türkiye-avusturya - Türk Dışticaret Vakfı

advertisement
TÜRKİYE-AVUSTURYA
TİCARİ VE EKONOMİK İLİŞKİLERİ
(CUMHURİYET DÖNEMİ / 1923 VE SONRASI))
İÇERİK
I - ÖNSÖZ
II- 1920’LER (… VE 1923 YILINDA DURUM)
III- 1945 SONRASI
IV- BUGÜN
A - GENEL DEĞERLENDİRME
B - İLİŞKİLERİN KUVVET ANALİZİ
BOYUTUNDA DEĞERLENDİRİLMESİ
a) KUVVETLİ YÖNLER
b) ZAYIF YÖNLER
c) FIRSATLAR
d) TEHDİTLER
V- SONUÇ VE ÖNERİ
I – ÖNSÖZ:
Başlangıçta hemen bir hususu vurgulamakta fayda görmekteyiz: Bu yazıyla amacımız,
Türkiye ile Avusturya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin sadece 1923’ten sonraki
dönemdeki tarihsel gelişimini okuyucunun bilgisine sunmak değildir. Asıl amacımız, bu
yazımızın, işlevsel bir anlamı da olmasıdır. Bu nedenle, iki ülke ilişkileri konusundaki şahsi
saptamalarımıza, değerlendirmelerimize ve bunlardan hareketle yapmaya çalıştığımız,
ilişkilerin güçlendirilmesi bağlamındaki ileriye dönük önerilerimize, yani “günümüze ve
geleceğe” daha fazla yer ayırmış bulunmaktayız.
“Türkiye ve Avusturya”. Tarihsel çizgileri önemli paralellikler gösteren iki ülke.
“Dünyanın tamamı” sayıldığı asırlarda Avrupa’ya, yani dünyaya “dönüşümlü” olarak
hükmetmiş iki büyük imparatorluğun varisleri. Yakınlaşmaları, uzaklaşmaları, dostlukları,
küskünlükleri yaşamış; her dönem adından bahsettirmiş iki renkli ülke. Osmanlılar’ın 1299’da
başlayan 1922’de sonlanan 623 yıllık; Habsburglular’ın 1246’da başlayan 1918’de sonlanan
672 yıllık uzun, çok uzun yaşamları. Onların onurlu varisleri: Türkiye ve Avusturya!
Tarihsel gelişim süreci içinde iki ülkenin ekonomik ilişkilerinin inceleneceği bir
doküman hazırlandığı ve bu dokümana 1923’den sonraki dönem Türkiye-Avusturya
ekonomik ilişkilerini analiz eden bir katkıda bulunmam, Sayın Dr.İnanç Atılgan tarafından
istendiğinde, çoğu öğrencilerin yaptığı gibi sevinçle “Bana kolay yerden çıktı!” demekten
kendimi alamadım.
Zira, 20.yüzyıl öncesinde ülkelerarası ekonomik ilişkileri kaleme almak ve inceleyerek
yorumlar yapmak, yazarları ister istemez “savaşlar” bağlantılı anlatımlara mecbur
kılmaktadır. Dünya tarihi, hiç şüphesiz ki, ülkelerin siyasi ilişkileri ile şekillenmiştir. Bu süreç
genellikle savaşlar sonunda yapılan “Antlaşmalar” şeklinde gelişmiş ve sonuçlanmıştır.
2
Ancak, dünya tarihindeki şekillenmelere sebep olan en önemli unsurun, “ekonomik ve ticari
ilişkiler” olduğu, dünya siyasi ve ticari tarihi paralel olarak incelendiğinde çok net olarak
görülmektedir. Ülkelerarasındaki askeri çalkantıların ve buna bağlı siyasi gelişmelerin
sebeplerinin ekonomik olması yanında, sonuçları da aynı doğrultuda gerçekleşmekte; ikili ve
çok taraflı anlaşmalarda “toprak” kadar “ekonomik yaptırımlar” da baş aktör konumunda
bulunmaktadırlar.
Türkiye –Avusturya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin de, 20.yüzyılın başına
kadar yukarıda özetlemeye çalıştığımız şekillenme içinde olduğunu söylemek mümkündür.
Türkiye-Avusturya ekonomik ilişkilerini kendi bakış açımızdan değerlendirmeye
gayret edeceğimiz bu kısa incelemede, yedi yıl süreyle Viyana’da görev yapmanın getirdiği
bir duygusallıkta, ancak gerçekçiliği de elden bırakmama gayreti içinde olacağımızı belirtmek
isteriz. Başka bir ifadeyle, bu etüdü “duygusal bir gerçekçilik” mantığı ile yazdığımızı da
burada belirtelim.
Çalışmamızın genel yapısına ilişkin olarak vurgulamak istediğimiz ikinci husus,
incelememizi “kuvvet analizi” mantığı ile yapmış olduğumuzdur. Bunun, iki ülke arasındaki
ilişkilerin daha sistematik, anlaşılabilir ve tabir caizse, kuş bakışı görülebilmesini sağlayacağı,
dolayısıyla okuyucunun, katkılarını ve eleştirilerini daha net alabilmemizi mümkün kılacağı
düşünülmüştür. Kuvvet analizi mantığının, incelememizin sonunda yer alan “Sonuç ve Öneri”
bölümündeki görüşlerimizin rasyonel bir alt yapıyla şekillenmesine de temel oluşturduğunu
belirtmekte fayda görmekteyiz.
Bu yazımızın, Türkiye ile Avusturya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin giderek
güçlenmesine bir nebze de olsa, vesile teşkil etmesi en içten dileğimizdir. Her iki ülkenin,
başta karar alıcıları olmak üzere, girişimcileri, iş adamları, yatırımcıları, bürokratları, velhasıl
ilgili tüm insanlarına “çorbada tuz misali” bir katkımız olabilirse kendimizi son derece mutlu
addedeceğiz. Bu bağlamda, bu kitapçığın vücut bulması yönünde samimi ve içten gayretlerini
bildiğimiz TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin değerli öğretim üyesi Sayın Yrd.
Doç. Dr. İnanç Atılgan’ı da kutlamayı bir borç bilmekteyim.
II - 1920’LER (…VE 1923 YILINDA DURUM)
1920’lerin başında, deyim yerindeyse herkes kendi derdindedir. İkili ekonomik
ilişkilerden bahsetmek hemen hemen imkansızdır. İlişkiler cılızdır.
Bu yıllar itibariyle iki ülkenin içinde bulunduğu şartlardan, kısa da olsa bahsetmek
gerektiğinde, ortaya çıkan tablo, özetle aşağıdaki gibidir:
Türkiye’de, 19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde, bağımsızlığa doğru
dolu dizgin bir süreç başlar ve bu süreç 30 Ağustos 1922’de Büyük Zafer ile sonuçlanır. Ülke
kurtarılmıştır.
Ülke ekonomisini, revizyonlarla 1980’lere kadar şekillendiren İzmir İktisat Kongresi
1923’ün başında, Cumhuriyetin ilanından yaklaşık sekiz ay önce, Şubat ayında toplanır.
Karma ekonominin temelleri atılır. Kongre’de Büyük Önder Mustafa Kemal “Milli
Egemenlik mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet
ekonomidir.”der ve ekler “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsun, iktisadi
zaferlerle taçlandırılmazsa sonuçlar kalıcı olamaz!”.
3
Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomi “yokluktan” ibarettir. “Yokluk” en büyük boyutta
“sermaye yokluğu” olarak hissedilmektedir.
Genç Cumhuriyet bir yandan da çeşitli ülkelerle “dostluk” ve “ticaret” anlaşmaları
yapmaktadır. İlk Dostluk Antlaşması Arnavutluk’la Aralık 1923’de, ikincisi ise yine aynı ay
içinde Macaristan’la yapılır. Bunları Avusturya ile İstanbul’da imzalanan 28 Ocak 1924
tarihli “Türkiye-Avusturya Dostluk, Ticaret ve İkamet Antlaşmaları” takip eder. Dolayısıyla
Türkiye Cumhuriyeti ilk ticaret antlaşmasını Avusturya ile yapmış olur. Bu özelliği itibariyle,
bu belgenin ayrı bir makale konusu olarak incelenmesi, bizlere ilginç ipuçları verebilecektir.
Daha sonra, 1926 yılı içinde, sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve
Almanya ile de ticaret anlaşmaları imzalanır.
1923’de Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfusu 12 milyondur. İhracat 51 milyon dolar,
ithalat 87 milyon dolardır. 1 dolar 1,7 Türk Lirasıdır. Gayri safi milli hasıla 561 milyon dolar,
kişi başına gelir ise 45 dolardır.
24 Ekim 1929 Cuma, “Kara Cuma!”. New York Borsası’nda patlayan kriz tüm
dünyada moralleri bozar. Türkiye, kalkınma stratejisini “devletçilik” ağırlıklı yürütmek
durumunda kalır. Buhran, Türkiye açısından en hafif biçimde atlatır. 1929-39 arasında
Dünyada sanayi üretim artışı %19 olmuş iken, Türkiye’de % 96 olur.
Ayrıntıları Avusturyalı uzmanlara bırakarak, Avusturya cephesindeki durumu ise
şöyle özetleyebiliriz: I.Dünya Savaşı sonu itibariyle Tuna Monarşisi’nden Cumhuriyet
Rejimine geçmiştir. 1918 yılında, daha sonraları “I.Cumhuriyet” adıyla isimlendirilecek olan
ve 1938 yılında sonlanan dönem başlamıştır. Ülkede, 1920’lerin başında, ekonomik bağlamda
en önemli sorun hiper enflasyondur. 1914 yılında 10.000.-Kron karşılığında bir apartman
alınabilirken 1922 sonunda bu paraya sadece bir adet ekmek alınabilir hale gelinmiştir.
Kasım 1924’te başarılı bir parasal reform yapılmış, para birimi olarak Schilling’e geçilmiş ve
hiper enflasyona “dur” denilebilmiştir. Bu, büyük bir başarıdır. Ekonomi toparlanmaya başlar.
“Schilling Reformu”ndan sonra tekrar faaliyetine başlayan Viyana Borsası’nda endeks
kısa sürede % 100’ün üzerinde değer artışı gösterir. Dokuz ay içinde kurulan yeni banka
sayısı 80’dir. Viyana’da inşaat patlaması olur. Avusturya’nın “sosyal konut” yapımındaki
başarısı, uluslararası platformda hayranlıkla izlenmektedir. “Işık, Hava ve Güneş” sloganıyla
halka yeni bir yaşam kalitesi sunulmaktadır.
New York Borsası’nın “Kara Cuması”nın gölgesi Avusturya üzerine de düşer. 30’lu
yıllarda ülkeyi işsizlik, üretim ve ciro düşüşleri beklemektedir. 1929-1932 arasında sanayi
üretimi % 36 geriler. Sıkıntılı yıllar geri gelmiştir.
1930’lara girilirken, 22 Haziran 1930 tarihinde, Türkiye ile Avusturya arasında Ticaret
ve Hukuk Antlaşması imzalanır.
İktisat tarihçisi olmadığımız için, bu bölümde daha fazla yazma cesaretini kendimizde
bulamıyoruz. Ancak, ikili ilişkiler bağlamında, 1884 yılında kurulan ve 1925 yılında sona
eren Tütün Reji İdaresi içinde Avusturya’nın önemli bir konuma sahip bulunduğunu ek olarak
ifadeyle, bu noktada tarihsel sürecin anlatılmasını ve yorumlanmasını işin ehillerine
bırakıyoruz.
Son olarak, herhangi bir istatistik veri bulamadığımız 1920’lerin başındaki TürkiyeAvusturya ilişkilerine bir nebze değinebilmek için ve biraz da nostalji yapmak adına,
4
Fransızca ve Türkçe (eski yazı) basılan 1924-1925 Ticaret Kataloğu’nun (Ticaret Yıllığı)
“Lüzumlu Yabancı Adresler” bölümünün fotokopisi ile Wiener Bankverein’ın hizmet
binasının fotoğrafını ve İstanbul Şubesi’ne ait bir dekont örneğini, görsel malzeme olarak
aşağıya ekliyoruz.
5
6
7
III – 1945 VE SONRASI
Türkiye II.Dünya Savaşı’na girmemiş, ancak, başta gıda ürünlerinin “karne” ile
verilmesi olmak üzere, halk önemli sıkıntılar yaşamıştır. Avusturya’da ise durum çok
farklıdır. Savaştan sonra yeni bir sayfa açılmaktadır. II.Cumhuriyet dönemi başlar
İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler cılız seviyedeki ithalat ve ihracat işlemlerinden
ibarettir. 1947 yılında Avusturya Türkiye’ye 8,5 milyon Schilling tutarında mal ihraç etmiş;
Türkiye’den 9,5 milyon Schilling tutarında mal ithal etmiştir. Hacim 18 milyon Schilling’tir.
Aynı yıl Marshall Planı’nın uygulanmasına da başlanır. Avrupa yeniden inşa edilmektedir.
Takip eden yıl, 1948’de ise, durgunluğun aşılmakta olduğu görülür. Avusturya’nın
Türkiye’ye ihracatı 45 milyon Schilling’e yükselmiş, ithalatı ise 21,5 milyon Schilling
seviyesinde gerekleşmiştir. Hacim 66,5 milyon Schilling’e yükselmiştir. İki ülke arasındaki
ticaret bir yıl içinde yaklaşık dört kat büyümüştür (ABD doları cinsinden hesaplamalar ve
kıyaslamalar “1 Dolar = 26 Schilling” paritesiyle yapılabilir).
Aynı yıllarda Türkiye’nin toplam ihracatı sırasıyla 223 ve 197 milyon dolar; ithalatı
ise 245 ve 275 milyon dolar seviyesindedir. 1 dolar 2,80 TL değerindedir.
Ticari ilişkilerdeki artış eğilimi, iki ülke yetkililerini, ilişkilerin mukavelevi zeminde
sürdürülmesi yönünde girişimde bulunmaya zorlar ve 8.8.1949’da, Viyana’da bir “Ticaret ve
Ödeme Anlaşması” imzalanır (Avusturya’nın Avrupa Birliği’ne üye olmasından sonra
yürürlükten kaldırılmıştır). Ticari ilişkileri yönlendirecek, çağdaş ve rasyonel bağlamda
geliştirecek döneme doğru ilk adım atılmıştır.
Takip eden yıllarda Türkiye ile Avusturya arasındaki, mukaveleye dayanan ticari
ilişkiler gelişecek, ayrıca yapılan kurumsal düzenlemeler iki ülke ticaretine önemli katkılarda
bulunacaktır.
Bugün iki ülke arasında, çeşitli dönemlerde gözden geçirilen,
-Ticaret Anlaşmaları,
-Enerji Alanında İmzalanan Anlaşmalar,
-Karayolu Taşımacılığı Anlaşmaları,
-Yatırımların Karşılıklı Olarak Teşviki ve Korunması Hakkında Anlaşma,
-Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Hakkında Anlaşma,
-Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi Hakkında Anlaşma,
gibi düzenlemeler önemli bir mukavelevi alt yapı oluşturmaktadır.
1950’li ve 60’lı yıllarda Avusturya “ihracata dayalı kalkınma modeli”ni uygulayan
başarılı bir ülke konumu kazanır. Türkiye ise aynı yıllarda, 1980’e kadar, “ithalat ikamesi
modeli”ni uygular, “yüksek gümrük vergileriyle yapılan korumacılık” beklenen sonuçları
vermez. 1980’de Türkiye’de liberal ekonomiye geçerek, büyümesini ihracata dayandırır.
Bu arada uluslararası platformda, Avusturya 1995 yılında Avrupa Birliği’nin üyesi
olur. Türkiye ise çıktığı bu “uzun ve ince yolda” kararlılıkla tam üyelik müzakereleri
aşamasına ulaşır.
Türkiye-Avusturya
ticaret
ilişkilerinin
rakamsal
gelişimi,
faydalanabilmesi ve yorumlayabilmesi açısından aşağıdaki tabloda verilmiştir:
okuyucunun
8
TÜRKİYE – AVUSTURYA DIŞ TİCARETİ
YIL
TÜRKİYE’NİN İHRACATI (DEĞER:1000 ABD DOLARI)
DEĞER
GENEL İÇİNDEKİ PAYI (%)
1923
1930
1935
1946
1950
5
611
1.421
497
10.626
0
0,9
1,9
0,2
4,0
1955
1960
1965
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
11.982
4.848
5.901
8.511
24.617
53.852
122.501
178.470
275.293
292.930
659.097
3,8
1,5
1,3
1,4
1,8
1,9
1,5
1,4
1,3
1,1
0,9
YIL
1923
1930
1935
1946
1950
1955
1960
1965
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
TÜRKİYE’NİN İTHALATI (DEĞER:1000 ABD DOLARI)
DEĞER
GENEL İÇİNDEKİ PAYI (%)
771
1.558
2.317
234
6.570
7.101
9.783
10.719
10.116
60.155
122.511
152.553
250.848
294.015
516.753
940.056
0,9
2,2
3,3
0,2
2,3
1,4
2,1
1,9
1,1
1,3
1,5
1,3
1,1
0,8
0,9
0,9
NOT: “Genel İçindeki Pay” Türkiye’nin o yıl yaptığı toplam ihracat ve ithalat içindeki
Avusturya’nın payını göstermektedir.
KAYNAK: T.C.Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, “İstatistik Göstergeler 1923-2002”
Ankara, Aralık 2003
9
İkili ilişkiler bağlamında 1960’lara özel bir vurgu yapmak gerekmektedir. Zira bu
yıllarda Türkiye’den Avrupa’ya yönelik “iş gücü göçü” başlamış ve bütün hızıyla
sürmektedir. Avusturya’da bugün sayıları 200.000 civarında olan Türklerin öncüleri, zaman
içinde işveren konumuna geçecekler, ithalat, ihracat, perakendecilik, gastronomi, turizm ve
daha birçok ekonomik faaliyette Avusturya’ya yeni bir “renk ve tad” getireceklerdir. Bu
konuya aşağıda, Kuvvet Analizi bölümünde de değineceğimizden burada, bu hususları
ifadeyle yetiniyoruz.
Ayrıca, Avusturya’nın Ankara ve İstanbul’daki, Türkiye’nin Viyana’daki Ticaret
Müşavirlikleri, 1996 yılında oluşturulan İş Konseyi gibi yapılar da kurumsal anlamda iki
ülkeyi ticari ve ekonomik anlamda yakınlaştıran unsurlardır (Ticaret Müşavirlikleri
konusundaki somut değerlendirmelerimiz “Kuvvet Analizi” bölümünde yapılmıştır).
Avusturya’nın Türkiye’de özellikle enerji sektöründeki faaliyetleri, son yıllarda
doğrudan yatırımlara ve büyük ortaklıklara yönelmekte olmaları; Türk işadamlarının
Avusturya’daki perakende ticaretten ithalatçılığa kadar uzanan yelpazedeki ticari girişimleri,
turizm sektöründeki ağırlıkları, Avusturya’daki Türk Bankalarının varlığı, dernekleşme
oluşumları, iki ülkenin ticari ilişkilerinin tarihsel gelişimi içinde bugün gelinen noktada
kaydedilmesi gereken önemli hususlardır.
IV- BUGÜN
A – GENEL DEĞERLENDİRME
Avusturya – Türkiye ekonomik ve ticari ilişkilerinin bugününü değerlendirirken
konuyu üç alt ayırımda irdelemekte fayda bulunmaktadır: Ekonomik ilişkiler; ticari ilişkiler
ve hizmet sektörü alanındaki ilişkiler.
Ekonomik ilişkiler dediğimizde, ithalat ve ihracat bazlı karşılıklı ticaret
münasebetleri ve turizm ilişkileri dışında, özellikle “doğrudan yatırımlar” açısından iki
ülkenin birbirlerine duyduğu ilgiyi kastetmekteyiz. Zira, gerçek anlamda ekonomik canlılık
“yatırım-istihdam-üretim-ihracat” zincirinde gelişmekte ve gerçekleşmektedir. Doğal olarak
doğrudan yatırımda, yatırım yapacak girişimcinin aradığı ön şart o ülkedeki “siyasi ve
ekonomik istikrarın” ne ölçüde sağlanabildiğidir. İtiraf etmek gerekmektedir ki, Türkiye, uzun
yıllar bu konuda hep “mesafeli” yaklaşımlarla değerlendirilen bir ülke konumunda olmuştur.
Ancak, 2001 büyük ekonomik krizinden sonra farklı gelişmeler yaşanmış ve bugün Türkiye
doğrudan yatırımlarda uluslararası yatırımcının düşündüğü ve yöneldiği ülke durumuna
gelmiştir. Bu bağlamda, Avusturya’nın da ilgi düzeyini arttırmakta olduğu memnuniyetle
görülmektedir. Tipik anlamda doğrudan yatırım niteliğinde bir operasyon olmamakla beraber,
2006 yılı içinde ÖMV’ın Petrol Ofisi’nin % 34 oranındaki hissesini alması, doğrudan
yatırımlar açısından Avusturya firmalarını cesaretlendirecek bir girişimdir. Türk
girişimcilerinin Avusturya’da doğrudan yatırım yapması açısından ise, deyim yerinde ise
“istek vardır, ancak uygulama bu isteği caydırmaktadır”. Bu ifadeyle neyi kastettiğimizi
Kuvvet Analizi bölümünde ayrıntılı bir biçimde açıklama gayreti içinde olacağız. “Ekonomik
ilişkiler” başlığı altında, özellikle Avusturya açısından “kamu ihaleleri”ni gözardı etmemek
gerekmektedir. Hatta Avusturya’nın Türkiye’deki en önemli ekonomik faaliyeti, uzunca bir
süredir “kamunun açtığı enerji ihaleleri”dir. Avusturya bu alanda birçok büyük hidro elektrik
santralinin yapımı ve tevsii ile makina ve teçhizat donanımı işinin sonuçlandırılmasına imza
atmış, ilgili çevrelerde takdir kazanmıştır.
10
Ticari ilişkiler denildiğinde ise akla ilk aşamada, esas itibariyle iki ülke arasındaki
mal ticareti, yani ithalat ve ihracat ilişkileri gelmektedir. Her iki ülke de birbirlerinin “Ticaret
Partneri Ülkeler” listelerinin, yıldan yıla eksi ve artı birkaç sıra değişiklik göstermekle
beraber, ortalama 25.sırasındadırlar. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre,
Türkiye’nin 2005 yılında yaptığı toplam 73,5 milyar ABD Doları seviyesindeki ihracatın %
0,89’unu oluşturan 659 milyon ABD dolarlık bölümü Avusturya’ya yapılmıştır. Buna karşın
Avusturya’dan, Türkiye’nin 116,7 milyar dolarlık 2005 yılı ithalatı içindeki oranı % 0,80’e
tekabül eden 940 milyon dolarlık bir ithalat yapılmıştır. Bir kıyaslama yapılabilmesine olanak
sağlayabilmek açısından, Avusturya İstatistik idaresi’nin 2005 verilerini de sunmakta fayda
görmekteyiz: Bu verilere göre, Avusturya’nın 2005 yılındaki toplam ihracatı 94,7 milyar
Euro; toplam ithalatı 96,5 milyar Euro; Türkiye’den ithalat 809 milyon Euro; Türkiye’ye
ihracat 738 milyon Euro seviyesindedir (Türkiye ve Avusturya istatistiklerindeki, karşılıklı
ithalat ve ihracat rakamlarının tutmamasını, üçüncü ülkelerden Avusturya’ya yapılan Türk
malı ithalatında “menşe ülke” kriteri; FOB/CİF fiyat unsurları; Aralık ayında yapılan ihracatın
karşı ülke ithalat kayıtlarına takip eden Ocak ayında girmesi gibi teknik ayrıntılarla izah
edebilmek mümkünse de, bu husus bir başka çalışmanın konusu olabilecek niteliktedir).
Hizmet sektörü alanındaki ilişkilere ise, bir Austro-Türk firması olan Gulet’in 1990’lı
yıllarda Türkiye’de Magic Life markasıyla yaptığı turizm yatırımları damgasını vurmuş;
büyük ölçüde buna bağlı olarak Avusturyalı turistlerin Türkiye’ye “alışmaları” sağlanmıştır.
Buna karşılık finansman hizmeti alanında da Türk firmalarının Avusturya’da aktif bir politika
izledikleri ve bugün itibariyle Vakıfbank ve Denizbank’ın Avusturya’da faaliyetlerine devam
ettikleri memnuniyetle izlenmektedir.
B – İLİŞKİLERİN KUVVET ANALİZİ BOYUTUNDA
DEĞERLENDİRİLMESİ
(* Sıralama önem ve öncelik ağırlığına göre değildir)
KUVVETLİ YÖNLER
- Kurumsal düzenlemeler
- Avusturya’daki Türk sermayeli bankalar
- Avusturya’nın bankacılık sistemi
- İkili anlaşmalar
- Her iki ülkenin inşaat sektöründeki firmalar
- Türkiye ve Avusturya Odalar Birliği’nin Güçlü Yapıları
- Her iki ülkedeki modern fuarcılık olgusu
ZAYIF YÖNLER
- Avusturya’nın Türkiye’deki doğrudan yatırımları
- Bazı Anlaşma hükümlerinin “temenni” olarak kalması
- İki ülke basınının ilgi düzeyi
- Firmalararasında kalıcı ticari ilişkiler kurulamaması
- Avusturya’daki Türk girişimcilerin üretime
dönük ticari faaliyetlerinin olmaması
- 1990’dan sonra Avusturya’nın ekonomik ilgisinin
daha ziyade “Doğu Avrupa” odaklı olması
- Firmaların “temsilcilik verme” yöntemine mesafeli durmaları
- İthalat ve ihracat ilişkilerinde “konvansiyonel” yöntemler dışına çıkılmaması
11
-
Avusturya’daki Türk işadamlarının yeteri kdar aktif olmamaları
FIRSATLAR
- Türkiye’deki doğrudan yatırım ortamı
- Avusturya firmalarının Türkiye’deki faaliyetleri
- Avusturya’daki Türk iş adamları
- İki ülkenin birbirlerine olan coğrafi yakınlığı
- Türkiye’ye gelen Avusturyalı turistler
- Avusturya’da yerleşik Türk nüfus
- Türkiye’nin Orta Asya ve Orta Doğu ülkeleriyle; Avusturya’nın Doğu
Avrupa ülkeleriyle olan ticari ilişkileri
- “Dünya Türk İşadamları Kurultayları”
- Avusturya Ticaret Heyetleri
- Türkiye’nin Avrupa Birliği tam üyelik süreci
- Her iki ülkede KOBİ’ler verilen önem
- Türkiye’nin karayolu taşımacılığı filosu ve bu alandaki deneyimi
- “Ticaret Müşavirlikleri”
- “St.Georg Avusturya Liseliler”
TEHDİTLER
- Global ve bölgesel ekonomik ve siyasi krizler
- Türk firmalarının Avusturya’daki yatırım güçlükleri
- “Vize Sorunu”
- Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde Avusturya’nın duruşu
a) KUVVETLİ YÖNLER:
-Kurumsal Düzenlemeler:
İki ülke arasındaki ticaret, ekonomi, taşımacılık ve enerji alanındaki komisyonlar ve
“İş Konseyi“ oluşumu, ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirme bağlamında sağlam bir altyapı
oluşturmaktadır. Ticari ilişkilerin kurulması ve oluşturulan diyalog ortamının kalıcı olması
bağlamında bu altyapı, şüphesiz ki, birinci derecede önemli bir işleve sahiptir.
Çeşitli sorunların çözümünde ve yeni işbirliği imkanlarının ortaya çıkarılmasında ve
deyim yerindeyse iki ülkenin resmi olarak kendilerini birbirlerine en yakın hissettikleri,
bugüne kadar önemli görevler üstlenmiş bulunan Karma Ekonomik Komisyon
mekanizmasının aksatılmadan yürütülmesi gereğini burada özellikle vurgulamakta fayda
görmekteyiz.
-Avusturya’daki Türk Sermayeli Bankalar:
1990’lı yılların ortalarında Viyana’da faaliyete geçen iki Türk sermayeli banka, ticari
ilişkiler açısından önemli oldukları gibi, kurumsal alt yapının sağlanmasındaki önemli yapı
taşları bağlamında da değerlendirilebilecek oluşumlardır. Bu bankaların başta kredi imkanları
olmak üzere, dış ticaret faaliyetlerine yoğun olarak girmeleri iki ülke ticaretine ayrı bir
canlılık getirecektir. Özellikle, Türkiye’nin 2001 yılından sonraki dönemde gösterdiği dış
ticaret performansı dikkate alındığında, bu bankaların önemi bir kat daha artmaktadır.
12
-Avusturya’nın Bankacılık Sistemi:
Avusturya’nın güçlü ve geleneksel bankacılık sistemi, karşılıklı yatırımlar ve ticaretini
genel seyri açısından olumlu bir husustur. Avusturya’nın Türkiye’deki faaliyetlerine
bakıldığında, Avusturya finans kurumlarının bu faaliyetlerin arkasında güçlü bir mali destekle
yer aldıkları görülmektedir. Avusturya bankalarının önemli projeler için Türkiye’ye verdiği
kredilerde, büyük sıkıntılar yaşanmadan Türk Hazine Garantisi temin edilebilmesi hususunun
da, Avusturya bankacılık sistemine duyulan güvenin bir belirtisi bağlamında dikkatle
değerlendirilmesi gerekmektedir.
-İkili Anlaşmalar:
Ticaret tarihinin ilk dönemlerinden beri firmalararası ilişkilerde olduğu gibi
ülkelerarası ilişkilerde de, anlaşmalar, ticari yakınlaşma açısından en önemli unsur
olmuşlardır. Anlaşmalar vasıtasıyla bir yandan sözleşmeye dayanan sağlam altyapılar
oluşturulmakta, diğer yandan taraflar, kendilerini, mukavelevi ilişkilerin temelini oluşturan
„ahde vefa“ (pacta sunt servanda) kuramı doğrultusunda, anlaşmaların icrası yönünde bir
yaklaşım içinde olmaya mecbur hissetmektedirler.
Türkiye ile Avusturya arasında çağdaş ticaretin hemen hemen tüm gereklerini
karşılayacak bir „ikili anlaşma“ düzeni bulunmaktadır.
-Her İki Ülkenin İnşaat Sektöründeki Firmaları:
Müteahhitlik firmaları, özellikle ülke dışındaki tecrübeleriyle her iki ülkenin de güçlü
yönlerinin başında gelmektedirler. Bu firmaların faaliyetleri bir bütünlük içinde
değerlendirildiğinde, iki ülkenin müteahhitlik firmalarının dünyanın hemen hemen yarısından
fazlasını kapsayan bir bölümünde faal oldukları görülmektedir.
Bu sektördeki firmaların deneyimlerinin birleştirilmesi suretiyle, dünya ölçeğinde
yaygınlaştırılacak bir „sinerji“ yaratılması, önemli imkanları da beraberinde getirecektir.
- Türkiye ve Avusturya Odalar Birliği’nin Güçlü Yapıları:
Sivil toplum örgütleri, dünya ticaret tarihi süreci içindeki etkin konumlarını giderek
güçlendirmişlerdir. Bugün gelinen noktada, iç ve dış ticaret politikalarının belirlenmesinde,
özellikle Ticaret Odaları Birlikleri, hemen hemen tüm ülkelerde belirleyici ve aktif bir unsur
konumundadırlar. Konumuz Türkiye ve Avusturya olduğunda ise, bu iki ülkenin Odalar
Birliklerinin son derece özel bir öneme sahip oldukları görülecektir. Her iki Birliğin gerek
mevzuat alt yapıları, gerekse uygulamadaki ağırlıkları incelendiğinde, ekonomi içindeki etkin
yapıları derhal göze çarpmaktadır. Burada çok ayrıntıya girmeden, sadece, “Avusturya’nın
yurt dışındaki Ticaret Müşavirlerinin Avusturya Odalar Birliği’nin elemanlarından atandığı”
hususunu belirtmekle yetiniyoruz.
13
- Her İki Ülkedeki Modern Fuarcılık Olgusu:
Sergi, panayır ve benzeri süreçlerden sonra, özellikle II.Dünya Savaşını izleyen
yıllarda “Fuarcılık”, ticaretin en önemli unsurlarından biri olmuştur. Bazı kentler, o kentte
yapılan fuarlarla özdeşleşmiş, adları fuarlarla anılır hale gelmiştir. Bu bağlamda, Türkiye ve
Avusturya’da da önemli mesafeler kaydedilmiş ve modern fuarcılık adına kayda değer
noktalara gelinmiştir. Türkiye’deki ve Avusturya’daki fuarlara, sadece bu ülkelerde faaliyet
gösteren firmalar ilgi göstermemekte; bu fuarlar, başta komşu ülkeler olmak üzere birçok ülke
ihracatçı ve ihracatçısını mal ve hizmet sunumu yapmak üzere veya ziyaretçi olarak
cezbetmektedir.
b) ZAYIF YÖNLER:
-Avusturya’nın Türkiye’deki Doğrudan Yatırımları:
Avusturya sermayesi, doğrudan yatırımlar bağlamında Türkiye’ye ilk olarak 1982
yılında girmiştir. Faaliyetine son verenler de dahil, 1982 yılından 2006 yılı Mayıs ayı sonuna
kadar, 230 Avusturya sermayeli firma kurulmuştur. Bunlardan 175’i “yeni kuruluş”, 42’si
mevcut firmalara ortaklık suretiyle “katılım”, 13’ü de “şube” şeklindeki örgütlenmelerdir.
Türkiye’ye gelen Avusturya sermayesinin 2002 yılında 100 milyon dolar; 2003’te 50 milyon
dolar; 2004’te 1,2 milyon dolar; 2005’te 8,2 milyon dolar seviyelerinde gerçekleştiği dikkate
alındığında, Avusturya’dan Türkiye’ye yönelik doğrudan yatırımların ikili ekonomik ve ticari
ilişkilerdeki önemli zayıf noktalarından biri olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır
(Diğer ülkelerle karşılaştırma yapabilmek için Hazine Müsteşarlığı’nın www.hazine.gov.tr
internet sitesinin ziyaret edilmesinde fayda bulunmaktadır).
Ancak 2006 yılı verilerinde yüzseksen derecelik bir değişiklik olmuş ve Mayıs 2006
itibariyle (2006 yılı ilk beş ay) Türkiye’ye gelen toplam 8,1 milyar dolar seviyesindeki
yabancı sermayenin %13,5’luk bölümünü oluşturan 1,1 milyar dolar Avusturya kaynaklı
olmuştur. Hemen ifade etmek gerekir ki, bu artış tamamen ÖMV’ın Petrol Ofisi’ne %34’lük
bir payla ortak olmasının bir sonucudur. Bu çalışmamızın çeşitli yerlerinde vurgulanan
“ÖMV-Petrol Ofisi” ilişkisinin Avusturya sermayesinin Türkiye açılımında yeni bir sayfa
olacağı ümidini taşıdığımızı da bu vesileyle tekrarlamakta fayda görmekteyiz.
Bu başlık altında son olarak vurgulamak istediğimiz husus, özellikle son yıllarda
Türkiye pazarını keşfeden ve bu piyasaya ilgi göstermeye başlayan Avusturya markalarının,
potansiyeli yüksek olan bu pazarda, ithalat yerine “Türkiye’de üretim” yoluyla kalıcı olmayı
tercih etmeleri, rasyonel olmasının yanında, Türkiye’nin arzu ettiği ve beklediği bir
yaklaşımdır.
-Bazı Anlaşma Hükümlerinin Temenni Olarak Kalması:
„Kuvvetli Yönler“ başlığı altında da ifade edildiği üzere, iki ülkenin ticari ilişkilerinde
en sağlam altyapı unsurlarından biri de ikili anlaşmalardır. Geriye doğru bakıldığında, bu
anlaşmaların bazı hükümlerinin sadece bir „temenni“ olarak kaldığı görülmektedir. „Ahde
vefa“ (pacta sunt servanda) kuralı paralelinde, sözleşme hükümlerinin takibi ve hayata
14
geçirilmesi, anlaşma hukuku açısından tarafların üzerinde durması gereken önemli
noktalardan biridir.
-İki Ülke Basının İlgi Düzeyi:
Basının, kamu oyunun bilgilendirilmesinde ve genel anlamda motivasyon yaratmakta
en etkili araç konumunda bulunduğu bir vakıadır. Türkiye-Avusturya ekonomik ve ticari
ilişkilerine iki ülke basınının gösterdiği ilgi, genellikle sınırlı olmuştur. Basının, iki ülke
ilişkilerine göstereceği alakanın arttırılması, ilgili kamu ve özel sektör kuruluşları açısından
ek bir teşvik unsuru niteliği taşıyacak, bu suretle ayrıca, kamu oyuna da önemli bilgi desteği
sağlanmış olacaktır.
-Firmalararasında Kalıcı Ticari İlişkiler Kurulamaması:
Türkiye ile Avusturya arasındaki ticari ilişkilerde, bazı firmaların uzun yıllara dayanan
gelenekselleşmiş beraberlikleri mevcut olmakla beraber, ilişkilerin tahminen yarıdan
fazlasında ise, konjonkturel gelişmelerin getirdiği belli bir dönemi kapsayan ve hatta bazen
tek bir partiye inhisar eden ticari ilişki türü yaygındır. Bu kısa soluklu ticari beraberliklerin
sürekli olabilmesini temin edecek projelerin geliştirilmesi, ticaret hacmindeki gelişmeye ek
bir ivme kazandıracaktır.
- Avusturya’daki Türk Girişimcilerin Üretime
Dönük Ticari Faaliyetlerinin Olmaması:
Ekonomik ilişkilerdeki hacim büyüklüğünün ve hareketliliğin istenen boyutlarda
olmamasının bir nedeni de, Avusturya’da yerleşik Türk işadamlarının girişimlerinin daha
ziyade “ticaret” alanında yoğunlaşması, buna karşın “üretim” faaliyetlerinde bir çekingenliğin
ve isteksizliğin hakim oluşudur (Burada kastettiğimiz Türkiye’den gelecek doğrudan
yatırımlar değildir. Bu konu “Tehditler” kısmında ayrıca yorumlanacaktır).
Avusturya’da yerleşik Türk iş adamlarının faaliyet gösterdiği üretim alanları arasında
ekmek ve unlu mamuller imalatı, et ve et mamulleri üretimi, kuru gıda paketleme faaliyetleri
akla ilk gelenlerdir. Sanayi üretimi bağlamında ise, tarafımızca bilinen, sedece bir firmanın
“oto yedek parçası” sektöründe değerlendirebileceğimiz üretimi bulunmaktadır.
Arzu edilen, artık sermaye birikiminde belli bir noktaya gelmiş bulunan ve iki Türk
sermayeli bankanın da yer aldığı Avusturya piyasasında Türk girişimcilerin, münferiden veya
“güç birliği” ortaklıkları oluşturarak, üretime yönelik beklenen atılımı yapmalarıdır.
- 1990’dan Sonra Avusturya’nın Ekonomik İlgisinin
Daha ziyade “Doğu Avrupa” Odaklı Olması:
Avusturya 1990 sonrasında, komşuluk ilişkileri ve tarihsel bağlardan dolayı, yani
anlaşılabilir nedenlerle, yatırımlar, ihracat ve ithalat münasebetleri ve diğer tüm ekonomik
faaliyetleri kapsar bir biçimde, başta Macaristan olmak üzere, Çek Cumhuriyeti, Slovakya,
Slovenya ve Polonya’ya odaklanmıştır. Hatta denilebilir ki, Avusturya, bu ülkelerdeki baş
aktör konumunda olmuştur. Bu nedenle Türkiye’ye yönelmede doğal bir çekimserlik ve
15
gecikme olmuştur. 90’lı yıllarda Türkiye’de yaşanan 1994 ekonomik krizi yanında, inişli
çıkışlı ekonomik seyir de eklenince, çok verimli geçmesi işten bile olmayan 90’lı yıllar
kaybedilmiştir.
Bugün itibariyle durum farklı olmakla beraber, yukarıda özetlediğimiz hususu,
analizimizin ilişkilerdeki zayıf yönler kapsamında ifade etmeyi uygun bulduk.
- Firmaların “Temsilcilik Verme” Yöntemine Mesafeli Durmaları:
İki ülke arasındaki ticaret ilişkileri sağlam bir alt yapıyla geliştirecek yaklaşımlardan
biri de “ticari temsilcilik” yöntemidir. Dünya ticaretinin kayda değer bir bölümü bu şekilde
gerçekleştirilmektedir. Buradaki temel unsur, hiç şüphesiz ki “karşılıklı güven” dir. Her iki
ülkenin firmalarının, artık bu yöntemi de gündemlerine almaları, ticari ilişkilerin akılcı bir
bazda ve artarak devam etmesinde önemli bir gelişme ve yenilik olacaktır. Bu gelişmeye
Viyana, Ankara ve İstanbul’daki Ticaret Müşavirliklerinin, İş Konseylerinin ve AvusturyaTürk Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (ATİS) karşılıklı bilgi sağlayarak firmaların
“eşleşmelerine” büyük katkılar yapacaklarına da şahsen inanmaktayız.
- İthalat ve İhracat İlişkilerinde “Konvansiyonel” Yöntemler Dışına Çıkılmaması
Türkiye ile Avusturya arasında uzun yıllardır artarak süren ithalat ve ihracat ilişkisi,
büyük ölçüde alışılagelmiş yöntemlerle yapılan ticarete dayanmaktadır. Başka bir değişle,
akreditifli, vesaik mukabili, az da olsa mal mukabili, yaş meyve ve sebzede konsinyasyon gibi
yöntemler iki ülke firmalarının hemen hemen % 95 oranında uyguladıkları yöntemdir. Ancak,
bu dairenin dışına çıkılıp, özellikle, genel adı “karşılıklı ticaret” (counter trade) olan ve
bünyesinde takastan off-set’e kadar birçok muamele tarzını barındıran yönteme de ilgi
gösterilmesi; hatta, transit ticarete ilgi gösterilmesi, ilişkilerin oldukça canlı bir ortama
kavuşmasını sağlayacaktır. Bunu teminen, gerek Türk gerekse Avusturyalı işadamlarının,
karşılıklı ilişkilerde bu bakış açısını da dikkate almalarında fayda olduğunu düşünmekteyiz.
- Avusturya’daki Türk İşadamlarının Yeteri Kadar Aktif Olmamaları:
Avusturya’daki Türk girişimcilerinin1960’lı yılarda başlayan ticari faaliyetleri, bugün
gelinen noktada önemli seviyelere ulaşmış olmakla beraber; potansiyelin sivil toplum
örgütlenmesi boyutunda, olması gereken düzeyde aktive edilebildiği söylenemez. Örgütlenme
adına, ilk kapsamlı girişim, 1995 yılında kurulan Avusturya-Türk İşadamları ve Sanayicileri
Derneği (ATİS) olmuştur. Dernek bugüne kadar kayda değer organizasyonlar yapmışsa da,
ikili ticaretin arttırılması açısından önemli bir inisiyatif kullanmakta çekimser davranmıştır.
Bu Derneğin, sonuçları ekonomik ve ticaret istatistiklere yansıyacak girişimlerde bulunması
ve bu girişimlerin alt yapılarının mutlak surette araştırma ve incelemelere dayandırılması,
ikili ekonomik ve ticari ilişkileri çok daha farklı boyutlara taşıyacaktır.
ATİS’in, Viyana’da önemli çalışmalar yapan ATBCC’ye (Austrian Turkish Business
Cooperation Council) üye olarak gelişmelerin bilfiil içinde yer alması “aktif olma” başlığı
altında, dikkat çekici bir adım olacaktır.
16
c) FIRSATLAR:
-Türkiye’deki Doğrudan Yatırım Ortamı:
Türkiye, 2001 yılında yaşadığı büyük ekonomik krizden sonra alınan önlemlerle
kriz ortamından çıkma gayreti içinde olmuş, bunda da önemli başarılar kazanılmıştır. Bu
çerçevede, doğrudan yabancı sermaye yatırımları konusunda bir dizi reform yapılmış,
neticede “Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Programı” uygulanmaya başlanmış, yaşanan süreç
içinde “doğrudan yabancı sermaye yatırımları” Hükümetin en önemli gündem maddesi haline
gelmiştir. Bugün için yılda 10 milyar ABD dolarına yakın, hatta bunun da üzerinde yıllık
girişten bahsedilmekte, bu rakamlar istatistiklere yansımaktadır.
Son olarak 2006 Temmuz ayında yürürlüğe giren 5523 sayılı “Türkiye Yatırım Destek
ve Tanıtım Ajansı Kurulması Hakkında Kanun” ile ülkenin ekonomik kalkınmasında
gereksinim duyulan yatırımların attırılmasını özendirmeye yönelik destek ve tanıtım
stratejilerinin belirlenmesi ve uygulanması yönünde yeni bir kurumsal düzenleme yapılmış,
geleceğe doğru bir adım daha atılmıştır.
Türkiye’den beklenen, doğrudan yatırımları özendirmek bağlamında yasal ve
bürokratik alt yapının çağdaş normlara getirilme yönündeki çabaların, reel sektöre dünya
piyasalarında rekabet gücü kazandıracak maliyet yapısının (elektrik ve hammadde maliyetleri
gibi) sağlanması suretiyle desteklenmesidir. Kanaatimiz odur ki, artık gelinen aşamada
Türkiye’nin öncelikleri arasında “üretim maliyetlerinin dünya piyasalarında rekabete imkan
verecek düzeyde olması” hususu ilk sırada yer almalıdır.
-Avusturya Firmalarının Türkiye’deki Faaliyetleri:
Avusturya’nın, doğrudan yatırım yapan firmalar açısından Türkiye’deki varlığı istenen
düzeyde olmamakla beraber, özellikle enerji alanındaki kamu ihalelerini alan Avusturya
firmalarının Türkiye’deki mevcudiyetinin kayda değer bir durumdur. Enerji ihalelerini
üstlenen bazı büyük Avusturya firmalarının Türkiye’de temsilcilikleri de bulunmaktadır. Bu
durumun, ticari ilişkiler yelpazesinin genişletilmesi açısından önemli avantajlar yaratabileceği
düşünülmektedir.
-Avusturya’daki Türk İşadamları:
Avusturya’da, önce perakende ticaretle iş hayatına başlayan Türk girişimciler,
özellikle 80’li yılların sonuna doğru ithalatçı, toptancı, üretici olarak “Türk İşadamları”
kompozisyonunu genişletmişlerdir. Bugün gelinen noktada, Türk işadamlarının Avusturya iç
ticaretinde olduğu gibi, Avusturya’nın başta Türkiye ile olmak üzere, çeşitli ülkelerle dış
ticaretinde önemli konumlara geldikleri görülmektedir. Yaptığımız şahsi saptamalara göre,
Türkiye’nin Avusturya’ya yönelik ihracatının yaklaşık % 10 seviyesindeki bölümü
Avusturya’da faaliyet gösteren Türk iş adamları vasıtasıyla olmaktadır.
Bu bölümde bazı isimleri anmanın da bir borç olduğunu ifade etmek istiyoruz. Bunlar
Avusturya’ya çeşitli amaçlarla bundan yıllar önce giden, zaman içinde ticaret yaşamına giren,
çeşitli zorluk ve sıkıntılarla piyasada “tutunmayı” başaran, giderek Avusturya’daki Türk
toplumunun ticarete yönelmesinde adeta “hoca” işlevi üstlenen insanlardır. TürkiyeAvusturya ticaret ilişkilerine olduğu gibi, ortaklaşa sosyal ve kültürel değerlere de sahip
17
çıkılmasında rol oynamışlardır. Bu çerçevede (unuttuğumuz isimler varsa onlardan özür
dileyerek) merhum Yaşar Özkınay’ı yaş-meyve ve sebze ticareti bağlamında; merhum
İbrahim Doğudan’ı gastronomi sektörü bağlamında; Sayın Ömer Ürkün’ü yaş-meyve ve sebze
ile kuru gıda yanında genel ticaret öğretisi bağlamında anmak mecburiyeti bulunmaktadır. Bu
50’li ve 60’lı yıllardaki “öncüler” yanında; Avusturya-Türkiye ilişkilerinde 1990’larda
açtıkları “yeni devir” nedeniyle turizmdeki öncüler Sayın Cem Kınay ve Sayın Oğuz Serim’i
de aynı bağlamda zikretmek gerekmektedir.
İki ülke arasında sağlam bir “köprü” oluşturan Avusturya’daki Türk işadamları
topluluğunun daha aktif, daha örgütlü ve iki ülke ticaret konseptine daha katılımcı olması yeni
açılımlar ve kazanımlar getirecektir.
-İki Ülkenin Birbirlerine Olan Coğrafi Yakınlığı:
“Ülkelerin coğrafi yakınlığı”, ticaretin arttırılması bağlamında önemli bir unsur, hatta
bir “ön şart” mahiyetindedir. Dünya ticaretine bakıldığında, “komşu ülkelerle ticaretin” ülke
istatistiklerinde en büyük paya sahip olan kalem niteliğinde bulunduğu görülecektir.
Türkiye ile Avusturya sınırdaş olmamakla beraber, “mesafenin” sorun yaratmadığı bir
coğrafi yakınlık içindedir. Viyana’daki bir iş adamı bürosundan çıktıktan en fazla 4 saat sonra
İstanbul’daki partnerinin bürosunda “iş konuşuyor” olabilmektedir. Her iki ülke işadamlarının
“günübirlik” iş seyahatleri dahi yapabilmelerinin mümkün olması, önemli bir fırsat olarak
değerlendirilmelidir.
-Türkiye’ye Gelen Avusturyalı Turistler:
İnsanların ülkeleri tanıması, şüphesiz ki ticaretin gelişmesine olumlu katkısı olan
unsurlardan birisidir. Avusturya’dan her yıl Türkiye’ye turist olarak gelen ortalama 400.000
kişi Türkiye’yi doğal güzellikleriyle tanıdığı gibi, ülkenin genel ekonomik yapısını, sanayiin
görünümünü, ürün yelpazesini v.s. yakından görme ve gözlemleme imkanı bulmaktadır. Düz
bir mantıkla 10 sene içinde 4 milyon Avusturya vatandaşı bu gözlem ve buna dayanan
değerlendirmeleri yapacak ve deyim yerindeyse Türk ürünlerine yakınlaşabilecektir. Kısaca
özetlenen durum, ticari ilişkiler ve özellikle Türkiye’nin tanıtımı açısından kayda değer bir
fırsattır. Bu paralelde Türk makamlarının, sadece Avusturya’dan gelen turistler için değil, tüm
yabancı ziyaretçiler için “ürün tanıtım programları” yapmaları ve bunu projelendirmeleri,
ticari ilişkilere farklı bir boyut olarak yansıyabilecektir.
-Avusturya’da Yerleşik Türk Nüfus:
60’lı yıllarda diğer Avrupa ülkelerine olduğu gibi Avusturya’ya da Türk işgücü
gelmiştir. 80’li yıllarda kısmen işveren statüsünü de kazanan Türkler bugün Avusturya’da, bir
kısmı Avusturya vatandaşlığına geçen 200.000 civarında bir topluluk oluşturmuşlardır.
Avusturya’daki Türk toplumu iki ülke arasındaki ticarete normal tüketici olarak,
dolaylı bir biçimde katkıda bulunmaktadırlar. Türk toplumunu oluşturan fertlerin, zaman
içinde eğitim altyapısı kuvvetlendirilmiş profesyoneller olarak da iki ülke ticari ve ekonomik
ilişkilerine katkıda bulunmaları arzu edilen bir gelişmedir.
18
Avusturya’ya yaklaşık 40 yıl önce yerleşmeye başlayan ve gerçek anlamda öncüler
olan 1.nesili, şimdi 2. ve 3. nesiller takip etmekte ve aralarından, gerek her iki lisana
hakimiyetleri, gerekse sağlam eğitimsel alt yapılarıyla çok sayıda Türk genci Avusturya’daki
iş dünyası için önemli bir “insan kaynağı” havuzu oluşturmaktadır.
-Türkiye’nin Orta Asya ve Orta Doğu Ülkeleriyle; Avusturya’nın Doğu Avrupa
Ülkeleriyle Olan Ticari İlişkileri:
Ülkelerin dışticaret ilişkilerinde genişleme ve gelişmelerinin en önemli unsurlarından
biri de komşu ve bulunulan bölge ülkeleriyle yaptıkları ticaretin yoğunluğudur. Bu bağlamda
Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Ortadoğu ülkeleriyle olan ticari ilişkileri ile
Avusturya’nın Doğu Avrupa ülkeleriyle olan ticari ve ekonomik ilişkileri kayda değer
büyüklüktedir. Esasen Karma Ekonomik Komisyon toplantılarında da sıkça dile getirilen ve
tutanaklara geçen “bu ülkelerde ortak iş imkanları” konusunun aktive edilmesi TürkiyeAvusturya ticari ve ekonomik ilişkilerine, yatırım boyutu da dahil olmak üzere yeni bir açılım
getirecektir.
- “Dünya Türk İşadamları Kurultayları”:
Türkiye’de, 1996 yılından itibaren “Dünya Türk İşadamları Kurultayları”
düzenlenmeye başlanmıştır. İki yılda bir aksatılmadan yapılmakta olan bu Kurultaylara
bugüne kadar, dünyanın yaklaşık 60 ülkesinden 8.000 civarında Türk işadamı katılmıştır.
Kurultaylarda yapılan ikili iş görüşmeleriyle önemli somut iş bağlantıları kurulmuştur.
Dünya Türk İşadamları Kurultaylarına, doğal olarak “Avusturya’daki Türk işadamları”
da katılmaktadırlar. Bu işadamlarımızın tamamının şirketlerinin “Avusturya firmaları” olduğu
düşünüldüğünde, Kurultaylarda başlangıçtan beri ülke olarak Avusturya’nın da yer aldığını
belirtmek gerekmektedir. Bu noktada, Avusturya’daki Türk işadamlarının münferiden veya
Avusturyalı partnerleriyle birlikte Dünya Türk İşadamları Kurultayları’na ilgi göstermeye
devam etmeleri, iki ülke ticari ilişkilerinde, belki de gözden kaçan bu önemli bir başlığın ön
plana çıkması gerçeğini de beraberinde getirecektir.
-Avusturya Ticaret Heyetleri:
Avusturya Odalar Birliği, “Ticaret Heyeti” organizasyonlarını uzun yıllardır son
derece düzenli ve disiplinli bir şekilde yapmaktadır. Hatta denilebilir ki, Avusturya Odalar
Birliği bu konsepti Avrupa’da en iyi uygulayan Kurumlardan biridir. Bu kapsamda
Avusturyalı işadamları, Türkiye’ye de belli periyodlarla “Ticaret Heyeti” ziyaretleri
yapmaktadırlar.
Bu konsept Türkiye’de de Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından başarıyla
uygulanmaktadır. Müsteşarlığın bu kapsamda Avusturya’ya düzenli ve özellikle sektörel
bazda “Ticaret Heyeti Programı” organizasyonları yapmaları ticaret hacminin artmasına
önemli katkı sağlayacaktır.
19
-Türkiye’nin Avrupa Birliği Tam Üyelik Süreci:
17 Aralık 2004 tarihinde başlayan süreç ile Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyelik
yoluna çıkmış bulunmaktadır. Bu süreçle eşzamanlı olarak ülkede sağlanan istikrar, hemen
yabancı sermaye hareketlerine yansımış ve ileriye yönelik iyimser tablo, bir yandan doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarına, diğer yandan özelleştirmeye olan yabancı ilgisine yansımıştır.
Kısaca ifade etmek gerekirse, sadece Avusturya değil, tüm Avrupa Birliği üyesi ülkeler,
Türkiye’nin üyeliğini bir “fırsat” olarak değerlendirmelidirler.
Türkiye’nin bugün ulaştığı sanayi üretim yelpazesi, üretimde yakaladığı kalite,
ihracatının ve ithalatının ülke ve ürün olarak kompozisyonu, turizm yatırımlarında ve
hizmetlerinde ulaştığı seviye, finans sektörünün giderek sağlam bir zemine oturması, işgücü
teminindeki nitelik ve nicelik yapısı, yasal düzenlemelerde alınan son derece önemli mesafe
ve benzeri daha birçok unsur birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
uygunluk ve uyum açısından hızla “olgunlaştığı” hususunu görmezden gelmemek lazımdır.
Bu, bizim açımızdan son derece net bir biçimde görülebilen durum, belki de en önemli “fırsat
unsuru” olarak değerlendirilmelidir.
- Her İki Ülkede KOBİ’ler Verilen Önem:
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, gelişmiş ekonomiler de dahil, ülkelerinin
ekonomilerinde sayısal büyüklük olarak % 90-95, ciro büyüklüğü olarak da ortalama % 75’lik
pay sahibidirler. Bu oranlar, Türkiye ve Avusturya için de aşağı yukarı aynı büyüklüktedirler.
Türkiye’de, başta Sanayi ve Ticaret Bakanlığı KOSGEB İdaresi Başkanlığı, Hazine
Müsteşarlığı ve Dışticaret Müşteşarlığı olmak üzere, TOBB ve çeşitli Kurumlar yatırım ve
ihracat teşvikleri yanında diğer teşvik mekanizmalarıyla KOBİ’leri iç ve dış piyasalarda
tutundurma, bu şirketlere kurumsal kimlik verme gayreti içindedirler. Avusturya’da, özellikle
Odalar Birliği ve WIFI ile Bankalar benzer güçlü yaklaşımlarla Avusturya KOBİ’lerine
destek olmaktadırlar.
Her iki ülkenin, Odalar Birlikleri öncülüğünde KOBİ’lerin akılcı düzenlemelerle
“eşleştirilmesi” yönünde proje geliştirerek, yeni bir ekonomik potansiyelin ortaya çıkmasını,
daha doğru bir deyişle, KOBİ potansiyelinin aktive edilmesini sağlamaları yeni bir açılım
niteliği taşıyacaktır.
-Türkiye’nin Karayolu Taşımacılığı Filosu ve Bu Alandaki Deneyimi:
“Taşımacılık” mal ticaretinin en önemli unsurlarından biri, hatta olmazsa olmazıdır.
Türkiye, özellikle 1980’lerin başından itibaren bu sektörde Avrupa’nın en büyük ve modern
filolarından birini kurma yönünde önemli aşamalar kaydetmiştir. Bugün gelinen noktada
karayolu taşımacılığında yüzlerce firma, Avrupa’nın en geniş filosu ve yaklaşık 1,3 milyon
sefer (2005 yılı) ile Türkiye’nin bu sektördeki önemi çok nettir. Ayrıca Türkiye karayolu
taşımacılığını ro-ro ve tren ile de kombine ederek, bu sektöre ayrı bir boyut kazandırmıştır.
Orta Doğu ile Yakın ve Orta Asya ülkelerine Avusturya mallarının, Avrupa’dan
“dönüş yükü” olarak Türk araçlarıyla taşınması Türkiye-Avusturya ticari ilişkilerine derinlik
ve hacim kazandıracaktır.
20
- “Ticaret Müşavirlikleri”:
Bir ülkenin, ikili ticari ilişkiler bağlamında muhatap ülkelerinde Ticaret Müşaviri
pozisyonunda eleman bulundurması, karşılıklı ekonomik ve ticari ilişkiler açısından olması
gereken ve fırsat olarak görülmesi gereken bir durumdur. Ancak, Ticaret Müşavirliği
Bürolarının, eleman açısından donatılış biçimi bu “fırsatın” ne ölçüde etkin kullanıldığının da
bir göstergesi olmaktadır. Bu göstergeyi Türkiye-Avusturya ölçeğinde daha iyi algılayabilmek
bakımından iki ülke Ticaret Müşavirliği Bürolarının eleman durumunu aşağıda “yorumlu
olarak” vermekte fayda görüyoruz.
Türkiye’nin Viyana’da; Avusturya’nın da Ankara ve İstanbul’da Ticaret
Müşavirlikleri bulunmaktadır. T.C.Viyana Büyükelçiliği nezdindeki Ticaret Müşavirliği’nde
Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan üç yıl süreyle görevlendirilen biri Ticaret Müşaviri, biri mahalli
memur olmak üzere, toplam iki personel bulunmaktadır. Türkiye Viyana’da ayrıca, Hazine
Müsteşarlığı’nın zaman zaman atama yaptığı Ekonomi Müşaviri pozisyonunda da, yine üç yıl
süreli olmak üzere bir yetkili görevlendirmektedir. Avusturya’nın ise, Ankara Büyükelçiliği
ve İstanbul Başkonsolosluğu nezdinde, yedi yıl süreyle görevli birer Ticaret Müşaviri olmak
üzere, idari ve yardımcı elemanlar da dahil, 10’un üzerinde personeli bulunmaktadır.
“Yorumumuz” kısa ve öz olarak, Türkiye’nin yurtdışındaki Büyükelçilikler nezdindeki
“Ticaret Müşavirlikleri” konseptini baştan aşağı ve gecikmeksizin gözden geçirerek, bu
büroların daha işlevsel ve “hareketli” olmalarını sağlamasıdır.
Bu vesileyle iki ülke ilişkilerine son yıllarda önemli katkılar sağlayan Sayın Peter
Sedlmayer ile halihazırda Ankara’da görev yapan Sayın Richard Bandera ve İstanbul’da
görevini sürdürmekte olan Erika Teoman-Brenner’i ve Türkiye’nin Viyana Büyükelçiliği
Ticaret Müşavirliği’nde 20 yıldır özveriyle görev yapan, iki ülke ilişkilerinin adeta “yakın
dönem hafızası” olan Sayın Fatma Keskin’i anmayı bir borç bilmekteyiz. İki ülke
ilişkilerinden söz edildiğinde, Sayın Peter Homolatsch’a da özel bir vurgu yapmak ve
kendisinin gayret ve çalışmalarının önemini burada zikretmek gerekmektedir.
-Avusturya’da Yaşayan “St.Georg Avusturya Liseliler”:
St.Georg Avusturya Lisesi, Türkiye-Avusturya ilişkilerinde gerçek anlamda önemli bir
şans unsurudur. İstanbul’da 1882 yılında eğitim faaliyetine başlayan bu güzide Kurumun
yetiştirdiği ve Almanca diline ve Avusturya kültürüne bihakkın vakıf insanlardan bir kısmı
yaşamlarını, Viyana başta olmak üzere, Avusturya’nın çeşitli kentlerinde sürdürmektedirler.
Avusturya’da yerleşik “Avusturya Liseliler” çeşitli mesleklerde, bazıları ön planda olmak
üzere görev yapmakta, bu meyanda iş adamı ve girişimci kimlikleriyle de önemli faaliyetler
yürütmektedirler.
Bu analizimizde bir “fırsat unsuru” olarak değerlendirdiğimiz Avusturya Liseliler,
itiraf etmek gerekir ki, gerçek anlamda bir “fırsat unsuru” olabilmeleri için bugünkünden daha
aktif, hareketli ve “projeci” yaklaşımlarla, Avusturya’nın kültürel, sosyal yaşamıyla
- bu çalışmamızın konusu olduğu için vurgulayarak söylemek istiyoruz - ticaret yaşamında
gereken işlevi geç kalmadan, örgütlü bir yapıyla üstlenmelidirler. Bu yaklaşımın, Avrupa
Birliği’ne uzanan yolda Türkiye’ye önemli bir katkı oluşturacağı şüphesizdir.
21
d) TEHDİTLER:
-Global ve Bölgesel Ekonomik ve Siyasi Krizler:
Dünya genelinde veya bölgesel bazda yaşanan ekonomik krizler ülkelerin ikili
ekonomik ve ticari ilişkilerine de doğrudan yansımakta, bu ilişkilerde durgunluk ve hatta
gerileme meydana gelebilmektedir.
Örneğin, 1997 yılındaki Uzakdoğu finans krizi dünya ticaretini olumsuz yönde
etkileyen bir gelişme olmuştur. Ayrıca, 11 Eylül krizi gibi, ne zaman oluşacağı belli olmayan,
önceden tahmin edilemeyen krizlerle; önceden tahmin edilebilen ancak maalesef bir türlü
önlenemeyen savaş ve savaş benzeri sorunlar dünyadaki çok taraflı ve ikili ekonomik ilişkiler
açısından önemli bir tehdit unsuru olmaktadır.
-Türk Firmalarının Avusturya’daki Yatırım Güçlükleri:
1990’lı yılların başından itibaren yaşanan globalleşme süreci, doğal olarak firmaların,
maliyet, pazarlama, ulaşım gibi ticareti ve ekonomik ilişkileri doğrudan etkileyen unsurları
dikkate alarak bulundukları ülkeler dışına açılmalarını gerekli kılmıştır. Buna paralel olarak,
yabancı ülkelerde firma kurulması yönünde dünya genelinde çok hareketli bir dönem
başlamıştır.
Avusturya’da yatırım yapmak isteyen Türk girişimcileri açısından mevcut olan ve
Karma Ekonomik Komisyon toplantıları tutanaklarında da yer alan kısıtlayıcı yaklaşımın
rasyonel bir çözüme kavuşturulması beklenmektedir. Daha açık bir ifadeyle yatırım veya
ticaret amacıyla Türkiye’den giderek Avusturya’da firma kuracak girişimcilerin firma kurma
sürecinde herhangi bir sorunla karşılaşmamakla beraber, “firmalarının başında olmak”
doğrultusundaki en doğal arzularının, çalışma ve oturma izinleri alınmasında yaşanan büyük
güçlükler, hatta imkansızlıklar nedeniyle gerçekleşememesi, bu girişimlerin “ölü
doğmalarına” sebebiyet vermektedir. Bu nedenle Avusturya makamlarının, firma
kuruluşlarında, değerlendirmelerini bir paket olarak yapmaları ve firma kuruluş izni alan Türk
girişimcilerine, buna bağlı olarak Avusturya’da ikamet edebilme ve “işinin başında olabilme”
iznini de vermeleri; girişim “samimi görülmüyorsa” da, firma kuruluşu da dahil başvurunun
başlangıçta reddedilmesi, iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler bağlamındaki en
önemli soruna bir ölçüde çözüm olacaktır.
-“Vize Sorunu”:
Uluslararası ticarette işadamlarının “hareket kabiliyeti” son derece önemlidir. Bazen
öyle gelişmeler olmaktadır ki, tarafların bir telefon görüşmesini takiben ya da faksla veya eposta ile karşılıklı iletişim kurmalarının hemen akabinde, belki de ertesi günü, bir araya
gelerek yüz-yüze görüşebilme imkanına sahip olabilmeleri, somut iş bağlantılarının
kurulabilmesinde yaşamsal öneme sahiptir. Şahsi gözlemlerimiz, Türk işadamlarının “vize
almak” konusunda sıkıntılarının olduğu ve bu durumun da, başta “caydırıcılık” olmak üzere
birçok olumsuzluklar yarattığı yönündedir. Esasen bu husus, bir vakıa olarak çeşitli resmi
platformlarda da yetkililerce dile getirilmektedir. Özellikle ihracata yönelerek, iş yaşamında
yeni bir açılım yapmak isteyen girişimcilerin, büyük bir istekle başlayacakları “dış ticaret”
yolunda ve bu yolun hemen başlangıcında çıkan vize sorunları, gerçek anlamda moral bozucu
ve caydırıcı olmaktadır.
22
-Türkiye’nin Avrupa Birliği Sürecinde Avusturya’nın Duruşu (Last but not
least!):
Bu başlık altında fazla söz söylemeye gerek bulunmamaktadır. Ancak kısa ve öz
olarak ifade etmek gerekmektedir ki; iki ülkenin geleceğe yönelik ilişkilerinde, Türkiye’nin
üzerine düşenleri zamanında ve eksiksiz olarak yapması ve Avusturya’nın da bu önemli
partnerinin geldiği düzeyi görerek “imtiyazsız” bir ortaklık için yanında durması, arzu edilen
yaklaşım tarzıdır.
III- SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye ve Avusturya’nın ekonomik ve ticari alanlarda uzun yıllardır süren
beraberlikleri, bugün iki ülke arasındaki ticaret hacmini yaklaşık 1,5 milyar Euroluk bir
büyüklüğe taşımıştır. İki ülkenin ticaret partnerleri listesine baktığımızda, her iki ülkenin de
birbirlerinin ticaret partnerleri arasında 20 ila 25. sıra civarında bulunduklarını görmekteyiz.
Üzerinde birleşilen konu, potansiyelin bunun daha fazlasını mümkün kılacak düzeyde
olduğudur.
Her iki ülkenin mevcut potansiyellerinin ikili ticari ilişkiler bağlamında aktive
edilmesi yönündeki en önemli şans, hiç şüphesiz ki, ekonomik ve ticari ilişkilerin sağlam bir
mukavelevi ve kurumsal temele sahip olmasıdır. Bu sağlam altyapı, ticari ilişkilerde ön şart
olan “deneme ve güven kazanma” gibi sıfatlarla nitelendirilebilecek ilk aşamanın geride
bırakıldığının açık bir göstergesidir. Esasen bu temel üzerine bir bina da inşa edilmiş
bulunmaktadır. Türkiye istatistiklerine göre 1,6 Milyar ABD Doları; Avusturya istatistiklerine
göre 1,5 Milyar Euro ticaret hacmi küçümsenmemesi gereken bir seviyedir. Geriye, bu sağlam
temel üzerine inşa edilmiş binayı, tabir caizse “restore” etmek ve “hareketlendirmek”
kalmaktadır.
“Güven” bağlamındaki en önemli gelişmelerden biri de bu yıl içinde yaşanmıştır.
ÖMV’nin Petrol Ofisi’nin % 34’ünü satın alması çok önemli bir gelişmedir ve Avusturyalı
firmaların Türkiye’ye ticari bağlamda veya yatırım bağlamında yönelmelerinde dikkatle
değerlendirmeleri gereken bir husustur.
İlgililerin dikkatine sunulan bu çalışmamız ile ticari ve ekonomik ilişkilerin
restorasyonuna yönelik ip uçları bulunmaya gayret edilmiş ve buradan yola çıkarak aşağıdaki
önerilerin “hareketlenmeye” katkıda bulunabilecek hususlar mahiyetinde olduğu sonucuna
varılmıştır.
1) Senede bir defa, dönüşümlü olarak, sektörel bazda “ihtisas ticaret heyeti” ziyaretleri
düzenlenmelidir. Zira, ticaret heyeti ziyaretleri belli ihtisas alanlarına özel olarak
düzenlendiğinde daha etkili ve verimli olmakta, genel ticaret heyetleri düzenlemelerinde ise
ilgi dağılabilmektedir.
Bu kapsamda düzenlenecek organizasyonların “yatırım” odaklı olmasına özen
gösterilmelidir. Hatta, yeni bir açılımla “Yatırım Heyeti” organizasyonları yapılmalıdır.
2) Türk girişimcileri ve işadamları için çok ciddi iki sorun olan ve “Tehditler”
bölümünde “Türk Firmalarının Avusturya’daki Yatırım Güçlükleri” ve “Vize Sorunu” alt
başlıkları kapsamında özetlemeye çalıştığımız konularda, Avusturya tarafı rasyonel
yaklaşımlarla yeni açılımlar getirmelidir. Bu takdirde, görülecektir ki, Türkiye-Avusturya
23
ekonomik ve ticari ilişkilerinde son derece hareketli, canlı, renkli, verimli ve uzun vadeli
gelişmeler yaşanacaktır.
3) Firmalar, geleneksel dış ticaret yöntemleri dışındaki uygulamalar (özellikle
karşılıklı ticaret uygulamaları) konusunda bilinçlendirilmeli ve ilgili kurumlar tarafından bu
konuda eğitimler verilmeli, bu suretle ticaret hacminin geliştirilmesi sağlanmalıdır.
4) İki senede bir defa, dönüşümlü olarak, ürün sergisinin de yapılacağı, Avusturya’da
bir “Türk” ve Türkiye’de bir “Avusturya” Haftası veya yeni bir oluşumla, müşterek “TürkAvusturya Ticaret Haftası” organize edilmelidir.
5) İş Konseyi’nin Türkiye ve Avusturya tarafları ortaklaşa basın toplantıları
düzenlemeli, ticari ve ekonomik ilişkiler konusunda basın ve kamu oyunu aydınlatmalıdırlar.
6) İş Konseyinin Türkiye ve Avusturya’daki üye sayılarının arttırılması ve üye
kompozisyonunun genişletilmesine gayret edilmeli, bu bağlamda bilhassa Türkiye’deki
Avusturya firmaları ve Avusturya’daki Türk firmaları üyeliğe özendirilmelidir.
7) Avusturya’daki Türk işadamları tarafından kurulan “işadamları derneği”
paralelinde, Türkiye’deki Avusturya firmalarının da dernekleşmesi yönünde girişimde
bulunulmalıdır.
8) Türkiye’ye gelen turistler için, Turizm Bakanlığıyla birlikte hazırlanacak genel bir
program çerçevesinde Türk ürünlerini tanıtıcı faaliyetler yapılmalıdır. Türkiye’ye gelen
Avusturyalı turistlerin bir kısmının aynı zamanda, ithalat ve ihracat ile iştigal eden işadamları
olduğu dikkate alındığında bu tür bir programın daha da anlamlı olacağı sonucuna
varılmaktadır.
9) Ticari ve ekonomik konuların bir bütünlük içinde ele alındığı önemli bir platform
olan Karma Ekonomik Komisyon (KEK) toplantılarının, bugüne kadar olduğu gibi düzenli
olarak gerçekleştirilmesine azami hassasiyet gösterilmelidir.
10) Türkiye’deki KOBİ’lerin de, Türkiye-Avusturya ticaretinde aktif rol alabilmesini
teminen, İş Konseyi toplantılarının, özellikle Avusturya sanayinde önem arzeden sektörler
dikkate alınarak, İstanbul dışında, Türkiye’nin hızla gelişen çeşitli merkezlerinde
gerçekleştirilmesi yönünde çalışmalar yapılmasında fayda bulunmaktadır.
11) Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetlerindeki etkinliği dikkate alınarak, İş Konseyi
faaliyetleri çerçevesinde, Türk ve Avusturyalı işadamlarından oluşacak heyetler ile bu
bölgeye yönelik ziyaretler gerçekleştirilmesi önemli faydalar sağlayacak, yeni açılımların
sağlanması mümkün olabilecektir.
12) Fuarcılığın önemi dikkate alınarak, Türkiye’deki ve Avusturya’daki Fuar idareleri,
karşılıklı işbirliği konusunda yöntem geliştirmeli; “Fuar Temsilciliği” verme yönünde
girişimde bulunmalıdırlar.
Kuvvet Analizi’nde yer alan saptamalarımızdan yola çıkarak daha birçok öneri
getirebilme imkanı mevcuttur. Bunları analizimizin genelinden çıkarımlar yapacak okuyucuya
bırakıyoruz. Bizim düşünemediğimiz, dikkatimizden kaçan konularda da, ilgili tüm tarafların
katkılarıyla bu çalışmanın farklı boyutlarda ve ayrıntılarda daha da geliştirilebileceğini ifade
24
etmek isteriz. Ancak bu tür çalışmaların hayatiyet kazanabilmesi, uygulamaya intikalleriyle
mümkündür. Aksi takdirde bunlar, kağıt üzerinde kalmış bir fikir cimnastiğinden öteye
geçemeyecektir. Bu nedenle, önerilerin bir kısmının uygulamaya intikal ettiğini görmek, ayrı
bir mutluluk kaynağı olacaktır.
Bu şekilde geliştirilecek ve derinleştirilecek firmalararası ilişkilerin sonuçları zamanla
Türkiye ile Avusturya arasındaki ticaret ilişkilerinin rakamsal dökümüne de yansıdığı
takdirde, yaptığımız bu etüd amacına ulaşmış olacaktır.
Son söz:
Bu çalışma, 2000’li yılların başında, ikinci defa yapmaya başladığımız Viyana
Büyükelçiliği Başmüşavirliği görevimiz esnasında, Türk ve Avusturyalı işadamlarıyla
paylaşmak üzere hazırladığımız kuvvet analizinin “2006 Versiyonu”dur. Eski çalışmamızdaki
bazı “gri” noktaların, aradan çok uzun bir zaman geçmiş olmamasına rağmen, giderek “açık
gri” ve “beyaza” dönüştüğünü, burada net olarak ve memnuniyetle ifade etmek
gerekmektedir.
Her iki çalışma karşılaştırıldığında yine memnuniyetle görülmektedir ki, Türkiye
“istikrar” yönünde çok mesafe kaydetmiştir. İyimser olmamızı gerektiren pek çok gelişme
yaşanmıştır. Bir yandan yatırım ortamının iyileşmesi, diğer yandan AB uyum sürecinde alınan
yol umut vaat eder bir tablo sergilemektedir.
Bu noktada Türkiye’nin Avusturyalı dostlarından beklediği, yeni bir “Türk Marşı”
bestelemeleridir. Zira Türkiye bu yeni beste için yeteri kadar “enstrüman” sunmaktadır.
Ankara
Ağustos 2006
Download