OSMANLI-DEVLETI

advertisement
OSMANLI DEVLETİ
Anadolu(Türkiye) Selçuklularının 1308 yılında ortadan kalkmasıyla beraber, özellikle Batı Anadolu'daki
beylikler arasında, Türk birliğini yeniden tesis etmeyi amaçlayan mücadeleler kızışmış idi. İşte bu
mücadelelerin neticesinde Anadolu'da Osmanoğullarının yıldızı parlayacak ve altı yüz yılı aşan
muhteşem bir Türk devletine tarih tanıklık edecektir.
Osmanoğullarının Menşe'i:
Tarihi kaynaklara göre Osmanlı devletini kuranlar, Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı boyuna
mensuptur. Oğuz an'anesine göre Kayılar, sağ kolda yer alan Boz-okların Günhan kolunun en büyük
boyudur. Dolayısıyla Oğuz teşkilât yapısında Kayılar, hakim unsurdur. Bundan dolayı Dede Korkut'ta
"hâkimiyet bir gün Kayı'ya değe; bu dediğim Osman neslidir" denilerek Osmanoğullarının hâkimiyeti
meşrulaştırılır.
Kayılar, Malazgirt Savaşı'nın hemen akabinde Anadolu'ya gelen Oğuz boylarındandır. Dolayısıyla
onların Anadolu coğrafyası içerisinde yurt tutmaya yönelik göç hareketleri hem Anadolu'nun
Türkleşmesi hem de Türkiye tarihinin şekillenmesi bakımından oldukça önemlidir. Tarihî kaynaklara
göre elli bin kadar Tatar ve Türkmen gaza ve cihat maksadıyla önce Erzurum ve Erzincan'a, ardından
da Artuklu sahasında yer alan Güneydoğu Anadolu'ya yönelmişlerdi. Kayı boyunun beyi Süleyman
Şah, Halep'e giderken Fırat'ta boğulmuş ve "Türk Mezarı" da denilen Caber Kalesi'nde defnedilmiştir.
Beylerini kaybeden "göçer evli"lerin bir kısmı, bugünkü Urfa-Viranşehir ve Mardin-Derik kazaları
arasında bulunan Beriyye'ye gitmiş bir kısmı ise Anadolu'ya dağılmıştır. Bu sahalar, Kayı boyuna
mensup Karakeçililer'in günümüzde de yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdir.
Babasının ölümü üzerine dört yüz kadar göçer evli ile bölgeyi terk eden Ertuğrul Gazi önce Pasin
Ovası'na, Sürmeliçukuru'na varıp bir müddet burada kalmış, sonra Selçuklu Hükümdarı Sultan
Alaaddin'in çağrısı üzerine Adıyaman ve ardından Ankara civarına gelmiştir. Yaklaşan Moğol tehlikesi
ve uçları basan Bizans'a karşı yardımını gördüğü Ertuğrul Gazi liderliğindeki
Kayıları Ankara civarındaki Karacadağ'a konduran Sultan Alaaddin, Rumlara karşı Sultanönü
(Eskişehir)'nde kazanılan zaferde, ordusunun akıncılığını üstlenen Ertuğrul Gazi'ye Söğüt, Domaniç
ve Ermeni Beli'ni yaylak ve kışlak olarak tahsis etmiştir. Ertuğrul Gazi'nin vefatı üzerine (1281 veya
1288), küçük oğlu Osman Bey, Kayıların başına geçmiştir.
1-Kuruluş Devri:
a- Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu:
Osman Bey, Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçtikten sonra, siyasî ve dinî bakımdan Anadolu'nun
en itibarlı ve nüfuzlu tarikatlerinden Ahilerin mühim bir şahsiyeti olan Şeyh Edebali'nin kızı ile
evlenerek, gücünü artırmış idi. Bundan sonra Osman Gazi, Bizans'a karşı genişleme politikasını
uygulayarak, İnegöl, Karacahisar ve Yarhisar'ı ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden olan
Bilecik'i alarak, burayı beyliğin merkezi yaptı (1299). Bu tarih devletin kuruluş tarihi olarak kabul edilir.
Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubad'ın İlhanlı Hükümdarı Gazan Han'ın kuvvetleri tarafından
tutulup, İran'a götürülmesi üzerine Selçuklu ümerasından bazıları ve bölgedeki Türkmen beyleri
Osman Bey'e teveccüh göstermiş; Oğuz an'anesine göre onun hâkimiyetini tanımayı kabul etmişlerdir.
Nitekim Oğuz beyleri Oğuz Han
töresine göre tertip edilen bir törende Osman Bey'in önünde diz çökerek, onun verdiği kımızı içmek
suretiyle tâbiyetlerini sunmuşlardır. Ancak henüz küçük bir beylik durumundaki Osmanoğullarının,
şeklen de olsa bu dönemde, İlhanlı hâkimiyetini tanıdıkları bilinmektedir. Osman Gazi, beyliğini ilân
ettikten sonra idaresi altındaki bölgeleri beş kısma ayırarak buraları güvendiği ve savaşlarda yararlık
gösteren kimselere tevcih etti. Oğlu Orhan'a Sultanönü, büyük kardeşi Gündüz Bey'e Eskişehir'i,
Aykut Alp'e İn-önü'yü, Hasan Alp'e Yarhisar'ı ve Turgut Alp'e de İnegöl'ü verdi. Diğer oğlu Alaaddin'e
ise şeyh Edebali'nin emin ve nazırlığında, ailenin geçimi için, Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis
edildi.1302'de Bursa tekfurunun liderliğinde birleşen Rum tekfurlarının Koyunhisar (Bafeon) savaşında
ağır bir mağlûbiyet tatmaları, Osman Bey'in Bursa ve Kocaeli taraflarına akınlar yapmasını oldukça
kolaylaştırmıştı. Bir taraftan Bursa öte taraftan İznik Türk kuşatması altında tutuluyordu. Ancak yaşlılık
sebebiyle Osman Bey, fetihler için oğlu Orhan'ı görevlendirmişti. Nitekim 1324 yılında Osman Bey
vefat etti ve oğlu Orhan Bey Osmanlı tahtına çıktı.
Orhan Bey, 1326 yılında Bursa'yı, uzun süren kuşatmanın ardından, ele geçirince babasının vasiyetini
yerine getirerek, Osman Gazi'nin naaşını Bursa'ya nakletti ve burayı devletin yeni merkezi yaptı.
Orhan Bey'in komutanlarından Akçakoca ve Karamürsel ise İstanbul kıyılarına kadar akınlarda
bulunuyorlardı. Bu fetih ve akınlardan telâşlanan Bizans İmparatoru Andranikos büyük bir ordunun
başında Osmanlılara karşı harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savaşı'nda ağır bir yenilgi aldı
(1329). Bu zafer, İznik ve İzmit'in ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır.
b- Rumeliye Geçiş;
Karasi Beyliğinde başlayan taht mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey, Balıkesir ve civarını
topraklarına katarak, ileride gerçekleşecek olan Rumeli fetihleri için mühim bir mevkiye sahip olmuştur.
Nitekim Karasi Beyliğinin deniz gücü ve Hacı İl Bey, Evrenos Bey gibi değerli komutanlar artık
Osmanlıların emrine girmişlerdir. Bizans içindeki taht kavgaları ve Bulgar-Sırp saldırıları karşısında,
gittikçe güçlenen Osmaoğullarından yardım isteyen Kantakuzen'in talebi üzerine Orhan Bey'in oğlu
Süleyman, bir orduyla Rumeli'ye geçti (1345). Edirne'yi kuşatan Bulgar-Sırp kuvvetlerini bozan
Süleyman Paşa bu zaferin karşılığında Gelibolu'daki Çimpe Kalesi'ni Bizans'tan aldı. Böylece
Osmanlılar ilk kez Rumeli yakasında bir üs elde etmiş oluyordu (1356). Süleyman paşa Gelibolu'nun
ardından Tekirdağ'a kadar olan bölgeleri de ele geçirerek buralara Anadolu'dan getirilen Türkmenleri
yerleştirdi.
Böylece Rumeli'de de Türkleşme hareketi başlamıştır. Süleyman Paşa'nın ölümünden sonra
Rumeli'deki fetihler için kardeşi Murat Bey görevlendirildi (1359). Ancak 1362'de babası Orhan Bey'in
de ölümü üzerine Murat Bey, Bursa'ya döndü ve Osmanlıların 3. hükümdarı olarak tahta çıktı (1362).
c- Rumeli ve Balkanlarda Fetihler;
I.Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden kardeşlerini bertaraf etmekle işe başladı ve bu
arada elden çıkan Ankara'yı yeniden aldı. Anadolu'da birliğin sağlanmasının ardından Murat
Hüdavendigar, inkitaya uğrayan Rumeli ve Balkanların fethine yöneldi. Bu sırada Balkanlar karşıklık
içindeydi. Bir taraftan Sırp Hükümdarı Düşan'ın ölümü ile Sırplar arasında iç mücadeleler şiddetlenmiş,
öte yandan Macar Kralı Layoş, Balkanlarda Ortadokslara olan baskıları artırmıştı. Evrenos ve Hacı İl
Bey komutasındaki kuvvetler bu durumdan da yararlanarak Keşan'dan Dimetoka'ya kadar olan yerleri
fazla bir mukavemet görmeden ele geçirmişlerdi. Sazlıdere Zaferi ile Edirne ve Filibe, Lala Şahin Paşa
tarafından fethedildi (1363/4). Bu savaşlarda Bulgarların yanında yer alan Bizans barış yapmak
zorunda kaldı. Türk ilerleyişini durdurmak isteyen Macar, Bulgar,Sırp ve Ulahlardan müteşekkil bir
Haçlı ordusu Macar Kralı Layoş'un liderliğinde Edirne üzerine yürüdü. Ancak Meriç sahilindeki Sırp
Sındığı denilen mevkiide, kalabalık Haçlı ordusunu hazırlıksız yakalayan 10 bin kişilik kuvvetiyle Hacı
İl Bey, büyük bir bozguna uğrattı (1364). Sırp Sındığı zaferiyle Osmanlılar, Balkanlardaki fetihlerine
hız verdiler ve bunu kolaylaştıracağı için Osmanlı başkenti Bursa'dan Edirne'ye nakledildi. Fetihler
karşısında çaresiz kalan Bulgarlar Türk himayesini kabul etmek zorunda kaldılar (1369). Çirmen Zaferi
ile (1372) Batı Trakya ve Makedonya'nın bir kısmı Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Selanik ile
Köstendil'in de ele geçirilmesinin ardından Sırp Kralı Lazar, vergi verip, gerektiğinde asker göndermek
şartıyla Osmanlılarla barış anlaşması imzaladı(1374).
Yaklaşık on yıl süren mücadelede, Rumeli ve Balkanlarda fethedilen bölgelere Anadolu'dan
mütemadiyen Türk nüfus kaydırılarak bölgede demografik dengeler Osmanlılar lehine değiştirilmeye
başlanmıştı. Bu tarihten sonra bir müddet Balkanlardaki fetihlere ara verilmiş ve Anadolu'da Türk
birliğini sağlamlaştırmaya yönelik düzenlemelere geçilmiştir. Bu maksatla I. Murat, oğlu Bâyezid'i
Germiyan beyinin kızı ile evlendirmiş; Tavşanlı, Emet ve Simav gelinin çeyizi olarak Osmanlılara
verilmiştir. Aynı şekilde Akşehir, Yalvaç, Beyşehri gibi bazı şehir ve kasabalar Hamidoğulları'ndan para
karşılığı satın alınmış, Candaroğullar da Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Artık Osmanlıların karşısında
tek bir güç kalmıştı; Karamanoğulları.
Alaaddin Ali Bey, Osmanlıların yeniden Balkanlara yönelmesini de fırsat bilerek, harekete geçmiş
ancak I. Murat Konya önlerinde Karamanoğullarını yendiğinde Karaman beyi af dilemek zorunda
kalmıştır(1387) Murat Hüdavendigar'ın yeniden Rumeli'ye yönelmesiyle birlikte Niş ve Sofya da dahil
olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi.(1385/88). Timurtaş Paşa'nın Sırp kuvvetleri tarafından
baskına uğratılıp, yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar, Leh, Çek ve Macar kralları da Sırpların
yanında yer aldılar. Fakat Çandarlı Ali Paşa, Bulgar Kralı Şişman'ı esir alarak Bulgarları bu ittifakın
dışına attı. Buna rağmen Haçlı ordusu ilerleyişini sürdürünce, I. Murat ordusunun başına geçerek
düşmanı Kosova'da karşıladı. I.Murat'ın oğulları Bâyezid ve Yakup'un da yer aldığı Osmanlı birlikleri
büyük bir zafer kAzandı. Sırp Kralı Lazar ve oğlu esir edilmiş, düşman kuvvetlerinin büyük bir kısmı
imha olmuştu. (20 haziran 1389). Fakat I.Murat savaş meydanını gezerken bir Sırp tarafından
hançerlenerek şehit düştü. Bunun üzerine Sırp kralı da Osmanlı askerleri tarafından öldürüldü.
Osmanlılar için Balkanlarda tutunabilmek yolunda ölüm kalım savaşı olarak görülen I.Kosova Zaferi
Sırplar tarafından asla unutulmamıştır. Günümüzde dahi masum Müslüman halka yönelik vahşetin
arkasında bu mağlûbiyetin ezikliği ve intikam hissi yatmaktadır.
d- Anadolu'da Türk Birliği'nin Sağlanması;
I. Murat'ın şehit edilmesinin ardından oğlu Bâyezid, devlet adamlarının ittifakıyla hükümdar ilân edildi.
Babasının ölümünü fırsat bilen Anadolu'daki beyliklerin Osmanlılar'a bıraktığı toprakları yeniden ele
geçirmek maksadıyla harekete geçtiklerini haber alan Bâyezid, süratle Anadolu'ya döndü. 1390 yılında
Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan beylikleri ortadan kaldırıldı. Ertesi yıl Hamidoğulları Beyliği
toprakları ele geçirildi ve bu beyliklerin yer aldığı topraklarda Anadolu beylerbeyliği adıyla idarî bir ünite
oluşturuldu. Ardından Osmanlıların en önemli rakip olarak gördüğü Karaman Beyliğine yönelen
Yıldırım Bâyezid, Konya'yı kuşattı. Alaaddin Ali Bey'in barış talebi, Beyşehir ve çevresinin Osmanlılara
bırakılmasıyla kabul edildi.(1391). Fakat Yıldırım Bâyezid'in Mora ile ilgilenmesini fırsat bilerek
Ankara Sancak Beyi Sarı Timurtaş Paşa'yı esir alması üzerine, Yıldırım Bâyezid, Alaaddin Bey'e kesin
bir darbe vurmaya karar verdi. Anadolu'ya geçen Yıldırım, üç gün süren savaşın ardından ele geçirilen
Alaaddin Bey'i ortadan kaldırdı ve toprakları Osmanlılara ülkesine dahil edildi(1397).
Karamanoğlu tehlikesinin bertaraf edilmesiyle, Anadolu'da Osmanlılara direnebilecek en güçlü devlet
olarak Kadı Burhaneddin devleti kalmış idi. Daha 1392 yılında, Kadı Burhaneddin'in müttefiki
durumundaki Candaroğlu Süleyman anî bir baskınla öldürülüp beyliğin Kastamonu şubesi ortadan
kaldırılmıştı (1392). Ardından, ertesi yıl Amasya ve Merzifon civarı Osmanlı hâkimiyetine alınmıştı.
Kadı Burhaneddin'in 1398'de Kara Yülük tarafından öldürülmesi üzerine, ona bağlı Sivas, Tokat,
Kayseri, Malatya gibi şehirler birer birer ele geçirildi. Böylece Fırat'ın batısında kalan Anadolu
toprakları Osmanlı sancağı altında birleştirilmiş oluyordu. Yıldırım Bâyezid'in İstanbul Kuşatması ve
Balkanlardaki Fetihleri. Yıldırım Bâyezid'in Karaman seferine anlaşma gereği katılan Bizans
İmparatoru V.Yuannis'in oğlu Manuel'in, babasının ölümü üzerine anlaşmayı çiğneyerek İstanbul'a
kaçması sebebiyle Yıldırım, İstanbul'u kuşatmaya karar verdi. 1391'de başlayan ilk muhasara 1396
yılına kadar sürdürüldü. Bu maksatla İstanbul Boğazı'nda Anadolu Hisarı inşa edildi. Şehre dış
yardımların gelmesini önlemeyi ve iaşe zorluğu altında savunmayı kırmayı hedefleyen bu muhasara
Timur'un Anadolu'ya ulaşmasına kadar fasılalarla devam ettirilmiştir. Bu kuşatma sürerken bir yandan
da Yıldırım, Bulgaristan, Arnavutluk ve Bosna taraflarında fetih hareketlerine devam etmekteydi.
Kuşatma altındaki Bizans'ın da talebi ile Türklere karşı yeni bir Haçlı ittifakı oluşturan Macar Kralı
Sigismund, İngiltere dahil bütün Avrupa devletlerinden topladığı 120 bin kişilik bir orduyla harekete
geçti. Yıldırım Bâyezid düşmanı şaşırtan bir hızla Niğbolu Ovası'nda düşmanı karşıladı. 50-60 bin
kişilik Osmanlı ordusu, sayıca çok üstün olan Haçlı ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Savaş
meydanından kurtulabilenler, kaçarken Tuna'da boğuldular.(1396) Haçlılardan geriye sadece
muazzam bir ganimet kalmıştı. Bu ganimetle, Edirne ve Bursa'da pek çok cami, medrese ve imaret
inşa edilmiştir. Zaferin ardından, Eflâk, Bosna, Macaristan ve Mora üzerine seferler düzenlendi. İtibarı
bu zaferle bir kat daha artan Yıldırım, Niğbolu dönüşünde Anadolu birliğini kurmaya yönelik nihaî
adımları atmaya başlayacaktır.
2-Fatih ve Cihan Devleti'nin Doğuşu:
İstanbul'un Fethi:
II. Mehmet, babasının ölümü üzerine ikinci kez Osmanlı tahtına oturduğunda, devletin ortasında bir şer
adacığı hâlinde kalmış köhne Bizans'ı ortadan kaldırmayı öncelikle hedef olarak belirlemişti. Böylelikle
Osmanlı devleti tam bir cihan devleti haline gelebilecekti. Hedefini gerçekleştirmek için ilkin Sırbistan
ve Eflâk ile anlaşma imzalayan Fatih, Karamanoğlu tehlikesini de geçici de olsa bertaraf etti. Bizans'a
ulaşabilecek muhtemel yardımı önlemek için Boğaz'ın Avrupa yakasına Rumeli Hisar'ını yaptırarak
kuşatma hazırlıklarını tamamladı. Nihayet kuşatılan İstanbul'a karşı 6 Nisan 1453'te kara ve denizden
saldırı başlatıldı. II. Mehmet, Edirne'de döktürdüğü çağının en güçlü toplarıyla İstanbul surlarını
karadan sarsarken 18 Nisan'da donanma bütün İstanbul adalarını ele geçiriyordu.
Fakat, Haliç'in zincirle kapatılması sebebiyle kara ve deniz birlikleri müşterek bir harekâta geçemiyor
ve bu durum da kuşatmanın başarısına gölge düşürüyordu. Nihayet 22 Nisan'da Osmanlı
donanmasının karadan Haliç'e indirilmesi gibi müthiş bir plânın gerçekleştirilmesi, kuşatmanın seyrini
değiştirmeye başlamıştı. Seksen parçalık donanmayı bir anda karşılarında gören Bizans'ın direnme
gücü artık kırılmıştı. 29 Mayıs 1453'teki nihaî harekâtla İstanbul fethedildiğinde, II. Mehmet,
Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile "Fatih"lik şerefini elde
ediyordu.Bizans'ın ortadan kaldırılması hem Türk tarihi hem de dünya tarihi açısından büyük bir
öneme sahiptir. Bu fetihle Osmanlı Devleti, artık tam bir cihan devleti hâline gelmiş, İslâm dünyası ve
Avrupa içinde büyük bir prestij ve güç kazanmıştır. Avrupa için bu fetih çağ açıp, çağ kapayan bir
fetihtir. Katolik Avrupa'nın, Ortadoks dünyasıyla bütünleşme çabaları, İstanbul'un fethiyle önlenmiş,
aksine Balkanları da tamamen ele geçirmek suretiyle Fatih, kısa zamanda Ortadoksları himayesi
altına almıştır. Nitekim Papa V.Nikola'nın Türklere karşı harekete geçilmesi fikri pek taraftar
bulamamış, aksine, Ege adalarındaki halk, Balkanlardaki bazı despotluklar ve prensler Fatih'i
İstanbul'un fethinden dolayı kutlayan mektuplar yazmışlardır. Papa'nın isteğine sadece Almanya,
Napoli ve Venedik olumlu cevap vermiş fakat onlar da kendilerinden ziyade Sırp, Macar ve Arnavutları
kışkırtarak sonuç almaya çalışmışlardır.
1- Fatih'in Batı Politikaları:
a- Sırbistan Seferleri; İstanbul'un fethinden sonra Osmanlılara bağlılığını bildiren ve ele geçirdiği bazı
kaleleri geri veren Sırplar Macarlar ile iş birliği yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye
başlamışlardı. Bunun üzerine 1454-1457 arasında üç kez peşpeşe Sırbistan'a sefer düzenlendi.
Belgrat dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi. Sırp Kralı Bronkoviç'in ölümüyle başlayan taht
mücadelelerinden faydalanan Osmanlılar, Sırpları vergiye bağladılar. Taht kavgalarının yeniden
alevlenmesi üzerine, Mora seferinde bulunan Fatih, Sırp meselesine son verilmesini emretti. Mahmut
Paşa, 1459'da başkentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyliğini oluşturdu. Böylece
Sırbistan'da 350 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başlamış oluyordu.
b- Arnavutluk Seferleri;
Papalık ve Napoli krallığının desteği ve kışkırtmasıyla harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey,
vurkaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere
çıkmaya karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen I.seferde, İlbasan Kalesi'ni yaptırıp, içine asker
yerleştiren Fatih, Balaban Paşa'yı bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer
devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa'yı şehit etti ve İlbasan
kalesi'ni kuşattı. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferi'ne çıktı (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni
garnizonlar oluşturuldu. Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Jean geçmişti. Arnavutlukta
başlayan kargaşa sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk seferini başlattı. Arnavutların elinde kalmış olan
Kroya ve İşkodra kuşatıldı. Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti haline gelmiş oluyordu.
c- Mora Seferleri; İstanbul'un fethinden sonra Bizans İmparatoru XII. Konstantin'in oğulları, rakipleri
Kantakuzen ailesine karşı Mora'da, Osmanlıların yardımını istemişlerdi. Turahanoğlu Ömer Bey,
akıncıları ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardeş arasında
mücadele başlamıştı. Bölge ülkelerinin Mora'yı istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti.
Korent'i ele geçiren Fatih, Mora'nın bir kısmını merkeze bağlayarak, burada bir sancak oluşturdu. Atina
ve diğer bölgeler ise Osmanlı yönetimini kabul etti. Kardeşi Dimitrios'a karşı Arnavutların desteğini
alan Tomas'ın Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine 2.kez Mora'ya sefer düzenlendi.
Tomas, Papa'nın yanına kaçmak zorunda kaldı. Bölgeye çok sayıda Türk yerleştirildi. Venedikliler
bölge halkını Osmanlılara karşı ayaklandırmaya çalışıyorlardı. Ancak bunda başarı kazanamayan
Venedik, Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı (1465).
d- Eflâk ve Boğdan Seferleri; Yıldırım zamanında vergiye bağlanan Eflâk Prensliği'nin başına Fatih
tarafından Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirilmişti(1456). Osmanlılara bağlı görünen Vlad aslında gizliden
gizliye düşmanlık ediyordu Vlad'ın Fatih'in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında
Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi. Boğdan'dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri voyvodayı uzun süre
takip etti. Neticede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine Vlad'ı esir etmeleri ile
mesele çözüldü. Fatih voyvodalığa Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyaleti hâline geldi. 1455'ten
itibaren Osmanlı Hâkimiyetini tanıyan Boğdan Prensliği'nin Kefe'nin fethinden sonra izlediği düşmanca
siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1476'da Boğdan'a girdi. Fatih'in bizzat başında olduğu Osmanlı
kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı
hâkimiyetini tanımış oluyordu.
e- Bosna-Hersek Seferleri;
Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralının, anlaşmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten
harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmut Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey'e Bosna'nın tamamen
fethedilmesi emrini vermişti. 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı.
Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu.
Fakat ordunun İstanbul'a dönmesi üzerine aynı yıl, Macar kralı Bosna'ya girdi. İkinci kez düzenlenen
seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri
esnasında Hersek Kralı Stefan da ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması
şartıyla tahtında bırakılmıştı. Ancak 1483 yılında Hersek tamamen Osmanlı toprağı hâline
gelecektir.Fatih, Bosna'yı Osmanlı topraklarına kattığı zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalılara çok
iyi davranmıştı. Hem Katolik hem de Ortadoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları
Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve kendilerine sağlanan din ve vicdan
hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuşlardı. İşte bu Müslüman Bosnalılara "Boşnak"
denilmektedir.
Fatih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakibi Macarlar, denizde ise Venedik idi.
Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlılarla baş edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir
savaşı göze alamamış, Fatih de tabiî sınır olan Tuna'yı geçmeyi düşünmemiştir. Ancak akıncılar
vasıtasıyla, Macaristan'a güvenliğin sağlanmasına yönelik yüzlerce başarılı akın düzenlenmiştir. Keza
Venedik Cumhuriyeti de Osmanlılarla doğrudan karşılaşmaktansa Balkanlardaki diğer devletleri
kışkırtmayı yeğ tutmuştur. Güçlü donmasıyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak isteyen Venedik,
Osmanlılar karşısında istediği sonucu alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri Osmanlıların eline
geçmiştir.
f- Ege Adalarının Fethi; İstanbul'u ele geçiren Fatih, Bizans'a ait bütün toprakları hâkimiyeti altında
birleştirmek istiyordu. Böylece Bizans'ın yeniden dirilmesini önleyeceği gibi, iktisadî ve siyasî açıdan
da nüfuz alanını genişletebilecekti. Öncelikle Anadolu kıyısına yakın adaları hedef alan Fatih, Bizans,
Venedik ve Cenevizlilerin elindeki bu adalardan Anadolu'ya yapılan korsan akınlarının önünü kesmiş
olacaktı. İkinci olarak Orta ve Doğu Akdenizdeki adalar hedef alınmıştı ki, bu adalar Fatih'in İtalya'ya
yani eski Roma'ya geçişini kolaylaştıracaktı.( Nitekim Gedik Ahmet Paşa komutasındaki bir Osmanlı
donanması Napoli Krallığının elindeki Otranto'yu fethetmiş ve buradan Güney İtalya'ya akınlar
düzenlenmiştir.(1480) Fakat Fatih'in ölümünden sonra başa geçen II. Bâyezid, Gedik Ahmet Paşa'yı
geri çağırınca, şehir savunmasız kalmış ve İtalyanlar kaleyi tekrar ele geçirmişlerdir).1456 yılında
öncelikle Çanakkale Boğazı'na hâkim olan adalardan Gökçeada (İmroz), Taşoz Enez ve Semendirek
adaları ele geçirildi. Aynı tarihlerde Limni ve Midilli halkı Türk yönetimine girmek için Osmanlılara
başvurmuştu. Önce Limni, ardından, uzun süren kuşatmayı müteakip Midilli (1467) ele geçirildi.
Venedikliler 264 yıldır ellerinde tuttukları Ağrıboz Adası'ndan Mora ve Ege adalarındaki Türk
birliklerine karşı saldırılarını yoğunlaştırmaktaydılar. Bunu önlemek maksadıyla Ağrıboz'un fethine
karar veren Osmanlılar neticede 17 gün süren kuşatmadan sonra amaçlarına ulaştılar. Epir
despotunun elindeki Zanta, Kefalonya ve Ayamavra gibi adalar da Fatih'in saltanatının son
zamanlarında Osmanlı topraklarına dahil edilmiştir. Ancak St. Jean şovalyelerinin elindeki Rodos'a
karşı girişilen birkaç muhasara neticesiz kalmıştır.
2-Fatih'in Doğu Politikası:
a- Karadeniz Politikası;
Osmanlılar, Anadolu'nun büyük bir kısmını hâkimiyetleri altına almalarına rağmen kuzeyde, Karadeniz
kıyısındaki bazı yerler Trabzon Rumları, Cenevizliler ve Candaroğullarının elinde bulunuyordu.
Anadolu Türk birliğinin sağlanması ve ticaret güvenliği açısından bu bölgelerin ele geçirilmesi şarttı.
İşte bu sebeplerle, Fatih karadan ve denizden kuvvetlerini harekete geçirdi. 1461 yılında Cenevizlilerin
elindeki önemli bir üs olan Amasra teslim olmak zorunda kaldı. Seferin kendisine karşı yapıldığını
sanan Candaroğlu İsmail Bey, Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a çekildi. Bursa'ya dönerek birliklerini
takviye eden Fatih, Trabzon seferine çıkarken, Sinop da dahil Candaroğullarının topraklarını
savaşmaksızın ele geçirdi. Fatih'in asıl amacı 1204 yılında Lâtinlerin İstanbul'u işgal etmesi üzerine
Bizans hanedanına mensup Komnenlerin ayrı bir devlet oluşturdukları Trabzon idi. Osmanlılara vergi
vermeyi kabul eden Trabzon Rumları bir taraftan Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak içine
girmişti. Nihayet Fatih, karadan birliklerini Trabzon'a gönderirken, bir donanma da Sinop'tan kalkarak
bölgeye yöneldi.
Bu sırada Uzun Hasan'ın Osmanlı ordusunu arkadan çevirebileceği ihtimaline karşı Fatih, ordusunu
Sivas'ın güneyinden Yassıçemen'e çevirdi. Uzun Hasan'ın annesi Sara Hatun'un ricası üzerine
Akkoyunlularla bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre Akkoyunlular, Trabzon Rumlarına yardım
etmemeyi vaat etmişlerdir. Anlaşmanın akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden kuşatıldı. Çaresiz
kalan Trabzon Hâkimi David Komnen şehri teslim etmeyi kabul etti (26 Ekim 1461). Böylece 258 yıl
devam eden Trabzon Rum İmparatorluğu da tarihe karışmış oldu.Karadeniz'in Anadolu kıyılarını
tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in bundan sonraki hedefi, önemli ticaret limanları olan Ceneviz
kolonilerini ortadan kaldırarak, Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak idi.
Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma 1475 yılında Kefe, Azak ve Menkup iskele ve kalelerini
ele geçirdi. Böylece Osmanlılar, Altınorda Hanlığı'nın zayıflamasıyla ortaya çıkan Kırım Hanlığı ile
komşu oldu. Azak Kalesi'nin düşürülmesi sonucunda bazı Cenevizliler ile birlikte Kırım hanlarından
Mengli Giray Han da esir edilmişti. Mengli Giray Han'ın İstanbul'a getirilmesiyle Kırım Hanlığı Osmanlı
hâkimiyetine girmiş oldu. (1478). Kırım hanları 350 yıl boyunca Osmanlıların batıya karşı en güçlü
müttefikleri olarak hizmet vermişlerdir.
b- Anadolu'da Türk Birliğinin Gerçekleşmesi;
Osmanlıların kuruluş devrinden beri en ciddî rakipleri durumundaki Karamanoğulları, Fatih'in
politikalarına karşı, Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin desteğini sağladığı gibi, Venediklilerle de bir
ittifak kurmakta sakınca görmemişlerdi. Bu düşmanca tavır üzerine Fatih 1466 yılında Karamanoğulları
üzerine yürümeye karar verdi. Beylik topraklarının büyük kısmı Osmanlıların eline geçmesine rağmen
Fatih, Larende ve Silifke yörelerine çekilen Karamanoğullarına karşı mücadeleyi, Otlukbeli Savaşı'nın
sonrasında da sürdürmüştür. Fakat Karaman Beyi Kasım'ın ölümünden sonra (1483) beylik tamamen
oradan kalkmış olacaktır. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan, 1467 yılında Karakoyunlu topraklarına sahip
olunca Osmanlılar aleyhine hâkimiyetini genişletmeye başlamıştı. Anadolu birliği yönündeki bu tehlike
üzerine Fatih, 1473'te harekete geçti. Otlukbeli mevkiinde yapılan savaşta Osmanlılar büyük bir zafer
kazandılar.
Artık Akkoyunlular Osmanlılar için bir tehlike olmaktan çıkmıştı. Fatih bundan sonra Hicaz su
yolllarının onarımı hususunu bahane ederek Memlûklar'a karşı harekete geçti. Fakat bu dönemde
Memlûklarla büyük bir savaşa girilmemiştir. Fatih'in 1481'de hazırlık yaptığı ve ölümüyle yarım kalan
seferin ya Rodos'a ya da Mısır'a yönelik olduğu söylenir.
Fatih'in ölümü üzerine Osmanlı tahtına büyük oğlu Bâyezid geçmişti. Ancak diğer oğlu şehzade Cem,
Rodos şovalyelerinin eline düşmesiyle sonuçlanan,taht mücadelesine girmişti. Bâyezid'in mütereddit
ve ihtiyatlı politikaları sebebiyle, Akkoyunluların yerini alan Safaviler güçlenerek Anadolu'da Şahkulu
İsyanı gibi ayaklanmaları kışkırtmış, Memlûklara karşı başarısız seferler düzenlenmiştir. Buna rağmen
Bâyezid döneminde Kili ve Akkerman ele geçirilerek Boğdan tamamıyla Osmanlı hâkimiyetine
girmiş(1484), Venedik ve Haçlılara karşı denizlerde üstünlük kurulmuş, Modon, Koron, İnebahtı ve
Navarin gibi Mora kıyılarındaki kale ve limanlar zapt edilmiştir(1502).
Barbaros kardeşlerin denizlerdeki zaferlerine rağmen özellikle doğudaki olumsuz gelişmeler ve
Şahkulu İsyanı(1511), devlet işlerinden elini çeken Bâyezid'in sağlığında şehzadeler arasındaki taht
mücadelesinin kızışmasına vesile olmuştur. Nitekim Şehzade Selim'in mücadeleyi kazanması üzerine
1512 yılında II. Bâyezid tahttan feragat etmiştir.
c- Yavuz Sultan Selim Devri;
Henüz Trabzon'da vali iken Doğu'da Safavilerin nasıl güçlendiğini gören ve onlarla başarılı bir
mücadeleye giren Selim, tahta çıktıktan sonra, Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son vermek
için Safavilerle doğrudan savaşa girmeyi kaçınılmaz görmekteydi. Nihayet ordusunun başında Doğu
seferine çıkan Yavuz Selim, Çaldıran Ovası'nda Şah İsmail'in ordusuyla büyük bir meydan muharebesi
yaptı. İki Türk hükümdarının mücadelesinden Selim üstün çıktı (23 Ağustos 1514). Doğu Anadolu
toprakları Osmanlıların eline geçti. Yavuz, Tebriz'e kadar Şah İsmail'i takip etti. Dulkadiroğulları beyliği
Osmanlı yönetimine alındı ve sonra ilhak edildi (1515) Babası döneminde Memlûklara karşı yapılan
seferlerin çoğu kez başarısızlıkla neticelenmesi, Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyasında üstünlük
kurmaları önündeki en büyük engel idi. Bu sebeple, Safavi tehlikesini bertaraf ettikten sonra Yavuz,
Memlûklara karşı büyük bir ordu hazırladı. Mısır Memlûk Sultanı Kansu Gavri, Osmanlı ordusunu
Halep'in kuzeyinde karşıladı. Ancak Mercidabık Savaşı Osmanlıların zaferiyle son buldu (24 Ağustos
1516).
Kansu Gavri savaş sırasında öldü. Malatya'dan Sina yarımadasına kadar olan topraklar Osmanlıların
eline geçti. Kışı Şam'da geçiren Yavuz, tekrar Mısır'a yöneldi. Yeni Memlûk Sultanı Tomanbay ile
Kahire'nin kuzeyindeki Ridaniye mevkiinde yapılan savaşı da Osmanlılar kazandı. (22 Ocak 1517). Bu
savaş Memlûk Devleti'nin sonu oldu. Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz Osmanlı hâkimiyetine girdi.
Hülagû'nun Bağdat'ı işgal etmesiyle Memlûk himayesine giren halifelik müessesesi de böylece
Osmanlılara geçmiş oluyordu. Nitekim Mekke şerifi şehrin anahtarını Yavuz Sultan Selim'e sunarak
itaatini bildirmişti. Yavuz dönemi Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyası'nda en büyük güç haline
geldiği bir dönemdir.
3-Yükseliş Döneminin Zirvesi:
Kanuni Sultan Süleyman Yavuz Sultan Selim'in sekiz yıl süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanlı
tahtına oğlu I.Süleyman geçti (1520). I.Süleyman'ın 46 yıllık saltanatında Osmanlı Devleti siyasî,
askerî ve iktisadî açılardan zirveye ulaşmıştır. Bu sebeple dost düşman ona Kanuni, Muhteşem, Büyük
Türk gibi lâkaplarla hitap etmiş ve tarihe de böyle geçmiştir.
a- Avrupa'daki Gelişmeler;
Kanuni döneminde özellikle Avrupa'da önemli dinî ve siyasî değişiklikler söz konusudur. Güçlü Macar
krallığının Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonra, Kutsal Roma- Cermen İmparatoru Şarlken en
ciddî rakip hâline gelmiş, onun oluşturduğu imparatorluğun uzantısı durumundaki Avusturya
Arşidükalığı Osmanlılara sınırdaş olmuştur. Bu devlet ile Avrupa'nın en güçlü hanedanı olacak olan
Habsburglar Avrupa'yı âdeta parselleyeceklerdir. Bu dönemde güçlenmeye başlayan Protestanlık,
Avrupa'da mezhep çatışmalarının şiddetlenmesine sebep olmuştu. Doğu Avrupa'da da Lehistan ve
Ortadoks Rusya güçlenmeye başlamıştı. Kanuni, Avrupa'daki siyasî ve dinî çekişmelerden
faydalanarak, onların birleşmemesine özen göstermiş ve bunu bir devlet politikası hâline getirmiştir.
Yine bu dönemde Akdeniz'de ve Okyanuslarda güçlü bir ticarî ve iktisadî filo oluşturan İspanyol ve
Portekiz donanmaları Venedik'in yerini almış görünüyordu.
b- Belgrat'ın Fethi ve Macaristan Seferi;
Fatih'in Sırbistan seferinde ele geçirilemeyen Belgrat, Avrupa içlerine yapılacak akınlar için bir
sıçrama noktası idi. Bu sebeple Kanuni, Macaristan seferine çıktığında ilkin Belgrat'ı kuşattı ve ele
geçirdi(1521). Burayı bir üs olarak kullanan Osmanlılar artık rahatlıkla Avrupa içlerine sefer
yapabilecekti. Nitekim Şarlken'e tutsak olan Fransa Kralı Fransuva'yı, kendisinden yardım talep etmesi
üzerine, kurtarmayı amaçlayan Kanuni, 1526 yılında karşısındaki ittifakı parçalamak amacıyla yeniden
Macaristan üzerine bir sefer düzenledi. 29 Ağustos 1526'da Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar
ordularını imha eden Kanuni, Budin'i (Budapeşte) ele geçirdi. Macaristan'ın bir bölümü ilhak edildi ve
kalan kısmı Erdel Krallığı oluşturularak Osmanlı hâkimiyetine alındı.
c- Avusturya Seferleri;
Macaristan'ın ele geçirilmesi üzerine, ölen Macar kralı ile akrabalığını öne süren Avusturya Arşidükü
Ferdinand, Macar topraklarında hak iddia etmiş ve Budin'i işgal etmişti. Bunun üzerine Kanuni,
yeniden Macaristan'a sefer düzenledi. Budin kurtarıldı. Ancak Kanuni'nin asıl maksadı Viyana idi.
Osmanlı ordusu şehri kuşattı ise de ele geçirmeye muvaffak olamadı(1529). I.Viyana Kuşatması'nın
sonuçsuz kalmasından cesaretlenen Ferdinand, Budin'i tekrar işgal etti. Kanuni ünlü "Alman Seferi"
ile mukabele ederek işgal edilen yerleri geri aldı. Ferdinand ile İstanbul'da bir anlaşma yapıldı. Bu
anlaşmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve Osmanlı hâkimiyetini
tanıyacak ve elinde bulundurduğu Macaristan'a ait topraklar için de Osmanlılara vergi
verecekti.(1533).
Ferdinand'ın Macar kralının ölümünü fırsat bilerek anlaşmayı bozması üzerine Kanuni yeniden sefere
çıktı. 1562'deki bu sefer sonucunda Macaristan'da Erdel Beylerbeyliği oluşturuldu. Avusturyalılar fırsat
buldukça Macar topraklarına tecavüz etmişler ve her seferinde de Osmanlılardan gerekli cevabı
almışlardır. Nitekim Kanuni'nin son seferi de Avusturya'ya karşı olmuş ve Zigetvar Kalesi kuşatılmıştır
(1566)
d- Fransa ile Münasebetler ve İlk Kapitülâsyon;
Avrupa birliğini sağlamak isteyen Roma-Cermen İmparatoru Şarlken, bu maksatla Fransız Kralı
Fransuva'yı esir etmişti. Kendisinden yardım isteyen kral ile iyi ilişkiler kuran Kanuni böylece Şarlken'e
karşı bir müttefik kazanmış oluyordu. 1535 yılında iki ülke arasında ticaret ve dostluk anlaşması
imzalandı. Anlaşma ile her iki ülke serbest ticaret hakkı elde edecek ve bu haklar iki hükümdarın
yaşadığı sürece geçerli olacaktı. Lâkin kapitülasyon adıyla tarihe geçecek olan bu ticarî imtiyazlar
sürekli hâle getirilmiş, sonraki devlet adamlarının basiretsizliği sebebiyle tek taraflı işlemeye başlamış
ve başka devletlere de imtiyazların tanınmasıyla Osmanlı ekonomisi giderek dışa bağımlı hâle
gelmiştir.
e- İranla Münasebetler;
Şah İsmail'in yerine geçen oğlu I.Şah Tahmasp, babası gibi, Osmanlıların düşmanı olan Venedik ve
Avusturya ile ittifak kurmakta bir beis görmüyordu. Osmanlı ordusu, Avrupa'ya sefere çıktığında
Safaviler, Doğu Anadolu topraklarına karşı saldırıya geçiyordu. Bu sebeple, Kanuni, Irakeyn (iki Irak;
Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap) seferi diye bilinen bir sefere çıktı (1534-35). Tebriz ve Bağdat Osmanlı
topraklarına katıldı. Osmanlının Avrupa ile ilgilenmesinden yararlanan Safaviler fırsat buldukça
yeniden harekete geçtiklerinde, bölgeye 1555 yılına kadar Nahcivan ve Tebriz üzerine birkaç kez sefer
düzenlenmiştir. Osmanlılar karşısında fazla bir varlık gösteremeyen Şah Tahmasp nihayet barış
anlaşması imzalamayı kabul etmek zorunda kalmış ve Amasya Antlaşması (1555) ile Osmanlı
üstünlüğünü kabul ederek Bağdat, Tebriz ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu
tasdik etmiştir.
f- Deniz Seferleri ve Fetihler;
Kanuni devri karada olduğu gibi denizlerde de büyük bir üstünlüğün sağlandığı bir devirdir. Fatih'in
alamadığı, St.Jean şövalyelerinin elindeki Rodos ve çevresindeki adacıklar, başarılı bir kuşatma
sonunda ele geçirilmiş(1522), II. Bâyezid zamanından beri Akdeniz'de serbestçe faaliyet gösteren
Barbaros kardeşlerin devlet hizmetine alınmasıyla deniz ve kıyılarda pek çok yer Osmanlı hâkimiyetine
dahil olmuştur. Cezayir'i ellerinde bulunduran ve Osmanlılar adına, 1492 yılında İspanya'da soy kırıma
uğrayan Musevîleri İstanbul'a gemilerle nakleden Barbaros kardeşler haklı bir üne sahip olmuşlardı.
1533 yılında Cezayir'i Osmanlılara bırakarak kaptan-ı deryalık görevini kabul eden Barbaros Hayrettin
Paşa (Hızır Reis), 1538 yılında Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasını Preveze'de büyük bir
bozguna uğratarak, Osmanlılardın Akdeniz'in tek hâkimi olduğunu bütün dünyaya kabul ettirdi.
Barbaros'un ölümünden sonra yerine geçen Turgut Reis de fetihlere devam etti.Nitekim St. Jean
şövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp onun tarafından fethedilmiş (1551), Preveze'den sonraki en
büyük deniz zaferi sayılan Cerbe Savaşı sonunda Haçlı donanması bir kez daha hezimeti tatmıştır.
Sadece Akdeniz'de değil Kızıl Deniz ve Hint Okyanusunda da Osmanlı donanması faaliyette
bulunmuştur. Uzak denizlerde istenilen sonuçlar elde edilememişse de bu dönemde Yemen ve
Arabistan'ın güney kıyıları ile Habeşistan ele geçirilmiştir.
g- Kanuni'nin Ölümü ve Sonrası;
Zigetvar Muhasarası esnasında hastalanan Kanuni kalenin fethini göremeden 66 yaşında öldü
(1566). Siyasî, askerî ve iktisadî bakımlardan Osmanlıyı zirveye çıkaran bu büyük hükümdarın yerine
geçen ne II. Selim (1566-1574) ne de III. Murat (1574-1595) aynı evsafta kişiler değillerdi. Ancak
Kanuni devrinde başlayan fetih rüzgârları o derece şiddetliydi ki, bu hükümdarlar devrinde de hızını
devam ettirebildi. Şüphesiz bu başarılarda sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'nın dirayetli siyasetinin de
rolü büyüktür. Anadolu'nun Akdeniz'e bakan kıyılarında bir çıban başı gibi duran Venedik'in elindeki
Kıbrıs bu fetih rüzgârıyla kuşatıldı. Lala Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı donanması adayı ele
geçirir geçirmez (1571), buraya Anadolu'nun çeşitli sancaklarından Türkler yerleştirildi. Artık Kıbrıs da
Türk olmuştu. Bu durumu hazmedemeyen Venedik, İspanyol, Malta donanmaları papa ve diğer bazı
Avrupa devletlerinin de desteği ile harekete geçerek büyük bir savaş filosu oluşturdular. Korent Körfezi
yakınlarında, İnebahtı önlerinde yapılan deniz savaşını Osmanlılar kaybetti (1571).
Ancak kendileri de oldukça fazla zaiyat verdiğinden, Haçlı donanması Osmanlı kadırgalarını takip
edecek durumda değildi. Sokullu kısa zamanda donanmayı yenileyerek yeniden Akdeniz'e indirdi.
Venedik bu durum karşısında yeni bir savaşı göze alamadı ve Osmanlılara vergi vermeyi kabul etti.
Kılıç Ali Paşa komutasındaki donanma Tunus'u yeniden Osmanlı topraklarına kattı (1574). Bu esnada
II.Selim ölmüş ve yerine III. Murat geçmişti. Bu padişah devrinde, Şah Tahmasp'ın ölümüyle çalkanan
İran'a savaş açıldı (1576) Gürcistan ve Azerbaycan'ın büyük bir kısmının ele geçirilmesiyle
neticelenen ilk seferden sonra savaş 15 yıl sürdü. Bu uzun savaş ile daha fazla yıpranmak istemeyen
Osmanlı Devleti ile İran arasında 1590'da bir barış anlaşması yapıldı. Yine bu dönemde başlayan
Türk-Macar Savaşı I.Ahmet devrine kadar devam etti. Don ve Volga nehirlerini birleştirmeyi
amaçlayan kanal projesi ile Süveyş kanalı teşebbüsünün mimarı olan Sokullu'nun 1579'daki ölümü ile
Osmanlı Devleti büyük bir yara almıştır. Özellikle III.Murat'ın oğlu III.Mehmet'in (1595-1604), hükümet
işlerini annesine bırakıp, bir köşeye çekilmesi Osmanlı'yı XVII. yüzyılda daha kötü yılların
bekleyeceğinin âdeta habercisi idi.
4-Duraklama Dönemi ve Son Başarılar
III. Mehmet zamanında Avusturya'ya karşı devam ettirilen savaşlarda Eğri, Kanije ve Haçova zaferleri
elde edilmişse de I. Ahmet (1604-1617), Zitvatorok Antlaşmasını imzalayarak (1606), Osmanlının,
Avrupa'daki üstünlüğünün sona erdiğini bir anlamda kabul ediyordu. Her ne kadar ele geçen topraklar
bu anlaşmayla Osmanlıda kalıyorsa da, artık iki devletin "eşit" sayıldığı hükme bağlanmıştı. XVI.yüzyıl
başlarından itibaren Avusturya ve İran'la girilen uzun savaşlar, ehliyetsiz idareciler, liyakatin yerini
iltimas ve rüşvetin alması, buna bağlı olarak devletin askerî ve iktisadî düzeninin temelini oluşturan
timar sisteminin bozulmaya başlaması, devletin güç ve otoritesini, halkın huzur ve asayişini güvenliğini
sarsmıştır. XVII. yüzyıla girilirken bu olumsuz şartlar, anarşinin artmasına sebep olmuştur. Merkez ve
taşra teşkilâtında görülen bozulmalar, pek çok isyanın çıkmasını ve dolayısıyla devlet nizamının
sarsılmasını beraberinde getirmiştir. Bu isyanları üç grupta toplamak mümkündür; Taşrada çıkan
Celalî İsyanları, Eyalet isyanları ve İstanbul merkezli kapıkulu isyanları. Celalî isyanlarının en önemli
sebepleri, yukarıda da belirttiğimiz gibi, devletin uzayan savaşlara bağlı olarak azalan gelirlerini
karşılayabilmek için vergileri artırması, timar sistemindeki bozulmalar ve köylünün artan vergilere
karşı huzursuzlukları idi. Halkın devlete olan güveninin sarsılması, isyancıların gücünü daha da
artırıyordu.
Kalenderoğlu, Karayazıcı, Deli Hasan gibi Celâlîlerin isyanlarına, medrese öğrencisi suhteler ve
başıboş leventlerin isyanları da eklenince, devlet isyanları bastırmada oldukça zorlandı. Bu isyanlar
yüzünden özellikle Anadolu'da dirlik ve düzenlik kalmadığı gibi, iktisadî durum da oldukça
bozulmuştur. Yine bu otorite boşluğu nedeniyle Erzurum ve Sivas gibi yerlerin valileri ile Yemen,
Bağdat, Eflâk, Boğdan gibi bağlı eyaletlerin yerli yöneticileri de isyan etmişlerdi. İstanbul'daki
yeniçerilerin ulûfelerini zamanında alamamalarını bahane ederek çıkardıkları isyanlar doğrudan sarayı
hedef almıştır. Fesat yuvası hâline gelen Yeniçeri Ocağı'nı düzenlemek isteyen II. Osman (16181622) yeniçerilerin hışmına uğramış, isyancılar sarayı basmıştır. Yeniçeriler, Genç Osman'ı tahttan
indirerek yerine, III. Mehmet'in kardeşi I.Mustafa'yı getirmişler ve bununla da kalmayarak, Genç
Osman'ı Yedikule Zindanlarında katletmişlerdir.Bu olay yeniçerilerin bir padişahı tahttan düşürüp,
katletmelerinin ilk örneği olması açısından dikkat çekicidir. Yeniçerilerin başa geçirdiği I.Mustafa'nın bir
yıl sonra ölmesiyle, Osmanlı tahtına IV. Murat geçer (1623-1640), genç padişah, hâkimiyetinin ilk on
yılında devlet idaresindeki inisiyatifi valide Kösem Sultan'a bırakmış ve güçlenene kadar fesat
çıkaranlara karşı tedbirli davranmıştır. Ancak saraydaki huzursuzluk ve Anadolu'da yeniden patlak
veren isyanların tehlikeli boyutlara ulaşması üzerine 1632'de duruma müdahale eden IV. Murat, kısa
zamanda otoriteyi tesis etmiştir. Sert tedbirlerle nifak çıkaranları, şeyhülislâm ve kardeşleri de dahil,
öldürtmekten çekinmemiş, boşalan devlet hazinesini yeniden çeki düzene koymuştur. Toparlanan
Osmanlı Devleti, Bağdat'ı ele geçiren İran'a savaş açtı. IV. Murat, ünlü seferiyle Bağdat'ı geri aldı
(1638). İran ile yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla (1639), bugünkü sınırlara yakın olan Türk-İran sınırı
yeniden çizildi. 1640'ta, IV. Murat'ın ölmesi üzerine yerine kardeşi I. İbrahim geçti(1640-1648). Fakat
onun sekiz yıllık saltanatında devlet her açıdan kötülemeye başlamıştı. Sonunda 1648 yılında o da
öldürüldü ve çocuk yaştaki IV. Mehmet Osmanlı tahtına çıkarıldı (1648-1687). Harem ve Yeniçeri
Ocağı devlet işlerine istedikleri gibi müdahale eder olmuşlardı. Bu kötü gidiş 1656'da Köprülü Mehmed
Paşa'nın sadrazamlık vazifesine getirilmesine kadar devam etti.Köprülü Mehmet Paşa ve onun
ailesinden olan diğer sadrazamlar XVIII. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı Devleti'nin idaresinde
belirleyici bir rol oynamışlardır. Köprülüler Devri olarak bilinen bu dönemde geçici de olsa bir istikrar
sağlanmış ve Osmanlılar son fetihlerini bu devirde gerçekleştirebilmişlerdir. Köprülü Mehmet Paşa,
içerde sükûneti sağladığı gibi, Venediklilerin eline geçmiş olan Bozcaada ve Limni'yi geri alıp,
Çanakkale Boğazı'nı ablukadan kurtardı. Köprülü Mehmet Paşa öldüğünde, padişah yine geniş
yetkilerle oğlu Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'yı sadarete getirdi(1661). Erdel işlerine karışan Avusturya'ya
karşı başlatılan savaşta Fazıl Ahmet Paşa, Uyvar'ı fethetti. Avusturya yapılan anlaşmayla, Erdel ile
Uyvar ve Neograt kalelerinin Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu kabul etti. Uzun süredir kuşatılan,
Venedik'in elindeki Girit, Kandiye Kalesi'nin düşmesiyle Osmanlı hâkimiyetine girdi(1669). Lehistan'a
yapılan sefer sonucunda Podolya da Osmanlı topraklarına katıldı (1676).
Lâle Devri:
Pasarofça Antlaşması neticesinde ortaya çıkan barışı iyi kullanmak isteyen Osmanlılar, artık Avrupa
karşısında savunma durumunda kalacağını anladığından, Balkanlardaki sınır kalelerini tahkim etme,
bölge halkını yanında tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya ağırlık vermekteydi. Damat
İbrahim Paşa, Osmanlılara üstünlük kurmuş olan Avrupa'yı her yönüyle tanımak için Avrupa
başkentlerine elçiler göndertti. 1718-1730 yılları arasındaki bu dönem, sanatta lâle motifinin işlenmesi
sebebiyle "Lâle Devri" adıyla anılmaktadır. Bu dönemde matbaa açılması, çini ve kumaş fabrikası
kurulması gibi bazı müspet yenilikler yapılmışsa da, III. Ahmet ve saray çevresinin şaşalı eğlenceleri
ve harcamaları huzursuzluğu artırmaktaydı. Damat İbrahim Paşa'nın, İran'a karşı başlatılan savaşta
(1722) kesin netice alamaması ve uzayan savaş esnasında Tebriz'in sadrazamın gizli emriyle İran'a
terk edildiği haberi, muhalefetin harekete geçmesine yetti.
Patrona Halil Ayaklanması'nın patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu. Damat İbrahim Paşa ve
yakınlarıyla Sultan III. Ahmet asiler tarafından katledildiler (1730)Bu olayın ardından III. Ahmet'in
yeğeni I.Mustafa hükümdarlığa getirildi. (1730-1754). Kafkaslardaki sınır olaylarını bahane eden
Rusya, Kırım Tatarlarına karşı büyük bir saldırı başlattı. Azak ve Bahçesaray Rusların eline geçti
(1739). Fransa'nın da teşvikiyle Osmanlılar, Rusya'ya karşı savaş ilân etti. Rusya'nın yanında savaşa
katılan Avusturya da, Eflâk ve Boğdan'a girmişti. Osmanlılar iki cephede de büyük başarılar
kazandılar. Prusya, Fransa ve İsveç'in Osmanlılara yakınlaşması, Osmanlılar karşısında ummadıkları
bir yenilgi tadan Rusya ve Avusturya'yı barış yapmaya zorladı. Bu savaş sırasında tekrar Osmanlıların
eline geçen Belgrat'ta bir anlaşma imzalandı (18 Eylül 1739). Belgrat Anlaşmasıyla, Avusturya,
Pasarofça barışıyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'ı terkederek
bölgedeki kıyı ve deniz ticaretinin Osmanlı gemileriyle yapılmasını kabul etti. Bu anlaşma geçici de
olsa Osmanlıların toparlanmasını sağlamıştır.
Savaşta Türklerin tarafını tutan Fransa'yla, Kanuni döneminde tanınan imtiyazları genişleten ve süre
tahdidi koymayan yeni bir kapitülâsyon antlaşması imzalanmıştır (1740). Damat İbrahim Paşa
zamanında başlayan İran savaşları Lâle Devri'nden sonra da devam etmekteydi. Ruslar, çöküş
dönemine giren Safavilerin elindeki Azerbaycan ve Dağıstan'ı işgal etmişlerdi.
Şirvan halkının talebi üzerine Osmanlılar duruma müdahale etmiş, iki ülke arasında çıkabilecek savaş
Fransa'nın araya girmesiyle önlenmişti. Rusya'nın kuzeydeki işgaline karşın Osmanlılar da Güney
Azerbaycan'ı topraklarına kattılar. Şah Tahmasp 1732'de Osmanlılar ile barış yaptı. Bu durumu
kabullenemeyen Afşar Nadir Bey, Şah Tahmasp'ı devirerek kendi hâkimiyetini ilan etti (1736).
Osmanlılar bazı toprakları Nadir Han'a bırakmaya razı oldu. Her iki taraf için de yıpratıcı olan bu uzun
savaşlar, Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla çizilen sınırların aynen kabul edildiği 1746 anlaşmasıyla son
bulmuştur.
I.Mahmut döneminde, başarılı savaşların yanı sıra, ordu içinde de yeni düzenlemelere gidilmiştir.
Aslen Fransız olup Osmanlı hizmetine girerek beylerbeyi olan Ahmet Paşa, Humbaracı Ocağı'nı
kurarak (1734), batı savaş tekniklerini burada hayata geçirmiş idi. I.Mahmut'un üvey kardeşi
III.Osman'ın (1754-1757) yerine geçen, amcaoğlu III. Mustafa (1757-1773) zamanında da ordu
içerisinde bazı ıslahatlar devam ettirilmiştir. Nitekim onun döneminde Tophane ıslah edilerek yeni ve
güçlü toplar dökülmüş, donanma yenilenmiştir. Ancak, Rusya ile başlayan harpler bu yeniliklerin yeterli
olmadığını gösterecektir.
5-Gerileme Dönemi ve Gerilemeyi Durdurdurma Çabaları:
1764 yılında Rusya, Osmanlıların toprak bütünlüğünü garanti ettiği Lehistan'ı işgal etmiş ve kaçan
mülteciler Osmanlı sınırını geçen Ruslar tarafından katledilmiştir. Bu olay üzerine Osmanlı Devleti
Rusya'ya savaş ilân etmiştir(1768). Ruslar, Baserabya ve Kırım'ı işgal ettikleri gibi, İngilizlerin de
yardımıyla, Baltık filosonu Akdeniz'e göndererek, Mora Rumlarını isyana teşvik etmişler ve Çeşme'de
demirli Osmanlı donanmasını gafil avlayarak, gemileri yakmışlardır. Bu arada Mısır'da da bir isyan
hareketi başlamıştır. Ruscuk ve Silistre önlerinde Osmanlı kuvvetlerinin mevzii başarılar kazanmasının
ardından II. Katerina, Lehistan işini halletmeyi plânladığından Osmanlılarla anlaşma yapmayı kabul
etmiştir. I.Abdulhamit'in (1773-1789) başa geçmesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması
ile (21 Temmuz 1774) Kırım Hanlığı Osmanlıdan kopartılarak sözde bağımsız bir devlet olmuş,
Baserabya, Eflâk, Boğdan Osmanlılarda kalmış, ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine
geçmiştir. Ruslar bu anlaşmayla İngiltere ve Fransa'ya tanınan kapitülâsyonları da kazanmış ve her
yerde konsolosluk açma hakkını elde ederek, Osmanlının iç işlerine karışabileceği bir ortamı kendine
hazırlamıştır. Nitekim 1783'te Kırım'ı işgal ve ilhak eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sıcak
denizlere inme politikasını gerçekleştirme yönünde büyük bir adım atmış, Ortadoksları himaye
bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmiştir. Rusya'nın nihaî amacı, İstanbul'u ele
geçirerek Bizans'ı yeniden diriltmek idi. İşte bu maksatla, Osmanlı Devleti'ni taksim etmek üzere
Avusturya ile gizli bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmayı haber alan Osmanlı Devleti, Prusya ve
İngiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karşı savaş açtı. Halkın infialine neden olan Kırım'ı geri almak
Osmanlının en büyük arzusuydu. Ancak bu savaşa Rusya'nın müttefiki olan Avusturya'nın da
katılmasıyla, Osmanlılar iki cephede birden mücadele etmek zorunda kaldılar(1788). Avusturya'ya
karşı iki kez savaş kazanıldı. Belgrat ve Banat ele geçirildi. Ancak Rusya'ya karşı doğu cephesinde
başarı sağlanamadı. Bu tarihlerde Osmanlı tahtına III. Selim çıkmıştı (1789-1807). III. Selim İsveç ile
bir anlaşma yaparak Rusya'ya karşı bir müttefik kazanmıştı. Ancak Rusya Bükreş ile Küçük Eflâk'ı
almış, ardından da Belgrat ve Bender düşmüştü. 1790'da Avusturya İmparatoru II.Joseph ölünce iç
ayaklanmalar baş göstermiş ve Fransız ihtilalinin etkileri bu ülkede de hissedilmeye başlanmıştı.
Bunun üzerine yeni İmparator II.Leopold, Ziştovi anlaşmasını imzalayarak Osmanlılarla olan savaşı
sona erdirdi (1791). Bu anlaşma mevcut statükoyu muhafaza eden maddelerden ibaretti. Rusya ile de,
İspanya'nın aracılığıyla Yaş Barış Antlaşması imzalandı (1792). Rusya'nın savaş sırasında işgal ettiği
yerlerden sadece Özi, anlaşmayla verilmiş oluyordu. Hem Avusturya hem de Rusya bu anlaşmalarla,
Fransa ve Lehistan'daki gelişmelere dikkatlerini verirken, Osmanlı Devleti de gerekli ıslahatları
yapmak için bir soluklanma zamanı bulabilecekti.
6- 19. y.y. Osmanlı Devleti'nde Islahat Çabaları
a- Nizam-ı Cedit
İyi bir eğitim görmüş olan III. Selim bu barış döneminden faydalanarak, devlet içinde, özellikle askerî
alanda, ıslahatlar yapmak istiyordu. Bu maksatla, Nizâm-ı Cedit adı verilen ilk ıslahat hareketiyle, yeni
bir ordu kurdu(1793). Yeniçeri Ocağı'nı kaldıramayacağını bildiğinden, öncelikle Nizâm-ı Cedid denilen
bu orduyu batılı tarzda düzenleyip, başarısını kanıtlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri
Ocağı lağvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çıkan gelişmelerden endişe duyan Yeniçeriler,
bazı devlet adamlarını da yanlarına çekerek yeniliklere karşı çıktılar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada
Napolyon Bonapart, bir orduyla Mısır'ı işgale başlamıştı (1798). Osmanlılar, Rusya, İngiltere ve
Sicilya'nın da menfaatlerine dokunan Fransız işgaline karşı harekete geçti. Ehramlar savaşıyla, Mısır'ı
ele geçirip, kuzeye yönelen Bonapart, Akka'da Osmanlı savunmasını geçemedi (1799). Kuşatmayı
kaldıran Napolyon geri dönerken, yerine bıraktığı ordu komutanları da mağlûp edildiler. Neticede
Fransızlar Mısır'ı terk etmek zorunda kaldı(1801). Fransa'yı barışa zorlayan önemli bir sebeplerden
birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarının iş birliği yapmaları, İngiltere'nin Fransız savaş ve
ticaret gemilerini taciz etmesiydi. Fransa'nın Akdeniz ve Orta Doğu'daki ticarî menfaatlerinin
zedelenmesi onları barışa zorlamaktaydı.
1802'de imzalanan anlaşmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almış ve kapitülâsyon
hakkını elde etmiştir. Bu olayı bahane ederek Akdeniz'e inen Rus donanması, Osmanlı donanmasıyla
birlikte Fransa'nın elindeki bazı adaları ele geçirmiş idi. Fakat halk, ebedî düşman olarak gördüğü
Rusya ile iş birliği yapılmasına büyük tepki göstermiş ve bunun sonunda III. Selim'e ve ıslahatlarına
karşı cephe genişlemişti. Üstelik Napolyon'un, Orta Doğu'da Araplara yönelik propagandasının da
etkisiyle bölgede bazı isyanlar çıkmıştı. Böylece Bulgaristan ve Sırbistan'da çıkan isyanlara bir de
Suriye'de ve Hicaz'da çıkan isyanlar eklenmiş oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804'te Mekke
ve Medine'yi ele geçirmişlerdi. Osmanlıların tekrar Fransa ile yakınlaşmaları, İngiliz ve Rusları
harekete geçirmiş ve sonunda Rusya Eflak ve Boğdan'ı işgal etmişti. Bu savaş sürerken Nizâm-ı
Cedit'in Rumeli''ye de kaydırılmasından memnun olmayan isyancılar Şehzade Mustafa'nın tahrik ve
teşvikiyle birleşerek İkinci Edirne Vak'ası denilen büyük bir ayaklanma başlatmışlardı (1806). Neticede
İstanbul'da patlak veren Kabakçı Mustafa İsyanı III. Selim'in sonunu hazırladı. Saraya giren isyancılar
III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yı tahta geçirdiler (29 Mayıs 1807). Nizâm-ı Cedid
lağvedildi. Fakat III.Selim'e bağlı olan Ruscuk bayraktarı Mustafa, yenilik taraftarlarıyla birleşerek,
karşı darbede bulundu. Amacı III. Selim'i yeniden tahta çıkarmaktı. IV. Mustafa'nın, sabık padişahı
öldürttüğünün öğrenilmesi üzerine, kardeşi II.Mahmut başa geçirildi (28 Temmuz 1808).
Alemdar Mustafa Paşa sadareti üslenerek, III. Selim'in başlattığı ıslahatları devam ettirmeye çalıştı.
Nizâm-ı Cedit'i,ekbân-ı Cedit adı ile yeniden canlandırdı. Ancak ulemayı ve yeniçerileri memnun
edemeyen Alemdar Mustafa Paşa, 1809'da çıkan bir isyanda öldü.
1- II.Mahmut ve Islahat Hareketleri;
II. Mahmut devri (1808-1839), hem gerçekleştirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî
isyanlarıyla Osmanlı Devleti'nin yol ayrımına girdiği bir dönemi ifade eder. II.Mahmut, öncelikle orduyu
baştan aşağı düzenlemek ile işe başladı.Yeniliklere karşı çıkan Yeniçeri Ocağı bir nizamname ile
ortadan kaldırıldı. Vak'a-yı Hayriye olarak adlandırılan bu köklü değişiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni
bir ordu oluşturuldu. Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun eğmeyerek isyan ettiler. Sadrazam'ın
sarayını basan yeniçeriler sadrazamın ve ıslahatçıların başlarını istediler. Ancak At Meydanı'nda
toplanan yeniçeriler dağıtıldı, ocakları bombalandı. Böylece Avrupa tarzında yeni bir ordunun
kurulması yönündeki en büyük engel ortadan kaldırılmış oluyordu. II. Mahmut hükûmet teşkilâtında da
değişikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlık) usulünü benimsedi. 1836 yılında Dahiliye ve
Hariciye Nazırlıkları kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D ile ticarî anlaşmalar yapıldı. İktisadî ve adlî
sistemde değişikliklere gidildi. Avrupa tarzında eğitim veren rüştiyeler, Harbiye ve Tıbbiye okullarının
açılması vb. gibi eğitim alanında da ıslahatlar gerçekleştirildi. Fakat, kimi şeklî, kimi öze yönelik bu
yenilikler devletin içinde bulunduğu zorlukları aşmasına yetmediği gibi, Osmanlı coğrafyasındaki
parçalanma II.Mahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi.
2- Sırp ve Yunan İsyanları;
Fransız İhtilâli'nin getirdiği milliyetçi fikirlerle temellendirilen ancak, daha ziyade arkasında Rusya ve
diğer Avrupa devletlerinin teşvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi.
III.Selim zamanında isyan eden Sırplar, 1812 Bükreş Antlaşması ile bazı imtiyazlar almalarına
rağmen, yeniden ayaklandılar. Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı tarihlerde Sırplarla kısmî bir anlaşmaya
varıldı. Ancak 1830'da bir hatt-ı şerif ile Sırbistan'ın Osmanlı hâkimiyetinde bir prenslik olarak varlığı
kabul edildi. Rusya'nın XIX. yüzyıla girerken Osmanlıya karşı sürdürdüğü savaşların altında Balkanları
ve özellikle Rumları Osmanlı Devleti'nden koparmak yatıyordu. Nitekim Odessa'da yeniden
örgütlendirilen Etnik-i Eterya adlı cemiyetin başkanlığına Yunan İsyanı sırasında Çar I.Alexsandre'ın
yaveri Prens İpsilanti getirilmişti. Yapılan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna civarında isyanlar
çıkarılacaktı. İpsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek Ortodoksları ayaklandırmaya çalıştı fakat başarılı
olamadı. Çar, Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan İpsilanti'yi desteklemekten vazgeçti. Bu
sırada Mora'da da Patras başpiskoposu isyan etmişti (25 Mart 1821). 1822'de Yunanlılar bağımsız
olduklarını ilân ettiler, Mora'da ve adalarda çok sayıda Türk'ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu isyanı
gayriresmî yollardan desteklemekteydiler.
Girit ve Mora valiliğinin kendisine verilmesini II.Mahmut'a kabul ettiren Mehmet Ali Paşa bu isyanı
bastırmakla görevlendirildi. 1822'de Girit'e, 1824-25'te Mora'ya girildi. Bu gelişme karşısında Rusya,
Fransa ve İngiltere aralarında anlaşarak (1827), Yunanistan'ın özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi
hususunda Osmanlıları sıkıştırmak istediler. Türkler bu olayı iç işlerine müdahale olarak kabul edip,
teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanlı ve Mısır donanması Navarin'de, bir kaza sonucu(!), yok edildi.
Üç ülkeyle ilişkiler kesildi ve 1828'de Rusya, müttefiklerinin desteğiyle Osmanlı Devleti'ne savaş ilân
etti. Rus ordusu doğuda Erzurum'u ele geçirdi. Batıda ise Edirne işgal edildi. Padişah, Prusya, Fransa
ve İngiltere elçilerini araya sokarak, Londra Protokolünü kabul edeceğini bildirdi. Böylece Edirne
Antlaşması(1829) ve ardından Londra Konferansı (1830) imzalandı. Antlaşma ile Prut iki ülke arasında
sınır oluyor, Eflâk, Boğdan ile Sırbistan'ın özerkliği kabul ediliyordu. Girit'in Osmanlılarda kalması
şartıyla Yunanistan'ın bağımsızlığı da tasdik ediliyordu.
3- Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi;
Mora'nın elden çıkmasıyla, oğlu İbrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Mısır Valisi M.Ali Paşa,
II.Mahmut'tan, yardımlarına karşılık, Suriye'nin idaresini istedi. Bu isteğin reddedilmesi üzerine M.Ali
Paşa harekete geçti ve Filistin ile Suriye'ye girdi (1831). Akka ve Şam, oğlu İbrahim tarafından ele
geçirildi. İbrahim Paşa, kısa zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi.
Konya yakınlarındaki savaşta Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Her birinin ayrı hesabı olduğu büyük
devletler, telâşlanarak araya girmek istediler. Fransa ve İngiltere'nin anlaşamaması üzerine, Rusya
durumdan faydalandı. Zor durumdaki I.Mahmut, Rus ordusunun ve donanmasının İstanbul yakınlarına
gelmesine müsaade etti. Rusya'nın kârlı çıkmasından endişelenen Fransa ve İngiltere, II.Mahmut ile
anlaşma yapması için M.Ali Paşa'ya baskı yaptılar. Neticede Kütahya Antlaşması imzalandı (1833). Bu
anlaşmayla, Mehmet Ali Paşa, Mısır ve Girit'ten başka Şam ve oğlu İbrahim de, Cidde valiliği yanı sıra
Adana'yı uhdelerine alacaklardı. Rusya, yardımlarına karşılık II.Mahmut ile Hünkar İskelesi Antlaşması
diye bilinen bir anlaşma yaparak, İstanbul'daki durumunu kuvvetlendirmeyi başardı (1833). Anlaşmaya
göre Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün garantisi ve gereğinde Osmanlının yardımına koşulması
karşılığında Rusya, Boğazların bütün yabancı savaş gemilerine kapatılmasını kabul ettiriyordu.
II.Mahmut, Kütahya anlaşmasından memnun değildi. Bu sebeple M.Ali Paşa'ya karşı yeniden harekete
geçti. Fakat Osmanlı ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan Paşa, Osmanlı
donanmasını Mısır'a teslim etmişti. Bu arada II. Mahmut ölmüş ve yerine I.Abdulmecit geçmişti (18391861).
4- Mısır Meselesi'nin Çözümü ve Boğazlar Meselesi;
Rusya'nın Hünkar İskelesi Antlaşmasına dayanarak duruma tek başına müdahale etmesini uygun
bulmayan İngiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler. Avusturya ve Prusya'nın da katılmasıyla
Londra'da bir konferans toplandı (1840). Toplantıda Mehmet Ali Paşa'nın veraset yoluyla Mısır
valiliğine sahip olması karşılığında, Suriye'den ve elinde tuttuğu Osmanlı donanmasından vazgeçmesi
istendi. Konferans kararlarını M.Ali Paşa'nın tanımaması üzerine İngiltere Suriye limanlarını
donanması ile topa tuttu. Nihayet M.Ali Paşa durumu kabul etti. I.Abdulmecit de iki ferman
yayımlayarak onun valiliğini onayladı.
Ardından İngiltere kendileri aleyhine olan Hünkar İskelesi Antlaşması'nın yürürlükten kaldırılmasını
öngören uluslararası bir konferansa ev sahipliği yaptı. Londra Antlaşması ile (Temmuz 1841), İstanbul
ve Çanakkale boğazları'nın barış zamanında savaş gemilerine kapalı tutulmasının kararlaştırıldığı bir
Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Böylece İngiltere, Rusya'nın elinden inisiyatifi almış oluyordu.
b-Tanzimat Dönemi
Daha önceleri gerçekleştirilmeye çalışılan Islahat Hareketleri, Osmanlı Devleti'nin kendi iradesiyle
uygulamaya çalıştığı, içte ve dıştaki başarısızlıklarını önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi.
Ancak Avrupa ve Rusya'nın mütemadiyen iç işlerine müdahale etmesi, Osmanlı Devleti'ni, kendi
inisiyatifi dışında, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydı. Özellikle gayrimüslim unsurları bahane eden
devletlerin müdahalelerine fırsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere gidilmesi
düşünülmekteydi. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'nın hazırladığı düzenlemeler, I.Abdülmecit
tarafından tasdik edilmişti. 3 Kasım 1839'da I.Abdülmecit "Gülhane Hatt-ı Hümayunu"nu ilan ettirdi.
Bu fermanda, dini ve ırkı ne olursa olsun Osmanlı tebaasından olan herkesin eşit olması, herkesin
yasalara göre yargılanması, varlığı ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yılı
geçmemesi gibi hükümler yer alıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti bu dönemde Avrupa tarzına öykünen
idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu şekilde Avrupa devletlerinin en azından bazılarının, Osmanlı
Devleti'nin toprak bütünlüğüne saygısının kazanılması hedeflenmekteydi. Fakat gelişen siyasî olaylar,
bunun o kadar kolay olmayacağını gösterecektir.
1- Şark Meselesi ve Kırım Savaşı;
Tanzimat döneminde nispeten sağlanan barış ortamı, Rusya'nın müdahalesiyle tekrar bozulmaya
başladı. Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya, aynı zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu
ortaya atarak, doğrudan doğruya Osmanlı Devletinin varlığını hedef almaktaydı. Avrupalılar tarafından
"Şark Meselesi", önceleri Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün sağlanması şeklinde düşünülürken,
daha sonra bu toprakların paylaşımı sorunu hâline dönüştürüldü. Çünkü Osmanlı Devleti artık bir
"hasta adam" idi. Ancak R.Mantran'ın da ifade ettiği gibi, hasta, kendisini iyileştirmeyi amaçlamayan
doktorların insafına kalmıştı. Onlar, Avrupa'nın hasta adamının mirasını paylaşma telâşındaydı.
Küçük Kaynarca antlaşması'ndan sonra Osmanlı topraklarındaki Ortodokslar'ın haklarını koruma
rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli "kutsal yerler"in korunması ve idaresi hususunu da gündeme
getirdi. Fransızlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin din adamlarına Kudüs Kilisesi üzerinde bazı
haklar tanınmıştı.
1808'den itibaren Rusya'nın baskıları neticesinde onların yerini Ortodoks papazlar almaya başladı.
Fransa'nın ve Rusya'nın 1850-51'de Bab-ı Ali'ye bu durum hakkında yaptıkları müracaatlar, kurulan
komisyonlarda değerlendirildi ve bazı kararlar alındıysa da hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine
Çar I.Nikola, İngiltere'ye Osmanlı Devleti'ni aralarında paylaşmayı teklif etti ve İngilizlerin sessizliğini
koruması üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a çıkarttı. Rus elçisi Mençikof'un aşırı tavizler
içeren teklifini reddeden I.Abdülmecit, İngilizlere yakın olan Mustafa Reşit Paşa'yı sadrazamlığa
getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk ve Boğdan'ı istilâ ettiler. Osmanlı Devleti,
Fransa ve İngiltere ile ittifak anlaşması imzaladı. Bu ittifaka Avusturya ve İtalyan birliğini kurmaya
çalışan Piyemento hükûmeti de katıldı. İttifak donanması Çanakkale'de mevzilenmişti. Durumdan
endişelenen Rusya, askerlerini geri çekmeye başladı. Müttefikler, Rusya'nın Karadeniz'deki gücünü
ortadan kaldırmak için, Kırım'a yöneldiler. Rusların en büyük üssü olan Sivastopol, bir yıl süren bir
kuşatmanın ardından ele geçirildi (1855).
Bu sırada tahta oturan II.Alexandre, barış yapmayı kabul etti. Müttefiklerin yanı sıra Prusya'nın da
katıldığı Paris Antlaşması ile (30 Mart 1856), taraflar işgal ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlıların
toprak bütünlüğü ve Boğazların statüsü, Avrupa'nın "kefilliği" altında korunacaktı. Osmanlıların Avrupa
Konseyi'ne dahil edilmesi karşılığında ise, sultan yeni bir ıslahat fermanı irat edecekti. Bu madde ve
Karadeniz'in tarafsızlığının kabulü, savaşın galibi durumundaki Osmanlılardın aleyhine idi. Nitekim,
Eflâk ve Boğdan'ın birleşmesi ve Sırbistan'a yönelik yeni haklar da Paris Antlaşmasıyla tescil edilmişti.
c-Islahat Fermanı :
Henüz Kırım Savaşı sürerken, Viyana'da bir araya gelen İngiltere, Fransa ve Avusturya, Hristiyanlarla
Müslümanlar arasındaki farklılıkların her alanda ortadan kaldırılmasını öngören bir fermanı sultanın
yayımlamasını, barış için ön şart koşmuşlardı. Paris Antlaşması müzakere edilirken, müttefiklerin bu
istekleri I.Abdülmecit tarafından yerine getirildi ve Islahat Fermanı ilân edildi (18 Şubat 1856).
Tanzimat'la kabul edilen hususların esas alındığı bu fermanla, Müslümanlarla Hristiyanlar arasında
eşitlik sağlandığı Avrupa'ya garanti edilmiş oluyordu. Ayrıca iç hukuk alanında ve ticaret hukukunda da
yenilikler getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan arındırılıyordu. Aslında
Tanzimat süreciyle başlayan bu değişiklikler, idari yapılanmada da kendisini hissettirmiştir. 1868'de
Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar
görevlendirilmiştir. Islahat Fermanı ile getirilen düzenlemelerin uygulanması daha çok I.Abdülaziz'in
tahta çıkması (1861-1876) ile gerçekleşebilmiştir.
Paris Antlaşmasına imza koyan devletler, anlaşma maddesinde de yer aldığı için Islahat Fermanı'nı,
Osmanlı Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmışlardır. Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik
Marunilere saldırmasını bahane ederek Lübnan'a asker çıkarmış ve 1871'e kadar orada kalmıştır.
Karadağ'da çıkan bir anlaşmazlık yine büyük devletlerin aracılığı ile halledilmiştir (1862). Güçlü
devletler tarafından teşvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan toplulukları, çıkardıkları isyanlar
bastırılsa dahi, Osmanlı Devleti'nden yeni haklar elde etmeyi başaracaklardır. Örneğin Sırplar ve
Bulgarlar yeni haklar elde etmiş, Eflâk ve Boğdan'ın Romanya adı altında birleşmeleri kabul edilmiştir.
Muhtariyet hakları genişletilen Mısır'da, İngiliz-Fransız nüfuz mücadelesi kızışmış, III. Napolyon'un
teşebbüsü üzerine, Abdülaziz istemediği hâlde Süveyş Kanalı projesini kabul etmek zorunda kalmış ve
kanal 1869'da büyük bir törenle açılmıştır.
d- I.Meşrutiyet Dönemi:
Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nın kışkırttığı topluluklar, bağımsızlıklarını ilân etmek için harekete
geçmekteydiler. 1866'da Girit İsyanı çıktı. Yunanistan'a bağlanmak amacıyla başlayan isyan
bastırılmasına rağmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanın Girit'e yeni bir statü vermesini
sağladılar (1868). Rusya tarafından oluşturulan komitalar vasıtasıyla Bulgarlar ayaklandırıldı. Onlara
da geniş haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki
karışıklıkların ardından yeniden ayaklandılar (1875-76).
Bulgar isyanı sert biçimde bastırıldı. Fakat bu sırada Genç Osmanlılar, Abdülaziz'e başlattıkları
muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler. Nihayet Mithat Paşa'nın öncülüğündeki yenilikçi idareciler
Abdülaziz'i tahttan indirerek yeğeni V.Murat'ı başa geçirdiler(30 Mayıs 1876). Ancak hastalığı
sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-ı Esasi'yi ilân edeceğini beyan eden kardeşi
II.Abdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı.
Bu arada Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne baskı kurmasını kendi menfaatine aykırı gören İngiltere,
Balkanlardaki bunalımı görüşmesi için İstanbul'da uluslar arası bir konferans toplanmasını sağlamıştı.
İstanbul Konferans çalışmalarını sürdürürken II.Abdülhamit Meşrutiyet'i ilân etti (23 Aralık 1876).
Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarşi, İstanbul
Konferansı'nın toplanış sebebini tamamen ortadan kaldırmasına rağmen, konferansa katılan devletler,
Balkan topluluklarının bağımsızlıklarını istediklerinden bir sonuca varılamadı. Osmanlı Devleti'nin
çağrılmadığı Londra'da toplanan bir başka konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladılar.
Rusya, Osmanlı Devleti'ne alınan kararları kabul ettirmek için savaş ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde
"93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi, askerî ve siyasî bakımdan önemli sonuçlar
doğurmuştur.
Kanun-ı Esasi'nin kabulü ile açılan Genel Meclis, padişah tarafından seçilen Ayan Meclisi ve halk
tarafından seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra Konferansı'ndan önce çalışmaya başlayan
bu meclis, hükûmet tarafından sunulan teklif ve kanun tasarıların karara bağlayarak ilk dönem
çalışmalarını tamamlamıştı. Ancak 93 Harbi'nin sürdüğü sıkıntılı zamanlarda meclisteki azınlık
mebusları çalışmaları sekteye uğrattığı gibi, bunalımın artmasını da sağlıyorlardı. Nitekim Gazi Osman
Paşa'nın büyük bir kahramanlık göstererek 5 ay savunduğu Plevne'yi aşan Ruslar, Yeşilköy'e kadar
ilerlemişlerdi. Doğu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuşlardı.Meclis savaşın gidişatından
hükûmeti ve padişahı sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri
gelenleri ve bazı mebuslarla yaptığı toplantıdan bir sonuç alamayınca, Kanun-ı Esasi'nin kendisine
verdiği yetkiyi kullanarak, etnik yapısının karışıklığı sebebiyle çalışmaları aksayan meclisi kapattı (14
Şubat 1878). Bu I.Meşrutiyet'in sonu demekti.
Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelişmeler;
İstanbul önlerine kadar gelmiş olan Rusya ile Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalandı (3 Mart
1878). Bu anlaşmayla, sözde Osmanlı'ya bağlı Dobruca, Doğu Makedonya ve Trakya'yı içine alan
Büyük Bulgaristan Prensliği kuruluyor; Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarına kavuşuyordu.
Ancak, Rusya'nın genişlemesinden rahatsızlık duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu
anlaşma hükümleri yürürlüğe giremedi. İngiltere donanmasını harekete geçirdi. Osmanlı Devleti ile
yaptığı bir anlaşmayla Kıbrıs'a yerleşti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir
konferansa ev sahipliği yaparak hem muhtemel bir savaşı önlemek hem de Almanya'nın menfaatlerini
korumak istiyordu. Nitekim Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rusya'nın
da katıldığı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. Bu anlaşma,
artık Rusya'nın yanı sıra, diğer devletlerin de parçalamaya çalıştıkları Osmanlı'dan, kendi paylarını
alma anlaşmasıydı. Berlin ve Ayestafanos antlaşmalarında öngörüldüğü gibi, Sırbistan, Karadağ ve
Romanya'nın bağımsızlığı onaylandı. Bulgaristan üç bölüme ayrıldı. Bulgaristan Prensliği haricinde
müstakil bir Doğu Rumeli eyaleti oluşturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya,
Osmanlı Devleti'nin elinde kaldı. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldı.
Bosna-Hersek, Avusturya tarafından işgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin
Kongresi, büyük devletlerin Osmanlı Devleti'ni paylaşma ve ortadan kaldırma arzularının bir neticesi
idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çıkan küçük devletçikler, bölgede o dönemden
günümüze kadar ulaşan siyasî ve etnik çatışmaların piyonları olmaktan öteye gidemediler. Nitekim
Avusturya'nın ve Rusya'nın Balkanlarda nüfuzlarını artırmaları, Balkan Savaşları ve I.Dünya
Savaşı'nın çıkmasına yol açacaktır.
Berlin Kongresi'nin sonuçları kısa zamanda ortaya çıkmaya başlamıştı. Balkanlardan bir pay
alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasına dahil ettiği Cezayir ile Tunus arasındaki sınır problemini
bahane ederek, Tunus'u işgal etti (1881). Fransa ile İngiltere arasında çekişmeye sahne olan Mısır'da,
Hidiv İsmail Paşa'ya karşı başlatılan bir askerî ayaklanma ile ortaya çıkan durum İstanbul'da
görüşülürken, İngilizler İskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlıların karşı çıkmalarına rağmen İngilizler
Mısır'ı ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli'de çıkan isyanı değerlendirerek (1885),
bölgeyi kontrolü altına aldı. Osmanlı Devleti Rusya'nın baskısı sonunda, Kırcaali ve Rodop dışındaki
Doğu Rumeli Valiliği'nin Bulgar Prensliği'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldı (1886).
İkinci Meşrutiyet'in ilânı sırasında ise Bulgarlar bağımsızlıklarını ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve
Arnavutların hak iddia ettiği Makedonya'da çıkan olaylar Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı.
Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanlı hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki
gözlemcinin görev yapmasını sağladılar (1893). Megalo İdea adını verdiği Bizans'ı diriltme
çabasındaki küçük Yunanistan, 1896'da çıkan isyanı bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896).
Osmanlılar Dömeke Meydan Savaşı ile Yunanlıları büyük bir bozguna uğrattılar (1897). Fakat Rusya
ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile İstanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiliğine Yunan
kralının oğlunun getirildiği özerk bir yönetim kurulması, adanın fiilen Yunanistan'a bırakılması
anlamına geliyordu.
93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çıkarılmıştı. Osmanlı Devleti'ne bağlılıkları
sebebiyle "millet-i sadıka" olarak adlandırılan Ermeniler, önceleri Doğu Anadolu'yu ele geçirmek
isteyen Rusya ve ardından İngiltere tarafından kullanılmaya başladılar. Hınçak ve Taşnak tedhiş
örgütlerini kurarak, İstanbul ve taşrada terör yaratan bazı Ermeniler özellikle İngilizler tarafından
destekleniyorlardı. Doğu'da hiçbir zaman çoğunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile
Rusya Akdeniz ve Orta Doğu'ya sızabilecekti. İngiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu
önleyebilirdi. Her iki tarafında kullandığı Ermeniler 1889'dan itibaren tedhişe başladılar. Van, Erzurum
ve Bitlis'te çıkan olaylar bastırıldı. Ardından başkentte Osmanlı Bankası'na kanlı bir baskın yaparak
bankayı işgal ettiler. II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast teşebbüsünde bulundular. I.Dünya Savaşı ve
İstiklal Harbi yıllarında da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmişlerdir.
e-II. Meşrutiyet Dönemi:
I.Meşrutiyet'in kaldırılmasından sonra II.Abdülhamit içte ve dışta meydana gelen olumsuz gelişmelerin
de etkisiyle, katı bir yönetim sergilemeye başlamıştı. Meşrutiyet taraftarları da buna karşılık
muhalefetlerinin dozunu artırmışlardı. Osmanlılık fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Paşa
1881'de ölüm cezasına çarptırılmış, sonra affedilerek, Arabistan'a sürgüne gönderilmiş ve 1883'te
öldürülmüştü. Ali Suavi, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi kişiler de sultan tarafından bertaraf
edilmişlerdi. Ancak devletin içinde bulunduğu güç durum onların başlattığı muhalefetin güçlenerek
büyümesine zemin hazırlamaktaydı. Balkanlardaki çalkantıların yanı sıra Osmanlı Devleti iktisadî
açıdan da çok zor durumda idi. Devlet iç ve dış borçlarını kapatabilmek için batılıların elindeki Osmanlı
Bankası ile malî bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı (1879 ve 1881). Buna göre banka mali
yardımları karşılığında, devletin bazı gelirlerini devralıyordu. İngiliz ve Fransızların kontrolünde bu
maksatla kurulan Düyun-ı Umumîye İdaresi Osmanlı ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir.
Genç Türkler veya Jön Türkler adı verilen ve yurt dışında ve içinde faaliyet gösteren Meşrutiyet
taraftarları, İstanbul'da İttihad-ı Osmani derneğini kurmuşlar ve bu dernek 1894/95'te İttihat ve Terakki
Cemiyeti adını almıştı. Selanik'te Enver ve Niyazi Paşalar gibi subayların da katılmasıyla güçlenen
İttihatçılar, Osmanlı devletini ancak Kanun-ı Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabileceğini
düşünüyorlardı. Kolağası Niyazi Bey ve ona katılan Enver Bey'in Resne'de isyan ederek dağa
çıkmaları ve Rumeli'de halk tarafından büyük bir destek bulmaları üzerine II.Abdülhamit anayasayı
yürürlüğe koyarak II.Meşrutiyet'i ilân etti ((23 Temmuz 1908).
17 Aralık 1908'de meclis yeniden açıldı. Yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki Fırkası büyük bir başarı
sağlamıştı. Ancak bu gelişmeler esnasında Bulgaristan bağımsızlığını elde etmiş ve Girit meclisi
Yunanistan'a ilhak kararı almıştı. İşgal altındaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafından fiilen ilhak
edilmişti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan İttihatçılar, olumsuz gelişmelerin de
etkisiyle gittikçe otoriter bir idare oluşturmaya başlamışlardı. Bundan faydalanmak isteyen Meşrutiyet
aleyhtarları, bazı Avrupa devletlerinin de kışkırtmasıyla isyan ettiler. İstanbul'daki Avcı Taburları'nın 13
Nisan 1909'da başlattıkları isyan sırasında pek çok İttihatçı öldürüldü. II.Abdülhamit olayları
önleyemedi.
Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa komutasındaki ordu Selanik'ten yola çıktı. Harekat Ordusu adı
verilen bu ordunun kurmay başkanı Mustafa Kemal idi. Harekat Ordusu, kısa sürede duruma hâkim
olarak isyanı bastırdı. İsyandan sorumlu tutulan II.Abdülhamit, şeyhülislâmdan alınan fetva ile meclis
tarafından tahttan indirildi (27 Nisan 1909) ve kardeşi V. Mehmet Reşat yerine getirildi. V.Mehmed
(1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi İttihatçı hükûmete bırakmıştı. Yeni iktidar zamanında da
felâketler birbirini takip etti. Osmanlı Devleti hızla dağılma devrine girmekteydi.
7-Trablusgarp Savaşları:
Osmanlıların iç işleri ve Balkanlardaki gelişmelerle uğraşmasını fırsat bilen İtalyanlar, Avusturya'nın
Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutların isyanı (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek,
pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çıkardı. (Eylül 1911). İtalyan donanması denizden,
İngilizler ise Mısır'ı ellerinde bulundurduğundan karadan, Osmanlıların bölgeye asker göndermesini
imkânsız hâle getirmişti. Bu sebeple Osmanlı hükûmeti gizlice Türk subaylarını bölgeye göndererek
mahallî bir direnişi örgütleme yolunu seçmişti. Derne ve Tobruk'da Mustafa Kemal, Bingazi'de ise
Enver Paşa İtalyanlara karşı büyük başarılar kazandı. Savaşı kazanamayacağını anlayan İtalya,
Osmanlıları barışa zorlamak için Oniki Ada'yı işgal etti. Ancak bundan ziyade Balkanlarda başlayan
savaş Osmanlıların barışı imzalamaya zorladı. Uşi Antlaşması ile İtalyanlar işgal ettikleri yerleri
muhafaza ettiler (1912)
8-Balkan Savaşları:
Türk-İtalyan Savaşı'nın başladığı sırada Balkan devletleri aralarındaki anlaşmazlıkları bir tarafa
bırakarak, Osmanlı Devleti'ne karşı bir ittifak oluşturdular. Rusya'nın mimarlığında gerçekleşen
Bulgar-Sırp ittifakına daha sonra Yunanistan ve Karadağ da katıldı (1912). Karadağ ile başlayan
savaşa 18 Ekimde diğer Balkan devletleri de iştirak etti. Bu sırada Osmanlı askerleri, subayların bir
kısmının politik çekişmelerle meşgul olmasından dolayı dağınık bir hâldeydi. Bunun sonucunda Balkan
devletleri, Osmanlılar karşısında kendilerinin de beklemediği bir zafer kazandılar. Yunanlılar Ege
adalarını ele geçirdiler. Sırplar Kumanova'da üstünlük sağladılar. Sırpların denize çıkmalarını önlemek
için Avusturya'nın desteği ile Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti (28 Kasım 1912).
Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19 Kasım 1912). 16 Aralıkta
Londra'da başlayan görüşmeler bir ara iktidardan düşen İttihatçıların yeniden iş başına gelmesi
üzerine kesilmişti. Nihayet Mayıs ayında Londra Antlaşması imzalanarak I.Balkan Savaşı sona erdi.
Gelibolu Yarımadası hariç Trakya, Bulgaristan'a verildi. Makedonya'nın büyük bir kısmı Yunanistan ve
Sırbistan arasında paylaşıldı. Özellikle Makedonya'nın paylaşımı Bulgarları rahatsız etmekteydi.
Sırbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karşı ittifak oluşturdu. Bu ittifaka Romanya da katıldı. Bulgaristan
ile bu ittifak savaşa girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanlı Devleti de Bulgar işgalindeki
toprakları geri almak için harekete geçti. Kırklareli ve Edirne kurtarıldı. II.Balkan Savaşı, tarafların
imzaladığı Bükreş Antlaşması ile sona erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan İstanbul Antlaşması ile,
Meriç nehri iki ülke arasında sınır oldu.
Bulgaristan'daki Türklerin hakları belirlendi (29 Eylül 1913). Yunanistan ile imzalanan Atina Antlaşması
ile ise Girit'in Yunanistan'a bırakılması kabul edildi (14 Kasım 1913). Büyük devletler bu
anlaşmalardan sonra Çanakkale Boğazı yakınlarındaki Bozcaada ve İmroz'u Osmanlılara geri verdiler.
Balkan Savaşları, Balkanlardaki Türk varlığının büyük bir kıyıma uğramasına sebep olmuştur. Yüz
binlerce Türk savaşlar sırasında ve sonrasında aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda
kalmıştır.
9- I.Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti'nin Yıkılışı:
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile (21 Haziran 1913), İttihat ve Terakki Fırkası,
hükûmetin idaresini tamamen ellerine geçirmişti. Enver, Talat ve Cemal Paşalar, Osmanlı Devleti'nin iç
ve dış politikasını belirlemede en etkili nazırlardı. Balkan savaşlarından sonra, ordu ve donanmayı
güçlendirmek isteyen hükûmet, Avrupa devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar getirtmekteydi.
Osmanlı Devleti, dış siyasetini de, dengeleri gözeterek yeniden belirlemek ihtiyacını hissetmekteydi.
Emperyalist devletler, nüfuz alanlarını korumak veya genişletmek maksadıyla siyasî, askeriî ve iktisadî
açıdan ittifaklar oluşturmaktaydı. İngiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgeciliğe geç başlayan Almanya,
Afrika, Avrupa ve Orta Doğu'da nüfuz sahasını genişletmek istiyor ve Osmanlı Devleti'ne bu maksatla
yakın durmayı yeğliyordu.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da, Balkanlarda Panislâvizmi gerçekleştirmeye çalışan Rusya'ya
karşı Almanlarla iş birliği içindeydi. İngiltere ve Fransa tarafından pay edilmiş Kuzey Afrika'da gözü
olan İtalya da bu ittifaka yakındı. Dolayısıyla Almanya önderliğindeki Üçlü İttifak'ın (Almanya,
Avusturya-Macaristan ve İtalya) doğal rakibi, İngiltere'nin öncülüğündeki Fransa ve Rusya'dan oluşan
Üçlü İtilâf (Anlaşma) devletleri idi. Avusturya-Macaristan Veliahtı Ferdinand'ın, Sırbistan ziyareti
esnasında bir Sırp tarafından öldürülmesi (28 Haziran 1914), bu iki cepheyi sıcak savaşa sokmaya
yetti. Daha sonra Romanya, Japonya ve ABD İtilaf Devletleri, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti ise
İttifak devletleri safında bu savaşa girdiler.
Osmanlı Devleti savaştan önce İngiltere ve Fransa'ya yakın bir politika izlemek istedi. Ancak hem
hükûmet ve halk içerisindeki tepkiler hem de İtilaf Devletleri'nin buna sıcak bakmaması, Osmanlıları
Almanya'ya yanaştırmaktaydı. Özellikle Enver ve Talat Paşalar, Osmanlı Devleti'nin yeniden silkinmesi
ve kaybettikleri toprakları kazanabilmesi için Almanya'nın yanında yer almayı uygun buluyorlardı.
Hükûmet başlangıçta tarafsız kalmayı tercih etmişti. Almanların II.Abdülhamit devrinden itibaren
Osmanlı Devleti'nin yenileşme çabalarına katkıda bulunması ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve
sivil uzmanların varlığı, İtilaf Devletleri'nin, Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalamayacağı şüphesini
artırıyordu. Bu tutum, dolayısıyla Almanya yanlılarının tezini kuvvetlendirmekteydi. Enver ve Talat
Paşa'nın öncülük ettiği bu grup, Almanların yanında savaşa girmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de
kaybedilen toprakların geri alınabileceği ve Osmanlı Devleti'ni nefes alamaz hâle getiren
kapitülâsyonlar ve düyun-ı umumîden kurtulunabileceğini öne sürmekteydiler. Nitekim Almanya'ya ait
Goben ve Breslav zırhlılarının Türk bayrağı çekilerek, Rus limanlarını bombalaması, Osmanlı
Devleti'nin Almanya safında savaşa girmesine vesile olacaktır (1 Kasım 1914).
Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşı'nda tam yedi cephede mücadele etti;
Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve Çanakkale. Bütün cephelerde
Osmanlı askerleri büyük bir kahramanlık örneği gösterdiler. Ancak, yedi cephede birden savaşı
sürdürmek, zor şartlar içerisinde bulunan Osmanlı Devleti için çok güçtü. Enver Paşa'nın kumanda
ettiği Kafkas Cephesi'nde Osmanlılar büyük zayiat verdiler. Doğu Anadolu ve Trabzon düştü. Kanal
(Süveyş) cephesinde ise Cemal Paşa, Fransız ve İngilizlere başarıyla direndi. Hicaz ve Yemen'deki
Osmanlı birlikleri, destek görmemelerine rağmen, kutsal yerleri korumak uğruna, harbin sonuna kadar
Şerif Hüseyin ve İngilizlere karşı koydular. Basra'ya çıkan İngilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir
bozguna uğradılar. Komutanları General Townshend esir edildi (29 Nisan 1916) Ancak, 1918'de yeni
birliklerle saldıran İngilizler, ihanet eden Arap kabilelerinin de yardımıyla Basra'da olduğu gibi,
Suriye'de de saldırılarını artırdılar. M.Kemal, Halep'te bir savunma hattı oluşturdu. Galiçya,
Makedonya ve Romanya'da Osmanlı birlikleri, Avusturya ve Bulgaristan'a yardımcı olmak için büyük
bir özveriyle savaştılar. Türkler, en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler. İtilaf Devletleri 19 Şubat
1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle saldırıya geçtiler. 18 Mart'ta İtilaf
donanmasına ait pek çok gemi batırıldı. Ardından Gelibolu Yarımadası'ndaki Settü'l-Bahir ve
Arıburnu'na asker çıkararak, karadan da saldırıya geçtiler. Anzak ve Hint birliklerinin de katıldığı kara
savaşları, tam bir ölüm kalım savaşı oldu. .Kemal'in de büyük bir askerî deha olarak ortaya çıktığı bu
savunma karşısında İtilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldı.
Bütün dünyaya öğretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü, 250 bin Türk evlâdının şehit kanıyla yazılan bir
büyük destan oldu. İtilaf Devletlerinin Çanakkale bozgunu, Rusya'nın yardım alma ümitlerini suya
düşürmüş ve bunun neticesinde gerçekleşen Bolşevik İhtilâli, Çarlık Rusyası'nın sonu olmuştur.
Rusya'nın savaştan çekilmesi üzerine 7 Aralık 1917'de imzalanan anlaşmayla Doğu cephesinde TürkRus Savaşı sona ermiştir.
Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı'nda yedi düvele karşı muhteşem bir mücadele sergilemiştir. Ancak 29
Eylül 1918'de Bulgaristan'ın teslim olması Osmanlılar ile Almanya arasındaki irtibatın kesilmesine yol
açmıştır. Müttefiklerinin savaştan yenik ayrılmasıyla birlikte Osmanlılar da ateşkes anlaşmasını
imzalamak durumunda kalmışlardır. İttihat ve Terakki Fırkası'nın hükûmetten çekilmesinin ardından
kurulan Ahmet İzzet Paşa başkanlığındaki hükûmet, Bahriye Nazırı Rauf Bey başkanlığındaki bir
heyeti Limni'nin Mondros limanına göndermiş ve Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasıyla (30
Ekim 1918), Osmanlılar resmen savaştan çekilmişlerdir. Ateşkes anlaşmasıyla İtilaf Devletleri,
Osmanlı ülkesini işgal etme hakkını elde etmişlerdir. Bu durum, Osmanlı Devleti'nin fiilen paylaşılması
demekti.
Nitekim, İngiliz, Fransız, İtalyan birlikleri bu anlaşmaya dayanarak Anadolu'da işgallere başlamışlar,
Asırlarca Osmanlının hâkimiyetinde yaşayan Yunanlılar da, ağabeylerinin müsaadesiyle İzmir'e asker
çıkarmışlardır (15 Mayıs 1919). İşgallere karşı Anadolu Türk'ünde büyük bir infial yaratmış ve 19
Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasıyla, düşmana karşı "Milli Mücadele"
başlamıştır. İtilaf Devletlerinin Sevr Anlaşması'nı İstanbul hükûmetine imzalatması (10 Ağustos 1920),
Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endişe eden düşmanların bir an önce Türk millî varlığını ortadan
kaldırmayı amaçlamalarından başka bir şey değildi. Fakat bu anlaşma hükümleri hiçbir zaman
uygulanamadı. Ankara'da açılan Milli Meclis'in iradesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının büyük ve
onurlu mücadelesi bu oyunları bozdu. İstiklâl Harbi'ni kazanılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti
kurulmuş oldu. Yeni Türk devleti "Millî Hâkimiyet" ilkesinin tabi^İ bir neticesi olarak 1 Kasım 1922'de
saltanatı kaldırdı. Dolayısıyla bu tarih 622 yıl devam eden Osmanlı Devleti'nin de resmen sonu
oluyordu.
Download