Normal devlet borçları

advertisement
DEVLET BORÇLARI
PROF.DR.HALUK EGELİ
I.BÖLÜM
DEVLET BORÇLARI KAVRAMI VE
ÇEŞİTLİ YÖNLERİ
Modern devlet anlayışı içinde ihtiyaçlar her gün daha
fazla artmaktadır.Bu çerçevede devlet daha fazla
harcamaya
gereksinim
duymaktadır.Kamu
harcamaları genel olarak vergi,resim,harç,mülk ve
teşebbüs,para cezaları vb. kamu gelirleri ile
karşılanmaktadır.Ancak
devletin
bu
olağan
harcamaları dışında bazen beklenmedik şekilde ya da
daha büyük miktarlarda harcamalar yapması gerekir
ki bunların yukarda sayılan gelirlerle karşılanması
imkanı söz konusu değildir.Bunun için devlet ihtiyaç
duyduğu parayı ya da kaynakları borçlanma yoluyla
sağlamaktadır.Ancak devletin büyük yatırımlar ve
savaşlar haricinde yıllık bütçe açıklarını kapatmak için
de borçlandığı çok görülmektedir.
Günümüzde önemli bir kamu geliri olan
borçlanma kamu maliyesi içerisinde ayrı bir
disiplin olarak yer almakta ve kamu kredisi olarak
da ifade edilmektedir.Kamu kredisi sadece
merkezi devletin değil mahalli idareler ile diğer
idari
kuruluşların
da
borçlanmalarını
kapsamaktadır.
Bir devletin borçları gerek halk arasında gerekse
basında sürekli ilgi çeken ve tartışılan bir
konudur.Bu
borçların
hangi
amaçlarla
yapıldığı,hangi kaynaklardan sağlandığı, devlete
ve vatandaşlara nasıl yükler oluşturduğu, ne
şekilde kullanılıp yönetildiği ve milli ekonomi
üzerindeki etkileri günlük hayatta üzerinde sıkça
tartışılan konular arasındadır.
I. Devlet Borcunun Önemi
• Günümüz sosyal refah devleti anlayışı içerisinde devletin
görev ve fonksiyonlarının artış göstermesi nedeniyle
devletin ihtiyaçları daha da artmaktadır.Bu nedenle daha
fazla kamu harcamasına ve karşılığı kamu gelirine
ihtiyaç duyulmaktadır.Borçlanma artık olağan üstü bir
kamu geliri olmaktan çıkıp olağan bir kamu geliri haline
dönüşmüştür.Özellikle vergi gelirlerinin yetersizliği
durumunda devletin en önemli alternatifi borçlanma
gelirleri olmaktadır.Nitekim devlet borçlanmadan elde
ettiği gelirleri geçici ve kesin bütçe açıklarını kapatmanın
dışında (hazine işlemleri) ekonomik konjonktüre bağlı
olarak oluşan atıl fonları ekonomide tekrar aktif fonlar
haline getirmek amacıyla da kullanmaktadır.Bu nedenle
devlet borçları gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan
ülkelerde hacim olarak büyük boyutlara ulaşmaktadır.
Öte yandan devlet borcundan söz edildiği zaman
borç verenle borç alan arasındaki ilişkiden çok
işin parasal yönü önem kazanmaktadır.Çünkü
borçlanma, maliye, para ve sermaye piyasaları
üzerinde önemli rol oynamaktadır.Şöyle ki;
sermaye ve gelirlerin yeniden dağılımını
düzenlemekte ve borç yönetimi olarak sosyal ve
ekonomik
yapıya
derinden
etkide
bulunmaktadır.Sonuç olarak bir kamu geliri olarak
borçlanma aynı zamanda maliye politikasının bir
aracı olarak başta ekonomik hedefler olmak
üzere sosyal, mali ve politik hedeflere ulaşma
yönünden de önemli bir politika aracı olarak
kullanılmaktadır.
II.KAMU GELİRLERİ İÇİNDE
BORÇLANMANIN YERİ
Borçlanma,
verginin
başlıca
alternatifi
olarak
görülmektedir.Vergilerin yetersizliği veya vergilerle
finansmana gidilemediği durumlarda borçlanmaya
başvurulmaktadır.Bu durumda borçlanma aslında verginin
ertelenmesine yol açmaktadır.Kamusal faaliyetlerin
maliyetiyle vergi ve diğer gelirlerin toplamı arasında fark
oluştuğunda
devlet
borçlanarak
aradaki
farkı
karşılamaktadır.Esasen borçlanmaya başvurmak bir
bakıma ileride toplanacak vergi gelirlerinin önceden
kullanılması anlamına gelmektedir.Ancak burada önemli
olan bir ülkede borçlanmaya başvurabilmek için o ülkenin
vergi potansiyelinin tam olarak vergilendirilmesidir.Ülkenin
vergi rezervleri değerlendirilmeksizin borçlanmaya gitmek
yanlış bir politikadır. Özellikle vergi kaçakçılığının yaygın
olması durumunda borçlanmaya başvurmak daha da kötü
sonuçlara yol açabilir.Çünkü artan borç yükü ileride
yeniden vergi gelirleriyle karşılanmak zorunda kalacaktır.
III.BORÇLANMA VE VERGİ ARASINDAKİ
FARKLILIKLAR
Devlet, siyasi ve ekonomik koşullar
çerçevesinde vergi ile borçlanma arasında
hangisi
uygunsa
onu
kullanabilmektedir.Kısacası borçlanma ve
vergileme arasındaki tercih iktisadi ve
siyasi
oportüniteye
göre
belirlenmektedir.Kamu
borçlanmasının
vergiden ayrıldığı temel noktalar şu şekilde
belirtilebilir.
•
•
•
•
•
Vergi, kesin bir gelir kaynağıyken borçlanma geçici bir gelir
kaynağıdır.
Vergi belirli kanunlara dayanılarak zorla tahsil edildiği
halde borçlanma istisnalar hariç iki taraf arasında yapılan
bir rıza sonucu oluşmaktadır.
Vergi genelde ülke içi kaynaklardan karşılanırken
borçlanma hem ülke içi hem ülke dışı kaynaklardan
karşılanmaktadır.
Borçlanma genelde olağanüstü büyük harcamalar için
yapılırken vergiler normal ve cari harcamalar için
kullanılmaktadır.
Devlet borçlanmaya giderken sağlayacağı parayı nereye
harcayacağını belli eder iken vergi geliri genel bütçeye
girdikten sonra bir bütün içinde kaybolur ve belli bir
finansmanın yapılması diye bir sınırlılık söz konusu olmaz.
Devlet topladığı vergileri istediği yere harcayabilir.
•
•
•
•
•
Devlet, borçlanırken alacaklıya belli bir faiz ödemeyi ve belli bir
süre dolduğunda borcun tamamını (anaparasını) ödemeyi
taahhüt eder.Zaten borçlanma iki yanlı bir rızayla doğduğundan
bu yükümlülükler de bu rızanın gerçekleşmesi için zorunludur.
Vergi yurtiçi kaynaklardan elde edilir. Borçlanma ise hem yurtiçi
hem yurt dışı kaynaklardan elde edilir.
Vergiler fertlerin tüketim ve yatırımlarının azalmasına sebep
olduğu halde borçlanma genel olarak ödenen faizden ötürü
kişisel kazançların artmasına yol açmaktadır.
Vergiler ödeme gücü dikkate alınarak tahsil edilir. Borçlanma
ise prensip olarak tasarruflara dayanmaktadır. Yani kişinin
devlete borç verebilmesi için elinde tasarrufa ayırdığı bir
miktarın olması gerekir. Böylece kişiler şimdiki satın alma
gücünden, ilerde kullanmak üzere vazgeçmiş olmaktadır.
Vergi yükü genelde yaşayan nesiller üzerinde kalır iken
borçlanmanın yükü gelecek nesiller üzerinde kalabilmektedir.
IV.KAMU GELİRLERİ ARASINDA
TERCİH SORUNU
•
Günümüzde devlet, vergi ile borçlanma arasında tercih yaparken
şartlara göre hareket etmektedir.Bunlardan hangisini seçeceğine
dair karar vermesinde etkili faktörlerden biri kamu harcamalarının
amacıdır.Öncelikli amaç vergilerden yararlanmak olmakla birlikte
günümüzde borçlanma da verginin önemli bir alternatifi haline
gelmiştir.Vergileme ve borçlanma arasındaki tercih aslında iktisadi
konjonktüre bağlı olarak da şekillenebilmektedir.O halde bu iki
finansman metodu arasındaki tercih ekonomik ve siyasi şartlara
göre belirlenmektedir.Borçlanmayla finansman halinde devlet
borcun nitelik ve bileşimi üzerinde ayarlama yapabilir ve artan
harcamalarını borçlanma ile finanse ederek bu borçlanmayı da yeri
geldiğinde para basımı ile karşılayabilir.Bu durumda borç faiz
getirmeyen sürekli bir borç halini alır.Dolayısıyla devlet bu şekilde
sağladığı gelirlerle özel kesimin tasarruflarını kullanarak
ekonomideki mevcut kaynaklar üzerinde etkili olabilmektedir.
IV.KAMU GELİRLERİ ARASINDA
TERCİH SORUNU
• Klasik maliyeciler borçlanmayı devletin asli bir geliri olarak
görmemekte, borçlanmayı devletin normal bir geliri olan vergilerin
öne alınmış, iskonto ettirilmiş bir şekli olarak nitelendirilirler. Yani
kamu harcamalarını karşılamak üzere alınan borçlanma bugün
alınması gereken vergilerin geleceğe ertelenmesidir. Klasiklere
göre devlet vergi alamadığı veya vergi almayı uygun bulmadığı
için borçlanmaktadır. Klasiklere göre borçlanma bireylerin
sermayelerini azaltır ve milli sermayeye diğer kamu gelirlerinden
daha fazla zarar verir. Dolayısıyla devletin borçlanmaya gitmesi
ekonomiye müdahale anlamına gelir. Çünkü borçlanma
yapıldığında devlet bu borçlanmayla daha fazla harcama
yapacaktır. Bu daha borçları geri ödemek için daha fazla kamu
gelirini artırmak anlamına gelmektedir.
• Modern maliyeciler klasiklerin aksine devletin ekonomiye
müdahalesini uygun görmüş ve bu amaçla ekonomik amacı
sağlamak açısından borçlanmanın maliye politikasının bir aracı
olarak
kullanılması
gerektiğini
savunmuşlardır.
Devlet
ekonomideki talep yetersizliğini gidermek için borçlanma yoluyla
gelir yaratıp bu gelirleri kamu harcaması olarak kullanacaktır.
Böylece özel sektördeki durgunluk belli ölçüde azalacaktır.
V.DEVLET BORCUNUN HUKUKİ
DAYANAĞI
• Tıpkı vergi koymak gibi borçlanma yetkisi de devletin egemenlik
hakkının bir gereğidir.O halde devlet borçlanması da her ülkenin
kendi anayasasının çizdiği sınırlar dahilinde kanunla
belirlenmiştir.
Ülkemizde
devletin
borçlanma
yetkisi
anayasalarımızda
belirlenmiştir.
Ancak
uygulamada
hükümetlerin borçlanma kanunlarını (örneğin ülkemizde
borçlanma konusunda başvurulan temel yasalar başta bütçe
kanunu olmak üzere ağırlıklı olarak 4749 sayılı Kamu Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanundur) genelde bütçe
kanunuyla birlikte geçirdikleri görülmektedir.
• Borçlanmanın karşılıklı bir akde dayandığı bilindiğine göre söz
konusu durum alacaklılarla devleti çoğu zaman karşı karşıya
getirmektedir.
• Devletin temel gelir kaynağı olan vergiler gibi borçlanmanın
miktarı, ihraç şekiller ve geri ödeme koşulları kanunlarla belirlenir
ve sınırlanır. Kanun hükümleri devlete borç verecek olan gerçek
ve tüzel kişiler için sağlam bir teminat niteliğindedir.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
VI.KAMU BORCU İLE ÖZEL BORÇLAR
ARASINDAKİ FARKLAR
Kamu borcu kamu hizmetlerinin görülmesi için alınır ve genellikle özel
borçlardan büyüktür.
Özel borçlanma genellikle yurt içinde gerçekleşir, kamu borçlanmasında dış
borçlanma giderek daha çok önem kazanmıştır.
Özel borçların genellikle kısa süreli olmasına karşılık, kamu borçlanmasında
süre daha uzundur.
Kamu borçları zaman zaman cebri ya da yarı cebri sağlandığı halde özel
borçlanmada böyle bir durum yoktur.
Devlet borcunda maliyet ve karlılık gibi faktörler ön planda değildir, özel
borçlanmalarda ise kar amacı ön plandadır.
Devlet borçlarında özel borçlarda olduğu gibi borçlunun varlığıyla borç
arasında herhangi bir ilişki yoktur,borcun reddi halinde alacaklı borcunu
almak için devletin varlıklarına müracaat edemez.
Devlet borçlanma şartlarını tek taraflı kendisi tespit ederken özel
borçlanmada şartları borç alan ile veren birlikte görüşerek belirlemektedir.
Devlet borçlarında devlete borç verenlerin elde ettiği faiz dışında diğer bir
takım yan avantajlar (prim, ikramiye, istisna ve garantiler gibi) söz
konusudur. Bunlar daha ziyade sermaye piyasasının yeterince gelişmediği
ülkelerde görülür. Özel borçlanmada ise bu tür avantajlara yer
verilmemektedir.
Özel borçlardan borç alan kişiler borcunu belli bir vade sonunda geri
ödemekle yükümlüdür. Devlet ise gerektirdiği takdirde bir kanun çıkararak
daha önce alınmış olan borçları reddetme imkanına sahiptir. Dolayısıyla
devletten alacaklı olanların icra yoluna başvurması mümkün değildir.
DEVLET BORÇLANMASINDA SINIR
•
•
•
•
•
Devlet borçlarının sınırı, borçların sürekli olarak artışının ortaya koyduğu bir
sorundur. Söz konusu artışlar borçlanmanın sınırı üzerinde çeşitli fikirlerin ortaya
çıkmasında etkili olmuştur.
Klasik maliyeciler borçlanmayı ekonomiye müdahale aracı olarak gördüklerinden
istisnalar dışında borçlanmaya karşı çıkmışlar ve borçlanmanın en düşük düzeyde
yapılmasını savunmuşlardır.
Modern maliyeciler ise devlet borçlarının sürekli olarak artırılabileceğini ve buna bir
sınır getirilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Özellikle tam istihdam denge seviyesinin
sağlanmasına kadar ki süreçte borçlanma belli bir sınırlamaya tabi olmaksızın
artırılabilir. Keynesyen iktisadın temel felsefesi olan telafi edici maliye politikası
görüşü bunu desteklemektedir. Ancak tam istihdam noktasından sonra artık
borçlanmanın bir sınırı olduğunu ifade etmektedir.
Devlet borçlanmasının sınırını belirleyen bir faktör de faiz oranıdır. Faiz oranı ne
kadar düşük ise, bütçe faiz ödemeleri daha rahat yapılacağından toplam borçların
miktarı da artırılabilecektir. Faizlerin yüksek olması halinde ise borçlanma daha
düşük limitler dahilinde gerçekleşecektir.
Borçlanmanın sınırına ilişkin bir diğer husus ise dövizle ödenecek borçlarla ilgilidir.
Bir ülkenin her türlü mal ve hizmet ihracatından elde ettiği dış alem faktör gelirleri
devlet borçlanmasında bir sınır görevi görür. Söz konusu gelirden daha fazla
yapılan borçlanmalar ekonomi üzerinde olumsuz etkiler gösterir.
•
•
•
•
•
•
VII.DEVLETİN BORÇLANMA
NEDENLERİ
Olağanüstü harcamaların finansmanı için yapılan borçlanma (Savaşlar,
doğal afetler, ekonomik krizler v.b.)
Kamu yatırımlarının finansmanı için yapılan borçlanma (Otonom yatırımlar
olarak bilinen paralı otoyol, köprü, elektrik santrali ve metro v.b.)
Bütçe gelirleri ve giderleri arasında uyum sağlamak amacıyla (Geçici bütçe
açıkları için-kısa vadeli ve kesin bütçe açıklarının finansmanı için uzun
vadeli yapılan borçlanma)
Mevcut borçların ödenmesi için yapılan borçlanma (Bu yöntemle devlet eski
borcunu yeni aldığı borçla kapatmaktadır.Refinansman adı verilen bu durum
devlet için geçici bir rahatlık sağlamakla birlikte faiz yükünde de bir artışa
neden olmaktadır.)
Maliye politikası aracı olarak yapılan borçlanma (Maliye politikası
hedeflerini gerçekleştirmek ve ekonomik istikrarı sağlamak amacıyla devlet
borçlanma politikalarına başvurmaktadır.Nitekim ekonomi enflasyonist bir
ortamdaysa para şişkinliğini gidermek ve fiyat istikrarını sağlamak söz
konusu olur, depresyon dönemlerinde ise ekonomide yüksek olan likidite
tercihini düşürmek ve âtıl fonları harekete geçirmek amaçlanır.)
Siyasi ve teknik nedenler dolayısıyla borçlanma (demokratik parlamenter
rejimlerde seçim dönemleri yaklaştığında siyasi iktidarlar tercihlerini vergi
koymak veya vergileri artırmak yerine borçlanmada kullanabilir. Vergi
yönetiminin teknik yetersizliklerinden kaynaklanan vergi kaçakçılıklarını ve
kayıplarını yeterli ölçüde takip etmekten yoksunsa ve tahsil edilen vergi
gelirlerinin kamu harcamalarını karşılayamaması halinde borçlanma tercih
edilen bir finansman kaynağı olabilir.
VIII.DEVLET BORCUNUN
KAYNAKLARI
İÇ KAYNAKLAR
•
•
Bireyler: Ekonominin bulunduğu seviye, devleti bireylerden borçlanmaya
yöneltebilir.Eğer bireylerin ellerinde tasarruf yığılması varsa, bunların
yatırımlara akışını temin etmek için devlet borç talep edebilir.Bireyler bu
borç verme işlemini bankalar aracılığıyla hazine bonosu alarak
gerçekleştirebilmektedir.Ancak zaman içinde kısa vadeli borçlanma
enstrümanlarının değerindeki düşüş ölçüsünde bireylerin satın alma
taleplerinde düşüş olabilecektir ve bu da söz konusu enstrümanlara olan
isteği zayıflatacaktır.
Bazı
Sosyal
Güvenlik
Kuruluşları
ve
ekonomik
kurumlar:
Devlet, sosyal güvenlik kurumları ile kamu iktisadi teşebbüslerinin sahip
oldukları kaynaklardan bir bölümünü devlete borç vermeleri hususu ilgili
kurum ya da kuruluşların yasalarında yer almaktadır.Ancak günümüzde
özellikle ülkemizde bu kurumlar borçlanmaya ayıracakları fonların
yetersizliğinden yani sermaye birikiminin azalmasından ötürü ve kurumların
finansman yöntemi olarak dağıtım yöntemine geçmelerinden dolayı devlete
borç vermekten çok borç alan durumuna düşmüşlerdir.
İÇ KAYNAKLAR
• Ticari
Bankalar:
Devlet
tahvillerinin
en
büyük
alıcısı
bankalardır.Genel olarak bu bankaların ellerindeki fazla rezervlerin
kullanılmasında devlet tahvilleri alımına başvurulur.Özellikle
ekonominin durgun olduğu zamanlarda kamu borçlanmasının büyük
yararları vardır.Bankalarda âtıl duran fonlar devlete borç verilmek
suretiyle ekonomiye aktarılmaktadır.Böylece ekonomi üzerinde
genişletici etkiler ortaya çıkmaktadır.
• Merkez Bankaları: Günümüzde Merkez Bankalarının Hazineye
avans şeklinde borç vermesi parasal disiplinin sağlanması ve fiyat
istikrarının sağlanması ve emisyona yol açmamak gibi amaçlar
doğrultusunda yasaklanmıştır.Ancak Merkez Bankaları dolaylı olarak
hazinenin borçlanma senetlerini açık piyasa işlemlerine başvurarak
satın alabilmektedir.Sonuç olarak devletin merkez bankasıyla
alacak-borç ilişkisi içinde olması ekonomide likiditeyi kontrol etme
açısından önemli olduğu gibi merkez bankasına da fonksiyonel bir
özellik kazandırmaktadır.
DIŞ KAYNAKLAR
• Devlet dış kaynaklardan da borçlanma yoluna gidebilir.Devletin dış
borca başvurmasının iki nedeni vardır.Birincisi, kamu harcamaları
için gerekli olan vergi ve benzeri gelirlerin yeterli olmasına rağmen,
yapılacak kamu hizmetleri için gerekli olan malların yurt dışından
ithal edilmesi zorunluluğunun bulunması, başka bir ifade ile döviz
ihtiyacının olmasıdır.İkincisi ise, iç kaynakların yetersiz olması,
başka bir ifade ile iç kaynaklardan sağlanan gelirlerde en son sınıra
ulaşılmış olmasıdır.Devletlerin dış borçlanmaya gitmesi ekonomik
siyasi ve mali nedenlerle ortaya çıkabilmektedir.Ama esas neden
ekonomide tasarruf açığının oluşmasıdır.
•
Devlet borcunun dış kaynakları; yabancı sermaye piyasaları,
yabancı devletler, uluslararasi kuruluşlar ve uluslararası
bankalardan oluşmaktadır.Yabancı devletlerden borçlanma, borç
alan ülkelerin ya milli paraları veya dövizle ödenmesi gereken
borçlar biçimindedir.Devletlerin dış kaynaklar olarak müracaat
edebileceği başlıca mali kuruluşlar şunlardır:
DIŞ KAYNAKLAR
• Dünya Bankası Grubu (Uluslar arası finansman
Kurumu, Uluslar arası kalkınma birliği, Uluslar
arası mali işbirliği kurumları)
• IMF (Uluslar arası Para Fonu)
• Avrupa Kalkınma Bankası
• Asya Kalkınma Bankası
• İslam Kalkınma Bankası
• Uluslar arası Kalkınma Ajansı
• Avrupa Yatırım Bankası
II.BÖLÜM
DEVLET BORÇLARININ
SINIFLANDIRILMASI
• Devlet
borçları
çeşitli
özelliklerine
göre
sınıflandırılabilmektedir.Ancak bu özellikler her ülkenin
bünyesine göre değişebilmektedir.Örneğin gelişmiş
ülkelerde iç ve dış borçlar ayrımı çok önem taşımazken
özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu ayrımın önemi
daha büyüktür.
• Hemen her ülkede uygulama kolaylığı gösteren bir başka
ayrım da borçların süreleri yönündendir.Yine ülkemiz
yönünden de son yıllarda önemi artan bir başka ayrım da
cebri ve ihtiyari şeklinde yapılan ayrımdır.Çünkü bu tür
borçlar
ülkelerin
siyasi
yapısına
göre
de
şekillenebilmektedir.Şimdi
bu
ayrımları
kısaca
incelemeye başlayabiliriz.
DEVLET BORÇLARININ
SINIFLANDIRILMASI
• Zorunlu (Cebri) ve Gönüllü (İhtiyari)
• Kısa vadeli (Dalgalı) ve Uzun Vadeli
(Konsolide)
• İç ve Dış Borçlar
II.1.1. Zorunlu (Cebri) ve Gönüllü
(İhtiyari) Borçlar
•
•
•
Bilindiği gibi borçlanma ile vergilerin birbirinden ayrılan niteliği, vergilerdeki
cebir unsuruna karşılık borçlanmaların rızaya bağlı, gönüllü olarak
verilmesidir.Ancak bazı borçlanmalarda bu nitelik kaybolur. Zorunlu
borçlanma üç şekilde incelenebilir.
Tam Zorlama ile Alınan Borçlanma: Devlet, borç verecek kişilerin gönüllü
olup olmadığına bakmaksızın o kişileri borç senetlerini almaya zorlar.Bu
takdirde cebrilik unsuru hem vergide hem de borçlanmada vardır.Farklılık
ise, vergilerin kesin finansman kaynağı olmasına karşın, zorunlu borçların
vade sonunda alacaklıya iade edilecek olmasıdır. Çoğunlukla faiz ödemesi
yapılmaz. Bu tür borçlanmada devlet tek taraflı hareket eder,ancak ilerde
devletin yeniden borçlanması söz konusu olduğunda yeterli ölçüde
borçlanacak kaynak bulmakta zorlanabilir. Çünkü bu durumda kişiler devlete
kendi rızaları olmaksızın tekrar borç vermek istemezler.
Zorlama Tehdidi ile Alınan Borçlar: Bu tür uygulamada devlet yaptığı
ilanlarla piyasaya sürdüğü tahminlerin satılamayan kısımların halka veya
kurumlara zorla satılacağını duyurur. Yani bir tür zorlama tehditi yapar.
Böylece kişi ya da kurumlar o anda tahvil almamaları halinde devletin daha
sonra kendilerine istediklerinden daha fazla tahvil satacağını düşünerek
piyasaya sürülen tahvillerden öncelikle kendi istekleriyle alma yolunu
seçerler. Bu tür bir uygulama tam cebirle alınan borçların yarattığı
sakıncaları taşıdığından günümüzde uygulama imkanı olmayan bir
borçlanma yöntemidir.
II.1.1. ZORUNLU BORÇLANMA
• Manevi Cebre Dayalı Borçlanma:Savaş veya
olağanüstü hallerde başvurulan ancak daha ziyade
totaliter rejimlerde uygulanan bir borçlanma türüdür.
Burada da cebri borçlanmada olduğu gibi devlet tek
taraflı olarak borçlanma şartlarını belirler ancak borç
verilen fonların karşılığında faiz oranları çok düşük
tutularak borçlanma nispeten vergiye yaklaştırılmış olur.
Esasen
bu
tür
borçlanmalarda
vatandaşların
duygularıyla harekete geçirilerek tahvillerin satışı
kolaylaştırılmaktadır. Örneğin; ABD’de II.Dünya Savaşı
yıllarında bu çeşit tahvillerden olan tasarruf bonolarını
satın almasının bir çeşit yurtseverlik borcu olduğu
Başkan Roosevelt tarafından önemle vurgulanmıştır ve
önemli miktarda tahvil satışı gerçekleştirilmiştir.
II.1.1. ZORUNLU BORÇLANMA
• Cebri tasarruf oluşturarak borçlanma: Bu tür borçlanma halkın satın
alma gücünü azaltmak ve kişisel tasarruflardan elde edilen fonların
belirli amaçları gerçekleştirmek üzere kullanılması şeklinde
yapılmaktadır.
• Bu tür borçlanmada amaç kişileri belli bir satın alma gücünden yoksun
bırakarak bunu devletin kendi amaçları doğrultusunda kullanmasıdır.
• Örneğin ülkemizde cebri tasarruf oluşturmak yoluyla devlet
borçlanmasına kaynak sağlama ilk olarak tasarruf bonoları sistemiyle
getirilmiştir. 1961 yılında uygulanmaya başlayan bu sistemde tarım,
sanayi ve ulaştırma sektörlerine destek olmak ve ekonomik istikrarı
sağlamak hedeflenmiştir. Ancak daha sonra uygulamada karşılaşılan
bazı sorunlardan (bonoların nama yazılı verilmesi gerekirken hamiline
yazılı verilmesi ve bir takım spekülatörlerce nominal değerlerinin
altından satın alınarak kişilerin zarara uğratılması) ötürü uygulama
başarılı olamamış ve bu bonolar 1970 senesinden sonra uygulamadan
kaldırılarak mali denge vergisi haline dönüştürülmüştür. Bir diğer
örnek ise 1988’de çalışanların tasarruflarını teşvik etmek amacıyla
başlatılmış ve çalışanların aylıklarından veya ücretlerinden yapılan
kesintiler nemalandırılmak suretiyle ülke ekonomisindeki tasarruf ve
sermaye birikimine katkıda bulunulmak istenmiştir.
II.1.1. ZORUNLU BORÇLANMA
• 1988’de başlayan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı
uygulaması tıpkı Tasarruf Bonolarında olduğu gibi 30 Mayıs
2000
tarihinde
yürürlükten
kaldırılmıştır.
Çalışanların
tasarruflarının biriktirildiği fon hesabı ise alacaklıların ödemeler
konusunda yaptığı başvurular üzerine 2003 tarihinde bir geri
ödeme planına bağlanmıştır.Buna göre hesap, Hazine
tarafından ilk yıl için sadece anapara ödemesi, diğer yıllarda
2006 yılı Haziran ayı sonuna kadar olmak üzere, nema ödemesi
şeklinde toplam 10 taksit şeklinde yapılarak kapatılmıştır.
• 1986 yılında memurlar ve işçiler ile bunların emeklilerine konut
edindirme yardımı yapılması hakkında kanun yürürlüğe
konmuştur. Kanunun amacı kapsamına aldığı kişileri konut
sahibi yapmak olmasına rağmen toplana paralar devlet
tarafından değerlendirilmiştir. Bu kanun ile 10 veya daha fazla
işçi çalıştıran işverenlerden devlete zorunlu bir kaynak transferi
sağlanmış ancak bu uygulama 1995 yılının sonunda yürürlükten
kaldırılmıştır.
II.2 VADELERİ BAKIMINDAN
SINIFLANDIRMA
• Devlet borçları vadeleri bakımından değişik
gruplandırmalara tabi tutulmaktadır. Genellikle
kısa ve uzun
vadeli borçlar olarak ikiye
ayrılmaktadır. Ancak bu ikili ayırım dışında Kısa,
Orta ve Uzun vadeli olmak üzere üçlü bir ayırıma
da yer verilmektedir. En fazla 2 yıla kadar olanlar
Kısa, 2-5 yıl arasında olanlar Orta ve 5 yılın
üzerinde
olanlar
Uzun
vadeli
olarak
nitelendirilmektedir. İkili ayırıma göre ise 5 yıla
kadar olanlar kısa, 5 yılı aşanlar ise Uzun vadeli
olarak kabul edilmektedir.
II.2.1. KISA VADELİ BORÇLANMA
•
•
•
•
•
•
•
•
Kısa Vadeli Borçlar (Dalgalı Borçlar):
Bu borçlar; sürekli azalış ve yükseliş göstermesi,çok kısa sürelerde el
değiştirmesi ve likidite olanağını arttırması gibi nedenlerden ötürü dalgalı borçlar
olarak da ifade edilmektedir.
Bu borçlar genellikle para piyasalarından temin edilmektedir. Faiz oranı düşük
olduğundan piyasada şartlar müsait olduğu takdirde devlet kısa vadeli
borçlanmayı tercih etmektedir.
Kısa vadeli borçlanmaya devletin bütçe dengesinin sağlanması yönünden
başvurulabilmektedir.Şöyle ki; bütçenin geçici açıkları kısa vadeli borçlanmaya
başvurularak kapatılmaktadır.Devlet bu durumda bütçede zaman bakımından
ortaya çıkan dengesizliği gidermek için hazine işlemleri yoluna başvurmaktadır.
Atıl fonlar kısa vadeli borçlanmayla piyasaya aktarılarak iktisadi canlanma
sağlanabilir.
Olağanüstü durumlarda elde edilmesi gereken paranın sermaye piyasasından
sağlanması güç olduğu için kısa vadeli borç önem kazanmaktadır.
Borç veren kişi ve kuruluşların sayısı az olduğundan formalite yönünden pratik
olması ve alacaklı-borçlu ilişkisinin kolaylıkla düzenlendiği borçlardır.
Uzun süreli borçlanmaya hazırlık ve koşulların dalgalı borçlarda daha elverişli
olması nedeniyle başvurulabilmektedir. Bunun için de değişik enstrümanlardan
yararlanılmaktadır. Bu enstrümanlar; hazine bonoları, hazine kefaletini haiz
bonolar, avanslar, müteahhit bonoları, bütçe emanetleri ve kısa vadeli dış
borçlar şeklinde belirtilebilir. Şimdi sırayla bu enstrümanlar incelenecektir.
II.2.1. KISA VADELİ BORÇLANMA
•
•
•
•
•
•
Hazine Bonoları: Hazine bonoları hazine işlemleri açısından bütçe giderleri ile
gelirleri arasında zaman açısından bir uyuşmazlık olduğunda çıkarılan bir tür borç
senedidir.
Hazine bonolarının vadeleri ve ihraç miktarları özel bir kanunla veya bütçe kanunu ile
belirlenmektedir.Bu bonolar ile başta bankalar olmak üzere mali kuruluşlar, firmalar
ve gerçek kişilerden en çok bir yıl vadeli borç alınmaktadır.
Hazine bonoları, Maliye Bakanlığı’nın bütçe kanunu ile her yıl aldığı yetkiye
dayanarak ve aynı kanunla her yıl belirlenen tavanı aşmamak üzere çıkardığı ve
bankalara iskonto ettirdiği kısa vadeli borç senetleridir.
Eski uygulamada bu bonolar vadelerinin dolmasına en çok 9 ay kalanlar Merkez
Bankası tarafından reeskonta tabi tutulurken yeni uygulamaya göre vadesine en çok
4 ay kalanlar reeskonta kabul edilmektedir.(4651 Sayılı Kanun) Ülkemizde hazine
bonolarının satışı genel olarak ihale yöntemiyle yapılmaktadır.
İhale bütçe kanunundan alınan yetkiye dayanılarak Hazine Müsteşarlığınca ilgili
bakanlığın onayı (Ekonomi Bakanlığı) alındıktan sonra yapılmaktadır.Satış işlemi ise
Merkez Bankası’nca gerçekleştirilmektedir.
Hazine bonosu gelirlerinin vergi dışı tutulması,çeşitli kamu ihale sözleşmelerinde
teminat olarak gösterilmesi gibi avantajlarından ötürü en çok talep edilen
enstrümanların başında gelmektedir.Ancak ülkemizde kamu borç yönetiminin yeniden
düzenlenmesi ile birlikte hazine bonolarının ihracı eskisi kadar sık yapılmamakta,
onun yerini ağırlıklı olarak tahvil ihracı almış bulunmaktadır.
II.2.1. KISA VADELİ BORÇLANMA
• Hazine Kefaletini Haiz Bonolar: Bu bonolar, genellikle KİT
şeklinde oluşturulan kuruluşların sermaye yetersizliğini
karşılamak üzere çıkarılmıştır.Bu bonolar en çok 6 ay vadeli
olabilir.Esasen özellikleri itibariyle ve sağladıkları avantajlar
itibariyle hazine bonolarına yakın özellikler gösterebilen bu bono
uygulaması, 4651 sayılı Merkez Bankası Kanunu ve 4749 sayılı
Kamu Borç Yönetimi kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır.
• Avanslar: Hazinenin yıl içinde gelir gider dengesizliklerinden
ötürü Merkez Bankasından kısa vadeli borçlanmasıdır.Merkez
Bankası hazineye miktarı cari yıl ödeneklerinin belli bir oranını
geçmemek üzere kısa vadeli avans hesabı açmaktadır.Ancak
2001 yılında çıkarılan 4651 Sayılı Kanunla Merkez Bankası
Kanununun 56.Maddesinde değişikliğe gidilerek Bankanın
Hazineye avans kullandırma imkanı ortadan kaldırılmıştır.Teoride
avans uygulaması 3 şekilde uygulanmaktadır.Bunlar altın ve
döviz üzerine avans, tahvil üzerine avans ve hazineye kısa vadeli
avans şeklindedir.
• Altın ve Döviz üzerine Avans: Bu uygulamada Banka
hazineye altın ve döviz karşılığında avans vermeye
yetkilidir.Eski uygulamada hazine bu hükümden yararlanarak
bankadan nakit temin etmekte ve gelirleri yeterli olduğunda ise
parasını ve dövizini kurtarmaktaydı.Ancak yeni yasayla bu
uygulama yürürlükten kaldırılmıştır.
• Tahvil üzerine Avans: Merkez Bankası devlet tahvilleriyle
borsada kayıtlı sağlam tahviller karşılığı borsa değerinin en çok
%80 değeri oranında 4 ay süreyle bankalara avans
verebilmekteydi.Ancak yeni yasayla bu uygulama yürürlükten
kaldırılmıştır.
• Kısa Vadeli Avans: Merkez Bankasının cari yıl ödenekleri
toplamının belli bir oranını geçmemek üzere hazineye açtığı
nakit hesap olarak ifade edilebilir.Özellikle kısa vadeli
borçlanmada en sık başvurulan uygulamalardan biri olan kısa
vadeli avanslar 2000 yılı sonuna kadar %15’ten başlayıp %3’e
varan oranlara kadar Hazineye açılmıştır.Ancak son yapılan
yasal düzenlemeyle ve AB standartlarına uyum sağlanması
amacıyla söz konusu oran 2001 yılından itibaren %0’a
indirilmiş ve hazinenin merkez bankasından kredi kullanması
oranı sıfıra indirilmiştir.
• Müteahhit bonoları: Hazinenin kaynak yetersizliği durumunda kamu
kurumları adına bazı büyük inşaat ve bayındırlık projelerini yürüten
müteahhitlere vadeleri 1,5-10 yıl arasında değişen bonolar
vermesiyle gerçekleştirilen bir uygulamadır. İç borç stoku içinde
önemsiz bir miktarda yer alan bu bonolar esasen vadeleri uzun
olduğu için kısa vadeli kabul edilmemesi gerektiği halde devlet
tarafından sağlanan bazı imtiyazlar ve merkez bankasının bu
bonolara likidite kazandırması karşılığında avans vermesinden ötürü
kısa vadeli borç özelliğine sahiptir.İç borç stoku içinde önemsiz bir
miktarda yer almaktadır.
• Bütçe Emanetleri: Tahakkuk edip ödeme emrine bağlandığı halde
muhasebe yetkilisince alacaklılara ödemesi yapılmamış tutarlar
olarak ifade edilebilir.Buna göre yıl içinde herhangi bir nedenle bütçe
yılı sonuna kadar parası ödenmemiş olanlar yıl sonu itibarıyla gider
kaydedilerek emanet hesabına alınmaktadır.Ödenmeyen bu paralar
gelir ve giderler arasında zaman bakımından oluşan dengesizliği
gidermede geçici bir kaynak olarak kullanılabilmektedir.Haliyle
Hazine bu kaynakları yeni yıl bütçesinden ödeninceye kadar faizsiz
bir kredi gibi kullanabilmektedir.
• Kısa vadeli dış borçlar: Özellikle II.Dünya Savaşından
sonra önem kazanmış olup genellikle uluslar arası mali
kuruluşların
gözetiminde
para
piyasalarından
sağlanmaktadır.Günümüzde pek çok ülke uluslar arası
ekonomik ilişkilerin de gelişmesiyle beraber bir kaynak
sağlama tekniği olarak kısa vadeli dış borçlara büyük ilgi
göstermektedir.Kısa sürede bir rahatlama ve nakit akışı
sağlama açısından önemli olan bu tür borçlar biriktirildiği
takdirde ödeme güçlüğüyle karşılaşılabilmekte ve bu da
dış
ekonomik
ilişkilerin
bozulmasına
yol
açabilmektedir.Ülkemizde de 1950’li yıllarda değişik
dönemlerde alınan kısa vadeli dış borçlar bir müddet
sonra ödenemez hale gelmiş ve 1959 yılında Paris’te
imzalanan konsolidasyon anlaşmasıyla bu borçlar uzun
vadeli borç haline getirilmiştir.
•
•
•
•
•
II.2.2.UZUN SÜRELİ BORÇLAR
Uzun süreli borçlar vadesi 5 yıldan fazla olan
borçlardır.Bunlar genellikle sermaye piyasasınca, daha
açık bir deyişle uzun süreli işler ve yatırımlara ayrılması
gereken fonlarca beslenir.
Genel bir ilke olarak uzun süreli borçların sermaye
piyasasından, kısa süreli borçların da para piyasasından
temin edildiği söylenebilir.
Ayrıca devlet olağanüstü harcamaların finansmanı ve
ekonomik konjonktürün gerektirdiği sorunlardan ötürü de
uzun vadeli borçlanmaya gidebilir.Örneğin ekonominin
depresyon döneminde devlet borçlanmayı uzun vadeye
yayabilmektedir.Çünkü
bu
dönemde
ekonomide
yatırımlara gitmeyen çok sayıda fon söz konusudur.
Enflasyon dönemlerinde ise devlet kısa dönemde toplam
talebi azaltıcı uzun dönemde ise toplam arzı artırıcı bir
politika izlemektedir.Bu da borçlanmanın uzun dönemde
yapılmasının ekonomik açıdan daha uygun olduğunu
göstermektedir.
Uzun vadeli borçlar, ödeme zamanları yaklaştıkça kısa
vadeli borç niteliği kazanır ve para piyasalarında kolaylıkla
alıcı bulabilirler.
•
•
•
•
Uzun süreli borçlar iki gruba ayrılır:
a) Daimi borçlar (süresiz istikrazlar): Devletin bir vadeye bağlamadığı ve
ödenmesini taahhüt etmediği borçlardır. İstikrazda bulunan devlet de yalnız
faizi ödemek zorunda olup anaparayı ödeme zamanını seçmekte serbesttir. Bu
borç tahvillerini ellerinde bulunduranlar, ödünç verilen ana parayı istemek
hakkından yoksun olup, sadece faizini isteme hakkına sahiptir. Bu nevi
borçlarda tasarruf sahibini teşvik eden faktör taahhüt edilen faizin yüksekliğidir.
Bu tür borçlanmalar merkezi hükümet tarafından tercih edilmekte olup diğer
kamu ve kurumlarının bu tür borçlanmaya gittiği görülmemektedir. Süresiz
borçlar sadece iç borçlanma için geçerlidir. Dış borçlanmada koşullar ne kadar
cazip olursa olsun hiçbir ülke diğer bir ülkeye vadesi belirsiz bir kredi açmaya
yanaşmaz.
Süresiz borçlarda iki uygulama söz konusudur. Birincisi; alacaklı,
anaparanın geri ödenmesini istememekte; devlet istediğinde ödeme
yapabilmektedir. İkincisi; devletin itfa yapmamayı veya belirli bir süre geçtikten
sonra itfa yapmayı taahhüt etmesidir.
b) Süreli borçlar: Devletin borcu alırken vereceği faizi ve anaparanın ödenme
zamanını başlangıçta belirlediği ve belli bir plan dahilinde ödemeyi kabul ettiği
borçlardır.Bu borçlar belirlenen süre sonunda tamamen ödenerek kapatılmış
olur.Devlet süreli borçları öderken iki yola başvurabilir.Devlet belirli bir süre
geçmeden itfa yapmamayı tercih edebileceği gibi süreli borçları bazen
vadesinden önce ödeyerek de kapatmayı tercih edebilir.Bunun için borç
senedinde devlete verilen yetkiden faydalanılır.Ancak devletin erken ödemeye
gidebilmesi için hazinenin nakit imkanının müsait olması ve toplayacağı
tahvillerin faiz miktarlarının yüksek olması gerekir.
II.2.3. HAZİNENİN UZUN VADELİ BORÇLANMA TÜRLERİ
•
•
•
Ülkemizde uzun vadeli borçlar,kamu borçlanma tahvilleri, konsolide borçlar
tasarruf bonoları ve kur farkından doğan borçlar olarak dört
şekilde
incelenebilir. Bunlardan tasarruf bonoları ve kur farkından doğan borçlar
günümüzde uygulama alanı bulmadığı için bunlar hakkında çok kısa bilgi
verilecektir.
Kamu borçlanma tahvilleri: Bu tür tahviller geçmişte istikrazlar şeklinde
karşımıza çıkmaktadır. Bunlar değişik adlar altında (Savunma, Demiryolu) v.b.
borçlanmalardan oluşmaktadır.Özellikle bütçenin yıl sonu kesin açıkları ilgili
bütçe kanunlarında belirtilen limitler dahilinde devlet tahvili ihraç edilerek
kapatılmaktadır. Genel olarak bono ve tahviller DİBS olarak ifade edilmektedir.
Kur farklarından doğan borçlar: Konsolide borçlar içinde yer alan kur
farkları 1970 tarihli Türk parasının kıymetini koruma Kanunu çerçevesinde
Merkez Bankasının aktif ve pasifindeki altın ve dövizlerin mevcut ve alacakları
üzerinde hasıl olan aleyhteki kur farkı borçlarını ifade etmektedir. 1980
sonrası dönemde kur politikasının değişmesi yani sabit kurdan esnek kura
geçiş nedeniyle bu borçlar miktar olarak daha da büyümüştür. 1994 yılında
yaşanan ekonomik kriz sürecinde fiyat artışları ve dış açığın büyümesi
nedeniyle Türk Lirası değer kaybetme sürecine girmiştir.Alınan ekonomik
önlemler çerçevesinde kur farklarından doğan borçlar 1995 yılından itibaren
azalarak 1996 yılından itibaren de sıfırlanmıştır.
• Konsolide Borçlar: Kamu kuruluşlarından bazılarının bir kısım
kısa
vadeli
borçlarının
konsolide
edilerek
hazinece
üstlenilmesinden doğan borçlar olarak tanımlanabilir. Bu borçlar
aynı zamanda tahkim borçları olarak da ifade edilebilir. Bu tür
tahkim borçlarına gidilmesinin genel amacı ekonomik ve mali
istikrar tedbirlerinin etkinliğini artırmak ve kamu kurum ve
kuruluşlarının birbirine olan borçlarını konsolidasyona tabi
tutmaktır.
• Tasarruf bonoları: Ülkemizde ödemeleri 1983 yılına kadarki
dönemde bütçe içerisinde görülen ve 1961 tarihli 223 sayılı
kanunla yürürlüğe giren tasarruf bonoları tarım sanayi ve ulaştırma
sektörlerinde yapılacak yatırımların finansmanında kullanılmak
üzere teşkil edilen yatırımların finansman fonunu beslemek
gayesini taşımıştır. Bonoları Türkiye’de ilk cebri borç örneğini teşkil
etmektedir.Tasarruf bonolarının asıl amacı, sabit gelirlilerin
birikimlerini yatırımlara akıtmak olduğu halde, bonoların yüksek
gelirli spekülatörlerde toplandığı görülmüştür. Bu nedenle tasarruf
bonolarının ilerde hazineye yük olacağı ve ciddi problemler
oluşturacağı kısa zamanda ortaya çıkmıştır. Devlet bu durumda
hem tahsilattan vazgeçmemek hem de anapara ve faiz ödemesini
ortadan kaldırmak amacıyla tasarruf bonoları 1972 yılında çıkarılan
bir kanunla mali denge vergisi haline getirilmiştir.Bu bonoların
ödemesi 1982 yılında tamamlanmış ve 1983 yılı bütçesinde yer
verilmemiştir.
• Hazine Dışındaki Kamu Kurum Ve Kuruluşlarının Uzun Vadeli Borçları:
Bu borçlar, Hazine dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarının uzun vadeli
borçlarını kapsamaktadır.Merkezi idare dışındaki kamu kurum ve
kuruluşlarının uzun vadeli finansman ihtiyaçlarını gidermek için hazinenin
kefaletini alarak gerçekleştirdikleri tahvil ihracı şeklindeki borçlanmalardır.Bu
borç kaynağı altında geçmişte Devlet Yatırım Bankası,Ziraat Bankası ve
çeşitli KİT tahvilleri ihracı yapılarak uzun vadeli borçlanılmıştır.Ancak 4749
sayılı yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte Hazinenin kefaletinin alınması
suretiyle bu tür borçlanmaların önüne geçilmiştir.Günümüzde Hazine KİT ve
diğer kamu kurumlarının uzun vadeli borçlarına kefil olmamaktadır.Belli
garanti sınırları ve şartlar dahilinde bu borçlanmalar gerçekleştirilmektedir.
• Başbakanlık özelleştirme idaresinin borçları: Bu tür borçlar yasal
dayanağını 2986 sayılı 1983 yılında yürürlüğe giren Tasarrufların Teşviki ve
Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması hakkındaki kanundan almaktadır.Buna
göre Merkez Bankası nezdinde kurulan ve daha sonra Toplu Konut ve Kamu
Ortaklığı Fonu yönetmeliğine göre tasarruflarının teşviki ve kamu
yatırımlarının hızlandırılması çerçevesinde gelir ortaklığı senetleri
çıkarılmıştır.Bu senetler işletme hakkının devri ve kamu yatırımlarını halka
ortak etmek amaçlı baraj, otoyol, köprü v.b. senetler şeklinde ihraç edilmiştir.
Söz konusu tahviller Kamu Ortaklığı İdaresi tarafından ve Hazine kefaletini
haiz özelliği taşıdığı için kamu tahvili özelliği taşımaktadır.Bu tür
borçlanmalar genellikle 90’lı yılların sonlarına kadar devam etmiş özellikle
özelleştirme uygulamaları çerçevesinde ön plana çıkarak 1997 yılı sonunda
168.5 Trilyon TL’ye ulaşmış daha sonra süratle azalmış ve 2000 yılından
itibaren ise bu tür borçlanmalara başvurulmamıştır.
III.SAĞLANDIKLARI KAYNAKLAR
AÇISINDAN BORÇLANMA
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Devlet borçlanmaya iki şekilde başvurmaktadır. Bunlar iç ve dış kaynaklardan
borçlanmadır. Ancak ülkeler öncelikle iç kaynaklardan borçlanmayı tercih
etmekte olup iç kaynakların yetersiz olması durumunda da dış kaynaklardan
borçlanma yoluna gitmektedir.
Buradaki en önemli ayırım hangi para birimiyle borçlanma yapıldığıdır. Eğer
dövizle borçlanma yapılmışsa iç veya dış kaynak ayırımı önemini kaybeder.
Çünkü sonunda alınan borç ya dövizle ödenecek ya da ödeme tarihindeki kura
çevrilerek TL ile ödenecektir.
Az gelişmiş ülkelerde ağırlıklı olarak dış borçlar, gelişmiş ülkelerde ise iç borçlar
ön plana çıkmaktadır.
İÇ BORÇLANMA NEDENLERİ
Ülkelerin iç borçlanmaya gitme nedenleri genel olarak şunlardır:
Mevcut vergilerin oranlarının artırılması veya yeni vergiler koymasının
ekonomik, siyasi veya teknik bakımlardan güçlükler ortaya çıkarması,
Devlet gelir ve giderleri arasında zaman açısından ortaya çıkan dengesizleri
gidermek,
Kamu kesimi açıklarını finanse etmek,
Ekonomide ortaya çıkan dengesizliklerle mücadele edebilmek,
Vadesi gelen bir iç borcu ödeme olanakları daralmışsa bu borcu ödemek.
III.1 İÇ BORÇLANMA
•
•
•
•
•
•
•
•
•
İç borçlar devletin ülke sınırları içindeki kişi ve kurumlara milli para cinsinden
borçlanmasıdır.
Bu borçlanmanın ekonomik niteliği satın alma gücünün özel ve kamu kesimi arasında
el değiştirmesidir.
Bir borcun iç borç olup olmadığını belirleyen temel unsur borcun ihraç yeri ve
borcun milli gelirle karşılanıp karşılanmadığıdır.
İç borçlar gayrisafi yurt içi hasılanın bir bölümünden alındığından milli gelirin
büyüklüğü, yapısı ve dağılımıyla son derece ilgilidir.
İç borçlar vadelerine göre kısa orta ve uzun vadeli olmak üzere üçe ayrılır. Kısa
vadeli borçlanmaya devletin faiz yükünü hafifletmek amacıyla ve para piyasalarından
başvurulurken uzun vadeli borçlanma ise iç tasarrufların sermaye birikimini
arttırmaya yönelik olarak sermaye piyasalarından tedarik edilmektedir.
Devletin iç borçlanması devlet tüzel kişiliğinin itibarına dayanır çünkü kişiler devlete
borç verirken borcun anapara ve faiziyle birlikte düzenli olarak yatırılacağına
inanmaktadır. Bu güven ortamı sarsıldığı zaman devlet borçlanmayı maddi teminata
bağlamak zorundadır. Burada kast edilen borcun erken ödemeye tabi tutulamayacağı
ya da borç değişimine gidilemeyeceğidir.
Son yıllara kadar iç borçlanmanın boyutları hızlı bir artış göstermiştir. Ancak borç
yönetiminin düzenlenmesi ile ilgili yasa çıkarıldıktan sonra bilhassa kısa vadeli iç
borçlanma miktarında ciddi bir azalış söz konusu olup ağırlık orta ve uzun vadeli
borçlanmaya doğru bir eğilim göstermeye başlamıştır.
Devlet iç borçlanma ile ülke içinde kaynak transferi gerçekleştirmektedir. Yani satın
alma gücü kamu ve özel kesim arasında el değiştirir. Bu özelliği ile ekonomiye ek bir
kaynak sağlamamakta, milli geliri etkileyici bir özellik taşımamaktadır.
Devletin merkez bankasından borçlanması da (emisyon) iç borçlanmadır.
Dış Borçlanmanın Nedenleri
• İç tasarrufların yetersizliği nedeniyle ülkelerin yurtiçi piyasalardan
borçlanma güçlüğü içine girmesi,
• Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma çabaları ve ekonomik reformların
finansmanı,
• Ham madde, ara ve yatırım mallarının zorunlu kıldığı ithalatın
finansmanında karşılaşılan güçlükler,
• Ulusal paranın değerini koruma isteği,
• Kısa vadeli sermaye akımlarından dolayı ülkeden ani sermaye
çıkışlarının neden olduğu olumsuzluklar,
• Olağanüstü harcamaların (savaş, doğal afet vb.) finansmanı,
• Savunma harcamalarının finansmanı,
• Ülkeye döviz girişinin yetersizliği nedeniyle ithalatı gerçekleştirecek döviz
rezervine sahip olunmaması,
• Kronikleşen bütçe açıklarının (kamu tüketiminin) finanse edilmesi,
• Vadesi gelmiş borçların yeni dış borçlanmayla çevrilmesi (iç borcun
tekrar iç borçla finanse edilmesinde güçlük doğması halinde kısa vadeli
dış borçlanmaya da gidilebilir),
III.2. DIŞ BORÇLANMA
•
•
•
•
•
•
Dış borçlar ve dış yardımlar kavramsal olarak birbirinden kesin olarak ayrılmaz bir bütünlük
göstermektedir.
Günümüzde her dış borcun bir dış yardım olduğu ve dış yardımların da büyük ölçüde dış
krediler şeklinde olduğu söylenebilir. Ancak dış borçları dış yardımların bir parçası olarak kabul
etmek daha yerinde olacaktır.
Dış yardımlar genellikle cari faiz oranlarının altında verildikleri için alan ülke lehine iken, dış
krediler veren ülke lehine olmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler bakımından dış yardım daha
faydalı bir finansman şeklidir. Gerek dış borçların gerekse dış yardımların temelinde ise siyasi,
askeri ve ekonomik nedenler yatmaktadır.
Genellikle dış yardımları gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılan her türlü kaynak
transferi olarak da ifade etmek mümkündür. Geniş anlamda dış yardımlar kapsamına ödeme
şartları çok uygun kredilerle birlikte hibe türü krediler ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin
ekonomik kalkınmasının dış finansman ihtiyacını karşılamak üzere verilen değişik koşullu
krediler girmektedir. Bunlar, ülkeler arasında ikili veya çok taraflı anlaşmalar çerçevesinde ve
ödemeler dengesi açıklarının kapatılması amacıyla nakit şeklinde verilen kredilerdir. Bu tür
borçlanmalar genellikle uzun vadeli ve düşük faizli olduğundan bunlara “imtiyazlı krediler” de
denilmektedir.
Dar anlamda dış krediler ise genellikle hibe veya ödeme şartları uygun olan “soft-loans”
şeklindeki sermaye akımları olarak bilinmektedir. Aynı zamanda gelişmiş ülkeler ve uluslar arası
mali kuruluşlar tarafından gelişmekte olan ülkelere kredi şeklinde verilmek üzere yapılan
yardımlar da bağış olarak nitelendirilmektedir. Soft-loan olarak tanımlanan yardımlar ise faiz
oranı %3’ün altında olan uzun vadeli kredilerdir. Bu tür kredilerin faizleri çok düşük olup
ödemesiz dönemleri ve vadeleri diğer kredilere göre daha uzundur.
Gelişmiş ülkelerde görülen dış borçlanma, yapısal sorunlardan daha çok dönemsel ve geçici
sorunlara dayanmaktadır.
DIŞ BORÇLANMA
•
•
•
Dış borçların iç tasarruflarla yapılabilecek olandan daha fazla yatırım
yapılmasını sağlaması için, elde edilen dış borçların gerçekten de yatırım
amacıyla kullanılması gerekir. Aksi takdirde, örneğin dış borçların daha önce
elde edilen borçların anapara veya ödemelerinde kullanılması veya ekonomide
tüketim eğilimini artırarak ara ve yatırım malı ithalinden çok, tüketim malı
ithalinde kullanılması halinde, dış borçların iç tasarruflara ilave oluşturma
fonksiyonu önemli ölçüde zayıflayabilecektir. O halde bu açıdan herhangi bir
dönemde sağlanan toplam dış borçlardan (brüt borçlar) daha çok, “net dış
borçlanma” (brüt borçlanma – anapara kredi ödemeleri) ve hatta “net kaynak
girişi (net borçlanma – dış borç faiz ödemeleri) önem taşımaktadır.Ayrıca net
borçlanma veya net kaynak girişinin iç tasarrufları azaltmadan, ilave kaynak
oluşturacak şekilde kullanılması gerekmektedir. Böylece, sağlanan dış borçlar
yatırımların finansmanı için ek kaynak olarak kullanabildiği ölçüde ekonomide
daha hızlı bir büyüme gerçekleştirilebilecektir.
Dış borçlanmaya gidilirken ekonominin dış borcu massetme (emme)
kapasitesi de dikkate alınmalıdır.Dış borçlar yatırımların finansmanında
kullanıldığında sağlanan sermayenin marjinal verimliliğinin dış borcun
maliyetinden (faiz oranı) yüksek olmasına dikkat edilmelidir.Bu iki büyüklük
eşitse massetme kapasitesinin tamamı kullanılmış demektir.
Öte yandan dış borçlanmada dikkat edilmesi gerekli bir diğer husus borcun geri
ödeneceğinin sürekli göz önünde tutulması ve borç tuzağına düşülmemesidir.
Borç tuzağıyla kast edilen yıllık borç servisinin bir süre sonra elde edilebilecek
yeni dış borç miktarını geçerek borç alan ülkeden dışarıya doğru net kaynak
çıkışının doğmasıdır. Ancak bu tuzağa ne zaman düşüleceği sağlanan borçların
faiz ve vade koşullarıyla ülkenin yeni borç bulma kapasitesine bağlıdır.
III.2.DIŞ BORÇLANMA
Dış Borçlanma Türleri
•
•
•
•
Dış borçlar çeşitli açılardan değişik sınıflandırmalara tabi tutulmaktadır.Bunlar
kullanılış biçimlerine göre,kaynaklarına göre, borcu alan kuruluşun statüsüne göre,
geri ödeme şekline ve vadelere göre gruplandırılabilir.
1-Kullanılış biçimlerine göre:
a- Proje ve Program Kredileri: Proje kredisi belli bir yatırım projesinin gerekli
kıldığı ithalatın finansmanında kullanılmak üzere alınan kredilerdir. Proje kredilerinin
kredi talep eden ülkeler açısından cazip olan tarafı, kredilerin verimli yatırım
projelerinde kullanılmasıdır. Böylece kredi sağlayan ülkeler kredinin hangi alanlarda
kullanıldığını kontrol etmek imkanına sahip olmaktadır. Program kredileri, kalkınma
hedefleri için gerekli olan yedek parça, hammadde, yarı mamul ve mamul malların
alımında kullanılmaktadır. Bu krediler herhangi bir projeye bağlı olmadığından
kullanımı daha esnek olup, ithalatta oluşabilecek tıkanıklıkların giderilmesine de
yardımcı olmaktadır. Bu yüzden gelişmekte olan ülkelerce daha çok tercih
edilmektedir.
b- Bağlı ve Serbest Krediler: Krediyi açan ülke, kredi vermeyi kendi mallarının satın
alınması şartına bağlamışsa, bu çeşit kredilere bağlı krediler adı verilir. Bağlı
krediler kendi aralarında ikiye ayrılır. Borçlanan ülkenin ancak ilgili ülkeden istediği
malları satın alabilmesi durumunda “ülkeye bağlı kredi”, satın alınacak mallar
alacaklı ülke tarafından önceden belli ediliyorsa “ülkeye ve mala bağlı krediler”
olarak ifade edilir. Herhangi bir şarta bağlı olmayan krediler ise serbest krediler
olarak nitelendirilmektedir. Bu tür kredilerde borçlanan ihtiyaç duyduğu mal ve
hizmetleri uluslar arası piyasalardan kendisi için en uygun şartlarda ve ucuz bir
şekilde temin etme imkanına sahiptir.
Dış Borçlanma Türleri
•
•
•
•
c- Borç Erteleme ve Röfinansman kredileri
Borç ertelemesi borçların vadelerinin daha sonraki tarihlerde ödenmek
üzere yeniden düzenlenmesidir. Bir diğer ifadeyle borcun başka koşullar
taşıyan bir başka borçla değiştirilmesidir. Borcun ödenmesinin ilk borç faizine
kıyasla daha düşük bir faiz oranı karşılığında sonraki yıllara ertelenmesine
borç ertelemesi ya da borç tecili denir. Buna karşılık röfinansman
kredisinde ise borç alacaklı ülke tarafından sağlanan yeni bir finansmanla
ödenmekte ve bu yeni finansman yeni bir borç olarak kabul edilmektedir.
Borçlu ülkeler borç ertelemeleri ve röfinansman kredileri sayesinde içinde
bulundukları güç durumdan geçici bir süre ile dahi olsa kurtulabilirler
d- İhracat (Satıcı) Kredileri: bu krediler hükümetlerce değil, özel firmalarca
yurtdışındaki firmanın (satıcının/ihracatçının) kendi ürettiği mal ve hizmetin
satın alınması amacıyla tamamen ticari koşullarda sağladığı kredilerdir.
Krediyi veren satıcı firmalar krediyi, kendilerine teminat veren bazı özel kurum
veya yarı kamusal mali kuruluşların denetimine vermektedir. Kredi riskinin
%80-90’lık kısmı bu kuruluşlarca üstlenmekte, geri kalanı satıcı üzerinde
kalmaktadır.
e- Teknik Yardımlar: Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılan
teknolojik bilgi aktarımının sağlanması amacıyla verilen kredilerdir.
Dış Borçlanma Türleri
•
2-Kaynaklarına göre sınıflandırma:
Gelişmekte olan ülkelerin dış finansman ihtiyaçlarını karşıladıkları kaynaklar;
devletler, uluslararası kuruluşlar ve özel ticari kredi kuruluşlarından oluşmaktadır.
a-Devletlerarası borçlanma: Dış finansman kaynaklarından birisi sanayileşmiş
ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılan resmi nitelikteki yardımlardır.Bu fonlar iki
ülke arasında yapılan anlaşmalarla sağlanmaktadır.Genellikle uzun vadeli ödemesiz
devreli ve düşük faizli ve bazı dönemlerde de faiz ve anapara ödemesi bahis konusu
olmadığı için önemli ölçüde yardım niteliği taşımaktadır.Özellikle kalkınmanın ilk
aşamasında olan ülkelere çekici gelmiş olan bu türlü fon transferlerinin önemi
günümüzde gelişmiş ülkelerin karşılaşmış oldukları bütçe açıkları nedeniyle oldukça
azalmıştır.
• b-Uluslar arası kuruluşlardan borçlanma(Çok taraflı): Uluslar arası kuruluşlar özellikle
2.Dünya savaşından sonra kurulmuştur.Buradaki amaç ülkelerden direk yardım
sağlamak yerine ülkelere bu tür kuruluşlar aracılığıyla kredi sağlanmasıdır.Bu tür
kuruluşlar arasında başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere çeşitli uluslar arası
kuruluşlar sayılabilir.Bu tür kuruluşların sağladıkları krediler genellikle uzun vadeli
kalkınma kredileridir.Ancak kısa vadeli program kredileri de sağlayabilmektedirler.Bu
kuruluşlar bir kısım projelerin gerçekleştirilmesi için danışmanlık hizmetleri ve teknik
destek şeklinde de az gelişmiş ülkelere yardımda bulunabilmektedir ve bunlar teknik
yardımlar olarak adlandırılmaktadır.
Dış Borçlanma Türleri
•
•
•
•
c-Özel Kaynaklardan (Özel Ticari Kredi Kuruluşları) Borçlanma: Uluslararası
para piyasalarında faaliyet gösteren ticari bankalar tarafından sağlanan kısa
vadeli, yüksek faizli, bağlı olmayan ve proje finansmanında kullanılan kredilerdir.
Bu tür kredi işlemleri doğrudan kredi verme ve tahvil ihracı biçiminde
yürütülmektedir. Ayrıca özel satıcı kredileri adı verilen ve satıcı firmalara alıcı
ülkedeki firmalara kredili satış yapma imkanı sağlayan kısa vadeli fonları da bu
gruba dahil edebiliriz. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve portföy yatırımları
da bu gruba dahil edilebilir.
Ticari kredilerin genelde tek bir banka tarafından sağlanmasına uygulamada pek
rastlanmamaktadır. Tek bir banka bütün riski üstlenmek istemediği için diğer
bankalarla bu riski bölüşür. Bu tür kredilere sendikasyon kredisi denilmektedir.
Sendikasyon kredisi, kredi notu düşük olan devletlere kredi riskini paylaşmak
amacıyla bir bankanın liderliğinde iki veya daha fazla banka tarafından ortaklaşa
verilen kredidir. Bu tür krediler için işi yürütecek bir lider banka grubu
oluşturulmakta, kredinin en büyük kısmını genel olarak lider banka taahhüt
etmektedir. Krediye uygulanacak faiz LİBOR’un (Uluslar arası faiz oranı) üzerine
bir marj eklenerek belirlenmektedir. Lider bankaya yetki borçlanmak isteyen ülke
tarafından verilir.
Seküritizasyon Kredisi: Teminat verilerek alınan dış kredilerdir. Bu tür krediler
banka portföyünde yer alan araçların gelecekte sağlayacağı nakit akımlarının
teminat göstererek yurtdışından sağlanan fonları ifade etmektedir. Başka bir
ifadeyle krediyi menkul kıymetleştirerek fonlama anlamına gelmektedir. Bu
sistemde bankalar, verdikleri kredileri teminat olarak gösterip menkul kıymet ihraç
etmektedir. Kredinin finansmanı menkul kıymet ihraç ederek elde edilen gelirle
sağlanmaktadır.
Dış Borçlanma Türleri
•
•
•
3-Borcu alan kuruluşun statüsüne göre:Dış borçları alan kuruluşa göre,
kamu borçları ve özel borçlar olarak ikiye ayırabiliriz.Dış borçlar alındığında
ister kamu kuruluşları olsun isterse özel kuruluşlar olsun girdiği ülke için bir
gelir artışı meydana getirmektedir.Bu gelir faiz ve anapara ödemelerinde ise
ülke için gider haline dönüşmektedir.Krediyi kamu kurulularının almasıyla
özel kesimin alması açısından bu anlamda bir fark bulunmamaktadır.
a-Kamu borçları: Kamu kesiminin ülke dışından sağladığı borçlardır.Toplam
dış borçların çok büyük bir kısmı kamu kesimi borçlarından
oluşmaktadır.Kamu kesimi borçları içinde konsolide borçlar, hazine
borçları,bütçe dışı kamu kesimi borçları ve merkez bankasının borçları yer
almaktadır.Kamu kesimi borçları çoğunlukla orta ve uzun vadeli olarak
kullanılmaktaysa da seyrek de olsa kısa vadeli olarak gerçekleştirilmektedir.
b-Özel borçlar:Özel kesimin ülke dışından aldığı borçlar da özel borçları
oluşmaktadır.Kuşkusuz toplam dış borçların çok düşük bir kısmı özel
borçlanmalardır.Özel kesimin borçları özellikle yabancı ticari bankalardan ve
bazı finans kuruluşlarından ve firmalardan sağlanan kredilerdir.Özel kesimin
borçları büyük ölçüde kısa vadeli olarak gerçekleşmekte ve bu borçlar kamu
borçlarına oranla daha büyük oranlarda üretken alanlarda kullanılarak
GSMH üzerinde olumlu etkiler meydana getirmektedir.
Dış Borçlanma Türleri
•
•
•
•
•
•
•
4-Geri ödeme şekline göre:Dış borçların geri ödeme şekillerine göre dövizle
ödenecek dış borçlar ve yerli parayla ödenecek dış devlet borçları olarak
ayrılmaktadır.Dış borçlanmalar genelde dövizle gerçekleştirilmekte olsa da az da olsa
ülkelerin kendi para birimleri ile borçlanabilmekte oldukları görülmektedir.
a-Dövizle ödenecek borçlar:Dış devlet borçları genelde dövizle ödenecek borçlardan
oluşmaktadır.Borç veren ülkeler ya kendi para birimleri ile borç vermekte ya da dünya
piyasalarında geçerli olan para birimi üzerinden borç verme eğilimindedirler.Böylece,
borç veren ülkeler verdikleri borcun aşınmadan geri ödenmesini bir yerde sağlama
yoluna gitmektedirler.Borç alan ülkelerin dövizle ödenecek borçlarının ağırlık
kazanması bu ülkelerin özellikle ödeme dönemlerinde döviz krizlerine sürüklenmesine
yol açabilmektedir.Dövizle ödenecek borçların genelde uzun vadeli olmaları istenir
ancak az da olsa kısa vadeli olarak gerçekleştirildikleri de görülmektedir.
b-Yerli parayla ödenecek borçlar: Dış devlet borçlarında çok fazla görülmeyen
borçlanma şeklidir.Eğer borç veren ülke, kredi vereceği ülkenin para birimine
güvenirse bu borçlanma şekli gerçekleşebilmektedir.Bu tür borçlanma borç alan ülke
yönünden çok cazip olmakta iken borç veren ülkeler getirileri düşeceği için bu tür
borçlanmaya pek fazla itibar etmemektedirler.
5-Vadelerine göre:Kamu borçları,tahvillerin piyasaya çıkarıldığı tarihten başlamak
üzere vadelerine göre birkaç şekilde gruplandırılır.En fazla görülen ikili ayrımlardır.Bu
ayrıma göre:
Süresi bir yıla kadar olanlar kısa vadeli,
Süresi beş yıldan az, fakat bir yıldan çok olanlara orta vadeli,
Süresi beş yıldan fazla olanlara da uzun vadeli borçlar denilmektedir.
İÇ VE DIŞ BORÇLANMA
ARASINDAKİ FARKLAR
•
•
•
•
İç ve dış borç ayrımında temel iki kriter bulunmaktadır. Birincisi alacaklının
milliyeti ikincisi ise borcun sağlandığı piyasanın milliyetidir.
Birinci kritere göre devlet borcu kendi yurttaşlarından sağlarsa iç,dış
ülkelerden veya piyasalardan sağlarsa dış borç sayılmaktadır.
Örneğin,Türkiye’nin satışa çıkardığı bir borç tahvilini Türkiye’de oturan
yabancı uyruklu bir vatandaş satın alırsa dış borç, buna karşılık Türkiye’nin
dış piyasada satışa çıkardığı borç senetlerini yabancı ülkelerde oturan
vatandaşlarımız aldığı takdirde bu borçlar da iç borç sayılmaktadır.
İkinci kritere göre ise borcun ulusal piyasadan mı yoksa uluslar arası
piyasalardan tedarik edilip edilmediği önemlidir.Bu ayrıma göre milli
piyasalardan alınan borçlar iç,yabancı piyasalardan alınan borçlar dış borç
olmaktadır.Bu ayrımın uluslar arası ilişkiler açısından taşıdığı önemden
dolayı birinci kritere göre daha uygun olduğu kabul edilmektedir.
Ülkemizde bugün için iç ve dış borç ayrımında piyasanın milliyeti önem
kazanmaktadır.Eğer borç dış piyasalardan sağlanıyorsa dış borç,iç
piyasalardan sağlanıyorsa iç borç kabul edilmektedir.
IV.GELİŞMEKTE OLAN
ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMA
• Gelişmekte olan ülkelerin iç finansman yetersizliği ve
döviz kıtlığı, bu ülkeleri zorunlu olarak dış borçlanmaya
doğru yöneltmiştir.
• Sanayileşmiş ülkeler ile aralarındaki mevcut gelişmişlik
farklarını kısa zamanda kapatma ve ekonomilerine bir
hareket kazandırmak amacıyla kalkınma hamlelerine hız
veren bu ülkelerinin sermaye birikimi yetersizliğinden
kurtulmak için dış ülkelerden bulabildikleri dış yardım ve
kredileri değerlendirme yolunu seçtiği görülmektedir.
Ancak bir yandan dış yardım ve kredilerin akılcı ve
isabetli bir şekilde kullanılmamış olması diğer taraftan
dünya ekonomik ve siyasi konjonktüründe kaydedilen
yeni gelişmelerin dış borçlar sorununa yeni boyutlar
kazandırdığı görülmüştür.
• Bu bölümde gelişmekte olan ülkelerde dış borçlanmanın
gelişimine değinilecektir.
IV.I GELİŞMEKTE OLAN
ÜLKELERDE DIŞ
BORÇLANMANIN GELİŞİMİ
•
•
•
•
•
•
•
İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren daha çok gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan
ülkelere doğru hibe şeklindeki dış yardımların ağırlıklı olduğu görülmektedir.
Bu dönemde ABD ve SSCB’nin istekleri doğrultusunda Batı ve Doğu bloğu ülkelerine
yaptıkları yardımları ağırlık taşımaktadır.
1960’lı yıllarda devletler arası borçlanmanın yerini uluslar arası finans
kuruluşlarından sağlanan krediler almaya başlamıştır. Aynı zamanda bu dönemde dış
yardım kavramından dış borç kavramına doğru bir geçiş görülmüştür.
1960’lı yılların sonunda resmi kredilerden daha çok özel kredilerde artış kaydedilmiş
ve gelişmekte olan ülkelerin aldığı borçlar daha çok ticari şartlarda gerçekleşmiştir.
1970’li yılların başlarından itibaren uluslar arası para düzeninin itibarını kaybetmesi
ve 1973 yılında yaşanan petrol şoku sonrası gelişmekte olan pek çok ülke ödemeler
bilançosunda oluşan açıkları finanse etmek üzere başta ticari bankalar olmak üzere
diğer uluslar arası kaynaklardan ağır bir şekilde borçlanmıştır. Özellikle ihracatlarını
çeşitlendiremeyen ihracatları sadece birkaç mal üzerine yoğunlaşmış olan ülkeler
ödemeler dengesi açıklarını ayarlamak için gerekli makro ekonomik ve döviz kuru
tedbirlerini almakta gecikmişler ve bunun sonucunda da bu açıkları karşılamanın
yolunu dış borçlanmaya dayandırmışlardır.
Borçlarını ödemekte güçlüklerle karşılaşan bir çok gelişmekte olan ülke 1980’li
yılların başlarında borçların ertelenmesi talebinde bulunmuşlardır. Bu da borç
krizine neden olmuştur.
Nitekim, I.Petrol şokunun başladığı yıl olan 1973 yılından 1985 yılına kadar olan
dönemde gelişmekte olan ülkelerin dış borçları 10 misli artarak 100 milyar dolardan 1
trilyon dolara yükselmiştir.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ
• Bu süreçte borç krizinin önlenmesi amacıyla gelişmiş ülkelerden
gelişmekte olan borçlu ülkelere doğru ilave yardımlara bulunulması
söz konusu olmuştur.
• Ayrıca 1984 yılında Ekvator’un başkenti Quito’da yapılan toplantı ile
borç krizine yönelik önemli kararlar alınmıştır. Bunlardan bazıları;
• Vadelerin ve ödeme süresinin uzatılması,
• faiz oranlarının düşürülmesi,
• kaynak akışının yeniden harekete geçirilmesi,
• borç servisinin ihracat gelirlerine oranının belli bir yüzdeyi aşmaması
şeklinde belirtilebilir.
• Bu çerçevede borç krizini önlemeye yönelik iki plan oluşturulmuştur.
Bunlar Baker (1985) ve Brady(1989) planları olarak bilinmektedir.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ
• -Baker Planı:1985 yılında çok borçlu ülkeleri krizden kurtarmak
amacıyla ABD Hazine Genel Sekreteri James Baker tarafından
Dünya Bankası-IMF ortak toplantısına sunulmuştur.
• Plan genel olarak kamu kesiminin ekonomideki etkinliğini azaltıcı
özel kesiminkini ise arttırıcı önlemler içermekte ve ayrıca
tasarrufların akışkanlığı ve yatırımların artışını sağlayacak vergi
reformlarını ve ülkelere yabancı sermaye girişini arttıracak ölçüde
dış
ticaretin
liberalizasyonunu
ve
kamu
kurumlarının
özelleştirilmesini içermekteydi.
• Plan bu haliyle esasen IMF istikrar programlarını tamamlayıcı bir
özellik arz etmektedir.
• IMF istikrar planlarını ön plana çıkaran Baker Planı uluslar arası
bankaları ikna edemediği gibi çok borçlu ülkelerin ekonomik
durumlarını ve toplumsal kesimlerin taleplerini dikkate almadan
hazırlandığı için tam olarak hayata geçirilememiş ve oyalama ve
zaman kazanma görevini yerine getirmekten başka hiçbir yarar
sağlamamıştır.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ
• Brady Planı: Baker Planının bir çok bakımdan yetersiz olması borç
sorununa kalıcı çözüm getirmemesi sonucu yeni bir plan ihtiyacı
doğmuştur. Bu nedenle 1989 yılında ABD Maliye Bakanı N. Brady
tarafından borç krizini çözmek için yeni bir plan teklif edilmiş ve
“Brady Planı” adıyla uygulamaya konulmuştur.
• Ana konusu borçların miktarı olan bu planda borçların azaltılmaması
halinde borçlu ülkelerin borçlarının bir kısmını ödemeyecekleri
belirtilmekteydi.
• İki plan arasındaki temel farklarından biri Baker Planının
bankalara tam bir geri ödemenin gerçekleşmesi için daha fazla borç
vermelerini tavsiye etmesi, Brady Planın ise ülkelerin alacaklarını
tamamıyla geri alamayacaklarını belirtmesiydi.
• Brady Planı ile bir takım borç indirim teknikleri teklif edilmiştir. Bu
tekniklerin uygulanmasındaki amaç vadesi gelen borçların geri
ödenmesinde bir kolaylığın sağlanmasıdır. Borç affı ve borç
azaltma teknikleri olarak ifade edilen yöntemler şunlardır.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ
• -Borç anapara ve faizlerinde indirime gidilmesi: Bu teknikte
önemli olan borçlu ülkelerin yapılan indirim sonucunda elinde kalan
gelir
fazlasını
verimli
yatırımlarda
kullanıp
kullanamayacağıdır.Kullanabildiği ölçüde kalan borcun tekrar
ödenmesi mümkün olacak aksi takdirde mümkün olmayacaktır.
• -Borçların geri satın alınması: Bu teknikte bir alacaklıdan belli bir
iskonto oranı karşılığında borçların bir kısmının satın alınması söz
konusudur. Ancak burada iskonto oranını borçların ödenebilme riski
belirlemektedir.Bu uygulamada borçlu ülke döviz varlıklarını
kullanarak ya da herhangi bir uluslar arası finansman kuruluşundan
borç alarak dış borçlarını ikincil piyasalarda satın almaktadır.
• -Borç-Özsermaye değişimi:Özellikle 1985’ten sonra borçlu
ülkelerin borçlarını azaltmalarına yönelik alternatif bir finansman
aracı olarak sunulan bu teknik özellikle uluslar arası finans
piyasalarında halen uygulama alanı bulabilmektedir.Buna göre
yabancı bir alacaklının yerli firmadan sağlayacağı bir hakla borcunu
değiştirmesi söz konusudur.Bu değişim doğrudan yabancı sermaye
olarak da ifade edilmektedir.Böylece borçlu ülke yalnız borçlarını
azaltmakla kalmamakta aynı zamanda ülkeye yabancı girişi de
sağlanmış olmaktadır.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ
• -Borç-Doğal çevre değişimi: Borçlu ülkelerin borçlarının bir
bölümünün azaltılması karşılığında bir ekolojik bölgenin korunması
yükümlülüğünü getiren bir düzenlemedir.Bu yönüyle hem finans
çevrelerinden hem de uluslar arası çevreci gruplardan önemli
ölçüde destek görmektedir.Bu tekniğe göre uluslar arası bir çevre
kuruluşu borçların el değiştirdiği ikincil piyasadan bir borçlu ülkenin
borcunu iskontolu bir fiyattan satın almakta ya da bu borcun alacak
hakkı doğrudan bu piyasaya girmeden borcun alacaklısı ticari
banka tarafından kendisine hibe edilmektedir.Dünya Bankası
verilerine göre az gelişmiş ülkelerin dış borçlarında bu değişimler
sayesinde ciddi miktarlarda azalışlar ortaya çıkmıştır.
• -Özelleştirme: Kamu açıkları, ağır dış borç yükü ve
hiperenflasyonla karşı karşıya kalan ülkelerde 1987’den itibaren
önemli ölçüde hız kazanan bir yöntemdir. Başta Latin Amerika
(Arjantin, Şili gibi) ülkeleri olmak üzere birçok gelişmekte olan
ülkede özelleştirme uygulamaları ile birçok kamu kuruluşu özel
kesime devredilmiş ve bu gelirlerin önemli bir kısmı kamu
finansman açıkları için kullanılmıştır. Özelleştirme uygulamaları ile
özellikle Latin Amerika ülkelerinde ciddi sermaye girişleri söz
konusu olmuş, ayrıca büyüme oranları iyileşme göstererek
enflasyon oranlarında nispi bir azalış meydana gelmiştir.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ
• Gelişmekte olan ülkelerin borç azaltma teknikleri sonucunda toplam dış
borçları 1994 yılında 1.7 trilyon dolara ulaşmıştır. Bu miktar içinde en
büyük payı resmi kreditörlerden sağlanan borçlar (%43.9)
oluşturmaktadır. Yine ülkelerin borç ödeme güçlüklerine rağmen borç
yükü azalış eğilimini sürdürmüş ve GSYH oranı 1994 yılında %33
civarında gerçekleşmiştir.
• Dış borcu olan gelişmekte olan ülkelerde iç tasarrufların yetersizliği ve
kamu harcamalarındaki hızlı artış üçüncü dünya ülkelerinin
ürettiklerinden fazlasını tüketmeye başlamalarına neden olmuştur.
Böylece kamunun kaynak-harcama dengesi bozulmuş ve dış borçlarda
önemli artışlar meydana gelmiştir.
• Bunun sonucunda Tayland, Filipinler başta olmak üzere Güney Kore,
Malezya ve Endonezya’da başlayarak diğer ülke ekonomilerine yayılma
gösteren bir dış borç krizi ortaya çıkmıştır (1997-Asya Krizi). Bu krizin bir
diğer özelliği de önceki dönemlerin aksine büyük alacaklıların özel
sektöre ait firmalar olması nedeniyle özel sektör içerikli olmasıdır.Uzun
yıllar boyunca gelişmenin örnek ülkeleri olarak gösterilen bu ülkelerin
yaşadığı dış borç krizi başlangıçta geçici sanılmakla beraber giderek
derinleşerek ve uluslar arası boyutlara ulaşmıştır.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Bu krizin nedenleri olarak;
-Nakit akışı açıkları
-Fiyatların aşırı yükselmesi
-Kendi paralarından ziyade dolarla iş yapmaları ve dolara
bağımlılığın artması
-Kısa vadeli kaynak girişinin yoğunlaşması
-Mali sistemin yeterince gelişmemesi
-Rekabet gücünün azalması
Dış borçlanmanın daha cazip hale gelmesi
Bankaların borç portföyünde meydana gelen bozulmalar,
Emlak ve menkul kıymet piyasalarındaki balonlaşma ve ardından
gelen patlama,
Çin’in ihracata dayalı büyüme modeline geçmesi ve bu modelin
ülkeleri zor durumda bırakması
sayılabilir.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
DIŞ BORÇ KRİZİNİN SONUÇLARI
•
•
•
•
90’lı yıllar ve 2000’li yılların başına kadar olan dönem gelişmekte olan ülkelerde dış
borçların ciddi artışlar kaydettiği bir süreç olarak ifade edilebilir.
Nitekim bu dönemde söz konusu ülkelerin dış borçlarının ortalama büyüme hızı
ortalama %10’luk bir düzeye ulaşmıştır. Bu da ülkelerin dış borçlanmadan
kaynaklanan sorunlarının artarak devam ettiğini göstermektedir.
Bu konuda en ciddi artışların görüldüğü ülkeler Latin Amerika ülkeleri ve Orta ve
Doğu Avrupa ülkeleri olmuştur. Dış borç stoklarının artmasında ülkeleri tehdit eden
en önemli konulardan biri ise kısa vadeli dış borç stoklarındaki artışlardır. Bu nedenle
ülkeler borç krizlerine girebilecek bir potansiyele dönüşmüşlerdir.
Dış borç krizleri ülkeler açısından üç temel probleme yol açmıştır.Bunlardan birincisi
mali niteliktedir.Dolayısıyla ülkelerin dış borçlarının çok büyük bir kısmını ödemek
konusunda çeşitli arayışlara başvurmasına neden olmaktadır. Özelikle yüksek
vergiler, yeni hazine bonosu ve tahvil ihracı, belirli harcamaların kısılmaya çalışılması
gibi sebepler borç yükünü daha fazla arttırmaktadır. İkinci sorun dövizle ilgilidir.
Özellikle tasarrufların dövize çevrilmesi büyük ölçüde ihracatın arttırılmasına bağlıdır.
Ancak ülkelerin hepsinin aynı anda ihracat artışına gitmesi dünya ekonomisinde bir
arz fazlasına yol açtığından fiyatların düşmesine neden olarak dış ticaret açıklarını
daha da arttırabilmektedir. Üçüncü sorun ise kredi veren ülkeler ile ilişkilidir. Alacaklı
ülkeler pazarlarını gelişmekte olan ülkelerin ürünlerine açmalı ve talebi genişletici
önlemleri almalıdırlar. Yani serbest ticareti kısıtlayıcı tedbirlere fazla
başvurmamalıdırlar.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
KREDİBİLİTE
•
•
•
Bir ülkenin dış borçlanmasında iki önemli faktör vardır.Bunlar borçların geri
ödenebilmesi ve kredibilitedir. Kredibilite (kredi değerliliği), genel olarak kredi
açılacak devlet, şirket veya kişinin alacağı bu borcu zamanında ve tam olarak
geri ödeyip ödemeyeceğinin belirlenmesidir. Bu ölçümle verilen nota kredi notu
ya da daha yaygın olarak rating adı verilir. Ekonominin genel performansıyla ve
bu arada mevcut dış borç yükü ve geri ödeme kapasitesiyle yakından ilişkilidir.
Borçlarını zamanında ödeyen, ödemeler dengesi istikrarlı, uluslar arası para ve
sermaye piyasalarında itibarı yüksek ülkelerin kredibilitesi fazladır.
Gelişmekte olan ülkeler açısından kredibilite (kredi değerliliği) son derece önemli
bir konudur. Bu yüzden ülkelerin uluslar arası finans kurumlarından kredi temin
edebilmeleri için öncelikle yapmaları gereken borç geri ödeme kapasitesi
yönünden yeterli bir seviyeye gelmeleridir.
Gelişmekte olan ülkelerin bu konuda taşıdığı bazı riskler vardır. Uluslar arası
finans kurumları bu ülkelere verilecek borçların risk durumunu inceleyerek bir
kredi notu vermektedir. Bu notun çok düşük olması çok riskli, yani güvenilmez
ülkeler grubuna girilmesi anlamına gelir. Aynı zamanda uluslar arası
borçlanmada borç alacak ülkelerin ve piyasaların güvenilirliği de üzerinde
durulması gereken bir diğer konudur.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
KREDİBİLİTE
• Borcu veren kuruluş açısından risk faktörünün en düşük düzeyde olması
gerekir. Bunun ölçülmesine rating denilmektedir.
• Rating işlemi rating şirketleri adı verilen kuruluşlar tarafından yapılır. Bir
ülke açısından rating, ülkenin dış borç ödemelerinde ertelemelerinde
ve/veya güçlükle karşılaşma ihtimalini ölçmektedir.
• Esasen rating işlemi kamu ve özel kuruluşların borç ödeme kabiliyetini
tespit etmek için yapılır ki bu da kredibilitenin belirlenmesiyle ilgilidir.
• Uluslar arası piyasalarda tahvil etmek isteyen ülke ve kuruluşların kredi
derecelendirmesi alması ve bu derecelendirmeden aldıkları ratinglerle bu
ihracatı almaları gerekmektedir.
• Alınan kredi değerlilik notu yükseldikçe ihraç edilen tahvil miktarı artmakta,
vadeler uzayabilmekte ve maliyet düşebilmektedir.
• Eğer uluslar arası piyasalarda doğrudan yabancı sermaye ve portföy
yatırımları yapılması halinde rating bu konudaki riskin tespiti için yapılır. Bu
işlem ise risklilik oranını belirleme çalışmasıdır. Rating şirketleri bir
ülkedeki risklilik durumunu çeşitli açılardan incelemektedir. Bunlar ülke
riski, hükümranlık riski, ekonomik, siyasal ve sosyal risk olarak
sıralanabilir.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE
KREDİBİLİTE
• Kredi derecelendirilmesinde alınabilecek en yüksek not AAA(Aaa),
en düşük not D olarak belirlenmektedir. Bu notlar arasında kalan
düzeyler ise ülkelerin gelişmişlik ve borçluluk düzeylerine göre
yatırım yapılabilirlik açısından değişebilmektedir.
• Günümüzde rating şirketlerinin sayılarında ciddi artışlar olmakla
birlikte halen dünyada saygınlığı kabul edilen tanınmış rating
kuruluşları sayısı çok fazla değildir.
• Tanınmış rating kuruluşlarının en önemlileri Standard and Poor’s ve
Moody’s olarak bilinmektedir.
• Ülkelerin uluslar arası tahvil piyasalarına ihraç ettiği tahvillerin yeterli
talep bulabilmesi bu iki kuruluştan alınan kredi notlarının belli bir
düzeyin üstünde olmasına bağlıdır. Bu düzey Standard and
Poors’un notu açısından en az BBB ve Moody’s notu açısından en
az Baa3 olarak kabul edilmekte ve bu eşiğe yatırım derecesi adı
verilmektedir. Bunun altında kalan derecelere ise spekülatif derece
adı verilmektedir.
• Spekülatif dereceli kağıtların satın alınmasının güç olması nedeniyle
piyasalara en uygun fiyatla tahvil ihraç etmenin yolu yatırım derecesi
almaktan geçmektedir.Alınan kredi değerlik notu yükseldikçe ihraç
edilen tahvilin miktarı artabilmekte vadesi uzayabilmekte ve maliyeti
azalabilmektedir.
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KREDİBİLİTE
•
•
•
•
•
•
Ülke riski: Ülkenin yabancı yatırımcılar açısından ne ölçüde güvenli olduğunu
genel olarak ortaya koyan bir risktir. Ülke riski ülkenin genel durumuna ilişkin
göstergeler (enflasyon, ekonomik büyüme, dış borç toplamı, ödemeler dengesi
açığı, fiyat kontrolleri, bürokrasi, rüşvet ve yolsuzluklar vb.) esas alınarak
hesaplanır.
Hükümranlık riski: Hükümetin milli politikası ya da devletin yapısındaki bir
değişiklik nedeniyle mevcut borçlarını geri ödememesi olasılığını içermektedir.
Ülke riskinden farklı olarak bu risk türünde devletin borç ödeme kapasitesi ve
kredibilitesi belirlenmeye çalışılır.
Ekonomik risk: Bir takım ekonomik göstergeler dikkate alınarak bir ülkenin
yabancı yatırımcılar açısından ne kadar güvenilir olduğunun tespitidir. Burada
fiyat kontrolleri, yabancı sermaye üzerindeki vergiler v.b. faktörler ekonomik risk
göstergelerine örnek verilebilir. Kredi arzında bulunan kuruluşlar açısından ise
ülkenin dış borç/GSMH oranı, borç erteleme ve de borç servisindeki aksama
riski önem taşır.
Siyasi risk: Bir ülkedeki siyasi göstergeler dikkate alınarak risklilik durumunun
tespitidir. Örneğin hükümetlerin istikrarı, koalisyonla yönetilmeleri, askeri darbe
ihtimali, terör v.b. faktörler yabancı yatırımcı ve kredi arzında bulunan kuruluşlar
açısından oldukça belirleyicidir.
Sosyal risk: Bir ülkedeki sosyal göstergeler:işsizlik,yoksulluk,okur-yazarlık oranı
kullanılmak suretiyle ülkenin risklilik durumunun analizidir. Ancak bu veriler tek
başına somut dayanağa oturmamaktadır.
Ayrıca bir ülkenin kredi değerlerinin ölçülmesinde kullanılacak daha somut
göstergeler de bulunmaktadır.Bunlar aşağıda açıklanmaktadır.
Gösterge
Açıklama
Toplam dış
borçlar/İhracat
Ekonominin sağlayabildiği döviz gelirine göre ne oranda borçlanabileceğini gösterir.
Toplam dış
borç/GSMH
Ekonominin değerinin borçlandığı miktara göre ne büyüklükte olduğunu gösterir.
Oranın giderek büyümesi ülkenin borç yükünün ağırlaşması anlamına gelir.
Toplam dış borç
servisi/İhracat
Yıllık toplam dış borç ödemelerinin, toplam mal ve hizmet ihracatına oranıdır. Oran
ne kadar büyükse, borçlu ülke üzerindeki borç servisi üzerindeki baskısı o kadar
ağırlaşmaktadır.
Toplam dış borç
servisi/GSMH
Bir ülkenin yıllık üretiminin ne kadar kısmının dış borç servisine ayrıldığını gösterir.
Özellikle kredibilite değerlendirilmesinde bu oran çok önem taşımaktadır. Oran,
%80’den fazla ise ülke aşırı borçlu, %48-80 arasında orta derece borçlu, %48’den
küçükse düşük derece borçlu olarak ifade edilmektedir.
Dış borç
faizleri/İhracat
Bir ülkenin ihracat gelirlerinin ne kadarının yalnız dış borç faiz ödemesine gittiğini
gösterir. Oranın artması dış borç yükünün daha da artığını gösterir.
Rezervler/İthalat
Ülke rezervlerinin ithalatı ne oranda karşıladığının bir ölçütü olarak ele alınmaktadır.
Kısa dönemde ekonominin dış ödeme kapasitesinin bir göstergesidir.
Rezervler/Toplam
dış borç
Bir ülkenin sahip olduğu döviz, atın ve İMF’deki rezervleri toplamının kullandığı dış
borca oranıdır. Oranın yükselmesi ödemeler bilançosu açığını kapatmada
rezervlerin yükselme eğiliminde olduğunu, oranın düşmesi düşme eğiliminde
olduğunu gösterir.
Ödemeler bilançosu
Aktif/Pasif Oranı
Bir ülkenin dış ödemelerde kullanabileceği kısa vadeli kaynaklarla ana para ve faiz
ödemesinden oluşan dış borç yükümlülüğünü karşılaştırmaktadır. Oranın birden
küçük olması halinde ülkenin borç ödemelerinde ve ithalatta zorlandığını anlamına
gelmektedir.
Düşük ve Orta Gelirli Ülkeler
2000
2005
2010
2011
2012
2013
2014
2015
Doğu Asya ve Pasifik Ülkeler
2000
2005
2010
2011
2012
2013
2014
2015
Avrupa ve Orta Asya Ülkeleri
2000
2005
2010
2011
2012
2013
2014
2015
Latin Amerika ve Karayibler
2000
2005
2010
2011
2012
2013
2014
2015
Orta Doğu ve Kuzey Afrika
2000
2005
2010
2011
2012
2013
2014
2015
Güney Asya
2000
2005
2010
2011
2012
2013
2014
2015
Sahra-Altı Afrika
2000
2005
2010
2011
2012
2013
2014
2015
TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLANMA
•
•
•
•
•
•
Cumhuriyetin ilk yıllarında denk bütçe politikası izlenmiş ve iç borç düşük
seviyede kalmıştır.
İlk borçlanma 1933 yılında Fevzipaşa-Diyarbakır demiryolu finansmanı için
yapılmıştır.
II. Dünya Savaşı yıllarında savunma harcamaları için, 1946 yılında ise bütçe
açıklarının finansmanı için, 1947’de ise önceki borçların konsolidasyonu için
borçlanılmıştır.
1960’lı yıllara kadar iç borçlanmanın önemli bir kısmı kanuni olarak sosyal
güvenlik kurumlarına, ticari bankalara ve şirketlere zorunlu olarak yaptırılmıştır.
1960-70 yılları arasında uzun vadeli borçlanma yapılmak istenmiş, ancak kısa
vadeli borçlanmaya gidilmek durumunda kalmıştır. Yine bu dönemde iç istikraz
tahvilleri SSK, emekli sandığı, bankalara ve şirketlere kanuni zorlamayla
satılmıştır.
KİT’lerin sürekli açıkları, 1973 petrol krizi, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, üretim
kayıpları, enflasyon, işsizlik kamu açıkları üzerinde ciddi önemler etki meydana
getirmiştir.
• İç borçlanmayla ilgili önemli kararlar 1985 yılından itibaren borçlanma
anapara giriş ve ödemelerinin bütçe dışına çıkarılması, Hazinenin düzenli
olarak ihale yöntemiyle borçlanmaya başlanması, İMKB bünyesinde tahvil ve
bono piyasası kurulması olmuştur.
TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLANMA
•
•
•
•
•
1990’lı yıllarda, iç borç, faiz ödemesi, kamu açıkları ve tekrar borçlanma kısır
döngüsü oluşmuş ve borç stoku sürekli artmıştır. Bu yıllarda sürdürülemez
borç dinamiği, mali sistemdeki sağlıksız yapı gibi sorunlar nedeniyle 1994 ve
1999 krizleri yaşanmıştır.
1990’lı yıllarda KİT, yerel yönetimler ve sosyal güvenlik kurumların açıkları
kamu açıklarını artıran önemli etkenlerdir.
2001 yılında yaşanan ekonomik daralma, devalüasyon ve krizin faizler ve
borçlanma vadeleri üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkiler iç borç
stokunu hızla artırmıştır.
2001 krizi sonrasında döviz cinsi ve dövize endeksli iç borçların payı ciddi
şekilde artırmıştır.
2001 krizinden sonra mali alanda çeşitli düzenlemelere gidilmiş, iç borç
yapısı orta vadeye kaydırılmış, borç yönetiminin düzenlenmesi hakkında
kanun (4749) çıkarılarak mali disiplin, mali şeffaflık ilkeleri doğrultusunda
uygulamalara yön verilmeye çalışılmıştır. Alınan bu önlemler sayesinde
kamu iç borç sokunda önemli ölçüde azalış kaydedilmiş ve iç borçların
sürdürülebilirliği konusunda bir sıkıntı yaşanmamıştır.
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Türkiye’nin ilk dış borçlanması Tanzimat döneminde artan kamu harcamalarının ve
özellikle Kırım Savaşının finansmanı için 1854 yılında Fransa ve İngiltere’den
yapılmıştır.
Bu şekilde başlayan süreç artarak devam etmiş ve buna yeni borçlanmalar
eklenmiştir.
1854-1865 dönemi yoğun borçlanmanın olduğu 1869-1875 dönemi ise borç ödemek
için yeniden borçlanıldığı dönemdir.
Böylece Osmanlı Devleti bir kısır döngü içine girmiş ve bu dönemin sonundan
itibaren borç krizine girmeye başlamıştır.
İlk borçlanmadan 22 yıl sonra, 1876’da moratoryum ilan edilmiş ve borç
müzakerelerine başlanmıştır.
1881 yılında Muharrem Kararnamesinin ilanıyla Osmanlının gelir kaynaklarının
önemli bir kısmı alacaklıların idaresine terk edilerek Düyun-u Umumiye idaresi
kurulmuş ve Osmanlı ekonomisi batılı ülkelerin idaresine bırakılmıştır. Devletin vergi
vb. gelirlerinin %25-30’u bu idareye bırakılmıştır.
Düyun-u Umumiye idaresi Osmanlı devletinin bütün borç yönetimini üstlenmiş ve bir
çok kamu gelirini bizzat kendisi idare etmeye başlamıştır.
Cumhuriyet döneminde geçmiş dönemdeki Osmanlı borçları devralındığı için
borçların ödenmesi bu dönemde de devam etmiştir.
Cumhuriyet döneminin ilk dış borcu 1930 yılında ABD’den alınan 25 yıl vadeli 10
milyon dolar olmuştur. Ardından 1934’te Sovyet Rusya’dan, 1937’de İngiltere’den
borçlanma devam etmiştir.
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA
• Özellikle ülkemiz İkinci Dünya savaşına girmemesine rağmen savaşın
etkisiyle ciddi bir ekonomik duraksamaya uğramış ve yatırımların
azalması nedeniyle finansman sıkıntısı yaşanmış ve dış borç ihtiyacının
önemli bir kısmı İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerden
karşılanmaya çalışılmıştır.
• 1942 yılında Almanya’dan alınan borcun tamamı silah ve askeri teçhizat
alımında kullanılmıştır.
• İkinci Dünya savaşından sonraki dönemde ise dış borçlarımız daha da
artış göstererek özellikle 1948 senesinde yürürlüğe giren Amerikan
Marshall Planı uygulamasıyla ülkeye dış kredi akımı başlamıştır.
• Marshall yardımları doğrultusunda sağlanan kaynaklar da altyapı
yatırımlarının finansmanında kullanılmıştır.
• Bu dönemde dış borçlarımızın artışında etkin olan en önemli
faktörlerden biri de 1946 yılındaki devalüasyondur. Devalüasyonun
etkisiyle Türk parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi
nedeniyle özellikle ithalatımızda bir artış söz konusu olmaya başlamış.
Bu da cari dengelerimizi tekrar bozarak başta IMF ve Dünya Bankası
olmak üzere uluslar arası kurumlardan yoğun şekilde kredi alınmasına
neden olmuştur.
• 1956’dan itibaren ödemeler bilançosu üzerinde daha da baskı
oluşturmaya başlayan borç yükü 1959’da alacaklı ülkelerin kabulüyle bir
borç erteleme anlaşmasının yapılmasının yapılmasına neden olmuştur.
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA
•
•
•
•
1947-51 döneminde ABD’den Truman Doktrini (çok partili siyasi sisteme geçişe
yönelik ve dünya ekonomisinde ABD hakimiyetini artırmak) Marshall Planı
çerçevesinde askeri ve kalkınmaya yönelik yardımlar alınmıştır.
Sonuçta Osmanlı Devletinden sonra Türkiye Cumhuriyeti döneminde de 1958 yılında
dış borçlar üzerinde moratoryum ilan edilmiş ve elverişli bir ödeme planı
oluşturabilmek için mali tedbirler paketi hazırlanması zorunluluk arz etmiştir. 1960 yılı
sonunda devlet borçları; normal devlet borçları, ariyere borçları ve kamu sektörü
kredili ithalat borçları toplamından oluşmuştur
a- Normal devlet borçları: Bu borçlar, genel ve katma bütçeli idarelerle iktisadi
devlet teşekküllerinin yatırım projelerinin finansmanı ve daha başka amaçlarla
yabancı devletlerden ve milletlerarası kuruluşlardan alınan kredilerdir.Bu dönemde
borç toplamı yaklaşık %250 oranında artmıştır.Bu borçların büyük kısmı özellikle
Marshall planı ve onun yerine geçen programlara göre verilen borçlanmalardan
oluşmuştur.1950-1960 döneminde borçlanma genelde ABD ve uluslar arası finans
kuruluşlarından gerçekleştirilmiştir.1958 yılına ulaşıldığında ülkenin çok kötü
ekonomik şartlar içinde olduğu görülmektedir.Borç yükü ağırlaşmış ve Türkiye
moratoryum ilan etmek zorunda kalmıştır.
b-Ariyere borçlar: Biriken ve transferi geciken borçlara ariyere borçlar denir.
Karşılığı merkez bankasında bloke edilen ve döviz transferi nedeniyle alacaklı
kuruluşlara transfer edilmeyen borçlardır.Bu borçlar daha çok özel sektör borcudur.
Ancak döviz transferini devlet taahhüt ettiğinden kur farkı ve faizi bütçeden
ödenmiştir. Özel sektör borcunun zamanında tasfiye edilememesi dolayısıyla devlet
borcun sorumlusu haline gelmiş ve anlaşma ile 1958’den itibaren doğan döviz kuru
farkını bütçeden karşılamak zorunda kalmıştır.
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA
• c- Kamu sektörü kredili ithalat borçları: İktisadi devlet teşekkülleri tıpkı
özel sektör ithalatçı ve sanayicileri gibi bazı yatırım projelerinin
gerçekleştirilebilmesi için dış ülkelerdeki finansman kurumlarından
krediler kullanmışlardır. Kredileri açanlar görünüşte özel yabancı kurumlar
olmakla beraber, gerçekte krediler bu firmaların tabi olduğu devletlerin
resmi yetkilileri ile T.C.hükümeti arasında yapılan anlaşmalara
dayandırılmıştır. Bu borçların büyük kısmı 1965 yılına kadar ödenmiş, bu
tarihten sonra kalan miktar da 2008 yılına kadar varan uzun bir vadeye
yayılmıştır.
• 1960’lı yıllarda başlayan planlı kalkınma sürecinde ülkenin sermaye
ihtiyacı ve ödeme problemleri varlığını sürdürmüş, dış borçlanma
kaynakları genişlemiş ve yeni boyutlar kazanmıştır.Türkiye’nin ödemeler
dengesi açıklarından doğan problemleri çözebilmek amacıyla ondört batılı
gelişmiş ülke ile üç uluslar arası yardım kurumunu bir araya getiren
“Türkiye’ye yardım konsorsiyumu” kurulmuştur.
• Konsorsiyum kredileri ; program kredileri, proje kredileri, borç ertelemesi
ve röfinansman kredileri şeklinde gerçekleşmiştir.
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA
• 1967 yılında ödemeler dengesi açıklarını azaltabilmek amacıyla
Dövize Çevrilebilir Mevduat uygulaması başlatılmış, 1978 yılında
aşırı döviz yükümlülüğüne neden olması nedeniyle son verilmiş ve
dondurularak son verilmiştir. Bu uygulamada döviz sahipleri
ellerindeki dövizleri Merkez Bankasına yatırmakta, vade boyunca bu
dövizler üzerinde sadece devletin tasarruf hakkı bulunmakla birlikte,
hesap sahiplerinin TL karşılığı üzerinde tasarrufu vardı. Vade
sonunda faiziyle birlikte dövizler geri ödenmekteydi.
• 1970’li yıllarda ise dış borçlardaki kriz uluslar arası konjonktürün de
etkisiyle giderek derinleşen bir gelişim göstermiştir.Bu dönemde
yaşanan petrol şoklarının (1973 ve 1978 yılları) da etkisiyle
ülkemizin dış kaynak ihtiyacı kalkınma amacı dışına taşınmıştır.
• 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’nin cari işlemler açığını kapatmak
ve vadesi gelen borçlarını ödemek için alınan borçların giderek daha
ağırlıklı yer tuttuğu görülmüştür.Bu yıllarda genel olarak dış borçlar
içerisinde orta ve uzun vadeli borçların anapara ve faiz geri
ödemelerinin mevcut döviz rezervlerinin yetersizliğinden ötürü
zamanında yapılamaması sonucunda bu borçların ödenmesi için
kısa vadeli borçlanmaya gidildiği görülmüştür.
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA
•
•
•
•
•
1994 yılı başında Türkiye yeniden bir ekonomik krizin içine girmiş, uzun bir süre
istikrarlı görünen dolar-TL paritesi ciddi şekilde bozulmuş, enflasyonist beklentiler
büyük ölçüde artmış,hazine içeride borçlanamaz duruma gelmiştir ve bu süre
sonunda 5 Nisan 1994’te açıklanan istikrar paketi ile bir takım tedbirler alınmıştır.
Bu çerçevede 1994 yılında borç stokunda net bir azalma meydana gelmiş, yapılan
devalüasyon ve ihracatı arttırıcı yönde alınan tedbirlerin etkisiyle finansal kriz bir
ölçüde atlatılmış olmasına rağmen izleyen yıllarda daha kısa vadeli ve yüksek faizli
bir dış borçlanma trendine girilmiştir.
ABD’li kredi değerlendirme kurumları S & P ve Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunu
arka arkaya düşürmesi sonucu dış kredi bulma imkanı da kalmayınca siyasal
iktidar bir ekonomik istikrar paketini yürürlüğe koymuş ve hemen peşinden IMF ile
14 aylık bir stand-by düzenlemesine girmiştir. Türkiye hızla kaybetmiş olduğu kredi
itibarı nedeniyle dış borçlanmalara başvurmakta zorluklarla karşılaşmıştır. Bu
dönemde dış borçlanmanın önceki dönemlere kıyasla yok denecek kadar az
olduğu görülmektedir
1999 yılı sonu itibariyle kısa vadeli borç miktarı toplam borç stokunun %25’ine
ulaşmıştır. 2000 yılından itibaren bu oranlar azalmaya başlamıştır. 2001 yılında ise
ülkemizde yaşanan Şubat 2001 krizi, uluslar arası sermaye piyasalarındaki
özellikle Arjantin’den kaynaklanan güç ekonomik şartlar ve 11 Eylül saldırıları
nedeniyle ortaya çıkan belirsizlik sonucunda 2001 yılı borçlanma miktarında bir
azalma meydana gelmiştir.
Kısa vadeli dış borç stokunun artmasının bir nedeni de özellikle sıcak para
girişlerinin artması olarak görülmektedir.Kısa vadeli borçlardaki artış, Türk Lirası
fon maliyetinin yüksekliği dolayısıyla sıcak paranın getirisinin arttığı dönemlerde
önemli bir tırmanış eğilimi göstermektedir.
TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA
•
•
•
•
2001 yılında İMF ile yapılan stand-by anlaşmasıyla Güçlü Ekonomiye Geçiş
programı yürürlüğe konulmuştur. Dünya Bankasının da desteğiyle uygulanan bu
programla birlikte 2002-2003 yılında dış borç stoku önemli seviyede artış
göstermiştir.
2005 yılına kadar özel sektör dış borcu kamu dış borcunu yakalamış ve sonraki
yıllarda önemli derecede farkı açarak artış göstermeye devam etmiştir.
2008 Global Kriziyle ülkemizdeki mali dengeler tekrar bozulmaya başlamış,
bütçedeki faiz yükündeki artışlara bağlı olarak dış borçlarda yeniden nispi bir artış
ortaya çıkmıştır. Özellikle dış ticaret açıklarının artmasının bunda önemli bir etkisi
olmuştur. Bu bağlamda kısa vadeli sermaye yabancı sermaye hareketlerinin
artışına bağlı olarak döviz stokları artmış ve Türk lirası aşırı değerlenmiştir. Bu
durum ihracatın pahalanması, ithalatın ucuzlamasına yol açarak cari açığın sürekli
artmasına neden olmuştur. Ancak bu durum uzun sürmemiş, 2010 yılından sonra
dış borç stoku yeniden gerileme sürecine girmiş ve milli gelire oranı düşmeye
başlamıştır.
Kamu borcunun sürdürülebilir, hatta birçok ülkeye göre daha iyi bir seviyede
olmasında 2002 yılından sonra yapılan yapısal reformların (4749 sayılı borçlanma
kanunu, 5018 sayılı bütçe kanunu ve dış borçlanmaya sınır getiren diğer kanunlar
gibi) çok önemli katkısı olmuştur.
DEVLET BORÇLARINDA ALACAKLILARA
SAĞLANAN MENFAATLER
• Parasını devlet tahvillerine yatırmak isteyen birikim
sahipleri iki noktayı göz önünde tutarlar:
1-Tahvile yatırılan paranın sağlayacağı maddi çıkar
2-Tahvile yatırılan paranın güvenlik derecesi
• Borçlanmada başarılı olmak isteyen bir devlet tasarruf
sahiplerini her iki konuda da tatmin etmek zorunda
olmakla birlikte çıkar sorununa özel bir önem vermek
durumundadır.Ancak bazen devletin borçlanma aczi
içerisine düştüğü durumlarda yan çıkarlar da
sağlanmakta olduğu görülmektedir. Örneğin tahvillere
özel likidite ve tedavül olanakları tanınması, tahvillerin
süresi
dolmadan
istenildiği
zaman
paraya
çevrilmesi,vergi
borçlarının
tahvillerle
ödenebileceği,sözleşmelerde
teminat
olarak
gösterilebilmesi gibi hususlar yan çıkarlar şeklinde
uygulanabilmektedir.
DEVLET BORÇLARINDA ALACAKLILARA
SAĞLANAN MENFAATLER
I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE MENFAATİ
• Ellerinde nakit tutmayı tercih eden şahıslara, bu tercihlerinden belli
bir süre vazgeçmeleri için devlet tarafından sağlanan ana çıkar
faizdir. Parasını tahvile yatıranlara devlet faiz adı altında düzenli ve
güvenilir bir ek ödemede bulunmayı kabul etmektedir.
• Tahvil sahipleri için faiz bir gelir, devlet için ise bir giderdir. Tahviller
ihraç edildiğinde piyasada cari bir faiz haddi bulunacağından, acaba
devlet ihraç edeceği tahvillerin faiz oranlarını nasıl belirleyecektir?
• Faiz oranlarının saptanması devlet tarafından bazı koşulların göz
önüne alınmasını gerektirir. Faiz oranlarını belirleyen koşulların
başında tahvillerin süresi geldiğinden, uzun süreli tahvillerin faizleri,
kısa süreli tahvillere göre daha yüksektir. Çünkü uzun süreli
senetlerin likiditeleri kısa süreli senetlere göre daha azdır ve alacaklı
uzun bir süre likiditeden vazgeçmek için daha yüksek bir bedel talep
edecektir.
• Faiz oranı sadece borçlanmanın süresine de bağlı değildir. Devletin
paraya olan ihtiyacı, devlete duyulan güven, konjonktürel
dalgalanmalar, yatırımcıların beklentileri, hazinenin kredibilitesi gibi
faktörler faiz oranını etkiler.
I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE
MENFAATİ
• Genelde devlet piyasada cari faiz haddinin altında borçlanabileceği gibi,
piyasadaki cari faiz haddini azaltacak tedbirler de alabilir. Bu tedbirlerin
hemen hepsi toplam tasarrufu arttırmaya veya toplam tasarruf oranı
değişmediği halde ödünç verilebilir fonları genişletmeye yönelik tedbirler
olup faiz haddinin düşmesini sağlamaya yöneliktir. Söz konusu
tedbirlerin hepsi isteğe bağlı borçlanmanın başarısı için geçerlidir.
Zorlayışlı borçlanmada böyle bir sorun yoktur.
• Kamu borcu tahvillerinin faiz oranı yasa ile belirlenir ve tahvillerin
üzerinde gösterilir. Bu faiz oranına nominal faiz (itibari faiz) adı verilir.
Ancak, tahvillerin üzerinde yazılı faiz oranı ile işlem gördüğü faiz oranı
farklı olabilir. Tahvillerin işlem gördüğü faiz oranına gerçek faiz denir.
• Borç senetleri üzerinde belirli bir faiz taşıyorsa sabit faizli veya kuponlu
borçlanma denir. Eğer borç senedinin faizi belirli bir göstergeye
endekslenip belirleniyorsa buna da değişken faizli borçlanma denir.
• Belirli koşullarda devlet tahvillerinin gerçek faizi nominal faize göre
yüksek olabilir. Bunu gerçekleştirebilmek için devlet aşağıda belirtilen
yöntemlerden birini izlemek zorundadır.
 Tahvillerin nominal değerinin altında ihraç edilmesi
 Tahvillerin primli veya ikramiyeli olarak ihraç edilmesi
 Tahvil gelirlerine vergisel avantajların sağlanması
I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE MENFAATİ
• BAŞABAŞIN ALTINDA İHRAÇ:
• Tahvillerin ihracı üzerinde yazılı bedel üzerinden yapılmışsa buna,
başabaş ihraç denir. Devlet tahvilleri genellikle başabaş ihraç edilirler.
• Bazen devlet tahvillerini satarken bunların üzerinde yazılı nominal
değerden daha küçük bir değerden satmayı tahvillerin vadesi
dolduğunda bunları nominal değerinden geri almayı ve aradaki süre
içinde de nominal değer üzerinden faiz ödemeyi kabul eder. Bu
işleme başabaşın altında ihraç denir.
• Nominal değer ile iskontolu fiyat arasındaki fark ihraç primidir.
• Hisse senetlerinin nominal değerinden daha aşağıda satılması söz
konusu değilken tahviller için böyle bir engel yoktur. Nitekim
ülkemizde tahvil ihracını düzenleyen mevzuatımızda başabaşın
altında ihraç düzenlenmiştir.
• Bir örnek verecek olursak, 100 lira nominal değeri olan %5 faizli bir
tahvil devlet tarafından 95 liraya satılırsa, tahvil sahibi her yıl 5 lira
faiz alır. Vade sonunda da devlet tahvili 95 liraya değil 100 liraya geri
alacaktır.bu durumda tahvil sahibi her yıl 95 lira gelir elde etmiş
olacaktır.Bu durumda gerçek faiz oranı %5 değil, %5,27 olacaktır ve
dönem sonunda tahvil sahibi vermiş olduğu 95 liraya karşılık 100 lira
geri alacaktır.
I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE MENFAATİ
• Bonolar ve tahvillerde farklı durumlar söz konusudur. Genellikle
faiz kuponu olmadığı için iskontolu fiyattan başabaşın altında
ihraç edilirler. Çünkü tahvil sahipleri faiz kuponuna yazılı olan
faize ek olarak ihraç primi ihraç ederlerken bono sahipleri sadece
ihraç primi elde ederler.
• Tahvil sahiplerine belli avantajlar sağlamasına karşılık bu
yöntemin bazı sakıncaları vardır. Bu yöntem devletin borç yükünü
arttırır; bu kuşağı korurken, ödeme sırasında vergiler yoluyla bu
borcu karşılayacak kuşağı bir yük altında bırakır.Bu tahviller
yüksek gelir seviyesinde olanlar tarafından alındığında gelir
dağılımındaki dengesizliği arttırabilir.
• İKRAMİYELİ (PİYANGOLU) İHRAÇ:
• Devletin tahvil sahipleri arasında düzenlediği piyango sonucu
kazanan tahvil sahiplerine ihalede oluşan faizden daha yüksek
ödemesi şeklindedir. Kazanamayanlar ise sadece ihalede oluşan
faizi elde eder. Devletin böyle bir uygulamayı seçmesi halinde,
borç ödemesi, ikramiyelerin de eklenmesiyle artabilecektir.
I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE
MENFAATİ
• PRİMLİ İHRAÇ:
• Tahvillerin sürümünü kolaylaştıran ve gerçek oranını arttıran bir
başka uygulama da süre sonunda bu tahvillere prim ödenmesi
şeklindedir. Bu yönleriyle primli tahviller başabaşın altında çıkarılan
tahvillere benzerler.
• Uygulamada iki şekilde görülür. Bunlar ihraç primli ve itfa primli
tahvillerdir. İhraç primli tahviller nominal değerin altında satılan
tahviller olup, iskonto bedeli alıcıya satış anında geri verilen ya da
alış fiyatından düşülmektedir.
• Mesela 0.5 TL’lik normal değerden %5 primli olarak sunulan
tahvilden 1000 adet satın alındığında tasarrufçu toplam 50 TL yerine
47,5 TL ödeyecektir. İtfa primli tahviller uygulamasında ise tahvil
süresinin sona erdiği tarihte devlet tahvil sahibine başlangıçta
taahhüt ettiği primi anaparasıyla birlikte ödemektedir. Örneğin 1000
liralık bir tahvile süre sonunda 200 lira primle birlikte 1200 lira
ödenmesi gibi.
• Primli ihraç ile iskontolu borçlanma birbiriyle karıştırılmamalıdır.
İskontolu borçlanmada tahviller tıpkı başabaşın altında ve primli ihraç
gibi belli bir indirimle ihraç edilmekte, ancak kuponsuz olmalarından
dolayı bir faiz ödemesi yapılmamakta, vade sonunda tahvilin
üzerinde yazılı nominal değerin tamamı ödenmektedir. Böylece borç
veren kişi indirim tutarı kadar kazanç sağlamış olur.
BORÇLANMADA YAN
MENFAATLER
• Faiz dışında devlet tahvillerine sağlanan diğer avantajlar
şunlardır:
• a. Devlet Tahvillerinde Vergi İmtiyazları
• b. Devlet Tahvillerinin Vadesi Gelmeden Paraya Çevrilmesi
• c. Tahvillerin Başabaşın Altına Düşmesinin Önlenmesi:
Bankalara, kendilerine getirilen devlet tahvillerinin başabaş
değeri üzerinden satma yetkisi verilerek, tahvillerin daha yüksek
faizli ve vadesiz bir hale getirilmesidir.
• d. Devlet İhalelerinde Teminat Olarak Kabul Edilmesi
• e. Vergi Borçlarının Devlet Tahvilleriyle Ödenmesi
• g. Devlet Tahvillerinin Haczedilemeyeceği
II.DEVLET BORÇLARINDA
GARANTİ
• Borçlanmada asıl olan,borç verenlerin anaparalarının ve kendilerine
tanınan çeşitli menfaatlerin garanti altında bulunmasıdır. Devlet
borçlarının gelişimiyle alacaklıların garanti şekilleri de gelişme
göstermiştir.
• Günümüzde artık devletin borcuna karşılık bir garanti göstermesi
söz konusu olmamakta, garanti daha çok para değerindeki
düşmelerin (enflasyon) ve borçlanma sırasında tanınan öteki yan
menfaatlerin sürenin sonuna ermeden kaldırılması yönünden önem
taşımaktadır.
• Devlete borç verenler vadesi geldiğinde anaparalarını ve kendilerine
sağlanan menfaatleri elde etmek istemektedirler. Devletin bu
taahhütlerini yerine getirmemesi borç verenlerin ekonomik
hesaplarını bozmakta ve devlet borcunun güvenliği konusunun
ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
• Normal şartlarda devletin borç almak için kişilere ayrıca maddi
garanti vermesi beklenemez. Ancak eskiden devlet aldığı borca
karşılık çok defa maddi garanti göstermek zorunda kalmıştır. Bugün
geçerliliği olmayan bu tür garantiler; ayni ve şahsi garantiler olarak
ifade edilmektedir. Uygulamada ise devlet borçlarında garanti;
paranın değerinin düşmesine karşı ve enflasyona karşı önleyici
garantiler şeklinde incelenebilir.
II.DEVLET BORÇLARINDA
GARANTİ
• -Ayni garanti: Devletin borçlanmaya karşılık bir mal ya da belirli
gelir kaynağını göstermesidir.Bu garanti şekli en eski
uygulamalarında ve kamu kredisinin henüz gelişmediği dönemlerde
hükümdarların menkul değerlerini (taç,taht,mücevherler gibi…) ya
da daha sonraları bir bölgenin bir şehrin vergi gelirlerini
borçlanmaya karşılık göstermesi şeklinde olmuştur.Bu uygulamanın
en canlı örnekleri Birinci Dünya Savaşından sonra Avusturyanın
borçlarına karşılık gümrük ve tütün tekeli gelirlerinin teminat olarak
gösterilmesiyle,
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
ünlü
“DüyunUmumiye”sidir.
• -Şahsi garanti: Bir devletin bir başka devlete kefaletine denir;
uygulamada daha az görülen bir garanti şeklidir.Daha çok himaye
altındaki yarı bağımsız devletlerin istikrazları bu şekildeki kefalet ile
çıkarılmıştır.Örneğin 1884 yılında Tunus Hükümetinin yaptığı
borçlanma Fransa’nın kefaletiyle olmuştur.
• Günümüzde devlet borçlarında garanti alacaklıların hakkının
garantisi ve enflasyona karşı garanti olarak iki ana başlık altında
incelenebilir.
II.DEVLET BORÇLARINDA
GARANTİ
•
•
•
•
•
•
•
•
1-Alacaklıların Hakkının Garantisi:
Bu garanti özellikle devlet tahvillerinin kendileri için yüksek faizli bir
servet unsuru olduğuna inanan kişilerin bu servet unsurlarını
vadesinden önce elden çıkarmak zorunda kalmaları ya da tahvil
değerlendirmelerinden yararlanamamaları risk ile ilgilidir. Buradaki
garanti erken ödemeye ya da konversiyona başvurulmaması
garantisidir. Konversiyon veya borçların değiştirilmesi borç yükünün
hafifletilmesini öngören bir işlemdir. Devlet tahviline para bağlayacak
olanlar bu alanda yapılacak olan değişikliklerden rahatsız olacaklarından
dolayı verilecek garanti önem taşımaktadır. Ülkemizde çıkarılan bütün
tahvillerde garanti konusunda hüküm bulunmaktadır.
2-Enflasyona Karşı Garanti: Paranın satın alma gücündeki düşmeler
karşısından nominal borç miktarında meydana gelen düşüşlerin ne
biçimde garanti edileceğidir.Bu garantiler aşağıdaki şekillerde
uygulanmaktadır.
a-Tahvil değerindeki düşmelere karşı garanti
b-En yüksek faydayı alma garantisi:
c-Altın garantisi
d-Fiyat endeksleriyle ayarlama garantisi
e-Sağlam dış para garantisi (kambiyo garantisi)
II.DEVLET BORÇLARINDA
GARANTİ
•
•
•
a-Tahvil değerindeki düşmelere karşı garanti
Bu garanti Hazine’nin ihraç ettiği borç senetlerinin faizlerini değişken faizler
haline getirerek borçların piyasada değerinin düşmesini engellemesi
şeklinde sağlanmaktadır.Böylece devlet borcuna olan güvenin artırılması
hedeflenmektedir.
b-En yüksek faydayı alma garantisi (En Ziyade Müsadeye Mazhar
Alacaklı Garantisi)
Faizlerin piyasada aşırı yükselmesi ve borçlanmada zorluk çekilmeye
başlanması durumu devleti daha uygun şartlarda yeni tahviller ihraç etmeye
zorlamaktadır.Nitekim bu garanti kapsamında devlet, daha önceden
çıkardığı tahvillere daha sonra çıkaracağı tahvillere sağlayacağı ilave
faydaları sağlamayı garanti etmektedir.Devlet, eski tahvil sahiplerinin
mağdur olmaması için çıkarılacak yeni tahvillerle eski tahvilleri değiştirir ve
bunda önceliği eski alacaklılara tanıyarak daha sonra yeni alıcılara yönelir.
c-Altın garantisi
Bu uygulamada tahvillerin satın alma güçlerinin korunması amacıyla altın
değeri esas alınmaktadır. Buna göre ihraç edilen tahvillerin anaparaları ve
faizleri altının ödeme gününde sahip olduğu değer üzerinden ulusal para
cinsi üzerinden ödenir. Böylece altının fiyatı tahvilin bedeli için bir çeşit
indeks görevi yapmaktadır.
II.DEVLET BORÇLARINDA
GARANTİ
• d-Fiyat endeksleriyle ayarlama garantisi
Bu garantiye göre tahvilin fiyatı bazı malların fiyatına göre
ayarlanmaktadır. Dönem içinde fiyat endeksleri meydana gelen
değişmeleri yansıttığından böylece tahvile yatırılan paranın satın
alma gücü korunmuş olmaktadır. Böylece dönem sonunda tahvil
sahibine endeksteki artış kadar ayrıca fark ödenir.
• e-Sağlam dış para garantisi (kambiyo garantisi)
Endeksli tahvil türlerinden olan döviz endeksli tahvil sahibi olan kişi
bu tahvili milli para ile satın almakta faiz ve anapara ödemesi de
kendilerine o tarihlerde geçerli kurlar üzerinden yine milli para
cinsinden yapılmaktadır. Böylece tahvil fiyatlar genel seviyesi veya
altın fiyatı gibi yabancı para endeksine bağlanmış olmaktadır. Kur
riskinin yüksek olması nedeniyle tasarruf sahiplerinin yerli para
cinsinden tahvil almaktan kaçındığı durumlarda devlet dövize
endeksli tahvil ihraç ederek, tahvil sahiplerini kur riskinden
korumaktadır.
III.BORÇ YÖNETİMİ
• Borç yönetiminin birçok tanımını yapmak mümkündür. En geniş
şekilde borç yönetimi gerekli olan fonları oluşturmak risk maliyet
amaçlarına ulaşabilmek ve etkili bir devlet borç senetleri piyasası
geliştirmek ve sürdürebilmek gibi amaçlara ulaşabilmek için hükümet
borçlarının yönetimine yönelik bir strateji oluşturma ve yürütme
sürecidir. Yani bir ülkenin ekonomi politikasına yardımcı olmak ve
ekonomik dengenin korunması amacıyla kamu borçlarının miktarında
ve bileşiminde değişiklik yapmaktır.
• Borç yönetimi artık ekonomi politikasının bir aracı olarak görülmekte
ve kamusal gelir elde etme amacına ilave olarak daha farklı amaçlara
da hizmet etmektedir.
• Borç yönetimini tanımlarken karşımıza çıkan bir diğer tanımlama pasif
ve aktif borç yönetimidir. Pasif borç yönetimi; mevcut istatistiklere
dayanarak borçlanmanın zamanlamasına, miktarına ve kullanılacak
enstrümanlara ilişkin karar verme süreci; Aktif borç yönetimi ise pasif
borç yönetiminin yanı sıra borcun özellikle faiz ve kur riskine karşı
korunmasını içeren risk yönetim tekniklerinin kullanılması sürecidir.
III.BORÇ YÖNETİMİ
• Ülkemizde bilimsel anlamda bir borç yönetiminin uygulanmadığı,
çoğu zaman bütçe açıklarının borçlanmaya gitmek için yeterli
sebep sayıldığı ve vergilendirme, giderleri azaltma hatta açık
finansman gibi alternatiflerle karşılaştırmanın yapılmadığı,ödeme
içinde geri ödeme planlarının tek kriter olarak belirlendiği,
ödemelerin ekonomik yönünün hiç düşünülmediği yönünde
geçmişte eleştiriler getirilmiştir. Ancak 2002 tarih ve 4749 sayılı
“Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun” ile borç yönetimi artık çağdaş bir görünüm
kazanmıştır.
Kanunun 1. maddesinde borç yönetiminin amacı şu şekilde ifade
edilmektedir: “Bu kanunla ülkenin kalkınma hedeflerini dikkate
alarak piyasalarda güven ve istikrarı koruyarak ve makroekonomik
dengeleri gözeterek, devletin iç ve dış borçlanmasına hibe
almasına borç ve hibe vermesine nakit yönetiminin maliye ve para
politikaları ile koordineli bir şekilde yürütülmesine, verilecek
garantilerin bu borçlanma ve garantilerden doğan finansal
alacaklar ile devlet iç ve devlet dış borcunun etkin bir şekilde
yönetimine ve izlenmesine ve Müsteşarlık tarafından üstlenilen her
türlü mali yükümlülüğün geri ödenmesi,ilgili bütçe hesaplarına
kaydedilmesi ve raporlanmasına ilişkin usul ve esasları
düzenlemektir.”
III.BORÇ YÖNETİMİ
Kamu borç yönetimi temel iki ilke üzerine kurulmuştur;
1. Makroekonomik dengeleri gözeterek para ve maliye politikalarıyla uyumlu
sürdürülebilir, saydam ve hesap verilebilir bir borçlanma politikası izlenmesi
2. Finansman ihtiyaçlarının iç ve dış piyasa koşulları ve maliyet unsurları göz önüne
alınarak belirlenen risk düzeyi çerçevesinde uzun vadede mümkün olan en düşük
maliyetle karşılanması.
• Etkili bir borç yönetimi aynı zamanda kamu borçlarının sürdürülebilirliği üzerinde
olumlu bir etkide bulunabilir. Borçların sürdürülebilirliğini etkileyen temel faktörler;
reel faiz oranı, büyüme oranı, kamu harcamaları ve faiz dışı bütçe dengesidir.
Borçların sürdürülebilir olması büyüme, reel faiz oranı ve birincil (faiz dışı) bütçe
dengesine bağlıdır. Faiz dışı bütçe fazlası verilmesi borç faizlerinin en azından bir
bölümünün borçlanma olmadan ödenebileceğini gösterdiğinden borç stokundaki
artışı yavaşlatır. Eğer reel faiz oranı büyüme oranı üzerinde, faiz dışı bütçe fazlası da
verilemiyorsa borç stoku giderek büyüyecek ve borçlar sürdürülemez hale gelecektir.
• Borçlanmanın hukuki boyutu kanunla yapılabilmesi zorunluluğundan doğmaktadır.
Bu nedenle devlet mali işlerini belirli bir hukuki düzen içerisinde yürütmektedir.
• Devletin egemenlik gücüne dayanarak borçlanmasının kanun konusu olduğu ve
yasama organı tarafından onanması gereği vergilemede olduğu gibi anayasada da
teminat altına alınmıştır. Bu nedenle borçlanmaya ilişkin hukuki düzenlemeler miktar,
kaynak ve nereden borçlanacağı gibi hususlar çerçevesinde borç alan ve veren
açısından önem kazanmaktadır.
III.1. DEVLET BORÇLANMASINDA
YETKİ
•
•
•
•
Devlet borçlanmaya giderken bütçe ve özel bir borçlanma kanunuyla yetki
almak zorundadır. Bu kanunda devletin borçlanabileceği üst limit
belirlenmektedir.
Devletin bütçe kanunuyla ilgili aldığı yetki vergide olduğu gibi bir zorunluluk
değil bu konuda alınmış bir izindir. Ancak uygulamada hükümetlerin
borçlanma kanunlarını genellikle bütçe kanunuyla birlikte geçirdikleri
görülmektedir.
Borçlanma yetkisi çoğunlukla hükümet ve/veya bağlı kurum ve kuruluşlara
verilmektedir. Parlamento tarafından kabul edilmiş yetki sınırları içerisinde
ihraç edilecek devlet tahvilleri konusunda hükümete tanınacak yetkinin en
başında faiz oranının belirlenmesi gelmektedir.Ayrıca ihraca konu olacak
tahvillerin türlerinin tespiti de hükümete tanınan yetkiler arasındadır.
Örneğin; devlet tahvillerinin kaç tertipte ve kaç seri halinde çıkarılacağı ve
vadelerinin tespiti gibi hususlar hükümetçe kararlaştırılır. Görüldüğü gibi her
türlü yetkinin parlamentonun elinde olması milletin hükümranlığının etkisi
olarak ortaya çıkmaktadır.
Ancak yetkinin parlamentoca kullanılacak olması ve bu konuda bir sınırlama
olmaması ülke kaynaklarının savurgan bir biçimde kullanılmasına da neden
olabilmektedir. Bu nedenle bu konuda anayasalara borçlanma yetkisini
sınırlayıcı kuralların getirilmesi hususu çeşitli ülkelerde tartışılmaktadır.
III.1. DEVLET BORÇLANMASINDA
YETKİ
• Ülkemizde borçlanma yetkisinin kullanımı çıkarılan kanunlar ölçüsünde
yürütülmektedir. Bunlar, kısa ve uzun vadeli borçlanma yetkisi sağlayan
kanunlar yanında, Merkez Bankası Kanunu, Bütçe kanunu, Devlet
yatırım bankası kanunu, KİT kanunları çerçevesinde yürütülmektedir.
• Ülkemizde borçlanma yetkisi ilgili kanunlar çerçevesinde 1985 yılına
kadar Maliye Bakanlığı tarafından kullanılırken 1987 Mali yılı Bütçe
kanunuyla bu yetki Hazine Müsteşarlığı’na devredilmiştir.1986 yılından
itibaren borçların anapara ödemeleri bütçe dışına çıkartılmış ve
tamamen Hazine Müsteşarlığına devredilmiştir.Ayrıca 1978 mali yılı
bütçe kanunuyla birlikte bütçe açığı miktarı kadar iç borçlanma yetkisi iki
katına kadar arttırılabilmesi imkanı getirilmiştir. Yine 1986 yılından
itibaren bütçe açığının iç borçlanmayla karşılanacağı hükmü 3.maddeyle
net borçlanma hasılatı ile karşılanacaktır şeklinde değiştirilmiştir.
• Borçlanma yetkisinin kullanımında şu anda tek yetkili olarak gözüken
Hazine Müsteşarlığı, 4749 sayılı Kanun çerçevesinde kendisine verilen
borçlanma yetkisini bütçe kanunlarından aldığı yetki ölçüsünde
kullanmaktadır.
• 2001 krizi sonucunda borç yönetiminin artık bir tek merkezde toplanması
fikri ağırlık kazanmış ve bu çerçevede 4749 sayılı kanuni düzenleme
gerçekleştirilmiştir. Bu düzenleme kanunun 4. maddesinde açık bir
şekilde ifade edilmektedir.
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ
• Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllardan itibaren
sıklaşan aralıklarla krizlerle karşı karşıya kalmaya
başlamıştır.Borçlanma alanında yaşanan birtakım
sorunları gidermek üzere 4749 sayılı “Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkındaki Kanun” ile Analitik Bütçe ve Tahakkuk
Esaslı Muhasebe Yönetmelikleri çerçevesinde
hayata
geçirilmiştir.Bu
kanunla
getirilen
uygulamaya yönelik düzenlemeler hakkında
aşağıda bilgiler verilecektir.
• 1.Mali Disiplinin Artırılması
• 2.Şeffaflığın Arttırılması
• 3.Borç ve Alacak Yönetiminde Etkinliğin Artırılması
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ
• 1.Mali Disiplinin Artırılması
a-Tek bir borçlanma otoritesinin belirlenmesi
b-Limit:
b.1.)Borçlanma limiti= Bütçe başlangıç ödenekleri
toplamı-Tahmin edilen bütçe gelirleri
(Madde 5) Kanun kapsamında borçlanma limitine yönelik
olarak getirilen yenilikler şunlardır:Borçlanma limiti
değiştirilemez. Ancak borç yönetiminin ihtiyaçları ve
gelişimi dikkate alınarak,bu limit yıl içinde en fazla yüzde
beş artırılabilir. Bu miktarın da yeterli olmadığı durumlarda,
bu limit yıl içinde en fazla yüzde beş oranında artırılabilir.
Bu miktarın da yeterli olmadığı durumlarda, ilave yüzde
beş oranında bir tutar, ancak Müsteşarlığın görüşü ve
Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile
artırılabilir. Bütçenin denk olması durumunda da
borçlanma, anapara ödemesinin en fazla yüzde beşine
kadar artırılabilir.
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ
b.2)Garanti Limiti: Kanunun getirdiği düzenlemeler
öncesinde yılı Bütçe Kanunlarıyla tespit edilmiş garanti
limiti sadece yerel yönetimlere ve KİT’lere sağlanacak
hazine garantili kredi miktarı üzerine bir üst sınır
getirirken yeni düzenleme ile yap-işlet-devret projeleri
kapsamında sağlanacak garantiler de limite dahil edilmiş
bulunmaktadır. Garanti limitinin tutarı her yıl ilgili bütçe
kanununda yer alacak madde ile belirlenmektedir.
b.3) İkraz Limiti: Vadesinde nakden ödenenler hariç,
çeşitli kanunlara dayanılarak ikrazen ihraç olunan özel
tertip Devlet iç borçlanma senetleri bu limitin
hesaplanmasında dikkate alınmaz. Malî yıl içerisinde
ikrazen ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma
senetlerinin limiti her yıl bütçe kanunlarıyla belirlenir.
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ
•
•
c- Dış proje kredilerinin bütçeleştirilmesi: Yatırım harcamalarına karşılık
olarak daha önce bütçe dışında yer alan ve dış kaynaklardan finanse edilen
bu krediler mali disiplini bozucu etkileri nedeniyle uluslar arası uygulamalarda
olduğu gibi kullanımdan önce bütçeleştirilmesi öngörülmüştür. Bu çerçevede
yeni uygulamada analitik bütçe kodlamasına göre finansman tipi sınıflamanın
içerisinde bir kalem olarak yer almaya başlamıştır.
d- Garantisiz Kamu Dış Borçlarına İzin Verilmesi: Kamu kuruluşlarının yurt
dışından sağlayacağı her türlü mali imkan Hazine Müsteşarlığı’nın iznine
tabidir. Ayrıca bu kuruluşların diğer kuruluşlar lehine verecekleri garantilerde
de Müsteşarlığın izninin alınması zorunludur.
2-Şeffaflığın Arttırılması: Borçlanma politikalarına ilişkin ortaya çıkan
belirsizlikler borçlanmada taraf olanlar tarafından bir risk olarak algılanmakta
ve bu da borçlanma maliyetlerinin üzerine bir risk primi adı altında ek bir
maliyet olarak yansımaktadır. Borçlanma politikalarının mali piyasalar
tarafından öngörülebilmesi risk priminin azaltılması açısından önem
taşımaktadır. Bu çerçevede Hazinenin borçlanma ve nakit yönetimi şeklindeki
uygulamalarına ilişkin bilgilerin çeşitli iletişim kanallarıyla kamuoyuna
duyurulması ve hazırlanan aylık borçlanma programlarıyla mali piyasaların bu
konuda
bilgilendirilerek
geleceğe
dönük
borçlanmalarına
yönelik
öngörümlemelerini arttırması sağlanmaktadır.
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ
Şeffaflığın borç yönetimindeki en önemli etkisi mevzuat karmaşıklığını
önleyerek uygulamadan kaynaklanan sorunları azaltmak ve kamu
finansmanına ilişkin hususları tek ve temel bir düzenleme çatısı altına almak
olmuştur.Dolayısıyla 4059,244,1267 ve 32 sayılı yasalar çerçevesinde
yürütülen borçlanma işlemleri yeni yasayla kolaylıkla izlenebilir hale
gelmiştir.
2.a)Risk Hesabı: Hazine nakit ve borç yönetiminde yaşanan sorunların
giderilmesi amacıyla garanti kapsamında ortaya çıkan yükümlülüklerin
ifasının yapılacağı bir risk hesabı Merkez Bankası nezdinde Hazineye ait
olmak üzere oluşturulmuştur.Hesaptan ödemeler hesabın kendi gelirleriyle
yapılmaktadır.Hesabın
gelir
kaynakları;
ikraz
ücretleri,garanti
ücretleri,kuruluşlarca yapılan geri ödemeler,hesap bakiyesine işletilen
nemalar ve bütçeden yapılan aktarmalardan oluşmaktadır.
2.b) Borç Yönetimi Raporu: Kanunla getirilen düzenlemeye göre bütçe
yılında sağlanan iç ve dış finansman imkanları,hazine garantileri,risk hesabı
işlemleri,alınan ve verilen hibeler,dış borç devir ve ikrazına ilişkin veriler ve
finansal piyasalara ve dış borç yönetimine ilişkin diğer veriler borç yönetimi
adı altında Müsteşarlıkça hazırlanıp ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına
gönderilmekte ve şeffaflığın gereği olarak da kamuoyunun bilgisine ve
erişimine sunulmaktadır.Ayrıca,Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu
bakanın özel gündemle yapacağı toplantıda yılda bir defadan az olmamak
üzere TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunu bilgilendirmesi gerekmektedir.
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ
•
•
•
•
3-Borç ve alacak yönetiminde etkinliğin artırılması: Bu kapsamda
alınacak tedbirler kanunla düzenlenmiştir.Bu düzenlemeler çok kısa olarak
şu şekilde belirtilebilir.
3-a) İlke ve stratejilere yönelik genel esasların belirlenmesi: Bu
kapsamda finansman ihtiyaçlarının orta ve uzun vadede mümkün olan en
düşük maliyet ve makul düzeyde bir risk oranı çerçevesinde
karşılanacağı,aktif risk yönetiminin yapılacağı,şeffaflık ve hesap
verilebilirliğin esas alınacağı ve devlet adına tek bir borçlanma otoritesinin
mevcut olacağı gibi esaslar ele alınmıştır.
3-b)Risk yönetimi: Buna göre kamu borçlanmasına ilişkin risklerin tespit
edilebilmesi ve borçlanma politikalarının söz konusu riskler göz önüne
alınarak oluşturulması gerekmektedir.Bu çerçevede gerekli yasal
çerçevenin
ve
organizasyon
yapısının
oluşturulmasına
yönelik
düzenlemeler ise orta ofis oluşumu ve borç yönetim komitesi oluşumu
şeklindedir.
3-c)Hibe: Bu kapsamda AB’den alınacak hibeler dışında,T.C. Adına
savunma güvenlik amaçlı olanlar hariç her türlü hibenin alınmasında
Hazinenin bağlı olduğu bakan yetkili kılınmıştır.Verilecek hibelerde ise
Bakanlar kurulu yetkilidir.
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ
• 3-d)Kısa vadeli borçlanma: Kısa vadeli nakit açıklarının finansmanı
ve nakit yönetiminde etkinliğin artırılması için para piyasalarında
nakit işlem yapılması imkanı getirilerek borçlanmanın miktarı
aşağıdaki şekilde sınırlandırılmıştır.
İlgili yıl başlangıç bütçe ödenekleri toplamı x (1/100)
• 3-e)Nakit fazlalarının nemalandırılması: Hazine hesaplarında
oluşacak nakit fazlalıklarını değerlendirmek amacıyla TC Merkez
bankası aracılığıyla nemalandırılmasına yönelik düzenleme
yapılarak aşağıdaki şekilde sınırlandırılmıştır.
İlgili yıl başlangıç bütçe ödenekleri toplamı x (1/100)
• 3-f)Vadesi geçmiş hazine alacaklarının tahsili: Bu çerçevedeki
hazine alacaklarının 6183 sayılı Amme Alacaklarının tahsili usulü
hakkında kanun hükümleri uyarınca tahsil edilmesine olanak
sağlanmıştır.
• 3-g)Uzlaşma müessesesi: Kanunla yürürlüğe girdiği tarihte mevcut
bulunan hazine alacakları karşılığında hesaplanan gecikme faiz ve
cezaları için; tahsil kabiliyetinin artırılmasını teminen bir defaya
mahsus olmak üzere uzlaşma imkanı getirilmiştir.
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ
YÖNETİMİ
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ
YÖNETİMİ
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ
YÖNETİMİ
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ
YÖNETİMİ
IV.TÜRKİYE’DE BORÇ
YÖNETİMİ
DEVLET BORÇLARININ ÖDENMESİ
•
•
•
•
•
•
•
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
Borç servisi, iç ve dış borçlanmadan doğan anapara ile faiz ve komisyon gibi
giderlerin ödenmesi, mevcut bir borcun vadesinin uzatılmasına ilişkin
uygulamalar olan erteleme, tahkim (konsolidasyon), mevcut bir borcun faizinin
değiştirilmesi (değiştirme, konversiyon), borçların sermayeye dönüştürülmesi
(borç-sermaye swap’ı) gibi borç ödemeye ilişkin konulardan oluşmaktadır.
Borç servisinin normal yolu,alınan borcun anapara ve faizlerinin vadeleri geldiği
zaman geri ödenmesidir.
Borç servisinin normal dışı yollarından birisi tahkim veya aynı anlamda
kullanılan konsolidasyondur. Konsolidasyon daha ziyade enflasyonist
dönemlerde başvurulan bir yöntemdir.
Tahkimin (konsolidasyon) kelime anlamı sağlamlaştırmadır. Bir borcun
anapara ve/veya faizinin vadesi geldiğinde geri ödenemeyeceği anlaşılırsa ya
borçlu tek taraflı olarak (zorunlu tahkim) ya da borçlu borç veren anlaşarak
(isteğe bağlı tahkim) vadeyi uzatmakta ve buna bağlı olarak faiz de
yükselmektedir.
Borçların değiştirilmesi, borç yükünün hafifletilmesi amacıyla, borçlunun
ödeyeceği faiz oranında bir indirim yapılması işlemini ifade eder.
Değiştirme (konversiyon) işleminde asıl olarak borcun anapara tutarı ve
vadesi değişmediği halde ödenecek faiz miktarı değişir.
Değiştirme işleminin tahkimden en önemli farkı şöyle özetlenebilir: Tahkimin asıl
amacı borcun vadesini uzatmak olduğu halde, değiştirmeden güdülen amaç
borç yükünün hafifletilmesidir. Bu çerçevede tahkimin enflasyonist ortamların,
değiştirmenin ise durgunluk dönemlerinin uygulaması olduğunu belirtmek doğru
olacaktır.
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
• Olağanüstü Borç Yönetimi İşlemleri:
• Tahkim: Tahkimi basit olarak kısa vadeli borçlanma tahvillerinin
uzun vadeli veya süresiz borç tahvillerine dönüştürülmesi olarak
tanımlamak mümkündür. Bu işlemde yeni bir borç söz konusu
olmamakta, eski borcun miktarı değişmeksizin borcun koşullarında
değişiklik yapılmaktadır. Bu değişiklik alacaklıya yeni çıkarlar
sağlamak (genellikle daha yüksek faiz oranı gibi.)şeklinde
olmaktadır.Konsolidasyon çeşitleri şunlardır:
• a) İsteğe bağlı tahkim: İsteğe bağlı tahkimde alacaklılara devletin
kısa vadeli borçlarını uzun vadeli borçlarla değiştirmek veya parasını
geri istemek arasında seçim hakkı tanınır.Uygulamada iki şekilde
görülmektedir.Birincisi uzun vadeli borçlanmaya giderek elde ettiği
paranın bir kısmını veya tamamını devlet kısa vadeli borçlarını
ödemeye ayırır,ikincisinde ise bir kısım vadesi gelmiş borç
senetlerinin para karşılığı yeni tahvil senetlerinin satın alınmasında
kabul edilebileceğini duyurur.Uygulamada en çok karşılaşılan tahkim
şekli de budur.
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
b)Zorunlu tahkim: Zorunlu tahkimde, devlet tek taraflı olarak
hareket ettiğinden,alacaklıya eski borç senetlerini yeni borç senetleri
ile değiştirip değiştirmemek konusunda hiçbir seçme hakkı tanımaz.
Ancak cebri konsolidasyon devletin itibarı bakımından olumlu bir
uygulama olmayıp tasarruf sahiplerinin devlete tekrar borç vermesi
gerektiğinde devlet bundan olumsuz etkilenmektedir.
• Konsolidasyonun üç farklı etkisi bulunmaktadır.
– Konsolidasyon uygulaması hazineye bir rahatlık sağlar.Böylece
vadesi yaklaşan veya gelmiş olan senetlerin vadeleri uzadığında
hazine yeni bir kaynak bulmuş gibi olur ve belli bir ödeme
planına göre uygun zamanlarda öder.
– Alacaklıların kaybolan menfaatleri karşılığında yeni menfaatler
sağlar ve bu da hazineye ilave yükler getirir.
– Piyasaya aniden çıkacak olan para akımını önleyerek
enflasyonist etkileri engelleyebilir. Çünkü piyasaya aniden büyük
bir satın alma gücünün akışı ekonomik dengeleri sarsabilir.
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
•
•





•
Konversiyon:
Borç
yükünü
hafifletmek
amacıyla
başvurulan
bir
uygulamadır.Konversiyon uygulaması ile faiz oranı yüksek olan tahviller daha düşük
faizli tahvillerle değiştirilir. Özellikle borç sözleşmesinde ve borçlanmaya yetki veren
kanunda ihraç edilecek tahvillerin erken ödemeye veya borçların değiştirilmesine
gidilemeyeceği konusunda hüküm varsa bu tahviller yenisiyle değiştirilemez.
Piyasadaki uygun koşullar piyasa faiz haddini düşürme yönünde ise devlet ana para
miktarını değiştirmeksizin borçların faiz yükünü azaltmaya gidebilir. Devletin borçların
değiştirilmesi işlemine girişmesi için belli koşulların bir araya gelmesi gerekir. Bu
koşulları şöyle sıralayabiliriz:
Konversiyona girişmek için önce piyasada eski borçlanmaya kıyasla daha düşük bir
faiz oranının oluşmuş olması gerekir.
Konversiyon için,devletin mali koşullarının bu işlemler için uygun olması gerekir.
Konversiyon işleminin açık ve basit bir teknikle yapılması gerekir.
Konversiyon işlemini kolaylaştırmak için,yeni çıkarılan tahvillerin,piyasa faiz haddinin
biraz altında olması gerekir.
Konversiyonun özellikle ekonomik durgunluk dönemlerinde başvurulan bir uygulama
olduğu ifade edilebilir.
Konversiyon her zaman net bir kazanç olmamaktadır.Devlet tahvillerinin getirileri her
türlü vergiden muaf değilse, azalan faiz ödemeleri nedeniyle vergi matrahında da bir
azalma meydana gelmektedir.Bu nedenle, devlet için net kazanç tasarruf edilen faiz
ile mahrum kalınan vergi arasındaki farktan ibarettir.Ayrıca konversiyon, gelir
dağılımında denge sağlayıcı da bir rol üstlenmektedir.Çünkü konversiyonun başarılı
olması durumunda, borç yükünde bir azalma meydana getirerek, milli gelirin
dağılımını olumlu yönde etkileyebilir
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
Konversiyon uygulamada iki şekilde yapılmaktadır:
1- Zorlayışlı (Cebri): Zorlayışlı konversiyon, tahvil sahibinin arzusuna
bakılmaksızın evvelce çıkartılmış olan yüksek faizli tahviller, sonradan
çıkartılmış bulunan düşük faizli tahvillerle değiştirilir.
2- İsteğe (İhtiyari) Bağlı: İsteğe bağlı konversiyonda devlet alacaklıları
ellerindeki tahvilleri çıkarılan tahvillerle değiştirmeye davet eder veya onların
tahvillerinin nominal değerlerini ödeyeceğini bilir.
Konversiyon uygulamasının 4 türü bulunmaktadır:
1- Başa baştan (Basit Usulde) yapılan konversiyon: Bu konversiyon şekli
en basit olanıdır. Bu usulde,100 tl nominal değerli %5 faizli bir tahvil,
nominal değerini değiştirmeksizin, örneğin %4 faizli yeni bir tahville
değiştirilir.
2- Başa başın altında konversiyon:Bu tür konversiyon nominal borç
miktarını artırarak faiz haddinde bir miktar indirim yapmak suretiyle
gerçekleştirilir.Örneğin %10 faizli eski bir tahvilin piyasada 100 tl’den işlem
gördüğünü düşünecek olursak bunun nedeni cari faiz oranının %8 olması
yani tasarruf sahiplerinin borsa rayici üzerinden alacakları menkul değerlere
ancak %8 bir gelir sağlayabildikleridir.Böyle bir durumda devlet eski
tahvillerini başa baş ihraç fiyatı ve %8 faizli yeni tahvillerle değiştirebilir.
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
3- Kademeli Konversiyon: Bu çeşit konversiyonda daha önce
çıkarılan tahvillerin faiz oranları piyasadaki faiz oranına birdenbire
indirilmez. Kademeli bir yol izlenir. Bunun anlamı, konversiyon
nedeniyle
tahvil
sahiplerinin
uğrayacakları
kaybı
aniden
hissettirmemektir.
• Örneğin piyasadaki cari faiz oranı %3,5 ise %5 faizli tahviller birinci
yılda %4,5 ikinci yılda %4 üçüncü yılda %3,5e indirilmektedir.Ya da bir
yıl eski faiz %5 ödenip bir yıl sonunda doğrudan %3,5’a geçilebilir.
4- Fark isteme suretiyle konversiyon: Bu tür konversiyonda, tahvil
sahipleri hem de gelir düzeylerinde bir değişme olmaması için piyasa
faiz oranlarındaki düşmeye karşılık, belirli bir ölçüde ana para fazlası
ödemeye çağrılmaktadır.
• Örneğin, devletin piyasada mevcut %6 faizli borcu yeni faiz haddi olan
%3 faizli borçla değiştirmek istediği durumda devlet 100 milyon tl’lik
borç için 3 milyon liralık faiz ödemekten kurtulacaktır. Devlet
alacaklılara ellerindeki tahvillerin ya erken itfasını kabul etmek ya da
vereceği iki adet 100 liralik %3 faizli tahvil yerine kendisine bir adet %6
faizli tahvil ile birlikte 1000 lira da nakit verilmesi arasında tercih
yapmaya çağırabilir.Bütün alacaklılar bu çağrıyı kabul ederlerse
alacaklıların faiz geliri ve devletin faiz yükü değişmemesine karşın borç
yükü bir kat yükselmiş olur.
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
• Moratoryum (Borçların durdurulması veya erteletilmesi): Vadesi gelmiş
olan borçlara ilişkin herhangi bir yasa, mahkeme kararı, borçlu ve alacaklılar
arasında bir anlaşma olmaksızın doğrudan doğruya borçlunun tek taraflı
kararıyla borç ödemesinin durdurulması ya da ertelenmesidir.
• Moratoryum esas itibariyle dış borçlarla ilgilidir. Ancak iç borçlarla ilgili olarak
da moratoryum söz konusu olabilir. Devletler içine düştükleri yoğun döviz
darboğazı dolayısıyla dış borçlarının ana para ve faizlerini
ödeyemeyeceklerini ilan ettiklerinde, borçlularla alacaklılar arasında bir
anlaşma yapılarak borçların vadesinin uzatılması işlemi de moratoryum
olarak adlandırılır.
• Moratoryum ilanından sonra yapılan görüşmelerde borç ortadan
kalkmamakta, aksine ödeme imkanı azalan borcun ödenmesi
kesinleşmektedir.
• Borcun reddi: Devletin tek taraflı bir kararla mevcut borcunun tamamını
veya bir kısmını ortadan kaldırdığını bildirmesi demektir. Burada borç tek
yönlü olarak ortadan kaldırılmakta yani silinmektedir. Genellikle borç reddi
rejim değişikliklerinde veya olağanüstü siyasi olaylar sonucu ortaya
çıkmaktadır. Borcun reddi esasta hem iç hem de dış borçlar için olabilir.
Günümüzde devletin iç borçları reddetmesi pek karşılaşılan bir durum
değildir. Devlet böylesine sert tedbirlere başvurmadan da iç borçları ortadan
kaldırabilme imkanına sahiptir.
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
Devletin iflası: Siyasi, askeri ve iktisadi krizler sonucunda,
borçlarını ödeyemeyecek duruma düşen ülkeler borç veren
ülkelerle anlaşmalar yapmak suretiyle, borç durumunu yeniden
düzenleme yoluna gitmektedirler.
• Çeşitli nedenlerle borçlarını ödemeyecek duruma düşen devletin
mali iflası söz konusudur. Yapılacak anlaşmalar sonucunda
alacaklıların ağır şartlarını ve garanti isteklerini kabul ederek, mali
ve siyasi bağımsızlıklarından fedakarlık ederler. Çünkü alacaklılar
geri kalan alacakları karşılığında teminat garantisi isterler. Bu
teminat borçlu ülkelerin bir kısım gelir kaynaklarının borçların
ödenmesine tahsisini de getirebilmektedir.
• Yabancı alacaklılar bununla da yetinmeyip teminat olarak gelir
kaynaklarının kendileri tarafından kontrolünü hatta idaresini şart
koşarlar. Osmanlı devleti döneminde ülkemizde Düyun-u Umumiye
idaresi kurulmak suretiyle bir kısım gelir kaynaklarının kontrolü ve
idaresi yabancı alacaklıların eline geçmiştir.
DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ
(OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ
• Borcun sermayeye dönüştürülmesi ya da borç-sermaye
swapı; borçlunun borcu karşılığında sahip olduğu bazı ticari
kuruluşlardaki sermaye paylarını alacaklıya vermesi
şeklinde ortaya çıkmaktadır.
• Böylece borç ödenmiş olurken söz konusu kuruluşlardaki
sermaye pay sahipliği el değiştirmiş olmaktadır.
• Dış borçların anapara yükümlülüğünü ifade ifade eden döviz
cinsinin
değiştirilmesi,
başka
bir
döviz
cinsine
dönüştürülmesi (anapara swapı’ı), söz konusu faizin ifade
edildiği döviz cinsinin değiştirilmesi (faiz swap’ı) veya
borçların sermayeye katılım payı haline dönüştürülmesi
(borç-sermaye swap’ı) şekillerinden birinde ortaya çıkar.
• Bu işlem,1980’li yıllarda dış borç ödeme bunalımına giren
Güney Amerika ülkeleri tarafından,alacaklıları olan
bankalarla birlikte yaygın bir şekilde uygulanmıştır.
Devletin Borç Yükü ve Gelecek
Kuşaklar
• Borç yükü; Bir ülkenin belirli bir dönemdeki toplam borç stokunun o
dönemdeki GSMH’ye oranını ifade etmektedir. Borçlanma faizlerinin
bir gider kalemi olarak kabul edilmesi her hem borç stoku hem de
borç yükü açısından geçerlidir.
• Borçlanmanın milli geliri azaltıcı etkisinden dolayı bu kavram toplum
refahını azaltıcı etkilere de yol açmaktadır. Borç yükünü daha çok
dış borçlar meydana getirirken bu yükün gelir dağılımı üzerindeki
etkilerini ise daha çok iç borçlar ortaya çıkarmaktadır.
• Devlet borçlarının alındığı dönem ile ödendiği dönemler birbirinden
farklı dönemler olmaktadır. Bu bağlamda borç yükünün borcun
alındığı dönem kuşaklarına mı yoksa ödendiği dönem kuşaklarına
mı yüklenileceği konusunda üç farklı görüş vardır.
• Birinci görüş borç yükünün borçlanmanın yapıldığı dönemdeki
kuşaklarca taşınması gerektiği,
• ikinci görüş borçlanmanın yükünün borcun yapıldığı dönemdeki
kuşaklar üzerinde kalacağını savunmakla birlikte borçlanmanın
kaynağı konusunu birinci görüşten farklı ele almaktadır.
• Üçüncü görüş ise borç yükünün borçlanmanın yapıldığı dönemdeki
kuşaklara kalmayıp gelecek kuşaklara geçeceği ya da geçmesi
gerektiğidir.
Devletin Borç Yükü ve Gelecek
Kuşaklar
• Klasik maliyecilere göre borçlanma vergilerin öne alınmış şeklidir.
Dolayısıyla borçlanma gelecek kuşaklar üzerinde bir yük meydana
getirecektir.
• Buchanan’a göre bugün yapılan borçlanma ilerde mutlaka vergilerle
finanse edilecektir. Bu da vergilerde artış ile sonuçlanacaktır.
• Ricardocu Denklik Teoremine göre borçlanma sadece bugünkü nesil
üzerinde bir yük meydana getirmektedir. Çünkü bireyler rasyoneldir ve
bugün yapılacak borçlanmanın gelecekteki vergi artışıyla finanse
edileceğini bildiklerinden tüketimlerini kısma, tasarruflarını artırma
yoluna gideceklerdir. Böylece gelecek nesillere herhangi bir yük
kalmayacaktır.
• Keynezyen görüşe göre borçlanmanın refah etkisi genellikle borç
yükünden daha güçlüdür. Çünkü devletin borçlanma geliriyle
gerçekleştirdiği kamu harcamaları çarpan etkisiyle milli geliri artırır.
Böylece harcamaların refah etkisi borcun yük etkisini aşar.
• Domar’a göre borcun gelecek kuşaklara yük oluşturması önemli değildir.
Önemli olan bu borcun milli gelirde bir artışa yol açıp açmadığıdır.
• Pigou’ya göre iç borçlanma herhangi bir borç yükü yoktur, çünkü
tahvillerin faiz gelirlerini gelecek nesiller alacaktır. Ancak dış borçlanma
da faiz gelirleri yabancılara gideceğinden bir borç yükünden
bahsedilebilir.
Devletin Borç Yükü ve Gelecek
Kuşaklar
• Borç yükünün dağılımı ve gelişimi:
Borç yükü incelemelerinde sağlanan fayda dikkate alınmadan önce
bazı rasyolar kullanılmaktadır.
• İç borçlar açısından bu rasyolar;
• iç borç servisi/GSMH,
• İç Borç Stoku/GSMH,
• İç borç servisi/konsolide bütçe giderleridir.
• Dış borçlar için kullanılan rasyolar da;
• dış borç servisi/toplam döviz gelirleri,
• dış borç servisi/GSMH,
• dış borç stoku/GSMH
• dış borç servisi/ihracat gelirleri
• Söz konusu rasyolara ilişkin bilgilere aşağıdaki tabloda yer verilmiştir.
Kamu Kesimi Borç Stoku= Merkezi Yönetim İç Borç Stoku+Kamu Kesimi Dış Borç Stoku
Kamu Kesimi Borç Yükü = (Kamu Kesimi Borç Stoku/GSYH)x100
Devletin Borç Yükü ve Gelecek Kuşaklar
-Borç yükünün ülke nüfusuna dağılımı: Dış borca ait anapara taksitleri ile
faiz ödemeleri, ödeyen ülke için GSMH’yı dolayısıyla refah gelişimini azaltıcı
etkiye sahiptir. Öte yandan borcun alınışı GSMH’ya dolayısıyla iktisadi refah
gelişimine bir ilave sağlamaktadır.
-Borç yükünün GSMH’ya oranı: Toplam dış borçların GSMH’ya oranı
genellikle bir ülkenin kredibilitesinin ölçülmesinde kullanıldığı gibi risk ve
borç yükü analizlerinde de genel bir ölçüt olarak değerlendirilmektedir. Dış
borçların GSMH’dan daha hızlı büyümesi bu oranın yükselmesine neden
olur ve genellikle borç yükünün arttığını gösterir. Bu durum bir süre sonra
dışarıya kaynak akışı olarak gerçekleşmeye başlar.
• Borç Yükü ve Faiz Ödemeleri:Borç yükünde bir diğer önemli konuda faiz
ödemelerinin durumudur.Çünkü genelde faiz ödemeleri ülkede yaşayan
vatandaşların ödediği vergilerle gerçekleştirilmektedir.İç borçlanmada bu
durum sadece borç vermeyen vatandaşların borç veren vatandaşlara bir
kaynak aktarımı şeklindedir.Dış borçlanmada ise durum GSMH,nın dışarıya
aktarılması olarak karşımıza çıkmaktadır.Bir yerde ülke içinden, ülke dışına
net kaynak transferi gerçekleşmekte ve böylece GSMH’da azalmaya neden
olmaktadır.
• Türkiye’de Borç Yükü:Daha önce değinildiği gibi iç borçlarda Devletin
(Hazinenin) tüm borçları stoka dahil edilirken dış borçlarda Devletin yanı sıra
özel kesimin de borçları stoka dahil edilmektedir.Nitekim bu amaçla
Hazine’de bir “borç kütüğü” tutulmakta ve bir yıldan uzun vadeli bütün dış
borçlar
(özel
kesim
borçlanması
dahil)
bu
kütüğe
tescil
edilmektedir.Ülkemizde borçlanmaya yönelik alınan tedbirler neticesinde son
yıllarda borç yükünün azaldığı görülmektedir.
DEVLET BORÇLARININ
EKONOMİK ETKİLERİ
• Borçlanma politikası, kamu faaliyetlerini doğrudan etkilemekte;
makroekonomik göstergeler üzerinde oldukça etkili
olabilmektedir.
• Borçlanmanın meydana getireceği etkiler bakımından kamunun
borçlanmak için başvurduğu kaynaklar; yani borcun nereden
sağlandığı ve özellikle ne şekilde ve nerelerde kullanıldığı büyük
önem taşımaktadır..
• Borçlanmanın olumsuz etkilerinin meydana gelmemesi için tüm
ekonomik etkilerinin dikkatle analiz edilmesi gerekmektedir.
Borcun ekonomik etkilerini belirleyen temel faktörler: (1) borcun
hangi kaynaktan elde edildiği, (2) borçlanma ile elde edilen
kaynağın kullanım şekli, (3) borcun miktarı, (4) borcun vadesi, (5)
borcun ödeme şekli
• Devlet borçlanması; bir ekonomide fiyatlar genel seviyesi, gelir
dağılımı, büyüme, ödemeler dengesi üzerinde etkili olmaktadır.
Borçlanmanın Fiyatlar Genel
Seviyesi Üzerindeki Etkileri
• Bütçe açıklarının vergi yerine borçlanma ile finansmanın
enflasyonist olduğu söylenebilir.
• Yüksek bütçe açıklarının borçla finanse edilmesi özel yatırımları
dışlar, yatırımların dışlanması (azalması) üretim miktarının
azalmasına ve fiyatların yükselmesine neden olur.
• Alınan borçlar mal ve hizmet alımlarında kullanılması yoluyla
ekonomiye aktarıldığında enflasyonist etki meydana getirir. Ancak
borç kullanılmazsa deflasyonist etki meydana getirir.
• Bireylerin atıl tasarruflarından borç alınması ve bu borcun mal ve
hizmet alımı yoluyla ekonomiye aktarılırsa enflasyonist etki
meydana getirir.
• Ticari bankalardan borçlanma da bireylerden borçlanma ile aynı
etkiyi meydana getirir.
Borçlanmanın Fiyatlar Genel
Seviyesi Üzerindeki Etkileri-2
• Merkez bankalarından borçlanma ise her zaman enflasyonist
etki oluşturur.
• Dış borçlanmaya gidilmesi ve alınan borcun döviz yaratıcı
verimli alanlarda kullanılmaması da enflasyonist etki oluşturur.
• Borçların ödenmesi vergilerle karşılanacağından bireylerin
tüketimleri azalacak, bu da deflasyonist etki oluşturacaktır.
• Faizlerdeki artış üretim için bir maliyet unsuru artışı anlamına
gelmektedir. Bu da maliyet enflasyonuna ve daha sonra ihraç
mallarının fiyatlarını yükseltmesiyle ülkenin rekabet gücünün
azalmasıyla sonuçlanacaktır. Yatırımların azalmasıyla birlikte
durgunluk kaçınılmaz olacak ve enflasyonla birlikte durgunluk
(stagflasyon) bir arada görülecektir
Borçlanmanın Gelir Dağılımı
Üzerindeki Etkisi
• (1)Borç miktarı, (2)faiz, (3)borç verenlere sağlanan çeşitli menfaatler, (4)
anapara ödemesinin nasıl yapılacağı, (5) ekonominin içinde bulunduğu
konjonktür borçlanmanın gelir dağılımı üzerindeki etkilerini belirleyen
faktörlerdir.
• İç borçlanmanın gelir dağılımı üzerinde dolaylı ve dolaysız olmak üzere iki
tür etkisi vardır.
• Dolaysız etki faizlerin ödenmesi sırasında doğrudan gelir aktarımıyla
gerçekleşir.
• Dolaylı etki borç senetlerinin fiyatlarındaki dalgalanmalar sonucunda kişilerin
kar veya zarar etmeleri, enflasyon nedeniyle yaşanan gelir dağılımı
eşitsizlikleri şeklinde ortaya çıkmaktadır.
• Dış borcun etkisi de yapılan borçlanmanın kullanılmasından kimin
faydalandığı ve borcun ödenmesinde kimin vergi yüküne katlandığıyla
alakalıdır.
• Dış borcun üretimi artırıcı alanlarda kullanılması ve milli geliri artırıcı
alanlarda kullanılması gelir dağılımında çok fazla bozucu etki
göstermeyecektir.
Borçlanmanın Kalkınma Üzerindeki Etkisi
•
•
•
•
İç borçlanmanın verimli alanlarda kullanılması kalkınma üzerinde olumlu etkilere
sahipken, borcun mal ve hizmet alımlarında kullanılması kalkınmaya herhangi
bir katkı yapmayacaktır.
Bu anlamda bütçe açıklarının finansmanında kullanılmak üzere alınan borç
kalkınmaya bir fayda sağlamamaktadır.
Gelişmekte olan ülkeler sermaye birikimindeki eksiklikler dolayısıyla, kalkınma
girişimlerini desteklemek için daha çok dış borçlanmaya başvurmaktadır.
Dış borçlanma konusunda verimliliğin ölçülmesinde kullanılan (1) faiz yükünün
milli gelirdeki büyümeyi geçip geçmediği, (2) massetme kapasitesine gelip
gelinmediği, gibi iki farklı ölçüt kullanılmaktadır.
Borçlanmanın Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi
•
•
•
•
Ödemeler bilançosundaki dengesizliklerin giderilmesi için bazı döviz kazandırıcı
işlemlerin gerçekleşmesi gerekmektedir. Sıcak para, doğrudan yabancı sermaye
yatırımı şeklinde olan bu işlemler bütçe üzerinde ek bir yük getirmektedir.
Bu işlemler ek yükün yanında ekonomide faiz oranlarının artması, enflasyon gibi
olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir.
Ülkeye giren yabancı kaynakların ileride faiz geliri ile birlikte ülkeyi terk etme
riski bulunmaktadır.
Bu risk de ülkenin muhtemel bir finansal krize girmesine neden olabilecektir.
Download