Zekat

advertisement
Haziran-1986
ZEKÂT
M, Fazlıoğlu
‫ق ِللسَّٓائِ ِل‬
ٌّ ‫م َح‬
ْ َ‫َو َّ۪ٓٓفي ا‬
ْ ‫م َوا ِل ِه‬
‫وم‬
ِ ‫م ْح ُر‬
َ ‫َوا ْل‬
Muhterem Cemaat!
Bugünkü hutbemizin mevzuu zekâttır. Zekât,
İslam'ın beş temel şartından biri olup "İslam beş
esas üzerine bina edilmiştir"1 diye başlayan meşhur
hadisi şerif de, üçüncü sırada yer almıştır. Malum
olduğu şekilde, zekât mali bir ibadettir. Yani, dinen
zengin sayılacak derecede, servete sahip olanlar
tarafından verilir. Hicretin ikinci senesinde,
oruçtan önce farz kılınmıştır. Ehemmiyetine
binaen, Kur'an-ı Kerim'de otuz iki yerde, namazla
birlikte zikredilmiştir.
Zekâtın bir lügat, birde fıkhı ıstılah olmak
üzere, iki manası bulunmaktadır.
Lügatta, artma, ziyadeleşme, temizlik ve
bereket manalarına gelir. Istılahta ise bir malın
belirli bir miktarını, üzerinden muayyen zaman
geçtikten
sonra,
zekât
verilmeye
layık
Müslümanlara, ibadet kastiyle temlik etmektir.
Zekât insanlar arasında sevgi, kardeşlik ve
samimiyet
bağlarını
güçlendirir.
Varlıklı
kimselerden, yoksullara uzanan bir yardım eli
olarak, muhtaçları sevindirir. Haset hislerini
giderir. Toplumu meydana getiren fertler arasında
bir
müsavat
bağlayıp,
İslam'da
içtimai
yardımlaşmanın, önemini gözler önüne serer.
Zekât Müminlerin, Allah (c.c.) sevgisini, mal
ve senet sevgisinden üstün tuttuklarını göstermesi
bakımından,
kendine
has
bir
hususiyet
taşımaktadır. Çünkü zekâtını veren kimse, verdiği
şahıslardan hiç bir karşılık beklememektedir. Bunu
sadece ibadet kastı ve Allah (c.c.) rızası için
yapmaktadır. Bu da, Mümin olmanın güzel bir
belirtisidir.
Bir de, unutmamak gerekir ki, her insanın
kazancında, çevresinin de bir payı ve emeği
bulunmaktadır. Onun için kişi, servetini kazandığı
muhitte, çevresine faydalı olmalı ve içinde yaşadığı
cemiyetin muhtaçlarına bir hisse ayırmalıdır.
"Zenginlerin mallarında fakir ve yoksulların
hakları vardır"2 mealindeki ayeti kerime, bizlere bu
hakikati anlatmaktadır. Zira zekât vermekle zengin,
malının içinde bulunan yoksul hakkını, sahibine
teslim etmiş olur. Aksi halde bu hak, o servetin
içinde, gayri meşru olarak durur ve sahibini mesul
kılar.
Aziz Müminler!
Zekât ibadeti, Müslümanı tembellikten ve
ataletten de kurtarır. Çünkü sevgili Peygamberimiz
(s.a.v.) "Veren el alan elden üstündür"3
buyurmaktadır. Öyleyse Resulullah (s.a.v.), veren
ele sahip olmamızı tavsiye etmektedir. Verebilmek
için de, çalışıp kazanmak gerekir. Dinimizde "Bir
lokma, bir hırka" sözü geçersizdir. Bu, tembeller
tarafından istismar edilen bir ifadedir. Ayrıca
dinimizde, tedbirsiz tevekkülde yoktur. O halde,
Müslüman çalışkan, tutumlu, tedbirli, zekât alan
değil, zekât verici olmaya gayret eden, dosdoğru
insan demektir. Çalışma gücü olanlar, mutlaka
çalışacak ve yoksulluktan kurtulmak için her
çareye başvuracaktır. Zekât ancak, çalışma gücünü
ve kabiliyetini kaybetmiş, bakıma muhtaç duruma
düşmüş olanlara verilmelidir. Yoksa sağlam ve iş
yapma kuvvetine sahip kimselerin, çalışmayıp
zekât
fitre
beklemeleri,
dinimizce
hoş
karşılanmayan bir harekettir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) "Zekât İslam'ın
köprüsüdür"4 buyurmakla, toplumun çeşitli
kesimleri arasında, bir bağ kurulmasına ve
kuvvetlenmesine işaret buyurmuştur. Gerçekten
zekât bu mevzuda, güzel bir misal ve müsbet bir
vasıtadır.
Zekâtı ile, fitresi ile ve diğer çeşitli hayırları
ile Müslüman, her zaman örnek davranışlar içinde
bulunur. Böylece cemiyette ahenk ve düzen
sağlanarak, fertler birbirine saygı ve sevgiyle
bağlanır. Bu güzel hareketler sayesinde, zengin
yoksula kucak açar, yoksul zengine sevgi duyar,
toplumda haset, yerini gıpta ve imrenmeye bırakır.
Biraz düşünürsek, hakikaten yoksul ve güçsüz
insanları sevindirmek kadar, insana manevi haz ve
sürur veren, başka bir davranış bulunabilir mi?
İbnü'l-Esîr, Câmi'ul Usûl: 1/207, Hadis No: I.
Zariyat, 19.
3 İsmail bin Muhammed el-Acluni, Keşfü'l Hafâ 2/539 Hadis No:
3199.
4 İsmail bin Muhammed el-Acluni, Keşfü'l Hafâ 1/530 Hadis No:
1416.
1
2
Download