1 tc yargıtay ceza genel kurulu e. 2010/11-236 k. 2010

advertisement
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2010/11-236
K. 2010/254
T. 7.12.2010
• SİGORTA BEDELİNİ ALMAK AMACIYLA DOLANDIRICILIK ( Suçun 01.06.2005
Tarihinden Önce İşlendiği/Sanık Hakkında Doğrudan Para Cezasına Hükmedildiği İnfaz Aşamasında Cezanın Ödenmediği/Hapse Çevirme İşleminde 5275 S.K. Md. 106'nın
Uygulanacağı )
• DOLANDIRICILIK ( Suçun 01.06.2005 Tarihinden Önce İşlendiği/Doğrudan Para
Cezasına Hükmedildiği - İnfaz Aşamasında Ödenmediği/Hangi Miktar Üzerinden Paraya
Çevrildiyse Aynı Miktar Üzerinden Hapse Çevirme İşlemi Yapılacağı )
• BİR HAZİRAN 2005'TEN ÖNCE İŞLENMİŞ SUÇ ( Dolandırıcılık Nedeniyle Sanık
Hakkında Doğrudan Para Cezasına Hükmedildiği - İnfaz Aşamasında Ödenmediği/Hapse
Çevirme İşleminde 5275 S.K. Md. 106'nın Uygulanacağı )
• DOĞRUDAN VERİLEN ADLİ PARA CEZASININ İNFAZ AŞAMASINDA
ÖDENMEMESİ ( Dolandırıcılık Suçunun 01.06.2005 Tarihinden Önce İşlendiği - Hangi
Miktar Üzerinden Paraya Çevrildiyse Aynı Miktar Üzerinden Hapse Çevirme İşlemi
Yapılacağı )
5237/m.52, 158
5275/m.106
ÖZET : Hükümlü hakkında, işlediği “sigorta bedelini almak amacıyla dolandırıcılık” suçu
nedeniyle 5237 sayılı TCY hükümleri lehe kabul edilerek verilen hükümle ilgili olarak;
uyuşmazlık, 01.06.2005 tarihinden önce işlenmiş olan suçlara ilişkin olarak kurulan
hükümlerde, doğrudan belirlenmiş gün para cezasının infaz aşamasında ödenmemesi
halinde hangi miktar üzerinden hapse çevrilmesi gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir.
Suç tarihi ister 01 Haziran 2005 tarihinden önce, isterse sonra olsun, doğrudan verilmiş olan
adli para cezalarının ödenmemesi üzerine yapılması gereken hapse çevirme işleminin, bu
madde ile kurulması amaçlanan sistemin ayrılmaz bir parçası olan 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Adli Para Cezasının İnfazı" başlıklı 106.
maddesi uyarınca yapılması zorunludur. Hangi miktar üzerinden paraya çevirme işlemi
yapılmış ise aynı miktar üzerinden hapse çevirme işlemi yapılması gerekir.
DAVA : Hükümlü S. S.’nın, sigorta bedelini almak amacıyla dolandırıcılık suçundan 5237
sayılı TCY’nın 158/1-k, 52/2 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 25.000 YTL adli
para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Bolu Ağır Ceza Mahkemesince 05.07.2005 gün ve
1
177-190 sayı ile verilen hüküm, Yargıtay 11. Ceza Dairesince 08.04.2008 gün ve 1367-2691
sayı ile onanarak kesinleşmiştir.
İnfaz sırasında “ödenmeyen adli para cezasının hangi miktar üzerinden hapse çevrileceği”
konusunda duraksama yaşanması ve mahkemeden bu hususla ilgili karar istenmesi üzerine,
Bolu Ağır Ceza Mahkemesince 23.01.2009 gün ve 2009/70 müteferrik sayı ile;
“... İncelenen dosya kapsamına göre; hükümlü S. S.’nın 02.11.2004 tarih ve öncesi
gerçekleştirdiği nitelikli dolandırıcılık eylemi nedeniyle mahkememizin 05.07.2005 tarihli
kararı ile daha lehine sonuç doğuran 5237 sayılı TCK’nun 158/1-k, 62 ve 52/2. maddeleri
uyarınca iki yıl altı ay hapis ve 25.000,00 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar
verilip, bu karar Yargıtay 11. Ceza Dairesince 08.04.2008 tarih 1367-2691 sayı ile onararak
kesinleşmiştir. Kartal C. Başsavcılığınca hükümlü hakkında 5237 sayılı TCK’nun 52/2.
maddesi uyarınca gün hesabına göre belirlenmiş adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle
hangi miktara göre hapse çevrileceğinin tespiti istenilmektedir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun diğer
hükümlerinden farklı olarak 01 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren geçici 1. maddesinde ‘…
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adli para cezasının
ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün 100 TL hesabı ile hapsedilirler…’ düzenlemesi
yapılmıştır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun geçici 1. maddesinin
amacının 5237 sayılı TCK’nun 5. maddesi ile getirilen ‘bu kanunun genel hükümleri özel
ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında uygulanır’ yolundaki emredici
düzenleme nedeniyle 5237 sayılı TCK'nun dışındaki ceza hükmü içeren kanunlara göre
hükmedilmiş adli para cezalarının, özel ceza hükmü içeren yasaların 5237 sayılı TCK’nun
genel hükümlerine uyumlu hale getirilmesine kadar ortaya çıkan kargaşayı önlemektir.
Dikkat edileceği üzere 01 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenen suçlarda da özel ceza
yasalarında hükmedilen gün hesabına göre belirlenmemiş adli para cezaları yönünden de
hapse çevirme işlemi 5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddesi gereğince günlüğü 100 TL
üzerinden yapılacaktır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik tedbirleri Hakkındaki Kanunun geçici 1. maddesi doğal olarak
5237 sayılı TCK’na uyumu amaçladığından, ‘… 5237 sayılı TCK’nu dışındaki …’ ibaresiyle
5237 sayılı TCK’nun hükümlerine göre belirlenecek adli para cezalarının hapse
çevrilmesinde 5237 sayılı TCK ayrık tutulmuştur.
Ancak; 5237 sayılı TCK’nun 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle bu
tarihten önce işlenen suçlarda sanık lehine değerlendirme yapılması zaruri olduğundan 5275
sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde ‘… 5237 sayılı TCK dışındaki diğer kanunlarda yer alan
adli para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün 100 TL hesabı ile
hapsedilirler…’ hükmüyle getirilmiş istisnanın 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen ve
5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca gün hesabına göre belirlenmiş adli para cezaları
yönünden uygulanması mümkün olmadığı, aksi düşüncenin ceza yargılaması sırasında lehe
yasa olarak tespit edilen 5237 sayılı TCK’nun infaz aşamasında hükümlünün aleyhine sonuç
doğuracağı, bunun da yasa tarafından amaçlanmadığını düşünüyoruz.
2
Öte yandan, 01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suç nedeniyle mahkememizce 5237
sayılı TCK’nun lehe olduğu tespit edilerek hürriyeti bağlayıcı ceza gün hesabı ile adli para
cezasına hükmedilmiştir.
İnfaz aşamasında hürriyeti bağlayıcı ceza ve ödenmemesi halinde adli para cezasının hapse
çevrilmesinden sonra şartla tahliye hükümlerinin 2148 sayılı Yasa ile değişik ek 2.
maddesinin uygulanabilmesi nedeniyle 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanunun
daha lehe olduğu her türlü tartışmadan uzaktır.
01 Haziran 2005 tarihinden önce işlenmiş suç yönünden lehe yasa olarak belirlenen 5237
sayılı TCK’na göre verilen cezadan sonra yapılacak infaz işlemleri sırasında tayin edilmiş
adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapse çevirme işlemi tamamıyla infaza ilişkin
olup, maddi ceza hukuku olan 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca gün olarak
belirlenmiş para cezasının ödenmemesi üzerine hapse çevirmede temel alınan bir gün
karşılığı adli para cezası miktarının ayrı bir değerlendirme olan infazda esas alınması
mümkün değildir.
Olayımızda infazda 647 sayılı Yasanın daha lehe sonuç doğurduğu sabit olmakla
hükümlünün 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca belirlenmiş adli para cezasının
ödenmemesi nedeniyle 647 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca günlüğü 100 TL’den hapse
çevrilerek ve koşulları oluştuğu takdirde 647 sayılı Kanunun 19. maddesi uygulanarak
infazın yapılması gerekmektedir.
Aksi görüşe dayanak yapılan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.06.2007 tarih ve 113-127
sayılı içtihadındaki ‘… Hapis cezasının paraya çevrilmesinden sonra, adli para cezasının
ödenmemesi nedeniyle hapsin infazına’ karar verilmesi işlemi, 50. maddedeki sistem
açısından bakıldığında sırf bir infaz işlemi sayılamaz, burada maddi cezanın belirlenmesi
işlemi devam etmektedir. Zaten bu yüzden de, infaz işlemlerinin infaz yasalarında
düzenlemesi için özel bir gayret gösterilen yeni sistemde dahi, bu işleme ilişkin hususlar
Türk Ceza Yasası içerisine dercedilmiştir.
Oysa 52. maddeye göre verilen para cezalarının ödenmemesi halinde yapılacak işlem tam
anlamıyla bir infaz işlemidir, bu nedenle de buna ilişkin hususların tamamı İnfaz Yasasında
düzenlenmiştir.
647 sayılı Yasaya göre ödenmeyen para cezasını hapse çevirme işlemi de tam anlamıyla bir
infaz işlemidir.
50. maddeye göre yapılan işlemlerde, 50. maddenin 6. fıkrasına göre ‘hapsin infazına karar
verildiği durumlarda ise, bu aşamadan sonraki işlemler tam olarak infaz işlemi sayılabilir. O
yüzden, infaz aşamasında hangi yasanın daha lehe olduğuna bu aşamadan sonra
bakılmalıdır…’ ibarelerinden de anlaşılacağı üzere 5237 sayılı TCK’nun 50. maddesi uyarınca
tespit edilen ödenmeyen adli para cezası yönünden para cezasını hapse çevirme işleminin
5237 sayılı TCK’nun 50. maddesi gereğince yapılması gerekirken, 01 Haziran 2005 tarihinden
önce işlenen suçlar yönünden 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesi uyarınca belirlenmiş adli
para cezalarının hapse çevrilme işlemi Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 06.06.2006 tarih ve 273511448 sayılı ilamında da belirtildiği üzere, doğrudan infazla alakalı olduğundan en lehe
olacak şekilde günlüğü 100.00 TL’den hapse çevirme işleminin yapılması gerekmektedir”
gerekçesine dayalı olarak, “mahkemenin 05.07.2005 tarih ve 177-190 karar sayılı dosyasında;
3
hükümlü S. S. hakkında 5237 sayılı TCK’nun 52/2. maddesine dayanak olarak günlüğü 30.00
TL’den belirlenmiş toplam 25.000.00 YTL adli para cezasının hapse çevirme işleminin 647
sayılı Yasa hükümlerine göre günlüğü 100.00 TL’den yapılmasına...”;
Dair verilen bu karara Cumhuriyet savcısı tarafından itiraz edilmesi üzerine ise; Düzce Ağır
Ceza Mahkemesince 24.02.2009 gün ve 2009/190 değişik iş sayı ile; “…itirazın reddine...”
karar verilmiştir.
Bunun üzerine; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 27.01.2010 gün ve 4471
sayılı yazısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15.02.2010 gün ve 23318 sayılı
ihbarnamesiyle;
“... Dosya kapsamına göre, benzer bir olay sebebiyle verilen Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
14.04.2008 tarihli ve 2008/5462-6055 sayılı ilamında da belirtildiği üzere, 5252 sayılı Türk
Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 5/3 ve 5275 sayılı Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1. maddelerinde öngörülen, adli
para cezasının ödenmemesi nedeniyle hapse çevrilmesinde bir gün karşılığı olarak 100 Türk
lirasının esas alınacağına ilişkin hükmün, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun dışındaki diğer
kanunlarda yer alan adli para cezalarının ödenmemesi durumunda geçerli olduğu, nitekim
5275 sayılı Kanunun 106/3. maddesinde, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli
süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma
karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir’ hükmünün yer aldığı cihetle, 5237 sayılı Kanun
uyarınca verilen ya da diğer kanunlara göre verilip de, adli para cezasının gün karşılığı
olarak miktarı belirtilen ilamlarda, mahkemece bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar
ne kadar ise, aynı miktar üzerinden ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesi
gerektiği gözetilmeden itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet
görülmemiştir...”
Şeklindeki açıklamaya dayalı olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulmuş;
Yargıtay 11. Ceza Dairesince de 01.10.2010 gün ve 2310-10513 sayı ile;
“... Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 05.06.2007 gün ve 2007/113 esas, 2007/127 sayılı
kararında da açıklandığı üzere; 01.06.2005 tarihinden önce; hürriyeti bağlayıcı cezadan
paraya çevirme işlemleri 647 sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapılmakta, bu şekilde
hükmedilen para cezasının ödenmemesi halinde ise tekrar hapse çevirme işlemleri 647 sayılı
Yasanın 5. maddesi uyarınca gerçekleştirilmektedir.
647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında; ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine
belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararıyla bir gün
üçmilyon lira sayılmak üzere hapsedilir. Artıklar nazara alınmaz. Ancak, üçmilyon liradan
aşağı hükmolunan para cezaları bir gün hapse çevrilir. Haklarında Türk Ceza Kanununun 54
ve 55 inci maddeleri ile 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesi uygulanmak suretiyle hüküm giyenlerin para
cezaları kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezadan çevrilmiş olsa bile hapse çevrilemez. Bu
takdirde maddenin son fıkrası hükümleri uygulanır’.
Anılan maddenin 8. fıkrasında; ‘Para cezasının hapse çevrileceği mahkeme ilamında yazılı
olmasa bile yukarıdaki hüküm Cumhuriyet Savcılığınca uygulanır’.
4
Aynı maddenin 10. fıkrasında ise; ‘Hükümlü, mahpus kaldığı, her gün için yedinci, fıkra
uyarınca üçmilyon lira indirildikten sonra kalan parayı öderse hapisten çıkarılır’ biçimindeki
hükümler yer almakta olup, 647 sayılı Yasadaki düzenlemeye göre; paradan çevrilen hapis
cezası, mahiyeti itibarıyla ‘tazyik hapsi’ olup, bir başka deyişle, amacın para cezasını tekrar
hapse çevirmek değil, para cezasının tahsil edilebilmesi için hükümlüyü zorlamak olarak
ortaya çıkmakta ve bu işlemi Cumhuriyet savcısı yapmaktadır. Hükümlünün, kalan para
cezasını ödemesi halinde ise hapisten çıkartılması gerekmektedir. Bu uygulamada, koşullu
salıverme hükümlerinin uygulanmasına bir engel bulunmamakta, bu uygulama açısından,
para cezasının; hapisten çevrilmiş para cezası olması ile doğrudan verilmiş para cezası
olması arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Para cezası, hapse çevrilse de sonuçları
açısından asıl ceza, para cezası olarak kalmaktadır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yasaların oluşturduğu sistemde ise para cezaları ile
ilgili olarak önceki sistem terk edilerek, bu konuda yeni bir sistem oluşturulmuştur.
Ancak bu yapılırken; 5237 sayılı Yasa dışındaki yasalarda yer alan para cezalarının tamamı
sisteme uygun olarak değiştirilemediği için, başlangıçta ikili bir ayrım yapılmak suretiyle,
5237 sayılı Yasada düzenlenen para cezaları ve 5237 sayılı Yasa dışındaki yasalarda
düzenlenen para cezaları için farklı uygulamalar kabul edilmiştir.
5237 sayılı Yasaya göre para cezası verilmesi halinde; Yasanın 50. veya 52. maddelerinden
biri ile uygulama yapılması zorunlu bulunmaktadır.
50. maddenin 1. fıkrasının ( a ) bendinde; kısa süreli hapis cezaları yerine uygulanacak
tedbirlerden bir tanesi olarak adli para cezasına çevirme usulü düzenlenmiş olup, bu hükme
göre; kısa süreli hapis cezası ‘…suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna,
yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre; adlî para
cezasına…’ çevrilebilecek; bu durumda hesaplama, 52. maddeye göre yapılacak ve hapis
cezasının her tam günü için 20 TL ile 100 TL arasında bir miktar belirlendikten sonra, bu
miktar gün sayısı ile çarpılmak suretiyle sonuç adli para cezası tespit edilecektir.
Belirtilen şekilde tespit edilen adli para cezalarının ödenmemesi halinde nasıl davranılması
gerektiği de aynı maddenin 6. fıkrasında; ‘Hüküm kesinleştikten sonra Cumhuriyet
savcılığınca yapılan tebligata rağmen otuz gün içinde seçenek yaptırımın gereklerinin yerine
getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi halinde, hükmü veren
mahkeme kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen infazına karar verir ve bu karar
derhal infaz edilir. Bu durumda, beşinci fıkra hükmü uygulanmaz’ biçimindeki hüküm ile
belirlenmiştir. Fıkranın son cümlesinde uygulanmayacağı belirtilen 5. fıkra ise; ‘Uygulamada
asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir’
şeklindeki düzenlemeyi içermektedir.
Yine; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinde,
50. madde gereğince yapılacak uygulamayı ilgilendiren bölümler yer almakta olup, 106.
maddenin 9. fıkrasında; ‘Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin birinci fıkrasının ( a )
bendi saklı kalmak üzere, adlî para cezasından çevrilen hapsin infazı ertelenemez ve bunun
infazında koşullu salıverilme hükümleri uygulanamaz. Hapse çevrilmiş olmasına rağmen
hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olan adlî para cezasıdır’ 10. fıkraya göre ise;
‘Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin birinci fıkrasının ( a ) bendine göre kısa süreli
5
hapis cezasından çevrilen adlî para cezalarının infazında, aynı maddenin altıncı ve yedinci
fıkraları hükümleri saklıdır’ şeklindeki düzenlemeler mevcuttur.
50. maddedeki düzenlemenin, diğer hükümlerle birlikte değerlendirilmesine göre;
a ) Bu madde gereğince seçenek yaptırım olarak paraya çevirme işlemi, ancak kısa süreli
hapis cezası yerine yapılabilecek,
b ) Paraya çevirme işlemi, 52. madde nazara alındığında; bir tam gün karşılığı 20 TL ile 100
TL arası bir miktardan hesaplanabilecek,
c ) Para cezasının tamamının veya bir kısmının tebligata rağmen ödenmemesi halinde; 50.
maddenin 6. fıkrası gereğince, hükmü veren mahkeme tarafından hapsin kısmen veya
tamamen infazına karar verilecek,
d ) 50. maddenin 6. fıkrasının son cümlesi gereğince hapsin infazına karar verildiğinde bu
kararlar derhal uygulanacak,
e ) 50. madde gereğince paraya çevirme işlemi yapıldığında, 5. fıkraya göre asıl mahkûmiyet,
artık para cezası olarak kabul edilmesi gerekecek; ancak, para cezası ödenmeyip de tekrar
hapsin infazına karar verilmesi durumunda, 5275 sayılı Yasanın 106/9. maddesi gereğince
asıl mahkûmiyet, tekrar hapis cezası olarak kabul olunacak,
f ) 50. madde gereğince hükmedilen para cezasının ödenmemesi nedeniyle, hapsin infazına
karar verilmesi halinde, artık 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki gibi bir ‘tazyik hapsi’ söz
konusu olamayacak,
Bu durumda, hükümlüye yapılmış olan bir iyiliğin geri alındığı, o iyilikten hükümlünün
olumsuz davranışı nedeniyle vazgeçildiği, o nedenle de, geri alma işleminin ardından
hükümlünün ‘ben parayı ödeyeceğim’ demesi veya parayı ödemesi, artık hapis cezasının
infazını engellemeyecek,
g ) 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106/9.
maddesindeki ayrık durum nedeniyle; 50. madde uyarınca ‘hapsin infazına’ karar verildiği
durumlarda, koşullu salıverme hükümleri uygulanabilecektir.
Getirilen yeni sisteme göre; 5237 sayılı Yasaya göre para cezası verilebilecek ikinci durum,
Yasanın 52. maddesinde yer almakta olup, buradaki düzenleme, ‘doğrudan verilen para
cezası’na ilişkin bulunmakta olup, 52. madde gereğince ‘gün para cezası’ sistemine göre
belirlenecek para cezalarının ne şekilde infaz edileceği, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu
şekilde hükmedilen para cezasının ödenmemesi halinde yapılacak işlem, 647 sayılı Yasanın
5. maddesindeki işleme benzemekte, burada da, bir ‘tazyik hapsi’ söz konusu olmakta, para
cezasının ödenmemesi halinde hapse çevirme işlemi Cumhuriyet savcısı tarafından
yapılabilmekte, para cezasının hapse dönüştürülmesinin ardından ödeme yapılması halinde
hükümlü hapisten çıkarılmakta, ancak, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki sistemden farklı
olarak, paradan hapse çevirme işlemi yapılırken, hangi miktardan çevirme yapılacak
tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis cezasına geri dönülmesi gerekmekte, ayrıca, bu
durumda koşullu salıverme hükümleri uygulanamamaktadır.
6
Sistemde, ikinci önemli husus, 5237 sayılı TCK dışındaki yasalar uyarınca verilen para
cezaları ile ilgili olup, bunların ödenmemesi halinde ne yapılacağı konusunda yol gösteren
iki ayrı yasa maddesi bulunmaktadır. Bu hükümlerden ilki; 5252 sayılı Türk Ceza Yasasının
Yürürlük Yasasının 5. maddesinin 3. fıkrası, diğeri ise 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1. maddesidir.
5252 sayılı Yürürlük Yasasının 5/3 maddesinde; ‘Ağır para cezasından dönüştürülen adlî
para cezasının ödenmemesi halinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106 ncı maddesi hükümlerine göre hapis süresinin
belirlenmesinde bir gün karşılığı olarak yüzmilyon Türk Lirası esas alınır’ 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun geçici 1. maddesinde ise; ‘26.9.2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adlî para cezasının
ödenmemesi halinde, hükümlüler bir gün yüz Türk Lirası hesabı ile hapsedilirler’
biçimindeki hükümler yer almaktadır.
Her iki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde;
a ) Bu tür para cezalarının infazında ( ve dolayısıyla ödenmediğinde ne yapılacağı
konusunda ) da, yapılan atıf gereğince 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunun 106. maddesinin uygulanacağı,
b ) 5237 sayılı Yasa dışındaki yasalarda öngörülen para cezaları ‘gün para cezası’ sistemine
uymadıklarından, bu durumda ödenmeyen para cezalarının hangi miktar üzerinden hapse
çevrileceği konusunun başlangıçta bir problemi oluşturduğu, ancak; yasal düzenlemelerle bu
hususun sorun olmaktan çıkartılarak, hapse çevirme işleminin 100 TL üzeriden yapılacağının
hüküm altına alındığı sonuçlarına ulaşılmaktadır.
Ayrıca adli para cezasının infazı sırasında, mahsubun nasıl yapılacağı 5237 sayılı TCK’nın 63.
maddesinde; ‘Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu
doğuran bütün haller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir.
Adlî para cezasına hükmedilmesi durumunda, bir gün yüz Türk Lirası sayılmak üzere, bu
cezadan indirim yapılır’ şeklinde düzenlenmiştir.
İncelenen dosya içeriğine göre; hükümlünün 01.06.2005 tarihinden önce işlediği
dolandırıcılık suçundan Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 05.07.2005 gün ve 2004/177 esas,
2005/190 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nın 158/1-k maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve 1000
gün adli para cezası ile cezalandırılmasının ardından, hükmolunan gün adli para cezasının
aynı Yasanın 52/2. maddesi uyarınca günlüğü takdiren 30 TL’den hesap edilmek suretiyle
30.000 TL adli para cezası ile mahkûmiyetine hükmolunduğu, aynı Yasanın 62. maddesi de
uygulanmak suretiyle hükümlünün sonuç olarak 2 yıl 6 ay hapis ve 25.000 TL adli para
cezası ile cezalandırıldığı,
Hükümlüye, para cezası ödeme emri çıkartılıp, ödenmemesi üzerine Bolu Cumhuriyet
Başsavcılığınca ödenmeyen adli para cezasının günlüğü 100 TL'den hesap edilmek suretiyle
250 gün hapse çevrilmesini müteakip, Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının 16.01.2009 gün ve
2009/7-136 sayılı yazısı ile hükümlü hakkındaki adli para cezasının günlüğü mahkemece
belirlenen 30 TL'den mi yoksa 100 TL üzerinden mi hesap edilmek suretiyle hapse
çevrileceği hususunda tereddüt oluştuğundan bahisle bir karar verilmesinin istenmesi
nedeniyle Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 23.01.2009 gün ve 2009/70 müteferrik sayılı kararı
7
ile ödenmeyen adli para cezasının hapse çevirme işleminin 647 sayılı Yasa Hükümlerine göre
günlüğü 100 TL'den hapse çevrilerek infazının yapılmasına karar verildiği, iş bu karara vaki
itirazın ise Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 24.02.2009 gün ve 2009/190 değişik iş sayılı
kararı ile reddedildiği, ancak anılan karara karşı; 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 5/3 ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun'un geçici 1. maddelerinde öngörülen, adlî para cezasının
ödenmemesi nedeniyle hapse çevrilmesinde bir gün karşılığı olarak 100 Türk lirasının esas
alınacağına ilişkin hükmün, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer
alan adlî para cezalarının ödenmemesi durumunda geçerli olduğu, nitekim 5275 sayılı
Kanun'un 106/3. maddesinde, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde
adlî para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık
gelen gün miktarınca hapsedilir’ hükmünün yer aldığı cihetle, 5237 sayılı Kanun uyarınca
verilen ya da diğer kanunlara göre verilip de, adlî para cezasının gün karşılığı olarak miktarı
belirtilen ilamlarda, mahkemece bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ne kadar ise,
aynı miktar üzerinden ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrilmesi gerektiği
gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde isabet bulunmadığı gerekçesiyle Adalet
Bakanlığınca kanun yararına bozma isteminde bulunulduğu anlaşılmaktadır.
Görüldüğü üzere; 5237 sayılı Yasanın 52. maddesi uyarınca doğrudan hükmolunan para
cezasının infazının, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
106. maddesine göre yapılması gerekmekte ve bu şekilde hükmedilen para cezasının
ödenmemesi halinde; para cezasından hapse çevirme işlemi yapılırken, hangi miktardan
çevirme yapılacak tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis cezasına geri dönülmesi ve
ayrıca bu durumda koşullu salıverme hükümlerinin uygulanmaması gerektiği …” gerekçesi
ile; “kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarname içeriği yerinde
bulundu¬ğundan, Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 23.01.2009 gün ve 2009/70 müteferrik
sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 24.02.2009
gün ve 2009/190 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309. maddesi uyarınca bozulmasına,
aynı Kanun’un 309. maddesinin 4. fıkrasının ( a ) bendi uyarınca gerekli işlemlerin yapılması
için, dosyanın adı geçen mahkemeye iletilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na
iadesine...” karar verilmiştir.
Yargıtay C. Başsavcılığınca 11.10.2010 gün ve 23318 sayı ile;
“... İtirazın konusu olan uyuşmazlık; 01.06.2005 tarihinden önce işlenen suç nedeniyle lehe
olduğu belirlenerek 5237 sayılı Yasa uyarınca hükmolunan adli para cezasının ödenmemesi
üzerine hapse dönüştürme işleminin, mahkemece hükmedilen gün adli para cezasının, adli
para cezasına çevrilmesi esnasında esas alınan bir gün karşılığı 30 YTL mi yoksa 5252 sayılı
Yasanın 5/3 ve 5275 sayılı Yasanın geçici 1. maddelerinde belirtilen 100 YTL’nin mi esas
alınması gerektiği hususuna ilişkindir.
5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesinde, ‘Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile
sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan kanun uygulanır
ve infaz olunur’.
5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesinde ise ‘Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların
ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması
suretiyle belirlenir’.
8
Biçiminde hükümler yer almaktadır.
Buna göre maddi ceza yasaları ve infaz yasaları kendi aralarında ayrı ayrı değerlendirilerek
lehe yasanın belirlenmesi gerekmektedir. Burada 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesindeki
‘bütün olarak uygulama’ ilkesi tatbik edilemez. Anılan maddedeki bütünlükten amaç, her
kanunun kendi içindeki bütünlüğüdür.
01.06.2005 tarihinden önce işlenen suçlarda hapis-para cezalarının infazı 647 sayılı Yasaya
göre yapılırken, 01.06.2005 tarihinden sonra işlenen suçlar için cezaların infazı, anılan tarihte
yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna göre
yapılması gerekmektedir. Belirtilen ikinci halde herhangi bir sorun bulunma¬maktadır.
Uygulamada karışıklık yaratan ve Yargıtay Özel Ceza daireleri arasında farklılık gösteren
asıl sorun, ilamdaki suç tarihinin 01.06.2005’den önce olması ve 5237 sayılı Yasaya göre adli
para cezasına hükmedilmesi halinde, ödenmeyen adli para cezasının kaç lira üzerinden
hapis cezasına çevrileceği hususudur.
647 sayılı Yasa döneminde para cezalarının yerine getirilmesi, anılan maddenin 5. fıkrası
uyarınca gerçekleştirilmekteydi.
647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında, ‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine
belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararı ile bir gün üç
milyon sayılmak üzere hapsedilir’ 4421 sayılı Yasa ile 765 sayılı Türk Ceza Kanununa
eklenen 6. madde gereğince, maddede belirtilen üç milyon, her takvim yılı başından geçerli
olmak üzere o yıl için 04.01.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298.
maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında arttırılacaktır.
Yeniden değerleme oranı 01.01.2005-31.12.2005 tarihleri arasında %11.2’dir. Buna göre, bu
tarihler arasında 647 sayılı Yasa gereğince ödenmeyen adli para cezasının hapis cezasına
dönüştürme işlemi 5083 sayılı Yasa hükümleri de dikkate alınmak suretiyle 24.000.000
TL’dir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanununun ‘Adli para cezasının infazı’ başlıklı 106. maddesinin 3. fıkrası,
‘Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse,
Cumhuriyet Savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir’
Biçiminde düzenlenmiştir. Bunun anlamı, mahkemece, bir gün karşılığı olarak takdir edilen
miktar ne kadar ise, aynı miktar üzerinden ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesi
zorunludur.
Anılan maddenin geçici 1. maddesine göre, 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu dışındaki diğer kanunlarda yer alan adli para cezasının ödenmemesi halinde,
hükümlüler bir gün yüz Türk lirası hesabı ile hapsedilirler. 5275 sayılı Yasanın 123. maddesi
gereğince, geçici 1. madde 01 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Geçici 1. maddede
öngörülen yüz Türk lirasının, 647 sayılı Yasanın 5/7. maddesinde belirtilen hapse
dönüştürme miktarına göre daha lehe olması nedeniyle infaz aşamasında dikkate alınması
zorunludur.
Geçici 1. maddedeki düzenleme, sadece 5237 sayılı Yasa dışındaki diğer kanunlarda ( 765,
6136, 6831 sayılı Yasalar gibi ) yer alan adli para cezasının ödenmemesi halini kapsar gibi
9
görünmektedir. Önceki Yasa döneminde işlenmiş olup da 5237 sayılı Yasaya göre verilen
adli para cezalarını içermediği izlenimi vermektedir. Oysa ki yasa koyucunun, hükümlüler
arasında bu tür bir ayrım yaptığını söylemek doğru olmaz. Geçici 1. maddenin, infaz
Yasasının diğer hükümlerine göre daha önce yürürlüğe girmesinin amacı da, 5237 sayılı Yasa
dışındaki diğer ceza ve özel yasalarını 5237 sayılı Yasanın genel hükümlerine uyumlu hale
getirmektir. Bu nedenle ‘… 5237 sayılı TCK’nın dışındaki…’ ibaresine yer vermiştir. Ancak
sonradan, bu boşluğu doldurmak ve uygulamada karşılaşılacak sorunları gidermek amacıyla
5252 sayılı Yasanın 5. maddesine 5349 sayılı Yasa ile şu eklemeyi yapmayı uygun görmüştür:
5252 sayılı Yasanın 5/3. maddesi ‘Ağır para cezasından dönüştürülen adli para cezasının
ödenmemesi halinde, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun
106. maddesi hükümlerine göre hapis süresinin belirlenmesinde bir gün karşılığı olarak yüz
milyon Türk lirası esas alınır’ biçimindedir.
Yine 5349 sayılı Yasanın 1 ve 3. fıkralarında değişiklik yapan 5349 sayılı Yasanın
gerekçesinde, Yeni Türk Ceza Kanununda, 765 sayılı Türk ceza Kanunundan farklı olarak
gün para cezası sistemi getirildiği, getirilen bu yeni sistem nedeniyle diğer kanunlarda yer
alan ağır para cezalarının uygulanma esaslarının 5252 sayılı Yasanın 5. maddesinde
düzen¬lendiği, kanunlarda öngörülen ağır para cezalarının adli para cezasına
dönüştürüldüğü, ancak bu şekilde ağır para cezasından dönüştürülen adli para cezasının
ödenmemesi durumunda yapılacak işlem hususunda tereddütlerin ortaya çıktığı,
uygulamada ortaya çıkabilecek sorunları gidermek amacıyla maddeyle, sözkonusu para
cezasının ödenmemesi halinde hapis cezasına çevirmede bir gün karşılığı yüzmilyon Türk
lirasının esas alınacağına ilişkin hükmün getirildiği belirtilmiştir.
Somut olayda, suç tarihi 01.11.2004’tür. Yapılan yargılama sonucunda sanık hakkında lehe
yasa olarak 765 sayılı Yasa kabul edilip uygulanmış olsaydı, ödenmeyen adli para cezasının
100 TL üzerinden paraya dönüştürülmesinde hiçbir tartışma olmayacaktı. Yargılama
aşamasındaki lehe kanun uygulanmasını bertaraf edecek biçimde infaz aşama¬sında
hükümlünün aleyhine sonuç yaratmak doğru olmaz. 5237 sayılı Yasa hükümlerinin
uygulanması halinde de ödenmeyen adli para cezasının 100 TL üzerinden hapis cezasına
dönüştürülmesi zorunludur.
‘Mahsup’ başlıklı 5237 sayılı TCK’nın 63. maddesinde de, adli para cezasına hükmedilmesi
durumunda, bir gün yüz Türk Lirası sayılmak üzere, bu cezadan indirim yapılacağı
belirtilmiştir.
Yargıtay Özel Dairelerinin de, 01.06.2005 tarihinden önce işlenen ve 5237 sayılı Yasanın
uygulandığı durumlarda, ödenmeyen adli para cezasının 100 YTL üzerinden hapse
dönüştürülmesi gerektiğine ilişkin bir çok kararı bulunmaktadır. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin
14.07.2010 gün, 2010/16600-13850; 10. Ceza Dairesinin 14.04.2008 gün, 2008/5462-6055; 2.
Ceza Dairesinin 29.06.2006 gün, 2006/6109-12757; 2. Ceza Dairesinin 06.06.2006 gün ve
2006/2735-11448 sayılı kararları bu doğrultudadır.
Bu açıklamalar ışığında, sanık hakkında lehe olan 5237 sayılı Yasanın 158/1-4, 52, 62.
maddeleri uyarınca hükmedilen 25.000 YTL adli para cezasının ödenmemesi üzerine, para
cezasının 100 YTL üzerinden hapse çevrilerek infazının yapılması gerektiğine ilişkin Bolu
Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile bu karara yapılan itirazın reddine ilişkin Düzce Ağır
Ceza Mahkemesinin kararının yerinde olduğu düşüncesindeyiz.
10
Açıklanan nedenlerle, yasa yararına bozma isteminde ileri sürülen neden yerinde
görülmediğinden yasa yararına bozma isteminin reddi yerine yazılı biçiminde karar
verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır” gerekçeleri ile itiraz yasa
yoluna başvurularak Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 01.10.2010 gün ve 2310-10513 sayılı
kararının kaldırılması ve Adalet Bakanlığının yasa yararına bozma isteminin reddine karar
verilmesi talep edilmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş
ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Hükümlü S. S. hakkında, 23.12.2003-02.11.2004 tarihleri arasında işlediği “sigorta
bedelini almak amacıyla dolandırıcılık” suçundan 5237 sayılı TCY hükümleri lehe kabul
edilerek verilen hükümle ilgili olarak; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, 01.06.2005
tarihinden önce işlenmiş olan suçlara ilişkin olarak kurulan hükümlerde, 5237 sayılı TCY’nın
52. maddesi uyarınca doğrudan belirlenmiş gün para cezasının infaz aşamasında
ödenmemesi halinde hangi miktar üzerinden hapse çevrilmesi gerektiğinin belirlenmesine
ilişkindir.
İncelenen dosyada,
Hükümlü hakkında yapılan yargılama sonunda; lehe olduğu saptanan 5237 sayılı TCY’nın
158/1-k maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve 1.000 gün karşılığı adli para cezasına hükmedildiği,
aynı Yasanın 52/2. maddesi uyarınca verilen gün para cezasının günlüğü 30 YTL’den
“30.000” YTL adli para cezasına dönüştürüldüğü, yine aynı Yasanın 62. maddesi uyarınca da
sanığın sonuç olarak “2 yıl 6 ay hapis” ve “25.000 YTL adli para cezası” ile
cezalandırılmasına karar verildiği görülmektedir.
İnfaz sırasında ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesinin gerekmesi üzerine,
Cumhuriyet Başsavcılığınca duraksama yaşanmış ve hapis cezasının hangi miktar üzerinden
paraya çevrileceği hususunda mahkemeden bir karar istenmesi nedeniyle de Bolu Ağır Ceza
Mahkemesince, doğrudan infazla ilgili olan bu konuda daha lehe olduğu gerekçesiyle
paraya çevrilme işleminin 647 sayılı Yasa uyarınca ve günlüğü 100 TL’den yapılmasına karar
verilmiş, bu karara yönelik itiraz da Düzce Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.
Yasa yararına bozma talebi Bolu ve Düzce Ağır Ceza Mahkemelerince verilen kararların
isabetsizliğine ilişkin olup Özel Dairece de bu istem kabul edilerek adli para cezasının 5275
sayılı Yasanın 106. maddesi uyarınca hapse çevrilmesi esası benimsenmiş, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca, bu karara karşı itiraz yasa yoluna başvurulmak suretiyle
mahkemelerce verilen kararların doğru olduğu ileri sürülmüştür.
Bu durumda ortaya çıkan uyuşmazlığın çözülebilmesi için, paraya çevirme ve para cezasının
ödenmemesi halinde ne yapılacağı konularında, 01.06.2005 tarihinden önce var olan ve bu
tarihte ihdas edilmiş olan uygulamaların mahiyeti üzerinde durmak gerekmektedir.
01 Haziran 2005 tarihinden önce; hürriyeti bağlayıcı cezadan paraya çevirme işlemlerinin 647
sayılı Yasanın 4. maddesine göre yapıldığı, bu şekilde hükmedilen para cezasının
ödenmemesi halinde ise, tekrar hapse çevirme işlemlerinin 647 sayılı Yasanın 5. maddesi
uyarınca gerçekleştirildiği görülmektedir.
11
647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 7. fıkrasında; “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine
belli süre içerisinde para cezasını ödemezse, Cumhuriyet Savcısının kararıyla bir gün
üçmilyon lira sayılmak üzere hapsedilir. Artıklar nazara alınmaz. Ancak, üçmilyon liradan
aşağı hükmolunan para cezaları bir gün hapse çevrilir. Haklarında Türk Ceza Kanununun 54
ve 55 inci maddeleri ile 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesi uygulanmak suretiyle hüküm giyenlerin para
cezaları kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezadan çevrilmiş olsa bile hapse çevrilemez. Bu
takdirde maddenin son fıkrası hükümleri uygulanır”.
647 sayılı Yasanın 5. maddesinin 8. fıkrasında; “ Para cezasının hapse çevrileceği mahkeme
ilamında yazılı olmasa bile yukarıdaki hüküm Cumhuriyet Savcılığınca uygulanır”. 647
sayılı Yasanın 5. maddesinin 10. fıkrasında ise; “Hükümlü, mahpus kaldığı, her gün için
yedinci, fıkra uyarınca üçmilyon lira indirildikten sonra kalan parayı öderse hapisten
çıkarılır”.
Hükümleri yer almaktadır.
Görüldüğü üzere; 647 sayılı Yasadaki düzenlemeye göre;
a ) Paradan çevrilen hapis cezası mahiyeti itibarıyla “tazyik hapsi”dir. Bir başka deyişle,
amaç para cezasını tekrar hapse çevirmek değil, para cezasının tahsil edilebilmesi için
hükümlüyü zorlamaktır.
b ) Bu işlem Cumhuriyet savcısı tarafından yapılmaktadır.
c ) Hükümlü, kalan para cezasını ödemesi halinde hapisten çıkartılmaktadır.
d ) Koşullu salıverme hükümlerinin uygulanmasına bir engel bulunmamaktadır.
e ) Bu uygulama açısından, para cezasının; hapisten çevrilmiş para cezası olması ile
doğrudan verilmiş para cezası olması arasında hiçbir fark yoktur.
f ) Para cezası hapse çevrilse bile, sonuçları açısından asıl ceza para cezası olarak
kalmaktadır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yasalarla; para cezaları ile ilgili olarak önceki sistem
terk edilerek yeni bir sistem oluşturulmuş; ancak bu yapılırken de, 5237 sayılı TCY’sı
dışındaki yasalarda yer alan para cezalarının tamamı sisteme uygun olarak değiştirilemediği
için, başlangıçta ikili bir ayrım yapılmak suretiyle, 5237 sayılı TCY’nda düzenlenen para
cezaları ve 5237 sayılı TCY dışındaki yasalarda düzenlenen para cezaları için farklı
uygulamalar kabul edilmiştir.
5237 sayılı TCY’na göre para cezası verilmesi halinde, Yasanın 50 veya 52. maddelerinden
biri ile uygulama yapılması zorunludur.
Adli para cezasının 5237 sayılı TCY’nın 50. maddesine göre belirlendiği durumlarda, suç
tarihi ne olursa olsun, ödenmeyen adli para cezasının yine 50. madde uyarınca hapse
çevrileceği, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan yasal düzenlemelere uygun olarak Ceza
Genel Kurulu’nun 05.06.2007 gün ve 113-127 sayılı kararında açıkça kabul edilmiş, 26.02.2008
12
gün ve 5739 sayılı Yasanın 4. maddesiyle 5237 sayılı Yasanın 50. maddesinde yapılan
değişiklik ve aynı Yasanın 5. maddesiyle 5275 sayılı Yasanın 106. maddesinin 10. fıkrasının
yürürlükten kaldırılması ile 50. madde uyarınca seçenek yaptırım olarak hükmedilen adli
para cezası da 5275 sayılı Yasanın 106. maddesindeki esaslara tabi kılınmıştır.
Burada çözümlenmesi gereken konu; 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca “doğrudan
verilen adli para cezası”nın ödenmemesi durumunda ne yapılacağı ile ilgilidir.
5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca “gün para cezası” sistemine göre doğrudan
belirlenecek para cezalarının ne şekilde infaz edileceği, 50. maddedeki durumun aksine, 52.
maddenin ve TCY’nın kendi içerisinde değil, 5275 sayılı CGTİY’nın 106. maddesinde ayrıntılı
olarak düzenlenmiştir.
106. maddenin 2. fıkrası; “Adli para cezasını içeren ilam Cumhuriyet Başsavcılığına verilir.
Cumhuriyet savcısı otuz gün içinde adli para cezasının ödenmesi için hükümlüye 20.
maddenin 3. fıkrası uyarınca bir ödeme emri tebliğ eder”, 3. fıkrası; “Hükümlü, tebliğ olunan
ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının
kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir”, 5. fıkrası; “Adli para
cezasının hapse çevrileceği mahkeme ilamında yazılı olmasa bile üçüncü fıkra hükmü
Cumhuriyet Başsavcılığınca uygulanır”, 7. fıkrası; “Adli para cezası yerine çektirilen hapis
süresi üç yılı geçemez. Birden fazla hükümle adli para cezalarına mahkumiyet halinde bu
süre beş yılı geçemez”, 8. fıkrası; “Hükümlü, hapis yattığı günlerin dışındaki günlere karşılık
gelen parayı öderse hapisten çıkartılır”, 5738 sayılı Yasa ile değişik 9. fıkrası ise; “Adli para
cezasından çevrilen hapsin infazı ertelenemez ve bunun infazında koşullu salıverme
hükümleri uygulanmaz. Hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından
esas alınacak olan adli para cezasıdır” biçimindedir.
Görüldüğü üzere, 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca doğrudan hükmedilen para
cezasının ödenmemesi halinde yapılacak işlem de, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki
işlemle benzerlik göstermektedir. Bu anlamda, yeni düzenlemede de bir “tazyik hapsi”
sözkonusu olup para cezasının ödenmemesi halinde hapse çevirme işlemi C.savcısı
tarafından yapılacak, para cezasının hapse dönüştürülmesinin ardından ödeme yapılması
halinde de kişi hapisten çıkarılacaktır. Ancak, 647 sayılı Yasanın 5. maddesindeki sistemden
farklı olarak, paradan hapse çevirme yapılırken, hangi miktardan çevirme yapılacak
tartışması yapılmadan, baştaki gün hapis cezasına geri dönülecek, ayrıca, bu durumda
koşullu salıverme hükümleri de uygulana¬mayacaktır. Aynı ilke 5739 sayılı Yasa ile yapılan
değişiklik nedeniyle 5237 sayılı Yasanın 50. maddesi uyarınca hükmedilen adli para cezası
için de geçerlidir.
Yeni kurulan sistemde, 5237 sayılı TCY dışındaki yasalar uyarınca ve 647 sayılı Yasanın
sistemine göre verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi halinde ne yapılacağı sorunu
da, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın 5/3
ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yasanın geçici 1. maddesinde
çözüme kavuşturulmuştur.
5252 sayılı Yasanın 5/3. maddesinde; “Ağır para cezasından dönüştürülen adlî para
cezasının ödenmemesi halinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirle¬rinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesi hükümlerine göre hapis süresinin
belirlen¬mesinde bir gün karşılığı olarak yüzmilyon Türk Lirası esas alınır” 5275 sayılı
13
Yasanın geçici 1. maddesinde ise; “26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
dışındaki diğer kanunlarda yer alan adlî para cezasının ödenmemesi halinde, hükümlüler bir
gün yüz Türk Lirası hesabı ile hapsedilirler” hükümlerinin bulunduğu görülmekte olup, her
iki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde;
a ) Bu tür para cezalarının infazında ( ve dolayısıyla ödenmediğinde ne yapılacağı
konusunda ) yapılan atıf gereğince 5275 sayılı İnfaz Yasasının 106. maddesinin uygulanacağı,
b ) 5237 sayılı TCY dışındaki yasalarda öngörülen para cezaları “gün para cezası” sistemine
uymadıklarından, ödenmeyen para cezalarının hangi miktar üzerinden hapse çevrileceği
konusunun başlangıçta bir sorun oluşturduğu düşünülebilirse de yasal düzenlemelerle bu
husus çözümlenerek, hapse çevirme işleminin 100 TL üzeriden yapılacağının hüküm altına
alındığı,
Sonuçlarına varılmaktadır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde;
5237 sayılı TCY'nın 50/1. maddesi uyarınca verilmiş bulunan para cezalarına ilişkin olarak
anılan sorunu çözmüş bulunan 05.06.2007 gün ve 113-127 sayılı Ceza Genel Kurulu
kararının, 01 Haziran 2005 tarihinden önceki bir suça ilişkin olarak 52. madde uyarınca
doğrudan verilmiş olan adli para cezalarının ödenmemesi halinde hangi miktar üzerinden
hapse çevirme işlemi yapılacağı hususuna da ışık tuttuğu 5739 sayılı Yasa ile yapılan
değişikliklerin de varılan bu sonucu doğruladığı, 5275 sayılı Yasanın 106. maddesinin de
5237 sayılı Yasanın 50 veya 52. maddeye göre hangi miktar üzerinden paraya çevirme işlemi
yapılmış ise aynı miktar üzerinden hapse çevirme işlemi yapılması gerektiğini vurguladığı,
Gerçekten de; 5237 sayılı TCY’nın 50 ve 52. maddeleri ile bu maddeler uyarınca verilmiş
bulunan adli para cezalarının ne şekilde infaz edileceğini düzenleyen, 5275 sayılı CGTİY’nın
106. maddesinin, “bir sistemin ayrılmaz parçaları” oldukları ve yasa koyucunun önceki
sistemde var olan karmaşık durumu basitleştirmek adına böyle bir düzenlemeye gittiği
görülmektedir. Her ne kadar Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilegeldiği
üzere lehe yasanın belirlenmesinde, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken maddi
ceza hukuku normlarıyla, hükmün infazına ilişkin normların birlikte değil, ayrı ayrı
değerlendirilmesi gerektiği ile 5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca verilmiş olan adli
para cezasının ödenmemesi üzerine yapılacak olan hapse çevrilmesi işleminin tam bir infaz
işlemi olduğu hususlarında kuşku bulunmamakta ise de; lehe yasanın en sağlıklı biçimde
belirlenebilmesi için kabul edilmiş olan bu çözüm yolundan hareket edilerek, biri diğerini
tamamlayan ve ikisi birlikte bir sistemi oluşturan iki yasal düzenlemenin ayrı ayrı ele
alınması ve maddi ceza hukuku açısından lehe olan yasanın belirlenmesi sırasında 5237
sayılı TCY’nın 52. maddesi uygulandıktan sonra, bu şekilde tayin edilen adli para cezasının,
5275 sayılı Yasanın 106. maddesi ile infazı yerine, aynı Yasanın geçici 1. maddesine göre
infazına karar verilmesi olanaklı değildir.
Açıklanan nedenlerle; suç tarihi ister 01 Haziran 2005 tarihinden önce, isterse sonra olsun,
5237 sayılı TCY’nın 52. maddesi uyarınca doğrudan verilmiş olan adli para cezalarının
ödenmemesi üzerine yapılması gereken hapse çevirme işleminin, bu madde ile kurulması
amaçlanan sistemin ayrılmaz bir parçası olan 5275 sayılı Yasanın 106. maddesi uyarınca
yapılması zorunludur. Bunun dışında, belirtilen şekilde tayin edilmiş olan adli para
14
cezalarının, daha lehe infaz hükümleri içerdikleri gerekçesiyle, 647 sayılı Yasa uyarınca veya
5275 sayılı Yasanın geçici 1 veya 5252 sayılı Yasanın 5/3. maddelerinden biri nazara alınarak
hapse çevrilmesi olanaklı değildir.
Bu itibarla, Özel Daire kararı isabetli bulunduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Genel Kurul üyesi ise; itirazın kabulü yönünde,
karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
30.11.2010 günü yapılan ilk müzakerede gerekli çoğunluk sağlanamadığından, 07.12.2010
günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2010/11-246
K. 2010/266
T. 21.12.2010
• TENSİP ZAPTININ DÜZENLENMESİNE KATILAN HAKİM ( Aynı Dava Hakkında
Verilen Hükme Yönelik Olarak Yasa Yararına Bozma Yasa Yoluna Başvurulması Üzerine
Yargıtay Özel Dairesince Gerçekleştirilen İncelemeye ve İnceleme Sonunda Verilen
Kararlara Katılabileceği )
• TENSİP KARARI ( Hakimin Sanığın Suçlu Olup Olmadığı Konusunda Düşünce
Oluşturduğunu Gösteren Kararlardan Olmadığı )
• SANIĞA HABER VERİLMEKSİZİN ATANAN ZORUNLU MÜDAFİİN YÜZÜNE
TEFHİM EDENİLEN HÜKÜM ( Tefhimde Hazır Bulunmayan Ancak Hükmü Temyiz
Etme Hakkı Bulunanlar Yönünden Yanıltıcı Nitelikte Bir Eksiklik Olarak
Değerlendirildiği )
• HÜKMÜN TEBLİĞİ ( Hükümlüden Habersiz Olarak Atanan Zorunlu Müdafiin Yüzüne
Karşı Tefhim Edilen Hükmün Ayrıca Hükümlüye de Tebliğ Edilmesi Gerektiği )
5271/m.23, 232/6 )
ÖZET : 1- İlk derece yargılama sırasında, sadece mahkemece yapılan ve sanık, müşteki ve
tanıkların mahkemeye çağrılması ile sanığın doğum ve sabıka kaydının istenmesine ilişkin
15
olan tensip zaptının düzenlenmesine katıldığı anlaşılan hakimin, aynı dava hakkında verilen
hükme yönelik olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Özel
Dairesi 'nce gerçekleştirilen incelemeye ve inceleme sonunda verilmiş bulunan kararlara
katılmış bulunması; "tensip kararının", "hakimin, sanığın suçlu olup olmadığı konusunda
düşünce oluşturduğunu gösteren kararlardan" olmaması nedeniyle, 5271 sayılı TCY'nin 23.
maddesine aykırılık oluşturmaz.
2-Hükmün, sanığa haber verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin yüzüne, sanık, katılan ve
katılan vekilinin ise gıyabında tefhim edildiği somut olayda, yasa yolu bildiriminde temyiz
süresinin tefhimden itibaren 7 gün olduğunun belirtilmesi, tefhimde hazır bulunmayan
ancak hükmü temyiz etme hakkı bulunanlar yönünden yanıltıcı nitelikte bir eksiklik olarak
değerlendirilmiştir.
3-Hükümlüden habersiz olarak atanan zorunlu müdafiin yüzüne karşı tefhim edilen
hükmün ayrıca hükümlüye de tebliğ edilmesi gerekir.
DAVA : Sanık Bayram'ın, nitelikli dolandırıcılık suçundan, 765 sayılı TCY'nin 504/3, 80 ve
522. maddeleri uyarınca, 4 yıl 9 ay ağır hapis ve 7.261.050.000 TL ağır para cezası ile
cezalandırılmasına ilişkin, ( Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi )'nce verilen 25.04.2001
gün ve 99-190 sayılı hüküm, temyiz edilmeksizin 28.09.2001 tarihinde kesinleşmiştir.
01 Haziran 2005 tarihinde 5237 sayılı TCY'nin yürürlüğe girmesi üzerine yapılan uyarlama
yargılaması sonunda, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce 13.07.2005 gün ve 99-190
sayı ile; "765 sayılı TCY daha lehe olduğundan, sanık hakkında yeniden hüküm kurulmasına
yer olmadığına, ancak; infazda ağır hapis cezasının hapis olarak, ağır para cezasının ise adli
para cezası olarak gözönünde bulundurulmasına" karar verilmiş,
Hükümlü tarafından temyiz edilen hüküm, Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce 13.02.2006
gün ve 535-754 sayı ile;
"... 5252 sayılı Yasa'nın 9. maddesi 1. fıkrası uyarınca usulüne uygun şekilde duruşma açılıp
anılan maddenin 3. fıkrası uyarınca da hükümlünün 765 sayılı TCK'nın 504/3, 80, 522.
maddeleri gereğince cezalandırılmasına ilişkin kesinleşmiş mahkumiyet hükmü ile sonradan
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasa hükümleri olaya uygulanarak ortaya
çıkan sonuçların denetime imkan verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması
suretiyle lehe hükmün belirlenip sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden
yazılı şekilde dosya üzerinde karar verilmesi,..." isabetsizliğinden bozulmuştur.
Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce bu kez 02.05.2006 gün ve 105-114 sayı ile;
"... Sanığın 5237 sayılı TCY'nin 158/1-f-son ve 43. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezası
ile cezalandırılmasına ve infazın durdurulmasına... sanığın yokluğunda, sanık müdafi Av.
Yurtseven'in yüzüne karşı, mütalaaya uygun, tefhim tarihinden itibaren 7 gün içerisinde
Yargıtay yolu açık olmak üzere oybirliği ile..." karar verilmiş, gıyapta verilen bu hüküm
katılan vekili ile sanığın zorunlu müdafiine tebliğ edildikten sonra, temyiz edilmediğinden
bahisle 31.05.2006 tarihinde kesinleştirilmiştir.
16
Kesinleşen hükümle ilgili olarak; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün
25.07.2007 gün ve 39745 sayılı yazısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16.08.2007 gün
ve 165250 sayılı ihbarnamesiyle;
"... Dosya kapsamına göre, 5237 sayılı Kanun'un 158. maddesinin birinci fıkrasında hapis
cezası i/e birlikte beşbin güne kadar adli para cezası da öngörüldüğü halde, adli para
cezasına hükmedilmemesinde,
5237 sayılı Kanun'un 158. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alanxAncak ( e
), ( f ) ve ( j ) bentlerinde sayılan hallerde hapis cezasının ait sınırı üç yıldan, adli para
cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz' hükmünün 29.06.2005
tarihli ve 5377 sayılı Kanun'ia eklendiği, dolayısıyla, suç tarihi itibarıyla yürürlükte
bulunmayan aleyhe hükmün sanık hakkında uygulanamayacağı cihetle, anılan maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesi gereğince iki yıl hapis cezasına hükmediimesi gerektiği
gözetilmeden üç yıl hapis cezasına hükmoiunmak suretiyle fazla hapis cezası tayininde,
İsabet görülmemiştir" nedenleri ile Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006
gün ve 105-114 sayılı hükmü ile ilgili olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması
üzerine; Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce 19.06.2009 gün ve 6941-7792 sayı ile;
" ...İncelenen dosya kapsamına göre; hükümlü Bayram'ın suç tarihinde müdahii Naşide'nin
çantasından çaldığı kredi kartını birçok kez kullanıp toplam 2.420.350.000 TL tutarında
haksız menfaat sağlayarak, bankayı vasıta kılmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu
işlediğinin iddia ve kabul olunması karşısında, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı
TCK'nın 504/3, 80. maddelerinin 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nın da
karşılığını oluşturan 245/1, 43. maddeleri ile karşılaştırma yapılarak lehe yasanın
belirlenmesi yerine uygulama yeri bulunmayan 5237 sayılı TCK'nın 158/1-f madde ve fıkrası
iie karşılaştırma yapılmış olduğu anlaşılmış olup, yukarıda açıklanan hukuka aykırılık
nedeniyle CMK'nın 309. maddesi uyarınca Adalet Bakanlığı'nca Kanun Yararına Bozma
istenip istenmeyeceğinin takdir ve ifası için dosyanın Yargıtay C.Başsavcılığı'na iadesine..."
karar verilmiş,
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 15.09.2009 gün ve 52502 sayılı yazısı ve
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.10.2009 gün ve 225157 sayılı ihbarnamesiyle;
"... Dosya kapsamına göre, sanığın suç tarihinde müdahii Naşide'nin çantasından çaldığı
kredi kartını birçok kez kullanıp toplam 2.420.350.000
Türk Lirası tutarında haksız menfaat sağlayarak, bankayı vasıta kılmak suretiyle nitelikli
dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia ve kabul olunması karşısında, suç tarihinde
yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 504/3, 80. maddelerinin 01.06.2005
tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda karşılığını oluşturan 245/1, 43.
maddeleri ile karşılaştırma yapılarak lehe yasanın belirlenmesi yerine uygulama yeri
bulunmayan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 158/1-f madde ve fıkrası ile karşılaştırma
yapılmış bulunulmasında isabet görülmemiştir..." nedenleri ile yeniden yasa yararına bozma
yasa yoluna başvurulmuştur.
Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce de, 14.10.2010 gün ve 19347-11240 sayı ile;
17
"... İncelenen dosya içeriğine göre, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen
25.04.2001 gün ve 2000/99 esas, 2001/190 sayılı kararıyla hükümlünün, katılan Naşide'nin
çantasından çaldığı kredi kartını birden çok kez alışverişte kullanarak yüklenen suçu
işlediğinin sübuta erdiği gerekçesiyle, mülga 765 sayılı TCK'nın 504/3. maddesi uyarınca ait
sınırdan uzaklaşılmak suretiyle takdi ren ve teşdiden 3 yıl ağır hapis ve 4.840.700.000 TL ağır
para cezası iie cezalandırıldığı, eylemin teselsül etmesi nedeniyle hürriyeti bağlayıcı
cezasının aynı Yasa'nın 80. maddesinin uygulanması suretiyle 1/6 oranında artırılması
sonucu 3 yıl 6 ay ağır hapis ve 4.840.700.000 TL ağır para cezası ile cezalandırıldığı, suça
konu değerin suç tarihindeki ekonomik koşullar dikkate alınıp pek fahiş olarak
değerlendirilmesi üzerine aynı Yasa'nın 522. maddesi iie cezasının takdiren 1/2 oranında
artırılması iie hükümlünün sonuç olarak 4 yıl 9 ay ağır hapis ve 7.261.050.000 TL ağır para
cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, cezanın infazı sırasında yürürlüğe giren 5237
sayılı TCK'nın lehe hükümlerinin uygulanması talebi üzerine, mahkemece bozma üzerine
duruşma açılarak, hükümlünün olayda uygulama yeri olmayan 5237 sayılı TCK'nın 158/1-fson ve 43. maddeleri uyarınca sonuç olarak 3 yıl 9 ay hapis cezası iie cezalandırıldığının
anlaşılması karşısında; hükümlünün eylemine uyan 765 sayılı TCK'nın 504/3, 80 ve 522.
maddeleri iie 5237 sayılı TCK'nın 245/1, 43. maddelerinin karşılaştırılmasında 5237 sayılı
TCK'nın uygulanması suretiyle yapılacak uyarlamanın her halükarda aleyhe sonuç
doğuracağı anlaşılmakla; kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarnamedeki
düşünce bu itibarla yerinde görüldüğünden, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin
02.05.2006 gün ve 2006/105 esas, 2006/114 sayılı kararının CMK'nın 309. maddesi uyarınca
aleyhe sonuç doğurmamak koşuluyla bozulmasına, hükümlü hakkındaki infazın 5237 sayılı
TCK'nın 158/1-f-son ve 43. maddeleri ile hükmolunan 3 yıl 9 ay hapisten ibaret ceza
üzerinden yerine getirilmesine, hükümdeki diğer hususların aynen muhafazasına, dosyanın
mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine..." karar
verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı'nca 29.11.2010 gün ve 225157 sayı ile;
"... İtiraz, öncelikle kesin hükümde değişiklik yargılaması sonucu verilen ve kanun yararına
bozma konusu edilen Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006 gün ve
2006/105-114 sayılı kararının kesinleşmediğine ve dolayısıyla kanun yararına bozma
isteminin reddine karar verilmesi gerektiğine ilişkin bulunmaktadır.
Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 25.04.2001 tarihli 2000/99- 2001/190 sayılı
mahkumiyet hükmünün kesinleşmesiyle sanık Bayram ve müdahil Naşide'nin sırasıyla
vekilleri olan Avukatlar M.E. ve H.A. ile vekalet ilişkileri sona ermiş bulunmaktadır. Kararın
kesinleşmesinden sonra bu vekalet ilişkisinin sürdüğüne ilişkin dosyada herhangi bir beyan,
dilekçe veya başkaca belge bulunmamaktadır.
Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin evrak üzerinde yaptığı inceleme sonucu
verdiği kesinleşmiş hükümde değişiklik yargılamasına ilişkin 13.07.2005gün ve 2000/992001/190 sayılı ek kararın Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi tarafından bozulmasına müteakip
yapılan tensip ile, hükümlü için müdafii tayin edilmesi için Ankara Barosu Başkanlığı'na
müzekkere yazılmasına ve hükümlünün savunmasının alınması için talimat yazılmasına
karar verilmiş, hükümlü Bayram'm beyanı 12.04.2006 tarihinde talimat yoluyla Baro
tarafından görevlendirilen müdafii Avukat Tacettin'in huzurunda saptanmış, mahkemece
yapılan ilk oturum sonucunda sanığın yokluğunda, tayin olunan zorunlu müdafii Avukat
Yurtseven'in yüzüne karşı, tefhim tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık
18
olmak üzere kanun yararına bozma konusu edilen 02.05.2006 gün ve 2006/105-114 sayılı
karar verilmiştir.
Söz konusu karar, ilk yargılamada müdahilin vekili olan ve vekalet ilişkisi sona eren Avukat
H.Ali'ye 23.05.2006 tarihinde tebliğ edilmiş, müdahil ile kendisine yargılamayı yapan
mahkeme tarafından zorunlu müdafii tayin edildiğinden bilgisi bulunmayan sanığa tebliğ
edilmemiştir.
Kararın yasa yolu açıklamasında, yasa yoluna başvuru şekli gösterilmemesi ve yokluğunda
karar verilenler yönünden yasa yolu süresinin başlangıcının tebliğden itibaren
başlayacağının gözetilmemesi 5271 sayılı Yasa'nın 34/2, 231/2, 232/6. maddelerine aykırılık
oluşturmaktadır. Kararın, hükümlü ve müdahile yasa yolunun türü, süresi, şekli, merciini
gösteren ve başvuru süresinin kararın tebliğinden itibaren başlayacağını içeren bir açıklama
ile hükümlü ve müdahile tebliği gerekmektedir.
Karar, müdahil ile hükümlüye tebliğ edilmemesi nedeniyle kesinleşmemiştir.
Kesinleşmeyen karar, yasa yararına bozma incelemesine konu edilemeyeceğinden kanun
yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi yerine yazılı şekilde karar verilmesinin
hukuka aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
Kabule göre ise; kanun yararına bozma konusu edilen karar kesinleşmiş hükümde değişiklik
yargılaması sonucu verilen bir karardır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.06.2006 gün ve
124-165, 04.07.2006 gün ve 128-177 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, kesin hükümde
değişiklik yargılamasına ilişkin kararlar infaz aşamasında verilen ve infaza ilişkin
hükümlerden olması nedeniyle aleyhe sonuç doğurmama ilkesinin geçerli olmadığı
hükümlerdir. Dolayısıyla bu hükümlerin kanun yararına bozulması hükümlüler açısından
aleyhe sonuç doğurabilir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 30.01.2007 gün ve 348-16 sayılı
kararı da bu yöndedir. Hükmün bozulması sonucu hükümlü hakkında ilk kesinleşmiş
hükümdeki cezayı geçmemek kaydıyla daha ağır bir ceza verilebilir. Bozma sonrası Yargıtay
ilgili Dairesinin işin esasına hükmetme hak ve yetkisinin cezanın kaldırılması veya daha
hafif bir ceza verilmesi ile sınırlı olmasından dolayı, Yargıtay Özel Dairesi'nin daha ağır bir
cezaya hükmetme yetkisi bulunmamaktadır. Bu durumda, ilgili Dairece hükmün
bozulmasına karar verilmesi ile yetinilmesi, bozma sonrasında daha ağır cezanın hükmü
veren ilk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda verilmesi gerekmektedir.
Somut olayda, hükümlünün 765 sayılı TCK'rnn 504/3, 80, 522. maddelerine mümas eylemi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 30.03.2010 gün ve 2010/11-17-65 sayılı kararında belirtildiği
üzere 5237 sayılı TCK'rnn 141/1. maddesinde yazılı hırsızlık iie 245/1. maddesinde yazılı
banka veya kredi kartlarını kötüye kullanma suçunu oluşturmaktadır. Olaya uygulanacak
hükümlerin karşılaştırılması sonucu lehe olan hüküm, 765 sayılı Kanun hükümleridir. Bu
bağlamda, yerel mahkemenin kesinleşmiş ilk kararında sanık hakkında teşdiden ceza tayini
yoluna gidildiği de gözetilerek Özel Daire'nin 5237 sayılı Kanun hükümlerinin hükümlü
aleyhine sonuç doğuracağına ilişkin saptaması ve hükmü kanun yararına bozması
isabetlidir. Ancak, hüküm kesinleşmiş mahkumiyette değişiklik yargılaması sonucu verilen
bir hüküm olması nedeniyle aleyhe sonuç doğurmama ilkesinin geçerli olmayacağından
yerel mahkeme hükmünün kanun yararına bozulmasına ve müteakip işlemlerinin mahalli
mahkemesince yapılmasına karar verilmesi yerine hükmün aleyhe sonuç doğurmayacak bir
biçimde bozulmasına karar verilmesinin isabetli olmadığı düşünülmüştür..." gerekçeleri ile
19
itiraz yasa yoluna başvurularak, Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nin 14.10.2010 gün ve
19347-11240 sayılı kanun yararına bozma kararının kaldırılmasına, Ankara Dördüncü Ağır
Ceza Mahkemesi'nin 02.05.2006 gün ve 205-114 sayılı hükmünün kesinleşmemesi nedeniyle
Adalet Bakanlığı'nın kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi, talep
edilmiştir.
Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza
değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
Genel
Kurulu'nca
KARAR : İnceleme; hükümlü Bayram hakkındaki hükme hasren yapılmıştır.
Hükümlü Bayram hakkında yapılan kesin hükümde değişiklik yargılaması sonunda,
02.03.2000 tarihinde işlediği eylem nedeniyle, dolandırıcılık suçundan 5237 sayılı TCY'nin
158/1-f-son ve 43. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezasına karar verilen olayda Özel
Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan uyuşmazlık; yasa yararına
bozma yasa yoluna konu edilmiş bulunan hükmün, kesinleşmiş olup olmadığının
belirlenmesi bağlamında, uyarlama yargılaması sırasında hükümlünün bilgisi haricinde
atanan zorunlu müdafiin yüzüne karşı yapılan tefhim ile katılan vekiline yapılmış bulunan
tebliğin, temyiz süresini başlatıp başlatmayacağı ve yasa yolu bildiriminin yeterli olup
olmadığının saptanmasına ilişkin ise de; ilk derece mahkemesince yapılan yargılama
sırasında ağır ceza mahkemesi üye hakimi sıfatıyla "sadece tensip zaptının hazırlanmasında"
görev yaptığı belirlenen Hakim Saniye'nin, bu davaya ilişkin hükmün yasa yararına bozma
yasa yolu başvurusuna dayalı olarak Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nce incelenmesi
üzerine verilen kararlara iştirak etmiş olmasının, 5271 sayılı CYY'nin 23. maddesine aykırılık
oluşturup oluşturmayacağı hususunun öncelikle çözümlenmesi gerekmiştir.
Bu durumda; çözümlenmesi gereken iki ayrı konu bulunmaktadır:
1- İlk derece mahkemesindeki yargılama sırasında tensip zaptının hazırlanmasına iştirak
eden Hakim Saniye'nin, temyiz incelemesi sonunda Özel Daire'ce verilmiş olan karara da
katılmış olmasının, 5271 sayılı CYY'nin 23. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmayacağı
sorunu:
Dosya bu yönüyle incelendiğinde;
Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Hakim Saniye'nin, bu mahkemenin 2000/99
esas sayılı dosyasının 10.04.2000 tarihli tensip kararına, katıldığı ve bu tensipte, müşteki,
sanık ve tanıkların duruşmaya çağrılması ile sanığın doğum ve sabıka kaydının celbine karar
verildiği, sonraki aşamaya ise katılmadığı,
Daha sonra; anılan hakimin Yargıtay Üyeliğine atandığı, kesin hükümde değişiklik
yargılaması sonucu verilen hükmün kesinleştirilmesi ve bu hükme yönelik olarak T.C.
Adalet Bakanlığı'nca yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine, Yargıtay
Onbirinci Ceza Dairesi'ne gönderilen dosyada, Dairece yapılan incelemede 19.06.2009 ve
14.10.2010 tarihlerinde Hakim Saniye'nin de katılımıyla iki ayrı karar verildiği,
anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CYY'nin, "Bir karar veya hükme katıları hakim, yüksek görevli mahkemece bu
hükme ilişkin olarak verilecek karar veya hükme katılamaz" şeklindeki 23. maddesinin 1.
20
fıkrası, 1412 sayılı CYUY'nin 22. maddesindeki benzer düzenlemeden bir noktada
ayrılmaktadır: Buna göre, 22. maddede "Aleyhine Kanun yollarından birine müracaat
edilmiş olan bir hükme iştirak eyleyen hakim mafevk mahkemesince bu hükme dair
verilecek karara iştirak edemez" şeklinde yer alan düzenleme, 5271 sayılı CYY'de "hüküm"
kelimesinin yanına "karar" kelimesi de eklenmek ve bir anlamda yasağın alanı genişletilmek
suretiyle değiştirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesine göre; "Herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların
esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına
sahiptir..." Burada konumuz açısından üzerinde durulması gereken husus, "tarafsız bir
mahkeme" ilkesidir. Bu anlamda, özellikle ceza yargılamasında, işin esası hakkında karar
veren yargıcın duruşma evresi tamamlanmadan önce davaya ilişkin başka roller üstlenip
üstlenmediği hususu önem kazanmakta ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce zaman
zaman, bu aşamada verilen kararlarla, "tarafsız mahkeme" ilkesinin zedelendiğine karar
verilmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları incelendiğinde;
AİHM'nin, ihlal kararı vermek için yargıcın duruşma öncesinde yapmış bulunduğu yüzeysel
değerlendirmeleri yeterli görmediği ve "duruşma yargıcının duruşmadan önce kişinin suçlu
olup olmadığı konusunda düşünce oluşturup oluşturmadığı" kıstasından hareket ettiği
görülmektedir. ( AİHM, Bulut. -Avusturya Davası, 22.02.1996 )
Bu bağlamda, yargıcın daha önceden bazı tedbirlere başvurmuş veya işlemler yapmış
olmasının, esasa ilişkin olarak önceden belirlenmiş bir görüşe ulaştığını peşinen
göstermeyeceği kabul edilmektedir. ( AİHM, Fey.-Avusturya Davası, 24.02.1993 )
Bunun yanında; usul yasamızdaki yasaklamanın "ilk derece mahkemesince verilen
hükümlere" katılan hakimleri kapsadığında bir duraksama yaşanmamakta ise de; "karardan"
ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak gerekmektedir. Zira, AİHM kararları da nazara
alındığında; yüksek görevli mahkemede görev yapma yasağının sadece, önceki yargılama
sırasında, "kişinin suçlu olup olmadığı konusunda düşünce oluştuğunu gösterir nitelikteki"
kararlara katılan hakimleri kapsadığı kabul edilmelidir. Bunun dışında, hiçbir ayrım
yapılmaksızın, önceki yargılama sırasındaki her türlü karara katılan hakimlerin, yüksek
görevli mahkemede görev yapamayacağını söylemek ise düzenlemenin amacıyla
bağdaşmamaktadır.
Somut olayda; ilk derece yargılama sırasında, sadece Ankara Dördüncü Ağır Ceza
Mahkemesi'nce 10.04.2000 tarihinde yapılan ve sanık, müşteki ve tanıkların mahkemeye
çağırılması ile sanığın doğum ve sabıka kaydının istenmesine ilişkin olan tensip zaptının
düzenlenmesine katıldığı anlaşılan Hakim Saniye'nin, aynı dava hakkında verilen hükme
yönelik olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Onbirinci
Ceza Dairesi'nce gerçekleştirilen incelemeye ve inceleme sonunda verilmiş bulunan kararlara
katılmış bulunması; "tensip kararının", "hakimin, sanığın suçlu olup olmadığı konusunda
düşünce oluşturduğunu gösteren kararlardan" olmaması nedeniyle, 5271 sayılı TCY'nin 23.
maddesine aykırılık oluşturmaz.
21
Bu itibarla, ilk derece yargılaması sırasında, tarafları duruşmaya çağırmak ve basit bilgileri
toplamak biçiminde duruşma öncesi tedbirleri almaktan ibaret tensip kararına katılmış olan
Hakim Saniye'nin, aynı işle ilgili olarak yüksek görevli mahkemedeki inceleme ve karara da
katılmış olmasında hukuka aykırılık bulunmadığı, oybirliğiyle kabul edilmiştir.
2- Hükmün kesinlesip kesinleşmediği sorunu:
5271 sayılı CYY'nin 309. maddesine göre; ancak, hakim veya mahkeme tarafından verilen ve
istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen hüküm veya kararlarla ilgili
olarak yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulabilir. Dolayısıyla, bir hüküm ya da karara
ilişkin olarak yasa yoluna başvuru yoluna gidilebilmesinin en önemli koşullarından birisi
karar veya hükmün kesinleşmiş olmasıdır.
Olayımızda ise, 02.05.2006 gün ve 105-114 sayılı hükmün kesinleşip kesinleşmediği
hususunun üç ana başlık altında incelenmesi gerekmektedir:
a- Yasa yolu bildirimindeki eksiklik:
Dosya incelendiğinde; sanığın ve katılan ile katılan vekilinin yokluğunda, sanığa haber
verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin ise huzurunda tefhim edilen hükümdeki yasa yolu
bildiriminin, "Dair, sanığın yokluğunda, sanık müdafii Av. Yurtseven'in yüzüne karşı,
mütalaaya uygun, tefhim tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere
oybirliğiyle verilen karar açıkça okunup, anlatıldı" şeklinde olduğu görülmektedir.
Ceza Genel Kurulu kararlarında duraksamasız olarak belirtildiği üzere;
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 40/2. fıkrasında: "Devlet, işlemlerinde, ilgili
kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır"
hükmüne yer verilmiş,
Bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CYY'nin;
34/2. maddesinde; "Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri
belirtilir",
231/2. maddesinde; "Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve
süresi bildirilir",
232/6. maddesinde ise; "Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne
olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına
başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa
süresi ve merciin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir".
Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır.
Buna göre; gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak
yasa yolu süresi, başvuru yapılacak mercii ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer
vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur.
22
5271 sayılı CYY'nin 40. maddesinin 1. fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan
kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise, yasa yoluna başvuru
hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı açıkça belirtilmiştir.
Anılan düzenlemelerden, hüküm ve kararlardaki yasa yolu bildiriminin; yasa yolu, mercii,
şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu yanında, açıkça anlaşılabilir ve her türlü yanıltıcı
ifadeden uzak olması gerektiği, sonucuna varılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında;
Hükmün, sanığa haber verilmeksizin atanan zorunlu müdafiin yüzüne, sanık, katılan ve
katılan vekilinin ise gıyabında tefhim edildiği somut olayda, yasa yolu bildiriminde
bulunulurken temyiz süresinin tefhimden itibaren 7 gün olduğunun belirtilmesi, tefhimde
hazır bulunmayan ancak hükmü temyiz etme hakkı bulunanlar yönünden yanıltıcı nitelikte
bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.
b- Kesin hükümde değişiklik yargılaması sırasında, kendisine zorunlu müdafii atandığından
hükümlünün haberdar edilmemiş olması:
Dosya bu yönüyle incelendiğinde;
Soruşturma aşamasında bir avukat ile temsil edilmeyen hükümlünün, ilk derece yargılama
sırasında kendisine vekaletnameli bir avukat atadığı, bununla birlikte ilgili avukatın
31.10.2000 günlü dilekçe ile davadan çekildiği, bu durumun da 24.11.2000 tarihinde
hükümlüye tebliğ edildiği, ilk hükmün ilanen tebliğ edilmek suretiyle kesinleştirildiği,
Kesin hükümde değişiklik yargılaması sırasında ise; evrak üzerinde verilen ilk hükmün
Yargıtay'ca usule ilişkin bir nedene dayalı olarak bozulması üzerine yapılan yargılama
sırasında, Baroya yazı yazılarak hükümlüyü savunmak üzere bir avukatın
görevlendirilmesinin istendiği,
Aynı zamanda da, cezaevinde bulunduğu Edirne'de talimatla savunması alınan hükümlüye,
savunma sırasında yanında bulunması için Av. Tacettin'in atandığı ve bu avukatın, talimatla
ifadesi alındığı sırada hükümlünün yanında bulunmakla sınırlı bir görevi ifa ettiği,
Yargılamanın yapıldığı Ankara Barosu'nca atanan Avukat "Yurtseven" isimli zorunlu
müdafiiden ise hükümlünün hiçbir şekilde haberdar edilmediği,
Keza, Av. Yurtseven'in, bozmadan sonra 02.05.2006 tarihinde yapılan ve hükmün tefhim
edildiği tek celseye katıldığı, görülmektedir.
Bahsedilen avukatın yüzüne karşı verilen bu hüküm ayrıca hükümlüye tebliğ edilmediği
gibi Av. Yurtseven tarafından da temyiz edilmemiştir.
Ceza Genel Kurulu'nun, 17.11.2009 gün ve 212-269 sayılı kararı başta olmak üzere birçok
kararında belirtildiği gibi;
Mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak
için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından
23
kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının etkin
kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun
doğal sonucu olarak, maddi olanakları elverişli olan sanık nasıl ki vekaletname vermek
suretiyle dilediği avukatı serbestçe tayin edebiliyorsa, parası olmayan sanığın da aynı şekilde
müdafiliğini üstlenecek avukatı serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen
avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması, daha da ötesi, görülmekte olan
davada kendisine müdafii olarak bir avukat atanacağının sanığa bildirilmesi gereklidir.
Kendisine zorunlu bir müdafii görevlendirileceğinin sanığa bildirilmediği ve sanığın bu
konudaki iradesine değer verilmediği ya da başka bir ifadeyle sanığın bu konudaki
iradesinin dosya kapsamından anlaşılamadığı durumlarda, hükmün müdafii yanında
sanığın kendisine de tebliğinin adil yargılanma hakkının bir gereği olduğu kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Mahkemenin istemi üzerine Baro tarafından görevlendirilen zorunlu müdafiinin yüzüne
karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar edilmeyen
hükümlü açısından hukuksal sonuç ifade etmediği gibi, temyiz süresini de
başlatmayacağından; öncelikle gerekçeli kararın, hakkında verilen karardan habersiz olan
hükümlüye tebliğ edilmesi gerektiği düşünülmeden, yasa yararına bozma başvurusu
üzerine Özel Daire'ce bir karar verilmiş olması isabetli bulunmamıştır.
c- Katılan ile vekili arasındaki ilişkinin hükmün kesinleşmesinden sonra da devam edip
etmediği ve buna bağlı olarak katılan vekiline yapılmış bulunan tebliğin, katılan yönünden
temyiz süresini başlatıp başlatmayacağı:
Dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerden; katılan Naşide'nin ilk derece yargılama sırasında
vekaletname ile atanmış Av. H.Ali tarafından temsil edildiği, bununla birlikte anılan
avukatın ilk hükmün kesinleştiği 28.09.2001 tarihinden sonraki yargılamaya hiçbir şekilde
iştirak etmediği, buna karşılık kesinleşip1 kesinleşmediği tartışılan ve katılan ile vekilinin
yokluğunda verilen uyarlama hükmünün, bu avukata tebliğ edilmekle birlikte temyiz de
edilmediği anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu'nun 13.05.2008 gün ve 101-113 sayılı kararında da ifade edildiği üzere;
Sona erdirilmediği sürece devam ettiği kabul edilen vekalet sözleşmesinin aksine avukatlık
sözleşmesinin süresiz olarak devam ettiğini kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir kabul,
birçok sorunu da beraberinde getirecektir. Belli bir ücret karşılığı iş yapan vekilden,
kesinleşen bir hükümden yıllarca sonra, bu hükümle ilgili yeni bir durum ortaya çıktığında,
o hususu da kendiliğinden halletmesi bir görev olarak beklenemez. Şu durumda, yasal
düzenlemelere uygun olanı, avukatlık sözleşmesinin hükmün kesinleşmesi ile sona
ermesidir. Olağan olmayan yasa yolları bu sürece dahil edilmemelidir. Ancak, açıkça
sonlandırılmadığı veya diğer sona erme nedenleri bulunmadığı takdirde, vekalet ilişkisi
halen devam ediyor olacağından, kesinleşme sürecinden sonraki işlemler için de aynı
avukatın işe devam etmesi isteniyorsa, ayrı bir avukatlık sözleşmesi yapılmalıdır. Bir şekle
bağlı olarak yapılması şart olmayan bu sözleşme, müvekkilin vereceği sözlü bir talimatla
kurulabileceği gibi, vekilin müvekkilinin lehine işe girmesi ve müvekkilinin buna izin
vermesi ya da ses çıkarmaması şeklinde de ihdas edilebilir.
24
Olayımızda ise; katılan ile vekili arasındaki vekalet ilişkisinin devam ediyor olma olasılığı
bulunmakta ise de; vekilin, hükmün kesinleşmesinden sonra uyarlama yargılaması sırasında
da görev yapması konusunda katılan ile vekili arasında "açık" veya "zımni" bir avukatlık
sözleşmesi yapıldığına ilişkin bilgi ya da belge bulunmadığı gibi vekilin, müvekkili adına,
onun kabul edebileceği bir işlemi gerçekleştirdiği ( örneğin hükmü temyiz ettiği ) de
söylenemeyeceğinden, uyarlama hükmünün katılan vekiline tebliği yeterli olmayıp katılanın
kendisine de tebliğ edilmesi gerekir.
Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; yasa yolu bildiriminin yanıltıcı nitelikte
eksiklik içermesi, hükümlüden habersiz olarak atanan zorunlu müdafiin yüzüne karşı tefhim
edilen hükmün ayrıca hükümlüye tebliğ edilmemesi ve aralarında bir avukatlık sözleşmesi
bulunduğuna dair hiçbir bilgi ve belge bulunmamasına rağmen uyarlama yargılaması
sonunda verilen hükmün, katılan yerine, katılan vekiline tebliğ edilmiş olması nedenleriyle;
hükümlü ve katılan yönünden eski hale getirme yoluyla temyiz edilmesi halen olanaklı
bulunmakla kesinleşmeyen hükümle ilgili olarak yasa yararına bozma yasa yoluna
başvurulamaz.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire kararının
kaldırılmasına, yasa yararına bozma isteminin reddine, dosyanın, kararın ilgililere tebliğinin
sağlanması için yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi'nin, 14.10.2010 gün ve 19347-11240 sayılı kararının
KALDIRILMASINA,
3-T.C. Adalet Bakanlığı'nın yasa yararına bozma isteminin hükmün henüz kesinleşmemiş
olması nedeniyle REDDİNE,
4-Dosyanın, gerekçeli kararın "temyiz süresinin tefhimde hazır bulunmayanlar için tebliğden
itibaren 7 gün olduğu" açıklamasıyla birlikte, hükümlü Bayram müdafii Av. Yurtseven'e,
hükümlü Bayram'a ve katılan Naşide'ye tebliğinin sağlanması ile temyiz dilekçesi verilmesi
halinde gereğinin yapılması için Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmek
üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıma TEVDİİNE, 21.12.2010 günü yapılan müzakerede
oybirliği ile karar verildi.
25
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2010/6273
K. 2011/1607
T. 16.3.2011
• OLASI KASTLA ÖLDÜRME ( Sanıkların Yaptıkları Savunmaların Aynı Yönde
Olduğu/Suç Atma Durumu da Olmadığından Menfaat Çatışması Bulunmadığı Sanıkların Evlilik Dışı Bebeği Issız Yere Terkederek Ölümüne Sebep Olmalarının Kasten
Öldürme Olduğu )
• SANIKLAR ARASINDA MENFAAT ÇATIŞMASI ( Sanıkların Yaptıkları Savunmaların
Aynı Yönde Olduğu - Suç Atma Durumu da Olmadığından Menfaat Çatışması
Bulunmadığı )
• KASTEN BEBEK ÖLDÜRME ( Sanığın Kızının Evlilik Dışı Olan ve Erken Doğan
Bebeğini Diğer Sanıkla Birlikte Issız Yere Bırakıp Öldürmelerinin Olası Kastla Değil
Kasten Öldürme Olduğunun Gözetileceği )
• EVLİLİK DIŞI DOĞAN BEBEĞİ KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Kızının Evlilik Dışı
Olan ve Erken Doğan Bebeğini Diğer Sanıkla Issız Yere Bırakıp Öldürmelerinin Olası
Kastla Değil Kasten Öldürme Olduğu )
5237/m. 21/2, 82/1
ÖZET : Yeni doğmuş bebeği olası kastla öldürmekten sanıkların yaptıkları savunmalarının
aynı yönde olması, olayda suç atma durumunun bulunmaması ve mevcut kanıt durumu
karşısında, sanıklar arasında menfaat çatışması bulunmadığı gözetilmelidir.
Sanığın kızının evlilik dışı olan ve erken doğan bebeğini, küveze konulması gerekirken diğer
sanık ile birlikte alıp ıssız bir yerde bıraktıkları ve bebeğin öldüğü anlaşılmaktadır.
Sanıkların eylem ve irade birliği içinde, eylemin işlenmesinde ortak hakimiyet kurarak
bebeği kasten öldürme suçunu işledikleri kabul edilmelidir.
DAVA : Yeni doğmuş bebeği olası kastla öldürmekten sanıklar Yaşar ile İdris'in yapılan
yargılanmaları sonunda: Hükümlülüklerine ilişkin ( Artvin Ağır Ceza Mahkemesi )'nden
verilen 17.03.2010 gün ve 5/24 sayılı hüküm re'sen temyize tabi olmakla beraber duruşmalı
olarak Yargıtay'ca incelenmesi sanıklar müdafii tarafından da istenilmiş olduğundan dava
dosyası C.Başsavcılığı'ndan tebliğname ile Dairemize gönderilmekle duruşmalı olarak
incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR : 1-Sanıklar Yaşar ve İdris'in yaptıkları savunmalarının aynı yönde olması, olayda
suç atma durumunun bulunmaması ve mevcut kanıt durumu karşısında, sanıklar arasında
26
menfaat çatışması bulunmadığı kabul edilmiş ve tebliğnamenin bu yöndeki bozma
düşüncesi benimsenmemiştir.
2-Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların suçlarının sübutu kabul, takdire ilişen
cezayı azaltıcı sebeplerin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle
reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedenleri dışında
isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar müdafiilerinin ayrı ayrı duruşmalı incelemede
ve temyiz dilekçesinde sübuta, suç vasfına, delillerin hatalı takdir edildiğine vesaireye
yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Oluşa ve dosya içeriğine göre; sanık Yaşar'ın olaydan yaklaşık on beş gün önce on yedi
yaşındaki kızı Duygu'nun uygun görmedikleri bir ilişki sonucu hamile kaldığını öğrendiği,
ancak bu durumun çevrelerinde hoş karşılanmayacağını düşünerek kızı Duygu'yu da yanına
alıp memleketi Ordu'dan Trabzon'a gittikleri, sanık Yaşar'ın burada polis memuru olarak
görev yapan akrabası sanık İdris'ten doğumun Trabzon'da yapılması ve bu durumdan
kimsenin haberi olmaması hususunda yardım istediği, İdris'in kabul etmesi üzerine evinde
kalmaya başladıkları, sanık Yaşar'ın bebekten kurtulmak için kendince yollar araştırdığı, bu
amaçla bebeği aldırmak için kızı Duygu'yu özel bir muayenehaneye götürdüğü, ancak
doğum yaptırılması gerektiğinin söylenmesi üzerine gerekli tetkik ve işlemler yapılarak olay
günü saat 15.00 sıralarında sanık İdris'in aracıyla Duygu'yu T... F... Devlet Hastanesi'nin
kadın doğum servisine getirdikleri, burada yapılan ameliyatla yedi aylık canlı bir kız bebek
dünyaya getirildiği, ancak erken doğum nedeniyle küveze alınması gereken bebeğin boş
küvez olmadığı için Trabzon Doğumevi'ne sevkedildiği, sanık Yaşar'ın bebeğin kendileri
tarafından doğumevine götürüleceğini söyleyerek saat 17.00 sıralarında bebeği teslim alıp
çıktığı, sanık İdris'e ait ve onun kullandığı araçla bebeğin sanıklar tarafından önce İdris'in
evine getirildiği, burada bebekten nasıl kurtulacakları konusunda aralarında konuştukları,
saat 18.00 sıralarında bebeği bir yere bırakmak amacıyla İdris'in kullandığı araca binerek
yola koyuldukları, Trabzon'dan yaklaşık 160 km uzaklıktaki Artvin'in Hopa ilçesine yakın
bir yerde saat 21.00 sıralarında durdukları, sanık Yaşar'ın bebeği battaniyeye sarılı bir şekilde
yol kenarında bulunan ve en yakın yerleşim yerine uzaklığı yaklaşık 80 metre olan otlakların
arasına bıraktıktan sonra sanıkların aynı araçla tekrar Trabzon'a döndükleri, bebeğin bir gün
sonra tesadüfen oradan geçmekte olan tanık Osman tarafından ölü olarak bulunduğu, Adli
Tıp Genel Kurulu'nun raporuna göre bebeğin "solunum yetersizliği sonucu öldüğünün"
belirtildiği olayda;
Sanıkların eylem ve irade birliği içinde hareket ederek, eylemin işlenmesi üzerinde ortak
hakimiyet kurarak sanık Yaşar'ın alt soyundan olan yeni doğmuş bebeği kasten öldürme
suçunu işledikleri anlaşıldığı halde sanık
Yaşar'ın TCK'nın 82/1-d-e, 62, 53. maddeleri, sanık İdris'in 82/1-e, 62, 53. maddeleri uyarınca
cezalandırılmaları yerine, sanık Yaşar hakkında TCK'nın 82/1-d-e, 21/2, 62, 53. maddeleri,
sanık İdris hakkında 82/1-e, 21/2, 62, 53. maddelerince hüküm kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görüldüğünden, re'sen de incelemeye tabi hükümlerin kısmen tebliğnamedeki düşünce gibi (
BOZULMASINA ), aleyhe temyiz olmadığından, CMUK'nın 326/son maddesi uyarınca ceza
miktarı yönünden sanıkların kazanılmış haklarının korunmasına, sanık İdris'e verilen
27
cezanın miktarı ve tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak sanık müdafiinin tahliye isteminin
reddine, 16.03.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2009/5531
K. 2011/1798
T. 23.3.2011
• KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Öldürdüğü Maktulün Kucağında Çocuk Olduğunu
Bilerek ve Çocuğun Ölebileceğini Öngörmesine Rağmen Ateş Ettiği - 5237 S.K. Md. 82/1e'nin Uygulanacağı )
• ÇOCUĞU KASTEN ÖLDÜRME ( Sanığın Öldürdüğü Maktulün Kucağında Çocuk
Olduğunu Bilerek ve Çocuğun Ölebileceğini Öngörmesine Rağmen Ateş Ettiği - 5237 S.K.
Md. 82/1-e'nin Uygulanacağı )
• HAKSIZ TAHRİK ( Sanığın Kardeşine Cinsel Saldırıda Bulunan Maktule Ateş Açıp
Öldürdüğü/Maktulün Kucağında Çocuk Olduğunu Bilerek Ateş Açtığı - Ölen Çocuğun
Maktule Karşı Haksız Tahrik Oluşturacak Bir Eylemde Bulunmadığının Gözetileceği )
5237/m. 29, 82/1-e
ÖZET : Sanığın akıl hastası olan kardeşine cinsel saldırıda bulunan maktulle karşılaştığı,
çocuğun ölebileceğini öngörmesine ve çevredekilerin çocuğa ilişkin uyarılarına rağmen,
kucağında çocuk olan maktule, iki el arkadan ateş etmesi sonucu maktulün ve çocuğun
öldüğü olayda; çocuktan kaynaklanan ve haksız tahrik oluşturan söz ve davranış
bulunmadığı gözetilmelidir. Sanık "çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini
savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı" öldürme suçunu işlemekten mahkum
edilmelidir.
DAVA : Mustafa ile çocuk yaştaki Emirhan'ı kasten öldürmekten sanık Aydın'ın yapılan
yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne ilişkin ( Zonguldak Birinci Ağır Ceza Mahkemesi
)'nden verilen 24.10.2008 gün ve 42/167 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi C.Savcısı,
sanık müdafii ile müdahii vekili taraflarından istenilmiş, sanık müdafii duruşma da talep
etmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığı'ndan tebliğname ile Dairemize gönderilmekle
sanık hakkında duruşmalı, C.Savcısı ve müdahilin temyizleri üzerine incelendi ve aşağıdaki
karar tespit edildi:
KARAR : A )Sanık müdafiinin yasal süredeki temyizinden sonra 08.07.2009 tarihli dilekçe ile
maktul Mustafa'yı öldürme suçundan kurulan hükmün onanmasını istediği anlaşılmakla,
Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 05.02.2008 tarih ve 2008/1-9/15
sayılı kararı uyarınca, dosyanın onanması istemini içeren ve usulünce çıkartılan
vekaletnamesinde temyizden feragat yetkisi bulunan sanık müdafiinin bu istemi temyizden
28
vazgeçme olarak kabul edildiğinden, sanık müdafiinin bu suça yönelen temyiz isteminin
CMUK'nın 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
B )Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübutu kabul, bozma nedeni
saklı kalmak kaydıyla oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin,
maktul Mustafa'yı öldürme suçunda tahrike ve her iki suçta takdire ilişen cezayı azaltıcı
sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş,
incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedenleri dışında isabetsizlik
görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin duruşmalı incelemede ve temyiz dilekçesinde
maktul Emirhan'ı öldürme suçunda sair nedenlere yönelen, katılan Şahizer vekilinin maktul
Mustafa'yı öldürme suçunda suç vasfına, tahrik bulunmadığına ilişen, Cumhuriyet
Savcısının maktul Mustafa'ya yönelik eylemin olası kastla işlendiğine yönelen ve yerinde
görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle;
1-Maktul Mustafa'yı öldürme suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün tebliğnamedeki
düşünce gibi ONANMASINA,
2-Maktul Emirhan'ı öldürme suçundan kurulan hükme yönelik yapılan incelemede;
Oluşa ve dosya içeriğine göre, maktul Mustafa'nın, olay öncesinde şizofren akıl hastalığı
bulunan ve kendisine yönelik eyleme mukavemet edemeyecek durumda olan Hatice'ye
cinsel saldırıda bulunduğu, bu olayın ölüm nedeniyle takipsizlikle sonuçlandığı, Hatice'nin
kardeşi olan sanığın, olay günü av tüfeğini alarak fındık bahçesine gitmek için evden ayrılıp
kardeşinin işlettiği bakkala uğradığı, kardeşi Ayhan, tanıklar Sezai, Birol ve Sinan'la
konuştukları sırada maktul Mustafa'yı kucağında omzunun üstünden baş kısmı görünecek
şekilde tuttuğu torunu maktul Emirhan olduğu halde yolda giderken arkasından gördüğü,
duvarın kenarına dayadığı tüfeği alarak peşinden koşmaya başladığı, tanıkların "Aydın
sakın yapma çocuk var" diye bağırmalarına rağmen, "Mustafa" diye bağırıp, kendisine tam
olarak dönmesini beklemeden av tüfeği ile iki kez ateş ederek Mustafa'yı ve kucağındaki
Emirhan'ı vurarak öldürdüğü, her iki maktulde de iki atışla mümkün av tüfeği saçma
taneleri giriş yaralarının mevcut olduğu anlaşılmakla;
a )Sanığın, maktul Emirhan'ın hayati bölgesinden isabet almasının muhakkak olduğunu
öngördüğü halde ateş etmesi, küçük maktul Emirhan'dan kaynaklanan ve haksız tahrik
oluşturan söz ve davranış bulunmaması da dikkate alınarak, 5237 sayılı TCK'nın 82/1-e, 62
ve 53. maddeleri uyarınca hüküm kurulması gerekirken, suçun niteliğinde hataya düşülerek,
aynı Yasa'nın 30/2, 81, 29, 62 ve 53. maddeleri uyarınca ceza tayin edilmesi,
b )Kabule göre de, sanık hakkında maktul Emirhan'a yönelik eylemden 5237 sayılı TCK'nın
30/1. maddesi uyarınca uygulama yapılırken eylemin taksirle öldürme olarak
değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafii, Cumhuriyet Savcısı ve katılan Şahizer vekilinin
temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle, hükmün tebliğnameden farklı düşünce ile (
BOZULMASINA ), sanığa verilen ceza miktarı ile tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak
tahliye talebinin reddine, 23.03.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.
29
T.C.
YARGITAY
2. CEZA DAİRESİ
E. 2010/39487
K. 2011/6193
T. 28.3.2011
• TEMYİZ SINIRININ BELİRLENMESİ ( Kararda Yer Alan Toplam Ceza Miktarının
Dikkate Alınarak Belirleneceği )
• TOPLAM CEZA MİKTARI ( Temyiz Sınırının Toplam Ceza Miktarı Dikkate Alınarak
Belirlenmesi Gerektiği )
• KUMAR OYNANMASI İÇİN YER VE İMKAN SAĞLAMA ( Temyiz Sınırının Verilen
Adli Para Cezasının Toplamı Dikkate Alınarak Belirleneceği )
• ADLİ PARA CEZASI ( Kumar Oynanması İçin Yer ve İmkan Sağlama - Temyiz
Sınırının Verilen Adli Para Cezasının Toplamı Dikkate Alınarak Tespit Edileceği )
5237/m.228
1412/m.305
ÖZET : Suç nedeniyle verilen karar içerisinde yer alan cezaların tamamının tek bir hükmü
meydana getirdiği; hükmün içinde birden fazla cezanın bulunduğu hallerde, temyiz sınırının
belirlenmesi açısından cezaların her birinin miktarına değil, toplam ceza miktarına bakılması
gerektiği ve sanığa somut olayda kumar oynanması için yer ve imkan sağlama suçundan
verilen toplam adli para cezasının miktarı dikkate alınmalıdır.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 15.07.2008 tarih ve 2008/3-173, 2008/190 sayılı
kararında da belirtildiği üzere bir suç nedeniyle verilen karar içerisinde yer alan cezalardan
her biri ayrı bir hüküm oluşturmayıp, bu cezaların tamamının tek bir hükmü meydana
getirdiği; bu nedenle de; hükmün içinde birden fazla cezanın bulunduğu hallerde, temyiz
sınırının belirlenmesi açısından cezaların her birinin miktarına değil, toplam ceza miktarına
bakılması gerektiği ve sanığa somut olayda kumar oynanması için yer ve imkan sağlama
suçundan verilen toplam adli para cezasının miktarı 2400 YTL olduğundan hükmün 1412
sayılı CMUK'nın hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 305/1. maddesi uyarınca hüküm
tarihine göre temyizi mümkün olduğu belirlenerek yapılan incelemede,
SONUÇ : Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine
göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün ( ONANMASINA ),
28.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
30
T.C.
YARGITAY
2. CEZA DAİRESİ
E. 2009/37683
K. 2011/5070
T. 14.3.2011
• UYARLAMA YARGILAMASINDA ŞİKAYETTEN VAZGEÇME ( Hükmün Kesinleştiği
- Cezanın İnfazına Engel Olmayacağı )
• ŞİKAYETTEN VAZGEÇME ( Cezanın İnfazı Aşamasında Yapılan Uyarlama
Yargılamasında Şikayetten Vazgeçmenin Cezanın İnfazına Engel Olmayacağı - Davanın
Düşürülmesine Karar Verilemeyeceği )
• DAVANIN ŞİKAYETTEN VAZGEÇME NEDENİYLE DÜŞÜRÜLMESİ ( Hüküm
Kesinleştikten Sonra Uyarlama Yargılamasında - Hukuka Aykırı Olduğu )
5237/m.7, 73
ÖZET : Hükmün kesinleşmesinden sonra yapılan uyarlama yargılanmasında şikayetten
vazgeçme cezanın infazına engel olmayacağından, davanın şikayetten vazgeçme nedeniyle
düşürülmesine karar verilmesi hukuka aykırıdır.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Sanık hakkında ceza kararnamesiyle verilip kesinleşen 24.12.2004 tarih ve
2004/856-623 sayılı hükmün infazı aşamasında Cumhuriyet Savcılığı tarafından 5237 sayılı
TCK hükümleri uyarınca uyarlama talep edilmesi üzerine mahkemenin duruşma açarak
yaptığı yargılama sonucunda mağdurenin şikayetten vazgeçmesi üzerine davanın 5271 sayılı
CMK'nın 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine karar verilmiş ise de; 5237 sayılı TCK'nın
73. maddesinin 4. fıkrası uyarınca, hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçmenin cezanın
infazına engel olmayacağının belirtilmesi karşısında sadece lehe olan kanunun belirlenmesi
için yapılan uyarlama yargılaması sırasında kesinleşen hükme konu davanın düşürülmesine
karar verilemeyeceğinin gözetilmemesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla
yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı ( BOZULMASINA ), 14.03.2011
gününde oybirliğiyle karar verildi.
31
T.C.
YARGITAY
3. CEZA DAİRESİ
E. 2008/20253
K. 2009/22236
T. 10.12.2009
• LEHE KANUN UYGULAMASI ( 6831 Sayılı Kanun'a Aykırılık - 6831 S. Yasa'da
Getirilen Köklü Değişikliklerin ve Ceza Sisteminin Lehe Hükümlerinin Bütün Halinde
Değerlendirme Sonucu Sanık Lehine Uygulanması Gerektiği )
• ORMAN KANUNU'NA AYKIRILIK ( Yasa'da Getirilen Köklü Değişikliklerin ve Ceza
Sisteminin Lehe Hükümlerinin Bütün Halinde Değerlendirme Sonucu Sanık Lehine
Uygulanması Gerektiği )
5237/m.7
ÖZET : Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa'yla, özel nitelikte olan 6831 sayılı
Yasa'da getirilen köklü değişikliklerin ve ceza sisteminin lehe hükümlerinin bütün halinde
değerlendirme sonucu sanık lehine uygulanması gerekliliği değerlendirilmelidir.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü,
süresi ve suç tarihine göre dosya görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi:
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine
göre yapılan incelemede:
Koşulları oluşmadığından CMK'nın 231. maddesinin uygulama olanağı bulunamamıştır.
Hükümden sonra 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'la, özel nitelikte
olan 6831 sayılı Orman Kanunu'nda getirilen köklü değişikliklerin ve ceza sisteminin lehe
hükümlerinin bütün halinde değerlendirme sonucu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 7.
maddesi dikkate alınarak sanık lehine uygulanması gerekliliği bu hususun mahalli
mahkemece değerlendirilmesi lüzumu,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık ve müdahil idarenin temyiz itirazları bu itibarla
yerinde görülmüş olduğundan hükmün başkaca yönleri incelenmeksizin ( BOZULMASINA
), 10.12.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.
32
T.C.
YARGITAY
3. CEZA DAİRESİ
E. 2009/19735
K. 2010/21133
T. 20.12.2010
• İŞGAL VE FAYDALANMA ( Sanık Hakkında Dava Açıldığı Tarihte Hukuki Kesinti
Gerçekleştiğinden Aynı Yeri İkinci Kez İşgal Etmekten Dolayı Sonradan Açılan Dava
Yeni Bir Suç Oluşturduğu )
• HUKUKİ KESİNTİ ( Sanık Hakkında İşgal ve Faydalanma Dolayısıyla Dava Açıldığı
Tarihte Gerçekleştiğinden Aynı Yeri İkinci Kez İşgal Etmekten Dolayı Sonradan Açılan
Dava Yeni Bir Suç Oluşturduğu )
• AYNI YERİ İKİNCİ KEZ İŞGAL ETMEK ( Sanık Hakkında İşgal ve Faydalanma
Dolayısıyla Dava Açıldığı Tarihte Hukuki Kesinti Gerçekleştiğinden Sonradan Açılan
Dava Yeni Bir Suç Oluşturduğu )
6831/m.93
ÖZET : Sanık hakkında işgal ve faydalanma dolayısıyla dava açıldığı tarihte hukuki kesinti
gerçekleştiğinden, aynı yeri ikinci kez işgal etmekten dolayı sonradan açılan dava yeni bir
suç oluşturur.
DAVA : Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunarak, gereği
görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine,
Ancak;
Sanık hakkında devlet ormanında işgal ve faydalanmada bulunduğundan dolayı 10.02.2006
tarihli iddianame ile dava açıldığı ve hukuki kesintinin gerçekleştiği, sanığın aynı yeri ikinci
kez işgal ve faydalanmada bulunduğundan dolayı da 09.01.2007 tarihli iddianame ile açılan
davanın yeni bir suç oluşturacağı gözetilmeden, sanığın mahkumiyeti yerine yazılı gerekçe
ile açılan kamu davasının reddine karar verilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, müdahil idare vekili ile mahalli C.Savcısının temyiz itirazları
bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı istem gibi (
BOZULMASINA ), 20.12.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
33
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2009/28222
K. 2010/1218
T. 2.2.2010
• İMAR KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMA ( Kamu Davasını Açmaya Yeterli Şüphe
Oluşturacak Delil Elde Edildiğinde İddianame Düzenleneceği - Yapı Tatil Tutanağının
Binanın Ruhsata Uygun Olmadığına İlişkin Delillerin Bulunmaması Nedeniyle
İddianamenin İade Edilemeyeceği )
• YAPI TATİL TUTANAĞI ( Binanın Ruhsata Uygun Olmadığına İlişkin Delillerin
Bulunmaması Nedeniyle İddianamenin İade Edilemeyeceği )
• İDDİANAMENİN İADESİ ( Yapı Tatil Tutanağının Binanın Ruhsata Uygun
Olmadığına İlişkin Delillerin Bulunmaması Nedeniyle İddianamenin İade Edilemeyeceği
)
5271/m.83, 170, 174
ÖZET : CYY'nin 83. maddesi hükmüne göre “keşif, hakim veya mahkeme veya naip ya da
istinabe olunan hakim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde C.Savcısı
tarafından yapılır.” Suçun sübutuna etki edecek nitelikte teknik incelemeyi içeren bilirkişi
raporunun yargılama evresinde hakim tarafından alınması yasa gereğidir.
CYY'nin 170/2. maddesi uyarınca C. Savcısı, kamu davasını açmaya yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edildiğinde iddianame düzenlemek zorundadır. Dosya içinde yapı
tatil tutanağının, binanın ruhsata uygun olmadığına ilişkin delillerin bulunmaması nedeniyle
iddianamenin iade edilmesi yasaya aykırılık oluşturmaktadır. Belirtilen eksiklik aynı
Yasanın 170/3. maddesine göre iddianamede yer alması zorunlu olan bilgiler kapsamında
değildir. Belirtilen nedenlerle iddianamenin iadesi kararına karşı yapılan itirazı inceleyen
merciin verdiği ret kararı hukuka uygun değildir.
DAVA : İmar kirliliğine neden olma suçundan şüpheli hakkında yapılan soruşturma evresi
sonucunda Orhangazi Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 08.06.2009 tarihli ve 2009/703
sokturma, 2009/497 sayılı iddianamenin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 170.
maddesine uygun bulunmadığından bahisle aynı Kanunun 174/1. maddesi gereğince
iadesine dair Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesinin 22.06.2009 tarihli ve 2009/262 sayılı
kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 02.07.2009 tarihli
ve 2009/510 değişik iş sayılı kararının Adalet Bakanlığınca 09.11.2009 gün ve 62994 sayılı
yazı ile yasa yararına bozulmasının istenmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
08.12.2009 gün ve 272045 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle
incelendi:
34
Tebliğnamede “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 170/3. maddesinde iddianamede
nelerin gösterileceği, aynı Kanun'un 174/1. maddesinde ise iddianamenin hangi hallerde
iadesine karar verileceğinin belirtildiği, olay yeri incelemesi yapılmadan ve bilirkişi raporu
aldırılmadan dava açılmasının iddianamenin iadesi sebebi yapılamayacağı gibi, anılan
Kanun'un 170/2. maddesi gereğince; “Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun
işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; C.Savcısı, bir iddianame düzenler.” hükmü
gereğince soruşturma evresi sonunda toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli
şüphe oluşturması durumunda C. Savcısının kamu davası açması gerekeceği, somut olayda
da suça konu binaya ilişkin tutanak tutulduğu, ruhsat ve planın getirildiği C.Savcısı
tarafından toplanan delillerin kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturması sebebiyle
iddianame düzenlenmiş olması karşısında itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar
verilmesinde isabet görülmemiştir” denilmektedir.
Gereği görüşüldü:
KARAR : 5271 sayılı Ceza Yargılama Yasasının 174/1. maddesinde; “Mahkeme tarafından,
iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde
sorutturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar
belirtilmek suretiyle;
a ) 170. maddeye aykırı olarak düzenlenen,
b ) Suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut delil toplanmadan düzenlenen,
c ) Önödemeye veya uzlaşmaya tabi olduğu soruşturma dosyasından açıkça önödeıne veya
uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenen iddianamenin C. Başsavcılığına iadesine karar
verilir.”
Aynı Yasanın 170/3. maddesinde; "Görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen
iddianamede;
a ) Şüphelinin kimliği,
b ) Müdafii,
c ) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği»
d ) Mağduran veya suçtan zarar görenin vekili veya kanuni temsilcisi,
e ) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği,
f ) Şikayette bulunan kişinin kimliği,
g ) Şikayetin yapıldığı tarih,
h ) Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri,
i ) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
35
j ) Suçun delilleri,
k ) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı, tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri
ile bunların süreleri, gösterilir.” hükümleri yer almaktadır.
Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesince CYY'nin 170 ve 174/1. maddesi uyarınca verilen
iddianamenin iadesi kararının gerekçesi, imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu
davasına ilişkin olarak davaya konu yapının imara aykırı olup olmadığı noktasında inceleme
yapılmaması ve buna ilişkin teknik rapor alınmaması nedenine dayandırılmıştır.
Yasa koyucu, iddianamenin iadesine ilişkin düzenlemede, iade nedenleri açısından sayma
yöntemini benimseyerek iade işlemlerini sınırlandırma iradesini açıkça ortaya koymuştur,
iddianamenin iadesine gerekçe olarak gösterilen eksiklik, yapının imara aykırı olup
olmadığına ilişkin bilirkişi raporunun alınmamasıdır.
CYY'nin 83. maddesi hükmüne göre “keşif, hakim veya mahkeme veya naip ya da istinabe
olunan hakim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde C.Savcısı
tarafından yapılır.” Suçun sübutuna etki edecek nitelikte teknik incelemeyi içeren bilirkişi
raporunun yargılama evresinde hakim tarafından alınması yasa gereğidir.
CYY'nin 170/2. maddesi uyarınca C. Savcısı, kamu davasını açmaya yeterli şüphe
oluşturacak delil elde edildiğinde iddianame düzenlemek zorundadır. Dosya içinde yapı
tatil tutanağının, binanın ruhsata uygun olmadığına ilişkin delillerin bulunmaması nedeniyle
iddianamenin iade edilmesi yasaya aykırılık oluşturmaktadır. Belirtilen eksiklik aynı
Yasanın 170/3. maddesine göre iddianamede yer alması zorunlu olan bilgiler kapsamında
değildir. Belirtilen nedenlerle iddianamenin iadesi kararına karşı yapılan itirazı inceleyen
merciin verdiği ret kararı hukuka uygun değildir.
SONUÇ : Yargıtay C. Başsavcılığının düzenlediği tebliğnamedeki düşünce, yapılan
açıklamalar ışığında yerinde görüldüğünden, Orhangazi Asliye Ceza Mahkemesinin
iddianamenin iadesi kararına kargı yapılan itirazın reddine ilişkin, Bursa 4. Ağır Ceza
Mahkemesince verilip kesinleşen 02.07.2009 tarih ve 2009/510 değişik iş sayılı kararın, 5271
sayılı CYY'nin 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, aynı yasa maddesinin 4-a fıkrası
gereğince, sonraki işlemlerin yerinde tamamlanmasına, 02.02.2010 tarihinde oybirliği ile
karar verildi.
36
T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 2008/10010
K. 2010/5837
T. 31.3.2010
• TEHDİT ( Objektif Olarak Korku Yaratacak Nitelikte Bulunması Nedeniyle Suçun
Oluştuğu - Sanığın Tartışma Sırasında Mağdureye "Seni Öldüreceğim Sakat Bırakacağım"
Sözleri )
• KAVGA SIRASINDA ÖFKE İLE SÖYLENEN TEHDİT SÖZLERİ ( Yasal İndirim
Nedeni Olarak Kabulü Olanaklı Olup Bu Durum Kastı Ortadan Kaldırmadığı )
• KAST ( Kavga Sırasında Öfke İle Söylenen Tehdit Sözlerinin Yasal İndirim Nedeni
Olarak Kabulü Olanaklı Olup Bu Durum Kastı Ortadan Kaldırmadığı )
5237/m.106
ÖZET : Tehdidin objektif olarak korku yaratacak nitelikte bulunması nedeniyle atılı suçun
oluştuğu gözetilmelidir. Kavga sırasında öfke ile söylenen tehdit sözlerinin yasal indirim
nedeni olarak kabulü olanaklı olup, bu durum kastı ortadan kaldırmaz.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü,
süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : 1-Yaralama suçuna ilişkin kararda öngörülen cezanın nitelik ve niceliğine göre
hükmün temyiz edilemez olduğu, anlaşıldığından, 5320 sayılı Yasa'nın 8/1 ve 1412 sayılı
CYY'nin 317. maddesi uyarınca o yer C.Savcısının tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ
İSTEĞİNİN REDDİNE,
2-Tehdit suçuna ilişkin temyize gelince,
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi:
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine
göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
Tehdit fiili, kişinin ruh dinginliğini bozan, iç huzurunu, bilinç ve irade özgürlüğünü ihlal
eden bir olgudur. Fiilin mağdur üzerinde ciddi bir korku yaratabilmesi açısından sonuç
almaya objektif olarak elverişli, yeterli ve uygun olması gerekir. Ayrıca tehdidin somut
olayda muhatap üzerinde etkili olması şart değildir. Bu nedenle mağdurun korkup
korkmadığının araştırılması gerekmez.
37
Tehdit suçunun manevi öğesi genel kasttan ibaret olup, suçun yasal tanımındaki
unsurlarının bilerek ve istenerek işlenmesini ifade eder. Olayda tasarlamanın varlığı
aranmadığı gibi, saikin de önemi yoktur.
Kavga ve tartışma sırasında haksız bir fiilin kendisinde husule getirdiği şiddetli öfke ve
elemin ( gazabın ) failin iradesini etkileyen bir etken olarak kusur yeteneğinde meydana
getirdiği azalma nedeniyle koşulları varsa ancak yasal indirim nedeni olarak kabul
edilebilmesi olanaklı ise de, önceden ilke boyutunda kastı kaldıran ve suçun oluşumunu
engelleyen bir husus olarak kabulü mümkün değildir.
Bu açıklamalar karşısında, sanığın tartışma sırasında mağdureyi "seni öldüreceğim, sakat
bırakacağım" biçimindeki sözlerle tehdit ettiğinin kabul edilmesi karşısında, öfkenin suç
kastını kaldırmayacağı, tehdit suçundan tasarlama öğesinin bulunmadığı ve tehdidin
objektif olarak korku yaratacak nitelikte bulunduğu gözetilmeden, atılı suçtan mahkumiyeti
yerine yasal olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş ve o yer C.Savcısının temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki
düşünce yerinde görüldüğünden ( HÜKMÜN BOZULMASINA ), yargılamanın bozma
öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm
mahkemesine gönderilmesine, 31.03.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2010/4251
K. 2011/677
T. 14.2.2011
• JANDARMA KARAKOL KOMUTANI SANIĞIN İŞYERİNE RUHSAT VERİLMESİ
İŞLEMLERİ İÇİN PARA ALMASI ( İcbar Boyutuna Varan Bir Hareketi Olmayan Sanığın
Eyleminin İrtikap Olarak Kabul Edilemeyeceği )
• İRTİKAP ( Jandarma Karakol Komutanı Sanığın İşyerine Ruhsat Verilmesi İçin Para
Aldığı - İcbar Boyutuna Varan Bir Hareketi Olmayan Sanığın Eyleminin İrtikap Olarak
Kabul Edilemeyeceği )
• GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ( Jandarma Karakol Komutanı Sanığın İşyerine
Ruhsat Verilmesi İçin Para Aldığı - Sanığın Ruhsat Vermeye Yetkili Olmadığı ve İcbar
Teşkil Eden Hareketi Olmadığı/Eylemin İrtikap Değil Görevi Kötüye Kullanma Olduğu )
• YETKİLİ OLMADIĞI İŞLEM İÇİN PARA İSTEYEN KAMU GÖREVLİSİ ( Jandarma
Karakol Komutanı Sanığın İşyerine Ruhsat Verilmesi İçin Para Aldığı - Sanığın Ruhsat
Vermeye Yetkili Olmadığı/Eylemin İrtikap Değil Görevi Kötüye Kullanma Olduğu )
5237/m. 240, 250
38
ÖZET : Jandarma merkez karakol komutanı sanığın müştekinin açacağı işyerine ruhsat
verilmesi işlemleri için para aldığı anlaşılmaktadır. Sanığın icbar boyutuna varan bir
davranışı bulunmadığından irtikap suçu oluşmamıştır. Sanığın ruhsat verme yetkisinin de
bulunmaması karşısında eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı
gözetilmelidir.
DAVA : İrtikap suçundan sanığın yapılan yargılanması sonunda; atılı suçtan beraetine dair, (
Antalya Birinci Ağır Ceza Mahkemesi )'nden verilen 02.07.2008 gün ve 2005/238 Esas,
2008/288 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay'ca incelenmesi o yer C.Savcısı
tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye
gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Müşteki beyanlarına, tanık anlatımlarına, savunmaya, olaya ilişkin tutanaklara ve
dosya içeriğine göre K... İlçe Jandarma Merkez Karakol Komutanı olarak görev yapan
sanığın müştekinin açacağı işyerine ruhsat verilmesi işlemleri için para aldığının anlaşılması
karşısında; 5237 sayılı TCK'nın 250/1. maddesindeki düzenlemeye nazaran da cebri irtikap
suçunun oluşması için kamu görevlisinin görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak
suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına
bir kimseyi icbar etmesi gerektiği, somut olayda sanığın yasanın öngördüğü anlamda icbar
boyutuna varan bir davranışı bulunmadığı, bu itibarla irtikap suçunun yasal unsurunun
oluşmadığı, sanığın ruhsat verme yetkisinin de bulunmaması karşısında eyleminin görevi
kötüye kullanma suçunu oluşturacağı, ancak bu suçun 765 sayılı TCK'nın 240/2.
maddesinde öngörülen cezanın üst sınırı itibariyle aynı Kanun'un 102/4 ve 104/2.
maddelerinde belirlenen yedi yıl altı aylık asli ve ilave dava zamanaşımına tabi olduğu, suç
ve inceleme tarihleri arasında bu sürenin gerçekleştiği anlaşıldığından, hükmün 5237 sayılı
TCK'nın 7/2. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gözetilmek suretiyle CMUK'nın
321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ),
SONUÇ : Ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı Yasa'nın 322/1 ve
5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddeleri uyarınca davanın zamanaşımı nedeniyle
DÜŞMESİNE, 14.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
5. CEZA DAİRESİ
E. 2008/5532
K. 2011/712
T. 14.2.2011
• ÇOCUĞUN NİTELİKLİ CİNSEL İSTİSMARI ( Mağdur Çocuğun Dinlenmesi Sırasında
Uzman Bir Kişi Bulundurulacağı - Çocuğun Adli Tıp Muayenesi Sırasında Çocuk
Psikiyatri Uzmanının da Bulunması Gerektiği )
• MAĞDUR ÇOCUĞUN DİNLENMESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı - Çocuğun
Dinlenmesi Sırasında Uzman Bir Kişi Bulundurulacağı )
39
• SOSYAL İNCELEME RAPORU ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı - Sanıklar
Hakkında Sosyal İncelem Raporu Alınacağı/Alınmazsa da Nedeninin Gerekçede
Gösterilmesi Gerektiği )
• ADLİ TIP MUAYENESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı - Muayene Sırasında
Çocuk Psikiyatri Uzmanının da Bulunması Gerektiği )
• MAĞDUR OLAN ÇOCUĞUN ADLİ TIP MUAYENESİ ( Çocuğun Nitelikli Cinsel
İstismarı - Muayene Sırasında Çocuk Psikiyatri Uzmanının da Bulunacağı )
5237/m.103
5271/m.236
2659/m.23
5395/m.35
ÖZET : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarında,
mağdur çocuğun dinlenmesi sırasında uzman bir kişi bulundurulmalıdır.
Sanıklar hakkında sosyal inceleme raporu alınmaması veya alınmama gerekçesinin karar
yerinde gösterilmemesi hukuka aykrıdır.
Suç tarihinde çocuk olan mağdurun Adli Tıp tarafından muayenesi sırasında, çocuk
psikiyatri uzmanı bulundurulması gerekir.
DAVA : Çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından
sanıklar Ahmet ve Hasan'ın yapılan yargılanmaları sonunda; ruh sağlığını bozacak şekilde
çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından mahkumiyetlerine
dair, ( Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi )'nden verilen 01.11.2007 gün ve 2006/106 Esas,
2007/227 Karar sayılı hükümlerin süresi içinde Yargıtay'ca incelenmesi sanıklar müdafiileri
taraflarından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile Daireye
gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin
soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine
göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Mağdur çocuğun dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman
bir kişi bulundurulmayarak CMK'nın 236/3. maddesine muhalefet edilmesi,
Sanıklar hakkında sosyal inceleme raporu alınmaması veya alınmama gerekçesinin karar
yerinde gösterilmemesi suretiyle 5395 sayılı Yasa'nın 35. maddesine muhalefet edilmesi,
Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 11.05.2010 gün ve 2010/4-110
sayılı kararına ve Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 7 ve 23. maddelerine göre suç tarihinde
çocuk olduğu anlaşılan mağdurun muayenesi ve hakkındaki raporun düzenlenmesi
40
sırasında, inceleme konusunun uzmanı olan çocuk psikiyatrisi uzmanı bulundurulması
gerektiği gözetilmeden usulüne uygun teşekkül etmeyen İhtisas Kurulu raporuna itibar
edilerek sanıklar hakkında TCK'nın 103/6. maddesinin uygulanmasına karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, sanıklar müdafiilerin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş
olduğundan hükümlerin CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), 14.02.2011
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2008/26402
K. 2010/14106
T. 21.9.2010
• KISA SÜRELİ HAPİS CEZASINA SEÇENEK YAPTIRIMLAR ( Çevrilirken
Kütüphanede Kitap Okumanın Bir Etkinliği Yapmaktan Yasaklanma Olarak Kabul
Edilemeyeceği )
• BİR ETKİNLİĞİ YAPMAKTAN YASAKLANMA ( Kısa Süreli Özgürlüğü Bağlayıcı
Ceza Seçenek Yaptırıma Çevrilirken Kütüphanede Kitap Okumanın Bir Etkinliği
Yapmaktan Yasaklanma Olarak Kabul Edilemeyeceği )
• SEÇENEK YAPTIRIMLAR ( Kısa Süreli Özgürlüğü Bağlayıcı Ceza - Kütüphanede
Kitap Okumanın Bir Etkinliği Yapmaktan Yasaklanma Olarak Kabul Edilemeyeceği )
5237/m.50/1
ÖZET : Kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı ceza seçenek yaptırıma çevrilirken kütüphanede
kitap okumanın bir etkinliği yapmaktan yasaklanma olarak kabul edilemeyeceği
gözetilmelidir.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü,
süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
KARAR : Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve
elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini
kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları
yerinde görülmemiştir.
Ancak;
5237 sayılı TCK'nın 50. maddesinin 1. fıkrasının ( d ) bendindeki düzenlemenin, "...belirli
yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanma..."yı öngördüğü, yasada
geçen "etkinlik" kavramının ise, "...insanın, çevresiyle arasındaki ilişkileri düzenleyen her
41
türlü eylem-çalışma, iş yapma, işlerlik ve devinimi" ifade ettiği, bu nedenle kütüphanede
kitap okumanın bir etkinliği yapmaktan yasaklanma olarak kabul edilemeyeceği
gözetilmeden, sanık hakkında belirlenen kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı hapis cezasının,
5237 sayılı TCK'nın 50. maddesinin 1. fıkrasının ( d ) bendi gereğince, "sanığın 3 ay 10 gün
süreyle haftada 2 gün günde 2 saat kütüphanede kitap okuma" seçenek yaptırımına
çevrilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık savunmanının temyiz itirazı bu bakımdan yerinde
görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak (
BOZULMASINA ), 21.09.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2010/5158
K. 2010/20925
T. 21.12.2010
• YAĞMA ( Daha Önce Birlikte Yaşadığı Katılana Aldığı Gayrimenkulleri Geri Almak
İçin Katılanları Konutlarından Alıp Olay Yerine Götürüp Zorla Senet İmzalatma
Biçimindeki Yağma Eyleminde Bir Hukuki İlişkiye Dayanan Alacak Söz Konusu
Olmadığı )
• BİR HUKUKİ ALACAĞIN TAHSİLİ AMACIYLA YAĞMA ( Daha Önce Birlikte
Yaşadığı Katılana Aldığı Gayrimenkulleri Geri Almak İçin Katılanları Konutlarından
Alıp Olay Yerine Götürüp Zorla Senet İmzalatma - Hukuki İlişkiye Dayanan Alacağın
Söz Konusu Olmadığı )
• ZORLA SENET İMZALATMA ( Daha Önce Birlikte Yaşadığı Katılana Aldığı
Gayrimenkulleri Geri Almak İçin Katılanları Konutlarından Alıp Olay Yerine Götürerek
İmzalatması Biçimindeki Yağma Eyleminde Bir Hukuki İlişkiye Dayanan Alacak Söz
Konusu Olmadığı )
• TEK SUÇ ( Sanıkların Her İki Katılana Bir Senet İmzalatmaları Tek Bir Yağma Suçunu
Oluşturduğu )
5237/m.149/1, 150/1
ÖZET : Daha önce birlikte yaşadığı katılana aldığı gayrimenkulleri geri almak için katılanları
konutlarından alıp olay yerine götürüp zorla senet imzalatma biçimindeki yağma eyleminde
bir hukuki ilişkiye dayanan alacak söz konusu değildir. Sanığın yağma suçu nedeniyle
TCK'nın 149/1-a-c-h madde ve fıkraları yerine, aynı Yasa'nın 150/1. maddesi yollaması ile
tehdit suçuyla uygulama yapılması, isabetsizdir.
Sanıkların her iki katılana bir senet imzalatmaları tek bir yağma suçunu oluşturur.
42
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm sanıklar savunmanları tarafından duruşmalı
olarak da temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya
görüşüldü:
KARAR : Cezanın türü ve süresine göre sanıklar savunmanlarının duruşmalı inceleme
isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi yollaması ile 1412 sayılı CMUK'nın 318. ( 5271
sayılı CMK 299 ) maddesi uyarınca REDDİNE,
Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan
hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulu'nun takdirine göre,
suçun sanıklar tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı
anlaşılmış, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1-Hükümde, sanık Göral'ın isminin yanlış yazılması,
2-Özgürlüğü kısıtlama suçuyla ilgili, Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki görüşü
alınmadan hüküm kurulmak suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 216. maddesine aykırı
davranılması,
3-Sanık Fazıl'ın; kardeşi Yüksel'in daha önce birlikte yaşadığı katılan Zübeyde'ye almış
olduğu gayrimenkulleri tekrar geri almak için, diğer sanıklarla birlikte katılanları
konutlarından alarak olay yerine götürüp, silah tehdidi ile zorla senet almaları şeklinde
gerçekleşen eylemde; sanık ile katılanlar arasında bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın
bulunmadığı gözetilmeden, sanığın yağma suçu nedeniyle TCK'nın 149/1-a-c-h madde ve
fıkraları yerine, aynı Yasa'nın 150/1. maddesi yollaması ile tehdit suçuyla uygulama
yapılması,
4-Sanıkların, katılan Zübeyde'ye alınan gayrimenkulleri tekrar geri almak için, silah tehdidi
ile her iki katılana bir adet senet imzalatmaları, tek bir yağma suçunu oluşturduğu
gözetilmeyerek, katılan sayısınca yağma suçundan hüküm kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar Göral, Zekeriya, Aydın ve Fazıl savunmanlarının
temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle
kısmen istem gibi ( BOZULMASINA ), 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412
sayılı CMUK'nın 326/son maddesi gereğince sanık Fazıl'ın ceza süresi bakımından
kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, 21.12.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
43
T.C.
YARGITAY
7. CEZA DAİRESİ
E. 2008/17189
K. 2011/2141
T. 16.2.2011
• TAKDİRİ İNDİRİM ( Sanığın Yargılama Sırasındaki Davranışlarının Takdiri İndirim
Nedeni Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki Oluşturacak Şekilde
Olumsuz Kabul Edilip HAGB'nin Uygulanmamasının Hukuka Aykırı Olduğu )
• SANIĞIN YARGILAMA SIRASINDAKİ DAVRANIŞLARI ( Takdiri İndirim Nedeni
Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki Oluşturacak Şekilde Olumsuz
Kabul Edilip Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasının Uygulanmamasının Hukuka
Aykırı Olduğu )
• HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI ( Sanığın Davranışlarının
Takdiri İndirim Nedeni Olarak Kabul Edildiği - Sanığın Davranışlarının Çelişki
Oluşturacak Şekilde Olumsuz Kabul Edilip HAGB'nin Uygulanmamasının Hukuka
Aykırı Olduğu )
5271/m.231
5237/m.62
ÖZET : Sanığın yargılama sırasındaki davranışları takdiri indirim nedeni kabul edilirken
sanığın duruşmadaki davranışları olumsuz nitelendirilip hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasının aynı gerekçeyle uygulanmaması çelişki oluşturmakta olup hukuka aykırıdır.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü,
süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Sanığın yargılama sürecindeki davranışları olumlu görülerek 5237 sayılı Yasa'nın
62. maddesine göre indirim yapıldığı halde, sanığın duruşmadaki davranışları olumsuz
nitelendirilip CMK'nın 231. maddesinin uygulanmaması suretiyle çelişki yaratılması ve
suçun niteliği gereği 5271 sayılı CMK'nın 231/6- c maddesinde düzenlenen "suçun
işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale
getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi koşulunun aranmayacağı
gözetilmeksizin sanık hakkında kamu üzerinde meydana gelen bozulmaya ilişkin zararı
tazmin edemeyeceği biçimindeki yasal olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumunun uygulanmaması,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden,
hükmün 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı
44
CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), 16.02.2011 günü oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
YARGITAY
7. CEZA DAİRESİ
E. 2010/12041
K. 2011/2181
T. 1.3.2011
• ZİMMET ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde Elektrik Kurumlarına Ait
Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme Suç Olabileceği de Gözetilerek
Davaların Birleştirileceği )
• ZİNCİRLEME SUÇ ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde Elektrik Kurumlarına
Ait Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme Suç Olabileceği de
Gözetilerek Davaların Birleştirilmesi Gereği )
• DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ ( Sanığın Aynı Bankanın İki Ayrı Şubesinde Elektrik
Kurumlarına Ait Hesaplardaki Paraları Zimmetine Geçirdiği - Zincirleme Suç Olabileceği
de Gözetilerek Davaların Birleştirilmesi Gereği )
5411/m. 160
5237/m. 43
ÖZET : Zimmet suçundan sanık aynı bankaya ait iki ayrı şubedeki Elektrik Kurumlarına ait
hesaplardan para çekmiş ve her iki şubedeki eylemleri nedeniyle hakkında aynı mahkemede
iki ayrı dava açılmıştır. Sanığın eylemlerinin zincirleme biçimde zimmet suçunu
oluşturabileceği de gözetilerek, her iki dosyanın birleştirilmesi gerekir.
DAVA : Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü,
süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : 08.02.2008 tarihinde vezneden aldığı paralarla habersizce ayrılıp bir daha
dönmemesi üzerine yapılan inceleme ve soruşturma sonucunda sanığın S... ve Ş...
şubelerinde TEDAŞ, BOTAŞ ve TEİAŞ hesaplarından zimmete konu eylemleri
gerçekleştirdiğinin tespit edilmesi üzerine her iki şubedeki eylemleri nedeniyle aynı
mahkemede iki ayrı dava açılmış ise de,
Yargıtay CGK'nın 20.04.1999 gün ve 1999/61-74 sayılı Kararında belirtildiği gibi aynı suç
işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi,
fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı
olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve
45
gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenecektir. Önceki ve sonraki eylemler
arasında sübjektif bir bağlantı, aynı suç işleme kararı bulunduğunu gösterir.
Sanığın 2006-2008 yılları arasında aynı bankanın iki ayrı şubesinde görevli iken
gerçekleştirdiği eylemlerinin en sonuncusu 08.02.2008 tarihli olup, her iki davaya ait
iddianamelerin de bu tarihten sonra düzenlendiği ve böylece dava konusu eylemler arasında
hukuki bir kesintinin de söz konusu bulunmadığı, eylemlerinin zincirleme biçimde zimmet
suçunu oluşturabileceği de gözetilerek, her iki dosyanın birleştirilip sonucuna göre sanığın
hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafiinin ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla
yerinde görüldüğünden hükmün sair yönleri incelenmeksizin bu sebepten dolayı 5320 sayılı
Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi
uyarınca istem gibi ( BOZULMASINA ), 01.03.2011 günü oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
8. CEZA DAİRESİ
E. 2009/38
K. 2011/1280
T. 16.2.2011
• ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU'NA AYKIRILIK ( Ruhsatsız Yasak Nitelikte 11 Adet
Mermi Taşımak Suçundan Açılan Kamu Davasındaki Eylem İle İlgili Davaya Bakma
Görevinin Sulh Ceza Mahkemesine Ait Olduğu )
• GÖREVLİ MAHKEME ( 6136 S. Yasa'ya Aykırılık - Ruhsatsız Yasak Nitelikte 11 Adet
Mermi Taşımak Suçundan Açılan Kamu Davasındaki Eylem İle İlgili Davaya Bakma
Görevinin Sulh Ceza Mahkemesine Ait Olduğu )
• RUHSATSIZ YASAK NİTELİKTE MERMİ TAŞIMAK ( Suçundan Açılan Kamu
Davasındaki Eylem İle İlgili Davaya Bakma Görevini Sulh Ceza Mahkemesine Ait
Olduğu )
6136/m.13/4
5235/m.10
ÖZET : Ruhsatsız yasak nitelikte 11 adet mermi taşımak suçundan açılan kamu davasındaki
eylem ile ilgili davaya bakma görevi Sulh Ceza Mahkemesine aittir.
DAVA : Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Sanık hakkında ruhsatsız yasak nitelikte 11 adet mermi taşımak suçundan açılan
kamu davasındaki eylemin 6136 sayılı Yasa'nın 13/4. madde ve fıkrasına aykırılık
46
oluşturacağı, anılan madde hükmünde öngörülen cezanın üst sınırının 6 ay hapis olarak
belirlendiği ve davaya bakmanın 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge
Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un 10. maddesi
uyarınca Sulh Ceza Mahkemesinin görevi kapsamında bulunduğu gözetilerek görevsizlik
kararı verilmesi gerekirken, görevsiz Asliye Ceza Mahkemesinde yargılamaya devamla
yazılı biçimde hüküm kurulması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş
olduğundan sair yönleri incelenmeksizin hükmün bu sebepten dolayı sonuçta istem gibi (
BOZULMASINA ), 16.02.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
8. CEZA DAİRESİ
E. 2008/18844
K. 2010/14089
T. 15.12.2010
• ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU'NA AYKIRILIK ( Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer
Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22. Md.sinde Yapılan Değişiklik Sonrasında Silahın
Fatura Tarihinden İtibaren 60 Gün Süreyle Taşınabilmesine Olanak Verildiği )
• RUHSATSIZ SİLAH TAŞIMAK ( Yönetmeliğin 22. Md.sinde Yapılan Değişiklik
Sonrasında Silahın Fatura Tarihinden İtibaren 60 Gün Süreyle Taşınabilmesine Olanak
Verildiği )
6136/m.13/1
ÖZET : Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22. maddesinde
yapılan değişiklik sonrasında, silahın fatura tarihinden itibaren 60 gün süreyle
taşınabilmesine olanak verildiği gözetilmelidir.
DAVA : Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Temyizin müsadereye hasredildiği anlaşılmakla suça konu silahın bilinen değeri
itibariyle yapılan incelemede;
21.03.1991 tarihli ve 91/1779 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Ateşli Silahlar
ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 22. maddesinde yer alan "silaha ait
faturanın 7 gün süreyle yol belgesi yerine geçeceğine" ilişkin hüküm, 29.12.1999 gün ve
1999/13749 sayılı Yönetmelikle değiştirilerek "silaha ait faturanın silahın menşei belgesi
olup, düzenlendiği tarihten itibaren 60 gün süre ile geçerli olacağı" belirtilerek, silahın fatura
tarihinden itibaren 60 gün süreyle taşınabilmesine olanak verdiği, sanığın da 26.02.1999
tarihli fatura ile satın aldığı silahını 60 günlük süre dolmadan 22.03.1999 tarihinde taşırken
47
yakalandığının anlaşılması karşısında, emanetin 1999/1178 sırasında kayıtlı tabanca ve
şarjörünün sanığa iadesi yerine müsaderesine karar verilmesi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş
olduğundan hükmün istem gibi ( BOZULMASINA ), 15.12.2010 gününde oybirliğiyle karar
verildi.
T.C.
YARGITAY
9. CEZA DAİRESİ
E. 2009/9645
K. 2011/1706
T. 15.3.2011
• OLAY YERİNDEKİ AYAKKABI İZİ İLE SANIĞIN EVİNDE ELE GEÇİRİLEN
AYAKKABI İZLERİNİN TUTMASI ( Kamu Malına Zarar Verme ve Resmi Belgeyi Yok
Etmek - Gece Bekçisinin de Sanıkları Teşhis Ettiği/Sanıkların Mahkumiyetine Karar
Verileceği )
• KAMU MALINA ZARAR VERMEK ( Sanıkların Adliye Camını Kırıp Dosyaları
Yaktıklarının İddia Edildiği/Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay Yerindeki
İzin Tuttuğu - Bekçinin Sanıkları Teşhis Ettiği/Sanıkların Mahkumiyetine Karar
Verileceği )
• MALA ZARAR VERMEK ( Nitelikli Hali/Sanıkların Adliye Camını Kırıp Dosyaları
Yaktıklarının İddia Edildiği - Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay Yerindeki
İzin Tuttuğu/Bekçi de Sanıkları Teşhis Ettiğinden Beraat Kararı Verilemeyeceği )
• ADLİYEDE BULUNAN DAVA DOSYALARINI YAKMAK ( Sanıklardan Birine Ait
Ayakkabının İzi İle Olay Yerindeki İzin Tuttuğu - Bekçinin Sanıkları Teşhis
Ettiği/Sanıkların Resmi Belgeyi Mahkum Etmek Suçundan Mahkumiyetlerine Karar
Verileceği )
• RESMİ BELGEYİ YOK ETMEK ( Sanıklardan Birine Ait Ayakkabının İzi İle Olay
Yerindeki İzin Tuttuğu/Bekçinin Sanıkları Teşhis Ettiği - Sanıkların Adliyedeki
Dosyaları Yaktığı İspatlandığından Mahkumiyet Kararı Verileceği )
5237/m.152, 205
ÖZET : Olay yerinde elde edilen ayakkabı izleri ile sanıkların birinin evinde ele geçen
ayakkabının izlerinin uygunluklarına ilişkin ekspertiz raporu, gece bekçisinin sanıkları
tereddütsüz teşhisi üzerine adliye binasının camlarını kırıp dava dosyalarını yakan
sanıkların eylemlerinin kamu malına zarar verme ve resmi belgeyi yok etme suçunu
oluşturur.
48
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Sanık Adem'in evinde yapılan arama sonucunda elde edilen ayakkabının izleri ile
olay yerinden elde edilen ayakkabı izlerinin birbirleriyle klasik ve karakteristik
uygunluklarının bulunduğu ve olay yerindeki ayakkabı izlerinin bu ayakkabıdan
oluşturulduklarını belirten ekspertiz raporu, gece bekçisi olan tanık Recep'in her iki sanığı
tereddütsüz olarak teşhis eden beyanları ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların adliye
binasının camlarını kırmak suretiyle kamu malına zarar verme, dava dosyalarını yakmak
suretiyle de resmi belgeyi yok etme suçlarını işledikleri anlaşıldığından hukuki
durumlarının buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden delillerin
değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile beraatlerine karar verilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı, Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı ( BOZULMASINA ), 15.03.2011 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
9. CEZA DAİRESİ
E. 2009/7991
K. 2011/2120
T. 6.4.2011
• TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK ( Yasadışı Gösteride Abdullah
Öcalan'ın Resmini ve Örgütü Simgeleyen Bayrakları Taşıyan Sanıkların Eyleminin Suçu
Oluşturacağı )
• YASADIŞI GÖSTERİDE ABDULLAH ÖCALAN'IN RESMİNİ TAŞIMAK ( Terör
Örgütü Propagandasını Yapmak Suçunun Oluşacağı )
3713/m.7
5237/m.220
ÖZET : Yasadışı gösteride örgütün propagandasına yönelik konuşma yapan, Abdullah
Öcalan'ın resmini ve örgütü simgeleyen bayrakları taşıyan, örgüt lehine slogan atan
sanıkların eylemlerinin silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturacağı
gözetilmelidir.
DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : 1-Tüm dosya kapsamına göre, 19.03.2006 tarihinde yapılan yasadışı Nevruz
gösterisine katılarak, örgütün propagandasına yönelik konuşma yapan, Abdullah Öcalan'ın
resmini ve örgütü simgeleyen bayrakları taşıyan, terör örgütü lehine slogan atan sanıkların
eylemlerinin 3713 sayılı Kanun'un 7/2. maddesi kapsamında silahlı terör örgütünün
49
propagandasını yapma suçunu oluşturacağı, hukuki durumlarının buna göre takdir ve tayini
gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
kanuna aykırı,
2-Kabul ve uygulamaya göre de;
Sanıklar Edip, Adil, M.Sait, Abdullah, Alaattin, Hasan, Bilgi, Zeynep, Leyla, Endişe hakkında
hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un 562. maddesiyle değişik CMK'nın
231. maddesindeki "hükmün açıklanmasının geri bırakılması"na ilişkin düzenleme
karşısında; suçun niteliği, hükmolunan cezanın süresi gözetilip dosyada bulunan adli sicil
kayıtları da değerlendirilerek sanıkların hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde
zorunluluk bulunması,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde
görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı ( BOZULMASINA ), 06.04.2011
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
10. CEZA DAİRESİ
E. 2010/1160
K. 2011/1408
T. 27.1.2011
• UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMAK ( Sanığın Tekerrüre Esas Alınan Hapis
Cezasının İnfazından Sonra Uyarlama Yargılaması Yapıldığı - Sanığın Cezasının Önceki
Tarihte İnfaz Edilmiş Olacağı ve 5 Yıldan Fazla Süre Geçtiğinden Tekerrüre Esas
Alınamayacağı )
• UYUŞTURUCU MADDE BULUNDURMA ( Sadece Tedavi ve Denetimli Serbestlik
Tedbirine Hükmedilebileceği Gibi Ceza İle Birlikte de Hükmedilebileceği - Bu Nedenle
Uygulanan Seçenek Hakkında Somut ve Yeterli Gerekçe Gösterileceği )
• TEDAVİ VE DENETİMLİ SERBESTLİK TEDBİRİ ( Uyuşturucu Madde Bulundurmak Sadece Tedaviye Hükmedilebileceği Gibi Ceza İle Birlikte de Hükmedilebileceği/ Bu
Nedenle Uygulanan Seçenek Hakkında Somut ve Yeterli Gerekçe Gösterileceği )
• BELLİ HAKLARI KULLANMAKTAN YOKSUN BIRAKILMA ( Uyuşturucu Madde
Bulundurmak - Tedavi ve Denetimli Serbestlik Tedbiri Uygulanmasına Karar
Verildiğinde Tedbire Uyulursa Cezanın İnfaz Edilmiş Sayılacağı/5237 S.K. Md. 53/1-4'ün
Uygulanamayacağı )
5237/m.53, 188, 191
50
ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklardan birinin, tekerrüre esas
alınan Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen hapis cezasının tarihinde infaz edilmesinden sonra,
aynı mahkeme tarafından yapılan uyarlama yargılaması sonunda cezalandırılmasına ilişkin
uyarlama hükmü kurulduğu; bu duruma göre sanığın belirtilen cezasının infaz edilmiş
olacağı ve bu tarihten itibaren 5 yıldan fazla sürenin geçmiş olması nedeniyle tekerrür
oluşturmadığı dikkate alınmalıdır.
Uyuşturucu madde bulundurma suçunda, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan yasa
uyarınca uyuşturucu madde kullanmış sanıklar hakkında, cezaya hükmedilmeden sadece
tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine hükmedilebileceği gibi ceza ile birlikte tedavi ve
denetimli serbestlik tedbirine hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan, sanıklar
hakkında uygulanan seçeneğin nedenleri tartışılıp, uygun, somut, yeterli gerekçesi
gösterilmelidir.
Sanıklara tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verildiğinde, tedbire
uyulması halinde ceza infaz edilmiş sayılacağından özel bir erteleme niteliğinde olan bu
durumda 5237 sayılı TCK Md. 53/1 - 4 fıkralarının uygulanmayacağı gözetilmelidir.
DAVA : Uyuşturucu madde ticareti yapma ve kullanmak için uyuşturucu madde
bulundurma suçlarından sanık Mustafa Ko..., uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan
sanıklar Tarık ve Turan ile kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan
sanıklar Erhan, Mustafa Ka..., İlkay ve Selim hakkında ( Ankara Onuncu Ağır Ceza
Mahkemesi )'nce yapılan yargılama sonucu, 10.09.2009 tarihinde 2009/99 esas ve 2009/215
karar sayı ile kurulan mahkumiyet hükümlerinin, sanıkların müdafileri ile sanık Turan
tarafından temyiz edilmesi üzerine, dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca
onama ve bozma isteğini içeren tebliğname ekinde 19.01.2010 tarihinde Dairemize
gönderildiği anlaşıldı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : A )Sanık Mustafa Ko... hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan
kurulan hükmün incelenmesi:
Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve karardaki
gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
TCK'nın 53. maddesinin ( 1 ) numaralı fıkrası uygulanırken, sanığın bu hakları kullanmaktan
yoksunluğunun; ( 3 ) numaralı fıkra gereğince kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve
kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmesine kadar, ( 2 ) numaralı fıkra gereğince ise
diğer haklar ve yetkiler yönünden hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar süreceğinin
gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş
olduğundan, hükmün CMUK'nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA; ancak, bu
durumun yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanun'un 322. maddesi uyarınca
düzeltilmesi mümkün bulunduğundan; TCK'nın 53. maddesinin uygulanması ile ilgili
bölümün hüküm fıkrasından çıkarılması ve yerine "Sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 53.
maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile 3. fıkrasının birinci cümlesinin uygulanmasına" ibaresinin
yazılması suretiyle, hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
51
B )Sanıklar Tarık ve Turan hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan
hükümlerin incelenmesi:
Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve karardaki
gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
1-Sanık Turan'ın tekerrüre esas alınan Ankara Altıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nce 11.12.1991
tarihinde 1991/148 esas ve 179 karar sayı ile 765 sayılı TCK'nın 497/1 ve 59. maddeleri
uyarınca verilen 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasının 02.04.2004 tarihinde infaz edilmesinden
sonra, aynı mahkeme tarafından yapılan uyarlama yargılaması sonunda 14.11.2005 tarihinde
2005/501-374 sayı ile sanığın 5237 sayılı TCK'nın 149/1-a,-2 ve 62. maddeleri gereğince 8 yıl
4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin uyarlama hükmü kurulduğu; bu duruma göre
sanığın belirtilen cezasının 02.02.2000 tarihinde infaz edilmiş olacağı ve bu tarihten itibaren 5
yıldan fazla sürenin geçmiş olması nedeniyle tekerrür oluşturmadığı dikkate alınarak;
sanığın diğer hükümlülüklerinin tekerrür oluşturup oluşturmadığının tartışılması
gerektiğinin gözetilmemesi,
2-Sanık Tarık hakkında, Ankara Onsekizinci Asliye Ceza Mahkemesi'nce 24.05.2007
tarihinde 2005/1096 esas ve 2007/472 karar sayı ile üç ayrı hırsızlık suçundan verilen 4'er ay
hapis cezasının 12 ay olarak içtima ettirildiği gözetilmeden; bu üç suçtan TCK'nın 58/7. ve
5275 sayılı Kanun'un 108/2. maddesine dayanak oluşturacak biri yerine tamamının tekerrüre
esas alınması,
3-TCK'nın 53. maddesinin ( 1 ) numaralı fıkrası uygulanırken, sanıkların bu hakları
kullanmaktan yoksunluğunun; ( 3 ) numaralı fıkra gereğince kendi altsoyu üzerindeki
velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmesine kadar, ( 2 ) numaralı
fıkra gereğince ise diğer haklar ve yetkiler yönünden ise hapis cezasının infazı
tamamlanıncaya kadar süreceğinin gözetilmemesi,
Yasaya aykırı, sanıkların müdafileri ile sanık Turan'ın temyiz itirazları bu nedenle yerinde
olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA,
C ) Sanıklar Erhan, Mustafa Ka... ve Mustafa Ko... hakkında kullanmak için uyuşturucu
madde bulundurma suçundan kurulan hükümlerin incelenmesi:
Yapılan duruşmaya, gösterilerek tartışılan delillere, mahkemenin takdirine ve karardaki
gerekçeye göre, yerinde olmayan diğer temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
1-Hüküm tarihinde yürürlükte olan 5560 sayılı Kanun'la değişik 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 191. maddesinde, uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar hakkında, birinci
fıkraya göre cezaya hükmedilmeden ikinci fıkra gereğince sadece tedaviye ve denetimli
serbestlik tedbirine karar verilebileceği gibi altıncı fıkranın yollaması uyarınca birinci
fıkradaki ceza ile birlikte ikinci fıkradaki tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine de
hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan; uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar
hakkında, belirtilen iki seçenekten biri uygulanırken nedenleri tartışılıp, dosya kapsamına
52
uygun, yasal, yeterli ve somut gerekçesi gösterilmeden, hapis cezası ile birlikte tedavi ve
denetimli serbestlik tedbiri seçeneğinin uygulanması,
2-Kabule göre; sanıklar hakkında sonuç olarak 10'ar ay hapis cezasına, ayrıca tedavi ve
denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına hükmolunduğu, 5237 sayılı TCK'nın 191.
maddesinin yedinci fıkrasına göre sanıkların tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uyması
durumunda hapis cezalarının infaz edilmiş sayılacağı ve bu durumun "özel bir erteleme"
niteliğinde olduğu, TCK'nın 53. maddesinin dördüncü fıkrasında kısa süreli hapis cezası
ertelenmiş olan kişiler hakkında aynı maddenin birinci fıkrasının uygulanmayacağının
öngörüldüğü gözetilmeden; sanıklar hakkında TCK'nın 53. maddesinin birinci fıkrasının
uygulanması,
Yasaya aykırı, sanıkların müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan,
hükümlerin BOZULMASINA,
D ) Sanıklar İlkay ve Selim hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
suçundan kurulan hükümlerin incelenmesi:
1-Sanıklarda herhangi bir uyuşturucu veya uyarıcı maddenin ele geçirilemediği, bu
maddeleri kullandıklarının tıbbi ve teknik yöntemlerle de belirlenmediği, savunmalarının
aksine, atılı suçu işlediklerine ilişkin kuşku sınırlarını aşan kesin ve yeterli delil bulunmadığı
gözetilmeden, sanıklar hakkında beraat yerine mahkumiyet hükmü kurulması,
2-Kabule göre;
a )Hüküm tarihinde yürürlükte olan 5560 sayılı Kanun'la değişik 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 191. maddesinde, uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar hakkında, birinci
fıkraya göre cezaya hükmedilmeden ikinci fıkra gereğince sadece tedaviye ve denetimli
serbestlik tedbirine karar verilebileceği gibi altıncı fıkranın yollaması uyarınca birinci
fıkradaki ceza ile birlikte ikinci fıkradaki tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine de
hükmedilebileceği öngörülmüş olduğundan; uyuşturucu madde kullanmış olan sanıklar
hakkında, belirtilen iki seçenekten biri uygulanırken nedenleri tartışılıp, dosya kapsamına
uygun, yasal, yeterli ve somut gerekçesi gösterilmeden, hapis cezası ile birlikte tedavi ve
denetimli serbestlik tedbiri seçeneğinin uygulanması,
b )Sanıklar hakkında sonuç olarak 10'ar ay hapis cezasına, ayrıca tedavi ve denetimli
serbestlik tedbiri uygulanmasına hükmolunduğu, 5237 sayılı TCK'nın 191. maddesinin
yedinci fıkrasına göre sanıkların tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine uyması durumunda
hapis cezalarının infaz edilmiş sayılacağı ve bu durumun "özel bir erteleme" niteliğinde
olduğu, TCK'nın 53. maddesinin dördüncü fıkrasında kısa süreli hapis cezası ertelenmiş olan
kişiler hakkında aynı maddenin birinci fıkrasının uygulanmayacağının öngörüldüğü
gözetilmeden; sanıklar hakkında TCK'nın 53. maddesinin birinci fıkrasının uygulanması,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanıkların müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde
olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, 27.01.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
53
T.C.
YARGITAY
10. CEZA DAİRESİ
E. 2010/49866
K. 2011/2807
T. 10.3.2011
• UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMAK ( Telefon Konuşmalarının Hangi
Tarihte Kiminle Yapıldığının Belirtileceği )
• DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ ( Uyuşturucu Madde Ticareti Yapmak - Telefon
Konuşmalarının Hangi Tarihte Kiminle Yapıldığının Belirtileceği )
• TELEFON KONUŞMALARININ DELİL OLARAK KULLANILMASI ( Uyuşturucu
Madde Ticareti Yapmak - Telefon Konuşmalarının Hangi Tarihte Kiminle Yapıldığının
Belirtileceği )
5237/m. 188
5271/m. 230
ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçunda; sanıklar hakkındaki suçun sübutuna
ilişkin delillerin somut ve açık olarak gösterilmesi, telefon konuşmalarının hangi tarihte ve
kiminle yapıldığı ve içeriklerinin belirtilmesi, tüm deliller ayrı ayrı tartışılarak sonucuna göre
sanıkların hukuksal durumlarının belirlenmesi gerekir.
DAVA : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklar Nusret, Hüseyin, Adnan,
Sabri, Florijan, Elban, Tayip ve Çetin hakkında ( İstanbul Onikinci Ağır Ceza Mahkemesi
)'nce yapılan yargılama sonucu verilen 11.12.2009 tarih ve 2008/149 esas, 2009/275 karar
sayılı mahkumiyet hükümlerinin sanıkların müdafileri ile sanıklar Adnan, Çetin, Tayip ve
Nusret tarafından temyiz edildiği ve sanıkların müdafileri incelemenin duruşmalı olarak
yapılmasını istedikleri, dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının onama isteyen
tebliğnamesi ile 09.11.2010 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Usulüne uygun
davetiye tebliğ edilmesine rağmen sanıklar Nusret, Adnan ve Hüseyin müdafilerinin
gelmediği ve mazeret de bildirmediklerinden, dosya bu sanıklar yönünden duruşmasız,
diğer sanıklar yönünden duruşmalı olarak incelendi.
Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : A- Sanıklar Hüseyin, Sabri ve Florijan hakkında kurulan hükümlerin incelenmesi:
Yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı; delillerin gerekçeli kararda
gösterilip tartışıldığı; eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı; vicdani
kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı;
eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, sanıkların
54
müdafilerinin temyiz itirazları ile sanıklar Sabri ve Florijan müdafilerinin duruşmadaki sözlü
savunmalarının reddiyle, hükümlerin istem gibi ONANMASINA,
B- Sanıklar Nusret, Adnan, Elban, Tayip ve Çetin hakkında kurulan hükmün incelenmesi:
CMK'nın 230. maddesi uyarınca; sanıklar hakkındaki suçun sübutuna ilişkin delillerin somut
ve açık olarak gösterilmesi, telefon konuşmalarının hangi tarihte ve kiminle yapıldığı ve
içeriklerinin belirtilmesi, tüm deliller ayrı ayrı tartışılarak sonucuna göre sanıkların hukuksal
durumunun belirlenmesi gerekirken, yetersiz gerekçe ile yazılı biçimde hüküm kurulması,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanıkların müdafileri ile sanıklar Adnan, Nusret, Çetin ve Tayip'in
temyiz itirazları ile sanıklar Elban, Tayip ve Çetin müdafilerinin duruşmadaki sözlü
savunmaları bu nedenle yerinde görüldüğünden, diğer yönleri incelenmeksizin, hükümlerin
isteme aykırı olarak BOZULMASINA; 10.03.2011 tarihinde karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2010/13044
K. 2010/13264
T. 24.11.2010
• DOLANDIRICILIK ( Sanığın Kendisini Cezaevi Doktoru Olarak Tanıtarak Kefalet
Parası Adı Altında İstediği Parayı Alması Eyleminde Kişinin İçinde Bulunduğu Tehlikeli
veya Zor Şartlardan Yararlanmasının Söz Konusu Olmadığı - Basit Dolandırıcılık
Suçundan Mahkumiyet Kararı Verilmesi Gerektiği )
• KİŞİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU TEHLİKELİ VEYA ZOR ŞARTLARDAN
YARARLANMA ( Sanığın Kendisini Cezaevi Doktoru Olarak Tanıtarak Kefalet Parası
Adı Altında İstediği Parayı Alması Eyleminde Söz Konusu Olmadığı - Basit
Dolandırıcılık Suçundan Mahkumiyet Kararı Verilmesi Gerektiği )
5237/m.157, 158/1
ÖZET : Sanığın kendisini cezaevi doktoru olarak tanıtarak, katılanın tansiyon hastası olan ve
tutuklu bulunan babasının hastaneye sevk edileceğini ve oradan kefaletle serbest
bırakılacağını söyleyip kefalet parası adı altında istediği parayı alması eyleminde; kişinin
içinde bulunduğu tehlikeli veya zor şartlardan yararlanma söz konusu olmayıp, basit
dolandırıcılık suçundan mahkumiyet kararı verilmesi ve suçun işleniş biçimi ile kastın
yoğunluğu gibi nedenlerle cezanın alt sınırın üzerinde tayin edilmesi gerekir.
DAVA VE KARAR : Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere,
mahkemenin soruşturma neticelerine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen
dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
55
Ancak;
TCK'nın 158/1-b maddesindeki nitelikli dolandırıcılık suçunun gerçekleşebilmesi için
sanığın, mağdurun içinde bulunduğu tehlikeli ve zor şartlardan yararlanmak suretiyle
haksız bir yarar elde etmesinin gerekeceği yapılan hileli hareketlerle mağdurun bu durumda
olduğuna inandırılması hali ile sanığın kendisini cezaevi doktoru olarak tanıtmasının kamu
kurumu olan cezaevinin aracı olarak kullanılmasını gerektirmediğinden eylemin TCK'nın
158. maddesinin 1. fıkrasının ( b ) ve ( d ) bentleri kapsamına girmeyeceği cihetle, somut
olayda gerçekte böyle bir şey olmadığı halde katılan Gülçin'i ev telefonundan arayan ve
kendisini B... Kapalı Cezaevinde görev yapan "Doktor Gökhan" olarak tanıtan bir şahsın o
tarihte aynı cezaevinde tutuklu bulunan katılanın babası N. Şemsettin'in cezaevinde
rahatsızlandığını, hastaneye sevkedileceğini ve daha sonra da mahkemece kefalet ile serbest
bırakılacağını, ancak kefalet parası olarak 30.000 TL'nin acilen verilmesi gerektiğini söylediği,
tansiyon hastası olan babasının cezaevi şartlarında sağlık sorunları yaşaması ihtimali
karşısında hiç tereddüt etmeden istenen parayı vermeyi kabul ederek kararlaştırdıkları
şekilde yaklaşık 2 saat sonra M... Kaymakamlığı hizmet binası önünde 18-19 yaşlarında bir
gencin orada beklemekte olan katılanın yanına gelerek kendisini Gökhan'ın gönderdiğini
söyleyip 30.000 TL'yi teslim alarak kayıplara karışması şeklinde oluşan eylemde kişinin
içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanılması söz konusu olmayıp
TCK'nın 157. maddesinde düzenlenen basit dolandırıcılık suçundan mahkumiyetine karar
verilmesi ve suçun işleniş biçimi, kastın yoğunluğu, elde edilen haksız menfaatin miktarı
gözetilerek cezanın alt sınırın üzerinde tayini gerekirken, suçun nitelendirilmesinde hata
sonucu yazılı şekilde ceza tayini,
SONUÇ : Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş
olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince
uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ),
24.11.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2009/13495
K. 2010/13643
T. 29.11.2010
• İDARİ PARA CEZASINA İTİRAZ ( Temyiz Yasa Yoluna Tabi Kararlardan Olan Hüküm
Niteliğindeki Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası Uyarınca Verilen Kararları
Kapsamadığından Bu Tür Görevsizlik Kararları İtiraz Yasa Yoluna Tabi Olduğu )
• GÖREVSİZLİK KARARI ( İdari Para Cezasına İtiraz - Temyiz Yasa Yoluna Tabi
Kararlardan Olan Hüküm Niteliğindeki Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası Uyarınca
Verilen Kararları Kapsamadığından İtiraz Yasa Yoluna Tabi Olduğu )
56
• YASA YOLU ( Temyiz Yasa Yoluna Tabi Kararlardan Olan Hüküm Niteliğindeki
Görevsizlik Kararı Kabahatler Yasası Uyarınca Verilen Kararları Kapsamadığından Bu
Tür Görevsizlik Kararları İtiraz Yasa Yoluna Tabi Olduğu )
5271/m.223
1412/m.305
5326/m.28, 29
ÖZET : Temyiz yasa yoluna tabi kararlardan olan hüküm niteliğindeki görevsizlik kararı,
Kabahatler Yasası uyarınca verilen kararları kapsamadığından bu tür görevsizlik kararları
itiraz yasa yoluna tabidir.
DAVA VE KARAR : Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 23.03.2010 gün ve 33/58
sayılı kararında açıklandığı üzere 5326 sayılı Yasa'da kabahatler yönünden hangi hallerde
5271 sayılı CMK hükümlerinin uygulanacağı açıkça belirtilmiş ve usul hukukuna ilişkin
hükümler bakımından 5271 sayılı CMK ile herhangi bir irtibat kurulmasına ilişkin genel bir
hükme yer verilmemiştir. 5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen uygulanma
zorunluluğu bulunan 1412 sayılı Yasa'nın 305. maddesi uyarınca ceza mahkemesince verilen
hükümler temyiz yasa yoluna tabidir. Hükümler ise, 5271 sayılı Yasa'nın 223. maddesinde;
Beraat, Ceza verilmesine yer olmadığı, Mahkumiyet, Güvenlik tedbirine hükmedilmesi,
Davanın reddi, Davanın düşmesi, Adli yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik
kararı, şeklinde belirtilmiştir. 5271 sayılı CMK'nın 223/10. maddesi uyarınca hüküm
niteliğinde sayılan görevsizlik kararı 5271 sayılı CMK'da tanımlanan ve bu Yasa'daki yöntem
uygulanarak verilen kararları kapsamakta olup, Kabahatler Yasası uyarınca verilen kararlar
kural olarak bu kapsamda değerlendirilemez.
SONUÇ : Bu nedenlerle idari yaptırım kararı üzerine yapılan başvuru sonucunda başvuru
konusu idari yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan
olmadığından bahisle 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 28/1-b maddesi uyarınca
başvurunun reddi veya bu anlama gelen görevsizlik kararları aynı Yasa'nın 29. maddesi
uyarınca itiraz yasa yoluna tabi olup temyizi mümkün bulunmadığından, itiraz eden
vekilinin vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması
gereken 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, itiraz eden vekilinin
başvurusu itiraz dilekçesi olarak değerlendirilip merciince gereğinin yapılması için dosyanın
incelenmeksizin mahalline iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
TEVDİİNE, 29.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
57
58
Download