TÜRKivE EKONOMisiNDE SON VILLARDA VASANAN VÜKSEK ORANLI BÜVÜME RAKAMLARıNıN ic PiVASA ÜZERiNDEKi ETKiLERi TÜRKiYE EKONOMisi YAYıNLARı YAYıN NO: 2008-56 TÜRR:İYE EKONOMİsİNDE SON YıLLARDA YAŞANAN •• •• •• YUKSEK ORANLI BUYUME • • RA~~IÇPIYASA •• • • • • UZERINDEKI ETKILERI HAZIRLAY ANLAR Prof. Dr. Ahmet İNCEKARA "" Yrd. Doç. Dr. Ferda YERDELEN TATOGLU YAyıN NO: 2008-56 İstanbul, 2008 Copyright © İTO Tüm haklar saklıdır. Bu yayının hiç bir bölümü, yazarın ve İTO'nun önceden yazılı izni olmaksızın mekanik olarak, fotokopi yoluyla veya başka herhangi bir şekilde çoğaltılamaz. Eserin bazı bölümleri veya paragrafları, sadece araştırma veya özel çalışmalar amacıyla, yazann adı ve İTO belirtilmek suretiyle kullanılabilir. ISBN 978-9944-60-349-2 (Basılı) ISBN 978-9944-60-350-8 (Elektronik) İTO ÇAORI MERKEZİ Tel: (212) 444 O 486 İTO yayınlan için aynntılı bilgi Bilgi ve Doküman Yönetimi Şubesi Dokümantasyon Servisi 'nden alınabilir. T e l : (212) 455 63 29 Faks : (212) 5120641 E-posta: [email protected] İnternet: www.ito.org.tr Odamız yayınlanna tam metin ve ücretsiz olarak internetten ulaşabilirsiniz. YAyıNAHAZIRLIK, BASKı, CİLT VİMEKAJANS Reklamcılık Matbaacılık Tel: 0212 577 49 12 Fax: 0212577 49 44 www.vimekajans.com ÖNSÖZ Türkiye 2001 krizi sonrası uygulamaya koyduğu makroekonomik program ve gerçekleştirdiği yapısal reformlar sayesinde, 2002-2007 yıllarını kapsayan dönem için yıllık ortalama %7 gibi çok yüksek bir büyüme performansı yakalamış ve daha da önemlisi bunu 20 çeyrek boyunca kesintisiz bir biçimde büyüyerek gerçekleştirmiştir. Bu olgunun doğal bir sonucu olarak, Türkiye artık ülke ekonomisini derinden sarsacak krizlerden endişe etmek yerine, bu yeni dönemde yüksek oranlı sürdürülebilir kalkınmadan bahseder konuma gelmiştir. Dünyanın önde gelen kurum ve kuruluşları, halihazırda dünyanın en büyük 17. ekonomisi durumunda olan Türkiye'nin sahip olduğu potansiyel ile, yakın bir gelecekte dünyanın ilk 10 ekonOlnisi arasına gireceği tahmininde bulunmaktadırlar. Türkiye bugün Çin'den sonra ikinci en hızlı büyüme potansiyeline sahip "Yükselen Piyasa" olarak addedilmektedir. Diğer taraftan, son 6 yıllık süre zarfında tanık olduğumuz önemli iyileşmelere rağmen, Türkiye ekonomisinin kimi zaafları varlığını korumaya devam etmiştir. üzellikle işsizlik oranının düşürülememiş olması kamuoyunda sıklıkla, yaşanan hızlı büyüme sürecinin aslında ekonominin reel kesiminde karşılığının bulunmadığı, ekonomik birimler tarafından hissedilmediği, dolayısıyla sanalolduğu yorumlarının yapılmasına neden olmuştur. Türkiye ekonomisi yakından incelendiğinde, sözkonusu büyümenin sanalolmak bir yana, önemli bir potansiyelin göstergesi olduğu, sancılı bir dönüşüm sürecinden geçen Türkiye'nin aslında birçok sanayi alt sektöründe küresel ekonominin gerekleri doğrultusunda ciddi bir yeniden yapılanma ve uyarlanma sürecinden geçtiğini göstermektedir. Bu çalışma, bir taraftan sözkonusu büyüme sürecinin dayandığı temelleri ve yüksek büyüme oranlarının neden işsizliğin istenilen düzeylere indirilmesini sağlayamadığını sorgulamaya çalışırken, diğer taraftan makro-ekonometrik bir modellerne çerçevesinde, son yıllarda yakalanan yüksek büyüme oranlarının iç piyasada gerek üretim gerekse satışlar üzerinde anlamlı bir etkisinin olup olmadığını ampirik verilere dayanarak test etmek suretiyle "sanal/gerçek büyüme" tartışmasına ışık tiJtma çabasında olan bir çalışmadır. Sözkonusu çalışmanın, büyüme, verimlilik, sanayi üretimi, ihracat/ithalat, istihdam ve işsizlik gibi birbiriyle ilintili büyüklükleri tartışırken, bu değişkenler arasındaki karşılıklı etkileşimlerin ve neden-sonuç ilişkilerinin doğru anlaşılmasına ve geçmekce olduğumuz sürecin doğru tahlil edilmesine önemli katkı yapacağını düşünmekteyiz. "Türkiye Ek0!l0misinde .. Son Yıllarda Yaşanan Yüksek Oranlı Büyüme Rakamlannın Iç Piyasa Uzerindeki Etkileri" isimli yayınımızın gerek karar alıcılar ile ilgili kurum ve kuruluşlar, gerekse akademik bir bağlamda olsun ya da olmasın konuya ilgi duyan tüm ekonomik birimlere, özellikle de üyelerimize faydalı olmasını diler, yayını Odamız adına hazırlayan Prof. Dr. Ahmet İncekara ve Yrd. Doç. Dr. Ferda Yerdelen Tatoğlu'na teşekkür ederim. Dr. Cengiz Efsun Genel Sekreter YÖNETICİ ÖZETİ Türkiye ekonomisi, ekonomik büyüme itibariyle tarihi bir dönem yaşamak­ tadır. 200 ı krizinden sonra Türkiye ekonomisİ, bu çalışmada ele alınan 20022007 (ilk yarı)'deki beş buçuk yıl ya da 22 çeyrek dönem boyunca büyümüş, üretimi arttırmıştır. 2002-2007 (ilk yarı) dönemİ ortalama büyüme oranı yüzde 7 olmuştur. Büyürnede iki önemli özellik dikkati çekmektedir. Kesintisiz/sürekli büyüme ve yüksek oranlı büyüme Türkiye'nin 2002'den önceki yıllarına bakıldı­ ğında, yakın dönemlerde, bu denli olumlu bir ekonomik döneme rastlanmamaktadır. yılından sonra özellikle dış piyasalarda ortaya çıkan kısa süreli bir sarsıntının etkisİ Türkiye ekonomisinde kur ve faizlerde yükselme olarak ortaya çıkmıştır. 2006 yılından itibaren, Türkiye' de GSMH bünyesinde artış devam etmiş, ancak artış oranı azalmaya başlamıştır. Buna paralel olarak piyasalarda yüksek oranlı büyümenin sorgulanmaya başlandığı görülmekte- 2006 dir. Bu çalışmada "Türkiye'de son yıllarda yaşanan yüksek oranh ekonomik büyümenin iç piyasalar üzerindeki etkisi" inceleme konusu yapılmıştır. Araştırmada piyasalar; tüketim, ara ve yatırım malları sektörleri olarak, ancak tüketim malları piyasası dayanıklı ve dayanıksız olmak üzere dörde ayrılarak incelenmiştir. Piyasadaki değişmeler; fırma sayıları, üretim ve satış rakamları TÜİK'ten elde edilerek, reel milli gelir değişmesi ile ilişkisi açısından analize tabi tutulmuştur. Öncelikle, Türkiye' de ekonomik büyüınenin arz kaynaklarına bakıldığında; sermaye birikimi, istihdam artışı ve toplam faktör verimliliği unsurlarının yüzde katkılarına dikkat çekilmektedir. Sermaye birikimi yani yatırımların büyümeye katkısı halen en yüksek orandadır. Onu istihdam izlemekte, ardından toplam faktör verimliliği gelmektedir. Ekonomik büyümenin talep açısından kaynaklarına bakıldığında ise, özel tüketim ve yatırım harcamaları en önemli katkı unsurları olarak ortaya çıkmaktadır. Özel tüketim harcamalarının 200S'te GSMH'ye oranı yüzde 65, 2006'da yüzde 7 1.4' tür. 2007'de yüzde 69.9 olması beklenmektedir. Yatırım harcamalarının payı ise 200S'te yüzde 22.3 iken 2006'da yüzde 18.6 olarak gerçekleşmiştir. 2007' de yüzde 19.2 olması beklenmektedir. Bu parametrelerdeki değişimler, Türkiye'de iktisadi büyümenin bizzat tüketim ve yatırımlardaki artışlara dayalı olarak gerçekleştiğini göstermektedir. çalışmamızın ekonometrik analiz bölümünü oluşturan üçüncü bölümde, Türkiye' deki yüksek iktisadi büyüme oranlarının, özellikle mal piyasaları üzerindeki etkileri incelenmiştir. Mal piyasasında tüketim malları piyasası, dayanıklı ve dayanıksız olarak ayrı ayrı ele alınmıştır. Ara malları piyasası ve yatırım/sermaye malları piyasaları ele alınan diğer piyasalardır. İncelemede, piyasalara ilişkin şirket sayısında, üretimde ve satışlardaki değişimlerle reel GSMH değerleri arasında ilişkiler sorgulanmıştır. Yani, Türkiye ekonomisindeki yüksek büyüme oranlarının iç piyasalar üzerindeki etkileri, imalat sanayinin her bir alt sektörünün üretİm ve satışlarının bağımlı, GSMH değerlerinin bağımsız değişken olduğu modellerle, bilimsel bir analize tabi tutulmuştur. Yapılan analiz sonuçlarına göre tüm modellerde, reel GSMH'nin satışlar ve üretimler üzerindeki etkilerinin anlamlı olduğu bulunmuştur. GSMH artışı yani büyüme ve gelir artışının etkisİ, satışlara ve üretimlere olumlu yansımıştır. Reel GSMH'nin satışlardaki değişkenliği açıklama gücü yatırım/sermaye malı üreten sektörlerde %87, ara malı üreten sektörlerde %85, dayanıklı tüketim malı üreten sektörlerde %53 ve dayanıksız tüketim malı üreten sektörlerde %50 olarak bulunmuştur/hesaplanmıştır. Buna göre, ekonomide reel gelir değişmelerinden etkilenen sektörlerin başında yatırım ve ara malları üreten sektörler geldiği belirtilmelidir. Dayanıklı ve dayanıksız tüketim malı üreten sektörler ise, daha sonra gelmektedir. Gelirdeki değişmelerin, yani reel milli gelir artışlarının dayanıklı tüketim mallarındaki satışları açıklama gücünün %53 olması, dayanıklı tüketim malları satışlarının %53 'ünün gelire bağlı olarak açıklanması, kalan yüzdenin ise diğer faktörlerin etkisİ ile açıklanabileceğini ifade etmektedir. Benzer durum dayanıksız tüketim malları satışlarının açıklanması için de söz konusudur. Kısaca, tüketim malları sektöründe reel GSMH büyümesinin satışlara yansıması daha düşük kalmaktadır. Başka faktörlerin etkisi de en az gelir artışı kadar söz konusudur. Demek ki, dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları sektörlerinde, yüksek gelir artış oranlarının, satışlara daha az yansıdı ğı yönündeki şikayet doğrudur. Bu, büyümenin olmadığı ya da "sanal", hormonlu olduğu anlamına gelmez. Ancak büyüme aynı oranda satışlara yansımamaktadır. Benzer sonuçlara büyümenin üretim üzerindeki etkilerini incelemek üzere kurulan modellerde de rastlanmaktadır. Dayanıklı ve dayanıksız tüketim mallarındaki üretim ve satışların durgun seyir izleıne­ si, bir süre sonra ara ve yatırım mallarına da yansıyabilir. O nedenle, büyürnede sürekliliğin sağlanması için, özellikle istihdam piyasasında yapısal önlemlerin acilen alınması gereği bulunmaktadır. ıçİNDEKİLER ÖNSÖZ ....................................................................................................... 3 YÖNETİCİ ÖZETİ .................................................................................... 5 GİRİŞ ......................................................................................................... 13 1. KAVRAMSAL ÇERÇE'VE .................................................................... 17 1. ı. İKTiSADİ BÜYÜME, GELİşME, KALKINMA .......................... 17 1.2. İKTİsADİ BÜYÜME; TEORİK - PRATİK ................................... 21 1.3. TEKNOLOJİ, İKTİsADİ BÜYÜME VE VERİMLİLİK ............... 27 1.4. İKTİsADİ BÜYÜME, İSTİHDAM VE İHRACAT ....................... 29 1.5. İKTİsADİ BÜYÜME TEORİsİNE YENİ KATKILAR ................ 33 1.6. İKTİsADİ BÜYÜMENİN HESAPLANMASI; AB STANDARTLARI VE TüİK ÇALIŞMALARI ............................. 35 2. TÜRKİYE'DE 2001 KR1Zt SONRAsı EKONOMİK BÜYÜMENİN KAYNAKLARI ..................................................................................... 39 2.1. GENEL EKONOMİK BÜYÜME ................................................... 41 2.2. SEKTÖREL ANALİz ..................................................................... 43 2.2.1. TARIM SEKTÖRÜ ................................................................... 44 2.2.2. SANAYİ SEKTÖRÜ '" .............................................................. 45 2.2.3. HİZMETLER SEKTÖRÜ ......................................................... 46 2.3. TALEP YÖNLÜ ANALİz .............................................................. 47 2.4. ÜRETİM FAKTÖRLERİNİN BÜYÜME ÜZERİNE ETKİLERİNİN ANALİzİ ............................................................... 54 3. TÜRKİYE'DE YÜKSEK BÜYÜME ORANLARININ ıÇ P1YASAYA ETKlLERfN1N EKONOMETRlKANALtzt .................. 3.1. REEL GSMH ................................................................................... 3.1.1. REEL GSMH'NIN GRAFİKSEL ANALİzİ ............................ 3.1.2. REEL GSMH SERİSİNİN DURAGANLIK ANALİzİ ........... 3.2. DAYANIKLI TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE DURUM .......................................................................................... 3.2.1. DAY ANIKLI TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE GRAFİKSEL ANALİz ............................................................. 3.2.2. DAYANIKLI TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLER İÇİN EKONOMETRİK ANALİz ............................................ 59 59 60 61 64 64 66 3.3. DAYANIKSIZ TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE DURUM .......................................................................................... 69 3.3.1. DAYANIKSIZ TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE GRAFİKSEL ANALİz ............................................................. 69 3.3.2. DAYANıKSız TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLER iÇİN EKONOMETRİK ANALİz ............................................ 71 3.4. ARAMALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE DURUM ........................ 73 3.4.1. ARAMALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE GRAFİKSEL ANALİz .................................................................................... 73 3.4.2. ARAMALI ÜRETEN SEKTÖRLER İÇİN EKONOMETRİK ANALİzLER ............................................................................. 74 3.5. SERMAYE (YATIRIM) MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE DURUM ........................................................................................... 77 3.5.1. SERMAYE MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE GRAFİKSEL ANALİz .................................................................................... 77 3.5.2. SERMAYE (YATIRIM) MALI ÜRETEN SEKTÖRLER iÇİN EKONOMETRİK ANALİzLER ..................................... 79 3.6. EKONOMETRİK ANALİzİN SONUÇLARI ................................ &2 DEGERLENDİRME VE SONUÇ ............................................................ 83 KAYNAK.ÇA ............................................................................................. 87 EK. .............................................................................................................. 89 10 ORAF1KLER Grafik ı. 1990-2006 Dönemi Yıllık Büyüme Oranları (%) ...................... 43 Grafik 2. Reel GSMH ................................................................................ 60 Grafik 3. Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörlerin Firma Sayısı ......... 65 Grafik 4. Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörlerde Üretim ................. 65 Grafik 5. Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörlerde Satışlar ................. 66 Grafik 6. Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörlerin Firma Sayısı ....... 69 Grafik 7. Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörlerde Üretim ............... 70 Grafik 8. Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörlerde Satışlar ............... 70 Grafik 9. Aramalı Üreten Sektörlerin Firma Sayısı ................................... 73 Grafik 10. Aramalı Üreten Sektörlerde Üretim ......................................... 73 Grafik 11. Aramalı Üreten Sektörlerde Satışlar ......................................... 74 Grafik 12. Sermaye Malı Üreten Sektörlerin Firma Sayısı ....................... 77 Grafik 13. Sermaye Malı Üreten Sektörlerde Üretim ................................ 78 Grafik 14. Sermaye Malı Üreten Sektörlerde Satışlar ............................... 78 11 TABLOLAR Tablo 1. Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm Dönemlerine Göre Büyüme Oranları ......................................................................... 42 Tablo 2. Türkiye Ekonomisinde 2001-2007 Dönemi Yıllık Büyüme Oranları (%) ................................................................................ 44 Tablo 3. Türkiye Ekonomisinde Sektörel Büyüme Oranları: 1980-2007 (%) ............................................................................. 45 Tablo 4. Türkiye'de Planlı Dönemde Sektörel Büyüme Oranları (%) ...... 47 Tablo 5. Ekonomik Büyümenin Talep Kaynakları (GSMH'ya Oran ve Yıllık Artış) ................................................................................. 49 Tablo 6. Üretim Faktörlerinin Büyümeye Katkıları (%) ........................... 55 Tablo 7. Üretim Faktörlerinin Büyümeye Katkıları (%) ........................... 56 Tablo 8. Logaritmik Reel GSMH Serisinin HEGY Testi Sonuçları ......... 62 Tablo 9. Reel GSMH Serisi İçin ZA Testi Sonuçları ................................ 63 Tablo 10. Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörlerin Logarİtmik Üretim ve Satış Serileri İçin HEGY Testi Sonuçları ............... 67 Tablo ll. Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörler İçin Regresyon , Sonuçları .................................................................................... 68 Tablo 12. Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörlerin Logaritmik Üretim ve Satış Serileri İçin HEGY Testi Sonuçları ................ 71 Tablo 13. Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörler İçin Regresyon Sonuçları .................................................................................... 72 Tablo 14. Aramalı Üreten Sektörlerin Logaritmik Üretim ve Satış Serileri İçin HEGY Testi Sonuçları ........................................... 75 Tablo 15. Aramalı Üreten Sektörler İçin Regresyon Sonuçları ................. 76 Tablo 16. Sermaye Malı Üreten Sektörlerin Logaritmik Üretim ve Satış Serileri İçin HEGY Testi Sonuçları .......................................... 79 Tablo 17. Sermaye Malı Üreten Sektörlerin Logaritmik Üretim ve Satış Serileri İçin ZA Testi Sonuçları ................................................ 80 Tablo 18. Sermaye Malı Üreten Sektörler İçin Regresyon Sonuçları ....... 81 12 GlRtş Türkiye ekonomisİ, tarihinde ilk kez üst üste 6 yıl süre ile büyümektedir. 2001 kırılmasından sonra 2007 'nin ilk yarısı dahil 22 çeyrek dönem süreli ve nispeten hızlı bir üretim artışı dönemi yaşanmaktadır. 2001 kırılmasından önce sonra ödemeler dengesi Türkıye ekonomİsi bir ya da iki yıl büyüyen, daha açığı ve döviz sorunu nedeniyle; kısaca kaynak eksikliğinden dolayı durağanlaşan, istikrarsız bir büyüme süreci kaydetmiştir. 2001 öncesi büyümenin seyri, yeterli ve kaliteli finansman olanaklarının kısıtlılığı sonucu sürdürülebilir olmamıştır. Türkiye'de tasarruf orar larının nispeten düşük olduğu bilinmektedir. 2000 yılı öncesinde, kamu harcamalarının disipline edilememesi, kamu kesimi borçlanma gereğini ve bunun sonucu olarak faiz oranlarını YÜkseltmİştir. Kamu kesimine göre daha yüksek tasarruf oranlarına sahip özel kesim de yüksek faiz yüksek enflasyon ortamında üretim ve yatırımdan çok kamu harcamalarını finanse etme kolaycılığına soyunmuştur. Finansal piyasalar daha ziyade iç piyasadan borçlanarak, özel kesimin dışlanmasına yol açan kamu maliyesinin finansman ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bu süreçte, yeni bankalar kurulmuş, en son 1994 istikrar kararları ile mevduata % ı 00 garanti getirilmiştir. Kamu bankaları finansal sorunlarını gizlerken, özel kesim bankaları da bazı kredi manipülasyonları ile yönetim ya da sahipleri tarafından zarara uğratılmıştır. 2001 krizi, sürekli ertelenen yapısal reformların ve istikrar getirmeyen istikrar programlarının kaçınılmaz sonucudur ve 2001 krizi ile Türkiye ekonomisi, tarihinin en yüksek gerilemesini yaşamıştır. Ekonominin yumuşak karnı finansal kesimden başlayan kırılma; reel faaliyetleri, istihdamı kısaca tüm ekonomiyi derinden sarsmıştır. IMF destekli olarak uygulamaya geçilen son istikrar programı, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP)'dır. Programın temel amacı; Türkiye ekonomisinin başta kamu ekonomi yönetimi olmak üzere, yeniden yapılandırılması, kırılganlıkların ortadan kaldırılması ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ve istihdam artışının sağlanmasıdır. Gündelik siyasi kararların ekonomi yönetiminde popülizme varan etkilerinin sınırlanması için; TCMB 'nin bağımsızlığı sağlanmış, başta Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) olmak üzere yeni bağımsız kurullar oluşturulmuştur. 13 GEGP ile 2001 yılında başlayan düzenleme ve uygulamalar; bankacılıkta, kamu maliyesinde, özel kesimde yeniden bir güven ortamı tesİs edilmesinde önemli bir başarı sağlamıştır. 2002 Kasım ayında yapılan parlamento seçimleri tek partili bir siyasal hükümeti iş başına getirmiştir. Yeni hükümet, 2001' de başlayan programı temelde benimsemiş ve uygulamayı sürdürmüştür. 2007 yılına gelindiğinde, GEGP'nİn sonuçları, esas itibariyle başarılı bulunmasına rağınen, birkaç hususta eleştirilmeye başlanmıştır. Birinci eleştiri, serbest kur politikasının bir yan sonucu olarak ortaya çıkan TL'nin aşırı değerlenınesi, yüksek reel faizler ve yüksek cari açık konusunun, programın sürdürülebilirliğini tehdit etmesidir. üzellikle yabancı piyasalarda meydana gelebilecek dışsal bir negatif ekonomik olgunun Türkiye'ye yansıyabilecek dalga etkisi, bu durumda daha yıkıcı olabilecektir. İkinci eleştiri, ilk eleştiri konusunun bir diğer bileşenİ olarak, ithalatın ve özel kesim borçlarının artması, toplam ülke yükümlülüğünün genişlemesidir. GEGP uygulamasının başarısında, kamu maliye politikalarındaki performansın çok önemli katkısı vardır. Ancak bu sefer özel kesim, kolay borçlanabilme imkanının sonucu olarak, önemli boyutta bir pozisyon açığı ile karşı karşıya kalmıştır. Negatif bir dış dalganın yüksek kur riski taşıyan Türk reel kesimini derinden etkileme riski vardır. Makro ve mikro önlemlerin burada gündeme getirilmesi ve Türk özel sektörünün rekabet gücünün arttırılması gereği vardır. Üçüncü ve çalışmanıızın temel konusunu da oluşturan eleştiri, sürekli ve yüksek büyüme oranlarının; üretenler, ticaret yapanlar ve tüketiciler olarak halk tarafından yeterince hissedilmediğidir. Eleştirinin bir yönü, halkın gelir/refah düzeyinin yani satın alma gücünün artması ile ilgilidir. Diğer yönü ve asıl eleştiri tarafı, istihdamda yeterli artışlar sağlanamaması olarak gündeme taşınmıştır. Yüksek büyüme hızları ve dolar bazında kişi başına gelirin 2001 'den bu yana bir katını aşan bir düzeye erişmesi, ancak o ölçüde piyasalarda algılanamanıası, Türkiye' deki iktisadi büyümenin "sanal" ya da "hormonlu" olduğu nitelernelerine konu olmuştur. Bt:. çalışmanın esası, "Türkiye Ekonomisinde Son Yıllarda Yaşanan Yüksek üranh Büyüme Rakamlarının İç Piyasa Üzerindeki Etkileri"nİ araştırmaktır. Bu çerçevede çalışnıa üç ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde iktisadi büyümeye ilişkin kavramlar bir literatür çalışması olarak ele alınmıştır. İktisadi büyümenin; teknoloji, verimlilik, istihdam, ihracat ile ilişkileri incelenmiş, iktisadi büyümenin hesaplanması hususunda Türkiye' de ve AB ile ABD' de yapılan çalışmalar değerlendirilmiştir. 14 İkinci bölümdç' ..: C' ; .~; "'i j ı;; de ekonomik büyümenin genel seyn ve n sd::tôrlerin büyümeye katkıları ve etkileri, iktisadi (,ııyüı u::-'ı;~ ~ ',lCP bileşenlerinin analizi ile üretim faktörlerinin büyüme ile ilişkıleri ele alınmıştır. l, l Son bölüm ise, yüksek ekonomik büyüme oranlarının piyasaya yansımalarını ölçebilnıek amacı ile, ekonometrik bir çalışmadan oluşmaktadır. Ekonometrik modellerneye dayanan araştırma, mal piyasasında, dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları sektörü, ara malları sektörü ve yatırım / sermaye malı sektörlerini kapsamaktadır. Piyasalara ilişkin veriler; firma sayılarının gelişim seyri, üretim ve s.~!ışlar bazında değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Araştırma kapsamında TUIK'ten elde edilen veriler, kamu tarafı ile tüm imalat sanayi işyerlerini, özel sektör tarafı ile 10 ve daha fazla işçi çalıştıran imalat sanayi işyerlerinin yaklaşık % 80'ini kapsayan büyük ölçekli imalat sanayi işyerlerini içine almaktadır. Dolayısıyla, araştırmanın kapsamı açısından herhangi bir eksiklik yoktur. Büyüme ve dolayısıyla gelir artışlarının piyasalar üzerine etkileri, işletme sayıları, üretim ve satış serileri GSMH artışı ile ilişkilendirilerek analiz edilmeye çalışılmıştır.TÜİK'ten sağlanan veriler, istihdama ait rakamları içermediğinden, çok istendiği halde analize dahil edilememiştir. 15 j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j J 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE ı. ı. İKTISADI BÜYÜME, GELIŞME, KALKıNMA İster gelişmiş ister gelişmekte olan olsun her ekonomide uygulanan iktisat politikasının temel hedefi iktisadi büyümeyi sağlamak ve sürdürmektir. Iktisadi büyüme hızı yüksek ise, uygulanan iktisat politikaları genellikle başarılı olarak ilan ve tescil edilir. O halde, iktisadi büyüme kavramı bir performans göstergesidir. Hızlı iktisadi büyüme oranları, başarıh iktisat politikaları uygulamasının doğal sonucudur. Bir toplumdalekonomide belli bir dönem zarfında, meydana getirilen nihai mal ve hizmet üretiminin, cari piyasa fiyatları i.!ibariyle değerleri toplamı Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)'yı ifade eder. Uretim cephesi ile GSMH, ekonominin başlıca alt sektörleri olan tarım, sanayi ve hizmetler kesimi üretimlerinden oluşur. GSMH'ye harcama yönü ile bakıldığında, GSMH=C+I+G+-F olarak yazılabilir. Burada; C : toplam tüketim harcamaları (özel) i : toplam yatırım harcamaları (özel+kamu) G : toplam kamu harcamaları F : dış alem net faktör geliri (+ veya - ) GSMH'den amortismanın (aşınmaleskime Hasıla (SMH) büyüklüğüne varılır. payı) düşülmesi ile Safi Milli SMH = C+I+G+-F-A A : aşınma i eskime payı, amortisman SMH' den vasıtah vergilerin indirilmesi ile Milli Gelire, yani üretim faktörlerinİn o yıl üretime katılarak elde ettikleri gelirler toplamına ulaşılır. "Bir ülkenin devamlı sakinlerinİn yıl içinde elde ettikleri faktör gelirlerinin toplamına, o ülkenin milli geliri denir. Gayri Safi Milli Hasıla, ekonominin topyekün üretim gücünü, safi milli hasıla iktisadi varlığa net katkıyı, milli gelir ise ülke halkının ortalama gelir ve satın alma kuvveti seviyesini açıklar. Milli geliriq.. bir bakıma iktisadi refah ölçüsü olarak kullanılması da bundan ötürüdür."(Ulgen: 1986, s. 31). Buna göre milli gelir, üretim faktörleri olan emek, sermaye, (toprak) ve müteşebbis gelirlerinden oluşur. 17 doğal kaynaklar MG=ücret faiz + rant + kar Anlaşılacağı üzere, iktisadi/teknik anlamda GSMH ve milli gelir kavramları (parametreleri) birbirinden farklıdır. Ancak günlük dilde, genellikle birbirinin yerine kullanılmaktadır. İktisadi büyüme, bir ekonomide milli gelirin bir yıldan diğerine yüzde artışını ifade eder. Sözgelimi, 2005 yılında Türkiye'nin milli geliri 100 YTL iken, 2006'da 110 olmuşsa, artış oranı ya da hızı % 1O'dur. Yıllık iktisadi büyüme hızı (2006): [2006 milli geliriesabit fiyatla)-2005 milli geliri(sabit fiyatla)]/2006 milli geliriesabit fiyatla)= 2006 yılı reel milli gelir büyüme oranıdır. [110-100]1100 % 10 olur. Bir ekonomide gelirin artış hızının gerçek bir biçimde ölçülebilmesi için, nominal milli gelir rakamlarının milli gelir rakamlarına dönüştürülmesi gerekir. Nominal milli gelir, cari fiyatlarla hesaplanmış rakamlardır. Dolayısıyla, enflasyon değerini de içermektedir. Reel milli gelir ise, nominal milli gelir rakamlarının sabit fiyatlarla hesaplanmasından ibarettir. Ya da, ilgili yılın bir önceki yıl fiyatları cinsinden ifade edilerek reel büyüme oranının bulunabilmesi için aşağıdaki formül kullanılır: yılı nominal GSMH/t yılı GSMH zımnİ fiyat deflatörü= t yılı GSMH' sİnin t-l yılı fiyatları ile ifadesi bulunur. Böylece t yılı GSMH'si t yılındaki fıyat artışlarından arındırılmış olur. t şekilde bulunan t yılı GSMH' sinin büyüme oranı da"aşağıdaki hesaplanır (Eğilmez ve Kumcu: 2004, s. 95): Bu ı t yı ı formül ile " ı b" .. _ İ-I yılı fiyatlan ile ifade edilmiş t yılı GSMH'si - t-ı yılı GSMH'sİ GSMH sı ree uyume oranı İ-I yılı GSMH'sİ İktisadi büyüme kavramı, iktisadi gelişme kavramı ile çoğu zaman eş anlamlı olarak kullanılan ekonomik alanda gelişme kavramı, bir toplum ekonomisinde sadece bir miktar. artışından öteye, bir yapı ve çatı değişmesi­ ni de kapsamaktadır. Hatta ekonomi bir çocuğa benzetilirse, büyüme çocuğun fizik yapısı ile genişlemesi ve boyatmasını akla getirir. Gelişme ise, yapı ve çatı değişimi ile birlikte kabiliyet, zeka ve anlayış gibi vasıflara hasredilebilir (Ülgener: 1984, s. 411). Schumpeter' e göre toplum ekonomisi zamanla iki yönde değişiklik gösterir; bir taraftan gövdesi ile genişler 18 işgücü çoğalır, üretim vasıtaları artar). Gelişme, iktisadi akımın alışılmış yolunu (yörüngesini) terk edip, daha yüksek seviyede ikinci bir denge sathına sıçraması demektir. Bu sıçramanın arkasındaki kuvvet ise, iktisadi hayata getirdiği yenilikler (innovations) ile piyasanın alışılmış düzenini temelinden sarsan ve kımıldatan müteşebbistir (Ulgener: ı 984, s. 4 ı O). (nüfusu, İktisadi gelişme kavramı da çoğu zaman iktisadi kalkınma kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. İktisadi kalkınma, genellikle gelişmekte olan ülkelerde, üretim artışından daha ziyade, orta ve uygun vadede ekonomik yapıyı da değiştirmeyi kapsayan bir çabayı ifade eder. "Ekonomik kalkınma hedefi, gelişmiş ülkelerin ekonomik büyüme hedefinden çok daha zordur. Ekonomik büyümenin, belli bir sosyo-ekonomik yapıya ulaştıktan sonra, az çok o yapı içinde devam eden bir süreç olmasına karşılık, ekonomik kalkınma bir yandan üretim ve gelir artışı sağlamayı, diğer yandan ekonominin içinde bulunduğu yapı özelliklerini değiştirmeyi amaçlamaktadır." (Ertüzün: 1984; s. 153). Ekonomik yapının, tarımdan sanayi ağırlıklı bir üretim bileşimine yöneltilmesi, emek istihdamının niteliklerinin arttırılması, teknoloji ve verimliliğin geliştirilmesi hatta teknoloji üretimi ile sanayileşme sürecinin tamamlanmasına çalışılmaktadır. Bu da toplumun tarım toplumu yapısından sanayi toplumu yapısına çevrilmeyi kapsar. Gelir artarken üretimin, istihdamın, ihracatın bünyesi değişir. Milli gelire katkıda tarımın payı azalır, sanayi ve hizmetler kesimlerinin artar. Günümüzde sanayileşmiş ülkelerin sanayi ötesi toplum aşamasına geçtikleri gözlenmektedir. Gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye, bir taraftan sanayileşme gayretlerine devam etmekte, diğer yandan, sanayi ötesi ekonomi, bilgi toplumu ekonomisi aşamasını da öngörmeye çalışmaktadır. Bütün bunlar rekabetçi bir dünya ekonomisi çerçevesinde, kıt kaynaklarla başarılmak durumundadır. Nitekim, büyüme sürecinde, bir ekonomide üretim faktörleri varlığı ve niteliği son derece önemlidir. Nüfus ve işgücü, sermaye birikimi, doğal kaynaklar, teknoloji ve bilgi/tecrübe birikimi ve teşebbüs gücü, büyüme yani üretim ve gelir artışının ön şartıdır. Sorun, birikim/tasarruf gücünün yatırımlara, sermaye birikigüne dönüşmesi, daha yüksek katma değerli mal ve hizmetler üretilmesidir. Uretim kapasitesinin artması, artan üretimin gelire ~önüşmesi ve kişi başına gelir ve satın alma gücünün yükselmesi gerekir. Iktisat politikalarının nihai hedefi elbette toplumsal refah ve bireysel gelir düzeyinin arttırılmasıdır. Ancak onun gerisinde, toplumun üretim/organizasyon yeteneği, teknoloji geliştirme yeteneği, onun da arkasında AR-GE harcamalarına milli gelirden daha fazla payayrılması gereği ortaya 19 çıkmaktadır. Bütün bunlar, uzun ekonomik süreçlerdir. yıllar alan, zaman gerektiren toplumsal! Bütün bunlar, modern iktisadın kurucusu sayılan Adam Smith tarafından da öngörülen birkaç yüzyıllık konulardır. Gelişmiş ülkelerin oluşturduğu sosyoekonomik seyir süreci, gelişen ülkeler için bir bakıma önemli bir örnek teşkil etmektedir. Ancak hiçbir ülkenin, hele gelişmekte olan ülkelerin büyüme! kalkınma mücadeleleri, bu örneklere rağmen daha kısa, daha hızlı ya da daha sancısız olarnamaktadır. Bir ekonomide..meydana gelen büyüme, gelişme ve kalkınma hedeflerinin de ön koşuludur. Uretim artışı sağlanmadan, ekonominin yapısında ve çatısında değişimi sağlamak oldukça zordur. Bu sürecin, sadece sermaye faktörünün temini ile gerçekleştirilmesi düşünülemez. Sorunun anahtar faktörlerinden biri elbete sermaye birikimidir. Ancak, bir adım ötede, mevcut sermaye, insan ve diğer girdilerin, toplumsal bir uzlaşma ile verİmli üretim faaliyetlerinde değerlendirilebilme becerisi gereği durmaktadır. Konunun temelinde, üretim kapasitesinde artışlar sağlayacak bir yatırım seferberliği vardır. Burada, her ülke ekonomisinin özelliklerine, yapı ve karakterine göre, ekonomi yönetimlerinin, buna uygun bir ortam sağlama, teşvikler ve düzenlemeler gibi kamusal/kurumsal inisiyatifin gereği de vurgulanmak gerekir. İktisadi büyüme, bir ülke ekonomisinde, üretim irnkanl~rı eğrisinin sağa kayması yani üretim kapasitesi artışı eğrisindeki artış yönlü kayma, başlıca üç ile açıklanır. Uretim etkenle açıklanabilir. imkanları İlki, kapasite aynı iken malların üretim teknolojisinde ilerleme yönlü değişmeler, bu sonucu doğurabilir. Dolayısıyla artışı ortaya çıkar. verim'lilik ve katma . . değer İkincisi, emek faktörünün verimliliğinde artış yönlü değişmeler, bu sonucu meydana getirir. Üçüncüsü, ekonomide malların üretim kapasitelerinde meydana gelen doğrudan artışlar, yine büyüme yani üretim artışı olarak sonuç verir. Büyüme sürecinde, ekonominin bütününde, teknik ilerlemeler, emeğin verimliliğinin artması, birlikte meydana gelen olgulardır. Belli zaman dilimlerinde oluşan iktisadi büyümenin kaynaklarına inilerek sonuca etki eden faktörlerin etki dereceleri belirlenebilmektedir. Çalışmanın ikinci bölümünde bu konulara ağırlık verilmektedir. 20 Ekonomik büyümeye ilişkin son değerlendirmeler, konunun daha .~iyade üretim/arz cephesinden bakışla ulaşılan sonuçlar olmaktadır. Uretim artışının, toplumun hemen tüm kesimlerinde, refahı, satın alma gücünü arttıracak biçimde gelir ve harcamay~ dönüşme süreci, talep cephesi, konunun can alıcı bir diğer yönüdür. Uretim ve gelir artışının toplumsal tabakalara yayılması, gelir bölüşümü sorunları, yeterli ve sürekli talebin iç ve dış talep olarak sağlanması gibi konular, sürekli ve sürdürülebilir büyüme için vazgeçilmez koşullardır. Toplumsal talep, tüketim kültürü, iç ve dış piyasalarda hangi tür mal ve hizmet talebinin baskın bir eğilim gösterdiği gibi hususlar; piyasa araştırması, reklam ve tutundurma faaliyetleri, mal, çeşitliliğinde ve teknolojilerinde meydana gelen hızlı değişmeler, talep cephesinin diğer alt konularıdır. Pazarlama faaliyetleri, fuarlar, ticaret, temsilcilik alma ve/veya verme bütün bu faaliyetlere sağlanan bankacılık! finansal destekler, üretim faaliyetlerini tamamlayan, hatta üretim faaliyetlerini derinden etkileyen ve yönlendiren ekonomik olgulardır. Yeterli büyüklükte iç talebelpiyasaya sahip olmayan ya da olan ekonomilerin, üretim ve büyüme sürecinde..kapasiteye ilişkin yapacakları değerlendirmeler, kuşkusuz farklı olacaktır. Olçek ekonomileri, verimlilik, etkinlik ve uluslar arası rekabeti doğrudan etkileyen unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır. Talep tarafında, nüfus miktarı tek başına olmq.sa da önemli bir faktördür. Genç nüfus, nitelikli eğitimli nüfus, işgücünün nüfusa oranı buradan emeğin verimliliği gibi konular, ekonomik faaliyetler bütününün, büyürneyi doğrudan etkileyen ve aynı zamanda farklılaştıran diğer parametreleridiL İşte, büyüme ve kalkınmaya ilişkin bütün bu konular, etkenler, konunun çok yeni olduğunu, ekonomilerin farklı yapı ve karakteristik özelliklerine göre değişebildiğini, gelfşnıiş ülke örneklerine bakılarak, gelişen ülkeler için genel geçer büyüme kalkınma reçeteleri üretilemeyeceğini ifade etmektedir. 1.2. İKTISADI BÜYÜME; TEOm - PRATİK İktisadi büyüme teorisi, geçmişten günümüze önemli bir bilgi birikimi elde etmiştir. Büyüme teorisinde, sermaye birikimi hep temel anahtar roloynayan faktör olmuştur. Kıt faktör olan sermayenin birikimi ve verimliliği, onu kullanan toplumların kabiliyetlerine göre şekillenmektediL Düşük gelir, düşük tasarruf düzeyi, düşük yatırım ve sermaye birikimi aşamalarının ardından düşük gelire varılmakta, kısır döngü kınlamamaktadır. Gelişmekte olan karşılamaktadır. ülkeler, tasarruf açığını, çoğunlukla dışarıdan borçlanarak Kaynak açığını borçla kapasa da, bu kaynağı verimli kullanabilen toplumlar, kısır döngüyü kırmayı başarabilmişlerdir. 21 Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda, gelişmekte olan ülke ekonomilerinin büyük bir ekseriyeti sanayileşme/yatırım programlarına, dışarıdan finansal destek sağlamışlardır. Türkiye gibi ithal ikamesi sanayileşme stratejisi uygulayan, iç tasarrufları ve gelir düzeyi düşük ekonomiler, oluşturulan sınai kapasiteler sadece iç ekonomiyi hedef alınca, büyüme/kalkınma sürecinin tıkandığı görülmüştür. 1980'lerdeki, sanayileşme stratejisi değişikliği, Türkiye için, borçlu bir ülkenin zorunlu bir dışa açılma hikayesidir. Klasik iktisadi düşüncede büyüme konusu, ağırlıklı olarak sermaye birikimi, işbölümü ve makineleşme, kısaca teknolojik gelişmeye bağlı olarak üretim artışı anlamında ele alınmıştır. Büyümenin kaynağı tasarruflar, yatırımlar ve sermaye birikimidir. Gelirler arttıkça tasarruflar da yükselmektedir. Yatırımlara insanları sevkeden temel etken kar güdüsüdür. Tam rekabet piyasası varsayımında, sermaye en verimli biçimde değerlendirilerek, maliyetlerin azaltılması" karların arttırılması mümkündür. Karların artması, sermaye birikimini çoğaltır. Doğalolarak gelir dağılımı içinde karların payı artarsa, sermaye birikimi ve yatırımlar ve büyüme de artar. Emeğin karşılığı olan ücretlerin nispeten düşmesi de talebi daraltabileceğinden, büyüme hızında yavaşlama ortaya çıkabilir. O sebeple, dış ticaretin de serbest olması ve iç piyasaya ek olarak dış piyasalara ulaşmanın da mümkün olması gerekmektedir. Diğer taraftan işbölümü ve uzmanlaşmanın yaygınlaşması, emeğin verimini yükselten bir etkendir. Buna göre ernekte artan verim kanunu geçerlidir. Sermaye ise kıt faktördür ve üretim sürecinde sermaye için azalan verİm söz konusudur. Klasik iktisadi düşünce ve onları takip eden Neo-klasik görüş okulunda, iktisadi büyüme ve kalkınma konusu, esasen kendiliğinden, doğalolarak meydana gelen bir olgudur. O sebeple geleneksel büyüme teorileri olarak da adlandırılabilir. Zira toplum ekonomisİnin bütünü için, planlanmış/ öngörülmüş bir büyüme hedefi ve çabası yoktur. ı 8. yüzyılda İngiltere' de ekonomik alanda meydana gelen olaylar teoriye yansırnakta, olayların sebep sonuçları, ülkelerin zenginliklerinin anlaşılmasında temel ilkeler belirl enmektedir. Neo-klasik iktisadi düşüncede, emeğin verİm artışı önemlidir. Bunun için sermaye birikimi ve artışı da önem kazanmaktadır. Klasik ve Neo-klasik düşünce okulları, modem ekonominin ilk dönemlerinde 22 bilgi birikimine ve ekonomik uygulamaya önemli katkılar sağlamışlardır. Ancak bu teoriler, dayandıkları varsayımlar doğrultusunda, ülkeler arası büyüme, kalkınma farklarını açıklamada yetersiz kalmışlardır. 1929 Büyük ekonomik buhranından sonra, Keynesgil analiz, iktisadi durgunluğun aşılması ve makro ekonomik büyümenin yeniden sağlanmasında, piyasa mekanizması yanında ekonomi yönetimlerinin para ve maliye politikaları uygulamaları ile konuya müdahilolma hususunu öne çıkarmıştır. Bu çerçevede Keynesgil analiz, iktisat politikalarının gelişmiş ülke ekonomilerindeki pratiğine teorik altyapı sağlayan ilk çalışma olarak değerlendirilmektedir. Makroekonomik analiz, kısmi statik metod ile ekonomik dengenin eksik istihdam düzeyinde de sağlanabileceğini göstermiştir. İlk kez makro ekonomi ve onu oluşturan makro parametrelerin kendileri ve bütün ile arasındaki oranlar, ilişkiler, belirli hedeflerin gerçekleştirilmesi yönünde değerlendirilmiştir. O sebeple, Keynesgil "genel denge" çalışması modem iktisat politikası teorisinin temeli sayılır. II. Dünya savaşından sonra, Keynes ile başlayan teorik çalışmalar, Harrod ve Domar'ın katkıları ile devam etmiştir. Harrod ve Domar, büyüme olgusunu, onun tabiatına uygun olarak dinamik bir analiz yöntemi ile ele almışlardır. Her iki iktisatçının çalışmaları, Harrod-Domar dinamik büyüme modeli olarak literatürde yer bulmuştur. Keynes ve Harrod, gelirin oluşumu sürecini öne çıkarmışlardır. Domar ise yatırımların gelir yaratıcı etkisi yanında, kapasite etkisine de dikkati çekmiştir. Harrod-Domar modellerinde, iktisadi bilgi birikimi ve dönemin reel ekonomik şartları dikkate alınarak, üretimi arttırma yani büyüme sorununu açıklayabilmek için, bazı varsayımlara gidildiği görülmektedir. HarrodDomar modelinde, üretim faaliyetlerinde sadece emek ve sermaye faktörleri dikkate alınmıştır. Ayrıca bu iki faktörün birleşme katsayısı da sabit kabul edilmiştir. Modelde iki temel kavram, büyüme hızını açıklamada kullanılır: 1. Marjinal Tasarruf oranı (ya da tasarruf meyli katsayısı), 2. Sermaye/hasıla katsayısı. Marjinal tasarruf meyli, gelirin tasarruf edilen kısmı olup ortalama ve marjinal tasarruf katsayıları eşittir. I=S' dir ve milli gelir sürekli olarak dengede varsayılır. Sermaye/hasıla katsayısı ise, 1 birim hasıla elde etmek için gerekli sermaye miktarını gösterir. KlY oranı, ekonomide tam istihdam durumunda, 1 birim üretim için ne kadar sermaye yatırılması gerektiğini ifade eder. Marjinal sermaye/has ıla katsayısı (8K18 V), ekonomiler arasında ve bir ekonomide 23 sektörden sektöre farklılık gösterir. Ekonomi geliştikçe sermayelhasıla oranı yükselir. Oysa modelde sabit kabul edilmiştir. Sermaye/hasıla katsayısının tersi, sermayenin verimliliği katsayısıdır. Ll YiLlK olarak gösterilen, sermayenin marjinal verimliliği, bir birİm yatırımın, üretimde sağlayacağı artışı ifade etmektedir. Harrod-Domar modelinde emek artış hızı sabittir. Kamu ekonomik İlişkiler hesaba dahil edilmemiştir. harcamaları ve dış Her üretken yatırım, ekonomideki yatırım mallarının miktarını arttırırken, aynı zamanda ekonominin üretim kapasitesini de arttırır. Bir ekonomide büyüme hızı, marjinal tasarruf eğilimi ile, yatırımın marjinal verimliliği, sermaye/hasıla katsayısının tersidir. Büyüme oranı, tasarruf oranı ile doğru, sermaye/hasıla katsayısının değeri ile ters orantılıdır. Yani, sermaye/hasıla katsayısı ne kadar küçük ve marjinal tasarruf oranı ne kadar büyük ise, büyüme hızı da o kadar büyük olur. Milli gelirdeki yıllık artış oranı, brüt büyüme hız!.dır. Bundan yıllık nüfus artış oranı düşülerek net büyüme hızı elde edilir (Ocal: 2007, s. 403-404). Harrod-Domar büyüme modelinin açıkladığı büyüme hızı, sürekli tam kapasite ve tam istihdam milli gelir düzeyinde gerekli olan büyüme hızıdır. Tasarruf eğilimi ve yatırımların verimliliği katsayıları değişmediği sürece, dengeli büyüme devam edecektir. Yani üretim artışı, talep (gelir) artışına eşittir. Modelin ikinci büyüme hızı fiili ya da gerçek büyüme oranı olmaktadır. Toplam üretimin belli bir süredeki artış hızı, fiili büyüme hızını ifade eder. Modeldeki üçüncü büyüme hızı türü, doğal büyüme oranı olup, nüfus ve teknolojik gelişmelerin sınırını çizdiği üretim artış oranıdır. Yatırım artışı geliri arttırabihr. Ancak, atıl kapasiteye yol açmamalıdır. Böyle bir durumda gelirin daha fazla artması gerekir ki yatırım artışı işsizliği önleyebilsin. Kısaca, ekonominin gerekli dengeli büyüme hızına ulaşamaması, işsizlik ve atıl kapasite yaratır. Harrod-Domar modeli, yaptığı varsayımlar ve kullanılan parametrelerin nicelik değerlerinin tam olarak hesaplanamayacağı gibi temel eleştirilere uğramıştır. Diğer taraftan gelişmiş ülke ekonomilerini esas almıştır. Ancak, 19S0'li yıllarda büyüme olgusunun açıklanması ve anlaşılmasına kuşkusuz katkılar sağlamıştır denilebilir. Nitekim, daha sonra Neo-Klasik büyüme modelleri 24 geliştirilmiştir. Bazı modeller, yine 1950'li yılların ekonomik büyüme olgusunu açıklamayı amaçlamaktadır. Ancak, Harrod-Domar büyüme modellerinin eksikliklerini, varsayımlarından başlayarak düzeltme yoluna gitmişlerdir. Temel varsayımlarda klasik iktisatçıların etkileri görülür: Ekonomide tam rekabet ve tam istihdam söz konusudur. Üretim faktörlerinin payları, onların marjinal verimlerine göre belirlenmektedir. Gelir sermaye ve emeğin fonksiyonudur. Ancak, emek ve sermaye arasında sabit bileşim yerine, ikisi arasında ikame geçerlidir. Üretim faktörleri fiyatları esnek kabul edilir. Marjinal verimlilikler sıfır değil, ancak azalan bir eğilime sahiptir. Teknoloji dışsalolarak belirlenir. Neo-Klasik büyüme modelleri, sermaye birikimine ve verimliliğe dayanmaktadır. Bu noktadan hareketle, üretimde emek birikimi başına girdiyi ve çıktıyı göz önüne alınaktadır. Kişi başına sermaye birikiminin artması aynı zamanda kişi başına reel geliri de arttırmaktadır ki, bu gelişme büyüme hızına yansımaktadır (Yılmaz: 2006, s. 68). Neo_klasik büyüme modellerinin literatüre katılmasında Solow (1956), Swan (1956) ve Meade gibi iktisatçıların büyük rolü olmuştur. Solow nıodelinde, tasarrufların büyüme üzerindeki etlcisi önemlidir. Tasarruf düzeyi, durağan durum sermaye ve çıktı düzeyini belirleyen unsurlardan biridir. Tasarruf haddi ne kadar yüksek olursa, durağan durum sermaye ve çıktı düzeyi o kadar yüksek gerçekleşir. Tasarruf düzeyinin düşmesine yol açan etkenler, bütçe aç!ğı gibi, uzun dönemde sermaye ve çıktı düzeyinin düşmesine neden olur (Ocal: 2007, s. 405). Neo-Klasik büyüme modelinde nüfus artışı ve teknoloji dışsalolarak belirlenen faktörlerdir. Teknolojik gelişmenin devam etmesi, sermaye için varsayılan azalan verİmi ortadan kaldırarak, büyümenin sürmesine sebep olur. Nüfus artış oranı yüksek olan toplumlarda, birim emek başına sermaye ve böylece emek başına üretİın de düşük olacaktır. Tasarruf ve sermaye birikiminden çok, büyüme üzerinde asıl belirleyici unsur teknoloj ik gelişme/ilerlemedir. Neo-Klasik büyüme teorilerİ, gelişen ekonomilerdeki sermaye/yatırımların artışının daha hızlı büyümeyle sonuçlanacağını, dolayısıyla gelişmiş ve gelişen ekonomiler arasındaki gelir/refah açığının azalacağını ileri sürer. Oysa, bu hipotez gerçekleşmemiş, tam tersine aradaki açık daha da artmıştır. Modellerin temel varsayımı olan teknolojik ilerlemenin sabit ve dışsal olmadığı anlaşılmıştır. 25 1960 ve 1970'li yıllarda, Keynes'i izleyen iktisatçıların, büyüme olgusunu daha iyi anlama/kavramaya dönük çalışmaları göze çarpar. Aynı şekilde Neo-Klasik büyüme modelleri de geliştirilmeye devam eder. Ancak asıl çarpıcı gelişme, pratikteki gerçekleşmelerin içeriğini açıklamak üzere 1980'li yılların ortasında meydana gelir. İçsel büyüme modelleri denilen çalışmalar, teknolojik ilerleme/gelişmelerin üretim artışı üzerindeki etkisinin dışsal değil, içsel bir faktör olarak ve gittikçe daha yüksek olduğunu ifade etmektedir. Büyüme dinamiğinin temelinde, üretim süreci ve ürün teknolojisindeki gelişmeler ve yenilikler yatar. Yenİ ürünlerin ya da yenilik oranı giderek artan mevcut ürünlerin sağladığı katma değer artışı, büyümenin mahiyetini de değiştirmektedir. K. Arrow'un (1962) ileri sürdüğü yaparak öğrenme fikrinden hareket eden P. Romer (1986) ve Lucas (1988)'ın çalışmaları ile başladığı kabul edilen bu modeller, teknolojik gelişmeyi içselleştirmekte, bunu modelin içinde belirlenen bir değişken olarak almaktadırlar. Hükümet politikaları ve iktisadi davranışın uygun dönemde büyüme olgusunu etkileme yeteneğine sahip olduğu kabul edilerek, büyüme sürecini etkileyen dinamikleri araştırmaktadırlar (Ay: 2007, s.13). Teorik ve pratik bilgi üretimi; buluşlar, yenilikler ve bunlar için yapılan kişisel/kurumsal Ar-Ge faaliyetleri, günümüzde üretimde, yatırımda, ticarette önemli hatta kilit roloynayan bir konuma gelmiştir. O halde, nitelikli eğitim, öğretim ve dolayısıyla insan kaynağına yapılan her türlü yatırım, yarattığı dışsallık ile ekonomik faaliyetler için doğrudan destek olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan, gerek üniversite ve gerekse reel sektör bünyesinde yapılan Ar-Ge çalışmalarının desteklenmesi ve ürünlerinin teknoloji olarak üretim sürecinde kullanılması, büyürnede teknolojinin içselleştirilmesi olarak algılanabilir. Büyüme olgusunun, üretim faaliyetinin, rekabetin arka planını kavramaya gayret eden içsel büyüme modellerinde, makro planda kamusal hizmetlerin stratejik önemine dikkat çekilmektedir. Bilgi üretimi ya da üretilmiş bilgilerin temel öğretim kurumlarında aktarılması, kamusal yatırım olmakla birlikte, günümüzde özel sektör yatırımlarına da açılması, konunun önemini öne çıkarmaktadır. Yenilikler ve buluşlar, yeni yatırımlar, yeni pazarlar bütün topluma ve insanlığa yayılır. Rekabetçi ekonomi, burada temel faktördür. Ekonomik fiziki sermayenin üretim faktörü olarak azalan veriminin artan verime dönüştürülmesi, yeni teknolojilerle mümkündür. Yeni ve ileri teknolojilerin gelişimi, insana yapılan yatırımdan Ar-Ge faaliyetlerine kadar bir dizi kurumsalorganizasyonun, toplumda başarılı bir biçimde 26 oluşturulmasına bağlıdır. Fiziki sennaye yanında, beşeri sennaye ve entelektüel sennaye, günümüz üretim faaliyetinin açıklanmasında önem ve anlam kazanmıştır. Gelişmiş ekonomilerin ilk dönem gelişme aşamalarında, başlıca iktisatçıların esasen bunlara dikkat çektikleri bilinmektedir. Ancak yenilik ve buluşlara, bilginin önemine daha çarpıcı bir yer veren iktisatçı Schumpeter olmuştur. Gelişen ekonomilerin en önemli avantajı, yüksek ya da ileri teknoloji üreten kurumlar kunnaktan çok, bu teknolojileri kullanabilmeyi, içselleştinneyi başarabilen genç insan kaynağıdır. Onlara verilebilecek nitelikli eğitim­ öğretim hizmeti, mevcut teknolojilerin öğrenilmesini, güçlü bir entelektüel birikim oluşmasını sağlayacaktır. Rekabetçi üstünlüklerin temelinde, güçlü bir eğitim, araştırma ve bunların ürünlerini sanayide kullanabilen bir ekonomik yapı vardır. Solow'un büyüme modelinde, sennaye stoku nüfustan daha yavaş arttığında azalan verimler yasası geçerliydi. R. Lucas büyüme olgusunda, beşeri sermayenin rolüne dikkat çekmiştir. Eğitime yapılan yatırımlar artan verim sağlarlar (Unay: 2001, s. 413). 1.3. TEKNOLOJİ, İKTISADI BÜYÜME ve VERİMLİLİK Teknolojik gelişme, iktisadi büyümenin başlıca faktörleri olan emek ve sermayenin niteliğini değiştinnektedir. Niteliği değişen emek niceliği (miktarı) aynı olsa da, çıktı miktarı artmaktadır. Sonuç olarak verimlilik ortaya çıkmaktadır. Teknolojik gelişme, teknoloji üretimine yapılan yatırımların sonunda elde edilen bilginin, ür.etim sürecine ve yeni mamul sürecine uygulanması ile etkisini gösterir. Uretim faaliyetlerinde, sermaye teçhizatının yenilenmesi, emek faktöründe herhangi bir değişme olmaksızın üretimde artış sağlar. Diğer taraftan, sennaye teçhizatı aynı kalırken, emek vasfında/bilgisinde meydana gelen bir yükselme, aynı şekilde üretim miktarını arttıracaktır. Teknolojik gelişme; finna, sektör ya da ekonominin reel kısmında kendi bünyesinde elde edilebileceği gibi, gelişmiş teknolojiler, yurtiçi ve/veya yurtdışından da elde edilebilir. Rekabetçi, dışa açık ekonomilerde, teknolojik gelişmeye dayalı büyüme süreci, iktisadi büyüme olgusunun olmazsa olmaz koşulu durumuna gelmiştir. 19S0'li yıllardan sonra, teknolojik gelişme, daha çok reel ekonominin talebi sonucu gerçekleştirilmiştir. Sipariş edilen daha gelişmiş teknolojiler, üretim sürecine dışsalolarak dahil edilmiştir. 27 Günümüzde bu olgu kısmen sürerken, teknoloji geliştirme süreci, talep! siparişten bağımsız duruma gelmiştir. Ar-ge, eğitim ve teknoloji sektörü, bilgi ekonomisinde, artık, gittikçe daha yoğun yatırım yapılan bağımsız bir sektör konumundadır. Teknolojik gelişme sonucu içselleştirilen yenilikler; sermaye, emek gibi faktörlerin verimliliklerini artırmaktadır. Verimlilik, üretim sürecindeki girdilerin, bu sürecin sonunda yaratılan çıktı veya çıktılara (üretime) katkısını tanımlar (Köse: 1992, s. 3). Üretim faktörlerinin miktar ve bileşimindeki değişmeler yanında, iktisadi büyüme olgusunun mahiyetinin kavranabilmesi, verimliliklerdeki artış ve değişme1erin de bilinmesini gerekli kılmaktadır. Günümüzde teknolojik ilerleme sayesinde, belli bir sermaye ve emek miktarı ile bir ya da iki yüzyıl öncesine göre daha fazla üretim elde edilmektedir. Teknik ilerlemeyi bilgi ve beşeri sermaye birikimi sağlar. Kişi başına teknik ilerlemenin büyümesi sınırsız olarak ifade edilebilir. (Parasız: 2006, s. 423). Verimlilik, teknik anlamda belirli bir girdi miktarı ile daha fazla üretim elde etmektir. Ya da belirli bir çıktıyı, daha az girdi ile üretmek olarak tanımlanabilir. iktisadi verimlilik ise, belirli bir maliyetle, daha fazla gelir elde etmektir. Teknoloji, zaman içinde önemli bir üretim alanı durumuna gelmiştir. Üretim süreçleri ve ürünlere ilişkin yapılabilirlikler, hayallerin ötesine doğru yol almaktadır. Teknoloji üretimi, bu alanın ekonomisi bir yana; i.ıniversiteler, ekonomiler, şirketler ve ülkeler arasında şiddetli bir rekabetin de temel konusudur. Uretim artışı ve verimliliğinin ana dayanağı keşfedilmiş görünmektedir. yıllardan sonra küresel rekabetin şiddetlenmesi ile, teknolojideki gelişmelerin ür~tim alanına aktarılmasına dönük talep daha da kuvvetlenmİştİr. Uretİm, gelir ve değer yaratan temel anahtar faktör adeta teknoloji olmuştur. Teknoloji verimliliği, verimlilik sağlıklı ekonomik büyümenin anahtarıdır. Teknolojideki ilerlemeler, her üretim alanında, bir önceki mevcut birikime ilaveler getirmekte ya da onu tamamen ortadan kaldırmak­ 1980'li tadıL ileri teknoloji ürünleri olan makine-teçhizat ya da yöntemler, günümüzde bütün ürünlerin bünyesine giderek daha çok girmektedir. Sonuç olarak katnıa değeri daha yüksek ürünler ortaya çıkmakta, insanlar her çıkan ileri teknoloji ürünü mal ve hizmetleri daha çok talep etmektedirler. 28 Teknolojik ilerlemeler, rekabetçi üstünlük ekonomisinin temel girdisi olunca, tüm gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar, teknoloji üretimine, milli gelirden daha fazla kaynak ayırma yoluna gitmektedirler. Bugün, sanayi ötesi ekonomi ya da bilgi ekonomisi aşamasına dönüşen özellikle dünün sanayileşmiş batı ekonomileri, ekonomik yapılarında ortaya çıkan karakteristik bir değişimi yansıtmaktadırlar. Ekonomi yönetimleri, teknolojik gelişmenin kaynağı kabul edilen temel bilimler araştırma alanına, ar-ge ve nitelikli eğitime yatırımı büyük kaynaklarla desteklemektedir. Böylece buluş ve yenilikler teşvik edilerek, teknoloji ticareti ve ileri teknolojili ürünler itibariyle ülke ekonomilerine önemli oranda rekabetçi üstünlük olarak geri dönmektedir. Diğer taraftan, bütünüyle ileri teknolojiye dayalı yeni üretim alanları ortaya çıkmıştır. Eğitim ve araştırma-geliştirme sektörü yanında; genetik, uzay teknolojisi, mikro-elektronik yazılım ve bilişim sektörleri, bilgi ekonomilerinin en çok yatırım yapılan yeni alanlarıdır. Bilgi toplumlarının bünyesinde, insanlar daha çok eğİtİm ve ar-ge sahalarında kendilerine yer aramaktadır. Eski imalat sanayii sektörleri ve diğer geleneksel üretim dalları ya gerilernekte, ya kapanmakta ya da yeni şartlara uyum sağlama yoluna gitmektedirler. Ancak şu bir gerçek ki, batı ekonomilerinde, eski sanayi sektörü yerini yeni moda sanayilere bırakmakta, eski sanayi sektörünün milli gelir/üretim, istihdam ve ihracattaki payı azalmakta, "sanayisizleşme" temel bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Değişim, en eski üretim bileşimini değiştirmiştir. sektörü olan tarımda bile üretim faktörlerinin Bilgi ekonomileri, tarım sektörü ürünlerinin bünyesinde de ileri teknoloji katkısının arttığı, farklı bir üretim yapısını yansıtmaktadır. İleri teknolojiler, tarımda verimliliği yüksek oranda arttırmıştır. Girdilerde meydana gelen teknik ilerlemeler, özellikle genetik alanında gelişmelerin yansıması ile, hem bitkisel üretimde, hem de hayvansal üretimde ürün/gelir değerini yükselten temel etmen olmuştur. 1.4. İKTİSADİ BÜYÜME, İSTİHDAM ve İHRACAT İktisadi büyüme-istihdam arasındaki ilişki geleneksel/klasik iktisat düşüncesinin öncülerinden J.B Say tarafından ifade edilen şekilde "her arz kendi talebini yaratır" görüşüne dayanır_ Bu görüş, belli varsayımlar altında, kendi içinde tutarlı görünmektedir. Dretim süreeine katılan tüm üretim faktörleri, üretimden paylarını alacaklardır. Alınan paylar da üretimi massetmek üzere harcanacaktır. Ekonomide otomatik tam istihdam düşüncesinin genelolarak egemen olduğu klasik iktisat düşüncesinde, emek faktörü 29 yanında diğer üretim faktörlerinin de işsizliği yoktur. Tüm faktörler, ekonomide üretim sürecinde kullanılır. Ekonomi geniş anlamda tam istihdam durumundadır. Dar anlamda istihdam emek istihdamına tekabül eder. Emek istihdamında, emek piyasasında oluşan ücretlerin esnekliği sayesinde, geçici olarak oluşabilecek işsizlik sorunları rahatlıkla çözülebilecektir. Klasik düşüncenin otomatik tam istihdam düşüncesi yanında, emek istihdamına dönük, piyasa ve ücret varsayımlarının gerçeği yansıtmadığı, bir süre sonra anlaşıldı. Konjonktürel işsizlikler, teknolojik işsizUkler yanında, batı ekonomilerinde nüfus artış hızının yavaşlaması, emek sorunu ortaya çıkardı. Yüksek iktisadi büyüme döneminin sonunda, başta Avrupa ülkeleri emek ithali yoluna gittiler. Yabancı işçi istihdamı gündeme geldi. Aksi durumda ücretler ve emek maliyetleri, çok da yüksek düzeylere yükselebile­ cekti. Kaldı ki, Keynesgil analiziyle birlikte, eksik istihdam dengesi varsayımı öne çıkmıştır. Keynes öncesi Neo-klasik düşüncede bile, emek arzı esnekliğinin, klasik iktisat düşüncesindeki sonsuz kabul edilmesinden vazgeçildiği görülmektedir. Bir bakıma, reel ekonomik gerçeklikler, teoriye yansıtılmış görünmektedir. Keynesgil analizde, üretim faktörlerinin ve bu arada emek arzımn sınırlı olduğu varsayımı geçerli olmakla birlikte, nominal ücret düzeyinde emek arzının sonsuz olduğu kabul edilmektedir (Hiç: 1975, s. 219). Batılı ülke iktisatçılarının gelişen ülkelerin iktisadi büyümesine ilişkin analizlerinde de, hızlı nüfus artışı dolayısıyla sınırsız emek arzı varsayımı kabul edilmekte, sermaye ve tabii kaynaklara nispetle bol ve marjinal verimi sıfır olarak varsayılmaktadır. Sanayileşme ile vasıflı emek talebi artarken, teknik gelişmeler sermayenin verimliliğini arttırır. Büyüme, emek talebini arttırırken, sendikal örgütlen­ meler, ücretlerde esnekliği düşürür. Teknolojik gelişmeler, emek talebini farklı biçimlerde etkileyebilir. Öncelik­ le, teknolojik gelişmeler sermaye-yoğun üretim metotlarının tercih edilme­ sine yol açabilir. Bu durum, emeğin karşılığı ücretlerde bir artış sonucu ortaya çıkabileceği gibi, ülke ekonomisinin genel gidişine bakıldığında, eğilimin daha ağırlıkla bu yönde olduğu gözlenmektedir. Rekabetçi pazar ekonomilerinde son yıllarda egemen eğilim, emekten tasarruf eden teknolo­ jilerin öne çıktığını göstermektedir. Küreselleşme süreci, bu eğilimi hızlandıran bir etmen olarak değerlendirilmektedir. Diğer taraftan, teknolojik gelişmeler, üretim sürecinde emek-yoğun yöntem­ lerin tercihini gerekli kılabilir. Özellikle sermaye girdisindeki kıtlık ve dolayısıyla sermaye tasarruf eden, emek girdisi kullanımına, yani istihdam artışına imkan sağlayan tercihler, ekonomik şartlara göre gündeme gelebilir. Böylece sermaye/hasıla oranı düşer. Emek-yoğun teknolojik yöntemlerin tercihi, emeğin istihdamını arttıran bir gelişme olarak algılansa bile, sermaye ve yatırım talebi ve dolayısıyla sermayenin marjinal etkinliği azalacağından, ekonomide tam istihdama ulaşma hedefinden uzaklaştırılabilir. Üçüncü olarak, teknolojik gelişmeler, üretim sürecinde sermaye ve emekten yana nötr olarak değerlendirilebilecek sonuçlara yol açabilir. Bu durumda sermaye-hasıla oranı aynı kalır. Sermaye ve emeğin üretimde kullanımı aynı oranlarda gerçekleştirilebilir. Kısaca ekonomide hem emek hem sermaye yoğun teknolojiler paralel gidebilir. İktisadi politikaların temel hedefi, gelir ve istihdamı arttırmak olarak belir­ tilir. Büyüme yani üretirn-gelir artışı yanında işgücüne çalışma imkanlarının da sağlanması esastır. İşgücüne yeterli istihdam yaratamayan ekonomik büyüme, işsizlik sorununa çözüm üretemediği için makbul ve makul kabul edilmez. Burada sorun, elbette sadece sermaye kıtlığı ile açıklanamaz. Ya da sorun sadece hüfusun hızlı artışı olamaz. Toplumun işgücü arzının üretken faaliyetlere katılımının sağlanması yollarının bulunması da, iktisat politikası pratiğinin en önemli konusudur. Günümüzde batı toplumlarına bakıldığında, sanayi ötesi topluma dönüşme sancılarının devam ettiği gözlenmektedir. Bu süreçte, büyüme belli bir oranda sürdüğü halde, hemen tüm ülkelerde çeşitli oranlarda işsizliklerin mevcut olduğu da bir gerçektir. Ekonomi büyüdüğü halde, yeterli istihdam imkanı sağlanamaması, emek tasarruf eden teknolojik gelişmelerin, üretimde daha ağır bastığını ifade etmektedir. Diğer asıl sebeplerden biri ise, dönüşüm sürecinde geçici/arızi işsizlik yanında yapısal/konjonktürel işsizliklerin ortaya çıkma ihtimalinin yüksek olmasıdır. Zira, batılı toplumlar oldukça yaşlıdır. İşgücüne katılım oranı yüksektir. Doğum oranları ise son derece azalmıştır. Yaşlı çalışan nüfusun yeni ve farklı işlere yöneltilmesi, onların yeniden eğitilmesi ve yeni istihdam imkanları yaratılması zor ve uzun zaman alabilir. Gelişmekte olan ülkelerde ise iktisadi büyüme genellikle istihdamda da yükselmeye yol açmaktadır. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde, sermaye hâlâ kıt faktördür. Yatırımların yeteri kadar arttırıldığı söylenemez. Diğer taraftan nüfus artış hızı yüksek işgücü arzı buna paralel olarak artmaktadır. Genç nüfusa nitelikli eğitim olanaklarmm sağlanamaması, işsizlik sorununu beslemektedir. Ekonomik yapıda, tarımın hızla küçülmesi, hizmetler ve sanayi sektörlerinde ise yeterli üretim artışının sağlanamaması istihdam problemi doğurabilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin en önemli varlıkları, genç nüfus ve genç işgücü arzıdır. Nüfusun bu bölümüne sağlanabilecek üretime dönük eğitim politikaları, ekonomik büyüme ve istihdam artışına destek olabilecektir. Bu açıdan genç nüfus, gelişen toplumlar için bir "fırsat penceresi" olarak da değerlendirilmektedir. Gelişmekte olan toplumlarda, dışa açık piyasa ekonomisi uygulamalarında, rekabet olgusu, onları da emekten tasarruf eden, sermaye-ileri teknoloji yoğun sektörlere yatırım yapmaya sevk etmektedir. İktisadi büyüme yüksek görünse de istihdamın yeterli oranda artmamasmm bir diğer nedeni de budur. Türkiye'den örnekle bakıldığında, genç nüfusa özellikle mesleki-teknik eğitimin geliştirilip yaygınlaştırılması hususundaki tartışma ve gecikmeler, genç kesimde işsizliğe yol açmaktadır. Aycıca, ilköğretimden üniversiteye eğitimin kalitesi ve içeriğinin, mevcut üretim ve gelecekteki yönelişlere göre yenilenmesi gerekmektedir. Aslında bu konu, küresel ekonomik rekabetin yoğunlaştığı günümüzde, ihracat açısından da oldukça önemlidir. Rekabetçi üstünlüğe sahip ve toplam üretimin önemli bir bölümünü ihraç edebilen ekonomilerin, teşebbüs gücü ve çalışanları, teknolojileri, kısaca organizasyon becerileri yüksektir. Mal ve sermaye piyasalarının küresel ölçekte gittikçe daha fazla serbestleşmesi, ihracata dönük sanayileşme stratejisini benimseyen ekonomi­ leri daha şanslı konuma taşımıştır. Literatür çalışmaları, ihracat artışı ile hızlı iktisadi büyüme arasında pozitif bir ilişkinin bulunduğunu ortaya koymaktadır. İhracatın hızlı ve istikrarlı artışı, ülke ekonomilerinin rekabetçi bir üstünlük gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Küresel eğilimlerin geçerli olduğu uluslar arası mal piyasalarında, mallar ve hizmetler değil, teknolojiler, insan kaynağı, organizasyon kabiliyeti ve verimlilik yarışmaktadır. Teknolojik gelişmeler ve verimlilikteki artışlar, sınırlı iç piyasaya sahip ülke ekonomilerinin ihra­ cata yönelmesi için fırsat sunmaktadır. Ayrıca, günümüzde giderek yükselen bir eğilim olan serbestleşme ve bölgesel ekonomik entegrasyonlar, ihracat artışı ve dolayısıyla üretim kapasitesinin de piyasalara yönlendirilmesinde kolaylaştırıcı rol oynamaktadır. Türkiye ihracatına bakıldığında, dış ticarette, AB pazarının gerek ihracat gerekse ithalat açısından önemi inkar edilemez Gümrük Birliği düzeyindeki entegrasyon Türkiye ekonomisine geniş pazar olanağı sağlamış görünmekte­ dir. Diğer taraftan, bölge içi ticaretin artması yanında, entegrasyonun dinamik etkileri de, gittikçe daha olumlu bir biçimde Türkiye ekonomisine yansımaktadır. Yabancı doğrudan sermaye, teknoloji girişi yükselen bir eğilime sahiptir. 1.5. İKTİSADİ BÜYÜME TEORİSİNE YENİ KATKILAR Keynesgil analiz sonrasında, iktisadi büyümeyi açıklayan düşünce okulları, pratikte reel gelişmeleri de gözleyecek önemli katkılar yapmışlardır. Bunlardan biri Post Keynesci büyüme kuramıdır. Kuramın iki temel özelliği, yatırımlara verilen önem ve kapitalist sistemin istikrarsız işleyebileceği varsayımlarıdır. Kapitalist sistem istikrarsızlık içinde büyüyen bir sistemdir. Ülkeler arasında ve ülke ekonomilerinin gelişme süreci içinde üretim artışları ve istihdam düzeyindeki dalgalanmalar inceleme konusu yapılır. Büyüme ve konjonktürel dalgalanma birlikte ele alınır. Büyüme, uzun dönem analizi konusudur. Tüketici zevkleri ve teknolojinin sürekli değiştiği gerçek dünyada, ekonominin kurumsal yapısı sabit olarak düşünülemez. Üretimde sabit değil, değişken verimler yasası geçerlidir. Ekonominin çeşitli kesimleri arasında teknoloji, dolayısıyla kâr oranı ve ücretler farklılıklar gösterir. Post Keynesci büyüme kavramı; belirsizlik, yeni ürünler ve yeni teknolojilerle dolu gerçek ekonomi dünyasını analize çalışmaktadır (Başoğlu vd: 2004, s. 33). Yeni klasik teoride büyüme, içsel büyüme modeli ile açıklanmaktadır. P. Romer, R. Barro ve R. Lucas, içsel büyüme modelini geliştiren iktisatçılardır. Romer içsel büyüme modeli ile ilgili olarak beşeri sermayeyi esas alır, beşeri sermaye ile oluşan toplam sermaye birikimi dikkate alınmalıdır. Zira beşeri sermaye için azalan verimler yasası geçerli değildir. Beşeri sermayenin artışı, Romer'e göre reel büyümeyi sağlamaktadır. Benzer şekilde Lucas'a göre de, beşeri sermaye birikimi iktisadi büyümenin temel faktörüdür. Beşeri sermaye birikimini arttıran yatırımlar, üretimde verimi arttırmaktadır. Gelişen ülkelerde beşeri sermaye birikimi yüksek olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise beşeri ve fiziki sermayenin bir arada üretimin verimini yükseltmesi, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle arasındaki farkın açılmasına neden olmaktadır. R. Barro ise, altyapı gibi otonom yatırımların arttırılması ile büyüme sürecini açıklamaktadır. Kamu harcamalarının vergi gelirleri ile finanse edilmesi gereği vardır. Bu gelirler, devlet tarafından, özel sektör yatırımlarına zemin hazırlayan otonom yatırımlar şeklinde harcanarak, özel sektörün verimliliğini yükseltir. Otonom yatınmlar, özel sektör için pozitif dışsallık yaratan bir üretim faktörü olmaktadır. Yeni klasik teoride yatırım ve büyümenin devamlı olabilmesi için, istikrar önemli bir etken durumundadır. Çünkü iktisadi birimler yatırım kararlarını nominal ve parasal parametrelere göre değil reel değişkenlere dayandırmakta, yani, iktisadi birimler, rasyonel beklentiler içinde iktisadi karar almaktadırlar (Yılmaz: 2006, s. 118-119). Yeni Keynesyen teori ise, 1980 sonrasında, G. Mankiv, J. Hicks, J. Meade ve J. Tobin gibi iktisatçılar tarafından literatürde seslendirilmiştir.Yeni Keynesyen görüş, yeni klasik teorinin rasyonel beklentiler varsayımını benimserken özellikle fiyat ve ücretlerin aşağı doğru yapışkanlığı başta olmak üzere diğer varsayımlarını eleştirmektedir. Yeni keynesyen görüş çerçevesinde, Hicks ve Mankiv iktisadi büyüme üzerine çalışmalar yapmışlardır. Çalışmaları, Solow'un büyüme modelinin günün şartlarına uyarlamasından ibarettir. Hicks'e göre ekonomide sermaye arzının artması, emek fiyatın artmasına sebep olur. Sonuç olarak, reel ekonomide emekten tasarruf eden sermaye yoğun teknolojiye yönelim gerçekleşmektedir. İleri teknolojili yatırımların artması, reel ücret oranını düşürmektedir. Ekonomide teknolojik gelişmenin net etkisi, büyümeyi gerçekleştirmektedir. Mankiv de Solow'un büyüme modeline beşeri sermaye faktörünü dahil ederek, fiziki sermayenin büyümeye katkısının beşeri sermaye tarafından da sağlanabileceğini ya da her iki sermaye türünün birlikte kullanılması gereğini ifade etmektedir (Yılmaz: 2006, s. 123-128). Günümüzde büyüme teorilerinde gelinen noktada içsel büyüme modelleri, mevcut büyüme sürecinin mahiyetini açıklayan; bilgi birikimi/beşeri ser­ maye birikimi, teknik ilerleme ile birlikte, gerçekliği yakalamaya çalışan çalışmalar olarak öne çıkmaktadır. Büyümeye kaynaklık eden mekanizmaları açıklamaya çalışan içsel büyüme modelleri, üç ayrı kategoride ele alınmaktadır. Bilgi üretimini esas alan Romer (1986), Aghion ve Howitt (1992,1991), Grossman ve Helpman (1989,1990,1991) beşeri sermayeyi esas alan Lucas (1988), Rebelo (1991), Stokey (1988,1991), Becker ve Murphy ve Tamura (1990), Young (1991) ve kamu yatırımlarını esas alan Barro (1990) sayılabilir. İçsel büyüme modelleri, büyüme sürecini açıklayan varsayımları yeni olmadığı açısından eleştiriye uğramıştır (Ay: 2007, s. 14). 1.6. İKTİSADÎ BÜYÜMENİN HESAPLANMASI; AB STANDARTLARI ve TÜİK ÇALIŞMALARI İktisadi büyüme, bir ekonomide bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin reel değerlerinin bir önceki yıla göre araş oranı/hızıdır. Bir ekonomide bir yılda üretilen nihai mal ve hizmetlerin cari fiyatlarla değerlerinin toplamı cari/nominal GSMH'yı verir. Nominal GSMH, fiyat artışlarını da kapsadığından, büyüme hesabında güvenilir bir parametre olarak kullanılmaz. Esas olan, sabit fiyatlarla GSMH değerleri arasındaki artış oranının bulunmasıdır. Konu, GSMH'nin sabit fiyatlarla değerleri itibariyle ele alınmasını gerek­ tirmektedir. Ama önce GSMH'nin nasıl hesaplanacağı gündeme gelmektedir. GSMH'nin doğraya yakın hesabının gerçekleştirilmesi, iktisadi büyüme hesabının da doğru/güvenilir yapılması için ön koşuldur. Nitekim doğru GSMH hesabı iktisadi büyüme hesabını da kolaylaştırmaktadır. Kavramsal değerlendirmede belirtildiği üzere GSMH; hemen her ülkenin istatistik kurumlarınca belli başlı üç yöntemle hesaplanmaktadır. GSMH'nin üretim, harcama ve gelir yönü ile ele alınarak değerlendirilmesi, elde edilen sonuçların da kendi aralarında kaişılaştırılması mümkün olmaktadır. Kimi iktisatçı ve uzmanlar, üretim ve gelir yöntemini birleştirerek, harcama ve gelir olmak üzere iki yöntemle hesaplama üzerinde durmaktadırlar. Üretim yönteminde, ekonominin bütün sektörlerinde üretilen, tüm nihai mal ve hizmetlerin değerleri dikkate alınır, hesaba katılır. Harcamalar açısından ise, GSMH; bir ekonomide bir yıl içinde yapılan harcama parametrelerinin toplamı dikkate alınır. Yani, GSMH'yı oluşturan, tüketimi, yatırımı, devlet harcamaları ve net ihracat kalemlerinin toplamı, toplam harcamaları oluşturur Burada bütün gelirin harcandığı varsayılır. GSMH=Y=C+J+G+X-M yazılabilir. Denklemin gelir ve harcama tarafları eşittir. Gelir itibariyle GSMH'de ise, üretim faktörlerinin gelirleri hesaplanarak toplanır. Yani emek =>ücret, sermaye=>faiz, doğal kaynaklar => rant ve girişimci=>kar olmak üzere; Y=GSMH=ücret+faiz+kâr+rant yazılabilir. Hemen her ekonomide bir miktar kayıt dışı olarak ifade edilen faaliyetier ve/veya işlemler vardır. Bu işlemlerin büyük ölçüde kapsandığı varsayılmak­ tadır. iktisadi büyüme öncelikle güvenli bir milli gelir hesabmm yapılması, gerçeğin doğru yansıtılması bakımından önemlidir. Milli gelirin büyüklüğü ve onun artışı ile ilgili ölçüm ve değerlemeler, ülke/toplum ekonomisinin performansını ifade edeceğinden, ayrıca kıymetlidir. O sebeple günümüzde, ^üm ülkelerin istatistik kurumları, benzer miktarları kullanmak ve karşılaştırmalarda birliği elde etmek üzere yakın bir ilişki/işbirliği içindedirler. Bu anlamda. Birleşmiş Milletler Teşkilatı, Avrupa Birliği gibi kurumlar ile, istatistik bilgi/veri, eğitim konularında işbirliği yapılmaktadır. Ölçüm sorununda sadece kapsam ve kayıt dişilik değil, teknik hataların da yapılmaması gereklidir. Nüfusa ilişkin verilerin doğruluğu, kalite sorunları, mükerrerlik konuları v.b daha birçok bilgi ve yöntemin yerli yerinde kullanılması zorunludur. Sağlıklı milli gelir hesaplarının yapılmasından sonra, enflasyon olgusunu da içeren cari fiyatların reel fiyatlara yani, bir önceki yılın aynı fiyat düzeyi ile hesabın yapılması gereği ortaya çıkar. Bir önceki yıl konusu, baz yılı olarak da ele alınabilir. Enflasyon hesabının yapılması ve gerçeğe yakın ölçümü de, reel GSMH'nın belirlenmesi için önemlidir. Reel GSMH; bir önceki yılın sabit fiyatları ile üretim miktarının çarpımıdır. Yani enflasyondan arındırılmıştır. Hesaplamada ya doğrudan reel GSMH değeri kullanılır, ya da cari fiyatlarla GSMH değeri, toptan ya da tüketici fiyatları ile deflate edilir; fiyat şişmesinden dolayı enflasyonu içeren nominal GSMH, reel GSMH'ye indirgenir. Deflate işleminde GSMH zımni fiyat deflatörü de kullanılabilir. Hesaplamalarında, daha çok bu oran kullanılmak­ tadır. Daha önce de belirtildiği üzere, GSMH zımni fiyat deflatörü, belli bir yılın Nominal GSMH'sinin aynı yıl reel GSMH'sine oranıdır. 7 XI •• Nominal GSMH GSMH Zımni Fiyat Deflatörü= Reel GSMH i-cAyTTLT • 4. GSMH deflatörü, fiyatlar genel düzeyindeki hareketleri, bir ekonomide üretilen tüm mal ve hizmetleri kapsayan bir sepete göre ölçmektedir. GSMH deflatöründe, fiyat endeksinin hesaplanmasında cari (bugünkü) dönemin ağırlıkları kullanılır. Buna göre cari yıldan üretilen mal ve hizmetlerin miktarı fiyatiarı p \ , baz yıla ait fiyaflar p [ ise; r^cAyTTTT^ Cari Fiyatlarla GSMH GSMH Deflatoru = i ^ Baz Yıh Fiyatlarla GSMH GSMH D e f l a t ö r ü = ^ ^ x l O O olur (Parasız: 2006, s. 37). GSMH deflatörü, en geniş mal kapsamına sahip, en uygun endeks olarak değerlendirilir. Kısaca GSMH deflatörü, enflasyon ölçümünde ideal bir fiyat endeksi olması yanında, GSMH'nin nominal değerlerini de reel değere dönüştürmede kullanılması uygundur. İktisadi büyüme, elde edilen reel GSMH değerleri üzerinden hesaplanır. Örnek olarak, 2008 ve 2006 yılları reel GSMH'leri biliniyorsa, büyüme hızı ya da oranı: ^f^f^^^^ D ı o - •• 2006 Y ı h Reel GSMH'si-2005 Y ı h Reel G S M H ' s i 2 0 0 6 Y ı h R e e l B u y u m e Oranı = xlOO 2005 Y ı h Reel GSMH'si formülüne göre: 2006 Yılı Reel Büyüme Oranı ^ 4 5 0 - 4 0 0 ^ ^ ^ ^ ^ 400 400 g Milli gelir hesapları için üretilen istatistiksel verilerin sağlamlığı, güvenilir­ liği ile, kullanılan yöntemlerin doğruluğu, elde edilen büyüklüklerin de doğruluğuna ve ölçebilme kabiliyetinin artmasına yardımcı olur. Milli gelir tahminleri, ekonomik modelin sağlamlığı ve elde bulunan veri­ lerin temsil kabiliyeti oranında doğruya en yakın olarak yapılabilir. 1944 yılında Amerika, ingiltere ve Kanada bir araya gelerek ortak tanımlar tespit etmişlerdir. Beş yıl sonra uluslar arası standart çalışmaları başlamış ve 1952 yılında A Standardization System of National Accounts (SNA) yayınlanmıştır. Birleşmiş Milletler, 1968 ve 1993 yıllarında bu standardı yeniden düzenleyerek yayımlamıştır. Türkiye'de 1995 yılından sonra SNA'nın 1993 yılındaki tavsiyeleri doğrultusunda yayınlanmış olan standart­ lar kullanılarak milli gelir hesapları yapılmaya başlanmıştır. Türkiye milli gelirinin tahmini önce 1948 yılı fiyatları ile daha sonra 1968 yılı fiyatları ile ve 1990 yılında da 1987 yılı fiyatları kullanılarak yapılmıştır. Tüketim kalıplarının değişmesi ve yeni gelir unsurlarının ortaya çıkması, baz yılının değiştirilmesi zaruretini ortaya çıkarmıştır. Nitekim 1987 yılı sabit fiyatları ile hesap edilen 1993 yılı GSMH'si 1968 yılı fiyatları ile hesap edilenden %43 daha yüksektir (Pakdemirli: 2003, s. 42-44). Türkiye'de milli gelir hesaplamaları; gelir, harcama ve üretim yöntemlerinin üçü ile de yapılmaktadır. Ancak en sağlam ve kapsayıcı veriler üretime ilişkin olduğundan, üretim yöntemi esas alınmaktadır. Bu yöntemde en önemli sorun, kayıt dişiliktir. TÜİK kayıt dişiliği ölçmek için, işyeri ve hanelerde anketlerle, çalışan sayıları ve çalışılan iş kolları belirlenmeye çalışılmaktadır. Her iki anket karşılaştırıldığında ise, istihdam rakamları değişmektedir. Daha güvenilir olduğu için, sektörlerin çalışan başına katma değer hesaplamalarında hane halkı bazlı anket verileri kullanılmaktadır. Diğer tarafta bir kısım istatistik verilere, marj yöntemi ile ulaşılmakta, hesaplara dahil edilmektedir. Mesela, ticaret sektörü büyüklüğünü hesapla­ mak ve verilere dahil etmek için, birincil büyüklükler ticaret sektörü marjı ile çarpılmakta, daha sonra da kâr marjı ile çarpılarak nihai büyüklük elde edilmektedir. Yani, kayıt ve ölçüm sisteminin olmadığı ticaret ve ulaştırma gibi sektörlerde bu yöntem gündeme gelmektedir (Demir: 2003, s. 19). Sonuç olarak, milli gelir hesaplamalarının gerçeği yansıtabilmesi için, her geçen yıl ve yöntem ile elde edilen tecrübe ve birikimler değerlendirilmekte­ dir. Veriler yenilenmekte, anketler uygulanmakta, sayımlar yapılmakta, yeni ve doğru kayıt^ilgi değerlerine ulaşılmaktadır.DİE'nin adını değiştirerek Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yapan yasa ile, kamu kurumlarının istatistik faaliyetlerini düzenleyen, toplayan ve bunları AB standartlarına uyumlu hale getiren bir düzenleme yapılmıştır. Şu kadar ki, TÜİK çalışmaları ile, son yıllarda, Türkiye'nin sahip olduğu, insan, hayvan, toprak v.b büyüklükler ilk kez o gerçeğe çok yakın olarak tespit edilerek açıklanmıştır. Kayıtlı bilgi üretim düzeyi arttıkça, milli gelire ilişkin hesapların da gerçeği daha geniş anlamda kucaklayacağı anlaşılmaktadır. Gelişen teknoloji, burada da en büyük araç olarak karşımıza çıkmaktadır. 2. TÜRKİYE'DE 2001 KRÎZÎ SONRASI EKONOMİK BÜYÜMENİN KAYNAKLARI Büyüme olgusu, ekonomilerde üretim/gelirdeki yıldan yıla reel artışlar olarak ele alındığında, üretirn artışına katkıların, başlıca hangi sektörlerden geldiğinin bilinmesi gerekir. Öncelikle, gelişen ülke ekonomilerinin tarımdan sanayi ve hizmet kesimlerine doğru yapısal bir dönüşüm geçirdiği göz önüne alınır. İkincisi, toplam ekonomik büyümenin üzerinde ve sürekli artış sağlayan sektörler, hangi koşullarda ve hangi faktörlerin etkisi ile bunu gerçekleştirmektedir? Ekonomi yönetimleri, kaynak dağılımını etkileyen devlet yardımları, yani çeşitli teşvik araçlarını buna göre düzenlenerek, sağlıklı bir büyüme elde edilmesini tercih edecektir. Üçüncüsü; emek, sermaye ve bir bütün olarak toplam faktör verimliliğinin ölçülmesi; eğitim­ den sağlığa, tarımdan sanayiye genel yapıdan alt sektörlere kadar birbirini tamamlayan ekonomi politikası ve stratejilerinin oluşturulmasında önemli katkılar sağlayabilecektir. Sanayi sektörü, günümüzde de hala büyüme ve kalkınmanın anahtar sektörü olma anlayışını korumaktadır. Sanayileşme; büyümenin, istihdam artışının bölgesel/kentsel gelişmenin, uluslar arası ekonomik rekabetin/rekabetçi üstünlüğün temelidir. Sanayiye yatırılan sermaye, diğer birçok sektöre göre daha verimli, yüksek katma değer yaratmaktadır. Zaten gelişmiş ülkelerin gelişme süreci de bunu göstermektedir. 1990 sonrasında, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin büyüme olgusunu anlamak üzere yeni araştırmalar yapılmıştır. Gelişmiş ülkelerin, genellikle 19. jmzyılda başlayan sanayileşme/büyüme süreçleri, günümüzde gelişmekte olan ekonomilerin serüveninden farklıdır. Sanayileşmiş/gelişmiş ülkelerin zorladıkları küreselleşme olgusu, bu ülkelerle birlikte gelişmekte olan ekonomileri aynı düzlemde rekabete itmektedir. Büyüme hızlarını arttırmak isteyen ülkeler, yüksek katma değer içeren ileri teknolojik ürünlerin üretiminden pay almak istemektedir. Global pazarda rekabet, ülkelerin kurumsal yapılarının ve ekonomik politikalarının birbirine yaklaşmasını gerektirmiştir. Dış ticaret politikalarından, işgücü ve fikri haklar politika­ larına kadar bir dizi alanda, günümüz gelişen ekonomileri, geçmişe kıyasla çok daha sınırlı bir politika seti ile karşı karşıyadır. (İzmen vd: 2005, s. 19). Geçmişte faktör donanımları, üretim olanakları farklı ülkeler, birbirinden farklı büyüme hızları elde etmişlerdir. Günümüzde ise, küreselleşme ile birlikte, sermaye ve teknolojinin kısaca bilginin daha hızlı yaygınlaşması. ekonomi politikalarmm gittikçe birbirlerine yaklaşması, büyümede elde edilen sonuçların farklılığını ortadan kaldırmadığı gibi, özellikle gelişen ekonomilerde büyüme sürecinde keskin düşüşlere yol açan krizleri de beraberinde getirmiştir. Şurası bir gerçektir ki, hemen her ülkenin zihniyet/kültür ve kurumsal altyapıları, ekonomik büyüme/kalkınma konusundaki performansı doğrudan etkileyen temel etken durumundadır. Kurumsal yapı, dar anlamı ile piyasa (mal,para,emek) kurumları olarak kabul edilebilir. Bu durumda kurumların uygulamalara uymaları gereken nitelikler de belirlenmiş olmaktadır. Geniş anlamda ise adalet, kültür, sosyal, politik yapı gibi piyasa dışı kurumlar dikkate alınabilir. (İzmen vd: 2005, s. 43). İşte bu noktada, her ülkenin "yoğurt yiyişi" farklılıklar göstermektedir. Uygulama ve yönetim biçimleri değişmektedir. Araştırmaların vardıkları sonuç; demokratik yönetim çerçevesinde piyasa ekonomisi uygulamalarının, gelişen ülkelere geniş bir hareket alanı sağladığı anlaşılmaktadır. Buna göre, Türkiye için, uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme stratejisi belirlenmelidir. Bu çerçevede, uzun dönemde AB ülkeleri ile olan kişi başına milli gelir açığının kapanması için, makro anlamda, tarım, sanayi ve hizmet­ ler sektörleri dahil olmak üzere toplumsal ve politik olarak sürdürülebilir yüksek büyüme hızları ile birlikte hedef tespitlerinin yapılması gereklidir. Uzun dönemli büyüme hedeflerinin tespiti için, makro planda ve aynı zaman­ da üç başlıca sektörde, büyümenin kaynaklarının da tespit edilmesi gerekmektedir. Hedeflere ulaşmak üzere uygulanacak ekonomi politikaları, kurumsal yapı, piyasa yapıları ve yatınm ortamı politikalarının tanımlanması zorunludur. (îzmen vd: 2005, s. 15) Diğer taraftan, uzun dönemli sürdürülebilir büyüme stratejisi, sadece makro planda değil, mikro çerçevede, sektörel ve şirketler kesimlerini içeren politikaları da kapsamalıdır. Türkiye ekonomisinde özellikle 1980 sonrası dönemde uygulanan iktisat politikaları ve elde edilen sonuçlar incelendiğinde, benzer ülke ekonomileri ve gelişmiş ülke uygulamalarından ayrılan yanlar değerlendirilmelidir. Daha önce de vurgulandığı üzere, gelişen ülke ekonomileri ve bu arada Türkiye ekonomisinde gelişme için gerek şart, ekonomik büyümenin sağlan­ masıdır. Yeter şartlar arasında; hızla artan nüfusun eğitimi ve istihdamı, kamu borçlarının mutlak ve nispi olarak azaltılması, tarımdaki niteliksiz nüfus yığınlarının diğer sektörlere kaydırılması ile gelir dağılımındaki ve bölgesel dengesizlik sorunlarının da iyileştirilmesi sayılabilir. 2.1. GENEL EKONOMİK BÜYÜME Türkiye ekonomisi, 1980 öncesinde dışa kapalı, ithal ikameci sanayileşme stratejisi uygulamıştır. 1980 yılında ekonominin negatif büyüme olgusuyla karşılaşması T den çok faktör yanında, ekonomik büyümenin finansmanında yerli/yabancı sermaye konusunda yaşanan tıkanma esas neden olmuştur. Türkiye ekonomisi ve mevcut sanayi stoku dış rekabete açılmış, yabancı kay­ nak elde etmek üzere ihracat faaliyetleri elden geldiği kadar desteklenmiştir. 1989 yılında sermaye hareketlerinde liberalleşme kararının da alınması, yabancı kaynak ihtiyacının karşılanmasına dönüktür. Alman bütün bu önlem­ ler, Türkiye ekonomisinde, iktisadi büyüme süreci seyrinin kesintili/zikzaklı görüntüsünü ve hedeflenen yıllık büyüme oranlarının altında kalması sonu­ cunu ortadan kaldıramamıştır. Bütçe açıkları ve borç yükü artarken ekonominin daha hızlı büyümesini beklemek, iktisaden doğru bir yaklaşım değildi. Nitekim, kamu sektöründe mali disiplini sağlamadan ve gerekli düzenleme ve denetleme kurumları oluşturulmadan girişilen finansal liberalizasyon ve sermaye hareketleri serbestleşmesi sonucunda Türkiye, beklenen büyüme potansiyelini gerçekleştirememesinin yanı sıra, arzu edilmeyen ancak şaşırtıcı da olmayan sonuçları ile karşı karşıya kaldı. Bunların dışında, yüksek ve kronik enflasyon ile büyüme sürecini ciddi boyutlarda kesintiye uğratan ekonomik krizler gelmektedir. İstikrarlı bir makroekonomik ortamın bulunmaması, büyüme süreçlerinin zaman zaman krizlerle kısılmasına ve ciddi üretim kayıplarına yol açmıştır (Yılmaz vd: 2002, s. 25). Türkiye'de 1990'lı yıllar, ekonomik/siyasi istikrarsızlık dönemidir. Kayıp dönem olarak da adlandırılmaktadır. Bu döneme 1994 ve 1998 krizleri ile şiddetli bir terörle mücadele damgasını vurmuştur. Kısa süreli koalisyonlar ise dönemin başarısızlığında en önemli etmenlerden biridir. Dünyada ise bu dönemde SSCB sona ermiş, yeni bir dünya düzeni kurulmasına adım atılmıştır. AB'de önemli ekonomik ve siyasal kararlar alınmıştır. ABD; Kanada ile giriştiği serbest ticaret anlaşmasına Meksika'yı da dahil ederek NAFTA'yı kurmuştur. Türkiye'de ise büyüme hızı gerilemiş, kişi başına gelir artışı % 1.5'de kalmıştır. Dönemin sonunda 9 Aralık 1999 kararları alınarak 2000 yılı başında uygulamaya konmuştur. Türkiye, üçüncü bin yıla, ekonomik istikrar paketi uygulaması ile başlamıştır. 1999-2001 döneminin 2002 Kasım seçimlerine kadar uzatılırsa üçlü Ecevit Koalisyonu döneminde büyüme hızı %3.1 oranında gerilemiştir. Daha önceki büyümede gerileme dönemi de 1970'lerin sonunda yine Ecevit'in Koalisyon Hükümetine denk gelmektedir. 2001 krizi som-asmda, Ecevit Hükümeti, Kemal Derviş'e Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı hazırlatmış, İMF destekli program bugün de sürmektedir. Tablo 1: Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm Dönemlerine Göre Büyüme Oranlan* Dönem Büyüme Hızı (%) Kişi Başına Büyüme Hızı (%) 1923-2002 4.9 2.7 1923-1980 5.4 3.0 1923-1938 7.9 5.8 Kuruluş Yılları Atatürk Dönemi 1939-1946 0.1 -1.7 II.Dünya Savaşı Yılları İnönü Dönemi 1947-1960 6.3 3.6 Savaş Sonrası Demokrat Parti Dönemi 1961-1977 5.8 3.3 İhtilal ve İlk 3. Plan D ö n e m i Demirel Dönemi 1978-1980 -0.7 -2.7 Siyasal Ekonomik Kriz Yılları Ecevit Dönemi 1981-2001 3.1 1.7 Ekonominin Dışa Açılması 1981-1989 4.8 2.4 Özalh Yıllar 1990-1998 3.4 1.5 Koalisyonlar Dönemleri Finansal Liberalleşme 1999-2001 -3.1 2002-2005 7.8 Dönüşüm Dönemleri Ecevit Koalisyonu Ekonomik Kriz 6.1 Sanayileşme Stratejisi Tercihi İthal ikameci (içe Dönük) Sanayileşme Stretejisi İhracata Dayah (Dışa D ö n ü k ) Sanayileşme Stratejisi Siyasal İstikrar Erdoğan Dönemi Hızlı ve Uzun Büyüme Grafik l'de görüldüğü üzere, 2001 yılında Türkiye ekonomisi, cumhuriyet tarihinin büyümedeki yaklaşık %10 gerileme ile rekorunu kırmıştır. * Ay (2007)'den alın.an Tablo 1 .'de dönem ve dönüşüm dönemleri detaylandınimamıştır. Mesala: 1947-60 dönemi, sadece Demokrat Parti dönemi değildir. 1947-50 arası, İnönü yıllandır. 1961-1977 döneminde ise sadece Demirel yoktur, İnönü, Nihat Erim ve Ecevit'in de kısa dönemli başbakanlıklan olmuştur. Grafik 1: 1990-2006 Dönemi Yıllık Büyüme Oranlan (%) Büyüme Oranı Kaynak: Maliye Bakanlığı, Muhasebat Genel Müdürlüğü, "1990-2006 Dönemi Yıllık Büyüme Oranlan, "http://www.muhasebat.gov.tr/ekogosterge/2007WEB/teg/teg.pdf Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP), 2001 Mayıs ayında açıklanmış ve uygulamaya konmuştur. Hem bir istikrar, hem de büyüme programı olup, birçok alanda yapısal iyileşme hatta dönüşümleri hedef almıştır. AB ile ekonomik yakınsama da önemli hedefler arasındadır. GEGP, 2002 Kasım seçimlerinden sonra, yeni bir tek parti hükümeti tarafından uygulanmaya devam edilmiştir. 2007 sonuna kadar yaklaşık 20 çeyrek dönemde, Türkiye ekonomisi iktisadi büyümede cumhuriyet tarihinin en yüksek ve en uzun büyüme rekorunu kırmıştır. Tablo T e bakıldığında, Atatürk döneminden sonra en yüksek büyüme hızı yakalanmış görünmektedir. 2.2. SEKTÖREL ANALİZ Genel ekonomik büyümenin belirleyicileri olarak, ekonomik yapıyı oluşturan tarım, sanayi ve hizmetler kesimleri büyüme performanslarının seyri ve genele katkıları; nitelik, nicelik ve verimlilik açısından önemlidir. 1980 sonrasında, sektörel büyüme oranları, ekonomik yapı değişim/ dönüşümünü aksettirmesi bakımından da değerli bir göstergedir. Bu çalışmalarda ise, ağırlıkla 2000 sonrası hatta GEGP dönemindeki sektörel gelişmelerin seyri incelenmektedir. 2.2.1. TARIM SEKTÖRÜ Tarım sektörü, karakteri gereği, büyüme oranları en değişken kesim olarak ortaya çıkmaktadır. Tablo 2'de görüleceği üzere, lOOl'deki %-6.0'lık gerilemeden sonra, 2002'de %7.5 oranında üretim artışı sağlanmıştır. Daha sonraki yıl yeniden %2,4 oranında gerilerken, 2004 ve 2005 yıllarında yeniden artışlar gerçekleşmiştir. 2006 yılında ise, tarım kesimi büyümesi %-l,2 olmuş, 2007'de ise %2,5 büyüme hedeflenmektedir. Tablo 2: Türkiye Ekonomisinde 2001-2007 Dönemi Yıllık Büyüme Oranlan (%) 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 GSMH -9,5 7,9 5,9 9,9 7,6 5,6 5,1 Tarım -6,0 7,5 -2,4 2,0 5,7 -1,2 2,5* Sanayi -7,4 7,8 9,1 6,4 9,1 7,3 5,2* Hizmetler -11,3 7,5 6,9 11,8 8,5 5,9 5,4* Tarım sektörü, yıllar itibariyle dalgalı seyir izleyen büyüme sürecinde, genel ekonomi içinde ayrıca nispi olarak küçülmektedir. Bu yapı, Türkiye ekonomisinde genel büyüme oranları yanında, istihdam üretim ve ihracatı da olumsuz olarak doğrudan etkilemektedir. Bugün gelinen noktada, tarım sektörünün üretimdeki payı, yaklaşık %10'lara gerilemiştir. Benzer şekilde istihdam değerlerinde ve özellikle verimlilikte de önemli gerilemeler gözlen­ mektedir. Buna rağmen, tarımın %10'lardaki payı, gelişmiş ülke ekonomik yapılarına nazaran halen oldukça yüksektir. Diğer taraftan, son yıllarda azalmasına karşılık, çalışan nüfusun %30 dolayındaki bölümü tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Tablo 3: Türkiye Ekonomisinde Sektörel Büyüme Oranlan: 1980-2007 (%) Yıllar 1980 1985 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007* Tarım Pay Büyüme 1,3 -0,3 7,0 -0,6 4,3 -0,8 -0,6 1,3 4,6 -2,2 9,6 -5,6 3,8 -6,0 24,2 19,4 16,3 16,1 15,8 14,5 15,3 14,4 14,0 12,7 13,4 13,4 13,1 13,6 2,0 13,6 12,5 11,6 5,7 0,5 2,5* 11,4 10,8 10,6* 7,5 -2,4 Sanayi Pay Büyüme -3,6 6,5 9,3 2,9 6,2 8,3 -5,7 12,5 6,8 10,2 1,8 -5,1 6,2 -7,4 9,1 7,8 9,4 6,6 6,5 5,2* 20,5 23,6 25,9 26,5 26,5 26,5 26,6 27,7 27,7 28,1 27,6 27,9 27,8 28,5 28,8 29,3 29,2 28,9 29,3 1 29,4* Hizmetler GSMH Büyüme Büyüme Pay -4,1 5,0 10,1 -0,5 54,4 57 57,9 57,4 57,8 59 58,1 57,9 58,3 59,2 59 58,7 59 57,8 -2,8 4,3 9,4 0,3 6,4 8,1 57,6 58,2 59,2 7,9 6,9 9,9 59,7 59,9 60,1* 7,6 6,0 5,0* 7,1 10,5 -7,6 7,6 7,9 9,9 3,6 -6,7 7,0 -11,3 7,5 6,9 11,8 8,5 6,8 5,4* -6,1 8,0 7,1 8,3 3,9 -6,1 6,3 -9,5 * T a h m i n , K a y n a k : TÜİK 2.2.2. SANAYİ SEKTÖRÜ Türkiye ekonomisinde sanayi sektörünün payı sektörel büyüme oranları gibi değerlere bakıldığında, tarıma göre oldukça istikrarlıdır. Öncelikle 1980-2007 döneminde sanayi sektörü, 1980,1994, 1999 ve 2001 yıllarında yani, kriz yıllarında gerileme yaşanmıştır. Ekonomi içindeki payı ise %20'lerden %30'lara yükselmiştir. Ekonomik büjmme sürecinde tarım dışı sektörler sanayi ve hizmetler kesimlerinin payı ve katkısı gittikçe daha yüksek duruma gelmektedir. İstihdam ve ihracatta da sanayi kesiminin payında önemli artışlar gerçekleşmiştir. Türkiye ekonomisi, gelişmiş ülkeler sanayisizleşirken, gittikçe daha fazla sanayileşmektedir. Ancak, Türkiye ekonomisinde sanayi sektörü payının gelişmiş ülke ortalamaları olan %40'lar dolayına yükselmesi, üretim ve istihdam kapasitesinin artışı için gerekli görülmektedir. O nedenle, yerli ve yabancı sermaye kaynaklı sanayi sektörü yatırımları ihtiyacı sürmektedir. Tüketim ve ara malları sanayileri hususunda nispeten gelişmesini belirli bir düzeye getiren Türk sanayi kesimi, rekabetçi bir yatırım malları sanayii için teknolojik gelişmelerle desteklenmelidir. Ar-ge desteği ile dışa dönük sektörlerde ihracat desteğinin arttırılarak sürdürülmesi buna yardım edebilir. Bunun için, bir sanayileşme stratejisi çerçevesinde, sınai yapının karakterinin ve buna uygun, dış dünyadaki gelişmeleri dikkate alan gerçekçi hedeflerin tespiti zorunlu görülmektedir. Sonuç olarak, sadece sanayi kesimi parametrelerinin mevcut olduğu bir sanayileşme stratejisi yerine, sürdürülebilir bir anlayışla; eğitim, ar-ge, işgücünün niteliklerinin yükseltilmesi, teknolojik gelişmelerin üretim süreci ve yeni mamul süreçlerine hızlı aktarımı, siyasal istikrar yatırım/faaliyet ortamının iyileştirilmesi, yapısal önlemlerin ve piyasalaşma çabalarının iyi yönetilmesi, bölgesel gelişmişlik ve gelir dağılımı farklılıklarını belli bir zaman ve öncelik sırasına göre dikkate alınması, tarımda verimliliğin ve yapısal iyileşmenin sağlanması, yolsuzluk ve kayıt dışılıklarm önlenmesi v.b unsurların bir bütün olarak modele katılması gereği vardır. 2.2.3. HIZMETLER SEKTÖRÜ Hizmetler sektörü, Türkiye ekonomisinde, büyümeye en güçlü katkıyı sağlayan, geniş bir alt sektörler grubu tarafından oluşturulmaktadır. Ticaret, ulaştırma, bankacılık ve turizm gibi, GSMH'da önemli yer tutan alt sektörler hizmetler kesiminin bünyesindedir. Hizmetler kesimi, Türkiye ekonomisinde, tarım ve sanayi gibi iki temel alt sektörden hep daha geniş olmuş, daha hızlı ve genel olarak beklenen/ hedeflenenin üstünde artış gerçekleştirmiştir. Planlı dönem hedef ve gerçekleşmelerine bakıldığında, tarım ve sanayi sektörü büyüme hedefleri, gerçekleşenin sürekli üzerindedir. Hizmetler kesimi, bu eğilimin başlangıçta dışındadır. IV. Plandan sonra, hizmetler kesimi de hedef büyüme oranlarının gerisinde kalmıştır. Dolayısıyla, GSMH'nin 5 yıllık plan büyüme gerçekleş­ meleri, hedeflenen oranların sürekli gerisinde kalmıştır. Tablo 4: Türkiye'de Planlı Dönemde Sektörel Büyüme Oranlan (%) Plan Tarım Dönem Hizmetler Sanayi GSMH Hedef Gerç. Hedef Gerç. Hedef Gerç. Hedef Gerç. I. Plan 1963-67 4,2 3,0 12,3 10,9 6,8 7,2 7,0 6,6 II. Plan 1968-72 4,1 1,8 12,0 9,1 6,3 6,6 7,0 6,3 III, Plan 1973-77 3,7 1,2 11,2 8,8 7,7 7,3 7,9 5,2 IV. Plan 1979-83 5,3 0,3 9,9 2,4 8,5 2,6 8,0 1,7 V . Plan 1985-89 3,6 0,8 7,5 6,5 6,5 5,0 6,3 4,7 V I . Plan 1990-94 4,1 1,6 8,1 2,8 6,7 4,1 7,0 3,5 VII. Plan 1996-00 3,3 1,7 6,9 4,0 6,0 4,5 6,3 3,8 VIII. P l a n 2 0 0 1 - 0 5 2,1 1,1 7,0 5,1 7,5 4,5 6,7 4,3 K a y n a k : DPT 2001 yılı büyümedeki gerilemeye bakıldığında, en dramatik daralmanın hizmetlerde olduğu anlaşılmaktadır. Yüzde 11,3'lük gerilemenin sebebi, özellikle bankacılık kesiminin büyük zarar görmesi ile, tarım ve sanayi sektörlerindeki daralmanın, türev sektör olarak hizmetlere daha büyük yansıması olarak değerlendirilebilir. Hizmetler sektörü, bazı açılardan kurtarıcı bir fonksiyon üstlenmektedir. Tarımda hızlı nüfus artışı ve yapısal karakter istihdamı sınırlarken, sanayi kesimi yeterli istihdam kapasitesi oluşturmamaktadır. Hizmetler kesimi, emek-yoğun alt sektörleri ile istihdamdan da en geniş payı barındırmaktadır. Diğer taraftan, kamu hizmetleri ve bu çerçevede eğitim, sağlık gibi sektörler de hizmetler kesimi bünyesindedir. Bu sektörlerin önümüzdeki dönemlerde önemli gelir ve insani gelişme trendi içinde olacakları öngörülmektedir. Bu da Türkiye ekonomisinin ve bir bütün olarak Türk toplumunun dönüşümünü sağlayacak anahtar sektör olarak öne çıkmaktadır. 2.3. TALEP YÖNLÜ ANALİZ Talep açısından büyümenin kaynaklarına bakıldığında, en büyük etken, şüphesiz )aırtiçi nihai taleptir. Gelişmekte olan ekonomilerde, özellikle yüksek nüfus artışı ve nispeten geniş bir düşük gelir grubunun bulunduğu toplumlarda, ekonomik büyüme, büyük oranda yurtiçi nihai talep genişleme­ si tarafından belirlenir. Bu toplumlarda tasarruf eğilimi düşük, harcama eğilimi yüksektir. Gelirin arttığı, büyümenin hızlandığı dönemlerde, tüketim harcamaları, yıllık büyüme hızının da üstünde seyreder. Yurtiçi nihai talep, tüketim ve yatırım harcamalarından oluşur. Başka bir deyimle, toplam harcamalar, tüketim ve yatırım parametrelerinin toplam büyüklüğüdür. Ancak, bu büyüklüğün çok önemli bir bölümü, tüketim harcamalarından meydana gelir. Dolayısıyla halkın tüketim/harcama eğilimi, büyümenin sürükleyici gücüdür. Toplam tüketim harcamaları, toplam harcamaların genellikle %80'inin üzerinde seyreder. Büyüme ve kişi başına gelir arttıkça, tüketim harcamaları yüzdesi de düşme eğilimine girer. Tüketim harcamaları, kamu ve özel olmak üzere iki parçadan oluşur. Özel tüketim harcamaları, toplam tüketim harcamalarının genellikle %90'ından daha fazlasını kapsar. Türkiye'de son yıllardaki iktisadi büyümenin talep kaynaklannm temelinde özel tüketim harcamaları vardır. Tablo.5'de görüleceği üzere, 2000 yılından beri toplam tüketim harcamaları, GSMH'ya oran olarak %75'lerdeki paydan sonra, 2001 yılı krizinin etkisi ile %72'nin altına düşmüş ve %71 düzeyinde istikrarlı bir seyir izlemiştir. o o ?s o o oo^ oo o oT «s oo Tf" Tf" (N ON^ OO^ o" m" (N ri oo oo^ r-" (N s o © m ^"^ 1" (N ^ o oo" »rT in" (N o" <N ^ un t- oo ^ m ^ c i m" (N <N '7' ın m OO r- Tf-" m" <N ON On" Tf" ırT Tf" t oo" '-T in" r-^ r-" m" r-: ^ o oo^ m oo'' oo*^ oo ^ o" <N ^ s © O (N oo^ vo" oo" ırT r-" ^" ^ 9, m o OO^ ^" Tt" o" (N 1 (N r-; ^ oo" ^ r~-^ ^„ 1 oo" oo OO ON ON r-" (N o" CN MD" VD^ r-c OO (N 00^ <N" —'" \o t>- oC t-; vo" oo o_ >«© ON ON Ol IT) ON r-; r-" oo" ON ON ON VO r-- ırT 1 S - r~- ^ ON O T- u > oo^ r-" m" oo^ ır>^ r-" T t " m oo r-" t--" ON" ^ " vo^ On" <N <N ^ " fN o" m O <N" Tf" OO rs) m (N m" c--" rs| ^ ın <N 1 (N m (N ^ -t vo" «^.^ <N ^ o" vo" (N r-" ON" oo vo oo oo t-" O oo r-; T f r^" r--" S 3 H ' - ^ " ON" ^.Tf" ro" Tf- oo" o" »-I ^ oo '2 ^ § i2 fi en ro" -TI On^ <N ^"^ ON ON ON oo" Tt-" oo^ oo" '-h" o" -^" 1 ^ " ON^ <N" Ü 03 <N" S ON oo 1 in rr-" ^ t--^ VO ON © 00 rn rn" <N —I Tt; r-" vo" r^" ırT VD 2 © o" oo Tl- ON ON O ^" o " ^- ON ON ^" fs" oo ON" (N ro rp" -—1 (N ON ON »S m (N rq o © ON ON ^ „ (N^ fS 00 oo" roo <N o" 2^ J S (N ON" OO" m ON" c «« >^ ON m ON oo" oo" ^ ON Tf" O N —" o " ^ o" (N ^ oo ^ O lo" ^ s S o s fl ^ o ^ ^ ü o C S3 Z 13 c/D ^ özel tüketim harcamalarmm payı da, 2000 yılında %67'lerin üstünde iken, krizle birlikte %63'lere gerilemiştir. Daha sonra GSMH'ya oran olarak nispeten istikrarlı bir artış sergilemiştir. Ancak, tabloda görüldüğü üzere 2005 yılında, 2000 yılı düzeylerine bile yükselememiştir. Bu bir bakıma iyi bir özellik olarak vurgulanabilir. Özel tüketim harcamalarının GSMH'ya yüzde oranının kontrollü gidişi, tasarruf ve yatırımlara pay ayrıldığını göstermektedir. Özel tüketim harcamalarının yıllar itibariyle değişimi, eğilimi daha açık olarak ortaya koymaktadır. 2001 yılında özel tüketim harcamalarının yıllık artış oranı, bir önceki yıla göre %9.2'dir. Bu oran, 1990 yılındaki %13'lük artıştan sonra, ikinci en yüksek artıştır. Harcamaların bu denli yıllık yüksek artışı, arkasından enflasyon ve krizin öncü göstergeleri olmaktadır. Nitekim 2002'de yıllık artış %2'ye gerilemiştir. Daha sonra izleyen yıllarda ise %6.6, %10.1, %8.8, %5.1 ve %3.9 olmuştur. 2005 yılında bir miktar gerilese de, özel tüketim harcamaları, kriz sonrasında oldukça canlı bir iç talep genişlemesine işaret etmektedir. Krizle birlikte ertelenen tüketim talebinin yeniden %10'luk yıllık artış hızlarına erişmesi, ekonomik büyümenin talep kaynağında özel tüketimin gücünü ifade etmektedir. Kamu kesimi harcama seyrinde, GSMH'ya oran olarak çok dikkate değer bir değişme yoktur. Ancak, eğilim yine de düşüş yönündedir. Kamu kesimi harcama eğiliminin bu yönü, önceki kötü dönemlerden ders alındığını göstermektedir. Yıllık artış oranlarına bakıldığında da, son yıllarda önemli düşüşlerin gerçekleştiği yıllar olmuştur. Mesela 2001'de %8.5'lik bir gerileme ortaya çıkarken, 2003'de %2.4'lük bir daralma yaşanmıştır. Toplam talep tarafını oluşturan parametrelerin tüketim dışındaki diğer kalemi yatırım harcamalarıdır. Toplam yatırım harcamalarının GSMH'ya oranı 2000 yılında yani kriz öncesinde %27.9'dur. 2 0 0 r d e krizle birlikte %20.7'ye gerilemiştir. 2002'de %19 ve 2003'de 19.7 olan yatırım oranı, 2004'den itibaren bir patlama gerçekleştirmiştir. Özel kesim yatırım artışının gerisinde yerli yatırımcının dışardan rahatlıkla ve daha iyi şartlarda borçla­ nabilme imkanına kavuşması temel etmendir. İkinci neden ise, AB müzakere süreci ile birlikte, doğrudan yabancı sermaye yatırımları girişinde, uzun yıllardır beklenen yoğunluğun gerçekleşmesidir. Özel yatırımların yıllık değişimi, çok çarpıcı sonuçları yansıtmaktadır. 2000 yılında %16 artan özel yatırım harcamaları, krizle birlikte 2001'de %35 oranında düşüş yaşamıştır. 2002'de gerileme, %-5 ile hız kesmiştir. 2003'den sonra özel yatırım artışları, kriz sonrası dönemlerde yaşanan tipik gelişmeyi yansıtmaktadır. 2003'de artış %20 olurken, 2004'de tam bir patlama ile %45.5'e yükselmiş ve yıllık artış rekoru kırmıştır. Kamu yatırımlarında ise, önemli oranda gerilemeler meydana gelmiştir. Gerileme hem GSMH oranında, hem de yıllık artış oranlarında gerçek­ leşmiştir. Kamu yatırımlarının hacmi/tutarı, uygulanan dezenflasyon programı gereği oldukça kısıtlanmıştır. Diğer taraftan, kamu yatırım alanları olarak kabul edilen birçok ekonomik faaliyetler; eğitim, sağlık, enerji, ulaştırma alt yapıları, iletişim alt yapıları yeni dönemde tümüyle özel kesime bırakılarak yeniden düzenlenmiş ya da kamu ile birlikte özel kesime de açılarak karma yapıya kavuşturulmuştur. Kamu yatırımlarının yapımı, alımı v.b yeni düzenlemelere ve yeni metotlara bağlanmıştır. Ayrıca, bazı yatırım alanları ise, genel kamu yatırım alanı vasfından çıkarılarak yerel idarelerin hizmet alanına devredilmiştir. Dolayısıyla, kamu yatırımlarının hacmi yanında ve buna bağlı olarak kısmen niteliği de değişime uğramıştır. Bu eğilim esasen 1980 dönüşümünden itibaren, dünyadaki egemen zihniyete paralel olarak Türkiye'de de gerçekleşmiştir. Ancak, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde asıl sorun, kamu harcamalarının tümünde, özellikle kamu yatırımları/alımlarında önemli derecede kural dışı olayların meydana gelmesi, kamu kaynaklarının etkinlik ve verimlilikten uzak olan yöntemlerle kullanımıdır. Yeni düzenleme ve yöntemlerle, bu tür kaygıların önüne geçildiği görülmektedir. Kamu yatırım kalitesi yükselmiştir. Türkiye'de kamu yatırımlarının GSMH'ya oranlarına bakıldığında, 2000 yılındaki %7.2'lik pay izleyen yıllarda sürekli gerilemiştir. 2001 'den itibaren 7 yıllık dönemin kamu yatırımlarının GSMH'ya oranı ortalama %5'ler dolayında gerçekleşmiştir. Kamu yatırımlarının yıllık değişim oranlarında ise, önemli değişmelerin gerçekleştiği görülmektedir. En belirgin özellik, 2001 sonrasında birçok yıl içinde, yatırım artış oranlarının gerilediği gözlenmektedir. Ancak, özellikle 2005 yılında %26'lık bir yıllık sıçrama göze çarpmaktadır. Türkiye'de kamu yatırımlarının finansmanında eskiden beri sorunlar yaşanmıştır. Kamu yatırımlarının temel kaynağı, toplanan vergiler olmak gerekir. Türkiye'de tahmin/öngörülen vergi gelirleri, gerçekleşenin sürekli üstünde seyretmiştir. Kamu gelir açıkları, harcama hususundaki eğilimleri ve yöntemleri etkilememiştir. Hükümler harcamayı sürdürmüşlerdir. Fakat, dengeli, adaletli bir vergi düzeni ihdas edilememiştir. Hükümetlerin harcama konusundaki finansman açıkları, iç ve dış borçlan­ malarla, daha ziyade iç borçlanmalarla karşılanmıştır. Yasa gereği TCMB'ye başvumlamaması, piyasadan borçlanmayı öne çıkarmıştır. Özellikle 2001 la-izine kadar, kamu kesimi borçlanma gereği (KKBG) hep yükselmiş, harcamalar ise iç borçlarla finanse edilmiştir. Iç borçların jâikselmesi, faiz oranlarını yükselten, kaynakların özel sektör üretim yatırımlarına gidişini engelleyen bir mekanizmaya dönüşmüştür. Tasarruf imkanlarının kısıtlı olduğu Türkiye ekonomisinde özel kesimin finans piyasasından dışlanması, yürütülen ekonomik strateji/politikalara da ters düşen bir gidişi ve dola­ yısıyla sonuçları ortaya çıkarmıştır. Yatırım ve üretimin engellenmesi ve dolayısıyla enflasyonun kronik bir olguya dönüşmesi kaçınılmaz olmuştur. 1980 sonrası Türldye ekonomisinin en belirgin ve en çarpık vasfı budur. Üretim ekonomisi yerini, kamuya kaynak sağlayarak, yüksek faiz ile iyi paralar kazanan bir reel kesime bırakmıştır. 1990Tarın sonunda Türkiye ekonomisinin "duvara toslamasında" temel sebep bu çarpık ekonomik mekanizmadır. Esasen kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasında olumlu bir bağlantının olduğu, yapılan araştırmalar sonucunda belirlenmiştir. Ancak, kamu harcamalarının cari ve yatırım ayrımı ile, harcamaların kaynağı hususundaki farklılıklar, büyümeye etkiyi de değiştirebilmektedir. Mesela, kamu harcamaları borç yüküne dönüşüyorsa ve borç yükünün GSMH'ya oranı %50'den %100'e doğru çıkarsa, büyüme hızında, %2'den %-4'e büyük bir düşüşe yol açacağı hesaplanmıştır (İmzan vd: 2005, s. 126). Aynı çalışmaya göre, kamu borcunun GSYİH'ya oranının %30'dan %60'a %100 artması durumunda ise, büyüme hızının yaklaşık %2 puan düşeceği belirlen­ miştir. Ancak, yatırım harcamaları ile büyüme hızı arasında pozitif bir doğrusal etki bulunmaktadır. Kamu yatırım harcamalarının da dahil olduğu toplam yatırım harcamalarının GSYİH'ya oranındaki artışlar, büyüme hızını olumlu etkilemektedir. Yatırım oranında %10'luk bir yükselme , diyelim %20'den %22'ye, büyüme hızında yaklaşık %0.3 ile 0.4 puanlık bir artışa yol açmaktadır. (İzmen vd: 2005, s. 130). Buna göre, kamu borç yükünün artması büyümeyi olumsuz etkilerken, kamu yatırımları da dahil yatırım harcamalarının büyüme üzerine etkisi olumludur. Demek ki, kamu yatırımlarının artması, eğer kamu borç yükünü arttırıyorsa, büyümeye olum­ suz, arttırmıyorsa, olumlu etki yapacaktır. O sebeple, kamu yatırımlarının sağlam kaynaklarla/vergi gelirleri ile finansmanı büyüme üzerinde olumlu etki doğuran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyümeye katkı açısından Türkiye'de stok değişimleri kaleminin etkisi çoğunlukla negatif olmuştur. 2000'li yıllara kadar egemen eğilim olan bu durum, 2001 yılı hariç, izleyen yıllarda önemli artışlar kaydederek pozitife dönüşmüştür. Boratav'a göre 2002-2004 yıllarındaki birikimli yükselişin %48'i tek başına stok artışlarından kaynaklanmakta, dolayısıyla ortalama büyüme oranı %7.5'den %3.7'ye inmektedir. Bu farkın kaynağı, üretim ve harcamalar yöntemi ile hesaplanan milli gelirin eşit olmaması ve aradaki harcama eksikliğinin de stok artışları ile açıklanmasıdır. Sorunun karşılığı stoklara çalışan bir büyüme olgusunu gündeme getirmektedir. Yeldan'a göre 2001 laizinden sonra, özellikle kamuda verimlilik artarken, reel ücretler düşmüş, dolayısıyla verimlilik artışı belh oranda ucuz işgücü ile sağlanmıştır. Bu durum, ucuz işgücüne dayalı stok için üretimin nedenini açıklamakta, büyümenin geniş halk kitlelerince hissedilmemesine ve büyümenin sorgulan­ masına yol açmaktadır. Sonçağ ise, stok değişmelerinin büyüme üzerindeki yüksek katkısını, TÜÎK'in 2002 yılında değiştirmesi gereken 1996 yılı bazlı girdi-çıktı matrisini kullanmaya devam etmesi ile açıklamaktadır (Ay: 2007, s. 37). Talep açısından büyümeye katkıların son kalemi ihracattır, dış talep­ tir. Büyüme üzerinde etkileri açısından ihracat ve ithalat ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ortaya net dış talep çıkmaktadır. Tablo 5'de görüldüğü gibi, net dış talebin Türkiye'de iktisadi büyüme üzerine etkileri olumsuz olagelmiştir. Özellikle 2000 yılma kadar sürekli olan bu eğilim, 2001-2003 döneminde olumluya dönmüştür. Sonraki yıllarda tekrar olumsuz etidlerin ortaya çıkmaya başladığı gözlenmektedir. Türkiye'de ihracatın son yıllardaki artış oranları, yıllık iktisadi büyüme hızlarının da üzerinde seyretmiştir. Dolayısıyla, dış talebin/ihracatın iktisadi büyüme üzerine etkisi olumlu/arttırıcı yönde gerçekleşmiştir. İthalatın etkilerini, ithalatın bileşimindeki duruma göre ayırmak gerekmektedir. İthalatın bileşiminde, ortalama ara ve yatırım malları ile hammaddelerin oranı yaklaşık %85-90'lar düzeyindedir, ithalat artışından bu kalemler çoğunlukla yükselen bir seyir izlemiştir. Bu kalemlerden yatırım malları yıllık artışları üretim artışına doğrudan olumlu katkı yapan bir faktör olmaktadır. Ara mallarında ise özellikle Türkiye'de üretilmeyenlerde artış büyümeye olumlu katkı yaparken, son yıllarda, yurt içinde üretilen ham madde ve ara mallarında da ithalata gidildiği ve yerli üretimin ikame edildiği gözlenmektedir. Bu durumda etki negatife dönüşmekte istihdam ve büyüme olumsuz etkilenmektedir. Yerli para YTL'nin aşırı değerlenmesi, ithalatta artışlara yol açmakta, ihracattaki rekabette ortaya çıkan zorluklar bu gidişi desteklemektedir. Benzer şekilde, tüketim malları ithalatındaki son yıllarda görülen artışları da, büyüme üzerine etki eden faktörler arasında saymak gerekir. Kısaca, son yıllarda Türkiye'deki yüksek büyüme oranlarına katkılar, talep cephesinden incelendiğinde, çok büyük bir ağırlıkla özel tüketim ve yatırım harcamalarındaki artışlar ile stok değişmelerinin önemi ortaya çıkmaktadır. 2.4. ÜRETiM FAKTÖRLERİNİN BÜYÜME ÜZERİNE ETKİLERİNİN ANALİZİ Üretimdeki reel artış, büyük ölçüde üretim faktörlerinin miktarı, nitelikleri, kapasiteleri ve onların organizasyon yeteneği ile bir araya getirilmelerine bağlıdır. Üretim faktörlerini, geleneksel ayrımla, toprak, emek, sermaye olarak ayırmak yerine yeni büyüme olgusunu açıklamada, bilgi birikimi ve teloıoloji düzeyi, teşebbüs gücü, toplumsal/kurumsal ortam ve nihayet zaman olarak değerlendirmenin daha doğru olacağı anlaşılmaktadır. Ancak büyüme hususunda ölçme ve değerlendirme üzerine yapılan modelleme, hesaplama çalışmalarında; sermaye birikimi, toplam faktör verimliliği ve istihdam artışı başlıca temel faktörler olarak değerlendirilmek­ tedir. Toplam faktör verimliliği (TFV), üretime katılan başlıca faktörlerin tümünün birlikte verimliliğini ölçmeye çalışan bir yöntemdir. Zira, üretime katılan başlıca sermaye, emek, fiziki sermaye, toprak v.b gibi mallar, malzemelerin ayrı ayrı üretimde verimlilikleri hesaplanıp değerlendirilebilir. TFV, yalnızca işgücü ve sermaye stokunu değil, aynı zamanda üretime katılan mal ve hizmetleri de içeren bir çoklu faktör analizi mahiyetindedir. Üretime katılan bütün faktörlerin bir arada verimliliğini dikkate almak, yalnızca işgücü yada sermayenin verimliliği ile karşılaştırıldığında çok daha anlamlıdır. Toplam faktör verimliliğindeki değişimlerin hesaplanması, verimliliğin hangi yönde ve hızla değiştiği hususunda açık bir fıl<Tİ sunmaktadır. İşgücü verimliliği bir çok yönden anlamlı ve önemli bir kavram olmakla birlikte, üretimin hangi verimlilik düzeyinde yapıldığını açıklamaya yetmez. Zira işgücü verimliliği artışı çeşitli faktörlerden etkilenir. Aynı düzeydeki üretimi daha az işgücü ve/veya daha çok sermaye ile gerçekleştirmek mümkündür. İşçi sayısı azaltılarak veya kullanılan sermaye miktarı arttırılarak işgücü verimliliği yükseltilebilir: Ancak bu, her zaman üretimin daha verimli bir biçimde yapıldığı anlamını taşımaz. O yüzden ekonominin tümü, bir sektör ya da bir firma ölçeğinde, büyümenin değerlendirilmesinde daha anlamlı ve geçerli olan ölçüt, toplam faktör verimliliği olmaktadır. Büyümenin bir kısmı, üretim faktörleri kullanım miktarındaki artıştan kaynaklanırken, bir bölümü de toplam faktör verimliliğindeki artıştan doğar (Tuncer: 2004, s. 1-2). Tablo 6: Üretim Faktörlerinin Büyümeye Katkıları (%) TFV Artışı Sermaye Birikimi İstihdam Artışı Dönem/Yıllar 1972-2000 1972-2003 1990-2000 2001-2004 2004 2005 2006 2007 2008 2005-2008 69,2 19,5 11,3 68,0 17,9 14,1 73,2 23,5 66,9 4,3 28,9 39,7 21,7 38,6 31,6 24,9 43,5 44,2 31,5 24,3 43,9 31,5 14,6 46,6 31,4 22,0 41,6 29,8 28,6 ^ 3,3 K a y n a k : Ay (2007) s. 30. Daha önce de değinildiği üzere, TFV, ekonominin tümünü kapsayacak biçimde hesaplanabileceği gibi, bir sektör veya bir firma düzeyinde bile yapılabilir. Sözgelimi, imalat sanayinin herhangi bir alt sektöründe TFV'nin hesaplanması, belirli bir dönemde meydana gelen büyümenin ne kadarının girdi kuUammlarmdaki artışlardan, ne kadarının ise TFV artışından kaynaklandığını ortaya koyar. Bu bilgi, üretimde kullanılan yaklaşım ve yöntemlerin başarısının değerlendirilmesinde önemli bir kriter olarak ipuçları verebilir (Tuncer: 2004, s. 3). Türkiye'de üretim faktörlerinin büyümeye katkılarının ölçülmesi; sermayenin, emeğin ve bunlar dışındaki etmelerin sürece etkilerini gösteren, anlamlı ve açıklayıcı bir yöntemdir. Tablo 6'da görüleceği üzere; sermaye birikimi, istihdam artışı ve TFV artışlarının belirli yıl ve dönemlerdeki değerleri hesaplanmıştır. Türkiye ekonomisi için Saygılı, Cihan ve Yavan (2005) yapmış oldukları çalışmada 1972-2003 döneminde büyümenin sürük­ leyici gücü olarak sermaye birikimini bulmuşlardır. Bu dönemde GSYİH artışının %68'i sermaye birikiminde, %18'i istihdam artışından, %14'ü de TFV artışından kaynaklanmıştır. DPT verilerine göre ise, 1990-2000 döneminde sermaye birikiminin katkısı %73.2, istihdam artışının %23.3, TFV artışının katkısı da %3.3 olmuştur. 2001-2004 döneminde bu artışlar sırasıyla %66.9, %4.3 ve %28.9 olarak hesaplanmıştır (Ay: 2007, s. 30). 2006 yılında düşük sermayelerde gerçekleşen istihdam artışının büyümeye de katkısı sınırlı düzeyde kalmıştır. O nedenle, 2006 yılının temel büyüme belirleyicileri, fiziki sermaye stoku artışı ve toplam faktör verimliliği artışlarıdır. 2007 yılında ise istihdamın büyüme esnekliğinin uzun dönem değerinin üzerinde çıkması ve özel sektör sabit sermaye yatırımlarındaki yüksek artışların fiziki sermaye stoku artışını hızlandırması, bu iki üretim faktöründen ekonomik büyümeye olan katkıların önemli ölçüde artacağına işaret etmektedir. 2007 yılında fiziki sermaye stoklarındaki artış hızının 2008-2010 döneminde de devam etmesi öngörülmektedir. Diğer taraftan, 2007 yılında %2.8 olarak gerçekleşmesi tahmin edilen istihdam artışının, KEP döneminde bir miktar azalarak yıllık ortalama %2 düzeylerine gerilemesi beklenmektedir. Bu tahminlere göre 2008-2010 döneminde ekonomik büyümenin, büyük ölçüde fiziki sermaye stoku ve TFV'deki artışlar tarafından destekleneceği öngörülmektedir. Ayrıca, istihdam artışından büyümeye gelen katkının 2006 yılı KEP tahminlerine göre daha yüksek seviyelerde gerçekleşeceği öngörüsü, üretim faktörlerinin büyümeye katkısı açısından daha dengeli bir yapının oluşacağını göstermektedir. Bu çerçevede sermaye stoku, TFV ve istihdam artışlarının ekonomik büyümeye katkısının yıllık ortalama, sırasıyla %39.6, %39.1 ve %21.3 olarak gerçek­ leşmesi öngörülmektedir (www.dpt.gov.tr). Tablo 7: Üretim Faktörlerinin Büyümeye Katkılan Sermaye istihdam Dönem TFV Artışı Stoku Artışı Artışı 2005 15,8 9,5 74,7 2006 30,0 12,5 57,4 2007 45,3 32,7 22,0 2008 39,5 22,3 38,2 2009 39,0 22,1 39,0 2010 40,3 19,6 40,1 2008-2010 39,6 21,3 39,1 Yapılan çalışmalara göre, 1980 sonrası GSYÎH büyümesinin arkasında, sermaye stokundaki artışın olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde ekonomik büyümenin temel belirleyicilerinden sermaye stoklarında %5'in üstünde bir artış yaşanırken, istihdamda, 2001-2004 dönemi dışında ortalama %1.6 ve TFV ise %0.4'lük bir artış meydana gelmiştir. Saygılı, Cihan ve Yurtoğlu (2005) TFV artış oranını 1972-79 dönemi için %-0.29, 1980-2000 dönemi için ise, %0.44 olarak hesaplarken, Altuğ, Filiztekin ve Pamuk (2006) 1950-2005 için %0.83, 1980-2005 dönemi için ise %1.14 olarak hesaplamışlardır. 2001-2004 döneminde ise istihdamdaki artış %0.2'de kalırken, TFV'de %1.7'ye yükselmiştir. Gelecek dönemler için istihdamda bir artış öngörülmekle birlikte, sermaye stokundaki artışın halen belirleyici olduğunu söylemek mümkün görünmektedir (Ay: 2007, s. 31). Büyümeye katkıları bakımından sermaye stoku artışı halen önem ve ağırlığı sürdürmekte, istihdam artışı ve T F V deki artışlar onu izlemektedir. Sermaye stoku, halen ekonomik büyümede sürükleyici faktördür. TFV'indeki gelişme yavaş da olsa sürmektedir. TFV artışı, bir ekonomide mal ve hizmet üretiminde, kaynakların gittikçe artan ölçüde, daha verimli olarak kullanılmaya başlandığını göstermesi dolayısıyla, üretim faktörlerinin hem miktar hem de verimliliklerinin artması, önemli ve başarılı bir gelişme olarak değerlendirilebilir. 3. TÜRKİYE'DE YÜKSEK BÜYÜME ORANLARININ ÎÇ PİYASAYA ETKİLERİNİN EKONOMETRİK ANALİZİ Türkiye Ekonomisi'nde son yıllarda görülen yüksek oranlı büyümenin iç )iyasa üzerindeki etkilerini incelemek amacıyla öncelikle TÜİK (Türkiye statistik Kurumu)'in imalat sanayi sektörleri için NACE Rev.l. sınıflaması (Statistical Classification of Economic Activities in the European Community) kullanılarak, mal piyasası; dayanıklı tüketim m a i üreten, dayanıksız tüketim malı üreten, aramalı üreten ve sermaye malı üreten sek­ törler olmak üzere dört ana gruba ayrılmıştır. Mal piyasasına ait sınıflama yapıldıktan sonra, TÜİK'ten elde edilen veriler sınıflama yardımıf/la tasnif edilmiş ve yukarıda adı geçen dört ana sektöre ait firma sayısı, üretip ve satış verileri elde edilmiştir. Veriler, kamu kesimine ait tüm imalat sanaj^i işyerleri ile 10 ve daha fazla kişi çalışan özel sektör imalat sanayi işyerlerinin yaklaşık %80'nini oluşturan büyük ölçekli imalat sanayi işyerlerini kapsamakta olup özel sektöre ait işyerlerinde 3'den daha az madde üretimi yapılıyorsa, bu maddenin üretim bilgisi gizlilik nedeniyle alınamamıştır. İktisadi büyümenin imalat sanayinin alt sektörleri üzerindeki etkisini incele­ mek için tüm veriler öncelikle düzenlenip ekonometrik analize uygun hale getirilmiştir. Analizde 1997-2007 yılları arası üçer aylık (1997:01-2007:02) veriler kullanılmıştır. Öncelikle Cari GSMH, enflasyonun etkisinden arındırılması amacıyla (1987 fiyatlarıyla) GSMH deflatörü ile deflate edilmiş ve reel GSMH elde edilmiştir. Sektörlere ait üretim ve satış verileri de aynı şekilde İTO tarafından yayınlanan (1987 fiyatlarıyla) TEFE serisi kullanılarak deflate edilmiştir. Üçer aylık verilerle çalışıldığından dolayı seriler mevsim etkisi barındırmaktadır ve öncelikle hareketli ortalamalar metodu kullanılarak seriler mevsim etkisinden arındırılmıştır. Elde edilen enflasyonun etkisinden ve mevsimsellikten arındırılmış 19972007 yılları arasındaki üçer aylık GSMH, her bir alt sektör için firma sayısı, üretim ve satış serilerinin dönemlere göre gelişim seyrini değerlendirmek amacıyla önce grafik incelemesi yapılmış ve ardından yapılan ekonometrik analizlerle reel GSMH'nm imalat sanayinin alt sektörleri üzerindeki etkisi belirlenmeye çalışılmıştır. 3.L REEL GSMH Bu bölümde, öncelikle reel GSMH serisine ait grafikler incelenecek ve ardından hem serinin genel eğilimi haldanda bilgi sahibi olabilmek için hem de yapılacak ekonometrik analizlere temel sağlamak amacıyla durağanlık (birim kök) analizinden yararlanılacaktır. Bilindiği gibi bir zaman serisinin ekonometrik analizi yapılmadan önce o seriyi yaratan sürecin zaman içinde sabit olup olmadığının yani serinin durağanlığının araştırılması gereklidir (Göktaş: 2005, s. 5). Eğer seri durağansa bir başka ifade ile seride birim kök yoksa, seri kısa dönemde salımmlar gösterse de uzun dönemde ortalamasına döner. Bu konunun incelenmesi iktisatçıya önemli bilgiler sağlamaktadır. Keza iktisadi analizler yapılırken kullanılan zaman serisinin durağan olup olmadığının bilinmesi önemlidir. Bu bilgi, yapılacak ekonometrik analizlerde metod seçilmesi aşamasında da yol gösterici olmaktadır. Durağan olmayan bir seri ile analizler yapıldığında geleneksel t ve F testleri ile R2 değerleri sapmalı sonuçlar verebilmektedir. Bu nedenle, durağan olmayan serilerle çalışırken farklı metodlar kullanılmaktadır. 3.1.1. REEL GSMH'NIN GRAFİKSEL ANALİZİ Mevsimsel düzeltme yapılmadan önceki reel GSMH serisine ait grafik ince­ lendiğinde, serinin genel eğilimi hakkında bilgi verdiğini fakat, mevsimsel değişmelerin çok fazla olması sebebiyle detaylı bir yorum yapmaya izin ver­ mediğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, reel GSMH'nm mevsimsel düzeltme yapılmış olan grafiğinin (Grafik 2 GSMHSA) incelenmesi daha uygundur. Mevsimsel düzeltme yapılmış reel GSMH serisine bakıldığında, 2000 yılının son çeyreğinde görülen İcrizin etkisi ile düşen ve 2001 yılında düşük seyre­ den reel GSMH, 2002 yılının birinci çeyreğinden itibaren kademeli olarak artan bir trend içerisine girmiştir. Grafik 2: Reel GSMH 4.40E-H)7 3.00E+07 2.50E+07 2.00E+07 2.40E+07. 97 '98''99"'6Ö"'Öİ"'Ö2''Ö3''64"'65"'66"' -GSMH 97"'98''99"'6Ö''6i''02''03''Ö4 '05' 'be ' -GSMHSA 3.1.2. REEL GSMH SERÎSİNİN DURAĞANLIK ANALİZİ Daha önce de değinildiği gibi, ekonometride değişkenler arasmdaki ilişkiyi belirlemek için uygun yönteme karar vermeden önce, değişkenlerin durağan olup olmadıkları belirlenir. Bu çalışmada incelenen seriler üçer aylık olduğu için, mevsim etkisini göz önüne alarak durağanlık testi yapılmasına izin veren HEGY mevsimsel birim kök testi (Hylleberg, Engle, Granger, Yoo: 1990) uygulanmıştır. HEGY testinin uygulanabilmesi için, = + ^ 2 ^ 1 + ^ 3 ^ 2 +^4^3,M yardımcı regresyonunun çözümlenmesi gereklidir. Burada; Y^ (1 + B + B^ + B )Yt, 0=1/4, 1/2 ve 3/4 frekanslarmdaki birim köklerden arındırılmış bileşen, Y2t = -(1 + B + B^ + B^)Y^ , 0-0, 1/4 ve ^3/4 frekanslarmdaki birim köklerden arındırılmış bileşen, Y^^x = -(1 - B )Yt ise 0=0 ve 1/2 frekanslarmdaki birim köklerden arındırılmış bileşenlerdir. jCı, jr2, ^3 ve tc^ açıklayıcı değişkenlerin katsayılarının anlamlılıkları sınanarak, birim kökün hangi frekansta olduğunu belirlenebilir. HO: tCj-O hipotezinin reddedilememesi, serinin O frekansta; Ho:Jt2==0 hipotezinin reddedilememesi, serinin 1/2 frekansta birim kök içerdiği anlamına gelmektedir. Kompleks kökler için, JC3 ve Jt4 parametrelerinin birlikte sıfıra eşit olup olmadığı F testi ile test edilebilir. Ho:jr2=0 ve Ho:7r3=K4=0 hipotezlerinin reddedilememesi serinin mevsimsel birim köke sahip olduğunu gösterir. Regresyon denklemine ihtiyaca göre, sabit parametre, mevsimsel kukla değişkenler, trend gibi faktörler de eklenebilir. Ekonometrik analizde kullanılacak logaritmik reel GSMH serisi için HEGY birim kök testi sonuçları Tablo 8'de özetlenmektedir. HEGY testi trendli ve trendsiz olarak yapılmıştır. Reel GSMH'nin grafiği incelendiğinde (Grafik 2) trend içerdiği görülmektedir, bu nedenle trend içeren test sonuçları bizim için tatmin edici olacaktır. Trendli modelde Ho*. Jtı=0 için t istatistiği -1.304 olarak hesaplanmış, kritik değerler ise %95 güven düzeyinde -3.710 ve %90 güven düzeyinde -3.370 olarak verilmiştir. Görüldüğü gibi, JCı'in anlamlılığını sınamak için hesaplanan t değeri, kritik değerlerin altında kalmıştır. Bu nedenle %90 ve %95 güven düzeyinde bu parametrenin anlamsız olduğunu ve serinin O frekansta birim köklü olduğunu söyleyebili­ riz. Jt2'nin hesaplanan t istatistiği (-3.887) ve 713 ve Jt4'ün birlikte anlamlılığını sınamak için hesaplanan F istatistiği (8.439), %95 ve %90 GSMH: reel GSMH; GSMHSA: mevsimsel düzeltilmiş reel GSMH serilerini ifade etmektedir. güven düzeylerinde verilen kritik değerlerin üzerinde kaldığından 1/2 frekansta ve mevsimsel frekanslarda birim kök olduğu sıfır hipotezi reddedilmektedir. Tablo 8: Logaritmik Reel GSMH Serisinin HEGY Testi Sonuçlan H E G Y Test t[7t,] Mevsimsel Kukla Değ. + sabit 0.529 F[ 713-714] -3.926 8.230 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 Kritik değerler Mevsimsel Kukla Değ. + sabit + t r e n d -1.304 -3.887 8.439 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik değerler Yapılan HEGY mevsimsel birim kök testi sonucunda reel GSMH serisinin durağan olmadığı beklenen sonucuna ulaşılmıştır. Bunun temel nedeninin Grafik 2'den görülebileceği gibi, reel GSMH serisinde durağanlığın sonucunu etkileyecek düzeyde yapısal kırılma olduğu düşünülmektedir. Yapısal kırılmaları dikkate almadan yapılan birim kök testleri, durağanlık hipotezinin kabul edileceği yerde reddedilmesi gibi yanıltıcı sonuçlara neden olabilmektedir. Ekonometride yapısal kırılmaları dikkate alan çeşitli birim kök testleri bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı, kırılma noktasının bilindiği varsayımı altında çözüm yaparken; bir kısmı ise, kırılma noktasının bilinme­ diği fakat tahmin edilebildiği varsayımıyla çözüm yapmaktadır. Bu çalışmada, önsel olarak kırılma noktalarının tahmin edilebilmesine rağmen sonuçların tutarlı olması açısından ikinci tür testlerden yararlanılacak ve Zivot&Andrews tarafından önerilen ZA testi (Zivot, Andrews: 1992) kul­ lanılacaktır. Bu tür durağanlık testlerinde genelde üç model önerilmektedir; Model A ortalamada kırılma; Model B eğimde kırılma; Model C ise hem ortalama hem de eğimde kırılma durumunda kullanılmaktadır. Genel olarak Model A ve Model C durumlarına rastlanmakta ve bu nedenle paket programlarda da sadece bu modellere göre çözümler yapılmaktadır. Model A: k Model C: A;;, = ^ + ay,., + P ^ + Q,DU, Q.) + ^,DT^ (k) + J A;;,., + 8 , Burada >u=TB/T'dir ve TB kırılma noktasıdır. Ayrıca; n ise r > r , ' O ise aksi durumda ve D7;(X) ^ ^ ^ ^ ^ ise aksi durumda O Kırılma noktası TB'de temel hipotezin testi için t-istatistiği minimum değere sahiptir. ZA testine göre birim kökün varlığı, yt-l'in katsayısının sıfırdan farklılığının (istatistiksel açıdan anlamlılığının) sınanması ile test edilebilir. Tablo 9. Reel GSMH Serisi İçin ZA Testi Sonuçlan ZA Test Model A Model C TB 16 15 a -1.0763 (-5.2718) - 0 . 8 3 8 6 (-6.6710) e -0.1910 (-5.0948) -0.1100 (-4.6728) Y - 0.0166 (5.2354) Kritik D e ğ e r l e r % 1 -5.34 -5.57 %5 -4.80 -5.08 % 10 -4.58 -4.82 Reel GSMH serisi için, ZA testinin sonuçları Tablo 9'da özetlenmiştir. Her iki modelde de (ortalamada kırılmalı model (Model A), hem ortalama hem de eğimde kırılmalı model (Model C)) birim kökün varlığını test etmek için hesaplanan • parametresinin t istatistiği, Model A için %95; Model C için ise %99 güven düzeyinde hesaplanan kritik değerlerden büyüktür yani istatistik­ sel açıdan anlamlıdır. Böylece reel GSMH serisinin yapısal kırılmalar dikkate alındığında birim kök içermediği, bir başka ifade ile durağan olduğu söylenebilir. Daha önce bu testle, yapısal kırılma noktalarının da tahmin edilebileceğinden bahsetmiştik. Reel GSMH serisi için kırılma noktası Model A'ya göre 16; Model C'ye göre ise 15'dir ve bu kırılma noktalarının parametreleri (0) anlamlıdır. 15, dönem 2000 yılının 3. çeyreğine (2000:03) ve 16. dönem 2000 yılının son çeyreğine (2000:04) denk gelmektedir. Test sonucunun, Grafik 2 yardımıyla gözlenebilen 2000 yılının son dönemlerinde meydana gelen krizin etkisi ile meydana gelen yapısal kırılmayı desteklediği görülmektedir. Benzer sonuca Çil Yavuz (2006)'da da rastlanmaktadır. Çil Yavuz, 1992-2004 yılları arasında üçer aylık verilerle logaritmik GSMH ve logaritmik turizm gelirlerinin durağanlığını ZA testi ile sınamış ve GSMH serisini 2000:04 kırılma noktasıyla durağan bulmuştur. 3.2. DAYANIKLI TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE DURUM Bu bölümde öncelilde dayanıklı tüketim malı üreten sektörlerdeki firma sayıları, bu sektörlerin üretim ve satışları grafiksel olarak incelenecek ve daha sonra ekonometrik analizler yapılacaktır. 3.2.1. DAYANIKLI TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE GRAFİKSEL ANALİZ İmalat sanayinin dayanıklı tüketim malı üreten alt sektöründeki dönemsel firma sayıları incelendiğinde (Grafik 3), 1998 yılında 75 civarı olan firma sayısının 2004 yılma kadar genel olarak arttığı ve bu yılda 155 civarına ulaştığı, 2004 yılının son dönemlerinden itibaren ise düşme eğilimi göster­ diği söylenebilir. Grafik 3: Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörlerin Firma Sayısı 97 98 99 00 01 02 03 04 05 97 06 98 99 00 01 02 03 04 05 06 ^FİRMASA - FİRMA I Enflasyondan arındırılmış ve mevsimsel düzeltilmiş olan üretim değerlerinin grafiğine (Grafik 4) bakıldığında, 1999 yılında piyasadaki firma sayısının 75'lerden 120'lere tırmanmasına paralel olarak, üretim miktarı da bir önceki yılın aynı dönemine göre hızlı bir şekilde artmıştır. Üretim miktarı 1999 yılından sonra yavaş, 2002 yılından sonra ise hızlı bir şekilde zaman zaman düşüşler gösterse de artmış ve 2006 yılının ikinci çeyreğinden itibaren düşme eğilimine girmiştir. Grafik 4: Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörlerde Üretim 2000000- I ' ' 97 98 99 00 I 01 02 03 ÜRETÎMİ I I I I I I • • 04 05 06 97 98 99 00 I 01 02 03 04 05 06 ÜRETİMSÂİ Dayanıklı tüketim malı üreten sektörlerin satışlarına bakıldığında, üretime benzer olduğu görülmektedir. Satışlarda da 2006 yılı 2. çeyrekten sonra düşme eğilimleri başladığı gözlenmektedir. Burada etkili olan faktörlerin dış piyasalarda meydana gelen ufak bir sarsıntı (tiirbülans) olgusunun, kur ve faizlerde bir miktar yükselmelere yol açmasıdır. İç piyasada satış işlemlerinin özellikle faizlere dayalı olduğu bilinmektedir. Satışların, üretimde olduğu gibi, düşme eğilimine girdiği 2006 yılı ortalarından itibaren, yüksek büyüme hızlarının, piyasalarda hissedilmediği şikayetlerine yol açtığı seslendirilmiştir. Grafik S: Dayamkh Tüketim Malı Üreten Sektörlerde Saüşlar 2000000 97 98 99 00 01 I 02 03 SATIŞA 04 05 06 97 98 99 00 I 01 02 03 04 05 06 SATIŞSÂİ 3.2.2. DAYANIKLI TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLER IÇÎN EKONOMETRİK ANALİZ Dayanıklı tüketim malı üreten sektörlerde logaritmik üretim ve satış serileri için HEGY birim kök testi sonuçları Tablo 10'da özetlenmiştir. Bu sektörlere ait üretim ve satış serilerinin de reel GSMH serisinde de olduğu gibi trend içerdiği Grafik 4 ve 5'ten gözlenmektedir. HEGY test sonuçlarına göre, hem üretim hem de satış serisinin trendli model için, tüm frekanslarda t istatistiği değerlerinin %95 güven düzeyinde kritik değerlerden büyük olduğu yani aramalı üreten sektörlerin hem satış hem de üretim serilerinin durağan olduğu görülmektedir. Tablo 10: Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörlerin Logaritmik Üretim ve Saüş Serileri İçin HEGY Testi Sonuçlan t[K,l m] F [ 7 t 3 -Jt4İ -1.554 -2.999 16.391 H E G Y Test Log Üretim Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 Kritik Değerler Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit + trend -4.929 -3.682 25.944 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik Değerler L o g Satış Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit + trend -1.534 -3.172 15.129 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 -4.786 -3.806 23.606 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik Değerler Dayanıklı tüketim malı üreten sektörlerde üretim ve satış serilerinin ve reel GSMH'nın mevsimsellik ve yapısal kırılmalar göz önüne alınarak durağan olduklarının anlaşılmasından sonra, reel GSMH'nın bu sektörlerin üretim ve satışlarının üzerindeki etkisini incelemek amacıyla regresyonlar kurulabilir. Hatırlanacağı gibi reel GSMH serisi 2000 yılının 4. döı eminde yapısal kırılma olduğu varsayımı ile durağandır, bu nedenle kurulacak modellere bu kırılma dönemi ilave edilerek kurulan regresyonun daha anlamlı olacağı düşünülmektedir. Regresyon sonuçları Tablo U ' d e özetlenmiştir. Reel GSMH'nm, dayanıklı tüketim malı satışları üzerindeki etkisini araştırmak için kurulan regresyon sonuçlarına bakıldığında, GSMH'nm katsayısının modelde anlamlı olduğu görülmektedir, katsayı 2.426 olarak tahmin edilmiştir. Logaritmik modelde parametreler elastikiyetleri vermektedir; reel GSMH'da %riik bir artış dayanıklı tüketim malı satışlarını yaklaşık %2.42 arttırmaktadır. F testi anlamlı ve R' değeri yaklaşık %30'dur; GSMH dayanıklı tüketim malı satışlarındaki değişkenliğin yaklaşık %30'unu açıkla­ maktadır. Tablo 11: Dayanıklı Tüketim Malı Üreten Sektörler İçin Regresyon Sonuçlan İt u 1 ll Kukla Değişkensiz Model Kukla Değişkenli Model sabit -28.28055 (=2.781552) -8.637172 (-0.903999) Logaritmik Reel GSMH 2.426401 (4.116401) 1.263102 (2.269434) 0.655546 (4.374547) Kukla Değ. (2000:04) R^ F ist. Wallis ist. 2 ^ ll II U Kukla Değişkensiz Model Kukla Değişkenli Model sabit -28.04584 (-2.773526) -9.105550 (-0.944394) Logaritmik Reel GSMH 2.413854 (4.117471) 1.292193 (2.300685) Kukla Değ. (2000:04) 0.632083 (4.179788) 0.297565 0.528783 R' 0.297673 0.514956 0.280004 0.504618 0.280115 0.490082 16.94476 1.836934 21.88222 2.720173 R' F ist. Wallis ist. 16.95357 1.885726 20.70255 2.72132 Üç aylık verilerle çalışıldığında otokorelasyonun sınanması için klasik otokorelasyon testlerinin yerine (Dutbin Watson test vs.) Wallis testi yapılmaktadır. Wallis testi dördüncü mertebeden otokorelasyonun varlığını sınamak için yapılan bir testtir. Test istatistiği, n ^4 = ^ ( ^ t "^İ-aY ^=5 İn / ^ ( ^ t f t=\ şeklinde hesaplanır ve Wallis testi için hesaplanan kritik değerlerle karşılaştırılır. Bu model için Wallis test istatistiği, 1.83'dür ve bu değer Wallis kritik değerler tablosu ile karşılaştırılınca, modelde otokorelasyon bulunmadığı sonucunu vermektedir. Dayanıklı tüketim malı satışının bağımlı değişken olduğu model için, 2000 yılının 4. çeyreği kukla değişken olarak eklenmiştir, regresyon sonucuna göre, GSMH ve kukla değişkenin istatistiki olarak anlamlı olduğu görülmektedir. Modele kukla değişken ilavesi ile, RMeğerinin 0.28'den 0.50'ye yükselmiş olduğu ve F testinin bu model için de anlamlı olduğu görülmüştür. Dayanıklı tüketim malı üretiminin bağımlı değişken olduğu modelde de benzer sonuçlar görülmektedir. Kukla değişkensiz model ve kukla değişkenli modelin her ikisinde de bağımsız değişken olan reel GSMH dayanıklı tüketim malı üretimini açıklamakta anlamlı olmasına_rağmen, kulda değişkenli modelde kukla değişkenin parametresi anlamlı ve değeri de bu modelde daha yüksektir. 33. DAYANIKSIZ TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE DURUM Bu bölümde öncelikle dayanıksız tüketim malı üreten sektörlerde firma sayıları, üretim ve satışları grafiksel olarak incelenecek ve daha sonra ekonometrik analizler yapılacaktır. 3.3.1. DAYANIKSIZ TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE GRAFİKSEL ANALİZ Dayanıksız tüketim malı üreten sektörlerde faaliyet gösteren firma sayıları, bu sektörlerin üretim ve satış serilerine ait serilerin grafik incelemeleri aşağıdaki gibidir. Grafik 6: Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörlerin Firma Sayısı 1200 1250 97 98 99 00 01 02 03 -FİRMA 04 05 06 97 98 99 00 I 01 02 03 04 05 06 FİRMÂSÂİ 1998 yılında 1180 civarı olan firma sayısı 2000 yılma kadar azalmış, bu yıldan sonra artmaya başlamış ve özellikle 2002 yılından sonra 2004 yılma kadar yüksek oranlı artış göstermiştir. 2004 yılından sonra ise, dayanıksız tüketim malı üreten firma sayısında hızlı düşüşler gözlenmiştir; zira 2007 yılının ilk dönemlerinde firma sayısı 1000 civarı olarak gerçekleşmiştir. Grafik 7: Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörlerde Üretim 560000O 97 98 99 00 01 I 02 03 04 05 06 97 98 99 00 01 02 03 04 05 06 ÜRETİMn I ÜRETİMSÂI Dayanıksız tüketim malı üreten sektörlerin üretim grafiklerine bakıldığında, 1998 yılına kadar artan üretimlerin 1998 yılının son dönemlerinde düşüş gös­ terdiği, 1999 yılından sonra zaman zaman düşüşler gösterse de artan bir trend içerisine girdiği ve 2004 yılının sonunda düşüp günümüze kadar da durağan bir seyir izlediği söylenebilir. Buna göre, üretim düzeyi aynı kalırken, firma sayılarının düşmesi, üretim yapanların kapasite arttırdığına işarettir. Grafik 8: Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörde Satışlar 6000000ı 1 97 98 99 00 01 02 03 04 05 06 I SATİŞİ 5200000 T 97 98 99 00 01 02 03 04 05 06 -SATIŞSAİ Dayanıksız tüketim malı üreten sektörlerin satışları da üretimine çok benzer bir seyir izlemiştir. Dayanıksız tüketim malı sektörlerindeki satışlar da 2004 yılı zirvesinden sonra 2005 ve 2006 yıllarında durgun bir sürece girmiştir. Buna göre, üretim ve satışların grafik seyri, piyasalardaki durgunluk şikayeti­ ni desteklemektedir. 3.3.2. DAYANIKSIZ TÜKETİM MALI ÜRETEN SEKTÖRLER İÇİN EKONOMETRİK ANALİZ Dayanıksız tüketim malı üreten sektörlerde üretim ve satış serileri için HEGY birim kök testi sonuçları Tablo 12'de özetlenmektedir. Bu sektörlere ait üretim ve satış serilerinin de trend içerdiği Grafik 7 ve 8'den gözlenmek­ tedir. HEGY test sonuçlarına göre, hem üretim hem de satış serisinin trendli model için, tüm firekanslarda t istatistiği değerlerinin %95 güven düzeyinde kritik değerlerden büyük olduğu yani dayanıksız tüketim malı üreten sektör­ lerin hem satış hem de üretim serilerinin durağan olduğu görülmektedir. Tablo 12: Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörlerin Logaritmik Üretim ve Satış Serileri İçin HEGY Testi Sonuçlan H E G Y Test t[7lll t[7r2] F[ 7C3-714İ -3.534 -3.069 13.654 Log Üretim Mevsimsel Kukla Değ. + sabit %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 Kritik Değerier Mevsimsel Kukla Değ. + sabit + trend -5.137 -3.587 21.166 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik Değerier Log Satış Mevsimsel Kukla Değ. + sabit -3.052 -2.967 10.877 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 Kritik Değerier Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit + trend -4.422 -3.422 15.641 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik Değerier Reel GSMH'nın, dayanıksız tüketim malı satışları üzerindeki etkisini araştırmak için kurulan regresyon sonuçlarına bakıldığında (Tablo 13), GSMH'nın katsayısının modelde anlamlı olduğu görülmektedir, elastikiyet 0.361'dir; reel GSMH'da %riik bir artış dayanıksız tüketim malı satışlarını yaklaşık % 0.361 arttırmaktadır. F testi anlamlı ve R^ değeri %29'dur; GSMH dayanıksız tüketim malı satışlarmdaki değişkenliğin yaklaşık %29'unu açıklamaktadır. Tablo 13: Dayanıksız Tüketim Malı Üreten Sektörler için Regresyon Sonuçlan •i s Kukla Değişkensiz Model Kukla Değişkenli Model sabit 9.061460 (5.886470) 11.87784 (8.010356) Logaritmik Reel GSMH 0.361032 (4.045332) 0.194244 (2.248764) « o p II •r O (D H Kukla Değ. (2000:04) R^ F ist. Wallis ist. 0.093989 (4.041352) , 0.209336 0.499808 0.272594 0.474157 16.36471 1.491056 19.48502 2.205931 Kukla Değişkensiz Model Kukla Değişkenli Model sabit 9.419488 (6.155025) 11.81632 (7.601773) Logaritmik Reel GSMH 0.341784 (3.852212) 0.199842 (2.206998) II II Kukla Değ. (2000:04) R' F ist. Wallis ist. 0.079988 (3.280879) 0.270599 0.428371 0.252364 0.399057 14.83954 1.66683 14.61305 2.281668 Bu model için Wallis test istatistiği, 1.491'dir ve bu değer Wallis kritik değerler tablosu ile karşılaştırılınca, modelde otokorelasyon bulunmadığı sonucunu vermektedir. Dayanıksız tüketim malı satışının bağımlı değişken olduğu model için, 2000 yılının 4. çeyreği kukla değişken olarak eklenmiştir. Regresyon sonucuna göre, GSMH ve kukla değişkenin istatistiki o l a r ^ anlamlı olduğu görülmektedir. Modele kukla değişken ilavesi ile, değerinin 0.27'den 0.47'ye yükseldiği ve F testinin bu model için de anlamlı olduğu görülmüştür. Dayanıksız tüketim malı üretiminin bağımlı olduğu modelde de benzer sonuçlar görülmektedir. Kukla değişkensiz model ve kukla değişkenli modelin her ikisinde de bağımsız değişken olan reel GSMH anlamlı olmasına rağmen, kukla değişkenli modelde kukla değişkenin para­ metresi anlamlı ve değeri de bu modelde daha yüksektir. 3.4. ARAMALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE DURUM Bu bölümde öncelikle aramalı üreten sektörlerde firma sayıları, üretim ve satışları grafiksel olarak incelenecek ve daha sonra ekonometrik analizler yapılacaktır. 3.4.1. ARAMALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE GRAFİKSEL ANALİZ Aramalı üreten sektörlerde faaliyet gösteren firma sayıları, bu sektörlerin üretim ve satış serilerine ait serilerin grafik incelemeleri aşağıdaki gibidir. Grafik 9: Aramalı Üreten Sektörlerin Firma Sayısı M " ' 9 7 " 9 8 " 9 9 ' 'ÖÖ" 'Öİ' 'Ö2' "03" 'Ö4"Ö5 "06 ' I 97 98 " M I 99 00 I 01 I FİRMA I 02 I 03 04 05 06 FİRMASÂ) Aramalı üreten sektörlerin firma sayılarına bakıldığında, 1998 yılının son döneminden itibaren sürekli olarak atmakta olduğu, 2005 yılının ilk dönem­ lerinden itibaren düşüş trendi içerisine girdiği söylenebilir. Grafik 10. Aramalı Üreten Sektörlerde Üretim 10000000 10000000 9000000H 8000000 7000000 6000000 5000000 4000000 3000000 97 98 99 00 01 02 03 -ÜRETİM 04 05 06 97 98 99 00 01 02 03 I ÜRETÎMSA 04 05 06 Ara malı üretimi 1998 yılından itibaren kimi zaman hızlı kimi zaman daha düşük oranlarda olsa da sürekli artış göstermiştir. Grafik 11: Aramalı Üreten Sektörlerde Satışlar looooooa 900000ar SOOOOOOJ 7000000J 6000000J SOOOOOOJ 400000a 97 98 99 00 01 02 03 04 05 06 -SATİŞİ 97 98 99 00 01 I 02 03 04 05 06 SATIŞSAİ Ara malı üreten sektörlerin satışları üretimine benzer bir yapı sergileyerek, 1998 yılından itibaren sürekli artış göstermiştir. Ara malı üreten sektörlerin firma sayılarında 2005'ten sonra düşme gözlenirken, üretim ve satış grafiğinin sürekli artış trendi içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum iki açıdan sevindiricidir. Ara malları sektörü, hem yurt içi nihai mallar sektörüne üretimi desteklemek üzere girdi sağlarken, ihracatta da önemli bir yer tutmaktadır. Ara malları sektörünün olumlu trendi, ara mallarında Türkiye'nin son yıllarda ithalat patlaması yaşadığı ve bu sektörün çok zarar gördüğü tezini, yeterince desteklemektedir. 3.4.2. ARAMALI ÜRETEN SEKTÖRLER İÇİN EKONOMETRİK ANALİZLER Aramalı üreten sektörlerin logaritmik üretim ve logaritmik satış serileri için HEGY birim kök testi sonuçları Tablo 14'de verilmiştir. HEGY testi trendli ve trendsiz olarak yapılmıştır. Hem üretim hem de satış serisinin trendli model için, tüm frekanslarda t istatistiği değerlerinin %95 güven düzeyinde (satış serisinde 1/2 frekansta %90 güven düzeyinde) kritik değerlerden büyük olduğu yani aramalı üreten sektörlerin hem satış hem de üretim serilerinin durağan olduğu görülmektedir. Tablo 14. Aramalı Üreten Sektörlerin Logaritmik Üretim ve Saüş Serileri İçin HEGY Testi Sonuçlan tlTtıl mı F [ n 3 -7t4] 0.126 -2.784 14.355 H E G Y Test Log Üretim Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit Kritik ü e g e r l e ı Mevsimsel Kukla D e g . + sabit + trend %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 -4.498 -3.107 22.971 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik Değerler L o g Satış Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit -0.175 -2.947 12.527 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 Kritik Değerler Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit + trend -3.806 -3.064 17.999 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik Değerler Aramalı üreten sektörlerde üretim ve satış serilerinin hem sıfır hem de mevsimsel frekanslarda durağan olduğunun anlaşılmasından sonra, reel GSMH'nin bu sektörlerin üretim ve satışlarının üzerindeki etkisini incelemek amacıyla regresyonlar kurulabilir. Reel GSMH serisi 2000 yılının 4. döneminde yapısal kırılma olduğu varsayımı ile durağandır, kurulacak modellere bu kınlma dönemi ilave edilerek de regresyon kurulmuştur. Regresyon sonuçları Tablo 15'de özetlenmiştir. Tablo 15: Aramalı Üreten Sektörler İçin Regresyon Sonuçlan Kukla Değişkensiz Model Kukla Değişkenli Model sabit -5.430851 (-3.166540) -2.401270 (-1.433313) Logaritmik Reel G S M H 1.218677 (12.25637) 11 « t « Q ^ t 'S ^ 1 s -s Kukla Değ. (2000:04) R^ F ist. Wallis ist. Kukla Değişkensiz Model Kukla Değişkenli Model sabit -6.034171 (-3.313659) -2.703830 (-1.541213) 1.039263 (10.64899) Logaritmik Reel GSMH 1.256252 (11.89934) 1.059027 (10.36270) 0.101104 (3.847719) Kukla Değ. (2000:04) İt 0.111141 (4.039175) 0.789716 0.847577 o B R' 0.779729 0.844697 0.784458 0.839761 < R' 0.774222 0.836733 150.2185 2.073811 108.4337 2.621616 F ist. 141.5944 1.941739 106.0610 Wallis ist. 2.554773 Reel GSMH'nm, aramalı satışları üzerindeki etkisini araştırmak için kurulan regresyon sonuçlarına bakıldığında, GSMH'nm katsayısının modelde anlamlı olduğu görülmektedir, elastikiyet 1.218 şeklinde tahmin edilmiştir; reel GSMH'da %riik bir artış aramah satışlarını yaklaşık %1.22 arttırmak­ tadır. F testi anlamlı ve R2 değeri oldukça yüksektir; GSMH aramalı satışlarındaki değişkenliğin yaklaşık %79'unu açıklamaktadır. Bu model için Wallis test istatistiği, 2.07'dir ve bu değer Wallis kritik değerler tablosu ile karşılaştırılınca, modelde otokorelasyon bulunmadığı sonucunu vermektedir. Aramalı satışının bağımlı değişken olduğu model için, 2000 yılının 4. çeyreği kukla değişken olarak eklenmiştir. Regresyon sonucuna göre, GSMH ve kukla değişkenin istatistiki olarak anlamlı olduğu görülmektedir. Modele kukla değişken ilavesi ile, değerinin 0.78'den 0.84'e yükselmiş olduğu ve F testinin bu model için de anlamlı olduğu görülmüştür. Aramalı üretiminin bağımlı değişken olduğu modelde de benzer sonuçlar görülmektedir. Kukla değişkensiz model ve kukla değişkenli modelin her ikisinde de bağımsız değişken olan reel GSMH anlamlı olmasına rağmen, kukla değişkenli modelde kukla değişkenin parametresi anlamlı ve değeri de bu modelde daha yüksektir. 3.5. SERMAYE (YATIRIM) MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE DURUM Bu bölümde öncelikle sermaye malı üreten sektörlerde firma sayıları, üretim ve satışları grafiksel olarak incelenecek ve daha sonra ekonometrik analizler yapılacaktır. 3.5.1. SERMAYE MALI ÜRETEN SEKTÖRLERDE GRAFİKSEL ANALIZ Sermaye malı üreten sektörlerde faaliyet gösteren firma sayıları, bu sektör­ lerin üretim ve satış serilerine ait serilerin grafik incelemeleri aşağıdaki gibidir. Grafik 12: Sermaye Malı Üreten Sektörlerin Firma Sayısı 400 400 • I • • ' I • 97 98 99 00 01 02 I • • I • • • I < 03 -FİRMAİ 04 05 06 97 98 I • . • I . • • I 99 00 I 01 02 . I • " 03 04 05 I • " • ' 06 FİRMASÂ] Sermaye malı üreten sektörlerin firma sayısı grafikleri incelendiğinde, 1998 yılında yüksek seyreden firma sayısının düşmeye başladığı 1999 yılında 120'lere kadar gerilediği fakat bu yıldan sonra yine 300'lerin üzerine çıktığı görülebilir. 2005 yılından sonra ise az da olsa düşüşler göstermiştir. Grafik 13: Sermaye Malı Üreten Sektörlerde Üretim 4000000 3600000 320000028000002400000 200000016000001200000800000 97 98 99 00 01 02 03 04 05 06 97 98 99 00 01 I—ÜRETİM] I 02 03 04 05 06 ÜRETÎMSAİ Sermaye malı üreten sektörlerde üretim 1997 yılına kadar artmış, 2000 yılmm son çeyreğine kadar kademeli olarak düşüşler göstermiş, fakat bu tarihten sonra hızlı bir şekilde artma trendine girmiştir. Grafik 14: Sermaye Malı Üreten Sektörlerde Satışlar 4000000 3600000 T 3500000H 97 98 99 00 01 02 03 04 05 06 I SATIş] 97 98 99 00 01 I 02 03 04 05 06 SATIŞSAİ Sermaye malı üreten sektörlerde satışların üretime çok benzer bir yapı sergilediği görülmektedir. Tüketim (dayanıklı ve dayanıksız), ara ve yatırım malları sektörlerinin analizinden, büyüme trendi en yüksek olanın yatırım malları olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye bir taraftan yatırım malı ithal ederken, üretim ve satışlarının da iyi olması, gelecekte üretim artışının süreceğine işaret eder. Diğer taraftan yatırım malları, yüksek katma değerli mal grubudur. Türkiye'nin ara ve yatırım malı sanayilerinde verimli ithal ikamesi yatırımlarına olan ihtiyacı sürmektedir. 3.5.2. SERMAYE (YATIRIM) MALI ÜRETEN SEKTÖRLER ÎÇİN EKONOMETRİK ANALİZLER Sermaye malı üreten sektörlerde üretim ve satış serileri için HEGY birim kök testi sonuçları Tablo 16'da özetlenmiştir. Tablo 16: Sennaye Malı Üreten Sektörlerde Logaritmik Üretim ve Satış Serileri İçin HEGY Testi Sonuçlan H E G Y Test tlTtıl t[K2İ -0.734 -2.754 Log Üretim Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit 19.705 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 Kritik Değerler Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit + trend -1.716 -2.703 19.319 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik Değerler L o g Satış Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit -0.649 -2.992 17.984 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.080 -2.720 -3.040 -2.690 6.600 5.500 iCritik Değerler Mevsimsel Kukla D e ğ . + sabit + trend -1.657 -2.954 17.302 %5 %10 %5 %10 %5 %10 -3.710 -3.370 -3.080 -2.730 6.550 5.370 Kritik Değerler Bu sektörlere ait üretim ve satış serilerinin de trend içerdiği Grafik 13 ve 14'den gözlenmektedir. HEGY test sonuçlarına göre, hem üretim hem de satış serisinin trendli model için, O ve 1/2 fi*ekanslarında birim kök içerdiği görülmüştür. 13 ve 14 numaralı grafikler incelendiğinde, hem satış hem de üretim serisinde GSMH serisinde olduğu gibi yapısal kırılma olduğu gözlen­ mektedir. Bu nedenle yapısal kırılmayı dikkate alan ZA testi ile durağanlığı sınamak yanıltıcı sonuçlara ulaşılmasını engelleyecektir. Sermaye malı üre­ tim ve satış serileri için, ZA testinin sonuçları Tablo 17'de özetlenmiştir. Tablo 17. Sermaye Malı Üreten Sektörlerin Logaritmik Üretim ve Satış Serileri İçin ZA Testi Sonuçlan Z A Test Model A Model C TB )6 16 a -1.1145 (-5.2505) -1.2423 (-6.1188) e -0.6409 (-4.6057) -0.5841 (-4.4893) Y - Üretim 0.0510 (2.1952) Satış TB 16 16 a -1.1123 (-5.3081) -1.2127 (-6.5335) 0 -0.5853 (-4.4541) -0.4901 Y - 0.0600 (2.7424) % 1 -5.34 -5.57 %5 -4.80 -5.08 % 10 -4.58 -4.82 (-4.1093) Kritik Değerler Her iki seri için de Model A ve Model C tahmin edilmiş ve birim kökün varlığını test etmek için hesaplanan a parametresinin t istatistiği, her iki seri için de Model A'da %95; Model C'de ise %99 güven düzeyinde hesaplanan İcritik değerlerden büyük olduğu görülmüştür; istatistiksel açıdan anlamlı olduğu söylenebilir. Hem sermaye mah üretim hem de satışı serisi yapısal kırılmalar dikkate alındığında birim kök içermemektedir, durağandır. Her iki seri için de, reel GSMH serisinde olduğu gibi, kırılma noktası 16'dır (2000:04) ve istatistiksel olarak anlamlıdır. Sermaye malı üreten sektörlerin üretimi ve satışları ile reel GSMH arasındaki ilişki için kurulan regresyon sonuçları Tablo 18'de verilmiştir. Reel GSMH'nm, sermaye malı satışları üzerindeki etkisini araştırmak için kurulan regresyon sonuçlarına bakıldığında, GSMH'nm katsayısının modelde anlamlı olduğu görülmektedir, elastikiyet 2.65'tir; reel GSMH'da %riik bir artış sermaye malı satışlarını yaklaşık %2.65 arttırmaktadır. F testi anlamlı ve R2 değeri oldukça yüksek, %85'tir; GSMH sermaye malı satışlarındaki değişkenliğin yaklaşık %85'ini açıklamaktadır. Bu model için Wallis test istatistiği, 1.29'dur ve bu değer Wallis kritik değerler tablosu ile karşılaştırılınca, modelde otokorelasyon bulunmadığı sonucunu vermektedir. Sermaye malı satışının bağımlı değişken olduğu model için, 2000 yılının 4. çeyreği kukla değişken olarak eklenmiştir; çünkü hem reel GSMH'da hem de sermaye malı üretim ve satış serilerinde bu dönemde yapısal kırılma vardır. Regresyon sonucuna göre, GSMH ve kukla değişkenin istatistiki olarak anlamlı olduğu görülmektedir. Modele kukla değişken ilavesi ile, değerinin 0.84'den 0.86'ya yükseldiği ve F testinin bu model için de anlamlı olduğu görülmektedir. Tablo 18: Sermaye Malı Üreten Sektörler İçin Regresyon Sonuçlan Kukla Değişkensiz Model Kukla Değişkenli Model sabit -31.32288 (-10.45288) -34.75668 (-10.75078) Logaritmik Reel GSMH 2.652519 (15.26823) 2.855872 (15.16434) 11 « Q -0.114594 (-3.280879) Kukla Değ. (2000:04) o R^ 0.853544 0.870502 R^ F ist. Wallis ist. 0.849882 0.863861 233.1189 1.289797 131.0819 1.536713 II sabit (D Logaritmik Reel GSMH ^ "S |î o Kukla Değişkensiz Model Kukla Değişkenli Model 31.23537 (10.25106) 2.647589 (14.98748) -35.25795 (-10.96271) 2.885810 (15.40323) Kukla Değ. (2000:04) -0.134243 (-2.661255) R^ 0.848842 0.872074 R^ F ist. Wallis ist. 0.845064 0.865513 224.6246 1.139059 132.9313 1.428902 Sermaye malı üretiminin bağımlı değişken olduğu modelde de benzer sonuçlar görülmektedir. Kukla değişkensiz model ve kukla değişkenli modelin her ikisinde de bağımsız değişken olan reel GSMH anlamlı olmasına rağmen, kukla değişkenli modelde kukla değişkenin parametresi anlamlı ve değeri de bu modelde daha yüksektir. 3.6. EKONOMETRIK ANALIZIN SONUÇLARı Elde edilen ekonometrik sonuçlara genel olarak bakıldığında, dayanıklı ve dayanıksız tüketim malı ve aramalı üreten sektörlerin logaritmik üretim ve satış serilerinin hepsinin mevsimsel etkiler taşıdığı ve mevsimsel durağan olduğu söylenebilir. Logaritmik reel GSMH ve sermaye malı üreten sektör­ lerin logaritmik üretim ve satışları 2000 yılının dördüncü çeyreğinde yapısal kırılma göstermiş, bu yıldan sonra hızlı bir artış trendi içerisine girmiştir. Bu yapısal kırılmalar da göz önünde bulundurularak logaritmik reel GSMH ve sermaye malı üreten sektörlerin logaritmik üretim ve satışları durağandır, bir başka ifade ile tüm seriler uzun dönemde ortalamalarına dönmektedirler. Türkiye Ekonomisindeki büyüme oranlarının iç piyasa üzerindeki etkisini incelemek için, imalat sanayinin her bir alt sektörün satışlarının bağımlı, reel GSMH'nın bağımsız değişken olduğu modellere bakıldığında, kurulan tüm modellerde reel GSMH'nın satışlar üzerindeki etkisinin anlamlı olduğu görülmektedir. Bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkendeki değişikliği açıklama gücünü gösteren değerlerine bakıldığında ise, hem 2000 yılının son çeyreğinin kukla değişken olduğu modellerde hem kukla değişkensiz modellerde, reel GSMH'nın satışlardaki değişkenliği açıklama gücü sermaye malı üreten sektörlerde %87, ara malı üreten sektörlerde %85, dayanıklı tüketim malı üreten sektörlerde %53 ve dayanıksız tüketim malı üreten sektörlerde %50 olarak tahmin edilmiştir. Dolayısıyla ekonomiye en bağımlı olan sektörlerin sermaye malı ve aramalı üreten sektörler olduğu, dayanıklı ve dayanıksız tüketim malı üreten sektörlerin de bu iki sektörü takip ettiği söylenebilir. Benzer sonuçlara GSMH'nın sektörel üretim üzerinde etkilerini incelemek üzere kurulan modellerde de rastlanmıştır. 1997-2007 (ilk altı ay) yılları arasım kapsayan bu analizde imalat sanayi sektörlerinin GSMH'a bağımlı bir yapı izlediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle son yıllarda ekonomide görülen yüksek büyüme oranlarının yine imalat sanayini dolayısıyla iç piyasanın en geniş bölümünü oluşturan sektörünü büyük oranda etkilediğini söylemek yanlış olmayacaktır. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ İktisadi büyüme, iktisat politikası uygulamalarımn hedefleri arasında ilk sıradadır. İkinci sırada istihdam artışı yani işsizliğin azaltılması gelmektedir. Birinci hedefi ikinci hedef ile eş-anlı olarak elde eden ekonomi yönetimi/hükümetler, bu alanda başarılı sayılırlar. Türkiye'de 2001 kırılması öncesinde, yeterli ve sağlam kaynaklara dayanmayan ekonomik büyüme çabaları, artan/azalan, istikrarsız bir seyir izlemiştir. 1990'lı yıllardan sonra, Türkiye ekonomisinin dışa açıklık derece­ si artmış, dış şoklardan daha ziyade etkilenir olmuştur. Ekonomideki yapısal sorunlar sürdüğü için, kırılganlık riski yükselmiştir. 1990 sonrasında, yıllık reel GSMH artış oranları hem istikrarsız hem de 1991, 1994, 1999 ve 2001 yıllarında fiilen gerilemiştir. Tablo l'de görüldüğü üzere, 1999'da gerileme oranı %-6.5'tir. 1999-2001 döneminde ise ortalama %-3.1 olmuştur. 2001 ekonomik krizi, yaklaşık % lO'luk gerileme ile Cumhuriyet dönemi ekonomi tarihinde en şiddetli ekonomik daralma/küçülme oranına işaret etmektedir. 2002-2006 döneminde ortalama büyüme oranı ise, yaklaşık %7.38 olmuştur. 2007 yılı yıllık büyüme oranı tahmini %5.1 dikkate alındığında, 2002-2007 dönemi ortalama GSMH artış oranı %7 olmaktadır. Bu büyüme oranları, anılan dönemin, reel GSMH artışında en yüksek ve en istikrarlı büyüme sürecinin elde edildiğini göstermektedir. Burada bir gözleme dikkat çekmekte yarar vardır. 2004 yılında en yüksek büyüme oranına %9.9 olarak ulaşıldıktan sonra, artış hızında azalma yönünde bir seyir olduğu açıkça görülmektedir. 2007 yılı yıllık büyüme oranı %5 olarak tahmin edilmektedir. Uluslararası krizin dünya ekonomisini daraltması duru­ munda, 2008'de reel büyüme hızında %5'in de altına inilme riski bulunmak­ tadır. 2006 yılındaki küçük bir uluslararası tehdidin nominal ve dolayısıyla reel faiz oranlarına olumsuz etkileri hatırlanmaktadır. Daha sonra TCMB'nin kısa vadeli faiz oranlarında yaptığı indirimler, beklentilerin tekrar iyimser­ liğe dönüşmesine katkıda bulunmuştur denebilir. Geçmişten günümüze, ülkelerin/ekonomilerin iktisadi büyümeleri üzerinde; emeğin, sermaye faktörünün, doğal kaynaklar ve teşebbüs gücü/organizasyon kabiliyetinin büyük rolleri olduğu söylenegelmiştir. Kıt faktör sermaye ve onun verimli kullanımının, gelişmekte olan ülkelerde kilit unsur olduğu vurgulanmıştır. Bütün bunlar doğrudur. Ancak günümüzde, üretim faktörlerinin niceliklerinden çok nitelikleri önem kazanmıştır. Ar-Ge, bilgi ve teknoloji ile bütün bu faktörlerin arka planında entelektüel sermayeniiı/yetişmiş insan gücünün olduğu, bugün artık genel kabul görmek­ tedir. Yenilikler, yeni yöntem ve yeni mallar yeni teknolojilere dayanmak­ tadır. Rekabetçi üstünlük kavramı ya da ekonomilerin rekabet gücü, yenilik ve teknolojideki gücüne paralel olarak değerlendirilmektedir. Tek başına nüfus/emek ya da yalnızca sermaye değil, bunları bir araya getirerek verimli üretim alanlarında değere dönüştürebilecek teşebbüs gücü çok önemlidir. Teorik-pratik bilgi üretimi; buluşlar, yenilikler ve bunlara dönük olarak yapılan kişisel/kurumsal Ar-Ge faaliyetleri, üretimde, yatırımda ticarette kilit unsurlar durumuna gelmiştir denilebilir. Buna göre nitelikli eğitim/öğretim ve dolayısıyla insan kaynağına yapılan her türlü yatırım, yarattığı dışsal ekonomiler ile, ekonomik faaliyetler için doğrudan destek olarak değerlendirilebilir. Ekonomik büyüme olgusunu, klasik faktörler dışında kavramaya çalışan görüşler, içsel büyüme modellerini literatüre dahil etmişlerdir. Ekonomide fiziki sermayenin üretim faktörü olarak azalan veri­ minin artan verime dönüştürülmesi yeni teknolojilerle mümkündür. Bugün rekabetçi üstünlüklerin temelinde, güçlü bir eğitim ve araştırma altyapısı ile bunların ürünlerini sanayide kullanabilen esnek bir ekonomik yapı vardır. İktisadi büyüme ile istihdam artışı arasında doğrudan ve olumlu bir ilişki vardır. Sektörden sektöre değişmekle birlikte, reel üretim artışları, en ^z kendisi kadar istihdam artışına yol açardı. Ancak, günümüzde büyüme ve istihdam arasındaki kuvvetli pozitif bağ, gittikçe zayıflamaktadır. Emekten tasarruf eden teknolojiler, genellikle verimliliği arttıran gelişmeler olarak ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ve gelişen tüm ekonomilerde mevcut yönelim olarak karşımıza çıkmaktadır. İktisadi politikaların temel hedefi gelir ve istihdamı arttırmak olarak açıklanır. Büyüme yani üretim-gelir artışı yanında, işgücüne çalışma imkan­ larının sağlanması esastır. İşgücüne yeterli istihdam imkanı sağlamayan ekonomik büyüme, işsizlik sorununa çözüm üretemediği sürece makbul ve makul kabul edilemez. Burada sorun, sadece sermaye kıtiığı ile açıklanamaz ya da sorun sadece nüfiisun hızlı artışı olamaz. Toplumun işgücü arzının üretken faaliyetlere katılımının sağlanması iktisat politikası pratiğinin en önemli konusudur. Gelişmekte olan ülkelerde, işgücüne yeterli istihdam sağlanamamasında, genç nüfusa nitelikli eğitim olanaklarının sağlanamaması, işsizlik sorununu besleyen temel etkenlerdendir. Ayrıca, ekonomik yapıda tarımın hızla küçülmesi, sanayi ve hizmetier sektörlerinde yeterli üretim/yatırım artışının sağlanamaması, işsizlik problemi doğurabilmektedir. Türkiye örneğinde soruna bakıldığında, genç nüfusa, özellikle mesleki/tekınk eğitimin yaygmlaştırılamaması ve bu konudaki ideolojik ayrılıkların eğitimde yapılacak reformlara ket vurduğu anlaşılmaktadır. Reel sektörde üretim ve yatırım faaliyetlerinde bulunanlar, eğitirn sektöründen iki temel istekte bulunmaktadır, ilki nitelikli ara elemandır. İkincisi de yenilikler ve buluşlar hususunda sanayi sektörüne destek sağlanması, rekabet gücünün arttırılması ve sürdürülmesi için şart görünmektedir. 2002-2007 döneminde istihdamda, büyümeye paralel yüksek artışlar sağlanamamıştır. Ancak, %11-12'ler düzeyindeki işsizlik oranlarının 2007 yılı sonunda %10'un altında, tek haneli rakamlara gerilediği görülmektedir, işsizlikte Türkiye şartlarında başka bazı faktörler de öne çıkmaktadır. Yüksek işgücü maliyetleri, işletmeleri kayıtdışı istihdama yöneltmektedir. Yapılan araştırmalarda, okul bitirmemiş ya da ilköğretim mezunları ile 65+ yaş nüfusunda önemli oranda kayıtdışılık söz konusudur. İstihdam vergileri yükü en ağır ülkelerin başında %42 ile Türkiye gelmektedir. Diğer taraftan, asgari ücret/katma değer oranı olarak değerlendirildiğinde, en yüksek asgari ücretin Polonya, Kore, AB-15, İngiltere, Çin'e göre Türkiye'de olduğu ifade edilmektedir (TEPAV: 2007,s.27). İşgücü piyasası düzenlemeleri itibariyle en katı piyasanın da yine Türkiye'de olduğu anlaşılmaktadır. Büyümeye paralel olarak istihdamın da arttırılması için, Türkiye'de istihdam üzerindeki vergi yükünün bir an önce düşürülmesi şarttır. OECD'nin yaptığı hesaplara göre özellikle sosyal güvenlik primlerinin en az %50 oranında indirilmesi gerekmektedir. Türkiye'de bÜ5mmenin sürdürülebilmesi ve rekabet gücünün geliştirilmesi buna bağlı olarak değerlendirilmektedir. Zira Türkiye'de emek-yoğun tekstil vb. sektörlerde faaliyet gösteren birçok firma başta Bulgaristan, Romanya ve Türk Cumhuriyetleri olmak üzere, Mısır'a gitmişlerdir. Emek maliyeti konusunda bu ülkelerle Türkiye arasında Türkiye aleyhine uçurumlar vardır. O halde büyümeye paralel olarak istihdamda da aynı oranda artış yakalaya­ bilmek için öncelikle işgücü piyasasına ilişkin reform niteliğinde düzen­ lemeler yapılmasına acilen ihtiyaç vardır. Esasen GEGP çerçevesinde yürütülen reform çalışmaları arasında sayılmış bulunan bu düzenleme ihtiyacının, bugüne kadar geciktirilmesi, hata olarak değerlendirilebilir. Büyümenin kaynaklarına bakıldığında, üç önemli katkı unsurunun yüzde oranları arasında; sermaye birikimi, istihdam artışı ve toplam faktör verimliliği değerleri yer almaktadır. Sermaye birikimi, 2006'da %44.2, istihdam artışı %31.5, TFV ise %24.3 olup, 2007'de bu oranlar sırayla; %43.9, %31.5 ve %14.6'dır. Görüldüğü üzere, sermaye birikiminin. yatırımlara katkısı halen en yüksek unsurdur. İstihdam onu izlerken, TPV en düşük oran olmaktadır. İstihdam artışının katkısı 2005'te %24.9'dan izleyen yıllarda %31.5'e yükselmiştir. Bu durum istihdam artışına esasen işaret etmektedir. Sermaye birikiminin payı istikrarsızlık göstermektedir. Ancak, 2000 yılı öncesi 10 yıllık dönemde %73.2'dir. 2000-2004 döneminde yo66.9'a gerilerken, 2005-2008 döneminde ortalama %41.6 olması beklen­ mektedir. Ekonomik büyümenin kaynaklarına, talep cephesinden bakıldığında, özel tüketim harcamaları kalemi, diğerlerine göre esas belirleyici unsur olmak­ tadır. Nitekim, özel tüketim harcamalarının payı 2002'de %63 iken, 2005'te %65, 2006'da %71.4 olmuş, 2007'de ise %69.9 olması öngörülmektedir. Dolayısıyla özel tüketim harcamalarının GSMH'ye oranı yükselmektedir. Diğer taraftan özel yatırım harcamalarının 2002 sonrası oranlarında da yükselme gözlenmektedir. Nitekim 2002 değeri %12.8 ve bir önceki yıla göre %5.3 azalırken, 2005'te %22.3 ile en yüksek paya ulaşmıştır. 2006'da %18.6 olarak gerçekleşen payın 2007'de %19.2, 2008'de %19.7 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Bu parametrelerdeki değişimler, iktisadi büyümedeki artışların sanal değil, bizzat tüketim ve yatırımlardaki artışlara dayalı olarak büyük ölçüde gerçekleştiği sonucunu ortaya koymaktadır. KAYNAKÇA AKTAN Coşkun Can, İSTİKLAL V. Vural, 2004, "Yeni Ekonomi ve Yeni Rekabet", TİSK Yaymı no:253, Ankara. AY Ahmet, 2007, "Tarihsel Süreç İçerisinde Türkiye'de Büyüme", Türkiye Ekonomisi Makroekonomik Sorunlar ve Çözüm Önerileri (Ed: Ahmet AY), Çizgi Kitapevi, Konya. AY Ahmet, KARAÇOR Zeynep, 2006, "2001 Sonrası Dönemde Türkiye Ekonomisinde Krizden Büyümeye Geçiş Üzerine bir Tartışma", www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sosmak/makaleler BAŞOĞLU Ufuk, ÖLMEZOĞULLARI Nalan, PARASIZ İlker, 2004, "İkti­ satta Devrimler Karşı Devrimler", 2. Baskı, Alfa Yayınları ÇİL YAVUZ Nilgün, 2006, "Türkiye'de Turizm Gelirlerinin Ekonomik Büyümeye Etkisinin Testi: Yapısal Kırılma Ve Nedensellik Analizi", Doğuş Üniversitesi Dergisi, 7 (2),162-171. EĞİLMEZ Mahfı, KUMCU Ercan, (2003): "Ekonomi Politikası Teori ve Türkiye Uygulaması", 4. Baskı, Om Yayınevi, İstanbul. ERTÜRK Emin, 1999, "Makro İktisat" Alfa Yayınları, İstanbul ERTÜZÜN Tevfık, 1984, "İktisat Politikası Modelleri", İ.Ü İktisat Falcültesi, Yayın no: 503, İstanbul GÖKTAŞ Özlem, 2005, "Teorik ve Uygulamalı Zaman Serileri Analizi", Beşir Kitabevi, İstanbul HİÇ Mükerrem, 1975, "Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler", İ.Ü İktisat Fakültesi, Yayın no: 2143, İstanbul HYLLEBERG, S., ENGLE, R. F., GRANGER, C. W. J., YOO, B. S., 1990, "Seasonal integration and cointegration". Journal of Econometrics, 44, 215238. İSO, 2004, "Özel İmalat Sanayiinde Toplam Faktör Verimliliği", İstanbul Sanayi Odası yayını, İstanbul İZMEN Ümit, FİLİZTEKlN Alpay, YILMAZ Kamil, 2005, "Türkiye'de Büyüme Perspektifleri, Makroekonomik Çerçeve Dinamikler/Strateji", TÜSİAD yaymı, İstanbul KÖSE Ahmet Haşim, 1992, "Büyüme ve Verimlilik" Milli Prodüktivite Merkezi Yaymı, 471, Ankara ÖCAL Tezer, 2007, "Makro İktisat", İkinci Sayfa Yaymevi, İstanbul PAKDEMİRLİ Ekrem, 2003, "Türkiye'de Milli Gelir Hesaplamaları" Milli Gelir Hesaplamaları Semineri içerisinde s. 27-72, İktisadi Araştırmalar Vakfı Yayını İstanbul PARASIZ İlker, 2006, "Makro Ekonomi Teori ve Politika", 9. Baskı. Ezgi Kitapevi. Bursa. SAYGILI Şeref, CİHAN Cengiz, YAVAN Zafer Ali, 2006, "Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme, Türkiye Deneyimi, Riskler Fırsatlar", TÜSİAD Yayını, İstanbul TEP AV, 2007, "İstihdam Politikası Ve Türkiye", www.tepav.org.tr UNAY Cafer, 2001, "Makro Ekonomi", Vipaş Yayınları, Bursa UZAY Nısfet, 2005, "Verimlilik ve Büyüme", Nobel Yayın Dağıtım, Ankara ÜLGENER Sabri, 1986, "Milli Gelir İstihdam İktisadi Büyüme", 6. Baskı, Filiz Kitapevi, İstanbul YILMAZ Selman, 2006, "Malaoekonomik Teoride Yatırım Büyüme ve Enflasyon", Beşir Kitapevi, İstanbul YILMAZ Kamil, AKÇAY Cevdet, ALPER Emre, 2002, "Enflasyon ve Büyüme Dinamikleri", TÜSİAD Yayını, İstanbul ZIVOT, E., ANDREWS, D.W.K., 1992, "Further evidence on the great crash, the oil-price shock,and the unit-root hypothesis" Journal of Business & Economic Statistic, 10, 251-270. EK İMALAT SANAYİ İÇİN NACE TAMMLARI NACE 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 NACE TANIME Gıda ürünleri ve içecek imalatı Tütün ürünleri imalatı Tekstil ürünleri imalatı Giyim eşyası imalatı; kürkün işlenmesi ve boyanması Derinin tabaklanması ve işlenmesi; bavul, el çantası, saraçlık, koşum takımı ve ayakkabı imalatı Ağaç ve ağaç mantarı ürünleri imalatı (mobilya hariç); saz, saman ve benzeri malzemelerden, örülerek yapılan eşyaların imalatı Kağıt hamuru, kağıt ve kağıt ürünleri imalatı Basım ve yayım; plak, kaset ve benzeri kayıtlı medyanın çoğaltılması Kok kömürü, rafine edilmiş petrol ürünleri ve nükleer yakıt imalatı Kimyasal madde ve ürünlerin imalatı Plastik ve kauçuk ürünleri imalatı Metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı Ana metal sanayii Makine ve teçhizatı hariç; fabrikasyon metal ürünleri imalatı Başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat imalatı Büro makineleri ve bilgisayar imalatı Başka yerde sınıflandırılmamış elektrikli makine ve cihazların imalatı Radyo, televizyon, haberleşme teçhizatı ve cihazları imalatı Tıbbi aletler; hassas ve optik aletler ile saat imalatı Motorlu kara taşıtı, römork ve yarı römork imalatı Diğer ulaşım araçlarının imalatı Mobilya imalatı; başka yerde sınıflandırılmamış diğer imalatlar Geri dönüşüm İTO YAYINLARI (2007) 2007-1 2007-2 2007-3 2007-4 2007-5 2007-6 2007-7 2007-8 2007-9 2007-10 2007-11 2007-12 2007-13 2007-14 2007-15 2007-16 2007-17 2007-18 2007-19 2007-20 2007-21 2007-22 2007-23 2007-24 2007-25 2007-26 2007-27 2007-28 2007-29 2007-30 2007-31 2007-32 Sigortacılık Yasa Tasansmm Getirdikleri İstanbul Tehlikeli Atık Bertaraf Projesi Fizibilite Etüdü Türk Yan Sanayi Borsası Üye Profili Araştmnası Kimyasal Ambalaj ve Atıklann Çevreye Etkileri ve Zararlarının Önlenmesi Türkiye'de Kalıpçılık Sektörünün Bugünü ve Yarım Otomotiv Sektöründe Grup Muafiyeti ve Yeni Dönem KOBİ Borsaları 2007 Yılı İndirimli Kuruluşlar Rehberi Kredi Kartı Kullanmumn Tüketici Alışkanlıklarına ve Alışverişlerin Yer, Zaman ve Marka Tercihlerine Etkisi Fiyat İndeksleri Yeni Zelanda İhracat Pazar Araştırması Müzik Eserleri Üzerindeki Telif Hakları ve Uluslararası Uygulamalar Bilirkişi Bilgilendirme Otomotiv Sektörü ve Çin Mallarıyla Rekabet Gücü Hazır Giyim Sektörü ve Çin Mallanyla Rekabet Gücü Ayakkabı Sektörü ve Çin Mallanyla Rekabet Gücü Mobilya Sektörü ve Çin Mallarıyla Rekabet Gücü İnşaat Sektörü ve Çin Mallanyla Rekabet Gücü Konfeksiyon Sektörü ve Çin Mallarıyla Rekabet Gücü Ev Tekstili Sektörü ve Çin Mallarıyla Rekabet Gücü Makine Sektörü ve Çin Mallanyla Rekabet Gücü Oyuncak Sektörü ve Çin Mallarıyla Rekabet Gücü Kırtasiye Sektörü ve Çin Mallanyla Rekabet Gücü Züccaciye Sektörü ve Çin Mallarıyla Rekabet Gücü Türkiye Pirinç Piyasasının Sorunlan ve Çeltik Üretim PotansiyeU Lisansh Depoculuğun ve Teslimata Bağh İşlemlerin Türkiye Tanm Ürünleri Piyasasına ve Vadeli İşlemlere Olası Etkileri Küreselleşen Ekonomi İçerisinde Ortaya Çıkan Yeni Dağıtım Kanallan:Yaşanan Sorunlar ve Çözüm Önerileri Ülkemizde Atık Yönetimi İdaresine İlişkin Düzenlemeler ve Kazançlı Çevre İdaresi Enerji Sektörünün Geleceği, Alternatif Enerji Kaynakları ve Türkiye'nin Önündeki Fırsatlar 100 Soruda Mortgage Uygulamalan Rami Gıda Toptancılannm Rekabet Gücünün Gehştirilmesi Ekonomik Göstergeler 2007-33 Türkiye'de Şeker ve Şekerpancarı Üretiminde Kota Sistemine Geçiş, Bugünkü Durum ve Geleceği 2007-34 İstihdam Perspektifinde AB Sürecinde Türk Tarımının Genel Sorunları ve Çözüm Önerileri 2007-35 Müzakere Süreci ve AB Müktesebatına Uyumun İş Dünyasına Etkileri 2007-36 Türkiye'de Kurumsal Sosyal Sorumluluk Anlayışının Gelişiminde Meslek ve Sivil Toplum Kuruluşları 2007-37 İstanbul'un Rekabetçi Sektörleri 2007-38 Osmanlı Misafirperverliği ve Avrupa'daki Yankılan 2007-39 1.İT0 Tekstil Şurası 2007-40 İsviçre Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu'nun Ahmşımn 80 Yıh 2007-41 Yeni Müşteri 2007-42 Eski Eser Binaların Yapımında Yaşanan Bürokratik Zorluklar 2007-43 Rakamlarla Türkiye Ekonomisi 2007-44 Turkey in Figures 2007-45 International Commercial Arbitration Law Comparative Survey 2007-46 Asgari Ücrette Esnek Modelleme: Bölgesel Asgari Ücret Yaklaşımı 2007-47 Avrupa Birliği'nin Türk KOBİ'lerine Yönelik Programları Rehberi 2007-48 Nasıl E-ticaret Yapılır? 2007-49 Yargıtay Kararları Işığında Sorularla 4857 Sayılı İş Yasası 2007-50 Avrupa Birliği Fonları ve Türkiye'nin Kullanım Koşulları Rehberi 2007-51 Türkiye İçin Model Olabilecek Ülkelerde Uygulanan Teşvik Uygulamaları ve Ülkemize Uygulanabilirliği 2007-52 İstanbul'un Ekonomik ve Sosyal Göstergeleri 2007-53 Social and Economic Indicators of İstanbul 2007-54 Başanh İhracatçılar 2006 (kitap+cd) 2007-55 Türkiye ve Avrupa Birliği'nde Sermaye Şirketleri Reformu 2007-56 Elektronik İmza ve Uygulamaları 2007-57 Küreselleşme Sürecinde Refah Devleti 2007-58 Tanm Sayımı ve Tarımda Alternatif Ürünler Geliştirilmesi 2007-59 Başanh Vergi Mükellefleri 2006 2007-60 İstanbul Ticaret Odası: Görev ve Hizmetler 2007-61 Risk Sermayesi Finansman Yönetimi 2007-62 Dünyada ve Türkiye'de Akılh Tekstiller 2007-63 2006 Yılı İstanbul Küçük Sanayi Kapasite Kullanım Araştırması 2007-64 İnternet Üzerinde Güvenlik Sorunları ve Güvenli Ticaret Yapmanın Yollan 2007-65 Ekonomik Rapor 2007-67 Turkey Your Business Partner 2007-68 Gümrük Birliği'nin Getirdikleri ve Götürdükleri: Dış Ticaret Vergileri ve İhracat Gelirleri Analizi 2007-69 Türkiye'de Turizm Ekonomisi 2007-70 Elektronik İmza Uygulamasının Mobil Sistemler Üzerinde Kullanımı 2007-71 Tekstil Aksesuarları Sektörünün Sorunlan ve Çözüm Önerileri 2007-72 Jenerik İlacın Önemi ve Sorunlan 2007-73 Dünden Bugüne İstanbul'un İşgücü ve İstihdam Yapısı 2007-74 Ekonometrik Rekabet Modelleme Pazar Tepki Analizi ve Talep Tahmini 2007-75 Economic Report ÎTO YAYINLARI (2008) 2008-1 2008-2 2008-3 2008-4 2008-5 2008-6 2008-7 2008-8 2008-9 2008-10 2008-11 2008-12 2008-13 2008-14 2008-15 2008-16 2008-17 2008-18 2008-19 2008-20 Türkiye'nin Küreselleşmesi Fırsatlar ve Tehditler (3 cilt) İnternet Üzerinde Hukuki Yükümlülükler - Bilişim Suçları Avrupa Birliği'ne Uyum Sürecinde Otomotiv Sektörü Rehberi Türkiye'de KOBİ'lerin BASEL IFye Uyum Süreci ve Öneriler Orta Asya'da Girişimcilik: Fırsatlar, Sorunlar ve Çözüm Önerileri Lonca'dan Oda'ya Nadir Eserler Katalogu Organik Pamuk ve Tekstil Sanayi İş Dünyasına Yönelik Bilgi Merkezleri İstanbul Ticaret Odası Görev ve Hizmetler Uluslararası Hizmet Ticaretinde Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye İstanbul'da Şiddet ve Şiddetin Sosyolojik Arka Planı İhracat YöneUmli Yabancı Yatn-ım Ortamı: Karşıhştırmah Bir Analiz ve Politika Önerileri AB ve Diğer Uluslararası Birlikler ile İlişkilerde Türkiye'nin Seçenekleri Yöneticilerin Toplantı Yönetimi Becerileri ve Çalışanların Karar­ lara Katılma Düzeyleri Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi Yöneticilerin Liderlik Stilleri, Değişim Yönetimi ve Ekip Çalış­ ması Arasındaki İlişkilerin Çok Yönlü Olarak Değerlendirilmesi Kozmetik, Güzellik ve Itriyat Sektörünün Sorunları, Çözüm Önerileri ve Geleceği Fiyat İndeksleri Öğrenci Yönetmeliği Yeni Başlayanlar İçin Tüccarlığın Prensipleri Dersaadet / İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası'nda Kayıtlı Olan Banker, Tüccar ve Komisyoncuların İsimleri 2008-21 İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Mecmuası 2008-22 Sigortacılık Yasası, Yeni Yönetmelikler, Yeterlilik Belgesi ve Levhalar 2008-23 Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelere Yönelik Vergi Teşvik Pohtikası 2008-24 Küreselleşme Sürecinde Rekabet Gücünün Artırılması ve Türkiye'deki KOBİ'ler 2008-25 Sigorta Sektörünün, Sigorta Düzenleme ve Denetleme Yasasından Beklentileri ve Vergi Problemleri 2008-26 Türkiye'de Sınır Ticaretinin Gelişimi ve Mevcut Durumu 2008-27 Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Eksik ve Aksak Yönleri ile Tadiline İlişkin Çözüm Önerileri 2008-30 Solvent ve Baz Yağların Kullanımına Yönelik Karşılaşılan Sektör Sorunları 2008-31 Enerji ve Çevre Uyumu 2008-32 Dünyada Türkiye ve İstanbul (Broşür) 2008-33 Turkey & İstanbul in the World (broşür) 2008-34 Türkiye'de Kongre Turizmini Geliştirme İmkanları 2008-35 Sahra Altı Ülkeleri Pazar Araştırması: Senegal, Mali, Fildişi Sahili, Gana 2008-36 Avrupa Birliği Vergi Sisteminde Gelişmeler 2008-37 Osmanlı Misafirperverhği ve Avrupa'daki Yankılan (2.baskı) 2008-38 20 Soruda Reach: AB'nin Yeni Kimyasallar Stratejisi 2008-39 Mikroenerji Santralleri 2008-40 AB ve Türkiye'de Sosyal Diyalogun Gelişimi 2008-42 Milano Ulusal ve Uluslararası Tahkim Odası Tahkim Kuralları 2008-43 Makro Ekonomik Göstergeler 2008-44 Kamu İhale Kanunu'na Göre Sağlık ve İnşaat Sektörlerinde Teklif Hazırlama ve Sözleşme Yönetimi 2008-45 Rakamlarla İstanbul Ekonomisi 2008-46 istanbul in Figures 2008-49 Türk Yan Sanayi Borsası Üye ProfiH Araştırması 2008-50 Türk Bankacılık Sektöründe Yabancılaşma: Risk mi. Fırsat mı? 2008-51 Uluslararası Finans Merkezi Olarak istanbul'un Yapılanması ve Finans Kümelenmesi * Ekim 2008 itibariyle. Not: 2004 yılı ve sonrası çıkan bütün yayınlarımıza internet sitemizden tam metin olarak ücretsiz ulaşılabilmektedir.