DEVLET BORÇLARI PROF.DR.HALUK EGELİ I.BÖLÜM DEVLET BORÇLARI KAVRAMI VE ÇEŞİTLİ YÖNLERİ Modern devlet anlayışı içinde ihtiyaçlar her gün daha fazla artmaktadır.Bu çerçevede devlet daha fazla harcamaya gereksinim duymaktadır.Kamu harcamaları genel olarak vergi,resim,harç,mülk ve teşebbüs,para cezaları vb. kamu gelirleri ile karşılanmaktadır.Ancak devletin bu olağan harcamaları dışında bazen beklenmedik şekilde ya da daha büyük miktarlarda harcamalar yapması gerekir ki bunların yukarda sayılan gelirlerle karşılanması imkanı söz konusu değildir.Bunun için devlet ihtiyaç duyduğu parayı ya da kaynakları borçlanma yoluyla sağlamaktadır.Ancak devletin büyük yatırımlar ve savaşlar haricinde yıllık bütçe açıklarını kapatmak için de borçlandığı çok görülmektedir. Günümüzde önemli bir kamu geliri olan borçlanma kamu maliyesi içerisinde ayrı bir disiplin olarak yer almakta ve kamu kredisi olarak da ifade edilmektedir.Kamu kredisi sadece merkezi devletin değil mahalli idareler ile diğer idari kuruluşların da borçlanmalarını kapsamaktadır. Bir devletin borçları gerek halk arasında gerekse basında sürekli ilgi çeken ve tartışılan bir konudur.Bu borçların hangi amaçlarla yapıldığı,hangi kaynaklardan sağlandığı, devlete ve vatandaşlara nasıl yükler oluşturduğu, ne şekilde kullanılıp yönetildiği ve milli ekonomi üzerindeki etkileri günlük hayatta üzerinde sıkça tartışılan konular arasındadır. I. Devlet Borcunun Önemi • Günümüz sosyal refah devleti anlayışı içerisinde devletin görev ve fonksiyonlarının artış göstermesi nedeniyle devletin ihtiyaçları daha da artmaktadır.Bu nedenle daha fazla kamu harcamasına ve karşılığı kamu gelirine ihtiyaç duyulmaktadır.Borçlanma artık olağan üstü bir kamu geliri olmaktan çıkıp olağan bir kamu geliri haline dönüşmüştür.Özellikle vergi gelirlerinin yetersizliği durumunda devletin en önemli alternatifi borçlanma gelirleri olmaktadır.Nitekim devlet borçlanmadan elde ettiği gelirleri geçici ve kesin bütçe açıklarını kapatmanın dışında (hazine işlemleri) ekonomik konjonktüre bağlı olarak oluşan atıl fonları ekonomide tekrar aktif fonlar haline getirmek amacıyla da kullanmaktadır.Bu nedenle devlet borçları gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde hacim olarak büyük boyutlara ulaşmaktadır. Öte yandan devlet borcundan söz edildiği zaman borç verenle borç alan arasındaki ilişkiden çok işin parasal yönü önem kazanmaktadır.Çünkü borçlanma, maliye, para ve sermaye piyasaları üzerinde önemli rol oynamaktadır.Şöyle ki; sermaye ve gelirlerin yeniden dağılımını düzenlemekte ve borç yönetimi olarak sosyal ve ekonomik yapıya derinden etkide bulunmaktadır.Sonuç olarak bir kamu geliri olarak borçlanma aynı zamanda maliye politikasının bir aracı olarak başta ekonomik hedefler olmak üzere sosyal, mali ve politik hedeflere ulaşma yönünden de önemli bir politika aracı olarak kullanılmaktadır. II.KAMU GELİRLERİ İÇİNDE BORÇLANMANIN YERİ Borçlanma, verginin başlıca alternatifi olarak görülmektedir.Vergilerin yetersizliği veya vergilerle finansmana gidilemediği durumlarda borçlanmaya başvurulmaktadır.Bu durumda borçlanma aslında verginin ertelenmesine yol açmaktadır.Kamusal faaliyetlerin maliyetiyle vergi ve diğer gelirlerin toplamı arasında fark oluştuğunda devlet borçlanarak aradaki farkı karşılamaktadır.Esasen borçlanmaya başvurmak bir bakıma ileride toplanacak vergi gelirlerinin önceden kullanılması anlamına gelmektedir.Ancak burada önemli olan bir ülkede borçlanmaya başvurabilmek için o ülkenin vergi potansiyelinin tam olarak vergilendirilmesidir.Ülkenin vergi rezervleri değerlendirilmeksizin borçlanmaya gitmek yanlış bir politikadır. Özellikle vergi kaçakçılığının yaygın olması durumunda borçlanmaya başvurmak daha da kötü sonuçlara yol açabilir.Çünkü artan borç yükü ileride yeniden vergi gelirleriyle karşılanmak zorunda kalacaktır. III.BORÇLANMA VE VERGİ ARASINDAKİ FARKLILIKLAR Devlet, siyasi ve ekonomik koşullar çerçevesinde vergi ile borçlanma arasında hangisi uygunsa onu kullanabilmektedir.Kısacası borçlanma ve vergileme arasındaki tercih iktisadi ve siyasi oportüniteye göre belirlenmektedir.Kamu borçlanmasının vergiden ayrıldığı temel noktalar şu şekilde belirtilebilir. • • • • • Vergi, kesin bir gelir kaynağıyken borçlanma geçici bir gelir kaynağıdır. Vergi belirli kanunlara dayanılarak zorla tahsil edildiği halde borçlanma istisnalar hariç iki taraf arasında yapılan bir rıza sonucu oluşmaktadır. Vergi genelde ülke içi kaynaklardan karşılanırken borçlanma hem ülke içi hem ülke dışı kaynaklardan karşılanmaktadır. Borçlanma genelde olağanüstü büyük harcamalar için yapılırken vergiler normal ve cari harcamalar için kullanılmaktadır. Devlet borçlanmaya giderken sağlayacağı parayı nereye harcayacağını belli eder iken vergi geliri genel bütçeye girdikten sonra bir bütün içinde kaybolur ve belli bir finansmanın yapılması diye bir sınırlılık söz konusu olmaz. Devlet topladığı vergileri istediği yere harcayabilir. • • • • • Devlet, borçlanırken alacaklıya belli bir faiz ödemeyi ve belli bir süre dolduğunda borcun tamamını (anaparasını) ödemeyi taahhüt eder.Zaten borçlanma iki yanlı bir rızayla doğduğundan bu yükümlülükler de bu rızanın gerçekleşmesi için zorunludur. Vergi yurtiçi kaynaklardan elde edilir. Borçlanma ise hem yurtiçi hem yurt dışı kaynaklardan elde edilir. Vergiler fertlerin tüketim ve yatırımlarının azalmasına sebep olduğu halde borçlanma genel olarak ödenen faizden ötürü kişisel kazançların artmasına yol açmaktadır. Vergiler ödeme gücü dikkate alınarak tahsil edilir. Borçlanma ise prensip olarak tasarruflara dayanmaktadır. Yani kişinin devlete borç verebilmesi için elinde tasarrufa ayırdığı bir miktarın olması gerekir. Böylece kişiler şimdiki satın alma gücünden, ilerde kullanmak üzere vazgeçmiş olmaktadır. Vergi yükü genelde yaşayan nesiller üzerinde kalır iken borçlanmanın yükü gelecek nesiller üzerinde kalabilmektedir. IV.KAMU GELİRLERİ ARASINDA TERCİH SORUNU • Günümüzde devlet, vergi ile borçlanma arasında tercih yaparken şartlara göre hareket etmektedir.Bunlardan hangisini seçeceğine dair karar vermesinde etkili faktörlerden biri kamu harcamalarının amacıdır.Öncelikli amaç vergilerden yararlanmak olmakla birlikte günümüzde borçlanma da verginin önemli bir alternatifi haline gelmiştir.Vergileme ve borçlanma arasındaki tercih aslında iktisadi konjonktüre bağlı olarak da şekillenebilmektedir.O halde bu iki finansman metodu arasındaki tercih ekonomik ve siyasi şartlara göre belirlenmektedir.Borçlanmayla finansman halinde devlet borcun nitelik ve bileşimi üzerinde ayarlama yapabilir ve artan harcamalarını borçlanma ile finanse ederek bu borçlanmayı da yeri geldiğinde para basımı ile karşılayabilir.Bu durumda borç faiz getirmeyen sürekli bir borç halini alır.Dolayısıyla devlet bu şekilde sağladığı gelirlerle özel kesimin tasarruflarını kullanarak ekonomideki mevcut kaynaklar üzerinde etkili olabilmektedir. IV.KAMU GELİRLERİ ARASINDA TERCİH SORUNU • Klasik maliyeciler borçlanmayı devletin asli bir geliri olarak görmemekte, borçlanmayı devletin normal bir geliri olan vergilerin öne alınmış, iskonto ettirilmiş bir şekli olarak nitelendirilirler. Yani kamu harcamalarını karşılamak üzere alınan borçlanma bugün alınması gereken vergilerin geleceğe ertelenmesidir. Klasiklere göre devlet vergi alamadığı veya vergi almayı uygun bulmadığı için borçlanmaktadır. Klasiklere göre borçlanma bireylerin sermayelerini azaltır ve milli sermayeye diğer kamu gelirlerinden daha fazla zarar verir. Dolayısıyla devletin borçlanmaya gitmesi ekonomiye müdahale anlamına gelir. Çünkü borçlanma yapıldığında devlet bu borçlanmayla daha fazla harcama yapacaktır. Bu daha borçları geri ödemek için daha fazla kamu gelirini artırmak anlamına gelmektedir. • Modern maliyeciler klasiklerin aksine devletin ekonomiye müdahalesini uygun görmüş ve bu amaçla ekonomik amacı sağlamak açısından borçlanmanın maliye politikasının bir aracı olarak kullanılması gerektiğini savunmuşlardır. Devlet ekonomideki talep yetersizliğini gidermek için borçlanma yoluyla gelir yaratıp bu gelirleri kamu harcaması olarak kullanacaktır. Böylece özel sektördeki durgunluk belli ölçüde azalacaktır. V.DEVLET BORCUNUN HUKUKİ DAYANAĞI • Tıpkı vergi koymak gibi borçlanma yetkisi de devletin egemenlik hakkının bir gereğidir.O halde devlet borçlanması da her ülkenin kendi anayasasının çizdiği sınırlar dahilinde kanunla belirlenmiştir. Ülkemizde devletin borçlanma yetkisi anayasalarımızda belirlenmiştir. Ancak uygulamada hükümetlerin borçlanma kanunlarını (örneğin ülkemizde borçlanma konusunda başvurulan temel yasalar başta bütçe kanunu olmak üzere ağırlıklı olarak 4749 sayılı Kamu Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanundur) genelde bütçe kanunuyla birlikte geçirdikleri görülmektedir. • Borçlanmanın karşılıklı bir akde dayandığı bilindiğine göre söz konusu durum alacaklılarla devleti çoğu zaman karşı karşıya getirmektedir. • Devletin temel gelir kaynağı olan vergiler gibi borçlanmanın miktarı, ihraç şekiller ve geri ödeme koşulları kanunlarla belirlenir ve sınırlanır. Kanun hükümleri devlete borç verecek olan gerçek ve tüzel kişiler için sağlam bir teminat niteliğindedir. • • • • • • • • • VI.KAMU BORCU İLE ÖZEL BORÇLAR ARASINDAKİ FARKLAR Kamu borcu kamu hizmetlerinin görülmesi için alınır ve genellikle özel borçlardan büyüktür. Özel borçlanma genellikle yurt içinde gerçekleşir, kamu borçlanmasında dış borçlanma giderek daha çok önem kazanmıştır. Özel borçların genellikle kısa süreli olmasına karşılık, kamu borçlanmasında süre daha uzundur. Kamu borçları zaman zaman cebri ya da yarı cebri sağlandığı halde özel borçlanmada böyle bir durum yoktur. Devlet borcunda maliyet ve karlılık gibi faktörler ön planda değildir, özel borçlanmalarda ise kar amacı ön plandadır. Devlet borçlarında özel borçlarda olduğu gibi borçlunun varlığıyla borç arasında herhangi bir ilişki yoktur,borcun reddi halinde alacaklı borcunu almak için devletin varlıklarına müracaat edemez. Devlet borçlanma şartlarını tek taraflı kendisi tespit ederken özel borçlanmada şartları borç alan ile veren birlikte görüşerek belirlemektedir. Devlet borçlarında devlete borç verenlerin elde ettiği faiz dışında diğer bir takım yan avantajlar (prim, ikramiye, istisna ve garantiler gibi) söz konusudur. Bunlar daha ziyade sermaye piyasasının yeterince gelişmediği ülkelerde görülür. Özel borçlanmada ise bu tür avantajlara yer verilmemektedir. Özel borçlardan borç alan kişiler borcunu belli bir vade sonunda geri ödemekle yükümlüdür. Devlet ise gerektirdiği takdirde bir kanun çıkararak daha önce alınmış olan borçları reddetme imkanına sahiptir. Dolayısıyla devletten alacaklı olanların icra yoluna başvurması mümkün değildir. DEVLET BORÇLANMASINDA SINIR • • • • • Devlet borçlarının sınırı, borçların sürekli olarak artışının ortaya koyduğu bir sorundur. Söz konusu artışlar borçlanmanın sınırı üzerinde çeşitli fikirlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Klasik maliyeciler borçlanmayı ekonomiye müdahale aracı olarak gördüklerinden istisnalar dışında borçlanmaya karşı çıkmışlar ve borçlanmanın en düşük düzeyde yapılmasını savunmuşlardır. Modern maliyeciler ise devlet borçlarının sürekli olarak artırılabileceğini ve buna bir sınır getirilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Özellikle tam istihdam denge seviyesinin sağlanmasına kadar ki süreçte borçlanma belli bir sınırlamaya tabi olmaksızın artırılabilir. Keynesyen iktisadın temel felsefesi olan telafi edici maliye politikası görüşü bunu desteklemektedir. Ancak tam istihdam noktasından sonra artık borçlanmanın bir sınırı olduğunu ifade etmektedir. Devlet borçlanmasının sınırını belirleyen bir faktör de faiz oranıdır. Faiz oranı ne kadar düşük ise, bütçe faiz ödemeleri daha rahat yapılacağından toplam borçların miktarı da artırılabilecektir. Faizlerin yüksek olması halinde ise borçlanma daha düşük limitler dahilinde gerçekleşecektir. Borçlanmanın sınırına ilişkin bir diğer husus ise dövizle ödenecek borçlarla ilgilidir. Bir ülkenin her türlü mal ve hizmet ihracatından elde ettiği dış alem faktör gelirleri devlet borçlanmasında bir sınır görevi görür. Söz konusu gelirden daha fazla yapılan borçlanmalar ekonomi üzerinde olumsuz etkiler gösterir. • • • • • • VII.DEVLETİN BORÇLANMA NEDENLERİ Olağanüstü harcamaların finansmanı için yapılan borçlanma (Savaşlar, doğal afetler, ekonomik krizler v.b.) Kamu yatırımlarının finansmanı için yapılan borçlanma (Otonom yatırımlar olarak bilinen paralı otoyol, köprü, elektrik santrali ve metro v.b.) Bütçe gelirleri ve giderleri arasında uyum sağlamak amacıyla (Geçici bütçe açıkları için-kısa vadeli ve kesin bütçe açıklarının finansmanı için uzun vadeli yapılan borçlanma) Mevcut borçların ödenmesi için yapılan borçlanma (Bu yöntemle devlet eski borcunu yeni aldığı borçla kapatmaktadır.Refinansman adı verilen bu durum devlet için geçici bir rahatlık sağlamakla birlikte faiz yükünde de bir artışa neden olmaktadır.) Maliye politikası aracı olarak yapılan borçlanma (Maliye politikası hedeflerini gerçekleştirmek ve ekonomik istikrarı sağlamak amacıyla devlet borçlanma politikalarına başvurmaktadır.Nitekim ekonomi enflasyonist bir ortamdaysa para şişkinliğini gidermek ve fiyat istikrarını sağlamak söz konusu olur, depresyon dönemlerinde ise ekonomide yüksek olan likidite tercihini düşürmek ve âtıl fonları harekete geçirmek amaçlanır.) Siyasi ve teknik nedenler dolayısıyla borçlanma (demokratik parlamenter rejimlerde seçim dönemleri yaklaştığında siyasi iktidarlar tercihlerini vergi koymak veya vergileri artırmak yerine borçlanmada kullanabilir. Vergi yönetiminin teknik yetersizliklerinden kaynaklanan vergi kaçakçılıklarını ve kayıplarını yeterli ölçüde takip etmekten yoksunsa ve tahsil edilen vergi gelirlerinin kamu harcamalarını karşılayamaması halinde borçlanma tercih edilen bir finansman kaynağı olabilir. VIII.DEVLET BORCUNUN KAYNAKLARI İÇ KAYNAKLAR • • Bireyler: Ekonominin bulunduğu seviye, devleti bireylerden borçlanmaya yöneltebilir.Eğer bireylerin ellerinde tasarruf yığılması varsa, bunların yatırımlara akışını temin etmek için devlet borç talep edebilir.Bireyler bu borç verme işlemini bankalar aracılığıyla hazine bonosu alarak gerçekleştirebilmektedir.Ancak zaman içinde kısa vadeli borçlanma enstrümanlarının değerindeki düşüş ölçüsünde bireylerin satın alma taleplerinde düşüş olabilecektir ve bu da söz konusu enstrümanlara olan isteği zayıflatacaktır. Bazı Sosyal Güvenlik Kuruluşları ve ekonomik kurumlar: Devlet, sosyal güvenlik kurumları ile kamu iktisadi teşebbüslerinin sahip oldukları kaynaklardan bir bölümünü devlete borç vermeleri hususu ilgili kurum ya da kuruluşların yasalarında yer almaktadır.Ancak günümüzde özellikle ülkemizde bu kurumlar borçlanmaya ayıracakları fonların yetersizliğinden yani sermaye birikiminin azalmasından ötürü ve kurumların finansman yöntemi olarak dağıtım yöntemine geçmelerinden dolayı devlete borç vermekten çok borç alan durumuna düşmüşlerdir. İÇ KAYNAKLAR • Ticari Bankalar: Devlet tahvillerinin en büyük alıcısı bankalardır.Genel olarak bu bankaların ellerindeki fazla rezervlerin kullanılmasında devlet tahvilleri alımına başvurulur.Özellikle ekonominin durgun olduğu zamanlarda kamu borçlanmasının büyük yararları vardır.Bankalarda âtıl duran fonlar devlete borç verilmek suretiyle ekonomiye aktarılmaktadır.Böylece ekonomi üzerinde genişletici etkiler ortaya çıkmaktadır. • Merkez Bankaları: Günümüzde Merkez Bankalarının Hazineye avans şeklinde borç vermesi parasal disiplinin sağlanması ve fiyat istikrarının sağlanması ve emisyona yol açmamak gibi amaçlar doğrultusunda yasaklanmıştır.Ancak Merkez Bankaları dolaylı olarak hazinenin borçlanma senetlerini açık piyasa işlemlerine başvurarak satın alabilmektedir.Sonuç olarak devletin merkez bankasıyla alacak-borç ilişkisi içinde olması ekonomide likiditeyi kontrol etme açısından önemli olduğu gibi merkez bankasına da fonksiyonel bir özellik kazandırmaktadır. DIŞ KAYNAKLAR • Devlet dış kaynaklardan da borçlanma yoluna gidebilir.Devletin dış borca başvurmasının iki nedeni vardır.Birincisi, kamu harcamaları için gerekli olan vergi ve benzeri gelirlerin yeterli olmasına rağmen, yapılacak kamu hizmetleri için gerekli olan malların yurt dışından ithal edilmesi zorunluluğunun bulunması, başka bir ifade ile döviz ihtiyacının olmasıdır.İkincisi ise, iç kaynakların yetersiz olması, başka bir ifade ile iç kaynaklardan sağlanan gelirlerde en son sınıra ulaşılmış olmasıdır.Devletlerin dış borçlanmaya gitmesi ekonomik siyasi ve mali nedenlerle ortaya çıkabilmektedir.Ama esas neden ekonomide tasarruf açığının oluşmasıdır. • Devlet borcunun dış kaynakları; yabancı sermaye piyasaları, yabancı devletler, uluslararasi kuruluşlar ve uluslararası bankalardan oluşmaktadır.Yabancı devletlerden borçlanma, borç alan ülkelerin ya milli paraları veya dövizle ödenmesi gereken borçlar biçimindedir.Devletlerin dış kaynaklar olarak müracaat edebileceği başlıca mali kuruluşlar şunlardır: DIŞ KAYNAKLAR • Dünya Bankası Grubu (Uluslar arası finansman Kurumu, Uluslar arası kalkınma birliği, Uluslar arası mali işbirliği kurumları) • IMF (Uluslar arası Para Fonu) • Avrupa Kalkınma Bankası • Asya Kalkınma Bankası • İslam Kalkınma Bankası • Uluslar arası Kalkınma Ajansı • Avrupa Yatırım Bankası II.BÖLÜM DEVLET BORÇLARININ SINIFLANDIRILMASI • Devlet borçları çeşitli özelliklerine göre sınıflandırılabilmektedir.Ancak bu özellikler her ülkenin bünyesine göre değişebilmektedir.Örneğin gelişmiş ülkelerde iç ve dış borçlar ayrımı çok önem taşımazken özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu ayrımın önemi daha büyüktür. • Hemen her ülkede uygulama kolaylığı gösteren bir başka ayrım da borçların süreleri yönündendir.Yine ülkemiz yönünden de son yıllarda önemi artan bir başka ayrım da cebri ve ihtiyari şeklinde yapılan ayrımdır.Çünkü bu tür borçlar ülkelerin siyasi yapısına göre de şekillenebilmektedir.Şimdi bu ayrımları kısaca incelemeye başlayabiliriz. DEVLET BORÇLARININ SINIFLANDIRILMASI • Zorunlu (Cebri) ve Gönüllü (İhtiyari) • Kısa vadeli (Dalgalı) ve Uzun Vadeli (Konsolide) • İç ve Dış Borçlar II.1.1. Zorunlu (Cebri) ve Gönüllü (İhtiyari) Borçlar • • • Bilindiği gibi borçlanma ile vergilerin birbirinden ayrılan niteliği, vergilerdeki cebir unsuruna karşılık borçlanmaların rızaya bağlı, gönüllü olarak verilmesidir.Ancak bazı borçlanmalarda bu nitelik kaybolur. Zorunlu borçlanma üç şekilde incelenebilir. Tam Zorlama ile Alınan Borçlanma: Devlet, borç verecek kişilerin gönüllü olup olmadığına bakmaksızın o kişileri borç senetlerini almaya zorlar.Bu takdirde cebrilik unsuru hem vergide hem de borçlanmada vardır.Farklılık ise, vergilerin kesin finansman kaynağı olmasına karşın, zorunlu borçların vade sonunda alacaklıya iade edilecek olmasıdır. Çoğunlukla faiz ödemesi yapılmaz. Bu tür borçlanmada devlet tek taraflı hareket eder,ancak ilerde devletin yeniden borçlanması söz konusu olduğunda yeterli ölçüde borçlanacak kaynak bulmakta zorlanabilir. Çünkü bu durumda kişiler devlete kendi rızaları olmaksızın tekrar borç vermek istemezler. Zorlama Tehdidi ile Alınan Borçlar: Bu tür uygulamada devlet yaptığı ilanlarla piyasaya sürdüğü tahminlerin satılamayan kısımların halka veya kurumlara zorla satılacağını duyurur. Yani bir tür zorlama tehditi yapar. Böylece kişi ya da kurumlar o anda tahvil almamaları halinde devletin daha sonra kendilerine istediklerinden daha fazla tahvil satacağını düşünerek piyasaya sürülen tahvillerden öncelikle kendi istekleriyle alma yolunu seçerler. Bu tür bir uygulama tam cebirle alınan borçların yarattığı sakıncaları taşıdığından günümüzde uygulama imkanı olmayan bir borçlanma yöntemidir. II.1.1. ZORUNLU BORÇLANMA • Manevi Cebre Dayalı Borçlanma:Savaş veya olağanüstü hallerde başvurulan ancak daha ziyade totaliter rejimlerde uygulanan bir borçlanma türüdür. Burada da cebri borçlanmada olduğu gibi devlet tek taraflı olarak borçlanma şartlarını belirler ancak borç verilen fonların karşılığında faiz oranları çok düşük tutularak borçlanma nispeten vergiye yaklaştırılmış olur. Esasen bu tür borçlanmalarda vatandaşların duygularıyla harekete geçirilerek tahvillerin satışı kolaylaştırılmaktadır. Örneğin; ABD’de II.Dünya Savaşı yıllarında bu çeşit tahvillerden olan tasarruf bonolarını satın almasının bir çeşit yurtseverlik borcu olduğu Başkan Roosevelt tarafından önemle vurgulanmıştır ve önemli miktarda tahvil satışı gerçekleştirilmiştir. II.1.1. ZORUNLU BORÇLANMA • Cebri tasarruf oluşturarak borçlanma: Bu tür borçlanma halkın satın alma gücünü azaltmak ve kişisel tasarruflardan elde edilen fonların belirli amaçları gerçekleştirmek üzere kullanılması şeklinde yapılmaktadır. • Bu tür borçlanmada amaç kişileri belli bir satın alma gücünden yoksun bırakarak bunu devletin kendi amaçları doğrultusunda kullanmasıdır. • Örneğin ülkemizde cebri tasarruf oluşturmak yoluyla devlet borçlanmasına kaynak sağlama ilk olarak tasarruf bonoları sistemiyle getirilmiştir. 1961 yılında uygulanmaya başlayan bu sistemde tarım, sanayi ve ulaştırma sektörlerine destek olmak ve ekonomik istikrarı sağlamak hedeflenmiştir. Ancak daha sonra uygulamada karşılaşılan bazı sorunlardan (bonoların nama yazılı verilmesi gerekirken hamiline yazılı verilmesi ve bir takım spekülatörlerce nominal değerlerinin altından satın alınarak kişilerin zarara uğratılması) ötürü uygulama başarılı olamamış ve bu bonolar 1970 senesinden sonra uygulamadan kaldırılarak mali denge vergisi haline dönüştürülmüştür. Bir diğer örnek ise 1988’de çalışanların tasarruflarını teşvik etmek amacıyla başlatılmış ve çalışanların aylıklarından veya ücretlerinden yapılan kesintiler nemalandırılmak suretiyle ülke ekonomisindeki tasarruf ve sermaye birikimine katkıda bulunulmak istenmiştir. II.1.1. ZORUNLU BORÇLANMA • 1988’de başlayan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı uygulaması tıpkı Tasarruf Bonolarında olduğu gibi 30 Mayıs 2000 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır. Çalışanların tasarruflarının biriktirildiği fon hesabı ise alacaklıların ödemeler konusunda yaptığı başvurular üzerine 2003 tarihinde bir geri ödeme planına bağlanmıştır.Buna göre hesap, Hazine tarafından ilk yıl için sadece anapara ödemesi, diğer yıllarda 2006 yılı Haziran ayı sonuna kadar olmak üzere, nema ödemesi şeklinde toplam 10 taksit şeklinde yapılarak kapatılmıştır. • 1986 yılında memurlar ve işçiler ile bunların emeklilerine konut edindirme yardımı yapılması hakkında kanun yürürlüğe konmuştur. Kanunun amacı kapsamına aldığı kişileri konut sahibi yapmak olmasına rağmen toplana paralar devlet tarafından değerlendirilmiştir. Bu kanun ile 10 veya daha fazla işçi çalıştıran işverenlerden devlete zorunlu bir kaynak transferi sağlanmış ancak bu uygulama 1995 yılının sonunda yürürlükten kaldırılmıştır. II.2 VADELERİ BAKIMINDAN SINIFLANDIRMA • Devlet borçları vadeleri bakımından değişik gruplandırmalara tabi tutulmaktadır. Genellikle kısa ve uzun vadeli borçlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Ancak bu ikili ayırım dışında Kısa, Orta ve Uzun vadeli olmak üzere üçlü bir ayırıma da yer verilmektedir. En fazla 2 yıla kadar olanlar Kısa, 2-5 yıl arasında olanlar Orta ve 5 yılın üzerinde olanlar Uzun vadeli olarak nitelendirilmektedir. İkili ayırıma göre ise 5 yıla kadar olanlar kısa, 5 yılı aşanlar ise Uzun vadeli olarak kabul edilmektedir. II.2.1. KISA VADELİ BORÇLANMA • • • • • • • • Kısa Vadeli Borçlar (Dalgalı Borçlar): Bu borçlar; sürekli azalış ve yükseliş göstermesi,çok kısa sürelerde el değiştirmesi ve likidite olanağını arttırması gibi nedenlerden ötürü dalgalı borçlar olarak da ifade edilmektedir. Bu borçlar genellikle para piyasalarından temin edilmektedir. Faiz oranı düşük olduğundan piyasada şartlar müsait olduğu takdirde devlet kısa vadeli borçlanmayı tercih etmektedir. Kısa vadeli borçlanmaya devletin bütçe dengesinin sağlanması yönünden başvurulabilmektedir.Şöyle ki; bütçenin geçici açıkları kısa vadeli borçlanmaya başvurularak kapatılmaktadır.Devlet bu durumda bütçede zaman bakımından ortaya çıkan dengesizliği gidermek için hazine işlemleri yoluna başvurmaktadır. Atıl fonlar kısa vadeli borçlanmayla piyasaya aktarılarak iktisadi canlanma sağlanabilir. Olağanüstü durumlarda elde edilmesi gereken paranın sermaye piyasasından sağlanması güç olduğu için kısa vadeli borç önem kazanmaktadır. Borç veren kişi ve kuruluşların sayısı az olduğundan formalite yönünden pratik olması ve alacaklı-borçlu ilişkisinin kolaylıkla düzenlendiği borçlardır. Uzun süreli borçlanmaya hazırlık ve koşulların dalgalı borçlarda daha elverişli olması nedeniyle başvurulabilmektedir. Bunun için de değişik enstrümanlardan yararlanılmaktadır. Bu enstrümanlar; hazine bonoları, hazine kefaletini haiz bonolar, avanslar, müteahhit bonoları, bütçe emanetleri ve kısa vadeli dış borçlar şeklinde belirtilebilir. Şimdi sırayla bu enstrümanlar incelenecektir. II.2.1. KISA VADELİ BORÇLANMA • • • • • • Hazine Bonoları: Hazine bonoları hazine işlemleri açısından bütçe giderleri ile gelirleri arasında zaman açısından bir uyuşmazlık olduğunda çıkarılan bir tür borç senedidir. Hazine bonolarının vadeleri ve ihraç miktarları özel bir kanunla veya bütçe kanunu ile belirlenmektedir.Bu bonolar ile başta bankalar olmak üzere mali kuruluşlar, firmalar ve gerçek kişilerden en çok bir yıl vadeli borç alınmaktadır. Hazine bonoları, Maliye Bakanlığı’nın bütçe kanunu ile her yıl aldığı yetkiye dayanarak ve aynı kanunla her yıl belirlenen tavanı aşmamak üzere çıkardığı ve bankalara iskonto ettirdiği kısa vadeli borç senetleridir. Eski uygulamada bu bonolar vadelerinin dolmasına en çok 9 ay kalanlar Merkez Bankası tarafından reeskonta tabi tutulurken yeni uygulamaya göre vadesine en çok 4 ay kalanlar reeskonta kabul edilmektedir.(4651 Sayılı Kanun) Ülkemizde hazine bonolarının satışı genel olarak ihale yöntemiyle yapılmaktadır. İhale bütçe kanunundan alınan yetkiye dayanılarak Hazine Müsteşarlığınca ilgili bakanlığın onayı (Ekonomi Bakanlığı) alındıktan sonra yapılmaktadır.Satış işlemi ise Merkez Bankası’nca gerçekleştirilmektedir. Hazine bonosu gelirlerinin vergi dışı tutulması,çeşitli kamu ihale sözleşmelerinde teminat olarak gösterilmesi gibi avantajlarından ötürü en çok talep edilen enstrümanların başında gelmektedir.Ancak ülkemizde kamu borç yönetiminin yeniden düzenlenmesi ile birlikte hazine bonolarının ihracı eskisi kadar sık yapılmamakta, onun yerini ağırlıklı olarak tahvil ihracı almış bulunmaktadır. II.2.1. KISA VADELİ BORÇLANMA • Hazine Kefaletini Haiz Bonolar: Bu bonolar, genellikle KİT şeklinde oluşturulan kuruluşların sermaye yetersizliğini karşılamak üzere çıkarılmıştır.Bu bonolar en çok 6 ay vadeli olabilir.Esasen özellikleri itibariyle ve sağladıkları avantajlar itibariyle hazine bonolarına yakın özellikler gösterebilen bu bono uygulaması, 4651 sayılı Merkez Bankası Kanunu ve 4749 sayılı Kamu Borç Yönetimi kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. • Avanslar: Hazinenin yıl içinde gelir gider dengesizliklerinden ötürü Merkez Bankasından kısa vadeli borçlanmasıdır.Merkez Bankası hazineye miktarı cari yıl ödeneklerinin belli bir oranını geçmemek üzere kısa vadeli avans hesabı açmaktadır.Ancak 2001 yılında çıkarılan 4651 Sayılı Kanunla Merkez Bankası Kanununun 56.Maddesinde değişikliğe gidilerek Bankanın Hazineye avans kullandırma imkanı ortadan kaldırılmıştır.Teoride avans uygulaması 3 şekilde uygulanmaktadır.Bunlar altın ve döviz üzerine avans, tahvil üzerine avans ve hazineye kısa vadeli avans şeklindedir. • Altın ve Döviz üzerine Avans: Bu uygulamada Banka hazineye altın ve döviz karşılığında avans vermeye yetkilidir.Eski uygulamada hazine bu hükümden yararlanarak bankadan nakit temin etmekte ve gelirleri yeterli olduğunda ise parasını ve dövizini kurtarmaktaydı.Ancak yeni yasayla bu uygulama yürürlükten kaldırılmıştır. • Tahvil üzerine Avans: Merkez Bankası devlet tahvilleriyle borsada kayıtlı sağlam tahviller karşılığı borsa değerinin en çok %80 değeri oranında 4 ay süreyle bankalara avans verebilmekteydi.Ancak yeni yasayla bu uygulama yürürlükten kaldırılmıştır. • Kısa Vadeli Avans: Merkez Bankasının cari yıl ödenekleri toplamının belli bir oranını geçmemek üzere hazineye açtığı nakit hesap olarak ifade edilebilir.Özellikle kısa vadeli borçlanmada en sık başvurulan uygulamalardan biri olan kısa vadeli avanslar 2000 yılı sonuna kadar %15’ten başlayıp %3’e varan oranlara kadar Hazineye açılmıştır.Ancak son yapılan yasal düzenlemeyle ve AB standartlarına uyum sağlanması amacıyla söz konusu oran 2001 yılından itibaren %0’a indirilmiş ve hazinenin merkez bankasından kredi kullanması oranı sıfıra indirilmiştir. • Müteahhit bonoları: Hazinenin kaynak yetersizliği durumunda kamu kurumları adına bazı büyük inşaat ve bayındırlık projelerini yürüten müteahhitlere vadeleri 1,5-10 yıl arasında değişen bonolar vermesiyle gerçekleştirilen bir uygulamadır. İç borç stoku içinde önemsiz bir miktarda yer alan bu bonolar esasen vadeleri uzun olduğu için kısa vadeli kabul edilmemesi gerektiği halde devlet tarafından sağlanan bazı imtiyazlar ve merkez bankasının bu bonolara likidite kazandırması karşılığında avans vermesinden ötürü kısa vadeli borç özelliğine sahiptir.İç borç stoku içinde önemsiz bir miktarda yer almaktadır. • Bütçe Emanetleri: Tahakkuk edip ödeme emrine bağlandığı halde muhasebe yetkilisince alacaklılara ödemesi yapılmamış tutarlar olarak ifade edilebilir.Buna göre yıl içinde herhangi bir nedenle bütçe yılı sonuna kadar parası ödenmemiş olanlar yıl sonu itibarıyla gider kaydedilerek emanet hesabına alınmaktadır.Ödenmeyen bu paralar gelir ve giderler arasında zaman bakımından oluşan dengesizliği gidermede geçici bir kaynak olarak kullanılabilmektedir.Haliyle Hazine bu kaynakları yeni yıl bütçesinden ödeninceye kadar faizsiz bir kredi gibi kullanabilmektedir. • Kısa vadeli dış borçlar: Özellikle II.Dünya Savaşından sonra önem kazanmış olup genellikle uluslar arası mali kuruluşların gözetiminde para piyasalarından sağlanmaktadır.Günümüzde pek çok ülke uluslar arası ekonomik ilişkilerin de gelişmesiyle beraber bir kaynak sağlama tekniği olarak kısa vadeli dış borçlara büyük ilgi göstermektedir.Kısa sürede bir rahatlama ve nakit akışı sağlama açısından önemli olan bu tür borçlar biriktirildiği takdirde ödeme güçlüğüyle karşılaşılabilmekte ve bu da dış ekonomik ilişkilerin bozulmasına yol açabilmektedir.Ülkemizde de 1950’li yıllarda değişik dönemlerde alınan kısa vadeli dış borçlar bir müddet sonra ödenemez hale gelmiş ve 1959 yılında Paris’te imzalanan konsolidasyon anlaşmasıyla bu borçlar uzun vadeli borç haline getirilmiştir. • • • • • II.2.2.UZUN SÜRELİ BORÇLAR Uzun süreli borçlar vadesi 5 yıldan fazla olan borçlardır.Bunlar genellikle sermaye piyasasınca, daha açık bir deyişle uzun süreli işler ve yatırımlara ayrılması gereken fonlarca beslenir. Genel bir ilke olarak uzun süreli borçların sermaye piyasasından, kısa süreli borçların da para piyasasından temin edildiği söylenebilir. Ayrıca devlet olağanüstü harcamaların finansmanı ve ekonomik konjonktürün gerektirdiği sorunlardan ötürü de uzun vadeli borçlanmaya gidebilir.Örneğin ekonominin depresyon döneminde devlet borçlanmayı uzun vadeye yayabilmektedir.Çünkü bu dönemde ekonomide yatırımlara gitmeyen çok sayıda fon söz konusudur. Enflasyon dönemlerinde ise devlet kısa dönemde toplam talebi azaltıcı uzun dönemde ise toplam arzı artırıcı bir politika izlemektedir.Bu da borçlanmanın uzun dönemde yapılmasının ekonomik açıdan daha uygun olduğunu göstermektedir. Uzun vadeli borçlar, ödeme zamanları yaklaştıkça kısa vadeli borç niteliği kazanır ve para piyasalarında kolaylıkla alıcı bulabilirler. • • • • Uzun süreli borçlar iki gruba ayrılır: a) Daimi borçlar (süresiz istikrazlar): Devletin bir vadeye bağlamadığı ve ödenmesini taahhüt etmediği borçlardır. İstikrazda bulunan devlet de yalnız faizi ödemek zorunda olup anaparayı ödeme zamanını seçmekte serbesttir. Bu borç tahvillerini ellerinde bulunduranlar, ödünç verilen ana parayı istemek hakkından yoksun olup, sadece faizini isteme hakkına sahiptir. Bu nevi borçlarda tasarruf sahibini teşvik eden faktör taahhüt edilen faizin yüksekliğidir. Bu tür borçlanmalar merkezi hükümet tarafından tercih edilmekte olup diğer kamu ve kurumlarının bu tür borçlanmaya gittiği görülmemektedir. Süresiz borçlar sadece iç borçlanma için geçerlidir. Dış borçlanmada koşullar ne kadar cazip olursa olsun hiçbir ülke diğer bir ülkeye vadesi belirsiz bir kredi açmaya yanaşmaz. Süresiz borçlarda iki uygulama söz konusudur. Birincisi; alacaklı, anaparanın geri ödenmesini istememekte; devlet istediğinde ödeme yapabilmektedir. İkincisi; devletin itfa yapmamayı veya belirli bir süre geçtikten sonra itfa yapmayı taahhüt etmesidir. b) Süreli borçlar: Devletin borcu alırken vereceği faizi ve anaparanın ödenme zamanını başlangıçta belirlediği ve belli bir plan dahilinde ödemeyi kabul ettiği borçlardır.Bu borçlar belirlenen süre sonunda tamamen ödenerek kapatılmış olur.Devlet süreli borçları öderken iki yola başvurabilir.Devlet belirli bir süre geçmeden itfa yapmamayı tercih edebileceği gibi süreli borçları bazen vadesinden önce ödeyerek de kapatmayı tercih edebilir.Bunun için borç senedinde devlete verilen yetkiden faydalanılır.Ancak devletin erken ödemeye gidebilmesi için hazinenin nakit imkanının müsait olması ve toplayacağı tahvillerin faiz miktarlarının yüksek olması gerekir. II.2.3. HAZİNENİN UZUN VADELİ BORÇLANMA TÜRLERİ • • • Ülkemizde uzun vadeli borçlar,kamu borçlanma tahvilleri, konsolide borçlar tasarruf bonoları ve kur farkından doğan borçlar olarak dört şekilde incelenebilir. Bunlardan tasarruf bonoları ve kur farkından doğan borçlar günümüzde uygulama alanı bulmadığı için bunlar hakkında çok kısa bilgi verilecektir. Kamu borçlanma tahvilleri: Bu tür tahviller geçmişte istikrazlar şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bunlar değişik adlar altında (Savunma, Demiryolu) v.b. borçlanmalardan oluşmaktadır.Özellikle bütçenin yıl sonu kesin açıkları ilgili bütçe kanunlarında belirtilen limitler dahilinde devlet tahvili ihraç edilerek kapatılmaktadır. Genel olarak bono ve tahviller DİBS olarak ifade edilmektedir. Kur farklarından doğan borçlar: Konsolide borçlar içinde yer alan kur farkları 1970 tarihli Türk parasının kıymetini koruma Kanunu çerçevesinde Merkez Bankasının aktif ve pasifindeki altın ve dövizlerin mevcut ve alacakları üzerinde hasıl olan aleyhteki kur farkı borçlarını ifade etmektedir. 1980 sonrası dönemde kur politikasının değişmesi yani sabit kurdan esnek kura geçiş nedeniyle bu borçlar miktar olarak daha da büyümüştür. 1994 yılında yaşanan ekonomik kriz sürecinde fiyat artışları ve dış açığın büyümesi nedeniyle Türk Lirası değer kaybetme sürecine girmiştir.Alınan ekonomik önlemler çerçevesinde kur farklarından doğan borçlar 1995 yılından itibaren azalarak 1996 yılından itibaren de sıfırlanmıştır. • Konsolide Borçlar: Kamu kuruluşlarından bazılarının bir kısım kısa vadeli borçlarının konsolide edilerek hazinece üstlenilmesinden doğan borçlar olarak tanımlanabilir. Bu borçlar aynı zamanda tahkim borçları olarak da ifade edilebilir. Bu tür tahkim borçlarına gidilmesinin genel amacı ekonomik ve mali istikrar tedbirlerinin etkinliğini artırmak ve kamu kurum ve kuruluşlarının birbirine olan borçlarını konsolidasyona tabi tutmaktır. • Tasarruf bonoları: Ülkemizde ödemeleri 1983 yılına kadarki dönemde bütçe içerisinde görülen ve 1961 tarihli 223 sayılı kanunla yürürlüğe giren tasarruf bonoları tarım sanayi ve ulaştırma sektörlerinde yapılacak yatırımların finansmanında kullanılmak üzere teşkil edilen yatırımların finansman fonunu beslemek gayesini taşımıştır. Bonoları Türkiye’de ilk cebri borç örneğini teşkil etmektedir.Tasarruf bonolarının asıl amacı, sabit gelirlilerin birikimlerini yatırımlara akıtmak olduğu halde, bonoların yüksek gelirli spekülatörlerde toplandığı görülmüştür. Bu nedenle tasarruf bonolarının ilerde hazineye yük olacağı ve ciddi problemler oluşturacağı kısa zamanda ortaya çıkmıştır. Devlet bu durumda hem tahsilattan vazgeçmemek hem de anapara ve faiz ödemesini ortadan kaldırmak amacıyla tasarruf bonoları 1972 yılında çıkarılan bir kanunla mali denge vergisi haline getirilmiştir.Bu bonoların ödemesi 1982 yılında tamamlanmış ve 1983 yılı bütçesinde yer verilmemiştir. • Hazine Dışındaki Kamu Kurum Ve Kuruluşlarının Uzun Vadeli Borçları: Bu borçlar, Hazine dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarının uzun vadeli borçlarını kapsamaktadır.Merkezi idare dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarının uzun vadeli finansman ihtiyaçlarını gidermek için hazinenin kefaletini alarak gerçekleştirdikleri tahvil ihracı şeklindeki borçlanmalardır.Bu borç kaynağı altında geçmişte Devlet Yatırım Bankası,Ziraat Bankası ve çeşitli KİT tahvilleri ihracı yapılarak uzun vadeli borçlanılmıştır.Ancak 4749 sayılı yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte Hazinenin kefaletinin alınması suretiyle bu tür borçlanmaların önüne geçilmiştir.Günümüzde Hazine KİT ve diğer kamu kurumlarının uzun vadeli borçlarına kefil olmamaktadır.Belli garanti sınırları ve şartlar dahilinde bu borçlanmalar gerçekleştirilmektedir. • Başbakanlık özelleştirme idaresinin borçları: Bu tür borçlar yasal dayanağını 2986 sayılı 1983 yılında yürürlüğe giren Tasarrufların Teşviki ve Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması hakkındaki kanundan almaktadır.Buna göre Merkez Bankası nezdinde kurulan ve daha sonra Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Fonu yönetmeliğine göre tasarruflarının teşviki ve kamu yatırımlarının hızlandırılması çerçevesinde gelir ortaklığı senetleri çıkarılmıştır.Bu senetler işletme hakkının devri ve kamu yatırımlarını halka ortak etmek amaçlı baraj, otoyol, köprü v.b. senetler şeklinde ihraç edilmiştir. Söz konusu tahviller Kamu Ortaklığı İdaresi tarafından ve Hazine kefaletini haiz özelliği taşıdığı için kamu tahvili özelliği taşımaktadır.Bu tür borçlanmalar genellikle 90’lı yılların sonlarına kadar devam etmiş özellikle özelleştirme uygulamaları çerçevesinde ön plana çıkarak 1997 yılı sonunda 168.5 Trilyon TL’ye ulaşmış daha sonra süratle azalmış ve 2000 yılından itibaren ise bu tür borçlanmalara başvurulmamıştır. III.SAĞLANDIKLARI KAYNAKLAR AÇISINDAN BORÇLANMA • • • • • • • • • Devlet borçlanmaya iki şekilde başvurmaktadır. Bunlar iç ve dış kaynaklardan borçlanmadır. Ancak ülkeler öncelikle iç kaynaklardan borçlanmayı tercih etmekte olup iç kaynakların yetersiz olması durumunda da dış kaynaklardan borçlanma yoluna gitmektedir. Buradaki en önemli ayırım hangi para birimiyle borçlanma yapıldığıdır. Eğer dövizle borçlanma yapılmışsa iç veya dış kaynak ayırımı önemini kaybeder. Çünkü sonunda alınan borç ya dövizle ödenecek ya da ödeme tarihindeki kura çevrilerek TL ile ödenecektir. Az gelişmiş ülkelerde ağırlıklı olarak dış borçlar, gelişmiş ülkelerde ise iç borçlar ön plana çıkmaktadır. İÇ BORÇLANMA NEDENLERİ Ülkelerin iç borçlanmaya gitme nedenleri genel olarak şunlardır: Mevcut vergilerin oranlarının artırılması veya yeni vergiler koymasının ekonomik, siyasi veya teknik bakımlardan güçlükler ortaya çıkarması, Devlet gelir ve giderleri arasında zaman açısından ortaya çıkan dengesizleri gidermek, Kamu kesimi açıklarını finanse etmek, Ekonomide ortaya çıkan dengesizliklerle mücadele edebilmek, Vadesi gelen bir iç borcu ödeme olanakları daralmışsa bu borcu ödemek. III.1 İÇ BORÇLANMA • • • • • • • • • İç borçlar devletin ülke sınırları içindeki kişi ve kurumlara milli para cinsinden borçlanmasıdır. Bu borçlanmanın ekonomik niteliği satın alma gücünün özel ve kamu kesimi arasında el değiştirmesidir. Bir borcun iç borç olup olmadığını belirleyen temel unsur borcun ihraç yeri ve borcun milli gelirle karşılanıp karşılanmadığıdır. İç borçlar gayrisafi yurt içi hasılanın bir bölümünden alındığından milli gelirin büyüklüğü, yapısı ve dağılımıyla son derece ilgilidir. İç borçlar vadelerine göre kısa orta ve uzun vadeli olmak üzere üçe ayrılır. Kısa vadeli borçlanmaya devletin faiz yükünü hafifletmek amacıyla ve para piyasalarından başvurulurken uzun vadeli borçlanma ise iç tasarrufların sermaye birikimini arttırmaya yönelik olarak sermaye piyasalarından tedarik edilmektedir. Devletin iç borçlanması devlet tüzel kişiliğinin itibarına dayanır çünkü kişiler devlete borç verirken borcun anapara ve faiziyle birlikte düzenli olarak yatırılacağına inanmaktadır. Bu güven ortamı sarsıldığı zaman devlet borçlanmayı maddi teminata bağlamak zorundadır. Burada kast edilen borcun erken ödemeye tabi tutulamayacağı ya da borç değişimine gidilemeyeceğidir. Son yıllara kadar iç borçlanmanın boyutları hızlı bir artış göstermiştir. Ancak borç yönetiminin düzenlenmesi ile ilgili yasa çıkarıldıktan sonra bilhassa kısa vadeli iç borçlanma miktarında ciddi bir azalış söz konusu olup ağırlık orta ve uzun vadeli borçlanmaya doğru bir eğilim göstermeye başlamıştır. Devlet iç borçlanma ile ülke içinde kaynak transferi gerçekleştirmektedir. Yani satın alma gücü kamu ve özel kesim arasında el değiştirir. Bu özelliği ile ekonomiye ek bir kaynak sağlamamakta, milli geliri etkileyici bir özellik taşımamaktadır. Devletin merkez bankasından borçlanması da (emisyon) iç borçlanmadır. Dış Borçlanmanın Nedenleri • İç tasarrufların yetersizliği nedeniyle ülkelerin yurtiçi piyasalardan borçlanma güçlüğü içine girmesi, • Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma çabaları ve ekonomik reformların finansmanı, • Ham madde, ara ve yatırım mallarının zorunlu kıldığı ithalatın finansmanında karşılaşılan güçlükler, • Ulusal paranın değerini koruma isteği, • Kısa vadeli sermaye akımlarından dolayı ülkeden ani sermaye çıkışlarının neden olduğu olumsuzluklar, • Olağanüstü harcamaların (savaş, doğal afet vb.) finansmanı, • Savunma harcamalarının finansmanı, • Ülkeye döviz girişinin yetersizliği nedeniyle ithalatı gerçekleştirecek döviz rezervine sahip olunmaması, • Kronikleşen bütçe açıklarının (kamu tüketiminin) finanse edilmesi, • Vadesi gelmiş borçların yeni dış borçlanmayla çevrilmesi (iç borcun tekrar iç borçla finanse edilmesinde güçlük doğması halinde kısa vadeli dış borçlanmaya da gidilebilir), III.2. DIŞ BORÇLANMA • • • • • • Dış borçlar ve dış yardımlar kavramsal olarak birbirinden kesin olarak ayrılmaz bir bütünlük göstermektedir. Günümüzde her dış borcun bir dış yardım olduğu ve dış yardımların da büyük ölçüde dış krediler şeklinde olduğu söylenebilir. Ancak dış borçları dış yardımların bir parçası olarak kabul etmek daha yerinde olacaktır. Dış yardımlar genellikle cari faiz oranlarının altında verildikleri için alan ülke lehine iken, dış krediler veren ülke lehine olmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler bakımından dış yardım daha faydalı bir finansman şeklidir. Gerek dış borçların gerekse dış yardımların temelinde ise siyasi, askeri ve ekonomik nedenler yatmaktadır. Genellikle dış yardımları gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılan her türlü kaynak transferi olarak da ifade etmek mümkündür. Geniş anlamda dış yardımlar kapsamına ödeme şartları çok uygun kredilerle birlikte hibe türü krediler ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmasının dış finansman ihtiyacını karşılamak üzere verilen değişik koşullu krediler girmektedir. Bunlar, ülkeler arasında ikili veya çok taraflı anlaşmalar çerçevesinde ve ödemeler dengesi açıklarının kapatılması amacıyla nakit şeklinde verilen kredilerdir. Bu tür borçlanmalar genellikle uzun vadeli ve düşük faizli olduğundan bunlara “imtiyazlı krediler” de denilmektedir. Dar anlamda dış krediler ise genellikle hibe veya ödeme şartları uygun olan “soft-loans” şeklindeki sermaye akımları olarak bilinmektedir. Aynı zamanda gelişmiş ülkeler ve uluslar arası mali kuruluşlar tarafından gelişmekte olan ülkelere kredi şeklinde verilmek üzere yapılan yardımlar da bağış olarak nitelendirilmektedir. Soft-loan olarak tanımlanan yardımlar ise faiz oranı %3’ün altında olan uzun vadeli kredilerdir. Bu tür kredilerin faizleri çok düşük olup ödemesiz dönemleri ve vadeleri diğer kredilere göre daha uzundur. Gelişmiş ülkelerde görülen dış borçlanma, yapısal sorunlardan daha çok dönemsel ve geçici sorunlara dayanmaktadır. DIŞ BORÇLANMA • • • Dış borçların iç tasarruflarla yapılabilecek olandan daha fazla yatırım yapılmasını sağlaması için, elde edilen dış borçların gerçekten de yatırım amacıyla kullanılması gerekir. Aksi takdirde, örneğin dış borçların daha önce elde edilen borçların anapara veya ödemelerinde kullanılması veya ekonomide tüketim eğilimini artırarak ara ve yatırım malı ithalinden çok, tüketim malı ithalinde kullanılması halinde, dış borçların iç tasarruflara ilave oluşturma fonksiyonu önemli ölçüde zayıflayabilecektir. O halde bu açıdan herhangi bir dönemde sağlanan toplam dış borçlardan (brüt borçlar) daha çok, “net dış borçlanma” (brüt borçlanma – anapara kredi ödemeleri) ve hatta “net kaynak girişi (net borçlanma – dış borç faiz ödemeleri) önem taşımaktadır.Ayrıca net borçlanma veya net kaynak girişinin iç tasarrufları azaltmadan, ilave kaynak oluşturacak şekilde kullanılması gerekmektedir. Böylece, sağlanan dış borçlar yatırımların finansmanı için ek kaynak olarak kullanabildiği ölçüde ekonomide daha hızlı bir büyüme gerçekleştirilebilecektir. Dış borçlanmaya gidilirken ekonominin dış borcu massetme (emme) kapasitesi de dikkate alınmalıdır.Dış borçlar yatırımların finansmanında kullanıldığında sağlanan sermayenin marjinal verimliliğinin dış borcun maliyetinden (faiz oranı) yüksek olmasına dikkat edilmelidir.Bu iki büyüklük eşitse massetme kapasitesinin tamamı kullanılmış demektir. Öte yandan dış borçlanmada dikkat edilmesi gerekli bir diğer husus borcun geri ödeneceğinin sürekli göz önünde tutulması ve borç tuzağına düşülmemesidir. Borç tuzağıyla kast edilen yıllık borç servisinin bir süre sonra elde edilebilecek yeni dış borç miktarını geçerek borç alan ülkeden dışarıya doğru net kaynak çıkışının doğmasıdır. Ancak bu tuzağa ne zaman düşüleceği sağlanan borçların faiz ve vade koşullarıyla ülkenin yeni borç bulma kapasitesine bağlıdır. III.2.DIŞ BORÇLANMA Dış Borçlanma Türleri • • • • Dış borçlar çeşitli açılardan değişik sınıflandırmalara tabi tutulmaktadır.Bunlar kullanılış biçimlerine göre,kaynaklarına göre, borcu alan kuruluşun statüsüne göre, geri ödeme şekline ve vadelere göre gruplandırılabilir. 1-Kullanılış biçimlerine göre: a- Proje ve Program Kredileri: Proje kredisi belli bir yatırım projesinin gerekli kıldığı ithalatın finansmanında kullanılmak üzere alınan kredilerdir. Proje kredilerinin kredi talep eden ülkeler açısından cazip olan tarafı, kredilerin verimli yatırım projelerinde kullanılmasıdır. Böylece kredi sağlayan ülkeler kredinin hangi alanlarda kullanıldığını kontrol etmek imkanına sahip olmaktadır. Program kredileri, kalkınma hedefleri için gerekli olan yedek parça, hammadde, yarı mamul ve mamul malların alımında kullanılmaktadır. Bu krediler herhangi bir projeye bağlı olmadığından kullanımı daha esnek olup, ithalatta oluşabilecek tıkanıklıkların giderilmesine de yardımcı olmaktadır. Bu yüzden gelişmekte olan ülkelerce daha çok tercih edilmektedir. b- Bağlı ve Serbest Krediler: Krediyi açan ülke, kredi vermeyi kendi mallarının satın alınması şartına bağlamışsa, bu çeşit kredilere bağlı krediler adı verilir. Bağlı krediler kendi aralarında ikiye ayrılır. Borçlanan ülkenin ancak ilgili ülkeden istediği malları satın alabilmesi durumunda “ülkeye bağlı kredi”, satın alınacak mallar alacaklı ülke tarafından önceden belli ediliyorsa “ülkeye ve mala bağlı krediler” olarak ifade edilir. Herhangi bir şarta bağlı olmayan krediler ise serbest krediler olarak nitelendirilmektedir. Bu tür kredilerde borçlanan ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri uluslar arası piyasalardan kendisi için en uygun şartlarda ve ucuz bir şekilde temin etme imkanına sahiptir. Dış Borçlanma Türleri • • • • c- Borç Erteleme ve Röfinansman kredileri Borç ertelemesi borçların vadelerinin daha sonraki tarihlerde ödenmek üzere yeniden düzenlenmesidir. Bir diğer ifadeyle borcun başka koşullar taşıyan bir başka borçla değiştirilmesidir. Borcun ödenmesinin ilk borç faizine kıyasla daha düşük bir faiz oranı karşılığında sonraki yıllara ertelenmesine borç ertelemesi ya da borç tecili denir. Buna karşılık röfinansman kredisinde ise borç alacaklı ülke tarafından sağlanan yeni bir finansmanla ödenmekte ve bu yeni finansman yeni bir borç olarak kabul edilmektedir. Borçlu ülkeler borç ertelemeleri ve röfinansman kredileri sayesinde içinde bulundukları güç durumdan geçici bir süre ile dahi olsa kurtulabilirler d- İhracat (Satıcı) Kredileri: bu krediler hükümetlerce değil, özel firmalarca yurtdışındaki firmanın (satıcının/ihracatçının) kendi ürettiği mal ve hizmetin satın alınması amacıyla tamamen ticari koşullarda sağladığı kredilerdir. Krediyi veren satıcı firmalar krediyi, kendilerine teminat veren bazı özel kurum veya yarı kamusal mali kuruluşların denetimine vermektedir. Kredi riskinin %80-90’lık kısmı bu kuruluşlarca üstlenmekte, geri kalanı satıcı üzerinde kalmaktadır. e- Teknik Yardımlar: Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılan teknolojik bilgi aktarımının sağlanması amacıyla verilen kredilerdir. Dış Borçlanma Türleri • 2-Kaynaklarına göre sınıflandırma: Gelişmekte olan ülkelerin dış finansman ihtiyaçlarını karşıladıkları kaynaklar; devletler, uluslararası kuruluşlar ve özel ticari kredi kuruluşlarından oluşmaktadır. a-Devletlerarası borçlanma: Dış finansman kaynaklarından birisi sanayileşmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılan resmi nitelikteki yardımlardır.Bu fonlar iki ülke arasında yapılan anlaşmalarla sağlanmaktadır.Genellikle uzun vadeli ödemesiz devreli ve düşük faizli ve bazı dönemlerde de faiz ve anapara ödemesi bahis konusu olmadığı için önemli ölçüde yardım niteliği taşımaktadır.Özellikle kalkınmanın ilk aşamasında olan ülkelere çekici gelmiş olan bu türlü fon transferlerinin önemi günümüzde gelişmiş ülkelerin karşılaşmış oldukları bütçe açıkları nedeniyle oldukça azalmıştır. • b-Uluslar arası kuruluşlardan borçlanma(Çok taraflı): Uluslar arası kuruluşlar özellikle 2.Dünya savaşından sonra kurulmuştur.Buradaki amaç ülkelerden direk yardım sağlamak yerine ülkelere bu tür kuruluşlar aracılığıyla kredi sağlanmasıdır.Bu tür kuruluşlar arasında başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere çeşitli uluslar arası kuruluşlar sayılabilir.Bu tür kuruluşların sağladıkları krediler genellikle uzun vadeli kalkınma kredileridir.Ancak kısa vadeli program kredileri de sağlayabilmektedirler.Bu kuruluşlar bir kısım projelerin gerçekleştirilmesi için danışmanlık hizmetleri ve teknik destek şeklinde de az gelişmiş ülkelere yardımda bulunabilmektedir ve bunlar teknik yardımlar olarak adlandırılmaktadır. Dış Borçlanma Türleri • • • • c-Özel Kaynaklardan (Özel Ticari Kredi Kuruluşları) Borçlanma: Uluslararası para piyasalarında faaliyet gösteren ticari bankalar tarafından sağlanan kısa vadeli, yüksek faizli, bağlı olmayan ve proje finansmanında kullanılan kredilerdir. Bu tür kredi işlemleri doğrudan kredi verme ve tahvil ihracı biçiminde yürütülmektedir. Ayrıca özel satıcı kredileri adı verilen ve satıcı firmalara alıcı ülkedeki firmalara kredili satış yapma imkanı sağlayan kısa vadeli fonları da bu gruba dahil edebiliriz. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve portföy yatırımları da bu gruba dahil edilebilir. Ticari kredilerin genelde tek bir banka tarafından sağlanmasına uygulamada pek rastlanmamaktadır. Tek bir banka bütün riski üstlenmek istemediği için diğer bankalarla bu riski bölüşür. Bu tür kredilere sendikasyon kredisi denilmektedir. Sendikasyon kredisi, kredi notu düşük olan devletlere kredi riskini paylaşmak amacıyla bir bankanın liderliğinde iki veya daha fazla banka tarafından ortaklaşa verilen kredidir. Bu tür krediler için işi yürütecek bir lider banka grubu oluşturulmakta, kredinin en büyük kısmını genel olarak lider banka taahhüt etmektedir. Krediye uygulanacak faiz LİBOR’un (Uluslar arası faiz oranı) üzerine bir marj eklenerek belirlenmektedir. Lider bankaya yetki borçlanmak isteyen ülke tarafından verilir. Seküritizasyon Kredisi: Teminat verilerek alınan dış kredilerdir. Bu tür krediler banka portföyünde yer alan araçların gelecekte sağlayacağı nakit akımlarının teminat göstererek yurtdışından sağlanan fonları ifade etmektedir. Başka bir ifadeyle krediyi menkul kıymetleştirerek fonlama anlamına gelmektedir. Bu sistemde bankalar, verdikleri kredileri teminat olarak gösterip menkul kıymet ihraç etmektedir. Kredinin finansmanı menkul kıymet ihraç ederek elde edilen gelirle sağlanmaktadır. Dış Borçlanma Türleri • • • 3-Borcu alan kuruluşun statüsüne göre:Dış borçları alan kuruluşa göre, kamu borçları ve özel borçlar olarak ikiye ayırabiliriz.Dış borçlar alındığında ister kamu kuruluşları olsun isterse özel kuruluşlar olsun girdiği ülke için bir gelir artışı meydana getirmektedir.Bu gelir faiz ve anapara ödemelerinde ise ülke için gider haline dönüşmektedir.Krediyi kamu kurulularının almasıyla özel kesimin alması açısından bu anlamda bir fark bulunmamaktadır. a-Kamu borçları: Kamu kesiminin ülke dışından sağladığı borçlardır.Toplam dış borçların çok büyük bir kısmı kamu kesimi borçlarından oluşmaktadır.Kamu kesimi borçları içinde konsolide borçlar, hazine borçları,bütçe dışı kamu kesimi borçları ve merkez bankasının borçları yer almaktadır.Kamu kesimi borçları çoğunlukla orta ve uzun vadeli olarak kullanılmaktaysa da seyrek de olsa kısa vadeli olarak gerçekleştirilmektedir. b-Özel borçlar:Özel kesimin ülke dışından aldığı borçlar da özel borçları oluşmaktadır.Kuşkusuz toplam dış borçların çok düşük bir kısmı özel borçlanmalardır.Özel kesimin borçları özellikle yabancı ticari bankalardan ve bazı finans kuruluşlarından ve firmalardan sağlanan kredilerdir.Özel kesimin borçları büyük ölçüde kısa vadeli olarak gerçekleşmekte ve bu borçlar kamu borçlarına oranla daha büyük oranlarda üretken alanlarda kullanılarak GSMH üzerinde olumlu etkiler meydana getirmektedir. Dış Borçlanma Türleri • • • • • • • 4-Geri ödeme şekline göre:Dış borçların geri ödeme şekillerine göre dövizle ödenecek dış borçlar ve yerli parayla ödenecek dış devlet borçları olarak ayrılmaktadır.Dış borçlanmalar genelde dövizle gerçekleştirilmekte olsa da az da olsa ülkelerin kendi para birimleri ile borçlanabilmekte oldukları görülmektedir. a-Dövizle ödenecek borçlar:Dış devlet borçları genelde dövizle ödenecek borçlardan oluşmaktadır.Borç veren ülkeler ya kendi para birimleri ile borç vermekte ya da dünya piyasalarında geçerli olan para birimi üzerinden borç verme eğilimindedirler.Böylece, borç veren ülkeler verdikleri borcun aşınmadan geri ödenmesini bir yerde sağlama yoluna gitmektedirler.Borç alan ülkelerin dövizle ödenecek borçlarının ağırlık kazanması bu ülkelerin özellikle ödeme dönemlerinde döviz krizlerine sürüklenmesine yol açabilmektedir.Dövizle ödenecek borçların genelde uzun vadeli olmaları istenir ancak az da olsa kısa vadeli olarak gerçekleştirildikleri de görülmektedir. b-Yerli parayla ödenecek borçlar: Dış devlet borçlarında çok fazla görülmeyen borçlanma şeklidir.Eğer borç veren ülke, kredi vereceği ülkenin para birimine güvenirse bu borçlanma şekli gerçekleşebilmektedir.Bu tür borçlanma borç alan ülke yönünden çok cazip olmakta iken borç veren ülkeler getirileri düşeceği için bu tür borçlanmaya pek fazla itibar etmemektedirler. 5-Vadelerine göre:Kamu borçları,tahvillerin piyasaya çıkarıldığı tarihten başlamak üzere vadelerine göre birkaç şekilde gruplandırılır.En fazla görülen ikili ayrımlardır.Bu ayrıma göre: Süresi bir yıla kadar olanlar kısa vadeli, Süresi beş yıldan az, fakat bir yıldan çok olanlara orta vadeli, Süresi beş yıldan fazla olanlara da uzun vadeli borçlar denilmektedir. İÇ VE DIŞ BORÇLANMA ARASINDAKİ FARKLAR • • • • İç ve dış borç ayrımında temel iki kriter bulunmaktadır. Birincisi alacaklının milliyeti ikincisi ise borcun sağlandığı piyasanın milliyetidir. Birinci kritere göre devlet borcu kendi yurttaşlarından sağlarsa iç,dış ülkelerden veya piyasalardan sağlarsa dış borç sayılmaktadır. Örneğin,Türkiye’nin satışa çıkardığı bir borç tahvilini Türkiye’de oturan yabancı uyruklu bir vatandaş satın alırsa dış borç, buna karşılık Türkiye’nin dış piyasada satışa çıkardığı borç senetlerini yabancı ülkelerde oturan vatandaşlarımız aldığı takdirde bu borçlar da iç borç sayılmaktadır. İkinci kritere göre ise borcun ulusal piyasadan mı yoksa uluslar arası piyasalardan tedarik edilip edilmediği önemlidir.Bu ayrıma göre milli piyasalardan alınan borçlar iç,yabancı piyasalardan alınan borçlar dış borç olmaktadır.Bu ayrımın uluslar arası ilişkiler açısından taşıdığı önemden dolayı birinci kritere göre daha uygun olduğu kabul edilmektedir. Ülkemizde bugün için iç ve dış borç ayrımında piyasanın milliyeti önem kazanmaktadır.Eğer borç dış piyasalardan sağlanıyorsa dış borç,iç piyasalardan sağlanıyorsa iç borç kabul edilmektedir. IV.GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMA • Gelişmekte olan ülkelerin iç finansman yetersizliği ve döviz kıtlığı, bu ülkeleri zorunlu olarak dış borçlanmaya doğru yöneltmiştir. • Sanayileşmiş ülkeler ile aralarındaki mevcut gelişmişlik farklarını kısa zamanda kapatma ve ekonomilerine bir hareket kazandırmak amacıyla kalkınma hamlelerine hız veren bu ülkelerinin sermaye birikimi yetersizliğinden kurtulmak için dış ülkelerden bulabildikleri dış yardım ve kredileri değerlendirme yolunu seçtiği görülmektedir. Ancak bir yandan dış yardım ve kredilerin akılcı ve isabetli bir şekilde kullanılmamış olması diğer taraftan dünya ekonomik ve siyasi konjonktüründe kaydedilen yeni gelişmelerin dış borçlar sorununa yeni boyutlar kazandırdığı görülmüştür. • Bu bölümde gelişmekte olan ülkelerde dış borçlanmanın gelişimine değinilecektir. IV.I GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ • • • • • • • İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren daha çok gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru hibe şeklindeki dış yardımların ağırlıklı olduğu görülmektedir. Bu dönemde ABD ve SSCB’nin istekleri doğrultusunda Batı ve Doğu bloğu ülkelerine yaptıkları yardımları ağırlık taşımaktadır. 1960’lı yıllarda devletler arası borçlanmanın yerini uluslar arası finans kuruluşlarından sağlanan krediler almaya başlamıştır. Aynı zamanda bu dönemde dış yardım kavramından dış borç kavramına doğru bir geçiş görülmüştür. 1960’lı yılların sonunda resmi kredilerden daha çok özel kredilerde artış kaydedilmiş ve gelişmekte olan ülkelerin aldığı borçlar daha çok ticari şartlarda gerçekleşmiştir. 1970’li yılların başlarından itibaren uluslar arası para düzeninin itibarını kaybetmesi ve 1973 yılında yaşanan petrol şoku sonrası gelişmekte olan pek çok ülke ödemeler bilançosunda oluşan açıkları finanse etmek üzere başta ticari bankalar olmak üzere diğer uluslar arası kaynaklardan ağır bir şekilde borçlanmıştır. Özellikle ihracatlarını çeşitlendiremeyen ihracatları sadece birkaç mal üzerine yoğunlaşmış olan ülkeler ödemeler dengesi açıklarını ayarlamak için gerekli makro ekonomik ve döviz kuru tedbirlerini almakta gecikmişler ve bunun sonucunda da bu açıkları karşılamanın yolunu dış borçlanmaya dayandırmışlardır. Borçlarını ödemekte güçlüklerle karşılaşan bir çok gelişmekte olan ülke 1980’li yılların başlarında borçların ertelenmesi talebinde bulunmuşlardır. Bu da borç krizine neden olmuştur. Nitekim, I.Petrol şokunun başladığı yıl olan 1973 yılından 1985 yılına kadar olan dönemde gelişmekte olan ülkelerin dış borçları 10 misli artarak 100 milyar dolardan 1 trilyon dolara yükselmiştir. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ • Bu süreçte borç krizinin önlenmesi amacıyla gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan borçlu ülkelere doğru ilave yardımlara bulunulması söz konusu olmuştur. • Ayrıca 1984 yılında Ekvator’un başkenti Quito’da yapılan toplantı ile borç krizine yönelik önemli kararlar alınmıştır. Bunlardan bazıları; • Vadelerin ve ödeme süresinin uzatılması, • faiz oranlarının düşürülmesi, • kaynak akışının yeniden harekete geçirilmesi, • borç servisinin ihracat gelirlerine oranının belli bir yüzdeyi aşmaması şeklinde belirtilebilir. • Bu çerçevede borç krizini önlemeye yönelik iki plan oluşturulmuştur. Bunlar Baker (1985) ve Brady(1989) planları olarak bilinmektedir. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ • -Baker Planı:1985 yılında çok borçlu ülkeleri krizden kurtarmak amacıyla ABD Hazine Genel Sekreteri James Baker tarafından Dünya Bankası-IMF ortak toplantısına sunulmuştur. • Plan genel olarak kamu kesiminin ekonomideki etkinliğini azaltıcı özel kesiminkini ise arttırıcı önlemler içermekte ve ayrıca tasarrufların akışkanlığı ve yatırımların artışını sağlayacak vergi reformlarını ve ülkelere yabancı sermaye girişini arttıracak ölçüde dış ticaretin liberalizasyonunu ve kamu kurumlarının özelleştirilmesini içermekteydi. • Plan bu haliyle esasen IMF istikrar programlarını tamamlayıcı bir özellik arz etmektedir. • IMF istikrar planlarını ön plana çıkaran Baker Planı uluslar arası bankaları ikna edemediği gibi çok borçlu ülkelerin ekonomik durumlarını ve toplumsal kesimlerin taleplerini dikkate almadan hazırlandığı için tam olarak hayata geçirilememiş ve oyalama ve zaman kazanma görevini yerine getirmekten başka hiçbir yarar sağlamamıştır. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ • Brady Planı: Baker Planının bir çok bakımdan yetersiz olması borç sorununa kalıcı çözüm getirmemesi sonucu yeni bir plan ihtiyacı doğmuştur. Bu nedenle 1989 yılında ABD Maliye Bakanı N. Brady tarafından borç krizini çözmek için yeni bir plan teklif edilmiş ve “Brady Planı” adıyla uygulamaya konulmuştur. • Ana konusu borçların miktarı olan bu planda borçların azaltılmaması halinde borçlu ülkelerin borçlarının bir kısmını ödemeyecekleri belirtilmekteydi. • İki plan arasındaki temel farklarından biri Baker Planının bankalara tam bir geri ödemenin gerçekleşmesi için daha fazla borç vermelerini tavsiye etmesi, Brady Planın ise ülkelerin alacaklarını tamamıyla geri alamayacaklarını belirtmesiydi. • Brady Planı ile bir takım borç indirim teknikleri teklif edilmiştir. Bu tekniklerin uygulanmasındaki amaç vadesi gelen borçların geri ödenmesinde bir kolaylığın sağlanmasıdır. Borç affı ve borç azaltma teknikleri olarak ifade edilen yöntemler şunlardır. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ • -Borç anapara ve faizlerinde indirime gidilmesi: Bu teknikte önemli olan borçlu ülkelerin yapılan indirim sonucunda elinde kalan gelir fazlasını verimli yatırımlarda kullanıp kullanamayacağıdır.Kullanabildiği ölçüde kalan borcun tekrar ödenmesi mümkün olacak aksi takdirde mümkün olmayacaktır. • -Borçların geri satın alınması: Bu teknikte bir alacaklıdan belli bir iskonto oranı karşılığında borçların bir kısmının satın alınması söz konusudur. Ancak burada iskonto oranını borçların ödenebilme riski belirlemektedir.Bu uygulamada borçlu ülke döviz varlıklarını kullanarak ya da herhangi bir uluslar arası finansman kuruluşundan borç alarak dış borçlarını ikincil piyasalarda satın almaktadır. • -Borç-Özsermaye değişimi:Özellikle 1985’ten sonra borçlu ülkelerin borçlarını azaltmalarına yönelik alternatif bir finansman aracı olarak sunulan bu teknik özellikle uluslar arası finans piyasalarında halen uygulama alanı bulabilmektedir.Buna göre yabancı bir alacaklının yerli firmadan sağlayacağı bir hakla borcunu değiştirmesi söz konusudur.Bu değişim doğrudan yabancı sermaye olarak da ifade edilmektedir.Böylece borçlu ülke yalnız borçlarını azaltmakla kalmamakta aynı zamanda ülkeye yabancı girişi de sağlanmış olmaktadır. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ • -Borç-Doğal çevre değişimi: Borçlu ülkelerin borçlarının bir bölümünün azaltılması karşılığında bir ekolojik bölgenin korunması yükümlülüğünü getiren bir düzenlemedir.Bu yönüyle hem finans çevrelerinden hem de uluslar arası çevreci gruplardan önemli ölçüde destek görmektedir.Bu tekniğe göre uluslar arası bir çevre kuruluşu borçların el değiştirdiği ikincil piyasadan bir borçlu ülkenin borcunu iskontolu bir fiyattan satın almakta ya da bu borcun alacak hakkı doğrudan bu piyasaya girmeden borcun alacaklısı ticari banka tarafından kendisine hibe edilmektedir.Dünya Bankası verilerine göre az gelişmiş ülkelerin dış borçlarında bu değişimler sayesinde ciddi miktarlarda azalışlar ortaya çıkmıştır. • -Özelleştirme: Kamu açıkları, ağır dış borç yükü ve hiperenflasyonla karşı karşıya kalan ülkelerde 1987’den itibaren önemli ölçüde hız kazanan bir yöntemdir. Başta Latin Amerika (Arjantin, Şili gibi) ülkeleri olmak üzere birçok gelişmekte olan ülkede özelleştirme uygulamaları ile birçok kamu kuruluşu özel kesime devredilmiş ve bu gelirlerin önemli bir kısmı kamu finansman açıkları için kullanılmıştır. Özelleştirme uygulamaları ile özellikle Latin Amerika ülkelerinde ciddi sermaye girişleri söz konusu olmuş, ayrıca büyüme oranları iyileşme göstererek enflasyon oranlarında nispi bir azalış meydana gelmiştir. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ • Gelişmekte olan ülkelerin borç azaltma teknikleri sonucunda toplam dış borçları 1994 yılında 1.7 trilyon dolara ulaşmıştır. Bu miktar içinde en büyük payı resmi kreditörlerden sağlanan borçlar (%43.9) oluşturmaktadır. Yine ülkelerin borç ödeme güçlüklerine rağmen borç yükü azalış eğilimini sürdürmüş ve GSYH oranı 1994 yılında %33 civarında gerçekleşmiştir. • Dış borcu olan gelişmekte olan ülkelerde iç tasarrufların yetersizliği ve kamu harcamalarındaki hızlı artış üçüncü dünya ülkelerinin ürettiklerinden fazlasını tüketmeye başlamalarına neden olmuştur. Böylece kamunun kaynak-harcama dengesi bozulmuş ve dış borçlarda önemli artışlar meydana gelmiştir. • Bunun sonucunda Tayland, Filipinler başta olmak üzere Güney Kore, Malezya ve Endonezya’da başlayarak diğer ülke ekonomilerine yayılma gösteren bir dış borç krizi ortaya çıkmıştır (1997-Asya Krizi). Bu krizin bir diğer özelliği de önceki dönemlerin aksine büyük alacaklıların özel sektöre ait firmalar olması nedeniyle özel sektör içerikli olmasıdır.Uzun yıllar boyunca gelişmenin örnek ülkeleri olarak gösterilen bu ülkelerin yaşadığı dış borç krizi başlangıçta geçici sanılmakla beraber giderek derinleşerek ve uluslar arası boyutlara ulaşmıştır. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇLANMANIN GELİŞİMİ • • • • • • • • • • Bu krizin nedenleri olarak; -Nakit akışı açıkları -Fiyatların aşırı yükselmesi -Kendi paralarından ziyade dolarla iş yapmaları ve dolara bağımlılığın artması -Kısa vadeli kaynak girişinin yoğunlaşması -Mali sistemin yeterince gelişmemesi -Rekabet gücünün azalması Dış borçlanmanın daha cazip hale gelmesi Bankaların borç portföyünde meydana gelen bozulmalar, Emlak ve menkul kıymet piyasalarındaki balonlaşma ve ardından gelen patlama, Çin’in ihracata dayalı büyüme modeline geçmesi ve bu modelin ülkeleri zor durumda bırakması sayılabilir. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DIŞ BORÇ KRİZİNİN SONUÇLARI • • • • 90’lı yıllar ve 2000’li yılların başına kadar olan dönem gelişmekte olan ülkelerde dış borçların ciddi artışlar kaydettiği bir süreç olarak ifade edilebilir. Nitekim bu dönemde söz konusu ülkelerin dış borçlarının ortalama büyüme hızı ortalama %10’luk bir düzeye ulaşmıştır. Bu da ülkelerin dış borçlanmadan kaynaklanan sorunlarının artarak devam ettiğini göstermektedir. Bu konuda en ciddi artışların görüldüğü ülkeler Latin Amerika ülkeleri ve Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri olmuştur. Dış borç stoklarının artmasında ülkeleri tehdit eden en önemli konulardan biri ise kısa vadeli dış borç stoklarındaki artışlardır. Bu nedenle ülkeler borç krizlerine girebilecek bir potansiyele dönüşmüşlerdir. Dış borç krizleri ülkeler açısından üç temel probleme yol açmıştır.Bunlardan birincisi mali niteliktedir.Dolayısıyla ülkelerin dış borçlarının çok büyük bir kısmını ödemek konusunda çeşitli arayışlara başvurmasına neden olmaktadır. Özelikle yüksek vergiler, yeni hazine bonosu ve tahvil ihracı, belirli harcamaların kısılmaya çalışılması gibi sebepler borç yükünü daha fazla arttırmaktadır. İkinci sorun dövizle ilgilidir. Özellikle tasarrufların dövize çevrilmesi büyük ölçüde ihracatın arttırılmasına bağlıdır. Ancak ülkelerin hepsinin aynı anda ihracat artışına gitmesi dünya ekonomisinde bir arz fazlasına yol açtığından fiyatların düşmesine neden olarak dış ticaret açıklarını daha da arttırabilmektedir. Üçüncü sorun ise kredi veren ülkeler ile ilişkilidir. Alacaklı ülkeler pazarlarını gelişmekte olan ülkelerin ürünlerine açmalı ve talebi genişletici önlemleri almalıdırlar. Yani serbest ticareti kısıtlayıcı tedbirlere fazla başvurmamalıdırlar. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KREDİBİLİTE • • • Bir ülkenin dış borçlanmasında iki önemli faktör vardır.Bunlar borçların geri ödenebilmesi ve kredibilitedir. Kredibilite (kredi değerliliği), genel olarak kredi açılacak devlet, şirket veya kişinin alacağı bu borcu zamanında ve tam olarak geri ödeyip ödemeyeceğinin belirlenmesidir. Bu ölçümle verilen nota kredi notu ya da daha yaygın olarak rating adı verilir. Ekonominin genel performansıyla ve bu arada mevcut dış borç yükü ve geri ödeme kapasitesiyle yakından ilişkilidir. Borçlarını zamanında ödeyen, ödemeler dengesi istikrarlı, uluslar arası para ve sermaye piyasalarında itibarı yüksek ülkelerin kredibilitesi fazladır. Gelişmekte olan ülkeler açısından kredibilite (kredi değerliliği) son derece önemli bir konudur. Bu yüzden ülkelerin uluslar arası finans kurumlarından kredi temin edebilmeleri için öncelikle yapmaları gereken borç geri ödeme kapasitesi yönünden yeterli bir seviyeye gelmeleridir. Gelişmekte olan ülkelerin bu konuda taşıdığı bazı riskler vardır. Uluslar arası finans kurumları bu ülkelere verilecek borçların risk durumunu inceleyerek bir kredi notu vermektedir. Bu notun çok düşük olması çok riskli, yani güvenilmez ülkeler grubuna girilmesi anlamına gelir. Aynı zamanda uluslar arası borçlanmada borç alacak ülkelerin ve piyasaların güvenilirliği de üzerinde durulması gereken bir diğer konudur. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KREDİBİLİTE • Borcu veren kuruluş açısından risk faktörünün en düşük düzeyde olması gerekir. Bunun ölçülmesine rating denilmektedir. • Rating işlemi rating şirketleri adı verilen kuruluşlar tarafından yapılır. Bir ülke açısından rating, ülkenin dış borç ödemelerinde ertelemelerinde ve/veya güçlükle karşılaşma ihtimalini ölçmektedir. • Esasen rating işlemi kamu ve özel kuruluşların borç ödeme kabiliyetini tespit etmek için yapılır ki bu da kredibilitenin belirlenmesiyle ilgilidir. • Uluslar arası piyasalarda tahvil etmek isteyen ülke ve kuruluşların kredi derecelendirmesi alması ve bu derecelendirmeden aldıkları ratinglerle bu ihracatı almaları gerekmektedir. • Alınan kredi değerlilik notu yükseldikçe ihraç edilen tahvil miktarı artmakta, vadeler uzayabilmekte ve maliyet düşebilmektedir. • Eğer uluslar arası piyasalarda doğrudan yabancı sermaye ve portföy yatırımları yapılması halinde rating bu konudaki riskin tespiti için yapılır. Bu işlem ise risklilik oranını belirleme çalışmasıdır. Rating şirketleri bir ülkedeki risklilik durumunu çeşitli açılardan incelemektedir. Bunlar ülke riski, hükümranlık riski, ekonomik, siyasal ve sosyal risk olarak sıralanabilir. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KREDİBİLİTE • Kredi derecelendirilmesinde alınabilecek en yüksek not AAA(Aaa), en düşük not D olarak belirlenmektedir. Bu notlar arasında kalan düzeyler ise ülkelerin gelişmişlik ve borçluluk düzeylerine göre yatırım yapılabilirlik açısından değişebilmektedir. • Günümüzde rating şirketlerinin sayılarında ciddi artışlar olmakla birlikte halen dünyada saygınlığı kabul edilen tanınmış rating kuruluşları sayısı çok fazla değildir. • Tanınmış rating kuruluşlarının en önemlileri Standard and Poor’s ve Moody’s olarak bilinmektedir. • Ülkelerin uluslar arası tahvil piyasalarına ihraç ettiği tahvillerin yeterli talep bulabilmesi bu iki kuruluştan alınan kredi notlarının belli bir düzeyin üstünde olmasına bağlıdır. Bu düzey Standard and Poors’un notu açısından en az BBB ve Moody’s notu açısından en az Baa3 olarak kabul edilmekte ve bu eşiğe yatırım derecesi adı verilmektedir. Bunun altında kalan derecelere ise spekülatif derece adı verilmektedir. • Spekülatif dereceli kağıtların satın alınmasının güç olması nedeniyle piyasalara en uygun fiyatla tahvil ihraç etmenin yolu yatırım derecesi almaktan geçmektedir.Alınan kredi değerlik notu yükseldikçe ihraç edilen tahvilin miktarı artabilmekte vadesi uzayabilmekte ve maliyeti azalabilmektedir. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE KREDİBİLİTE • • • • • • Ülke riski: Ülkenin yabancı yatırımcılar açısından ne ölçüde güvenli olduğunu genel olarak ortaya koyan bir risktir. Ülke riski ülkenin genel durumuna ilişkin göstergeler (enflasyon, ekonomik büyüme, dış borç toplamı, ödemeler dengesi açığı, fiyat kontrolleri, bürokrasi, rüşvet ve yolsuzluklar vb.) esas alınarak hesaplanır. Hükümranlık riski: Hükümetin milli politikası ya da devletin yapısındaki bir değişiklik nedeniyle mevcut borçlarını geri ödememesi olasılığını içermektedir. Ülke riskinden farklı olarak bu risk türünde devletin borç ödeme kapasitesi ve kredibilitesi belirlenmeye çalışılır. Ekonomik risk: Bir takım ekonomik göstergeler dikkate alınarak bir ülkenin yabancı yatırımcılar açısından ne kadar güvenilir olduğunun tespitidir. Burada fiyat kontrolleri, yabancı sermaye üzerindeki vergiler v.b. faktörler ekonomik risk göstergelerine örnek verilebilir. Kredi arzında bulunan kuruluşlar açısından ise ülkenin dış borç/GSMH oranı, borç erteleme ve de borç servisindeki aksama riski önem taşır. Siyasi risk: Bir ülkedeki siyasi göstergeler dikkate alınarak risklilik durumunun tespitidir. Örneğin hükümetlerin istikrarı, koalisyonla yönetilmeleri, askeri darbe ihtimali, terör v.b. faktörler yabancı yatırımcı ve kredi arzında bulunan kuruluşlar açısından oldukça belirleyicidir. Sosyal risk: Bir ülkedeki sosyal göstergeler:işsizlik,yoksulluk,okur-yazarlık oranı kullanılmak suretiyle ülkenin risklilik durumunun analizidir. Ancak bu veriler tek başına somut dayanağa oturmamaktadır. Ayrıca bir ülkenin kredi değerlerinin ölçülmesinde kullanılacak daha somut göstergeler de bulunmaktadır.Bunlar aşağıda açıklanmaktadır. Gösterge Açıklama Toplam dış borçlar/İhracat Ekonominin sağlayabildiği döviz gelirine göre ne oranda borçlanabileceğini gösterir. Toplam dış borç/GSMH Ekonominin değerinin borçlandığı miktara göre ne büyüklükte olduğunu gösterir. Oranın giderek büyümesi ülkenin borç yükünün ağırlaşması anlamına gelir. Toplam dış borç servisi/İhracat Yıllık toplam dış borç ödemelerinin, toplam mal ve hizmet ihracatına oranıdır. Oran ne kadar büyükse, borçlu ülke üzerindeki borç servisi üzerindeki baskısı o kadar ağırlaşmaktadır. Toplam dış borç servisi/GSMH Bir ülkenin yıllık üretiminin ne kadar kısmının dış borç servisine ayrıldığını gösterir. Özellikle kredibilite değerlendirilmesinde bu oran çok önem taşımaktadır. Oran, %80’den fazla ise ülke aşırı borçlu, %48-80 arasında orta derece borçlu, %48’den küçükse düşük derece borçlu olarak ifade edilmektedir. Dış borç faizleri/İhracat Bir ülkenin ihracat gelirlerinin ne kadarının yalnız dış borç faiz ödemesine gittiğini gösterir. Oranın artması dış borç yükünün daha da artığını gösterir. Rezervler/İthalat Ülke rezervlerinin ithalatı ne oranda karşıladığının bir ölçütü olarak ele alınmaktadır. Kısa dönemde ekonominin dış ödeme kapasitesinin bir göstergesidir. Rezervler/Toplam dış borç Bir ülkenin sahip olduğu döviz, atın ve İMF’deki rezervleri toplamının kullandığı dış borca oranıdır. Oranın yükselmesi ödemeler bilançosu açığını kapatmada rezervlerin yükselme eğiliminde olduğunu, oranın düşmesi düşme eğiliminde olduğunu gösterir. Ödemeler bilançosu Aktif/Pasif Oranı Bir ülkenin dış ödemelerde kullanabileceği kısa vadeli kaynaklarla ana para ve faiz ödemesinden oluşan dış borç yükümlülüğünü karşılaştırmaktadır. Oranın birden küçük olması halinde ülkenin borç ödemelerinde ve ithalatta zorlandığını anlamına gelmektedir. Düşük ve Orta Gelirli Ülkeler 2000 2005 2010 2011 2012 2013 2014 2015 Doğu Asya ve Pasifik Ülkeler 2000 2005 2010 2011 2012 2013 2014 2015 Avrupa ve Orta Asya Ülkeleri 2000 2005 2010 2011 2012 2013 2014 2015 Latin Amerika ve Karayibler 2000 2005 2010 2011 2012 2013 2014 2015 Orta Doğu ve Kuzey Afrika 2000 2005 2010 2011 2012 2013 2014 2015 Güney Asya 2000 2005 2010 2011 2012 2013 2014 2015 Sahra-Altı Afrika 2000 2005 2010 2011 2012 2013 2014 2015 TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLANMA • • • • • • Cumhuriyetin ilk yıllarında denk bütçe politikası izlenmiş ve iç borç düşük seviyede kalmıştır. İlk borçlanma 1933 yılında Fevzipaşa-Diyarbakır demiryolu finansmanı için yapılmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında savunma harcamaları için, 1946 yılında ise bütçe açıklarının finansmanı için, 1947’de ise önceki borçların konsolidasyonu için borçlanılmıştır. 1960’lı yıllara kadar iç borçlanmanın önemli bir kısmı kanuni olarak sosyal güvenlik kurumlarına, ticari bankalara ve şirketlere zorunlu olarak yaptırılmıştır. 1960-70 yılları arasında uzun vadeli borçlanma yapılmak istenmiş, ancak kısa vadeli borçlanmaya gidilmek durumunda kalmıştır. Yine bu dönemde iç istikraz tahvilleri SSK, emekli sandığı, bankalara ve şirketlere kanuni zorlamayla satılmıştır. KİT’lerin sürekli açıkları, 1973 petrol krizi, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, üretim kayıpları, enflasyon, işsizlik kamu açıkları üzerinde ciddi önemler etki meydana getirmiştir. • İç borçlanmayla ilgili önemli kararlar 1985 yılından itibaren borçlanma anapara giriş ve ödemelerinin bütçe dışına çıkarılması, Hazinenin düzenli olarak ihale yöntemiyle borçlanmaya başlanması, İMKB bünyesinde tahvil ve bono piyasası kurulması olmuştur. TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLANMA • • • • • 1990’lı yıllarda, iç borç, faiz ödemesi, kamu açıkları ve tekrar borçlanma kısır döngüsü oluşmuş ve borç stoku sürekli artmıştır. Bu yıllarda sürdürülemez borç dinamiği, mali sistemdeki sağlıksız yapı gibi sorunlar nedeniyle 1994 ve 1999 krizleri yaşanmıştır. 1990’lı yıllarda KİT, yerel yönetimler ve sosyal güvenlik kurumların açıkları kamu açıklarını artıran önemli etkenlerdir. 2001 yılında yaşanan ekonomik daralma, devalüasyon ve krizin faizler ve borçlanma vadeleri üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkiler iç borç stokunu hızla artırmıştır. 2001 krizi sonrasında döviz cinsi ve dövize endeksli iç borçların payı ciddi şekilde artırmıştır. 2001 krizinden sonra mali alanda çeşitli düzenlemelere gidilmiş, iç borç yapısı orta vadeye kaydırılmış, borç yönetiminin düzenlenmesi hakkında kanun (4749) çıkarılarak mali disiplin, mali şeffaflık ilkeleri doğrultusunda uygulamalara yön verilmeye çalışılmıştır. Alınan bu önlemler sayesinde kamu iç borç sokunda önemli ölçüde azalış kaydedilmiş ve iç borçların sürdürülebilirliği konusunda bir sıkıntı yaşanmamıştır. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA • • • • • • • • • Türkiye’nin ilk dış borçlanması Tanzimat döneminde artan kamu harcamalarının ve özellikle Kırım Savaşının finansmanı için 1854 yılında Fransa ve İngiltere’den yapılmıştır. Bu şekilde başlayan süreç artarak devam etmiş ve buna yeni borçlanmalar eklenmiştir. 1854-1865 dönemi yoğun borçlanmanın olduğu 1869-1875 dönemi ise borç ödemek için yeniden borçlanıldığı dönemdir. Böylece Osmanlı Devleti bir kısır döngü içine girmiş ve bu dönemin sonundan itibaren borç krizine girmeye başlamıştır. İlk borçlanmadan 22 yıl sonra, 1876’da moratoryum ilan edilmiş ve borç müzakerelerine başlanmıştır. 1881 yılında Muharrem Kararnamesinin ilanıyla Osmanlının gelir kaynaklarının önemli bir kısmı alacaklıların idaresine terk edilerek Düyun-u Umumiye idaresi kurulmuş ve Osmanlı ekonomisi batılı ülkelerin idaresine bırakılmıştır. Devletin vergi vb. gelirlerinin %25-30’u bu idareye bırakılmıştır. Düyun-u Umumiye idaresi Osmanlı devletinin bütün borç yönetimini üstlenmiş ve bir çok kamu gelirini bizzat kendisi idare etmeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminde geçmiş dönemdeki Osmanlı borçları devralındığı için borçların ödenmesi bu dönemde de devam etmiştir. Cumhuriyet döneminin ilk dış borcu 1930 yılında ABD’den alınan 25 yıl vadeli 10 milyon dolar olmuştur. Ardından 1934’te Sovyet Rusya’dan, 1937’de İngiltere’den borçlanma devam etmiştir. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA • Özellikle ülkemiz İkinci Dünya savaşına girmemesine rağmen savaşın etkisiyle ciddi bir ekonomik duraksamaya uğramış ve yatırımların azalması nedeniyle finansman sıkıntısı yaşanmış ve dış borç ihtiyacının önemli bir kısmı İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerden karşılanmaya çalışılmıştır. • 1942 yılında Almanya’dan alınan borcun tamamı silah ve askeri teçhizat alımında kullanılmıştır. • İkinci Dünya savaşından sonraki dönemde ise dış borçlarımız daha da artış göstererek özellikle 1948 senesinde yürürlüğe giren Amerikan Marshall Planı uygulamasıyla ülkeye dış kredi akımı başlamıştır. • Marshall yardımları doğrultusunda sağlanan kaynaklar da altyapı yatırımlarının finansmanında kullanılmıştır. • Bu dönemde dış borçlarımızın artışında etkin olan en önemli faktörlerden biri de 1946 yılındaki devalüasyondur. Devalüasyonun etkisiyle Türk parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi nedeniyle özellikle ithalatımızda bir artış söz konusu olmaya başlamış. Bu da cari dengelerimizi tekrar bozarak başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere uluslar arası kurumlardan yoğun şekilde kredi alınmasına neden olmuştur. • 1956’dan itibaren ödemeler bilançosu üzerinde daha da baskı oluşturmaya başlayan borç yükü 1959’da alacaklı ülkelerin kabulüyle bir borç erteleme anlaşmasının yapılmasının yapılmasına neden olmuştur. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA • • • • 1947-51 döneminde ABD’den Truman Doktrini (çok partili siyasi sisteme geçişe yönelik ve dünya ekonomisinde ABD hakimiyetini artırmak) Marshall Planı çerçevesinde askeri ve kalkınmaya yönelik yardımlar alınmıştır. Sonuçta Osmanlı Devletinden sonra Türkiye Cumhuriyeti döneminde de 1958 yılında dış borçlar üzerinde moratoryum ilan edilmiş ve elverişli bir ödeme planı oluşturabilmek için mali tedbirler paketi hazırlanması zorunluluk arz etmiştir. 1960 yılı sonunda devlet borçları; normal devlet borçları, ariyere borçları ve kamu sektörü kredili ithalat borçları toplamından oluşmuştur a- Normal devlet borçları: Bu borçlar, genel ve katma bütçeli idarelerle iktisadi devlet teşekküllerinin yatırım projelerinin finansmanı ve daha başka amaçlarla yabancı devletlerden ve milletlerarası kuruluşlardan alınan kredilerdir.Bu dönemde borç toplamı yaklaşık %250 oranında artmıştır.Bu borçların büyük kısmı özellikle Marshall planı ve onun yerine geçen programlara göre verilen borçlanmalardan oluşmuştur.1950-1960 döneminde borçlanma genelde ABD ve uluslar arası finans kuruluşlarından gerçekleştirilmiştir.1958 yılına ulaşıldığında ülkenin çok kötü ekonomik şartlar içinde olduğu görülmektedir.Borç yükü ağırlaşmış ve Türkiye moratoryum ilan etmek zorunda kalmıştır. b-Ariyere borçlar: Biriken ve transferi geciken borçlara ariyere borçlar denir. Karşılığı merkez bankasında bloke edilen ve döviz transferi nedeniyle alacaklı kuruluşlara transfer edilmeyen borçlardır.Bu borçlar daha çok özel sektör borcudur. Ancak döviz transferini devlet taahhüt ettiğinden kur farkı ve faizi bütçeden ödenmiştir. Özel sektör borcunun zamanında tasfiye edilememesi dolayısıyla devlet borcun sorumlusu haline gelmiş ve anlaşma ile 1958’den itibaren doğan döviz kuru farkını bütçeden karşılamak zorunda kalmıştır. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA • c- Kamu sektörü kredili ithalat borçları: İktisadi devlet teşekkülleri tıpkı özel sektör ithalatçı ve sanayicileri gibi bazı yatırım projelerinin gerçekleştirilebilmesi için dış ülkelerdeki finansman kurumlarından krediler kullanmışlardır. Kredileri açanlar görünüşte özel yabancı kurumlar olmakla beraber, gerçekte krediler bu firmaların tabi olduğu devletlerin resmi yetkilileri ile T.C.hükümeti arasında yapılan anlaşmalara dayandırılmıştır. Bu borçların büyük kısmı 1965 yılına kadar ödenmiş, bu tarihten sonra kalan miktar da 2008 yılına kadar varan uzun bir vadeye yayılmıştır. • 1960’lı yıllarda başlayan planlı kalkınma sürecinde ülkenin sermaye ihtiyacı ve ödeme problemleri varlığını sürdürmüş, dış borçlanma kaynakları genişlemiş ve yeni boyutlar kazanmıştır.Türkiye’nin ödemeler dengesi açıklarından doğan problemleri çözebilmek amacıyla ondört batılı gelişmiş ülke ile üç uluslar arası yardım kurumunu bir araya getiren “Türkiye’ye yardım konsorsiyumu” kurulmuştur. • Konsorsiyum kredileri ; program kredileri, proje kredileri, borç ertelemesi ve röfinansman kredileri şeklinde gerçekleşmiştir. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA • 1967 yılında ödemeler dengesi açıklarını azaltabilmek amacıyla Dövize Çevrilebilir Mevduat uygulaması başlatılmış, 1978 yılında aşırı döviz yükümlülüğüne neden olması nedeniyle son verilmiş ve dondurularak son verilmiştir. Bu uygulamada döviz sahipleri ellerindeki dövizleri Merkez Bankasına yatırmakta, vade boyunca bu dövizler üzerinde sadece devletin tasarruf hakkı bulunmakla birlikte, hesap sahiplerinin TL karşılığı üzerinde tasarrufu vardı. Vade sonunda faiziyle birlikte dövizler geri ödenmekteydi. • 1970’li yıllarda ise dış borçlardaki kriz uluslar arası konjonktürün de etkisiyle giderek derinleşen bir gelişim göstermiştir.Bu dönemde yaşanan petrol şoklarının (1973 ve 1978 yılları) da etkisiyle ülkemizin dış kaynak ihtiyacı kalkınma amacı dışına taşınmıştır. • 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’nin cari işlemler açığını kapatmak ve vadesi gelen borçlarını ödemek için alınan borçların giderek daha ağırlıklı yer tuttuğu görülmüştür.Bu yıllarda genel olarak dış borçlar içerisinde orta ve uzun vadeli borçların anapara ve faiz geri ödemelerinin mevcut döviz rezervlerinin yetersizliğinden ötürü zamanında yapılamaması sonucunda bu borçların ödenmesi için kısa vadeli borçlanmaya gidildiği görülmüştür. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA • • • • • 1994 yılı başında Türkiye yeniden bir ekonomik krizin içine girmiş, uzun bir süre istikrarlı görünen dolar-TL paritesi ciddi şekilde bozulmuş, enflasyonist beklentiler büyük ölçüde artmış,hazine içeride borçlanamaz duruma gelmiştir ve bu süre sonunda 5 Nisan 1994’te açıklanan istikrar paketi ile bir takım tedbirler alınmıştır. Bu çerçevede 1994 yılında borç stokunda net bir azalma meydana gelmiş, yapılan devalüasyon ve ihracatı arttırıcı yönde alınan tedbirlerin etkisiyle finansal kriz bir ölçüde atlatılmış olmasına rağmen izleyen yıllarda daha kısa vadeli ve yüksek faizli bir dış borçlanma trendine girilmiştir. ABD’li kredi değerlendirme kurumları S & P ve Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunu arka arkaya düşürmesi sonucu dış kredi bulma imkanı da kalmayınca siyasal iktidar bir ekonomik istikrar paketini yürürlüğe koymuş ve hemen peşinden IMF ile 14 aylık bir stand-by düzenlemesine girmiştir. Türkiye hızla kaybetmiş olduğu kredi itibarı nedeniyle dış borçlanmalara başvurmakta zorluklarla karşılaşmıştır. Bu dönemde dış borçlanmanın önceki dönemlere kıyasla yok denecek kadar az olduğu görülmektedir 1999 yılı sonu itibariyle kısa vadeli borç miktarı toplam borç stokunun %25’ine ulaşmıştır. 2000 yılından itibaren bu oranlar azalmaya başlamıştır. 2001 yılında ise ülkemizde yaşanan Şubat 2001 krizi, uluslar arası sermaye piyasalarındaki özellikle Arjantin’den kaynaklanan güç ekonomik şartlar ve 11 Eylül saldırıları nedeniyle ortaya çıkan belirsizlik sonucunda 2001 yılı borçlanma miktarında bir azalma meydana gelmiştir. Kısa vadeli dış borç stokunun artmasının bir nedeni de özellikle sıcak para girişlerinin artması olarak görülmektedir.Kısa vadeli borçlardaki artış, Türk Lirası fon maliyetinin yüksekliği dolayısıyla sıcak paranın getirisinin arttığı dönemlerde önemli bir tırmanış eğilimi göstermektedir. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇLANMA • • • • 2001 yılında İMF ile yapılan stand-by anlaşmasıyla Güçlü Ekonomiye Geçiş programı yürürlüğe konulmuştur. Dünya Bankasının da desteğiyle uygulanan bu programla birlikte 2002-2003 yılında dış borç stoku önemli seviyede artış göstermiştir. 2005 yılına kadar özel sektör dış borcu kamu dış borcunu yakalamış ve sonraki yıllarda önemli derecede farkı açarak artış göstermeye devam etmiştir. 2008 Global Kriziyle ülkemizdeki mali dengeler tekrar bozulmaya başlamış, bütçedeki faiz yükündeki artışlara bağlı olarak dış borçlarda yeniden nispi bir artış ortaya çıkmıştır. Özellikle dış ticaret açıklarının artmasının bunda önemli bir etkisi olmuştur. Bu bağlamda kısa vadeli sermaye yabancı sermaye hareketlerinin artışına bağlı olarak döviz stokları artmış ve Türk lirası aşırı değerlenmiştir. Bu durum ihracatın pahalanması, ithalatın ucuzlamasına yol açarak cari açığın sürekli artmasına neden olmuştur. Ancak bu durum uzun sürmemiş, 2010 yılından sonra dış borç stoku yeniden gerileme sürecine girmiş ve milli gelire oranı düşmeye başlamıştır. Kamu borcunun sürdürülebilir, hatta birçok ülkeye göre daha iyi bir seviyede olmasında 2002 yılından sonra yapılan yapısal reformların (4749 sayılı borçlanma kanunu, 5018 sayılı bütçe kanunu ve dış borçlanmaya sınır getiren diğer kanunlar gibi) çok önemli katkısı olmuştur. DEVLET BORÇLARINDA ALACAKLILARA SAĞLANAN MENFAATLER • Parasını devlet tahvillerine yatırmak isteyen birikim sahipleri iki noktayı göz önünde tutarlar: 1-Tahvile yatırılan paranın sağlayacağı maddi çıkar 2-Tahvile yatırılan paranın güvenlik derecesi • Borçlanmada başarılı olmak isteyen bir devlet tasarruf sahiplerini her iki konuda da tatmin etmek zorunda olmakla birlikte çıkar sorununa özel bir önem vermek durumundadır.Ancak bazen devletin borçlanma aczi içerisine düştüğü durumlarda yan çıkarlar da sağlanmakta olduğu görülmektedir. Örneğin tahvillere özel likidite ve tedavül olanakları tanınması, tahvillerin süresi dolmadan istenildiği zaman paraya çevrilmesi,vergi borçlarının tahvillerle ödenebileceği,sözleşmelerde teminat olarak gösterilebilmesi gibi hususlar yan çıkarlar şeklinde uygulanabilmektedir. DEVLET BORÇLARINDA ALACAKLILARA SAĞLANAN MENFAATLER I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE MENFAATİ • Ellerinde nakit tutmayı tercih eden şahıslara, bu tercihlerinden belli bir süre vazgeçmeleri için devlet tarafından sağlanan ana çıkar faizdir. Parasını tahvile yatıranlara devlet faiz adı altında düzenli ve güvenilir bir ek ödemede bulunmayı kabul etmektedir. • Tahvil sahipleri için faiz bir gelir, devlet için ise bir giderdir. Tahviller ihraç edildiğinde piyasada cari bir faiz haddi bulunacağından, acaba devlet ihraç edeceği tahvillerin faiz oranlarını nasıl belirleyecektir? • Faiz oranlarının saptanması devlet tarafından bazı koşulların göz önüne alınmasını gerektirir. Faiz oranlarını belirleyen koşulların başında tahvillerin süresi geldiğinden, uzun süreli tahvillerin faizleri, kısa süreli tahvillere göre daha yüksektir. Çünkü uzun süreli senetlerin likiditeleri kısa süreli senetlere göre daha azdır ve alacaklı uzun bir süre likiditeden vazgeçmek için daha yüksek bir bedel talep edecektir. • Faiz oranı sadece borçlanmanın süresine de bağlı değildir. Devletin paraya olan ihtiyacı, devlete duyulan güven, konjonktürel dalgalanmalar, yatırımcıların beklentileri, hazinenin kredibilitesi gibi faktörler faiz oranını etkiler. I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE MENFAATİ • Genelde devlet piyasada cari faiz haddinin altında borçlanabileceği gibi, piyasadaki cari faiz haddini azaltacak tedbirler de alabilir. Bu tedbirlerin hemen hepsi toplam tasarrufu arttırmaya veya toplam tasarruf oranı değişmediği halde ödünç verilebilir fonları genişletmeye yönelik tedbirler olup faiz haddinin düşmesini sağlamaya yöneliktir. Söz konusu tedbirlerin hepsi isteğe bağlı borçlanmanın başarısı için geçerlidir. Zorlayışlı borçlanmada böyle bir sorun yoktur. • Kamu borcu tahvillerinin faiz oranı yasa ile belirlenir ve tahvillerin üzerinde gösterilir. Bu faiz oranına nominal faiz (itibari faiz) adı verilir. Ancak, tahvillerin üzerinde yazılı faiz oranı ile işlem gördüğü faiz oranı farklı olabilir. Tahvillerin işlem gördüğü faiz oranına gerçek faiz denir. • Borç senetleri üzerinde belirli bir faiz taşıyorsa sabit faizli veya kuponlu borçlanma denir. Eğer borç senedinin faizi belirli bir göstergeye endekslenip belirleniyorsa buna da değişken faizli borçlanma denir. • Belirli koşullarda devlet tahvillerinin gerçek faizi nominal faize göre yüksek olabilir. Bunu gerçekleştirebilmek için devlet aşağıda belirtilen yöntemlerden birini izlemek zorundadır. Tahvillerin nominal değerinin altında ihraç edilmesi Tahvillerin primli veya ikramiyeli olarak ihraç edilmesi Tahvil gelirlerine vergisel avantajların sağlanması I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE MENFAATİ • BAŞABAŞIN ALTINDA İHRAÇ: • Tahvillerin ihracı üzerinde yazılı bedel üzerinden yapılmışsa buna, başabaş ihraç denir. Devlet tahvilleri genellikle başabaş ihraç edilirler. • Bazen devlet tahvillerini satarken bunların üzerinde yazılı nominal değerden daha küçük bir değerden satmayı tahvillerin vadesi dolduğunda bunları nominal değerinden geri almayı ve aradaki süre içinde de nominal değer üzerinden faiz ödemeyi kabul eder. Bu işleme başabaşın altında ihraç denir. • Nominal değer ile iskontolu fiyat arasındaki fark ihraç primidir. • Hisse senetlerinin nominal değerinden daha aşağıda satılması söz konusu değilken tahviller için böyle bir engel yoktur. Nitekim ülkemizde tahvil ihracını düzenleyen mevzuatımızda başabaşın altında ihraç düzenlenmiştir. • Bir örnek verecek olursak, 100 lira nominal değeri olan %5 faizli bir tahvil devlet tarafından 95 liraya satılırsa, tahvil sahibi her yıl 5 lira faiz alır. Vade sonunda da devlet tahvili 95 liraya değil 100 liraya geri alacaktır.bu durumda tahvil sahibi her yıl 95 lira gelir elde etmiş olacaktır.Bu durumda gerçek faiz oranı %5 değil, %5,27 olacaktır ve dönem sonunda tahvil sahibi vermiş olduğu 95 liraya karşılık 100 lira geri alacaktır. I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE MENFAATİ • Bonolar ve tahvillerde farklı durumlar söz konusudur. Genellikle faiz kuponu olmadığı için iskontolu fiyattan başabaşın altında ihraç edilirler. Çünkü tahvil sahipleri faiz kuponuna yazılı olan faize ek olarak ihraç primi ihraç ederlerken bono sahipleri sadece ihraç primi elde ederler. • Tahvil sahiplerine belli avantajlar sağlamasına karşılık bu yöntemin bazı sakıncaları vardır. Bu yöntem devletin borç yükünü arttırır; bu kuşağı korurken, ödeme sırasında vergiler yoluyla bu borcu karşılayacak kuşağı bir yük altında bırakır.Bu tahviller yüksek gelir seviyesinde olanlar tarafından alındığında gelir dağılımındaki dengesizliği arttırabilir. • İKRAMİYELİ (PİYANGOLU) İHRAÇ: • Devletin tahvil sahipleri arasında düzenlediği piyango sonucu kazanan tahvil sahiplerine ihalede oluşan faizden daha yüksek ödemesi şeklindedir. Kazanamayanlar ise sadece ihalede oluşan faizi elde eder. Devletin böyle bir uygulamayı seçmesi halinde, borç ödemesi, ikramiyelerin de eklenmesiyle artabilecektir. I.BORÇLANMADA FAİZ ORANLARI VE MENFAATİ • PRİMLİ İHRAÇ: • Tahvillerin sürümünü kolaylaştıran ve gerçek oranını arttıran bir başka uygulama da süre sonunda bu tahvillere prim ödenmesi şeklindedir. Bu yönleriyle primli tahviller başabaşın altında çıkarılan tahvillere benzerler. • Uygulamada iki şekilde görülür. Bunlar ihraç primli ve itfa primli tahvillerdir. İhraç primli tahviller nominal değerin altında satılan tahviller olup, iskonto bedeli alıcıya satış anında geri verilen ya da alış fiyatından düşülmektedir. • Mesela 0.5 TL’lik normal değerden %5 primli olarak sunulan tahvilden 1000 adet satın alındığında tasarrufçu toplam 50 TL yerine 47,5 TL ödeyecektir. İtfa primli tahviller uygulamasında ise tahvil süresinin sona erdiği tarihte devlet tahvil sahibine başlangıçta taahhüt ettiği primi anaparasıyla birlikte ödemektedir. Örneğin 1000 liralık bir tahvile süre sonunda 200 lira primle birlikte 1200 lira ödenmesi gibi. • Primli ihraç ile iskontolu borçlanma birbiriyle karıştırılmamalıdır. İskontolu borçlanmada tahviller tıpkı başabaşın altında ve primli ihraç gibi belli bir indirimle ihraç edilmekte, ancak kuponsuz olmalarından dolayı bir faiz ödemesi yapılmamakta, vade sonunda tahvilin üzerinde yazılı nominal değerin tamamı ödenmektedir. Böylece borç veren kişi indirim tutarı kadar kazanç sağlamış olur. BORÇLANMADA YAN MENFAATLER • Faiz dışında devlet tahvillerine sağlanan diğer avantajlar şunlardır: • a. Devlet Tahvillerinde Vergi İmtiyazları • b. Devlet Tahvillerinin Vadesi Gelmeden Paraya Çevrilmesi • c. Tahvillerin Başabaşın Altına Düşmesinin Önlenmesi: Bankalara, kendilerine getirilen devlet tahvillerinin başabaş değeri üzerinden satma yetkisi verilerek, tahvillerin daha yüksek faizli ve vadesiz bir hale getirilmesidir. • d. Devlet İhalelerinde Teminat Olarak Kabul Edilmesi • e. Vergi Borçlarının Devlet Tahvilleriyle Ödenmesi • g. Devlet Tahvillerinin Haczedilemeyeceği II.DEVLET BORÇLARINDA GARANTİ • Borçlanmada asıl olan,borç verenlerin anaparalarının ve kendilerine tanınan çeşitli menfaatlerin garanti altında bulunmasıdır. Devlet borçlarının gelişimiyle alacaklıların garanti şekilleri de gelişme göstermiştir. • Günümüzde artık devletin borcuna karşılık bir garanti göstermesi söz konusu olmamakta, garanti daha çok para değerindeki düşmelerin (enflasyon) ve borçlanma sırasında tanınan öteki yan menfaatlerin sürenin sonuna ermeden kaldırılması yönünden önem taşımaktadır. • Devlete borç verenler vadesi geldiğinde anaparalarını ve kendilerine sağlanan menfaatleri elde etmek istemektedirler. Devletin bu taahhütlerini yerine getirmemesi borç verenlerin ekonomik hesaplarını bozmakta ve devlet borcunun güvenliği konusunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. • Normal şartlarda devletin borç almak için kişilere ayrıca maddi garanti vermesi beklenemez. Ancak eskiden devlet aldığı borca karşılık çok defa maddi garanti göstermek zorunda kalmıştır. Bugün geçerliliği olmayan bu tür garantiler; ayni ve şahsi garantiler olarak ifade edilmektedir. Uygulamada ise devlet borçlarında garanti; paranın değerinin düşmesine karşı ve enflasyona karşı önleyici garantiler şeklinde incelenebilir. II.DEVLET BORÇLARINDA GARANTİ • -Ayni garanti: Devletin borçlanmaya karşılık bir mal ya da belirli gelir kaynağını göstermesidir.Bu garanti şekli en eski uygulamalarında ve kamu kredisinin henüz gelişmediği dönemlerde hükümdarların menkul değerlerini (taç,taht,mücevherler gibi…) ya da daha sonraları bir bölgenin bir şehrin vergi gelirlerini borçlanmaya karşılık göstermesi şeklinde olmuştur.Bu uygulamanın en canlı örnekleri Birinci Dünya Savaşından sonra Avusturyanın borçlarına karşılık gümrük ve tütün tekeli gelirlerinin teminat olarak gösterilmesiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun ünlü “DüyunUmumiye”sidir. • -Şahsi garanti: Bir devletin bir başka devlete kefaletine denir; uygulamada daha az görülen bir garanti şeklidir.Daha çok himaye altındaki yarı bağımsız devletlerin istikrazları bu şekildeki kefalet ile çıkarılmıştır.Örneğin 1884 yılında Tunus Hükümetinin yaptığı borçlanma Fransa’nın kefaletiyle olmuştur. • Günümüzde devlet borçlarında garanti alacaklıların hakkının garantisi ve enflasyona karşı garanti olarak iki ana başlık altında incelenebilir. II.DEVLET BORÇLARINDA GARANTİ • • • • • • • • 1-Alacaklıların Hakkının Garantisi: Bu garanti özellikle devlet tahvillerinin kendileri için yüksek faizli bir servet unsuru olduğuna inanan kişilerin bu servet unsurlarını vadesinden önce elden çıkarmak zorunda kalmaları ya da tahvil değerlendirmelerinden yararlanamamaları risk ile ilgilidir. Buradaki garanti erken ödemeye ya da konversiyona başvurulmaması garantisidir. Konversiyon veya borçların değiştirilmesi borç yükünün hafifletilmesini öngören bir işlemdir. Devlet tahviline para bağlayacak olanlar bu alanda yapılacak olan değişikliklerden rahatsız olacaklarından dolayı verilecek garanti önem taşımaktadır. Ülkemizde çıkarılan bütün tahvillerde garanti konusunda hüküm bulunmaktadır. 2-Enflasyona Karşı Garanti: Paranın satın alma gücündeki düşmeler karşısından nominal borç miktarında meydana gelen düşüşlerin ne biçimde garanti edileceğidir.Bu garantiler aşağıdaki şekillerde uygulanmaktadır. a-Tahvil değerindeki düşmelere karşı garanti b-En yüksek faydayı alma garantisi: c-Altın garantisi d-Fiyat endeksleriyle ayarlama garantisi e-Sağlam dış para garantisi (kambiyo garantisi) II.DEVLET BORÇLARINDA GARANTİ • • • a-Tahvil değerindeki düşmelere karşı garanti Bu garanti Hazine’nin ihraç ettiği borç senetlerinin faizlerini değişken faizler haline getirerek borçların piyasada değerinin düşmesini engellemesi şeklinde sağlanmaktadır.Böylece devlet borcuna olan güvenin artırılması hedeflenmektedir. b-En yüksek faydayı alma garantisi (En Ziyade Müsadeye Mazhar Alacaklı Garantisi) Faizlerin piyasada aşırı yükselmesi ve borçlanmada zorluk çekilmeye başlanması durumu devleti daha uygun şartlarda yeni tahviller ihraç etmeye zorlamaktadır.Nitekim bu garanti kapsamında devlet, daha önceden çıkardığı tahvillere daha sonra çıkaracağı tahvillere sağlayacağı ilave faydaları sağlamayı garanti etmektedir.Devlet, eski tahvil sahiplerinin mağdur olmaması için çıkarılacak yeni tahvillerle eski tahvilleri değiştirir ve bunda önceliği eski alacaklılara tanıyarak daha sonra yeni alıcılara yönelir. c-Altın garantisi Bu uygulamada tahvillerin satın alma güçlerinin korunması amacıyla altın değeri esas alınmaktadır. Buna göre ihraç edilen tahvillerin anaparaları ve faizleri altının ödeme gününde sahip olduğu değer üzerinden ulusal para cinsi üzerinden ödenir. Böylece altının fiyatı tahvilin bedeli için bir çeşit indeks görevi yapmaktadır. II.DEVLET BORÇLARINDA GARANTİ • d-Fiyat endeksleriyle ayarlama garantisi Bu garantiye göre tahvilin fiyatı bazı malların fiyatına göre ayarlanmaktadır. Dönem içinde fiyat endeksleri meydana gelen değişmeleri yansıttığından böylece tahvile yatırılan paranın satın alma gücü korunmuş olmaktadır. Böylece dönem sonunda tahvil sahibine endeksteki artış kadar ayrıca fark ödenir. • e-Sağlam dış para garantisi (kambiyo garantisi) Endeksli tahvil türlerinden olan döviz endeksli tahvil sahibi olan kişi bu tahvili milli para ile satın almakta faiz ve anapara ödemesi de kendilerine o tarihlerde geçerli kurlar üzerinden yine milli para cinsinden yapılmaktadır. Böylece tahvil fiyatlar genel seviyesi veya altın fiyatı gibi yabancı para endeksine bağlanmış olmaktadır. Kur riskinin yüksek olması nedeniyle tasarruf sahiplerinin yerli para cinsinden tahvil almaktan kaçındığı durumlarda devlet dövize endeksli tahvil ihraç ederek, tahvil sahiplerini kur riskinden korumaktadır. III.BORÇ YÖNETİMİ • Borç yönetiminin birçok tanımını yapmak mümkündür. En geniş şekilde borç yönetimi gerekli olan fonları oluşturmak risk maliyet amaçlarına ulaşabilmek ve etkili bir devlet borç senetleri piyasası geliştirmek ve sürdürebilmek gibi amaçlara ulaşabilmek için hükümet borçlarının yönetimine yönelik bir strateji oluşturma ve yürütme sürecidir. Yani bir ülkenin ekonomi politikasına yardımcı olmak ve ekonomik dengenin korunması amacıyla kamu borçlarının miktarında ve bileşiminde değişiklik yapmaktır. • Borç yönetimi artık ekonomi politikasının bir aracı olarak görülmekte ve kamusal gelir elde etme amacına ilave olarak daha farklı amaçlara da hizmet etmektedir. • Borç yönetimini tanımlarken karşımıza çıkan bir diğer tanımlama pasif ve aktif borç yönetimidir. Pasif borç yönetimi; mevcut istatistiklere dayanarak borçlanmanın zamanlamasına, miktarına ve kullanılacak enstrümanlara ilişkin karar verme süreci; Aktif borç yönetimi ise pasif borç yönetiminin yanı sıra borcun özellikle faiz ve kur riskine karşı korunmasını içeren risk yönetim tekniklerinin kullanılması sürecidir. III.BORÇ YÖNETİMİ • Ülkemizde bilimsel anlamda bir borç yönetiminin uygulanmadığı, çoğu zaman bütçe açıklarının borçlanmaya gitmek için yeterli sebep sayıldığı ve vergilendirme, giderleri azaltma hatta açık finansman gibi alternatiflerle karşılaştırmanın yapılmadığı,ödeme içinde geri ödeme planlarının tek kriter olarak belirlendiği, ödemelerin ekonomik yönünün hiç düşünülmediği yönünde geçmişte eleştiriler getirilmiştir. Ancak 2002 tarih ve 4749 sayılı “Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun” ile borç yönetimi artık çağdaş bir görünüm kazanmıştır. Kanunun 1. maddesinde borç yönetiminin amacı şu şekilde ifade edilmektedir: “Bu kanunla ülkenin kalkınma hedeflerini dikkate alarak piyasalarda güven ve istikrarı koruyarak ve makroekonomik dengeleri gözeterek, devletin iç ve dış borçlanmasına hibe almasına borç ve hibe vermesine nakit yönetiminin maliye ve para politikaları ile koordineli bir şekilde yürütülmesine, verilecek garantilerin bu borçlanma ve garantilerden doğan finansal alacaklar ile devlet iç ve devlet dış borcunun etkin bir şekilde yönetimine ve izlenmesine ve Müsteşarlık tarafından üstlenilen her türlü mali yükümlülüğün geri ödenmesi,ilgili bütçe hesaplarına kaydedilmesi ve raporlanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” III.BORÇ YÖNETİMİ Kamu borç yönetimi temel iki ilke üzerine kurulmuştur; 1. Makroekonomik dengeleri gözeterek para ve maliye politikalarıyla uyumlu sürdürülebilir, saydam ve hesap verilebilir bir borçlanma politikası izlenmesi 2. Finansman ihtiyaçlarının iç ve dış piyasa koşulları ve maliyet unsurları göz önüne alınarak belirlenen risk düzeyi çerçevesinde uzun vadede mümkün olan en düşük maliyetle karşılanması. • Etkili bir borç yönetimi aynı zamanda kamu borçlarının sürdürülebilirliği üzerinde olumlu bir etkide bulunabilir. Borçların sürdürülebilirliğini etkileyen temel faktörler; reel faiz oranı, büyüme oranı, kamu harcamaları ve faiz dışı bütçe dengesidir. Borçların sürdürülebilir olması büyüme, reel faiz oranı ve birincil (faiz dışı) bütçe dengesine bağlıdır. Faiz dışı bütçe fazlası verilmesi borç faizlerinin en azından bir bölümünün borçlanma olmadan ödenebileceğini gösterdiğinden borç stokundaki artışı yavaşlatır. Eğer reel faiz oranı büyüme oranı üzerinde, faiz dışı bütçe fazlası da verilemiyorsa borç stoku giderek büyüyecek ve borçlar sürdürülemez hale gelecektir. • Borçlanmanın hukuki boyutu kanunla yapılabilmesi zorunluluğundan doğmaktadır. Bu nedenle devlet mali işlerini belirli bir hukuki düzen içerisinde yürütmektedir. • Devletin egemenlik gücüne dayanarak borçlanmasının kanun konusu olduğu ve yasama organı tarafından onanması gereği vergilemede olduğu gibi anayasada da teminat altına alınmıştır. Bu nedenle borçlanmaya ilişkin hukuki düzenlemeler miktar, kaynak ve nereden borçlanacağı gibi hususlar çerçevesinde borç alan ve veren açısından önem kazanmaktadır. III.1. DEVLET BORÇLANMASINDA YETKİ • • • • Devlet borçlanmaya giderken bütçe ve özel bir borçlanma kanunuyla yetki almak zorundadır. Bu kanunda devletin borçlanabileceği üst limit belirlenmektedir. Devletin bütçe kanunuyla ilgili aldığı yetki vergide olduğu gibi bir zorunluluk değil bu konuda alınmış bir izindir. Ancak uygulamada hükümetlerin borçlanma kanunlarını genellikle bütçe kanunuyla birlikte geçirdikleri görülmektedir. Borçlanma yetkisi çoğunlukla hükümet ve/veya bağlı kurum ve kuruluşlara verilmektedir. Parlamento tarafından kabul edilmiş yetki sınırları içerisinde ihraç edilecek devlet tahvilleri konusunda hükümete tanınacak yetkinin en başında faiz oranının belirlenmesi gelmektedir.Ayrıca ihraca konu olacak tahvillerin türlerinin tespiti de hükümete tanınan yetkiler arasındadır. Örneğin; devlet tahvillerinin kaç tertipte ve kaç seri halinde çıkarılacağı ve vadelerinin tespiti gibi hususlar hükümetçe kararlaştırılır. Görüldüğü gibi her türlü yetkinin parlamentonun elinde olması milletin hükümranlığının etkisi olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak yetkinin parlamentoca kullanılacak olması ve bu konuda bir sınırlama olmaması ülke kaynaklarının savurgan bir biçimde kullanılmasına da neden olabilmektedir. Bu nedenle bu konuda anayasalara borçlanma yetkisini sınırlayıcı kuralların getirilmesi hususu çeşitli ülkelerde tartışılmaktadır. III.1. DEVLET BORÇLANMASINDA YETKİ • Ülkemizde borçlanma yetkisinin kullanımı çıkarılan kanunlar ölçüsünde yürütülmektedir. Bunlar, kısa ve uzun vadeli borçlanma yetkisi sağlayan kanunlar yanında, Merkez Bankası Kanunu, Bütçe kanunu, Devlet yatırım bankası kanunu, KİT kanunları çerçevesinde yürütülmektedir. • Ülkemizde borçlanma yetkisi ilgili kanunlar çerçevesinde 1985 yılına kadar Maliye Bakanlığı tarafından kullanılırken 1987 Mali yılı Bütçe kanunuyla bu yetki Hazine Müsteşarlığı’na devredilmiştir.1986 yılından itibaren borçların anapara ödemeleri bütçe dışına çıkartılmış ve tamamen Hazine Müsteşarlığına devredilmiştir.Ayrıca 1978 mali yılı bütçe kanunuyla birlikte bütçe açığı miktarı kadar iç borçlanma yetkisi iki katına kadar arttırılabilmesi imkanı getirilmiştir. Yine 1986 yılından itibaren bütçe açığının iç borçlanmayla karşılanacağı hükmü 3.maddeyle net borçlanma hasılatı ile karşılanacaktır şeklinde değiştirilmiştir. • Borçlanma yetkisinin kullanımında şu anda tek yetkili olarak gözüken Hazine Müsteşarlığı, 4749 sayılı Kanun çerçevesinde kendisine verilen borçlanma yetkisini bütçe kanunlarından aldığı yetki ölçüsünde kullanmaktadır. • 2001 krizi sonucunda borç yönetiminin artık bir tek merkezde toplanması fikri ağırlık kazanmış ve bu çerçevede 4749 sayılı kanuni düzenleme gerçekleştirilmiştir. Bu düzenleme kanunun 4. maddesinde açık bir şekilde ifade edilmektedir. IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ • Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllardan itibaren sıklaşan aralıklarla krizlerle karşı karşıya kalmaya başlamıştır.Borçlanma alanında yaşanan birtakım sorunları gidermek üzere 4749 sayılı “Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun” ile Analitik Bütçe ve Tahakkuk Esaslı Muhasebe Yönetmelikleri çerçevesinde hayata geçirilmiştir.Bu kanunla getirilen uygulamaya yönelik düzenlemeler hakkında aşağıda bilgiler verilecektir. • 1.Mali Disiplinin Artırılması • 2.Şeffaflığın Arttırılması • 3.Borç ve Alacak Yönetiminde Etkinliğin Artırılması IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ • 1.Mali Disiplinin Artırılması a-Tek bir borçlanma otoritesinin belirlenmesi b-Limit: b.1.)Borçlanma limiti= Bütçe başlangıç ödenekleri toplamı-Tahmin edilen bütçe gelirleri (Madde 5) Kanun kapsamında borçlanma limitine yönelik olarak getirilen yenilikler şunlardır:Borçlanma limiti değiştirilemez. Ancak borç yönetiminin ihtiyaçları ve gelişimi dikkate alınarak,bu limit yıl içinde en fazla yüzde beş artırılabilir. Bu miktarın da yeterli olmadığı durumlarda, bu limit yıl içinde en fazla yüzde beş oranında artırılabilir. Bu miktarın da yeterli olmadığı durumlarda, ilave yüzde beş oranında bir tutar, ancak Müsteşarlığın görüşü ve Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile artırılabilir. Bütçenin denk olması durumunda da borçlanma, anapara ödemesinin en fazla yüzde beşine kadar artırılabilir. IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ b.2)Garanti Limiti: Kanunun getirdiği düzenlemeler öncesinde yılı Bütçe Kanunlarıyla tespit edilmiş garanti limiti sadece yerel yönetimlere ve KİT’lere sağlanacak hazine garantili kredi miktarı üzerine bir üst sınır getirirken yeni düzenleme ile yap-işlet-devret projeleri kapsamında sağlanacak garantiler de limite dahil edilmiş bulunmaktadır. Garanti limitinin tutarı her yıl ilgili bütçe kanununda yer alacak madde ile belirlenmektedir. b.3) İkraz Limiti: Vadesinde nakden ödenenler hariç, çeşitli kanunlara dayanılarak ikrazen ihraç olunan özel tertip Devlet iç borçlanma senetleri bu limitin hesaplanmasında dikkate alınmaz. Malî yıl içerisinde ikrazen ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma senetlerinin limiti her yıl bütçe kanunlarıyla belirlenir. IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ • • c- Dış proje kredilerinin bütçeleştirilmesi: Yatırım harcamalarına karşılık olarak daha önce bütçe dışında yer alan ve dış kaynaklardan finanse edilen bu krediler mali disiplini bozucu etkileri nedeniyle uluslar arası uygulamalarda olduğu gibi kullanımdan önce bütçeleştirilmesi öngörülmüştür. Bu çerçevede yeni uygulamada analitik bütçe kodlamasına göre finansman tipi sınıflamanın içerisinde bir kalem olarak yer almaya başlamıştır. d- Garantisiz Kamu Dış Borçlarına İzin Verilmesi: Kamu kuruluşlarının yurt dışından sağlayacağı her türlü mali imkan Hazine Müsteşarlığı’nın iznine tabidir. Ayrıca bu kuruluşların diğer kuruluşlar lehine verecekleri garantilerde de Müsteşarlığın izninin alınması zorunludur. 2-Şeffaflığın Arttırılması: Borçlanma politikalarına ilişkin ortaya çıkan belirsizlikler borçlanmada taraf olanlar tarafından bir risk olarak algılanmakta ve bu da borçlanma maliyetlerinin üzerine bir risk primi adı altında ek bir maliyet olarak yansımaktadır. Borçlanma politikalarının mali piyasalar tarafından öngörülebilmesi risk priminin azaltılması açısından önem taşımaktadır. Bu çerçevede Hazinenin borçlanma ve nakit yönetimi şeklindeki uygulamalarına ilişkin bilgilerin çeşitli iletişim kanallarıyla kamuoyuna duyurulması ve hazırlanan aylık borçlanma programlarıyla mali piyasaların bu konuda bilgilendirilerek geleceğe dönük borçlanmalarına yönelik öngörümlemelerini arttırması sağlanmaktadır. IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ Şeffaflığın borç yönetimindeki en önemli etkisi mevzuat karmaşıklığını önleyerek uygulamadan kaynaklanan sorunları azaltmak ve kamu finansmanına ilişkin hususları tek ve temel bir düzenleme çatısı altına almak olmuştur.Dolayısıyla 4059,244,1267 ve 32 sayılı yasalar çerçevesinde yürütülen borçlanma işlemleri yeni yasayla kolaylıkla izlenebilir hale gelmiştir. 2.a)Risk Hesabı: Hazine nakit ve borç yönetiminde yaşanan sorunların giderilmesi amacıyla garanti kapsamında ortaya çıkan yükümlülüklerin ifasının yapılacağı bir risk hesabı Merkez Bankası nezdinde Hazineye ait olmak üzere oluşturulmuştur.Hesaptan ödemeler hesabın kendi gelirleriyle yapılmaktadır.Hesabın gelir kaynakları; ikraz ücretleri,garanti ücretleri,kuruluşlarca yapılan geri ödemeler,hesap bakiyesine işletilen nemalar ve bütçeden yapılan aktarmalardan oluşmaktadır. 2.b) Borç Yönetimi Raporu: Kanunla getirilen düzenlemeye göre bütçe yılında sağlanan iç ve dış finansman imkanları,hazine garantileri,risk hesabı işlemleri,alınan ve verilen hibeler,dış borç devir ve ikrazına ilişkin veriler ve finansal piyasalara ve dış borç yönetimine ilişkin diğer veriler borç yönetimi adı altında Müsteşarlıkça hazırlanıp ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilmekte ve şeffaflığın gereği olarak da kamuoyunun bilgisine ve erişimine sunulmaktadır.Ayrıca,Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu bakanın özel gündemle yapacağı toplantıda yılda bir defadan az olmamak üzere TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunu bilgilendirmesi gerekmektedir. IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ • • • • 3-Borç ve alacak yönetiminde etkinliğin artırılması: Bu kapsamda alınacak tedbirler kanunla düzenlenmiştir.Bu düzenlemeler çok kısa olarak şu şekilde belirtilebilir. 3-a) İlke ve stratejilere yönelik genel esasların belirlenmesi: Bu kapsamda finansman ihtiyaçlarının orta ve uzun vadede mümkün olan en düşük maliyet ve makul düzeyde bir risk oranı çerçevesinde karşılanacağı,aktif risk yönetiminin yapılacağı,şeffaflık ve hesap verilebilirliğin esas alınacağı ve devlet adına tek bir borçlanma otoritesinin mevcut olacağı gibi esaslar ele alınmıştır. 3-b)Risk yönetimi: Buna göre kamu borçlanmasına ilişkin risklerin tespit edilebilmesi ve borçlanma politikalarının söz konusu riskler göz önüne alınarak oluşturulması gerekmektedir.Bu çerçevede gerekli yasal çerçevenin ve organizasyon yapısının oluşturulmasına yönelik düzenlemeler ise orta ofis oluşumu ve borç yönetim komitesi oluşumu şeklindedir. 3-c)Hibe: Bu kapsamda AB’den alınacak hibeler dışında,T.C. Adına savunma güvenlik amaçlı olanlar hariç her türlü hibenin alınmasında Hazinenin bağlı olduğu bakan yetkili kılınmıştır.Verilecek hibelerde ise Bakanlar kurulu yetkilidir. IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ • 3-d)Kısa vadeli borçlanma: Kısa vadeli nakit açıklarının finansmanı ve nakit yönetiminde etkinliğin artırılması için para piyasalarında nakit işlem yapılması imkanı getirilerek borçlanmanın miktarı aşağıdaki şekilde sınırlandırılmıştır. İlgili yıl başlangıç bütçe ödenekleri toplamı x (1/100) • 3-e)Nakit fazlalarının nemalandırılması: Hazine hesaplarında oluşacak nakit fazlalıklarını değerlendirmek amacıyla TC Merkez bankası aracılığıyla nemalandırılmasına yönelik düzenleme yapılarak aşağıdaki şekilde sınırlandırılmıştır. İlgili yıl başlangıç bütçe ödenekleri toplamı x (1/100) • 3-f)Vadesi geçmiş hazine alacaklarının tahsili: Bu çerçevedeki hazine alacaklarının 6183 sayılı Amme Alacaklarının tahsili usulü hakkında kanun hükümleri uyarınca tahsil edilmesine olanak sağlanmıştır. • 3-g)Uzlaşma müessesesi: Kanunla yürürlüğe girdiği tarihte mevcut bulunan hazine alacakları karşılığında hesaplanan gecikme faiz ve cezaları için; tahsil kabiliyetinin artırılmasını teminen bir defaya mahsus olmak üzere uzlaşma imkanı getirilmiştir. IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ IV.TÜRKİYE’DE BORÇ YÖNETİMİ DEVLET BORÇLARININ ÖDENMESİ • • • • • • • DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ Borç servisi, iç ve dış borçlanmadan doğan anapara ile faiz ve komisyon gibi giderlerin ödenmesi, mevcut bir borcun vadesinin uzatılmasına ilişkin uygulamalar olan erteleme, tahkim (konsolidasyon), mevcut bir borcun faizinin değiştirilmesi (değiştirme, konversiyon), borçların sermayeye dönüştürülmesi (borç-sermaye swap’ı) gibi borç ödemeye ilişkin konulardan oluşmaktadır. Borç servisinin normal yolu,alınan borcun anapara ve faizlerinin vadeleri geldiği zaman geri ödenmesidir. Borç servisinin normal dışı yollarından birisi tahkim veya aynı anlamda kullanılan konsolidasyondur. Konsolidasyon daha ziyade enflasyonist dönemlerde başvurulan bir yöntemdir. Tahkimin (konsolidasyon) kelime anlamı sağlamlaştırmadır. Bir borcun anapara ve/veya faizinin vadesi geldiğinde geri ödenemeyeceği anlaşılırsa ya borçlu tek taraflı olarak (zorunlu tahkim) ya da borçlu borç veren anlaşarak (isteğe bağlı tahkim) vadeyi uzatmakta ve buna bağlı olarak faiz de yükselmektedir. Borçların değiştirilmesi, borç yükünün hafifletilmesi amacıyla, borçlunun ödeyeceği faiz oranında bir indirim yapılması işlemini ifade eder. Değiştirme (konversiyon) işleminde asıl olarak borcun anapara tutarı ve vadesi değişmediği halde ödenecek faiz miktarı değişir. Değiştirme işleminin tahkimden en önemli farkı şöyle özetlenebilir: Tahkimin asıl amacı borcun vadesini uzatmak olduğu halde, değiştirmeden güdülen amaç borç yükünün hafifletilmesidir. Bu çerçevede tahkimin enflasyonist ortamların, değiştirmenin ise durgunluk dönemlerinin uygulaması olduğunu belirtmek doğru olacaktır. DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ • Olağanüstü Borç Yönetimi İşlemleri: • Tahkim: Tahkimi basit olarak kısa vadeli borçlanma tahvillerinin uzun vadeli veya süresiz borç tahvillerine dönüştürülmesi olarak tanımlamak mümkündür. Bu işlemde yeni bir borç söz konusu olmamakta, eski borcun miktarı değişmeksizin borcun koşullarında değişiklik yapılmaktadır. Bu değişiklik alacaklıya yeni çıkarlar sağlamak (genellikle daha yüksek faiz oranı gibi.)şeklinde olmaktadır.Konsolidasyon çeşitleri şunlardır: • a) İsteğe bağlı tahkim: İsteğe bağlı tahkimde alacaklılara devletin kısa vadeli borçlarını uzun vadeli borçlarla değiştirmek veya parasını geri istemek arasında seçim hakkı tanınır.Uygulamada iki şekilde görülmektedir.Birincisi uzun vadeli borçlanmaya giderek elde ettiği paranın bir kısmını veya tamamını devlet kısa vadeli borçlarını ödemeye ayırır,ikincisinde ise bir kısım vadesi gelmiş borç senetlerinin para karşılığı yeni tahvil senetlerinin satın alınmasında kabul edilebileceğini duyurur.Uygulamada en çok karşılaşılan tahkim şekli de budur. DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ b)Zorunlu tahkim: Zorunlu tahkimde, devlet tek taraflı olarak hareket ettiğinden,alacaklıya eski borç senetlerini yeni borç senetleri ile değiştirip değiştirmemek konusunda hiçbir seçme hakkı tanımaz. Ancak cebri konsolidasyon devletin itibarı bakımından olumlu bir uygulama olmayıp tasarruf sahiplerinin devlete tekrar borç vermesi gerektiğinde devlet bundan olumsuz etkilenmektedir. • Konsolidasyonun üç farklı etkisi bulunmaktadır. – Konsolidasyon uygulaması hazineye bir rahatlık sağlar.Böylece vadesi yaklaşan veya gelmiş olan senetlerin vadeleri uzadığında hazine yeni bir kaynak bulmuş gibi olur ve belli bir ödeme planına göre uygun zamanlarda öder. – Alacaklıların kaybolan menfaatleri karşılığında yeni menfaatler sağlar ve bu da hazineye ilave yükler getirir. – Piyasaya aniden çıkacak olan para akımını önleyerek enflasyonist etkileri engelleyebilir. Çünkü piyasaya aniden büyük bir satın alma gücünün akışı ekonomik dengeleri sarsabilir. DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ • • • Konversiyon: Borç yükünü hafifletmek amacıyla başvurulan bir uygulamadır.Konversiyon uygulaması ile faiz oranı yüksek olan tahviller daha düşük faizli tahvillerle değiştirilir. Özellikle borç sözleşmesinde ve borçlanmaya yetki veren kanunda ihraç edilecek tahvillerin erken ödemeye veya borçların değiştirilmesine gidilemeyeceği konusunda hüküm varsa bu tahviller yenisiyle değiştirilemez. Piyasadaki uygun koşullar piyasa faiz haddini düşürme yönünde ise devlet ana para miktarını değiştirmeksizin borçların faiz yükünü azaltmaya gidebilir. Devletin borçların değiştirilmesi işlemine girişmesi için belli koşulların bir araya gelmesi gerekir. Bu koşulları şöyle sıralayabiliriz: Konversiyona girişmek için önce piyasada eski borçlanmaya kıyasla daha düşük bir faiz oranının oluşmuş olması gerekir. Konversiyon için,devletin mali koşullarının bu işlemler için uygun olması gerekir. Konversiyon işleminin açık ve basit bir teknikle yapılması gerekir. Konversiyon işlemini kolaylaştırmak için,yeni çıkarılan tahvillerin,piyasa faiz haddinin biraz altında olması gerekir. Konversiyonun özellikle ekonomik durgunluk dönemlerinde başvurulan bir uygulama olduğu ifade edilebilir. Konversiyon her zaman net bir kazanç olmamaktadır.Devlet tahvillerinin getirileri her türlü vergiden muaf değilse, azalan faiz ödemeleri nedeniyle vergi matrahında da bir azalma meydana gelmektedir.Bu nedenle, devlet için net kazanç tasarruf edilen faiz ile mahrum kalınan vergi arasındaki farktan ibarettir.Ayrıca konversiyon, gelir dağılımında denge sağlayıcı da bir rol üstlenmektedir.Çünkü konversiyonun başarılı olması durumunda, borç yükünde bir azalma meydana getirerek, milli gelirin dağılımını olumlu yönde etkileyebilir DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ Konversiyon uygulamada iki şekilde yapılmaktadır: 1- Zorlayışlı (Cebri): Zorlayışlı konversiyon, tahvil sahibinin arzusuna bakılmaksızın evvelce çıkartılmış olan yüksek faizli tahviller, sonradan çıkartılmış bulunan düşük faizli tahvillerle değiştirilir. 2- İsteğe (İhtiyari) Bağlı: İsteğe bağlı konversiyonda devlet alacaklıları ellerindeki tahvilleri çıkarılan tahvillerle değiştirmeye davet eder veya onların tahvillerinin nominal değerlerini ödeyeceğini bilir. Konversiyon uygulamasının 4 türü bulunmaktadır: 1- Başa baştan (Basit Usulde) yapılan konversiyon: Bu konversiyon şekli en basit olanıdır. Bu usulde,100 tl nominal değerli %5 faizli bir tahvil, nominal değerini değiştirmeksizin, örneğin %4 faizli yeni bir tahville değiştirilir. 2- Başa başın altında konversiyon:Bu tür konversiyon nominal borç miktarını artırarak faiz haddinde bir miktar indirim yapmak suretiyle gerçekleştirilir.Örneğin %10 faizli eski bir tahvilin piyasada 100 tl’den işlem gördüğünü düşünecek olursak bunun nedeni cari faiz oranının %8 olması yani tasarruf sahiplerinin borsa rayici üzerinden alacakları menkul değerlere ancak %8 bir gelir sağlayabildikleridir.Böyle bir durumda devlet eski tahvillerini başa baş ihraç fiyatı ve %8 faizli yeni tahvillerle değiştirebilir. DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ 3- Kademeli Konversiyon: Bu çeşit konversiyonda daha önce çıkarılan tahvillerin faiz oranları piyasadaki faiz oranına birdenbire indirilmez. Kademeli bir yol izlenir. Bunun anlamı, konversiyon nedeniyle tahvil sahiplerinin uğrayacakları kaybı aniden hissettirmemektir. • Örneğin piyasadaki cari faiz oranı %3,5 ise %5 faizli tahviller birinci yılda %4,5 ikinci yılda %4 üçüncü yılda %3,5e indirilmektedir.Ya da bir yıl eski faiz %5 ödenip bir yıl sonunda doğrudan %3,5’a geçilebilir. 4- Fark isteme suretiyle konversiyon: Bu tür konversiyonda, tahvil sahipleri hem de gelir düzeylerinde bir değişme olmaması için piyasa faiz oranlarındaki düşmeye karşılık, belirli bir ölçüde ana para fazlası ödemeye çağrılmaktadır. • Örneğin, devletin piyasada mevcut %6 faizli borcu yeni faiz haddi olan %3 faizli borçla değiştirmek istediği durumda devlet 100 milyon tl’lik borç için 3 milyon liralık faiz ödemekten kurtulacaktır. Devlet alacaklılara ellerindeki tahvillerin ya erken itfasını kabul etmek ya da vereceği iki adet 100 liralik %3 faizli tahvil yerine kendisine bir adet %6 faizli tahvil ile birlikte 1000 lira da nakit verilmesi arasında tercih yapmaya çağırabilir.Bütün alacaklılar bu çağrıyı kabul ederlerse alacaklıların faiz geliri ve devletin faiz yükü değişmemesine karşın borç yükü bir kat yükselmiş olur. DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ • Moratoryum (Borçların durdurulması veya erteletilmesi): Vadesi gelmiş olan borçlara ilişkin herhangi bir yasa, mahkeme kararı, borçlu ve alacaklılar arasında bir anlaşma olmaksızın doğrudan doğruya borçlunun tek taraflı kararıyla borç ödemesinin durdurulması ya da ertelenmesidir. • Moratoryum esas itibariyle dış borçlarla ilgilidir. Ancak iç borçlarla ilgili olarak da moratoryum söz konusu olabilir. Devletler içine düştükleri yoğun döviz darboğazı dolayısıyla dış borçlarının ana para ve faizlerini ödeyemeyeceklerini ilan ettiklerinde, borçlularla alacaklılar arasında bir anlaşma yapılarak borçların vadesinin uzatılması işlemi de moratoryum olarak adlandırılır. • Moratoryum ilanından sonra yapılan görüşmelerde borç ortadan kalkmamakta, aksine ödeme imkanı azalan borcun ödenmesi kesinleşmektedir. • Borcun reddi: Devletin tek taraflı bir kararla mevcut borcunun tamamını veya bir kısmını ortadan kaldırdığını bildirmesi demektir. Burada borç tek yönlü olarak ortadan kaldırılmakta yani silinmektedir. Genellikle borç reddi rejim değişikliklerinde veya olağanüstü siyasi olaylar sonucu ortaya çıkmaktadır. Borcun reddi esasta hem iç hem de dış borçlar için olabilir. Günümüzde devletin iç borçları reddetmesi pek karşılaşılan bir durum değildir. Devlet böylesine sert tedbirlere başvurmadan da iç borçları ortadan kaldırabilme imkanına sahiptir. DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ Devletin iflası: Siyasi, askeri ve iktisadi krizler sonucunda, borçlarını ödeyemeyecek duruma düşen ülkeler borç veren ülkelerle anlaşmalar yapmak suretiyle, borç durumunu yeniden düzenleme yoluna gitmektedirler. • Çeşitli nedenlerle borçlarını ödemeyecek duruma düşen devletin mali iflası söz konusudur. Yapılacak anlaşmalar sonucunda alacaklıların ağır şartlarını ve garanti isteklerini kabul ederek, mali ve siyasi bağımsızlıklarından fedakarlık ederler. Çünkü alacaklılar geri kalan alacakları karşılığında teminat garantisi isterler. Bu teminat borçlu ülkelerin bir kısım gelir kaynaklarının borçların ödenmesine tahsisini de getirebilmektedir. • Yabancı alacaklılar bununla da yetinmeyip teminat olarak gelir kaynaklarının kendileri tarafından kontrolünü hatta idaresini şart koşarlar. Osmanlı devleti döneminde ülkemizde Düyun-u Umumiye idaresi kurulmak suretiyle bir kısım gelir kaynaklarının kontrolü ve idaresi yabancı alacaklıların eline geçmiştir. DEVLET BORÇLARININ ÖDENEMEMESİ (OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMİ İŞLEMLERİ • Borcun sermayeye dönüştürülmesi ya da borç-sermaye swapı; borçlunun borcu karşılığında sahip olduğu bazı ticari kuruluşlardaki sermaye paylarını alacaklıya vermesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. • Böylece borç ödenmiş olurken söz konusu kuruluşlardaki sermaye pay sahipliği el değiştirmiş olmaktadır. • Dış borçların anapara yükümlülüğünü ifade ifade eden döviz cinsinin değiştirilmesi, başka bir döviz cinsine dönüştürülmesi (anapara swapı’ı), söz konusu faizin ifade edildiği döviz cinsinin değiştirilmesi (faiz swap’ı) veya borçların sermayeye katılım payı haline dönüştürülmesi (borç-sermaye swap’ı) şekillerinden birinde ortaya çıkar. • Bu işlem,1980’li yıllarda dış borç ödeme bunalımına giren Güney Amerika ülkeleri tarafından,alacaklıları olan bankalarla birlikte yaygın bir şekilde uygulanmıştır. Devletin Borç Yükü ve Gelecek Kuşaklar • Borç yükü; Bir ülkenin belirli bir dönemdeki toplam borç stokunun o dönemdeki GSMH’ye oranını ifade etmektedir. Borçlanma faizlerinin bir gider kalemi olarak kabul edilmesi her hem borç stoku hem de borç yükü açısından geçerlidir. • Borçlanmanın milli geliri azaltıcı etkisinden dolayı bu kavram toplum refahını azaltıcı etkilere de yol açmaktadır. Borç yükünü daha çok dış borçlar meydana getirirken bu yükün gelir dağılımı üzerindeki etkilerini ise daha çok iç borçlar ortaya çıkarmaktadır. • Devlet borçlarının alındığı dönem ile ödendiği dönemler birbirinden farklı dönemler olmaktadır. Bu bağlamda borç yükünün borcun alındığı dönem kuşaklarına mı yoksa ödendiği dönem kuşaklarına mı yüklenileceği konusunda üç farklı görüş vardır. • Birinci görüş borç yükünün borçlanmanın yapıldığı dönemdeki kuşaklarca taşınması gerektiği, • ikinci görüş borçlanmanın yükünün borcun yapıldığı dönemdeki kuşaklar üzerinde kalacağını savunmakla birlikte borçlanmanın kaynağı konusunu birinci görüşten farklı ele almaktadır. • Üçüncü görüş ise borç yükünün borçlanmanın yapıldığı dönemdeki kuşaklara kalmayıp gelecek kuşaklara geçeceği ya da geçmesi gerektiğidir. Devletin Borç Yükü ve Gelecek Kuşaklar • Klasik maliyecilere göre borçlanma vergilerin öne alınmış şeklidir. Dolayısıyla borçlanma gelecek kuşaklar üzerinde bir yük meydana getirecektir. • Buchanan’a göre bugün yapılan borçlanma ilerde mutlaka vergilerle finanse edilecektir. Bu da vergilerde artış ile sonuçlanacaktır. • Ricardocu Denklik Teoremine göre borçlanma sadece bugünkü nesil üzerinde bir yük meydana getirmektedir. Çünkü bireyler rasyoneldir ve bugün yapılacak borçlanmanın gelecekteki vergi artışıyla finanse edileceğini bildiklerinden tüketimlerini kısma, tasarruflarını artırma yoluna gideceklerdir. Böylece gelecek nesillere herhangi bir yük kalmayacaktır. • Keynezyen görüşe göre borçlanmanın refah etkisi genellikle borç yükünden daha güçlüdür. Çünkü devletin borçlanma geliriyle gerçekleştirdiği kamu harcamaları çarpan etkisiyle milli geliri artırır. Böylece harcamaların refah etkisi borcun yük etkisini aşar. • Domar’a göre borcun gelecek kuşaklara yük oluşturması önemli değildir. Önemli olan bu borcun milli gelirde bir artışa yol açıp açmadığıdır. • Pigou’ya göre iç borçlanma herhangi bir borç yükü yoktur, çünkü tahvillerin faiz gelirlerini gelecek nesiller alacaktır. Ancak dış borçlanma da faiz gelirleri yabancılara gideceğinden bir borç yükünden bahsedilebilir. Devletin Borç Yükü ve Gelecek Kuşaklar • Borç yükünün dağılımı ve gelişimi: Borç yükü incelemelerinde sağlanan fayda dikkate alınmadan önce bazı rasyolar kullanılmaktadır. • İç borçlar açısından bu rasyolar; • iç borç servisi/GSMH, • İç Borç Stoku/GSMH, • İç borç servisi/konsolide bütçe giderleridir. • Dış borçlar için kullanılan rasyolar da; • dış borç servisi/toplam döviz gelirleri, • dış borç servisi/GSMH, • dış borç stoku/GSMH • dış borç servisi/ihracat gelirleri • Söz konusu rasyolara ilişkin bilgilere aşağıdaki tabloda yer verilmiştir. Kamu Kesimi Borç Stoku= Merkezi Yönetim İç Borç Stoku+Kamu Kesimi Dış Borç Stoku Kamu Kesimi Borç Yükü = (Kamu Kesimi Borç Stoku/GSYH)x100 Devletin Borç Yükü ve Gelecek Kuşaklar -Borç yükünün ülke nüfusuna dağılımı: Dış borca ait anapara taksitleri ile faiz ödemeleri, ödeyen ülke için GSMH’yı dolayısıyla refah gelişimini azaltıcı etkiye sahiptir. Öte yandan borcun alınışı GSMH’ya dolayısıyla iktisadi refah gelişimine bir ilave sağlamaktadır. -Borç yükünün GSMH’ya oranı: Toplam dış borçların GSMH’ya oranı genellikle bir ülkenin kredibilitesinin ölçülmesinde kullanıldığı gibi risk ve borç yükü analizlerinde de genel bir ölçüt olarak değerlendirilmektedir. Dış borçların GSMH’dan daha hızlı büyümesi bu oranın yükselmesine neden olur ve genellikle borç yükünün arttığını gösterir. Bu durum bir süre sonra dışarıya kaynak akışı olarak gerçekleşmeye başlar. • Borç Yükü ve Faiz Ödemeleri:Borç yükünde bir diğer önemli konuda faiz ödemelerinin durumudur.Çünkü genelde faiz ödemeleri ülkede yaşayan vatandaşların ödediği vergilerle gerçekleştirilmektedir.İç borçlanmada bu durum sadece borç vermeyen vatandaşların borç veren vatandaşlara bir kaynak aktarımı şeklindedir.Dış borçlanmada ise durum GSMH,nın dışarıya aktarılması olarak karşımıza çıkmaktadır.Bir yerde ülke içinden, ülke dışına net kaynak transferi gerçekleşmekte ve böylece GSMH’da azalmaya neden olmaktadır. • Türkiye’de Borç Yükü:Daha önce değinildiği gibi iç borçlarda Devletin (Hazinenin) tüm borçları stoka dahil edilirken dış borçlarda Devletin yanı sıra özel kesimin de borçları stoka dahil edilmektedir.Nitekim bu amaçla Hazine’de bir “borç kütüğü” tutulmakta ve bir yıldan uzun vadeli bütün dış borçlar (özel kesim borçlanması dahil) bu kütüğe tescil edilmektedir.Ülkemizde borçlanmaya yönelik alınan tedbirler neticesinde son yıllarda borç yükünün azaldığı görülmektedir. DEVLET BORÇLARININ EKONOMİK ETKİLERİ • Borçlanma politikası, kamu faaliyetlerini doğrudan etkilemekte; makroekonomik göstergeler üzerinde oldukça etkili olabilmektedir. • Borçlanmanın meydana getireceği etkiler bakımından kamunun borçlanmak için başvurduğu kaynaklar; yani borcun nereden sağlandığı ve özellikle ne şekilde ve nerelerde kullanıldığı büyük önem taşımaktadır.. • Borçlanmanın olumsuz etkilerinin meydana gelmemesi için tüm ekonomik etkilerinin dikkatle analiz edilmesi gerekmektedir. Borcun ekonomik etkilerini belirleyen temel faktörler: (1) borcun hangi kaynaktan elde edildiği, (2) borçlanma ile elde edilen kaynağın kullanım şekli, (3) borcun miktarı, (4) borcun vadesi, (5) borcun ödeme şekli • Devlet borçlanması; bir ekonomide fiyatlar genel seviyesi, gelir dağılımı, büyüme, ödemeler dengesi üzerinde etkili olmaktadır. Borçlanmanın Fiyatlar Genel Seviyesi Üzerindeki Etkileri • Bütçe açıklarının vergi yerine borçlanma ile finansmanın enflasyonist olduğu söylenebilir. • Yüksek bütçe açıklarının borçla finanse edilmesi özel yatırımları dışlar, yatırımların dışlanması (azalması) üretim miktarının azalmasına ve fiyatların yükselmesine neden olur. • Alınan borçlar mal ve hizmet alımlarında kullanılması yoluyla ekonomiye aktarıldığında enflasyonist etki meydana getirir. Ancak borç kullanılmazsa deflasyonist etki meydana getirir. • Bireylerin atıl tasarruflarından borç alınması ve bu borcun mal ve hizmet alımı yoluyla ekonomiye aktarılırsa enflasyonist etki meydana getirir. • Ticari bankalardan borçlanma da bireylerden borçlanma ile aynı etkiyi meydana getirir. Borçlanmanın Fiyatlar Genel Seviyesi Üzerindeki Etkileri-2 • Merkez bankalarından borçlanma ise her zaman enflasyonist etki oluşturur. • Dış borçlanmaya gidilmesi ve alınan borcun döviz yaratıcı verimli alanlarda kullanılmaması da enflasyonist etki oluşturur. • Borçların ödenmesi vergilerle karşılanacağından bireylerin tüketimleri azalacak, bu da deflasyonist etki oluşturacaktır. • Faizlerdeki artış üretim için bir maliyet unsuru artışı anlamına gelmektedir. Bu da maliyet enflasyonuna ve daha sonra ihraç mallarının fiyatlarını yükseltmesiyle ülkenin rekabet gücünün azalmasıyla sonuçlanacaktır. Yatırımların azalmasıyla birlikte durgunluk kaçınılmaz olacak ve enflasyonla birlikte durgunluk (stagflasyon) bir arada görülecektir Borçlanmanın Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi • (1)Borç miktarı, (2)faiz, (3)borç verenlere sağlanan çeşitli menfaatler, (4) anapara ödemesinin nasıl yapılacağı, (5) ekonominin içinde bulunduğu konjonktür borçlanmanın gelir dağılımı üzerindeki etkilerini belirleyen faktörlerdir. • İç borçlanmanın gelir dağılımı üzerinde dolaylı ve dolaysız olmak üzere iki tür etkisi vardır. • Dolaysız etki faizlerin ödenmesi sırasında doğrudan gelir aktarımıyla gerçekleşir. • Dolaylı etki borç senetlerinin fiyatlarındaki dalgalanmalar sonucunda kişilerin kar veya zarar etmeleri, enflasyon nedeniyle yaşanan gelir dağılımı eşitsizlikleri şeklinde ortaya çıkmaktadır. • Dış borcun etkisi de yapılan borçlanmanın kullanılmasından kimin faydalandığı ve borcun ödenmesinde kimin vergi yüküne katlandığıyla alakalıdır. • Dış borcun üretimi artırıcı alanlarda kullanılması ve milli geliri artırıcı alanlarda kullanılması gelir dağılımında çok fazla bozucu etki göstermeyecektir. Borçlanmanın Kalkınma Üzerindeki Etkisi • • • • İç borçlanmanın verimli alanlarda kullanılması kalkınma üzerinde olumlu etkilere sahipken, borcun mal ve hizmet alımlarında kullanılması kalkınmaya herhangi bir katkı yapmayacaktır. Bu anlamda bütçe açıklarının finansmanında kullanılmak üzere alınan borç kalkınmaya bir fayda sağlamamaktadır. Gelişmekte olan ülkeler sermaye birikimindeki eksiklikler dolayısıyla, kalkınma girişimlerini desteklemek için daha çok dış borçlanmaya başvurmaktadır. Dış borçlanma konusunda verimliliğin ölçülmesinde kullanılan (1) faiz yükünün milli gelirdeki büyümeyi geçip geçmediği, (2) massetme kapasitesine gelip gelinmediği, gibi iki farklı ölçüt kullanılmaktadır. Borçlanmanın Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi • • • • Ödemeler bilançosundaki dengesizliklerin giderilmesi için bazı döviz kazandırıcı işlemlerin gerçekleşmesi gerekmektedir. Sıcak para, doğrudan yabancı sermaye yatırımı şeklinde olan bu işlemler bütçe üzerinde ek bir yük getirmektedir. Bu işlemler ek yükün yanında ekonomide faiz oranlarının artması, enflasyon gibi olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Ülkeye giren yabancı kaynakların ileride faiz geliri ile birlikte ülkeyi terk etme riski bulunmaktadır. Bu risk de ülkenin muhtemel bir finansal krize girmesine neden olabilecektir.