Full Text - Beytulhikme Felsefe Dergisi

advertisement
______________________________________________________________________
Toplumsal Paradigmanın Felsefî Düşünüşe Etkisi: Stoa ve
Kant Örneği
______________________________________________________________________
MUHAMMET TOPUZ
Y.L. Öğr.Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Programı54187,
Serdivan, Sakarya, Türkiye[email protected]
Özet: Antik Yunan’da, site yönetiminin yerini merkezî imparatorluğa
bırakması, insanın, değişen toplumsal paradigmaya göre yeniden
tanımlanmasını gerektirmiştir. Helenistik dönem felsefesi bu çabanın bir
ürünü sayılır. Benzer bir durum Ortaçağ sonrası Avrupa için de geçerlidir.
Feodalitenin çöküşü, yerine burjuvazinin yükselişi, bu toplumsal
koşullarda yeni bir insan tanımı yapmayı zorunlu kılmıştır. Aydınlanma
felsefesi de bu çabanın bir ürünü sayılır. Bu makalede, Stoacılık ve Kant
örnekleri üzerinden, iki farklı dönemde ortaya konan iki insan tanımının
birbirleriyle benzerlikleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Etik, Stoacılık, Immanuel Kant, Helenistik felsefe,
Aydınlanma felsefesi.
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
______________________________________________________________________
Muhammet Topuz
______________________________________________________________________
The Effect of Social Paradigm to Philosophical Thought: The
Case of Stoa and Kant
______________________________________________________________________
MUHAMMET TOPUZ
M.A. Cand.Sakarya University, Institute of Social Sciences, Philosophy Programme
54187, Serdivan, Sakarya, Turkey[email protected]
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
______________________________________________________________________
Abstract: With the city government in Ancient Greek giving its place to
the central empire, human being should be redefined according to the
new social paradigm. Hellenistic philosophy could be considered as a
product of this effort. A similar condition is ruling also for the Europe
after Middle Age. The downturn of the feudality, with the rise of the
bourgeoisie instead of it, makes a new human definition mandatory in
such a social condition. Enlightenment philosophy could be considered
also a product of this effort. The similarities between two human
definitions presented in two different time period tried to be established,
with the case of Stoicism and Kant, within this essay.
Keywords: Ethics, Stoicism, Immanuel Kant, Hellenistic philosophy,
Enlightenment philosophy.
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
88
89
Toplumsal Paradigmanın Felsefî Düşünüşe Etkisi: Stoa ve Kant Örneği
Bu makalenin amacı, Kant’ın ahlâk felsefesi ile Stoacı ahlâk felsefesi
arasındaki benzerliklere, özellikle her iki düşüncenin ortaya çıktığı ve geliştiği
dönemlerin toplumsal/siyasal açıdan durumlarını göz önüne alarak dikkat çekmek
olacak. Yoksa, aşağıda açıklanmaya çalışılacak benzerliklere rağmen, Kant’ın, ahlâk
felsefesini oluştururken Stoacılardan doğrudan etkilendiğini iddia etmenin biraz
zorlama ve ispatı pek kolay olmayan bir yorum olacağı şüphe götürmez. Nitekim
bu hususta, Kant’ın Latince eğitimi sırasında son dönem Stoacıların eserlerini de
okuduğu ve bu eserlerden etkilenmiş olmasının muhtemelliği (Heimsoeth, 2007: 15)
ve bazı eserlerinde hususiyetle Stoacılara dair atıflar ve değerlendirmeler
mukabil, aşağıda da göreceğimiz üzere, Kant’ın ahlâk felsefesi ile Stoa ahlâkı
arasında; özellikle oluşturuluş biçimleri ve gerek Kant’ın gerekse Stoacıların doğa
anlayışlarının ahlâk anlayışları için belirleyici birer rol üstlenmesi bakımından bazı
ortak noktalar tespit etmek mümkün.
Stoa okulunun kurucusu Zenon’un Kıbrıs’tan Atina’ya gelişi, burada Kinik
Krates ve Elealılar’ın Sokrates sonrası devamı niteliğindeki Megara okuluna
mensup Stilpon’dan ilk felsefe derslerini alışı (Laertios, 2010: VII-2) ve nihayet
felsefesinin adını aldığı direkli galeride ilk derslerini vermeye başlayışı, bir başka
açıdan bakılacak olursa; Yunan site devletinin, Makedonlar’ın hâkimiyeti ile bir
daha geri gelmemek üzere ortadan kalkışından yaklaşık 35, İskender’in ardında
güçlü bir varis bırakmadan ölümünden ise yaklaşık 20 yıl sonraya tekabül eder.
Stoa felsefesinin ilk dönemi, onlarla beraber Helenistik felsefe olarak
adlandırılacağı Epikurosçuluk ve Septisizme paralel biçimde, M.Ö. 3. yüzyılı kapsar
ve okulun kurucusu Zenon ile onun öğrencileri olan Kleanthes ve Khrysippos
üçlüsüyle temsil edilir. Erken Stoacılığın içerisinde doğduğu ve geliştiği, yukarıda
1
Bu değerlendirmeler, ağırlıkla, ele aldığı konu hakkında kendi fikrini ortaya koyarken,
kendisinden önceki teoriler üzerine yaptığı eleştiriler arasında yer alır: Örneğin Saf Aklın
Eleştirisi’nin ve Pratik Aklın Eleştirisi’nin bazı bölümlerinde, Logik (1800) adlı eserinin giriş
bölümünde ve ölümünden epey sonra, 1910’da yayınlanan Kant's Gesammelte Schriften’in
(Kant’ın Bütün Eserleri) Kant’ın el yazmalarından derlenen Nachlass başlıklı 19. cildinde.
2
Alasdair MacIntyre’ın, “Kant’ın kendisini, Stoacıların en büyük modern temsilcisi olarak
gördüğü”ne dair bir iddiası da mevcut olmakla beraber (MacIntyre, 2001a: 347), bu, Kant’ın
kendi beyanından ziyade, yazarın ona bir atfı gibi görünüyor.
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
bulunması1 dışında çok fazla müspet veri elde etmek mümkün değildir.2 Buna
Muhammet Topuz
zikredilen toplumsal/siyasal şartlar, okulun karakteri üzerinde sanıldığından daha
fazla etkilidir. Bunun en açık göstergesi, aynı dönemin, aynı toplumsal/siyasal
şartlardan beslenen diğer iki okulu Epikurosculuk ve Septisizm’in genel
karakterinin de Stoacılık ile farklı olduğu kadar benzer unsurlar taşıyor olmasıdır.
Üç okul da yeni bir ahlâk tasarısı iddiasıyla ortaya çıkar: Her üçü de felsefeyi üç ana
disiplin altında toplamaya ve bu disiplinler arasında, mantık ve fizik olan diğer
ikisinin, asıl olan etiğe hizmet için var olduğu bir hiyerarşi oluşturmaya çalışır.
Helenistik dönemde kurulmuş üç okulun da, Sokrates’ten önce varlığı konu
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
edinen, Platon ve Aristoteles ile bir sistem halinde ele alınan felsefenin, merkezî
uğraşını ve nihâî amacını ahlâk problemi olarak belirlemeleri tesadüf değildir. Zira,
her üç okul da, kendilerinden önce yapılagelen felsefeye, ayrıca ahlâk problemini
ele alış biçimleri bakımından da karşı çıkar ve bireyi, toplumsal bir varlık olarak
değil, öncelikle birey olması bakımından değerlendiren bir ahlâk teorisi inşa etmeye
çalışırlar (Arslan, 2010: 10).
Helenistik dönemde insanın, ahlâk özelinde ele alınış biçiminin yanı sıra,
genel olarak felsefeye konu ediliş biçiminde de farklılıklardan söz edilebilir.
Zekiyan, bu paradigma değişimini, Helenistik dönem öncesini ontolojik,
Helenistik dönemi deontolojik olarak tanımlayarak açıklar. Bunun anlamı, insanın,
artık kavram düzeyinde metafizik-ontik bir gerçeklik olarak değil, gerek bireysel
gerekse toplumsal davranışlarını da kapsayacak şekilde etik bir gerçeklik olarak ele
alınmasıdır. Felsefenin merkezî uğraşı, metafizikten etiğe kaymış; soyut düzeyde
bir insan kavrayışından daha somut düzeyde bir insan yaklaşımına geçilmiştir
(Zekiyan, 1982: 68). Bu değişime, toplumsal açıdan iki temel unsur sebep olarak
gösterilebilir: Birincisi, Makedonya imparatoru İskender’in fetihleri sonrası doğu
dünyası ile girilmiş olan etkileşim; ve ikincisi, yeni siyasal düzende bireyin,
imparatorluk içerisinde, site içerisinde olduğundan daha basit ve yalnız başına bir
yer işgal ediyor oluşu (Okandan, 1941: 806). Ayrıca, sosyal açıdan bu konumda
bulunan bireyi, felsefelerinin merkezine yerleştiren Helenistik dönem düşünürleri
de, siyasete yön verebilme açısından Platon ve Aristoteles gibi isimlerin bulunduğu
konumun oldukça uzağındadırlar (Dudley, 1937: 124).
MacIntyre, bahsettiğimiz döneme daha yakın tarihlerde yaşamış ve
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
90
91
Toplumsal Paradigmanın Felsefî Düşünüşe Etkisi: Stoa ve Kant Örneği
dolayısıyla toplumsal durumu daha iyi analiz etmiş bazı tarih yazarların, örneğin
Diogenes Laertius ve Cicero’nun eserlerinden, Yunan toplumunun orta sınıfının
içerisinde bulunduğu durumun, henüz Kinikler ve Kireneliler’den başlayarak, bir
çeşit güvensizlik ve umut yokluğu olarak okunabileceğini savunur (MacIntyre,
2001b: 116): İçinde bulunulan dönem, ahlâkî hayatın dış unsurlarında ciddi
değişimin yaşandığı bir dönemdir. Ahlâkî hayat, artık, içerisinde, ahlâkî ve politik
değerlendirmenin birbiriyle bağlantılı olduğu topluluklara değil, politik olarak
güçsüz topluluklara dâhil insanların değerlendirmelerine ilişkindir.
Böyle bir
ortamda da birey ile devlet arasında bir karşıtlık oluşması kaçınılmazdır. Bu şartlar
bulmaktan ziyade, evren içerisindeki yerinde bulur (MacIntyre, 2001b: 114).
Bir yanıyla Platon ve Aristoteles’in varlık felsefesinden kendini henüz tam
olarak soyutlamamış olan Stoa felsefesi, ele aldığı bireye, bir yandan onun fiziken
evren veya doğa karşısında konumlandığı pozisyonu da izah edecek ahlâk merkezli
bir sistem ortaya koymaya çalışır. Bu sisteme göre; kozmik bütünün bir parçası
olarak insan, bu bütüne hâkim olan rasyonel/erekli yapıyı, ahlâkî yaşamında da
örnek model olarak almalıdır (Özlem, 2010: 66).
MacIntyre’ın iddiası, Stoacılığın içerisine doğduğu toplumsal koşulların bir
açıdan benzerinin, 18. yüzyıl Avrupa’sında yeniden oluştuğu ve bu bağlamda, en üst
seviyede Kant’ın ödev ahlâkıyla temsil edilen Aydınlanma ahlâkının, Stoa ahlâkı
özelinde Helenistik dönem felsefesi tarafından öncelendiğidir. Her iki dönemde de
erdem ile yasa arasındaki bağ koparılarak, erdemin içerdiği anlam dönüştürülmüş
ve ahlâkî hayat, pratik erdemler olmaksızın sadece teorik yasaya bağımlı bir hale
getirilmiştir (MacIntyre, 2001a: 251-252). MacIntyre, bu açıdan, Aydınlanma
düşüncesinin içerisinde bulunduğu feodalite ile hesaplaşma psikolojisi ile
Helenistik felsefenin varlık sebebi olan Yunan site devletinden imparatorluk
yönetimine geçiş örtüştüğünü savunur:
Devlet toplumdan ayrı hâle gelir; Orta Çağlarda toplumsal bağlar ve politik
bağlar feodalizmin birliği ve πολις’in3 birliği tamamen farklı olsa bile, tıpkı
3
Πολις: Polis.
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
altında birey, kendi ahlâkî çevresini, herhangi bir toplumsal ya da politik çerçevede
Muhammet Topuz
Grekler için de olduğu gibi bir birliğe sahiptirler. Artık bir insân, devletle, üstleri
ve astları her bakımdan bağlayan bir toplumsal ilişkiler ağı yoluyla değil, fakat
sâdece uyruk olarak bağlantılanır (MacIntyre, 2001b: 140).
Aydınlanma felsefesi, yeni ve iki binyıl öncekinden farklı bir paradigmayla da
olsa, sonuçta bir çeşit insanı yeniden tanımlama, yerini belirleme ve ne yapması
gerektiğini tayin etme çabası gösterir. Aydınlanma düşünürleri, belki işe Stoacılar,
Epikurosçular ve Septikler gibi “ne yapmalıyım?” sorusuyla başlamazlar, ancak,
nihâyetinde bu soruyu da soracakları bir yeni felsefe inşa ederler. Gerçekten de,
Aydınlanma’nın bir tanımını yapmak isteyen pek çok yazar, yukarıda Helenistik
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
dönemi oluşturan toplumsal/siyasal atmosferi anlatırken kullandığımız kavram ve
tanımlamalara doğrudan veya dolaylı olarak başvurmaktadır:
Aydınlanma, insanın bir yandan kendini doğal bir varlık olarak benimserken, öte
yandan insanlığın ancak insanın özüne ve doğasına, mantığına uygun, insancıl bir
toplum düzeninde gerçekleştirilmesinin olanaklı ve zorunlu olduğu ayrımsaması,
giderek kendi yeteneklerinin bilincine varması anlamına gelir (Buhr, Schroeder,
Barck, 2003: 8,9).
Kant, kendisinden önceki iki felsefe okulunun, rasyonalist okulla deneyci okulun
kimi değerli vukuflarını bir araya getirerek, gerek bilim ve gerekse ahlâkın temel
ilkelerinin öznel kökenlerini ortaya koyan önemli bir model oluşturmuştur. Her
şey bir yana, onun hümanizm filozofu, insanın bilgi ve eylemin temel ilkelerini,
ilahî bir yardım almadan kendi başına keşfedebileceğini ve hayatını bu ilkelere
göre düzenleyebileceğini savunmak anlamında beşerî özerklik filozofu olduğu
haklı olarak ileri sürülebilir (Cevizci, 2009: 707).
Burada aydınlanmak isteyen insanın kendisi, aydınlatılması istenen şey de,
insanın hayatının anlam ve düzenidir. Bu da tipik bir tarih fenomenidir: İnsanlık
tarihinde bir zaman gelip de hayatın düzenini ayarlamış olan değerler, formlar
canlılıklarını yitirince, yeni bir düzene kılavuzluk edecek düşünceler aranır. İşte
yeniçağın aydınlanması da bu çeşitten bir arama ve bulmadır. Aydınlanmayı
başlatan soru ilk olarak 18. yüzyılda ortaya konmamıştır. (Gökberk, 1985: 325).
Bu noktaya kadar Helenistik felsefe ile Aydınlanma felsefesi arasında
benzerlikler gösteren belirleyici sürecin, her iki felsefî hareketin, bizim konumuzu
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
92
Toplumsal Paradigmanın Felsefî Düşünüşe Etkisi: Stoa ve Kant Örneği
teşkil eden zirve noktalarının, yani Stoa felsefesi ile Kant felsefesinin kendi
karakterlerini oluşturmasında yine benzer bir yol haritası yarattığı gözlemlenebilir.
Stoacılar tarafından evrenin merkezine yerleştirilen insanın ilk yaptığı şey,
kendisini tanımak olur. Bunu Khrysippos “her canlının sahip olduğu ilk şey, kendi
yaratılışı ve bu yaratılışın bilincidir” (Laertios, 2010: VII-85) diyerek vurgular.
İnsan, kendi benliğinin farkına vardıktan sonra tüm algısını bu merkeze göre
konumlandırır. Bu, özne-merkezlilik, epistemik açıdan olduğu gibi, ahlâkî açıdan
da geçerlidir: İnsan, algılamanın olduğu gibi, değer biçmenin temelini de dış
nesnelere göre değil, kendi rasyonalitesine göre oluşturur. Doğru eylemin temel
dayanağı, bireyin bizzat kendisindedir; dışarıdan gelecek herhangi bir ölçüt, ancak
bu değerlemenin bir aracı olarak ikinci plandadır. Bu öznellik, tekil bir insandan
çoğul anlamda insanlara ve ayrıca epistemolojiden ahlâka doğru genişler: Stoacılık,
kendisini, “içsel bir deneyim ile her bir bireyin içinde yaşadığı dışsal dünyadan
oluşturmaya yöneldiği deneyim arasındaki uyumla tanımlamayı amaçlayan bir
bilgelik” ortaya çıkarır (Brun, 2006: 40-41).
Stoacıların bu kalkış noktası, bize, şüphesiz Kant’ın, insanın bilme yetisine
getirdiği açıklamayı veya diğer bir deyişle Salt Aklın Eleştirisi’ni hatırlatır. Eleştiri,
Kant’ın kullandığı anlamda insan aklının sınırlarını, yapabileceklerini belirlemedir.
Aydınlanma düşüncesinin özne merkezliliğinden hareket eden Kant, bilme
yetisinin sınırını, insanı bilme ediminin merkezine yerleştirerek çizer. Kant’ın
yapmak istediği şey, kendi ifadesiyle, Kopernik’in astronomi alanında yaptığı
devrimi felsefe alanına uyarlamaktır. Tıpkı Kopernik’in, dünyanın merkezde olduğu
ve gözlemlenen gökcisimlerinin onun etrafında döndüğü varsayımını terk ederek
dönmekte olanın dünya olduğu yeni bir varsayım ortaya koyması gibi, Kant da
bilme sürecinin, nesnelerin kendilerinde var olduğu kabul edilen nitelikler
üzerinden değil, insanın kavrama yetisinin nesnelere yüklediği anlamlar üzerinden
başladığını varsayar (Kant, 2008: 74-76); dolayısıyla insanı felsefesinin merkezine
yerleştirir.
Kant’ın, Aydınlanma düşüncesi içerisinde üstlendiği bir başka rol, insanın,
genellikle tekil olarak açıklanmaya çalışılan bilme edimine, Stoacılarda olduğu gibi
evrensel bir nitelik kazandırmaktır. Kant’ın transandantal idealizminin öznesi, tüm
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
93
Muhammet Topuz
insanlardaki ortak a priori unsurları bünyesinde barındıran bir örnek model olarak
tasarlanır. “Her insan tektir; türünün biricik örneğidir ama bilme yetisinin
(düşünme ve dile getirme, yargıda bulunmanın buluştuğu nokta) işleyişinin ortak
yönleri vardır.” (Çotuksöken, 2002: 20, 29).
Fizik ve mantık4 üzerinden inşa edilen bu evrenselleştirme, gerek Stoacılar
için gerekse Kant için beraberinde bir sorun getirir: İnsanın, içerisinde
konumlandığı evreni müşterek bir biçimde kavrayabilmesi, anlama yetisinin belirli
kurallar çerçevesinde işlemesine olduğu kadar, doğada olup bitenlerin de belirli bir
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
yasa çerçevesinde olup bitmesine de bağlıdır. Hem Stoacılar hem de Kant, bu
türden bir doğa yasasının var olduğu konusunda hemfikirdirler. Fakat bu yasa,
doğanın bir parçası olarak insanın da tâbi olduğu bir yasadır. Doğa yasasının
dayandığı bu zorunluluk ilkesi, oluşturulacak ahlâk yasasının dayanacağı özgürlük
ilkesi ile bir çatışma yaratır. Stoa fiziği, Stoa ahlâkını, bu özgürlük problemine,
Kant’tan daha belirgin ve hızlı bir biçimde sürükler. Stoacılara göre evren, varlığın
maddî ilkesi olan ateşin, akılsal ilkesi olan logos tarafından çeşitli fiziksel şekillere
dönüştürülmesi ile var olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Evrende, ilâhî ve
akılsal logosun yasası uyarınca düzenli ve sonsuz bir döngü söz konusudur. Evren,
onun bir parçası olan insanı da içerisine alacak şekilde, önceden belirlenmiş bir yasa
uyarınca, öncesiz-sonrasız bir şekilde ilerlemektedir (MacIntyre, 2001b: 119). Bu
belirlenimcilik, biri doğa yasasını, diğeri ahlâk yasasını hedef alan iki paradoks
ortaya çıkarır: Birincisi, böylesine belirlenmiş bir evren tasarımında, insanın, nasıl
olup da söz konusu doğa yasasına uymayı beceremediğidir5; ikincisi ise, zorunlu
olarak doğa yasasına uyduğu taktirde özgürlüğün nasıl söz konusu edilebileceğidir.
Her ne kadar, ortaya koyduğu epistemolojinin, doğada kendiliğinden var
olan bir nedensellik ilkesini tam olarak kavramamızı sağlayamayacağını özellikle
vurgulasa da Kant, Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi’ni (1786) ve Pratik Aklın
Eleştirisi’ni (1788) yazmadan, yani bir anlamda ahlâk felsefesini tam olarak ortaya
4
Stoacıların mantık olarak kategorize ettiği alan, aslında bugünkü literatürde daha çok
epistemoloji olarak zikredilir. Bununla beraber Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’ne,
Stoacıların da kullandığı Helenistik dönemin geleneksel “fizik, mantık, etik” bölümlemesini
kendisi için de makul kabul ederek başlar (1998: 1).
5
Yukarıda da gördüğümüz gibi, Stoacı ahlâk, insanın doğa yasasına uyması temeline dayanır.
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
94
Toplumsal Paradigmanın Felsefî Düşünüşe Etkisi: Stoa ve Kant Örneği
koymadan önce, özgürlük sorununa bizzat kendisi işaret eder. Dünya Yurttaşlığı
Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi (1784) isimli yazısında doğanın belirleyici
karakterini öne çıkarır: İçerisinde yaşadığımız ve ömrünün kısa bir kısmını mütalaa
edebildiğimiz dünyayı, biraz daha geniş bir perspektiften ve biraz daha uzun bir
süreliğine gözlemleme şansımız olsaydı, onun nasıl da belirli bir düzen içerisinde
ilerlediğini fark edebileceğimizi savunur (Kant, 2006a: 30-31). Salt Aklın
Eleştirisi’nin ikinci basımı (1787) için hazırladığı önsözde ise hususiyetle doğa yasası
karşısında özgürlük problemine eğilir: İnsanın bilgi edinme sürecinin sağlıklı bir
şekilde tasarımlanabilmesi için doğa yasasının evrensel bir niteliği olarak kabul
edilen nedensellik, doğada herhangi bir şeyin, insan iradesinin etkisiyle olacağından
farklı olarak gerçekleşmesinin önünde açık bir engeldir (Kant, 2008: 80-81).
Stoacıların karşılaştıkları bu zorunluluk – özgürlük çatışmasına getirdikleri
açıklama ile Kant’ın eleştiri öncesi dönemde bu konuyu çözmeye çalışma biçimi
oldukça benzerdir. Khrysippos, Stoacılar arasında özgürlük problemini ciddi
biçimde ele alan ilk isim olarak, akla, epistemolojide üstlendiği rolü aşan bir değer
verir. Khrysippos’a göre, evet, insan davranışları da dahil, evrende her şey
belirlenmiştir ve evrende nedeni olmayan hiçbir olay mevcut değildir; dolayısıyla
insanın iradî denen davranışlarının da bir nedeni vardır. Ancak insan davranışlarının
belirleyici nedeni insan iradesinin, insan zihninin kendisidir. İradî davranışlar,
nedeni olmayan veya belirlenmemiş davranışlar değildirler, onlar insanın kendi
dışındaki bir neden tarafından değil de, bizzat kendisi tarafından belirlenmesinin
(self-determinated) sonucu olarak ortaya çıkan davranışlardır (Arslan, 2010: 343).
Kant ise problemi, felsefî sisteminde determinizme Stoacılar gibi önemli bir yer
veren Leibniz’e yaklaşarak aşmak ister. Ona göre, doğa yasasının belirleyici
karakteri, ne özgürlüğü ne de ahlâk yasasının imkânını ortadan kaldırmaz. Gerçi
her olay bir önceki başka olay ile, o da bir önceki bir başka olay ile bağlantı
halindedir; ancak, insan davranışı söz konusu olduğunda etkin neden, insanın
dışındaki bir başka nesne değildir. İnsan davranışının etkin nedeni, onun isteyerek
boyun eğdiği eğilimleridir. Her iradî karar aşamasında insan, temelde iki farklı
alternatif arasında kalır ve özgür olarak hoşuna gideni seçer. Seçimin özgür
olabilmesi için iradeye dayanıyor olması yeterlidir; ayrıca bir takım dış etmenlerin,
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
95
Muhammet Topuz
yapılan tercihe doğru bir zorlama uyguluyor olması, kararın iradî bir karar olduğu
gerçeğini değiştirmez: Eylem, aslında, kaçınılmaz olabilir ama gerçekleştiğine göre
eyleyen de bundan kaçınmak istememiştir (Akarsu, 1999: 58-59).
Özgürlük probleminin aşılmasıyla, doğa yasasının belirleyici karakterinden
sıyrılan insan, şimdi, ahlâk yasası için yeni bir evrensellik yaratmak durumundadır.
Zira, bireysel düzeyde temellendirilecek bir ahlâk yasası, sınırsız özgürlük gibi bir
problemle karşılaşacaktır; Stoacılar da Kant da bu problemin, bireyin kendini bir
bütünle tamamlaması yoluyla ortadan kaldırılması gerektiği kanaatindedir. Birey,
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
“yüksek bir düzen karşısında kendi özerkliğiyle boyun eğmelidir” (Ülken, 2001:
179). Dolayısıyla hem Stoacılar hem de Kant, ahlâkî edimlere dayanak olması için,
değerini kendisinden alan, dışarıdan gelen herhangi bir etkiye bağlı olarak öz
niteliği değişmeyecek ve insanın her türlü eylemine uygulanabilecek saf bir iyi
arayacak ve bu saf iyiyi, akıl sahibi her insan için geçerli olacak bir ödeve
dönüştürmek isteyeceklerdir.
Evrenin varlığında somutlaşarak Stoa fiziğinin temelini oluşturan mutlak
akıl, ahlâk söz konusu olduğunda da mutlak iyiye dönüşerek yeni bir temel inşa
eder. Doğanın, mutlak aklın vücuda gelişi olması gibi, ahlâken iyi eylem de mutlak
iyinin vücuda gelmesidir (Zekiyan, 1982: 72-73). Mutlak iyi, esasen, mutlak akıl ile
özdeştir. Bu durumda doğal olan, herkeste ve her şeyde mevcut olan mutlak aklın
ve ona bağlı olarak mutlak iyinin üstün gelmesidir. Doğaya aykırı olan ise, insanî
içgüdülerin mutlak aklı veya mutlak iyiyi bastırarak üstünlük kazanmasıdır.
Stoacılar tarafından mutlak aklın yasasına uyum olarak tanımlanan erdem,
böylelikle ahlâk tarihinde ilk kez ödev formunda kendini gösterir ve olan ile olması
gereken arasında bir ayrım ortaya çıkar: “Doğaya, akla uygun bir hayat yaşamak bir
ödevdir” (Gökberk, 1985: 106), olması gerekendir.
Kant, her insan geçerli olacak ahlâkî zorunluluğun kaynağını, oldukça farklı
bir tarzda da olsa, Stoacılar gibi yine akılda bulur. Ahlâkın tasarım sahası olan
pratik aklı teknik pratik akıl ve salt pratik akıl olarak ikiye ayırır. Teknik pratik
aklın dış etmenlere bağlı olarak işlediğini, hipotetik yargılar oluşturduğunu ve bu
karakteriyle eudaimonist teorilere zemin hazırladığını, salt pratik aklın ise dış
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
96
Toplumsal Paradigmanın Felsefî Düşünüşe Etkisi: Stoa ve Kant Örneği
etmenlerden tamamıyla bağımsız olarak kendi kendine işlediğini, kategorik yargılar
oluşturduğunu ve bu karakteriyle bir tür sonuç değil, niyet ahlâkına zemin
hazırladığını savunur. Kategorik, yani hiçbir koşula bağlı olmayan gereklilik, Kant’a
göre, salt pratik aklın temel fenomenidir; deneyimlerin bir sonucu değil, aklın
kendi kendisinin, başka türlü olması mümkün olmayan bir olayıdır. Bu olay, kendi
olanağı ve bundan çıkarılacak sonuçlar hakkında fikir yürütmelerden önce gelir.
(Heimsoeth, 2007: 123-124). Bir anlamda Kant, bilgi alanında spekülasyon yapmaya,
koşulsuz olana ulaşmaya çalıştığı için metafizikten soyutlayarak dizginlediği aklı,
ahlâk alanında ödev nosyonuna ulaşabilmesi için serbest bırakır.
Bu ortak yol haritasında geriye tek bir basamak kalır; o da Stoacı ve Kantçı
ödev nosyonunun, herhangi bir tekil özne tarafından dahi reddedilmesini rasyonel
olarak imkânsız kılacak bir temellendirmedir.
Stoacılar, kendilerinden önceki ahlâk anlayışından farklı olarak, erdemi, bir
tür çoğul erdemler kümesi olarak değil, tekil bir ifade olarak kullanırlar. Stoacı
erdem, bir tür ya hep ya hiç meselesidir; birey, erdeme ya sahiptir ya da değildir.
Aristoteles’in çoğul bir küme olarak ele aldığı ve nihâî amaca, yani mutluluğa özdeş
değil, paralel bir anlamda kullandığı erdem kavramı, Stoacıların elinde tekil ve nihâî
amaçla, yani mutlulukla zaten özdeş olup onu ikinci plana iten bir kisveye
bürünmüştür. Stoacı erdem, Kant ahlâkındaki iyi istemenin “etkilerinden ve
başardıklarından değil, konan herhangi bir amaca ulaşmaya uygunluğundan da değil,
yalnızca isteme olarak, yani kendi başına iyi” (Kant, 1998: 9) oluşuna benzer
şekilde, sadece ve sadece “kendisi için seçilmelidir; yoksa bir korku, bir beklenti ya
da dışarıdan gelen bir dürtüyle değil” (Laertios, 2010: VII-89). Gerek Kant’ın ahlâk
yasası, gerekse Stoacı erdem, kendi varlığını, kendisi olmak suretiyle temellendirir;
insanın yapması gereken, sadece onu bulmak ve ona uymaktır. Stoa ahlâkı,
bütünüyle doğaya hâkim olan aklı, bizde de var olan parçası ile keşfetmemiz ve bu
evrensel akla uymamız temeline; “Kant’ın ahlâk felsefesi, kendi varlığımızda bilip
tanıyacağımız, açığa çıkaracağımız bir ilkeye, ‘olması gerek’ten gelen buyruğa,
imperativ’e dayanır” (Heimsoeth, 2007: 43).
Görülebileceği üzere, her iki ahlâk anlayışı da, etraflıca incelendiğinde tespit
edilebilecek aralarındaki pek çok farklılığa rağmen, bir yandan bireysel özgürlük,
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
97
Muhammet Topuz
evrensel geçerlilik, ödev, rasyonalite gibi bazı ortak dayanaklar barındırırlar, diğer
bir yandan da birbirlerine oldukça benzer bir dizge içerisinde temellendirilebilir ve
izah edilebilirler. Bu benzerlikte, inşa edilmeye başlanmalarından önce içerisinde
doğdukları kültürlerin toplumsal/siyasî şartlarının yarattığı toplumsal paradigmanın
rolü yadsınamaz. Bunun en açık göstergesi, sadece her iki ahlâk anlayışının değil,
içerisinde ele alındıkları felsefî sistemlerin de, yani genel olarak Stoa felsefesi ile
Kant felsefesinin diğer bazı alt dallarının da birbirlerine benzer unsurlar
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
taşımasıdır.
Kaynaklar
Akarsu, B. (1998). Ahlak Öğretileri: Mutluluk Ahlakı. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Akarsu, B. (1999). Ahlak Öğretileri: Immanel Kant’ın Ahlak Felsefesi. İstanbul: İnkılap
Kitabevi.
Arslan, A. (2010). İlkçağ Felsefe Tarihi 4: Helenistik Dönem Felsefesi. İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Brun, J. (2006). Stoa Felsefesi (çev. M. Atıcı). İstanbul: İletişim Yayınları.
Cevizci, A. (2009). Felsefe Tarihi. İstanbul: Say Yayınları.
Çotuksöken, B. (2002). Felsefe: Özne-Söylem. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Dudley, D. R. (1937). A History of Cynicism. London: Methuen & Co.
Gökberk, M. (1985). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Heimsoeth, H. (2007). Kant’ın Felsefesi (çev. T. Mengüşoğlu). İstanbul: Doğu Batı
Yayınları.
Kant, I. (1998). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (çev. I. Kuçuradi). Ankara:
Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
Kant, I. (2000). Prolegomena (çev. I. Kuçuradi & Y. Örnek). Ankara: Türkiye
Felsefe Kurumu Yayınları.
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
98
Toplumsal Paradigmanın Felsefî Düşünüşe Etkisi: Stoa ve Kant Örneği
Kant, I. (2006a). Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi
(çev. U. Nutku). Tarih Felsefesi Seçme Metinler (haz. D. Özlem & G. Ateşoğlu).
Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Kant, I. (2006b). İnsanlık Tarihinin Tahmini Başlangıcı (çev. M. Bal & G.
Ateşoğlu). Tarih Felsefesi Seçme Metinler (haz. D. Özlem & G. Ateşoğlu).
Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Kant, I. (2006c). Kılgısal Usun Eleştirisi (çev. A. Yardımlı). İstanbul: İdea Yayınevi.
Kant, I. (2008). Salt Aklın Eleştirisi (çev. N. Bozkurt). Fikir Mimarları 2: Kant.
İstanbul: Say Yayınları.
Laertios, D. (2010). Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri (çev. C. Şentuna).
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
MacIntyre, A. (2001a). Erdem Peşinde (çev. M. Özcan). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
MacIntyre, A. (2001b). Ethik’in Kısa Tarihi (çev. H. Hünler & S.Z. Hünler).
İstanbul: Paradigma Yayınları.
Okandan, R.G. (1941). Kadim Yunan’da Aristoteles’ten Sonraki Devirlerin Siyasi
Telakkileri. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 7 (4).
Özlem, D. (2010). Etik: Ahlak Felsefesi. İstanbul: Say Yayınları.
Ülken, H. Z. (2001). Ahlâk. İstanbul: Ülken Yayınları.
Zekiyan, B. (1982). Hümanizm. İstanbul: İnkılap & Aka Kitabevleri.
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, Volume 2, Issue 1, June 2012
BEYTULHIKME An International Journal of Philosophy
99
Download