ÇEVRE HUKUKUNDA SORUMLULUK Birol ERTAN· Kıvılcım AKKOYUNLU ERTAN ** Özet: Yalnızca idari yaptırımlar yoluyla çevrenin korunması ve çevre suçlarının ön­ lenmesi olanaklı değildir. Bu nedenle, çevre suçlarına karşı hapis cezaları da öngörül­ müştür. Bazı ülkelerde çevre suçlarına yönelik ağır cezai yaptırımlar bulunmaktadır. Ülkemizde çevre suçlarına yönelik hapis cezası uygulaması, Çevre Yasası 'nın 26. mad­ desinde öngörülen hüküm dışında uygulanmamaktaydı. Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası, "çevre suçları" başlığı altında çevre kirlenmesineneden olan fiilleri toplamış ve bu filleri işleyenlerin 5 yıla varan hapis cezaları ile cezalandırılabileceğini öngör­ müştür. Türk Çevre Hukukunda cezai yaptırımlar yanında, idari yaptırımlar da kulla­ nılmaktadır. Türkiye 'de Çevre Hukukunda sorumluluk konusunda başlangıçta komşuluk hukuku­ na ilişkin kural/ardan yararlanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda özel yasaların ve hukuksal düzenlemelerin benimsendiği görül­ mektedir. Son aşamada ise çevreyle doğrudan ilgili bir düzenleme olarak Çevre Yasası çıkarılmış ve bu yasada çevre hukukunda sorumluluğun temel kuralı olarak "kusursuz sorumluluk" ilkesi kabul edilmiştir. Ayrıca, son aşamada, yeni Türk Ceza Yasası ile "çevre suçları" kavramı geliştirilmiş ve bu başlıkta çeşitli çevre suçları belirlenip bun­ lara ilişkin idari ve ceza; yaptırımlar öngörülmüştür. Çevre Yasası ve Türk Ceza Yasa­ sı 'nın çevreyi kirletenlere karşı doğrudan ilgili hükümler getirmesi, çevre hukukunda sorumluluk konusunda geldiğimiz son aşamayı ifade etmektedir. Ne var ki, bütün bu ge­ lişmelere ve hukuksal düzenlemelerdeki çeşitlenmeye karşın, uygulamada bazı sorunla­ rın yaşandığı ve duraksamaların varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Yeni Türk Ceza Yasası 'nda çevreye ilişkin suçlardaki uygulamaya ilişkin erteleme, bu duraksamanın en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Anahtar Sözcükler: Çevre hukuku, çevre hukukunda sorumluluk, idari yaptırımlar, ce­ zai yaptırımlar, sorumluluk hukuku. çevre hukukunda sorumluluk konusunu incelerken, başlangıçta, hukukta so­ ve ilkelerini açıklayacağız. Daha sonra, bu unsurlar ve ilkeler temelinde, çevre hukukunda sorumluluk konusuna açıklık getirmeye çalışacağız. çevre hukukunda sorumluluk konusunda çevre Yasa­ sı 'nın özel bir yeri ve önemi bulunduğu için çevre Yasası 'nda Sorumluluk ko­ nusunu ayn olarak incelemek yararlı olacaktır. çevre Yasası'nda sorumluluk konusu açıklığa kavuşturulduktan sonra, hukukta sorumluluğun gereği olarak rumluluğun çeşitlerini, unsurlannı • Yrd. Doç. Dr., Do~u Akdeniz Üniversitesi, Ö~etim Üyesi, [email protected] - Dr., TODAİE, [email protected]. Amme İdaresi Dergisi, Cül 38 Sayı 3 Eylül 2005, s. 1-18. 2 Amme idaresi Dergisi ortaya çıkan yaptırımlar konusu İdari ve Cezaİ Yaptırımlar olmak üzere incele­ necektir. Son olarak, çevre hukukunda sorumluluk konusundaki ulaştığımız ge­ nel ilkeler ve değerlendirmelerimizi ifade edeceğiz. HUKUKTASORUMLULUK Sorumluluk, bir etkinlik ya da eylem sonucunda ortaya çıkan zarardan kimin sorumlu olduğunu gösteren, bu amaçla, zarar görenin, zarar verene karşı zararın giderilmesini talep hakkını düzenleyen normlar bütünüdür. Bu doğrultuda, so­ rumluluk kavramı, en geniş anlamıyla, bir kişinin başkasına verdiği zararı gi­ derme yükümlülüğüdür (Kılıçoğlu, 2002: 3) Hukukta sorumluluk konusu çok önemli olduğu için sorumluluk hukuku adı­ nı taşıyan ayrı bir alan yaratılmıştır. Sorumluluk hukukunun iki temel işlevi bu­ lunmaktadır: Zararın önlenmesi ve zarar veren tarafından karşılanması. Ceza hukukunun amacı ile sorumluluk hukukunun amacı ve anlamları farklıdır. So­ rumluluk hukukundan farklı olarak, ceza hukukunun amacı, zararın değil failin eyleminin önlenmesi ve engellenmesidir (Kılıçoğlu, 2002: 3). Hukukta sorumluluk ile cezai sorumluluğun birbirine karıştırılmaması çok önemlidir. Bu açıdan hukukçular, hukukta sorumluluk ve cezai sorumluluk ko­ nularını ayrı ayrı değerlendirmişler ve bu konuları ayrı biçimde incelemişlerdir. Sorumluluk Hukukta sorumluluk konusunda iki temel ilke bulunduğu söylenebilir. Bun­ lardan birincisi, kişinin kusuruna dayanan sorumluluk esasını kabul ettiği için "kusurlu sorumluluk"; ikincisi ise ortaya çıkan sonucun ya da zararın, kişinin kusurundan değil, eyleminden kaynaklanması nedeniyle faile yüklenmesi esası­ na dayandığı için "kusursuz sorumluluk" adını alır. Kusura Dayanan Sorumluluk konusunda hukukçular arasında derin görüş ayrılıkları bu­ lunmaktadır. Tanım yapmaktan kaçınmak gerektiği inancıyla Türk-İsviçre Borçlar Yasası'nda da kusur tanımına yer verilmemiştir. Türk Yargıtay'ı ise, çeşitli kararlarında, kusurun, "hukuk düzenince kınanan, beğenilmeyen bir zihin ve ruh hali ve bir irade eksikliği olgusuyla ortaya çıkan bir davranış" olduğunu belirtmiştir (Kılıçoğlu, 2002: 5). Hukukta sorumluluk konusunda genelolarak kusur esası ya da haksız sonu­ cun o kusurlu eylemden doğmuş olması gereği kabul edilmektedir. Bu ilke, ku­ sura dayanan sorumluluk olarak adlandırılmakta ve kişinin ortaya çıkan hukuka aykırı durumdan kusurlu olduğu takdirde sorumlu tutulmasına dayanmaktadır. Bazı hukukçular, "kusursuz suç olmaz" düşüncesini savunmaktadırlar .. Hatta bazı hukukçular, Anayasa'nın 38. maddesine "kusursuz suç olmaz" şeklinde bir hükmün eklenmesini bile önermektedir (Özen, 1998: 352). Böylesi bir hukuk "Kusur" tanımı Çevre Hukukunda Sorumluluk 3 kuralından hareket edersek, özellikle çevre Hukukunda, çevreyi kirletenlerin gerekli önlemleri önceden almasını engellemiş ve kusursuz da olsa çevreyi kir­ leten eylemleri sorumlu tutma olanağını yitirmiş oluruz. Kusura dayanan sorumluluk ilkesinin gelenekselolarak hukukun birçok ala­ nında kullanılması söz konusu olabilir. Ancak, çevre kirliliğinin ortaya çıkma­ dan engellenmesini temel alan çevre hukuku alanında, kusursuz sorumluluk il­ kesinden yararlanmaktan vazgeçmek söz konusu olamaz. Bu nedenle, çevre hu­ kukunda kusursuz sorumluluk ilkesi benimsenmiştir. Kusursuz Sorumluluk Kusursuz sorumluluk, ortaya çıkan hukuka aykırı sonuçtan failin kusur koşu­ lu aranmaksızın sorumlu tutulması ilkesidir. "Sebep sorumluluğu" ya da "nesnel sorumluluk" adları da verilebilen kusursuz sorumluluk ilkesi, çevre hukukunda, şöyle savunulmaktadır: çevre kaynaklarından yararlanarak kazanç elde edenle­ rin, bu etkinliklerin doğuracağı sonuçların sorumluluğuna katlanması gerekir. çevre hukukunda kusursuz sorumluluk ilkesinin savunulması konusunda birkaç yaklaşım bulunmaktadır. Bu yaklaşımlardan başlıcalarını, Topçuoğlu, aşağıdaki biçimde açıklamaktadır (Topçuoğlu, 1998: 185-187). Tehlike ilkesi: Tehlikeli faaliyetlerde sorumluluk. Hakimiyet ve Yararlanma Alanı ilkesi: Kişi, kendi hukuki alanı içinde meydana gelen olaylardan ve en üst derecede yararlandığı faaliyetlerinden do­ ğan zararı karşılamak zorundadır. Hakkaniyet ilkesi: Hakimin takdir yetkisine dayanarak, faHin sorumlulu­ hakkaniyet gerektiriyorsa kabul etmesidir. Özverinin Denkleştirilmesi ilkesi: Hukuka aykırı olmayan bir nedenle baş­ kasına verilen zararların, fedakarlığın denkleştirilmesi esasına göre failin, mağ­ durun zararına katılmasıdır. çevre hukukçularının birçoğu, nesnel sorumluluğu, "kusursuz sorumluluk" olarak kabul etmekte, özel hukukta yer alan "kusursuz sorumluluk", "tehlike so­ rumluluğu", "üçüncü kişinin fiilinden sorumluluk" esaslarının ceza hukukunda da geçerli olduğunu iddia etmektedirler (Özen, 1998: 33-34). Sebep sorumlulu­ ğuna dayanmaları bakımından ya da yalnızca maddi nedensellik bağının sorum­ lulukta temel alınması bakımından objektif sorumluluk ile kusursuz sorumlulu­ ğun aynı çerçevede değerlendirilmesine yönelik yaklaşımlarda doğruluk payı ğunu bulunmaktadır. Nesnel sorumluluk, kişinin, olumlu veya olumsuz hareketinin neden olduğu sonuçtan, taksir veya kastın varlığından bağımsız olarak, yalnızca maddi neden­ sellik bağı temeli üzerinde hukuka aykırı sayılarak sorumlu tutulmasıdır (Özen, 1998: 73). 4 Amme idaresi Dergisi çevre hukukunda "kusursuz sorumluluk" ilkesinin, Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde ABD ve Kanada ile İsrail gibi ülkelerde benimsenmiş olduğunu görmekteyiz (Kaboğlu, 1996: 79-80; Kuzu, 1997: 403). çevre Yasa­ sı 'nın 28. maddesine göre, Türk çevre Hukukunda da kusursuz sorumluluk il­ kesi kabul edilmiş ve "çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler, sebep 01­ duklan kirlenme ve bozulmadan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar" hükmü yer almıştır. Sorumluluk Unsurları ve Çevre Hukuku Sorumluluk unsurlan ya da hukuki sorumluluğun koşullan, beş başlık altın­ da incelenebilir. Bunlardan ilki, hukuki sorumluluğa konu olan bir zarann orta­ ya çıkmasıdır. Kişinin istencİ dışında mal varlığında meydana gelen azalma an­ lamında zarar ortaya çıkmadan herhangi bir sorumlu aramanın ve bu eylemi so­ rumluluk konusu saymanın nedeni bulunmayacaktır. Sorumluluğun ikinci ö­ nemli koşulu, zarara yol açan özel ya da tüzel bir kişinin varlığıdır. Doğal fela­ ketler ya da olaylar sonucunda ortaya çıkan zararlarda eğer özel ya da tüzel bir kişinin hiçbir ihmali ya da kusuru bulunmuyorsa ve bu zarar, doğrudan doğruya beklenmeyen bir tabiat olayından kaynaklanıyorsa, bu zarann hukuken tazmin edilmesi ya da hukuka aykın durumunun ortadan kaldınlması söz konusu ola­ maz. Sorumluluğun üçüncü vazgeçilmez koşulu, zarardan etkilenen özel ya da tüzel bir kişinin varlığıdır. Bu kişi, zarar gören olarak isimlendirilir. Ortaya çı­ kan sonucun hukuka aykın olması gereklidir. Hukuka aykın olmayan bir fiil sonucunda ortaya çıkan zarann karşılanması ya da ortadan kaldınlması, "ka­ nunsuz suç olmaz" ilkesi gereğince, olanaksızdır. Sorumluluk unsurlannın so­ nuncusu, faiilin fiili ile ortaya çıkan sonuç ya da zarar arasında bir nedensellik (illiyet) bağının bulunması koşuludur. Eğer failin fiili ile ortaya çıkan zarar ara­ sında herhangi bir ilişki yok ise ya da bu ilişki kanıtlanamıyorsa, failin zarardan sorumlu tutulması söz konusu olamaz. Yukanda açıklanan nedenler dolayısıyla hukukta sorumluluk unsurlan şöy­ lece özetlenebilir: Zarar, Zarar Veren, Zarar Gören, Hukuka Aykınlık ve İlliyet Bağı. Zarar maddi ve manevi varlıkl ann, bunlara yapılan bir önceki ve sonraki durumlan arasındaki farkı anla­ tır (Gürseler, 2003: 1945). Zarar kavramı, öğretide dar ve geniş anlamda kulla­ nılmaktadır. Geniş anlamdaki zarar, manevi zaran da kapsamaktadır. Maddi ve manevi zararda ortak yön; her ikisinde de hukuken korunan varlıklara bir saldı­ nnın bulunmasıdır (Kılıçoğlu, 2002: 23). Zarar, hukukun köruduğu saldınnın gerçekleşmesinden çevre kİrlenmesi nedeniyle ortaya çıkan zarar, kişiye ilişkin olabileceği gibi, de olabilir (Çörtoğlu, 1986: 90). çevre zaran ya da çevresel za­ eşyaya ilişkin Çevre Hukukunda Sorumluluk 5 rar, geniş bir kavram olup ekolojik dengeye verilen tahribatı da kapsamaktadır. Bu çerçevede, hayvan ve bİtki örtüsüne verilen zarar, hava, toprak ve suyun kir­ letilmesi, doğal ve kültürel varlıklara zarar verilmesi, insanlann ve diğer canlı­ lann yaşam ortamlannın bozulması gibi unsurlar, çevresel zarar kapsamında değerlendirilmelidir. Özel hukuktaki alışılagelmiş zarardan farklı olarak çevre­ sel zarar, toplu, yaygın ve genel bir nitelik taşıdığı gibi belli bir etkinliğin yapıl­ dığı yerden uzakta ya da aradan yıllar geçtikten sonra da kendisini gösterebilir. çevre Yasası, zaran tanımlamamış, kapsamını belirleme işini mahkemelere bı­ rakmıştır (Gürseler, 2003: 1945). Zarar Veren: Kirleten Hukukta "zarar veren", hukuka aykın fiili sonucunda, zarann ortaya çıkma­ neden olan kişidir. çevre hukukunda zarar veren, çevre kİrliliğine yol açan özel ya da tüzel kişİ olacaktır. çevre kirliliğine yol açan kişiler, çevre Yasası'nda (Madde 2) "kirleten" bi­ çiminde, fiilleri doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine sebep olan gerçek ve tüzel kişiler olarak tanımlanmıştır. Zarar veren, özel kişi olabileceği gibi tüzel kişi de olabilmektedir. T.C. Ana­ yasası ve Ceza Yasası 'nda tüzel kişilerin suç faili olabilecekleri yolunda açık bir hükme rastlanmamaktadır. Fakat, çevreyi kirletenler arasında tüzel kişilerin de zarar veren ya da suç faili kavramı içinde değerlendirilmesi gerekir. İsrail, Yu­ goslavya ve Kanada gibi ülkeler ile Danimarka ve Anglo-Saxon hukuk sistemi­ nin geçerli olduğu ülkelerde tüzel kişilerin de cezai sorumluluğu öngörülmüştür. İsviçre, Fransa, Almanya, Belçika, İtalya, İsveç gibi ülkelerde ise, tüzel kişilerin fiillerinden dolayı ancak onlan temsil eden kişilerin cezai sorunluIuğu kabul e­ dilmiştir (Kuzu, 1997: 403). çevre Yasası 'nın 2. maddesine göre, hem gerçek hem de tüzel kişiler çevre kirliliğine neden olabileceği için, Türk çevre Hukukunda tüzel kişiler de zarar veren kapsamına alınmıştır. sına Zarar Gören Hukukta beklenmeyen ve umulmayan durumlardan doğan zarara, zarar gö­ gerekir. Fakat bu ilkenin uygulamada birçok istisnası bulun­ maktadır. Sorumluluk hukuku, bu istisnalar ile ilgilenmektedir (Kılıçoğlu, 2002: 4).Bu istisnalardan biri, çevreye verilen zararlardır. çevre hukukunda kusursuz sorumluluk ilkesi, kirletenlerin, doğacak sonuçlardan, kusurlu olmasalar da so­ rumlu tutulmalannı öngörmektedir. Zarar görenin, özel veya tüzel kişi olabileceğine yukanda değinmiştik. çevre hukukunda zarar gören, özel ya da tüzel kişilerin yanında, çevrenin kendisi de olabilir. Bu nedenle, çevrenin de zarar görenler kapsamına alınması gerekir. Çevrenin zarar görmesini, Çevre Yasası, çevre kirliliği olarak adlandırmıştır. renİn katlanması 6 Amme idaresi Dergisi çevre Yasası 'nın ikinci maddesine göre çevre kirliliği, insanlann her türlü faa­ liyetleri sonucunda havada, suda ve toprakta meydana gelen olumsuz gelişme­ lerle birlikte ekolojik dengenin bozulması ve aynı faaliyetler sonucunda ortaya çıkan koku, gürültü ve atıklann çevrede meydana getirdiği, arzu edilmeyen so­ nuçlardır. Hukuka Aykırılık Hukuken bir fiilden sorumlu olmak ve bu sorumluluğun gereği olarak hu­ kuksal yaptınmlarla karşılaşabilmek için fiilin hukuka aykırı olması şartı aran­ maktadır. Kanunsuz suç olmaz ilkesi gereğince, yasalara aykın olmayan bir fii­ lin hukuksal yaptırımla karşılaşması söz konusu olamaz. çevre kirlenmesinden gerçek ya da tüzel kişilerin sorumlu tutulabilmesi için Anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ya da diğer mevzuata aykırılık ya da hukuka aykınlığın belirlenmesi gerekir. Nitekim, çevre Yasası'nın 3. maddesi, çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda kişilere sorumluluk yük­ lemiş, bu sorumluluğu "Çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesinin, gerçek ve tüzel kişiler ile vatandaşlann görevi" olduğunu ve bu kişilerin, "alı­ nacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlü" olduklannı hükme bağlamıştır. Nedensellik Bağı Hukukta sorumluluğun diğer önemli bir unsuru, ortaya çıkan zarar ile sorum­ luluk yüklenen kişinin eylemi arasında bir nedensellik bağının bulunmasıdır. Bu gereklilik, nedensellik bağı olarak isimlendirilmektedir. Çevre hukuku açısından nedensellik bağı, çevre kirliliği ile bu kirliliğe neden olan davranış arasında mantıksal bir bağın oluşmasıdır. Nedensellik bağı, her durumda hukuksal bir sorumluluk doğurmaz. Zarar gö­ renin ya da üçüncü bir kişinin ağır kusuru bulunması ve savaş ya da isyan gibi zorunlu nedenlerin var olduğu durumlarda nedensellik bağının ortadan kalktığı görülmektedir. Sorumluluk İlkeleri Bir kişinin neden olduğu zarardan dolayı sorumluluğunu belirlemeye yara­ yan ilkelere "sorumluluk ilkeleri" denilmektedir. Genelolarak sorumluluk ilke­ leri şunlardır: (Ulusan, ı 986: 57-58). a. Kusur ilkesi: En geleneksel sorumluluk ilkelerinden olup sorumluluğun hukuka aykın fiil ya da zarann kişinin kusurundan kaynaklanması durumunda ortaya çıktığını savunan yaklaşımdır. b. Tehlike ilkesi: Alman hukukçulann benimsediği bu ilke, tehlikeli bir faa­ liyet sonucunda başkalanna zarar veren kişilerin, kusursuz olsalar bile, bu faali­ Çevre Hukukunda Sorumluluk yet sonucunda ortaya çıkan zarardan sorumlu tutulmalanna dayanan 7 yaklaşım­ dır. c. Garanti ve Güven ilkesi: Garanti ve güven ilkesi, herhangi bir faaliyeti bu faaliyet sonucunda ortaya çıkacak zararlara katlan­ masını, faaliyeti yürütmek ile garanti altına aldığı ve bu faaliyetten zarar görme olasılığı olan kişilerin faaliyet sahibine güvenmelerine dayandıran yaklaşımdır. d. Özverinin Denkleştirilmesi ilkesi: Bu ilke, ortaya çıkan zarar ile bu za­ rara yol açan faaliyetten yararlananlann elde ettikleri yarar arasında denge kur­ maya çalışan bir yaklaşımdır. çevre Yasası'nda belirli bir sorumluluk ilkesi bulunmamakla birlikte her somut olaya göre farklı ilkeler uygulanabilmektedir. Ülkemizde tehlike ilkesi ve özverinin denkleştirilmesi ilkesi çevre hukukunda sorumluluk ilkesi olarak uy­ gulanabildiği gibi (Kuntalp, ı 999: 26) kusur ilkesi de sorumluluk ilkesi olarak yargıcın önüne gelen davaya göre uygulanabilir (Ulusan, ı 986: 75). gerçekleştiren kişilerin, DEGİşİK HUKUK DALLARı VE SORUMLULUK İsviçre-Türk hukukunda çevreye verilen zararlann tazminine ilişkin düzen­ lemeler, üç dönemden geçmiştir (Çörtoğlu, ı 986: 77). Birinci dönem, genel ola­ rak hukuksal düzenlemelerin ve özellikle komşuluk hukukuna ilişkin kurallann uygulandığı dönemdir. Daha sonraki dönemde, çevreye ilişkin tehlikeli faaliyet­ ler için özel yasalann çıkanldığını ve düzenlemelerin yapıldığını görmekteyiz. Son dönemde ise, çevreyle doğrudan ilgili bir düzenleme olarak, çevre Yasası çıkanlmış ve bu yasa ile çevre hukukunun temel ilkeleri belirlenmeye çalışıl­ mıştır. çevre hukukunda sorumluluk başlığı altında çeşitli hukuk dallannda sorum­ luluk konusunu ayn ayrı ele almakta yarar bulunmaktadır. Ancak, idare huku­ kunda sorumluluğun bir parçası olan çevre Yasası'nda sorumluluk konusunun açıklığa kavuşturulmasının öneminden dolayı bu konuyu daha aynntılı olarak ayn bir bölümde incelemeyi gerekli gördük. Bu çerçevede çevre hukukunda so­ rumluluk başlığı altında medeni hukuk, idare hukuku ve ceza hukukunda so­ rumluluk konulannı ayn ayn inceleyeceğiz. Medeni Hukuk ve Sorumluluk Türkiye'de ve birçok ülkede bağımsız bir çevre hukukunun ortaya çıkmasın­ dan önce çevre konusunda hükümler öngören ve insan-çevre ilişkilerini düzene koymaya çalışan hukuk kuralları olmuştur. Bunlardan en önemlisi, çevre ve in­ san ilişkilerini komşuluk hukuku çerçevesinde özel hukuk kurallan ile düzen­ lemeye çalışan Yurttaşlık Yasası düzenlemeleridir. Ülkemizde de çevre Yasa­ sı ve çevreyle doğrudan ilgili İmar Yasası, Milli Parklar Yasası, Gecekondu Ya­ sası gibi yasal düzenlemelerden önce insan-çevre ilişkilerinin büyük ölçüde 8 Amme İdaresi Dergisi komşuluk hukuku çerçevesinde Medeni Kanun'un 730. ve 737. maddeleri ile düzenlenmeye çalışıldığını görmekteyiz. Medeni Kanun 'un 730. maddesine göre: "Bir taşınmaz malikinin, mülkiyet hakkını, bu hakkın yasal kısıtlamalarına aykırı olarak kullanması sonucunda zarar gören ya da zarar tehlikesi ile karşılaşan kimse, durumun eski haline geti­ rilmesini, tehlikenin ve uğradığı zararın giderilmesini isteyebilir. Hakim, yerel adete uygun ve kaçınılmaz taşkınlıklardan doğan zararların uygun bir bedelle denkleştirilmesine karar verebilir." Bu madde hükmü, İsviçre Medeni Kanu­ nu'nun 679. maddesinden alınmıştır (Çörtoğlu, 1986: 77). Medeni Kanun 'un komşuluk ilişkilerini düzenleyen 737. maddesi şöyle dü­ zenlenmiştir: "Herkes, taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkilerini kullanırken ve özellikle işletme faaliyetlerini sürdürürken, komşularını olumsuz şekilde etkile­ yecek taşkınlıktan kaçınmakla yükümlüdür. Özellikle, taşınmazın durumuna, ni­ teliğine ve yerel adete göre komşular arasında hoş görülebilecek dereceyi aşan duman, buğu, kurum, toz, koku çıkartarak, gürültü veya sarsıntı yaparak, rahat­ sızlık vermek yasaktır. Yerel adete uygun ve kaçınılmaz taşkınlıklardan doğan denkleştirmeye ilişkin haklar saklıdır." Medeni Kanun'un 737. maddesi, komşu­ luk hukuku çerçevesinde insanın çevreden yararlanmasını düzenlemekte ve bir kimsenin malını kullanırken başkalarına zarar vermemesini öngörmektedir. Taşınmaz mülkiyetinin taşkın kullanılmasından doğan sorumluluk, kusura dayanmayan bir sorumluluktur. Medeni Kanun'un bu sorumluluğu düzenleyen 737. maddesi, sorumluluğun koşulları arasında kusur unsuruna yer vermediği gibi, kurtuluş kanıtı getirmek olanağı da tanımamaktadır (Kuntalp, 1999: 21) Medeni Kanun'un 737. maddesi, kusura dayanmayan sorumluluğu kabul etmek­ le, çevre Yasası 'nda da benimsenmiş olan kusursuz ya da objektif sorumluluk ilkesini öngörmüş olmaktadır. Medeni Kanun, taşınmaz malikinin sorumluluğunun düzenlenmesinde kom­ şuluk ilişkilerini esas almış, ancak çevre Yasası'nda kirletenin sorumluluğu ko­ nusunda "çevre koruma" düşüncesi temel ilke olarak belirlenmiştir (Kuntalp, 1999: 29). Medeni Kanun'un 737. maddesinde, sorumlu kişi, taşınmaz maliki ve taşınmaz üzerinde ayni hak sahibi olarak belirlenmiştir. çevreYasası'nda so­ rumlu kişi ise, kamu tüzel kişileri de olabilmektedir. çevre Yasası'nda sorumlu kişi, daha kapsamlı olarak ele alınarak ve özel ya da kamu tüzel kişileri de so­ rumlu kişi kapsamında tutulmuştur. Ancak, her iki hüküm, yarışma durumunda­ dırlar. Taşınmazın her taşkın kullanımı, çevre kirliliği yaratmayabilir ya da her çevre kirliliği de mülkiyetin taşkın kullanımı sonucundan doğmayabilir. Bu ne­ denle, her iki düzenlemenin yan yana yürümesi, yararlı ve yerinde olacaktır (Kuntalp, 1999: 30-31). İnsan ve çevre ilişkileri ile çevrenin korunması konusunu yalnızca özel hu­ kuk kuralları ile düzenlemeye çalışmak, kamu yararı ilkesi ile çok yakın ilişkisi Çevre Hukukunda Sorumluluk 9 olan çevre koruma çabalannda başan sağlamaz. Bu nedenle, bağımsız bir çevre hukukunun yaratılması için özellikle idare hukuku ve ceza hukukundan geniş ölçüde yararlanılması gerekecektir. İdare Hukuku ve Sorumluluk Bağımsız bir çevre Hukukunun ortaya çıkışında çevreyle doğrudan ilgili ya­ salann benimsenmesinin çok önemli katkılan olmuştur. Hatta çevre Yasası'nın çıkanlışı, ülkemizde bağımsız bir hukuk dalı olarak çevre Hukukunun gelişi­ minin başlangıcı olarak değerlendirilebilir. çevre Yasası'nda çevre Hukukunda Sorumluluk ilkeleri belirlenmiş, Kirleten Öder ve Kusursuz Sorumluluk ilkeleri benimsenmiştir. Bu açıdan, İdare Hukuku, çevre hukukunda sorumluluk konu­ sunun belirlenmesinde önemli bir yere sahiptir. Bağımsız bir çevre hukukunun gelişimi açısından yasal düzenlemelerin, üç gelişim çizgisi bulunduğu görülmektedir. a) Bağımsız bir çevre Hukukunun gelişimi açısından ilk aşama, çevre ile i­ lişkilerimizin özel hukuk düzenlemeleri yoluyla belirlenmeye çalışılmasıdır. Bu düzenlemeler arasında, Yurttaşlık Yasalannın komşuluk hukuku yükümlülükleri ve Borçlar Yasalan'nın ilgili hükümlerinin bulunduğu görülmektedir. Yukanda açıkladığımız üzere ülkemizde yurttaşlar arasındaki komşuluk hukuku ilişkileri, Medeni Kanun'un 737. maddesiyle düzenlenmiştir. b) çevre hukukunun gelişiminde ikinci aşama, çeşitli yasalara çevre ile ilgili hükümler konulması ya da çevresel değerlerden yararlanılmasını düzenleyen yasalarda çevre korumaya ilişkin kurallara yer verilmesidir. Ülkemizde bu yön­ tem, 1980 öncesinde uygulanan bir süreç olmuştur. 1980 öncesinde çevre ko­ ruma bakımından uygulanan bir süreç olmuştur. 1980 öncesinde çıkarılan bir­ çok yasada çevre koruma ve çevresel varlıklardan yararlanma ilkelerinin yer al­ dığı görülmektedir. Bu yasalar arasında Umumi HıfZlssıhha Yasası, Belediye Yasası, Köy Yasası, Su Ürünleri Yasası, İmar Yasası, Kara AvclIığl Yasası, Eski Eserler Yasası ve Orman Yasası sayılabilir. Bu yasalarda; genel sağlığın korunması, belediyelere çevre koruma konusunda görevler verilmesi, muhtar1a­ ra çevrenin korunması için yetkiler tanınması, su ürünlerine ilişkin düzenleme­ ler, planlı kentleşme ve yapılaşma, kara avcılığının düzenlenmesi, ormanıann korunması ve eski eserlerin kullanımı ve korunması konulannda çevre koruma ile doğrudan ilgili hükümler bulunmaktadır. Bu bağlamda, vatandaşlann çevre ile ilişkilerinde uyması gereken yeni kurallar belirlenerek vatandaşlara çevre ko­ rumada sorumluluklar yüklenmiş ve bu sorumluluğun ilkeleri belirlenmiştir. Bu kurallar yoluyla çevrenin korunması idare hukuku ve çevre ilişkilerinin içeriği­ nin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Görüldüğü gibi, çevrenin hukuk yoluyla korunmasında ilk aşama, özel hukuk düzenlemeleri iken, sonraki aşamada idare hukuku düzenlemeleri arasında bulunan yasalar, yasa gücünde kararnameler, tü­ zükler, yönetmelikler ve diğer düzenlemeler görülmektedir. 10 Amme idaresi Dergisi c) çevre hukukunun gelişiminde son aşama ise, çevre korumayla doğrudan ilgili bir yasanın çıkanlması ve bu yasada çevre koruma ilkelerinin ve çevrenin korunması ile ilgili yasaklann belirlenmesi ve bu yasaklara uymayanlara uygu­ lanacak yaptınmıann öngörülmesidir. Ülkemizde bu tür bir düzenleme 1983 yı­ lında gerçekleştirilmiş ve çevre ile doğrudan ilgili bir düzenleme olarak 2872 sayılı çevre Yasası çıkanımıştır. çevre hukukunun gelişimi konusunda önemli bir diğer katkı ise, 1983 ve sonrasında çevre ile ilgili bir dizi yasanın çıkartıla­ rak bazı çevresel değerleri koruma ve kullanım esaslannın belirlenmesi olmuş­ tur. Bu düzenlemeler arasında 2873 sayılı Milli Parklar Yasası, 2863 sayılı Kül­ tür ve Tabiat Varlıklannı Koruma Yasası, 3086, 3621 ve 3830 sayılı Kıyı Yasa­ lan, 2963 sayılı Boğaziçi Yasası sayılabilir. Bunlara 1991 tarihli 443 sayılı Çev­ re Bakanlığı 'nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Gücünde Kararname ile Çevre ve Onnan Bakanlıklannı birleştiren yasa da eklenebilir. Bu yasalar dışın­ da çevreyle ilgili birçok tüzük, yönetmelik ve diğer düzenlemelerde de çevre korumaya ilişkin hükümler bulma olanağı vardır. Bütün bu düzenlemeler yoluy­ la yurttaşlann çevre korumadaki sorumluluklannın biçimi ve düzeyi belirlen­ miştir. İdare hukuku ve çevre ilişkilerine konu olan en önemli yasal düzenleme Çevre Yasası'dır. Çevre hukukunun gelişiminde Çevre Yasası'nın özel bir yeri Çevre Yasası 'nda Sorumluluk konusunu ayn bir bölümde daha ay­ incelemek gereği bulunmaktadır. olduğundan nntılı Ceza Hukuku ve Sorumluluk Çevre koruma konusunda özel hukuk ve idare hukukundan yararlanıldığı gi­ bi ceza hukukundan da yararlanılması kaçınılmazdır. Ceza hukuku, çevre konu­ sunda yasaklar koyarken yalnızca yaptınm uygulamakla kalmaz, yalnızca yaptı­ nmlar koymayı ve bunlan uygulamayı hedeflemez. Ceza hukukunun asıl hedefi, çevreyi zarara uğratan "suçlann işlenmesini önlemek"tir (Şen, 1994: 91). 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasası da, Ceza Kanunu 'nun amacının kişi hak ve özgür­ lüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevre­ yi, toplum banşını korumak, suç işlenmesini önlemekl olarak belirlemiştir. Çevre korumada yalnızca özel hukuk normlan ve idari yaptınmlarla yetin­ mek, cezai yaptınmıardan kaçınarak ceza hukukundan yararlanmayı reddetmek, hiçbir hukukçunun savunabileceği bir düşünce değildir. Ne var ki, çevrenin yal­ nızca cezai yaptınmlar yoluyla korunması düşünülemez. Bugünkü çevre koru­ ma düşüncesinin ve çevre hukukunun gelişiminin yurttaşlann ve çevre örgütle­ rinin çabalan sonucunda çevre bilinçlenmesinin artmasıyla ortaya çıktığının u­ nutulmaması gerekir. Bu nedenle, çevre hukukunun gelişimi amacıyla yurttaş bilinçlenmesi kadar, komşuluk hukukunun düzenlendiği medeni hukuktan, çev­ 1 5237 sayılı Türk Ceza Yasası, madde ı. Çevre Hukukunda Sorumluluk II re koruma ilkelerinin düzenlendiği idare hukukundan, çevre kirliliği fiillerine yönelik ceza normlarının öngörüldüğü ceza hukukundan uygun ölçüde yararla­ nılmalıdır. 1990'da kabul edilen İngiliz çevre Koruma Yasası'na göre, herkesin, çevre­ nin kirletilmesine ve bozulmasına yol açan bir faaliyetin sorumlularına karşı ce­ za davası açabilme hakkı bulunmaktadır (Şen, 1994: 262). Bu kural, ceza huku­ kunda kirletenin sorumluluğunun belirlenmesi açısından çok önemli bir düzen­ lemedir. Türk Ceza Yasası'na da kirletenlere karşı ceza davası açabilme hakkı­ na ilişkin hüküm konulması, çevre hukukunun gelişmesi açısından önemli bir adım olacaktır. Türkiye'de ceza yasasında çevre hukukuyla doğrudan ilgili hükümler,I Ha­ ziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasası ile konul­ muştur. ı Yasa ile "çevreye Karşı Suçlar" başlığında çevrenin kasten kirletilmesi (madde 181), çevrenin taksirle kirletilmesi (madde 182), gürültüye neden olma (madde 183), imar kirliliğine neden olma (madde 184) konuları düzenlenmiştir. Yasada yazılan hükümleri ihlal ederek çevre kirliliğine neden olanlara karşı 5 yıla kadar hapis cezaları verileceği öngörülmüştür. 181. ve 182. maddeleri, ya­ sanın yayımından 2 yıl sonra yürürlüğe girmektedir. Bu erteleme, ilgililerin ön­ lem almasını sağlamak için yapılmış olsa da, 2 yıl için çevre kirliliğine izin ve­ rilmesi biçiminde yorumlanmıştır. İmar kirliliğine neden olma konusundaki çevre suçları konusunda yürürlük tarihi ise kanunun yayımlanma tarihidir. Türk çevre Hukuku'nda çevrenin korunması için ceza hukukundan gereği ölçüsünde yararlandığı söylenemez. çevre Yasası 'nın 26. maddesindeöngörü­ len, belgelerne yükümlülüğünü yerine getirirken gerçeğe aykırı belge düzenle­ mek, yetkili makamlara yanlış ve yanıltıcı bilgi vermek fiili dışında cezai mü­ eyyide bulunmamaktadır. Yeni Türk Ceza Yasası ile bu konuda (5 yıla varan) hapis cezaları getirilmekle kalmamakta, "çevre suçları" başlığı ile değişik çevre kirletme eylemleri düzenlenmekte ve ceza hukukunun konusu oluşturulmakta­ dır . çevre hukukunda ceza hukukundan yararlanılması konusundaki eksiklik, yeni Türk Ceza Yasası ile bir ölçüde doldurulmuştur. ÇEVRE YASASI'NDA SORUMLULUK Bağımsız bir hukuk dalı olarak çevre Hukukunun gelişimi konusunda 1983 önemli bir adım atılmış ve 2872 sayılı çevre Yasası kabul edilmiştir. çevre Yasası, 4 Haziran 1986'da 3301 sayılı yasa ve 3 Mart 1988 yılında 3416 sayılı yasa ile değişikliğe uğramış ve bugünkü halini almıştır. Yasa ile çevre ko­ ruma konusunda çevre korumanın ilkeleri ve çevresel kaynaklardan yararlanma yılında ı Bkz.; Türk Ceza Kanunu. Kanun No: 5237. Kabul Tarihi: 26 Eylül 2004. Resmi Ekim 2004 i 25611. Gazete, Tarih ve No: 12 ] 2 Amme İdaresi Dergisi yollan belirlenmiş, çevrenin korunması için yükümlülükler belirlenerek bu yü­ kümlülüklere uymayanlar hakkında yaptınmlar öngörülmüştür. 2872 sayılı çevre Yasası'nın amacı (madde 1), "bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi ... için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri" belirlemektir. Yasanın 3. maddesinde, çevrenin korun­ masına ve çevre kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler belirlenmiştir. Bu­ na göre; çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi, gerçek ve tüzel kişiler ile vatandaşların görevi olup, vatandaşlar bu konuda alınacak önlemle­ re ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler. Sorumluluk hukuku bakımın­ dan önemli olan bir ilke, yasanın 3. maddesine, 3416 sayılı yasa ile 3 Mart 1988' de eklenmiştir. Bu hüküm şöyledir: "Kirlenmenin önlenmesi, sınırlandınlması ve mücadele için yapılan harca­ malann kirleten tarafından karşılanması esastır. Kirletenin kirlenmeyi durdur­ mak, gidermek ve azaltmak için gerekli önlemleri almaması durumunda veya bu önlemler için kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılan gerekli harcamalar, 6183 sayılı Amme Alacaklannın Tahsil Usulü Hakkında Yasa hükümlerine göre kir­ letenden tahsil edilir. Ancak kirletenler, kirlenmenin önlenmesi ve sınırlanması için yapılan giderleri ödeme yükümlülüğünden söz konusu kirlenmeyi önlemek için gerekli her türlü tedbiri aldıklarını ispat etmek kaydıyla kurtulabilirler". Yukandaki düzenleme çevre hukukunda sorumluluk açısından temel bir il­ keyi açık biçimde belirlemiştir. "Kirlenmenin önlenmesi sınırlandınlması ve mücadele için yapılan harcamalann kirleten tarafından karşılanması esastır" hükmü ile yasa, "Kirleten Öder" ilkesini benimsemiştir. Yukanda aktanlan hükümde "sorumluluk" bakımından üç durumun söz ko­ nusu olduğunu (Kaboğlu, ı 996: 78). görmekteyiz. Her şeyden önce, yasa, Kirle­ ten Öder ilkesini benimsemiştir. Sonra, nedense1 ilişki konusunda "nedene da­ yalı sorumluluk"tan söz edilebileceği görülmektedir. Son olarak, kirleten, bu so­ rumluluktan, kirlenmeyi önlemek için gerekli her türlü önlemi aldığını ispat1a­ yarak kurtulabilir. Bu kurtuluş kanıtı, yalnızca "kirlenmenin önlenmesi ve sınır­ landınıması için yapılan giderleri" kapsar. Bununla birlikte, kirlenmeye yol a­ çan veya çevreye zarar veren davranış, kurtuluş kanıtı kapsamında yer almaz (Kaboğlu, ı 996: 79). çevre hukukunda sorumluluk bakımından diğer önemlİ bir ilke, 1988'de ya­ saya eklenen 28. maddede düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler, sebep olduklan kirlenme ve bozulmadan doğan zarar­ lardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar. Kirletenin, meydana ge­ len zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır. Yukarıdaki hüküm ile, kirletenler açısından açıkça "kusursuz sorumluluk" ilkesinin benimsendiği görülmektedir. Tandoğan'a göre, çevre Yasası'nda kir­ letenin sorumluluğunun nesnel, yani kusura dayanmayan bir sorumluluk oldu­ Çevre Hukukunda Sorumluluk ı3 ğunda duraksama yoktur. Ancak, bu sorumluluğun nesnel özen gösterme yü­ dayanan olağan bir sebep sorumluluğu mu, yoksa gerekli önlemle­ rin alındığına ilişkin kurtuluş kanıtı getirme olanağı tanımayan, ağırlaştınlmış bir nesnel sorumluluk mu olduğu tartışılabilir. Tandoğan, ağırlaştınlmış nesnel sorumluluk görüşünü tercih etmektedir (Tandoğan, 1986: 33). çevre Yasası'nda kirletenler için "ağırlaştınlmış nesnel sorumluluk" ilkesi­ nin kabul edildiğini Tandoğan gibi Çörtoğlu ve Kuntalp de benimsemiş (Çörtoğlu, 1986: 86; Kuntalp, 1999: 25). Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, 9 Şubat 1989 tarihinde 7660 Esas ve 104.6 sayılı karannda çevre Yasası'nda öngörülen sorumluluğun "ağırlaştınlmış nesnel sorumluluk" olduğunu ifade etmiştir. J Çev­ re Yasası 'nda sorumluluk konusundaki düzenlemelerin yeterli olmadığı görüşü savunulmakta ve birçok hukukçu, bu açılardan Çevre Yasası'nı eleştirmektedir. Bu eleştirilerin ortak noktası, Çevre Yasası 'nda sorumluluk konusundaki hü­ kümlerin tartışma götürmeyecek biçimde değiştirilebileceği ve Ceza Yasası 'na çevre suçlanyla ilgili açık hükümler koyarak yalnızca idari yaptınmlar yoluyla kirlenmenin önlenmesi yönteminin terk edilmesi yönündedir. kümlülüğüne ÇEVRE HUKUKUNDA YAPTIRIMLAR Çevre Hukukunda yaptınmlar konusu, hukuksal ve cezai sorumluluğun ne konusu ile ilgilidir. Çeşitli ülkelerde Çevre Hukukunda so­ rumluluk konusu, idari ve cezai yaptınmlan ya da hukuksal sorumluluk ve ce­ zai sorumluluk biçiminde iki ayrı başlık altında incelenebilir. Karşılaştırmalı çevre hukukunda cezai sorumluluk giderek yaygınlaşmakta, çevreye karşı işle­ nen suç kavramı gelişmektedir (Kaboğlu, 1996: 89). Hukukta yaptınm, iki temel biçimde görünür: Ceza ve zorla icra. Hukuk dü­ zenleri, hukuka aykın bazı davranışlar için birtakım yaptınmlar öngörmüşlerdir. Bunlar arasında zorla icra yolu dışında hapis ve para cezalan da bulunmaktadır (Aral, 1983: 67). Hukukta hapis cezalan konusunun büyük ölçüde ceza hukuku yoluyla düzenlendiğini görmekteyiz. Ceza hukukunda temel ilke, bireylerin ce­ zalandınlmasıdır. Ancak, ABD, Kanada, İsrail, Japonya ve Çin gibi ülkelerde tüzel kişilerin suçluIuğu ilkesi benimsenmiştir (Kaboğlu, 1996: 91). Ülkemizin hukuk sisteminde tüzel kişilerin sorumluluğuna ilişkin olumlu ya da olumsuz bir hüküm bulunmamaktaydı. Ancak, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasası'nda (madde 20, fıkra 2), tüzel kişiler için ceza yaptınmı uygulanmayacağını, ancak kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğinde yaptınmıann uygulanabileceğini öngörmüştür. . şekilde düzenlendiği Ceza hukuku sisteminde ceza hukuku yaptınmlan dışında idari cezalara da Uygulamada, idari ceza hukuku adı verilen yeni bir hukuk da­ lının doğduğunu savunanlar bulunmaktadır (İçel ve Donay, 1993: 31). Çevre dayanılmaktadır. J Bkz.; Yargıtay Kararları Dergisi, 198915, s. 646. 14 Amme İdaresi Dergisi Yasası 'nda da, çevre suçu işleyenlere karşı faaliyetin durdurulması gibi idari para ve hapis cezaları öngörülmüştür. çevre Hukukunda yaptırımlar konusu, idari ve cezai yaptırımlar biçiminde düzenlenmiş olduğu için sorumluluk konusunun hukuksal ve cezai sorumluluk biçiminde incelenmesi söz konusu olabilir. Ancak, Türk çevre Hukukunda, ye­ ni Türk Ceza Yasası'na kadar, birkaç istisna dışında hapis cezası öngörülme­ miştir. Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası, çevre suçlarını ayrı bir başlıkta düzenlemiş ve bu bölümde idari ve cezai yaptırımlar öngörmüştür. Bu nedenle, ceza hukukumuz, çevre suçlarına yönelik idari ve cezai yaptırımlar biçiminde iki tür ceza öngörmüş olmaktadır. çevre Yasası'nda çevre suçlarına yönelik yaptırımların, cezai hükümler başlığı altında idari nitelikte cezalar ve mahkeme­ ce verilecek cezalar (hapis cezaları) olarak düzenlenmiş olması da bu görüşü­ müzü desteklemektedir. yaptırımlar dışında İdari Yaptırımlar çevre Hukukunda idari yaptırımlar, para cezaları, işletme izni vermeme, iş­ letmenin faaliyetini süreli ya da süresiz durdurma, elde edilen karların geri a­ lınması, eski halin iadesinin istenmesi gibi türlü biçimlerde olabilmektedir. Ülkemizde çevre suçlarına yönelik idari yaptırımlar konusu, çevre Yasa­ sı'nın 20.-25. maddelerinde para cezalan biçiminde, 15. maddesinde mahallin en büyük mülki amirince ilgili işletmenin faaliyetinin durdurulması ve 16. mad­ desinde Sağlık Bakanlığı ya da çevre Bakanlığınca tehlikeli hallerde faaliyetle­ rin durdurulması biçiminde düzenlenmiştir. Para cezaları, vatandaşlara, kuruluş ve işletmelere verilebileceği gibi, yasa hükümlerini ihlal eden gemiler için de verilebilmekte (madde 22), cezayı ödemeyen ve bu konuda teminat ve kefalet göstermeyen gemiler ve diğer deniz vasıtalarının seyrüsefer ve faaliyetlerine 24. madde gereği son verilebilmektedir. 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nda, çevre suçlanna ilişkin ceza yaptırımları dışında, idari yaptırımlar da öngörülmüştür. Çevrenin kasten kirletilmesi fiilini; insan ve hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkması, üreme yeteneğinin körelmesi, hayvanların ve bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işleyen­ ler, beş yıldan az olmamak üzere hapis cezası yanında, bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılabileceklerdir. Ayrıca, 182. madde ile "çevreye zarar vere­ . cek şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesine taksirle neden olanlar, adli para cezası ile cezalandırılır" hükmü getirilmektedir. 183. madde de gürültüye neden olanların hapis cezası yanında adli para cezası ile ce­ zalandırılacağı öngörülmektedir. Para cezası ve işletme faaliyetinin durdurulması, birçok ülkenin çevre huku­ kunda kullanılan bir yöntem olmakla birlikte, bazı ülkelerde farklı idari yaptı­ rımlara da rastlamaktayız. örneğin, Almanya, Kanada, Avusturya, Belçika, Çevre Hukukunda Sorumluluk ı5 Hollanda, İsveç ve İsviçre'de çevre suçu işleyen kişi ve kuruluşlann elde ettik­ leri karlann geri alınması yöntemi, (Kaboğlu, 1996: 91) idari bir yaptın m biçimi olarak uygulanmaktadır. Cezai Yaptırımlar Yalnızca idari yaptınmlar yoluyla çevrenin korunmasının ve çevre suçlarının önlenmesinin olanaklı olmadığından bunlara yönelik hapis cezalan da öngörül­ müştür. çevre suçlanna yönelik en ağır cezai yaptınm, ölümle sonuçlanan çevre sorunlanna yol açanlara verilen 15 yıl ağır hapis cezası ile ABD'de bulunmak­ tadır (Kaboğlu,I 996: 91). Birçok ülkede çevre kirliliğine yol açanlara hafif hapis cezalannın verildiğini görmekteyiz. Belçika'da 1964 Hava Kirliliği Yasası 'nda, Lüksemburg'da 1982 Doğal Kaynaklann ve Doğanın Korunması Yasası'nda ve Hollanda'da 1970 Hava Kirliliği Yasası 'nda çevre kirliliğine neden olanlara karşı 6 aya kadar ve Alman Ceza Yasası'nda 1980'de yapılan bir değişiklik ile havayı ve suyu idari kurallara aykın biçimde kirletenlere 5 yıl, sağlığa aykın atık bırakanlara 3 yıl ve hava, su ve toprağa zehirli madde kanştıranlara 10 yıla kadar hapis cezalan ön­ görülmektedir (Kuzu, 1997: 417-418). Özellikle Almanya'da Ceza Yasası'nda yapılan bir değişiklik ile çevre suçlannın tanımlanması ve bu suçlara ağır sayı­ labilecek hapis cezalan verilmesi, ülkemizde de örnek olması gereken bir dü­ zenlemedir. Ülkemizde çevre suçlanna yönelik hapis cezası uygulaması, birkaç örnek dı­ şında çevre Yasası'nın 26. maddesinde öngörülen hüküm dışında uygulanma­ maktaydı. Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası, "çevre suçlan" başlığı altında çevre kirlenmesine neden olan fiilleri toplamış ve bu filleri işleyenlerin 5 yıla varan hapis cezalan ile cezalandınlabileceğini öngörmüştür. Çevrenin kasten kirletilmesini düzenleyen 181. maddeye aykın fiilleri işleyenler, altı aydan 2 yı­ la kadar ve atık ya da artıklan izinsiz ülkeye sokanlar bir yıldan 3 yıla kadar ha­ pis cezalanna çarptınlabilmektedir. Aynca, atık ve artıklann toprak, hava ve suda kalıcı özellik göstermesi halinde bu cezalar iki kat arttınlabilmektedir. Çevrenin kasten kirletilmesi fiilini; insan ve hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıklann ortaya çıkması, üreme yeteneğinin körelmesi, hayvanlann ve bitki­ lerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işleyenler, beş yıldan az olmamak üzere hapis c~zası ile cezalandınlabileceklerdir. Çevrenin taksirle kirletilmesine ve gürültüye ne­ den olanlar 2 yıla kadar, imar kirliliğine neden olanlar ise 5 yıla kadar hapis ce­ zalan ile cezalandınlabilmektedirler. Türk Ceza Yasası'nda "çevre suçlan" dı­ şında da çevreyle ilgili düzenlemeler bulmak olanağı vardır. Örneğin, 172. madde ile radyasyon yayma konusu düzenlenmiş ve başkalannın sağlığını boz­ mak amacıyla radyasyona tabi tutulan kişinin 15 yıla kadar hapis cezası ile ce­ zalandınlması öngörülmüştür. Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurul­ 16 Amme İdaresi Dergisi ması ve el değiştirmesini düzenleyen ı 74. maddede de bu fiili işleyenler hak­ kında 8 yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Yeni Türk Ceza Yasası, çevre hukukunda eksikliği belirlenen cezai yaptınm boşluğunu doldurarak çevre ceza hukukunun gelişimine önemli bir katkı sağla­ mıştır. SONUÇ çevre hukuku, yeni gelişmekte olan bir hukuk dalıdır. çevre hukukunda so­ rumluluk konusu da çevre hukukunun kendisi gibi yeni gelişen ve bağımsız bir hukuk dalı olma niteliğine sahip olan bir alandır. Bu konuda yapılan tartışmalar ile yazılan makaleler ve son dönemde çıkan kitaplann, çevre hukukunda sorum­ luluk konusunda bir doktrin oluşumuna katkı sağladığı görülmektedir. Başkasına verilen zarann giderilmesi yükümlülüğü anlamında sorumluluk konusunda çevre hukukunda değişik yaklaşımlar bulunmakla birlikte, genel ola­ rak, "kusursuz sorumluluk" ilkesinin kabul edildiği görülmektedir. çevre huku­ kunda kusursuz sorumluluk, bir kişinin bir faaliyeti sonucu ortaya çıkan çevre kirlenmesi ve bozulmalannda ortaya çıkan zarardan kirliliği ortaya çıkaranın "kusur" şartı aranmaksızın sorumlu tutulması kuralını ifade etmektedir. Kusur­ suz sorumluluğun hareket noktası; çevre kirliliğinin ortaya çıkmadan engellen­ mesi, ilgililerin çevre kirlenmesinden kaçınmasının sağlanması ve kirliliğin or­ tadan kaldınlmasında boşluk bırakılmamasıdır. çevre Yasası ve diğer ilgili hukuksal düzenlemelerde, çevreyi kirletenlerin özel ya da kamu tüzel kişileri ya da bireyler olarak sorumlu tutulmalan konu­ sunda bir duraksama yaşanmadığı görülmektedir. Ancak, bu sorumluluğun ge­ reği olarak ortaya konan cezai yaptınmıann yetersiz olduğu da açıktır. Yeni Türk Ceza Yasası ile çevre kirlenmesine ilişkin suçlann "çevre suçları" başlığı altında düzenlenmesi ve bu suçlan işleyenlere karşı ağır para ve hapis cezalan­ nın düzenlenmesi (yasanın yürürlüğünün sürekli ertelenmesi nedeniyle bu dü­ zenlemenin akıbeti tam olarak belli olmasa da), çevre hukukunda sorumluluk açısından ileri bir aşama olarak kabul edilmesi gerekir. çevre hukukunda sorumluluk konusunda başlangıçta komşuluk hukukuna i­ lişkin kurallardan yararlanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise çevre kirliliği­ nin önlenmesi konusunda özel yasaların ve hukuksal düzenlemelerin kabul edil­ diği görülmektedir. Bugüne geldiğimizde ise çevreyle doğrudan ilgili bir düzen­ leme olarak çevre Yasası çıkanlmış ve bu yasa ile çevre hukukunda sorumlulu­ ğun temel kuralı olarak "kusursuz sorumluluk" ilkesi kabul edilmiştir. Ayrıca, son aşamada, yeni Türk Ceza Yasası ile "çevre suçları" kavramının geliştirilmiş ve bu başlıkta çeşitli çevre suçlannın belirlenip bunlara ilişkin idari ve cezaİ yaptınmıann öngörülmüştür. çevre Yasası ve Türk Ceza Yasası 'nın çevreyi kirletenIere karşı doğrudan ilgili hükümler getirmesi, bugün geldiğimiz aşamada çevre hukukunda sorumluluk konusunda geldiğimiz son aşamayı ifade etmekte­ Çevre Hukukunda Sorumluluk ı7 dir. Ne var ki, bütün bu gelişmelere ve hukuksal düzenlemelerdeki çeşitlenmeye uygulamada bazı sorunlann yaşandığı ve duraksamalann varlığını sür­ dürdüğü görülmektedir. Yeni Türk Ceza Yasası 'nın yürürlüğünün ertelenmesi, bu duraksamanın en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Kanun ile "çevreye Karşı Suçlar" başlığında çevrenin kasten kirletilmesi (madde 181), çevrenin taksirle kirletilmesi (madde 182) düzenlenmiştir. Yasada yazılan hükümleri ihlal ederek çevre kirliliğine neden olanlara karşı 5 yıla kadar hapis cezalan verileceği öngö­ rülmüştür. Yeni Türk Ceza Yasası'nın 181. ve 182. maddeleri, kanunun yayı­ mından 2 yıl sonra yürürlüğe girmektedir. Bu erteleme, 2 yıl için çevre kirliliği­ ne izin verilmesi biçiminde yorumlanabilir. Bu örnek dışında da yasaların uygu­ lanması ve uygulamalann izlenmesi konusunda bir çok duraksamanın görülmesi söz konusudur. Bu duraksamalann, öncelikle yasalan uygulayan idari organlar ve uygulamalan hukuksal düzenlemelere göre denetleyen yargı organlan olmak üzere toplumun her kesiminde çevre bilincinin geliştirilmesi yoluyla ve özellik­ le uzun dönemli ve yaygın bir çevre eğitimi seferberliği ile aşılabileceği kanı­ karşın, sındayız. KAYNAKÇA Aral, Vecdi (1983), Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, Üçdal Neşriyat, İstanbuL. Çörtoğlu, i. Sahir (1986), "Çevrenin Kir1etilmesinden Doğan Sorumlulukla Taşınınaz Mülkiyetinin Aşkın Kullamlmasından Doğan Sorumluluğun Karşılaştırılması", Yar­ gıtay Dergisi, Cilt 12, Sayı: 1-2, Ocak-Nisan. Gürseler, Güneş (2003), "Çevre Zararının Manevi Giderimi ve Bir Yargıtay Karan", Legal Hukuk Dergisi, Ağustos, Sayı: 8. İçel, Kayıhan ve Sübeyl Donay (1993), Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Hukuku, İs­ tanbuL. Kaboğlu, İbrahim (1996), Çevre Hakkı, İmge Kitabevi, Ankara. Kılıçoğlu, Mustafa (2002), Sorumluluk Hukuku, Cilt 1, Turhan Kitabevi, Ankara. Kuntalp, Erden (1999), "Medeni Hukuk Açısından Çevre Kanununa Bakış", Çevre Ka­ nununun Uygulanması, Türkiye Çevre Vakfı Yayını, Ankara. Kuzu, Burhan (1997), Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede Yaşama Hakkı, Fakülteler Mat­ baası, İstanbuL. Özen, Muharrem (1998), Ceza Hukukunda Objektif Sorumluluk, US-A Yayıncılık, An­ kara. Şen, Ersan (1994), Çevre Ceza Hukuku, Kazancı Yayınları, İstanbuL. Tandoğan, Haluk (1986), "2872 sayılı Çevre Kanunu'na Göre Çevrenin Kirletilmesin­ den Doğan Sorumluluk", Yargıtay Dergisi, Cilt 12, Ocak-Nisan, Sayı: 1-2. Topçuoğlu, Metin (1998), Çevre Hakkı ve Yargı, Türkiye Çevre Vakfı Yayım, Ankara. Ulusan, İlhan (ı 986), "Çevre Kirlenmesinden Doğan Sorumlulukta Fedakarlığın Denk­ leştirilmesi İlkesi", Yargıtay Dergisi, Cilt 12, Sayı: 1-2, Ocak-Nisan. ı8 Amme İdaresi Dergisi Resmi Gazete, Türk Ceza Kanunu, Kanun No: 5237, Kabul Tarihi: 26 Eylül 2004, Ta­ rih ve No: 12 Ekim 2004/2561 1. Yargıtay Kararları Dergisi, 198915.