Yazılı Anlatım I-2015-2016 Güz Dönemi Ders Notları._4

advertisement
YAZILI ANLATIM-I
GÜZ DÖNEMİ
YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ
Yrd. Doç. Dr. MUSTAFA YENİASIR
1. DİL VE DİLİN ÖZELLİKLERİ:
 1. 1. Dil Nedir?
Dil en basit tanımı ile bir bildirim aracıdır.
İnsanlar arasındaki ilişkilerde kullanılan jestler,
mimikler, el, kol, yüz ve vücut hareketleri de,
toplumdan topluma az çok değişen anlatım
ayrılıklarına rağmen yine basit bildirim araçlarıdır.
Bugün şehirlerin cadde ve sokaklarında yer alan
çeşitli trafik işaretleri de yine bir bildirişim sistemine
bağlı işaretlerdir. Renklerin sembolik anlamlar
taşıması veya toplumdan topluma farklı şeyler ifade
etmesi de bununla ilgilidir.
ÖRNEK:
• Bildirim olarak bir çiçeğin solmaya başlamasını
örnek alırsak, bu gelişme ile çiçeğin şu anlamları
ilettiğini söyleyebiliriz:
• Susuz olabilir,
• Hasta olabilir,
• Yerini beğenmemiş olabilir,
• Işıksız kalmış olabilir,
• Toprağı kötü olabilir.
• Çiçeğin solmasının durdurulması için bütün bu anlam
seçenekleri birer birer taranır. Böylece bildirimin
amacı bulunmuş olur.
Genel anlamda bildirişim “Bir araç görevi gören
ilkel veya gelişmiş bir işaret sisteminden yaralanılarak
bir bilginin, bir duygunun, bir fikir veya düşüncenin bir
yerden başka bir yere, bir zihinden başka bir zihne
aktarılması” olayıdır. Ancak insanlar arasındaki
anlaşmayı sağlayan en geniş bildirim aracı dildir.
Genel
olarak
dilbilimciler
dili
şöyle
tanımlamaktadırlar: “İnsanlar arasında anlaşmayı
sağlayan tabiî bir vasıta; kendisine mahsus kanunları
olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir
varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli
antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir
müessesedir.”
1.2. Dilin Doğuşu:
• Dilin doğuşu ile ilgili kuramları şöyle özetleyebiliriz:
• Bir grup dilci dillerin “yansıma” türü sözcüklerden
doğduğunu ileri sürer. Ör: Üf: üflemek, hır:hırlamak,,
hor, horultu vs.
• başka bir grup dilci dilin ünlemlerden doğduğunu,
ünlemlerden diğer sözcüklerin türediğini savunur.
• Dilin ortak çalışma birlikte iş görmeden doğduğunu
ileri süren dilciler de vardır. Bunlara göre yapılan ilk
işler “kazmak”tır. İlk insan sesleri de bununla
ilgilidir.
1.2. Dilin Doğuşu:
• Çocuk dili üzerinde yapılan araştırmalar bu sorunun
aydınlatılmasına yardımcı olmaktadır. Çocuğun
çıkardığı ilk sesler ve bu sözlerin anlattığı
kavramlarla
dilin
doğuşu
arasında
ilişki
kurulmaktadır. Çocuğun çıkardığı ilk sesler
içgüdüseldir, bu nedenle de hayvan bağırmalarını
anımsatır. Bu sesler zamanla sözcüklere dönüşmekte
ve uzlaşmalı değerler kazanınca toplumun dilini
oluşturmaktadır. Dilin bir kaynaktan değil de farklı
farklı kaynaklardan doğduğu görüşü yaygındır.
1.3. Dilin Duygu ve Düşünce ile İlişkisi:
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik,
insanın zeka, duygu ve düşünme yeteneğine sahip
olmasıdır. Zeka, duygu ve düşünme yeteneği insanın iç
benliğini kuran unsurlardır. Hayal eden, düşünen ve
duygulanan insan, bunların sonuçlarını davranış ve söz
olarak kendi benliğinin dışına aktarır. Bu aktarımda en
büyük yardımcı ise dildir. Buna göre dil, bir yönü ile
insan zekasının, insandaki duygu ve düşüncelerin en
iyi biçimde dışa aktarılması ve anlatılmasını sağlayan
bir araçtır.
1.4. Dil ve Kültür İlişkisi:
Diğer canlı varlıklardan farklı olarak duygu,
düşünce, konuşma, gelişme ve yaratıcılık gibi
özelliklere sahip olan insanoğlu, bir yandan maddî ve
manevî ihtiyaçlarını karşılayabilmek, bir yandan da
tabiatla ve diğer insanlarla ilişkilerini düzene
koyabilmek için çeşitli sosyal organizasyonlara gitme
ihtiyacı duymuştur. Bir arada yaşama ihtiyacının
ortaya koyduğu sosyal organizasyonların tabii
nitelikteki en küçük örneği aile, en büyük ve en geniş
örneği ise millettir.
Ailede, maddî ve manevî yakınlıklara dayanan
bir sosyal bütünleşme vardır. Bu bütünleşme, aile
fertleri arasındaki “akrabalık bağları” ve “aile
bilinci” ile gerçekleştirilir. Millet dediğimiz
toplulukta ise, sosyal bütünleşme, o topluluğu
oluşturan bireyler arasındaki ortak kabullerden
doğan ortak özellikler ile sağlanmıştır. Bu ortak
özellikler, onların yaşayış tarzlarından, hayat ve
olaylar karşısındaki tutum ve davranış şekillerinden
kaynaklanan
yakınlıklar,
benzerlikler
ve
tıpkılıklardır. Bu benzer ve aynı olma özellikleri tarih
boyunca da süregelmiştir.
Böylece, ailedeki soya dayanan akrabalık
bağının yerini, millet varlığında hayat tarzındaki
ortak tutum ve davranışlardan kaynaklanan “bir
sosyal akrabalık” bağı almıştır. Bu bağ ve aynı
toplumdan olma duygusu, fertleri birbirine
perçinleyen ortak bir toplum bilinci oluşturmuştur.
Böylece, millet dediğimiz toplum türü, aralarında
hiçbir yakınlık bulunmayan gelişigüzel fertlerin
meydana getirdiği bir topluluk olmaktan çıkarak,
birbirine sosyal akrabalık bağları ile bağlanmış ve
toplum bilinci ile kenetlenmiş kişilerin oluşturduğu
sağlıklı ve sistemli bir organizasyona dönüşmüştür.
Millet varlığında sosyal akrabalık bağını kuran ve
toplum bilincini oluşturan çeşitli unsurlar ve “ortak
değerler” vardır. Bunların hepsine birden kültür
adını veriyoruz. Dil ise kültür adını verdiğimiz bu
sosyal bağın temel taşıdır. Bir toplum ancak sahip
olduğu bir dil ile millet seviyesine ulaşabilir. İşte
bu noktada dil ve kültür arasında çok sıkı bir ilişki,
bir bağ olduğu görülür.
Bir toplumun sözlü ve yazılı bütün kültür
değerleri dile aktarıldığı için, dil sosyal yapının ve
kültürün sadık bir aynası durumundadır. Bir şair,
duygu ve düşüncelerini kendi toplumunun fertlerine
ancak dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir
düşünür, görüşlerini kendi dışına ve ilgili çevrelere dil
yoluyla aktarabilir.
Türk milletinin gelenekleri, folkloru, yüzlerce yıllık
hayat tecrübelerinin sonuçları en veciz ifadesini
atasözlerinde bulmuştur. Destanlar, toplum ve millet
hayatını büyük çapta etkilemiş şahıs ve olayların
günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır. Deyimler,
Türk mantığının ve dil felsefesinin sembolleridir.
Milleti oluşturan bireyler arasında birleştirici bir rol
üstlenen dil, aynı zamanda millî şuurun ortaya
çıkmasına hizmet eder. Millî birliği ve beraberliği
sağlar.
Dilin bu özelliği ATATÜRK tarafından şu sözlerle
dile getirilmiştir: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk
halkı, Türk milletidir. Türk milleti demek, Türk dili
demektir. Türk dili Türk milleti için kutsal bir
hazinedir. Çünkü Türk milleti, geçirdiği nihayetsiz
felâketler
içinde
ahlâkının,
ananelerinin,
hâtıralarının, menfaatlerinin, kısacası, bugün kendi
milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza
olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin
kalbidir, zihnidir.” Görülüyor ki, dil, bu yönü ile millî
birliğin çimentosu vazifesini yüklenmiştir.
Dil aynı zamanda bir kültür taşıyıcısı ve kültür
aktarıcısıdır. Çünkü, bir milletin kültür hazinesini
oluşturan tarihî, coğrafyası, din anlayışı, müziği,
sanatı, edebiyatı, ilim ve tekniği, dünya görüşü ve
millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri,
tarih ve yüzyılların süzgecinden geçe geçe, dünden
bugüne ve bugünden yarına ancak dil yoluyla
aktarılabilmektedir.
1.5. Dil Canlı ve Sosyal Bir Varlıktır:
Dil, kalıplaşmış, değişmez bir yapıya sahip
değildir. Aksine, kendi yapı ve işleyişinin gerekli
kıldığı özelliklere, tarihsel, sosyal ve kültürel
biçimlenmelere bağlı olarak, zaman içinde az çok
değişip gelişir. Dil bir değişme ve gelişme gücüne
sahiptir.
Dilin bu değişkenlik ve gelişme gücü içinde, bazı
ek ve kelimeler kullanımdan düşerken, bazı ek ve
kelimeler işlev değişikliğine uğramış, bazı yeni
kelimler de dilde kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin
eskiden kullanılan körk ve körklü kelimelerinin
yerine bugün güzel ve güzellik sözcükleri
kullanılmaktadır.
1.6. Yeryüzünde Diller:
Diller, her kavmin kendi toplum yapısına göre
şekillenmiş özel birer anlaşma sistemi oldukları için
dünyadaki kavim sayısınca dil var demektir. Bugün yer
yüzünde kaç dil konuşulduğunu kesin bir sayı ile
belirtmek güçtür. Bu güçlük, yer yüzünün daha yeterince
tanınmamış olan bölgelerinde işlenip incelenmemiş veya
henüz bir yazı dili durumuna gelememiş birtakım dillerin
varlığından ileri gelmektedir. Bunun yanında, bir dile
veya dil ailesine bağlılığı henüz kesinleşmemiş bulunan
diller de vardır.
Aslında, hangi şekilde oluşmuş olurlarsa olsunlar,
bugün yer yüzünde konuşulan dillerin hepsi de az çok
gelişmiş birer sistem halindedir. Yaşayan dillerin
birbirleri ve bilinen eski diller ile karşılaştırılmalarından
anlaşılmıştır ki, bugünkü dünya dilleri az sayıda bir
takım eski ana dillerin zamanla farklılaşarak
dallanmasından ortaya çıkmıştır. aynı anadillerden gelen
diller birbirleriyle ile akraba sayılmış ve dil ailelerini
oluşturmuştur.
Dünya üzerinde konuşulan diller, genellikle iki
bakımdan sınıflandırılmaktadır.
1. Köken (genetik akrabalık) bakımından,
2. Yapı (morfoloji) bakımından
1.6.1. Köken (Genetik Akrabalık) Bakımından:
Köken bakımından yapılan sınıflandırmada,
yukarıda açıklandığı üzere, bilinmeyen devirlerde, aynı
ana dile bağlanan bir köken akrabalığı söz konusudur. Bu
akrabalık, dillerin ses yapısı (fonoloji), şekil yapısı
(morfoloji), cümle yapısı (sentaks) ve köken bilgisi
(etimoloji) bakımlarından geriye doğru gidildikçe
birbirine olan yakınlıkları sonucunda ortaya çıkan
bağlılıklardır. Köken (menşe) akrabalığında kelime
hazinesindeki benzerlikler de önemlidir. Yeryüzündeki
köken akrabalığına dayanan başlıca dil aileleri şunlardır:
1.6.1.1. Hint-Avrupa Dil Ailesi:
Bu dil ailesini biri Avrupa’da biri Asya’da olmak
üzere iki büyük kolu vardır. Macarca ve Fince
dışındaki bütün Avrupa dilleri ile Asya dillerinden
Farsça ve Hindistan’da konuşulan birçok dil bu grup
içinde yer alır. Bu iki kol içindeki başlıca diller şöyle
sıralanabilir:
1.6.1.1.1. Avrupa Kolu:
 1.5.1.1.1.1. Cermen Dilleri: Almanca, Felemenkçe,
İngilizce, İskandinav dilleri,
 1.5.1.1.1.2. Roman Dilleri: Bu grubun ana dili
Latince’dir. Bugün yaşayan kolları Fransızca,
İspanyolca, Portekizce, İtalyanca ve Rumence’dir.
 1.5.1.1.1.3. İslâv Dilleri: Rusça, Bulgarca, Sırpça ve
Lehçe,
 1.5.1.1.1.4. Yunanca, Arnavutça, Keltçe.
1.6.1.1.2. Asya Kolu:
 1.5.1.1.2.1. Hint-İran Dilleri (Arî dilleri),
 1.5.1.1.2.1.1.Hintçe (Eski, Orta ve Yeni Hintçe). Bu alt
kol Sanskrit ve bugünün başlıca Hint dilleri
olarak gösterilebilir.
 1.5.1.1.2.1.2. Farsça: Ölü dil olan Avesta, Eski, Orta ve
Yeni Farsça,
 1.5.1.1.2.1.3. Ermenice: Eski, Orta ve Yeni Ermenice,
 1.5.1.1.2.1.4. Eski Anadolu: Hititçe (ölü dildir),
 1.5.1.1.2.1.5. Toharca (Asya kolunun en doğuda kalan
dalıdır ve ölü dildir.)
1.6.1.2. Hami - Sami Dilleri Ailesi:
Bu dil ailesinde Akkadça, İbranice, Arapça ile
Libya - Berber dilleri yer almaktadır. Akkadça ölü bir
dildir.
1.6.1.3. Bantu Dil Ailesi:
Orta ve Güney Afrika’da konuşulan Bantu dillerini
içine alan geniş bir dil ailesidir.
1.6.1.4. Çin - Tibet Dil Ailesi:
Çin ve Tibet dilleri bu aile içinde yer alır.
1.6.1.5. Kafkas Dilleri:
Bu gruba giren başlıca diller Kartvel koluna giren
Gürcüce ile, Abhaz -Çerkeş, Lezgi - Çeçen kollarıdır.
Bu diller ses (fonem) sistemleri ve iç yapıları
bakımından öteki dil ailelerine göre büyük ayrılıklar
taşır.
1.6.1.6. Ural-Altay Dil Grubu:
Bu grup iki dil ailesinden oluşmaktadır. Konu
üzerinde çalışan dilbilimciler, bu grubun iki kolunun
ayrı ayrı incelenmesinin daha doğru olacağı
düşüncesindedirler.
1.6.1.6.1. Ural Dil Ailesi:
Ural-Altay dil grubunun Ural kolunu oluşturmaktadır.
 1.5.1.6.1.1. Fin-Ugur Dilleri: Fince, Lapça, Macarca
ve Ugurca.
 1.5.1.6.1.2. Samoyetçe.
1.6.1.6.2. Altay Dil Ailesi:
Türkçe, Moğolca, Mançuca ve Tunguzca. Son
yıllarda bunlara Korece ve Japonca da eklenmektedir.
Bu dil ailesinden Türkçenin tarihsel gelişimi ve
bugünkü durumu şöyledir.
1.6.6.2.1. Türk Dilinin Tarihî Devreleri:
Türkçenin kökenini, doğuşunu, dünya dilleri
arasındaki yerini ve Altay Dil Ailesi içindeki
durumunu belirtirken işaret edildiği üzere, dilimizin
Milattan birkaç bin yıl öncesine kadar uzanan bir
tarihî vardır. Türkçenin ana kaynağından bugünkü
yazı dillerine ve lehçelerine kadar uzanan gelişme
devrelerini kısaca şöyle bir sıralayabiliriz:
 1. Altay dil birliği devresi.
 2. Türk-Çuvaş-Moğol,-Tunguz dil birliği devresi.
 3. Çuvaş-Türk dil birliği (İlk veya Ön Türkçe) devresi.
 4. Ana Türkçe devresi.
 5. Eski Türkçe devresi.
 6. Orta Türkçe devresi.
 7. Yeni Türkçe devresi ve Türkçenin çeşitli kolları.
Bu devrelerden ilk dört devre hakkındaki bilgiler
daha çok teorik olup, elde bu devreleri ispatlayacak
kesin metinler mevcut değildir. Daha sonraki devirlere
ait metinler mevcut olduğundan Türkçenin miladi.
yüzyıldan sonraki gelişme ve dallanmalarını çeşitli
kaynaklardan
elde
edilen
bilgilerden
takip
edebilmekteyiz. Türkçenin. yüzyıldan sonraki
dönemleri hakkında kısaca şu bilgileri verebiliriz.
1.6.6.2.1.1. Eski Türkçe:
Bilim dilinde Eski Türkçe terimi, Türkçenin
İslamlık öncesi dönemi ile ilk İslam dönemine verilen
addır. Zaman olarak 6. - 13. yüzyıllar arasını kaplar.
Köktürk (Göktürk) Devleti’nin kuruluşu ile (M.S. 552)
başlar. Bu dönem Köktürk, Uygur ve Karahanlı
Türkçelerini içine alır. Bunları zaman ve bölge
itibariyle:
a. Köktürk Devri (6. - 8. yy.),
b. Uygur Devri
(8. - 13. yy.),
c. Karahanlı Devri (10. - 13. yy.).
Köktürk devrinden kalan başlıca eserler Orhun
Abideleri ile Yenisey ve Talas Yazıtları’dır. Orhun
Abideleri veya Köktürk Yazıtları adıyla anılan Bengü
Taşlar, bugünkü Moğolistan’ın Baykal gölü
güneyinde Orhun ırmağı kıyısında dikilmiş olan üç
büyük taş yazıttan oluşmaktadır. Bunlar, M.S. 731
yılında ölen Köl Tigin adına büyük kardeşi ve Köktürk
kağanı Bilge Kagan tarafından M.S. 732 tarihînde
diktirilen Köl Tigin Yazıtı ile, M.S. 734 tarihînde ölen
Bilge Kağan adına M.S. 735 tarihînde diktirilen Bilge
Kağan Yazıtı ve M.S. 724-726 yılları arasında
dikildiği tahmin edilen Tonyukuk Yazıtı’dır.
Eski Türkçenin Uygur devrinden kalma eserler,
taş ve kağıt üzerine yazılmış çeşitli metinler ile, kütük
basması denilen tahta harflerle basılmış eserlerdir.
M.S. 745 yılında Moğolistan’da Köktürk Devleti’ni
yıkarak müstakil bir devlet kuran Uygurlar, bu
bölgede iken Köktürk geleneğine uyarak yeni taş
yazıtlar dikmişlerdir.
M.S. 840-870 tarihleri arasında Uygur devrine
ait önemli eserler şunlardır: Altun Yaruk (Altın Işık):
Budizm’in mukaddes kitabıdır, Sekiz Yüksek (Sekiz
Yığın): Budizm’in inanç ve felsefesini anlatır,
Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesi (İyi
Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): iki
kardeş arasında geçen Burkan dinine ait bir olayın
hikayesi, Irk Bitig: Mani dinine ait Köktürk
harfleriyle yazılmış bir fal kitabıdır.
Eski Türkçenin Karahanlı devrinden kalma üç
büyük eser vardır:
a. Kutadgu Bilig (Mes’ut Olma Bilgisi):
b. Divânü Lûgati’t-Türk (Ansiklopedik Türk
Dili Sözlüğü):
c. Atabetü’l-Hakayık:
a. Kutadgu Bilig (Mes’ut Olma Bilgisi):
Siyasetnâme niteliğindeki bir eser olan
Kutadgu Bilig 1069-1070 yılında Balasagunlu
Yusuf Has Hâcib tarafından yazılmıştır.
b.
Divânü Lûgati’t-Türk
Türk Dili Sözlüğü):
(Ansiklopedik
1077 yılında Kaşgarlı Mahmud tarafından
yazılmış olan Divânü Lûgati’t-Türk büyük çapta
ansiklopedik bir Türk dili sözlüğüdür. Kaşgarlı
Mahmud tarafından bütün Türk boylarından
derlenmiş örnekler dolu olan bu eser Araplara Türkçe
öğretmek ve Türkçenin üstünlüğünü göstermek
amacıyla kaleme alınmıştır.
c. Atabetü’l Hakayık:
Yüknekli Edip Ahmed tarafından 12. yüzyıl
başlarında yazıldığı tahmin edilen bu eser dinî ve
tasavvufî konuları işleyen manzum bir eserdir.
1.6.6.2.1.2. Orta Türkçe:
Orta Türkçe devresi, Türk yazı dilinin Eski
Türkçeden yeni yazı dillerine geçiş döneminde, bu
devreyi birbirine bağlayan dönemin dilidir. Harezm
Türkçesi ile temsil edilir. Harezm Türkçesi 12.
yüzyıldan başlayarak, özellikle 13.-14. yüzyılda Hazar
Denizi ile Aral Gölü arasında, Aral’ın güneyindeki
Amuderya bölgesi merkez olmak üzere batı
Türkistan’da kurulup gelişmiş olan yazı diline verilen
addır. Harezm Türkçesi 13. yüzyıla kadar birbirinin
devamı şeklinde tek kol halinde devam eden Türk yazı
dilinin Çağatay, Oğuz ve Kıpçak temelinde yeni
dallanmalarına kaynaklık etmiştir.
1.6.6.2.1.3. Yeni Yazı Dilleri Devresi:
Orta Asya ve Ön Asya'daki Türk yerleşim
birimlerinde 10.-15. yüzyıllar arasında meydana gelen
siyasal, sosyal ve kültürel değişme ve gelişmelerin
sonucu olarak, Türk dilinde Doğu Türkçesi ve Batı
Türkçesi temelinde dallanmalar meydana gelmiştir.
Batı Türkçesi de iki ayrı kol halinde yol alarak kuzeyde
Kuzey -Batı, güneyde de Güney -Batı Türkçesi diye
adlandırılan kolları oluşturmuştur. Doğu Türkçesi bazı
dilciler tarafından Kuzey -Doğu Türkçesi terimi ile de
adlandırılmaktadır. Başlıca kolları şunlardır:
1.6.6.2.1.3.1. Doğu Türkçesi:
 1.6.6.2.1.3.1.1. Çağatay Türkçesi:
Çağatayca, Harezm Türkçesinin yeni şartlar
altındaki devamı olarak, 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar
Türkistan ve Altınordu bölgesinde kullanılan edebî
Türkçeye verilen addır. 20. yüzyılda Çağatayca yerini
Özbekçe’ye bırakmıştır. Bugün Doğu Türkçesi, Batı
Türkistan’da Özbek Yazı dili, Çin idaresindeki Doğu
Türkistan’da da Yeni Uygurca ile temsil edilmektedir.
1.6.6.2.1.3.2.
Kuzey-Batı
Türkçesi
(Kuzey
Türkçesi, Kıpçak Türkçesi):
Hazar Denizi ile Karadeniz’in kuzey kesimini
kapsayan Türk göçleri genellikle Kuman, Kıpçak
unsurlarına dayandığı için, bu kesimde kurulup gelişen
Türk yazı dilleri ve lehçeleri Kıpçak Türkçesi
temelinde yol almıştır. Bu sebeple Kuzey-Batı
Türkçesi, Kıpçak Türkçesi de adlandırılır. Kıpçak
Türkçesi, 13. - 15. yüzyıllar arasında Altınordu ve
Mısır, Suriye bölgelerinde kullanılan Türkçe’dir.
1.6.6.2.1.3.3. Güney-Batı Türkçesi (Batı Türkçesi,
Oğuz-Türkmen Grubu):
Güney-Batı veya Batı Türkçesi, Hazar Denizi’nin
güneyinden batıya uzanan Türk dili kolunun adıdır. 12.
yüzyıl sonlarıyla 13. yüzyıl başlarından günümüze
kadar Anadolu, Kuzey ve Güney Azerbaycan, Irak,
Suriye, Adalar, Rumeli ve Kuzey Afrika’da kullanılan
Türkçe’dir. Güney-Batı Türkçesi, Oğuz-Türkmen
lehçesine dayandığı için, buna Orta Asya Türkmencesini
de eklemek mümkündür. Güney-Batı Türkçesinin ana
kolunu, Anadolu ve Rumeli bölgesinde kurulmuş
olan Türkiye Türkçesi oluşturmaktadır.
1.6.6.2.1.3.3.1. Türkiye Türkçesi:
Türkiye Türkçesi deyimi geniş anlamı ile,
Anadolu ve Rumeli bölgesinde kurulup gelişmiş olan
ve 13. yüzyıldan günümüze kadar uzanan tarihî
devirleri içine alan Türk yazı dilini; dar anlamıyla ise,
yalnız bugünkü Türkiye sınırları içinde konuşma ve
yazı dili olarak kullanılan Türkçeyi ifade eder. Türkiye
Türkçesi üç devreye ayrılır:
1.6.6.2.1.3.3.1.1. Eski Anadolu Türkçesi:
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan
sonra 13. yüzyıl başlarından 15. yüzyıl sonlarına
kadar Anadolu ve Rumeli bölgesinde devam eden,
Oğuzca temelindeki Türkçe’dir. Dil yapısı
bakımından, Kuzey ve Güney Azerbaycan ile
Irak’taki Türkçeyi de buraya dahil ediyoruz.
1.6.6.2.1.3.3.1.2. Osmanlı Türkçesi:
Osmanlı Türkçesi 15. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl
başlarına kadar, Anadolu, Kırım, Irak, Suriye, Adalar,
Rumeli ve Kuzey Afrika’da kullanılan Türk yazı
dilidir.
1.6.6.2.1.3.3.1.3. Bugünkü Türkiye Türkçesi:
Bugünkü Türkiye Türkçesi, 20. yüzyıl Türkiye
Cumhuriyeti’nin resmi dili olan Türk yazı dilidir.
Irak, Suriye, Kıbrıs, Batı Trakya, Bulgaristan ve
Yugoslavya’da yaşayan Türklerle, Avrupa’ya,
Arap ülkelerine, Amerika ve Avustralya’ya göç
etmiş olan Türkler de bu yazı dilini kullanırlar.
1.6.6.2.2. Türk Dilinin Bugünkü Durumu:
Türkler dünya üzerinde çok geniş bir yer kaplar.
Geniş bir alanda konuşulan Türk dili üç ana gruba
ayrılır:
A. Türkçe,
B. Yakutça,
C. Çuvaşça.
Bunlardan Yakutça ve Çuvaşça’yı bir kenara
bırakıp, Türkçe olarak adlandırdığımız dilin alt
gruplarını şu şekilde sırlayabiliriz:
A. Batı Tükçesi (Güney-Batı Türkçesi):
 1. Türkiye Türkçesi,
 2. Gagavuz Türkçesi,
 3. Azerbaycan Türkçesi,
 4. Türkmen Türkçesi
B. Kuzey-Doğu Türkçesi (Doğu Türkçesi):
 1. Özbek Türkçesi,
2. Uygur Türkçesi,
 3. Kazak Türkçesi,
4. Karakalpak Türkçesi,
 5. Kırgız Türkçesi,
6. Kazan Tatar Türkçesi,
 7. Başkurt Türkçesi,
8. Kırım Tatar Türkçesi
 9. Nogay Türkçesi,
10. Karaçay Türkçesi,
 11. Malkar Türkçesi,
12. Kumuk Türkçesi,
 13. Altay Türkçesi,
14. Hakas Türkçesi,
 15. Tuva Türkçesi
Türkçenin yazı ve konuşma dili olarak
günümüzde kullanıldığı ülkelere Yakutça ve
Çuvaşçanın da dahil edilmesiyle, çeşitli Türk
lehçelerini kullanan nüfusun 200 milyona yakın
olduğu bilinmektedir.
1.6.2. Yapı (Morfoloji) Bakımından:
Yapı (morfoloji) bakımından yapılan sınıflamada
dünya dilleri üç gruba ayrılmıştır:
1. Tek Heceli Diller,
2. Eklemeli Diller,
3. Çekimli Diller
1.6.2.1. Tek Heceli Diller:
Tek heceli dillerde her kelime tek hecelidir. Bu
kelimeler ek almazlar ve cümle içinde sıralanırken
biçim değişikliğine uğramazlar. Bu kelimelerin
görevleri cümle içindeki sıralanışlarından ve
vurgulanışlarından anlaşılır. Bu dillerde fiil çekimi
de yoktur. Tipik örnekleri Çince ve Tibetçe’dir.
Vietnam dili, bazı Himalaya dilleri ile Endonezya
dilleri de bu gruba girer.
1.6.2.2. Eklemeli Diller:
Bu dillerde kelime köklerine türlü ekler
getirilerek dil bilgisi bakımından yeni biçimler ve
yeni anlamlar ortaya çıkarılır. Kelime köklerine
getirilen ekler kelimenin kökünü değiştirmez,
köklerle ekler açık bir şekilde ayırt edilebilir. Ekler
bazen başa bazen de sona getirilebilir. Türkçe,
Japonca, Macarca bu dillerdendir. Türkçe
sondan eklemeli bir dildir.
Bu dillerde, hiç değişmeden sabit kalan tek veya
çok heceli kökler ve bunlara eklenen çeşitli ekler vardır.
Kelime köklerinin başına veya sonuna eklenen ekler
anlam ve görev değişikliği yaparlar. Köklere, kelimeler
arasında geçici görev yüklemek üzere getirilen ekler
çekim ekleridir:
ev + den çıkmak, yol +a bakmak gibi.
Köklere sürekli görevler yüklemek üzere eklenen
ekler ise, yeni kelimeler türeten yapım ekleridir. Baş
kökünden baş+ ak, baş+ kan isimlerinin, baş+ la mak ve baş+ lat - tır - mak fiillerinin türetilmesi gibi.
1.6.2.3. Çekimli Diller:
Bu grubun en tipik örneği Arapça ve diğer
Hami- Sami dilleri ile Hint - Avrupa dilleridir. Bu
dillerde yeni kelime yaparken ve çekim sırasında
kelime kökleri, kendi içinde değişikliğe
uğrayarak kırılır yani ön ek, ara ek alır.
Aynı durum kelimelerin çokluk şekillerinde de
görülür. Çekimli dillerin kimisinde kök ünlüleri
değiştiği halde, kelime kökü ile türetilen yeni kelime
arasındaki ilgiyi gösteren bir bağ vardır. Kelime
kökündeki ünsüzlerden oluşan asıl sesler yeni kelimede
de korunmuştur. Değişiklik ise ünlülerdedir.
Çekimli dillerin bu özelliğini şu örnekle
gösterebiliriz:
ketebe: yazdı,
ketebtü: ben yazdım,
üktüb: yaz,
ketebtüma: siz yazdınız,
li-yektüb: yazsın, kâtib: yazan,
mektep: okul,
mektüb: yazılmış şey, mektup,
kitabet: yazma, yazı yazma sanatı gibi.
Örnekte görüleceği üzere, türemiş veya çekime
girmiş kelimelerde K,T,B, kök ünsüzleri sabit
kalmakta, yalnız ünlüler ve diğer bazı gramer
unsurları değişmektedir.
1.6.3. Lehçe ve Ağız:
1.6.3.1. Lehçe:
Bir dilin kendi içinde alt kollara ayrılması, o dilin
lehçelerini oluşturur.
Bu itibarla lehçeler, coğrafî ve sosyal ayrılıklar
dolayısıyla, bir dilin ses yapısı ve kelime hazinesi
bakımından, zamanla birbirinden az çok ayrılmış
dallarına verilen addır. Çok geniş bir coğrafî alana
yayılmış olan Türkçe, lehçe dallanmasının belirgin
örneklerini verebilmektedir. Türkiye Türkçesi,
Kazak, Kırgız ve Altay Türkçeleri, Türkçenin
ayrı alanlarda gelişmiş olan lehçeleridir. Çuvaşça
ve Yakutça ise Türkçenin uzak lehçeleri
durumundadır.
1.6.3.2. Ağız:
Bir dilin veya lehçenin daha az konuşma farkları
gösteren ve bölgeden bölgeye veya şehirden şehire
değişebilen küçük kollarına ağız adı verilir. Lehçeler
bir dile nazaran o dilin dalları, ağızlar ise
budakları niteliğindedir. Dolayısıyla ağızlar
lehçelerin konuşma diline dayanan kolcuklarıdır.
Türkiye Türkçesinin Manisa ağzı, Denizli ağzı,
Kastamonu ağzı, Nevşehir ağzı, Kars ağzı gibi.
1.6.4. Konuşma ve Yazı Dili:
1.6.4.1. Konuşma Dili:
Bir dili, konuşma dili ve yazı dili diye ikiye
ayırırız. Konuşma dili; günlük hayatımızda
konuşurken kullandığımız dildir. Her bölgede
birbirinden farklı telaffuzlara ve bazı kelime
ayrılıklarına dayanan ağızlar bulunduğuna göre,
konuşma dili; her bölgenin az çok kendi ağız
yapısına dayanan günlük tabiî dildir. İzmir halkı
İzmir ağzı, Samsun halkı Samsun ağzı ile konuşur.
1.6.4.2. Yazı Dili:
Yazı dili eserlerde, kitaplarda, dergilerde ve
bütünüyle yazıda kullanılan dildir. Yazı dili olma
vasfını taşıyan ağız, bir memleketin kültür merkezi
olarak gelişen yerinin ağzıdır ve konuşma dillerinin
en gelişmişidir.
Türkiye Türkçesinin yazı dili genellikle İstanbul
ağzına dayanır. Bir ülkede pek çok konuşma dili ve
ağız bulunduğu halde tek yazı dili bulunur. Yazı dili
muhafazakardır. Normal şartlar altında özelliklerini
kolay kolay kaybetmez. Ayrıca, lehçe ve ağızların
alabildiğine farklılaşmasını da önler. Gereğinde
hepsinin zenginliğinden yararlanır ve onları ortak bir
kaynaktan zenginleştirerek birbirine yaklaştırır.
Bir milletin bütün fertleri okuyup yazmada ortak
bir dil kullanırlar. Yazı dili bir medeniyet dilidir.
Ancak kültürleri, medeniyetleri ve edebiyatları olan
milletlerin yazı dilleri olmuştur. Yazı dili bilim
adamlarının, şair ve yazarların ve aydınların katkıları
ile gelişir. Toplumun ortak malı olduğundan, aynı
zamanda sosyal birliğin ve kaynaşmanın da
çimentosudur. Yazı dili bir kültür dili, edebiyat dili ve
devletin resmî yazışmalar dili olduğu için devlet dili,
kültür dili veya edebî dil gibi adlarla da adlandırılır.
Seslerin yazı dilinde belli işaretlerle ifade
edilmesi alfabe adı verilen bir semboller tablosunu
oluşturur. Türklerin tarih boyunca kullandıkları
başlıca alfabeler ise şunlardır: Köktürk Alfabesi,
Uygur Alfabesi, Arap Alfabesi, Kiril Alfabesi ve
Latin Alfabesi.
KAYNAKLAR
 Aktaş Şerif-Osman Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, Akçağ






Yayınları, 2011.
Çotuksöken Yusuf, Üniversite Öğrencileri İçin Uygulamalı Türk
Dili, C.I., İstanbul:Papatya Yayıncılık, 2002.
Ergin Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İstanbul: Bayrak Yayınları,
2009.
Kavcar Cahit-Ferhan Oğuzkan-Özlem Aksoy, Yazılı ve Sözlü
Anlatım, Ankara: Anı Yayıncılık, 2003.
Korkmaz Zeynep, Türk Dili Üzerine Araştırmalar, C.1-2,
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2005.
Köksal Hasan, Milli Destanlarımız ve Türk Halk Edebiyatı,
İstanbul: Toker Yayınları, 2002.
Oğuz M. Öcal-Metin Ekici vd., Türk Halk Edebiyatı El Kitabı,
Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2004.
Download