ÜNİTE 2: EPİSTEMOLOJİ (BİLGİ FELSEFESİ) SELMA ÇAKIR Konusu:İnsan zihninin kesin bilgilere ulaşıp ulaşamayacağını, doğru bilginin ölçütünün ne olduğunu, bilginin kaynağını sorgular. Doğruluk (Hakikat) nedir?:Düşüncenin(sujenin), nesneye(objeye) uygunluğudur. Gerçeklik (Realite) nedir?:Zihinde düşünülen veya tasarlanan bir şeyin dış dünyada karşılığının bulunmasıdır. Not:Doğruluk, düşüncenin; gerçeklik ise varlığın(objenin) özelliğidir. Temellendirme nedir?:Felsefede ileri sürülen bir sav ya da görüş için onun doğruluğunu destekleyen birtakım kanıtlar bulma işlemidir. DOĞRU BİLGİNİN İMKANSIZLIĞINI SAVUNANLAR SOFİSTLER:Yunan’da politikaya atılmak isteyen zengin sınıfın çocuklarına para karşılığında ders veren filozoflardır.Gittikleri yerlerde yasa, geleneklerin farklı olduklarını gözlemişler, şu fikirleri ileri sürmüşlerdir: Herkesin üzerinde anlaşabileceği genel-geçer bilgiler yoktur. Algılama, kişinin o andaki durumuna bağlıdır.Doğru bilgi kişiden kişiye değişir. Felsefede bu fikre “subjektif relativizm”(öznel görelilik) denir. Sofistlerin felsefeye getirdiği katkılar:Felsefenin doğa probleminden sıyrılıp insan ve toplumla ilgili konulara yönelmesini sağlamışlardır.Dogmatik fikirlere karşı çıkmışlardır. Ancak şüpheci felsefeye zemin hazırlamışlardır. SEPTİSİZM(Şüphecilik):Temsilcileri Pyrrhon, Timon, Arkesilaos ve Karneades’tir. Şüphecilik, insan zihninin kesin bilgiye ulaşamayacağını, gerçeğin özünü bilemeyeceğini savunur. Pyrrhon:Hiçbir şey ne doğrudur, ne de yanlıştır.Duyu organları, insanı yanıltabilir.Örneğin, suya batırılan bir kaşık kırıkmış gibi algılanır.Böyle olunca akıl ve kavramlar da yanılmalarla doludur.Her yargı ve her yargının çelişiği için aynı güçte kanıtlar vardır.Yapılması gereken şey, yargıda bulunmaktan kaçınmaktır. Timon:Öğretmeni Pyrrhon’un felsefesini 3 soruda özetlemiştir: 1. Nesnelerin yapısı nedir? “Bilinemez, kavranamaz.” 2. Nesneler karşısında duruşumuz ne olmalıdır? “Yargıda bulunmaktan kaçınmak.” 3. Böyle bir duruştan ne kazanırız? “Mutluluk, sarsılmazlık.” Arkesilaos:Duyular ve akıl yoluyla elde edilen bilgilerin genel-geçer bilgi olduğuna bizi inandıracak hiçbir kanıt yok.Doğru dediğimiz bilgiler, gerçekten doğru değil, belki de doğruya yakın bilgilerdir. Karneades:Doğru için elimizde güvenilir bir ölçüt yok, bütün bilgilerimiz yalnızca olasılık değerindedir. DOĞRU BİLGİNİN MÜMKÜN OLDUĞUNU SAVUNANLAR RASYONALİZM(AKILCILIK) Doğru bilgi duyularla değil, akılla elde edilir.Duyular, bizi yanıltabilir, algılama kişiden kişiye değişir.Bilgi, akıl ve onun işlevi olan düşünme gücü ile oluşur. Kesin bilgileri(matematik ve mantık), doğuştan gelen aklın ilkelerinden ediniriz. 1 İLKÇAĞ RASYONALİSTLERİ SOKRATES:Ona göre doğru bilgi genel-geçer, kesin ve mutlak bilgidir.Bu da matematik ve mantıktır.Bu bilgiler insan zihninde doğuştan bulunur, fakat zamanla küllenip unutulmuşlardır.Bu bilgileri açığa çıkarmak için karşılıklı konuşmaya dayanan bir yöntem (diyalektik yöntem) geliştirmiştir.Bu yöntem iki safhadan oluşur: a) İroni(alay) safhası:Bir şeyler bildiğini zanneden kişiyle alay ederek aslında onun hiçbir şey bilmediğini ortaya koyar. b) Maiotik(doğurtma) safhası:Kişiye onu düşündürmeye yönelik sorular sorarak onun ruhunda gizli bulunan bilgileri açığa çıkarır. Sokrates, bu yöntemi hiç geometri bilmeyen bir köleye uygulamış, ona geometri problemini çözdürmüştür. PLATON(Eflatun):Evreni 2’ye ayırmıştır: a) Duyular evreni:Duyu organlarıyla bilinen madde dünyasıdır.Bu evrenin bilgisi sanıdan ibarettir. b) İdealar evreni:Akıl yoluyla bilinen, değişmez özlerin ilk örneği olan idealar dünyasıdır. Nesne, ideanın bir kopyasıdır. Platon, bilgiyi “ruh” kavramıyla açıklamıştır.Ruh, yeryüzüne inmeden önce idealar aleminde yaşıyordu ve ideaları biliyordu.Ruhun yeryüzüne indiğinde bilmesi demek, ideaları hatırlaması demektir.Bu düşüncesini şu ünlü sözüyle ifade etmiştir: “Bilmek, ideaları hatırlamaktır.” Platon da Sokrates gibi doğru bilginin insan zihninde doğuştan bulunduğunu savunur. ARİSTOTELES(ARİSTO):Mantığın kurucusudur. O, rasyonalizmi mantığa dayandırmıştır. Ona göre doğru bilgi zihinde doğuştan bulunmaz.Ancak akılda, duyu organları tarafından elde ettiği bilgiyi işleme ve tümel kavramları oluşturma yeteneği doğuştan vardır.Doğru bilgi, tümdengelim yöntemiyle elde edilir.Zihin, tümelin bilgisinden tekilin bilgisini kıyas(akıl yürütme) ile çıkarır. Aristo’ya göre doğru bilginin malzemesini edilgen akıl, onun biçimlenmesini etkin akıl sağlar. YENİÇAĞ RASYONALİSTLERİ DESCARTES:Analitik geometrinin kurucusudur.Amacı, aynen matematikte olduğu gibi felsefede de sağlam ve sarsılmaz bilgiye ulaşmaktır.Bunun için şüphe yöntemini kullanmıştır: “Her şeyden şüphe edebilirim, ama şüphe etme eylemimden şüphe edemem.Şüphe etmek, düşünmek demektir.Düşünüyorum, öyleyse varım.”Böylece Descartes,önce kendi varlığını kanıtlamıştır.Tanımında var olan “yetkin” kavramından Tanrı’nın varlığını; en yetkin varlık olan Tanrı’nın bizi aldatmayacağı görüşünden hareket ederek dış dünyanın varlığını kanıtlamaya çalışmıştır.Böylece mutlak doğrulara ulaşılabileceğini savunur. Onun rasyonalizmi, dogmatik rasyonalizmdir. Ona göre sadece matematik ve mantık değil, felsefenin konuları olan “tanrı” ve “ruh” kavramları da zihinde doğuştan bulunur. İnsan zihnine bu kavramları Tanrı yerleştirmiştir.Doğru bilgiye salt akıl yürütmeyle ulaşılır. Not:Septisizmde şüphe etmek bir amaçtır, insan her şeyden şüphe etmeli, yargıda bulunmaktan kaçınmalıdır.Oysa Descartes’da şüphe, doğru bilgiye ulaşmak için bir araçtır, Descartes şüpheyi bir yöntem olarak kullanmıştır. 2 SPİNOZA:Matematiği, özellikle de geometriyi bütün bilimlerin içinde en ideal bilim kabul eder.Ona göre deneyden elde edilen bilgileri kaynağı, duyumlardır, bunlar karmaşık bilgilerdir.Kesin ve gerçek bilginin kaynağı, doğrudan doğruya akıl veya zihindir.Tanrının varlığını, geometriyle benzerlik kurarak kanıtlamak istemiştir: “Uzay olmadan geometrik şekiller bir hiç iseler, Tanrı olmadan da nesneler bir hiçtir.” LEIBNIZ:Doğruları ikiye ayırmıştır: a) Olgu doğruları:Gözlem ve deneye dayanırlar, bunların mevcut ve doğru olabilmesi için yeterli derecede kanıt göstermek gerekir.(yeter-sebep ilkesine dayanırlar) Ancak bunlar, zorunlu değildir, mümkündür. b) Aklın doğruları:Matematik ve mantık önermeleridir.Bunlar, “çelişmezlik” ilkesine dayanırlar, akıl bunları reddederse çelişki olur.Bunlar, kesin ve zorunludur. Leibniz, aklın doğrularını, olgu doğrularından üstün tutmuştur.Olgu doğrularının varlığını kabul ettiği için ılımlı bir rasyonalisttir. HEGEL:Felsefenin çıkış noktası, akıldır.Deneye başvurmadan sırf düşünce ile kesin bilgiye ulaşılabilir.Özne ile nesne aynıdır, aklın değişik biçimleridir.Duyu organlarıyla elde edilen bilgiler, bize varlığın özünü veremez.Bilgi, ancak kavramlar üzerine düşünerek sağlanır.Herakleitos’un diyalektik fikrinden yola çıkarak düşüncenin tez-antitez-sentez biçiminde geliştiğini savunur.Örneğin, varlık(tez), yokluk(antitez) , oluş(sentez) İslam dünyasında rasyonalizmin en büyük temsilcisi, Farabi’dir. FARABİ: Aristotelesçi bir düşünürdür. Ona göre biri duyusal- diğeri ussal(akli) olmak üzere iki tür bilgi vardır.Duyusal bilgiler, tekil bilgilerdir, bilimsel bilgi değildirler, ama onun maddesini oluşturarak bilimsel bilgiye olanak sağlarlar.Akıl da bu tekil bilgileri biçimlendirerek ve kalıba sokarak genel kavramlara ve yargılara dönüştürür.Böylece kesin ve genel-geçer bilgilere ulaşır. Ona göre insanın en güvenilir yetisi akıldır.İnsan, aklın kurallarına ve mantığın ilkelerine uyarak her konuyu çözümleyebilir.Akıl, iyiyi, kötüden; doğruyu, yanlıştan ayırabilir. EMPİRİZM(DENEYCİLİK) Rasyonalizmin karşıtıdır ve bilginin kaynağının deneyim olduğunu savunur.Bu akıma göre akılda doğuştan gelen hiçbir bilgi, ilke veya düşünce yoktur.İlkçağda en yalın biçimini Epikuros savunmuştur: “Bütün bilgilerin ilk kaynağı duyumlardır.Mühür, balmumuna nasıl kendi izini bırakırsa nesneler de bizde belli izler bırakır.Yanılma, duyulardan değil, aklın eklediği yargılardan gelir. ”Empirizmin anayurdu Britanya’dır. LOCKE:En çok Descartes’ın görüşlerine karşı çıkmıştır.Ona göre matematik ve mantık zihinde doğuştan bulunsaydı, bu bilgilerin yeni doğan bir bebekte ve cahillerde de bulunması gerekirdi.Eğer “Tanrı” fikri zihinde doğuştan bulunsaydı bütün toplumlarda ve herkeste bu fikrin bulunması ve aynı olması gerekirdi.Bunların hem doğuştan bulunması hem bilinmemesi bir çelişkidir. “İnsan zihni başlangıçta boş bir levhadır.”Duyular ve deneyler, bu boş levhayı zamanla doldurur. “Zihinde bulunan hiçbir düşünce yoktur ki daha önceden duyularda bulunmamış olsun.” Locke’a göre 2 tür deney vardır: a) Dış deney:Dış dünyayı tanımamızı sağlar.(duyum) b) İç deney:Kendi içimizde oluşan olayları, zihnimizin çeşitli işlemlerini bize bildirir.(algı) Bilgi bu iki kaynaktan elde edilir.Boşlukta yer kaplama, biçim, katılık, ağırlık v.b nitelikler birincil niteliklerdir, bunlar kişiden kişiye değişmez.Renk, koku, tat, ısı v.b nitelikler ikincil niteliklerdir, bunlar algılayana bağlıdır. 3 HUME:Ona göre insan zihnini düzenleyen bütün ilkeler deneyden gelmiştir.Doğa yasaları gibi düşünce yasaları da insanın alışkanlıklarından başka bir şey değildir.İnsan zihninde izlenimler ve tasavvurlar(fikirler) bulunur. a) İzlenimler:İnsanın görürken veya işitirken o anda aldığı canlı duyumlardır.Örneğin, çocuğun sobaya dokunduğunda canının yanması bir izlenimdir. b) Tasavvurlar(fikirler):Hatırlama, hayal kurma v.b izlenimlerin canlılığını kaybetmiş kopyalarıdır.Örneğin, çocuğun sobayı gördüğünde canının yandığını hatırlaması, bir tasavvurdur. Hume’a göre izlenimler olmadan tasavvurlar oluşamaz. “Bütün tasavvurlar, izlenimlere dayanır. ” Hume, “nedensellik” tasavvurunun oluşumunu şöyle açıklamıştır:Bir a olayının ardından bir b olayının geldiğini birkaç kez gözlemişsek zihin, alışkanlık sonucu “b’nin nedeni a’dır.” tasavvuruna ulaşır.Ona göre nedensellik ilkesine güvenemeyiz, çünkü iki olay arasındaki bağı duyu organları değil, akıl kurar. CONDILLAC:Bilginin kaynağı olarak iç deneyi(algıyı) reddeder, bilginin kaynağının sadece dış deney olduğunu savunur.Ona göre iç deney, dış deneyin ürünüdür.Empirizmin bir kolu olan bu felsefeye sensüalizm (duyumculuk) denir. BERKELEY:Bilginin kaynağı olarak dış deneyi reddeder, bilginin kaynağının sadece iç deney olduğunu savunur.Ona göre dış deney, iç deneyin ürünüdür. “Var olmak, algılanmış olmaktır.” PRAGMATİZM(FAYDACILIK) Temsilcileri Pierce, W. James, J. Dewey’dir. İnsanın günlük yaşamda ihtiyaçlarını karşılayan, onun işe yarayan bilgi doğrudur.Bilgiye teorik açıdan değil, pratik(uygulamadaki başarısı) açıdan yaklaşmıştır.İnsanın temel amacı, kendi varlığını sürdürmektir.Bu da eylemle olur.Düşüncemiz de eyleme bağlıdır.Bir düşüncenin doğruluğu, onun yararına veya başarılı olmasına bağlıdır. Pragmatistlere göre kesin ve mutlak doğrular yoktur.İnsan ihtiyaçları ve yaşam değiştiğine göre doğru bilgi de zamanla değişir.Metafizik problemlerle ilgilenmemişlerdir. KRİTİK FELSEFE (ELEŞTİRİCİLİK) 18. yüzyıl aydınlanma dönemi Alman filozofu E.Kant’ın felsefesidir.Kant’a göre felsefe, işe doğru bilginin bir kritiğini yaparak başlamalıdır.Bunu yapmayan her felsefe dogmatiktir. Gençliğinde dogmatik ve rasyonalist olan Kant, Leibniz’in etkisindedir.Ancak Hume’un pozitivizminden etkilenmiş, “Hume, beni dogmatik uykumdan uyandırdı.” demiştir. Kritik felsefe hem dogmatizmi hem septisizmi(şüpheciliği) eleştirmiştir.Kant’a göre fenomenleri(duyularla alınabilen şeyleri) bilebiliriz.Numeni(metafiziği) bilemeyiz.Bu alan, zihnin formlarına göre biçimlenmemiştir. Kritik felsefe, hem rasyonalizmi(akılcılığı) hem empirizmi (deneyciliği) eleştirmiştir. Rasyonalizm, sadece düşünme yeteneğine(akıl) ; empirizm sadece duyu organlarına önem vermiştir.Bu felsefelerin ortak yanı, bilgiyi tek bir aktın (suje ile obje arasında ilişki kuran bilinç eylemleri) ürünü saymalarıdır.Oysa Kant’a göre hiçbir bilgi aktı, tek başına bilginin meydana gelişinde yeterli değildir.Kant, bu görüşünü şu ünlü sözüyle ifade etmiştir: “Kavramlar, algısız boş; algı da kavramsız kördür.” Böylece Kant sentez yapmış, bilginin hem deney hem düşünmenin birleşmesi sonucu meydana geldiğini ileri sürmüştür. Kant’ göre bilgi nasıl meydana gelir? Bilgi, deneyle başlar, fakat deneyden doğmaz. Deney, bilginin hammaddesini sağlar.Bu hammaddenin bir biçime, bir düzene sokulması gerekir.Bu da, insan zihninde doğuştan bulunan yargı formlarıyla olur.Zihindeki yargı formları(kategoriler), deneyin sağladığı hammaddeye 4 biçim verir.Biz, dış dünyayı , zihindeki bu yargı formlarına göre biliriz.Eğer zihnimizde başka yargı formları olsaydı, dış dünya ile ilgili bilgimiz de bugünkünden farklı olacaktı.(Kantçı relativizm) Kant’ın relativizmi ile sofistlerin relativizmi arasındaki fark nedir? Sofistlerin relativizmi, subjektiftir.(özneldir) Bilgi, algılayanın o andaki durumuna bağlıdır.Bu, tek tek kişiye özgü bir göreliliktir.Oysa Kant’ta insan türüne özgü bir görelilik vardır.Çünkü duyu malzemesine biçim veren zihindeki yargı formları bütün insanlarda doğuştan bulunur. POZİTİVİZM(Olguculuk) 19. yüzyıl Fransız filozofu A. Comte’un felsefesidir.Felsefe, duyularımızla bildiğimiz olgulardan hareket etmeli, olguların gerisindeki gerçeğe (metafiziğe) inmemelidir.Comte’a göre insan zihni, metafiziği bilemez. Comte’a göre bilimin pozitif olması ne demektir? Bilim, gözlem ve deneyin sınırları içinde kalmalı, sadece olguları açıklamalıdır. Comte’a göre felsefenin pozitif olması ne demektir? Felsefe, metafizikle uğraşmaktan vazgeçmeli, bilimin ilke ve yöntemleri üzerine düşünmelidir, yani bilim felsefesi yapmalıdır. “ÜÇ HAL YASASI” nedir? Comte’a göre insan zihni, tarih içinde birbiri ardınca 3 dönem yaşamıştır: a) Teolojik dönem:Olgular, “tanrı”nın iradesine dayandırılarak açıklanmıştır.Dinsel düşünme biçimi vardır. b) Metafizik dönem:Olgular, doğadaki gizli güçlerle açıklanmıştır.Soyut düşünme biçimi vardır. c) Pozitif dönem:Bir olgu, başka bir olguyla açıklanmıştır.Bilimsel düşünme biçimi vardır. Pozitivist felsefeye göre düşünmenin, teolojik ve metafizik öğelerden arındırılması gerekir. Comte, sosyoloji biliminin isim babasıdır.Toplumların tarih içindeki evrimini, “insan zihninin düşünme biçimi”ne göre açıklamış, tarihe idealist yaklaşmıştır. İNTUİSYONİZM (Sezgicilik) Temsilcisi Fransız filozofu H. Bergson’dur.Ona göre gerçek(mutlak), ne akıl ne duyularla bilinebilir.Gerçeği bilebilmek için başka bir yetiye gereksinim vardır, o da sezgidir.Sezgicilik, hem rasyonalizme hem materyalizme karşıdır. İnsanda zeka ve içgüdü olmak üzere iki yeti vardır.Zeka, evreni tanımak için değil, evrene egemen olmak için verilmiştir.Zeka, ancak maddeyi bilebilir,alet yapmaya yarar.Buradan pozitif bilimler doğmuştur.Evren ve yaşam ise, sürekli hareket ve oluşum halindedir.Bu yaşamsal gelişmeyi içinden yakalayabilmek için içgüdü yardımcı bir yetidir.Sezgi ise, zeka ile içgüdünün bileşkesidir, birdenbire kavrama yetisidir.İnsan, sezgi gücüyle gerçeği tanıyabilir, metafizik yapabilir. ANALİTİK FELSEFE (Neo-pozitivizm veya Mantıkçı empirizm) 20. yüzyıl felsefelerindendir, temsilcileri Carnap, Mach, Wittgenstein, Reichenbach’dır. Pozitivizm gibi metafizik problemlerin çözümü olmadığını, bilimsel olanla metafizik olanın birbirinden ayrılması gerektiğini savunurlar. Bu yaklaşıma göre felsefe, düşünsel bir etkinlik olmaktan çok bir dil analizidir, yani bir dil çözümlemesidir.Bilimlerin dilini çözümleye, onların kavram yapısını araştırmaya öncelik verirler.İfade aracı olarak sembolik mantığı kullanırlar.Felsefe, aynen matematiktekine benzer 5 semboller aracılığı ile (mümkün olan en doğru ve en kesin dille) bilimsel önermelerin doğruluğunu analiz etmelidir. Analitik felsefeye göre felsefedeki sorunlar, açık ve seçik olmayan mantıksal çıkarımlar ile değişik anlamları olan sözcüklerden kaynaklanır.Çözüm, açık ve seçik mantıksal çıkarımların oluşturulması ve tek anlamlı sözcüklerden oluşan yapay bir dil sisteminin(sembolik mantık) oluşturulmasıdır. Analitik felsefe, önermeleri 2 gruba ayırmıştır: a) Anlamlı önermeler:Doğrulanabilir önermelerdir.Örneğin, “Dünya, güneşin etrafında döner.”, “Metaller, ısıtılınca genleşir.” önermeleri, doğrulanabildikleri için anlamlı önermelerdir. b) Anlamsız önermeler:Deneysel olarak doğrulanamayan önermelerdir.Örneğin, “Evrenin yaratıcısı Tanrı’dır.”, “Ölümden sonra da yaşam vardır.” gibi önermeler anlamsızdır. Bu felsefeye göre tüm metafizik önermeler, anlamsızdır ve sözde problemlerdir.Bilim,kendi alanına giren olgularla ilgilenmeli, felsefe de mantık ve bilgi felsefesi ile sınırlandırılmalıdır. FENOMENOLOJİ (Görüngübilim) Temsilcisi, E. Husserl’dır.Fenomen, dış dünyada olup bitenlerdir. “Öz”, fenomenin içinde vardır ve bilinç onu yakalayabilir.Bu felsefe, metafizik yapmanın mümkün olduğunu savunur.Öz, fenomenin dolaysız olarak, bir tür sezgi ile kavranılan içeriğidir. Fenomenoloji, aynı zamanda öze ulaşmak için bir yöntemdir.Bu yöntemde önce insanın elde etmiş olduğu tüm bilgi, inanç ve önyargılar parantez içine alınıp sonra duyulur algının ötesinde bulunan ideal özü kavraması vardır.Bu felsefe, egzistansiyalizmi(varoluşçuluğu) ve yeni ontolojiyi ( varlık felsefesini) etkilemiştir. 6