27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde Tiyatro Sevdalılarına Bir Armağan İstanbul’un 100 Sahne Sanatçısı Yayında! İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş, İstanbul’un sahne hayatına emek veren 100 duayen ismi tek kitapta bir araya getirdi. İstanbul’un 100 Sahne Sanatçısı isimli eser, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde tüm tiyatro sevdalılarına bir armağan, adı geçen sanatçılara saygı duruşu, araştırmacılara küçük te olsa bir ışık olma amacıyla yayımlandı. İstanbul'un 100 Sahne Sanatçısı, geleneksel tiyatronun Güllü Agop, Naşit Özcan gibi isimlerinden başlayarak tiyatro, opera ve bale dallarında şehirdeki kültür hayatına damgasını vurmuş sanatçıların yaşam öykülerini bir araya getiriyor. Kimler yok ki bu kitapta…Saray yıllarında padişahın huzurundayken bile sözünü sakınmayan Abdürrezzak Abdi Efendi, Türk tiyatrosunda ilkleri gerçekleştiren Muhsin Ertuğrul, Ermeni asıllı tiyatro oyuncusu Mardinos Mınakyan ve yakın zamanda hayata veda eden Erol Günaydın, Mücap Ofluğlu, Metin Serezli ve Türk tiyatrosuna emek vermiş diğer dev isimler… Şehrin sanat geçmişi açısından önemli bir kaynak olma özelliği taşıyan kitap, öykülerin arka planında İstanbul’un sahne hayatını gözler önüne seriyor. İstanbul sahnelerini süsleyen sanatçıları hatırlamak ve gelecek nesillere tanıtmak amacıyla kaleme alınan çalışmada 70 tiyatro ile 30 opera ve bale sanatçısının hayatlarına yer verilmiş. Arşiv geleneği zayıf olan ülkemizde göz önünde olan sanatçılar hakkında bile araştırma yapmanın zorluğu göze alındığında, bu çalışma, kaynak kitap olma özelliği ile de dikkat çekiyor. İstanbul’un sahnelerini süsleyen sanatçıları hatırlamak ve gelecek nesillere tanıtmak amacıyla kaleme alınan bu çalışma bir yudum vefa olabilmek için raflardaki yerini aldı. İşte Saraydaki gösterilerden Direklerarası’na, kahvehanelere ve oradan da tiyatro salonlarına kadar sahne sanatlarının başşehri olan İstanbul’un unutulmaz sahne yüzleri… Güllü Agop (1840-1902 Osmanlı dönemi tiyatro oyuncusu, yönetmeni Türk tiyatrosunun kurucularından olan Güllü Agop, Gedikpaşa Tiyatrosu’nda Ahmet Fehim, Ahmet Necip, Muhterem Efendi, Mehmet Vamık gibi ilk Türk tiyatro oyuncularını ve Kel Hamit, Kavuklu Hamdi, İsmail Hakkı Dümbüllü gibi ünlü tuluatçıları yetiştirmiştir. Kavuklu Hamdi (1841-1911) Çoğunlukla Ramazan’da oynanan ortaoyununu kapalı yerde ve sahnede de oynayabilmek için oyunların metinlerini sahneye uyarlayarak, “perdeli ortaoyunu” denilen türü ortaya çıkaran Kavuklu Hamdi, son dönemini Eyüp’te kahvecilik yaparak geçirir ve yoksulluk içinde hayata veda eder. Tomas Fasulyeciyan (1843-1901) Osmanlı tiyatrosunun en önemli isimlerinden birisi olan Tomas Fasulyeciyan, kurduğu toplulukla Filibe, Edirne, Çanakkale, Trabzon, Ordu illerini kapsayan uzun bir turneye çıkmıştır. Sanatçı, Türk tiyatro tarihine önemli katkılarda bulunmuş ve unutulmaz tiratlarıyla tiyatro tarihine geçmiştir. Naşit Özcan (1889-1943) Komik-i Şehir lakabıyla tanınan Türk tiyatrosunun ünlü tuluat ustası Naşit Efendi “Sultan Hamid’i bile güldüren adam” olarak da anılmaktadır. Türkiye’de ilk kez tiyatro temsillerinde sessiz film kullanan Naşit Özcan, Bir Millet Uyanıyor, Duvaksız Gelin ve Düğün Gecesi filmlerinde de oynamıştır. Muhsin Ertuğrul (1892-1979) Türkiye’de tiyatro ve sinema alanlarında ilklere imza atan Muhsin Ertuğrul, 1931 yılında ilk sesli Türk filmi olan İstanbul Sokaklarında’yı çekmiştir. Türk tiyatrosunun Batılı anlamda kurucusu olarak kabul edilen Muhsin Ertuğrul, Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’ne atandığında 82 yaşındadır. İlerleyen yaşına rağmen Semt Tiyatrosu, Öğle Tiyatrosu ve Gezici Tiyatro gibi çeşitli uygulamalarla yeni bir tiyatro seferberliği başlatır. Ölümünden sonra adı İstanbul Şehir Tiyatroları Harbiye Sahnesi’ne verilen Muhsin Ertuğrul adına 1997’den bu yana Afife Jale Tiyatro Ödülleri kapsamında ödül verilmektedir. İsmail Hakkı Dümbüllü (1897-1973) Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi, ortaoyunu ve tuluat ustası İsmail Hakkı Dümbüllü, 1897’de Üsküdar’da doğar. Babası II. Abdülhamid’in silahdarlarından Zeynel Abidin Efendi’dir. 30 yaşına kadar Kel Hasan’ın yanında çalışmasının ardından Şehzadebaşı Tiyatrosu’na geçer. Geleneksel Kavuğu Kel Hasan’dan alır. Kendisi de bu kavuğu Münir Özkul’a devredecektir. Kel Hasan’dan öğrendiklerini kendi kişiliğiyle birleştirerek oluşturduğu “Dümbüllü Tarzı”nı hem sahnede, hem de perdede sergilemeyi sürdüren oyuncu Nasreddin Hoca’yla özdeşleştirilmiştir. Bedia Muvahhit (1897-1994) Atatürk’ün “Türk kadını sahneye çıkmalı. Bu sahnemiz için elzemdir.” Sözleri üzerine sahneye çıkan Bedia Muvahhit, Ceza Kanunu adlı oyunda alkışlanır. 1923’ten 1975 yılında emekli oluncaya kadar sahneden hiç inmeyen Bedia Muvahhit, yalnız oyuncu olarak değil, oyun yazarlığı ve çevirmenliğiyle de tiyatromuza hizmet verdi. Türk tiyatrosunun başarılı kadın oyuncularından biri olduğu kadar, birikimi ve dünyaya bakışıyla da örnek bir kişilik olan Bedia Muvahhit, bir kaza sonrasında hayatını kaybetti. Vefatından sonra Beyoğlu Küçük Sahne binasındaki bir sahneye adı verilir. Afife Jale(1902-1941) Türk ilk Müslüman-Türk kadın oyuncusu olan Afife Jale, tiyatro aşkının simgesi olmuş ve adına verilen ödüllerle onurlandırılmıştır. 1919 yılının 13 Nisan gecesi açılışı yapılacak olan, Hüseyin Suat’ın Yamalar adlı oyununda, Eliza Binemeciyan’ın Paris’e gitmesi nedeniyle Emel rolü boşta kalır. Bu rol Darülbedayi yöneticileri tarafından Afife Jale’ye verilir. Böylelikle Afife Jale, Kadıköy’deki Apollon Sineması’nda (şimdiki Reks Sineması) Emel rolünü oynayarak sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını olur. 1996 yılından bu yana Yapı Kredi Sigorta tarafından düzenlenen ve gelenekselleşen Afife Tiyatro Ödülleri her yıl sanatçının anısına düzenlenmektedir. Afife Jale’nin hayatı Şahin Kaygun’un bir filmine ve Nezihe Aras’ın tiyatro oyununa konu olmuştur. Münir Özkul (1925) Henüz lise öğrencisiyken Bakırköy Halkevi’nde Mahçuplar adlı komedi oyunuyla sahneye çıkarak amatör oyunculuğa başlar. Gerçek hayatta da oldukça mahcup olan Özkul, sahnedeki rahatlığına kendisi bile inanamaz. Özkul için okul niteliği taşıyan Halkevi’nde birçok oyunda oynayarak kendini yetiştirir. Lise eğitimi nihayet bittikten sonra artık profesyonel oyuncu olmaya karar verir. Profesyonel oyunculuğuna Ses Tiyatrosu’nda Aşk Köprüsü isimli oyunla başlar. Mürüvvet Sim’in karşısında provalarda tir tir titreyen mahcup Özkul, gösterim esnasında rolünün hakkını fazlasıyla vererek hem Sim’i hem de izleyenleri şaşırtır. Ses Tiyatrosu’nda müzikli güldürü türündeki oyunlarda oldukça başarılı olsa da farklı şeyler yapma isteği onun bu tiyatroda kalmasına engel olur. Özkul, 1951 yılında Küçük Sahne’nin kuruluşuna dahil olarak Muhsin Ertuğrul’la çalışma fırsatı yakalar. Küçük Sahne’de ilk önemli rolünü, Sadri Alışık, Nevin Akkaya, Şükran Güngör ve Cahit Irgat gibi güçlü oyuncularla, yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un yaptığı ve Steinback’in aynı adlı romanından tiyatroya uyarlanan Fareler ve İnsanlar’da alır. Ayrıca, yine Küçük Sahne’de Yarış, Onikinci Gece, Aşağıdan Yukarı ve Karışık İş gibi başarılı oyunlarda da oynar. 1957’de kapanana kadar Küçük Sahne’de birçok oyunda rol alır. 1958 sezonunda Vasfi Rıza Zobu’nun ısrarı ile Şehir Tiyatroları’na katılır. Fakat özel tiyatrodan gelen oyuncunun alıştığı heyecanlı, canlı, dinamik ve rekabet dolu oyun anlayışı Şehir Tiyatroları’nda yoktur. Maaşlı oyunculuk Özkul’a göre değildir, iki sezon sonra Şehir Tiyatroları’ndan ayrılır. 1963-1964 yıllarında kendi tiyatrosunu kurarak Newyork’ta Bir Pazar, General Çöpçatan ve Aşk Aşk Aşk adlı oyunlarda roller alır. Zaman zaman tiyatroya ara veren Özkul, 1967-1968 yılları arasında tekrar tiyatroya dönerek Arena Tiyatrosu’nda Sasafra Dallarındaki Rüzgar ve Kanlı Nigar temsillerinde yer alır. Kanlı Nigar piyesindeki Kavuklu rolüyle İlhan İskender Ödülü’ne layık görülür. Yine aynı sene ünlü tuluat ustası İsmail Dümbüllü, icazet verdiğini göstermek için kavuğunu Münir Özkul’a hediye eder. 1969 yılında Bizim Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelenen Sersem Kocanın Kurnaz Karısı oyununda Tomas Fasulyacıyan tiplemesiyle büyük başarı elde eder. 1940’lı yılların sonunda askerliğini yaptığı dönemde Vatan ve Namık Kemal adlı filmde yönetmen asistanlığı yapan arkadaşı Sırrı Gültekin’i ziyarete giden sanatçı, arkadaşının ricasını kırmayıp bu filmde figüranlık yaparak “tesadüfen” film setlerine adımını atar. Çoğu zaman komedi türü filmlerde rol alan sanatçı özellikle mimikleriyle, samimi tavırlarıyla halk tarafından kısa sürede benimsenir. En bilinen rollerinden biri onunla özdeşleşen Hababam Sınıfı serisindeki tatlı sert okul müdürü Kel Mahmut tiplemesi olur. Adile Naşit’le beraber oynadığı filmlerle Türk sinemasının unutulmaz ikililerinden olurlar. Nejat Uygur (1927) Öğretmen bir annenin ve subay bir babanın üç çocuğundan ortancası olarak 1927’de Kilis’te dünyaya gelen Uygur, İsmail Dümbüllü tarafından keşfedilir. Kısa süre çalıştığı gemide, asker ocağında, evinde, mahallesinde herkesi güldüren Uygur sonunda mesleğine karar vererek 1949 yılında profesyonel hayatına Nejat Uygur Tiyatrosu’yla adım atar. Nejat Uygur, Ayar Hamza adlı oyununu izlemeye gelen İsmail Dümbüllü’nün, “Nejat, eğer seni Münir’den (Özkul) önce seyretseydim kavuğu sana verirdim” dediğini söyler. O günden sonra Uygur’un sanatını destekleyen Dümbüllü, sanatçının hayatında önemli bir rol oynayacaktır. Amatör ve profesyonel olarak altmış yıldan uzun süredir tiyatro yapan Nejat Uygur’un elliden fazla ödülü vardır. Ayrıca Devlet Sanatçısı unvanına sahiptir. Sanatçı, iki kez ABD, dört kez Avrupa ve 35 yıla yakın da Anadolu turnesi yapmış, yurdun hemen her yanını ekibiyle dolaşmıştır. İstanbul Kocamustafapaşa’daki Çevre Tiyatrosu’nu senelerce doldurmuş, tiyatronun şehrin merkezinde olmasa da izleyici bulduğunu kanıtlamıştır. Adile Naşit(1930-1987) 1930 yılında tiyatro oyuncusu Amelya Hanım ile ünlü komedyen Naşit Bey’in kızı olarak dünyaya gelir. Ağabeyi Selim Naşit ile babasının tiyatrosunun kulislerinde büyür, babasının oyunlarından parçaları aralarında oynayarak eğlenirler. Yaptığı taklitlerle babasının da takdirini toplayan Adile Naşit, oyuncu olmaya o yıllarda karar verir. Fakat henüz 13 yaşındayken babasını kaybetmesi Adile Naşit’in konservatuar hayallerini suya düşürür. Öğrenimini yarım bırakıp geçici işlerde bir süre çalıştıktan sonra nihayet bir oyun izlemek için gittiği ve sonrasında tanıdığı bir oyuncuyu ziyaret için girdiği Şehir Tiyatrosu kulisinde oyunculuk yapması için teklif gelir. Böylece 1944 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun Çocuk Tiyatrosu’na girer. Her Şeyden Biraz oyunuyla ilk defa profesyonel bir sahneye çıkar; Halide Pişkin’in grubuyla bir de İstanbul turnesi yapar. Daha sonra Selim Naşit’in de bulunduğu Muammer Karaca Tiyatrosu’na geçen Adile Naşit, 1950’de, Karaca Tiyatrosu’nda tanıştığı kendisi gibi tiyatrocu olan Ziya Keskiner’le evlenir ve oğlu Ahmet dünyaya gelir. 1961’de, eşi Ziya Keskiner ve ağabeyi Selim Naşit Özcan’la birlikte Ankara’da Naşit Tiyatrosu’nu kurmaya karar verirler. Fakat siyasi ve ekonomik sıkıntılara denk düşen bu dönemde iki ay içerisinde tiyatroyu kapatmak zorunda kalınca tekrar İstanbul’a dönerler. 1963’te Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu’nda çalışmaya başlayan Adile Naşit, 1975’te sıklaşan film teklifleri nedeniyle gruptan ayrılma kararı alana kadar bu tiyatronun sahnesinde alkışlanacaktır. Sinemaya 1948 ’de girmesine rağmen oynadığı küçük rollerle yetinmek zorunda kalan sanatçı, 1976’da İşte Hayat adlı filmle dikkat çeker. Bu filmdeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanır. Bu, Türk sinemasında, “yıldız” olmayan bir başoyuncunun kazandığı ilk ödüldür. Sonrasında gelen, ünlü Hababam Sınıfı serisindeki Hafize Ana rolü ve Münir Özkul ile oynadıkları aile komedilerindeki iyi yürekli sevimli anne, teyze rolleriyle Türk sinemasının unutulmaz isimleri arasına girer. Hem sinemada hem de tiyatroda başarılı bir karakter oyuncusu olarak yer edinir, abartısız oyunculuğu ve şen kahkahasıyla babasının izinden gidebilmenin gurunu yaşar. Gazanfer Özcan (1931-2009) Eski bir İstanbullu ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Özcan, Cihangir Firuzağa İlkokulu’nda, Beyoğlu Ortaokulu’nda ve ardından Vefa Lisesi’nde eğitim görür. Lisedeyken oynadığı Hisse-i Şayia adlı oyundaki Bican Efendi rolüyle tiyatroyla tanışır ve tiyatrodan kopamayacağını anlar. Şehir Tiyatroları Çocuk Bölümü’ne katılarak profesyonel oyunculuğuna başlayan sanatçı, 1955 yılında Komedi Tiyatrosu’nda oynanan Mahallenin Romanı oyunu ile dönüm noktasını yaşar. Bu oyunda rahatsızlanan Reşit Gürzap’ın yerine sahneye çıkıp başarılı olunca kadroya alınır, bu sayede hem çocuk tiyatrosundaki oyunlara devam eder hem de yetişkin oyunlarda görev alır. 1962 yılına kadar devam ettiği Şehir Tiyatroları’ndan yine tiyatroda tanışıp evlendiği Gönül Ülkü ile kuracakları Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu sebebiyle ayrılır. 50 yıla yakın devam ettirdikleri bu tiyatroda birlikte oyunlar çıkaran çift, genç oyuncuların yetişmesinde de önemli bir rol üstlenir. Yıldız Kenter(1928) Asıl adı Ayşe Yıldız olan sanatçı diplomat Ahmet Naci Kenter ile sonradan Nadide ismini alan İngiliz Olga Cynthia’nın beşinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Çocukluğu babasının diplomatlıktan ayrılması sebebiyle maddi sıkıntılar içinde geçer. Babasının desteğiyle girdiği Ankara Devlet Konservatuarı’nın sınıf atlayan ilk öğrencisi olur. 1948’de Shakespeare’in On İkinci Gece’si ile Ankara Devlet Tiyatrosu’nda profesyonel oyunculuğa başlayan sanatçı, burada on bir yıl çalışır. Rockefeller bursu kazanarak American Theatre Wing, Neighbourhood Play House ve Actor’s Studio’da oyunculuk ve oyunculuk öğretiminde yeni teknikler üzerine çalışmalar yapar. Daha sonraki yıllarda sürekli olarak Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’de değişen eğitim ve oyunculuk metotları üzerine çalışmalar yapmaya devam eder. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda eğitmenlik de yapan Yıldız Kenter, 1959’da Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılarak Muhsin Ertuğrul ile bir yıl Karaca Tiyatrosu’nda çalışır. 1960 yılında kardeşi Müşfik Kenter ve eşi Şükran Güngör ile Site Tiyatrosu’nu kurar, tiyatro adını iki yıl sonra Kent Oyuncuları olarak değiştirir. 1968’de Şişli Halaskargazi’deki tiyatro salonunu tamamlayan Kenterler, Kenter Tiyatrosu adını verdikleri binaya taşınır. Varlığını halen sürdüren tiyatronun ekibiyle yüzün üstünde oyunda oynayan Yıldız Kenter; William Shakespeare, Anton Çehov, Bertolt Brecht, Eugéne Ionesco, Harold Pinter, Edward Albee, Tennessee Williams, Alan Ayckbourn, Arthur Miller, Brian Freil, Neil Simon, Athol Fugard ve Sergey Kokovkin gibi pek çok yabancı yazarın yanı sıra Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Güner Sümer, Adalet Ağaoğlu, Zeki Özturanlı, Güngör Dilmen ve Muzaffer İzgü gibi pek çok Türk yazarının oyunlarını da sahneye koyar. Yıldız Kenter ilerleyen yaşına rağmen kendinden çok daha genç oyuncuların oynamaya cesaret dahi edemediği tek kişilik oyunlar olan Ben Anadolu, Alyoşa ve ailesinin tarihini konu edinerek yazdığı Hep Aşk Vardı ve son olarak Kraliçe Lear’la izleyenlerini büyülemeye devam etmektedir. Gülriz Sururi (1929) 1929’da İstanbul’da doğan Gülriz Sururi’nin annesi genç yaşta hayatını kaybeden dönemin primadonnası kabul edilen operet sanatçısı Suzan Lütfullah Hanım, babası ünlü tenor ve Halk Opereti’nin kurucusu Lütfullah Sururi’dir. Amcaları Celal Sururi, Yusuf Sururi ve Ali Sururi de tiyatrocudur. Çocukken tanıştığı sahnelere ilk kez 1942’de İstanbul Şehir Tiyatrosu Çocuk Bölümü’nde Şeytan adlı oyunun başrolünde çıkar. Ertesi yıl Şehir Tiyatroları’nın hazırladığı Yaprak Dökümü oyununda dönemin ünlü oyuncularıyla sahnededir. 13 yaşındayken ilk seslendirmesini Pinokyo’yla yapar. Henüz öğrenciliği devam ederken konservatuara yazılmasına karar verilen Gülriz Sururi, babasının ısrarıyla 15 yaşındayken Halime ve Pipiçia operetlerinde “vamp kadın” karakterleri oynamak üzere bir de turneye çıkar. Fakat daha sonra Çocuk Tiyatrosu’nda yıllarca hep küçük rollerde yer alması ve kazandığı paranın geçinmesine yetmemesi sebebiyle özel bir tiyatroya geçmeye karar verir. Amcalarının da oynadığı Karaca Topluluğu’na katılır. Fakat burada çalışması uzun ve istikrarlı olmaz. 19 yaşında ilk evliliğini yaparak ayrılır. Evliliği uzun sürmese de sahnelerden uzak kalmasına neden olur. 1955 yılında tekrar Karaca Topluluğu’na katılarak Muhteşem Serseri ve Cibali Karakolu ile turneye gider. Gülriz Sururi dönüşte oynadığı ilk oyun olan Ednan Bey Duymasın’la adından söz ettirmeye başlar. Cam Kırıkları’yla daha yirmili yaşlarındayken kırk yaşında bir kadını oynadığı Anna Frank’ın Hatıra Defteri Karaca Topluluğu’nda oynadığı diğer oyunlardır. 1957 yılında geçirdiği göz hastalığı sonucu sağ gözünün şiş kalması, yıllar sonra bir modaya dönüşen ünlü makyajını yapmasına neden olur. 1962’de eşi Engin Cezzar’la Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nu Dormen Tiyatrosu’nun boşalttığı Küçük Sahne’de kurarlar. İlk oyunları Tütün Yolu’nda küçük roller alan çift, başarılı bir çıkış yapar. İkinci oyunları Çikolata Sevgilim de kısa sürede seyirciyi ve basını etkiler. Daha sonra, Aklın Oyunu, Tatlı Kaçıklar sahnelenir. İkinci sezon Othello ile başlar ve Canlı Maymun Lokantası oyunu ile devam eder. 1964 yılında, Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı müzikali oldukça büyük bir yapımla Karaca Tiyatrosu’yla ortak hazırlanır. Oyunun başarısı hem oynayan oyuncular için hem de tiyatro için bir dönüm noktası olur. Keşanlı Ali Destanı yurtiçi ve yurtdışı turneleriyle tiyatro dünyasında unutulmaz bir olay haline gelir. Elhamra Tiyatrosu’nu onararak Keşanlı Ali Destanı’nın temsillerine devam eden ekip, bir yandan da Direklerarası müzikalini hazırlayarak sahneye koyar. Yoğun çalışma ve masraflı bir hazırlık sürecinden sonra oynanan oyun istenilen etkiyi yaratmaz. 1966’da oynanan Yaşar Kemal ’in Teneke adlı oyunu, tiyatronun tekrar toparlanmasını sağlar. Gülriz Sururi, bu oyunundaki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülünü bir kez daha kazanır ve Türk Kadınlar Birliğince yılın kadını seçilir. Erol Günaydın(1933-2012) 1933’te Trabzon’da doğar. 1950 yılında Galatasaray Lisesi öğrencisiyken ilk defa sahneye çıkan Günaydın’ın ilk oyunları Şair Evlenmesi, Teklif ve Yağ adlı eserleri olur. Öğrenciliği devam ederken Beyoğlu’ndaki Büyükparmakkapı sokağında yeni kurulan Haldun Dormen yönetimindeki Tiyatro Derneği’nde ve Cep Tiyatrosu’nda çalışmalarına devam eder. Liseden mezun olunca, 1956 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’na müracaat ederek Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Devlet Tiyatrosu’na katılır. Bu kurumda Kleopatra’nın Mezarı ve Nuh oyunlarında sahneye çıkar. Devlet Tiyatrosu’nda geçen bir yılın sonunda İstanbul’a dönerek Dormen’in Küçük Sahne’de kurduğu topluluğa girer; 1958-1959 sezonunda Zafer Madalyası, Kamp 17 ve Ayı Masalı oyunlarında rol alır. Ağrı’da askerlik görevini yedek subay olarak yaparken çocuklarla Küçük Şehir oyununu hazırlayan Günaydın, çocuk tiyatrosu çalışmalarının temelini bu uğraşılarla atar. Diğer tiyatro çalışmalarının yanında, bir yandan Akbank Çocuk Tiyatrosu’nda oyunlar oynar, bir yandan da aldığı karavanını, arabasının arkasına takarak kapakları açılır kapanır bir sahne oluşturup Anadolu köylerine Hacivat-Karagöz oyunları ile meddahlık gösterilerini birleştirdiği oyunları götürür. Günaydın, askerlik dönüşü tekrar Dormen Tiyatrosu’na girer. Aynı sahneyi paylaştıkları Kenter Tiyatrosu’nda da oynamaya başlar. Gülriz Sururi ve Engin Cezzar’ın kurduğu tiyatroya geçerek onlarla Canlı Maymun Lokantası ve Midas’ın Kulakları oyunlarında oynar. Kısa süre Ali Poyrazoğlu ve Gen-ar tiyatrolarında çalıştıktan sonra tekrar Kenter ve Dormen tiyatrolarına döner ve 1971’e kadar onlarla sahneye çıkmaya devam eder. 1970 yılında Cemal Reşit Rey’i ikna ederek beraber yazdıkları Yaygara 70 müzikalini ve ardından da yine beraber yazdıkları Uy Balon Dünya müzikalini sahneye koyar. İki müzikal de çok beğenilir. Ekip, bir davet üzerine bu iki müzikalin içiçe geçerek birleştirildiği şekliyle Londra’da sahneye çıkar. Haldun Dormen’le beraber yazdıkları Hisseli Harikalar Kumpanyası da bir o kadar beğenilir. 1971 yılında Dormen Tiyatrosu kapanınca Altan Erbulak ile Taksim Venüs Tiyatrosu’nu kuran Günaydın, Bit Yeniği oyunuyla sahneye çıkar. Münir Özkul ile bir araya gelerek geleneksel tiyatro yapmaya karar veren Günaydın, Sadık Şendil’in Acele Bir Koca Aranıyor oyununu hazırlar ve bu oyun ile İstanbul Festivaline ve ardından da İzmir Fuarı’na katılırlar. 1970’li yıllarda oynadığı tiyatroların bir bir kapanması sonucu ekonomik sıkıntılar yaşayan Günaydın, video filmler için seslendirme yapar. Bunlardan en bilineni Altan Erbulak ile birlikte seslendirdikleri, ülkemizde Yavru ile Katip olarak bilinen İtalyan yapımı filmlerdir. Bunun yanında Günaydın sevilen çizgi film kahramanı Ayı Yogi’nin de yıllarca seslendirmesini yapar. Erol Günaydın’ın televizyon macerası yine bu yıllarda başlar. O dönem Kenterlerle birlikte radyoda Uğurlugil Ailesi adındaki programda canlandırdığı tiplemenin çok beğenilmesi üzerine TRT’den teklif alır ve Ramazan ayı boyunca çeşitli kılıklara bürünerek büyük maharet sahibi olduğu meddahlığı ekrana taşır. Yine bu dönemde çeşitli reklam filmlerinde oynar; trafik kurallarını anlatan Yanlış Ahmet Doğru Mehmet’i çeker. 1970’lerin sonunda televizyon için hazırladıkları skeçlerde İsmet Ay ile birlikte birbirinden huysuz iki kocakarıyı canlandırdıkları “Huriye ile Zuriye” tiplemeleri çok beğenilir. Bunun üzerine dönemin ünlü gazinolarında sahneye çıkmaya başlasalar da bu kısa sürer ve tekrar dönemin tek kanalı olan TRT’ye dönerler. Huriye ve Zuriye tiplemesi yıllar sonra İsmet Ay ile birlikte oynadıkları Tatlı Kaçıklar adlı televizyon dizisine taşınır. 1972 yılında Nasreddin Hoca’nın şehri olarak bilinen Akşehir’den Günaydın’a, Nasreddin Hoca Şenlikleri’nde Hoca’yı canlandırması teklifi gelir. Akşehir’in yolunu tutan Günaydın’ın bu macerası bir temsilin ötesine geçer ve sanatçı yıllarca Nasreddin Hoca ile özdeşleşir. Özel olarak hazırlattığı Nasreddin Hoca kıyafetiyle ilçede dolaşır, esnafla sohbet eder, gelen siyasileri ağırlar ve o kadar başarılı olur ki hem ilçe sakinlerinin sevgilisi olur hem de Akşehir’in yetiştirdiği ünlü tarihçi, Nasreddin Hoca üzerine de eser vermiş İbrahim Hakkı Konyalı’dan bu yeteneğinden dolayı büyük övgüler alır. Yeşilçam’a ise ilk defa 1960 yılında Muhterem Nur ile başrolünü oynadığı Yeşil Kurbağalar adlı filmle adımını atan Günaydın ertesi yıl yine Muhterem Nur ve Altan Erbulak’la Yaman Gazeteci, hemen ardından da Türkan Şoray ile Kardeş Uğruna filmlerinde yer alır. Güzel Bir Gün İçin adlı filmle 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne layık görülür. Hatıralarında tiyatronun tatile girdiği yaz döneminde para kazanmak amacıyla oynamaya başladığı filmlerde çektiği zorluklardan bahseden Günaydın, 1963 yapımı Ölüm Tarlası filmindeki anısını şöyle anlatır: “Dörtnala giden attan vurulup düşeceksin dediler bana. Ya ben ata zaten zor biniyorum! Vuruldum, dörtnala giden attan attım kendimi tarlanın ortasına, boynum kaydı. Yıllar sonra omurilik ameliyatı oldum. Çünkü felç oluyordum yürüyemedim.” 1960 yılından günümüze seksenin üzerinde filmde oynayan Erol Günaydın 1980’li yıllarda birlikte aralarında Çiçek Taksi, Cennet Mahallesi, Hırsız Polis, Sinekli Bakkal, Akasya Durağı gibi birçok dizide de yer almıştır. Uzun yıllar meddahlık denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olan Erol Günaydın, bu anlamda da oldukça takdir ettiği Ferhan Şensoy ve ekibi ile Kahraman Bakkal Süper Markete Karşı, İstanbul’u Satıyorum, Soyut Padişah, Uzun Donlu Kişot gibi oyunlara çıkar. 2012’de İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Çehov Makinası adlı temsilinde yer alır. Sanatçı 15 Ekim 2012 tarihinde hayatını kaybeder. Çeşitli televizyon programları, sinema filmleri, diziler, seslendirmeler ve tiyatro oyunları ile geçen yılları 2005 yılında gazeteci-yazar Emine Algan tarafından İki Kalas Bir Heves adıyla kitaplaştırılan Erol Günaydın, en büyük sevdası olan tiyatro serüvenini şöyle özetlemiştir: “Tiyatroda beni en çok etkileyen, ahşaptır. Öyle güzel ahşaptır ki mis gibi kokar. Tiyatroya ilk girdiğimde o kokuyu aldım. Dedim ki tevekkeli değil, ustalar, ’iki kalas bir heves’ derlerdi. İşte o kalasların kokusu sinmiş tiyatroya, benim hevesimle birleşmiş. O koku, hiçbir yerde olmayan bir kokudur. Vazgeçemediğim budur.”