AKCİĞER KANSERİ

advertisement
AKCİĞER KANSERİ
Doç.Dr.Erkan CEYLAN
EPİDEMİYOLOJİ
Bugün tüm dünyada sürekli artan mortalite rakamları nedeniyle, akciğer kanserleri, bir halk
sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir. Tüm dünyada erkeklerde en sık görülen malign
neoplazmdır. Görülme sıklığı açısından tüm malign tümörlerin %16’ sını oluştururken, tüm
kanser ölümlerinin %28’ inden akciğer kanserleri sorumludur. ABD’ de halen gerek
erkeklerde, gerekse kadınlarda kansere bağlı ölümler içinde ilk sırayı akciğer kanseri
almaktadır. Kanserden ölümlerin erkeklerde %34’ü, kadınlarda %21’i akciğer kanseri
nedeniyledir.(1) 1997’de ABD’de 178.000 yeni olguya tanı konulmuş, 160.000 hasta ise
akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetmiştir. 2000 yılında tüm dünyada yaklaşık 1,5
milyon kişinin akciğer kanseri nedeniyle yaşamını kaybedeceği, bu rakamın 2010 yılından
sonra 8 milyona kadar ulaşacağı tahmin edilmektedir. Diğer solid tümörlere bağlı mortalite bir
azalma eğilimi gösterirken, bronş kanserine bağlı mortalite sürekli artış göstermektedir.
Akciğer kanseri insidansı 10 yıllık bir dönemde erkeklerde % 14.3 artarken, kadınlarda % 81
artış kaydedilmiştir. Bu durumun sigara içimi alışkanlığındaki değişikliklere bağlı olduğu
düşünülebilir.
Ülkemizde erkeklerde görülen kanserler arasında ilk sırada akciğer kanseri yer
almakta, kadınlarda ise meme, ürogenital ve sindirim sistemi kanserlerinden sonra 4. sırada
gözlenmektedir. Ancak cinsiyete bakılmaksızın, tüm kanserler dikkate alındığında ilk sırayı
akciğer kanseri almaktadır. (%21) Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Dairesi raporuna göre
Türkiye genelinde akciğer kanseri insidansı 5.9/100.000 iken bu insidans ABD’ de erkeklerde
83/ 100.000, kadınlarda ise 38/ 100.000’ dir. (2) Ülkemizde ABD’den çok daha yüksek olan
sigara içme oranlarına karşın insidansın düşük çıkmasının, verilerin sağlıksızlığı dışında bir
açıklaması yoktur. Ülkemizde akciğer kanseri tanısı ortalama 55-60 yaş civarında
konulmakta, olguların %32 ‘sini 66 yaş ve üzeri kişiler oluşturmaktadır- Toraks Derneği
Akciğer Kanseri Grubu ( TAKABİG) verileri- . Son yıllarda koroner arter hastalıklarından
ölüm sıklığı azalırken, akciğer kanserlerinden ölümler artmaya devam etmektedir. İstatistiksel
veriler çok sağlıklı olmamakla birlikte, Türkiye’de bir yılda 30.000 ile 40.000 arasında
akciğer kanserine bağlı ölüm olduğu düşünülmektedir.
Bugün olgu- ölüm hızı akciğer kanserinde %90 civarındadır. Tanı ve tedavi
olanaklarındaki gelişmelere karşın, 1950’ li yıllarda %6 olan 5 yıllık sağkalım oranları, 1990’
lı yıllarda ancak % 13 civarına ulaştırılabilmiştir. (1) Halbuki akciğer kanseri dışındaki
kanserlerin ortalama 5 yıllık sağkalım oranları %57 olarak bulunmuştur.
ETYOLOJİ
SİGARA: Sigara- bronş kanseri arasındaki ilişki, dünya çapındaki epidemiyolojik
araştırmalarla kanıtlanmış olan bazı özellikleri kapsamaktadır.
Bunlardan başlıcaları;
a) Sigara içimi ile bronş kanseri gelişme riski arasında bir doz- cevap ilişkisi vardır.
b) Sigarayı bırakan kişilerde, bırakmayı takiben beşinci yıldan itibaren bronş kanseri
morbidite ve mortalitesinde azalma olmaktadır.
c) Akciğer kanseri olgularının %94’ü sigara içenlerde ortaya çıkmaktadır. Bu oran erkeklerde
%95, kadınlarda ise %80 civardadır.
1
Sigara içen bir kişide akciğer kanseri gelişme riski şu faktörlere bağlı olabilmektedir;
a) Sigara içilen yıl ve paket sayısı
b) Sigaraya başlama yaşı
c) İnhalasyon derinliği
d) İçilen sigaranın katranı ve nikotin içeriği
e) Genetik faktörler
Prospektif epidemiyolojik çalışmalarda, yukarıdaki faktörlere bağlı olarak, sigara
içmeyenlerle karşılaştırıldığında, içenlerde bronş kanseri gelişme riskinin 10-65 kat arttığı
saptanmıştır. Sigara içmeyenlerde akciğer kanseri gelişme riski 1 olduğunda, günde 0.5 paket
içenlerde bu risk 15, 2 paketten çok içenlerde ise 64 kat yüksektir.
Akciğer kanseri gelişimi, büyük oranda sigaraya maruz kalma süresi ile ilişkilidir. 45
yıl sigara içen bir kişide, akciğer kanseri insidansı % 0.5 iken, 15 yıl sigara içen bir kişide bu
oran 1/ 100.000 civarındadır. (3)
İngiltere’ de 35 yaş üzerindeki doktorlarda yapılan bir çalışmada, pipo ve puro
içenlerde akciğer kanseri gelişme riski, hiç içmeyenlere göre anlamlı olarak artmakla birlikte,
sigara içenlere göre oldukça düşük gerçekleşmiştir.
Önemli bir konu da, sigarayı bırakanlarda ne kadar süre sonra bronş kanseri gelişme
riskinin azaldığı veya ortadan kalktığıdır. Bu açıdan yapılan çalışmalarda, sigaranın
bırakılmasını takiben 2-15 yıl arasında progresif olarak malignensi gelişme riski azalmakta,
15 yıl sonra hiç içmeyenlere yakın bir düzeye gelinebilmektedir. Örneğin, 45 yıl sigara içen
bir kişide akciğer kanseri gelişme insidansı, bıraktıktan 15 yıl sonra % 0.5’ den % 0.1
düzeyine inmektedir. (1,3)
Pasif içicilik, sigara- kanser ilişkisinin önemli bir boyutunu oluşturur. Sigara
içmeyenlerde ortaya çıkan akciğer kanserlerinin % 25’ inin, çocukluk ve yetişkinlik
döneminde yüksek düzeyde sigara içilen çevrede yaşayanlarda oluştuğu gözlenmektedir.
Katran içeriği düşük sigaraların bronş kanseri gelişme riskini azalttığı biliniyorsa da
daha önemli olan konu günlük içilen sigara miktarıdır.
DİĞER FAKTÖRLER: Bronş kanseri etyolojisinde sigara dışında, bazı mesleki faktörler,
asbestoz, radon, genetik predispozisyon ve diyete bağlı faktörler de önemli oranda etkili
olabilmektedir.(TabloI)
PATOGENEZ
Sigara dumanına maruziyet sonucu önce bazal hücrelerde hiperplazi ve strafikasyon oluşur.
Siliyalı hücreler siliyalarını kaybeder, mukus hücreleri hipertrofiye uğrar. Takiben bazal
hiperplazik epitel tabakası oluşur , hücreler yassılaşmaya başlar ve squamoz metaplazi oluşur.
Tüm bu süreç yaklaşık 15-20 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Neoplastik süreçin devam ettiği
olgularda bronşiyal displazi ve insitu karsinom bundan sonraki aşamalar olmaktadır.
PATOLOJİ
Akciğer kanserleri, küçük hücreli ve küçük hücreli olmayan kanserler olmak üzere başlıca 2
histolojik tipe ayrılmaktadır. Küçük hücreli olmayan kanserler ise epidermoid, adenokarsinom
ve büyük hücreli karsinom olmak üzere 3 ana grupta değerlendirilmektedir. Küçük hücreli
dışı kanserlerde, histolojik tip ne olursa olsun evreleme ve tedavi yaklaşımı genellikle aynıdır.
Ülkemizde görülen akciğer kanserlerinin % 20-25 kadarını küçük hücreli kanserler
oluştururken, % 40-60 kadarını ise epidermoid kanserler meydana getirmektedir.
Adenokanserler, büyük hücreli kanserler ve diğer seyrek görülen tipler ise kalan bölümü
oluşturmaktadır. Toraks Derneği Akciğer Kanseri Grubunun (TAKABİG) Türkiye genelinde
11849 Akciğer kanseri tanısı konulan olguyu kapsayan araştırmasında, epidermoid karsinom
% 39, küçük hücreli % 18, adenokarsinom % 18 oranlarında saptanmıştır. Gerek küçük
2
hücreli, gerekse epidermoid kanserler akciğerde sıklıkla proksimal bronşlardan köken
almakta, adenokanserler ise daha çok periferik yerleşim göstermektedirler. Sigara içen
kişilerde özellikle epidermoid ve küçük hücreli kanserler ortaya çıkmakta, kadınlarda ve
sigara içmeyenlerde ise adenokanserler daha sık görülmektedir. Ancak bronkoalveoler kanser
dışında bronş kanserlerinin tümünde sigara ilşkisi sözkonusudur .(3)
KLİNİK BULGULAR
Akciğer kanserli hastaların yaklaşık % 5’ ine tesadüfen çekilen düz akciğer grafileri ile tanı
konmaktadır. Diğer olgular ise akciğer kanseri için spesifik olmayan pulmoner veya
ekstrapulmoner semptomlardan biri veya birkaçı ile başvurabilmektedir. Klinik bulgular;
a) Bronkopulmoner
b) Ekstrapulmoner intratorasik
c) Ekstratorasik metastatik
d) Paraneoplastik sendromlar
olarak 4 ana grupta değerlendirilebilmektedir.
A) BRONKOPULMONER SEMPTOMLAR VE BULGULAR
- Öksürük
- Hemoptizi
- Dispne
- Obstrüktif pnömoni bulguları
- Göğüs ağrısı
B) EKSTRAPULMONER İNTRATORASİK SEMPTOMLAR VE BULGULAR
Hastaların yaklaşık % 15’ inde tümörün ekstrapulmoner yapılara yayılımına bağlı
semptomlar vardır.
Ekstrapulmoner semptom ve bulguların başlıcaları tablo II’ de özetlenmiştir
PANCOAST SENDROMU
Superior sulcus ve üzerindeki bölgelerde lokalize olmuş tümörlerde;
- Omuz ve skapulanın medial yüzünde ağrı
- Ulnar sinir trasesi boyunca ağrı
- Ptozis, myozis ve aynı tarafta hipohidrozis ile karakterli Horner sendromu sıklıkla ortaya
çıkmaktadır. Genellikle transtorasik iğne biyopsileri ile tanı konan Pancoast tümörlerinin
yaklaşık yarısını squamöz hücreli kanserler oluşturmaktadır.
VENA KAVA SUPERİOR SENDROMU
Genellikle sağ üst lob tümörlerinde veya mediastinal büyük lenf nodlarının varlığında, veva
kava superiorun dıştan bası, tümör invazyonu veya tromboz ile obstrüksiyonu sonucunda
ortaya çıkmaktadır. Boyun ve yüzde ödem, boyun venlerinde belirginleşme, bir veya iki kolda
ödem, göğüs duvarında venöz kollaterallerin varlığı ile tanı konabilmektedir. Tabloya plevral
effüzyon eşlik edebilir. Hastanın baş ağrısı ve senkop gibi yakınmaları olabilir. CT, MRI ve
gerekirse anjiografi ile tanı kesinleştirilir. Özellikle küçük hücreli kanserlerde radyoterapi ve
kemoterapinin birlikte uygulanmasıyla tablo hızla gerilemektedir.
C) EKSTRATORASİK METASTATİK SEMPTOM VE BULGULAR
3
Akciğer kanserlerinde intrakranial metastazlar, kemik metastazları ve buna bağlı patolojik
kırıklar, sürrenal ve karaciğer metastazları, servikal lenf nodu metastazları en sık karşılaşılan
ekstratorasik metastazlardır.
D) EKSTRATORASİK METASTATİK OLMAYAN BULGULAR (PARANEOPLASTİK
SENDROMLAR)
Yaklaşık % 10 olguda görülebilen paraneoplastik sendromların primer tümörden
kaynaklanan peptid veya hormon yapısındaki maddelere bağlı olarak ve primer tümöre karşı
otoimmün bazı mekanizmalarla oluştuğu düşünülmektedir. Primer tümörün tanısı
konulamadan önce bu klinik tablolar hastada varolabilir. Paraneoplastik bulguların varlığı
tümörün kitlesi, rezektabilitesi ile ilişkili değildir. Genellikle primer tümöre yönelik olarak
uygulanan tedavi yaklaşımları ile bu klinik tablolar gerileyebilmektedir.(3)
Birçoğundaki etyolojik faktörün tam olarak aydınlatılamadığı bu paraneoplastik
sendromların listesi tablo III’ de görülmektedir.
AKCİĞER KANSERİNDE ERKEN TANI- TARAMA
Akciğer kanseri tanısında kullanılan yöntemlerde önemli gelişmeler olmasına karşın,
rezektabl hasta sayısının % 20-30’ ların üzerine çıkarılamaması, erken tanının önemini ortaya
koymaktadır.
1970’ li yıllarda ABD’ de 3 ayrı merkezde 5 yıl boyunca, akciğer kanseri için risk
grubu olarak kabul edilen hastalara akciğer grafisi ve balgam sitolojisi düzenli aralıklarla
uygulanarak tarama çalışması yapılmıştır. Bu çalışmalarda kontrol grubu ile tarama grubu
arasında mortalite açısından anlamlı fark olmadığı için ve yüksek maliyetli bir uygulama
olduğundan tarama çalışmalarından bugün için çok fazla yararlanılmamaktadır. Son yıllarda
yapılan çalışmalarla balgam sitomorfolojisi yerine balgamda bazı monoklonal antikorların
gösterilmesiyle (hnRNP A2B1 gibi), radyolojik bulgular ortaya çıkmadan önce, özellikle risk
grubu olan kişilerde tanıya yönelik anlamlı veriler elde edilebileceği gösterilmiştir. (5)
Semptomatik olarak tanı konulan hastalarda 5 yıllık sağkalım oranları, asemptomatik
dönemde tanı konulan hastalardan daha düşüktür. Akciğer kanserine ait bir lezyonun düz
akciğer grafisinde görünür hale gelmesi için en az 1 cm çapta olması gerekebilmektedir.
Özellikle, akciğer kanseri açısından risk grubu olarak adlandırdığımız; 20 yıldan uzun bir
süre veya günde iki paketten fazla sigara içen 45 yaş üzeri kişilerde, düz akciğer grafileri ve
balgam siolojileri erken tanı açısından ilk basamak ancak sensitivitesi çok yüksek olmayan
incelemelerdir.
Akciğer kanserinde tarama kavramı, preklinik veya asemptomatik ancak hastalığa tanı
konulabilecek aşamada, tanı konulması ve etkin olarak tedavi edilmesi esasına
dayanmaktadır. Esasında böyle bir dönem gerçekten vardır ve rutin tanı araçları ile bile
sonuca gidilebilmektedir. Düz akciğer grafileri ve balgam sitolojileri ile yapılan tarama
çalışmalarında çok anlamlı sonuçlar elde edilemezken, spiral bilgisayarlı tomografinin
kullanılması ile, erken evrede tanı konulan olgu sayısı on misli artış gösterebilmektedir. Bazı
çalışmalarda “küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı konulan hastaların % 80-90’ına evre
I’de tanı konulmuştur. Ancak bu çalışmaların çoğu nonrandomize olduğu için, elde edilen
verilere temkinli yaklaşılması uygundur.
4
TANI YÖNTEMLERİ
DÜZ AKCİĞER GRAFİLERİ
Primer tümörün saptanmasında % 70-88 arası duyarlılığı olan bir incelemedir. Yeni ortaya
çıkan veya büyüme eğilimi gösteren pulmoner nodül, hiler genişleme, lokal veya diffüz
nodüler infiltratif lezyonlar, düzelmeyen pnomoni görüntüsü, lineer veya lokalize atelektazi,
abse kaviteleri başvuru anında ortaya çıkabilecek başlıca düz akciğer grafisi bulgularıdır.
Kardiyak siluetin arkasındaki lezyonların atlanmaması için yan grafiler rutin olarak
değerlendirilmelidir.
Yuvarlak veya oval nodül veya kitle görüntüsü % 30 olguda tek radyolojik bulgudur. Nodül
veya kitle görüntüsünde, kontur lobülasyonu veya çentiklenmenin olması, nodülün spiküler
kenar özelliği göstermesi, lezyona doğru vaskuler konverjansın bulunması malignensi lehine
olan bulgulardır. Primer bronş kanserlerinde de % 6-7 oranında kalsifikasyon görüldüğünden,
tek başına kalsifikasyon varlığı ile benign lezyon tanısı konulmamalıdır. (3)
BALGAM SİTOLOJİSİ
Akciğer kanseri tanısına yönelik duyarlılığı, lezyonun niteliği ve yerine göre değişmek üzere
% 20-77 arasında değişmektedir. Santral, alt lob yerleşimli ve büyük çaplı tümörlerde tanı
oranı daha yüksektir. Hemoptizi ve öksürük yakınması olan risk grubu olgularda rutin
uygulanmalıdır. Balgam örnekleri, 3-5 kez, sabahları alınmalı, hemen yayılmalı ve fixe
edilmelidir. Hasta balgam çıkaramıyorsa, % 15 salin veya % 20 propylene glycol karışımı ile
ekspektorasyon uyarılabilir. (6)
FİBEROPTİK BRONKOSKOPİ
Akciğer kanseri tanısında altın standart yöntemdir. Özellikle proksimal ve endobronşiyal
lezyonlarda daha yüksek olmak üzere % 50-85 arasında patolojik tanının elde edilmesini
sağlar. (7) Sitolojik veya histolojik materyal elde etmek için, bronş lavajı, fırçalama, biyopsi,
transbronşiyal iğne aspirasyonu gibi yöntemler ayrı ayrı veya birlikte kullanılır. Bronkoskopi
ile sağlanan veriler ile lezyon çapı arasında direkt bir ilişki vardır. Okült ve erken
lezyonlarda, konvansiyonel bronkoskopi ancak olguların !/3 ünde tanıya ulaştırırken, floresan
bronkoskopi yöntemiyle > % 80 olguya tanı konulabilmektedir. (7)
TRANSTORASİK İNCE İĞNE ASPİRASYONU
Periferik akciğer lezyonlarında tümörün çapına bağlı olarak % 90’a varan oranlarda tanı
koydurucu bir girişimdir. Bilgisayarlı tomografi eşliğinde yapılması, tanı oranını artırmakta ,
komplikasyon oranını düşürmektedir. Buna karşın önemli sakıncalarından birisi % 10
civarında komplikasyon olarak pnomotoraks gelişimi, diğeri ise, tümör nekrozu ve çevresel
inflamasyona bağlı olarak % 30 civarında yanlış negatif sonuç veren bir yöntem
olmasıdır.(6,7)
AKCİĞER KANSERLERİNDE EVRELENDİRME
Akciğer kanseri tanısı konulan hastanın, prognozu hakkında bir yaklaşımda bulunabilmek ve
en uygun tedavi planını yapabilmek için, hastalığın evrelendirilmesi yani anatomik
yaygınlığının belirlenmesi gerekir.
Küçük Hücreli dışı Akciğer kanserinin evrelendirilmesinde, cerrahi rezektabilite
yönünden yapılacak bir değerlendirmede T (primer tümör), N (lenf nodu tutulumu), M (uzak
metastaz) sistemi tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır.
5
Diğer taraftan evreleme konusu 5 ayrı katagoride değerlendirilmektedir. (6) Bunlar sırayla;
1) Klinik evreleme (c TNM)
2) Cerrahi rezeksiyon sonrası patolojik evreleme (p TNM)
3) Torakotomi esnasındaki evreleme (s TNM)
4) Yeniden tedavi evrelemesi (r TNM)
5) Otopsi evrelemesi (a TNM)
Bronş kanserlerinin evrelendirilmesinde dikkate alınan kriterler ve evrelendirme esasları tablo
IV’ de özetlenmiştir.(2,8)
Primer tümörün özelliklerini yansıtan “T” tanımlamasında tümörün büyüklüğü, lokalizasyonu
ve çevresindeki yapılarla olan anatomik ilişkisi önemlidir;
Tx: Bronkopulmoner sekresyonlarda malign hücreler pozitifdir ancak bronkoskopi ve
radyoloji normaldir.
T1: Tümörün en büyük çapı 3 cm veya daha küçük olup, lezyonun tamamen akciğer
parankimi ile çevrili olması gerekir.
T2: Tümörün büyük çapının 3 cm’ den fazla olması, visseral plevra invazyonunun bulunması,
anabronş invazyonunun olması, tümörün karinanın en az 2 cm distalinde bulunması
sözkonusudur.
T3: Tümörün toraks duvarı, mediastinal plevra, mediastinal yağ dokuları, diafragma ve
perikarda invazyon ilişkisi vardır. Bronkoskopide tümör karinadan itibaren 2 cm’ lik mesafe
içindedir.
T4: Özafagus, trakea, büyük damarlar veya vertebra invazyonu vardır. Karina tutulmuştur
veya malign plevral veya perikardiyal effüzyon vardır. Tümörle aynı lob içinde satellit tümör
nodülleri izlenmektedir.
“N” tanımlaması ile tümörün lenfatik yayılımı açığa çıkarılır
N0: Bölgesel lenf bezlerinde metastaz yoktur.
N1: Aynı taraf hiler lenf bezleri dahil olmak üzere intrapulmoner lenf bezleri tutulumu vardır
(direkt yayılım dahil).
N2: Tümörle aynı taraf mediastinal veya subkarineal lenf nodu metastazları vardır.
N3: Supraklaviküler veya karşı taraf hiler/ mediastinal lenf nodu metastazları vardır.
Küçük hücreli kanserlerde ise daha basit bir yöntemle, sınırlı ve yaygın hastalık
şeklinde 2 ana evreleme grubu oluşturulmaktadır.(2,6) Sınırlı evre olgular, tümörün bir
hemitoraksda sınırlı kaldığı ve mediastinal veya supraklavikular lenf nodu metastazlarının
bulunduğu hasta grubunu kapsamaktadır. Bu limitlerin dışındaki olgular ise yaygın evre
olarak kabul edilmektedir (Tablo V).
Evreleme dikkatli bir anamnez ve fizik muayene ile başlar. Özellikle sistemik,
nörolojik ve iskelet sistemine ait bulgular muhakkak soruşturulmalıdır. Bilgisayarlı toraks
tomografisi intratorasik tümör yaygınlığını ortaya koymak için yapılması zorunlu bir
incelemedir. Üst abdominal organlardaki metastatik lezyonların varlığını değerlendirmek için
abdominal sonografi, BT veya MR uygulanabilir. İskelet sistemine ait yakınmaları olan tüm
hastalarda tüm vücut kemik sintigrafisi, nörolojik bulguları olan tüm olgularda ise kranial BT
yapılmalıdır. Metastatik lezyonların erken dönemde asemptomatik olduğu düşünülerek kemik
sintigrafisi ve kranial BT’ nin rutin olarak tüm bronş kanserli olgularda yapılması da
önerilebilir.
6
PROGNOZ
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ
Tümrün evresi ve hastanın performans düzeyi en önemli iki prognostik faktördür. Lokalize
adenokanserlerde ve yassı hücreli kanserlerde prognoz daha iyidir. Aşırı kilo kaybının
bulunması, LDH yüksekliği,albümin düşüklüğü, kemik metastazlarının varlığı, iki veya daha
fazla kemik dışı ekstratorasik metastazın saptanması, hastanın erkek olması prognozu
olumsuz etkileyen faktörlerdir. (9) Patolojik evrelendirme sonuçlarına göre sağkalım süreleri
ve oranları tablo VI’da, patolojik evrelendirme yapılamayan lokal ileri ve ileri evre
olgulardaki klinik evrelere göre sağkalım oranları ve median sağkalım süreleri ise Tablo
VII’de verilmiştir.(8)
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ
Tedavi verilmediği takdirde sınırlı evre olgularda median sağkalım 3ay, yaygın evrede ise 6-8
haftadır. Kombine kemoterapi alan hastalarda, bu süreler sınırlı evrede median 14-20 aya,
yaygın evrede ise median 8-13 aya çıkar. Kemoterapi uygulanan hastalarda, iki yıllık
sağkalım oranları; sınırlı evrede %20-25, yaygın evrede ise %5 civarındadır. Beş yıllık
sağkalım, sadece sınırlı evre olgularda olmak üzere , ancak hastaların %5’inde
gerçekleşebilmektedir.(10) Son yıllarda uygulamaya yeni giren ve minimal residüel hastalığı
ortadan kaldırmaya yönelik erken ve eşzamanlı radyoterapi uygulamaları gibi bazı tedavi
yaklaşımları ile 5 yıllık sağkalım oranlarında artma beklenmektedir.(11,12)
TEDAVİ
Cerrahi rezeksiyon akciğer kanseri tedavisinde en etkili yoldur. Cerrahi tedavide başarı,
hastaların iyi seçilmesine, evrelemenin iyi yapılmasına bağlı olup, ayrıca hastaların
performans ve fizyolojik durumları, pulmoner ve kardiak fonksiyonların iyi bir şekilde
değerlendirilmesi erken ve geç dönem tedavi sonuçlarını etkileyen faktörler olmaktadır.
Küçük hücreli kanserlerde çok erken evrede tanı konabilmiş, T1 veya T2 ve N0 olan
olgularda cerrahi rezeksiyon uygulanmaktadır. Bu hasta grubu ise tüm küçük hücreli akciğer
karsinomu tanısı alan olguların % 5’ inden daha azını oluşturmaktadır. (13)
Küçük hücreli dışı kanserlerde ise evre I ve II hastalarda, başka bir inoperabilite
unsuru yoksa, cerrahi rezeksiyon klasik yaklaşımdır. Torakotomi esnasında, intratorasik
tümör yayılımının durumu operasyon tipini belirler.
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERLERİNDE (KHAK) TEDAVİ
Küçük hücreli kanserler, uzak metastaz yapma olasılığı yüksek ancak kemoterapiye çok
duyarlı tümörler olduğu için ektratorasik yayılım olan yaygın evre hastalarda, kombine
kemoterapi standart bir tedavi yaklaşımıdır. Siklofosfamid, vinkristin, sisplatin, etoposid,
doksorubisin, metotraksat ve lomustin farklı kombinasyonlar halinde etkili sonuçların alındığı
başlıca ajanlardır. Bugün bunların içinde tüm dünyada en sık uygulanan kombinasyon
sisplatin ve etoposid içerenlerdir. Sınırlı evre olgularda ise kombine kemoterapi ile birlikte
radyoterapi önerilmektedir. Kemoterapi genellikle 4-6 ay süreyle devam ettirilmekte, relaps
durumunda tekrar kemoterapi verilebilmektedir. (6,13,2)
Sınırlı evre olgularda kemoterapi- radyoterapi uygulamasıyla tedaviye cevap oranı %
80-90, tam remisyon oranları ise % 50-70 dir. Yaygın evre olgularda kombine kemoterapiyle
sağlanan yanıt oranları % 60-80, tam remisyon olasılığı ise % 20-40 civarındadır. (11)
7
Tedavisiz bırakılan kişilerde, tanı konulduktan itibaren median yaşam sürelerinin sınırlı evre
olgularda 3 ay, yaygın evrede ise < 2 ay olduğu dikkate alınırsa, tedavi ile elde edilen
sonuçların küçümsenmesi mümkün değildir.
Sınırlı evre KHAK’ de eş zamanlı (concurrent) veya kemoterapi sonrası torasik
radyoterapi verilmesi ile tümörün lokal kontrolü ile orantılı bir yaşam süresi artışı elde
edilmekte ancak birlikte toksik komplikasyonlar da artmaktadır. Kombine kemoterapide daha
az toksik olan sisplatin-etoposid kombinasyonun seçilmesi, bugün eş zamanlı
kemoradyoterapi uygulanmasını mümkün hale getirmiştir. Günümüzde kabul edilen yaklaşım
gerek kemoterapi, gerekse radyoterapinin olabilecek en erken dönemde verilmesidir.
(11,12)Yaygın evre KHAK’ de ise radyoterapinin palyatif amaçlar dışında bir indikasyonu
yoktur.
KHAK’ lerinde tanı anında % 10 olguda, hastalığın seyri süresince ise % 20 olguda
beyin metastazları saptanmaktadır. Postmortem beyin metastazları saptama oranı ise % 50’ yi
bulmaktadır. Tanı konulduktan sonra uygulanan kemoterapötik ilaçların birçoğunun kanbeyin bariyerini geçememesi nedeniyle, tam remisyon sağlanmış hastalarda profilaktik beyin
ışınlaması yapılması ve bu şekilde beyin metastazı oranlarının % 10’ larda tutulması şeklinde
görüşler yaygın olarak kabul görmektedir..(11)
65 yaşın üzerindeki hastalarda toksik etkileri daha az olan tedavi yaklaşımları (oral
etaposid gibi) tercih edilebilmektedir. Ancak bu yaş grubunda da standart tedavi yaklaşımı
kombine kemoterapi olmalıdır.
Küçük hücreli kanserde kemoterapi ve/ veya radyoterapi ile sağlanan remisyon sonrası
ilk 3 ayda relaps ortaya çıkarsa hasta resistan ve prognoz kötü olarak kabul edilir. Bu
olgularda relaps oluştuktan sonra uygulanacak kemoterapilerin etkinliği sınırlıdır ve bu
durumda da oral etoposid gibi daha az toksik yaklaşımlar salvaj tedavisi (kurtarma) olarak
denenebilir.(10)
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE (KHDAK) TEDAVİ
Evre I ve II hastalarda standart tedavi cerrahi rezeksiyondur. Evre IIIa olgularda N2 olmadığı
takdirde cerrahi rezeksiyon ile oldukça iyi sağkalım süreleri elde edilebilmektedir (5 yıllık
sağkalım oranı % 50-60). N2 saptanan Evre IIIa ve Evre IIIb’ de ise küratif dozda (55-65 Gy)
radyoterapi uygulanmakta ve radyoterapiye adjuvan olarak kombine kemoterapi
verilebilmektedir. Evre IV olgularda kombine kemoterapi tek tedavi yaklaşımı olabilmektedir.
Cerrahi rezeksiyon planlanan hastalarda, lobektomi ve pnomonektomi standart
uygulamalardır ancak segmentektomi, wedge rezeksiyon, sleeve rezeksiyon gibi işlemler de
bazı durumlarda yapılmaktadır. Evre I, II ve IIIa olgularda hücre tiplerine göre cerrahi
rezeksiyon ile sağlanan 5 yıllık yaşam süreleri tablo VIII’ de verilmiştir.(6)
Pancoast tümörleri erken dönemde toraks duvarı invazyonunun oluşabildiği
tümörlerdir. Bu olgularda, mediastinal lenf nodlarına ,vertebra cisimleri ile sempatik
gangliona invazyon olmadığı sürece, gerekirse toraks duvarı ile birlikte cerrahi rezeksiyon
önerilmekte ve bu şekilde 5 yıllık yaşam süreleri, özellikle squamöz hücreli tiplerde % 40
oranına kadar ulaşmaktadır.
Radyoterapi, KHDAK’ lerde küratif, adjuvan ve palyatif amaçlar için
uygulanmaktadır. Küratif radyoterapi; Evre IIIa ve IIIb olgularda sınırlı hastalık aşamasında
olanlara, Evre I de olup cerrahi rezeksiyonu kabul etmeyen veya değişik nedenlerle cerrahi
rezeksiyon yapılamayan hastalara önerilmektedir. Adjuvan radyoterapi, N1-2 lenf nodu
invazyonları olup cerrahi rezeksiyon yapılmış hastalara ve cerrahi rezeksiyon sınırında tümör
pozitif bulunan olgulara uygulanmaktadır. Palyatif radyoterapi ise, VCSS, total atelektazi,
şiddetli ağrı gibi intratorasik veya kemik ve beyin metastazları gibi ekstratorasik
komplikasyonların varlığında yapılmaktadır.
8
Lokal ileri ve ileri evre KHDAK’ lerde, sisplatin içeren kombinasyon kemoterapileri ile %
20-40 arasında yanıt oranları elde edilmekte, tam remisyon oranları ise çok düşük olmaktadır.
Kombinasyon kemoterapilerinde, ifosfamid, mitomisin-C, vinblastin ve sisplatin’ in ikili veya
üçlü kombinasyonları ile özellikle squamöz hücreli kanserlerde diğer histolojik tiplere göre
daha yüksek yanıt oranları elde edilmiştir.(1,14)
1990 öncesinde, ileri evre KHDAK’ lerde kemoterapi uygulamaları ile belirgin
sağkalım avantajı sağlanamadığı için, kemoterapiye karşı destek tedavileriyle randomize
çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaları değerlendiren bir metaanaliz yayınlanmış ve
kemoterapi uygulananlarda destekleyici tedavi alanlara göre median sağkalım sürelerinde 2
aylık bir uzama ve 1 yıllık mortalitede % 10 azalma gözlenmiştir. (15) Yayınlanan diğer
metanalizlerde bu sonuçları destekler niteliktedir.
1990 sonrasında Vinka alkaloidlerinden vinorelbin, taxanlar (paclitaxel ve docetaxel),
camptothecinler (irinotecan ve topotecan), bir cytarabine analoğu olan gemcitabine ile
sisplatin veya karboplatin kombinasyonları uygulanmaya başlanmış ve % 25-60 arası yanıt
oranları bildirilmiştir. Yeni ilaçlarla olan kemoterapi rejimleri klasik rejimlere göre sınırlı bir
sağkalım avantajı sağlayabilmekte ancak toksik etkiler açısından hastalar tarafından daha iyi
tolere edilmekte ve belirgin yaşam kalitesi artışı oluşturabilmektedirler.(16). Özellikle ileri
evre (metastatik) KHDAK’lerinde kemoterapiden beklenen, sağkalım artışından çok,
semptomların kontrolu ve olası pulmoner ve ekstrapulmoner yaşamsal komplikasyonların
önlenmesi veya geciktirilmesidir. Yani amaç tümüyle palyasyon etkisidir. Hangi kemoterapi
rejiminin üstün olduğunu ortaya çıkarabilecek randomize çalışmalarda herhangi bir rejim
lehine yorumlanabilecek belirgin bir üstünlük saptanmamıştır.. Bugün için yapılması gereken,
hastanın özelliklerine göre bir seçim yapılması ve kemoterapinin , performans durumu iyi
olan hastalara uygulanmasıdır.
9
Tablo I
Etyoloji
SİGARA DIŞINDAKİ FAKTÖRLER
A)ÇEVRESEL FAKTÖRLER
 Atmosfer kirliliği
 Biyolojik yakıt
 Radon ( sigaradan sonraki en önemli faktör)
 Asbestoz
 Kimyasal ürünler (böcek ilaçları, formaldehit)
B)MESLEKİ KARSİNOJENLER (iyonize radyasyon,asbest, krom)
C)BESİN MADDELERİ
D) AKCİĞER HASTALIKLARI
E)GENETİK PREDİSPOZİSYON
Tablo II: En Sık Görülen Ekstrapulmoner İntratorasik Semptom ve Bulgular
SEMPTOM VEYA BULGU
Ses kısıklığı
VCSS (Vena kava süperior
sendromu)
Plevral effüzyon
ORAN (%)
5
5
Disfaji
Göğüs ağrısı
1
45
Pancoast sendromu ve
Horner sendromu
4
Mediastinal invazyon
40-50
10
OLASI NEDENİ
Rekürren laringeal sinir tutulumu
Sağ üst lob tümörlerinin bası ve
invazyonu veya lenf nodlarının basısı
Plevral invazyon veya pulmoner lenf
dolaşımının obstrüksiyonu
Paraözafajial lenf nodlarının basısı
Göğüs duvarı invazyonu, Plevra
invazyonu
Superior sulcus tümörlerinin brakial
pleksus ve servikal sempatik ganglion
invazyonu
Frenik sinir, sol rekurren laringeal
sinir,perikard ve kalp, pulmoner arter ve
venler, aort, özafagus tutulumu
Lenf nodu metastazları
10
Tablo III: Akciğer Kanseri ile Birlikte Ortaya Çıkabilen Paraneoplastik
Sendromlar
ENDOKRİN
Düzensiz ADH sendromu
Cushing sendromu
Hiperkalsemi
NÖROLOJİK
MYOPATİ
Polimyozit
Eaton- Lambert sendromu
Karsinomatoz nöromyopati
NÖROPATİ
ENSEFALOPATİ
DERMATOLOJİK
Akantozis nigrikans
Pruritus
VASKÜLER
Tromboflebitis migrans
Arteriyel trombozis
HEMATOLOJİK
Anemi
Hemolitik anemi
Trombositopenik purpura
İntravasküler koagülopati
Hipofibrinojenemi
Eozinofili
BAĞ DOKUSU
Parmaklarda çomaklaşma
Hipertrofik pulmoner osteoartropati
İMMÜNOLOJİK
Dermatomyozit
Retroperitoneal fibrozis
Kronik troidit
GENEL SİSTEMİK
Ateş
İştahsızlık
Tad alma disfonksiyonu
Kaşeksi
11
Tablo IV: Bronş Kanserlerinde TNM Evrelendirmesi
Primer tümör (T)
Tx: Primer tümörün belirlenmemesi veya balgam veya bronş lavajında malign hücre tespit
edilmesine rağmen, görüntüleme teknikleri ya da bronkoskopi ile tümörün gösterilememesi
T0: Primer tümör belirtisi yok
Tis: Karsinoma in situ
T1: En geniş çapı ≤ 3 cm, akciğer veya visseral plevra ile çevrili
Bronkoskopik olarak lob bronşundan daha proksimale (ana bronşa) invazyon yok
T2: En geniş çapı >3 cm
Ana bronşa invaze, karinaya uzaklık 2 cm
Visseral plevra invazyonu
Hiler bölgeye ulaşan ancak tüm akciğeri kapsamayan atelektazi ya da obstrüktif pnömoni
T3: Herhangi bir büyüklükte lokal invaze tümör (göğüs duvarı, diyaframa, mediastinal plevra,
parietal perikard, perikard dışı pulmoner arter, ven, frenik sinir), karinaya 2 cm’den daha
yakın ancak karinayı tutmayan ana bronş tümörü, bütün bir akciğer kapsayan atelektazi ya da
obstrüktif pnömoni
T4: Herhangi bir büyüklükte aşağıda belirtilen yapılardan herhangi birine invazyon gösteren
tümör: mediasten, kalp, büyük damarlar, trakea, özefagus, vertebra korpusu, karina;
ya da malign plevral ya da perikardiyal efüzyon ya da tümörün olduğu lobda satellit tümör
nodülü
Bölgesel Lenf Nodları (N)
NX: Bölgesel lenf nodlarının varlığının değerlendirilememesi
N0: Bölgesel lenf nodlarının yokluğu
N1: Aynı taraf peribronşiyal ve/veya hiler lenf nodları ve/veya primer tümörün direkt yayılımı
ile tutulan intrapulmoner lenf nodları
N2: Aynı taraf mediastinal ve/veya subkarinal lenf bezlerine metastaz
N3: Karşı taraf mediastinal, hiler; aynı veya karşı taraf supraklavikuler veya skalen lenf bezi
metastazı
Uzak Metastazlar (M)
MX: Uzak metastaz varlığının değerlendirilememesi
M0: Uzak metastaz yok
M1: Uzak metastaz var
12

Ana bronşun proksimaline uzanan bronşiyal duvara sınırlı invazyon gösteren
herhangi bir büyüklükteki nadir yüzeyel tümör de T1 grubuna girer.

Akciğer kanseri ile birlikte olan plevral efüzyonların çoğu tümöre bağlıdır.
Bununla birlikte bazı hastalarda plevral sıvının yinelenen sitolojik
incelemelerinde tümör saptanamaz. Bu olgularda sıvı kanlı ve eksuda
özelliğinde değildir. Klinik ve sıvının özellikleri tümörü düşündürmüyorsa
sıvı evrelemede dikkate alınmamalı ve hastada T1, T2 veya T3 olarak
değerlendirilmelidir.
Perikardiyal
sıvı
da
aynı
kurallara
değerlendirilmelidir.

Tümörün olduğu lob dışındaki tümör nodülleri M1 olarak sınıflandırılır.
Tablo V Sınırlı ve Yaygın Evre Kriterleri (VALG)
SINIRLI EVRE
- Primer tümör bir hemitoraksa sınırlı
- Aynı taraf hiler lenf nodu tutulumu
- Aynı taraf/ karşı taraf mediastinal/ supraklavikular lenf nodu tutulumu
- Plevral effüzyon (aynı tarafta)
YAYGIN EVRE
- Karşı akciğer ve plevra metastazı
- Uzak metastazlar
13
göre
Tablo VI Patolojik evrelendirme sonuçlarına göre sağkalım özellikleri
EVRE
T1N0M0
T2N0M0
T1N1M0
T2N1M0
T3N0M0
T3N1M0
T1-3N2M0
1 YIL SAĞKALIM
(%)
2 YIL SAĞKALIM
(%)
94
87
89
78
76
65
64
5 YIL SAĞKALIM
(%)
86
76
70
56
55
38
40
67
57
55
39
38
25
23
Tablo VII Klinik evrelendirme sonuçlarına göre sağkalım özellikleri
EVRE
T4N0-2M0
T1-4N3M0
T1-4N0-3M1
1 YIL SAĞKALIM 2 YIL SAĞKALIM 5 YIL SAĞKALIM
(%)
(%)
(%)
37
32
20
15
11
5
7
3
1
Median sağkalım süreleri : IIIA: 12 ay, IIIB: 8 ay, IV : 4-6 ay
Tablo VIII: KHDAK’ lerde evre ve hücre tipine göre, cerrahi rezeksiyon sonrası 5 yıllık
sağkalım oranları
Evre
I
II
IIIa
Squamöz hücreli
kanser, %
56
37.1
36.3
Adenokarsinom ve
büyük hücreli kanser, %
61.2
26.0
17.0
14
Download