inflamatuvar barsak hastalığında demir eksikliği anemisi tedavisinde

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
4. İÇ HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Şef: Doç. Dr. Laika KARABULUT
İNFLAMATUVAR BARSAK HASTALIĞINDA DEMİR EKSİKLİĞİ
ANEMİSİ TEDAVİSİNDE ORAL FERROGLİSİN SÜLFAT İLE
PARENTERAL DEMİR SÜKROZ ETKİNLİK VE GÜVENİRLİĞİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
UZMANLIK TEZİ
Dr. Sibel HAMARAT
İSTANBUL-2008
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimim süresince tıbbi bilgi ve deneyimlerimin artması için
katkılarını esirgemeyen, kişiliği ve davranışları ile örnek olan sayın klinik şefim Doç.
Dr. Laika KARABULUT’a;
Bilgi, deneyim, hayat tecrübelerinden yararlandığımız, her zaman sınırsız
destekçimiz olan değerli klinik şef yardımcımız Dr. Bilgivar KAYA’ya;
Uzmanlık eğitimim süresince bilgi ve birikimlerinden yararlandığım servis
uzmanlarımız Dr. Arif ACAR, Dr. Vedat ÇELİK, Dr. Melek ÖZER, Dr. Mehmet
KÜÇÜK, Dr. Bilal UĞURLUKİŞİ, Dr. Yaşar YOĞUN, Dr. Şükrü ÖZBAL’a;
Asistanlığım süresince her zaman desteğini gördüğüm değerli uzmanım ve abim
Dr. Ferhan MANTAR’a;
Birlikte çalışmaktan zevk duyduğum asistan arkadaşlarım Dr. Mahmut
ALTINDAL, Dr. Cumali KARATOPRAK, Dr. Fatma AYDOĞAN, Dr. Tuğba
DUMAN, Dr. Şeyda GÜLENAY, Dr. Fatmanur OTMAR, Dr. Tuğba ÖZGEL’e,
Değerli servis hemşirelerimiz ve servis çalışanlarına;
Uzmanlık eğitimimde büyük katkıları olan Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji şefi Dr. M.Taner YILDIRMAK, Biyokimya Klinik şefi Dr. Sembol
TÜRKMEN YILDIRMAK’a;
Hastanemiz Başhekimi Dr. M.Hayri ÖZGÜZEL’e;
Her zaman bana destek olan aileme sonsuz teşekkür ederim.
i İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ…………………………………………..…..1
GENEL BİLGİLER…………………………………………….2
İnflamatuvar barsak hastalıkları…………................................2
Epidemiyoloji…………………………………………...2
Etyoloji ve Patogenez…………………………………...3
Crohn Hastalığı………………………………… ……....6
Ülseratif kolit…………………………………… ……11
Ekstraintestinal tutulumlar……………………… ……17
Tedavi………………………………………….……...19
Prognoz………………………………………………..23
İnflamatuvar barsak hastalığı’nda anemi……………….......25
Demir metabolizması ve demir eksikliği anemisi…......25
Kronik hastalık anemisi……………………………….29
Vitamin B12 ve folik asit eksikliği……………………31
Hemolitik anemi……………………………………….33
Kemik iliği depresyonu………………………………..33
Tedavi…………………………………………………34
MATERYAL VE METOD………………………………...…37
BULGULAR…………………………………...………….......40
TARTIŞMA…………………………………...…………..…..49
ÖZET………………………………………...……………......58
KAYNAKLAR………………………………………………..59
ii KISALTMALAR
ALP
: Alkalen fosfataz
ALT
: Alanin aminotransferaz.
AST
: Aspartat aminotransferaz.
5-ASA : 5-Amino Salisilik Asit
CH
: Crohn hastalığı
CRP
: C Reaktif Protein
GİS
: Gastrointestinal sistem
GGT
: Gama glutamil transferaz
HLA
: İnsan lökosit antijeni
İBH
: İnflamatuvar barsak hastalığı
Ig
: İmmünglobulin
IL
: İnterlökin
INF
: İnterferon
LDH
: Laktat dehidrogenaz
MCH
: Ortalama eritrosit hemoglobini
MCHC : Ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu
MCV
: Ortalama eritrosit hacmi
NO
: Nitrik oksit
PE
: Parenteral
TDBK : Total demir bağlama kapasitesi
TGF
: Transforming growth faktör
TH
: T helper
TNF
: Tümör nekrozis faktör
TSAT : Transferrin saturasyonu
ÜK
: Ülseratif kolit
iii GİRİŞ VE AMAÇ
Anemi, inflamatuvar barsak hastalıklarının sık rastlanan bir ekstraintestinal
komplikasyondur. Prevalansı %8.8 ile %73.7 arasında değişmektedir. İnflamatuvar
barsak hastalığında anemi; hastaların genel durumunu ve
hayat kalitesini
kötüleştirmekte, hastaneye yatış oranını arttırmaktadır(1).
İnflamatuvar barsak hastalığında oluşan anemi en çok demir eksikliği ve kronik
hastalık anemisi tipindedir. Demir eksikliği anemisi, genellikle kronik intestinal kan
kaybı sonucu gelişir. Crohn hastalığı’nda duodenum ve üst jejenum tutulumu
varlığında veya ince barsak rezeksiyonu sonrasında demir emiliminin azalması da
katkıda bulunmaktadır. Aynı zamanda inflamasyon nedeniyle açığa çıkan sitokinler
de demirin eritroid öncül hücrelere sunumunu engelleyerek demir eksikliğine yol
açar. Demir eksikliği anemisinin tedavisi eksik olan demirin yerine konması ile olur.
(2,3).
Bu çalışmanın amacı, İBH olan hastalarda demir eksikliği anemisi tedavisinde
kullanılan oral demir sulfat ile intravenöz demir sukrozun etkinliği ve güvenirliğinin
karşılaştırılmasıdır.
1 GENEL BİLGİLER
İNFLAMATUVAR BARSAK HASTALIKLARI
İnflamatuvar barsak hastalıkları, genetik olarak duyarlı kişilerde, çeşitli
antijenlere ya da çevresel faktörlere karşı abartılı bir immün yanıt ile meydana gelen,
nedeni tam olarak bilinmeyen, kronik seyirli, iyilik ve aktivasyon dönemleri olan bir
grup inflamatuvar hastalıktır. Esas olarak iki klinik formu vardır: Ülseratif kolit ve
Crohn hastalığı.
Crohn hastalığı, ağızdan anüse kadar tüm sindirim kanalını segmenter tarzda ve
transmural olarak tutar. Hastalar en sık karın ağrısı, diyare ve kilo kaybından şikayet
ederler. Sıklıkla görülen komplikasyonlar, cerrahi müdahale gerektirebilen intestinal
darlık ve fistül gelişimidir. Ekstraintestinal tutulumlar sıklıkla görülür. Crohn
hastalığı etyolojisi tam olarak anlaşılamamıştır ve medikal tedavi hastalık
aktivitesinin kontrol altına alınmasında etkilidir, küratif değildir(4).
Ülseratif kolit ise rektumdan itibaren proksimale doğru değişik uzunluklarda
ama arada sağlam kısım bırakmaksızın kolon mukozasını tutar. Klinik belirtiler
sıklıkla rektal kanama, diyare ve karın ağrısıdır. Komplikasyonlar arasında toksik
megakolon, darlıklar, kolorektal displazi ve kanser sayılabilir. Medikal tedavi
hastalık aktivitesini kontrol altına almada etkilidir. Cerrahi tedavi küratiftir(5).
EPİDEMİYOLOJİ
Ülseratif kolit ve Crohn hastalığının insidans ve prevalansı coğrafi bölgelere
göre büyük farklılıklar gösterdiği gibi, etnik grup ve ırka göre de varyasyonlar
gösterir. ÜK ve CH’nın insidensi 5-15/100 000’dir. CH prevalansı 9-199/100 000,
ÜK prevalansı ise 21-268/100 000’dir(6).
Her iki hastalık da Kuzey Amerika ve Kuzey Afrika’da sık, Güney Amerika ve
Avrupa, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da daha nadir görülür(7). İBH her ırkta
2 görülürse de, Yahudilerde insidans diğer ırklara göre çok yüksektir. İsrail’de Asya ve
Afrika kökenli Yahudilerde bu insidens, Avrupa ve Amerika kökenli Yahudilere
kıyasla çok daha düşüktür(8).
İBH her yaşta görülse de, pik insidansını 2. ve 3. dekadda yapar. İnsidansda ufak
bir artış ise 6. ve 8. dekadlar arasında görülür. Kadın:erkek oranı CH’da 1,2:1,
ÜK’de ise 1:1’dir.
İBH
insidansı
kentsel
alanlarda,
kırsal
alanlara
göre
daha
fazladır.
Sosyoekonomik koşulların iyi olduğu toplumlarda insidansta hafif bir artış
mevcuttur(4,5).
ETYOLOJİ ve PATOGENEZ:
İnflamatuvar barsak hastalıkları, genetik
olarak duyarlı kişilerde tetikleyici
faktörlerle gelişen inflamasyonun barsak duvarında meydana getirdiği hasar sonucu
gelişir(4).
1. İNFLAMASYON HAZIRLAYICILARI:
a. Genetik yatkınlık:
İBH’da genetik temeli olduğunu gösteren birçok kanıt vardır.
İBH olan hastaların 1. derece akrabaları arasında İBH insidensi, genel
populasyona göre 14-15 kat daha fazladır.
Ashkenazi Yahudilerinde, aynı coğrafi bölgeden olup Yahudi olmayanlara göre
İBH gelişim riski 2-4 kat daha fazladır.
Monozigot ikizlerde CH %67 oranında uyum göstermekteyken, ÜK’de bu oran
%13-20 arasındadır(4).
Birçok genin İBH ile ilişkili olduğu saptanmıştır. HLA-DR1-DQB1 ve
DRB3*0301 allelinin Crohn hastalığında, HLA-DR2’nin ise Ülseratif kolitte
ekspresyonu artmıştır. NOD2/CARD15 (nucleotide-binding oligomerization domain
2-caspase-recruitment domain 15) geninin ise CH ile ilgili olduğu gösterilmiştir(9).
3 b. Çevresel Faktörler:
İBH olan hastalarda en dikkat edilmesi gereken çevresel faktörlerin başında
sigara kullanımı gelmektedir. ÜK sigara içmeyen ve sigarayı bırakmış insanlarda,
sigara içenlere göre 2-6 kat daha fazla sıklıkta gözlenmektedir(19). CH ise sigara
içme oranı daha fazla olup, sigara içenlerde daha fazla cerrahi gereksinim ve daha
fazla relaps riski mevcuttur(4).
Besin allerjisi, özellikle süt alerjisi ÜK için potansiyel etyoloji olduğuna dair
kanıtlar mevcuttur. Sütsüz diyetle remisyona girmiş hastaların, süt verildiğinde
nüksettiği gözlenmiştir(10).
Apendektominin,
ÜK
için
koruyucu
olduğunu
gösteren
çalışmalar
mevcuttur(11).
Oral kontraseptif kullanımının hem ÜK hem de CH gelişim riskini arttırdığı
düşünülmektedir.
Rafine şeker ve non steroid anti-inflamatuvar ilaç kullanımı da CH için risk
faktörleri arasında sayılmaktadır(4,5).
c. İnfeksiyöz ajanlar:
Bu konuda pek çok çalışma bulunmaktadır, ama hiçbir bakteriyel, viral, fungal
ajan suçlanamamaktadır. Paramyxovirus (kızamık virüsü) granülomatöz vaskülit ve
barsakta mikroinfarkt yapması nedeniyle CH sıklığını arttırdığını gösteren çalışmalar
vardır. Erken kızamık aşılaması ile CH sıklığının artması arasında ilişki
bulunmuştur(12).
CH oluşumu ile ilgili en çok üzerinde durulan ajan Mycobacterium
paratuberculosis’dir. Sonrasında da M. paratuberculosis ile ilgili birçok çalışma
yapılmış olsa da bu hipotezi destekleyecek veya reddettirecek bir sonuca
varılamamıştır(4).
4 2. İNFLAMASYON TETİKLEYİCİLERİ
Genetik ve çevresel faktörlerle duyarlı hale gelmiş kişide inflamasyonu
başlatacak tetikleyici olaylar; patojen olmayan kommensal lüminal flora ve onların
ürünleri, diet antijenleri ve intestinal epitelyum hücreleri olduğu düşünülmektedir(4).
3. İNFLAMASYON
Sağlıklı barsak mukozasında, besin maddeleri ve mikrobiyal ajanların uyarısıyla
sürekli bir ‘zayıf fizyolojik inflamasyon’ meydana gelmektedir. Bu inflamasyon
CD4+ T hücrelerinden salınan TGF β1, IL-10 ve T helper 3 hücreleri ile bastırılarak
belli bir düzeyde tutulmakta ve sonuçta barsakların zarar görmesi engellenmektedir.
Buna ‘immün tolerans’ denmektedir. İBH olan hastalarda bu inflamatuvar cevap
abartılı olmaktadır.
İnflamasyon, tetikleyici ajanın barsak duvarına nüfuz edip burada antijen sunan
hücreler aracılığı ile T lenfositlere sunulması ile başlar. Makrofaj ve T lenfositler
aktive olur. T lenfositler ürettikleri sitokinlere göre iki ana gruba ayrılır; T helper 1
ve T helper 2.
T helper 1 tipi hücreler, IL-1, IL-2, TNF-α ve INF-γ salgılar. Bu tip sitokinler
CH’da daha çok salgılanarak inflamasyonu arttırır. T helper 2 tipi hücreler, IL- 4, 5,
6, 10 gibi sitokinleri salgılar ve bu tip sitokinler ÜK’de daha çok salgılanmaktadır.
Ülseratif kolit ve Crohn hastalığının her ikisinde de hem T helper 1 hem de T helper
2 tipi sitokinler değişik oranlarda bulunmaktadır (Şekil 1). T hepler 2 tipi sitokinler B
lenfositleri uyararak IgG salınımına yol açarlar. CH’da IgG1 ve IgG2, ÜK’de ise
IgG3 daha fazla salınmaktadır(4).
5 Crohn hastalığı
Tolerans Ülseratif kolit
Şekil 1: T lenfosit aktivasyon yolları (13)
Nonimmün
hücreler
de
olaya
katılır.
Fibroblastlar
IL-11
ve
diğer
proinflamatuvar sitokinleri salgılarlar. Nöronlar mast hücrelerini uyarark histamin
salınımına neden olurlar. Granülosit ve mononükleer hücreler de bölgeye toplanarak
olaya katılır ve mukozaya nüfuz ederler. Tüm bu hücrelerden prostaglandinler,
lökotrienler, reaktif oksijen metabolitleri ve nitrik oksit salınımıyla barsak epitel
hücreleri hasara uğrar(4,5).
İBH’da hem mukozal inflamasyon süreçlerinde aşırıya kaçma hem de bu
inflamasyonu durdurmaya yönelik mekanizmalarda defekt mevcuttur(4).
CROHN HASTALIĞI
Crohn hastalığı, sindirim kanalında ağızdan anüse kadar herhangi bir
lokalizasyonu tutan kronik inflamatuvar bir hastalıktır.
CH en sık terminal ileum ve sağ kolonu tutar. Vakaların %50’sinde ince barsak
ve kolon tutulumu beraber, yaklaşık %30’unda sadece ince barsak tutulumu,
%20’sinde ise sadece kolon tutulumu mevcuttur. Hasta segmentler arasında sağlam
6 alanlar bulunabilir (skip areas). Anal kanalda derin fissürler, anal ve perianal
fistüllere sık rastlanır ve bu Crohn hastalığını Ülseratif kolitten ayıran önemli
özelliktir(14).
Patoloji:
CH’daki intestinal inflamasyon tüm katları tutar ve segmenterdir. Lenfosit,
plazma hücreleri, histiosit, polimorf nüveli lökositler ve eozinofiller tüm barsak
katlarını infiltre etmişlerdir (mukoza, submukoza, muskuler, seroza) ve mezenterik
lenf bezleri de tutulmuştur.
En erken gelişen karakteristik lezyon aftöz ülserlerdir. Lenfoid agregatların
üzerinde gelişen bu ülserler, lineer şekilde uzanırlar ve aralarında sağlam mukozayı
sınırladıklarından klasik kaldırım taşı (cobblestone) görünümünü oluştururlar.
Ülserler derinlemesine ilerleyerek barsak duvarının tüm katlarını aşabilir ve barsak
ile mezenter ve komşu organlar arasında fistül gelişmesine neden olabilirler(4).
Granülomlar genellikle submukozada rastlanan, sınırları belirli, kazeifikasyon
nekrozu olmayan, multinukleuslu dev hücreleri içeren oluşumlardır ve granülomlar
CH için karakteristik bulgudur. Prevalansı endoskopik serilerde %15 (15), cerrahi
serilerin %70 civarındadır(16). Granülomlara mesenterik lenf nodları, cilt, göz,
karaciğerde de rastlanabilir ama oldukça nadirdir.
CH’da
inflamatuvar
değişiklikler
transmural
olup,
barsak
duvarının
kalınlaşmasına ve lümenin daralmasına neden olur. Zamanla fibrozis gelişir ve
striktürlere neden olur.
Diğer karakteristik bir bulgu ise mezenterin kaba, yağlı görünümde olup
barsağın serozal yüzeyine doğru uzanmasıdır (fat wrapping) (4).
Klinik bulgular:
CH belirti ve bulguları hastalığın şiddet, yaygınlık derecesi ve tutulan organa
göre değişir. İleum tutulumu olan hastalarda yaygın kolik tarzda ya da sağ alt
kadranda karın ağrısı olur. Ağrı defekasyon sonrası geçer. Sağ alt kadranda ele gelen
kitle olabilir. Yumuşak ve sık dışkılama ve kilo kaybı da görülebilir. Kolon tutulumu,
7 genelde sağ kolon tutulumu şeklindedir. Kolon tutulumu olan hastalarda da diyare ve
karın ağrısı görülür. Rektum tutulumu nadir olduğundan tenezm nadir bir
semptomdur(4).
Perianal bulgular; cilt lezyonları, anal kanal lezyonları ve perianal fistüller
şeklinde sınıflanabilir. Cilt lezyonları maserayon, yüzeyel ülser ve abseleri kapsar.
Anal kanal lezyonları da fissür, ülser ve stenozdur. Perianal fistülere sekonder derin
yerleşimli abseler de gelişebilir(17).
Kilo kaybı, halsizlik, iştahsızlık, ateş gibi konstitüsyonel semptomlar da
görülebilir. CH’na bağlı ateş genellikle hafif düzeydedir, eğer yüksek veya persistan
olursa altta yatan infeksiyöz bir neden veya abse formasyonu araştırılmalıdır(4).
Uzun süreli CH olan hastalarda demir, folik asit, vitamin B12, kalsiyum,
magnezyum, çinko ve yağda eriyen vitaminlerin eksikliklerine bağlı malnütrisyon
belirtileri sıkça görülür(18).
CH klinik tipleri:
CH klinik tipleri fistülizan ve obstrüktif-stenozan olmak üzere ikiye ayrılır.
Üçüncü grup olarak da CH seyri boyunca her iki klinik tipin de gelişmediği hastalar
kabul edilir. Her iki klinik tip aynı hastada da görülebilir(19).
Fistülizan CH:
Fistül CH’nın sık görülen bir bulgusudur. İmmün aktivasyon sonucu doku
yıkımı, sinüs kanalı oluşumu ve sonuç olarak komşu dokuya penetrasyon gelişir. En
sık perianal fistüller oluşur ve hastaların %15-35’inde rastlanır. İki GİS segmenti
arasında gelişen fistüllere de sıkça rastlanır. Bunlar enteroenterik, enterokolonik ve
kolokolonik fistüllerdir. Ayrıca rektovajinal, enterovezikal ve kolovezikal fistüller de
oluşabilir. İleumdan retroperitoneuma açılan fistül psoas kasını tutarak psoas
absesine sebep olabilir ve böylece karın ağrısı kalça, uyluk ve diz yoluyla sağ
bacakta aşağıya doğru yayılabilir.Enterokutane fistüller ise daha çok önceki ameliyat
skarlarında gelişirler(4).
CH’nın 1/4’ünde hayatlarının herhangi bir zamanında intraabdominal abse
gelişmiştir. İnflamasyon çevre doku ve organlara yayılıp orada kapalı kalırsa abse
8 gelişir. Belirtiler dalgalı ateş, karın ağrısı ve batında ele gelen kitle şeklindedir.
Perforasyon riski yüksektir ve eğer gelişirse oluşan peritonit hayatı tehdit edicidir(4).
Obstrüktif-Stenozan CH:
Hastalığın erken evresinde aktif inflamasyon nedeniyle oluşan ödem ve spazm
obstrüksiyona yol açar. Bu da radyolojik olarak ip belirtisine neden olur. Uzun süreli
inflamasyon sonucu barsağın herhangi bir segmentinde fibrozise bağlı darlık da
oluşabilir. Bu tip hastalarda postprandiyal ağrı, şişkinlik, kusma görülür.
Fibrostenoza bağlı darlıklar tam obstrüksiyona kadar gidebilir(4).
Tanı
Tanı, klinik gidişin değerlendirilmesi ve radyolojik, endoskopik ve çoğu vakada
patolojik bulgularla doğrulanması ile konur. Anamnez ve özgeçmiş bilgilerinin
alınması, fizik muayenede karında kitle, sertlik saptanması, perianal fistül ve abse
gibi bulguların saptanması tanıda önemlidir(4).
Laboratuar bulguları normal olabilse de, anemi ve hipoalbuminemi saptanabilir.
Anemi demir eksikliği, folik asid eksikliği, ve B12 vitamin eksikliği nedeniyle
olabilir(20). Lökosit sayısı normal veya artmış olabilir. Dışkı incelemesi, kültür ve
parazit incelemesi yararlıdır. Anti-Saccharomyces cerevisiae (ASCA) antikorları
yüksek oranda pozitiftir.
Radyolojik inceleme, CH tanısında önemlidir. Baryumlu ince barsak incelemesi,
hastalığın anatomik yerleşimini ve aktif inflamasyonun bulgularını gösterir. Asıl
yararı fistül, sinüs traktı ve striktür gibi geç transmural komplikasyonları
göstermesidir(4). Erken lezyonlardan aftöz ülserler, kalınlaşmış mukozal villüsler de
görülebilir. Klasik ‘ip belirtisi’ baryumlu incelemede görülen CH özgü
lezyonlardandır. Geç lezyonlardan da kaldırımtaşı görünümü saptanabilir(21).
Bilgisayarlı tomografi, lümen dışı bulgularda önem kazanır. İntraabdominal ve
retroperitoneal abse gibi süpüratif lezyonların görüntülenmesinde yararlıdır(22).
Endoskopi, mukozayı direkt gösterir ve biyopsi alınma olasılığı vardır. Aftöz
ülserler, mukoza ödemi, kaldırımtaşı görünümü ve barsak lümeninde darlıklar
9 görülebilir. Kolonoskopide segmental tutulum CH için önemli bulgudur. Aynı
zamanda terminal ileumdan alınan biyopsi tanının sensitivite ve spesifitesini
arttırır(23). Sonuç olarak, tanıda endoskopi ve patolojik bulgular önemlidir ve CH
tarafından tutulmuş ve tutulmamış segmentlerden alınan biyopsiler
ile tanının
doğruluğu arttırılır(4).
Şekil 2 - CH’nın
endoskopik
progresyonu.
A.Erken
değişiklikler sadece
yama tarzında
eritem
B.Diğer bir erken
bulgu aftöz ülser
C. Lineer ülserler
D. İleri hastalıkta
lineer ülserler
derinleşir ve birleşir
kaldırım taşı
görünümü alır.
Aktivite:
CH olan hastalarda tedavi yeterliliğinin belirti ve bulgularla takibi skorlama
sistemleri ile yapılır. En sık kullanılanlar Harvey Bradshaw İndeksi(24) ve Crohn
Hastalığı Aktivite İndeksi’dir(25).
Eritrosit sedimentasyon hızı ve C-reaktif protein gibi akut faz reaktanları da
hastalık aktivitesinin biyolojik göstergeleridir ama sensitivite ve spesifiteleri
düşüktür(4). Diğer yaklaşımlar endoskopik bulgulara göre(26), perianal hastalığa
göre (27) aktivite belirlenmesidir.
10 ÜLSERATİF KOLİT
Ülseratif kolit, primer olarak kolon mukoza ve submukozasını tutar.
İnflamasyon rektumdan itibaren proksimale doğru uzanır ve arada sağlam kısım
bırakmaksızın devamlı bir seyir gösterir(5).
Patoloji
Ülseratif kolitte, sadece rektum tutulursa ülseratif proktit veya hemorajik proktit
diye de isimlendirilir. Sadece rektum ve sigmoid kolon tutulursa distal tutulumlu
ülseratif kolit denir. Splenik fleksuraya kadar olan bölge (rektum+sigmoid+inen
kolon)
tutulursa
sol
kolon
tutulumlu,
transvers
kolon
da
tutulursa
(rektum+sigmoid+inen+transvers) yaygın tutulumlu ülseratif kolit denir. Tüm kolon
tutulursa pankolit denir. Pankolitli hastaların pek az bir kısmında ileoçekal valvde
meydana gelen deformasyon sonucu kolon içeriği terminal ileuma reflü olarak
“backwash ileit” denen inflamasyona neden olabilir. Hastalarının %45’inde
rektosigmoid tutulumu, %35’inde sigmoid kolonu aşan ama tüm kolonu kapsamayan
tutulum, %20’sinde ise tüm kolon (pankolit) tutulumu mevcuttur.
Makroskopik olarak, hafif hastalıkta mukoza hiperemik, ödemli ve granülerdir.
Hastalık ilerledikçe mukoza hemorajik hale gelir ve ülserler oluşur. Uzun süre devam
eden ve ağır seyreden olgularda, kolonda psödopolipler gelişir. İnflamatuar polip adı
da verilen bu polipler rejenere olmuş hücrelerden oluşur. Uzun süren hastalıkta
oluşan bir diğer lezyon da atrofik, soluk, düzleşmiş mukoza görünümüdür. Seyrek
olarak ağır ve kronik olgularda kolonun çapı ve uzunluğu, müskülaris mukoza ve
müskülaris proprianın kontraksiyonu sonucu küçülebilir.
Mikroskopik olarak,erken evrede lamina propriada ödem, kapiller ve venüllerde
konjesyon mevcuttur. Sonrasında nötrofil, lenfosit, plazma hücreleri ve makrofajlar
gibi inflamatuvar hücreler infiltre eder. Nötrofiller kriptleri invaze ederek kriptit ve
kript lümeninde toplanarak kript absesi oluştururlar. Bu inflamatuvar değişiklikler
sadece mukoza ve submukozayı kapsar. İnflamasyonun artmasıyla epitel
dejenerasyonu sonucu lamina propriaya uzanan ülserler gelişir.
11 ÜK’in klasik histolojik bulgusu kript distorsiyonu, dallanması ve kriptlerde
goblet hücre kaybıdır. Paneth hücre metaplazisi de diğer kalsik histopatolojik
bulgudur. Hastanın histolojik aktivitesinin düzeyi klinik aktivitesi ile korele
değildir(5).
Klinik
Sık görülen belirtiler diyare, rektal kanama, mukuslu feçes, tenezm ve karın
ağrısıdır. Ciddi vakalarda ateş ve kilo kaybı belirgindir. Belirtiler hastalığın şiddeti
ve yaygınlık derecesi ile orantılıdır(28).
Rektal kanama, proktit varlığında taze kırmızı kan şeklindedir ve dışkının sadece
yüzeyindedir. Lezyon daha proksimale doğru gittikçe dışkı kan ve mukusa bulaşık
şekilde olabilir(5).
Diyare, sık rastlanan bir belirtidir. Özellikle rektumun ciddi inflamasyonu
durumunda dışkı kaçıracakmış hissi ile ani dışkılama ihtiyacı, hatta inkontinans bile
olabilir. Diyare mukus, kan ve iltihap karışıktır. Proktiti olan hastaların %30’unda
konstipasyon da olabilir(29).
Karın ağrısı, birçok hastada rastlanan bir belirtidir. Genellikle kramp tarzındadır.
Diğer belirtiler ise; ateş, bulantı, kusma gibi sistemik belirtilerdir.
Fizik muayenede, herhangi bir anormallik saptanmayabilir veya karın
muayenesinde hafif hassasiyet olabilir. Çomak parmak, ödem ve barsak dışı tutulum
belirtileri olabilir. Ciddi ataklarda taşikardi, ateş, kilo kaybı görülebilir. Fulminan
kolit geliştiğinde, barsak seslerinin kaybı ile beraber batında distansiyon ve periton
inflamasyon belirtileri ortaya çıkar(5).
Tanı:
Tanı; klinik belirtiler, endoskopik görünüm ve histolojik bulguların toplamı ile
konur.
Laboratuvar bulguları, tanıya yönlendirmede ve aktivite değerlendirilmesinde
anlamlıdır. Dışkının direkt mikroskopik analizinde eritrosit ve lökositler saptanır.
Hematolojik değişiklikler; anemi, lökositoz ve trombositoz şeklindedir. Anemi,
12 kronik kan kaybına bağlı demir eksikliği, kronik hastalık anemisi veya ilaçlara bağlı
kemik iliği süpresyonu nedeniyle olabilir. Ataklar sırasında hipokalemi, metabolik
alkaloz ve kreatinin artışı saptanabilir. Hipoalbuminemi hem aktif hastalık, hem de
remisyon sırasında saptanabilir. Ciddi hastalık durumlarında aspartat aminotransferaz
ve alkalin fosfataz sıklıkla yükselebilir, remisyona girince normale döner. Serum
inflamatuvar göstergelerinden eritrosit sedimentasyon oranı ve C-reaktif protein de
aktif hastalık durumunda yükselir ama sensitivite ve spesifitesi düşüktür.
pANCA(Perinükleer antinötrofil sitoplazmik antikor), %50-85’inde pozitiftir.
Endoskopi; tanı, ayırıcı tanı,
tutulum yeri saptanması açısından önemlidir.
Sigmoidoskopi ile birlikte yapılan biyopsi genellikle tanıyı doğrulamada yeterlidir.
Aktif hastalıkta perforasyon riski nedeniyle kolonoskopinin dikkatli yapılması
önerilmektedir. Kolonoskopik incelemede ilk bulgu mukozanın normal vasküler
paterninin kaybı, ödemli ve eritemli görünümün ortaya çıkmasıdır. Bunu
granülaritenin
gelişmesi
izler.
Endoskopun
teması
ile
mukoza
kolayca
kanar(friabilite). Daha ciddi hastalıkta yüzeyel küçük ülserasyonlar belirir. Lümende
spontan kan ve eksüdasyon bulunur, haustral yapı silinir. Uzun süreli ÜK
hastalarında psödopolipler belirir. İnflamatuar polip de denen bu polipler remisyon
döneminde de vardır ve tedavi ile gerilemez. Malignite potansiyeli yoktur. Polipler
küçük, yumuşak ve silindirik şekillidir. Bütün bu endoskopik aormallikler rektumdan
başlar ve prosimale doğru arada sağlam bölge bırakmadan devam eder(5).
Radyolojik
incelemelerden
düz
karın
grafisi,
hastalığın
iki
önemli
komplikasyonu olan toksik megakolon ve perforasyon tanısında yardımcı olur.
Toksik megakolonda kolon çapı 6 cm'den fazla ölçülür, ayakta çekilen grafide
diyafragma altında serbest hava bulunması perforasyonu gösterir(30). Çift kontrastlı
baryum lavmanı ile mukozal değişiklikler gösterilebilir ama endoskopun kullanıma
girmesi ile daha az gereksinim duyulmaktadır. Kolonda striktür geliştiginde
endoskopun geçişine izin vermez ve baryum enema striktürün yeri, uzunluğu, çapı ve
kolonun tamamı hakkında bilgi verir. Baryumlu incelemede erken dönemde; ödem,
artmış sekresyon, granülarite sonucu kolon cidarının tam olarak belirginleşmemesi
gözlenir. Cidarın düzensiz olması yüzeyel erozyonlar, küçük ülserasyonlar ve
psödopoliplere bağlıdır, psödopolipler sayısız lümen içi dolum defektleri şeklinde
13 gözlenirler. Tekrarlayan inflamasyonlar sonucu gelişen fibroz, longitudinal
retraksiyon, haustra kaybına ve kurşun boru görünümüne neden olur. Bazen fibroza
bağlı
konsantrik
darlıklar
gözlenebilir.
Darlıklar
uzun
süren
hastalığın
komplikasyonu olan kanser gelişiminde de gözlenir ama bu darlıklar ekzantriktir(31).
Şekil 3 : ÜK’in endoskopik görünümü. Mukozada yaygın ülserasyon ÜK’in en sık
endoskopik bulgusudur. Mukoza düzensiz ve eritamatöz ve normal vasküler işaretlerin
kaybı mevcut (Panel A). Psödopolipler rejeneratif inflamatuar nodüllerdir (Panel B).
Psüdopolipler bazı yaygın olabilir (Panel C).
Aktivite
Aktivite belirlenmesi prognoz ve tedavi belirlenmesinde önem taşır. En sık
kullanılan Truelove-Witt aktivite indeksidir (32). Ayrıca Ülseratif Kolit Hastalığı
Aktivite İndeksi de mevcuttur. Bu indeks dışkı sıklığı, rektal kanama,
sigmoidoskopik bulgular ve doktorun genel muayene bulguları skorlanarak
toplamına
göre
hesaplanır(33).
Endoskopik
ve
histolojik
skalalar
da
mevcuttur(34,35).
14 Komplikasyonlar:
Toksik megakolon: ÜK’in en sık rastlanan ve en ciddi komplikasyonudur.
Şiddetli ve yaygın hastalığı olan olgularda gelişir. Klinik tablo hızla bozulur.
Radyolojik olarak kolon dilatasyonu(>6 cm) ve distansiyonuna ek olarak, ateş,
taşikardi, lökositoz ve anemi vardır. Antikolinerjikler, narkotik analjezikler,
potasyum kaybına bağlı olabilir. Şiddetli kolit olan hastada kolonoskopi megakolon
ve perforasyona yol açabilir, bu nedenle kontrendikedir. Olguların %50‘si tıbbi
tedavi ile düzelebilir, diğerlerinde acil kolektomi gerekir, perforasyon gelişebilir(36).
Perforasyon: Genellikle toksik megakolonlu hastalarda gelişir, daha çok ilk ÜK
atağında ve sol kolonda görülür. Kortikosteroid kullanan hastalarda peritonitin fizik
muayene bulguları maskelenebilir. Perforasyon mortalitesi % 50’dir(37).
Darlık: ÜK’de yaklaşık %5 olup nadir görülür(38).
Masif kanama: Nadir gözlenir, durdurulamazsa acil kolektomi gerekir (39).
Kolorektal kanser: ÜK’li hastalarda kolorektal kanser gelişme riski artmıştır.
En önemli risk faktörü, hastalığın süresi ve boyutudur. Diğer risk faktörleri; primer
sklerozan kolanjit, kolon kanseri aile hikayesi varlığı, ÜK hastalığı tanı yaşı,
inflamasyon şiddeti ve muhtemelen ‘‘backwash ileit’’ varlığıdır(40). Hastalık
başlangıcından beri 20 yıl geçmiş olguların %7-10’unda, 35 yıl geçmiş olan olguların
ise %30’unda kolon kanseri geliştiği görülmüştür. Kolorektal kanser gelişme riski 810 yıldan sonra her yıl için %0.5-1 artar. Displazi öncü lezyondur. Multifokal
olabilir. 8-10 yıllık ÜK olan hastalarda yıllık veya iki yılda bir kolonoskopi ile
multipl biyopsi alınarak takip yapılır. İzleme adı verilen bu işlem özellikle hastalığın
remisyon devresinde yapılmalıdır, çünkü aktif hastalıkta da displaziye benzer epitel
değişiklikleri bulunabilir. İleri düzey (high grade) displazi saptandığında kolektomi
kararı verilir(41).
15 Tablo 1: Crohn hastalığı ve Ülseratif kolit ayrımı (5)
Özellik
Crohn hastalığı
Ülseratif kolit
Klinik
Sigara kullanımı
++
+/-
Rektal kanama
++
+++
Karında kitle
++
+
Karın ağrısı
+++
+
Perianal abse
+++
-
Endoskopik
Rektal hastalık
+
+++
Difüz, süregen tutulum
+
+++
Aftöz ve lineer ülserler
+++
-
Kaldırım taşı görünümü
++
-
Friabilite
++
+++
Süregen hastalık
+
+++
İleum tutulumu
++
-
Darlık
++
+
Fistül
++
+
Kesinti
++
-
Transmural tutulum
+++
-/+
Lenfoid agregat
+++
-
Kript abseleri
+++
+++
Granülom
++
-
Sinüs trakt/fistül
+++
-
Radyolojik
Patoloji
16 Ekstraintestinal tutulumlar:
Ekstraintestinal komplikasyonlar hem ÜK hem de CH’da görülmektedir. Her iki
hastalık karşılaştırıldığında CH’da daha sık görülmektedir. Crohn hastalığı olan
hastaların dörtte birinde bu komplikasyonların birden fazlası görülmektedir(42).
Kas-iskelet sistemi:
Periferik artrit: İki tipi mevcuttur. Tip 1 ; asimetrik, tutulan eklem sayısı beşten
az, sıklıkla diz, dirsek ve ayak bileği eklemleri tutulduğu formdur. İBH’nın
alevlenmesi ile eklem belirtileri ortaya çıkar. Tip 1 formu; ÜK’de %3.6 , CH’da ise
%6.0 sıklıkta görülür. Tip 2 formunda; simetrik, poliartiküler (beş ve üzeri sayıda
eklem tutulumu), sıklıkla metakarpofalingeal, proksimal intelfalingeal eklemler gibi
küçük eklem tutulumu vardır. Tip 2 formu; ÜK’de %2.5 , CH’da %4.0 oranında
görülür(43).İBH aktivasyonundan bağımsız ortaya çıkar. Her iki form da deformite
bırakmaz ve seronegatiftir. İBH tedavisine yanıt verir(44).
Ankilozan spondilit: İBH olan hastaların %3-6’sında gözlenir. CH’da daha sık
gözlenir. Ankilozan spondiliti olan inflamatuvar barsak hastalarının 2/3’ünde HLAB27 pozitiftir(45). Ankilozan spondilit gelişimi İBH aktivitesi ile ilişkili değildir,
ilerleyicidir ve iskelet deformitesine yol açar. Sakroileit İBH’da daha sık (%10-15)
oranda görülür(46).
Metabolik kemik hastalığı: Osteoporoz ve osteopeni CH’da %30-40 oranında
görülür. CH’da ince barsak tutulumuyla kalsiyum ve D vitamini emiliminin
azalması, sigara ve muhtemelen proinflamatuvar sitokinlerin etkisi yanında ana risk
faktörü glukokortikoid kullanımıdır(47).
Deri:
Pyoderma gangrenozum: Papül, püstül veya nodül olarak başlar. Nekrotizan
ülseratif lezyon halini alır. Bir veya birden fazla olabilirler. Çapları 30cm'ye kadar
büyüyebilir. ÜK'de daha sık gözlenirler. Hastalığın aktivitesi ile ilişkili olmayıp,
yıllar önce gelişebilirler. Tedavisi bazen çok güç olabilir. Skar bırakarak iyileşirler,
kolektomiden sonra da devam edebilirler(48).
17 Eritema nodozum: Daha çok bacağın ön yüzünde gözlenen, ağrılı, sıcak, çapları
1-5 cm arasında değişen nodüllerdir. Hastalığın aktivitesi ile ilişkilidir. Skar
bırakmadan iyileşirler(49).
Diğer deri tutulumları; CH deri metastazı(50), lökositoklastik vaskülit(51) ve
Sweet sendromu’dur(52).
Göz:
İBH’da göz tutulumu yaklaşık %5’dir. Episklerit, sklerit, üveit şeklinde olabilir.
Tedavide lokal kortikosteroid kullanılır. Üveit, hasta remisyonda iken veya kolon
rezeksiyonundan sonra da görülebilir, sistemik kortikosteroid gerekebilir(53).
Hepatobiliyer:
Kolelitiyazis: CH’da %25 oranında görülür. Normal populasyona göre CH’da
kolelitiyazis gelişme riski 1.8 oranında artmıştır. CH'de özellikle safra tuzu
emiliminin etkilendiği terminal ileum tutulumlarında veya rezeksiyonunda
gelişir(54).
Primer sklerozan kolanjit: (%3-5): Ekstrahepatik ve intrahepatik safra
yollarının inflamasyonu ve fibrozudur. Tanı ALP, GGT, bilirubin yüksekliğinin
yanında endoskopik retrograd kolanjio pankreatografi ile konur. Biliyer siroza neden
olabilir, kolanjiokarsinom gelişebilir. CH'de daha az sıklıkla, özellikle kolon
tutulumlarında görülmektedir(55).
Perikolanjit: Küçük safra kanallarının inflamasyonudur. Görülme oranı %30
civarındadır. Hastalar genellikle asemptomatiktir, ALP %30’unda yüksek olabilir,
bilirubin değerleri nadiren yükselir(56).
Diğer hepatobiliyer komplikasyonlar yağlı karaciğer ve otoimmün hepatittir(4).
Renal:
Nefrolitiyazis: CH’da görülür. Ürik asit ve oksalat taşları sıktır. İnce barsak
tutulumunda veya rezeksiyonunda yağ malabsorbsiyonu oluşur ve lümende serbest
18 yağ asitleri kalsiyumu bağlar. Yağ asitleri ile bağlanan kalsiyum, oksalat ile
bağlanamaz ve oksalat emilir. Oksalat taşları oluşur(57).
Diğer nadir renal komplikasyonlar; membranöz nefropati, glomerülonefritler ve
renal amiloidozdur(4).
Hematolojik:
Tromboza eğilim: İBH’lı hastalarda genellikle venöz tromboemboli eğilimi
vardır, nadiren arteryel de görülebilir. Derin ven trombozu, pulmoner emboli,
serebrovasküler atak gibi şekillerde karşımıza çıkar(58).
Anemi: kronik gastrointestinal kan kaybı, kronik hastalık, folat eksikliği, vitamin
B12 eksikliği veya otoimmün hemolitik anemi nedeniyle olabilir(5).
TEDAVİ
İBH tedavisinde başlıca ilaçlar; antiinflamatuvarlar, immunosupresifler,
immunomodulatörler, antibiyotikler, nütrisyonel ve destekleyici ajanlardır.
Sulfasalazine ve meselamin: Sulfasalazin, sulfapiridine azo bağıyla bağlanmış
5-aminosalisilik asid'ten (5-ASA) ibarettir. Bu bileşikteki sulfapiridin taşıyıcı olup,
esas etkili ve aktif kısmı 5-ASA'dır(59).
5-ASA'nın muhtemel etki mekanizmaları arasında ‘natural killer’ hücrelerinin,
antikor
sentezinin,
siklooksijenaz
ve
lipooksijenaz
yollarının
ve
nötrofil
fonksiyonlarının inhibisyonu ile serbest oksijen radikallerinin temizlenmesi yer alır.
5-ASA ağız yoluyla direkt verildiğinde, hemen hemen tamamı üst sindirim
kanalından emilir ve kana geçer. Halbuki inflamatuvar barsak hastalığında 5-ASA
etkisini sindirim kanalındaki inflamasyonlu bölgeye ulaşıp diffüze olarak gösterir,
yani topikal etkilidir. Sulfasalazin ağız yoluyla alındığında çekuma ulaşınca
bakteriler azoredüktaz enzimi aracılığıyla sulfasalazin ve 5-ASA arasındaki azo
bağını parçalar ve aktif bileşik 5-ASA açığa çıkar. Sulfapiridin hızla emilip
karaciğerde metabolize edilir ve idrarla atılır. 5-ASA'nın %25 kadarı kolondan
emilir, geri kalanı dışkı ile değişmeden atılır(60).
19 Sulfasalazindeki taşıyıcı inaktif molekül sulfapiridin, sulfasalazin kullananlarda
rastlanan yan etkilerin büyük kısmından sorumludur. Sulfasalazin alanların %2530'unda doza bağlı (bulantı, kusma, iştahsızlık, folat malabsorbsiyonu, baş ağrısı, saç
dökülmesi) veya aşırı duyarlığa bağlı (raş, hemolitik anemi, agranülositoz, toksik
hepatit, pankreatit, fibrozan alveolit, oligo-azospermi) yan etkiler görülebilir.
Hastaların %15'inde bu yan etkiler sulfasalazinin kesilmesini gerektirecek
ciddiyettedir(61).
Meselamin sadece 5-ASA molekülü içerir. Ağız yolundan alınan 5-ASA
molekülü jejenumdan emildiğinden kolona ulaşamaz. Bu nedenle 5-ASA, pH’ya
duyarlı membranla kaplanarak veya etilsellüloz kaplı granül ile kolona ulaşması
sağlanır ve istenen etkiyi yapar. Lavman ve suppozituvar formu da vardır.
Olsalazin ise iki molekül meselamin’in azo bağı ile bağlanmasından oluşur(62).
Meselamin, sulfasalazin’e kıyasla daha az yan etkiye sahiptir(63).
Ülseratif kolitte hem remisyonu sağlamada, hem de remisyonun idamesinde
sulfasalazin ve 5-ASA bileşikleri eşdeğer dozlarda eşdeğer etkinliğe sahiptir, ancak
sulfasalazin çok daha ucuzdur. Dolayısı ile ülseratif kolitte ilk kullanılacak oral
aminosalisilat bileşiği, sulfasalazindir. Genç erkeklerde ve sulfasalazin intoleransında
5-ASA verilir. Kolon tutulumlu CH’da sulfasalazin yararlıdır(64).
Kortikosteroidler: İBH’da akut tedavide yeri varken, nükse engel olmada
etkileri yoktur, bu nedenle idame tedavide yeri yoktur. Ciddi yan etkileri nedeniyle
uzun süre kullanımı sakıncalıdır. Orta ve şiddetli olgularda 40-60 mg/gün
prednizolon
veya
eşdeğeri
kullanılır.
Cevap
alındıkça
yavaş
yavaş
doz
azaltılmalıdır(65).
Sol kolon tutulumu olan aktif ÜK’de likit formda topikal glukokortikoidler
etkilidir. Bu amaçla hidrokortizon lavmanı, kortizon asetat köpük ve suppozituvarı
kullanılır(66).
İmmünosüpresif ilaçlar: Azothiopürin ve 6-merkaptopürin gibi immünsüpresif
ilaçlar İBH tedavisinde etkilidir. Kortikosteroide bağımlı veya kortikorezistan
olgularda kullanılmalıdır. Azatioprin ve 6-merkaptopurinin etkisinin başlaması için
20 birkaç ayın (ortalama 3 ay) geçmesi gerekir. Azatioprin ve 6-Merkaptopurinin primer
endikasyonları yılda iki veya daha fazla nüks olması, steroid bağımlılığı, kronik aktif
hastalık, ve fistüllü Crohn hastalığıdır. Sağlanan remisyonun idamesi, postoperatif
Crohn hastalığı nüksünün engellenmesi için de azatioprin ve 6-merkaptopurin
kullanılmaktadır. Azothiopürin 1.5 mg/kg/gün ve 6-merkaptopürin 50-100 mg/gün
dozda kullanılır(67). Akut pankreatit, alerjik reaksiyon, lökopeni ve hepatit gibi yan
etkileri vardır(4).
Siklosporin, steroide dirençli ÜK’de etkilidir(68). Fistüllü Crohn vakalarında da
kısmen başarılı olduğunu gösteren çalışmalar vardır(69). Ayrıca metotrexat CH
tedavisinde yararlı bulunmuştur(70).
Takrolimus ve mikofenolat diğer ajanlardır. Takrolimus, fistüllü CH’da(71) ve
steroide yanıtsız ÜK’de etkili olduğu gösterilmiştir(72). Mikofenolat’ın CH’daki
etkisi net değilken, ÜK’de steroide yanıtsız hastalarda faydalıdır(73).
Antibiyotikler: Metronidazol ve siprofloksasin mevcut tedaviye tek veya
kombine olarak eklendiğinde aktif Crohn hastalığının remisyona girmesini
kolaylaştırırlar(74). Fistüllü veya intraabdominal abseli Crohn hastalarında da
başarıyla kullanılır(75). Antibiyotiklerin ÜK tedavisinde rolü sınırlıdır. Yapılan
çalışmalarda aktif hastalık tedavisinde ve remisyon devamının sağlanmasında yararı
gösterilememiştir(76).
İmmunomodülatörler: Anti-tümör nekroz faktör alfa (İnfliximab) fistüllü Crohn
hastalığında ve tedaviye dirençli aktif hastalık durumunda hastalık aktivitesinde
azalmaya yol açtığı klinik deneylerle kanıtlanmıştır. Diğer tedavi seçeneklerine
yanıtsız CH’da infliximab’ın yararlı olduğu gösterilmiştir(77-80). Fistüllü CH’nda da
başarılı sonuçlar alınmıştır, ancak striktürlü CH’da kullanılmaz(81).
Crohn
hastalığı
tedavi
yaklaşımı:
Kolit
veya
ileokolit
durumunda
aminosalisilatlardan biri seçilip, metronidazol ve/veya siprofloksasin ile birlikte
hastaya verilir. Remisyon sağlanamadı ise steroidler eklenir. Steroid ile remisyon
sağlanıyor ancak doz azaltılamıyor ise veya steroide rağmen kısmi bir aktivite devam
ediyor ise uzun etkili immunosupresifler başlanır. İmmünsüpresif tedaviye rağmen
devam eden aktivite durumunda cerrahi tedavi düşünülür.
21 Fistül varlığında, sessiz ise tedavisiz izlenirken, barsak hastalığının inflamatuvar
aktivitesinin olmadığı hafif semptomatik fistüllerde immünomodülatör tedavi ve total
parenteral beslenme ile tedavi denenir. İnfliximab, fistüllü Crohn'da yeni ve umut
vadeden bir tedavi alternatifi olarak gözükmektedir. Tedavi edilemezse cerrahi
girişim gerektirir. Komplikasyonlu fistüllerde (aşikar inflamatuvar aktivite veya
karın içi absenin eşlik ettiği) ise tıbbi-cerrahi-radyolojik kombine tedavi yaklaşımları
zorunludur.
Obstrüktif-stenozan tip Crohn hastalığında aktif inflamasyon var ise, intravenöz
sıvı, nazogastrik drenaj ve parenteral steroid verilir. Obstrüksiyon inflamasyona bağlı
değilse endoskopik veya cerrahi yöntemlerle dar segmentin tedavisi yapılmalıdır.
Dar segment kısa ve endoskopla ulaşılabilecek yerde ise endoskopik balon dilatasyon
yapılmalı, aksi takdirde çok uzun olmayan dar segmentler için striktüroplasti, uzun
segmentler için rezeksiyon tarzında cerrahi girişimler uygulanır.
İdame tedavi olarak aminosalisilatlar Crohn hastalığı’nda Ülseratif kolitteki
kadar etkili değildir, ancak idamede kullanılırlar. Yılda iki veya daha fazla nükseden
vakalarda da idame tedavisine uzun etkili immunosupresifler eklenir. Rezeksiyon
cerrahisi uygulanan Crohn’lu hastalarda postoperatif nüksü önlemede kullanılacak
tedavi tartışmalıdır. Genellikle 2-3 g/gün oral 5-ASA verilir. Ancak hastanın cerrahi
girişimden önce ciddi inflamatuvar aktivite, fistül ve daha önce rezeksiyon cerrahisi
geçirmiş olmak gibi özellikleri varsa ilk 3 ayında metronidazolle birlikte olmak üzere
6-merkaptopurin (50 mg/gün) kullanılmalıdır.
Cerrahi tedavi, hastalığı tedavi etmez, komplikasyonların giderilmesi amacıyla
başvurulur. Obstrüksiyon, abse, fistül ve perforasyon durumunda başvurulur. Tıbbi
tedaviye yanıtsız ve sürekli kortikosteroid kullanması gereken hastalarda da
semptomları kontrol etmek amacıyla başvurulur(4).
Ülseratif kolit tedavi yaklaşımı: Aktif ülseratif kolitli bir hastanın tedavisini
planlarken en önemli nokta, alevlenmenin sebebini belirlemektir. Alevlenme
intestinal amebiyazis, C.difficile veya sitomegalovirus koliti gibi hastalığın intrensek
aktivitesi dışında bir sebebe bağlı ise tedavinin o sebebe yönelik düzenlenmesi
gerekir. Ülseratif proktit durumunda topikal tedavi verilir. 5-ASA suppozituvar veya
22 lavman verilir. Yanıt alınamazsa lokal kortikosteroid, oral 5-ASA ve kortikosteroid
kullanılması gerekir.
Hafif derecede ÜK, topikal uygulamaya ek olarak oral 5-ASA tedavisi verilir.
Yanıt alınamazsa oral prednisolon başlanır ve remisyona girince doz yavaş yavaş
azaltılarak kesilir. İdame tedavi yine aminosalisilatlar ile yapılır.
Orta şiddette ÜK, oral kortikosteroid ve 5-ASA başlanır ve remisyon sağlanınca
idame tedavi aminosalisilatlar ile yapılır.
Şiddetli ÜK, parenteral kortikosteroid ve parenteral beslenme, sıvı-elektrolit
desteği yapılmalıdır. Rektal kortikosteroid lavmanları da ek olarak yapılmalıdır.
Hasta toksik megakolon ve perforasyon yönünden takip edilmelidir. İyileşmekte olan
hastalara önce oral kortikosteroide geçilir, sonrasında aminosalisilatlara geçilir. Tüm
çabalara rağmen düzelmeyen hastalarda, toksik megakolon veya perforasyon
gelişmiş hastalarda acil kolektomi uygulanmalıdır.
Ülseratif kolitte idame tedavisi, oral sulfasalazin veya 5-ASA ile yapılır.
Aminosalisilatlara rağmen bir yıl içinde iki veya daha fazla nüks meydana gelmiş ise
uzun etkili immunosupresifler tedaviye eklenir. Ülseratif proktit formunda idame
tedavisi sadece topikal 5-ASA preparatları ile de yapılabilir. Aminosalisilatlarla en az
3 yıl remisyonda kalan hastalarda idame tedavisi kesilebilir.
Cerrahi tedavi; acil olarak toksik megakolon ve perforasyon durumlarında
uygulanır. Elektif olarak da tıbbi tedaviye yanıt vermeyen veya yüksek doz
kortikosteroid tedavi gerektiren hastalarda uygulanır(5).
PROGNOZ
Crohn hastalığı olan hastalarda yaşam kalitesi hastalık şiddeti, yaygınlık derecesi
ve komplikasyonların gelişmesine bağlı olsa da genel olarak kötüdür. Perianal
lezyonlar, internal ve eksternal fistüller ve striktürler yaşam kalitesini olumsuz yönde
etkiler, tedaviyi zorlaştırır ve cerrahi tedaviyi zorunlu hale getirir. Kolorektal kanser
gelişme riski farklı klinik çalışmalarda; normal populasyona göre artmamış risk veya
çok artmış risk şeklinde farklılık gösterir. Kalın barsak tutulumlu CH’da risk
ÜK’deki riskle benzerdir(82).
23 Ülseratif kolit’de de prognoza etkili olan en önemli iki faktör, hastalığın
yaygınlığı ve tıbbi tedaviye yanıttır. Hastaların büyük bir bölümünde (%80) hastalık
intermittan ataklarla, %15 kadarında kronik devamlı ve arta kalan küçük bir
kısmında da ilk atakta fulminan seyir gösterir ve kolektomiye gerek duyulabilir(83).
Mortalite komplikasyonlara bağlıdır. Perforasyon, toksik kolon dilatasyonu ve
kansere bağlıdır. Cerrahi girişim ÜK’de hastalığı ortadan kaldırıcı yöntemdir(5).
24 İNFLAMATUVAR BARSAK HASTALIKLARINDA ANEMİ
İnflamatuvar barsak hastalıklarında anemi sık rastlanan bir komplikasyondur.
Anemi, genel olarak hemoglobin düzeyinin azalması şeklinde tanımlanır. Normal
hemoglobin
konsantrasyonu
erkeklerde
13-17g/dl,
kadınlarda
12-16g/dl
düzeyindedir. Hemoglobin konsantrasyonu erkeklerde 13 g/dl’nin altında, kadınlarda
ise 12 g/dl’nin altında olunca anemiden bahsedilir. İBH’lı hastalarda anemi sıklığı
literatüre bakıldığında %8.8 ile %73.7 arasındadır. İBH’da anemi patogenezinde
vitamin B12 ve folik asit eksikliği, ilaca bağlı kemik iliği süpresyonu, hemolitik
anemi gibi faktörler yer alsa da en sık demir eksikliği ve kronik hastalık tipinde
anemi görülmektedirBu nedenle İBH’lı hastalarda anemi tanısı, aneminin tipi ve
tedavisi oldukça önemlidir(84-87).
İBH’da anemi nedenleri:
1. Demir eksikliği anemisi
2. Kronik hastalık anemisi
3. Vit B12 ve folik asit eksikliği
4. Hemolitik anemi
5. Kemik iliği süpresyonu
1. Demir metabolizması ve demir eksikliği anemisi
Demir metabolizması: Demir her gün belli bir miktar alınması zorunlu bir
mineraldir. Vücüttaki demirin %60’ı eritrositlerde bulunur. Eritrositlerin yaşam
süresinin ortalama 120 gün olduğu düşünülürse sürekli eritropoez ile ilişkili olarak
günde yaklaşık 30 mg demir gerekmektedir. Vücuda demir gıdalar ile barsaktan
emilerek ve yaşlı eritrositlerin parçalanmasıyla ortaya çıkan demirin tekrar kullanıma
sunulması ile sağlanır(88).
Normal bir diyette 12-15 mg demir bulunur ve bunun %5-10’u (0.6-1.5 mg)
emilir. Diyetteki demir hem (myoglobin, kümes hayvanları ve balık) ve hem dışı
(bitkiler) olmak üzere 2 formda bulunur. Hem dışı demirin emilimi mide asiti,
askorbik asit ve inhibitör (fitik asit, polifenol) faktörlerin varlığından etkilenir. Hem
25 demiri ise myoglobinin mekanik ve enzimatik sindirimi ile ortaya çıkar ve emilim
sırasındaki faktörlerden az etkilenmesinden dolayı hem dışı demire göre daha iyi
emilir(89).
Demir duodenum ve üst jejenum enterositlerinin membranından emilir. Barsak
yüzeyinde ferro (Fe2) değerliğine sahip demir ferri redüktaz ile ferro (Fe3)
değerliğine sahip hale döner ve enterosit içine alınır. Enterosit içine geçen demirin
bir kısmı depo edilmekte (ferritin) bir kısmı ise bazolateral bölgeden plazmaya
aktarılmaktadır. Emilen demir plazmada transferrine bağlı olarak taşınır. Plazma
demir deposu 3.5-5 gr arasındadır ve transferrin vücuttaki total demirin küçük bir
kısmını yansıtır.
Şekil 4: Vücuttaki total demirin dağılımı (90)
Transferrin 2 adet demir bağlama bölgesi içerir. Fizyolojik koşullarda bu bağlanma
bölgelerinden %30-40’ı doludur (Transferrin saturasyonu). Transferrine bağlı
demirin, eritroid öncül hücreler başta olmak üzere karaciğer ve immün hücrelere
geçişi transferrin reseptörleri ile olur(90).
İntrasellüler demir eksikliği durumunda hücrenin demir ihtiyacının karşılanması
için hücredeki transferrin reseptör ekspresyonu arttırılır. Hücre içinde demir ferritin
formunda saklanır. Ferritin, 24 zincirli subünitten oluşan apoprotein kabuk ve içinde
4,500 atom içeren demir çekirdekten oluşur. Ferritin proteinlerin sentezinde
kullanılacak demir havuzunu sağlamaktadır. Dolaşımdaki ferritin düzeyleri,
intrasellüler ferritinin ve demir kaynaklarının miktarını yansıtır. İnflamasyon ve
neoplazi varlığında serum ferritin konsantrasyonu artar. Ferritin inflamasyona cevap
olarak akut faz proteini gibi davranır ve inflamasyon varlığında yanlış olarak yüksek
düzeylerde ölçülebilir(91).
26 Demir kaybı dökülen barsak ve deri hücreleri ile günde 1-2 mg’dır. Kadınlar her
menstruasyon döngüsünde ekstra 10-42 mg demir kaybeder.
Demirin vücuttaki en önemli rolü hemoglobin sentezinde kullanımıdır. Eritroid
prekürsör hücrelerdeki hemoglobin sentezi intrasellüler demir varlığına bağlıdır.
Hemoglobin total vücut demirinin % 60’ını taşır (şekil 1). Demir metabolizması
hemoglobin, plazma demir, transferrin ve ferritin konsantrasyonları ölçümü ile
izlenir(90).
Demir bağışıklık hücrelerinin proliferasyonu ve fonksiyonu için de gereklidir.
Nötrofil ve makrofaj aracılı sitotoksisitede gerekli olan reaktif oksijen metabolit
oluşumunda demir katalizör görevi görür. Demir eksikliği B ve Th 1 lenfositlerinin
proliferasyon ve diferansiyasyonunu etkiler. Demir fazlalığı ise naturel killer hücre
disfonksiyonu, nötrofil etkisinde azalma ve CD4, CD8 lenfosit oranında değişikliğe
yol açar. Demir yüklü makrofajlar interferon-γ cevabı, TNF-α üretimi ve NO
oluşumunu azaltır. Bu durum belli oranda demirin lenfosit gelişimi için gerekli
olduğunu ama fazla demir depolanmasının immün fonksiyonları ve konak direncini
azalttığını göstermektedir(92).
Demir eksikliği anemisi
İnflamatuar barsak hastalığında demir eksikliği anemisi kronik intestinal kan
kaybına bağlıdır. Kronik intestinal kanamaya cevap olarak barsaktan demir
absorbsiyonu arttırılsa da günlük kaybedilen demir miktarı emilen demir miktarından
fazla olur ve negatif demir dengesi oluşur. İBH’da genel olarak demir emilimi
normaldir, sadece duodenum ve üst jejenum tutulumu olan Crohn hastalarında demir
emilimi azalır(93).
Demir eksikliğinin sonucu olarak eritroblast gelişimi için gereken demir
sağlanamaz, kırmızı hücre hemoglobinizasyonu bozulur. Kemik iliğinden mikrositik
ve hipokromik kırmızı hücreler salınır. Hemoglobindeki düşüş eritropoezi uyarır ve
eritropoezin artması ile daha da artan demir ihtiyacı karşılanamaz. Sonuç olarak
ineffektif eritropoez oluşur(94).
27 Klinik belirtilerin başlıcaları yorgunluk, baş dönmesi, baş ağrısı, solukluk, nefes
darlığı ve çarpıntıdır. Nefes darlığı ve çarpıntı kan oksijen seviyesinin azalması ve
periferik hipoksiye bağlıdır. Mezenterik arter kan akımının kompansatuar olarak
perifere geçmesiyle barsak mukoza perfüzyonu bozulur. Anemi, barsak motilite
bozukluğu, bulantı, zayıflama ve malabsorbsiyona da neden olabilir. Kadınlarda
menoraji ve amenore sık görülen bulgulardandır. Erkeklerde impotans görülebilir.
Libido kaybı her iki cins için de hayat kalitesini azaltan faktörlerden biridir(95).
Santral hipoksi başağrısı, baş dönmesi, vertigo veya tinnitusa sebep olabilir. Anemi
tedavisi ile
kişilerin kognitif fonksiyonlarında iyileşme görülmektedir. İBH’lı
anemik hastalarda kronik yorgunluk sık semptomlardan biridir. Yorgunluk kişinin
günlük hayatını sınırlayan önemli fiziksel, duygusal, psikolojik ve sosyal sonuçlara
yol açar(96).
Demir eksikliğine bağlı klinik belirti ve bulgular da oluşabilir ve bu durum
anemiden bağımsızdır. Epitelyal dokuların hızlı büyüme ve hayat döngüleri için
demire gereksinimleri vardır. Demir eksikliğinde bu dokular etkilenir. Glossit, ağız
çevresi ve dudak bileşkesinde çatlaklar, ösofagusta halka veya darlık ve midede
atrofi gelişebilir. Pika, normal olmayan yemek yeme duygusudur ve demir
eksikliğinde görülür. Hastalar kil, toprak (jeofaji), buz (pagofaji) gibi bazı maddeleri
yemek için şiddetli arzu duyarlar. Pika, demir tedavisi ile sıklıkla birkaç günde
düzelir. Koilonişi (kaşık tırnak) tırnakların kolay kırılır hale gelmesi, incelmesi,
düzleşmesi ve çukurlaşmasıdır, demir eksikliğine özgü olsa da görülme oranı
azdır(97,98).
Laboratuar bulguları demir depoları tükendiğinde ve demir eksikliği hipokromi
ve mikrositozla sonuçlandığı zaman gelişir. Ortalama eritrosit hacmi (MCV) azalır
(<80 fl, mikrositoz), ortalama eritrosit hemoglobini (MCH) azalır (<28 pg,
hipokromi), ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu (MCHC) azalır. Periferik
yaymada hipokromi ve mikrositoz görülür.
Serum ferritin düzeyinde azalma (<12ng/ml)
demir eksikliği açısından
anlamlıdır ve kesin demir eksikliği anemisi tanısı koydurmalıdır. Ancak inflamasyon
varlığında ferritin akut faz reaktanı gibi davranarak yükselir. İBH’da anemi
varlığında aktif inflamasyon sırasında ferritin yanlış yüksek bulunabilir.
28 Serum demir düzeyi düşük (<30 µg/dl), total demir bağlama kapasitesi yüksektir
(TDBK 350-500 µg/dl). Transferin saturasyonu (serum demiri/serum demir bağlama
kapasitesi x100) azalmıştır (<%10).
Kemik iliğinde eritroid seride mikronormoblastik hiperplazi mevcuttur. Kemik
iliği biyopsi preparatında demir boyaması ile hemosiderin azalmış veya yoktur.
Kemik iliği aspirasyonu veya biyopsisi tanı için gerekli değildir(99,100).
2. Kronik hastalık anemisi
İBH’da anemi nedenlerinden ikinci sırada kronik hastalık anemisi yer alır.
Kronik hastalık anemisinde asıl durum demirin retiküloendotelyal sistemde
tutulması, biriktirilmesi ve eritrona sunulmamasıdır. Anemi derinliği barsak
inflamasyon durumu ve hastalık aktivitesi ile paralellik gösterir.
Patogenezde rol alan faktörler:
Sitokinlerin direkt etkileri: İnflamasyon sırasında açığa çıkan sitokinlerin
farklı etkileri vardır. Proinflamatuvar sitokinler (TH 1 kaynaklı sitokinler),
interlökin-1 (IL-1), interferon gama (IFN-γ), IL-2, IL-6, TGF (transforming growth
factor) ve tümör nekroz faktörü-beta (TNF-β)’dır. Monosit-makrofaj sisteminin
aktive edilmesini izleyerek açığa çıkarlar, ilikte eritroid öncü hücrelerin çoğalmasına
engel olurlar, ayrıca hematokrit değerine göre eritropoietin yanıtını olumsuz
etkilerler. Yine eritroid öncüllere demir sunumunun azalmasına yol açarlar(101).
Eritronlara demir sunumunun azalması: Eritrositlerin parçalanması ile ortaya
çıkan demir
eritropoezin azalması sonucu veya direkt etki ile eritroid öncül
hücrelere sunulamaz ve retiküloendotelyal sistemde depolanır. Sonuç olarak serum
ferritin düzeyleri artar ve barsaktan demir emilimi azalır(Şekil 3)(89).
29 Şekil 5: Kronik hastalık anemisinde eritronlara demir sunumunu azalması
Eritroid öncü hücrelerin çoğalma ve farklılaşmasının inhibisyonu: TNF-α,
tip 1 ve 2 interferonlar ve IFN-γ bu durumdan sorumlu sitokinlerdir. NO de sorumlu
ajanlar arasında gösterilmektedir(102).
Eritropoetine azalmış yanıt: Kronik hastalık anemisinde eritropoietine azalmış
yanıt vardır. Serum eritropoietin düzeyi ölçüldüğünde normaldir ama anemi
derecesine göre göreceli olarak düşüktür. Bu durum kronik hastalık anemisine neden
olan bütün hastalıkları kapsamayabilir ama Crohn hastalığı ve Ülseratif kolit için
gösterilmiştir(103,104). Serum eritropoietin düzeyi muhtemelen altta yatan hastalığın
şiddeti ve serum sitokin konsantrasyonundan etkilenmektedir. Nitekim IFN-γ ve
TNF-α düzeyi çok yüksek hastalarda yüksek dozda eritropoietin ile yanıt
sağlanabilmektedir. Sitokinler böbrekten eritropoietin üretimini direkt olarak da
inhibe edebilirler(105).
Eritrosit ömrünün kısalması: Kronik hastalık anemisinde eritrositlerin ömrü
kısalmıştır. Bu kısa sağkalım süresinin dalakta bulunan makrofajların eritrofagositoz
yapmaları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir(106).
30 Kronik hastalık anemisine ait belirti ve bulguları altta yatan hastalığa ait belirti
ve bulgular oluşturur.
Kronik hastalık anemisi hastalığın ilk 1-2. ayında yerleşir. Anemi genellikle orta
ya da hafif derecedir. Genellikle eritrosit morfolojisi normokrom normositiktir. İleri
olmayan hipokromi ve mikrositoz da görülebilir. Serum demir düzeyi düşük, TDBK
normal veya azalmıştır. Transferrin saturasyonu genelde azalmıştır ama demir
eksikliği anemisi düzeyinde değildir. Serum ferritin düzeyi kronik inflamasyona
bağlı artmıştır. Kemik iliği aspirasyonunda genellikle mikronormoblastik hiperplazi
görülür. Kronik hastalık anemisine özgü bir bulgu olarak kemik iliğinde makrofaj içi
demir artmış, demir içeren eritroblast (sideroblast) azalmıştır(107).
3. Vitamin B12 ve folat eksikliği
Vitamin B12 eksikliği: Vitamin B12 (kobalamin) nükleoprotein sentezi için
gerekli olan kofaktördür. İnsan vücudunda metilkobalamin ve adenosil kobalamin
şeklinde bulunur. Metilkobalamin homosisteinin metionine dönüşmesini sağlayan
koenzimdir. Vit B12 eksikliğinde bu reaksiyon çalışmaz ve folat metabolizması da
bozulur. Ve dolayısıyla nükleik asit sentezi bozulur. Eritrosit öncül hücrelerde DNA
sentezi bozulur, nükleus olgunlaşması geri kalır, stoplazma olgunlaşması devam
eder. Bu nükleostoplazmik dissosiyasyon morfolojik olarak megaloblastik deyimi ile
ifade edilir(87).
Normal bir diyet yaklaşık 15 µg/gün vitamin B12 içerir. Günlük ihtiyaç 1-2
µg’dır. Besinlerle alınan kobalamin mideden salgılanan intrensek faktör ile birleşerek
terminal ileumdan emilir. Emilen kobalamin transkobalamin II taşıyıcı proteinine
bağlanarak taşınır. Normal terminal ileumdan vitamin B12 emilimi 2-3 µg/gün ile
sınırlıdır.
Kobalamin karaciğerde depolanır. Erişkinde total olarak 2-5 mg
kobalamin bulunur, bunun 1 mg’ı karaciğerdedir. Diyetle hiç kobalamin alınmadığı
zaman depoların tükenmesi ve vit B12 eksikliği gelişmesi için en az 3-4 yıl
geçmelidir(108).
Vitamin B12 eksikliğine yol açan ana nedenler arasında gıda ile yetersiz alım,
midede intrensek faktör oluşumuna engel olacak inflamasyon veya malignite,
31 bakteriyel aşırı gelişim, parazit gibi nedenler sayılabilir. İBH’da vitamin B12 eksikliği
özellikle CH’da kronik ileal inflamasyon veya ileum rezeksiyonu nedeniyle
olur(107).
Klinik belirtiler başlıca hematopoetik sistem, gastrointestinal sistem ve sinir
sistemini etkiler. Anemi yavaş geliştiğinden, hasta belirtileri tolere edebilir. Glossit,
hazımsızlık, diyare ve zayıflama gözlenir. Nörolojik belirtiler hastaların ortalama
%10’unda ve spinal kordun subakut dejenerasyonu sonucu gelişir(108).
Laboratuar bulgularından, serum vitamin B12 düzeyi <100pg/ml’dir. Periferik
yaymada makrositoz ve hipersegmente nötrofiller saptanır. Kemik iliğinde
eritroblastlar megaloblastik karakterdedir. İneffektif eritropoez nedeniyle LDH ve
indirekt bilirubinde artış saptanır. Pernisiyöz anemi ile vit B12 alım eksikliği veya
emilim bozukluğu ayrımında Schilling testi kullanılabilir. İntramüsküler kobalamin
verilerek depoları doyurulan hasta oral radyoaktif işaretli kobalamin verildikten
sonra 24 saatlik idrarla atılan miktar pernisiyöz anemide %8’in altındadır(107).
Folat eksikliği: Folat da hücre metabolizmasında önemli rol oynar ve
nükleoprotein
sentezi için gereklidir. Eksikliğinde nükleik asit sentezi bozulur.
Eritrosit öncül hücrelerde DNA sentezi bozulur, nükleus olgunlaşması geri kalır,
stoplazma olgunlaşması devam eder. Bu nükleositoplazmik dissosiyasyona
morfolojik olarak megaloblastik denir(107).
Normal diyet 500-700 mcg folat içerir. Alınan folatın %50-60’ı duodenum ve
jejenumdan emilir. Karaciğerde poliglutamat formunda depolanır. Total olarak 10-15
mg depo folat bulunur ve hiç alınmadığı zaman 1-2 ayda depolar tükenir(108).
Folat eksikliği, yetersiz alım, yetersiz emilim veya her ikisinin birlikteliği
nedeniyle olur. İBH’da özellikle CH’da üst gastrointestinal sistem tutulumu
durumunda emiliminde azalma gelişir. Ayrca tedavide kullanılan sülfosalazin ve
metotreksat da folat eksikliğine neden olur.
Klinik belirtilerden anemi ve gastrointesinal sisteme ait belirtiler vitamin B12
eksikliğine benzer ama daha belirgindir. Sinir sistemine ait belirti görülmez.
32 Laboratuar bulgularından, serum folik asit düzeyi 2.5 ng/ml’nin altındadır.
Periferik yaymada makrositoz ve hipersegmente nötrofiller saptanır. Kemik iliğinde
eritroblastlar megaloblastik karakterdedir. İneffektif eritropoez nedeniyle LDH ve
indirekt bilirubinde artış saptanır(107).
4. Hemolitik anemi
Hemolitik anemi periferik kandaki eritrositlerin yaşam sürelerinin kısalması
sonucu oluşur. Hemoliz iki grupta incelenir: (a) eritrosite bağlı nedenler (b) Eritrosit
dışı nedenler.
İBH’da otoimmün veya 5-ASA tedavisine bağlı hemolitik anemi gelişir.
Klinik belirtiler hemoglobinde hızlı azalma sonucu hastanın anemiyi tolere
edememesine bağlıdır. Sarılık ve ciddi vakalarda ateş, karın ağrısı, sırt ağrısı veya
siyah-kırmızı idrar görülür.
Laboratuar bulgularından retikülositoz, indirekt bilirubinde artış, laktat
dehidrogenaz düzeyinde artma ve haptoglobulinde azalma görülür. Direkt Coombs
testi
pozitiftir. Periferik yaymada hemolize bağlı sferositler, polikromazi,
parçalanmış hücreler görülür(107).
5. Kemik iliği depresyonu
İBH’da 5-ASA’ya bağlı aplastik anemi için bildirilen birkaç vaka vardır.
Mekanizma net olmasa da dozdan bağımsız alerjik bir reaksiyon olduğu
düşünülmektedir.
Yüksek doz 6-merkaptopürin, azathiopürin veya metotreksatın toksik kemik iliği
depresyonu yaptığı gösterilmiştir. Ama İBH’da kullanılan dozlar düşük olduğundan
lökopeni,
trombositopeni
sıkça
rastlansa
da
ilaca
bağlı
anemi
henüz
görülmemiştir(109).
Laboratuar bulgularından, periferik pansitopeni her üç serinin de etkilendiğini
gösterir. Tanı kemik iliği biyopsisi ile konur. Kemik iliğinde hematopoetik doku
azalması ve yağ doku artışı saptanır(107).
33 TEDAVİ
Demir tedavisi:
Oral demir tedavisi: Oral demir preparatları ferröz (Fe2+ veya demir II) ve ferri
(Fe3+ veya demir III) değerlikli demir tuzları şeklindedir. Ferröz demir tuzları
arasında sülfat, glukonat ve fumarat tuzları, ferri demir tuzları arasında
hidroksimaltoz ve süksinilat tuzları sayılabilir. Ferri tuzlarının emilimi çok daha
azdır. Askorbik asit ile beraber alındığında demir emilimi artar. Tahıl, çay, süt ile
alınması emilimi azaltır(88).
Bu demir tuzları barsak lümeninde okside olarak aktive hidroksil radikalleri
salar. Bu radikaller barsak duvarına etki ederek gastrointestinal belirti ve
rahatsızlıklara neden olur. Enterik kaplı demir formları (ör. ferroglisin sülfat) demirin
midede salınımını en aza indirerek bu yan etkileri en aza indirmeyi hedefler(110).
Erişkinde verilmesi gereken uygun doz günde 200 mg elemental demir içeren
dozlardır. Demir emilimi en iyi mide boş iken olduğundan preparat yemekten 1 saat
önce aç karnına alınmalıdır. Demir tedavisi altında siyah dışkılama ve dışkıda gizli
kan testi (guaiac) pozitif olması beklenen bir sonuçtur (88).
Oral demir tedavisinin yan etkileri gastrointestinal sistem ile ilgilidir. Yanma,
bulantı, kusma, karın ağrısı, kramp ve ishaldir. Yemekle beraber alınınca yan etkiler
azalır ama preparatın biyoyararlanımı da azalır. İBH olan hastalarda, İBH
olmayanlara göre gastrointestinal yan etkilere daha çok rastlanır(111).
Parenteral demir tedavisi: Değişik preparatlar kullanımdadır. İntravenöz formlar
demir dekstran ve demir sükrozdur.
Demir dekstran, moleküler ağırlığı 100-500 kDa’dur. Plazma yarı ömrü 3-4
gündür. Avantajı, tek seferde 500-2000 mg gibi yüksek doz verilebilme imkanı
tanımasıdır. Total doz 500 mg salin içine konur ve ilk 20-30 ml’si 5 dakikada test
dozu olarak verilir. Herhangi bir alerjik reaksiyon gelişmezse kalan doz 3-4 saatte
uygulanır. En büyük dezavantajı ise infüzyon başlangıcından birkaç saniye içinde
gelişen bazen ölümcül olabilen anafilaktik reaksiyondur. Bu nedenle test dozu her
zaman gereklidir. Total doz infüzyonu alan hastaların %10’unda 24-48 saat sonra kas
34 ağrısı, eklem ağrısı, başağrısı ve halsizlik gibi belirtiler gözlenebilir. Genelde steroid
dışı anti-inflamatuvar ilaçlara yanıt verir(112).
Demir sükroz, molekül ağırlığı 34-40 kDa’dur. Plazma yarı ömrü 5-6 saattir.
Anafilaktik reaksiyon riski taşımaz. Tek dozda 300 mg’a kadar güvenlidir. Haftada
maksimum önerilen doz 600 mg’dır. İnfüzyon hızı fazla olursa veya tek seferde 7
mg/kg’dan fazla demir verilirse hipotansiyon, taşikardi ve dispne gibi belirtiler
görülebilir(89).
Eritropoetin tedavisi: İBH’da görülen kronik hastalık anemisi tedavisinde
kullanımı ile ilgili yapılan çalışmalarda olumlu sonuçlar alınmıştır. Demir tedavisine
dirençli anemide de yararlı olduğu gösterilmiştir(113-115).
Vitamin
B12
tedavisi:
Vitamin
B12
eksikliği
olan
hastalara 1
mg
hidroksikobalamin 2-3 hafta boyunca haftada 2 kez uygulanması gereklidir.
Sürdürme tedavisi olarak da 3 ayda bir kez yapılır. Profilaktik vitamin B12 tedavisi
ileumda geniş rezeksiyonu olan ve kalan ileumun da inflamasyon ile etkilendiği
hastalarda endikedir(107).
Folat tedavisi: Folat eksikliğinde 5 mg tablet günde üç kez verilerek tedavi
edilir. Folat eksikliğine yol açan neden ortadan kaldırılırsa tedavi 4 ayda tamamlanır.
Uzun süreli metotreksat kullanan hastalarda folat antagonizmasının yan etkilerinden
korumak için tedaviye folinik asit eklenir(107).
Hemolitik anemi tedavisi: İlaca bağlı ise (5-ASA) derhal ilaç kesilir. Destek
tedavi verilir. Otoimmün hemolitik anemi tedavisinde yüksek doz kortikosteroid (60
mg/gün) verilir ve hemoliz düzelene kadar aylarca devam edilebilir. Hastaların az bir
kısmı bu tedaviye yanıt vermez. Bu vakalarda immünsüpresif tedavi(6merkaptopürin, azathiopürin veya siklofosfamid) verilir. Bazen splenektomi
gerekliliği doğabilir. Çok nadir olarak da plazmaferez gerektirecek düzeyde akut
ciddi hemoliz görülebilir(107).
Myelosüpresyon tedavisi: Destek tedavinin yanında eritropoetin ve diğer
büyüme
faktörleri
ile
birlikte
immünsüpresif
tedavi
(kortikosteroid
veya
siklofosfamid) denenebilir. Eğer immünolojik bir etyolojiden şüpheleniliyorsa
35 plazmaferez veya anti-timosit globulin verilebilir. Dirençli vakalarda kemik iliği
nakli gereklidir(107).
36 MATERYAL VE METOD
Çalışma prospektif olarak tasarlanmıştır. Çalışma protokolü S. B. Okmeydanı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi yerel etik kuruluna sunulmuş ve onay almıştır.
Çalışmaya alınmadan önce tüm hastalar bilgilendirilmiş ve onay formu
imzalatılmıştır.
Çalışma grubu, Temmuz 2007 ile Şubat 2008 tarihleri arasında Okmeydanı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji polikliniğine başvuran inflamatuvar
barsak hastalığı ve demir eksikliği anemisi olan hastalar arasından seçilmiştir.
İnflamatuvar barsak hastalığı tanısı endoskopi, histopatoloji ve radyolojik tetkikler
kullanılarak konulmuştur. Çalışmaya dahil edilme kriterleri şunlardır: hemoglobin
değeri kadınlarda 12g/dl’nin, erkeklerde 13 g/dl’nin altında olması, transferrin
saturasyonu %20’nin altında ve/veya ferritin değeri 20 ng/ml altında olması,
hastaların 18-70 yaş arasında olması. Çalışmaya dahil edilmeme kriterleri ise
şunlardır: demir eksikliğine bağlı olmayan anemi, demir preparatlarına bilinen
hipersensitivite, serum ferrititin konsantrasyonu >300 ng/ml, renal yetmezlik (serum
kreatinin>1.2 mg/dl), hipoplastik kemik iliği veya hematolojik malignite şüphesi,
gebelik, laktasyon, ciddi yandaş hastalık, çalışmadan 2 hafta önceki sürede kan
transfüzyonu ve parenteral demir infüzyonu almış olmak.
Hastalar iki tedavi grubuna ayrıldı: 1. grup oral ferroglisin sülfat (ferro sanol®
duodenal, Schwarz Pharma, Monheim, Almanya) günde 2 kez 100 mg, 6 hafta
verildi. 2. grup intravenöz demir sükroz (Venofer®, Vifor Int., St. Gallen, İsviçre)
[(14−hasta hemoglobin(g/dl)) × 2,4 × vücut ağırlığı(kg)] + 500
formülüne göre
hesaplanan doz, 200 mg’lık bölünmüş dozlarda,150 cc’lik %0,9’luk sodyum klorür
içinde, intravenöz, 30 dakika sürede, haftada 3 kez, toplam doz bitene
kadar
uygulandı. Her iki grupta başlangıç değerine göre 3. ve 6. haftadaki hemoglobin,
ferritin, transferrin saturasyonu, aktivite ve yan etki değerlerindeki değişim, tedavi
öncesi ve sonrası C-reaktif protein değerlerindeki değişim ve bu değişimlerin oral
demir tedavisi alan grup ile parenteral demir tedavisi alan grup arasındaki farklılığını
araştırdık.
37 Tedaviye başlamadan önce tüm hastaların özgeçmiş, ek ilaç kullanımı ve İBH
aktivite skorları, ağırlıkları ve vital bulguları (tansiyon arteryel ve nabız dakika
sayısı) kaydedildi. Hematolojik değerlerden hemoglobin, hematokrit, MCV ve
lökosit sayısı, biyokimyasal değerlerden; ferritin, demir, total demir bağlama
kapasitesi, transferrin saturasyonu, kreatinin, C-reaktif protein, AST, ALT, LDH,
total bilirubin, direkt bilirubin, vitamin B12, folik asit düzeyleri bakıldı. Takipte 3. ve
6. haftalarda vital bulgular, yan etkiler, İBH aktivite skorları, hematolojik değerler
(hemoglobin, hematokrit, MCV ve lökosit sayısı) ve biyokimyasal değerler (ferritin,
demir, total demir bağlama kapasitesi, transferrin saturasyonu, kreatinin, AST, ALT)
kaydedildi. C-reaktif protein 6. haftada kaydedildi.
Transferrin saturasyonu, demir/total demir bağlama kapasitesi × 100 formülü ile
hesaplandı. CH olan hastaların aktivitesi Crohn aktivite indeksi ile sorgulandı. İndeks
skoru değişkenlerin değerleri çarpım faktörleri ile çarpıldıktan sonra tüm sonuçların
toplanması ile elde edilir. 150’den küçük skorlar remisyon; 450’den yüksek skorlar
ağır hastalık olarak kabul edilir(Tablo 2)(25). ÜK hastalarının hastalık aktiviteleri
Truelove-Witt kriterlerine göre belirlendi. Truelove-Witt kriterleri tablo 3’de
gösterilmektedir (Tablo 2)(32).
Tablo 2: Crohn Hastalığı Aktivite İndeksi (25)
Değişken
-Yumuşak veya sulu dışkı sayısı (yedi gün boyunca her gün)
Çarpım faktörü
2
-Karın ağrısı (0: yok; 1 veya 2: orta; 3: şiddetli)
5
-Genel durum (0: iyi; 1,2 veya 3: orta; 4 kötü)
-Komplikasyonların sayısı:
Artralji veya artrit
İritis veya üveit
Eritema Nodozum, Pyoderma Gangrenozum, aftöz stomatit
Anal fistül, fissür, abse
Diğer fistüller
Ateş (>37,8 º C)
-Opioid ihtiyacı (0: yok; 1: var)
-Abdominal kütle (0: yok; 2: şüpheli; 3: kesin)
-47 eksi hemotokrit (erkek)
-42 eksi hemotokrit (kadın)
Standard kilonun yüzde (%) altı ve üstü
100 × [1 - (vücut ağırlığı/standart ağırlık)]
7
20
30
10
6
1
38 Tablo 3: Truelove-Witt Aktivite Kriterleri (32)
Değişken
Hafif
Tuvalete
çıkma
<4
sayısı (sayı/gün)
Ağır
Fulminan
>6
>10
Kanlı gayta
İntermitan
Sık
Devamlı
Ateş (º C)
Normal
>37,5
>37,5
>90
>90
Dakika
nabız
Normal
sayısı
(vuru/dakika)
Hemoglobin
Normal
Normalin
%75’inden az
Transfüzyon
ihtiyacı
Eritrosit
sedimentasyon
hızı (mm/saat)
≤30
>30
>30
Lavman opak
----------
Gaz,
ödematöz
Dilatasyon
kolon duvarı
Klinik bulgular
----------
Karın hassasiyeti
Karın hassasiyeti,
distansiyon
Tedavi öncesi bütün hastaların vitamin B12, folik asit, LDH, total ve direkt
bilirubin düzeyleri normal sınırlarda idi.
Tüm istatiksel analizler “ SPSS for Windows 10.0” kullanılarak analiz edildi. İki
bağımsız grubun ortalamaları arasında fark olup olmadığını saptamak için student t
testi, Mann-Whitney U, Paired t testi kullanıldı. Sonuçlar, anlamlılık p<0.05
düzeyinde değerlendirilmiştir.
39 BULGULAR
Çalışmamıza İBH ve demir eksikliği anemisi olan 32 hasta alındı. 15 hastaya (8
erkek) randomize olarak oral demir preparatı, 17 hastaya (8 erkek) ise parenteral
demir preparatı verildi. Oral demir tedavisi alan hastaların yaş ortalaması 39,07 ±
13,23 , parenteral demir tedavisi alan hastaların 35,65 ± 10,49 idi. Oral demir
tedavisi alan hastaların ağırlık ortalaması 64,73 ± 10,96, parenteral demir tedavisi
alan hastaların ise 65,18 ± 11,72 idi. Her iki grup arasında yaş ve kilo ortalaması
bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu(p>0.05) (Tablo 4).
Oral demir
PE demir
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
Yaş
39,07
13,23
35,65
10,49
,422
Kilo
64,73
10,96
65,18
11,72
,913
Tablo 4: Hastaların yaş ve kilo dağılım
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Hastalık
Ülseratif kolit
Crohn hastalığı
Aktivite
Remisyon
Aktif
5-ASA
Hayır
Evet
Azatioprin
Hayır
Evet
Steroid
Hayır
Evet
Oral demir
PE demir
Toplam
n
%
n
%
n
%
7
8
46,7
53,3
9
8
52,9
47,1
16
16
6
9
40,0
60,0
10
7
58,8
41,2
12
3
80,0
20,0
12
5
4
11
26,7
73,3
10
5
14
1
Kikare
p
50,0
50,0
0,12
0,723
16
16
50,0
50,0
1,12
0,288
70,6
29,4
24
8
75,0
25,0
0,691
6
11
35,3
64,7
10
22
31,3
68,8
0,712
66,7
33,3
11
6
64,7
35,3
21
11
65,6
34,4
93,3
6,7
13
4
76,5
23,5
27
5
84,4
15,6
0,01
0,917
0,338
Tablo 5 : Hastaların demografik özellikleri
40 Oral demir tedavisi alan hastalardan 6 ÜK, 9 CH ; parenteral demir tedavisi alan
hastalardan 10 ÜK, 7 CH olan hasta vardı. Her iki grup arasında cinsiyet, hastalık
dağılımı, hastalık aktivitesi ve ek tedavi kullanımı (5-ASA, azatioprin ve steroid)
açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05)(Tablo 5).
Her iki grup arasında tedavi öncesi hemoglobin, ferritin, transferrin saturasyonu,
C-reaktif protein düzeyi açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05)
(Tablo 6).
Parametre
Oral demir
Parenteral demir
p
Hemoglobin
10,55 ± 0,56
10,21 ± 0,73
0,151
Ferritin
11,51 ± 4,50
12,91 ± 5,73
0,453
Transferrin sat
6,87 ± 2,65
6,41 ± 2,69
0,634
C-Reaktif Prot
6,79 ± 4,67
7,70 ± 6,36
0,650
Tablo 6: Tedavi öncesi parametreler
Hemoglobin düzeylerinde her iki grupta da 3. hafta ve 6. haftada artış saptandı.
Oral demir tedavisi alan grupta başlangıç değerlerine göre hemoglobinde ortalama
1.08 g/dl, parenteral demir tedavisi alan grupta ise ortalama 2.17 g/dl artış oldu. Oral
demir tedavisi alan grupta 3. Hafta hemoglobin ölçüm değerleri başlangıç değerlerine
göre anlamlı derecede yükseldi (p<0.001), 6. hafta hemoglobin ölçüm değerleri
başlangıç değerlerine ve 3. hafta değerlerine göre anlamlı derecede yükseldi
(p<0.001).
Parenteral demir tedavisi alan grupta 3. Hafta hemoglobin ölçüm değerleri
başlangıç değerlerine göre anlamlı derecede yükseldi (p<0.001), 6. hafta hemoglobin
ölçüm değerleri başlangıç değerlerine ve 3. hafta değerlerine göre anlamlı derecede
yükseldi (p<0.001).
Gruplar arasında başlangıç hemoglobin değerleri bakımından istatistiksel olarak
anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Gruplar arasında 3. haftadaki hemoglobin ölçüm
değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Parenteral
demir kullanan grubun 6. haftadaki hemoglobin ölçüm değerleri oral demir kullanan
gruba göre anlamlı derecede fazla idi (p<0.01)(Tablo 7, Şekil 6,7).
41 Oral demir
Hb başlangıç (g/dl)
Hb 3. hafta (g/dl)
Hb 6. hafta (g/dl)
Ortalama
10,55
11,19
11,63
SS
,56
,55
,64
PE demir
Ortalama
10,21
11,40
12,38
SS
,73
,62
,65
p
,151
,329
,002**
Tablo 7: Oral ve parenteral demir tedavisi alan gruplar arasında hemoglobin (Hb)
ölçüm düzeylerinin başlangıç, 3. hafta ve 6. hafta karşılaştırılması
Şekil 6: Oral ve parenteral demir tedavisi alan gruplar arasında hemoglobin ölçüm
düzeylerinin başlangıç, 3. hafta ve 6. hafta karşılaştırması
Şekil 7: Oral ve parenteral demir tedavisi alan gruplar arasında hemoglobin ölçüm
düzeylerinin başlangıç, 3. hafta ve 6. Hafta değişimi
42 Ferritin düzeylerinde her iki grupta da 3. hafta ve 6. haftada artış saptandı. Oral
demir tedavisi alan grupta 3. hafta ferritin ölçüm değerleri başlangıç değerlerine göre
anlamlı derecede yükseldi (p<0.001), 6. hafta ferritin ölçüm değerleri başlangıç
değerlerine ve 3. hafta değerlerine göre anlamlı derecede yükseldi (p<0.001).
Parenteral demir tedavisi alan grupta 3. Hafta ferritin ölçüm değerleri başlangıç
değerlerine göre anlamlı derecede yükseldi (p<0.001), 6. hafta ferritin ölçüm
değerleri başlangıç değerlerine ve 3. hafta değerlerine göre anlamlı derecede yükseldi
(p<0.001).
Gruplar arasında başlangıç ferritin ölçüm değerleri bakımından istatistiksel
olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Parenteral demir kullanan grubun 3. hafta
ferritin ölçüm değerleri oral demir kullanan gruba göre anlamlı derecede fazla idi
(p<0.001). Parenteral demir kullanan grubun 6. hafta ferritin ölçüm değerleri oral
demir kullanan gruba göre anlamlı derecede fazla idi (p<0.001)(Tablo 8, Şekil 8,9).
Ferritin
(ng/ml)
Ferritin
(ng/ml)
Ferritin
(ng/ml)
Oral demir
Ortalama SS
başlangıç 11,51
4,50
PE demir
Ortalama SS
12,91
5,73
p
,453
3.
hafta 20,77
4,41
49,22
13,15
,000***
6.
hafta 30,82
10,10
121,88
26,14
,000***
Tablo 8: Oral ve parenteral demir tedavisi alan gruplar arasında ferritin ölçüm
düzeylerinin başlangıç, 3. hafta ve 6. hafta karşılaştırılması
Şekil 8: Oral ve parenteral demir tedavisi alan gruplar arasında ferritin ölçüm
düzeylerinin başlangıç, 3. hafta ve 6. hafta karşılaştırılması
43 Sekil 9 : Oral ve parenteral demir tedavisi alan gruplar arasında ferritin ölçüm
düzeylerinin başlangıç, 3. hafta ve 6. hafta değişimi
Transferrin saturasyonu (%) düzeylerinde her iki grupta da 3. hafta ve 6. haftada
artış saptandı. Oral demir tedavisi alan grupta 3. hafta transferrin saturasyonu ölçüm
değerleri başlangıç değerlerine göre anlamlı derecede yükseldi (p<0.001), 6. hafta
transferrin saturasyonu ölçüm değerleri başlangıç değerlerine ve 3. hafta değerlerine
göre anlamlı derecede yükseldi (p<0.001). Parenteral demir tedavisi alan grupta 3.
hafta transferrin saturasyonu ölçüm değerleri başlangıç değerlerine göre anlamlı
derecede yükseldi (p<0.001), 6. hafta transferrin saturasyonu ölçüm değerleri
başlangıç değerlerine ve 3. hafta değerlerine göre anlamlı derecede yükseldi
(p<0.001).
Gruplar arasında başlangıç
transferrin saturasyonu değerleri
bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Gruplar arasında 3. haftadaki
transferrin saturasyonu ölçüm değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir
fark yoktu (p>0.05). Parenteral
demir kullanan grubun 6. hafta transferrin
saturasyonu ölçüm değerleri oral demir kullanan gruba göre anlamlı derecede fazla
idi (p<0.01)(Tablo 9, Şekil 10).
44 TSAT başlangıç
TSAT 3.Hafta
TSAT 6.hafta
Oral demir
Ortalama
SS
6,87
2,65
14,71
2,37
16,71
3,29
PE demir
Ortalama
6,41
16,62
19,47
SS
2,69
4,04
3,85
p
,634
,118
,038*
Tablo 9 : Oral ve parenteral demir tedavisi alan gruplar arasında transferrin
saturasyonu (TSAT) ölçüm düzeylerinin başlangıç, 3. hafta ve 6. hafta
karşılaştırılması
Sekil 10 : Oral ve parenteral demir tedavisi alan gruplar arasında transferrin
saturasyonu (%) ölçüm düzeylerinin başlangıç, 3. hafta ve 6. hafta karşılaştırılması
Her iki grupta da vital bulgular (tansiyon arteryel ve nabız dakika sayısı) ve
karaciğer ve böbrek fonksiyonları bakımından anlamlı bir değişiklik olmadı.
Yan etki profili tablo10’da gösterilmiştir. Toplam 23 hastada 23 yan etki
gözlenmiştir. 12 hasta oral demir tedavisi alan gruptan, 11 hasta ise parenteral demir
tedavisi alan gruptan idi. Yan etkilerden yaklaşık yarısı bulantı, kusma, karın ağrısı
ve diyare gibi gastrointestinal belirtilerdi ve bu belirtilerin çoğu oral demir tedavisi
alan grupta idi. Oral demir kullanan grupta karın ağrısı sıklığı parenteral demir
kullanan gruba göre anlamlı derecede fazla idi (p<0.05). Diğer yan etkiler
bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05) (Tablo 10).
45 Bulantı kusma
Karın ağrısı
Diyare
Uykusuzluk
Parestezi
Baş dönmesi
Dismenore
Başağrısı
Kas krampı
Myalji
İnjeksiyon yeri sellüliti *
Toplam
Oral demir
n
%
4
26,7
4
26,7
2
13,3
1
6,7
1
12
PE demir
n
%
1
5,9
1
2
1
5,9
11,8
5,9
1
2
1
2
5,9
11,8
5,9
11,8
p
0,161
0,038
0,212
0,726
0,486
0,531
0,469
0,531
0,486
0,531
0,486
11
64,7
0,444
6,7
80
Ki-kare
*injeksiyon yerinde ödem ve kızarıklık
Tablo10: Çalışma sırasında gözlenen yan etki profili
İnflamatuvar barsak hastalığı aktivitesi başlangıçta oral demir tedavisi alan 15
hastanın 3’ü (%20), parenteral demir tedavisi alan 17 hastanın 5’inde (%29) aktif
durumda idi. Gruplar arasında başlangıçtaki aktivite dağılımı bakımından istatistiksel
olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). 3. haftada oral demir tedavisi alan hastaların
%13,3’ü(n=2), parenteral demir tedavisi alan hastaların % 11,8’i (n=2) aktif durumda
idi. Gruplar arasında 3. haftada aktivite dağılımı bakımından istatistiksel olarak
anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). 6. haftada oral demir tedavisi alan hastaların
%13,3’ü (n=2), parenteral demir tedavisi alan hastaların % 5,9’u (n=1) aktif durumda
idi. Gruplar arasında 6. haftada aktivite dağılımı bakımından istatistiksel olarak
anlamlı bir fark yoktu (p>0.05)(Tablo 11).
Oral demir tedavisi alan hastalarda 3. Haftada başlangıç durumuna göre aktivite
dağılımı bakımından istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=1,000). Yine oral demir
tedavisi alan hastalarda 6. haftada başlangıç ve 3. haftadaki durumuna göre aktivite
dağılımı bakımından istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=1,000).
Parenteral demir tedavisi alan hastalarda 3. haftada başlangıç durumuna göre
aktivite dağılımı bakımından istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,250). Yine
parenteral demir tedavisi alan hastalarda 6. haftada başlangıç (p=0,125) ve 3.
46 haftadaki (p=1,000) durumuna göre aktivite dağılımı bakımından istatistiksel olarak
anlamlı değildi.
Aktivite
başlangıç
Remisyon
Aktif
Aktivite 3.hafta
Remisyon
Aktif
Aktivite 6.hafta
Remisyon
Aktif
Oral demir
n
%
PE demir
n
%
Toplam
n
%
12
3
80,0
20,0
12
5
70,6
29,4
24
8
75,0
25,0
0,691
13
2
86,7
13,3
15
2
88,2
11,8
28
4
87,5
12,5
0,650
13
2
86,7
13,3
16
1
94,1
5,9
29
3
90,6
9,4
0,589
Ki-kare
Tablo 11 : Oral ve parenteral demir tedavisi alan hastaların 3. hafta ve 6. haftada
aktivite değişimi
Gruplar arasında tedavi öncesi ve tedavi sonrası C-reaktif protein ölçüm
değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Oral demir
kullanan grubta tedavi sonrası ölçüm CRP değerleri, tedavi öncesi değerlerine göre
göre anlamlı derecede yükselmişti (p<0.001). Parenteral demir kullanan grubta CRP
de anlamlı farklılık yoktur (p>0.05)(Tablo 12, Şekil 11)
CRP tedavi öncesi
CRP tedavi sonrası
Oral demir
Ortalama SS
6,79
4,67
7,54
5,12
PE demir
Ortalama SS
7,70
6,36
7,88
6,11
p
,650
,866
Tablo 12 : Oral ve parenteral demir tedavisi alan hastaların tedavi öncesi ve sonrası
C-reaktif protein değerleri karşılaştırması
47 p
Şekil 11: Oral ve parenteral demir tedavisi alan hastaların tedavi öncesi ve sonrası Creaktif protein değerleri karşılaştırması
48 TARTIŞMA
İnflamatuvar barsak hastalığı’nda anemi sıklığı literatüre bakıldığında %8.8 ile
%73.7 arasındadır(1). Anemi, İBH olan hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde
azaltmaktadır. İBH’da anemi patogenezinde en sık demir eksikliği ve kronik hastalık
anemisi görülmektedir. Demir eksikliği anemisi genellikle kronik intestinal kan
kaybı nedeniyledir. Crohn hastalığı’nda duodenum ve üst jejenum tutulumu
varlığında
veya ince barsak rezeksiyonu sonrasında demir emiliminin azalması
nedeniyle de olabilir. İBH olan hastalarda demir eksikliği anemisinin tedavisi, eksik
olan demirin yerine konması ile olur(1-3).
Demir eksikliği anemisi tedavisinde, yıllardan beri öncelikli olarak oral demir
preparatları kullanılmaktadır. Oral demir tedavisi ile yapılan çalışmalarda genellikle
100-200 mg demir tuzları kullanılmıştır. Çalışmamızda da 200 mg demir sülfat
kullanılmıştır. Verilen demirin sınırlı miktarı emilmektedir(10-30 mg), emilmeyen
çoğu demir barsak içeriğinde kalır. Demirden zengin barsak içeriği, ülser alanlarında
hidroksil radikalleri oluşumunu arttırabilir. Bunu Fenton reaksiyonunu katalizleyerek
yapar ( Fenton reaksiyonu: Fe2+ + H2O2 → Fe3+ + OH• + OH-). Hidroksil radikalleri
(OH•) son derece zararlıdır ve doku hasarına neden olmaktadır. İBH’da da doku
hasarı ve hastalık aktivitesini arttırabileceği düşünülmektedir(116). Bu hipotezi
destekleyen pek çok hayvan çalışması yapılmıştır.
Carrier ve arkadaşlarının 2006’da yaptığı bir çalışmada demirin, dekstran sülfat
sodyum(DSS) ile indüklenen kolitli sıçanlarda nötrofilik infiltrasyon, sitokinler ve
nükleer faktör kappa-B (NF-kappaB) aracılı inflamasyona etkisi ve vitamin E ile
kombinasyonunun olası yararları araştırıldı. DSS verilen sıçanlar dört gruba ayrıldı:
normal beslenen kontrol grubu, yüksek demir (3000 mg/kg) verilen grup, sadece
vitanin E (2000 mg/kg) verilen grup ve demirle vitamin E’nin birlikte verildiği grup.
Kolonik inflamasyon, myeloperoksidaz aktivitesi(MPO), lipid peroksidaz(LPO),
proinflamatuvar sitokinler (TNF-α, IL-1, IL-6) ve NF-kappaB bağlanma aktivitesi
ölçüldü. Demir verilen grupta, kontrol ve vitamin E verilen gruba göre anlamlı olarak
artmış inflamatuvar skor, MPO, TNF-α, IL-1, LPO ve NF-kappaB aktivite düzeyi
saptandı. Demir ve vitamin E beraber verilen grupta ise inflamatuvar skor, TNF-α ve
IL-6 anlamlı olarak azalmıştı, diğer parametreler benzerdi. Bu çalışma kolit
49 varlığında demirin, oksidatif stres, nötrofilik infiltrasyon, sitokin ve NF-kappaB
aktivitesini arttırarak hastalık aktivitesini arttırdığı ve
vitamin E ile bu etkinin
kısmen azalabileceği saptanmıştır. Bu çalışmanın önemi, hastalık aktivitesi ve
oksidatif stresin araştırılmış olmasıdır(117).
Erichsen ve arkadaşları, 2005 yılında, dekstran sülfat sodyum(DSS) ile
indüklenen kolitli sıçanlarda düşük doz oral ferröz fumarat’ın intestinal inflamasyon
ve plazma redoks durumuna etkisi araştırıldı. Demir dozu 0,6 mg/kg idi. Histolojik
kolit skorlaması, plazma malondialdehit, plazma antioksidan vitaminler ve plazma
aminothiyol ölçüldü. Sonuç olarak, kolitli sıçanlarda histolojik kolit skorlamasında
anlamlı artış ve vitamin A düzeyinde anlamlı azalma saptandı. Diğer bulgularda
anlamlı değişiklik yoktu. Bu çalışmada, düşük doz ferröz fumarat’ın dekstran sülfat
sodyum(DSS) ile indüklenen kolitli sıçanlarda
intestinal inflamasyonu arttırdığı
anlaşıldı. İnsanlarda, anemi tedavisinde 2-3 mg/kg dozunda demir kullanılmaktadır.
Genel olarak yapılan hayvan çalışmalarında ise 300-5000 mg/kg arasında demir
kullanılmaktadır. Bu çalışma, hayvan çalışmalarında insanlarda kullanılan dozdan
çok daha yüksek doz demir kullanıldığı için elde edilen sonuçların insanlara
uyarlanamayacağı hipotezlerine cevap niteliğinde idi(118).
Reifen ve arkadaşlarının 2004 yılında yaptığı çalışmada ise, iyodoasetamid ile
indüklenen kolitli sıçanlara 300 mg/kg demir verildi. Mukoza histolojik örneklemesi
yapıldı. Myeloperoksidaz
düzeyi inflamatuvar durum için bakıldı. Kolon doku
malondialdehit düzeyi ve eritrosit süperoksit dismutaz düzeyleri ise doku oksidatif
stres derecesinin anlaşılması için bakıldı. Demir tedavisinin inflamatuvar cevabı ve
mukozal hasarı arttırabileceği, 5-ASA ve/veya likopen eklenmesinin bu hasarı
azaltabileceği anlaşıldı. Beta-karoten ise etkisiz bulundu(119).
Uritski ve arkadaşları 2004 yılında, TNBS (2,4,6-trinitrobenzen sülfonik asit) ile
indüklenen kolitli sıçanlarda değişik demir dozlarına göre (7, 35, 3000 mg/kg)
inflamatuvar değişikliği araştırdı. Normal (35 mg/kg) ve yüksek (3000 mg/kg)
dozların
inflamatuvar
değişikliği
arttırabileceği
ve
histolojik
skorlamayı
yükseltebileceği gösterdi. Düşük doz demir tedavisinin daha az zararlı olacağı
gösterilmiş oldu (120).
50 Seril ve arkadaşları da 2002 yılında yaptıkları benzer bir çalışma ile dekstran
sülfat sodyum(DSS) ile indüklenen kolitli sıçanlarda, değişik demir dozlarında (100,
250, 5000 mg/kg) doza bağımlı oranlarda inflamasyonu arttırıcı etkisi olduğu
anlaşıldı (121).
Bu konuda yapılan insan çalışmalarından biri, Erichsen ve arkadaşlarının 2003
yılında yaptığı ferröz fumarat’ın aktif CH olan hastalarda hastalık aktivitesi ve
plazma antioksidan durumuna (indirgenmiş sistein ve indirgenmiş glutatyon düzeyi)
etkisinin araştırıldığı çalışmadır. CH olan 10 hastaya ve 10 sağlıklı kontrol grubunda
120 mg ferröz fumarat 7 gün boyunca verildi. Tedavi öncesine göre tedavi
sonrasında Crohn Hastalığı Aktivite indeksi’nde istatistiksel olarak anlamlı artış
saptandı (p=0,071). CH grubunda, kontrol grubuna göre plazma indirgenmiş sistein
(p<0,001) ve indirgenmiş glutatyon (p=0,04) düzeyinde anlamlı derecede azalma
görüldü. Bu da aktif CH olan hastalarda oral ferröz fumarat tedavisinin plazma
antioksidan
durumunu
kötüleştirdiği,
barsakta
oksidatif
stresi
artırdığını
gösterdi(122).
Yine Erichsen ve arkadaşlarının 2005 yılında İBH olan hastalarda ferröz sülfat
ve demir-polimaltoz kompleks’in oksidatif doku hasarı göstergeleri ve klinik hastalık
aktivitesine etkilerinin karşılaştırma çalışması da güvenirlik çalışmalarının bir
diğeridir. İBH olan 41 hasta 14 gün boyunca günde iki kez 100 mg ferröz sülfat
(demir II)
ve günde bir kez 200 mg demir-polimaltoz kompleks (demir III)
tedavisine göre randomize edildi. İki grup arasında idrar 8-izoprostaglandin F2α,
plazma antioksidan düzeylerinde (vitamin A, C, E, beta-karoten, glutatyon, sistein,
homosistein, sisteinil-glisin) ve hastalık aktivite indekslerinde herhangi bir değişiklik
olmadı. Lipid peroksidasyon göstergelerinden biri olan plazma malondialdehit
düzeyi ferröz sülfat grubunda anlamlı olarak yükseldi. Literatürde pro-oksidan
potansiyeli olan ferröz demir bileşikleri ile stabil formdaki ferri demirin güvenirlik
karşılaştırma çalışması oldukça azdır. Bu çalışma ferröz demirin oksidatif hasarı
tetikleyebileceğini göstermesi açısından önemlidir(123).
de Silva ve arkadaşları 2003 yılında yayımladıkları çalışmada retrospektif olarak
İBH olan ve olmayan hastalarda demir eksikliği anemisi tedavisinde kullanılan oral
demir preparatlarının kulanım, tolerans ve etkinliğini incelediler. İBH olan 277
51 hastanın 53’üne (%19) oral demir tedavisi başlandığı anlaşıldı. Demir tedavisine
intolerans İBH olan hastaların %25’i, İBH olmayan hastaların %17’sinde rastlandı ve
iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. İBH ve demir eksikliği
anemisi olup demir tedavisine intoleransı olan ve takip edilen 8 hastadan 2’sinde
demir tedavisi ile ilişkili inflamatuvar belirteç artışı gözlendi. İBH olan hastaların
%59’u, İBH olmayanların %45’i demir tedavisi ile istenen yanıt alındı. Sonuç
olarak, oral demir tedavisine intolerans İBH olan ve olmayan grupta benzer saptandı.
Oral demir tedavisine yanıt da her iki grupta benzerdi. Bu yayın, her ne kadar
retrospektif olsa da, oral demir tedavisinin İBH olan hastalarda güvenilir ve etkin
olduğunu gösterdi. İBH aktivitesini artırdığına dair herhangi bir kanıt da
gösterilemedi(124).
Yine de Silva ve arkadaşları 2005 yılında prospektif, karşılaştırmalı olarak İBH
olan ve olmayan hastalarda oral demir tedavisinin etkinliği ve güvenirliğini araştırdı.
İBH olan ve olmayan, ferritin düzeyi ≤ 12 mcg/l ve hemoglobin düzeyi <13 g/dl olan
hastalar dahil edildi. Hastalar ÜK grubu, CH grubu ve İBH olmayan grup olmak
üzere 3 gruba ayrıldı. Hastalara 4 hafta boyunca günde 3 kez 200 mg ferröz fumarat
verildi. Bütün grupların bazal ve tedavi sonrası hemoglobin, ferritin, hastalık aktivite
skorları, eritrosit sedimentasyon hızı, C-reaktif protein, hayat kalitesi skorlaması
(İBH olan ve olmayanlar için ayrı) kaydedildi. Ayrıca ÜK olan hastalara rijid
sigmoidoskopi ile mukoza görünümü Baron skorlaması, alınan biyopsilerde
histolojik skorlama ve LEC (luminol-enhanced chemiluminescence) tekniği
kullanılarak reaktif oksijen metabolit oluşumu ölçüldü. Sonuçta tüm gruplarda oral
deir tedavisine istatistiksel olarak anlamlı hemoglobin ve ferritin yükselmesi
saptandı. ÜK hastalarının %29’u, CH’nın %21’i ve İBH olmayan hastaların
%29’unda oral demir tedavisine intolerans belirlendi. Gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark yoktu. Biri ÜK ve biri CH olmak üzere toplam 2 hastada (%6)
oral demir tedavisi başlangıcında 3 gün sonra, oral demir tedavisi nedeniyle
inflamatuvar barsak hastalığı aktiflendi. Oral demir tedavisi sonrası ÜK olan
hastalarda, semptomlarda kötüleşme olmasına rağmen hayat kalitesi skorlamasında
iyileşme gözlendi. Hastalık aktivitesini gösteren laboratuar testlerinde, histolojik
skorlamada, reaktif oksijen metabolit oluşumunda ve antioksidan kapasitesinde
anlamlı değişiklik olmadı. Sonuç olarak bu çalışma gösterdi ki; İBH olan ve olmayan
52 hastalarda oral demir tedavisi etkinliği ve güvenirliği benzerdir. İBH olan hastalardan
çok az sayıdakilerde oral demir tedavisi nedeniyle relaps gözlendi (125).
Çalışmamızda başlangıçta 7 ÜK, 10 CH olmak üzere toplam 17 hastaya günde 2
kez 100 mg ferroglisin sülfat başlandı. 1 ÜK hastası şiddetli ishal şikayeti ile
tedavinin 3. gününde ilacı bıraktı. Hastanın hastalık aktivite kriterlerinde (eritrosit
sedimentasyon hızı, C-reaktif protein, trombosit, albumin) herhangi bir değişiklik
gözlenmedi. 1 CH ise epigastrik ağrı nedeniyle tedavinin 2. gününde ilacı bıraktı. Bu
2 hasta istatistiksel analize alınmadı. Diğer 15 hastanın tamamı çalışmayı tamamladı.
Çalışmamızda 6 ÜK, 9 CH olmak üzere toplam 15 hastaya 6 hafta boyunca günde 2
kez 100 mg ferroglisin sülfat verildi. Başlangıçta hastaların %20’si (3/15 hasta)
aktifti. Hastaların tamamında tedavi sonrası hemoglobin düzeylerinde başlangıç
değerlerine göre artış gözlendi. Bu artış ortalama 1,08 g/dl (0,4-1,5) olup istatistiksel
olarak anlamlı idi. Serum ferritin ve transferrin saturasyonu düzeylerinde de tedavi
sonunda başlangıç değerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı. Toplam
12 hastada (%80 hastada) 12 adet yan etki gözlendi. Bu yan etkilerden 10 tanesi
gastrointestinal sisteme aitti (4 adet bulantı, kusma; 4 adet karın ağrısı, 2 adet
diyare). Tedavi sonunda başlangıç değerlere göre İBH’da relaps olan hasta
gözlenmedi ve aktif hasta sayısında istatistiksel olarak anlamlı artış saptanmadı.
Hastaların hiçbirinde vital bulgularda, karaciğer ve böbrek fonksiyon testlerinde
değişiklik olmadı. Tüm bu bulgular de Silva ve arkadaşlarının 2005 yılında yaptığı
oral demir tedavisi etkinlik ve güvenilirlik karşılaştıma çalışmasına (125) benzer
bulgular içeriyordu. Bu çalışma ile örtüşmeyen bulgumuz, oral demir tedavisi alan
hastalarımızın C-reaktif protein değerlerinde tedavi sonunda başlangıç değerlere göre
istatistiksel olarak anlamlı artış saptanmış olmasıdır.
Çalışmamızda oral demir tedavisi olarak verilen ferroglisin sülfat, inflamatuvar
bir belirteç olan CRP düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir artışa neden oldu.
Hastaların inflamatuvar barsak hastalığı aktivite durumunda anlamlı değişiklik
olmadan CRP’de artış saptanması, oral demir preparatlarının oksidatif streste ve
intestinal inflamasyonda artışa neden olabileceğini gösterdi.
Oral demir preparatları her ne kadar ucuz ve etkili ise de yüksek oranda
gastrointestinal
yan
etki
gözlenmesi
kullanımını
ve
hasta
kompliyansını
53 sınırlamaktadır. Ayrıca yapılan hayvan çalışmaları (117-121) ferröz demir tuzlarına
şüphe ile yaklaşılmasına neden olmuştur. Oral demir tedavisinin güvenilirliği
konusunda yapılan insan çalışmaları sınırlı olsa da (122,123) bulgular hayvan
modellerini desteklemektedir. Bu durumda devreye parenteral demir preparatları
girmektedir. Demir sükroz güvenirliği ve etkinliğini gösteren yeterince çalışma
mevcuttur.
Bodemar ve arkadaşlarının 2004 yılında demir sükrozun etkinliğini gösteren
çalışma yaptılar. İBH ve demir eksikliği anemisi olan hastalara ortalama 1,4±0,5 g
demir sükroz ile tedavi edildi. Tedaviye cevap olarak hemoglobinde 2 g/dl ve
üzerinde artış veya hemoglobin düzeylerinin normale dönmesi (≥12 g/dl) olarak
kabul edildi. 8 haftada hastaların %60’ında, 12 haftada %91’inde cevap gözlendi.
Hastalarda herhangi ciddi bir yan etkiye rastlanmadı. Bu çalışma demir sükrozun
güvenli ve etkin olduğunu göstermektedir (126).
Schröder ve arkadaşları ise 2004 yılında intravenöz yüksek doz demir sükrozun
güvenlik çalışmasını yaptılar. Tek doz 7 mg/kg (500 mg’ı geçmeyen) demir sükroz
31 hastaya 3,5 saatte infüze edildi. 1 hafta sonra 10 hastada 14 yan etki gözlendi.
hastaların vital parametreleri, EKG ve biyokimyasal değerlerinde herhangi bir
değişikliğe rastlanmadı. Bu çalışma da tek yüksek doz demir sükroz tedavisinin de
güvenilir olduğunu gösterdi (127).
Gasche ve arkadaşları 2001 yılında yaptıkları çalışmada İBH ve demir eksikliği
anemisi olan hastalara total 1,2 g demir sükroz, 200 mg’lık dozlarda 4 haftada
verildi. Tedaviye cevap olarak hemoglobinde 2 g/dl ve üzerinde artış kabul edildi. 5.
haftada hastaların % 65’inde cevap gözlendi. Yine bu çalışmada da ciddi yan etki
bildirilmedi, demir sükrozun etkin ve güvenilir olduğu gösterilmiş oldu (128).
Demir sükroz tedavisi nedeniyle herhangi bir alerjik reaksiyon bildirilmemiştir.
Yapılan çalışmalarda da toplamda 500 mg’ı geçmeyen 7 mg/kg dozlarda ciddi yan
etkiye rastlanmadı (188). Bu da demir sükroz kullanımının güvenilir olduğunu ve
İBH
ile
ilişkili
demir
eksikliği
anemisi
tedavisinde
kullanılabileceğini
göstermektedir.
54 Çalışmamızda da 10 ÜK, 7 CH olmak üzere toplam 17 hastaya ortalama 1,2±0,4
g demir sükroz verildi. İlk dozdan önce 50 mg demir sükroz, 150 cc % 0,9 salin
içinde yarım saatte test dozu olarak verildi. Sonrasında toplam verilecek doz
tamamlanana kadar, haftada 3 gün, 200 mg’lık dozlar halinde % 0,9 salin içinde
yarım saatte infüze edildi. Başlangıçta hastaların %29’u (5/17 hasta) aktifti.
Hastaların tamamında tedavi sonrası hemoglobin düzeylerinde başlangıç değerlerine
göre artış gözlendi. Bu artış ortalama 2,17 g/dl (1,7-4,0) olup istatistiksel olarak
anlamlı idi. Serum ferritin ve transferrin saturasyonu düzeylerinde de tedavi sonunda
başlangıç değerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı. Toplam 11
hastada (%64,7 hastada) 11 adet yan etki gözlendi. Yan etkilerden hiçbiri ciddi,
hayatı tehdit edici veya alerjik reaksiyon değildi. Tedavi sonunda başlangıç değerlere
göre İBH’da relaps olan hasta gözlenmedi ve aktif hasta sayısında istatistiksel olarak
anlamlı artış saptanmadı. Hastaların hiçbirinde vital bulgularda, karaciğer ve böbrek
fonksiyon testlerinde değişiklik olmadı. C-reaktif protein düzeylerinde de tedavi
öncesi değerlere göre tedavi sonrasında istatistiksel olarak anlamlı artış saptanmadı.
Çalışmamızda da intravenöz verilen ortalama demir sükroz dozu ve ortalama
hemoglobin artış düzeyi yapılan diğer çalışmalarla benzerdir (126-128). Demir
sükroz verilen hasta grubumuzda ciddi yan etki veya İBH aktivite artışı görülmedi.
Bu bulgular demir sükrozun etkin ve güvenilir olduğunu gösterdi.
Oral ve intravenöz demir tedavisinin karşılaştırmalı çalışmaları da yapılmıştır.
Schröder ve arkadaşlarının 2005 yılında yaptıkları çalışmada İBH ve demir eksikliği
anemisi olan hastalarda intravenöz demir sükroz ve oral demir sülfat tedavisinin
etkinlik ve güvenirliğini araştırdılar. İntravenöz demir sükroz tedavisi 7 mg/kg
başlangıç dozunu takip eden 5 hafta boyunca 5 adet 200 mg’lık infüzyon dozunda
verildi. Oral tedavi grubuna ise 6 hafta günde 100-200 mg demir sükroz verildi. Her
iki tedavi grubunda da ortalama hemoglobin artışı benzerdi ve aralarında istatistiksel
olarak anlamlı fark yoktu. Demir sükroz tedavi grubunda ferritin düzeylerinde
anlamlı yükselme saptandı. Oral tedavi grubunda hastaların %20’si gastrointestinal
yan etkilerden dolayı tedaviyi bıraktı. Parenteral grupta ise tedaviyi bırakan hasta
oranı %4,5 idi. Her iki grupta
da İBH aktivite indeksinde, hayat kalitesi
skorlamasında ve C-reakif protein düzeyinde anlamlı değişiklik görülmedi. Bu
55 çalışma kısa dönem etkinlik açısından her iki grubun benzer olduğunu, oral demir
sülfatın gastrointestinal tolerabilitesinin düşük olduğunu gösterdi. Demir sükroz
tedavisinin, depo demirini anlamlı olarak arttırdığından uzun dönemde daha faydalı
olduğunu gösterdi (129).
Bütün yapılan çalışmalarda oral demir tedavisinin İBH aktivite indeksini
arttırmadığı gösterilse bunlara zıt bulgu Erichsen ve arkadaşlarının 2005 yılında
yaptıkları çalışmada gösterildi. Bu çalışmada İBH’da demir eksikliği anemisinde
kullanılan oral ferröz fumarat ve intravenöz demir sükroz tedavisinin İBH aktivite
indeksi ve intravasküler oksidatif strese etkisi araştırıldı. Hastalara 14 gün boyunca
günde 120 mg ferröz fumarat ve 14 günde 3 kez 200 mg demir sükroz intravenöz
verildi. Tedavi öncesinde ve 15. günde alınan sonuçlar değerlendirildi. Sonuçta, oral
ferröz fumarat tedavisi alan grupta İBH aktivite indeksinde artma, genel iyilik hali
skorlamasında kötüleşme ve karın ağrısı skorlamasında artma saptanmasına rağmen
demir sükroz tedavisi alan grupta herhangi bir değişiklik olmadı. Her iki grup
kıyaslandığında ferröz fumarat tedavisinin CH aktivite indeksinin genel iyilik hali
skorlamasında anlamlı kötüleşmeye neden olduğu ama klinik hastalık aktivitesi ve
karın ağrısı skorlamasında değişiklik olmadığı görüldü. C-reaktif protein ve fekal
kalprotektinde (calprotectin) her iki tedavi grubunda da anlamlı değişiklik olmadı.
Ayrıca demir sükroz grubunda plazma malondialdehit düzeylerinde anlamlı artış,
plazma vitamin C ve beta karoten düzeylerinde anlamlı azalmaya neden olduğu,
ferröz fumarat grubunda ise değişiklik olmadığı gösterildi. Tüm bu bulgular oral
ferröz fumarat tedavisinin Crohn hastalığı aktivite indeksini istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde arttırdığı, intravenöz demir sükrozun ise intravasküler oksidatif
stresi arttırdığı gösterildi(130).
Bu çalışmalar ışığında çalışmamızı inceleyecek olursak; Schröder ve
arkadaşlarının 2005 yılında yaptıkları çalışmanın (129) aksine çalışmamızda
intravenöz demir grubunda, oral demir grubuna göre hemoglobin ve transferrin
saturasyonu değişim miktarı açısından istatistiksel olarak anlamlı artış görüldü. Bu
da demir sükroz tedavisinin daha etkin olduğunu gösterdi. Her iki grup ferritin
yükselmesi açısından karşılaştırılacak olursa yine parenteral demir grubunda, oral
demir grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı. Bu bulgumuz Schröder
56 ve arkadaşlarının bulguları ile örtüşmekte idi. Bu da yine demir sükrozun daha etkin
olduğunu desteklemektedir. Yan etki insidansında her iki grupta anlamlı fark yoktu,
oral demir grubunda parenteral demir grubuna göre karın ağrısı insidansında anlamlı
artış vardı. Bu da oral demir preparatlarının gastrointestinal toleransının düşük
olduğunu gösterdi. Bu da tedaviye hasta uyumunu zorlaştırmaktadır. Takibimiz
boyunca her iki tedavi grubunda da vital bulgularda, karaciğer ve böbrek fonksiyon
testlerinde değişiklik olmadı. Bu da tolerabilitenin aksine her iki preparatın da
güvenilir olduğunu gösterdi. Her iki grupta da aktif hasta sayısında değişiklik olmadı
ve İBH’da relaps görülmedi.
Sonuç olarak çalışmamız gösterdi ki; İBH’da görülen demir eksikliği anemisinin
tedavisinde demir sükroz ve oral demir preparatlarının her ikisi de etkin ve güvenilir
olarak kullanılabilir olsa da demir sükroz daha etkindir. Oral demir tedavisinin, Creaktif
proteini
anlamlı
olarak
arttırması
nedeniyle
inflamatuvar
cevabı
arttırabileceğini gördük. Ayrıca demir sükroz yan etkiler açısından daha iyi tolere
edildiğinden ve oral demir grubundaki gibi sık gastrointestinal yan etkilere sebep
olmadığından hastaların uyumu daha iyi olmaktadır. İBH’da demir eksikliği anemisi
tedavisinde demir sükroz etkin ve güvenilir bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir.
57 ÖZET
İnflamatuvar barsak hastalığı’nda anemi sık rastlanan bir problemdir. Anemi,
İBH olan hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde azaltmaktadır. İBH’da anemi
patogenezinde en sık demir eksikliği ve kronik hastalık anemisi görülmektedir.
Demir eksikliği anemisi genellikle kronik intestinal kan kaybı nedeniyledir. Crohn
hastalığı’nda duodenum ve üst jejenum tutulumu varlığında veya ince barsak
rezeksiyonu sonrasında demir emiliminin azalması nedeniyle de olabilir. İBH olan
hastalarda demir eksikliği anemisinin tedavisi, eksik olan demirin yerine konması ile
olur.
Biz de çalışmamızda oral ferroglisin sülfat ve intravenöz demir sükroz
tedavisinin etkinlik ve güvenirliğini karşılaştırdık. Demir sükroz ve oral demir
tedavisinin her ikisi de anlamlı derecede
etkin olduğu, her iki tedavi
karşılaştırıldığında demir sükrozun daha etkin olduğunu gösterdik. Ayrıca demir
sükroz yan etkiler açısından daha iyi tolere edildiğinden ve oral demir grubundaki
gibi sık gastrointestinal yan etkilere sebep olmadığından hastaların uyumu daha iyi
idi.
İBH’da demir eksikliği anemisinin tedavisinde ilk etapta oral demir preparatları
kullanım eğiliminin, intravenöz demirin daha etkin ve güvenilir olması nedeniyle
intravenöz demir kullanımına doğru değişmesinin yararlı olacağı kanaatindeyiz .
58 KAYNAKLAR
1.Giannini S, Martes C. Anemia in inflammatory bowel disease. Minerva
Gastroenterol Dietol. 2006 Sep;52(3):275-91.
2.Brown RG. Anemia. In: Taylor RB, ed. Family medicine: principles and practice.
4th ed. New York: Springer-Verlag, 1994:997-1005.
3.Oldenburg B, Koningsberger JC, Van Berge Henegouwen GP, Van Asbeck BS,
Marx JJ. Iron and inflammatory bowel disease Aliment Pharmacol Ther. 2001
Apr;15(4):429-38
4.Sands BE; Crohn’s Disease. Feldman M. Sleisenger & Fordtran's Gastrointestinal
and Liver Disease, Eighth ed. Saunders: 2006: 2459-2498
5.Su C, Lichtenstein GR; Ulcerative Colitis. Feldman M. Sleisenger & Fordtran's
Gastrointestinal and Liver Disease, Eighth ed. Saunders: 2006:2499-2548
6.Irvine EJ, Farrokhyar F, Swarbrick ET. A critical review of epidemiological studies
in inflammatory bowel disease. Scand J Gastroenterol 2001; 36(1):2-15
7.Sonnenberg A, McCarty DJ, Jacobsen SJ. Geographic variation of inflammatory
bowel disease within the United States. Gastroenterology 1991;100(1):143-149
8.Odes HS, Fraser D, Krawiec J. Incidence of idiopathic ulcerative colitis in Jewish
population subgroups in the Beer Sheva region of Israel. Am J Gastroenterol.
1987; 82(9):854-858.
9.Hugot JP, et al:
Association of NOD2 leucine-rich repeat variants with
susceptibility to Crohn's disease. Nature 2001; 411:599.
10.Truelove SC: Ulcerative colitis provoked by milk. BMJ 1961; 5220:154.
11.Rutgeerts P, D'Haens G, Hiele M, et al: Appendectomy protects against ulcerative
colitis. Gastroenterology 1994; 106:1251.
12.Wakefield AJ, Pittilo RM, Sim R, et al: Evidence of persistent measles virus
infection in Crohn's disease. J Med Virol : 1993; 39:345.
13.Hanauer SB, Inflammatory bowel disease: Epidemiology, pathogenesis, and
therapeutic opportunities. Inflammatory Bowel Diseases 2006;12(5), 3-9
14.Munkholm
P: Crohn's
disease—occurrence,
course
and
prognosis:
An
epidemiologic cohort-study. Dan Med Bull 1997; 44:287
15.Okada M, Maeda K, Yao T, et al: Minute lesions of the rectum and sigmoid colon
in patients with Crohn's disease. Gastrointest Endosc 1991; 37:319.
59 16.Chambers TJ, Morson BC: The granuloma in Crohn's disease. Gut 1979; 20:269.
17.Buchmann P, Alexander-Williams J: Classification of perianal Crohn's disease.
Clin Gastroenterol 1980; 9:323.
18. Han PD, Burke A, Baldassano RN, et al: Nutrition and inflammatory bowel
disease. Gastroenterol Clin North Am 1999; 28:423
19.Greenstein AJ, Lachman P, Sachar DB, et al: Perforating and non-perforating
indications for repeated operations in Crohn's disease: Evidence for two clinical
forms. Gut 1988; 29:588.
20.Schreiber S, Howaldt S, Schnoor M, et al: Recombinant erythropoietin for the
treatment of anemia in inflammatory bowel disease. N Engl J Med 1996;
334:619
21.Scotiniotis I, Rubesin SE, Ginsberg GG: Imaging modalities in inflammatory
bowel disease. Gastroenterol Clin North Am 1999; 28:391.
22.Gore RM, Balthazar EJ, Ghahremani GG, Miller FH: CT features of ulcerative
colitis and Crohn's disease. AJR Am J Roentgenol 1996; 167:3.
23.Pera A, Bellando P, Caldera D, et al: Colonoscopy in inflammatory bowel
disease:
Diagnostic
accuracy
and
proposal
of
an
endoscopic
score.
Gastroenterology 1987; 92:181.
24.Harvey RF, Bradshaw JM: A simple index of Crohn's disease activity. Lancet
1980; 1:514
25.Best WR, Becktel JM, Singleton JW, et al: Development of a Crohn's disease
activity index. National Cooperative Crohn's Disease Study. Gastroenterology
70:439, 1976.
26.Mary JY, Modigliani R: Development and validation of an endoscopic index of
the severity for Crohn's disease: A prospective multicentre study. Groupe
d'Etudes Therapeutiques des Affections Inflammatoires du Tube Digestif
(GETAID). Gut 1989; 30:983.
27.Allan A, Linares L, Spooner HA, Alexander-Williams J: Clinical index to
quantitate
symptoms
of
perianal
Crohn's
disease.
Dis
Colon
Rectum 1992; 35:656.
60 28.Both H, Torp-Pedersen K, Kreiner S, et al: Clinical appearance at diagnosis of
ulcerative colitis and Crohn's disease in a regional patient group. Scand J
Gastroenterol 1983; 18:987.
29.Rao SS, Holdsworth CD, Read NW: Symptoms and stool patterns in patients with
ulcerative colitis. Gut 1988; 29:342.
30.Buckell NA, Williams GT, Bartram CI, et al: Depth of ulceration in acute colitis:
Correlation with outcome and clinical and radiologic features. Gastroenterology
1980; 79:19.
31.Almer S, Bodemar G, Franzen L, et al. Use of air enema radiography to assess
depth of ulceration during acut attacks of ulcerativ colitis. Lancet 1996;347:173l.
32.Truelove SC, Witts LJ: Cortisone in ulcerative colitis: Final report on a
therapeutic trial. BMJ 1955; 2:1041.
33.Schroeder KW, Tremaine WJ, Ilstrup DM: Coated oral 5-aminosalicylic acid
therapy for mildly to moderately active ulcerative colitis: A randomized study. N
Engl J Med 1987; 317:1625.
34.Baron JH, Connell AM, Lennard-Jones JE: Variation between observers in
describing mucosal appearances in proctocolitis. BMJ 1964; 5375:89.
35.Truelove
SC, Richards
WC: Biopsy
studies
in
ulcerative
colitis.
BMJ 1956; 4979:1315. 36.
36.Korelitz BI, Janowitz HD. Dilatation of colon: serious complications of ulcerative
colitis. Ann Intern Med 1960;53:153
37.Greenstein AJ, Aufses Jr AH: Differences in pathogenesis, incidence, and
outcome of perforation in inflammatory bowel disease.
Surg Gynecol
Obstet 1985; 160:63.
38.Gumaste V, Sachar DB, Greenstein AJ: Benign and malignant colorectal
strictures in ulcerative colitis. Gut 1992; 33:938.
39.Robert JH, Sachar DB, Aufes A et al. Management of severe hemorrhage in
ulcerative colitis .Am J Surg 1990;159:550-555
40.Rutter M, Saunders B, Wilkinson K, et al: Severity of inflammation is a risk
factor
for
colorectal
neoplasia
in
ulcerative
colitis.
Gastroenterology 2004; 126:451.
61 41.Itzkowitz SH, Harpaz N: Diagnosis and management of dysplasia in patients with
inflammatory bowel disease. Gastroenterology 2004; 126:1634.
42.Danzi JT: Extraintestinal manifestations of idiopathic inflammatory bowel
disease. Arch Intern Med 1988; 148:297.
43.Orchard
TR, Wordsworth
BP, Jewell
DP: Peripheral
arthropathies
in
inflammatory bowel disease: Their articular distribution and natural history.
Gut 1998; 42:387.
44.Su C, Judge TA, Lichtenstein GR: Extraintestinal manifestations of inflammatory
bowel disease. Gastroenterol Clin North Am 2002;31:307
45. Brewerton DA, Nicholls A, Caffrey M et al. HLA–B27 and artropathies
associated with ulcerative colitis and psoriasis. Lancet 1974;1:1821
46.Gravallese EM, Kantrowitz FG: Arthritic manifestations of inflammatory bowel
disease. Am J Gastroenterol 1988; 83:703.
47.Schulte CM, Dignass AU, Goebell H, et al: Genetic factors determine extent of
bone loss in inflammatory bowel disease. Gastroenterology 2000; 119:909.
48.Gelernt IM, Kreel I. Pyoderma gangrenosum in ulceratiye colitis prevention of the
gangrenous component Mt Sinai J–Med 1976;43:467
49.Samitz MH. Skin complications of ulcerative colitis and Crohn's disease. Cutis
1973;16:533
50.Hackzell-Bradley M, Hedblad MA, Stephansson EA: Metastatic Crohn's disease:
Report of three cases with special reference to histopathologic findings. Arch
Dermatol 1996; 132:928.
51.Zlatanic J, Fleisher M, Sasson M, et al: Crohn's disease and acute leukocytoclastic
vasculitis of skin. Am J Gastroenterol 1996; 91:2410.
52.Travis S, Innes N, Davies MG, et al: Sweet's syndrome: An unusual cutaneous
feature of Crohn's disease or ulcerative colitis. The South West Gastroenterology
Group. Eur J Gastroenterol Hepatol 1997; 9:715.
53.Baioco PJ, Gorman BD, Korelitz BJ. Uveitis occurring after colectomy and ileal
rectal sleeve anastamosis for ulcerative col Dig Dis Sci i 1984;29:570
54.Lapidus A, Bangstad M, Astrom M, Muhrbeck O: The prevalence of gallstone
disease in a defined cohort of patients with Crohn's disease. Am J Gastroenterol
1999; 94:1261.
62 55.Mihas AA, Murad TM, Hirshowitz BI. Sclerosing cholangitis associated with
uIcerative colitis. Am J Gastroenterol 1978;70:614
56.Rasmussen HH, Fallingborg JF, Mortensen PB, et al: Hepatobiliary dysfunction
and primary sclerosing cholangitis in patients with Crohn's disease. Scand J
Gastroenterol 1997; 32:604.
57.Pardi DS, Tremaine WJ, Sandborn WJ, Mc Carthy JT. Renal and urologic
complications of inflammatory bowel disease. Am J Gastroenterol 1998;93:50414
58.Talbot RW, Heppell J, Dozois RR, Beart RW. Vascular complications of
inflammatory bowel disease. Mayo Clin Prn 1986; 61(2):140-5
59.Azad Khan AK, Piris J, Truelove SC: An experiment to determine the active
therapeutic moiety of sulphasalazine. Lancet 1977; 2:892
60.MacDermott RP: Progress in understanding the mechanisms of action of 5aminosalicylic acid. Am J Gastroenterol 2000; 95:3343.
61.Giaffer MH, O'Brien CJ, Holdsworth CD: Clinical tolerance to three 5aminosalicylic acid releasing preparations in patients with inflammatory bowel
disease
intolerant
or
allergic
to
sulphasalazine.
Aliment
Pharmacol
Ther 1992; 6:51.
62.Sutherland LR, May GR, Shaffer EA: Sulfasalazine revisited: A meta-analysis of
5-aminosalicylic acid in the treatment of ulcerative colitis.
Ann Intern
Med 1993; 118:540.
63.Sutherland L, MacDonald JK: Oral 5-aminosalicylic acid for induction of
remission in ulcerative colitis. Cochrane Database Syst Rev 2003;CD000543
64.Misiewicz JJ, Lond MB. Controlled trial of sulphasalazine in maintenance therapy
for ulcerative colitis. Lancet: 1965;2: 185
65.Munkholm P, Langholz E, Davidsen M, Binder V: Frequency of glucocorticoid
resistance and dependency in Crohn's disease. Gut 1994; 35:360.
66.Truelove SC: Treatment of ulcerative colitis with local hydrocortisone
hemisuccinate
sodium:
A
report
on
a
controlled
therapeutic
trial.
BMJ 1958; 2:1072.
63 67.Pearson DC, May GR, Fick GH, Sutherland LK. Azathioprine and 6mercaptopurine in Crohn 's disease; a meta-analysis. Ann Intern Med
1995;122:132
68.Kornbluth A, Lichtiger S, Present D, et al: Long-term results of oral cyclosporin
in patients with severe ulcerative colitis: A double-blind randomized multicenter
trial [Abstract]. Gastroenterology 1994; 106:A714.
69.Feagan BG, McDonald JW, Rochon J, et al: Low-dose cyclosporine for the
treatment of Crohn's disease. The Canadian Crohn's Relapse Prevention Trial
Investigators. N Engl J Med 1994; 330:1846.
70.Feagan BG, Rochon J, Fedorak RN, et al: Methotrexate for the treatment of
Crohn's disease. The North American Crohn's Study Group Investigators. N
Engl J Med 1995; 332:292.
71.Sandborn WJ, Present DH, Isaacs KL, et al: Tacrolimus for the treatment of
fistulas in patients with Crohn's disease: A randomized, placebo-controlled trial.
Gastroenterology 2003; 125:380.
72.Fellermann K, Tanko Z, Herrlinger KR, et al: Response of refractory colitis to
intravenous or oral tacrolimus (FK506). Inflamm Bowel Dis 2002; 8:317.
73.Ford AC, Towler RJ, Moayyedi P, et al: Mycophenolate mofetil in refractory
inflammatory bowel disease. Aliment Pharmacol Ther 2003; 17:1365.
74.Prantera C, Zanınoni F, Scribano ML et al. An antibiotic regimen for the
treatment of active Crohn's disease: a randamized, controlled clinical trial of
metronidazole plus ciprofloxacin. Am J Gastroenterol 1996:91 :328
75.Brandt LJ, Bernstein LH, Boley SJ, Frank MS: Metronidazole therapy for perineal
Crohn's disease: A follow-up study. Gastroenterology 1982; 83:383.
76.Mantzaris GJ, Archavlis E, Christoforidis P, et al: A prospective, randomized,
controlled trial of oral ciprofloxacin in acute ulcerative colitis.
Am J
Gastroenterol 1997; 92:454.
77.Derkx B, Taminiau J, Radema S, et al: Tumour necrosis factor antibody treatment
in Crohn's disease. Lancet 1993; 342:173.
78.van Dullemen HM, van Deventer SJ, Hommes DW, et al: Treatment of Crohn's
disease with anti-tumor necrosis factor chimeric monoclonal antibody (cA2).
Gastroenterology 1995; 109:129.
64 79.Targan SR, Hanauer SB, van Deventer SJ, et al: A short-term study of chimeric
monoclonal antibody cA2 to tumor necrosis factor alpha for Crohn's disease.
Crohn's Disease cA2 Study Group. N Engl J Med 1997; 337:1029.
80.Baert FJ, D'Haens GR, Peeters M, et al: Tumor necrosis factor alpha antibody
(infliximab) therapy profoundly down-regulates the inflammation in Crohn's
ileocolitis. Gastroenterology 1999; 116:22.
81.Present DH, Rutgeerts P, Targan S, et al: Infliximab for the treatment of fistulas
in patients with Crohn's disease. N Engl J Med 1999; 340:1398.
82.Lewis JD, Deren JJ, Lichtenstein GR: Cancer risk in patients with inflammatory
bowel disease. Gastroenterol Clin North Am 1999; 28:459.
83.Hendriksen C, Kreiner S, Binder V: Long-term prognosis in ulcerative colitis—
based on results from a regional patient group from the county of Copenhagen.
Gut 1985; 26:158.
84.Harries AD, Heatly RV. Nutritional disturbances in Crohn’s disease. Postgrad
Med J 1983;59:690-7.
85.O’Keefe SJD, Rosser BG. Nutrition and inflammatory bowel disease.In: Targan
SR, Shanahan F, eds. Infammatory bowel disease:from bench to bedside.
Baltimore: Williams and Wilkins,1994:462-83.
86.Surawicz CM. Differential diagnosis of Crohn‘s disease. In: Targan SR, Shanahan
F, eds. Infammatory bowel disease: from bench to bedside. Baltimore: Williams
and Wilkins, 1994:304, 327, 409,462.
87.Weatherall DJ. Diseases of the blood. In: Weatherall DJ, Ledingham JGG, Warell
DA, eds. Oxford textbook of medicine. Oxford:Oxford University Press,
1984:19.100-19.203
88.Beşışık S, Demir eksikliği anemisi, ed. Büyüköztürk K, İç Hastalıkları, Nobel Tıp
Kitabevi, İstanbul,2007, Cilt 1, 603-608
89.Gasche C, Lomer MC, Cavill I, Weiss G. Iron, anaemia, and inflammatory bowel
diseases. Gut. 2004 Aug;53(8):1190-7
90.Gasche C. Anemia in IBD: the overlooked villain. Inflamm Bowel Dis. 2000
May;6(2):142-150
65 91.Thomson AB, Brust R, Ali MA, Mant MJ, Valberg LS. Iron deficiency in
inflammatory bowel disease. Diagnostic efficacy of serum ferritin. Am J Dig Dis
1978:23:705-9.
92.Weiss G, Wachter H, Fuchs D. Linkage of cell-mediated immunity to iron
metabolism. lmmunol Today 1995;16:495-500.
93.Bartels U , Pedersen NS, Jarnum S. Iron absorption and serum ferritin in chronic
inflammatory bowel disease. Scand J Gastroenterol 1978;13:649–56
94.Cavill I . Erythropoiesis and iron. Best Pract Res Clin Haematol 2002;15:399–409
95.Ludwig H , Strasser K. Symptomatology of anemia. Semin Oncol 2001;28 (suppl
8) :7–14
96.Mitchell A , Guyatt G, Singer J, et al. Quality of life in patients with
inflammatory bowel disease. J Clin Gastroenterol 1988;10:306–10
97.Beard JL: Iron biology in immune function, muscle metabolism and neuronal
functioning. J Nutr 2001; 131:568S-579S.discussion 580S
98.Rector Jr JrWG: Pica: Its frequency and significance in patients with irondeficiency anemia due to chronic gastrointestinal blood loss.
J Gen Intern
Med 1989; 4:512-513.
99.Bubley GJ, Lange RF. Microcytic anemias. In: Robinson SH, Reich PR.
Hematology: pathophysiologic basis for clinical practice.Boston: Little Brown,
1993:35-74.
100.Hoffbrand AV, Pettit JE. Color atlas of clinical huematology. Loudon:MosbyWolfe, 1994.
101.Beşışık S, Kronik hastalık anemisi, ed. Büyüköztürk K, İç Hastalıkları, Nobel
Tıp Kitabevi, İstanbul,2007, Cilt 1, 609-611
102.Means RTJ, Krantz SB. Progress in understanding the pathogenesis of the
anemia of chronic disease. Blood 1992;80:1639–47.
103.Gasche C , Reinisch W, Lochs H, et al. Anemia in Crohn’s disease. Importance
of inadequate erythropoietin production and iron deficiency. Dig Dis Sci
1994;39:1930–4.
104.Gasche C , Dejaco C, Reinisch W, et al. Sequential treatment of anemia in
ulcerative
colitis
with
intravenous
iron
and
erythropoietin.
Digestion
1999;60:262–7.
66 105.Faquin WC, Schneider TJ, Goldberg MA. Effect of inflammatory cytokines on
hypoxia-induced erythropoietin production. Blood 1992;79:1987–94
106.Fillet G , Beguin Y, Baldelli L. Model of reticuloendothelial iron metabolism in
humans: abnormal behavior in idiopathic hemochromatosis and in inflammation.
Blood 1989;74:844–51
107.Schreiber S, Wedel S. Diagnosis and Treatment of Anemia in Inflammatory
Bowel Disease. Inflamm Bowel Dis 1997;3(3):204-216
108.Conner NTJ, Hoffbrand AV. Anemia in systemic disease. In:Delamore IW, LuiYin JA, eds. Haematological aspects of systemic disease. London: Bailliere
Tindall, 1994:33-65.
109.Sandbom WJ. A review of immune modifier therapy for inflammatory bowel
disease: azathioprine, 6-mercaptopurine, cyclosporine, and methotrexdte. Am J
Gastroenterol 1996:91:423-33.
110.Millar AD, Rampton DS, Blake DR. Effects of iron and iron chelation in vitro
on mucosal oxidant activity in ulcerative colitis. Aliment Pharmacol Ther
2000;14:1163–8.
111.Erichsen K , Hausken T, Ulvik RJ, et al. Ferrous fumarate deteriorated plasma
antioxidant status in patients with Crohn disease. Scand J Gastroenterol
2003;38:543–8
112.Beutler E, Hoffbrand AV, Cook JD.Iron deficiency and overload. Hematology
Am Soc Hematol Educ Program. 2003:40-61
113.Schreiber S , Howaldt S, Schnoor M, et al. Recombinant erythropoietin for the
treatment of anemia in inflammatory bowel disease. N Engl J Med
1996;334:619–23
114.Gasché C, Dejaco C, Waldhoer T et al, Intravenous iron and erythropoietin for
anemia associated with Crohn disease. A randomized, controlled trial. Ann Intern
Med. 1997 May 15;126(10):782-7
115.Dohil R , Hassall E, Wadsworth LD, et al. Recombinant human erythropoietin
for treatment of anemia of chronic disease in children with Crohn’s disease. J
Pediatr 1998;132:155–9.
116.Kulnigg S, Gasche C Systematic review: managing anaemia in Crohn's disease.
Aliment Pharmacol Ther. 2006 Dec;24(11-12):1507-23.
67 117.Carrier JC, Aghdassi E, Jeejeebhoy K, Allard JP. Exacerbation of dextran sulfate
sodium-induced colitis by dietary iron supplementation: role of NF-kappaB. Int J
Colorectal Dis 2006; 21: 381–7.
118.Erichsen K, Milde AM, Arslan G, et al. Low-dose oral ferrous fumarate
aggravated intestinal inflammation in rats with DSS-induced colitis. Inflamm
Bowel Dis 2005; 11: 744–8.
119.Reifen R, Nissenkorn A, Matas Z, Bujanover Y. 5-ASA and lycopene decrease
the oxidative stress and inflammation induced by iron in rats with colitis. J
Gastroenterol 2004; 39: 514–9.
120.Uritski R, Barshack I, Bilkis I, Ghebremeskel K, Reifen R. Dietary iron affects
inflammatory status in a rat model of colitis. J Nutr 2004; 134: 2251–5.
121.Seril DN, Liao J, Ho KL, Warsi A, Yang CS, Yang GY. Dietary iron
supplementation enhances DSS-induced colitis and associated colorectal
carcinoma development in mice. Dig Dis Sci 2002;47: 1266–78.
122.Erichsen K, Hausken T, Ulvik RJ, Svardal A, Berstad A, Berge RK. Ferrous
fumarate deteriorated plasma antioxidant status in patients with Crohn disease.
Scand J Gastroenterol 2003; 38:543–8.
123.Erichsen K, Ulvik RJ, Grimstad T, Berstad A, Berge RK, Hausken T. Effects of
ferrous sulphate and non-ionic ironpolymaltose complex on markers of oxidative
tissue damage in patients with inflammatory bowel disease. Aliment Pharmacol
Ther 2005; 22: 831–8.
124.de Silva AD, Mylonaki M, Rampton DS. Oral iron therapy in inflammatory
bowel disease: usage, tolerance, and efficacy. Inflamm Bowel Dis 2003; 9: 316–
20.
125.de Silva AD, Tsironi E, Feakins RM, Rampton DS. Efficacy and tolerability of
oral iron therapy in inflammatory bowel disease: a prospective, comparative trial.
Aliment Pharmacol Ther 2005;22: 1097–105.
126.Bodemar G, Kechagias S, Almer S, Danielson BG. Treatment of anaemia in
inflammatory bowel disease with iron sucrose. Scand J Gastroenterol 2004;39:
454–8.
127.Schroder O, Schrott M, Blumenstein I, Jahnel J, Dignass AU, Stein J. A study
for the evaluation of safety and tolerability of intravenous high-dose iron sucrose
68 in patients with iron deficiency anemia due to gastrointestinal bleeding. Z
Gastroenterol 2004; 42: 663–7.
128.Gasche C, Waldhoer T, Feichtenschlager T, et al. Prediction of response to iron
sucrose in inflammatory bowel diseaseassociated anemia. Am J Gastroenterol
2001; 96: 2382–7.
129.Schroder O, Mickisch O, Seidler U, et al. Intravenous iron sucrose vs. oral iron
supplementation for the treatment of iron deficiency anemia in patients with
inflammatory bowel disease–a randomized, controlled, open-label, multicenter
study. Am J Gastroenterol 2005; 100: 2503–9.
130.Erichsen K, Ulvik RJ, Nysaeter G, et al. Oral ferrous fumarate or intravenous
iron sucrose for patients with inflammatory bowel disease. Scand J Gastroenterol
2005; 40: 1058–65.
69 
Download