III. HAFTA Dersin temel problem ve kavramları için düşünsel hazırlık - II İnsanın “iyiliğe eğilimli olması” ile “toplumsal yaşama yatkın olması” arasında bir ilişki kurulabilir mi? İlk anda aralarındaki ilişki hemen fark edilemese de, toplum üzerinde düşünen filozofların toplum felsefelerinde “insan doğası”na, “insan doğasının iyiliğe ve kötülüğe yatkınlığı”na önemli bir yer ayırdığını görüyoruz. Platon, Aristoteles, Hobbes, Rousseau, Locke, Nietzsche ilk akla gelen isimlerdir. Örneğin Hobbes insanın doğası gereği bencil olduğunu, bu nedenle toplumsal yaşama yatkın olmadığını; toplumsallığın ancak zorunda kalınan bir sonuç olarak ortaya çıktığını; bundan dolayı da ancak şiddet ve korku üzerine inşa edilebileceğini düşünür. Buna karşın, örneğin Locke, insanın kendini, varlığını korumayı gözeten bir varlık olmasının yanında eylemlerinde başkalarını da hesaba katabilecek bir varlık olduğunu; doğanın kazandırdığı akıl yasasının buna olanak sağladığını; bu sayede, korku ve şiddet üretecek bir devlet henüz ortada yokken bile insanların iyiliğe olan bu doğal eğilimleri sonucunda birlikte yaşamayı becerebildiklerini öne sürer. İnsanların iyiliğe eğilimli olması, beraberinde, başkaları için bir iş yapmanın, onlara bir yarar sağlamanın, yani özgeciliğin zor gelmemesi düşüncesini getirir. Kötülüğe eğilimli olduklarını varsaymaksa, bencilliğin, ben-merkezciliğin ağır basması, bu nedenle de başkaları için bir şey yapmanın ancak “dışsal”, “yapay” güdüleyiciler (örneğin korku, şiddet, çıkar vb.) tarafından sağlanabilmesi düşüncesini… İnsanın doğal olarak iyi mi kötü mü olduğu sorusu, toplum felsefesi bağlamında, toplumsallaşmanın “içsel” bir kaynağı mı vardır, “dışsal” bir kaynağı mı sorusuna dönüşür. Ya da: İnsan isteyerek, gönüllü olarak, doğal bir eğilim sonucunda mı toplumsallaşır, yoksa istemediği halde, gönülsüzce, zorunda kalarak mı sorusuna… Bu değişkenler arasında bir ilişkinin olup olmadığına yanıt ararken, şu sorular üzerine de düşünebiliriz: - İyi insanlarla mı iş yapmak isterim, kötü insanlarla mı? - İyi bir insanla mı evlenmek isterim, kötü bir insanla mı? - İyi bir insanla mı ortak olmak isterim, kötü bir insanla mı? - İyi bir insanla mı çalışmak isterim, kötü bir insanla mı? - İyi bir insanla mı komşu olmak isterim, kötü bir insanla mı? - İyi bir insanla mı arkadaşlık etmek isterim, kötü bir insanla mı? Hemen herkes, birlikte iş yapmak ya da hareket etmek söz konusu olduğunda, bu işi zorunda kalarak değil de isteyerek yapmak için, iyi insanları tercih eder. İyi olmak, toplumsal ilişkileri olanaklı kılan, sürmelerini sağlayan zemin olarak görünür. Kötülükse, insanların bir araya gelmesini, ilişkiye girmesini engelleyen bir etkendir. Ancak bir başka açıdan bakıp, karşılık beklentisi, korku, ceza olmasa insanların başkalarının yararına bir şey yapması ne kadar mümkündür diye sorarsak, burada olumlu bir yanıt vermekte zorlanırız. İnsanların geneli başkasına zarar vermeme eğilimindedir, bu doğru; ancak yarar sağlamak konusunda da pek girişken değildirler. Dolayısıyla, her iddiayı doğrulayabilecek pekçok örneği günlük yaşamımızdan devşirebiliriz. * Bu bağlamda, şu soru da konumuza çok uzak düşmez: Toplumsal yaşam kurallar üzerine inşa edilmiştir. Kurallarsa, davranışlarımızı nasıl gerçekleştirmemiz gerektiğini söyleyen formülasyonlardır. “İyi ya da kötü olmak” ile “kurallara uymayı tercih eden ya da etmeyen bir insan olmak” arasında bir ilişki var mıdır? İlk anda bu ilişkiyi görebilmek kolay olmasa da, günlük yaşamda hepimiz bu ilişkiyi varsayarız. Örneğin, trafikte kırmızı ışık kuralını ihlal edip arabasını üzerimize süren kişinin ya da otobüs durağında beklediğimiz sırayı ihlal edip önümüze geçmeye çalışan kişinin karakterine ilişkin çıkarımlarda bulunmaktan geri durmayız. Ya da: Bir oyunda kuralların arkasından dolaşarak hile yapan kişiye karşı duygularımızı gözümüzün önüne getirelim… Kurallara uymanın iyi bir insan olmanın doğal sonucu olduğunu düşünmeye eğilimliyizdir. Uymamanınsa, başkalarına duyulmayan saygının, gösterilmeyen özenin, bencilliğin işareti olduğuna inanırız. Çünkü kurallar, belirli davranışları yapmamızı, belirli davranışlarıysa yapmamamızı söyler bize. Bu ayrımı ise, davranışlarımızın muhatabının yararını ve zararını gözeterek yapar. Muhatabımıza yararlı olanları yapmamızı, zararlı olanları yapmamamızı söyler. Her kural, karşımızdakini gözetmeyi, hesaba katmayı buyurur. Trafikteki kırmızı ışık kuralının, karşıdan gelen bir başka araçla çarpışmamak üzere kendimizi korumak için ortaya konduğuna inanabiliriz. Ancak doğrusu, karşıdaki aracı bizden korumak için konduğudur. Davranışın muhatabına yarar sağlamayan kurallar eleştiriye maruz kalır, değiştirilmeleri istenir. Eninde sonunda da değiştirilir. Kurallardaki bu çeşitlilik, bu çokluk, bu görelilik de tam bundan kaynaklanır. Davranışlarımızın muhataplarının çeşitliliği, farklılığı kurallara da yansır. Bu bakımdan, kurallar, iyiliğin korunmasını, kötülüğün azaltılıp ortadan kaldırılmasını hedefler. Buna koşut olarak, toplumsal yaşamın da aynı doğrultuda hareket ettiğini iddia eden pekçok düşünür olmuştur.