olursa
olsun, hangi alanda olursa olsun, daima ekonomik, siyasal ve ideolojik amaçlar veya bu
amaçlardan birinin olmasını gerektirir. Uluslararası iletişimin, örneğin Amerikan üniversiteleri
için 1950'de önemi psikolojik savaşa (soğuk savaşa) katkıda bulunmak, bu sırada üniversite
cemaatine ekonomik çıkar ve prestij sağlamaktır. Kapitalist düşünce tarzında her şey gibi prestij
de geri dönüp ekonomik çıkara bağlanır.
Uluslararası iletişimin üretim tarzı, bu tarz içindeki ilişki biçimleri, dünyadaki materyal üretim ve
siyasal egemenlik ilişkilerinin\mücadelelerinin bütünleşik bir parçasıdır. Uluslararası iletişim
egemen güçlerin ideolojisine göre, demokrasinin, özgürlüğün, dayanışmanın, ortak yaşamın,
kalkınmada yardımlaşmanın, rekabet ve fırsat eşitliğinin, teknoloji ve bilgi transferiyle
geçiştirilebilecek bazı dengesizliklerin egemen olduğu bir alandır.
Uluslararası iletişim düzeni (örneğin Birleşmiş Milletlerde, ülkeler arasındaki ikili veya çoklu
ticari ve diplomatik ilişkiler) yaşanan egemenlik mücadelelerinin belli bir durumunun ifadesidir.
Uluslararası iletişim evvelce de kısaca dokunduğumuz gibi, uluslar arasında devletler ve özel
teşebbüsler seviyesinde olan ikili veya çoklu ilişkileri kapsar. Devletler arası ilişkiler, aynı
zamanda, Özel teşebbüs seviyesindeki firmalar ve turizm ilişkilerin uluslararası düzenlenmesini
yapar. Bu düzenlenmeler, evrensel adalet, haklılık, insan hakları ve özgürlük ilkelerine göre değil,
dünya pazarının egemenlik ilişkilerinin dinamiğine göre biçimlenir. Örneğin, bir Amerikalı
Türkiye'ye gelmek isterse, hiçbir vize sorunuyla karşılaşmaz. Bir Türk Amerika'ya gitmek isterse,
vize kararı çoğunlukla Türkün ekonomik durumuyla ilgili bir karardır.
Uluslararası iletişimleri çeşitli biçimde sınıflandırabiliriz. En geçerli ve gerçekçi sınıflandırma
bağımlılık ilişkilerine göre yapılan sınıflandırmadır. Bu bağımlılık-sınıflandırmasının
görünümlerini her alanda görürüz: Birleşmiş Milletlerin yapısı ve karar-güç özellikleri,
uluslararası ticari ve diplomatik kurumların yapıları ve işleyiş biçimleri gibi...
İletişimde mücadele ve egemen akım, gelişmişler arasında pazar tutma, genişletme, ve pazar
payını artırma politikaları biçimindedir. Gelişmişler ile geri bırakılmışlar arasında ise, ilişkiler
zenginlikleri elde etme, ortaklaşma ve kontrollü geri-bırakma biçimindedir. Bu biçim de (a)
siyasal yapıların, iş yapma tarzının, profesyonelliğin, siyasal ve kültürel örgütlenme biçimlerinin
transferiyle (ideolojik ve kültürel emperyalizmle) gelen siyasal kontrol, yani, siyasal yapılar içinde
ve arasındaki resmi, meşrulaştırılmış ve gayri-meşru ilişkiler; (b) Teknolojik araç ve ekonomik
örgütlenme biçimlerinin transferi, direk ve ortak yatırımlar, kalkınma planları, yardım ve borç
politikalarıyla (ekonomik emperyalizmle) gelen ve sürdürülen ekonomik kontrol; (c) savaş
teknolojisi yoluyla kaba-güce dayanan şantaj ve sindirmeyle kontrol biçiminde yürütülür (Bak:
Comor, 1994; Schiller; Erdoğan, 1995a; Mattelart, 1994).
Yaşadığımız dünyada, birbiriyle sığ iletişim şebekeleriyle bağıntılı egemen pazar yapısı (a) azami
çıkar sağlama hesaplarını gerçekleştirir; (b) üretim faaliyetlerinin çeşidini ve amacını; (c)
uzmanlaşma biçimini, derecesini ve nerede\hangi ülkede olacağını; (d) emek, mal ve diğer
servisler için yapılacak harcamaların tarzını\şeklini saptar; (e) icatların ve yeniliklerin kapsamını
ve yerini belirler.
Milletlerarası ilişkiler sisteminde ideolojik iletişim, özellikle kitle iletişimi 1980'lerden beri ön
planda rol oynamaya başlamıştır ve bu önemin daha da artacağı kesindir. Bunun en önde gelen
nedenlerini şu şekilde özetleyebiliriz:
a. Milletlerarası ilişkilerde baskı ve terörle ikna yanında, bilinçleri biçimlendirerek veya
etkileyerek iknanın rolü büyük ölçüde artmaktadır.
b. Artan uluslararasılaşmayla birlikte, milletlerarası ticaret, rekabet ve mücadele gittikçe
yoğunlaşmaktadır. Kitle üretiminin gereği olan kitleleri sürükleme politikası, modern iletişim
araçlarına uluslararası firmaların ihtiyacını ve bağımlılığını sürekli artırmaktadır.
c. Milli ve milletlerarası özel ve devlet örgütlerinin amaçlarına ulaşmada kendileri için gerekli
enformasyon ve iletişim akımına ihtiyaçları hızla artmaktadır. Devlet sektörlerinde bile bürokratik
uyuşukluk kıpırdanma zorunda kalmaktadır: Bilgisayarlar, faxlar, tele-konferanslar uyuşuğu
dürtüklemekte, rahatsız etmektedir.
d. İletişim teknolojisinin bilgi toplama, depolama ve dağıtmada hızla artan kapasitesinin
kullanılmasının sağladığı faydaları göz ardı etmek yarışta geri kalmak demektir.
Bu düzende, uluslararası iletişim faaliyetlerine baktığımızda en azından birbiriyle bağıntılı dört
ilişki biçiminin olduğunu görürüz:
1. İletişim teknolojisi, yansızlığı ve transferi
Yeni teknolojilerin gelişimi, biçimlenmesi gelişmiş kapitalist ülkelerde, genellikle
Amerikan pazarında, oluşmaktadır. Bu pazarlarda oluşup geliştikten ve biçimlendikten
sonra, dünya pazarına yayılma başlar ve dünya bunu kopye etmeye itilir. Bu yayılma da,
gerçekte, teknolojinin yayılması olarak yutturulan ürünün yayılmasıdır. Teknolojinin
orijini ve gelişmesi gibi, teknolojinin nerede ve nasıl uygulanacağı da öyle kendiliğinde
ve istatistiksel olasılığa bağlı olarak ortaya çıkmaz.
Teknolojinin yansızlığı ne demek ve teknoloji bu anlamı mı getirir?
Bu soruya doğru cevap verebilmek için önce teknolojinin, medyanın sosyal orijinine
bakmamız gerekir: Teknolojiler nereden çıkıp gelir? Bu soruya daha evvelce teknoloji ve
gereksinmeler üzerinde tartışırken cevaplar aradık. Özetlersek, çağımızda kullanılan
modern iletişim teknolojileri kapitalist yapılardan çıkmıştır ve kapitalist yapının
ifadeleridir. (Schiller, Williams, Garnham, Mattelart, Murdock, Golding, Hamelink).
İkinci olarak teknolojinin gelişmesine eğilmemiz gerekir: kapitalist egemenlikte,
teknolojinin gelişmesi ve kabulü, teşviki, ekonominin karar verici merkezlerine bağımlı
olarak oluşur. Yani teknolojilerin gelişmesi herhangi bir yerde, kazara veya herhangi bir
yerde bir kaşifin keşfiyle kendiliğinde olmaz.
Üçüncü olarak, teknolojinin kullanılışı, uygulanması üzerine eğiliriz: Uygulamalara
bakarsak iletişim teknolojilerinin bağımsız olarak gelişmediğini ve şansa bağımlı olarak
keşfedilmediğini görürüz.
Elbette insanlar iletişim teknolojisini kullanmaktadırlar. Doğru soru, teknolojiyi kullanma
ve kontrol kimin için, ne için? Cevap oldukça açık: Teknolojiyle çalışanlar, üretmek,
dağıtmak ve tüketmek için kullananlar insanlardır. Fakat kullananlar ile kontrol edenler
aynı insanlar değildir, farklı güçlerdir.
Bu üçe eğilindiğinde, teknolojinin sosyal bir inşa olduğu; çıkıp geldiği yerin, gelişmesi ve
uygulamasının var olan güç ilişkileri tarafından tanımlandığını görürüz. Dolayısıyla,
teknolojinin yansız olduğunu iddia etmenin kendisi ideolojik ve siyasal taraf tutmayı
anlatır. Teknoloji hiyerarşik sosyal ihtiyaçlara cevap olarak meydana gelir ve elbette
güçsüzlerin ihtiyaçlarını gidermeye yönelik değildir.
Hamelink (1976) göre teknoloji bilgidir ve şu ihtiyaçları karşılama gereksinmelidir: (1)
Endüstriye mallar, (2) bu malları üretmek için gerekli alet ve süreçleri; (3) üretim,
dağıtım ve tüketim için gerekli servisleri içerir.
Bazı durumlarda kapitalist iletişim teknolojileri alternatif kullanış olasılıkları verirler.
Örneğin televizyon, bilinç yönetimi, ideolojik egemenlik ve Madison Avenue
(reklamcılık) emperyalizmi için kullanılmıştır. Özgürlük ve eşitlik iletişimi ve ilişkisi
açısından, TV egemenliği ve tek yönlülüğü ifadeden öte gitmez. Fakat elbette eğitime,
eğlenceye yardımcı olarak kullanılabilir.
Teknolojinin yansızlığıyla birlikte, "arzu edilen her amaca göre kullanılabileceği" savı da
gelir. Burjuva ve liberal-burjuva entelektüelleri bunu candan savunurlar. Schiller ve
bazıları, bazı durumlarda kapitalist teknolojilerin alternatif kullanışlar olasılığı verdiğini
kabul ederler. Prensip olarak bu savı kabul edebiliriz. fakat, kitle iletişim ve sıcak savaş
iletişimi araçları, yapıları nedeniyle, yönetim ve kontrol amacı dışında kullanma
olasılığına izin vermezler. Televizyon "bilinç yönetimi", ideolojik egemenlik, reklamcımodacı sürükleme, siyasal kışkırtma, eğlence ve sporla sistem satışı ve yönelterekyatıştırıp pasifleştirme aracıdır. TV'nin alternatif eğitim ve bilinçlendirme aracı olması,
bence bu teknolojiyi üretmeyen toplumlar için ekonomik kayıptır: TV'nin eğitime
katkısıyla, bu teknolojinin kurulması ve kullanılması için harcanan kaynaklar arasında
çok büyük bir dengesizlik vardır (ta ki, bu teknolojinin yerel olarak üretilmesi
gerçekleştirilinceye kadar).
2. İletişim örgütlenmesi ve ilişkileri
Örgütsel ve finans yapıları, yapı değişimleri, yapısal ilişkiler, örgütsel yapıların transferi
gibi konuları içerir. Örgüt, sahiplik, kontrol, finans ve transfer biçimleri kapitalist
iletişimin ve araçlarının biçim ve çalışma tarzını gösterir. Kapitalist ülkelerde iletişim
örgütlerinin belli bir biçimde şekillenmesinin nedeni, kapitalist sistemin üretimi kendi
çıkarları, değerleri ve pratikleri paralelinde biçimlendirmesindendir. Kabaca kapitalist
dünyada iki tür örgütlenme şekli görürüz. Özel teşebbüsün egemen olduğu ve kamu
sistemlerinin egemen olduğu sistemler. Özel teşebbüsün hakim olduğu sistemde kamu
servisi sistemin güçsüz ve önemsiz bir parçasıdır. Kamu servisinin egemen olduğu
sistemlerde bu egemenlik sadece yayın (radyo-TV) sistemini kapsar, diğer araçlar özel
teşebbüsün elindedir.
Kapitalist üretimde nitelik ve özellikle nicelik büyümesi (a) artan kapitalist ürünlerin
pazarlanıp satılması için sosyal iletişim sektörünün ekonomik sömürüsünü, (b) farklı
sosyal sınıfların oluşturduğu kitlelere ulaşacak bir ideolojik çerçeveyi gerektirir. Bu
çerçeve kapitalist sosyal gerçeğin kapitalist sınıfın çıkarları yönünde yorumlanmasını
sağlar. Bu da, örneğin, kitle iletişiminin bu amaçla kullanılmasını zorunlu kılar.
Dolayısıyla, medianın yaratılışı, yapısı ve kullanılışı kapitalin hareketine uyumlu olan bir
araçtır. Bu yorum siyasal yapının kurumları için de geçerlidir.
3. Ürün üretimi, dağıtımı ve fiyat politikası
Ürün\ileti biçimleri ve pazar ilişkileri: İletişim teknolojisinin ortaya koyduğu en önemli
ürün iletişimin iletileni, gözle görüleni, kulakla duyulanıdır. Bu ürünler medya
teknolojisinin özelliğine göre çeşitli araçlarla taşınarak, çeşitli araçlardan geçerek, çeşitli
biçimlerde gelir. Program akımının iki ana yanı vardır: Birincisi ideolojik ve kültürsel ve
ikincisi de ticari. İdeolojik yan ticari yanı desteklemek, tüketicileri pazara alıştırmak ve
entegre etmek için görev görür. Birinci yan bakımından, Amerikan kitle ideolojisi, kültür
ve yaşam tarzı dünyada rakipsiz egemenliğe sahiptir. Dünya bu bakımdan 24 saat sürekli
bombardıman edilmektedir. Bu da ne kendiliğinden ne de bu tarzın gerçek üstünlüğünden
esinlenir. Tarzın sürekli olarak tekrarlanmasından, yüceltilmesinden ve yeknesaklıktan
öte çoğulcu renkli ve umut verici bir görünüm içinde sunumundan; alternatifleri ortadan
kaldıran pazar gücünden; ve insanlara fiziksel ve duygusal heyecan ve fanteziye kaçışla
doyumu getiren eğlence özelliğinden dolayıdır. İkinci, yani ticari yanda da dünya
pazarlarında Amerikan egemenliği gerileyen bir şekilde sürmektedir. Bu egemenlik
altında kendi etki alanlarını genişletmeye çalışan Japonya ve Avrupa kapitalistlerini ve bu
egemenlik tarzını kopya ederek kendi yakın çevresinde iş yapan diğer ülkelerin
kapitalistlerini görürüz.
Amerikan ürünlerini taklit eden sadece geri kalmış ülkeler değildir, aynı zamanda
gelişmiş kapitalist ülkeler de bu yolu seçmiştir. Amerikan kültürel egemenliğinden
Avrupa da kaçamamıştır: Gerçi Avrupa’da bölgesel değiş tokuş uzun yıllardır devam
etmektedir ve Ortak pazar ülkeleri arasında daha da kolay bir hale gelmiştir, gene de
Avrupa’nın Amerika'dan ithali % 40 gibi önemli bir miktarın üzerindedir. Batı Avrupa
programlarının % 40-50'sini Amerika'dan, % 10-20'sini İngiltere'den, % 5 ile 10 arasını
da Almanya ve Fransa'dan, ve % 5 kadarını da diğer ülkelerden ithal eder (Erdoğan,
1995).
Bağımlı pazarlar kendi üretim olanakları ellerinden alınmış, yozlaşmış, taklitçiliğe,
kopyacılığa ve hatta korsanlığa yönelmiş, dış ürünlerin egemenliğindeki tüketici
ülkelerdir. Dünya pazarındaki tek yönlü trafik okunun sivri ucundakilerdir. Ortak pazarın
kuralına göre, Avrupa’dan Türkiye'ye yöneltilen yayınları Türkiye Türk halkının almasını
garanti eder. Türkiye televizyonlarında yaygın olan sinema filmleri, sabun-operaları
(kadınların izlediği pembe diziler), polis ve macera dizileri, ve gece sonrası yayınlanan
erotik, yani yumuşak-pornodur. Hepside programlarının büyük kısmını dışarıdan sağlar.
Film satışları geleneksel olarak üç merkezden olurdu (Santo Monica, Cannes ve Milan).
Şimdi bu merkezler dışı yapılan satışlar tüm satışların yarısından fazladır.
Oyun programları Amerika'da bıkkınlık vermiş durumda ve yeni oyun biçimleri
aranmaktadır. Amerika'da tutulanlar ve benzini bitmişler dış pazarlarda kapışılmaktadır.
Dünya pazarında, haber ve information akımı da tek yönlü bir karakter taşır. Kapitalist
medya, özellikle Amerika’da, çok nadir üçüncü dünyadan haber verir. Amerika kimseden
haber satın almaz. Kendi haberini kendi toplar ve kendi haberini kendi biçiminde
dünyaya yayar.
Hiçbir program türü futbol yayınlarının kısa sürede topladığı izleyici ve parayı yapamaz.
Futbol kapitalist düzende tüketim endüstrisinin reklamını yaparak geniş kitlelere ulaştığı
bir alandır. Avrupa pazarında ismini duyuran spor kanalları Eurosport, Screen Sport,
Sport Canal, ve TV Sports'dur. Her profesyonel spor, spor ve sporla ilişkili olmayan
oyuncak ve eğlence endüstrilerinin palazlanmasına yardım eder.
Çocuk programları, filmleri ve çizgi filmleri, dergileri, mecmuaları alanında da
Amerika'ya kimse rakip olacak bir durumda değildir. Walt Disney ürünlerine ne ticari ne
ideolojik yönden dünyada bir rakip vardır. Avrupa kapitalistleri bile dünya çizgi film
üretiminin ve dağıtımının yüzde beşini bile sağlayamamaktadır.
Müzik dergileri popüler müzik endüstrisinin, kadın dergileri tüketim-feminizmi ve
bireyciliğin seks ve moda endüstrisinin destekleyicisi ürünlerdir. Bunların da çoğu
Amerikan kaynaklıdır veya Amerika’dakinin tıpa tıp kopyasıdır
Müzik endüstrisi Amerika'nın dünya pazarlarında sattığı iletişim ürünlerinin tarihselgeçmiş bakımından hemen hepsinden önce gelir. Müzik, ihraç edilen Amerikan
"hayranlığının" belki de ilk ürünüdür. Amerikan iletişim firmaları plak üretimi ve
dağıtımı yanında, videoların yaygınlaşmasıyla video-müzik üretimi ve dağıtımına büyük
önem vermektedirler. CD gittikçe dünyada yaygınlaşmaktadır. CD ile birlikte, örneğin
Amerika'da plak satışları büyük darbe yemiştir.
Radyo bütün dünyada Amerikan popüler müziğinin yayılmasının en önemli aracı
olmuştur ve bunda da devam etmektedir. Bugün radyo denince akla hemen müzik gelir.
Radyo haberciliği televizyon haberciliğine taş çıkartacak şekilde "kapsül haberler"
şekline dönüşmüştür.
İletişim ürünlerinin fiyat politikaları sadece ekonomik kıstasa göre değil aynı zamanda
ideolojik ölçeğe göre ayarlanır. Diğer ülkeler neden kendi filmlerini ve programlarını
yapmıyorlar? Neden kendi çocuk programlarını ve dergilerini üretmiyorlar? Ürettikleri de
neden köşede bucakta kalıyor? Burjuva ideoloji buna verdiği cevapta, dünyayı maddi ve
manevi bakımdan soyanların bu soygunlarını sadece "hizmet," "talebe cevap" olarak
sunup haklı çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda, soydukları yerlerin insanlarını kendi
ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar yeteneksiz olmakla suçlar.
Amerikan programlarının fiyatı pazarın yapısal özelliklerine göre saptanır. Gelişmiş
kapitalist pazarlarda (Almanya, Fransa, İngiltere'de) yüksek tutulurken, diğerlerinde çok
ucuza satılır.
4. Profesyonellik, profesyonel ideoloji ve iletişim politikaları
Günlük iletişim faaliyetlerini idealleştiren değerler sistemi, medya profesyonelliği, profesyonel
ideoloji ve iletişim politikaları gibi konular iletişim ideolojisi konusunda önem kazanır. İletişim
profesyonelliği teknolojik araç ve ürün transferine paralel olarak ithal edilmiş bir ideolojidir.
Kültürel bağımlılığın en önemli parçalarından biridir. İletişim örgütlerinde "uygun" profesyonel iş
görme kuralları ve meslek ahlakı, ve neyin "uygun" ve neyin "uygunsuz" olduğu hakkındaki
tutumlar ve ideolojik varsayımlar, örgütün çalışma biçimini ve ideolojik profesyonel kültürünü
belirler. Burada, genel Amerikan ideolojisinin ve medyayı içeren özel ideolojik değer yargılarının
egemenliğinin dünyaya yayıldığını görürüz. Bu transfer edilmiş profesyonellik sadece kitle
iletişimiyle sınırlanmamalıdır: Siyasal iletişim, ücret ve sosyal politikaların iletişimi, gizli
teşkilatların ve polisin kendi iç iletişimi ve enformasyon toplama biçimleri, özel teşebbüslerin
iletişim yapılarında olan değişimler, diplomatik iletişim gibi biçimler üzerinde de durulmalıdır.
B.
YENİ DÜNYA ENFORMASYON VE İLETİŞİM DÜZENİ?
1970'lerin başında yoğunlaşan Dünya ekonomik ve iletişim düzeni üzerindeki durum ve çözüm
tartışmaları birbiriyle bağıntılı iki tezin ve hareketin ortaya çıkmasına neden oldu: 1974'de BM
General Assembly'nin özel bir oturumunda tarafsız/non-aligned ülkeler Yeni Uluslararası
Ekonomik Düzen (YUED) istediler. 1976'da taleplere Yeni Dünya Enformasyon ve İletişim
Düzeni (YDEID) çağrısı eklendi. 1977'de International Commission for the Study of
Communication Problems (MacBraide Commission) iletişim sorunlarını incelemek için çalışmaya
başladı. 1980'de rapor sunulduğunda, UNESCO'da Amerikanın ve İngiltere’nin şiddetli
karşıtlığıyla yüz yüze geldi. Amerikan emperyalizminin gücünü yitirdiği UNESCO'da 1980'lerin
sonuna kadar YDEID ve YUED tartışmaları oldu; çeşitli konferanslar yapıldı ve bildiriler
yayınlandı; kararlar alındı ve uygulamalara girildi. YDEID tezi en özlü biçimiyle dünyadaki
iletişim düzeninin dengesiz olduğunu, enformasyon akımının tek yönlü olarak çalıştığını, bunun
ekonomik ve kültürel egemenlik ile birlikte gittiğini, enformasyonda koloniciliğin son bulması
gerektiğini ve bunun için de yeni bir dünya ekonomik ve iletişim düzeninin zorunluluğu görüşü
etrafında toplanmıştı. Tez büyük ölçüde "medya emperyalizmi" tezinin bir yansıması
biçimindedir. Medya emperyalizmi tezinin uluslararası firmaların gelişmelerini desteklediği;
medya firmalarının kendilerinin artan bir şekilde dev uluslararası şirket olduğu; medya
şirketlerinin emperyalist askeri-endüstriyel-iletişim kompleksini oluşturdukları; bu iletişim
firmaları tarafından üretilen kültür ve iletişimin diğer ülkelerin kültür ve iletişiminin üzerinde
bozucu ve yok edici bir egemenlik kurduğu hakkındaki görüşleri rağbet gördü. Tartışmalar
genellikle haber akımı, televizyon akımı, reklamcılık ve iletişim teknolojisi, Uluslararası iletişim,
uydu iletişimi, ve kültürel egemenlik üzerinde toplanıyordu. Kapitalist güçler Amerikanın
önderliğinde UNESCO'ya ekonomik fonu ödememeye ve UNESCO'dan çekilmeye kadar giden
şantajlı tepkide bulundular. 1984'de Amerika ve 1985'de de büyükannesi İngiltere UNESCO'dan
çekildi; UNESCO'ya borçlarını vermedi. Amerikan kitle iletişim araçları ve üniversiteleri
profesörleri (Katz, Liebes, Tracey, Pool, Rogers, Hamid, Schement, World Press Freedom
Committe ve Heritage Foundation gibi kuruluşlar) yoğun karşı kampanyaya giriştiler. 1985'lerde
başlayan dönüşüm 1990'a varıldığında Amerika’nın yeniden egemenliğini kurmasıyla sonuçlandı.
UNESCO'nun yeni İspanyol Genel Direktörü F. Mayor'ın basın toplantısındaki konuşmasını
Associated Press'e şöyle rapor etti: Burası (UNESCO) özgürlük evidir, ve biz asla, enformasyonun
serbest akımını garantileyen anayasamıza karşı gidemeyiz. Mayor Üçüncü Dünya Ülkeleri ve
Sovyet bloğu tarafından ileri sürülen yeni dünya enformasyon düzeni düşüncesini reddettiğini
söyledi (AP, October 7, 1988). Washington Post Şubat 25, 1989'da Mayor'un "Yeni Dünya
Enformasyon Düzeninin UNESCO'da artık yer almadığını belirttiği haberini yazdı. Böylece
UNESCO General Directory Amerikan tezi ve pozisyonunun savunucusu oldu. Amerikan tezine
göre, uluslararası iletişim düzeninde üçüncü dünya ülkelerine doğru daha çok enformasyon akımı,
daha çok teknoloji transferi, daha çok yardım, daha çok eğitim ve talim gerekir.
Gerçi YDEID tezi çerçevesindeki tartışmalarının ateşi söndürüldü, fakat henüz öldürülmüş
durumda değil. UNESCO içindeki mücadele üçüncü dünya ülkelerinin Amerikan ideolojik
egemenliğine tepkileri biçiminde devam etmektedir. UNESCO dışında, Inter-Press Servise (IPS),
Non-Aligned News Pool, Pan-African News Agency (PANA), Caribbean News Agency (CANA),
Gulf News Agency "enformasyonun tek yönlü akımına" karşı, daha doğrusu AP, UPI, AFP ve
Reuters egemenliğine karşı, aktif olarak haber alanında mücadele vermektedir. Amerikan
Televizyon programlarının dünyadaki egemenliğine karşı önemli tedbirler sadece kapitalist
Avrupa birliğinden gelmektedir. Bu tepkide de Avrupa’nın başarısı programlardan çok özellikle
iletişim alanında devleşen özel teşebbüslerin ekonomik girişimleri alanında olmaktadır (bak:
Erdoğan, 1995a; Mattelart,1987; Meyer, 1988; Modelski, 1979; Boyd-Barret, 1977).
YDEID ve YUED tezlerinin uluslararası örgüt UNESCO'da ve diğer girişimlerdeki
başarısızlığının en önde gelen nedeni üçüncü dünya ülkelerini temsil edenlerin temsil ettikleri güç
yapılarının dünya kapitalist pazarına olan bağımlılıkları ve bu pazardaki çıkarlarıdır. Dünya
ekonomik düzeninin değişimi sadece ileri kapitalist ülkelerin pazar politikalarında ve ilişkilerinde
değişiklikle gerçekleşemez (ki zaten böyle bir değişiklik gönüllü olarak vazgeçme ile değil,
egemenlik mücadelesinin bir sonucu olarak gerçekleşebilir). Aynı zamanda, bağımlılık, iç sömürü
ve emperyalist ilişkilerin egemen olduğu üçüncü dünya toplumlarının sosyo-ekonomik ve siyasal
yapılarında da değişiklik zorunludur (ki bu da ancak sınıf mücadelelerinin belirlediği egemenlik
durumuna bağlıdır.) Aksi taktirde, Amerikan karşı-propagandasının kendi çıkarı açısından haklı
olarak belirttiği gibi, serbest enformasyon akımı yerini devlet veya kamu kontrolundaki akım alır
ki bu da o devletin veya "kamu" denen gücün özelliğine göre bir karakter alır. Samir Amin ve
George Mandel gibilerin de belirttiği gibi YUED en iyi biçimiyle milli denen ve milliliği o ülkede
doğmuş olmak ötesinde anlamını yitirmiş olan burjuvazinin çıkarınadır. Amin ve Mandel'in
dediklerinin aksine YUED tezinin tezliği ötesinde UNESCO yoluyla uygulanması çabaları
Türkiye veya daha kötüsü Irak ve İran gibi ülkelerde "reformist" bir karaktere bile sahip olamaz,
tam aksine sansür ve baskı için bir diğer neden olabilir. Roach'ın (1990) belirttiği gibi YDEID
tartışmasında sınıf analizi yoktu, hiçbir zaman kitle hareketi değildi. Yerel yönetici sınıflar elbette
her zaman kendi paylarını artırma çabasından geri durmayacaklardır. Fakat bağımlılık ilişkisinde,
egemen taraf her zaman aslan payını alır. Elbette hem aslan payını alan hem de kırıntılarla
yetinmek zorunda bırakılan paylarını artırma mücadelesi içindedirler. Bu mücadele de, örneğin,
Japonların Toyota'sının veya Hyundai'in Türkiye'de ortak bulup ucuz işçi ve hammaddeli üretime
geçmesi ve Cumhurbaşkanının bunu alkışlaması biçiminde sonuçlanır. Veya, benzeri dıştan gelen
ekonomik işgalin Türkiye'de yayın yapan televizyon şirketleriyle gerçekleştirilmesi ve bunun
"demokratik özelleştirme" olarak sunulması gibi...
Sparks ve Roach'un belirttiği gibi, emperyalizm, basitçe, metropolitan ve gelişen ülkelerdeki var
olan sosyal ilişkiler üzerine serilen bir dış güç değildir. Aksine, toplum hayatına girer ve sosyal,
ekonomik ve siyasal ilişkilerini dönüştürür. (Bu dönüşüm çökertilen Sovyet imparatorluğundan
çıkan ülkelerde yaşanmaktadır.)
Yeni Uluslararası düzen farklı devletler ve dolayısıyla farklı sınıflar arasındaki mücadele ve
yeniden-pazarlığı ima eder. Bu çerçeve içinde, kitleler, ihtiyaçları ve istekleri öne sürülerek, bu
mücadelede politikaların meşruluğunu ileri sürmede tartışan taraflarca sahne ordusu olarak
kullanılır. Marksist anlamda yeni dünya düzeni görüşü ise, temel prensiplerin hem kitlelerin
gerçek ihtiyaçlarına hem de kitlelerin kendilerinin kendi faaliyetlerine dayanır. Diğer bir deyimle,
Marksist yeni dünya düzeni arayışı görüşü kitlelerin gerçek ihtiyaçları ve faaliyetlerinin özellikleri
ve bunların değiştirilmesi üzerinde toplanır. Bu nedenle, benim "değişiklik" arayışı sunan
araştırma ve kitapları okumalarımda, ne zaman ki yerel liderlere (milli burjuvaziye) ve kurdukları
sisteme dayalı öneriler görürsem, (a) bu "eleştirici yaklaşım" kuramsal olarak liberal-tutuculuğa
geri dönüştür, ve (b) önerilerinin gerçekleşme olasılığı yerel yönetici sınıfların ve emperyalist
merkezlerin çıkar hesaplarına bağımlıdır. Bu çıkar hesapları da, kendi içinde uyumlu bir ilişkiyi
anlatmaz, o anki güç mücadelesinde yönetici sınıf içinde kazananların egemenlik durumunu
anlatır.
Hamelink (1983), Amin (1987) ve benzerleri YUED'nin gerçekleşmesini üçüncü dünya
ülkelerinde kültürel ve iletişim bağımlılığını yaratan yapısal mekanizmaların değiştirilmesine
bağlarlar: Güçlünün çıkarına çalışan uluslararası düzenden kültürel ilişkisini kesme ve kendi
kendine dayanmayı da çare olarak sunarlar. Bunda da başarı aynı zamanda yeni siyasal gücün
potansiyelini bu yönde kullanmasına bağlıdır: Çalışan yoksullaştırılmış sınıflar.
C. MEDYA EMPERYALİZMİ, KÜLTÜREL EGEMENLİK
Genellikle 1960'dan beri ideolojik emperyalizm, kültürel emperyalizm, yeni-emperyalizm, medya
emperyalizmi kavramları sık sık kullanılmaya başlandı. Medya emperyalizmi uluslararası medya ilişkileri
için kullanıldı.
Kültürel alan neden ve ne kadar önemli? Buna cevabın Schiller’in "İletişim ve kültürel egemenlik"
kitabının önsözündeki açıklamasıyla vermeye başlayalım: Gerçi egemenliğin ekonomik ölçüleri (kapitalin
ve pazarın kontrolü, uluslararası finansın alt-yapısı) artan bir şekilde iyice anlaşılmaktadır, fakat kültürel
iletişim güç kaynakları daha yeni anlaşılmaya başlanmaktadır. Bilinci etkileyen güçler bir cemiyetin
kendisinin, amaçlarının karakteri ve yönünün önemli belirleyicileridir. Bir ulus içinde ve uluslararasında
iletişimler ve imajlar ve görüntülerin akımı, özellikle gelişmiş ve egemenlik altındakiler arasındaki akım,
çok büyük bir öneme sahiptir. Yıllarca verilen bir ulusal bağımsızlık savaşı kazanıldığında, eğer görünüşte
yok edilen egemen güçten alınan değerler ve amaçlar tarafından engellenirse ne olur, bu bağımsızlığın
anlamı nedir? Bu soruyla, Schiller gerçekte, doğrudan-kolonicilikten yeni-koloniciliğe geçişi anlatıyor ve
yeni-sömürgeciliğin ana karakterini özetliyor. Yeni sömürgeciliğin kültürel egemenliğinde ilişkiler ve
iletişimin kaynağı, karakteri ve içeriği, değişen ölçülerde, direk kolonicilikteki emir ve yapma ilişki
yapısını yansıtır.
Boyd-Barrett'e göre (1977) medya emperyalizm (a) bir ülkedeki medya içeriği veya mülkiyet, yapı ve
dağıtımı, bir diğer ülke veya ülkelerin medya çıkarları tarafından önemli dış baskılara tabi tutulması
sürecidir. Boyd'un bu tanımlaması sürecin "kasıtlı" olduğunu anlattığı için, sürecin krizler dışında kasıtlı
olmadığı, kendi kendine çalışan ve ilgili ülkelerin orantılı olarak karşılıklı katıldığı bir karaktere sahip
olduğunu söyleyenler tarafından eleştirilmiştir.
Kapitalist pazar mekanizmasının çalışması biçiminin kendisi kasıtı getirir; kar kasıttır. Kasıt iletişimin
sonuç arayan amacıdır. Haberi, programı mesajı paketleme biçimi kasıttır. Dolayısıyla, kasıt olmadığı veya
kasıta çok ağırlık verildiği eleştirisi kasıtın her seferinde bilinçli hesaplı girişim olarak tanımlar ve herhangi
bir durumda bu tanımlamaya göre kasıt yerine "normal bir ilişki veya oluşum" görünümüne bakıp kasıt
kavramının çok ağır olduğu eleştirisiyle gelinir. Kasıt daima vardır. Kasıtın olmaması için iletişimin veya
ilişkinin amaçsız olması gerekir ki, amaçsızlık insan ilişkisinde, yok göründüğü yerde bile vardır.
Schiller (1976) süreci kültürel açıdan tanımlamıştır: Kültürel emperyalizm bir toplumun modern dünya
sistemine getiriliş süreçlerinin toplamıdır, toplumun egemen tabakası sosyal kurumları bu sistemin değer ve
yapılarına benzeşmeye, veya teşvike, nasıl çekildiği, baskı altına alındığı, zorlandığı ve hatta bazen rüşvet
verildiğidir. Mattelart (1994) emperyalist sürecin karmaşıklığını ve yerel, ulusal ve uluslararası boyutları
arasındaki bağların, kültürel emperyalizm ve kültürel bağımlılığın üzerinde yapılan incelemelerin bize
kültürel egemenlik hakkında değerli bilgiler verdiğini belirtir. İngiliz kültürel incelemeleri kültürel
bağımlılığın pasif bir egemenlik biçimi olmadığını, fakat (a) daima savunulan ve ayarlamalar yapılan, ve
direnmeye ve meydan okumaya açık olan hegemonyacı ilişkiler olduğunu belirtirler. Buna göre, bazı
incelemeler sadece medyanın nasıl ideolojiyi yeniden-ürettiği ve izleyiciyi pozisyonlandırdığını incelemez,
aynı zamanda alttaki sınıfların direnişini ve kendi kültürel biçim ve pratiklerini yarattığını araştırır.
Galtung (1979) iletişim emperyalizmi ile kültürel emperyalizm arasındaki ilişkiye eğildi: İetişim
emperyalizmi kültürel emperyalizme götürür. Gelişmiş Batı "feodal iletişim şebekeleri" üzerinde egemenlik
kurmuştur. Dengesizlik sürecinde, azgelişmişlerin yönetici elitleri kendi gibi diğer ülkelerden haber yerine,
gelişmişlerden haberle ilgilenirler Gelişmiş Batı az gelişmiş için neyin habere değer olduğunu tanımlar.
Medya ile kullanıcılar olayları "batının gözüyle" görmeye başlar. Kültürsel kimlik geriler, milli bağımsızlık
kaybolur, siyasal bağımsızlık gider. Günümüzdeki uluslararası iletişim düzeni reformla düzeltilemez.
Reformcuların önerileri (artan yardım, teknoloji, eğitim) " kozmetik ameliyattır."
VII. TÜRKİYE’DE İLETİŞİM
Türkiye’de iletişim ayrıntılı bir araştırma ve en azından birkaç kitabı gerektirir. Biz sadece, Anadolu’daki ilk
iletişim biçimleri ve gelişmeleri üzerinde özlüce durarak, hem genel bir bilgi vereceğiz hem de araştırma ve
soruşturma için teşvik kıvılcımları yaratmaya çalışacağız.
İletişim, kapitalist egemenliğin ekonomik, siyasal ve kültürel aracı olan kitle iletişimiyle sınırlı değildir.
Toplumsal iletişim aile konumundan arkadaşlığa, oradan devletin resmi ideolojisinin işleyicisi eğitim sistemine,
bu sistemde hazırlanarak egemen iş dünyasına ve işsizliğe, pozisyonlandırıldığı yerde insanın günlük toplumsal
üretim ve direniş ilişkilerine çeşitli katkıda bulunma faaliyetlerine kadar sayısız çeşitlilikler gösterir.
Anadolu’nun iletişim tarihi, Anadolu’nun yeri ve çeşitli kavimlerden oluşması nedeniyle, işgaller, katliamlar,
egemenlikler, sıcak ve soğuk savaşlarla dolu bir tarihtir. Ne eski Yunanlılar, ne Romalılar, ne Sümerler, ne
Hititler, ne Türkler, İranlılar, ne de Osmanlılar Anadolu’yu egemenlikleri altına aldıklarında, Anadolu boştu:
Anadolu’da çeşitli insan ırkları yaşıyordu. Anadolu’daki iletişimi özlüce anlatırken, Anadolu’yu egemenlikleri
altına alan eski kölelik imparatorluklarından başlayarak, Osmanlıların işgali, ardından Batı burjuva
milliyetçiliğini ve gelişmesini amaç olarak benimseyen Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla Bağımsızlık adı
altında Batıya siyasal-yapısal bağımlılığın örgütlenişi, resmi politika oluşu dönemini ve son olarak da kapitalist
dünya pazarıyla yeni-kolonici bütünleşme ve iletişim biçimleri üzerinde tartışacağız. Elbette bu tartışmada
sunulan her görüş ve savın daha geniş inceleme ve deneyimden geçmesi gerekir.
A.
ANADOLU İMPARATORLUKLARINDA
1. İLK İMPARATORLUKLAR
Milattan önce 7000 yıllarında yiyecek toplamadan yiyecek üretmeye geçildi. Göç ve
yerleşim sulak verimli araziler boyu olmak zorundaydı. Buğday, arpa, koyun, keçi, ve
domuz evcilleştirildi. Hayvan toprağı işlemede kullanılmaya başlandı. İnsanlar böylece
yerleşik hayata geçti ve yerleşik yaşamı geliştirmeye başladılar. Yerleşik hayatla birlikte
insanın kendi ve dışıyla ilişki ve iletişiminde de niteliksel değişiklikler olur. Yerleşiklikte
sahiplik iletişimi kendi dışına uzar ve çevreyi içermeye başlar. Bir şeyin "kendinin
olması" ve "herkesin olması" ayırımı oluşabilir. Kendi için kendi kurduğu ve yetiştirdiği
özel kullanım ve özel mülkiyet ortaya çıkabilir. Kendinin katılarak ürettiği ortak mülktür.
Çoğunlukla evinin dışı ve kendi için işlediği toprak ötesi hiç kimsenin\herkesin ortak
kullandığı kaynaktır. Örneğin akarsu ve suyun kullanımı herkese aittir (ta ki, örneğin
turizm sermayesi veya kamu tesisleriyle siyasal sömürgenler gelip onları doğal yerlerinde
edinceye ve doğayı iğfal edinceye kadar.) yerleşik hayatta göçebelikte olmayan, kendi
dışındakinin bazısını kendi mülkü olarak benimseme başlar. Bu mülkiyetle ilgili yeni
kavramlar ve iletişimler oluşur. Nasıl ki, göçebeyken bulduğunu ve gördüğünü
isimlendirerek onunla ilişkisini anlamlandırıyorsa, insan yerleşik hayattaki yeni
oluşumları da kavramlaştırarak yeni ilişkisinin iletişim biçimini belirler.
İmparatorluklar öncesi yerleşik kavim dönemi, her kavmin kendi kültürünü (=günlük
yaşamını biçimlendirme ve yürütme faaliyetlerini) kendisi yaratmıştır. Yani, birkaç kişiyi
kalkındırarak ortak sömürü için "dış yardım" gereksinmesini duyacak bir soygun ilişkiler
düzeninden epey uzakmışlar.
Cografik yanyanalıkla kendinden olmayanla anlaşma ve anlaşmazlıklar, dolayısıyla barış
ve savaş, egemenlik, kölelik, imparatorlukların kurulup, imparatorlukların yıkılması
başlar.
Çatal Höyükte bulgular milattan önce 6000 yıllarındaki kültür ve yaşamı anlatır. Ankara
kalesinin dibindeki müzeye gidersek, sömürü ve egemenliğin kalıntıları arasında, orda bu
insanların sanat ve kültürlerinin ticari fayda değil, toplumsal fayda merkezli olduğunu,
iletişimlerinin de bu toplumsal fayda üretimi etrafında döndüğünü anlarız. Mısırdaki
insan-tanrı firavunların piramitlerini dikmek için köleleştirme ve insan harcamanın
yaygınlığını görmeyiz. Anadolu’da kölelik, köleye sahip aile birimi içindeki kullanım
gereğini karşılayan üretim ve hizmetle sınırlıydı. Köle aile kurumunun egemenlik
yapısında en altta yer alan üretim ve servis birimiydi. İletişim de bu yapının getirdiği
kölenin köleliğinin ve efendinin efendiliğinin gereklerini yapması biçiminde sözlü ve yüz
yüzeydi. İmparatorluklarda kölenin ve efendinin köle üzerindeki haklar yasal olarak
belirlenmişti.
Sümerler M.Ö.5500 ile 4300 yılları arasında kent-devlet biçiminde yaşadılar. O zamanın
kentinin kendisi kırsalla iç içedir; Günümüzün, kentleri tümüyle kırsal alanın sırtından
geçinen asalak bir yapıya sahiptir. Günümüzdekinin aksine, parazit olarak yaşayanlar çok
küçük bir azınlıktır. Bu da üst sınıf resmi yöneticiler ve din mensuplarından oluşuyordu.
Materyal üretim toprak ve köleye sahip olan toprak sahipleri, köylüler ve köleler
tarafından yapılıyordu. En üstte tanrı adına yöneten kraldı, fakat kutsal olarak
nitelenmiyordu. Sümerler su yolu iletişiminde nehir kayığı kullandılar. Karada eşek
taşıma aracı olarak kullanıldı. M.Ö.2800'de Sümerlerde kil tablet resimlerle ilk yazı
biçimi çıktı. Resimlerin yanında iki bin işaret kullanılarak anlamlar iletildi. Bu işaretler
bir objeyi veya fikri değil sesi anlatmada kullanıldı. Yazarken ucu sivri bir kamış
yumuşak kil üzerinde iz yaparak ifade vermede kullanılıyordu. yazılar çivi yazısı
biçimindeydi, bu nedenle çiviyazısı sistemi denildi. Bu sistemi Asurlar, Hititler,
Babilonlar kullandılar. Gelişmiş şekliyle, çivi yazısı biçimi 550 karakterdendi. Yumuşak
kil üzerine yazılıyor sonra kurutularak tablet haline getiriliyordu.
Akadlar M.Ö. 2400 yıllarında Anadolu’yu işgal ettiler, Sümerleri ortadan kaldırdılar ve
ilk imparatorluğu kurdular. Hamurabi kanunları insanlar arasındaki sömürü ilişkilerini
devlet kontrolundaki ekonomiyle düzenledi. Hammurabinin kanunları yönetim
iletişiminde en eski yazılı yasalardır: Ücreti, saati, iş koşullarını, mülkiyet haklarını ve
kölelik durumlarını içeriyordu. Mülkiyete karşı işlenen suç, örneğin çalma, kaçak köleyi
saklama ölüm cezasına çarptırılıyordu. Bunun anlamı, direniş iletişiminin ve buna karşı
ezme tedbirlerinin toplumsal yaşam ve yönetimde önemli bir yer aldığıdır. Ceza bugünkü
gibi aşağı sınıfları kontrol görevini yapıyordu; Aşağıya yönelikti, üst sınıflara değil.
Zenginin gözünü çıkaran fukaranın gözü çıkartılırken, fakirin gözünü çıkaran zengin para
cezası ödüyordu. (Göz çıkarmayı sadece gözle sınırlamayın.) sosyal sınıflar asiller,
yüksek devlet memurları en üstte; orta sınıf, tüccarlar ve usta işçiler, ve köleler olarak
sıralanmıştı. Hammurabi yasalarında asgari ücret kuruldu, borç-köleliği üç yıl olarak
tespit edildi. Soru acaba kaç kişi asgari ücret ve borç köleliği sınırlamasına uydu?
Babürlülerín dünya görüşü "bu dünyada yaptıklarınla bu dünyada değer kazanma"
üzerinde toplanıyordu. Sümer yazısını aldılar. Gılgamış Destanları İncil ve Kurandaki
bazı öykülemelere benzer. M.Ö. 1650'de Babür devleti son buldu.
Anadolu M.Ö.1700-800 arasında Hititlerin egemenliğindeydi. Eski medeniyetlerden ileri
olan Hitit kent devletleri merkezi bir idare altında topluydular. Anayasal bir devletti. Kral
üzerinde yönetici grubun kontrolu vardı. Kral kendinden sonrakini seçiyordu fakat bunu
asiller konsülü tasdik ediyordu: "Hangi kral kardeşleri, kız kardeşleri arasında fenalık
yaparsa meclisi çağırınız. Eğer suçlu ise başı ile öder" diye belirten bir tablet, kralın
cezalandırılabileceğini de anlatmaktadır. Din özgürlüğü, kölelerin kölelik hakları,
mülkiyet sahiplerinin mülkiyet hakları yasalarla belirlenmişti. Demir araçlar ve silahları
demir çağından çok önce ilk kez Hititler yaptı. Hititde asiller geniş topraklara sahipti ve
buna karşılık krala demir silahlar kullanan orduyu yetiştiriyordu (Osmanlılardaki sipahi
sistemini düşünün).
Hititler mezopotamyada gelişen çivi yazısı biçimini, resim yazısıyla birlikte kullandılar.
Yasaları Hammurabinin yasalarına benziyordu, fakat cezalar sert değildi. Fiziksel ceza
yerine "eski haline getirme\tamir ve cezaların karşılığını verme egemen biçimdi.
Boğazköy’de 1906-1912 yılları arasında yapılan kazılarda on binden fazla yazı
tabletlerinin olduğu saray arşivi ve kütüphanesi ortaya çıkarıldı. İnandık, Ortaköy,
Kuşaklı ve diğer yerlerde sonradan yapılan kazılarda on binerce tablet daha ortaya
çıkarıldı. Dokuz ayrı dilden yazılmış tabletler bulundu. Bazı tabletlerde o zamanın en
yaygın dili Akadça ve Sümerce beraberce kullanılmıştı. Kütüphanelerinde tıp, destan,
efsane, öykü, şiir gibi edebiyat eserleri, uluslararası anlaşmaları içeren tabletler vardı.
Ayrı dillerin kullanılması, Hititleri, en azından yönetici sınıfının bu dilleri bildiği veya bu
dilleri bilen bu kavimleri de içerdiğini ima eder. Bunun bir diğer anlamı da, Hitit insanı
ve yönetici sınıfının, örneğin Türk yöneticisi sınıflarından dünya görüşü ve entelektüel
bakımdan çok daha gelişmiş olduklarını anlatır: "Hititçe konuşacaksınız, Hititçe yazacak,
Hititiz diye övüneceksiniz" diye Anadolu’da yaşayan kavimlerin boğazına çökmemişler.
Daha da önemli olarak, bununla kalmayıp, onların dilini de kullanmış, varlıklarını
reddetmemişler.
Yazılı metinler egemenin ve egemenliğin yaşamını anlatır. Egemenlik altındakinin yaşam
öyküsü bu tabletlerde egemenin görüş açısından yorumlanır.
Bu yazıtlar ülkedeki siyasal durumun yıllıkları, krallıkla ilgili eski olayları, yönetim sınıfı
içindeki çekişmeleri ve siyasal oyunları, komşu ülkelerle siyasal anlaşmaları ve
mektuplaşmaları, yönetim yasa ve kurallarını, ve kanunları anlatıyor.
M.Ö. 717'de Asurlular Hitit imparatorluğunu yıktılar. Asurlular, Asurbanipal tarafından
kil tabletlerden Nineva Kütüphanesini yaptılar. İmparatorlukta ordunun hızla hareketi ve
iletişimi için yollar geliştirildi. Asurlularda sınıf; asiller, kaliteli zanaatkar, kalitesiz
işçiler, toprağa bağımlı köleler ve hizmet kölelerinden oluşuyordu. evlilik kadını satın
almayla oluyordu.
Babürlüler yedi gün ve 24 saati kullandılar.
Kütahya ve Afyonkarahisar bölgesinde yaşayan Frikyalılar Anadolu’yu M.Ö. 1200-700
arasında yönettiler. Angyra (Angora ve Ankara) kentini başkent yaptılar. Lidyalılarla son
buldu.
Fenikeliler, Aramiler ve Lidyalilar bugün yok olan ırklar arasındadır. Fenikeliler M.Ö.
1600-800 arasında kent devlet birliği biçimindeydi, ticaretle uğraşıyorlardı. Kuzey
Afrika, ispanya, İngiltere ve Akdeniz adalarında koloniler kurdular. Fenikeliler alfabeyi
geliştirmekle kalmadı, aynı zamanda uzak yerlerden yaptıkları ticaretle çeşitli kültür
ürünlerini birbirine ilettiler.
Aramiler (Arameas) Suriye’de 1200'lerde kent devleti kurdular. Orta Doğuda ticaret
yaptılar ve dillerini yaydılar. Bugünkü Arapça buradan geldi.
Manisa çevresinde yaşayan Lidyalılar Anadolu’nun Batısını işgal ediyorlardı. M.Ö. 570546 arasında bütün Anadolu’yu idareleri altına aldılar. Lidyalılar ticarete demir para
sitemini getirdiler; Paranın üzerine değer yazdılar. Ticarette hizmet, altın ve gümüşü
değişim aracı olarak kullandılar. Lidyalılara İran 547de son verdi.
İran imparatorluğu farklı ırk gruplarını, vergilerini verdikten ve baş kaldırmadıkça, eşit
olarak tanıdı. İmparatorluğun iletişim ağları Iran imparatorluğunda oldukça geliştirilmişti.
Sardus ve Susa arasındaki kraliyet yolunda her 14 milde bir posta istasyonu vardı. Kralın
ileti taşıyıcıları burada at değiştiriyor ve 1600 millik yolu bir haftada bitiriyorlardı.
Yunanlı Herodotus "bu İranlı mesajcılar kadar hızla seyahat eden hiçbir ölümlü yoktur"
diye hayretini belirtmiştir.
Moğollar 12. yüzyıl ortasına kadar geniş alanlara yayılmış kavimler halinde yaşıyorlardı.
Büyük çoğunluğu göçebe hayvancılık yapıyordu. Cengiz Han liderliğinde Moğollar
dünyanın en büyük imparatorlularından birini kurdular. 1227'de Cengiz han öldüğünde
çocukları imparatorluğu devam ettirdiler. Moğol imparatorluğuyla Batı ile Doğuyu
birleştiren ipek yolu emniyet altına alındı ve ticaret artı. İletişim sadece ticaret yoluyla
olmadı, örneğin Roman Katolik kilisesi Çine birkaç bin misyoner gönderdi ve uzak
doğuda Hıristiyanlığın yayılmasına önemli katkıda bulundu. Moğollar ve diğer Orta Asya
kavimlerinin dini bakımdan hoşgörülü olmaları ve sağladıkları ticari serbestlik sonucu,
Avrupa'ya barutun, kağıt yapma sanatının, basım teknolojisinin ve manyetik pusulanın
gitmesi sağlandı. 14. yüzyıl sonunda Moğol imparatorluğu dağıldı.
Anadolu’nun Türkler tarafından işgali 11. yüzyılda başladı. Hirıstiyanlaştırılmış Anadolu
halklarıyla Müslüman Türkler birlikte yaşamaya başladılar. Ardından Anadolu’da 13.
yüzyıldan itibaren Osmanlı egemenliği kuruldu ve bu 20' yüzyıla kadar devam etti.
2. OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ
Osmanlı imparatorluğunda egemen üretim tarzı bazılarınca Asya Tipi olarak nitelenir. Bazılarıysa
başından beri feodal bir düzen olduğunu belirtir. (örneğin D. Avcıoğlu). Bu bölümde ne Marks’ın
Asya tipi tarzına düşmanlığı, ne de feodal mi yoksa, Asya tipi mi tartışmasına gireceğim.
Osmanlı İmparatorluğunda Osmanlı tımar sistemi 15. ve 16. yüzyıllarda gelişti; Ardından iltizam
denen feodal biçimi ortaya çıktı; 17. 18. yüzyılda devletle üreticiler arasında pozisyonlandırılmış
sipahiler, feodal toprak sahibi olarak gelişen "Ayan" tabakası tarafından yerinden edilmeye
başlandı. Buna iltizam sisteminin yozlaşması büyük katkıdan bulundu. 19. yüzyılda ayan tabakası
kendi koruyucuları ve askerleri olan güce ulaştılar. Fakat asla merkezi gücü yıkıp derebeylikler
kuracak güce erişemediler. Kırsal Anadolu’da iltizam sistemiyle toprak sahipliği tekelleşmesi
oluşurken, Avrupa ticari sermayesi birkaç büyük kentteki ortaklarıyla (kompradorlarla) ülkede iş
görüyordu. Tarımda feodalizm gelişirken, kentlerde ticari ve endüstri kapitalizminin gelişmesi,
Asya-tipi devlet yapısı egemenliği sınırları içinde oldu. Bu biçim hem feodal hem de kentlerdeki
kapitalist karakterin birlikte yaşamasına yıkılıncaya kadar izin verdi (Berberoglu, 1987).
Osmanlı imparatorluğunda siyasal iletişiminin yapısına bakarsak siyasal güç padişahtan
başlayarak, sadrazama, baş vezire, saray bürokrasisine doğru dikey bir yapıya sahipti. Bu yapı
İstanbul dışına, idari iletişim ağlarıyla imparatorluğun her köşesindeki yerel idarelere doğru
yayılıyordu. Bu güç dağılımı askeri güçle iç içedir. İstanbul’da yeniçeriler padişahın ve İstanbul
idaresini koruyucusudur.
Merkezi idarede iletişim bürokratik güç dağılımına göre hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Merkezi
idarenin yerel idareler üzerindeki kontrolu asker besleme ve İstanbul’a gerekli desteği sağlama
ötesine pek gitmez. Vergilerin verilmesi \toplanması ve İstanbul’un bundan payını alması
ötesinde, başkaldırı olmadıkça İstanbul taşranın işine karışmadı.
Merkezi iletişimin ve kontrolün yoğunluğu idari kararların ve bürokratik gerekliliğin ötesine
gitmedi ve bu da oldukça az yoğunluktaydı. İletişimler fermanlar, kanunnameler, nizamnameler
vb. ile yazılı olarak gerekli bürokratik güce "ulaklarla" "menzil" sistemi ağıyla iletiliyordu.
Yönetici sınıflar egemenlik ilişkilerinin günlük yürütülmesinde haberleşmeyi düzenlemek, kontrol
etmek ve yürütmek için, örneğin, günümüzdeki iletişim bakanlıkları gibi devlet kurumlarını
geliştirmişlerdir. Bu kurum Moğollar ve İlhanlılarda "yam", Memluklularda "berid", Safevilerde
"Çaparhane" ve Osmanlılarda "Menzil" teşkilatıydı (Halaçoğlu, 1995). Menzil sisteminde,
merkezi yönetim, eyalet ve sancaklar arası iletişimin iletilmesi, koşucu, ulak, çapar, Tatar isimleri
verilen özel olarak yetiştirilmiş mesaj taşıyıcılarla yapılmıştır. Mesaj taşıyıcılar da kendi içlerinde
Tatar ağası, tatar onbaşısı ve nefer gibi bürokratik kademeleşmeye uğramıştı.
Askeri ve yönetim iletişim şebekesi "menziller"' sisteminin yolları, merkez olan İstanbul’dan
Anadolu ve Rumeli’ye sağ, orta ve sol olarak üç ana kol halinde yayılıyordu. Bunlar da, yanyollarla bağlanarak iletişim ağı tamamlanıyordu. Yollardaki menzillerde haber taşıyan ulaklar için
hayvanlar (at) tutulurdu. Savaş-iletişimi ve hareketinde (seferde) menziller ordunun yiyecek ve
mal gereksinmelerinin sağlandığı ve toplandığı yerlerdi. Sefer sırasında, menzilhaneler çevre
halkın mallarını sattığı pazar yerine dönüşüyordu.(Halaçoglu, 1995).
Kara yolundaki hanlar ve kervansaraylar sivil halkın seyahat ve ulaşımda dinlenme, barınma ve
azık tedariği için bağlantı, konak ve durak noktalarıdır. Osmanlı topraklarında sivil ulaşımı
koruyan derbend teşkilatı vardı.
Eskiden kuleler, güvercinler, koşucular, haberci atlılar iletişimin taşıyıcı aracı olarak kullanıldı.
Osmanlılarda hem yönetim hem de halkın günlük faaliyetlerindeki iletişimlerde hayvanlar önde
gelen iletişim, taşıma ve ulaşım aracı görevini görmüşlerdir. Yönetimde, devlet işlerinde, askeri
hareketlerde ve savaşta malzeme taşıma, enformasyon ulaştırmada ve posta işlerinde hayvanlar
kullanıldı. Dolayısıyla, imparatorluğun günlük yaşamında ve gündeminde hayvanlar beslenmesi,
kullanılması ve ticaretiyle önemli bir yer tuttu. Kasaba ve kentlerde at pazarları, hayvan pazarları
vardı. Hayvan bakımı ve kuşanımı ile ilgili yaygın bir üretim ve ilişki kültürü geliştirilmişti.
Tarımda tarımsal üretimin itici ve çekici gücü hayvanlardı. Kağnılar, düvenler, arabalar vb üretim
ve iletişimi teknolojisinin egemen parçalarıydı.(Arisan, 1995).
İkinci Mahmud dönemine kadar devletle halk arasındaki iletişimde, devlet halka ulaşmak
istediğinde fermanlar çıkarılır (ve taşra halkının haberi bile olmaz) ve bazen tellallarla "duyduk
duymadık demeyin" ile başlayan bildirmeyle iletilirdi. Tellallar haber okuyuculardı. Bu 1831'de
devlet politikalarını halka iletebilecek Takvim-i Vekayi adlı ilk resmi gazete çıkarılmasıyla
modern bir biçime sokuldu. Gazete ulaklar tarafından ülkenin her yerindeki bürokrasiye
ulaştırılıyordu. Kentlerde Mahalle yönetimi yapan imamlara kadar gidiyordu. Diğer azınlıklar
nedeniyle gazete Rumca, Ermenice, Arapça ve Farsça çıkarıldı.
Bürokratik uygulamalar ve denetim Osmanlı imparatorluğu geriledikçe zayıfladı; siyasal ve
bürokratik gücü kişisel çıkar için kullanma arttı. Keyfilik, rüşvet, adam kayırma iletişimi egemen
yönetim tarzı olmaya başladı. Merkezi idarenin kontrolunun olmaması ve orda da benzeri
değişikler ve gelişmelerin olması bu tür ilişki biçimini daha da kolaylaştırdı.
İstanbul’dan uzaklaştıkça, iletişim ağı ve kontrol gittikçe ortadan kalkıyordu; Dolayısıyla, yerel
ayan, beylerbeyi, sancak beyi kendi çıkarını devletinkinin önüne koydu: Örneğin "her kilometre
kare için, vergi gelirleri, İstanbul’dan uzaklaşışa oranlı olarak azalıyordu." (Cumberland, 1924).
İstanbul’un emirlerini yerine getirme, yasalara uygun iş görme, haydutluk, ağaların ağırlığı
iletişim ağlarının zayıflaması ölçüsünde fazlalaştı. Böylece, yönetici elitlerin gücü iletişim ağının
merkezden uzaklık özelliğine bitişik olarak değişiyordu.
Osmanlı imparatorluğunda endüstri, milli burjuvazi ve işçi sınıfı oluşumu oldukça sınırlı kaldı. Bu
arada, tarım alanında ağalar (ayanlar, derebeyleri) güçlerini perçinlemeye devam ettiler. 1913'de
ağalar nüfusun % 5'ini oluşturuyor ve verimli toprakların % 65'ine sahiptiler (Berberoglu,
1987:128). Kırsal alanın "burjuva orta sınıfı" (küçük burjuvazisi) doktorlar, avukatlar, öretmenler,
adli ve idari bürokratlar, esnaflar oluşturuyordu. Bu sınıflar, özellikle kapitalist gelişmeyi
oluşturan sermaye birikimi ve gelişime olanağı bulamadı. Osmanlı yönetimindeki
modernleşmeden saray din-uleması (şeriatçı-alimler) dışta tutuldu, dışta bırakıldı. Bunun da
nedeni çok açıktır; Pozitivist batı biliminde, metafizik feodalizme son veren kapitalizmle örgütlüdin siyasal ve bilim sahnesinden kovulmuştu. Tanzimat ve sonrasında ulemalar sınıfı siyasal güç
mücadelesinde uyumsuzluk yaratan, çelişkili ve karşıt bir güç olarak ortaya çıktı. Atatürk
devrimiyle, bu karşıtlık siyasal sahneden tümüyle atılmalarıyla devrim sonu kurulan Cumhuriyete
düşmanlık biçimine dönüştü. Bu düşmanlık cumhuriyet milli eğitimi süreci içinde eritilmeye
çalışıldı. Fakat 1980'lerden beri gittikçe güçlenen bir şekilde siyaset sahnesine dini temsil
ettiklerini söyleyen profesyonel siyasetçiler tarafından geri getirildi.
Osmanlılardaki divan edebiyati egemenliğin edebiyatıdır. Fakat aynı zamanda bu edebiyat içinde
eleştirici edebiyat ortaya çıkmıştır. Divan edebiyatı yazılı iletişim biçimidir. Halk edebiyatı, din ve
günlük yaşam alanlarındaki egemenliğe boyun sunuşun ve mücadelenin sözlü anlatımını ve
nesilden nesle sözle aktarılması biçiminde gelişmiştir. Sözlü geleneğin toplanması ve kaydına
rağmen, eminim, çoğu yerel direniş edebiyatı ölenlerin belleğinde kaybolup gitmiştir.
Yukarıda özetlediğim siyasal ve toplumsal yönetim iletişim biçimine karşı, kırsal kesimdeki aile
birimlerinin mücadele iletişimi ise çoğu kez ürün saklama ve ender olarak dağa çıkma biçiminde
olmuştur. Bunun yanında, Anadolu Osmanlı döneminde, özellikle gerileme devrinde, çeşitli
isyanlara ve kanlı mücadelelere sahne olmuştur.
Çoğunlukla, kişisel başkaldırılarda ezilen insanların kendilerini baş kaldıranla özdeştirmesini ve
ona her türlü yardımı gizli olarak sağlamasını görürüz. Köroğlu destanı böyle bir egemenlik
iletişim ve ilişkisine örnektir. Aşk ve yerel güce karşı başkaldırı destanları da ilk bakışta bireysel
olarak görünür, fakat gerçekte yapısallaşmış ezme ilişkilerine karşı direniş iletişimini anlatır:
Sevdiği insana değil de zengine verildiği için sevdiğiyle kaçanların ve bu kaçış süresinde güçlüye
karşı mücadelenin hikayelenmeleri bunu dile getirir. Haksız güç kullanımına ve meşrulaştırılmış
egemen ezme iletişimine karşı direnişin iletişimini Anadolu destanlarında buluruz. Dede korkut
masallarında neler anlatılır? Kimin hikayelemesi? Yunus Emre ve dini öykülerde ise mücadele
belli bir güce boyun sunma ötesinde en iyi biçimde hizmet etmeyi anlatır. Bu Biçimde mücadele
fikri oldukça tersine dönmüş bir özelliktedir: Kişinin özgürlüğünü kazanması kendini adadığı bir
güce karşı kendini feda etmesi, kendini tümüyle vermesidir. Kişi burada özgürlüğünü kullukla
(kölelikle) elde ediyor. Yunus'un ağıdı kölenin yakınışı ve köleliğinde efendisiyle birlik kurarak
köleliğinden, bağından kendini adayarak kurtuluşudur. Gerçek anlamıyla, kölenin zincirine
vuruluşu ve zincirini özgürlüğünün ifadesi olarak niteleyişidir. Bunun getirdiği potansiyel
mücadele, kulu olunan güç dışındaki diğer bir güce meşru olmadıkça boyun sunmama, kabul
etmeme ve hatta karşı gelmedir. Fakat eğer bu ikinci güç de birinci gücün aynında veya altında
meşru olarak benimsenirse, bu ikinci güce de kulluk yapma ilişki ve iletişim biçimi gelir. Bu
nedenle, Yunus müridi olduğu ocağa tek bir eğri dalı getirmemiştir; Eğri dallar uygun ve layık
değildir, dışarıda bırakılır, düzeltilmeye bile çalışılmaz, atılır. Peki düz dal kıtlığı varsa? O zaman
Yunus çıkmaza girer, çünkü ya "yakacak dal" getirmemek ya "eğriyi" kabullenip getirmek ya da
"eğri dalları" doğrulmak alternatifleriyle karşılaşır. Doğrultma da, epey dalların kırılmasına, epey
"fire" vermeyle sonuçlanır.
Sözlü geleneğin yaşattığı Bektaşilerle ilgili fıkralar hem dini, hem dini ve toplumsal egemen
pratikleri eleştirici bir karaktere sahiptir.
Anadolu’nun 20. yüzyılın ilk yarısındaki köy birimindeki üretim ilişkilerinde ağalar, toprak
sahipleri ve ihtiyarlar heyeti köy işlerinde ve ekonomik ve siyasal faaliyetlerde üst kademeyi
oluşturdular. Kadınlar hem ekonomik güç hem de siyasal güç sahnesinde konmamışlardır, dışarıda
bırakılmışlardır. Topraksız köylüler veya devlet toprağını işleyenler, güçsüzlüğü iletirler.
Hocaların köy birimindeki yeri dini liderlik olarak hürmet ve küçükler için sorgusuz boyun sunma
biçimindedir. Büyükler hocaya tuttuğu yer ve temsil ettiği güç bakımından saygı duyarlar.
Çocuklar ise üzerlerinde uygulanan bir diğer baskı ve terör mekanizmasının temsilcisine korkuyla
boyun sunma ve hürmete yönelirler.
Köy yapısında ihtiyarlar köydeki belli başlı ailelerin liderleridir. Bu liderlik yaşa göre kazanılmış
olan ailenin reisi olmasında kaynaklanır. ihtiyarlar heyeti içinde iletişim ilişkilerinde daha çok
ekonomik güce ve yaşa bağımlı olarak yataya yakın bir iletişim yapısı vardır. Fakat ortak
kararlarda genellikle büyük toprak sahibi zengin ailelerin ihtiyar reislerinin kararları egemendir.
Köy biriminde çoğunlukla akşam üstü olan köy odası ve köy evi toplantılarında iletişim
ilişkilerinin hiyerarşik biçiminde egemen faktör her şeyden önce yaştı. Evin sahibi Ağa tabi en
muteber yerde otururdu. Bunu takiben köy hocası, sonradan Cumhuriyet döneminde buna
öğretmen eklendi, muhtar geldi. Gençler hizmet gören, dinleyen ve sessizce oturanlardı.
Çoğunlukla çok genç olanlar ve çocuklar kapı dışı edilirdi. zaten onların ilgileri daha çok sokakta
oynamaktı.
Kadınlar arasındaki ev toplantılarındaki ilişki genel ilişki biçimini yansıtıyordu: Gelinler hizmetçi
durumundaydı. İhtiyarlar ve kaynanalar emir buyuran, isteyen, gelinler ve genç kızlar da yapan,
yerine getirenlerdi. Kızlar boyun sunma, gelin olma ve kaynanalık ve gelinlik kurumunu öğrenme,
oğlanlar da erkeklik ve erkekçe egemenliği, böylece, günlük ilişkiler iletişimi içinde
öğreniyorlardı. Bu öğrenim sadece yapmayla değil, aynı zamanda, sessizce büyüklerin
anlattıklarını ve yaptıklarını izlemekle gerçekleşir. Böylece bir egemen ilişki ve iletişim biçimi
ağının ne olduğu ve nasıl işlediği öğrenilir.
Osmanlı döneminde (ve sonrasında) köylerde sıcak savaş iletişimi çoğunlukla aileler arası
çekişmeler ve aile içi toprak kavgası biçiminde olmuştur. Aileler arası kavgaların nedenleri
genellikle su kullanımındaki hakka ve egemen geleneğe uymamaktan çıkar. Diğer bir kavga
nedeni otlatma ile ilgilidir. Bir diğeri bağ ve bahçeden geçme ve taşımayla ilgili kavgalardır. Eğer
dikkat edersek, kavgalar materyal ilişkiler, özellikle mülkiyetin korunması ve kullanılmasıyla
ilgilidir.
Aile içi kardeşler arası kavgaların en büyüğü toprak paylaşması kavgasıdır. Bu da genellikle hak
anlayışı ve miras bölüşümünde adaletsizlik nedeniyle ortaya çıkar. Bu kavgadan kadın
dışlanmıştır, çünkü kadının miras hakkı elinden alınmıştır. Kadın kocasının savaşına katılır.
Sıcak savaş iletişiminde köylerde aileler arası kavgalar bazen kuşakları içeren soğuk savaşla
devam ettirilir: Kan davası iletişimi bunun en önde gelen örneklerinden birisidir. Bu iletişimde kız
alıp verme, ekonomik üretim ilişkilerinde dayanışma iletişiminin ortadan kalkması, birbirinin
gittiği yere gitmeme ve hatta konuştuğu insanla konuşmama biçimleri iletişim ve politikaları
güdülür.
Aile içinde de kardeş çocukları arasında soğuk savaş küskünlüklerden düşmanlığa kadar değişen
duygu yoğunluğu gösterir. Bu yoğunluğa göre iletişimin biçimi de belli şekiller alır: Küskünlükte,
birbirini yok sayarlar, birbirleriyle karşılaştıklarında görmemezlikten gelme iletişimi yaparlar.
Düşmanlıkta birbirlerini görme ve karşılaşma laf atmalar, sövmeler, yumruklaşmalar ve hatta
kurşunlaşmalara kadar gider.
B. CUMHURİYET DÖNEMİ
Yukarıdaki sunumumdan da anlaşılacağı gibi Türkiye’nin bağımlılığı, bağımsızlık savaşı ve Atatürk
devriminin Batılı karakteri birinci dünya savaşından çok önce başlamıştır.
Avrupa sömürgeci imparatorlukları Osmanlı topraklarını paylaşmaya başladılar; milliyetçi hareketlerle
Balkanlardaki toprakları eski sahipleri geri aldılar. Tanzimatla başlayan reformlar ve milliyetçilik hareketi
Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü durdurma yerine daha da hızlandırdı. 1874'de Osmanlı finans yapısı
çöktü. Mithat Paşa Batı tipi Osmanlı siyasal yapısı reformuyla geldi. Basın özgürlüğü ve düşünce
özgürlüğü garantili bir devlet yapısına geçiş arandı. Fakat ikinci Abdülhamid bu çabaya son verdi. Bu
sırada Avrupalılar Türk topraklarında egemenliği ele almaya devam ettiler. 1908'de Genç\Jön Türkler 1876
Anayasasını geçerliliğe koyması için baskıda bulundular. Siyasal çekişmeler ve oyunlar Abdülhamid'in
tahtan indirilmesiyle sonuçlandı. Osmanlı ordusu bütün cephelerde savaşarak Birinci Dünya Savaşına girdi.
(Zaten imparatorluğun topraklarını ele geçirmeye çalışan emperyalist güçlere ve milliyetçi-bağımsızlık
hareketlerine karşı sürekli savaş içindeydi.)
Birinci Dünya Savaşı sonu Sevr anlaşmasıyla, Osmanlı imparatorluğunun toprakları Avrupa kolonicikapitalist imparatorluklar tarafından fiziki olarak paylaşıldı. Böylece, bir imparatorluk parçalanıp, çok kısa
süreli bile olsa, direk-kolonilere ayrıldı. Anadolu direk-koloniciliğe ve mandacılığa karşı bağımsızlık
mücadelesiyle, hem imparatorluğun durumuna imparatorluğa son vererek çare getirdi, hem de Batıkapitalizminin direk-sömürgeciliğine izin vermedi. Anadolu bu mücadelesiyle, direk-kolonici-kapitalist
emperyalizme karşı mücadeleyi kazanıp yasal siyasal-bağımsızlığa sahip milli-burjuva devleti kuran ilk
ülke oldu. Aynı anda, elbette, ekonomik gelişme ve ekonomik-bağımsızlık mücadelesi başladı. Kültürel
yan, önce Osmanlı ve şeriat geleneklerinin atılması ve batının transferi biçiminde oldu. Ardından, bugün
Türkiye, aynı anda, Arap etkisine ve Batının kültürel emperyalizmine karşı mücadele verme gibi çelişkili
bir duruma düştü. Çoğumuz, Osmanlı-Arap şeriatçılığına karşı mücadelede, Batı kültürel emperyalizminin
standartlarını savunma durumuna düştük.
Yeni Cumhuriyet elbette, 1920'lerin dünya koşullarına ve Anadolu’nun kendini mücadeleyle kurtardığı
koşullara göre, o zamanın iki tür bağımsız toplum yapısından biriydi. Elbette, kurtuluşu ve bağımsızlığı
temsil ediyordu.
Başlangıçta, sistemi kurma ve niceliksel genişleme ve yaygınlığı sağlama yönünde olmuştur. 1923'den
sonra ulaşım ve iletişim araçları yayılmaya başladı. 1920'de hiçbir radyo yokken 1938'de 50 bin radyo
vardı. Demiryolları 1838'de 7 bin kilometreye ulaştı. Demiryolları kamu sektörü olarak gelişti. Fakat
özellikle 1950'lerden sonra, taşıma, sermayenin önemli bir kanadı olarak, demiryollarının gelişmesini
durduran özel sektörün gelişmesini sağlayan bir yönelime gitti. Sonuç demiryolları gelişiminin durdu
denecek kadar yavaşlaması ve karayollarının geliştirilmesi olmuştur. Denizyolları taşımı başından beri
yavaş gelişmiştir ve daha çok yabancı sermayenin direk egemenliği altındadır. Okuma yazma 1927'de %
11’den, 1938'de % 20'ye yükseldi. Kentleşme ve kentlerin büyümesi başladı. 1938'de elli binden fazla
nüfusu olan şehir sayısı 5 den 9 a çıktı. Halk partisi örgütlenmesi kazalara kadar uzandı. Ulaşımla ve milli
eğitimin kasabaların ve hatta bazı köylere kadar uzanmasıyla birlikte batı siyasal örgütlenme tarzı ve
faaliyetleri, egemen sınıfın kullanış biçimiyle şekillendi.
Çok partili düzenle örgüt ve siyasal kültür transferinde önemli bir adım daha atıldığını belirttik. Egemen
iletişim aracı Radyo ve Anadolu Ajansı 1950'lerde hükümetin kendi (yani DP) amacı için kullandığı bir
propaganda aracına dönüştü.( Aksoy, 1960). Basın reklam mekanizmasıyla ve baskılarla susturulmaya
çalışıldı. (Alemdar, 1996). Seçim sandıkları denizlere döküldü ve atılan oyları hamsiler saydı. Bunun en
açık anlamı: Batıdan siyasal yapı ve iletişim örgütü transfer edildi, fakat Türk siyasal kültürüyle bu yapının
oluştuğu kültür arasındaki farkı, Türk siyasetçilerinin ve yönetici sınıfının kendi çıkar-kültürlerine göre
örgütsel yapıyı kullanma biçiminde çözümlendi. Yani, siyasal araç özel siyasal amaçların gerçekleşmesi
içine çökertildi.
Bu niteliksel özellik yanında, niceliksel gelişmeler oldu: Radyo sayısı 1938'de 46200 iken, 1958'de 1,1
milyona çıktı. Aynı yıllar arasında, otomobil sayısı 4573'den 36800'e ulaştı. Mal taşıyan Kamyon sayısı da
3882;den 36900'e yükseldi. Halkın ulaşımını sağlayan otobüsler, 1044'den 1958'de 8300'e çıktı. Basın
gelişti: 506 günlük gazetenin, 41'i İstanbul’da, 16'si Ankara’daydı. 1061 basının % 61'i üç ana kentte
toplanıyordu. 67 kentin 63'ünde günlük gazete vardı. 1960'da traj toplamı 1.5 milyona yakındı. Fakat
Batıdan farklı olarak bir gazeteyi birden fazla kişi okuduğu için, tirajın niteliksel anlamı farklıdır. Hatta
kazalarda ve köylerde bir gazete geniş bir grup tarafından okunuyordu (istatistikler: Frey,
1963:317,318,321).
Egemen yönetimin egemen iletişim sistemindeki yukarda belirttiğim durumlar yaşanırken, Anadolu'nun
köy, kasaba ve kentinde günlük yaşamda ve bu yaşamdaki iletişim ilişkilerinde de değişiklikler oldu. Önce
Batı siyasal yapısı ve bu yapının kültürünün Anadolu halkındaki yansıma biçimine eğilelim: Anadolu’da
Batının siyasal yapısı siyasal yobazlığı, bağnazlığı ve ilkelliği anlatır. Eğer egemen siyasal iletişim, (a)
seçim sistemini ve siyasal parti anlayışının din tutar gibi bir şey olmadığını gösterecek bir şekilde sunsaydı,
(b) radyoyu bir parti için değil her parti için kullanma girişiminde bulunsaydı, (c ) muhalif gazetelerin
kafasını ezme yoluna gitmeseydi, (d) basın halka sakat bir siyasal eğitim vermeseydi, (e) siyasal
sahtekarlıklar ve ekonomik soygunlar gereğince cezalandırılsaydı, o zaman belki de batı biçimine uygun
"kişinin kendi çıkarına dönük" siyasal tutumlar halk arasında gelişirdi. Yani, Anadolu halkının siyasal
yobazlığı kendilerinden kaynaklanan bir özellik olmaktan çok, dini istismar eden siyasetcilerin siyasal
yobazlığının Cumhuriyetin kurulduğundan beri süregelen temsillerinden dolayıdır.
Makro-seviyeden köy birimine inelim: Köydeki güç yapısı mülkiyet ilişkileri çerçevesi içinde gelişmiş ve
biçimlenmiştir. Cumhuriyette bu güce seçimle muhtarlık eklendi. Toprak ağaları hem muhtarın hem de
ihtiyarlar heyetinin karalarının kontrolcüsüdür. Köy işlerinin gerçek yönetimi köy ağalarının elindedir.
Üretim ilişkileri tarım üretimi etrafında döner. Muhtarın ekonomik gücü muhtarlığın verdiği idari güçle
daha da arttı. Fakat köylerde uzun deneyimlerin geliştirdiği imece sistemi devam ettirildi. Köyün ortak
mallarının (özellikle suyun) kullanımı daima tartışma ve çekişme konusu olmuştur. Muhtarların hazine
arazisini kendi mülkiyetlerine geçirmeleri de ender değildir. Tarım alanlarınaki değişim topraksız
köylülerin ve büyük çiftliklerin artması biçiminde olmaktadır. Ayrıca tarım alanları kentleşmenin ve
sanayileşmenin işgaline uğramıştır.
Milli eğitim sisteminin yayılmasıyla köy yapısına dıştan öğretmen geldi. Öğretmen devletin ve
aydınlanmanın (aynı zamanda kafirliğin ve dinsizliğin) temsilcisi olarak köyde işe başladı. Köy
öğretmenlerinin köy yapısında değerli bir yer alması eğitimle, okumayla kişisel kalkınma ve başarılı olma
bağı kurulmaya başlandığında başladı. Okuyan gençlerin öğretmen, astsubay, memur olmaları ve para
kazanmaları öğretmenlerin ve okulun önemini artırdı. Öğretmenlerin artan imtiyazlı durumu siyasal
direnişlerin ve çatışmaların başlamasıyla, siyasal taraflılık içinde değerlendirilmeye başlandı. Bu
değerlendirilmeyle öğretmen ya dost (BİZDEN), ya da düşman (ONLARDAN) olarak ilan edildi. Bu
sadece köylerde değil kasabalarda ve hata Anadolu’nun kentlerinde de ortak bir karakter olarak gelişti.
Öğretmenlik kurumunun gelişmesi dıştan empoze edilen batılı "gavur düşman" nitelemesinden kurtularak,
milliyetçi eğitimin milli varlığı değerini kazandı. Ardından bu değere siyasal ideolojik renk katılarak ayırım
getirildi. 1990'lara gelindiğinde öğretmenin değeri aldığı paraya göre ölçülmeye başlandı. Eskiden bir
öğretmen köy kahvesine veya kaza kahvesine geldiğinde herkes ayağa kalkardı. Şimdi öğretmeni kimse
"iplemez" oldu. Öğretmen kapitalist arz-talep pazarında tartılmaya başlanınca, değeri aldığı maaş gibi beş
paralık olmaya başladı.
Kasabalarda iletişim, kasabalar geliştikçe ve büyüdükçe, köylülük karakterini yavaş yavaş yitirdi: Birbirini
tanıyan köy iletişim ağında, güç ilişkilerinin getirdiği total bir kontrol vardı. Bu kontrol köyün kendi içinde
kendi ürettikleriyle geçinen ve bu üretim ilişkileri içine hapsedilmişliğindendi. Kapitalist ilişkiler köye
girdiğinde, köy ulaşımın ve iletişimin dışa dönmesi, dışa açılması, üretimin mevsimlik işçi şeklinde
değişmesi, ilişkileri dayanışmaya ve mal el-değiştirmesine dayanan biçimden, paraya değişmesiyle birlikte,
köylerdeki kapalı iletişim ağı muhtarın gücünün kaybı, hocanın gücünün camiye ve vaaza sıkıştırılması ve
ağanın gücünün sadece emrinde çalıştırdığı insanlar üzerinde geçerli olması sınırları içine soktu. Ağalık
iletişiminde bütün köy halkını içeren eski total boyun sunma ve hürmet ilişkileri değişmiştir. Dışarıda
çalışan ve para kazanan biri ağaya borçlu değildir ve ağa için bedavaya bir iş yapmaz. Yaparsa, herhangi
bir şekilde karşılığını bekler ki bu da genellikle ücrettir.
Köy ve kasaba ortamında, gizlilik ve gizli iletişim olanağı dedikodu ağı içinde ortadan kalkar. Gizlilik
kadınların evden eve yaptıkları toplantılarda ve bu toplantıları takip eden günlerde herkese yayılarak
"herkesin bildiği sır" olur. Bir başbakanın örtülü ödenekle ilgili sırrı gibi saklanır ve kimse de gerekli bir
şey yapmaz. Erkekler ise, eskiden kadınların yaptığının benzerini köyün zenginlerinin evlerinde "oda"
denilen yerdeki akşam toplantılarında yaparlardı. Bu ortam "Anadolu’nun kalkınması sonucu" kahvelere"
taşındı. Dedikodulara yerellik yanında siyasal dedikodular eklendi. Dedikodu hemen her seferinde erkekler
arasında o odada\kahvede olmayan kişi veya kişiler hakkında olurdu. Kadınlar arasında ise akşam
toplantıları kışın tandır etrafında ve yazın da "konu komşu" evlerinde yapılırdı.
Oda toplantılarının ve ev toplantılarının önemli bir fonksiyonu da, sözlü gelenekleri, kültürü ve kültür
ürünlerini anlatarak yaşatmak ve bu arada dinleyen çocuklar tarafından öğrenilerek bir diğer nesle
aktarılması görevini görmüştür. İletişimle geçmişin hikayelerini, olaylarını ve efsanelerini bir diğer nesle
aktarma, aynı zamanda bu öykülerle gelen boyunsunma ve direnme iletişimini de yaratmıştır. Benim
annemin tandır başı toplantılarından hatırladığım çingenelere karşı negatif görüşü, güvensizliği ve ırkçı
bağnazlığı yaşatan "çingenelerin çocukları torbalara koyarak kaçırdığı" masallarıdır. Diğer iletilenler ise,
"bir dudağı yerde diğeri gökte" dev hikayeleridir. Bizim üstümüzdeki metafizik güçlere veya fiziksel
bakımdan güçlülere karşı korkuyu işleyen hikayeler, kötü güçlüye ve haksız güce karşı savaş veren
kahramanlarla soluklarımızı keserdi.
Kahveler köyde günlük köy olaylarının yorumlandığı ve ilişkilerin muhasebesinin yapıldığı yer oldu.
Şehirlere geçici-işçi olarak gitme ve göçmede, kentlerdeki kahveler bu insanların toplanma ve dayanışma
merkezi oldu. Buna aynı zamanda kahvelerin postahane gibi yazılı ve sözlü iletişim ve mesaj merkezi
olmasını eklemek gerekir. Köyden ve köye mektuplar kahvedeki günlük ilişkilerde köye gidip gelenlerce
taşındı. Sadece yazılı mesajlar değil sözlü mesajlar, haberler, küçük hediyeler ve para da bu kişiler
tarafından taşındı. Kentten köye kim gelirse, köyde o akşam odaya gidilir ve kimin ne yaptığı, nasıl olduğu
haberi bu kişiden alınırdı. Bu arada köyde olup bitenleri de ya bu kişi geri döndüğünde veya herhangi biri
gittiğinde taşırdı.
Otobüslerin şoförleri de mektup ve paket taşıyıcısı oldular, fakat bu çok daha sınırlıydı. Otobüs firmalarının
bu taşıyıcılığı hala devam etmektedir. Gerçekte otobüsle gönderme PTT ile göndermeden çok daha hızlıdır;
Aynı günde bir mektup veya paket gönderilir ve alınır.
Nasıl ki milli burjuva denen gruba dıştan gelen rekabet bu "millileri" devlet mekanizmasını kullanarak
gümrük duvarları kurma gibi çeşitli tedbirleri getirmişse, köy egemenlik yapısı da dıştan gelen rekabete
karşı kendince tedbirler getirmiştir. Bu tedbirler de (a) dıştan gelen değişime karşı direnişi, (b) kendi
kontrolüne almaya çalışması, (c) dış güçle çıkar ortaklığına girişmesi (ağanın muhtar olması gibi)
biçiminde olmuştur.
Türkiye’de 1960'ların ortalarına gelindiğinde, dünyada 1960'larda siyasal ve ekonomik hoşnutsuzluklar ve
yeni-bağımsızlık mücadeleleri artmıştı. Kimi Türk insanı ve gençliği kendine ve ülkesine baktığında,
bağımsız demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti göremedi. Atatürk nutuklarda ve kitaplardaydı. Hatta
Atatürk’ün gençliğe söylevi bile TRT'de yayınlanırken parazitle sabote edilmişti. Her egemen güç gibi,
artan mücadele ve hoşnutsuzluklara karşı, Türkiye'de de egemen sistemi koruma gerekliliği zorunlu olarak
fazlalaşmıştı.
1960'lar Demokrat Partisinin ordu tarafından yerinden edilmesi, ordunun resmi olarak siyasete girmesiyle
de hem anti-emperyalist hem de "Türkiye’nin düzeni" soruşturmaları arttı. 1960'ın ortalarına gelindiğinde
Türkiye’de üniversitelerde, idealist gençler birkaç yıl içinde devrim olacağı düşleri görmeye başladı.
Umutlar ve çabalar gözü dönmüşlüğün katil tepkileriyle boğulmaya çalışıldı. Baskıcı engellenmişlikte,
1960'ların idealist umutları 1970'lerde örgütlü mücadele ve başkaldırılara dönüştü. 1980'lerde yenisömürgeciler ve ortakları aldıkları yoğun "koruma" ve "sindirme ve pasifleştirme" tedbirleriyle ülkeyi "her
şeyin var olduğu" bir biçime dönüştürdüler. 1990'ların sindirilmişliğin barışının ve baş döndürücü
enflasyonun (=baş döndürücü sömürünün) ortamında insanlar, yarınki ekmeklerini elde etmek için
delicesine uğraş içine sokulmuşlardır.
En hızlı geçiş ve değişim kentsel alanlarda oldu: Kentsel alanlar yaşam tarzlarıyla, sömürgen batının
siyasal, ekonomik ve eğlence kültürüne ve tüketici düşünce tarzına hızla adapte oldular. Kentlere toplanan
ticari, finans, siyasal ve entelektüel burjuvazi İkinci Dünya Savaşından sonra, eskinin Fransız kültürel
beğenisi yerine yeni emperyalist güç Amerikan kültürel ve ekonomik egemenliği beğenisine döndüler.
Anadolu’nun söylediği ve dinlediği müzik (Arap etkisindeki dahil) büyük çoğunlukla Türk müziği olarak
olarak kaldı. Kentin dinlediği müzik, Türk egemenliğinden hızla çıkarak yabancı egemenlik altına girdi.
Radyonun, kitapların, mecmuaların ve gazetelerin sunumlarında yabancı klasik ve popüler ürünler
kapladıkları yer ve zaman yoğunluğu bakımından hızla arttı. Radyo skeçleri ve devamı yarın akşamlar,
yabancı ürünlerin Türkçeleştirilmiş biçimleriydi. Türk entelektüel ürünlerinin radyoya uygulanması yerine,
dış dünyanın kültür ürünlerinin radyoya uygulanışı biçimleri TRT stüdyolarından (Ankara, İstanbul ve
İzmir Radyolarından) Türkiye'ye yayınlandı.
Kağıt politikası ve reklam vererek basının desteklenmesi (kontrolü) farklı zamanlarda çeşitli şekiller almış
ve sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Yasal düzenlemeler daima "çıkarlara" uygun bir biçimde uygulanmış veya
uygulanmamıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinde ilk basın yasası 1931'de gerçekleşti. Bu 1950'de yeni basın
yasasıyla geliştirildi; 1952'de buna basında çalışanların haklarını güvence altına alan yasa eklendi.
Türkiye’de Demokrat Parti (Hükümet) 13 Eylül 1950'de resmi ilanlarla ilgili ilk düzenlemeyi getirdi. Bunu
takip eden on yıllık iktidar döneminde DP üç kararname daha yayınladı. Buna ek olarak 23 kasım 1957'de
Ticari ilanların da Devlet Bakanlığı denetimde dağıtılmasını getirerek mutlak bir kontrol kurdu. 1950-1959
arasında Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet toplam iki milyon liranın biraz üzerinde ilan ve reklam almıştır;
CHP organı Ulus gazetesi 930 bin lira; Bunlara karşılık DP'nin organı Zafer ve Zafer Akşam Postası yedi
milyon elde etmişti (Alemdar, 1988).
Parti gazetesi yanında özel gazeteler çıkmaya başlayınca, bu gazeteler Avrupa gazetecilik tarzını
kopyelemeye başladılar. Fakat gazetelerin ve mecmuaların\dergilerin karakteri çoğunlukla fikir gazetesi
biçimindeydi. Sansasyonel ve düşük seviyedeki Amerikan ve Avrupa tipi "modern" gazetecilik Yeni Sabah
ve Hürriyet gazeteleriyle başlatıldı ve devam etti. Türk basını Türk milliyetçi eğitiminin katı bağnazlığını
ve katı karşıtlığı taşıdı. Bu nedenle gazeteler siyasal gündem ve forum yeriydi. Cumhuriyet ve Akşam
gazeteleri sol yelpazenin, Tercüman sağın ve Hürriyet de ticari ideolojinin ve ne olduğunu bilmeyenlerin
gazetesiydi. Basın hem ideolojik mücadele verirken hem de ekonomik-ayakta kalma mücadelesi veriyordu.
Radyonun parti ve hükümet organı olmasını engellemek için, TRT 1961'de özerk bir kamu kuruluşu olarak
yeniden yasal biçimlendirilmeyle korunma altına alındı. TRT, hangi yönetim altında ve zamanında olursa
olsun, Batı kültürünün aktarıcısı olmaya daha yaygın olarak devam etmiştir. En "ilerici döneminde" bile,
Batının kültürel emperyalizminin ürünlerinin sunumu asla yavaşlamamıştır.
Anadolu insanının kırsal alandaki yapı içindeki iletişim ilişkisinde yüz yüze sözlü iletişim hakimdi. Bu
biçim hem aile içindeki hem de ağalık\şeyhlik ilişkilerinde aynıydı. Fakat sözlü iletişim erkeklerle erkekler
ve kadınlarla kadınlar arasında eşitcil, simetrik bir karakter taşır. Fakat erkekle kadın, ağayla diğerleri
arasındaki iletişimde simetriklik ortadan kalkar. Baba ile oğlu ve baba ile kızı arasındaki dikey ilişkiler de
farklıdır. Oğullar genellikle kontrol konusunda babalara daha yakındır ve dikey ilişki korku, hürmet ve
sevgiye dayanır. Babaların kızlarıyla ilişkisinin yoğunluğu azdır. Kız üzerinde ana egemenliği daha
fazladır. Oğlan çocuklarının anneleriyle ilişkilerinde dikeylik çoğu kez kaybolur ve anneler erkek çocuklar
tarafından pek dinlenmez. Kadınlar kendi aralarında toplanır ve erkekler kendi aralarında. Kadın ve
erkeklerin grup halindeki beraberliği ancak günlük iş\yaşamlarını üretim faaliyetleri gerektirdiğinde olurdu.
Orda bile iş bölümü kadınları hizmet seviyesine düşürür. Bu tabi Anadolu’nun her yerinde aynı karakter
göstermez. Anadolu çeşitli kavimlerden ve geleneklerden oluşmuştur. Bu nedenle, kültürel ve sosyal
iletişimde önemli çeşitlilikler gösterir. Bazı kavimlerde, erkeklerle kızlar ayrılmamıştır, hatta birlikte halay
çeker ve oynarlar. Fakat kadınları İslâm dini pratiklerinin getirdiği kölelik rollerinden, eski Türk
kavimlerinin özgürlükçü geleneğini sürdürerek, erkeğin birkaç adım gerisinden takip durumuna
düşürülmediği Anadolu köyü\kavmi az bulunur.
Yüz yüze sözlü iletişimle egemen ve mücadele kültürlerinin aktarılması yazılı ve radyo-sözlü iletişimin
başlamasıyla gerilemeye başladı. Ne yazılı basın, ne dil ve tarih coğrafya fakültesi, ne radyo kurumu
profesyonelleri Cumhuriyetin kuruluşundan beri halkın arasına gidip halkın öykülerini ve kültürünü
kaydedip iletme girişimine yeterince önem vermişlerdir. Onun yerine, batının "yüksek kültürünün"
yapıtlarını, klasiklerini, tiyatrolarını, skeçlerini, devamı yarın akşamlarını ve müziğini getirmişlerdir.
Kültürler arası mücadelede egemenlik egemenlik altındakinin unutulması, değersizleştirilmesi, utanç
konusu yapılması, insanların onunla ilişkisini kesmesiyle sağlanır. Bu yolda, gözünü ve kalbini batıya
çevirmiş resmi eğitim sistemi ve TRT Batıyı bize getirip bizi bizden etmede epey büyük rol oynadılar. Bu
"yapma ve yeniden-yapma" sürecine 1960'in sonuna doğru televizyon eklendi. Televizyon "öykü anlatıcı"
olarak sözlü Türk öykülerini Batının öykülerine değiştirilerek, yok edilmesine katıldı. 1990’larda, Atatürk
ve Türk bayrağı ekranın küçük bir köşesinde sallanırken, ekranda Anadolu’nun arzusu, özlemi, sorunu,
çabası ve dertleri iletilmemektedir. Anadolu halkı haberlerde katiller, karılarını dövenler, aşağılık insanlar
ve gericiler olarak sunulmaktadır. Anadolu insanı hangi haberde "yaptığı iyi bir şeyle” gösterilmekte veya
gazetelerin ön sayfasını kaplamakta? Anadolu’dan haberler, "çirkin ve kötü insanlar," cinayet, felaket ve
rezalet haberleridir. Anadolu’nun üst zümresinden haberler ise "güzel insanların, eğlenceli, modalı, sodalı
güzel yaşam" öyküleriyle; kapitalistlerin Anadolu’yu "kalkındıran" dış sermayeyle ortak olarak kurduğu
fabrikaların açılış törenleriyle; gayri-meşru seksin yüceltildiği sporcuların özel hayat hikâyeleriyle; ve
vurgun düzenindeki başarılı vurguncuların meşru ve gayri-meşru vurgunlarının sunumuyla doludur.
1980'e ulaşıldığında Amerika Türkiye’de 100'den fazla askeri ve istihbarat birimleri yerleştirdi. 1950'lerden
beri Türkiye’deki Amerikan üsleri, Amerikan Orta Doğu politikalarının yürütülmesinde önemli rol oynadı.
Lübnan’ın işgalinde İncirlik Üssü merkez noktaydı. 1970'de Kral Hüseyin'in binlerce Filistinli'yi "Kara
Eylül" katliamına yardımda, Amerikan uçakları Adana'dan Amman’a malzeme taşıdılar. En son Körfez
savaşında gene İncirlik Üssü önemli rol oynadı. İncirlik Üssündeki uçaklar nükleer füze hücumlarını
yapacak kapasiteye sahiptir. Avrupa’daki Amerikan pilotlarının eğitim yeridir. Orta Doğu'ya ve Orta
Doğu'dan uçuşlarda "petrol doldurma" yeridir. İskenderun ve Yumurtalık Üssleri Amerikan ve Nato güçleri
için petrol, yağ ve yağlama deposu merkezleridir. Amerika, Türkiye içinde Sovyetleri ve Orta Doğu'yu
izlemek, soğuk ve sıcak savaşta koordinasyonu, istihbaratı ve iletişimi sağlamak için yaygın bir Savunma
İletişim Sistemi (SİS) kurmuştur. (Bugün internet olarak adlandırılan şebekelerin askeri alandaki bir
örneği). Yamanlar istasyonu Türkiye’deki SİS'leri Yunanistan’daki SİS istasyonlarına bağlar; Yamanlar,
Karamürsel, Yalova ve Avrupa yakasındaki terminallere (istasyonlara) bağlıdır. Elmadağ’ı Samsun'a ve
Karataş terminaline; Karataş Malatya'ya, Malatya Diyarbakır terminaline bağlanır; Diyarbakır Savunma
Uydu İletişim Sistemi için "dünya terminaline" sahiptir; Bu terminal ve uydu iletişimi aracıyla Amerika'nın
New Jersey eyaletindeki Lakehurst Naval Air Station'la iletişimdedir. Bunların dışında 40’dan fazla büyük
küçük Amerikan ve Nato iletişim istasyonları Türkiye’nin çeşitli bölgesine yayılmıştır (Kondrad, 1984). Bu
daha 1980'in başında olan durumdur. 1980'lerden sonraki gelişmelerle Amerikanın Türkiye toprakları
üzerinde kurduğu yerel ve uydulu iletişim "savunma ağı" elbette oldukça mükemmelleşmiştir.
Yayın
Kitle iletişimi, kamu politikası "kamu servisi" ideolojisiyle çerçevelenir. Kamu servisi anlayışı kitle
iletişimini ticari değil kültür ajanı olarak görür ve milli amaçları geçekleştirmek için araç olarak görülür.
Bu amaç, Türkiye’de Cumhuriyetten beri Türkiye’yi "modernleştirme, çağdaşlaştırma, kalkındırma ve
demokratlaştırma" gibi ulusal politikalar içine girer. Bu nedenle, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra radyo
olarak başlayan ve sonradan TRT olarak adlandırılan yayın hizmeti kamu hizmeti kurumu olarak
biçimlendirilmişti.
1927'de radyo yayıncılığı Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketiyle başlatıldı ve 1936'ya kadar yürütüldü.
Devlet tekelinde başladı. CHP yönetiminde sürdürülen devlet politikasının ileticisi oldu. Çok partili
dönemle ve DP'nin hükümetiyle radyo devlet organı olmadan çıkıp hükümet partisinin organı oldu. 1961
Anayasasında, radyo yayınına hükümetin kullanımını kaldırmak amaçlı özerklik getirildi. Onun yerine
genel devlet politikası görevi verildi. Fakat özel partilerin özel çıkarları için kullanma çabaları ve
tartışmaları zaman zaman ateşli bir şekilde sürdü.
Türk Anayasası’nın 133. maddesine göre "radyo ve televizyon istasyonları ancak devlet eliyle kurulur ve
idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenlenir." 2954 sayılı TRT Kurumu yasasıyla devletin
yayın teklini yürütme işi TRT'ye verilmiştir.
TRT'nin kendi yapısında ve program politikasında da 1980'lerde önemli değişiklikler olmuştur: 1982'de
devletin TRT üzerindeki denetimini pekiştiren bir yasa çıkartıldı. TV teknolojisi yenilenerek yayın
kapasitesi genişletildi, yayın saatleri artırıldı, yayının yetiştiği kitle tekniksel, olarak % 98'e çıkartıldı. TRT
bu tekniksel büyümeyi programcılık alanına yansıtarak, bürokratik yapısında üreticiliğe geçme yerine,
geleneksel Amerikan kültür emperyalizminin yayıcılığını yapmayı yaygınlaştırdı. Bu arada, bürokratik
yozlaşmanın göstergelerinden biri olan yeni bir program politikası başlatıldı: Özel teşebbüsle
anlaşmalarla\sözleşmelerle dışarıdan program alma işine girişti. Böylece TRT'nin kendi gelişmesi belli
güçlerin kişisel çıkarları için kösteklendi. Bu kurum dışı programlar 1985'de 1 iken her yıl tırmanarak
1991'de 66'ya yükseldi. 1985’ deki program için 33,5 milyon lira ödenmişti; 1991'deki ödeme 44,5 milyar
liraydı (Alemdar ve Kaya, 1993:43). Böylece, Türkiye'de 1980'lerde TRT'nin tekelindeki kamu servisi
politikası uygulaması, uluslararası ve ortaklarının eline geçme süreci başladı. Bu oluşumlar sırasında,
Türkiye’de 1980'lerle birlikte, diğer sektörlerden çok daha fazla iletişim sektöründe yatırımlar yapılmaya
başlandı: 1980'de 1,2 milyon telefon hattı, 1990'da 7,2 milyona çıkmıştır. Teleks abone sayısı aynı yıllarda
6344'den 22500'e yükselmiştir. (Alemdar ve Kaya, 1993:34). Ardından Özel radyolar ve televizyonlar da
bu artışa katılmışlardır. Özel teşebbüsün kendi ticari ve ideolojik çıkar politikası, bu değişim sürecinde
izleyicilerin\dinleyicilerin özgür istemlerine ve gereksinmelerine cevap verme olarak sunuldu. 1990’ın
ortasına gelindiğinde, özel teşebbüsün ticari politikası iletişimde halkın iletişim özgürlüğü politikası
kılıfına\giysisine büründü. Özel teşebbüs, TRT'nin kamu hizmetini gerçekte verip vermediği ve hatta
Amerikan kültürünün Türkiye’ye taşıyıcısı olup olmadığı, Türk kültürünün gelişmesine ve Batı kültürü
karşısında "geleneksel ve geri" görülmesine katkıda bulunup bulunmadığı üzerinde durmamaktadır.
Duramaz, içerik analizi yapamaz, çünkü özel teşebbüsün getirdiği, Batının kültürel çöplüğüdür. Konu,
iletişim politikası ve bu politikanın kim tarafından ne amaçla belirlendiğidir. Kamu politikası ulusal bir
politikanın, teoride, kişisel veya bir grubun çıkarlarına hizmet ötesinde yapılması ve uygulanması olarak
nitelenir. TRT'nin ta başından kendi yayınlarında ve beşinci yıl planlarında belirtilen ulusal politikalarıyla,
uyguladığı politikalar arasında "emperyalizme hizmet" farkı vardır.
Ajans
Türk iletişim tarihinde Anadolu Ajansı önemli bir yer kaplar. Ajans 1925'de yeniden biçimlendirilerek
özerk bir devlet organı statüsü verildi. Ajans'a yeni Türk devletinin ideolojik propaganda, haber toplama ve
yayma işi yüklendi. Ajansın haber toplaması, kendi olanaklarıyla haber toplaması, mali kaynakların darlığı
nedeniyle sınırlı kalmış ve yavaş gelişmiştir. Türkiye içine sınırlı kalmıştır. 1980'lerden sonra çıkan özel
ajanslar da büyüme olanağını elde edecek bir ekonomik ve haber toplama serbestliği olanağına sahip
değildirler. Alemdar (1980) Anadolu ajansının gelişim tarihini detaylı bir biçimde incelemiştir.
Türkiye gibi ülkelerde yerel ve ulusal haber ajanslarının bodur kalmalarının en önde gelen bir nedeni de
150 yıla yakın bir tecrübe ve güç tarihi olan eski-kolonici ve yeni-emperyalist uluslararası ajansların
dünyayı bölüşmeleri ve kurdukları egemenlikten de kaynaklanmaktadır. (Erdoğan, 1995).
Basın
Türk basın hayatı, özellikle 1950'lerden sonra, Türkiye’deki siyasal çeşitliliğin, canlılığın ve değişimlerin
yansıtıcı oldu. Türkiye’nin kapitalist dünya pazarına bütünleşmesinin yaygınlaşmasının arttığı 1980'lerin
sonuna kadar, özellikle 1960 ve yetmişlerde Türk gazeteciliği toplumsal sorunlara siyasal ve ekonomik
çareler bulma çatışmalarının verildiği bir alandı. En sağdan en sola kadar geniş bir yelpaze içinde sadece
günlük gazeteler değil, haftalık ve aylık dergiler, broşürler yaygın bir şekilde okunuyordu. Kitap basımı
aynı şekilde siyasal ve ekonomik arayışın ve tartışmaların yansıdığı bir alan oldu.
1980'lerde, iletişimde, özelleştirme ve uluslararasılaşmayla birlikte, ideolojinin bitişi, ideolojisizlik, direk
siyasal anlatımdan uzaktalık ve tüketim mallarına ve tüketime saldırı teşviki yoluyla sürdürdüğü yeniideolojik yaklaşım egemen olmaya başladı. Basın geleneksel olarak kapitalist ideolojiyi direk fikir
çatışmasıyla sunuyordu; Şimdi bu ideolojiyi kaşık, tas, tava, otomobil, ve seks vaatleriyle satmaktadır.
BEN ve BEN'in fiziksel ihtiyaçları ve bunların tatminiyle toplumda övünülecek ve kıskanılacak bir yer
kazanması için çalışma ve tüketme, toplumla yaşayan insan yerine toplumda yaşayan ve her fırsatta
toplumdan bir şey kopararak köşeyi dönme peşindeki hasta insan, egemen insan tipi oldu. Basın bu tipi
teşvik ederek, kendini ve kendini besleyenleri zenginletme girişiminde birbiriyle yarışa girdi. Bu ortam
toplumla olma fikrinin ve dolayısıyla fikir basınının ortadan kaldırıldığı, kaldırılmaya zorlandığı bir
ortamdır.
Ayakta kalan birkaç fikir gazeteleri 1990'lara ölüm kalım savaşıyla girdiler. Burjuva demokratik ideallerin
en gelişmiş biçiminin savunucusu Cumhuriyet gazetesi her an hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Bu
mücadeleyi gittikçe güçlenen Refah Partisinin temsil ettiği siyasal ideoloji ve ona karşı burjuva demokratik
değerleri koruma uğraşı içinde, onunla birlikte değerlendirirsek, sadece fikri basınının değil, sadece fikir
özgürlüğünün değil, Türkiye’de Atatürk Cumhuriyeti denen sistemin tehlikede olduğunu görürüz.
1990'larda, sol basını da içeren çoğulculuk ortadan kalkmış, günlük basma olanakları yitirilmiş, ve
yasayabilen birkaç sol\alernatif basın haftalık veya aylık yayına (örneğin Bilim ve Ütopya ve Aydınlık gibi)
indirilmiştir.
1993 'de 11 günlük gazete vardı ve tiraj toplamı 3,8 milyondu. 60 milyon nüfus içinde 15 kişiye bir gazete
düşmektedir. Anadolu’nun hemen her kentinde bugün yerel basın vardır. Bunların okunurluluk ve tercih
nedenleri araştırma ister. Yerel televizyonlar gibi bunların da seyredilirliği araştırılmalıdır.
Magazin ve mecmua
Gazete bayilerine göz attığımızda, magazin\mecmua dünyasının oldukça zengin olduğunu görürüz.
Bunların hemen hepsinin seks ve moda-tüketim endüstrilerinin ticaretini yaptığını görürüz. Çocuk
mecmualarında, yeni-sömürgeciliğe geçiş zamanında bizim okuduğumuz ve açıkça Amerikan hayranlığını
aşılayan ve Amerikan tarihini çarpıtılmış biçimde sunan Kinova, Texas, Tom Miks, Bil Kid, Kid Carson
çocuk dergileri, sahte de olsa insanlar arasındaki ilişkilere dayanıyordu. Bu sunum dönüşüme uğrayarak,
yeni dergilerle bizim babalarımızın zamanındaki sözlü kültürün anlattığı korkulu cin ve peri
masallarındakine taş çıkartacak kadar hayal-kurgu dünyasına döndü: Bu hayal kurgu dünyası
babalarımızınkinden farklı olarak şiddet, kan ve dehşetle dolu bir dünyadır. Bu dünyanın kahramanlarının
bütün vahşeti kapitalist düzenin hayallere aktarılmış ideallerini ve sistemini koruma çabasıdır. Kurgu-hayal
dünyasının çocuk ürünlerinden erginler için olanlarına kadar hepsinde metafizik güçlerle ve yaratıklarla ve
hayali ileri teknoloji ve teknolojik düzenlerle sunulan öykülerdeki çatışmalar ve çözümlerde kötüler daima
mülkiyet haklarını çiğneyerek "köşeyi dönmeye" çalışanlardır. İyiler ise, mülkiyet haklarının ihlaliyle
bozulan düzeni bu hakların üstünlüğünün yeniden sağlanmasında "kahraman" araç olanlardır. Magazin
dünyasındaki bu egemenlik, kaçınılmaz olarak kitap dünyasında popüler kurgu-dehşet, kurgu-seks ve
gerçek-zengin ile ilgili çevirilerin egemenliğine doğru gider. Bu arada köy okullarında "kütüphanenin" ne
olduğunu bilmeyen çocuklara öğretmenleri iki kere ikinin dört olduğunu anlatırlar. Hangi iki, hangi dört;
Neyin ikisi ve neyin dördü; Kimin ikisi ve kimin dördü? havadaki dörtle benim ilişkim ancak havada kalır.
Kitap
Kitap basımında yönelim de basındaki gibi fikirden hayal ve kurguya doğrudur. Az sayıda basıldığı halde,
kitapçılarda 1960'lar ve yetmişlerde toplumsal gerçeklerin sunulduğu kitaplar ön plandaydı. 1990'larda her
kitapçıda Stephen King gibi Batının kapitalist kurgu-uyduruları ve doğunun bireyci kendine dönüş ve kendi
ihtiyaçlarını kaçışla, kendini verme ve adamayla arayan seks ve sofuluk tatminin (Sidharta gibi) çeviri
kitapları best-seller köşesini doldurmaktadır.
Kitap basımı çok ender, küçük bir seviyede kaldı. Kitap okuma alışkanlığı Türkiye'de ne ciddi ne de boş
vakit geçirme aracı olarak önemli bir yer kaplar. Alemdar ve Kaya’nın (1993:39) verdiği istatistikler bu
gerçeği oldukça vurgulamaktadır: 1928 ile 1980 arasında basılan kitap sayısı 195000 civarındadır. 1980'de
4138 kitap basılmıştır, bu 1984'de 7224'e çıkmıştır. Vücutla ve paketlenmiş-hazır eğlence ile ilgili
"tüketim-kalkınması" yönündeki teşvikli gelişmenin ve özel teşebbüsün özgürlüklerinin yaygınlaştığı
1980'lerde, zaman ve dikkat verip okumaya dayanan kitap-basımı endüstrisi yeterince teşvik görmedi. 1995
yaz ayında, Kayseri'nin 15000 kadar nüfuslu Bünyan kazasında kütüphaneciyle yaptığım konuşmada, bir
yıl içinde tek bir kişinin bile kitap okumadığını, kasabanın üç lisesinden öğrencilerin sadece görev
verildiklerinde kitap okuduğunu, onun dışında sadece birkaç tanesinin dışında hiç bir öğrencinin kitap
okumadığını belirtmiştir. Okumaya meraklı olanların da daha çok kızlar olduğunu belirtmiştir. Okuma için
neden kampanya açmıyorsunuz, neden teşvikler yapmıyorsunuz diye sorduğumda, teşvik ve kampanyanın
yapılmaması politikasının uygulandığını belirtmiştir. Türkiye’de okuma arzusu resmi olarak baltalanıyor
mu?
Film\sinema
Türk film endüstrisinden bahsetmek gerekir: Türk sineması Yeşilçam adı altında hayata atıldı. Yeşilçam
doğuşundan itibaren küçük Hollywood olma sevdasındaydı. Yıldızlarını bile Hollywood’un yıldızlarına
benzer kişiler olarak seçmeye çalıştı. Yeşilçam’da ve dışında elbette mücadeleci film girişimleri oldu, fakat
sürekliliğini, özellikle Amerikan film pazarının baskısı altında devam ettiremedi. Yeşilçam yeşerir
yeşermez kurutuldu ve özellikle Amerikan filmlerinin kendisinin aktarılması ve içeriğinin taklidîni yaparak
çelik çomak oynamaya başladı. Türk film sanatı dış kültürel saldırı ve içteki işbirlikçiler sayesinde Anadolu
kültür yaşamının tercümanı, yansıtıcısı ve eleştiricisi olma olanaklarını kazanamadı.
Bırakın medyanın kendisini, iletişim okullarında bile gençler egemenin iletişim dünyasına hazırlanırken,
Türk kültürü üzerine çökertilen dış egemenlikte, elbette, bir Dede Korkut, Köroğlu, Çakırcalı Mehmet Efe
gibi sözlü geleneğin ve diğer direniş destanları önemini yitirir. Önemini bulduklarında da siyasal gericiliğin
hortlatılışında araç olarak kullanılarak yeniden-yorumlanır ve tarihsel anlamlarını kaybederler. Ya da
Turizm endüstrisinde yaşayan kültür (insan dahil) hayvanat bahçesindeki hayvan gibi başkalarının
egzotik\eğlence zevkini sömüren sermaye tarafından ticari amaçla kullanılır. Televizyon da aynı biçimde
bir sergileme yapar. Ayrıca, Yunus Emre din tüccarlarının medya propagandası olur.
Egemen ticari-ideoloji açısından, üniversitelerde kitle iletişiminin mekaniğini öğrenmek çok daha gerçekçi
ve faydalıdır. Direnişin iletişimini öğrenmek, iletişimi ve tarihi insan ilişkilerinin özelliklerine göre
anlamaya çalışmak, hayat için hazırlanan (daha doğrusu egemen iş dünyası için hazırlanan) gençlik için
herhangi bir materyal faydası olmadığı gibi zararlı sonuçlar da doğurabilir.
VIII. BİTİRİRKEN
İşe iletişimi anlatmayla başladık ve kendiyle ve diğer insanlarla ilişkisi içinde kişiliğini ve kimliğini kazanan insanı
ele aldık. İnsanı ve iletişimini yaşadığı örgütlü ilişkiler dünyasında anlamlandırmaya çalıştık. Kölelik veya efendilik
iletişiminin insanın kalıtımsal veya becerisiyle ilgili nedenlere dayanmadığını, toplumsal yapının içinde insanların
üretim biçimlerine dayanan güç ilişkileriyle pozisyonlandırılmasından dolayı olduğunu açıkladık. Bu yapısal
karakterlere bağlı olarak iletişimin de yataylık ve dikeylik, baskıcı veya demokratik\eşitcil gibi özellikler aldığı
üzerinde durduk. Toplumdaki iletişimin sadece mesaj alışverişi olmadığını; bir yerde başlayıp bir diğer yerde
bitmediğini; bir ileten\gönderen ile alıcı ve etki içine çökertilmesinin iletişimi anlamdan uzaklaşma olduğunu
vurguladık. Toplumlarda belli dönemlerde\zamanlarda belli teknolojik yapıya (makineler, teknikler, ilişkiler,
örgütlenme ve üretim şekillerine) bağımlı\uygun olarak egemen bir iletişim biçiminin olduğunu, fakat, aynı
zamanda, diğer ve karşıt iletişim biçimlerinin de mücadele verdiğini açıkladık. Toplumsal yapının sömürü temeline
dayanmasının getirdiği iletişim biçimlerinin egemenlik ve mücadeleci karakterlere sahip olduğunu; güç ilişkilerinin
ve iletişimin statik değil, dinamik olduğunu ve kesintisiz devam ettiğini belirttik. Kapitalist dünya egemenliğinde
iletişimin, enformasyonun, bilginin serbest olarak üretilmediği, akmadığı ve tüketilmediğini açıkladık. İletişimin
hem ekonomik hem de ideolojik\siyasal\kültürel yanı olduğu ve iletişim politikalarının yönetim amaçlı olduğunu
belirttik. Modern kitle iletişim araçlarının hem ekonomik çıkar hem de ideolojik gündem ve kontrol araçları olduğu
üzerinde durduk. Amerika gibi ülkelerdeki iletişimin ulus içindeki egemen ve ezici yapısının, uluslararasında
emperyalist iletişim karakterine sahip olduğunu; Türkiye gibi ülkelerdeki yapının egemen uluslararası yapıya
benzeştiğini ve 1990'larda bu benzeşme ve bütünleşmenin ileri safhada olduğunu anlattık.
KAYNAKÇA
Achbar, M. (1994) (ed.) Manufacturing Consent: Noam Chomsky and the media. N.Y.: Black Rose Books.
Aksoy, M. (1960). Partizan radyo ve D.P. Ankara: Ayyıldız matbaası.
Ahmed, A. S. (1993). Media Mongols at the gates of Baghdad. New Perspectives Quarterly v. 10 (Summer '93) p.
10-18.
Alemdar, K. (1988). Demokratik Parti ve Basın. Tarih ve Toplum. Mayıs.
Alemdar, K. ve R. Kaya (1993). Radyo Televizyonda Yeni Düzen. Ankara: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Alemdar, K. ve I. Erdoğan (1996). Kitle iletişimi araştırma ve kuramları: Dünden bugüne. (yakında basılacak).
Alemdar, K. ve R. Kaya (1993). Radyo ve televizyonda yeni düzen. Ankara: TOBB.
Alemdar, K. ve I. Erdoğan (1995). Popüler kültür ve iletişim. Ankara: Ümit Yayıncılık.
Alemdar, K. ve I. Erdoğan (1990). iletişim ve toplum. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Alemdar, K. (1996). İletişim ve tarih. Ankara; imge kitabevi.
Ambrose, S. E. (1991) Rise to Globalism: American foreign policy since 1938. NY:Penguin Books (Sixth revised
edition).
Anderson, Perry (1974). Passages from Antiquity to feodalism. London.
Apple, M. W. & L. Weis (1977) ideology and practice in schooling: A political and conceptual introduction. In M.
W. Apple & L. Weis (eds.) Ideology and practice in schooling. philadelphia: Temple University Press.
Arisan, K. (1995). Eski İstanbul’da Şehir içi ulaşım. In İhsanoğlu, E. ve M. Kaçar (1995) (ed.) op. cit. p. 1-12.
Aronson, J. (1971). Packaging the news. NY: International pub.
Aronson, J. (1970). Press and cold war. NY:Bobbs-Merrill.
Bakhtin, M. M. (1981). Dialogic imagination. Austin:University of texsas Press.
Bagdikian, B. (1993) Media Monopoly. Boston: Beacon press. (4th ed.)
Bagdikian, B. (1989). The Lords of the global village. The Nation, Vol. 248, june 12, sf. 799-80, 8ğ-808.
Banuazizi, A. (1987) Social-psychological approach to political development. In Weiner, M. & S. Huntington (eds.)
Understanding Political developmnet. Boston:Little Brown, p. 281-316).
Becker, J. et.al. (1986) Communication and domination: Essays to honor Herbert I. Schiller. N.J.: Ablex.
Bell, D. (1979). The social framework of the information society. In M. L. Dertouzos ve J. Moses (eds.) The
Computer age: A twentieth year View. Cambrige: MIT Press.
Berberoglu, B. (1994). Class structure and social transformation. Wstport, Conn:Praeger.
Boyd-Barret, O. (1977) Media imperialism: Towards an international framework for an analysis of media systems,
in J. Curran et. al (1992) Mass Communication and society. London: Arnold, pp. 116-135.
Brecht, B. (1980) Radio as a means of communication. Screen, vol 20, no.3/4, winter 1979-1980.
Bryer, A. (1988). Peoples and settlements in Anatolia and the caucasus:800-1900. London: Variorum.
Carnoy, M. (1974) Education as cultural imperializm. NY:McKay.
Carnoy, M. et al. (1994). The new global economy in the information age. (reviewed by Hills, Jill, Political Studies
1994, 42,2, s.332.
Cheesman, R. (1986). Can people use information? Jorge p. 25-29.
Chomsky, N. and E. S. Herman (1988) manufacruring consent. NY: Pantheon.
Chomsky, N. (1988b). Necessary Illusions: Thought Control in Democratic Societies. NY:Pluto Press.
Chomsky, N. (1994). Media Control: The Spectacular Achievements of Propaganda. (Open Magazine Pamphlet
Ser.) No. 10.
Cobley. P. (1994). Throwing out the baby: Populism and active audience theory. Media, Culture and Society, vol.
16, no. 4. October, s. 677-687.
Cohen, Stuart & J. Young (eds.) (1973) The Manifacture of News. CA: Sage.
Collins, R., et al. Economics of television. London: Sage.
Compaine, B. M. et. al. (1982) Who owns the media: Concentration of ownership in the communications industry.
NY: Knowledge Industry Publications.
Comor, E. A. (1994) (ed.) The global political economy of communication: Hegemony, telecommunication and the
information economy. . NY: StMartins Press.
Croncite, Walter (1972) What it is like to broadcast news" In L. & F. Voelker (eds.) Mass Media; Forces in our
society. NY:HBC Inc.
Cumberland, I. (1924) In the Public tresury. in E. G. Mears (ed.) Modern Turkey. New York:Mac Millan. (Quoted
in Pye,ed., op. cit.) .
Curran, J. et. al. (1987) Impacts and influences: Essays on media power in the twentieth Century. London: methuen.
Curran, J et. al. (1995)Cultural Studies & Communications. London: Arnold Edward Publishers.
Curran J. and M. Gurevitch. (1995). Mass Media & Society. NY:St Martin's Press.
Dahrendorf, Ralf (1959). Class and Class conflict in industrial society. CA:Stanford University Press.
Dennis M., D. (1995). Communication & Power in Organizations: Discourse, Ideology, & Domination. NJ:Ablex.
Duncan, H. D. Communcation and Social order. NJ:Bedmister Press.
Duran, B. (1995). Osmanlı devletinin son döneminde Türkiye'de karayolu ulaşımındaki gelişmeler. In İhsanoğlu, E.
ve M. Kaçar (1995) (ed.) op. cit. p. 483-490.
Durkeim, Emile (1960). Division of labor in society. NY:Free Press.
Dyson, K. and P. Humphreys (1990). Introduction: Politics, Markets and communication policies. In K. Dyson and
P. Humpreys (eds.). Political economy of communications: International and European dimensions. NY:
Routhledge, s. 1-32.
Ege, K. (198?). US and NATO bases in Turkey. Counterspy magazine. (missing info).
Ekecrantz, J. (1987). The sociological order of the new information society. In Slack, J. ve F. Fejes (eds.) Ideology
of information age, pp. 78-94..
Enzenberger, H. M. (1974). The consciousness industry. MASS:Seabury.
Erdoğan, İ. (1994). Sevmek ne demek: Aşk, evlilik ve tutsaklık. Ankara: Ümit yayıncılık.
Erdoğan, İ. (1995). Amerika: İdeoloji, düşler, gerçekler. Ankara: Ümit yayıncılık.
Erdoğan, I. (1995a). Uluslararası iletişim. İstanbul: Kaynak Yayınları.
Erdoğan, I. ve N. Ejder (1997). İnsan ve Çevre. Ankara: Doruk yayınevi .
Erdoğan, I. (1997b). Kölenin zincirine vuruluşu. Ankara: Doruk (basılacak).
Erdoğan, I. (1997). Kapitalizm, toplum gelişmesi ve iletişim. (hazırlanıyorb
Ewen, S. (1976). Captains of consciousness: Advertising and the social roots of the consumer culture. NY:McGraw
Hill.
Fanon, F. (1977) The wretched of the earth. NY:Penguin.
Finkelstein, S. (1968) Sense and nonsense of MCLuhan. International Publishers.
Frank, A. Gunder (1975) Functionalizm and dialectics. In S. Denisoff et. al. (eds.) Theories and paradigms in
contemporary sociology. F.E. Peacock Pub.
Freire, Paul (1973). Education for critical conscuiousness. NY: Continuum book.
Fromm, E. (1955) The sane society. NY:Fawcett.
Galbraith, K. (1977). Age of uncertainty. Boston:Houghton Mifflin.
Garnham, N. (1979) Contribution to a political economy of mass communication. Media, Culture and Society, vol.
1, no 2, April..
Garnham, N. (1990) (ed.). Capitalism and communication: Global culture and the economics of information. Ca:
Sage.
Galtung, J. (1979). A structureal theory of imperialism. In Modelski (ed.) op. cit.
Galtung, J & R. C. Vincent (1992). Global Glasnost: Toward a New International Information Communication
Order?. NY:Hampton Press.
George, A. (1991) (ed.) Western State Terrorism. Cambridge,UK: Polity Press.
Gitlin, T. (19 ). The whole world is watching.
Gitlin, T. (1983). İnside the prime Time. NY:Pantheon.
Glasgow University Media Group (1993). Getting the Message: News, Truth & Power. NY: Routhledge.
Glasgow Media Group Reader (1995) (Vol. 2): Industry, Economy, War & Politics. London:Routledge.
Glasgow Media Group Reader (1995b). News Content & Visuals. London:Routhledge.
Golding, P. (1974). Media role in national development. Journal of Communication, vol. 25, no. 3, summer.
Goldman, Robert (1991) Mapping hegemony: Television news coverage of industrial conflict. N.J.:Ablex.
Gormley, W. T. (1991). Privatization and its alternative. Wisc: University of Wisconsin Press.
Gouldner, A. W. (1970) The coming crisis of Western sociology. MASS: Basic Books.
Gubach, T. ve T. Varis (1986). trabsnational Communicaiton and cultural industries. No.92; paris:UNESCO,
Reports and Papers on MAss Communication.
Halaçoğlu, Y. (1995). Klasik dönemde Osmanlılarda haberleşme ve yol sistemi. In İhsanoğlu, E. ve M. Kaçar (1995)
(ed.) op. cit. p. 13-21.
Hall, E. T. (1959). Silent language. NY:Doubleday.
Halloran, J. D. (1964) Te Effect of mass communcation with special reference to televisin: A Survey. London:
Leicester.
Hamelink, C. J. (1986). Is information technology neutral? In Jorg, Becker com and domination essay on schiller pp.
16-24.
Hamelink, C. (1977). The Corporate village: The role of Transnational corporations in international communication.
Rome:IDOC International.
Hamelink, C. (1995). The Politics of World Communication. Ca:Sage.
Hardt, H. (1992). Critical Communication Studies: Essays on Communcation History & Theory in America. NY:
Routledge Coll.
Haye, Y. de la (1980) Marxs and Engels on the means of communication: A selection of texts. NY: International
General.
Hiebert, R. E. (1995). Impact of Mass Media: Current Issues. NY: Longman Publishing.
İhsanoglu, E. ve M. Kaçar (1995) (ed.). Çağını yakalayan Osmanlı: Osmanlı devletinde modern haberleşme ve
ulaştırma teknikleri. İstanbul: Yıldız Matbaacılık.
Illich, I. D. (1971). Celebration of awareness. NY: Achor Books.
Inkeles, A. (1951). "The Soviet characterization of the Voice of America", Journal of International Affairs, vol.5.
Innis, H. A. (1951) Bias of communication. Toronto: University of Toronto Press.
Innis, H. A. (1972) Empre and communciation. Toronto: Universiti of Toronto Press.
Johns, B. A. (1995). Enemies, allies, and others: images of the world on Voice of America and Radio Moscow after
the cold war. PH.D. Thesis, Purdue University.
Kaçar. M. (1995). Osmanlı Telgraf işletmesi. İn İhsanoğlu, E. ve M. Kaçar (1995) (ed.). s. 45-120.
Katz, E. & J.G. Blumler (eds.) The uses of mass communication. CA: Sage.
Klapper, J. T. (1960) The effects of mass communication.
Klapper, J. T. & L. Lowenthal (1951). "The contribution of opinion research to the evaluation of psychological
warfare" Public Opinion Quarterly, vol. 15, 1951-1952..
Kotz, N. (1969) Let them eat promises - Politics of hunger. N.Y.:Prentice Hall.
Lasswell, H. (1948) The structure and functions of communication in society. (1948). in W. Schramm, (1960) (ed.)
mass Communcation, Urbana: university of illinois Press, pp. 117-130..
Lasswell, H. D. (1950) Political and psychological warfare. In D. Lerner (ed.) Propaganda in war and crisis. NY:
G.W. Steward.
Lasswell, H. D. (1939) World Revolutionary Propaganda. NY:Alfred Knopf.
Lazarsfeld, H. D. (1966) The structure and function of communication in society. In W. Schramm (ed.) Mass
Communications. Illinois: University of Illlinois Press.
Lazarsfeld, P. et. al. The People's Choice. NY:Duell, Sloan, Pearce.
Lazarsfeld, P. and E. Katz (1955, 1970) Personal influence. Ill:Free Press.
Lerner, D. (1957). Communication systems and social systems. In W. Schramm (1960 Mass Communications .
Urbana: Universitiy of illinois Press. pp. 160.
Lerner, D. (1959) The passing of traditional society: Modernizing the Middle East. NY: The free press.
Levitas, M. (1974). Marxist perspectives in the sociology of education. London:Routledge.
Luther, S. (1989). Marxist social theory, Mass communications and the direct broadcast satellite. Nature, Society
and Thought, 2-3, July, pp. 267-3İ.
Luthje, B. (1993) On the political economy of post-fordist telecommunications: The US experience. Capital and
Class, no.51, Autumn, s.81-117.
MacCannell, D. (1976). The tourist. NY:Schocken.
Martin-Barbero, J. and P. Schlesinger (1993). Communication, Culture & Hegemony: From Media to Mediations.
NJ:Ablex.
Marks, K. (1974) On freedom of press and censorship. NY:McGram Hill.
Marks, K. (1973). Grundrisse. Harmondworth: Penguin.
Mattelart, A. & H. Schmucler (1987). Communication and information technologies: Freedom fo choice for Latin
America?. NJ: Ablex.
Mattelart, A. & S. Siegelaub (1979). (eds.) Communication and class struggle: 1: Capitalism, imperialism. NY:
International general.
Mattelart, A. (1991) Advertising international: The privitization of public space. NY:Routhledge.
Mattelart, A. (1994). Mapping World Communication. Minnesota: University of Minnesota Press.
Mattelart, A. (1979) Multinationals and control of culture. NJ:Humanities press.
McQuail, D. (1994). Mass communication theory: an introduction. 3rd ed. London: Sage.
Meehan, E. R., V. Mosco, J. Wasco (1993). Rethinking political economy: Change and continuity. Journal of
Communication, vol 43, no. 4, Autumn, s. 1ğ-116.
Meyer, W. H. (1988). Transnational media and third world development: The structure and impact of imperialism.
N.Y.: Greenwood Press.
Modelski, G. (1979) (ed.). Transnational corporations and world order. Ca: W. H. Freeman.
Morgan, L. W. (1877). New York: Meridian Books (1969 baskısı).
Morley, D. (1988) Family television. London:Comedia.
Mosco, V and J. Wasko (1988) (eds.). The Political Economy of Information. Ill: University of Wisconsin Press.
Mulgan, G. J. (1994). The dynamics of electronic networks. in Polity Reader (ed.) The politiy reader in cultural
theory. London: Polity press.
Mumby, D. (1989). Ideology and the social construction of meaning: A communication perspective. Communication
Quarterly. Vol 37, no 4, Fall, s. 291-3Ş.
Özkan, T. (1993). Kıyamet mahkemesi. Ankara: Ümit yayıncılık.
Petterson, S. F. T. and W. Schramm (1956) The Four theories of the Press. Illinois: University of Illinois Press.
Parenti, M. (1974). Democracy for the few. NY:StMartin's press.
Parenti, M. (1986). Inventing reality:The politics of the mass media. NY:St martin's Press.
Parker, I. (1993). A geographical appreciation of Harold A. Innis. Canadian Geographer vol.37, no. 4, s.352-364.
Parker, I. (1977). Harold İnnis, Karl Marx and Canadian Political economy. Queen's Quarterly. vol. 84, no.4, winter,
545-563.
Pasha, S. H. (1993). Towards a cultural theory of political ideology and mass media in the Muslim World. Media,
Culture and Society. Vol. 15, p. 61-79.
Peet, R. (1991) Global capitalism: Teories of societal development. NY: Routhledge.
Pye, L. (1963). Communication and political development. NJ:Princeton University Press.
Picard, R. C. (1989). media economics, London:Sage.
Rinehart, J. R. and J. F. Lee (1991). American education and dynamics of choice. NY: Praeger.
Roach, C. (1993). Communication & Culture in War & Peace. NJ: Ablex.
Said, E. W. (1989) Representing the colonized: Antropology's interlocutors'. Critical Inquiry, 15:2ğ-225
Schiller, H. I. (1973) Mind Managers. Boston:Beacon Press.
Schiller, H. I. (1993). A deal that's fit to print. Newsweek , June 21.
Schiller, H. I. (1992) Mass Communication and American Empire. 2nd. ed., Boulder: Westview Press.
Schiller, H. I. (1985) Behind the media merger movment. Nation, June 8, 1985.
Schiller, H. I. (1976) Communication and cultural domination. N.Y.:International Arts and Science Press.
Schiller, H. I. (1991). Not yet the post-imperialist era. Cirtical Studies in Mass Communication, (8) 1, 13-28.
Schiller, H. I. (1989) Culture, Inc.: The Corporate Takeover of Public Expression.
Schramm, W. et al. (1958) The nature of psychological warfare. batimore: John Hopkins University Press.
Schramm, W. (1960). (ed.). Mass Communication. Ill:University of Illinois Press.
Schudson, M. (1978) Discovering the news. NY:Basic.
Siebert, F. et al. (1956). Four theories of the press. Ill:University of Illinois Press.
Siebert, F. (1960). Communication and government. In. W. Schramm, (ed.) op. cit. p. 219-226.
Slack, D. J. and F. Fejes (1987) Ideology of the information age. NY: Ablex.
Smith, A. (1877). An inquiry into the nature and causes of the weath of nations. Chicago: Encyclopeida Britannica,
1952, s. 309, 311.
Smythe, D. W. (1986). On political ekonomy of C3I. In Jorge, pp. 66-76. (C3I=command, control, communication
ve information).
Thompson, J. B. (1990) İdeology and modern culture: Critical social theory in the era of mass communication.
UK:Polity Press.
Thord, R. (1994). Political economy, economics and development: The future of transportation and communication:
Visions and perspectives from Europe, Japan and USA. (see international affairs for review, 1994, v70no3, july,
555-6)
Tunstall, J. and M. Palmer (1991). Media Moguls. NY:Routhledge.
Tunstall, J. (1977) The media are American. London: Constable.
UNESCO (1986). Communication and society: A documentary history of world information and communication
order, 1975-1986. Paris:UNESCO.
Voloshinov, V. N. (1973). Marxsizm and philosophy of language. MA: Harvard university Press.
Wasko, J. & B. Dervin (1993) (eds.). Illuminating the Blindspots: Essays Honoring Dallas W. Smythe. NJ:Ablex.
Williams, R. (1975) Television: Technology and cultural form. New York; Schoken Books.
Willis, Paul (1977) Learning to labour. Westmead, England: Saxon house.
Yazıcı, N. (1995). Posta Nezaretinin kuruluşu. In İhsanoğlu, E. ve M. Kaçar (1995) (ed.). s. 23-44.
Download