Ders Sınıf Ay Başlangıç Bitiş Hafta Saat Din Kültürü ve Ahlak B. 10. Sınıf MAYIS 1.05.2017 7.05.2017 1 1 3. Atatürk'ün İslamiyet ve Hz. Peygamberle İlgili Sözleri Konu Okuma Metni: Taassubun Zararları Süre 40' 3. Atatürk’ün dinin doğru anlaşılmasına verdiği önemi irdeler ve taassubun Kazanımlar zararlarını örneklerle açıklar. 4. Atatürk’ün, İslam dini ve Hz. Muhammed ile ilgili sözlerinden örnekler verir. Açıklama [!] Atatürk’ün dinin vazgeçilmez ve yozlaştırıl- maması gereken bir kurum olduğu inancı vurgulanır. [!] Öncelikle verilecek değer; bilimselliktir. [!] Öncelikle verilecek beceriler; araştırma, eleştirel düşünme, sosyal katılımdır. (1 Bu ünitede; açık uçlu, çoktan seçmeli, boşluk doldurmalı sorular sorularak, tartışma yaptırılarak, proje değerlendirme ölçeği, görüşme, yazılı raporlar kullanılarak değerlendirme yapılabilir Etkinlik Adı Atatürk Diyor ki: Atatürk’ün “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir...” sözünden ne anlaşıldığı hakkında konuşulur (1 ve 2. kazanımlar). Taassuba Dikkat! Atatürk’ün “Taassup bilgisizliğe dayanır, binaenaleyh taassubu olan cahildir. İlim her zaman ve her yerde bilgisizliği alt eder. O hâlde halkı aydınlatmak gerekir.” sözü tahtaya yazılarak sınıfta değerlendirilir (3.kazanım). Pano Oluşturuyoruz: Atatürk’ün İslam dinî ve Hz. Muhammed ile ilgili sözleri araştırılarak sınıf panosu oluşturulur (4. kazanım). Hazırlık: İşleniş: Değerlendirme: Konu Özeti: Din, insanlığın doğuşuyla ortaya çıkmış ve insan olduğu sürece varlığını devam ettirecek olan evrensel bir olgudur. Yapılan araştırmalar, tarihin hiçbir döneminde inanmayan bir topluluğun bulunmadığını ortaya koymuştur. Çünkü insan, yeme, içme gibi maddi ihtiyaçları yanında, inanma, ibadet etme gibi manevi ihtiyaçları da olan bir varlıktır. İnsanın manevi gereksinimlerini karşılayan olguların başında da din gelmektedir. Tarihte büyük önderler, mensup oldukları toplumun maddi ve manevi değerleriyle bütünleşmiştir. Bu değerler Büyük Önder Atatürk’ün hayatına bakıldığında da açık bir şekilde görülmektedir. Atatürk, dinî kültüre sahip Müslüman bir ailede dünyaya gelmiştir. İlk dinî bilgilerini ailesinden, özellikle de annesinden almıştır. Atatürk’ün eğitim gördüğü okullar devrinin şartlarına göre dinî bilgiler veren okullardı. Dolayısıyla o, yeterli bir dinî bilgi ve kültüre sahipti. Atatürk, dini toplumların temel ihtiyaçlarından biri olarak kabul eder. Ona göre “Din vardır ve lüzumludur.” Bireylerin huzuru ve toplum hayatının düzenli bir şekilde devam etmesi için din vazgeçilmez bir kurumdur. Atatürk bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur.” Mustafa Kemal Atatürk, dinin Türk tarih ve kültüründe önemli bir yere sahip olduğunu ifade etmiştir. O, “Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır, alamaz...” sözüyle dinin Türk milletinin sahip olduğu en önemli faziletlerden biri olduğunu dile getirmiştir. Atatürk’e göre din, insan ile Tanrı arasındaki bir ilişkidir ve dinin yeri insanın vicdanıdır. Bunu, “…Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının sesine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz, düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz.” sözüyle belirtmiştir. Bununla birlikte, “Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin, dinini seçmekte hür olduğu gibi belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani ibadet hürriyeti vardır…” sözüyle de inanç ve ibadet özgürlüğünün önemini vurgulamıştır. Mustafa Kemal dinin, ilerlemeye ve gelişmeye engel olmadığını belirtmiştir. Dinin gelişmeye ve çağdaşlaşmaya karşı olduğu düşüncesinin yanlışlığını şöyle ifade etmiştir: “Büyük dinimiz çalışmayanın, insanlıkla ilgisinin olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı inançsız olmak sanıyorlar. Asıl inançsızlık onların bu inanışıdır.” Atatürk’ün bu sözleri onun dine ne kadar önem verdiğini, dini birey ve toplum hayatı için vazgeçilmez bir kurum olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. Hazırlık: İşleniş: Değerlendirme: Konu Özeti: Atatürk’e göre İslam dini, “En makul ve en tabii dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur.” Ancak Atatürk, hurafe ve batıl inançların dinin özünden ayrılmasını istemiştir ve bunu şu şekilde dile getirmiştir: “Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi; fakat bina yüzyıllardır ihmal edilmiş, harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur - yorumlar, boş inançlar binayı daha fazla hırpalamış.” Atatürk, dinin dinamik özünün ortaya çıkarılmasını isterken göz önünde bulundurulması gereken bir ölçüyü de şöyle ortaya koyar: “Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu değer ölçüsü ile herhangi bir şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur, biliniz ki o dinimize uygundur. Bir şey ki akıl ve mantığa, milletin çıkarına, İslam’ın çıkarına uygunsa kimseye sormayınız, o şey dinîdir...” Mustafa Kemal’e göre din bir milletin en yüce değeridir. Bundan dolayı o, dinin yıpratılmaması gerektiğine inanır ve onun günlük siyasi çekişmelere alet edilmemesini ister. Atatürk, dinin yozlaştırılmasına neden olan ruhbanlığa karşı çıkar. Allah’la insan arasına kişi veya kurumların girmesinin dinin temel ilkelerine aykırı olduğunu dile getirir. Ona göre Müslümanların toplumsal hayatında hiç kimsenin özel bir sınıf olarak varlığını sürdürmeye hakkı yoktur. Buna rağmen kendilerinde böyle bir hak görenlerin en başta dinin emirlerine aykırı hareket etmiş olacaklarını belirtir. Nitekim o, bu görüşünü şöyle dile getirmiştir: “Her şeyden önce şunu en basit bir dinî gerçek olarak bilelim ki bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur. Ruhbanlığı reddeden bu din, dinde tekelciliği kabul etmez...” Atatürk, Müslüman toplumların içinde bulunduğu geri kalmışlık ve yoksulluk durumunu da dinin kendisinden değil, bozulmuş ve yozlaşmış olan din anlayışından kaynaklanan bir durum olarak görmektedir. O, bu durumu şu şekilde dile getirmektedir; “Onlar geçmişlerinin yanlış veya batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyeti karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyetten uzaklaştıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.” Ona göre Müslüman toplumlar dinin emirlerini doğru bir şekilde anlasalar ve İslam’a uygun hareket etselerdi bugünkü durumda olmayacaklardı. Mustafa Kemal Atatürk, Müslüman toplumlarda yaygınlaşmış olan yanlış tevekkül anlayışının da dinin özüyle bir ilgisinin olmadığını belirterek şöyle demektedir: “Bizim dinimiz, milletimize hakir (kötü) miskin (zavallı) ve zelil (aşağı) olmayı tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şerefini muhafaza etmelerini emreder.” Mustafa Kemal Atatürk, dinin gerçek amacından uzaklaştırılarak istismar edilmesine karşı çıkar. O, dini, çıkarlarına alet etmek isteyen din istismarcılarının her zaman bulunacağını, bunu önlemenin yolunun ise dinin insanlara doğru öğretilmesinden geçtiğini belirtir. Nitekim o “Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek gerekli ise dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak, bilimsel ve teknik olarak telkin kudretine sahip olacak, seçkin ve gerçek din ilim adamlarını da yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız.” ifadeleriyle insanlara ve topluma, dini doğru bir şekilde öğretecek kurum ve görevlilere ihtiyaç olduğunu dile getirir. Atatürk, dinin özünün, aslının korunması için en büyük güvence olarak laikliği görmüştür. Ona göre laiklik, sadece din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Bunun yanında tüm vatandaşların din ve ibadet özgürlüğüne sahip olması da laikliğin bir gereğidir. Ayrıca laiklik, dinsizlik ve din karşıtlığı da demek değildir. Mustafa Kemal Atatürk, laikliği böyle anlayanlara karşı şunları söyler: “Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir…”