2011 mayıs ayı yargıtay kararları ceza bölümü

advertisement
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2010/11-236
K. 2010/254
T. 7.12.2010
• SİGORTA BEDELİNİ ALMAK AMACIYLA DOLANDIRICILIK ( Suçun 01.06.2005
Tarihinden Önce İşlendiği/Sanık Hakkında Doğrudan Para Cezasına
Hükmedildiği - İnfaz Aşamasında Cezanın Ödenmediği/Hapse Çevirme
İşleminde 5275 S.K. Md. 106'nın Uygulanacağı )
• DOLANDIRICILIK ( Suçun 01.06.2005 Tarihinden Önce İşlendiği/Doğrudan
Para Cezasına Hükmedildiği - İnfaz Aşamasında Ödenmediği/Hangi Miktar
Üzerinden Paraya Çevrildiyse Aynı Miktar Üzerinden Hapse Çevirme İşlemi
Yapılacağı )
• BİR HAZİRAN 2005'TEN ÖNCE İŞLENMİŞ SUÇ ( Dolandırıcılık Nedeniyle Sanık
Hakkında Doğrudan Para Cezasına Hükmedildiği - İnfaz Aşamasında
Ödenmediği/Hapse Çevirme İşleminde 5275 S.K. Md. 106'nın Uygulanacağı )
• DOĞRUDAN VERİLEN ADLİ PARA CEZASININ İNFAZ AŞAMASINDA
ÖDENMEMESİ ( Dolandırıcılık Suçunun 01.06.2005 Tarihinden Önce İşlendiği Hangi Miktar Üzerinden Paraya Çevrildiyse Aynı Miktar Üzerinden Hapse
Çevirme İşlemi Yapılacağı )
5237/m.52, 158
5275/m.106
ÖZET : Hükümlü hakkında, işlediği “sigorta bedelini almak amacıyla dolandırıcılık”
suçu nedeniyle 5237 sayılı TCY hükümleri lehe kabul edilerek verilen hükümle ilgili
olarak; uyuşmazlık, 01.06.2005 tarihinden önce işlenmiş olan suçlara ilişkin olarak
kurulan hükümlerde, doğrudan belirlenmiş gün para cezasının infaz aşamasında
ödenmemesi halinde hangi miktar üzerinden hapse çevrilmesi gerektiğinin
belirlenmesine ilişkindir.
Suç tarihi ister 01 Haziran 2005 tarihinden önce, isterse sonra olsun, doğrudan
verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi üzerine yapılması gereken hapse
çevirme işleminin, bu madde ile kurulması amaçlanan sistemin ayrılmaz bir parçası
olan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Adli Para
Cezasının İnfazı" başlıklı 106. maddesi uyarınca yapılması zorunludur. Hangi miktar
üzerinden paraya çevirme işlemi yapılmış ise aynı miktar üzerinden hapse çevirme
işlemi yapılması gerekir.
DAVA : Hükümlü S. S.’nın, sigorta bedelini almak amacıyla dolandırıcılık suçundan
5237 sayılı TCY’nın 158/1-k, 52/2 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve
25.000 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Bolu Ağır Ceza
Mahkemesince 05.07.2005 gün ve 177-190 sayı ile verilen hüküm, Yargıtay 11. Ceza
Dairesince 08.04.2008 gün ve 1367-2691 sayı ile onanarak kesinleşmiştir.
İnfaz sırasında “ödenmeyen adli para cezasının hangi miktar üzerinden hapse
çevrileceği” konusunda duraksama yaşanması ve mahkemeden bu hususla ilgili
karar istenmesi üzerine, Bolu Ağır Ceza Mahkemesince 23.01.2009 gün ve 2009/70
müteferrik sayı ile;
“... İncelenen dosya kapsamına göre; hükümlü S. S.’nın 02.11.2004 tarih ve öncesi
gerçekleştirdiği nitelikli dolandırıcılık eylemi nedeniyle mahkememizin 05.07.2005
tarihli kararı ile daha lehine sonuç doğuran 5237 sayılı TCK’nun 158/1-k, 62 ve 52/2.
maddeleri uyarınca iki yıl altı ay hapis ve 25.000,00 YTL adli para cezası ile
cezalandırılmasına karar verilip, bu karar Yargıtay 11. Ceza Dairesince 08.04.2008
tarih 1367-2691 sayı ile onararak kesinleşmiştir. Kartal C. Başsavcılığınca hükümlü
hakkında 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca gün hesabına göre belirlenmiş
adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle hangi miktara göre hapse çevrileceğinin
tespiti istenilmektedir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun diğer
hükümlerinden farklı olarak 01 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren geçici 1.
maddesinde ‘… 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan
adli para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün 100 TL hesabı ile
hapsedilirler…’ düzenlemesi yapılmıştır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun geçici 1.
maddesinin amacının 5237 sayılı TCK’nun 5. maddesi ile getirilen ‘bu kanunun genel
hükümleri özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında uygulanır’
yolundaki emredici düzenleme nedeniyle 5237 sayılı TCK'nun dışındaki ceza hükmü
içeren kanunlara göre hükmedilmiş adli para cezalarının, özel ceza hükmü içeren
yasaların 5237 sayılı TCK’nun genel hükümlerine uyumlu hale getirilmesine kadar
ortaya çıkan kargaşayı önlemektir.
Dikkat edileceği üzere 01 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenen suçlarda da özel
ceza yasalarında hükmedilen gün hesabına göre belirlenmemiş adli para cezaları
yönünden de hapse çevirme işlemi 5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddesi gereğince
günlüğü 100 TL üzerinden yapılacaktır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik tedbirleri Hakkındaki Kanunun geçici 1. maddesi doğal
olarak 5237 sayılı TCK’na uyumu amaçladığından, ‘… 5237 sayılı TCK’nu dışındaki
…’ ibaresiyle 5237 sayılı TCK’nun hükümlerine göre belirlenecek adli para
cezalarının hapse çevrilmesinde 5237 sayılı TCK ayrık tutulmuştur.
Ancak; 5237 sayılı TCK’nun 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle
bu tarihten önce işlenen suçlarda sanık lehine değerlendirme yapılması zaruri
olduğundan 5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde ‘… 5237 sayılı TCK dışındaki
diğer kanunlarda yer alan adli para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir
gün 100 TL hesabı ile hapsedilirler…’ hükmüyle getirilmiş istisnanın 01 Haziran 2005
tarihinden önce işlenen ve 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca gün
hesabına göre belirlenmiş adli para cezaları yönünden uygulanması mümkün
olmadığı, aksi düşüncenin ceza yargılaması sırasında lehe yasa olarak tespit edilen
5237 sayılı TCK’nun infaz aşamasında hükümlünün aleyhine sonuç doğuracağı,
bunun da yasa tarafından amaçlanmadığını düşünüyoruz.
Öte yandan, 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suç nedeniyle mahkememizce
5237 sayılı TCK’nun lehe olduğu tespit edilerek hürriyeti bağlayıcı ceza gün hesabı
ile adli para cezasına hükmedilmiştir.
İnfaz aşamasında hürriyeti bağlayıcı ceza ve ödenmemesi halinde adli para
cezasının hapse çevrilmesinden sonra şartla tahliye hükümlerinin 2148 sayılı Yasa ile
değişik ek 2. maddesinin uygulanabilmesi nedeniyle 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkındaki Kanunun daha lehe olduğu her türlü tartışmadan uzaktır.
01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenmiş suç yönünden lehe yasa olarak belirlenen
5237 sayılı TCK’na göre verilen cezadan sonra yapılacak infaz işlemleri sırasında
tayin edilmiş adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapse çevirme işlemi
tamamıyla infaza ilişkin olup, maddi ceza hukuku olan 5237 sayılı TCK’nun 52/2.
maddesi uyarınca gün olarak belirlenmiş para cezasının ödenmemesi üzerine hapse
çevirmede temel alınan bir gün karşılığı adli para cezası miktarının ayrı bir
değerlendirme olan infazda esas alınması mümkün değildir.
Olayımızda infazda 647 sayılı Yasanın daha lehe sonuç doğurduğu sabit olmakla
hükümlünün 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca belirlenmiş adli para
cezasının ödenmemesi nedeniyle 647 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca günlüğü
100 TL’den hapse çevrilerek ve koşulları oluştuğu takdirde 647 sayılı Kanunun 19.
maddesi uygulanarak infazın yapılması gerekmektedir.
Aksi görüşe dayanak yapılan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.06.2007 tarih ve
113-127 sayılı içtihadındaki ‘… Hapis cezasının paraya çevrilmesinden sonra, adli
para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapsin infazına’ karar verilmesi işlemi, 50.
maddedeki sistem açısından bakıldığında sırf bir infaz işlemi sayılamaz, burada
maddi cezanın belirlenmesi işlemi devam etmektedir. Zaten bu yüzden de, infaz
işlemlerinin infaz yasalarında düzenlemesi için özel bir gayret gösterilen yeni
sistemde dahi, bu işleme ilişkin hususlar Türk Ceza Yasası içerisine dercedilmiştir.
Oysa 52. maddeye göre verilen para cezalarının ödenmemesi halinde yapılacak
işlem tam anlamıyla bir infaz işlemidir, bu nedenle de buna ilişkin hususların tamamı
İnfaz Yasasında düzenlenmiştir.
647 sayılı Yasaya göre ödenmeyen para cezasını hapse çevirme işlemi de tam
anlamıyla bir infaz işlemidir.
50. maddeye göre yapılan işlemlerde, 50. maddenin 6. fıkrasına göre ‘hapsin infazına
karar verildiği durumlarda ise, bu aşamadan sonraki işlemler tam olarak infaz işlemi
sayılabilir. O yüzden, infaz aşamasında hangi yasanın daha lehe olduğuna bu
aşamadan sonra bakılmalıdır…’ ibarelerinden de anlaşılacağı üzere 5237 sayılı
TCK’nun 50. maddesi uyarınca tespit edilen ödenmeyen adli para cezası yönünden
para cezasını hapse çevirme işleminin 5237 sayılı TCK’nun 50. maddesi gereğince
yapılması gerekirken, 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden
5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca belirlenmiş adli para cezalarının hapse
çevrilme işlemi Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 06.06.2006 tarih ve 2735-11448 sayılı
ilamında da belirtildiği üzere, doğrudan infazla alakalı olduğundan en lehe olacak
şekilde günlüğü 100.00 TL’den hapse çevirme işleminin yapılması gerekmektedir”
gerekçesine dayalı olarak, “mahkemenin 05.07.2005 tarih ve 177-190 karar sayılı
dosyasında; hükümlü S. S. hakkında 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesine dayanak
olarak günlüğü 30.00 TL’den belirlenmiş toplam 25.000.00 YTL adli para cezasının
hapse çevirme işleminin 647 sayılı Yasa hükümlerine göre günlüğü 100.00 TL’den
yapılmasına...”;
Dair verilen bu karara Cumhuriyet savcısı tarafından itiraz edilmesi üzerine ise;
Düzce Ağır Ceza Mahkemesince 24.02.2009 gün ve 2009/190 değişik iş sayı ile;
“…itirazın reddine...” karar verilmiştir.
Bunun üzerine; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 27.01.2010 gün ve
4471 sayılı yazısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15.02.2010 gün ve 23318
sayılı ihbarnamesiyle;
“... Dosya kapsamına göre, benzer bir olay sebebiyle verilen Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin 14.04.2008 tarihli ve 2008/5462-6055 sayılı ilamında da belirtildiği üzere,
5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun
5/3 ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1.
maddelerinde öngörülen, adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapse
çevrilmesinde bir gün karşılığı olarak 100 Türk lirasının esas alınacağına ilişkin
hükmün, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun dışındaki diğer kanunlarda yer alan adli
para cezalarının ödenmemesi durumunda geçerli olduğu, nitekim 5275 sayılı
Kanunun 106/3. maddesinde, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre
içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen
kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir’ hükmünün yer aldığı cihetle, 5237
sayılı Kanun uyarınca verilen ya da diğer kanunlara göre verilip de, adli para
cezasının gün karşılığı olarak miktarı belirtilen ilamlarda, mahkemece bir gün karşılığı
olarak takdir edilen miktar ne kadar ise, aynı miktar üzerinden ödenmeyen adli para
cezasının hapse çevrilmesi gerektiği gözetilmeden itirazın kabulü yerine reddine
karar verilmesinde isabet görülmemiştir...”
Şeklindeki açıklamaya dayalı olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulmuş;
Yargıtay 11. Ceza Dairesince de 01.10.2010 gün ve 2310-10513 sayı ile;
“... Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 05.06.2007 gün ve 2007/113 esas, 2007/127
sayılı kararında da açıklandığı üzere; 01.06.2005 tarihinden önce; hürriyeti bağlayıcı
cezadan paraya çevirme işlemleri 647 sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapılmakta,
bu şekilde hükmedilen para cezasının ödenmemesi halinde ise tekrar hapse çevirme
işlemleri 647 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca gerçekleştirilmektedir.
647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında; ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri
üzerine belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının
kararıyla bir gün üçmilyon lira sayılmak üzere hapsedilir. Artıklar nazara alınmaz.
Ancak, üçmilyon liradan aşağı hükmolunan para cezaları bir gün hapse çevrilir.
Haklarında Türk Ceza Kanununun 54 ve 55 inci maddeleri ile 2253 sayılı Çocuk
Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 12 nci
maddesi uygulanmak suretiyle hüküm giyenlerin para cezaları kısa süreli hürriyeti
bağlayıcı cezadan çevrilmiş olsa bile hapse çevrilemez. Bu takdirde maddenin son
fıkrası hükümleri uygulanır’.
Anılan maddenin 8. fıkrasında; ‘Para cezasının hapse çevrileceği mahkeme ilamında
yazılı olmasa bile yukarıdaki hüküm Cumhuriyet Savcılığınca uygulanır’.
Aynı maddenin 10. fıkrasında ise; ‘Hükümlü, mahpus kaldığı, her gün için yedinci,
fıkra uyarınca üçmilyon lira indirildikten sonra kalan parayı öderse hapisten çıkarılır’
biçimindeki hükümler yer almakta olup, 647 sayılı Yasadaki düzenlemeye göre;
paradan çevrilen hapis cezası, mahiyeti itibarıyla ‘tazyik hapsi’ olup, bir başka
deyişle, amacın para cezasını tekrar hapse çevirmek değil, para cezasının tahsil
edilebilmesi için hükümlüyü zorlamak olarak ortaya çıkmakta ve bu işlemi Cumhuriyet
savcısı yapmaktadır. Hükümlünün, kalan para cezasını ödemesi halinde ise hapisten
çıkartılması gerekmektedir. Bu uygulamada, koşullu salıverme hükümlerinin
uygulanmasına bir engel bulunmamakta, bu uygulama açısından, para cezasının;
hapisten çevrilmiş para cezası olması ile doğrudan verilmiş para cezası olması
arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Para cezası, hapse çevrilse de sonuçları
açısından asıl ceza, para cezası olarak kalmaktadır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yasaların oluşturduğu sistemde ise para
cezaları ile ilgili olarak önceki sistem terk edilerek, bu konuda yeni bir sistem
oluşturulmuştur.
Ancak bu yapılırken; 5237 sayılı Yasa dışındaki yasalarda yer alan para cezalarının
tamamı sisteme uygun olarak değiştirilemediği için, başlangıçta ikili bir ayrım
yapılmak suretiyle, 5237 sayılı Yasada düzenlenen para cezaları ve 5237 sayılı Yasa
dışındaki yasalarda düzenlenen para cezaları için farklı uygulamalar kabul edilmiştir.
5237 sayılı Yasaya göre para cezası verilmesi halinde; Yasanın 50. veya 52.
maddelerinden biri ile uygulama yapılması zorunlu bulunmaktadır.
50. maddenin 1. fıkrasının ( a ) bendinde; kısa süreli hapis cezaları yerine
uygulanacak tedbirlerden bir tanesi olarak adli para cezasına çevirme usulü
düzenlenmiş olup, bu hükme göre; kısa süreli hapis cezası ‘…suçlunun kişiliğine,
sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun
işlenmesindeki özelliklere göre; adlî para cezasına…’ çevrilebilecek; bu durumda
hesaplama, 52. maddeye göre yapılacak ve hapis cezasının her tam günü için 20 TL
ile 100 TL arasında bir miktar belirlendikten sonra, bu miktar gün sayısı ile çarpılmak
suretiyle sonuç adli para cezası tespit edilecektir.
Belirtilen şekilde tespit edilen adli para cezalarının ödenmemesi halinde nasıl
davranılması gerektiği de aynı maddenin 6. fıkrasında; ‘Hüküm kesinleştikten sonra
Cumhuriyet savcılığınca yapılan tebligata rağmen otuz gün içinde seçenek yaptırımın
gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi
halinde, hükmü veren mahkeme kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen
infazına karar verir ve bu karar derhal infaz edilir. Bu durumda, beşinci fıkra hükmü
uygulanmaz’ biçimindeki hüküm ile belirlenmiştir. Fıkranın son cümlesinde
uygulanmayacağı belirtilen 5. fıkra ise; ‘Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde
hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir’ şeklindeki düzenlemeyi
içermektedir.
Yine; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106.
maddesinde, 50. madde gereğince yapılacak uygulamayı ilgilendiren bölümler yer
almakta olup, 106. maddenin 9. fıkrasında; ‘Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin
birinci fıkrasının ( a ) bendi saklı kalmak üzere, adlî para cezasından çevrilen hapsin
infazı ertelenemez ve bunun infazında koşullu salıverilme hükümleri uygulanamaz.
Hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olan
adlî para cezasıdır’ 10. fıkraya göre ise; ‘Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin
birinci fıkrasının ( a ) bendine göre kısa süreli hapis cezasından çevrilen adlî para
cezalarının infazında, aynı maddenin altıncı ve yedinci fıkraları hükümleri saklıdır’
şeklindeki düzenlemeler mevcuttur.
50. maddedeki düzenlemenin, diğer hükümlerle birlikte değerlendirilmesine göre;
a ) Bu madde gereğince seçenek yaptırım olarak paraya çevirme işlemi, ancak kısa
süreli hapis cezası yerine yapılabilecek,
b ) Paraya çevirme işlemi, 52. madde nazara alındığında; bir tam gün karşılığı 20 TL
ile 100 TL arası bir miktardan hesaplanabilecek,
c ) Para cezasının tamamının veya bir kısmının tebligata rağmen ödenmemesi
halinde; 50. maddenin 6. fıkrası gereğince, hükmü veren mahkeme tarafından hapsin
kısmen veya tamamen infazına karar verilecek,
d ) 50. maddenin 6. fıkrasının son cümlesi gereğince hapsin infazına karar
verildiğinde bu kararlar derhal uygulanacak,
e ) 50. madde gereğince paraya çevirme işlemi yapıldığında, 5. fıkraya göre asıl
mahkûmiyet, artık para cezası olarak kabul edilmesi gerekecek; ancak, para cezası
ödenmeyip de tekrar hapsin infazına karar verilmesi durumunda, 5275 sayılı Yasanın
106/9. maddesi gereğince asıl mahkûmiyet, tekrar hapis cezası olarak kabul
olunacak,
f ) 50. madde gereğince hükmedilen para cezasının ödenmemesi nedeniyle, hapsin
infazına karar verilmesi halinde, artık 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki gibi bir
‘tazyik hapsi’ söz konusu olamayacak,
Bu durumda, hükümlüye yapılmış olan bir iyiliğin geri alındığı, o iyilikten hükümlünün
olumsuz davranışı nedeniyle vazgeçildiği, o nedenle de, geri alma işleminin ardından
hükümlünün ‘ben parayı ödeyeceğim’ demesi veya parayı ödemesi, artık hapis
cezasının infazını engellemeyecek,
g ) 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106/9.
maddesindeki ayrık durum nedeniyle; 50. madde uyarınca ‘hapsin infazına’ karar
verildiği durumlarda, koşullu salıverme hükümleri uygulanabilecektir.
Getirilen yeni sisteme göre; 5237 sayılı Yasaya göre para cezası verilebilecek ikinci
durum, Yasanın 52. maddesinde yer almakta olup, buradaki düzenleme, ‘doğrudan
verilen para cezası’na ilişkin bulunmakta olup, 52. madde gereğince ‘gün para
cezası’ sistemine göre belirlenecek para cezalarının ne şekilde infaz edileceği, 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinde
ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu şekilde hükmedilen para cezasının ödenmemesi
halinde yapılacak işlem, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki işleme benzemekte,
burada da, bir ‘tazyik hapsi’ söz konusu olmakta, para cezasının ödenmemesi
halinde hapse çevirme işlemi Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilmekte, para
cezasının hapse dönüştürülmesinin ardından ödeme yapılması halinde hükümlü
hapisten çıkarılmakta, ancak, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki sistemden farklı
olarak, paradan hapse çevirme işlemi yapılırken, hangi miktardan çevirme yapılacak
tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis cezasına geri dönülmesi gerekmekte,
ayrıca, bu durumda koşullu salıverme hükümleri uygulanamamaktadır.
Sistemde, ikinci önemli husus, 5237 sayılı TCK dışındaki yasalar uyarınca verilen
para cezaları ile ilgili olup, bunların ödenmemesi halinde ne yapılacağı konusunda
yol gösteren iki ayrı yasa maddesi bulunmaktadır. Bu hükümlerden ilki; 5252 sayılı
Türk Ceza Yasasının Yürürlük Yasasının 5. maddesinin 3. fıkrası, diğeri ise 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1. maddesidir.
5252 sayılı Yürürlük Yasasının 5/3 maddesinde; ‘Ağır para cezasından dönüştürülen
adlî para cezasının ödenmemesi halinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106 ncı maddesi hükümlerine göre
hapis süresinin belirlenmesinde bir gün karşılığı olarak yüzmilyon Türk Lirası esas
alınır’ 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1.
maddesinde ise; ‘26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer
kanunlarda yer alan adlî para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün yüz
Türk Lirası hesabı ile hapsedilirler’ biçimindeki hükümler yer almaktadır.
Her iki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde;
a ) Bu tür para cezalarının infazında ( ve dolayısıyla ödenmediğinde ne yapılacağı
konusunda ) da, yapılan atıf gereğince 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin uygulanacağı,
b ) 5237 sayılı Yasa dışındaki yasalarda öngörülen para cezaları ‘gün para cezası’
sistemine uymadıklarından, bu durumda ödenmeyen para cezalarının hangi miktar
üzerinden hapse çevrileceği konusunun başlangıçta bir problemi oluşturduğu, ancak;
yasal düzenlemelerle bu hususun sorun olmaktan çıkartılarak, hapse çevirme
işleminin 100 TL üzeriden yapılacağının hüküm altına alındığı sonuçlarına
ulaşılmaktadır.
Ayrıca adli para cezasının infazı sırasında, mahsubun nasıl yapılacağı 5237 sayılı
TCK’nın 63. maddesinde; ‘Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsî
hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeniyle geçirilmiş süreler,
hükmolunan hapis cezasından indirilir. Adlî para cezasına hükmedilmesi durumunda,
bir gün yüz Türk Lirası sayılmak üzere, bu cezadan indirim yapılır’ şeklinde
düzenlenmiştir.
İncelenen dosya içeriğine göre; hükümlünün 01.06.2005 tarihinden önce işlediği
dolandırıcılık suçundan Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 05.07.2005 gün ve 2004/177
esas, 2005/190 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nın 158/1-k maddesi uyarınca 3 yıl
hapis ve 1000 gün adli para cezası ile cezalandırılmasının ardından, hükmolunan
gün adli para cezasının aynı Yasanın 52/2. maddesi uyarınca günlüğü takdiren 30
TL’den hesap edilmek suretiyle 30.000 TL adli para cezası ile mahkûmiyetine
hükmolunduğu, aynı Yasanın 62. maddesi de uygulanmak suretiyle hükümlünün
sonuç olarak 2 yıl 6 ay hapis ve 25.000 TL adli para cezası ile cezalandırıldığı,
Hükümlüye, para cezası ödeme emri çıkartılıp, ödenmemesi üzerine Bolu
Cumhuriyet Başsavcılığınca ödenmeyen adli para cezasının günlüğü 100 TL'den
hesap edilmek suretiyle 250 gün hapse çevrilmesini müteakip, Kartal Cumhuriyet
Başsavcılığının 16.01.2009 gün ve 2009/7-136 sayılı yazısı ile hükümlü hakkındaki
adli para cezasının günlüğü mahkemece belirlenen 30 TL'den mi yoksa 100 TL
üzerinden mi hesap edilmek suretiyle hapse çevrileceği hususunda tereddüt
oluştuğundan bahisle bir karar verilmesinin istenmesi nedeniyle Bolu Ağır Ceza
Mahkemesinin 23.01.2009 gün ve 2009/70 müteferrik sayılı kararı ile ödenmeyen adli
para cezasının hapse çevirme işleminin 647 sayılı Yasa Hükümlerine göre günlüğü
100 TL'den hapse çevrilerek infazının yapılmasına karar verildiği, iş bu karara vaki
itirazın ise Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 24.02.2009 gün ve 2009/190 değişik iş
sayılı kararı ile reddedildiği, ancak anılan karara karşı; 5252 sayılı Türk Ceza
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 5/3 ve 5275 sayılı Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un geçici 1. maddelerinde
öngörülen, adlî para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapse çevrilmesinde bir gün
karşılığı olarak 100 Türk lirasının esas alınacağına ilişkin hükmün, 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adlî para cezalarının ödenmemesi
durumunda geçerli olduğu, nitekim 5275 sayılı Kanun'un 106/3. maddesinde,
‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adlî para cezasını
ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün
miktarınca hapsedilir’ hükmünün yer aldığı cihetle, 5237 sayılı Kanun uyarınca verilen
ya da diğer kanunlara göre verilip de, adlî para cezasının gün karşılığı olarak miktarı
belirtilen ilamlarda, mahkemece bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ne kadar
ise, aynı miktar üzerinden ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrilmesi gerektiği
gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde isabet bulunmadığı gerekçesiyle
Adalet Bakanlığınca kanun yararına bozma isteminde bulunulduğu anlaşılmaktadır.
Görüldüğü üzere; 5237 sayılı Yasanın 52. maddesi uyarınca doğrudan hükmolunan
para cezasının infazının, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunun 106. maddesine göre yapılması gerekmekte ve bu şekilde hükmedilen para
cezasının ödenmemesi halinde; para cezasından hapse çevirme işlemi yapılırken,
hangi miktardan çevirme yapılacak tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis
cezasına geri dönülmesi ve ayrıca bu durumda koşullu salıverme hükümlerinin
uygulanmaması gerektiği …” gerekçesi ile; “kanun yararına bozma istemine atfen
düzenlenen ihbarname içeriği yerinde bulundu¬ğundan, Bolu Ağır Ceza
Mahkemesinin 23.01.2009 gün ve 2009/70 müteferrik sayılı kararına yönelik itirazın
reddine ilişkin Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 24.02.2009 gün ve 2009/190 değişik
iş sayılı kararının CMK’nın 309. maddesi uyarınca bozulmasına, aynı Kanun’un 309.
maddesinin 4. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca gerekli işlemlerin yapılması için,
dosyanın adı geçen mahkemeye iletilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na
iadesine...” karar verilmiştir.
Yargıtay C. Başsavcılığınca 11.10.2010 gün ve 23318 sayı ile;
“... İtirazın konusu olan uyuşmazlık; 01.06.2005 tarihinden önce işlenen suç
nedeniyle lehe olduğu belirlenerek 5237 sayılı Yasa uyarınca hükmolunan adli para
cezasının ödenmemesi üzerine hapse dönüştürme işleminin, mahkemece
hükmedilen gün adli para cezasının, adli para cezasına çevrilmesi esnasında esas
alınan bir gün karşılığı 30 YTL mi yoksa 5252 sayılı Yasanın 5/3 ve 5275 sayılı
Yasanın geçici 1. maddelerinde belirtilen 100 YTL’nin mi esas alınması gerektiği
hususuna ilişkindir.
5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesinde, ‘Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan
kanun uygulanır ve infaz olunur’.
5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesinde ise ‘Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki
kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbiriyle
karşılaştırılması suretiyle belirlenir’.
Biçiminde hükümler yer almaktadır.
Buna göre maddi ceza yasaları ve infaz yasaları kendi aralarında ayrı ayrı
değerlendirilerek lehe yasanın belirlenmesi gerekmektedir. Burada 5252 sayılı
Yasanın 9/3. maddesindeki ‘bütün olarak uygulama’ ilkesi tatbik edilemez. Anılan
maddedeki bütünlükten amaç, her kanunun kendi içindeki bütünlüğüdür.
01.06.2005 tarihinden önce işlenen suçlarda hapis-para cezalarının infazı 647 sayılı
Yasaya göre yapılırken, 01.06.2005 tarihinden sonra işlenen suçlar için cezaların
infazı, anılan tarihte yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanuna göre yapılması gerekmektedir. Belirtilen ikinci halde herhangi bir
sorun bulunma¬maktadır. Uygulamada karışıklık yaratan ve Yargıtay Özel Ceza
daireleri arasında farklılık gösteren asıl sorun, ilamdaki suç tarihinin 01.06.2005’den
önce olması ve 5237 sayılı Yasaya göre adli para cezasına hükmedilmesi halinde,
ödenmeyen adli para cezasının kaç lira üzerinden hapis cezasına çevrileceği
hususudur.
647 sayılı Yasa döneminde para cezalarının yerine getirilmesi, anılan maddenin 5.
fıkrası uyarınca gerçekleştirilmekteydi.
647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri
üzerine belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararı
ile bir gün üç milyon sayılmak üzere hapsedilir’ 4421 sayılı Yasa ile 765 sayılı Türk
Ceza Kanununa eklenen 6. madde gereğince, maddede belirtilen üç milyon, her
takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 04.01.1961 tarihli ve 213 sayılı
Vergi Usul Kanununun mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan
edilen yeniden değerleme oranında arttırılacaktır.
Yeniden değerleme oranı 01.01.2005-31.12.2005 tarihleri arasında %11.2’dir. Buna
göre, bu tarihler arasında 647 sayılı Yasa gereğince ödenmeyen adli para cezasının
hapis cezasına dönüştürme işlemi 5083 sayılı Yasa hükümleri de dikkate alınmak
suretiyle 24.000.000 TL’dir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanununun ‘Adli para cezasının infazı’ başlıklı 106. maddesinin 3. fıkrası,
‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını
ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün
miktarınca hapsedilir’ Biçiminde düzenlenmiştir. Bunun anlamı, mahkemece, bir gün
karşılığı olarak takdir edilen miktar ne kadar ise, aynı miktar üzerinden ödenmeyen
adli para cezasının hapse çevrilmesi zorunludur.
Anılan maddenin geçici 1. maddesine göre, 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adli para cezasının ödenmemesi
halinde, hükümlüler bir gün yüz Türk lirası hesabı ile hapsedilirler. 5275 sayılı
Yasanın 123. maddesi gereğince, geçici 1. madde 01 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Geçici 1. maddede öngörülen yüz Türk lirasının, 647 sayılı Yasanın 5/7.
maddesinde belirtilen hapse dönüştürme miktarına göre daha lehe olması nedeniyle
infaz aşamasında dikkate alınması zorunludur.
Geçici 1. maddedeki düzenleme, sadece 5237 sayılı Yasa dışındaki diğer kanunlarda
( 765, 6136, 6831 sayılı Yasalar gibi ) yer alan adli para cezasının ödenmemesi halini
kapsar gibi görünmektedir. Önceki Yasa döneminde işlenmiş olup da 5237 sayılı
Yasaya göre verilen adli para cezalarını içermediği izlenimi vermektedir. Oysa ki yasa
koyucunun, hükümlüler arasında bu tür bir ayrım yaptığını söylemek doğru olmaz.
Geçici 1. maddenin, infaz Yasasının diğer hükümlerine göre daha önce yürürlüğe
girmesinin amacı da, 5237 sayılı Yasa dışındaki diğer ceza ve özel yasalarını 5237
sayılı Yasanın genel hükümlerine uyumlu hale getirmektir. Bu nedenle ‘… 5237 sayılı
TCK’nın dışındaki…’ ibaresine yer vermiştir. Ancak sonradan, bu boşluğu doldurmak
ve uygulamada karşılaşılacak sorunları gidermek amacıyla 5252 sayılı Yasanın 5.
maddesine 5349 sayılı Yasa ile şu eklemeyi yapmayı uygun görmüştür:
5252 sayılı Yasanın 5/3. maddesi ‘Ağır para cezasından dönüştürülen adli para
cezasının ödenmemesi halinde, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunun 106. maddesi hükümlerine göre hapis süresinin belirlenmesinde
bir gün karşılığı olarak yüz milyon Türk lirası esas alınır’ biçimindedir.
Yine 5349 sayılı Yasanın 1 ve 3. fıkralarında değişiklik yapan 5349 sayılı Yasanın
gerekçesinde, Yeni Türk Ceza Kanununda, 765 sayılı Türk ceza Kanunundan farklı
olarak gün para cezası sistemi getirildiği, getirilen bu yeni sistem nedeniyle diğer
kanunlarda yer alan ağır para cezalarının uygulanma esaslarının 5252 sayılı Yasanın
5. maddesinde düzen¬lendiği, kanunlarda öngörülen ağır para cezalarının adli para
cezasına dönüştürüldüğü, ancak bu şekilde ağır para cezasından dönüştürülen adli
para cezasının ödenmemesi durumunda yapılacak işlem hususunda tereddütlerin
ortaya çıktığı, uygulamada ortaya çıkabilecek sorunları gidermek amacıyla maddeyle,
sözkonusu para cezasının ödenmemesi halinde hapis cezasına çevirmede bir gün
karşılığı yüzmilyon Türk lirasının esas alınacağına ilişkin hükmün getirildiği
belirtilmiştir.
Somut olayda, suç tarihi 01.11.2004’tür. Yapılan yargılama sonucunda sanık
hakkında lehe yasa olarak 765 sayılı Yasa kabul edilip uygulanmış olsaydı,
ödenmeyen adli para cezasının 100 TL üzerinden paraya dönüştürülmesinde hiçbir
tartışma olmayacaktı. Yargılama aşamasındaki lehe kanun uygulanmasını bertaraf
edecek biçimde infaz aşama¬sında hükümlünün aleyhine sonuç yaratmak doğru
olmaz. 5237 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması halinde de ödenmeyen adli para
cezasının 100 TL üzerinden hapis cezasına dönüştürülmesi zorunludur.
‘Mahsup’ başlıklı 5237 sayılı TCK’nın 63. maddesinde de, adli para cezasına
hükmedilmesi durumunda, bir gün yüz Türk Lirası sayılmak üzere, bu cezadan
indirim yapılacağı belirtilmiştir.
Yargıtay Özel Dairelerinin de, 01.06.2005 tarihinden önce işlenen ve 5237 sayılı
Yasanın uygulandığı durumlarda, ödenmeyen adli para cezasının 100 YTL üzerinden
hapse dönüştürülmesi gerektiğine ilişkin bir çok kararı bulunmaktadır. Yargıtay 4.
Ceza Dairesinin 14.07.2010 gün, 2010/16600-13850; 10. Ceza Dairesinin
14.04.2008 gün, 2008/5462-6055; 2. Ceza Dairesinin 29.06.2006 gün, 2006/610912757; 2. Ceza Dairesinin 06.06.2006 gün ve 2006/2735-11448 sayılı kararları bu
doğrultudadır.
Bu açıklamalar ışığında, sanık hakkında lehe olan 5237 sayılı Yasanın 158/1-4, 52,
62. maddeleri uyarınca hükmedilen 25.000 YTL adli para cezasının ödenmemesi
üzerine, para cezasının 100 YTL üzerinden hapse çevrilerek infazının yapılması
gerektiğine ilişkin Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile bu karara yapılan itirazın
reddine ilişkin Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin kararının yerinde olduğu
düşüncesindeyiz.
Açıklanan nedenlerle, yasa yararına bozma isteminde ileri sürülen neden yerinde
görülmediğinden yasa yararına bozma isteminin reddi yerine yazılı biçiminde karar
verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır” gerekçeleri ile itiraz
yasa yoluna başvurularak Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 01.10.2010 gün ve 231010513 sayılı kararının kaldırılması ve Adalet Bakanlığının yasa yararına bozma
isteminin reddine karar verilmesi talep edilmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca
değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Hükümlü S. S. hakkında, 23.12.2003-02.11.2004 tarihleri arasında işlediği
“sigorta bedelini almak amacıyla dolandırıcılık” suçundan 5237 sayılı TCY hükümleri
lehe kabul edilerek verilen hükümle ilgili olarak; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken
uyuşmazlık, 01.06.2005 tarihinden önce işlenmiş olan suçlara ilişkin olarak kurulan
hükümlerde, 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca doğrudan belirlenmiş gün
para cezasının infaz aşamasında ödenmemesi halinde hangi miktar üzerinden hapse
çevrilmesi gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosyada,
Hükümlü hakkında yapılan yargılama sonunda; lehe olduğu saptanan 5237 sayılı
TCY’nın 158/1-k maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve 1.000 gün karşılığı adli para
cezasına hükmedildiği, aynı Yasanın 52/2. maddesi uyarınca verilen gün para
cezasının günlüğü 30 YTL’den “30.000” YTL adli para cezasına dönüştürüldüğü, yine
aynı Yasanın 62. maddesi uyarınca da sanığın sonuç olarak “2 yıl 6 ay hapis” ve
“25.000 YTL adli para cezası” ile cezalandırılmasına karar verildiği görülmektedir.
İnfaz sırasında ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesinin gerekmesi
üzerine, Cumhuriyet Başsavcılığınca duraksama yaşanmış ve hapis cezasının hangi
miktar üzerinden paraya çevrileceği hususunda mahkemeden bir karar istenmesi
nedeniyle de Bolu Ağır Ceza Mahkemesince, doğrudan infazla ilgili olan bu konuda
daha lehe olduğu gerekçesiyle paraya çevrilme işleminin 647 sayılı Yasa uyarınca ve
günlüğü 100 TL’den yapılmasına karar verilmiş, bu karara yönelik itiraz da Düzce
Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.
Yasa yararına bozma talebi Bolu ve Düzce Ağır Ceza Mahkemelerince verilen
kararların isabetsizliğine ilişkin olup Özel Dairece de bu istem kabul edilerek adli para
cezasının 5275 sayılı Yasanın 106. maddesi uyarınca hapse çevrilmesi esası
benimsenmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, bu karara karşı itiraz yasa
yoluna başvurulmak suretiyle mahkemelerce verilen kararların doğru olduğu ileri
sürülmüştür.
Bu durumda ortaya çıkan uyuşmazlığın çözülebilmesi için, paraya çevirme ve para
cezasının ödenmemesi halinde ne yapılacağı konularında, 01.06.2005 tarihinden
önce var olan ve bu tarihte ihdas edilmiş olan uygulamaların mahiyeti üzerinde
durmak gerekmektedir.
01 Haziran 2005 tarihinden önce; hürriyeti bağlayıcı cezadan paraya çevirme
işlemlerinin 647 sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapıldığı, bu şekilde hükmedilen
para cezasının ödenmemesi halinde ise, tekrar hapse çevirme işlemlerinin 647 sayılı
Yasanın 5. maddesi uyarınca gerçekleştirildiği görülmektedir.
647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında; “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri
üzerine belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının
kararıyla bir gün üçmilyon lira sayılmak üzere hapsedilir. Artıklar nazara alınmaz.
Ancak, üçmilyon liradan aşağı hükmolunan para cezaları bir gün hapse çevrilir.
Haklarında Türk Ceza Kanununun 54 ve 55 inci maddeleri ile 2253 sayılı Çocuk
Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 12 nci
maddesi uygulanmak suretiyle hüküm giyenlerin para cezaları kısa süreli hürriyeti
bağlayıcı cezadan çevrilmiş olsa bile hapse çevrilemez. Bu takdirde maddenin son
fıkrası hükümleri uygulanır”.
647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 8. fıkrasında; “ Para cezasının hapse çevrileceği
mahkeme ilamında yazılı olmasa bile yukarıdaki hüküm Cumhuriyet Savcılığınca
uygulanır”. 647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 10. fıkrasında ise; “Hükümlü, mahpus
kaldığı, her gün için yedinci, fıkra uyarınca üçmilyon lira indirildikten sonra kalan
parayı öderse hapisten çıkarılır”.
Hükümleri yer almaktadır.
Görüldüğü üzere; 647 sayılı Yasadaki düzenlemeye göre;
a ) Paradan çevrilen hapis cezası mahiyeti itibarıyla “tazyik hapsi”dir. Bir başka
deyişle, amaç para cezasını tekrar hapse çevirmek değil, para cezasının tahsil
edilebilmesi için hükümlüyü zorlamaktır.
b ) Bu işlem Cumhuriyet savcısı tarafından yapılmaktadır.
c ) Hükümlü, kalan para cezasını ödemesi halinde hapisten çıkartılmaktadır.
d ) Koşullu salıverme hükümlerinin uygulanmasına bir engel bulunmamaktadır.
e ) Bu uygulama açısından, para cezasının; hapisten çevrilmiş para cezası olması ile
doğrudan verilmiş para cezası olması arasında hiçbir fark yoktur.
f ) Para cezası hapse çevrilse bile, sonuçları açısından asıl ceza para cezası olarak
kalmaktadır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yasalarla; para cezaları ile ilgili olarak önceki
sistem terk edilerek yeni bir sistem oluşturulmuş; ancak bu yapılırken de, 5237 sayılı
TCY’sı dışındaki yasalarda yer alan para cezalarının tamamı sisteme uygun olarak
değiştirilemediği için, başlangıçta ikili bir ayrım yapılmak suretiyle, 5237 sayılı
TCY’nda düzenlenen para cezaları ve 5237 sayılı TCY dışındaki yasalarda
düzenlenen para cezaları için farklı uygulamalar kabul edilmiştir.
5237 sayılı TCY’na göre para cezası verilmesi halinde, Yasanın 50 veya 52.
maddelerinden biri ile uygulama yapılması zorunludur.
Adli para cezasının 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesine göre belirlendiği durumlarda,
suç tarihi ne olursa olsun, ödenmeyen adli para cezasının yine 50. madde uyarınca
hapse çevrileceği, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan yasal düzenlemelere uygun
olarak Ceza Genel Kurulu’nun 05.06.2007 gün ve 113-127 sayılı kararında açıkça
kabul edilmiş, 26.02.2008 gün ve 5739 sayılı Yasanın 4. maddesiyle 5237 sayılı
Yasanın 50. maddesinde yapılan değişiklik ve aynı Yasanın 5. maddesiyle 5275
sayılı Yasanın 106. maddesinin 10. fıkrasının yürürlükten kaldırılması ile 50. madde
uyarınca seçenek yaptırım olarak hükmedilen adli para cezası da 5275 sayılı
Yasanın 106. maddesindeki esaslara tabi kılınmıştır.
Burada çözümlenmesi gereken konu; 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca
“doğrudan verilen adli para cezası”nın ödenmemesi durumunda ne yapılacağı ile
ilgilidir.
5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca “gün para cezası” sistemine göre
doğrudan belirlenecek para cezalarının ne şekilde infaz edileceği, 50. maddedeki
durumun aksine, 52. maddenin ve TCY’nın kendi içerisinde değil, 5275 sayılı
CGTİY’nın 106. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
106. maddenin 2. fıkrası; “Adli para cezasını içeren ilam Cumhuriyet Başsavcılığına
verilir. Cumhuriyet savcısı otuz gün içinde adli para cezasının ödenmesi için
hükümlüye 20. maddenin 3. fıkrası uyarınca bir ödeme emri tebliğ eder”, 3. fıkrası;
“Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını
ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün
miktarınca hapsedilir”, 5. fıkrası; “Adli para cezasının hapse çevrileceği mahkeme
ilamında yazılı olmasa bile üçüncü fıkra hükmü Cumhuriyet Başsavcılığınca
uygulanır”, 7. fıkrası; “Adli para cezası yerine çektirilen hapis süresi üç yılı geçemez.
Birden fazla hükümle adli para cezalarına mahkumiyet halinde bu süre beş yılı
geçemez”, 8. fıkrası; “Hükümlü, hapis yattığı günlerin dışındaki günlere karşılık gelen
parayı öderse hapisten çıkartılır”, 5738 sayılı Yasa ile değişik 9. fıkrası ise; “Adli para
cezasından çevrilen hapsin infazı ertelenemez ve bunun infazında koşullu salıverme
hükümleri uygulanmaz. Hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları
bakımından esas alınacak olan adli para cezasıdır” biçimindedir.
Görüldüğü üzere, 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca doğrudan hükmedilen
para cezasının ödenmemesi halinde yapılacak işlem de, 647 sayılı Yasanın 5.
maddesindeki işlemle benzerlik göstermektedir. Bu anlamda, yeni düzenlemede de
bir “tazyik hapsi” sözkonusu olup para cezasının ödenmemesi halinde hapse çevirme
işlemi C.savcısı tarafından yapılacak, para cezasının hapse dönüştürülmesinin
ardından ödeme yapılması halinde de kişi hapisten çıkarılacaktır. Ancak, 647 sayılı
Yasanın 5. maddesindeki sistemden farklı olarak, paradan hapse çevirme yapılırken,
hangi miktardan çevirme yapılacak tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis
cezasına geri dönülecek, ayrıca, bu durumda koşullu salıverme hükümleri de
uygulana¬mayacaktır. Aynı ilke 5739 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik nedeniyle 5237
sayılı Yasanın 50. maddesi uyarınca hükmedilen adli para cezası için de geçerlidir.
Yeni kurulan sistemde, 5237 sayılı TCY dışındaki yasalar uyarınca ve 647 sayılı
Yasanın sistemine göre verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi halinde ne
yapılacağı sorunu da, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkında Yasanın 5/3 ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Yasanın geçici 1. maddesinde çözüme kavuşturulmuştur.
5252 sayılı Yasanın 5/3. maddesinde; “Ağır para cezasından dönüştürülen adlî para
cezasının ödenmemesi halinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirle¬rinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesi hükümlerine göre hapis
süresinin belirlen¬mesinde bir gün karşılığı olarak yüzmilyon Türk Lirası esas alınır”
5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde ise; “26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adlî para cezasının ödenmemesi
halinde, hükümlüler bir gün yüz Türk Lirası hesabı ile hapsedilirler” hükümlerinin
bulunduğu görülmekte olup, her iki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde;
a ) Bu tür para cezalarının infazında ( ve dolayısıyla ödenmediğinde ne yapılacağı
konusunda ) yapılan atıf gereğince 5275 sayılı İnfaz Yasasının 106. maddesinin
uygulanacağı,
b ) 5237 sayılı TCY dışındaki yasalarda öngörülen para cezaları “gün para cezası”
sistemine uymadıklarından, ödenmeyen para cezalarının hangi miktar üzerinden
hapse çevrileceği konusunun başlangıçta bir sorun oluşturduğu düşünülebilirse de
yasal düzenlemelerle bu husus çözümlenerek, hapse çevirme işleminin 100 TL
üzeriden yapılacağının hüküm altına alındığı,
Sonuçlarına varılmaktadır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde;
5237 sayılı TCY'nın 50/1. maddesi uyarınca verilmiş bulunan para cezalarına ilişkin
olarak anılan sorunu çözmüş bulunan 05.06.2007 gün ve 113-127 sayılı Ceza Genel
Kurulu kararının, 01 Haziran 2005 tarihinden önceki bir suça ilişkin olarak 52. madde
uyarınca doğrudan verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi halinde hangi
miktar üzerinden hapse çevirme işlemi yapılacağı hususuna da ışık tuttuğu 5739
sayılı Yasa ile yapılan değişikliklerin de varılan bu sonucu doğruladığı, 5275 sayılı
Yasanın 106. maddesinin de 5237 sayılı Yasanın 50 veya 52. maddeye göre hangi
miktar üzerinden paraya çevirme işlemi yapılmış ise aynı miktar üzerinden hapse
çevirme işlemi yapılması gerektiğini vurguladığı,
Gerçekten de; 5237 sayılı TCY’nın 50 ve 52. maddeleri ile bu maddeler uyarınca
verilmiş bulunan adli para cezalarının ne şekilde infaz edileceğini düzenleyen, 5275
sayılı CGTİY’nın 106. maddesinin, “bir sistemin ayrılmaz parçaları” oldukları ve yasa
koyucunun önceki sistemde var olan karmaşık durumu basitleştirmek adına böyle bir
düzenlemeye gittiği görülmektedir. Her ne kadar Ceza Genel Kurulunca
duraksamasız olarak kabul edilegeldiği üzere lehe yasanın belirlenmesinde, hükmün
tesisi aşamasında uygulanması gereken maddi ceza hukuku normlarıyla, hükmün
infazına ilişkin normların birlikte değil, ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği ile 5237
sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca verilmiş olan adli para cezasının ödenmemesi
üzerine yapılacak olan hapse çevrilmesi işleminin tam bir infaz işlemi olduğu
hususlarında kuşku bulunmamakta ise de; lehe yasanın en sağlıklı biçimde
belirlenebilmesi için kabul edilmiş olan bu çözüm yolundan hareket edilerek, biri
diğerini tamamlayan ve ikisi birlikte bir sistemi oluşturan iki yasal düzenlemenin ayrı
ayrı ele alınması ve maddi ceza hukuku açısından lehe olan yasanın belirlenmesi
sırasında 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uygulandıktan sonra, bu şekilde tayin
edilen adli para cezasının, 5275 sayılı Yasanın 106. maddesi ile infazı yerine, aynı
Yasanın geçici 1. maddesine göre infazına karar verilmesi olanaklı değildir.
Açıklanan nedenlerle; suç tarihi ister 01 Haziran 2005 tarihinden önce, isterse sonra
olsun, 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca doğrudan verilmiş olan adli para
cezalarının ödenmemesi üzerine yapılması gereken hapse çevirme işleminin, bu
madde ile kurulması amaçlanan sistemin ayrılmaz bir parçası olan 5275 sayılı
Yasanın 106. maddesi uyarınca yapılması zorunludur. Bunun dışında, belirtilen
şekilde tayin edilmiş olan adli para cezalarının, daha lehe infaz hükümleri içerdikleri
gerekçesiyle, 647 sayılı Yasa uyarınca veya 5275 sayılı Yasanın geçici 1 veya 5252
sayılı Yasanın 5/3. maddelerinden biri nazara alınarak hapse çevrilmesi olanaklı
değildir.
Bu itibarla, Özel Daire kararı isabetli bulunduğundan, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Genel Kurul üyesi ise; itirazın kabulü
yönünde, karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
TEVDİİNE, 30.11.2010 günü yapılan ilk müzakerede gerekli çoğunluk
sağlanamadığından, 07.12.2010 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar
verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2010/11-246
K. 2010/266
T. 21.12.2010
• TENSİP ZAPTININ DÜZENLENMESİNE KATILAN HAKİM ( Aynı Dava Hakkında
Verilen Hükme Yönelik Olarak Yasa Yararına Bozma Yasa Yoluna Başvurulması
Üzerine Yargıtay Özel Dairesince Gerçekleştirilen İncelemeye ve İnceleme
Sonunda Verilen Kararlara Katılabileceği )
• TENSİP KARARI ( Hakimin Sanığın Suçlu Olup Olmadığı Konusunda Düşünce
Oluşturduğunu Gösteren Kararlardan Olmadığı )
• SANIĞA HABER VERİLMEKSİZİN ATANAN ZORUNLU MÜDAFİİN YÜZÜNE
TEFHİM EDENİLEN HÜKÜM ( Tefhimde Hazır Bulunmayan Ancak Hükmü
Temyiz Etme Hakkı Bulunanlar Yönünden Yanıltıcı Nitelikte Bir Eksiklik Olarak
Değerlendirildiği )
• HÜKMÜN TEBLİĞİ ( Hükümlüden Habersiz Olarak Atanan Zorunlu Müdafiin
Yüzüne Karşı Tefhim Edilen Hükmün Ayrıca Hükümlüye de Tebliğ Edilmesi
Gerektiği )
5271/m.23, 232/6 )
ÖZET : 1- İlk derece yargılama sırasında, sadece mahkemece yapılan ve sanık,
müşteki ve tanıkların mahkemeye çağrılması ile sanığın doğum ve sabıka kaydının
istenmesine ilişkin olan tensip zaptının düzenlenmesine katıldığı anlaşılan hakimin,
aynı dava hakkında verilen hükme yönelik olarak yasa yararına bozma yasa yoluna
başvurulması üzerine Yargıtay Özel Dairesi 'nce gerçekleştirilen incelemeye ve
inceleme sonunda verilmiş bulunan kararlara katılmış bulunması; "tensip kararının",
"hakimin, sanığın suçlu olup olmadığı konusunda düşünce oluşturduğunu gösteren
kararlardan" olmaması nedeniyle, 5271 sayılı TCY'nin 23. maddesine aykırılık
oluşturmaz.
2-Hükmün, sanığa haber verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin yüzüne, sanık,
katılan ve katılan vekilinin ise gıyabında tefhim edildiği somut olayda, yasa yolu
bildiriminde temyiz süresinin tefhimden itibaren 7 gün olduğunun belirtilmesi,
tefhimde hazır bulunmayan ancak hükmü temyiz etme hakkı bulunanlar yönünden
yanıltıcı nitelikte bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.
3-Hükümlüden habersiz olarak atanan zorunlu müdafiin yüzüne karşı tefhim edilen
hükmün ayrıca hükümlüye de tebliğ edilmesi gerekir.
DAVA : Sanık Bayram'ın, nitelikli dolandırıcılık suçundan, 765 sayılı TCY'nin 504/3,
80 ve 522. maddeleri uyarınca, 4 yıl 9 ay ağır hapis ve 7.261.050.000 TL ağır para
cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, ( Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi )'nce
verilen 25.04.2001 gün ve 99-190 sayılı hüküm, temyiz edilmeksizin 28.09.2001
tarihinde kesinleşmiştir.
01 Haziran 2005 tarihinde 5237 sayılı TCY'nin yürürlüğe girmesi üzerine yapılan
uyarlama yargılaması sonunda, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce
13.07.2005 gün ve 99-190 sayı ile; "765 sayılı TCY daha lehe olduğundan, sanık
hakkında yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına, ancak; infazda ağır hapis
cezasının hapis olarak, ağır para cezasının ise adli para cezası olarak gözönünde
bulundurulmasına" karar verilmiş,
Hükümlü tarafından temyiz edilen hüküm, Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce
13.02.2006 gün ve 535-754 sayı ile;
"... 5252 sayılı Yasa'nın 9. maddesi 1. fıkrası uyarınca usulüne uygun şekilde
duruşma açılıp anılan maddenin 3. fıkrası uyarınca da hükümlünün 765 sayılı
TCK'nın 504/3, 80, 522. maddeleri gereğince cezalandırılmasına ilişkin kesinleşmiş
mahkumiyet hükmü ile sonradan 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı
Yasa hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların denetime imkan verecek
şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe hükmün belirlenip sonucuna
göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde dosya üzerinde karar
verilmesi,..." isabetsizliğinden bozulmuştur.
Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce bu kez 02.05.2006 gün ve 105-114 sayı
ile;
"... Sanığın 5237 sayılı TCY'nin 158/1-f-son ve 43. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve infazın durdurulmasına... sanığın yokluğunda,
sanık müdafi Av. Yurtseven'in yüzüne karşı, mütalaaya uygun, tefhim tarihinden
itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere oybirliği ile..." karar verilmiş,
gıyapta verilen bu hüküm katılan vekili ile sanığın zorunlu müdafiine tebliğ edildikten
sonra, temyiz edilmediğinden bahisle 31.05.2006 tarihinde kesinleştirilmiştir.
Kesinleşen hükümle ilgili olarak; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün
25.07.2007 gün ve 39745 sayılı yazısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
16.08.2007 gün ve 165250 sayılı ihbarnamesiyle;
"... Dosya kapsamına göre, 5237 sayılı Kanun'un 158. maddesinin birinci fıkrasında
hapis cezası i/e birlikte beşbin güne kadar adli para cezası da öngörüldüğü halde,
adli para cezasına hükmedilmemesinde,
5237 sayılı Kanun'un 158. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer
alanxAncak ( e ), ( f ) ve ( j ) bentlerinde sayılan hallerde hapis cezasının ait sınırı üç
yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az
olamaz' hükmünün 29.06.2005 tarihli ve 5377 sayılı Kanun'ia eklendiği, dolayısıyla,
suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunmayan aleyhe hükmün sanık hakkında
uygulanamayacağı cihetle, anılan maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi
gereğince iki yıl hapis cezasına hükmediimesi gerektiği gözetilmeden üç yıl hapis
cezasına hükmoiunmak suretiyle fazla hapis cezası tayininde,
İsabet görülmemiştir" nedenleri ile Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin
02.05.2006 gün ve 105-114 sayılı hükmü ile ilgili olarak yasa yararına bozma yasa
yoluna başvurulması üzerine; Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce 19.06.2009 gün ve
6941-7792 sayı ile;
" ...İncelenen dosya kapsamına göre; hükümlü Bayram'ın suç tarihinde müdahii
Naşide'nin çantasından çaldığı kredi kartını birçok kez kullanıp toplam 2.420.350.000
TL tutarında haksız menfaat sağlayarak, bankayı vasıta kılmak suretiyle nitelikli
dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia ve kabul olunması karşısında, suç tarihinde
yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 504/3, 80. maddelerinin 01.06.2005 tarihinde
yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nın da karşılığını oluşturan 245/1, 43. maddeleri ile
karşılaştırma yapılarak lehe yasanın belirlenmesi yerine uygulama yeri bulunmayan
5237 sayılı TCK'nın 158/1-f madde ve fıkrası iie karşılaştırma yapılmış olduğu
anlaşılmış olup, yukarıda açıklanan hukuka aykırılık nedeniyle CMK'nın 309. maddesi
uyarınca Adalet Bakanlığı'nca Kanun Yararına Bozma istenip istenmeyeceğinin takdir
ve ifası için dosyanın Yargıtay C.Başsavcılığı'na iadesine..." karar verilmiş,
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 15.09.2009 gün ve 52502 sayılı
yazısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.10.2009 gün ve 225157 sayılı
ihbarnamesiyle;
"... Dosya kapsamına göre, sanığın suç tarihinde müdahii Naşide'nin çantasından
çaldığı kredi kartını birçok kez kullanıp toplam 2.420.350.000
Türk Lirası tutarında haksız menfaat sağlayarak, bankayı vasıta kılmak suretiyle
nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia ve kabul olunması karşısında, suç
tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 504/3, 80.
maddelerinin 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda
karşılığını oluşturan 245/1, 43. maddeleri ile karşılaştırma yapılarak lehe yasanın
belirlenmesi yerine uygulama yeri bulunmayan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
158/1-f madde ve fıkrası ile karşılaştırma yapılmış bulunulmasında isabet
görülmemiştir..." nedenleri ile yeniden yasa yararına bozma yasa yoluna
başvurulmuştur.
Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce de, 14.10.2010 gün ve 19347-11240 sayı ile;
"... İncelenen dosya içeriğine göre, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesinin
kesinleşen 25.04.2001 gün ve 2000/99 esas, 2001/190 sayılı kararıyla hükümlünün,
katılan Naşide'nin çantasından çaldığı kredi kartını birden çok kez alışverişte
kullanarak yüklenen suçu işlediğinin sübuta erdiği gerekçesiyle, mülga 765 sayılı
TCK'nın 504/3. maddesi uyarınca ait sınırdan uzaklaşılmak suretiyle takdi ren ve
teşdiden 3 yıl ağır hapis ve 4.840.700.000 TL ağır para cezası iie cezalandırıldığı,
eylemin teselsül etmesi nedeniyle hürriyeti bağlayıcı cezasının aynı Yasa'nın 80.
maddesinin uygulanması suretiyle 1/6 oranında artırılması sonucu 3 yıl 6 ay ağır
hapis ve 4.840.700.000 TL ağır para cezası ile cezalandırıldığı, suça konu değerin
suç tarihindeki ekonomik koşullar dikkate alınıp pek fahiş olarak değerlendirilmesi
üzerine aynı Yasa'nın 522. maddesi iie cezasının takdiren 1/2 oranında artırılması iie
hükümlünün sonuç olarak 4 yıl 9 ay ağır hapis ve 7.261.050.000 TL ağır para cezası
ile cezalandırılmasına karar verildiği, cezanın infazı sırasında yürürlüğe giren 5237
sayılı TCK'nın lehe hükümlerinin uygulanması talebi üzerine, mahkemece bozma
üzerine duruşma açılarak, hükümlünün olayda uygulama yeri olmayan 5237 sayılı
TCK'nın 158/1-f-son ve 43. maddeleri uyarınca sonuç olarak 3 yıl 9 ay hapis cezası
iie cezalandırıldığının anlaşılması karşısında; hükümlünün eylemine uyan 765 sayılı
TCK'nın 504/3, 80 ve 522. maddeleri iie 5237 sayılı TCK'nın 245/1, 43. maddelerinin
karşılaştırılmasında 5237 sayılı TCK'nın uygulanması suretiyle yapılacak
uyarlamanın her halükarda aleyhe sonuç doğuracağı anlaşılmakla; kanun yararına
bozma istemine atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce bu itibarla yerinde
görüldüğünden, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006 gün ve
2006/105 esas, 2006/114 sayılı kararının CMK'nın 309. maddesi uyarınca aleyhe
sonuç doğurmamak koşuluyla bozulmasına, hükümlü hakkındaki infazın 5237 sayılı
TCK'nın 158/1-f-son ve 43. maddeleri ile hükmolunan 3 yıl 9 ay hapisten ibaret ceza
üzerinden yerine getirilmesine, hükümdeki diğer hususların aynen muhafazasına,
dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine..."
karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı'nca 29.11.2010 gün ve 225157 sayı ile;
"... İtiraz, öncelikle kesin hükümde değişiklik yargılaması sonucu verilen ve kanun
yararına bozma konusu edilen Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin
02.05.2006 gün ve 2006/105-114 sayılı kararının kesinleşmediğine ve dolayısıyla
kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi gerektiğine ilişkin
bulunmaktadır.
Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 25.04.2001 tarihli 2000/99- 2001/190
sayılı mahkumiyet hükmünün kesinleşmesiyle sanık Bayram ve müdahil Naşide'nin
sırasıyla vekilleri olan Avukatlar M.E. ve H.A. ile vekalet ilişkileri sona ermiş
bulunmaktadır. Kararın kesinleşmesinden sonra bu vekalet ilişkisinin sürdüğüne
ilişkin dosyada herhangi bir beyan, dilekçe veya başkaca belge bulunmamaktadır.
Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin evrak üzerinde yaptığı inceleme sonucu
verdiği kesinleşmiş hükümde değişiklik yargılamasına ilişkin 13.07.2005gün ve
2000/99-2001/190 sayılı ek kararın Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi tarafından
bozulmasına müteakip yapılan tensip ile, hükümlü için müdafii tayin edilmesi için
Ankara Barosu Başkanlığı'na müzekkere yazılmasına ve hükümlünün savunmasının
alınması için talimat yazılmasına karar verilmiş, hükümlü Bayram'm beyanı
12.04.2006 tarihinde talimat yoluyla Baro tarafından görevlendirilen müdafii Avukat
Tacettin'in huzurunda saptanmış, mahkemece yapılan ilk oturum sonucunda sanığın
yokluğunda, tayin olunan zorunlu müdafii Avukat Yurtseven'in yüzüne karşı, tefhim
tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere kanun yararına
bozma konusu edilen 02.05.2006 gün ve 2006/105-114 sayılı karar verilmiştir.
Söz konusu karar, ilk yargılamada müdahilin vekili olan ve vekalet ilişkisi sona eren
Avukat H.Ali'ye 23.05.2006 tarihinde tebliğ edilmiş, müdahil ile kendisine yargılamayı
yapan mahkeme tarafından zorunlu müdafii tayin edildiğinden bilgisi bulunmayan
sanığa tebliğ edilmemiştir.
Kararın yasa yolu açıklamasında, yasa yoluna başvuru şekli gösterilmemesi ve
yokluğunda karar verilenler yönünden yasa yolu süresinin başlangıcının tebliğden
itibaren başlayacağının gözetilmemesi 5271 sayılı Yasa'nın 34/2, 231/2, 232/6.
maddelerine aykırılık oluşturmaktadır. Kararın, hükümlü ve müdahile yasa yolunun
türü, süresi, şekli, merciini gösteren ve başvuru süresinin kararın tebliğinden itibaren
başlayacağını içeren bir açıklama ile hükümlü ve müdahile tebliği gerekmektedir.
Karar, müdahil ile hükümlüye tebliğ edilmemesi nedeniyle kesinleşmemiştir.
Kesinleşmeyen karar, yasa yararına bozma incelemesine konu edilemeyeceğinden
kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi yerine yazılı şekilde karar
verilmesinin hukuka aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
Kabule göre ise; kanun yararına bozma konusu edilen karar kesinleşmiş hükümde
değişiklik yargılaması sonucu verilen bir karardır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun
20.06.2006 gün ve 124-165, 04.07.2006 gün ve 128-177 sayılı kararlarında da
vurgulandığı üzere, kesin hükümde değişiklik yargılamasına ilişkin kararlar infaz
aşamasında verilen ve infaza ilişkin hükümlerden olması nedeniyle aleyhe sonuç
doğurmama ilkesinin geçerli olmadığı hükümlerdir. Dolayısıyla bu hükümlerin kanun
yararına bozulması hükümlüler açısından aleyhe sonuç doğurabilir. Yargıtay Ceza
Genel Kurulu'nun 30.01.2007 gün ve 348-16 sayılı kararı da bu yöndedir. Hükmün
bozulması sonucu hükümlü hakkında ilk kesinleşmiş hükümdeki cezayı geçmemek
kaydıyla daha ağır bir ceza verilebilir. Bozma sonrası Yargıtay ilgili Dairesinin işin
esasına hükmetme hak ve yetkisinin cezanın kaldırılması veya daha hafif bir ceza
verilmesi ile sınırlı olmasından dolayı, Yargıtay Özel Dairesi'nin daha ağır bir cezaya
hükmetme yetkisi bulunmamaktadır. Bu durumda, ilgili Dairece hükmün bozulmasına
karar verilmesi ile yetinilmesi, bozma sonrasında daha ağır cezanın hükmü veren ilk
derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda verilmesi gerekmektedir.
Somut olayda, hükümlünün 765 sayılı TCK'rnn 504/3, 80, 522. maddelerine mümas
eylemi Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 30.03.2010 gün ve 2010/11-17-65 sayılı
kararında belirtildiği üzere 5237 sayılı TCK'rnn 141/1. maddesinde yazılı hırsızlık iie
245/1. maddesinde yazılı banka veya kredi kartlarını kötüye kullanma suçunu
oluşturmaktadır. Olaya uygulanacak hükümlerin karşılaştırılması sonucu lehe olan
hüküm, 765 sayılı Kanun hükümleridir. Bu bağlamda, yerel mahkemenin kesinleşmiş
ilk kararında sanık hakkında teşdiden ceza tayini yoluna gidildiği de gözetilerek Özel
Daire'nin 5237 sayılı Kanun hükümlerinin hükümlü aleyhine sonuç doğuracağına
ilişkin saptaması ve hükmü kanun yararına bozması isabetlidir. Ancak, hüküm
kesinleşmiş mahkumiyette değişiklik yargılaması sonucu verilen bir hüküm olması
nedeniyle aleyhe sonuç doğurmama ilkesinin geçerli olmayacağından yerel
mahkeme hükmünün kanun yararına bozulmasına ve müteakip işlemlerinin mahalli
mahkemesince yapılmasına karar verilmesi yerine hükmün aleyhe sonuç
doğurmayacak bir biçimde bozulmasına karar verilmesinin isabetli olmadığı
düşünülmüştür..." gerekçeleri ile itiraz yasa yoluna başvurularak, Yargıtay Onbirinci
Ceza Dairesi'nin 14.10.2010 gün ve 19347-11240 sayılı kanun yararına bozma
kararının kaldırılmasına, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006 gün
ve 205-114 sayılı hükmünün kesinleşmemesi nedeniyle Adalet Bakanlığı'nın kanun
yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi, talep edilmiştir.
Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca
değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : İnceleme; hükümlü Bayram hakkındaki hükme hasren yapılmıştır.
Hükümlü Bayram hakkında yapılan kesin hükümde değişiklik yargılaması sonunda,
02.03.2000 tarihinde işlediği eylem nedeniyle, dolandırıcılık suçundan 5237 sayılı
TCY'nin 158/1-f-son ve 43. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezasına karar verilen
olayda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan uyuşmazlık;
yasa yararına bozma yasa yoluna konu edilmiş bulunan hükmün, kesinleşmiş olup
olmadığının belirlenmesi bağlamında, uyarlama yargılaması sırasında hükümlünün
bilgisi haricinde atanan zorunlu müdafiin yüzüne karşı yapılan tefhim ile katılan
vekiline yapılmış bulunan tebliğin, temyiz süresini başlatıp başlatmayacağı ve yasa
yolu bildiriminin yeterli olup olmadığının saptanmasına ilişkin ise de; ilk derece
mahkemesince yapılan yargılama sırasında ağır ceza mahkemesi üye hakimi
sıfatıyla "sadece tensip zaptının hazırlanmasında" görev yaptığı belirlenen Hakim
Saniye'nin, bu davaya ilişkin hükmün yasa yararına bozma yasa yolu başvurusuna
dayalı olarak Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce incelenmesi üzerine verilen
kararlara iştirak etmiş olmasının, 5271 sayılı CYY'nin 23. maddesine aykırılık
oluşturup oluşturmayacağı hususunun öncelikle çözümlenmesi gerekmiştir.
Bu durumda; çözümlenmesi gereken iki ayrı konu bulunmaktadır:
1- İlk derece mahkemesindeki yargılama sırasında tensip zaptının hazırlanmasına
iştirak eden Hakim Saniye'nin, temyiz incelemesi sonunda Özel Daire'ce verilmiş olan
karara da katılmış olmasının, 5271 sayılı CYY'nin 23. maddesine aykırılık oluşturup
oluşturmayacağı sorunu:
Dosya bu yönüyle incelendiğinde;
Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Hakim Saniye'nin, bu mahkemenin
2000/99 esas sayılı dosyasının 10.04.2000 tarihli tensip kararına, katıldığı ve bu
tensipte, müşteki, sanık ve tanıkların duruşmaya çağrılması ile sanığın doğum ve
sabıka kaydının celbine karar verildiği, sonraki aşamaya ise katılmadığı,
Daha sonra; anılan hakimin Yargıtay Üyeliğine atandığı, kesin hükümde değişiklik
yargılaması sonucu verilen hükmün kesinleştirilmesi ve bu hükme yönelik olarak T.C.
Adalet Bakanlığı'nca yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine,
Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'ne gönderilen dosyada, Dairece yapılan incelemede
19.06.2009 ve 14.10.2010 tarihlerinde Hakim Saniye'nin de katılımıyla iki ayrı karar
verildiği, anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CYY'nin, "Bir karar veya hükme katıları hakim, yüksek görevli
mahkemece bu hükme ilişkin olarak verilecek karar veya hükme katılamaz"
şeklindeki 23. maddesinin 1. fıkrası, 1412 sayılı CYUY'nin 22. maddesindeki benzer
düzenlemeden bir noktada ayrılmaktadır: Buna göre, 22. maddede "Aleyhine Kanun
yollarından birine müracaat edilmiş olan bir hükme iştirak eyleyen hakim mafevk
mahkemesince bu hükme dair verilecek karara iştirak edemez" şeklinde yer alan
düzenleme, 5271 sayılı CYY'de "hüküm" kelimesinin yanına "karar" kelimesi de
eklenmek ve bir anlamda yasağın alanı genişletilmek suretiyle değiştirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesine göre; "Herkes davasının, medeni
hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde
görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Burada konumuz açısından üzerinde
durulması gereken husus, "tarafsız bir mahkeme" ilkesidir. Bu anlamda, özellikle
ceza yargılamasında, işin esası hakkında karar veren yargıcın duruşma evresi
tamamlanmadan önce davaya ilişkin başka roller üstlenip üstlenmediği hususu önem
kazanmakta ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce zaman zaman, bu aşamada
verilen kararlarla, "tarafsız mahkeme" ilkesinin zedelendiğine karar verilmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları incelendiğinde;
AİHM'nin, ihlal kararı vermek için yargıcın duruşma öncesinde yapmış bulunduğu
yüzeysel değerlendirmeleri yeterli görmediği ve "duruşma yargıcının duruşmadan
önce kişinin suçlu olup olmadığı konusunda düşünce oluşturup oluşturmadığı"
kıstasından hareket ettiği görülmektedir. ( AİHM, Bulut. -Avusturya Davası,
22.02.1996 )
Bu bağlamda, yargıcın daha önceden bazı tedbirlere başvurmuş veya işlemler
yapmış olmasının, esasa ilişkin olarak önceden belirlenmiş bir görüşe ulaştığını
peşinen göstermeyeceği kabul edilmektedir. ( AİHM, Fey.-Avusturya Davası,
24.02.1993 )
Bunun yanında; usul yasamızdaki yasaklamanın "ilk derece mahkemesince verilen
hükümlere" katılan hakimleri kapsadığında bir duraksama yaşanmamakta ise de;
"karardan" ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak gerekmektedir. Zira, AİHM
kararları da nazara alındığında; yüksek görevli mahkemede görev yapma yasağının
sadece, önceki yargılama sırasında, "kişinin suçlu olup olmadığı konusunda düşünce
oluştuğunu gösterir nitelikteki" kararlara katılan hakimleri kapsadığı kabul edilmelidir.
Bunun dışında, hiçbir ayrım yapılmaksızın, önceki yargılama sırasındaki her türlü
karara katılan hakimlerin, yüksek görevli mahkemede görev yapamayacağını
söylemek ise düzenlemenin amacıyla bağdaşmamaktadır.
Somut olayda; ilk derece yargılama sırasında, sadece Ankara Dördüncü Ağır Ceza
Mahkemesi'nce 10.04.2000 tarihinde yapılan ve sanık, müşteki ve tanıkların
mahkemeye çağırılması ile sanığın doğum ve sabıka kaydının istenmesine ilişkin
olan tensip zaptının düzenlenmesine katıldığı anlaşılan Hakim Saniye'nin, aynı dava
hakkında verilen hükme yönelik olarak yasa yararına bozma yasa yoluna
başvurulması üzerine Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce gerçekleştirilen
incelemeye ve inceleme sonunda verilmiş bulunan kararlara katılmış bulunması;
"tensip kararının", "hakimin, sanığın suçlu olup olmadığı konusunda düşünce
oluşturduğunu gösteren kararlardan" olmaması nedeniyle, 5271 sayılı TCY'nin 23.
maddesine aykırılık oluşturmaz.
Bu itibarla, ilk derece yargılaması sırasında, tarafları duruşmaya çağırmak ve basit
bilgileri toplamak biçiminde duruşma öncesi tedbirleri almaktan ibaret tensip kararına
katılmış olan Hakim Saniye'nin, aynı işle ilgili olarak yüksek görevli mahkemedeki
inceleme ve karara da katılmış olmasında hukuka aykırılık bulunmadığı, oybirliğiyle
kabul edilmiştir.
2- Hükmün kesinlesip kesinleşmediği sorunu:
5271 sayılı CYY'nin 309. maddesine göre; ancak, hakim veya mahkeme tarafından
verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen hüküm veya
kararlarla ilgili olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulabilir. Dolayısıyla, bir
hüküm ya da karara ilişkin olarak yasa yoluna başvuru yoluna gidilebilmesinin en
önemli koşullarından birisi karar veya hükmün kesinleşmiş olmasıdır.
Olayımızda ise, 02.05.2006 gün ve 105-114 sayılı hükmün kesinleşip kesinleşmediği
hususunun üç ana başlık altında incelenmesi gerekmektedir:
a- Yasa yolu bildirimindeki eksiklik:
Dosya incelendiğinde; sanığın ve katılan ile katılan vekilinin yokluğunda, sanığa
haber verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin ise huzurunda tefhim edilen hükümdeki
yasa yolu bildiriminin, "Dair, sanığın yokluğunda, sanık müdafii Av. Yurtseven'in
yüzüne karşı, mütalaaya uygun, tefhim tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay
yolu açık olmak üzere oybirliğiyle verilen karar açıkça okunup, anlatıldı" şeklinde
olduğu görülmektedir.
Ceza Genel Kurulu kararlarında duraksamasız olarak belirtildiği üzere;
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 40/2. fıkrasında: "Devlet, işlemlerinde,
ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek
zorundadır" hükmüne yer verilmiş,
Bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CYY'nin;
34/2. maddesinde; "Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve
şekilleri belirtilir",
231/2. maddesinde; "Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları,
mercii ve süresi bildirilir",
232/6. maddesinde ise; "Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne
olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına
başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı
varsa süresi ve merciin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi
gerekir".
Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır.
Buna göre; gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda,
başvurulacak yasa yolu süresi, başvuru yapılacak mercii ile başvuru şeklinin hiçbir
duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur.
5271 sayılı CYY'nin 40. maddesinin 1. fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi
geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise,
yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz
sayılacağı açıkça belirtilmiştir.
Anılan düzenlemelerden, hüküm ve kararlardaki yasa yolu bildiriminin; yasa yolu,
mercii, şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu yanında, açıkça anlaşılabilir ve
her türlü yanıltıcı ifadeden uzak olması gerektiği, sonucuna varılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında;
Hükmün, sanığa haber verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin yüzüne, sanık, katılan
ve katılan vekilinin ise gıyabında tefhim edildiği somut olayda, yasa yolu bildiriminde
bulunulurken temyiz süresinin tefhimden itibaren 7 gün olduğunun belirtilmesi,
tefhimde hazır bulunmayan ancak hükmü temyiz etme hakkı bulunanlar yönünden
yanıltıcı nitelikte bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.
b- Kesin hükümde değişiklik yargılaması sırasında, kendisine zorunlu müdafii
atandığından hükümlünün haberdar edilmemiş olması:
Dosya bu yönüyle incelendiğinde;
Soruşturma aşamasında bir avukat ile temsil edilmeyen hükümlünün, ilk derece
yargılama sırasında kendisine vekaletnameli bir avukat atadığı, bununla birlikte ilgili
avukatın 31.10.2000 günlü dilekçe ile davadan çekildiği, bu durumun da 24.11.2000
tarihinde hükümlüye tebliğ edildiği, ilk hükmün ilanen tebliğ edilmek suretiyle
kesinleştirildiği,
Kesin hükümde değişiklik yargılaması sırasında ise; evrak üzerinde verilen ilk
hükmün Yargıtay'ca usule ilişkin bir nedene dayalı olarak bozulması üzerine yapılan
yargılama sırasında, Baroya yazı yazılarak hükümlüyü savunmak üzere bir avukatın
görevlendirilmesinin istendiği,
Aynı zamanda da, cezaevinde bulunduğu Edirne'de talimatla savunması alınan
hükümlüye, savunma sırasında yanında bulunması için Av. Tacettin'in atandığı ve bu
avukatın, talimatla ifadesi alındığı sırada hükümlünün yanında bulunmakla sınırlı bir
görevi ifa ettiği,
Yargılamanın yapıldığı Ankara Barosu'nca atanan Avukat "Yurtseven" isimli zorunlu
müdafiiden ise hükümlünün hiçbir şekilde haberdar edilmediği,
Keza, Av. Yurtseven'in, bozmadan sonra 02.05.2006 tarihinde yapılan ve hükmün
tefhim edildiği tek celseye katıldığı, görülmektedir.
Bahsedilen avukatın yüzüne karşı verilen bu hüküm ayrıca hükümlüye tebliğ
edilmediği gibi Av. Yurtseven tarafından da temyiz edilmemiştir.
Ceza Genel Kurulu'nun, 17.11.2009 gün ve 212-269 sayılı kararı başta olmak üzere
birçok kararında belirtildiği gibi;
Mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini
savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından
kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının
etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir.
Bunun doğal sonucu olarak, maddi olanakları elverişli olan sanık nasıl ki vekaletname
vermek suretiyle dilediği avukatı serbestçe tayin edebiliyorsa, parası olmayan sanığın
da aynı şekilde müdafiliğini üstlenecek avukatı serbestçe belirleyebilmesi, en azından
kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması, daha
da ötesi, görülmekte olan davada kendisine müdafii olarak bir avukat atanacağının
sanığa bildirilmesi gereklidir. Kendisine zorunlu bir müdafii görevlendirileceğinin
sanığa bildirilmediği ve sanığın bu konudaki iradesine değer verilmediği ya da başka
bir ifadeyle sanığın bu konudaki iradesinin dosya kapsamından anlaşılamadığı
durumlarda, hükmün müdafii yanında sanığın kendisine de tebliğinin adil yargılanma
hakkının bir gereği olduğu kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Mahkemenin istemi üzerine Baro tarafından görevlendirilen zorunlu müdafiinin
yüzüne karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar
edilmeyen hükümlü açısından hukuksal sonuç ifade etmediği gibi, temyiz süresini de
başlatmayacağından; öncelikle gerekçeli kararın, hakkında verilen karardan habersiz
olan hükümlüye tebliğ edilmesi gerektiği düşünülmeden, yasa yararına bozma
başvurusu üzerine Özel Daire'ce bir karar verilmiş olması isabetli bulunmamıştır.
c- Katılan ile vekili arasındaki ilişkinin hükmün kesinleşmesinden sonra da devam
edip etmediği ve buna bağlı olarak katılan vekiline yapılmış bulunan tebliğin, katılan
yönünden temyiz süresini başlatıp başlatmayacağı:
Dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerden; katılan Naşide'nin ilk derece yargılama
sırasında vekaletname ile atanmış Av. H.Ali tarafından temsil edildiği, bununla birlikte
anılan avukatın ilk hükmün kesinleştiği 28.09.2001 tarihinden sonraki yargılamaya
hiçbir şekilde iştirak etmediği, buna karşılık kesinleşip1 kesinleşmediği tartışılan ve
katılan ile vekilinin yokluğunda verilen uyarlama hükmünün, bu avukata tebliğ
edilmekle birlikte temyiz de edilmediği anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu'nun 13.05.2008 gün ve 101-113 sayılı kararında da ifade edildiği
üzere;
Sona erdirilmediği sürece devam ettiği kabul edilen vekalet sözleşmesinin aksine
avukatlık sözleşmesinin süresiz olarak devam ettiğini kabul etmek mümkün değildir.
Böyle bir kabul, birçok sorunu da beraberinde getirecektir. Belli bir ücret karşılığı iş
yapan vekilden, kesinleşen bir hükümden yıllarca sonra, bu hükümle ilgili yeni bir
durum ortaya çıktığında, o hususu da kendiliğinden halletmesi bir görev olarak
beklenemez. Şu durumda, yasal düzenlemelere uygun olanı, avukatlık sözleşmesinin
hükmün kesinleşmesi ile sona ermesidir. Olağan olmayan yasa yolları bu sürece
dahil edilmemelidir. Ancak, açıkça sonlandırılmadığı veya diğer sona erme nedenleri
bulunmadığı takdirde, vekalet ilişkisi halen devam ediyor olacağından, kesinleşme
sürecinden sonraki işlemler için de aynı avukatın işe devam etmesi isteniyorsa, ayrı
bir avukatlık sözleşmesi yapılmalıdır. Bir şekle bağlı olarak yapılması şart olmayan bu
sözleşme, müvekkilin vereceği sözlü bir talimatla kurulabileceği gibi, vekilin
müvekkilinin lehine işe girmesi ve müvekkilinin buna izin vermesi ya da ses
çıkarmaması şeklinde de ihdas edilebilir.
Olayımızda ise; katılan ile vekili arasındaki vekalet ilişkisinin devam ediyor olma
olasılığı bulunmakta ise de; vekilin, hükmün kesinleşmesinden sonra uyarlama
yargılaması sırasında da görev yapması konusunda katılan ile vekili arasında "açık"
veya "zımni" bir avukatlık sözleşmesi yapıldığına ilişkin bilgi ya da belge bulunmadığı
gibi vekilin, müvekkili adına, onun kabul edebileceği bir işlemi gerçekleştirdiği (
örneğin hükmü temyiz ettiği ) de söylenemeyeceğinden, uyarlama hükmünün katılan
vekiline tebliği yeterli olmayıp katılanın kendisine de tebliğ edilmesi gerekir.
Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; yasa yolu bildiriminin yanıltıcı
nitelikte eksiklik içermesi, hükümlüden habersiz olarak atanan zorunlu müdafiin
yüzüne karşı tefhim edilen hükmün ayrıca hükümlüye tebliğ edilmemesi ve aralarında
bir avukatlık sözleşmesi bulunduğuna dair hiçbir bilgi ve belge bulunmamasına
rağmen uyarlama yargılaması sonunda verilen hükmün, katılan yerine, katılan
vekiline tebliğ edilmiş olması nedenleriyle; hükümlü ve katılan yönünden eski hale
getirme yoluyla temyiz edilmesi halen olanaklı bulunmakla kesinleşmeyen hükümle
ilgili olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulamaz.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire kararının
kaldırılmasına, yasa yararına bozma isteminin reddine, dosyanın, kararın ilgililere
tebliğinin sağlanması için yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nin, 14.10.2010 gün ve 19347-11240 sayılı
kararının KALDIRILMASINA,
3-T.C. Adalet Bakanlığı'nın yasa yararına bozma isteminin hükmün henüz
kesinleşmemiş olması nedeniyle REDDİNE,
4-Dosyanın, gerekçeli kararın "temyiz süresinin tefhimde hazır bulunmayanlar için
tebliğden itibaren 7 gün olduğu" açıklamasıyla birlikte, hükümlü Bayram müdafii Av.
Yurtseven'e, hükümlü Bayram'a ve katılan Naşide'ye tebliğinin sağlanması ile temyiz
dilekçesi verilmesi halinde gereğinin yapılması için Ankara Dördüncü Ağır Ceza
Mahkemesi'ne gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıma TEVDİİNE,
21.12.2010 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2010/6273
K. 2011/1607
T. 16.3.2011
• OLASI KASTLA ÖLDÜRME ( Sanıkların Yaptıkları Savunmaların Aynı Yönde
Olduğu/Suç Atma Durumu da Olmadığından Menfaat Çatışması Bulunmadığı Sanıkların Evlilik Dışı Bebeği Issız Yere Terkederek Ölümüne Sebep
Olmalarının Kasten Öldürme Olduğu )
• SANIKLAR ARASINDA MENFAAT ÇATIŞMASI ( Sanıkların Yaptıkları
Savunmaların Aynı Yönde Olduğu - Suç Atma Durumu da Olmadığından
Menfaat Çatışması Bulunmadığı )
• KASTEN BEBEK ÖLDÜRME ( Sanığın Kızının Evlilik Dışı Olan ve Erken Doğan
Bebeğini Diğer Sanıkla Birlikte Issız Yere Bırakıp Öldürmelerinin Olası Kastla
Değil Kasten Öldürme Olduğunun Gözetileceği )
• EVLİLİK DIŞI DOĞAN BEBEĞİ KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Kızının Evlilik
Dışı Olan ve Erken Doğan Bebeğini Diğer Sanıkla Issız Yere Bırakıp
Öldürmelerinin Olası Kastla Değil Kasten Öldürme Olduğu )
5237/m. 21/2, 82/1
ÖZET : Yeni doğmuş bebeği olası kastla öldürmekten sanıkların yaptıkları
savunmalarının aynı yönde olması, olayda suç atma durumunun bulunmaması ve
mevcut kanıt durumu karşısında, sanıklar arasında menfaat çatışması bulunmadığı
gözetilmelidir.
Sanığın kızının evlilik dışı olan ve erken doğan bebeğini, küveze konulması
gerekirken diğer sanık ile birlikte alıp ıssız bir yerde bıraktıkları ve bebeğin öldüğü
anlaşılmaktadır. Sanıkların eylem ve irade birliği içinde, eylemin işlenmesinde ortak
hakimiyet kurarak bebeği kasten öldürme suçunu işledikleri kabul edilmelidir.
DAVA : Yeni doğmuş bebeği olası kastla öldürmekten sanıklar Yaşar ile İdris'in
yapılan yargılanmaları sonunda: Hükümlülüklerine ilişkin ( Artvin Ağır Ceza
Mahkemesi )'nden verilen 17.03.2010 gün ve 5/24 sayılı hüküm re'sen temyize tabi
olmakla beraber duruşmalı olarak Yargıtay'ca incelenmesi sanıklar müdafii tarafından
da istenilmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığı'ndan tebliğname ile Dairemize
gönderilmekle duruşmalı olarak incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : 1-Sanıklar Yaşar ve İdris'in yaptıkları savunmalarının aynı yönde olması,
olayda suç atma durumunun bulunmaması ve mevcut kanıt durumu karşısında,
sanıklar arasında menfaat çatışması bulunmadığı kabul edilmiş ve tebliğnamenin bu
yöndeki bozma düşüncesi benimsenmemiştir.
2-Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların suçlarının sübutu kabul, takdire
ilişen cezayı azaltıcı sebeplerin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı
gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma
nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar müdafiilerinin ayrı
ayrı duruşmalı incelemede ve temyiz dilekçesinde sübuta, suç vasfına, delillerin
hatalı takdir edildiğine vesaireye yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının
reddine,
Ancak;
Oluşa ve dosya içeriğine göre; sanık Yaşar'ın olaydan yaklaşık on beş gün önce on
yedi yaşındaki kızı Duygu'nun uygun görmedikleri bir ilişki sonucu hamile kaldığını
öğrendiği, ancak bu durumun çevrelerinde hoş karşılanmayacağını düşünerek kızı
Duygu'yu da yanına alıp memleketi Ordu'dan Trabzon'a gittikleri, sanık Yaşar'ın
burada polis memuru olarak görev yapan akrabası sanık İdris'ten doğumun
Trabzon'da yapılması ve bu durumdan kimsenin haberi olmaması hususunda yardım
istediği, İdris'in kabul etmesi üzerine evinde kalmaya başladıkları, sanık Yaşar'ın
bebekten kurtulmak için kendince yollar araştırdığı, bu amaçla bebeği aldırmak için
kızı Duygu'yu özel bir muayenehaneye götürdüğü, ancak doğum yaptırılması
gerektiğinin söylenmesi üzerine gerekli tetkik ve işlemler yapılarak olay günü saat
15.00 sıralarında sanık İdris'in aracıyla Duygu'yu T... F... Devlet Hastanesi'nin kadın
doğum servisine getirdikleri, burada yapılan ameliyatla yedi aylık canlı bir kız bebek
dünyaya getirildiği, ancak erken doğum nedeniyle küveze alınması gereken bebeğin
boş küvez olmadığı için Trabzon Doğumevi'ne sevkedildiği, sanık Yaşar'ın bebeğin
kendileri tarafından doğumevine götürüleceğini söyleyerek saat 17.00 sıralarında
bebeği teslim alıp çıktığı, sanık İdris'e ait ve onun kullandığı araçla bebeğin sanıklar
tarafından önce İdris'in evine getirildiği, burada bebekten nasıl kurtulacakları
konusunda aralarında konuştukları, saat 18.00 sıralarında bebeği bir yere bırakmak
amacıyla İdris'in kullandığı araca binerek yola koyuldukları, Trabzon'dan yaklaşık 160
km uzaklıktaki Artvin'in Hopa ilçesine yakın bir yerde saat 21.00 sıralarında
durdukları, sanık Yaşar'ın bebeği battaniyeye sarılı bir şekilde yol kenarında bulunan
ve en yakın yerleşim yerine uzaklığı yaklaşık 80 metre olan otlakların arasına
bıraktıktan sonra sanıkların aynı araçla tekrar Trabzon'a döndükleri, bebeğin bir gün
sonra tesadüfen oradan geçmekte olan tanık Osman tarafından ölü olarak
bulunduğu, Adli Tıp Genel Kurulu'nun raporuna göre bebeğin "solunum yetersizliği
sonucu öldüğünün" belirtildiği olayda;
Sanıkların eylem ve irade birliği içinde hareket ederek, eylemin işlenmesi üzerinde
ortak hakimiyet kurarak sanık Yaşar'ın alt soyundan olan yeni doğmuş bebeği kasten
öldürme suçunu işledikleri anlaşıldığı halde sanık
Yaşar'ın TCK'nın 82/1-d-e, 62, 53. maddeleri, sanık İdris'in 82/1-e, 62, 53. maddeleri
uyarınca cezalandırılmaları yerine, sanık Yaşar hakkında TCK'nın 82/1-d-e, 21/2, 62,
53. maddeleri, sanık İdris hakkında 82/1-e, 21/2, 62, 53. maddelerince hüküm
kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu itibarla
yerinde görüldüğünden, re'sen de incelemeye tabi hükümlerin kısmen tebliğnamedeki
düşünce gibi ( BOZULMASINA ), aleyhe temyiz olmadığından, CMUK'nın 326/son
maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanıkların kazanılmış haklarının
korunmasına, sanık İdris'e verilen cezanın miktarı ve tutuklu kaldığı süre dikkate
alınarak sanık müdafiinin tahliye isteminin reddine, 16.03.2011 gününde oybirliği ile
karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2009/5531
K. 2011/1798
T. 23.3.2011
• KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Öldürdüğü Maktulün Kucağında Çocuk
Olduğunu Bilerek ve Çocuğun Ölebileceğini Öngörmesine Rağmen Ateş Ettiği 5237 S.K. Md. 82/1-e'nin Uygulanacağı )
• ÇOCUĞU KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Öldürdüğü Maktulün Kucağında
Çocuk Olduğunu Bilerek ve Çocuğun Ölebileceğini Öngörmesine Rağmen Ateş
Ettiği - 5237 S.K. Md. 82/1-e'nin Uygulanacağı )
• HAKSIZ TAHRİK ( Sanığın Kardeşine Cinsel Saldırıda Bulunan Maktule Ateş
Açıp Öldürdüğü/Maktulün Kucağında Çocuk Olduğunu Bilerek Ateş Açtığı Ölen Çocuğun Maktule Karşı Haksız Tahrik Oluşturacak Bir Eylemde
Bulunmadığının Gözetileceği )
5237/m. 29, 82/1-e
ÖZET : Sanığın akıl hastası olan kardeşine cinsel saldırıda bulunan maktulle
karşılaştığı, çocuğun ölebileceğini öngörmesine ve çevredekilerin çocuğa ilişkin
uyarılarına rağmen, kucağında çocuk olan maktule, iki el arkadan ateş etmesi sonucu
maktulün ve çocuğun öldüğü olayda; çocuktan kaynaklanan ve haksız tahrik
oluşturan söz ve davranış bulunmadığı gözetilmelidir. Sanık "çocuğa ya da beden
veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı"
öldürme suçunu işlemekten mahkum edilmelidir.
DAVA : Mustafa ile çocuk yaştaki Emirhan'ı kasten öldürmekten sanık Aydın'ın
yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne ilişkin ( Zonguldak Birinci Ağır Ceza
Mahkemesi )'nden verilen 24.10.2008 gün ve 42/167 sayılı hükmün Yargıtay'ca
incelenmesi C.Savcısı, sanık müdafii ile müdahii vekili taraflarından istenilmiş, sanık
müdafii duruşma da talep etmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığı'ndan
tebliğname ile Dairemize gönderilmekle sanık hakkında duruşmalı, C.Savcısı ve
müdahilin temyizleri üzerine incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : A )Sanık müdafiinin yasal süredeki temyizinden sonra 08.07.2009 tarihli
dilekçe ile maktul Mustafa'yı öldürme suçundan kurulan hükmün onanmasını istediği
anlaşılmakla, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun
05.02.2008 tarih ve 2008/1-9/15 sayılı kararı uyarınca, dosyanın onanması istemini
içeren ve usulünce çıkartılan vekaletnamesinde temyizden feragat yetkisi bulunan
sanık müdafiinin bu istemi temyizden vazgeçme olarak kabul edildiğinden, sanık
müdafiinin bu suça yönelen temyiz isteminin CMUK'nın 317. maddesi uyarınca
reddine karar verilmiştir.
B )Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübutu kabul, bozma
nedeni saklı kalmak kaydıyla oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların
niteliği tayin, maktul Mustafa'yı öldürme suçunda tahrike ve her iki suçta takdire ilişen
cezayı azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı
gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma
nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin duruşmalı
incelemede ve temyiz dilekçesinde maktul Emirhan'ı öldürme suçunda sair nedenlere
yönelen, katılan Şahizer vekilinin maktul Mustafa'yı öldürme suçunda suç vasfına,
tahrik bulunmadığına ilişen, Cumhuriyet Savcısının maktul Mustafa'ya yönelik
eylemin olası kastla işlendiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının
reddiyle;
1-Maktul Mustafa'yı öldürme suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün
tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,
2-Maktul Emirhan'ı öldürme suçundan kurulan hükme yönelik yapılan incelemede;
Oluşa ve dosya içeriğine göre, maktul Mustafa'nın, olay öncesinde şizofren akıl
hastalığı bulunan ve kendisine yönelik eyleme mukavemet edemeyecek durumda
olan Hatice'ye cinsel saldırıda bulunduğu, bu olayın ölüm nedeniyle takipsizlikle
sonuçlandığı, Hatice'nin kardeşi olan sanığın, olay günü av tüfeğini alarak fındık
bahçesine gitmek için evden ayrılıp kardeşinin işlettiği bakkala uğradığı, kardeşi
Ayhan, tanıklar Sezai, Birol ve Sinan'la konuştukları sırada maktul Mustafa'yı
kucağında omzunun üstünden baş kısmı görünecek şekilde tuttuğu torunu maktul
Emirhan olduğu halde yolda giderken arkasından gördüğü, duvarın kenarına
dayadığı tüfeği alarak peşinden koşmaya başladığı, tanıkların "Aydın sakın yapma
çocuk var" diye bağırmalarına rağmen, "Mustafa" diye bağırıp, kendisine tam olarak
dönmesini beklemeden av tüfeği ile iki kez ateş ederek Mustafa'yı ve kucağındaki
Emirhan'ı vurarak öldürdüğü, her iki maktulde de iki atışla mümkün av tüfeği saçma
taneleri giriş yaralarının mevcut olduğu anlaşılmakla;
a )Sanığın, maktul Emirhan'ın hayati bölgesinden isabet almasının muhakkak
olduğunu öngördüğü halde ateş etmesi, küçük maktul Emirhan'dan kaynaklanan ve
haksız tahrik oluşturan söz ve davranış bulunmaması da dikkate alınarak, 5237 sayılı
TCK'nın 82/1-e, 62 ve 53. maddeleri uyarınca hüküm kurulması gerekirken, suçun
niteliğinde hataya düşülerek, aynı Yasa'nın 30/2, 81, 29, 62 ve 53. maddeleri
uyarınca ceza tayin edilmesi,
b )Kabule göre de, sanık hakkında maktul Emirhan'a yönelik eylemden 5237 sayılı
TCK'nın 30/1. maddesi uyarınca uygulama yapılırken eylemin taksirle öldürme olarak
değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafii, Cumhuriyet Savcısı ve katılan Şahizer
vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle, hükmün tebliğnameden farklı
düşünce ile ( BOZULMASINA ), sanığa verilen ceza miktarı ile tutuklu kaldığı süre
dikkate alınarak tahliye talebinin reddine, 23.03.2011 gününde oybirliği ile karar
verildi.
T.C.
YARGITAY
2. CEZA DAİRESİ
E. 2010/39487
K. 2011/6193
T. 28.3.2011
• TEMYİZ SINIRININ BELİRLENMESİ ( Kararda Yer Alan Toplam Ceza Miktarının
Dikkate Alınarak Belirleneceği )
• TOPLAM CEZA MİKTARI ( Temyiz Sınırının Toplam Ceza Miktarı Dikkate
Alınarak Belirlenmesi Gerektiği )
• KUMAR OYNANMASI İÇİN YER VE İMKAN SAĞLAMA ( Temyiz Sınırının
Verilen Adli Para Cezasının Toplamı Dikkate Alınarak Belirleneceği )
• ADLİ PARA CEZASI ( Kumar Oynanması İçin Yer ve İmkan Sağlama - Temyiz
Sınırının Verilen Adli Para Cezasının Toplamı Dikkate Alınarak Tespit Edileceği
)
5237/m.228
1412/m.305
ÖZET : Suç nedeniyle verilen karar içerisinde yer alan cezaların tamamının tek bir
hükmü meydana getirdiği; hükmün içinde birden fazla cezanın bulunduğu hallerde,
temyiz sınırının belirlenmesi açısından cezaların her birinin miktarına değil, toplam
ceza miktarına bakılması gerektiği ve sanığa somut olayda kumar oynanması için yer
ve imkan sağlama suçundan verilen toplam adli para cezasının miktarı dikkate
alınmalıdır.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 15.07.2008 tarih ve 2008/3-173, 2008/190
sayılı kararında da belirtildiği üzere bir suç nedeniyle verilen karar içerisinde yer alan
cezalardan her biri ayrı bir hüküm oluşturmayıp, bu cezaların tamamının tek bir
hükmü meydana getirdiği; bu nedenle de; hükmün içinde birden fazla cezanın
bulunduğu hallerde, temyiz sınırının belirlenmesi açısından cezaların her birinin
miktarına değil, toplam ceza miktarına bakılması gerektiği ve sanığa somut olayda
kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçundan verilen toplam adli para
cezasının miktarı 2400 YTL olduğundan hükmün 1412 sayılı CMUK'nın hüküm
tarihinde yürürlükte bulunan 305/1. maddesi uyarınca hüküm tarihine göre temyizi
mümkün olduğu belirlenerek yapılan incelemede,
SONUÇ : Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve
takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün (
ONANMASINA ), 28.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
2. CEZA DAİRESİ
E. 2009/37683
K. 2011/5070
T. 14.3.2011
• UYARLAMA YARGILAMASINDA ŞİKAYETTEN VAZGEÇME ( Hükmün
Kesinleştiği - Cezanın İnfazına Engel Olmayacağı )
• ŞİKAYETTEN VAZGEÇME ( Cezanın İnfazı Aşamasında Yapılan Uyarlama
Yargılamasında Şikayetten Vazgeçmenin Cezanın İnfazına Engel Olmayacağı Davanın Düşürülmesine Karar Verilemeyeceği )
• DAVANIN ŞİKAYETTEN VAZGEÇME NEDENİYLE DÜŞÜRÜLMESİ ( Hüküm
Kesinleştikten Sonra Uyarlama Yargılamasında - Hukuka Aykırı Olduğu )
5237/m.7, 73
ÖZET : Hükmün kesinleşmesinden sonra yapılan uyarlama yargılanmasında
şikayetten vazgeçme cezanın infazına engel olmayacağından, davanın şikayetten
vazgeçme nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi hukuka aykırıdır.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Sanık hakkında ceza kararnamesiyle verilip kesinleşen 24.12.2004 tarih ve
2004/856-623 sayılı hükmün infazı aşamasında Cumhuriyet Savcılığı tarafından
5237 sayılı TCK hükümleri uyarınca uyarlama talep edilmesi üzerine mahkemenin
duruşma açarak yaptığı yargılama sonucunda mağdurenin şikayetten vazgeçmesi
üzerine davanın 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine karar
verilmiş ise de; 5237 sayılı TCK'nın 73. maddesinin 4. fıkrası uyarınca, hükmün
kesinleşmesinden sonraki vazgeçmenin cezanın infazına engel olmayacağının
belirtilmesi karşısında sadece lehe olan kanunun belirlenmesi için yapılan uyarlama
yargılaması sırasında kesinleşen hükme konu davanın düşürülmesine karar
verilemeyeceğinin gözetilmemesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu
itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı ( BOZULMASINA
), 14.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. CEZA DAİRESİ
E. 2008/20253
K. 2009/22236
T. 10.12.2009
• LEHE KANUN UYGULAMASI ( 6831 Sayılı Kanun'a Aykırılık - 6831 S. Yasa'da
Getirilen Köklü Değişikliklerin ve Ceza Sisteminin Lehe Hükümlerinin Bütün
Halinde Değerlendirme Sonucu Sanık Lehine Uygulanması Gerektiği )
• ORMAN KANUNU'NA AYKIRILIK ( Yasa'da Getirilen Köklü Değişikliklerin ve
Ceza Sisteminin Lehe Hükümlerinin Bütün Halinde Değerlendirme Sonucu
Sanık Lehine Uygulanması Gerektiği )
5237/m.7
ÖZET : Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa'yla, özel nitelikte olan
6831 sayılı Yasa'da getirilen köklü değişikliklerin ve ceza sisteminin lehe
hükümlerinin bütün halinde değerlendirme sonucu sanık lehine uygulanması
gerekliliği değerlendirilmelidir.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza
türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi:
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe
içeriğine göre yapılan incelemede:
Koşulları oluşmadığından CMK'nın 231. maddesinin uygulama olanağı
bulunamamıştır.
Hükümden sonra 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'la, özel
nitelikte olan 6831 sayılı Orman Kanunu'nda getirilen köklü değişikliklerin ve ceza
sisteminin lehe hükümlerinin bütün halinde değerlendirme sonucu 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu'nun 7. maddesi dikkate alınarak sanık lehine uygulanması gerekliliği bu
hususun mahalli mahkemece değerlendirilmesi lüzumu,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık ve müdahil idarenin temyiz itirazları bu itibarla
yerinde görülmüş olduğundan hükmün başkaca yönleri incelenmeksizin (
BOZULMASINA ), 10.12.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. CEZA DAİRESİ
E. 2009/19735
K. 2010/21133
T. 20.12.2010
• İŞGAL VE FAYDALANMA ( Sanık Hakkında Dava Açıldığı Tarihte Hukuki
Kesinti Gerçekleştiğinden Aynı Yeri İkinci Kez İşgal Etmekten Dolayı Sonradan
Açılan Dava Yeni Bir Suç Oluşturduğu )
• HUKUKİ KESİNTİ ( Sanık Hakkında İşgal ve Faydalanma Dolayısıyla Dava
Açıldığı Tarihte Gerçekleştiğinden Aynı Yeri İkinci Kez İşgal Etmekten Dolayı
Sonradan Açılan Dava Yeni Bir Suç Oluşturduğu )
• AYNI YERİ İKİNCİ KEZ İŞGAL ETMEK ( Sanık Hakkında İşgal ve Faydalanma
Dolayısıyla Dava Açıldığı Tarihte Hukuki Kesinti Gerçekleştiğinden Sonradan
Açılan Dava Yeni Bir Suç Oluşturduğu )
6831/m.93
ÖZET : Sanık hakkında işgal ve faydalanma dolayısıyla dava açıldığı tarihte hukuki
kesinti gerçekleştiğinden, aynı yeri ikinci kez işgal etmekten dolayı sonradan açılan
dava yeni bir suç oluşturur.
DAVA : Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunarak, gereği
görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine,
Ancak;
Sanık hakkında devlet ormanında işgal ve faydalanmada bulunduğundan dolayı
10.02.2006 tarihli iddianame ile dava açıldığı ve hukuki kesintinin gerçekleştiği,
sanığın aynı yeri ikinci kez işgal ve faydalanmada bulunduğundan dolayı da
09.01.2007 tarihli iddianame ile açılan davanın yeni bir suç oluşturacağı
gözetilmeden, sanığın mahkumiyeti yerine yazılı gerekçe ile açılan kamu davasının
reddine karar verilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, müdahil idare vekili ile mahalli C.Savcısının temyiz
itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı
istem gibi ( BOZULMASINA ), 20.12.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2009/28222
K. 2010/1218
T. 2.2.2010
• İMAR KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMA ( Kamu Davasını Açmaya Yeterli Şüphe
Oluşturacak Delil Elde Edildiğinde İddianame Düzenleneceği - Yapı Tatil
Tutanağının Binanın Ruhsata Uygun Olmadığına İlişkin Delillerin Bulunmaması
Nedeniyle İddianamenin İade Edilemeyeceği )
• YAPI TATİL TUTANAĞI ( Binanın Ruhsata Uygun Olmadığına İlişkin Delillerin
Bulunmaması Nedeniyle İddianamenin İade Edilemeyeceği )
• İDDİANAMENİN İADESİ ( Yapı Tatil Tutanağının Binanın Ruhsata Uygun
Olmadığına İlişkin Delillerin Bulunmaması Nedeniyle İddianamenin İade
Edilemeyeceği )
5271/m.83, 170, 174
ÖZET : CYY'nin 83. maddesi hükmüne göre “keşif, hakim veya mahkeme veya naip
ya da istinabe olunan hakim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde C.Savcısı tarafından yapılır.” Suçun sübutuna etki edecek nitelikte teknik
incelemeyi içeren bilirkişi raporunun yargılama evresinde hakim tarafından alınması
yasa gereğidir.
CYY'nin 170/2. maddesi uyarınca C. Savcısı, kamu davasını açmaya yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edildiğinde iddianame düzenlemek zorundadır. Dosya içinde
yapı tatil tutanağının, binanın ruhsata uygun olmadığına ilişkin delillerin bulunmaması
nedeniyle iddianamenin iade edilmesi yasaya aykırılık oluşturmaktadır. Belirtilen
eksiklik aynı Yasanın 170/3. maddesine göre iddianamede yer alması zorunlu olan
bilgiler kapsamında değildir. Belirtilen nedenlerle iddianamenin iadesi kararına karşı
yapılan itirazı inceleyen merciin verdiği ret kararı hukuka uygun değildir.
DAVA : İmar kirliliğine neden olma suçundan şüpheli hakkında yapılan soruşturma
evresi sonucunda Orhangazi Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 08.06.2009
tarihli ve 2009/703 sokturma, 2009/497 sayılı iddianamenin 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 170. maddesine uygun bulunmadığından bahisle aynı
Kanunun 174/1. maddesi gereğince iadesine dair Orhangazi Asliye Ceza
Mahkemesinin 22.06.2009 tarihli ve 2009/262 sayılı kararına yönelik itirazın reddine
ilişkin Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 02.07.2009 tarihli ve 2009/510 değişik iş
sayılı kararının Adalet Bakanlığınca 09.11.2009 gün ve 62994 sayılı yazı ile yasa
yararına bozulmasının istenmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
08.12.2009 gün ve 272045 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye
gönderilmekle incelendi:
Tebliğnamede “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 170/3. maddesinde
iddianamede nelerin gösterileceği, aynı Kanun'un 174/1. maddesinde ise
iddianamenin hangi hallerde iadesine karar verileceğinin belirtildiği, olay yeri
incelemesi yapılmadan ve bilirkişi raporu aldırılmadan dava açılmasının iddianamenin
iadesi sebebi yapılamayacağı gibi, anılan Kanun'un 170/2. maddesi gereğince;
“Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli
şüphe oluşturuyorsa; C.Savcısı, bir iddianame düzenler.” hükmü gereğince
soruşturma evresi sonunda toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli
şüphe oluşturması durumunda C. Savcısının kamu davası açması gerekeceği, somut
olayda da suça konu binaya ilişkin tutanak tutulduğu, ruhsat ve planın getirildiği
C.Savcısı tarafından toplanan delillerin kamu davası açılması için yeterli şüphe
oluşturması sebebiyle iddianame düzenlenmiş olması karşısında itirazın kabulü
yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir” denilmektedir.
Gereği görüşüldü:
KARAR : 5271 sayılı Ceza Yargılama Yasasının 174/1. maddesinde; “Mahkeme
tarafından, iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren onbeş gün
içinde sorutturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya
hatalı noktalar belirtilmek suretiyle;
a ) 170. maddeye aykırı olarak düzenlenen,
b ) Suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut delil toplanmadan
düzenlenen,
c ) Önödemeye veya uzlaşmaya tabi olduğu soruşturma dosyasından açıkça
önödeıne veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenen iddianamenin C.
Başsavcılığına iadesine karar verilir.”
Aynı Yasanın 170/3. maddesinde; "Görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen
iddianamede;
a ) Şüphelinin kimliği,
b ) Müdafii,
c ) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği»
d ) Mağduran veya suçtan zarar görenin vekili veya kanuni temsilcisi,
e ) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği,
f ) Şikayette bulunan kişinin kimliği,
g ) Şikayetin yapıldığı tarih,
h ) Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri,
i ) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
j ) Suçun delilleri,
k ) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı, tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama
tarihleri ile bunların süreleri, gösterilir.” hükümleri yer almaktadır.
Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesince CYY'nin 170 ve 174/1. maddesi uyarınca
verilen iddianamenin iadesi kararının gerekçesi, imar kirliliğine neden olma suçundan
açılan kamu davasına ilişkin olarak davaya konu yapının imara aykırı olup olmadığı
noktasında inceleme yapılmaması ve buna ilişkin teknik rapor alınmaması nedenine
dayandırılmıştır.
Yasa koyucu, iddianamenin iadesine ilişkin düzenlemede, iade nedenleri açısından
sayma yöntemini benimseyerek iade işlemlerini sınırlandırma iradesini açıkça ortaya
koymuştur, iddianamenin iadesine gerekçe olarak gösterilen eksiklik, yapının imara
aykırı olup olmadığına ilişkin bilirkişi raporunun alınmamasıdır.
CYY'nin 83. maddesi hükmüne göre “keşif, hakim veya mahkeme veya naip ya da
istinabe olunan hakim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
C.Savcısı tarafından yapılır.” Suçun sübutuna etki edecek nitelikte teknik incelemeyi
içeren bilirkişi raporunun yargılama evresinde hakim tarafından alınması yasa
gereğidir.
CYY'nin 170/2. maddesi uyarınca C. Savcısı, kamu davasını açmaya yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edildiğinde iddianame düzenlemek zorundadır. Dosya içinde
yapı tatil tutanağının, binanın ruhsata uygun olmadığına ilişkin delillerin bulunmaması
nedeniyle iddianamenin iade edilmesi yasaya aykırılık oluşturmaktadır. Belirtilen
eksiklik aynı Yasanın 170/3. maddesine göre iddianamede yer alması zorunlu olan
bilgiler kapsamında değildir. Belirtilen nedenlerle iddianamenin iadesi kararına karşı
yapılan itirazı inceleyen merciin verdiği ret kararı hukuka uygun değildir.
SONUÇ : Yargıtay C. Başsavcılığının düzenlediği tebliğnamedeki düşünce, yapılan
açıklamalar ışığında yerinde görüldüğünden, Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesinin
iddianamenin iadesi kararına kargı yapılan itirazın reddine ilişkin, Bursa 4. Ağır Ceza
Mahkemesince verilip kesinleşen 02.07.2009 tarih ve 2009/510 değişik iş sayılı
kararın, 5271 sayılı CYY'nin 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, aynı yasa
maddesinin 4-a fıkrası gereğince, sonraki işlemlerin yerinde tamamlanmasına,
02.02.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2008/10010
K. 2010/5837
T. 31.3.2010
• TEHDİT ( Objektif Olarak Korku Yaratacak Nitelikte Bulunması Nedeniyle
Suçun Oluştuğu - Sanığın Tartışma Sırasında Mağdureye "Seni Öldüreceğim
Sakat Bırakacağım" Sözleri )
• KAVGA SIRASINDA ÖFKE İLE SÖYLENEN TEHDİT SÖZLERİ ( Yasal İndirim
Nedeni Olarak Kabulü Olanaklı Olup Bu Durum Kastı Ortadan Kaldırmadığı )
• KAST ( Kavga Sırasında Öfke İle Söylenen Tehdit Sözlerinin Yasal İndirim
Nedeni Olarak Kabulü Olanaklı Olup Bu Durum Kastı Ortadan Kaldırmadığı )
5237/m.106
ÖZET : Tehdidin objektif olarak korku yaratacak nitelikte bulunması nedeniyle atılı
suçun oluştuğu gözetilmelidir. Kavga sırasında öfke ile söylenen tehdit sözlerinin
yasal indirim nedeni olarak kabulü olanaklı olup, bu durum kastı ortadan kaldırmaz.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza
türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : 1-Yaralama suçuna ilişkin kararda öngörülen cezanın nitelik ve niceliğine
göre hükmün temyiz edilemez olduğu, anlaşıldığından, 5320 sayılı Yasa'nın 8/1 ve
1412 sayılı CYY'nin 317. maddesi uyarınca o yer C.Savcısının tebliğnameye uygun
olarak, TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE,
2-Tehdit suçuna ilişkin temyize gelince,
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi:
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe
içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal
eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç
almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut
olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup
korkmadığının araştırılması gerekmez.
Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup, suçun yasal tanımındaki
unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı
aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.
Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke
ve elemin ( gazabın ) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde
meydana getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak
kabul edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun
oluşumunu engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.
Bu açıklamalar karşısında, sanığın tartışma sırasında mağdureyi "seni öldüreceğim,
sakat bırakacağım" biçimindeki sözlerle tehdit ettiğinin kabul edilmesi karşısında,
öfkenin suç kastını kaldırmayacağı, tehdit suçundan tasarlama öğesinin bulunmadığı
ve tehdidin objektif olarak korku yaratacak nitelikte bulunduğu gözetilmeden, atılı
suçtan mahkumiyeti yerine yasal olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş ve o yer C.Savcısının temyiz nedenleri ile
tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden ( HÜKMÜN BOZULMASINA ),
yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak
üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 31.03.2010 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2010/4251
K. 2011/677
T. 14.2.2011
• JANDARMA KARAKOL KOMUTANI SANIĞIN İŞYERİNE RUHSAT VERİLMESİ
İŞLEMLERİ İÇİN PARA ALMASI ( İcbar Boyutuna Varan Bir Hareketi Olmayan
Sanığın Eyleminin İrtikap Olarak Kabul Edilemeyeceği )
• İRTİKAP ( Jandarma Karakol Komutanı Sanığın İşyerine Ruhsat Verilmesi İçin
Para Aldığı - İcbar Boyutuna Varan Bir Hareketi Olmayan Sanığın Eyleminin
İrtikap Olarak Kabul Edilemeyeceği )
• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Jandarma Karakol Komutanı Sanığın İşyerine
Ruhsat Verilmesi İçin Para Aldığı - Sanığın Ruhsat Vermeye Yetkili Olmadığı ve
İcbar Teşkil Eden Hareketi Olmadığı/Eylemin İrtikap Değil Görevi Kötüye
Kullanma Olduğu )
• YETKİLİ OLMADIĞI İŞLEM İÇİN PARA İSTEYEN KAMU GÖREVLİSİ ( Jandarma
Karakol Komutanı Sanığın İşyerine Ruhsat Verilmesi İçin Para Aldığı - Sanığın
Ruhsat Vermeye Yetkili Olmadığı/Eylemin İrtikap Değil Görevi Kötüye Kullanma
Olduğu )
5237/m. 240, 250
ÖZET : Jandarma merkez karakol komutanı sanığın müştekinin açacağı işyerine
ruhsat verilmesi işlemleri için para aldığı anlaşılmaktadır. Sanığın icbar boyutuna
varan bir davranışı bulunmadığından irtikap suçu oluşmamıştır. Sanığın ruhsat verme
yetkisinin de bulunmaması karşısında eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu
oluşturacağı gözetilmelidir.
DAVA : İrtikap suçundan sanığın yapılan yargılanması sonunda; atılı suçtan
beraetine dair, ( Antalya Birinci Ağır Ceza Mahkemesi )'nden verilen 02.07.2008 gün
ve 2005/238 Esas, 2008/288 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay'ca
incelenmesi o yer C.Savcısı tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı
C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği
düşünüldü:
KARAR : Müşteki beyanlarına, tanık anlatımlarına, savunmaya, olaya ilişkin
tutanaklara ve dosya içeriğine göre K... İlçe Jandarma Merkez Karakol Komutanı
olarak görev yapan sanığın müştekinin açacağı işyerine ruhsat verilmesi işlemleri için
para aldığının anlaşılması karşısında; 5237 sayılı TCK'nın 250/1. maddesindeki
düzenlemeye nazaran da cebri irtikap suçunun oluşması için kamu görevlisinin
görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına
yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar etmesi
gerektiği, somut olayda sanığın yasanın öngördüğü anlamda icbar boyutuna varan
bir davranışı bulunmadığı, bu itibarla irtikap suçunun yasal unsurunun oluşmadığı,
sanığın ruhsat verme yetkisinin de bulunmaması karşısında eyleminin görevi kötüye
kullanma suçunu oluşturacağı, ancak bu suçun 765 sayılı TCK'nın 240/2.
maddesinde öngörülen cezanın üst sınırı itibariyle aynı Kanun'un 102/4 ve 104/2.
maddelerinde belirlenen yedi yıl altı aylık asli ve ilave dava zamanaşımına tabi
olduğu, suç ve inceleme tarihleri arasında bu sürenin gerçekleştiği anlaşıldığından,
hükmün 5237 sayılı TCK'nın 7/2. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi
gözetilmek suretiyle CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ),
SONUÇ : Ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı Yasa'nın
322/1 ve 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddeleri uyarınca davanın zamanaşımı
nedeniyle DÜŞMESİNE, 14.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2008/5532
K. 2011/712
T. 14.2.2011
• ÇOCUĞUN NİTELİKLİ CİNSEL İSTİSMARI ( Mağdur Çocuğun Dinlenmesi
Sırasında Uzman Bir Kişi Bulundurulacağı - Çocuğun Adli Tıp Muayenesi
Sırasında Çocuk Psikiyatri Uzmanının da Bulunması Gerektiği )
• MAĞDUR ÇOCUĞUN DİNLENMESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı Çocuğun Dinlenmesi Sırasında Uzman Bir Kişi Bulundurulacağı )
• SOSYAL İNCELEME RAPORU ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı - Sanıklar
Hakkında Sosyal İncelem Raporu Alınacağı/Alınmazsa da Nedeninin Gerekçede
Gösterilmesi Gerektiği )
• ADLİ TIP MUAYENESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı - Muayene Sırasında
Çocuk Psikiyatri Uzmanının da Bulunması Gerektiği )
• MAĞDUR OLAN ÇOCUĞUN ADLİ TIP MUAYENESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel
İstismarı - Muayene Sırasında Çocuk Psikiyatri Uzmanının da Bulunacağı )
5237/m.103
5271/m.236
2659/m.23
5395/m.35
ÖZET : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
suçlarında, mağdur çocuğun dinlenmesi sırasında uzman bir kişi bulundurulmalıdır.
Sanıklar hakkında sosyal inceleme raporu alınmaması veya alınmama gerekçesinin
karar yerinde gösterilmemesi hukuka aykrıdır.
Suç tarihinde çocuk olan mağdurun Adli Tıp tarafından muayenesi sırasında, çocuk
psikiyatri uzmanı bulundurulması gerekir.
DAVA : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
suçlarından sanıklar Ahmet ve Hasan'ın yapılan yargılanmaları sonunda; ruh
sağlığını bozacak şekilde çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma suçlarından mahkumiyetlerine dair, ( Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi )'nden
verilen 01.11.2007 gün ve 2006/106 Esas, 2007/227 Karar sayılı hükümlerin süresi
içinde Yargıtay'ca incelenmesi sanıklar müdafiileri taraflarından istenilmiş
olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle
incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere,
mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine,
incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Mağdur çocuğun dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında
uzman bir kişi bulundurulmayarak CMK'nın 236/3. maddesine muhalefet edilmesi,
Sanıklar hakkında sosyal inceleme raporu alınmaması veya alınmama gerekçesinin
karar yerinde gösterilmemesi suretiyle 5395 sayılı Yasa'nın 35. maddesine muhalefet
edilmesi,
Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 11.05.2010 gün ve
2010/4-110 sayılı kararına ve Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 7 ve 23. maddelerine
göre suç tarihinde çocuk olduğu anlaşılan mağdurun muayenesi ve hakkındaki
raporun düzenlenmesi sırasında, inceleme konusunun uzmanı olan çocuk psikiyatrisi
uzmanı bulundurulması gerektiği gözetilmeden usulüne uygun teşekkül etmeyen
İhtisas Kurulu raporuna itibar edilerek sanıklar hakkında TCK'nın 103/6. maddesinin
uygulanmasına karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, sanıklar müdafiilerin temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görülmüş olduğundan hükümlerin CMUK'nın 321. maddesi uyarınca (
BOZULMASINA ), 14.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2008/26402
K. 2010/14106
T. 21.9.2010
• KISA SÜRELİ HAPİS CEZASINA SEÇENEK YAPTIRIMLAR ( Çevrilirken
Kütüphanede Kitap Okumanın Bir Etkinliği Yapmaktan Yasaklanma Olarak
Kabul Edilemeyeceği )
• BİR ETKİNLİĞİ YAPMAKTAN YASAKLANMA ( Kısa Süreli Özgürlüğü Bağlayıcı
Ceza Seçenek Yaptırıma Çevrilirken Kütüphanede Kitap Okumanın Bir Etkinliği
Yapmaktan Yasaklanma Olarak Kabul Edilemeyeceği )
• SEÇENEK YAPTIRIMLAR ( Kısa Süreli Özgürlüğü Bağlayıcı Ceza Kütüphanede Kitap Okumanın Bir Etkinliği Yapmaktan Yasaklanma Olarak
Kabul Edilemeyeceği )
5237/m.50/1
ÖZET : Kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı ceza seçenek yaptırıma çevrilirken
kütüphanede kitap okumanın bir etkinliği yapmaktan yasaklanma olarak kabul
edilemeyeceği gözetilmelidir.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza
türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken
geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; suçun sanık
tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık
bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
5237 sayılı TCK'nın 50. maddesinin 1. fıkrasının ( d ) bendindeki düzenlemenin,
"...belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanma..."yı
öngördüğü, yasada geçen "etkinlik" kavramının ise, "...insanın, çevresiyle arasındaki
ilişkileri düzenleyen her türlü eylem-çalışma, iş yapma, işlerlik ve devinimi" ifade
ettiği, bu nedenle kütüphanede kitap okumanın bir etkinliği yapmaktan yasaklanma
olarak kabul edilemeyeceği gözetilmeden, sanık hakkında belirlenen kısa süreli
özgürlüğü bağlayıcı hapis cezasının, 5237 sayılı TCK'nın 50. maddesinin 1. fıkrasının
( d ) bendi gereğince, "sanığın 3 ay 10 gün süreyle haftada 2 gün günde 2 saat
kütüphanede kitap okuma" seçenek yaptırımına çevrilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık savunmanının temyiz itirazı bu bakımdan
yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak
( BOZULMASINA ), 21.09.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2010/5158
K. 2010/20925
T. 21.12.2010
• YAĞMA ( Daha Önce Birlikte Yaşadığı Katılana Aldığı Gayrimenkulleri Geri
Almak İçin Katılanları Konutlarından Alıp Olay Yerine Götürüp Zorla Senet
İmzalatma Biçimindeki Yağma Eyleminde Bir Hukuki İlişkiye Dayanan Alacak
Söz Konusu Olmadığı )
• BİR HUKUKİ ALACAĞIN TAHSİLİ AMACIYLA YAĞMA ( Daha Önce Birlikte
Yaşadığı Katılana Aldığı Gayrimenkulleri Geri Almak İçin Katılanları
Konutlarından Alıp Olay Yerine Götürüp Zorla Senet İmzalatma - Hukuki İlişkiye
Dayanan Alacağın Söz Konusu Olmadığı )
• ZORLA SENET İMZALATMA ( Daha Önce Birlikte Yaşadığı Katılana Aldığı
Gayrimenkulleri Geri Almak İçin Katılanları Konutlarından Alıp Olay Yerine
Götürerek İmzalatması Biçimindeki Yağma Eyleminde Bir Hukuki İlişkiye
Dayanan Alacak Söz Konusu Olmadığı )
• TEK SUÇ ( Sanıkların Her İki Katılana Bir Senet İmzalatmaları Tek Bir Yağma
Suçunu Oluşturduğu )
5237/m.149/1, 150/1
ÖZET : Daha önce birlikte yaşadığı katılana aldığı gayrimenkulleri geri almak için
katılanları konutlarından alıp olay yerine götürüp zorla senet imzalatma biçimindeki
yağma eyleminde bir hukuki ilişkiye dayanan alacak söz konusu değildir. Sanığın
yağma suçu nedeniyle TCK'nın 149/1-a-c-h madde ve fıkraları yerine, aynı Yasa'nın
150/1. maddesi yollaması ile tehdit suçuyla uygulama yapılması, isabetsizdir.
Sanıkların her iki katılana bir senet imzalatmaları tek bir yağma suçunu oluşturur.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm sanıklar savunmanları tarafından duruşmalı
olarak da temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre
dosya görüşüldü:
KARAR : Cezanın türü ve süresine göre sanıklar savunmanlarının duruşmalı
inceleme isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi yollaması ile 1412 sayılı
CMUK'nın 318. ( 5271 sayılı CMK 299 ) maddesi uyarınca REDDİNE,
Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan
hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulu'nun takdirine
göre, suçun sanıklar tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık
bulunmadığı anlaşılmış, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1-Hükümde, sanık Göral'ın isminin yanlış yazılması,
2-Özgürlüğü kısıtlama suçuyla ilgili, Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki görüşü
alınmadan hüküm kurulmak suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 216. maddesine aykırı
davranılması,
3-Sanık Fazıl'ın; kardeşi Yüksel'in daha önce birlikte yaşadığı katılan Zübeyde'ye
almış olduğu gayrimenkulleri tekrar geri almak için, diğer sanıklarla birlikte katılanları
konutlarından alarak olay yerine götürüp, silah tehdidi ile zorla senet almaları
şeklinde gerçekleşen eylemde; sanık ile katılanlar arasında bir hukuki ilişkiye
dayanan alacağın bulunmadığı gözetilmeden, sanığın yağma suçu nedeniyle
TCK'nın 149/1-a-c-h madde ve fıkraları yerine, aynı Yasa'nın 150/1. maddesi
yollaması ile tehdit suçuyla uygulama yapılması,
4-Sanıkların, katılan Zübeyde'ye alınan gayrimenkulleri tekrar geri almak için, silah
tehdidi ile her iki katılana bir adet senet imzalatmaları, tek bir yağma suçunu
oluşturduğu gözetilmeyerek, katılan sayısınca yağma suçundan hüküm kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar Göral, Zekeriya, Aydın ve Fazıl
savunmanlarının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün
açıklanan nedenlerle kısmen istem gibi ( BOZULMASINA ), 5320 sayılı Yasa'nın 8/1.
maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK'nın 326/son maddesi gereğince sanık
Fazıl'ın ceza süresi bakımından kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, 21.12.2010
tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
7. CEZA DAİRESİ
E. 2008/17189
K. 2011/2141
T. 16.2.2011
• TAKDİRİ İNDİRİM ( Sanığın Yargılama Sırasındaki Davranışlarının Takdiri
İndirim Nedeni Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki
Oluşturacak Şekilde Olumsuz Kabul Edilip HAGB'nin Uygulanmamasının
Hukuka Aykırı Olduğu )
• SANIĞIN YARGILAMA SIRASINDAKİ DAVRANIŞLARI ( Takdiri İndirim Nedeni
Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki Oluşturacak Şekilde
Olumsuz Kabul Edilip Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasının
Uygulanmamasının Hukuka Aykırı Olduğu )
• HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI ( Sanığın Davranışlarının
Takdiri İndirim Nedeni Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki
Oluşturacak Şekilde Olumsuz Kabul Edilip HAGB'nin Uygulanmamasının
Hukuka Aykırı Olduğu )
5271/m.231
5237/m.62
ÖZET : Sanığın yargılama sırasındaki davranışları takdiri indirim nedeni kabul
edilirken sanığın duruşmadaki davranışları olumsuz nitelendirilip hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasının aynı gerekçeyle uygulanmaması çelişki
oluşturmakta olup hukuka aykırıdır.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza
türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
KARAR : Sanığın yargılama sürecindeki davranışları olumlu görülerek 5237 sayılı
Yasa'nın 62. maddesine göre indirim yapıldığı halde, sanığın duruşmadaki
davranışları olumsuz nitelendirilip CMK'nın 231. maddesinin uygulanmaması
suretiyle çelişki yaratılması ve suçun niteliği gereği 5271 sayılı CMK'nın 231/6- c
maddesinde düzenlenen "suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı
zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi koşulunun aranmayacağı gözetilmeksizin sanık hakkında kamu üzerinde
meydana gelen bozulmaya ilişkin zararı tazmin edemeyeceği biçimindeki yasal
olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun
uygulanmaması,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden,
hükmün 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı
CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), 16.02.2011 günü oybirliğiyle
karar verildi.
T.C.
YARGITAY
7. CEZA DAİRESİ
E. 2010/12041
K. 2011/2181
T. 1.3.2011
• ZİMMET ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde Elektrik Kurumlarına Ait
Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme Suç Olabileceği de
Gözetilerek Davaların Birleştirileceği )
• ZİNCİRLEME SUÇ ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde Elektrik
Kurumlarına Ait Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme Suç
Olabileceği de Gözetilerek Davaların Birleştirilmesi Gereği )
• DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde
Elektrik Kurumlarına Ait Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme
Suç Olabileceği de Gözetilerek Davaların Birleştirilmesi Gereği )
5411/m. 160
5237/m. 43
ÖZET : Zimmet suçundan sanık aynı bankaya ait iki ayrı şubedeki Elektrik
Kurumlarına ait hesaplardan para çekmiş ve her iki şubedeki eylemleri nedeniyle
hakkında aynı mahkemede iki ayrı dava açılmıştır. Sanığın eylemlerinin zincirleme
biçimde zimmet suçunu oluşturabileceği de gözetilerek, her iki dosyanın birleştirilmesi
gerekir.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza
türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
KARAR : 08.02.2008 tarihinde vezneden aldığı paralarla habersizce ayrılıp bir daha
dönmemesi üzerine yapılan inceleme ve soruşturma sonucunda sanığın S... ve Ş...
şubelerinde TEDAŞ, BOTAŞ ve TEİAŞ hesaplarından zimmete konu eylemleri
gerçekleştirdiğinin tespit edilmesi üzerine her iki şubedeki eylemleri nedeniyle aynı
mahkemede iki ayrı dava açılmış ise de,
Yargıtay CGK'nın 20.04.1999 gün ve 1999/61-74 sayılı Kararında belirtildiği gibi aynı
suç işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun
işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre,
mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve
yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenecektir.
Önceki ve sonraki eylemler arasında sübjektif bir bağlantı, aynı suç işleme kararı
bulunduğunu gösterir.
Sanığın 2006-2008 yılları arasında aynı bankanın iki ayrı şubesinde görevli iken
gerçekleştirdiği eylemlerinin en sonuncusu 08.02.2008 tarihli olup, her iki davaya ait
iddianamelerin de bu tarihten sonra düzenlendiği ve böylece dava konusu eylemler
arasında hukuki bir kesintinin de söz konusu bulunmadığı, eylemlerinin zincirleme
biçimde zimmet suçunu oluşturabileceği de gözetilerek, her iki dosyanın birleştirilip
sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden
yazılı şekilde hüküm tesisi,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafiinin ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu
itibarla yerinde görüldüğünden hükmün sair yönleri incelenmeksizin bu sebepten
dolayı 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı
CMUK'nın 321. maddesi uyarınca istem gibi ( BOZULMASINA ), 01.03.2011 günü
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
8. CEZA DAİRESİ
E. 2009/38
K. 2011/1280
T. 16.2.2011
• ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU'NA AYKIRILIK ( Ruhsatsız Yasak Nitelikte 11
Adet Mermi Taşımak Suçundan Açılan Kamu Davasındaki Eylem İle İlgili
Davaya Bakma Görevinin Sulh Ceza Mahkemesine Ait Olduğu )
• GÖREVLİ MAHKEME ( 6136 S. Yasa'ya Aykırılık - Ruhsatsız Yasak Nitelikte 11
Adet Mermi Taşımak Suçundan Açılan Kamu Davasındaki Eylem İle İlgili
Davaya Bakma Görevinin Sulh Ceza Mahkemesine Ait Olduğu )
• RUHSATSIZ YASAK NİTELİKTE MERMİ TAŞIMAK ( Suçundan Açılan Kamu
Davasındaki Eylem İle İlgili Davaya Bakma Görevini Sulh Ceza Mahkemesine
Ait Olduğu )
6136/m.13/4
5235/m.10
ÖZET : Ruhsatsız yasak nitelikte 11 adet mermi taşımak suçundan açılan kamu
davasındaki eylem ile ilgili davaya bakma görevi Sulh Ceza Mahkemesine aittir.
DAVA : Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Sanık hakkında ruhsatsız yasak nitelikte 11 adet mermi taşımak suçundan
açılan kamu davasındaki eylemin 6136 sayılı Yasa'nın 13/4. madde ve fıkrasına
aykırılık oluşturacağı, anılan madde hükmünde öngörülen cezanın üst sınırının 6 ay
hapis olarak belirlendiği ve davaya bakmanın 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece
Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında
Kanun'un 10. maddesi uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin görevi kapsamında
bulunduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, görevsiz Asliye Ceza
Mahkemesinde yargılamaya devamla yazılı biçimde hüküm kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş
olduğundan sair yönleri incelenmeksizin hükmün bu sebepten dolayı sonuçta istem
gibi ( BOZULMASINA ), 16.02.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
8. CEZA DAİRESİ
E. 2008/18844
K. 2010/14089
T. 15.12.2010
• ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU'NA AYKIRILIK ( Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle
Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22. Md.sinde Yapılan Değişiklik
Sonrasında Silahın Fatura Tarihinden İtibaren 60 Gün Süreyle Taşınabilmesine
Olanak Verildiği )
• RUHSATSIZ SİLAH TAŞIMAK ( Yönetmeliğin 22. Md.sinde Yapılan Değişiklik
Sonrasında Silahın Fatura Tarihinden İtibaren 60 Gün Süreyle Taşınabilmesine
Olanak Verildiği )
6136/m.13/1
ÖZET : Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22.
maddesinde yapılan değişiklik sonrasında, silahın fatura tarihinden itibaren 60 gün
süreyle taşınabilmesine olanak verildiği gözetilmelidir.
DAVA : Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Temyizin müsadereye hasredildiği anlaşılmakla suça konu silahın bilinen
değeri itibariyle yapılan incelemede;
21.03.1991 tarihli ve 91/1779 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22. maddesinde yer alan
"silaha ait faturanın 7 gün süreyle yol belgesi yerine geçeceğine" ilişkin hüküm,
29.12.1999 gün ve 1999/13749 sayılı Yönetmelikle değiştirilerek "silaha ait faturanın
silahın menşei belgesi olup, düzenlendiği tarihten itibaren 60 gün süre ile geçerli
olacağı" belirtilerek, silahın fatura tarihinden itibaren 60 gün süreyle taşınabilmesine
olanak verdiği, sanığın da 26.02.1999 tarihli fatura ile satın aldığı silahını 60 günlük
süre dolmadan 22.03.1999 tarihinde taşırken yakalandığının anlaşılması karşısında,
emanetin 1999/1178 sırasında kayıtlı tabanca ve şarjörünün sanığa iadesi yerine
müsaderesine karar verilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş
olduğundan hükmün istem gibi ( BOZULMASINA ), 15.12.2010 gününde oybirliğiyle
karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. CEZA DAİRESİ
E. 2009/9645
K. 2011/1706
T. 15.3.2011
• OLAY YERİNDEKİ AYAKKABI İZİ İLE SANIĞIN EVİNDE ELE GEÇİRİLEN
AYAKKABI İZLERİNİN TUTMASI ( Kamu Malına Zarar Verme ve Resmi Belgeyi
Yok Etmek - Gece Bekçisinin de Sanıkları Teşhis Ettiği/Sanıkların
Mahkumiyetine Karar Verileceği )
• KAMU MALINA ZARAR VERMEK ( Sanıkların Adliye Camını Kırıp Dosyaları
Yaktıklarının İddia Edildiği/Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay
Yerindeki İzin Tuttuğu - Bekçinin Sanıkları Teşhis Ettiği/Sanıkların
Mahkumiyetine Karar Verileceği )
• MALA ZARAR VERMEK ( Nitelikli Hali/Sanıkların Adliye Camını Kırıp Dosyaları
Yaktıklarının İddia Edildiği - Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay
Yerindeki İzin Tuttuğu/Bekçi de Sanıkları Teşhis Ettiğinden Beraat Kararı
Verilemeyeceği )
• ADLİYEDE BULUNAN DAVA DOSYALARINI YAKMAK ( Sanıklardan Birine Ait
Ayakkabının İzi İle Olay Yerindeki İzin Tuttuğu - Bekçinin Sanıkları Teşhis
Ettiği/Sanıkların Resmi Belgeyi Mahkum Etmek Suçundan Mahkumiyetlerine
Karar Verileceği )
• RESMİ BELGEYİ YOK ETMEK ( Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay
Yerindeki İzin Tuttuğu/Bekçinin Sanıkları Teşhis Ettiği - Sanıkların Adliyedeki
Dosyaları Yaktığı İspatlandığından Mahkumiyet Kararı Verileceği )
5237/m.152, 205
ÖZET : Olay yerinde elde edilen ayakkabı izleri ile sanıkların birinin evinde ele geçen
ayakkabının izlerinin uygunluklarına ilişkin ekspertiz raporu, gece bekçisinin sanıkları
tereddütsüz teşhisi üzerine adliye binasının camlarını kırıp dava dosyalarını yakan
sanıkların eylemlerinin kamu malına zarar verme ve resmi belgeyi yok etme suçunu
oluşturur.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Sanık Adem'in evinde yapılan arama sonucunda elde edilen ayakkabının
izleri ile olay yerinden elde edilen ayakkabı izlerinin birbirleriyle klasik ve karakteristik
uygunluklarının bulunduğu ve olay yerindeki ayakkabı izlerinin bu ayakkabıdan
oluşturulduklarını belirten ekspertiz raporu, gece bekçisi olan tanık Recep'in her iki
sanığı tereddütsüz olarak teşhis eden beyanları ve tüm dosya kapsamına göre
sanıkların adliye binasının camlarını kırmak suretiyle kamu malına zarar verme, dava
dosyalarını yakmak suretiyle de resmi belgeyi yok etme suçlarını işledikleri
anlaşıldığından hukuki durumlarının buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden
delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile beraatlerine
karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı ( BOZULMASINA ), 15.03.2011
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. CEZA DAİRESİ
E. 2009/7991
K. 2011/2120
T. 6.4.2011
• TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK ( Yasadışı Gösteride Abdullah
Öcalan'ın Resmini ve Örgütü Simgeleyen Bayrakları Taşıyan Sanıkların
Eyleminin Suçu Oluşturacağı )
• YASADIŞI GÖSTERİDE ABDULLAH ÖCALAN'IN RESMİNİ TAŞIMAK ( Terör
Örgütü Propagandasını Yapmak Suçunun Oluşacağı )
3713/m.7
5237/m.220
ÖZET : Yasadışı gösteride örgütün propagandasına yönelik konuşma yapan,
Abdullah Öcalan'ın resmini ve örgütü simgeleyen bayrakları taşıyan, örgüt lehine
slogan atan sanıkların eylemlerinin silahlı terör örgütünün propagandasını yapma
suçunu oluşturacağı gözetilmelidir.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : 1-Tüm dosya kapsamına göre, 19.03.2006 tarihinde yapılan yasadışı
Nevruz gösterisine katılarak, örgütün propagandasına yönelik konuşma yapan,
Abdullah Öcalan'ın resmini ve örgütü simgeleyen bayrakları taşıyan, terör örgütü
lehine slogan atan sanıkların eylemlerinin 3713 sayılı Kanun'un 7/2. maddesi
kapsamında silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturacağı,
hukuki durumlarının buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, suç vasfında
yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması, kanuna aykırı,
2-Kabul ve uygulamaya göre de;
Sanıklar Edip, Adil, M.Sait, Abdullah, Alaattin, Hasan, Bilgi, Zeynep, Leyla, Endişe
hakkında hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un 562. maddesiyle
değişik CMK'nın 231. maddesindeki "hükmün açıklanmasının geri bırakılması"na
ilişkin düzenleme karşısında; suçun niteliği, hükmolunan cezanın süresi gözetilip
dosyada bulunan adli sicil kayıtları da değerlendirilerek sanıkların hukuki durumunun
yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı ( BOZULMASINA ),
06.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. CEZA DAİRESİ
E. 2010/1160
K. 2011/1408
T. 27.1.2011
• UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMAK ( Sanığın Tekerrüre Esas Alınan
Hapis Cezasının İnfazından Sonra Uyarlama Yargılaması Yapıldığı - Sanığın
Cezasının Önceki Tarihte İnfaz Edilmiş Olacağı ve 5 Yıldan Fazla Süre
Geçtiğinden Tekerrüre Esas Alınamayacağı )
• UYUŞTURUCU MADDE BULUNDURMA ( Sadece Tedavi ve Denetimli
Serbestlik Tedbirine Hükmedilebileceği Gibi Ceza İle Birlikte de
Hükmedilebileceği - Bu Nedenle Uygulanan Seçenek Hakkında Somut ve Yeterli
Gerekçe Gösterileceği )
• TEDAVİ VE DENETİMLİ SERBESTLİK TEDBİRİ ( Uyuşturucu Madde
Bulundurmak - Sadece Tedaviye Hükmedilebileceği Gibi Ceza İle Birlikte de
Hükmedilebileceği/ Bu Nedenle Uygulanan Seçenek Hakkında Somut ve Yeterli
Gerekçe Gösterileceği )
• BELLİ HAKLARI KULLANMAKTAN YOKSUN BIRAKILMA ( Uyuşturucu Madde
Bulundurmak - Tedavi ve Denetimli Serbestlik Tedbiri Uygulanmasına Karar
Verildiğinde Tedbire Uyulursa Cezanın İnfaz Edilmiş Sayılacağı/5237 S.K. Md.
53/1-4'ün Uygulanamayacağı )
5237/m.53, 188, 191
ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklardan birinin, tekerrüre
esas alınan Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen hapis cezasının tarihinde infaz
edilmesinden sonra, aynı mahkeme tarafından yapılan uyarlama yargılaması
sonunda cezalandırılmasına ilişkin uyarlama hükmü kurulduğu; bu duruma göre
sanığın belirtilen cezasının infaz edilmiş olacağı ve bu tarihten itibaren 5 yıldan fazla
sürenin geçmiş olması nedeniyle tekerrür oluşturmadığı dikkate alınmalıdır.
Uyuşturucu madde bulundurma suçunda, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan yasa
uyarınca uyuşturucu madde kullanmış sanıklar hakkında, cezaya hükmedilmeden
sadece tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine hükmedilebileceği gibi ceza ile birlikte
tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan,
sanıklar hakkında uygulanan seçeneğin nedenleri tartışılıp, uygun, somut, yeterli
gerekçesi gösterilmelidir.
Sanıklara tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verildiğinde,
tedbire uyulması halinde ceza infaz edilmiş sayılacağından özel bir erteleme
niteliğinde olan bu durumda 5237 sayılı TCK Md. 53/1 - 4 fıkralarının
uygulanmayacağı gözetilmelidir.
DAVA : Uyuşturucu madde ticareti yapma ve kullanmak için uyuşturucu madde
bulundurma suçlarından sanık Mustafa Ko..., uyuşturucu madde ticareti yapma
suçundan sanıklar Tarık ve Turan ile kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
suçundan sanıklar Erhan, Mustafa Ka..., İlkay ve Selim hakkında ( Ankara Onuncu
Ağır Ceza Mahkemesi )'nce yapılan yargılama sonucu, 10.09.2009 tarihinde 2009/99
esas ve 2009/215 karar sayı ile kurulan mahkumiyet hükümlerinin, sanıkların
müdafileri ile sanık Turan tarafından temyiz edilmesi üzerine, dava dosyasının
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca onama ve bozma isteğini içeren tebliğname
ekinde 19.01.2010 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Dosya incelendi. Gereği
görüşülüp düşünüldü:
KARAR : A )Sanık Mustafa Ko... hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma
suçundan kurulan hükmün incelenmesi:
Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve
karardaki gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
TCK'nın 53. maddesinin ( 1 ) numaralı fıkrası uygulanırken, sanığın bu hakları
kullanmaktan yoksunluğunun; ( 3 ) numaralı fıkra gereğince kendi altsoyu üzerindeki
velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmesine kadar, ( 2 )
numaralı fıkra gereğince ise diğer haklar ve yetkiler yönünden hapis cezasının infazı
tamamlanıncaya kadar süreceğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş
olduğundan, hükmün CMUK'nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA; ancak, bu
durumun yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanun'un 322. maddesi uyarınca
düzeltilmesi mümkün bulunduğundan; TCK'nın 53. maddesinin uygulanması ile ilgili
bölümün hüküm fıkrasından çıkarılması ve yerine "Sanık hakkında 5237 sayılı
TCK'nın 53. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile 3. fıkrasının birinci cümlesinin
uygulanmasına" ibaresinin yazılması suretiyle, hükmün DÜZELTİLEREK
ONANMASINA,
B )Sanıklar Tarık ve Turan hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan
kurulan hükümlerin incelenmesi:
Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve
karardaki gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
1-Sanık Turan'ın tekerrüre esas alınan Ankara Altıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nce
11.12.1991 tarihinde 1991/148 esas ve 179 karar sayı ile 765 sayılı TCK'nın 497/1 ve
59. maddeleri uyarınca verilen 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasının 02.04.2004 tarihinde
infaz edilmesinden sonra, aynı mahkeme tarafından yapılan uyarlama yargılaması
sonunda 14.11.2005 tarihinde 2005/501-374 sayı ile sanığın 5237 sayılı TCK'nın
149/1-a,-2 ve 62. maddeleri gereğince 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
ilişkin uyarlama hükmü kurulduğu; bu duruma göre sanığın belirtilen cezasının
02.02.2000 tarihinde infaz edilmiş olacağı ve bu tarihten itibaren 5 yıldan fazla
sürenin geçmiş olması nedeniyle tekerrür oluşturmadığı dikkate alınarak; sanığın
diğer hükümlülüklerinin tekerrür oluşturup oluşturmadığının tartışılması gerektiğinin
gözetilmemesi,
2-Sanık Tarık hakkında, Ankara Onsekizinci Asliye Ceza Mahkemesi'nce 24.05.2007
tarihinde 2005/1096 esas ve 2007/472 karar sayı ile üç ayrı hırsızlık suçundan verilen
4'er ay hapis cezasının 12 ay olarak içtima ettirildiği gözetilmeden; bu üç suçtan
TCK'nın 58/7. ve 5275 sayılı Kanun'un 108/2. maddesine dayanak oluşturacak biri
yerine tamamının tekerrüre esas alınması,
3-TCK'nın 53. maddesinin ( 1 ) numaralı fıkrası uygulanırken, sanıkların bu hakları
kullanmaktan yoksunluğunun; ( 3 ) numaralı fıkra gereğince kendi altsoyu üzerindeki
velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmesine kadar, ( 2 )
numaralı fıkra gereğince ise diğer haklar ve yetkiler yönünden ise hapis cezasının
infazı tamamlanıncaya kadar süreceğinin gözetilmemesi,
Yasaya aykırı, sanıkların müdafileri ile sanık Turan'ın temyiz itirazları bu nedenle
yerinde olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA,
C ) Sanıklar Erhan, Mustafa Ka... ve Mustafa Ko... hakkında kullanmak için
uyuşturucu madde bulundurma suçundan kurulan hükümlerin incelenmesi:
Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve
karardaki gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
1-Hüküm tarihinde yürürlükte olan 5560 sayılı Kanun'la değişik 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 191. maddesinde, uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar hakkında,
birinci fıkraya göre cezaya hükmedilmeden ikinci fıkra gereğince sadece tedaviye ve
denetimli serbestlik tedbirine karar verilebileceği gibi altıncı fıkranın yollaması
uyarınca birinci fıkradaki ceza ile birlikte ikinci fıkradaki tedaviye ve denetimli
serbestlik tedbirine de hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan; uyuşturucu madde
kullanmış olan sanıklar hakkında, belirtilen iki seçenekten biri uygulanırken nedenleri
tartışılıp, dosya kapsamına uygun, yasal, yeterli ve somut gerekçesi gösterilmeden,
hapis cezası ile birlikte tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri seçeneğinin
uygulanması,
2-Kabule göre; sanıklar hakkında sonuç olarak 10'ar ay hapis cezasına, ayrıca tedavi
ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına hükmolunduğu, 5237 sayılı TCK'nın
191. maddesinin yedinci fıkrasına göre sanıkların tedavi ve denetimli serbestlik
tedbirine uyması durumunda hapis cezalarının infaz edilmiş sayılacağı ve bu
durumun "özel bir erteleme" niteliğinde olduğu, TCK'nın 53. maddesinin dördüncü
fıkrasında kısa süreli hapis cezası ertelenmiş olan kişiler hakkında aynı maddenin
birinci fıkrasının uygulanmayacağının öngörüldüğü gözetilmeden; sanıklar hakkında
TCK'nın 53. maddesinin birinci fıkrasının uygulanması,
Yasaya aykırı, sanıkların müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde
olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA,
D ) Sanıklar İlkay ve Selim hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
suçundan kurulan hükümlerin incelenmesi:
1-Sanıklarda herhangi bir uyuşturucu veya uyarıcı maddenin ele geçirilemediği, bu
maddeleri kullandıklarının tıbbi ve teknik yöntemlerle de belirlenmediği,
savunmalarının aksine, atılı suçu işlediklerine ilişkin kuşku sınırlarını aşan kesin ve
yeterli delil bulunmadığı gözetilmeden, sanıklar hakkında beraat yerine mahkumiyet
hükmü kurulması,
2-Kabule göre;
a )Hüküm tarihinde yürürlükte olan 5560 sayılı Kanun'la değişik 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu'nun 191. maddesinde, uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar
hakkında, birinci fıkraya göre cezaya hükmedilmeden ikinci fıkra gereğince sadece
tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine karar verilebileceği gibi altıncı fıkranın
yollaması uyarınca birinci fıkradaki ceza ile birlikte ikinci fıkradaki tedaviye ve
denetimli serbestlik tedbirine de hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan;
uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar hakkında, belirtilen iki seçenekten biri
uygulanırken nedenleri tartışılıp, dosya kapsamına uygun, yasal, yeterli ve somut
gerekçesi gösterilmeden, hapis cezası ile birlikte tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri
seçeneğinin uygulanması,
b )Sanıklar hakkında sonuç olarak 10'ar ay hapis cezasına, ayrıca tedavi ve denetimli
serbestlik tedbiri uygulanmasına hükmolunduğu, 5237 sayılı TCK'nın 191.
maddesinin yedinci fıkrasına göre sanıkların tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine
uyması durumunda hapis cezalarının infaz edilmiş sayılacağı ve bu durumun "özel bir
erteleme" niteliğinde olduğu, TCK'nın 53. maddesinin dördüncü fıkrasında kısa süreli
hapis cezası ertelenmiş olan kişiler hakkında aynı maddenin birinci fıkrasının
uygulanmayacağının öngörüldüğü gözetilmeden; sanıklar hakkında TCK'nın 53.
maddesinin birinci fıkrasının uygulanması,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanıkların müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde
olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, 27.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
YARGITAY
10. CEZA DAİRESİ
E. 2010/49866
K. 2011/2807
T. 10.3.2011
• UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMAK ( Telefon Konuşmalarının Hangi
Tarihte Kiminle Yapıldığının Belirtileceği )
• DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ ( Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak - Telefon
Konuşmalarının Hangi Tarihte Kiminle Yapıldığının Belirtileceği )
• TELEFON KONUŞMALARININ DELİL OLARAK KULLANILMASI ( Uyuşturucu
Madde Ticareti Yapmak - Telefon Konuşmalarının Hangi Tarihte Kiminle
Yapıldığının Belirtileceği )
5237/m. 188
5271/m. 230
ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçunda; sanıklar hakkındaki suçun
sübutuna ilişkin delillerin somut ve açık olarak gösterilmesi, telefon konuşmalarının
hangi tarihte ve kiminle yapıldığı ve içeriklerinin belirtilmesi, tüm deliller ayrı ayrı
tartışılarak sonucuna göre sanıkların hukuksal durumlarının belirlenmesi gerekir.
DAVA : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklar Nusret, Hüseyin,
Adnan, Sabri, Florijan, Elban, Tayip ve Çetin hakkında ( İstanbul Onikinci Ağır Ceza
Mahkemesi )'nce yapılan yargılama sonucu verilen 11.12.2009 tarih ve 2008/149
esas, 2009/275 karar sayılı mahkumiyet hükümlerinin sanıkların müdafileri ile
sanıklar Adnan, Çetin, Tayip ve Nusret tarafından temyiz edildiği ve sanıkların
müdafileri incelemenin duruşmalı olarak yapılmasını istedikleri, dava dosyasının
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının onama isteyen tebliğnamesi ile 09.11.2010
tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Usulüne uygun davetiye tebliğ edilmesine
rağmen sanıklar Nusret, Adnan ve Hüseyin müdafilerinin gelmediği ve mazeret de
bildirmediklerinden, dosya bu sanıklar yönünden duruşmasız, diğer sanıklar
yönünden duruşmalı olarak incelendi.
Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : A- Sanıklar Hüseyin, Sabri ve Florijan hakkında kurulan hükümlerin
incelenmesi:
Yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı; delillerin gerekçeli
kararda gösterilip tartışıldığı; eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin
saptandığı; vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin
verilere dayandırıldığı; eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde
belirlendiği anlaşıldığından, sanıkların müdafilerinin temyiz itirazları ile sanıklar Sabri
ve Florijan müdafilerinin duruşmadaki sözlü savunmalarının reddiyle, hükümlerin
istem gibi ONANMASINA,
B- Sanıklar Nusret, Adnan, Elban, Tayip ve Çetin hakkında kurulan hükmün
incelenmesi:
CMK'nın 230. maddesi uyarınca; sanıklar hakkındaki suçun sübutuna ilişkin delillerin
somut ve açık olarak gösterilmesi, telefon konuşmalarının hangi tarihte ve kiminle
yapıldığı ve içeriklerinin belirtilmesi, tüm deliller ayrı ayrı tartışılarak sonucuna göre
sanıkların hukuksal durumunun belirlenmesi gerekirken, yetersiz gerekçe ile yazılı
biçimde hüküm kurulması,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanıkların müdafileri ile sanıklar Adnan, Nusret, Çetin ve
Tayip'in temyiz itirazları ile sanıklar Elban, Tayip ve Çetin müdafilerinin duruşmadaki
sözlü savunmaları bu nedenle yerinde görüldüğünden, diğer yönleri incelenmeksizin,
hükümlerin isteme aykırı olarak BOZULMASINA; 10.03.2011 tarihinde karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2010/13044
K. 2010/13264
T. 24.11.2010
• DOLANDIRICILIK ( Sanığın Kendisini Cezaevi Doktoru Olarak Tanıtarak
Kefalet Parası Adı Altında İstediği Parayı Alması Eyleminde Kişinin İçinde
Bulunduğu Tehlikeli veya Zor Şartlardan Yararlanmasının Söz Konusu
Olmadığı - Basit Dolandırıcılık Suçundan Mahkumiyet Kararı Verilmesi
Gerektiği )
• KİŞİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU TEHLİKELİ VEYA ZOR ŞARTLARDAN
YARARLANMA ( Sanığın Kendisini Cezaevi Doktoru Olarak Tanıtarak Kefalet
Parası Adı Altında İstediği Parayı Alması Eyleminde Söz Konusu Olmadığı Basit Dolandırıcılık Suçundan Mahkumiyet Kararı Verilmesi Gerektiği )
5237/m.157, 158/1
ÖZET : Sanığın kendisini cezaevi doktoru olarak tanıtarak, katılanın tansiyon hastası
olan ve tutuklu bulunan babasının hastaneye sevk edileceğini ve oradan kefaletle
serbest bırakılacağını söyleyip kefalet parası adı altında istediği parayı alması
eyleminde; kişinin içinde bulunduğu tehlikeli veya zor şartlardan yararlanma söz
konusu olmayıp, basit dolandırıcılık suçundan mahkumiyet kararı verilmesi ve suçun
işleniş biçimi ile kastın yoğunluğu gibi nedenlerle cezanın alt sınırın üzerinde tayin
edilmesi gerekir.
DAVA VE KARAR : Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere,
mahkemenin soruşturma neticelerine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine,
incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
TCK'nın 158/1-b maddesindeki nitelikli dolandırıcılık suçunun gerçekleşebilmesi için
sanığın, mağdurun içinde bulunduğu tehlikeli ve zor şartlardan yararlanmak suretiyle
haksız bir yarar elde etmesinin gerekeceği yapılan hileli hareketlerle mağdurun bu
durumda olduğuna inandırılması hali ile sanığın kendisini cezaevi doktoru olarak
tanıtmasının kamu kurumu olan cezaevinin aracı olarak kullanılmasını
gerektirmediğinden eylemin TCK'nın 158. maddesinin 1. fıkrasının ( b ) ve ( d )
bentleri kapsamına girmeyeceği cihetle, somut olayda gerçekte böyle bir şey
olmadığı halde katılan Gülçin'i ev telefonundan arayan ve kendisini B... Kapalı
Cezaevinde görev yapan "Doktor Gökhan" olarak tanıtan bir şahsın o tarihte aynı
cezaevinde tutuklu bulunan katılanın babası N. Şemsettin'in cezaevinde
rahatsızlandığını, hastaneye sevkedileceğini ve daha sonra da mahkemece kefalet
ile serbest bırakılacağını, ancak kefalet parası olarak 30.000 TL'nin acilen verilmesi
gerektiğini söylediği, tansiyon hastası olan babasının cezaevi şartlarında sağlık
sorunları yaşaması ihtimali karşısında hiç tereddüt etmeden istenen parayı vermeyi
kabul ederek kararlaştırdıkları şekilde yaklaşık 2 saat sonra M... Kaymakamlığı
hizmet binası önünde 18-19 yaşlarında bir gencin orada beklemekte olan katılanın
yanına gelerek kendisini Gökhan'ın gönderdiğini söyleyip 30.000 TL'yi teslim alarak
kayıplara karışması şeklinde oluşan eylemde kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum
veya zor şartlardan yararlanılması söz konusu olmayıp TCK'nın 157. maddesinde
düzenlenen basit dolandırıcılık suçundan mahkumiyetine karar verilmesi ve suçun
işleniş biçimi, kastın yoğunluğu, elde edilen haksız menfaatin miktarı gözetilerek
cezanın alt sınırın üzerinde tayini gerekirken, suçun nitelendirilmesinde hata sonucu
yazılı şekilde ceza tayini,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi
gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca (
BOZULMASINA ), 24.11.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2009/13495
K. 2010/13643
T. 29.11.2010
• İDARİ PARA CEZASINA İTİRAZ ( Temyiz Yasa Yoluna Tabi Kararlardan Olan
Hüküm Niteliğindeki Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası Uyarınca Verilen
Kararları Kapsamadığından Bu Tür Görevsizlik Kararları İtiraz Yasa Yoluna Tabi
Olduğu )
• GÖREVSİZLİK KARARI ( İdari Para Cezasına İtiraz - Temyiz Yasa Yoluna Tabi
Kararlardan Olan Hüküm Niteliğindeki Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası
Uyarınca Verilen Kararları Kapsamadığından İtiraz Yasa Yoluna Tabi Olduğu )
• YASA YOLU ( Temyiz Yasa Yoluna Tabi Kararlardan Olan Hüküm Niteliğindeki
Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası Uyarınca Verilen Kararları
Kapsamadığından Bu Tür Görevsizlik Kararları İtiraz Yasa Yoluna Tabi Olduğu )
5271/m.223
1412/m.305
5326/m.28, 29
ÖZET : Temyiz yasa yoluna tabi kararlardan olan hüküm niteliğindeki görevsizlik
kararı, Kabahatler Yasası uyarınca verilen kararları kapsamadığından bu tür
görevsizlik kararları itiraz yasa yoluna tabidir.
DAVA VE KARAR : Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 23.03.2010 gün ve
33/58 sayılı kararında açıklandığı üzere 5326 sayılı Yasa'da kabahatler yönünden
hangi hallerde 5271 sayılı CMK hükümlerinin uygulanacağı açıkça belirtilmiş ve usul
hukukuna ilişkin hükümler bakımından 5271 sayılı CMK ile herhangi bir irtibat
kurulmasına ilişkin genel bir hükme yer verilmemiştir. 5320 sayılı Yasa'nın 8.
maddesi uyarınca halen uygulanma zorunluluğu bulunan 1412 sayılı Yasa'nın 305.
maddesi uyarınca ceza mahkemesince verilen hükümler temyiz yasa yoluna tabidir.
Hükümler ise, 5271 sayılı Yasa'nın 223. maddesinde; Beraat, Ceza verilmesine yer
olmadığı, Mahkumiyet, Güvenlik tedbirine hükmedilmesi, Davanın reddi, Davanın
düşmesi, Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı, şeklinde
belirtilmiştir. 5271 sayılı CMK'nın 223/10. maddesi uyarınca hüküm niteliğinde sayılan
görevsizlik kararı 5271 sayılı CMK'da tanımlanan ve bu Yasa'daki yöntem
uygulanarak verilen kararları kapsamakta olup, Kabahatler Yasası uyarınca verilen
kararlar kural olarak bu kapsamda değerlendirilemez.
SONUÇ : Bu nedenlerle idari yaptırım kararı üzerine yapılan başvuru sonucunda
başvuru konusu idari yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek
kararlardan olmadığından bahisle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 28/1-b
maddesi uyarınca başvurunun reddi veya bu anlama gelen görevsizlik kararları aynı
Yasa'nın 29. maddesi uyarınca itiraz yasa yoluna tabi olup temyizi mümkün
bulunmadığından, itiraz eden vekilinin vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8/1.
maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi
uyarınca REDDİNE, itiraz eden vekilinin başvurusu itiraz dilekçesi olarak
değerlendirilip merciince gereğinin yapılması için dosyanın incelenmeksizin mahalline
iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.11.2010
gününde oybirliği ile karar verildi.
Download