Kürşat Kahramanoğlu Aktivizm Seminerleri-1

advertisement
Aktivizm Seminerleri-1
“Eşitliğin Hiyerarşisi: Eşcinsellik ve İnsan Hakları”
Dr. Kürşad Kahramanoğlu,
Uluslararası Lezbiyen ve Gay Birliği Genel Sekreteri
Prof. Dr. Turgut Tarhanlı:
Yüksek lisans programı çerçevesinde “İnsan Hakları Aktivizmi” adlı bir dersimiz var
ve bu sene dördüncü yılına girdi. Bu ders biraz avangard bir ders çünkü insan hakları hukuku
olmasına rağmen aslında hukuka da nasıl meydan okunabileceğine ilişkin aktivizm
tekniklerini, yöntemlerini de ele alıyoruz. Dersin tabii ki teorik olarak yürüyen kısımları
yanında, bir çok yabancı uluslararası insan hakları örgütünün temsilcilerini buraya davet
etmek suretiyle ve tabii Türkiye’deki insan hakları hareketinin de önde gelen temsilcilerini de
hem teoriyi hem pratiği bir araya getirmeye çalışıyoruz. İlk defa bu programa katılanlar
açısından bilgi vermek için söylüyorum. Dolayısıyla aranızda bu dersi alan öğrencilerim de
var ama bu açık bir ders ve özellikle de konferanslar kesimini tamamen açık yapıyoruz.
Bugün de gördüğünüz gibi olabildiğince karşılıklı bir etkileşimi hem bu deneyimi bize sunan
konuşmacılarımızla hem de Türkiye’deki insan hakları hareketinin veya buna ilgi duyan
katılımcıların katkılarıyla tartışmayı zenginleştirmeye çalışıyoruz. Bu dönemde bu şekilde üç
konuşmamız olacak. Bunlardan ilki bugün Sayın Kürşad Kahramanoğlu’yla birlikte birazdan
başlayacak. İkincisi 10 Aralık’ta İnsan Hakları Günü olduğu için de önemsiyoruz.
International Pen’in -uluslararası yazarlar, yazar haklarını koruyan örgütü biliyorsunuzdurözel bir komitesi olan “Writers in Prison Commitee” yani Cezaevindeki Yazarlar
Komitesi’nin Direktörü Sarah Wyatt bizimle olacak. Türkiye’de ki son dönemde yazarlara
yönelik özellikle adli-idari müdahaleleri de dikkate alacak olursak -o dönemde de buna
ilişkin önemli davalardan biri Orhan Pamuk davası o hafta görülecek- gündem açısından
önemli olacağını düşünüyoruz. Hemen bir hafta sonra da 17 Aralık Cumartesi günü de bir
Japon fotoğrafçı Satoshi Kazama bizimle olacak. Kendisi cezaevindeki kişilerin haklarıyla
ilgili olarak çektiği filmler ve tartışmalı toplantılarıyla çok tanınmıştır. Bu konuya ilişkin
kişisel öykülerle birlikte özellikle de ölüm koridorunda bekleyen, yani idama mahkum olmuş
çocukların cezaevi şartlarıyla ilgili olarak 17 Aralık’da bizimle olacak. Ben hemen şimdi
bugünkü toplantıya geçmek ve kısaca -tanıyanlarınız tahmin ediyorum çoktur- tanımayanlar
için Sayın Kürşad Kahramanoğlu hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum. Kendisi halihazırda
International Lesbian and Gay Association, kısaca ILGA diye adlandırılan ve uluslararası
hareketin çok önemli uluslarası örgütlerinden biri olan ILGA’nın, genel sekreteri. 1999
yılından beri bu görevi üstleniyor ve görevi de iki kez yenilendi. Fakat çalışma alanı sadece
bununla sınırlı değil ve uzun yıllardır Britanya’da yaşıyor. Aynı zamanda Manchester
Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi ve bu alanda, özellikle etik konusunda çalışmaları
var. Ayrıca Manchester Üniversitesi’nin “Oriantal Studies” bölümünde de dersler vermiş bir
kişi. Fakat bir ayağı da akademik hayatın dışında sokakta duruyor çünkü sendikal hareketin,
İngiltere sendikal hareketinin önde gelen sendikalarından “UNISON”ın 12-13 yıl boyunca
önemli görevlerinden birini üstlendi. Hatta şunu söyleyebilirim biraz diğer faaliyet alanlarıyla
da bağlantılı bu sendika kamu hizmetlileri sendikası, Britanya’da ve sadece kol emekçilerini
değil kafa emekçilerini de bünyesinde barındıran ve 1.5 milyona yakın üyesi olan büyük bir
sendika. Mavi yakalılar ve beyaz yakalıları bunyesinde topluyor fakat sendikada yaklaşık
12-13 yıl boyunca bir göreve başlamasının aslında başlangıcı ILGA bakımından yani
International Lesbian and Gay Movement hareketi bakımından önem taşıyor. Sendika bu
amaçla kendisini sendikada faaliyette bulunması için görevlendirmiş. Yani aynı zamanda
1
çalışanlarının bu açıdan da haklarının korunması bakımından bu alanda önemli katkıları olan
bir kişi olarak sendikada da hizmette bulunması için böyle bir süreyi de orada geçirmiş. Ben
çok fazla uzatmadan sözü asıl sahibine vereyim. Bir usule ilişkin bir hatırlatma, kendisinin bir
yarım saat- kırk dakika kadar sunuşu olacaktır, sonra çok kısa bir ara vereceğiz. 15.30 da
toplantıyı başka bir toplantı nedeniyle de bitirmek zorundayız. Belki bir 5-10 dakika
uzatabiliriz ama o kadar. Fakat 2. kısımda da söz tamamen sizin olacak, soru, cevap, tartışma,
görüş ve yorumla yani olabildiğince aktif bir biçimde ikinci bölümü de aktif bir şekilde
yürüteceğiz. Kürşad Bey buyrun.
Kürşad Kahramanoğlu:
Çok teşekkür ediyorum. Merhaba arkadaşlar uzun zamandır bende sınıfa girmediğim
için hele ki burası hakikaten mahkeme salonuna benziyor, sanki burada hakim gibi
oturuyorum. Fakat eminim ki ikinci yarıda rollerimizi değiştireceğiz. Burası bir üniversite
olduğu için tabii ki sizlerden her türlü soruyu ve yorumu bekliyorum. Yani yorum ve
sorularınızın ancak sınırı söyleyeğiniz şeylerin pırıltısı veya sizi utandırması olmalı. Bunun
dışında her türlü şeyi burada konuşabiliriz. Başlamadan evvel İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne
beni davet ettiği ve bu imkanı sağladığı için teşekkür etmek istiyorum. Benim için burada
bulunmak hem bir zevk hem bir gurur. Şimdi önce bir girizgah yapalım eğer mümkünse. Biz
bu dersin yada konuşmanın başlığını “Eşitliğin Hiyerarşisi” diye koyduk ama biraz seksi
geldiği için koyduk aslında. Anlatacağım şeyler bununla ilgili değil. Peki neden bunu
koyduğumuzu sorarsanız, ben aslında size çok daha pratik ve aktivizmle ilgili birşey anlatmak
istiyorum. Ama bunu baştan niye konuşuyorum derseniz benim son 10 senedir ana temam bu.
Bu anatema çok önemli ve bunu her yerde ne yaparsam yapayım belirtmek ihtiyacı
duyuyorum. Çünkü dünyanın her yerinde, hemen hemen her yerde ayrımcılığa uğrayanların
hiyerarşisi var. Özellikle ülkemizde bu çok önemli. Neden önemli olduğunu çok kısa
açıklamaya çalışayım. Şunun için önemli; ayrımcılığın hiyerarşisi olduğu zaman dördüncü ve
en son büyük insan hakları hareketi dediğimiz eşcinsel hakları daima bu listenin sonunda
geliyor. Yani insanlara daha birinci etapta, bunun insan hakları olduğunu anlatma sorunu var.
Bu sadece Türkiye’ye mahsus değil. Mesela benim daha önce yıllarca çalıştığım ve
bulunduğum İngiltere’de de böyle. Sendika mesela sonunda bu işi anladı ve çok önem
vermeye başladı. Ama sendikadaki ilk mücadele eşcinsel haklarının bir insan hakkı olduğunu
sendikaya kabul ettirmekle başladı. Eşcinsel haklarında, büyük bir handikaptır nedenini
sorarsanız, birçok insan bunun seksle ilgili birşey olduğunu düşündüğü için eşcinsel
haklarından bahseder bahsetmez ya utanırlar, ya kıkırdarlar, ya da agresifleşirler. Onun için
bu hakkın bir insan hakkı olduğu konuşması bir sorundur ve bu da hiyerarşiyle bağlantılıdır.
Mesela kadın hakları konusunda birçok ihlal var ama hiçbir zaman kadın haklarının bir hak
olduğunun kavgasını yapmaya gerek yoktur. Veyahut ırk ayrımcılığının kavgasını yapmaya
gerek olmaz. Maalesef bu hiyerarşi işi bizim gibi bu işin pratiğini yapan insanların ilk önce
savaşmaları gereken şeydir. O yüzden de, cinsellik yönünden açık olmanın aktivizm
yönünden önemli olduğunu bir politik hareket olarak, duruş olarak her zaman söylüyoruz.
Tabii haklar göreceli olarak zamanla kazanılıyor. Bu kazançlar sonunda, insanlar eskisine
rağmen biraz daha eşit oluyorlar. Fakat neticede prensip olarak yarı veya biraz daha eşit, eşit
değil demektir diyoruz. Yani bir örnek vereyim. Mesela İngiltere’de rüşt yaşı, benim için bu
dersin en heyecan verici şeylerinden biri 28 senedir ilk defa bu konuyu Türkçe anlatmak
durumundayım, sürçü lisan edersem özür diliyorum sizden. Ukalalık olsun diye araya
İngilizce kelimeler sıkıştırmamdan değil, hakikaten Türkçesi’ni bulamamam ve
bilemememdendir, inşallah anlayışla karşılarsınız. İngiltere’deki rüşt yaşı yani bir insanın
cinsel ilişkiye girmede ne zaman serbest olacağı yaş, uzun süreler politik bir tartışma olarak
devam etti. Çünkü ben İngiltere’ye 77 yılında geldiğim zaman zaten eşcinsellik daha yeni
2
legalize edilmişti. Ve eşcinsellik yaşı erkekler için 21, kadınlar için yoktu. Yani lezbiyenler
için, heteroseksüeller için 16 idi ve bu çok enteresan birşeydir. Niçin lezbiyenler için yok
derseniz Victoria zamanında eşcinsellik illegal hale getirildiği ve hapse atılması gereken çok
ciddi bir suç haline getirildiği zaman, kanun Kraliçenin önüne konulduğunda, Kraliçe
Victoria’nın önüne konulduğunda buna çok sinirlenmiş. İki kadının cinsel ilişkisinin
olabileceği fikri bile onu çok sinirlendirmiş ve böylece kanundan bu çıkartılmış. Anlatılan
hikaye budur. Yani bunun ne kadar tarihsel ve bilimsel gerçekliği var bilmiyoruz ama önemi
o dönemdeki İngiltere’de ki yaklaşımı göstermesi yönünden var. Lezbiyenlik konusu iki
kadının cinsel ilişkisi hiçbir şekilde kanunda belirtilmemiştir. İki erkeğin ilişkisi çok ağır
şekilde cezalandırılmıştır ve sonradan legalize edildiği zaman, İngiltere’de 60’lı yılların
sonuna doğru, 70’li yılların başlarında, erkekler için legal ilişki kurma yaşı 21 kabul
edilmiştir. Şimdi bu bir eşitlik değil, yani neden bir kadın ve erkek 16 yaşından sonra cinsel
ilişki içine girebiliyor legal olarak da iki erkek bunu 16-21 yaş arasında yapamıyor. Bu 15-20
sene süren bir tartışma konusu olmuştur. Politik partiler içinde, parlamentoda, sendikalarda,
bütün İngiltere’de, bu işle ilgilenen ve söyleyecek lafı olan insanlar, gruplar ve
organizasyonlar arasında. Sonunda Thacher döneminde değil de onu takip eden John Major’ın
başbakanlığı döneminde, ama yine de tutucu partinin iktidarda olduğu dönemde, bu 21’den
18’e indirilmiştir. Tabii bu da aktivistler tarafından kabul görmedi çünkü yine biraz evvel
söylediğim gibi bu bir eşitlik değil. Neden bir erkekle kadının 16 yaşında cinsel olgunluğa
ulaşığı kabul edilip, ilişkiye girmeleri kanun tarafında kabul ediliyor? Fakat bu o dönemki
iktidarlar tarafından çok büyük bir başarıymış gibi kabul edilip bizim tarafımızdan da kabul
görmesi beklendi. Tabi sonunda İngiltere’de 15 sene falan gibi süren bir mücadele sonunda bu
eşitlendi yani yarı veya biraz daha eşit, eşit değildir demekten kastımız bu. Bu konuda son
zamanlarda eşcinsel hareketin, sağda solda duyuyorsunuz, en önem verdiği şey, aynı cinsten
insanların evlenmesi gibi görünüyor. Bunun nedeni de aslında bununla politik olarak ilgilidir.
Çünkü benim tanıdığım en az yüzlerce binlerce eşcinsel var ki bir çoğu evlilik müessesesine
sıcak bakmıyorlar. Evlenmek onlar için evlenme hakkı bir politik mücadele. Fakat dünyanın
bir çok ülkesinde, yine mesela İngiltere’de evli çiftlerin bazı imtiyazları var. İngiltere’de evli
çiftler bekarlara göre daha az vergi verirler. Evlendikten sonra evli olduğun insanın üzerinde
bazı hak ve yaptırımları var. İşte ameliyat olmasına, gömülmesine kadar, mirasına kadar, ilgili
hukuk açısından önemli yerleri var. Evlilik onun için çok önemli politik bir konu haline geldi.
Mesela şöyle bir durum var. 30 sene iki tane lezbiyen bir arada yaşıyorlar. İki kadın gayet
mutlu bir çift olarak 30 sene bir evlilik hayatları, beraberlikleri oluyor fakat ölünce, eşlerden
bir tanesini ailesi geliyor ve evden atıyor. Ailesi geliyor ve diyor ki böyle bir ilişki yok, siz 30
sene yaşamış olabilirsiniz ama kanun gözünde beraber değilsiniz. Bu yüzden evlilik konusu
önemli. Son olarak da başkalarının ayrımcılığa uğradığı bir toplumda veya da dünyada eşitlik
yok demektir. Bu çok önemli. Özellikle yine Türkiye gibi eşcinsellik konusunda insan hakları
mücadelesinin başlarında olduğumuz ülkelerde bunu devamlı söylemek zorundayız. Çünkü
herşeyden önce diğer insan hakları mücadelecilerini kazanmamız gerekiyor. Onların da bu
prensibe sahip olmaları lazım. Yani Türkiye’de, bazı grupların hakları alınmış bazı grupların
hakları alınmamışsa, eşitliğin ciddi olarak konuşulduğu bir yer olamaz. Bu çok önemli bir
prensip. Son olarak bunu şunun için söylüyorum. Dediğim gibi bu prensipten hareket
etmezsek benim gördüğüm, anladığım, ve pratiğini yaptığım kadarıyla eşit haklar konusunu,
genel olarak insan hakları konusunu ilerletemeyeceğimizi düşünüyorum. Çünkü o zaman
şöyle durumlar ortaya çıkıyor. Türkiye mesela bunun çok enteresan ve tipik bir örneği. Eşitlik
konusu birkaç tane kaleme indiriliyor. Dışardan eğer Türkiye’yi hiç bilmeyen bir insan
Türkçesi olsa gelip bir ay kalıp takip etse televizyonu, radyoyu, gazeteyi Türkiye’deki eşitlik
konularını ne olarak görecek. Türban. Ondan başka eşitlik konusu yok mesela Türkiye’de,
biraz belki Kürt dilinin kullanılması gibi yani azınlık haklarının diğer bir parçası olan değişik
dil, din ve ırkdan gelen insanların, konularında bazı şeyler görecek ama eşcinsellik hakkında
3
ciddi birşey duyması çok zordur. Magazin haberler dışında. Bu da kesin olarak eşitliğin
hiyerarşisinden geliyor ve biz bunu baştan reddetmek durumundayız diye düşünüyorum. Veya
reddetmezsek fazla bir ilerleme kaydetme şansımız olacağını düşünmüyorum. Şimdi ben size
biraz background olsun diye ILGA hakkında azıcık bahsedeyim; International Lesbian and
Gay Assosiation dünyadaki lezbiyen, gay, biseksüel ve transeksüel grup ve bireyleri biraraya
getiren yegane kuruluştur. Bu organizasyonun üyeleri, esas üyeleri diyoruz biz onlara, esas
üye olmalarının nedeni o üyeler oy verebiliyorlar, organizasyonun politikasını
kararlaştırabiliyorlar. Yani bunlar, değişik ülkelerdeki, 90 ülkede, 400’ün üzerinde, lezbiyen,
gay, biseksüel ve transeksüel veyahutta bunların karışımı yahutta ayrı ayrı tek başlarına
gruplardır. Bunlar ILGA’nın tam üyeleridir. Dediğim gibi organizasyonun politikasını
kararlaştırmak ve oy vererek, işte benim gibi insanları organizasyonların başına seçmek gibi
fonksiyonlar onlara mahsustur. Bunun dışında bireyler tabii üye olabilirler fakat bu bireylerin
üyeliği bir organizasyon üyeliği gibi değil daha çok bilgi almak içindir. Bir de desteklemek
babında bizim “associated members” dediğimiz, kendileri eşcinsel organizasyonu olmadığı
halde bizi destekleyen organizasyonlar vardır. Mesela Amsterdam Belediyesi gibi.
Amsterdam Belediyesi tabii ki, ve maalesef bir eşcinsel organizasyonu değil ama eşscinsel
haklarını ciddiye alan bir belediye olduğu için bizim üyemiz. Veyahutta Education
International gibi, Education International dünyadaki öğretmen sendikalarının
konfederasyonu, 35 milyona yakın üyesi olan milletlerarası sendikal bir sekreteryadır, o da
bizim üyemiz. Tabii ki bütün öğretmen sendikalarının üyeleri gay, lezbiyen, biseksüel veya
transeksüel değiller ama bu sendika milletlerarası alanda bizi destekler ve bunun gibi başka
örnekler de var. ILGA’nın tabii dünyayı değiştirmek gibi çok ciddi bir iddiası olduğu için
bunu tek başına Belçika’da ki merkezde oturarak yapması mümkün değil. Onun için üç aşağı
beş yukarı coğrafik bölgelere ayrılmıştır, bölgeleri de orada görüyorsunuz. Nasıl bir
organizasyondan bahsediyoruz, ne iş yapar bu ILGA, bu kadar sene önce kurulmuş. 1978 ‘de
Coventry, İngiltere’de kurulmuş ama ne işe yarıyor derseniz; bazı örnekler verebilirim. Tabii
ki 28 senelik geçmişte çok daha başka şeyler de var. Bu listeyi ben 5-6 sayfa daha
uzatabilirdim fakat bu örnekleri seçmeye çalıştım. Herbiri özel bir noktaya değindiği için.
Mesela 1991’de ILGA’nın 13 yıllık kampanyası sonucunda Amnesty International
cinsellikleri yüzünden hapse atılmış lezbiyen ve gayleri de vicdani redçi olarak kabul etmiştir.
Bunu niye koydum örnek olarak? Şunun için koydum. Başta da söylediğim gibi biz en
yakınımızda durmasını beklediğimiz organizasyonların, yanımızda durabilmesi için bile
mücadele vermek zorunda kalan bir organizasyonuz. Yani Amnesty International, hepiniz de
biliyorsunuz çok iyi bilinen bir organizasyon olduğu için örneğini veriyorum, dünya çapında
daima ezilmişlerin, itilmişlerin kakılmışların yanında kalmış, hepimizin destek olması gereken
bir organizasyondur fakat yıllarca eşcinselliği bir insan hakkı, eşcinsellere karşı yapılan
saldırıları da bir insan hakları ihlali olarak göremedi ve onun için bile mücadele etmek
zorunda kaldık. Örneğin ben üç tane Amnesty International kongresinden polis marifetiyle
atıldım. Çünkü benim bu kadar destek olduğum ve çalışmalarına katıldığım ve sadece kendim
değil içinde bulunduğum organizasyonların da desteğini sağladığım Amnesty International
gibi bir organiasyonun cinselliği yüzünden hapse atılmış bir kadın ya da erkeğin yanında
duramayacağını, bunun onun charter’ının bir parçası olmadığını kabul edemedim. Başlarda
ben değil sadece, benim gibi birçok insan, söylediğimiz zaman, insanlar önce duymak
istemediler. “Ya doğru ama şimdi bunu değiştiremeyiz başka şeyler de almak zorunda kalırız,
bizi sulandırır” dediler ama tabii sonunda kabul etmek zorunda kaldılar. Ve Amnesty
International çok iyi çalışmalar yapıyor, özellikle LGBT konularında. Bunu da geçelim.
Dediğim gibi hepsinin ufak örnekleri var, neler yaptığıyla ilgili ama önemli olan ILGA’nın ne
olduğu. Bir de şöyle bir örnek vereyim. Dünyada eşcinsel mücadelede yer alan birçok
organizasyon, kuruluş var. Bunlardan bazıları şunlar; Amnesty International bunu zaten
söyledik, Human Rights Watch, bu Amerikan kökenli bir insan hakları organizasyonudur.
4
Human Rights Watch da, yıllarca duymuşsunuzdur, özellikle azınlıkların, bir çok değişik
azınlığın yanında durmuş ve mücadele vermiş iyi bir insan hakları organizasyonudur. Her ne
kadar biraz demokrasi eksikliği var ise de. Ve geçen sene, neredeyse 1-1,5 sene önce, özel
olarak bir eşcinseller için çalışma grubu oluşturup bu işe daha çok önem vermesi gerektiğini
düşünmüş bir organizasyondur. Şimdi onun için Human Rights Watch’un “Lesbian And Gay
Network” diye sadece cinsellik haklarıyla uğraşan bir bölümü var. IGLHRC ise;
“International Gay and Lesbian Human Rights Commission” aslında aynı zamanda ILGA’nın
üyesi olan, Amerika kökenli, San Fransisco’da kurulmuş ama şu anda NewYork‘da çalışan,
daha çok BM’ye dönük çalışması olan ama sadece o değil, Latin Amerika’da ve dünyanın
diğer bölgelerinde de çalışmalar yapan bir kuruluştur. Şimdi şu iki tanesinde örnek verdim.
Çünkü bunların ikisi de özünde eşcinsel organizasyonu değildirler, yani International
Commission of Jurists ve Human Rights Watch bunların ikisi de biraz sonra izah edeceğim
kritik olaylarda nasıl olduğunu size anlatmaya çalışacağım şeylerde önemli rol oynadıkları
için, oynayacakları için ben buraya koydum. Bunlardan birincisi ICJ. Daha çok hukuk
aktivistlerini, işte hakimleri, avukatları, biraraya getirmeye yönelik çalışmalar yapar, BM’ye
çok endeksli ve daha çok Cenevre’den çalışmalarını yürütür, zaten merkezi de Cenevre’dir.
Ötekisi ise International Service for Human Rights, yine ICJ’e benzeyen, yine bu da lezbiyen
ve gay kuruluşu, biseksüel ve transeksüel kuruluşu değildir, ama özellikle BM’de çalışma
yapmak isteyen diğer kuruluşlara, organizasyonlara ve aktivistlere yardım etmek için
kurulmuştur. Yine BM’ye çok dönük çalışmaları olduğu için merkezi Cenevre’dedir.
Bunların merkezlerinin Cenevre’de olmasının nedeni de biliyorsunuz ki BM’in İnsan Hakları
Komitesi ve Komserliği’nin Cenevre’de olmasıdır. Birleşmiş Milletler; şimdi biraz da BM’yi
konusalım. Şimdi BM’in şöyle bir sorunu var. Sokaktaki insandan çok uzakta bir
organizasyon. Dünyanın her yerinde ki İstanbul da bundan farksız yolda bir insanı çevirseniz
deseniz ki BM nedir, senle ne ilgisi var, senin için birşey yapıyor mu? Yani büyük bir
ihtimalle, o insan bilmiyordur veya duymuştur adını ama kendisiyle olan ilgisini söyleyemez.
Aynı şekilde belediye sizin için ne yapıyor desen adamın bu konuda çok daha fazla fikri var.
Tabi ki, ya seviyor ya nefret ediyor ama BM sokaktaki insandan çok uzak. Onun için birçok
organizasyonu, gerek ülkelerde gerekse dünyanın değişik yerlerinde, hatta milletlerarası
platformda çalışmalar yapan bir çok organizasyonu, BM’ye ısındırmak biraz zordur. Çünkü
insanlar bunu anlamazlar. “Nedir, ben bununla uğraşıcam ne geçecek elime, ne işe yarıyor bu
BM?” derler. Biraz daha bilgililer “iyi de kardeşim, bu BM kararlar alıyor, bir işe yaramıyor.
Kaç tane kararı var, bu yapılsın şu yapılsın diye bunların hiçbiri yapılmıyor.” diyor. Bu da
doğru. Fakat başka bir alternatif yok. Yani BM’yi sevmek, sevmemek, bunlar ayrı şeyler ama
BM olmadan tam bir anarşi ve rezalet olur dünyamızda diye düşünüyorum. Bir çok BM’yi
tenkit eden insan da zaten bu yüzden BM ile her türlü frustrasyona rağmen uğraşıyor. Çünkü
başka alternatifi yok. BM’yi kaldırırsan tam bir orman kanunu olacak. Amerika Birleşik
Devletleri, Avrupa Birliği, çok daha güçlü, ne isterse olacak. Olacak gibi değil yani. BM ile
her ne kadar beğenmesek de çalışmak biraz bir zorunluluk gibi. Ve de eğer derseniz ki madem
öyle neden BM’nin reformu olmuyor düzeltilmiyor, benim bu konuda fazla bilgim yok ama
takip ettiğim bildiğim BM’de son 3-4 senedir yaptığım, 6-7 senedir diyeyim çalışmalarda
görüyorum ki bu inanılmaz zor bir iş neyse buna daha sonra geleceğiz. BM İnsan Hakları
Komitesi ise; BM İnsan Hakları Komitesi, beni hayatımda en çok sukutu-hayale uğratan
yerlerden bir tanesidir. Düşünebiliyor musunuz ben oraya ilk gittiğim zaman, çok büyük
beklentilerle gittim. Yani gezegenimizin insan haklarıyla uğraşan en yüksek mercii. Bütün
insan haklarını şahane bilen, anlayan, destekleyen insanların birarada olması gerektiği bir yer.
Yani neye benziyor düşünebiliyor musun, üniversiteye geliyorsun, akademik bir yere hiç
kimsenin okuma yazması yok. O seviyede çünkü İnsan Hakları Komitesi seçimle gelinen bir
yer. Bu seçim de eşitlik bozulmasın diye, Asya bölgesinden şu kadar memleket, Avrupa
Bölgesinden bu kadar, Afrika’dan bu kadar üzerine kurulmuş ve bu da sırayla oluyor. Mesela
5
Asya bölgesinden A, B, C devletleri burada bulunmuşlar. Bir dahaki sefere de D, E, F geliyor.
D, E ,F’nin ya da A, B, C’nin insan hakları konusundaki durumu nedir, insan hakları kendi
temsil ettiği ülkede herhangi bir biçimde saygı görüyor mu, uygulanıyor mu bu yok. Onun
için İnsan Hakları Komitesi’ne gidiyorsunuz, bir büyükelçi gayet de beyefendi, yahut çok iyi
yetişmiş bir hanımefendi, büyükelçiyle konuşmak istiyorsunuz, herhangi bir insan hakkı
konusunda, yani dünyadan haberi yok. Ve çok iyi yetişmiş bir diplomata “gay” diyorsun
başlıyor kıkırdamaya. Yani olacak gibi değil ve onun için çok büyük bir sukütu-hayale
uğradım. Bir de ayrıca, hiç bir çalışma prensibi yok. Nasıl çalışma prensibi yok, yani hani çok
evrensel insan hakları konularında bile, mesela insanın yaşama hakkı vardır gibi birşeyde bile,
“aa ama şu şartlarda yoktur” diyebilen insanlar var. İnanılmaz birşey. Ve tam bir pazar ama
bizim bildiğimiz pazar değil. Hiç değilse bizim bildiğimiz pazarda para var, parayı
veriyorsun domatesi alıyorsun. Öyle değil. Daha para icat edilmeden önceki pazarlar gibi
herkes malını getirmiş tam bir pazarlık var. Diyelim ki eşcinsellerin öldürülmesinin insan
hakkına aykırı olduğunu bildiren bir bildiri sunuluyor. Mesela Çin diyor ki, “oylarım ama
benim tekstil kotalarımı da kaldıracaksınız” diyor. Şimdi onun onunla ne ilgisi var. Biz
insanları öldürmeyin, çok basit ve herkesin kabul etmesi gereken bir prensipten bahsediyoruz.
Sen “ben Avrupa’da istediğim kadar tekstil satamıyorum” diyor. “Kotaları kaldırırsanız
oylarım yoksa yok”. Yani bu şekilde ve hiçbir “exaggretion” yok bu söylediklerimde. Belki
anlatma tarzım biraz “exeggeration” gibi gelebilir ama değil. Ve insan tabii çok sukütu-hayale
uğruyor. Çünkü ben öyle birşey beklemiyordum. Dediğim gibi aynen şeye benziyor,
üniversiteye gidip üniversitedeki hocaların okuma yazma bilmediğini farketmek gibi birşey.
Böyle birşey olabilir mi ama burada var. BM İnsan Hakları Komisyonu ve Komiseri var.
Bunlar profesyonel insanlar. Şu anda mesela BM Komiserinin adı Louise Arbour’dur. Louise
Arbour çok saygıdeğer bir hukukçudur. Quebec-Kanada asıllıdır ve özellikle bizim açımızdan
lezbiyen ve gay konusunda Kanada’da çok ciddi kararların altına imza atmış bir hakimdir.
İnsan hakları konusunu çok iyi bilen bir insandır. Ondan evvelki de aynı şekilde biliyorsunuz
İrlanda’nın başkanı olan Marry Robinson’dı. Daha önceden de etrafında onunla beraber
çalışan küçük fakat çok iyi de bir grup insan var. Yani insan haklarını ilerletmeye çalışanların
maalesef bütün bu iyiniyetleri ve bilgileri ve bu konudaki çabaları yeterli olmuyor. Çünkü
netice itibariyle politik kararları veren ve onları yönlendiren komite biraz önce anlattığım
komite olduğu için, mesela devamlı Katolik ve İslam ülkeleri grubundan baskı altında
çalışıyorlar. “Bu işi yapma, o işi yapma. O iş olmaz, bu iş olmaz” gibi. Fakat dediğim gibi
tamamen güçsüz değiller ama zayıflar. Onun için onlarla çalışmak da ayrı bir konu ona da
biraz sonra gene detaylıca geleceğiz. Bir de 5000’in üzerinde milletlerarası sivil toplum
kuruluşu var bu BM’de. Ben size bunları anlatıyorum ama şu anda bu sistem reforme
edilmeye çalışılıyor. Bundan memnun değil insanlar değiştirmeye çalışıyorlar. Ama korkarım
ki fazla başarıları yok. Çünkü bu işin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin çok değişik fikirler
var. Ne olacağını hep birlikte bir daha ki senenin Mart, Nisan’ında göreceğiz. Ve BM’de
bloklar var. Bu coğrafi bloklar, Batı Bloğu, Afrika Bloğu, Latin Amerika Bloğu ve bir de dini
ve politik bloklar var. Mesela Bağımsızlar Bloğu gibi. Ama dini bloklar çok güçlüler ve her
ne kadar birbirlerini genelde çok sevmeseler ise de, mesela Müslüman Ülkeleri Bloğu ile
mesela Vatikan’ın başını çektiği Katolik Blok eşcinsel hakları konusu geldiği zaman ya da
kadın hakları konusu geldiği zaman, bu iki grubun fevkalade el ele ve dostane çalıştıklarını
gözleriniz yaşararak izliyorsunuz.. Çok enteresan.
Dünyada LGBT için strateji nasıl tesbit ediliyor? Şimdi size anlattığım girizgahtaki
nedenleri anlayacaksınız umarım. ILGA dünyada ki eşcinseller için dünyadaki stratejiyi
saptamaya çalışan bir organizasyon tahmin edebileceğiniz gibi. BM’de, söylediğim nedenlerle
bizim hedeflerimizden bir tanesi. BM’de birşeylerin değişmesini istiyoruz çünkü BM bugüne
kadar bir tane bile ciddi yani milletlerarası şeyde kullanabileceğimiz, eşcinseller için birşey
6
yapmadı. Mesela Brezilya’nın verdiği çok sıradan bir öneriyi bile kabul etmekte zorluk çekti.
Sadece bu söylediğimiz iç çekişmeler yüzünden. Biz onun için bundan 5 sene evvel başlayan
ILGA’nın 17 senelik BM planı var yani çok komik birşey 17 senelik planı komünistler bile
yapmıyordu Sovyetler döneminde ama biz yapmak zorunda kaldık. Çünkü BM böyle bir yer.
Ciddi olarak değiştirmek istiyorsanız böyle bir süreye ihtiyacınız var. Şimdi bu 17 yıllık
planın 5. senesindeyiz. Bu planı ben yazmıştım. O zamanda kendimle dalga geçer gibi kendi
yazdığım plana inanamadım ama sonra insanlardan kabul gördü. Çünkü hakikaten işler o
kadar yavaş gidiyor ki BM’de ciddi bir köklü değişim için 17 sene o kadar fazla değil. İnsan
ömrü için fazla tabii. Ve bu 17 yıllık planın özünde şöyle birşey var. 17 sene sonunda biz
BM’den şöyle birşey çıkartmak istiyoruz. BM’in “charter” dedikleri, işte; “Children’s
Charter”, “Women’s Charter” gibi charterlar var, kısacası tüm dünyayı bağlayacak o grubun
haklarını koruyan bir belge, bir bildiri. İstediğimiz bu. 17 senenin sonunda çıkarmak
istediğimiz bu. İşte “eşcinsellere ayrım yapmayacaksınız”, işte “cinsellik yüzünden ya da
cinsel değişim yüzünden ayrımcılık gören insanları” falan falan...Tahmin ettiğiniz, bildiğiniz
birşey. Aslında o kadar zor birşey değil. Gördüğünüz zaman yani “nedir bu kadar bunun 17
sene sürmesi” diye merak edersiniz ama bu bizden değil BM’nin karakterinden geliyor.
Başlarda BM bu eşcinsellik konularında hiçbirşey bilmiyordu. Çok enteresan nasıl hiçbirşey
bilmiyordu, oraya gelen hem de gayet iyi eğitim görmüş diplomatlar bu eşcinsellik konusunda
hakikaten hiçbirşey bilmiyorlardı. Mesela bundan 9-10 sene önce falan, ILGA ilk defa BM’de
gözlemci sıfatı kazanmış eşcinsel organizasyonudur, onu nasıl elde ettiğimizi size anlatayım.
Bir tane çok bilgili avukat bulduk NewYork’da. Bu milletlerarası konularda bu işleri çok iyi
bilen, bir kaç tane de eşcinselliğin ne olduğunu bilen büyükelçi bulduk. Kanada Büyükelçisi,
Hollanda Büyükelçisiydi galiba ve bunlara bir bildiri verdik ECOSOC denilen BM’in bu
konulara, işlere bakan, ekonomik-sosyal komitesine, “ILGA diye bir organizasyon var ve bu
organizasyon ekspert bir organizasyondur, eşcinsellik konusunda ve cinsellik konusunda bunu
gözlemci olarak alın” dedik. Bir tartışma oldu. Mesela bu tartışma çok enteresan. Hindistan
Büyükelçisi o zaman “ya bu lafı biliyorum bu gay kelimesini çocukların ırzına geçmek değil
mi?” dedi. Yok öyle birşey, yok falan diye ona izah ettik. “Yok karıştırmışım çocukların
ırzına geçmek değil, fuhuşla ilgili değil mi?” dedi. Hayır o da değil dedik. İnsanlar bu konuda
hakikaten son derece cahil ve insanı şaşırtıyor. Ben dünyanın herhangi bir yerindeki
üniversitedeki şu andaki öğrencilerle konuşsam o zamanki BM’deki büyükelçilerden çok daha
aydınlanmış ve bilgilidir. Bunlar “madem öyle fuhuşla ilgili değilse, çocukların ırzına
geçmekle ilgili değilse tamam buna da ihtiyacımız var, tamam” dediler ve biz büyük bir
çoğunluğun anlamadığı ama bilmedikleri için hayır diyemedikleri bir nedenle gözlemci olduk.
Fakat sonradan tabii gözlemci olunca çalışmaya başladık. BM’de nasıl çalışmaya başladık;
ona itiraz, buna ilave, buna bilmem ne, o kararı beğenmiyoruz vs. Baktılar ki biz başbelası bir
organizasyonuz, bir de bunun iki erkeğin, iki kadının, bir transeksüelin ve travestinin
sorunlarıyla ilgili olduğunu anladılar, katiyen bilmeden karar vermişlerdi. Ve son 10 senedir
BM kağıtlarına bakarsanız ILGA’nın adı çok geçer, genellikle negatif geçer. Sonunda şöyle
şeyler olmaya başladı. Mesela biz en son Durban’daki ırkçılıkla ilgili BM Konferansına,
ırkçılık ve ırkçılıkla ilgili ayrımcılık konferansına gözlemci göndermek istedik, itiraz ettiler.
İtiraz eden de Müslüman ülkeleri Sekreteryası ve sanki BM’nin hiç işi yokmuş gibi BM’in
Ekonomik ve Sosyal Komitesi günlerce bunu tartıştı. ILGA “observer” zaten 5000 tane
gözlemci var, bunlardan bir tanesi de ILGA olacak. Oraya 2 kişi gitse ne yapabilecek? Orada
sonunda oylamaya gitmek zorunda kaldık, biz gözlemci gönderebilir miyiz, gönderemez
miyiz diye. Oylamada 48 oy evet, 48 oy hayır, 29 oy çekimser çıktı ve BM içtihatlarına göre
bunun anlamı gönderemezsiniz anlamına geliyor. Ben onun üzerine sendika temsilcisi olarak
gittim. Sonuç değişmedi ben yine gittim fakat BM günlerce bununla uğraştı ve ILGA’nın adı
o yüzden eşcinsel orhanizasyonlar arasında hiç birinin olmadığı kadar BM’de sık sık geçer.
Sonra baktık ki bu işler böyle olmayacak. Bir tane avukat bulup, iki tane büyükelçi
7
ayarlayarak bu işler olmuyor. Çünkü insanlar artık eşcinsel hareketin ne olduğunu, insan
hakkı olduğunu, bunun bir mücadele olduğunu, BM’deki büyükelçiler bile öğrendiler!
Öğrenince o zaman hiçbir büyükelçi eskisi gibi bir esneklik sahibi olamadı. Çünkü şöyle bir
durum vardır BM’de. Ülkeler temsilcilerini gönderirler oraya. Ana konularda zaten
temsilcilerin elleri bağlıdır, ne yapacakları bellidir. Bir devlet politikası vardır, o politika
onlara bildirilmiştir. O konuda o yönde oy verirler. Fakat birçok konu var BM’de konuşulan,
o zaman bu konuda ülkenin görüşü yoktur. O zaman oradaki gruba bırakılmıştır. Büyükelçi ve
oradaki temsilcinin evet, hayır, çekimser oy kullanmakta ciddi bir esnekliği vardır. Dokuz
senede olan sonuç şudur. Artık çok az ülkenin temsilcisinin BM’de eşcinsellik konusunda
esnekliği vardır. Bunlardan bir tanesi de enteresandır; Türkiye. Bugün vaktimiz yok. Bir gün
vaktimiz olursa, çünkü benim hobilerimden bir tanesidir BM toplantılarına gittiğim zaman
kendi işim bittiği zaman genellikle Türk delegasyonunun arkasına kendimi park ederim. Onlar
çoğunlukla beni bilmezler. Kimse yok diye Türkçe konuşurlar ve onları seyretmek bir kitap
yazacak kadar bana malzeme sağladı. Çok zevkli birşeydir. Benim hobilerimden bir tanesi
ama onu şimdi size anlatacak fazla vaktim yok. Ve bunun üzerine biz taktik değiştirmek
zorunda kaldık. Son 2-3 senedir şöyle taktik değiştirmek zorunda kaldık yani aynen nasıl
ülkelerde bu cinselliğini politik bir hareket, “come out” dediğimiz, deklare etmek, önemliyse
BM’de milletlerarası çalışmalar için de öyle. Çünkü bu insanlar bizi yok sayıyorlar veyahutta
var saydıkları zamanda negatif bir imajımız var. Demek ki bir çalışma yapmamız lazım. Biz
onun için 2-3 senedir büyük gruplar halinde BM’ye gidiyoruz. ILGA 30 tane falan civarında
dünyanın kritik ülkelerinden, neden kritik, politik nedenlerden... Mesela politik ülkelerden
birisi Arjantin. Neden Arjantin kritik? Çünkü Arjantin Katolik bir ülke ve Brezilya’dan sonra
hatta Brezilya’dan bile biraz önde, İspanyolca konuşulduğu için Latin Amerika’da, BM
nezdinde çok ağırlığı olan bir ülke. Bundan 3 sene evvel bu söylediğim oylamada, Arjantin
Cumhurbaşkanı Papa’dan aldığı telefon sonucunda son 3 saatte Arjantin’in oyunu değiştirdi.
Bize destek oyundan, çekimsere. Çünkü Papa direkt olarak telefon ediyor Cumhurbaşkanı’na.
Cumhurbaşkanı, Arjantin Cumhurbaşkanı ama aynı zamanda Katolik. Papa derse ki cennete
gitmiyorsun, işler kötü demektir. Telefon ediyor. O kadar da önemli birşey değil. Arjantin’de
de o kadar güçlü değiliz yani. Arjantin oyunu değiştirdi diye Arjantin’de bir kıyamet
kopmayacak. Cumhurbaşkanı “değiştirin oyumuzu, napalım desteklemeyelim bu seferde
çekimser olsun” diyor. Biz anladık ki ve 2 senedir Arjantin’den gelen ILGA üyelerinin
delegasyonda çok önemli fonksiyonu ve rolü var. Hatta onları biz ILGA adına komisyona
konuşma yaptırtıyoruz çok önemli diye. Aynı zamanda Güney Afrika çok önemli bir ülke,
Hindistan önemli bir ülke. Bütün bunlar oradaki bloklarla ilgili ve ülkenin BM’deki ağırlığı
ve de ülkenin eşcinsellikle ilgili tutumlarıyla karar veriliyor. Bu arada tabii bir de şöyle bir
gerekçe ortaya çıktı. Dünya artık tek başına fazla birşeyin başarıya ulaşılabileceği bir yer
olmaktan çıktı. Çünkü ciddi olarak eşit haklar konusunda direnç var bazı kesimlerde.
BM’de son zamanlarda sadece eşcinsellik değil ama başka konularda insan hakları
mücadelesi yapan, özellikle kadın hakları konusunda veyahutta ırkçılık konusunda çalışmalar
yapan, diğer azınlık hakları konusunda yapan organizasyonlarla ciddi bir koalisyona girme
çabamız var ve onlar da aynı şeyi yapıyor. Ve sonunda Louise Arbour başa geldikten sonra
kendisiyle yaptığımız iki tane toplantıda şöyle bir durum ortaya çıkmaya başladı. Dünyamızda
gerek var olan, gerekse de varsayılan cinsel tercih farklılıkları ve cinsel kimlik değiştirmeleri
sonucu ayrımcılık yaygındır. İki; bu ayrımcılık katletmekten işkenceye, itilip kakılmaktan
özel hayatın işgaline, yargısız infazdan iş hayatında ayrımcılığa, eğitimsiz bırakılmaktan
özgürce hayatı seçilen insanla paylaşmaya kadar birçok insan hakları ihlaline sebep
olmaktadır. Üç; bu ayrımcılık aynı zamanda kurbanlarını saygın ve emniyet içinde bir hayat
sürmekten yani insanların en basit hakkı olan tehdit altında hissetmeden rahat yaşama
hakkından alıkoyuyor. Bu insan hakları işgalleri nasıl işliyor? Bu insan hakları işgalleri
genellikle işgallerin yapıldığı ortamlarda varolan yaygın önyargı ve kurbanı suçluya çevirme
8
tutumlarından faydalanarak, insan hakları işgalini bizzat yapanı koruyup kollayarak
gercekleşiyor. Şimdi bunun pratikte ne demek olduğunu hemen anlatayım. Mesela adam
öldürülüyor mahkemeye çıkıyor, veyahutta polis mahkemeye çıkmadan evvel suçluyu
yakalamakta fazla istekli değil. “ Kardeşim biz öldürülen adamın cesedini kadın kıyafetine
girmiş dudağını boyamış bulduk. Böyle bir adam tabii ki kendisine olan saldırıyı davet
etmiştir” diyor. Mesela bu özellikle Brezilya ve Brezilya gibi ülkeler için, tahmin ediyorum
Türkiye için de çok geçerli birşey. Sonradan ite kaka işte çeşitli şekillerde polis eskaza
yanlışlıkla bile yakalamış olsa bile adam mahkemede “beni kışkırttı” diyor. “Zannettim ki
beni şey yapacaktı bende namusumu korudum öldürdüm” diyor. Yani o zaman söylediğimiz
durum meydana geliyor. Esas kurban öldürülen adam, ama sanki cinsel kimliği yüzünden ya
da cinsiyet değiştirdiği için bu ölümü davet etmiş deniliyor. Tabii bu hiçbir yerde kabul
edilebilir birşey değil ama pratikte çok karşılaştığımız birşey. Ben bundan 5 sene evvel sırf
bunu engelleyebilmek için Brezilya’da ki ILGA üyelerinin daveti üzerine büyük bir
kampanya başlatmak için bir tur yaptım. Çünkü polisle bu konuda çok ciddi sorunları vardı.
Brezilya özellikle transeksüellerin ve eşcinsel erkeklerin faili meçhul cinayetlerinde dünya
birincisidir. Bu önyargılı ortam aynı zamanda kurbanı daha da saldırıya açık ve şiddete maruz
bir hale getiriyor. Bu da çok acı çünkü memleketin kültürü buna müsait gibi bir şey
savunuluyor. Bu çok enteresan. Biz bu konuları ortaya çıkarıp tartışmaya başladığımızda
özellikle kadın hakları konusunda mücadele veren insanlarla çok ortak yönümüz olduğu
ortaya çıkıyor. Çünkü onlar bu konuyu çok iyi biliyorlar ve kadınların maruz kaldığı şiddet
olaylarının nedenlerinin köklerinde çok açık olarak aynı şeyler yatıyor. Sonuncu olarak da
dünyanın birçok ülkesindeki milletlerarası insan hakları anlayışı eksikliği ve milletlerarası
standardın iç hukuka uygulanmaması, LGBT’leri korumada yoksun bırakıyor. Türkiye de
bunun en güzel örneklerinden birisi. Mesela şu en son şey beni çok üzdü ve mutlaka da o
konuda birşey yapmayı düşünüyorum. Bu son günlerde biliyorsunuz, 2-3 gündür Türkiye,
Avrupa Birliği’nden birçok ziyaretçi alıyor ve bu ziyaretçiler ellerinde listelerle gelmişler; o
eksik bu eksik. Fevkalade, bunların biz desteklememiz lazım. Bu listeler inşallah daha da uzar
kısalmaz. Hiçbirinde eşcinsellikle ilgili bir konu yok. Ben duymadım söylendiyse bile çünkü
basından takip ediyorum. Toplantılarda olmadığıma göre nereden takip edebiliceğim.
Hiçbirinde eşcinsellikle ilgili bir konu yok. Şimdi benim merak ettiğim şey acaba gelen
misafirler mi bunu konu olarak mı ortaya atmadılar yoksa attılar da bizimkiler bunu rapor mu
etmiyorlar? Ama her halikarda şu söylediğimiz üçüncü durum var. Yani biz Türkiye’de bu
işin başlarında olduğumuz için bunun bir insan hakkı olduğunu ve bu insan hakkı olmadan
Avrupa Birliği’ne falan da girmenin mümkün olmayacağını herkese anlatmak. Peki. Şimdi
şöyle bir soru sorarsak, milletlerarası insan hakalrı LGBT’yi koruyor mu? Bu çok önemli
çünkü eğer korumuyorsa bunlara bakmamız lazım. Şimdi milletlerarası insan hakları kuralları
bütün insanların bütün haklarını herhangi bir ayrıma yer vermeksizin korumaktadır. Yani,
insan hakları bildirilerinin kökünde zaten bu var. Ayrımcılık yapmamak insan hakları
kurallarının, gerek milletlerarası kanunlar olsun gerek içhukuktaki kanunlar olsun mihenk
taşıdır. 1994 yılında, ki bu çok önemli bir karardır, BM İnsan Hakları Komitesi milat
sayılabilecek bir karar almıştır. Bu kararla ayrımcılık yapmama ilkesinin cinsel tercihler
yüzünden yapılan ayrımcılığı da kapsadığını tescil edilmiştir. Eğer ciddi olarak rahat
incelemek istiyorsanız oraya referansı da koydum, bizim için önemli bir noktadır. BM
Ekonomik ve Sosyal Komitesi, ECOSOC diye daha önce size söylediğim, Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Komitesi ve BM Keyfi Gözaltına Alma Çalışma Grubu, bunların hepsi benim
tercümem, eğer size biraz garip geliyorsa acaba İngilizcesini mi koysaydım bilmiyorum,
Ülkelerin, bireylerin gerek varolan gerekse de varsayılan çünkü bu da önemli cinsel tercih
farklılıkları ve cinsel kimlik değiştirmeleri sonucu ayrımcılıkla karşılaşmaları haklarını
garantiye alma sorumlulukları olduğunu tescil etmiştir. Ayrıca bazı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi ve Latin Amerika, Afrika, Kuzey Amerika, Avrupa, Asya, Pasifik ülkeleri
9
bölgeleri yargı içtihatlarından milletlerarası hukuk ilmine, international jurisprudence’ı böyle
tercüme ettim, katkılar geldiğini biliyoruz. E peki o zaman buradan “BM’de işimiz bitmiş
demektir anlamı mı çıkıyor?” Madem bütün bu korumalar var ne olacak? Maalesef keşke öyle
olsa, çünkü BM hem çok keyifli, hem de çok insanın canını sıkacak, çalışılacak bir yer.
BM’nin birçok organı mesela; The Special Procedures of Commision on Human Rights ve
Treaty Monitoring Bodies gibi cinsel tercih farklılıkları ve cinsel kimlik değiştirmeleri
sonucu ayrımcılığa uğramış insanların durumlarını dökümanlamışlar ve bunları
saptamışlardır. Ne var ki bu ayrımcılığa sistematik bir çözüm getirmek ve evrensel insan
haklarının herkes tarafından özellikle de cinsel tercih farklılıkları ve cinsel kimlik
değiştirmeleri sonucu ayrımcılığa uğrayan büyük sayıda insan tarafından kullanılması
aşamasına henüz gelemedik. Yani siz de biliyorsunuz ki kanunun varolmasıyla kanunun
uygulanması iki ayrı şeydir. Milletlerarası hukukta anladığım kadarıyla, ben milletlerarası
hukuk uzmanı değilim, bu daha da enteresan bir hal alıyor çünkü işin içine bunu yapma veya
yaptırmama her ne kadar altlarını imzaladılarsa iradeleri giriyor. Özellikle cinsel kimlik
değiştirme sonucu yani travesti ve transeksüellerin karşılaştığı, genellikle ayrımdan
bahsediyoruz, ve çok yönlü ayrımcılığa uğrayan hem kadın hem lezbiyen, hem zenci hem gay
gibi bireylerin konuları henüz tam olarak su yüzüne çıkmış sayılmaz. Geldik meşhur şeye
“What’s to be done?” Marx’ın sorduğu en önemli soru. Milletlerarası sivil toplum kuruluşları
koalisyonu bir uzmanlar semineri hazırlamalı. Ben burada size bunları anlatırken aynı
zamanda şu anda uygulama aşamasında olduğumuz bir stratejiden bahsediyorum. Bu stratejiyi
anlatmayı da özellikle seçtim çünkü benim burada söylediklerim dışında bu stratejinin
uygulanmasında benim kendi özel bir alt gizli planım var. O da ben milletlerarası seminerin
Türkiye’de hazırlanmasını istiyorum. Buna da Bilgi Üniversitesi’nin ev sahipliği yapmasını
istiyorum. Nedeni de çok basit bu seminer dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın ILGA’nın ve
eşcinsel hareketin işine yarayacaktır. Fakat eğer hangi ülkede yapılırsa oradaki insanların da
işine yarayacaktır, oradan ses getirecektir. Bunun sonunda çıkacak bildiri İstanbul Bildirisi
olarak bilinecektir. BM’de önümüzdeki 20 senede 30 senede kullanılacaktır. Buna referans
yapılacaktır. Böylede bir gizli planım var. Milletlerarası sivil toplum kuruluşları koalisyonu
bir uzmanlar semineri hazırlamalı. Seminerin amacı ülkelerin milletlerarası anlaşmalardan
doğan sorumluluklarının saptanması ayrıca varolan milletlerarası anlaşmalardaki boşlukların
saptanması da amaçlar arasında olmalı. Yani bunu anlıyorsunuz. Mesela AB’nin Maastricht
Treaty’nin 13. maddesi, a, b, c, d, e, f diyor. Buna girmeye çalışan Bulgaristan ve Türkiye
hangisini uygulamış gibi. Ana amaç LGBT insan haklarının korunması ve insan hakları
uygulamacılarının ve koruyucularının LGBT insan haklarını anlayarak bu konudaki
hassasiyetlerini geliştirmek. Yani hedef kitlemiz hem BM’in üye ülkeleri hem de
milletlerarasındaki insan hakları organizasyonları. Diğer bir amaç da terminoloji kargaşasına
bir açıklık getirmek. Onu da biliyorsunuz terminoloji karmaşası zaten çok var. Birçok insan
dünyanın birçok yerinde travesti ile transeksüel arasındaki farkı bilmez. İşte eşcinselle, gayle
lezbiyenle, travesti arasında, transeksüel arasında ne fark vardır bilmez. Ayrıca BM çok
tutucu bir organizasyon olduğu için tamamen terminolojisine bağlı çalışır. Eğer BM dilinde
birşey yazıp göndermezseniz cevap bile vermezler. Biz bu eksper seminerinden faydalanarak
BM’nin terminolojisini de geliştirmek ve BM diline yeni terimler katmayı da amaçlıyoruz.
Ayrıca bazı kavramlar arasındaki ilişkileri de gözden geçirme fırsatı yakalamak örneğin,
cinsellik ve üreme hakları arasındaki ilişkiler bu da çok önemli çünkü daha önce de
söylemiştim dünyada tek başına bu mücadeleler verilmiyor. Kadın hakları özellikle kadınlar
bizden çok daha ilerdeler. Eşcinsel gruplardan bahsediyorum, ve onların deneyimlerinden
tabii ki faydalanmak istiyoruz. Seminer tüm bu konuları dünyada uzmanlığı kabul edilmiş
uzmanların seminer öncesi hazırlayacağı bildiriler çerçevesinde incelemeli sunulacak
bildiriler, özellikle cinsel tercih farklılıkları ve cinsel kimlik değiştirmeleri sonucu ayrımcılık
gören insanların perspektifinden sunulmalı. Bu konuda da inanılmaz derecede şeyler var
10
dünyada da. Yani süpriz olabilir şimdi o listeyi de yazıp size göstermedim ama bir ön listemiz
de var. Dünyanın çok değişik ülkelerinden Almanya’dan Sudan’a, Güney Afrika’dan
Kenya’ya kadar aklınıza gelmeyecek ülkelerde inanılmaz şeyler var. Mesela biliyorsunuz
Türkiye’de Yakın Hanım var. Hepiniz belki takip ediyor, tanıyorsunuzdur. Orta Doğu Teknik
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan BM raportörü olarak çalışan o ve onun gibi isimler de
listemizde. Bu seminer ne işe yarar. Böyle bir seminer cinsel tercih farklılıkları ve cinsel
kimlik değiştirmeleri sonucu ayrımcılık gören insanların sorunlarının göz önüne çıkmasına
daha çok fırsat sağlar. Yani bu ses getircektir. Buraya dünya çapında uzmanlığı tesbit edilmiş
insanlar gelip konuşacağı için, basın da gerek Türkiye ve dışında bu konuda yazılan çizilen
şeyler olacaktır. Seminerin ana hedefi uzmanların varacakları cinsel tercih farklılıkları ve
cinsel kimlik değiştirmeleri sonucu ayrımcılık hakkındaki ortak görüştür. Bu görüş hem
hukuki bir yol gösterici olarak, hem de gerek milletlerarası gerekse ülkelerin kendi içlerindeki
katedilmesi gereken yola ışık tutacak. Bu direkt olarak İnsan Hakları Komiseri Louise
Arbour’un bizden rica ettiği şeydir. Çünkü Louise Arbour’un işini yapabilmesi için böyle
birşeye ihtiyacı var. Müjdeyi veriyorum, sona geldik. Şimdi ben size bu seminerin
gerekliliğini ve nasıl bu noktaya gelindiğini anlattım. Tabii bu arada dünyada büyük bir
çekişme var. Bunu isteyen çok insan var. Bu semineri organize eden o koalisyon içinde biz en
çok kavgayı bu semineri nerede yapalım üzerine yaptık.. Çünkü Louise Arbour kendisi bize
şöyle bir tavsiyede bulunmuştu. Bu semineri Batı’da yapmayın. Yani mesela Hollanda’da
yaparsanız, herkes “e Holanda’dan böyle birşey çıkar zaten” diyecektir. Efendime söyleyeyim
Kanada da öyle. Güney’de yapın güney ülkelerinde. Ben o toplantıda biraz kendi gizli planım
olduğu için Türkiye’de yapsak nasıl olur diye sordum, çok memnun kaldı. Çünkü bu işin şeyi
sadece güney ülkesi olmasının dışında bir de müslüman olmasının şeyi var. Neyse uzun
tartışmalardan sonra o kapalı kapılar ardındaki herkesin ayrı bir derdi var, anlatıp sizi sıkmak
istemiyorum. Prensip olarak Müslüman ve bir güney ülkesinde yapmaya karar verdik. Fakat
bizim grubun içinde Türkiye’de yapılmasını pek istemiyorlar. Nedeni de herkesin kendi
sempati duyduğu veya destek olmaya çalıştığı biryer var şu an. Üç ülkeye düşmüş durumda
Mısır, Endonezya ve Türkiye. Ben uğraşıyorum ve umutluyum ki bunu Türkiye’de
yapabileceğiz. Bizim için çok iyi olacak. Ayrıca dünya için de çok iyi olacak. Dünya için iyi
olan birşeyin Türkiye’de yapılmasının da çok faydalı olacağını düşünüyorum. Bu da işte
önümüzdeki 1-2 ay içinde kesinlik kazanacak. Tabii olursa Bilgi Üniversitesi’nde olacağı için
sizler için de değişik dünya çapında böyle birşeyi takip etmek fırsatı doğar. Herhalde iyi olur
diye düşünüyorum. Son olarak şu iki soruyla bitirmek istiyorum. Türkiye’de birşeyler
değişiyor mu? Ve ne yapılması lazım? Çok kısa olarak... Şimdi ben 1977 yılında Türkiye’den
ayrıldığım zaman, çok açık söylemekte fayda var, ayrılmamın asıl nedeni cinselliğimdi.
Nedeni de şu: Ben ODTÜ’de Endüstri Mühendisliği okurken 2 tane gay arkadaşım vardı.
Onlar benden farklı olarak yurtdışını görmüşler ve gayler hakkında bilgileri olan insanlardı.
Bir tanesi İngiltere’de, bir tanesi APS ile Amerika’ya gitmişti ve biz onlarla oturur
konuşurduk. Ve o zaman 70’li yıllarda ODTÜ çok hareketli bir yerdi. Her gün bir forum, bir
tartışma oluyor, herkesin hakkı konuşuluyor. O zaman tabii gay kelimesini bildiğimiz yok.
Ama dedim ki bir gün, biz de erkeklerden hoşlanan erkekleriz, bizim hakkımız yok mu diye
soralım dedim. Bunlar beni deli ilan ettiler, bizim de başımızı belaya sokacaksın dediler. 2 ay
benle konuşmadılar, selam vermediler. Yani olacak gibi değil, bu ODTÜ ha? Sonra ben bu işe
çok sinirlendim. Yani birşey yapılması gerekiyor gibi hissediyorum zaten. Kendi başka politik
ilişkilerim falan var ama neyse. Sonunda hiç unutmuyorum, ODTÜ’nin kütüphanesinde ben
çok vakit harcardım, bir tane şöyle bir kitap gördüm. Sosyal bilimler kısmında kavuniçi,
kocaman siyah harflerle üzerinde “Homosexuality” yazıyor. Böyle bir kitabın olacağını bile
tahmin etmezken, kitabın arkasını bir açtım bilmiyorum sizin kütüphane nasıl çalışıyor,
ODTÜ’nün o zaman damgalıydı damgalatıyorsun, getiriyorsun, kitap çok kullanılmış
yıpranmış arkasında hiç damga yok. Anladım ki bu kitap cebe sokuluyor dışarıya çıkarılıyor,
11
okunuyor, geri getiriliyor. Çünkü üzerinde homosexuality yazan bir kitabı nasıl çıkaracaksın
kütüphaneden, eve nasıl götüreceksin olacak gibi değil. Aslında ben Türkiye şartlarına göre
iyi bir ailenin çocuğuyum, iyi bir eğitim gördüm ve Türkiye’de kalsaydım heralde rahat bir
hayatım olurdu fakat yalan bir hayatım olurdu. Sevdiğimi söyleyemeyerek, belki zorla
evlenerek, hem kendime hem evlendiğim insana... Ben o kadar yurtdışı meraklısı falan bir
insan değildim, değilim de zaten ancak gururumdan ve insanlığımdan fedakarlık yapmadan
yaşamak 70’li yıllarda Türkiye’de mümkün değildi. Bu yüzden ben Türkiye’yi terkettim.
Şimdi 2000’li yıllarda döndüm Türkiye’ye, 28 sene İngiltere’de yaşadıktan sonra ve
Türkiye’de belki sizlerin farketmeyeceği, bu dönemi yaşamış insanların farketmeyeceği,
şimdi birşeyi farkediyorum çünkü insan bu kadar süre uzak kalınca farkediyor; Türkiye
değişmiş. Tabii daha yapılması gereken, değişmesi gereken şeyler var ama bugün Türkiye’de
eşcinselliğinden taviz vermeden yaşamak insan gibi yaşamak mümkün. Her ne kadar birçok
arkadaşınız bunu bilmese de. Ve onun için bunun daha da mümkün olacağı bir Türkiye olması
lazım diye düşünüyorum. Bunu da yapmamamız için hiçbir neden yok. Bunu da sadece gayler
ve lezbiyenler yapmaz. Bir insanın gay ve lezbiyen olması gerekmiyor bu konuda çalışma
yapması ve destek vermesi için. Türkiye’yi bu konuda iyi günlerin beklediğini düşünüyorum.
Peki böyle bir yere gitmek için ne yapılması lazım? Bu konuda da kendi naçizane görüşümü
söyleyeyim, çünkü ben birçok ülkede bu işlerin nasıl yapıldığını gördüm. Bazı ortak paydalar
var: Birincisi Türkiye’de bunun insan hakları kabul edilip herkes tarafından ciddiye alınması
lazım. Bütün entelektüeller, yazarlar, çizerler cinsellikleri ne olursa olsun... Mesela biz
İngiltere’de ilk defa 70’li yılların sonunda bu işleri değiştirmeye başladığımızda ki hakikaten
o günkü İngiltere’nin bugünkü Türkiye’den o kadar büyük bir farkı yoktu, İngiltere’de ne
kadar yazar, çizer, sanatçı varsa, cinsellikleri ne olursa olsun, onların büyük desteğini gördük.
Türkiye’de bu eksik, bunu göremiyorum. İnsanlar bu konuda hala korku içindeler. Acaba
bana da mı bulaşır, adım lezbiyene mi, gaye mi çıkar diye bir sanatçının düşünmesi, bir
entelektüelin düşünmesi onun için bir zuldür. İkincisi kimse kimsenin hakkını eline alıp onun
için savaşıp vermiyor. Bu işi eşcinsellerin, gaylerin, biseksüellerin, transeksüellerin organize
olarak, bir ses halinde yapmaları gerek. Türkiye’de eşcinsel hareket daha çok ilk günlerinde
ve amatörce organize oluyor. Daha profesyonel, daha çok üyeyle, daha açık, daha transparan,
organize olmaları ve destek görmeleri gerektiğini düşünüyorum. Son olanları biliyorsunuz;
KAOS GL’yi kapatmaya çalıştı ama beceremedi. Tabii hoş birşey Türkiye için mutlu
olunulacak. Övünülecek değil ama mutlu olunacak birşeydir. Beni dinlediğiniz için teşekkür
ediyorum.
Prof. Dr. Turgut Tarhanlı:
Ben çok teşekkür ediyorum Kürşat Kahramanoğlu’na, tabii bugünkü konuşması gay
ve lezbiyen hareketin dünyadaki önemli örgütünün aktivizmini ortaya koymakla sınırlı
kalmadı. Farkettiyseniz aynı zamanda çok ciddi, derin bir sistem eleştirisi de vardı. Hatta
bunu insan hakları hukukunun uluslarası planda da korunmasına yönelik büyük bir ironi
olarak da görmek mümkün. Ben ayrıca insan hakları hukuku okutan biri olarak da bunu çok
anlamlı ve katkı sağlayıcı buluyorum. Hatta belki başka derslerimizde de böyle bir sunuş
yapma imkanı olursa çok yararlı olacağını düşünüyorum. Bu bağlamda belki KAOS GL’yle
ilgili, temas ettiniz, 3 Aralık’ta da Bilgi Üniversitesi salonların da, burada öğleden sonra
KAOS GL’nin düzenleyeceği bir toplantı var. O da son olayla ilgili. Hukuk ve Ahlak
Türkiye’de bence önemli bir husus. Nedir hukuk, nedir ahlak? Ahlak ne kadar hukuktadır?
Hukuk ne kadar ahlaka karışır? Bu konuda Türkiye’deki insanların kafasının çok net olmadığı
kanısındayım. Oldukça karışık. Her konuda olduğu gibi bu konuda da çok karışık. 3 Aralık’ta
öğleden sonra, o konu tartışılacak. Bizim düzenlemiyoruz sadece salonlarımızı açıyoruz.
12
Diğer örgütlerle birlikte KAOS’un düzenleyeceği bir toplantı. Katıldığınız için çok
teşekkürler.
13
Download